Başyazı Sebahaddin ATEŞ

SABRIN ZAFERİ

Sabır bir nevi üstün ahlâk sınavıdır. İnsan onunla güzel ve hoş olmayan işleri yapmaktan sakınır. Sabırla mü’min ayrı bir tahammül, gücü ayrı bir kuvvet kazanır. Hatta bazen acıları yudumlamayı bile öğrenir. Han- gi zorlukla karşılaşırsa karşılaşsın, vakarını korur, gönül zenginliği artar, maddî kayıplardan dolayı üzülmez, tevekkül ehli olur. Sıkıntılarla karşılaştığı zaman, edebini ve ciddiyetini muhafaza eder. Her hâlükârda şük- rü dilinden düşürmez, asla şikâyet yolunu seçmez. İman kalesinin muhkem bir bekçisi olarak daima kötü- lüklere karşı savunma halinde olur.

Sağlık ve âfiyet halindeyken şükrünü yerine getirdiği gibi, hastalanınca da güzel hasletlerden uzak dur- maz, yine kalbi zâkir, dili şâkir olur. Bela zamanında, sabredip, kulluğunun gereklerini yerine getirir. Belayı, sıkılmadan, kızmadan, şikâyet etmeden, rahatlık ve sükûnetle karşılamayı bilir. Hangi zorlukla karşı karşıya gelirse gelsin, kitap ve sünnetin hükümleri dışına çakmaz. Her duasında Allah’tan yardım talep eder.

Sabır, tahammüldür, sabır bekleyiştir, sabır ümittir.

Ebu Saidi’l-Hudrî (r.a) anlatıyor: “Ensardan bazı kimseler, Resûlullah (s.a.v)’den bir şeyler talep ettiler. Allah Resûlü de istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o istediklerini yine verdi. Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular:

“Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranır- sa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.” (Buharî, Zekât 50.)

Sabır ehli, eline geçene çok sevinmez, elinden çıkana da çok üzülmez. Verenin de alanın da Allah (c.c) ol- duğunu iyi bilir.

Kendine belâ isabet ettiğinde, sızlanmaz, Yüce Yaratıcının lutfunun çok bol ve geniş olduğunu akıldan çıkarmaz. Sabır, nefse karşı bir kahramanlıktır. Kötülüğü emreden nefse uymadan, kuvvetini zararlı olan şeylerden uzak tutabilenler iki dünyada da kazançlı çıkacaklardır. İnsanların en üstün ve faziletlisi hem iba- det ve taatın meşakkatlerine hem de yasaklara sabreden kimsedir. Hâsılı sabır zaferdir…

Dergimizin 100. sayısına gelen birçok tebrikten, Prof. Dr. Nazmi Polat Bey’in mesajını siz değerli okuyu- cularımızla paylaşırken, hepinizi saygıyla selamlarım…

“Zaviye’de var olan manevî iklimi, ülkemizin her köşesine taşıyarak gönüllerimizi dolduran “Somuncu Baba Dergimizin” hizmet yıllarını adıyla örtüşen bir şekilde önümüzdeki aylara, yıllara, asırlara yayacağını- zı biliyorum. Güç aldığımız kaynağın ferahlatan suyunu ömür boyu yudumlamak arzusuyla. Başarı dilekle- rimle selamlarımı yolluyorum.”

The victory of patience

Patience is a kind of high morality examination. It prevents the human being from doing unpleasant things. By patience, a faithful man achieves the power of tolerance. He never abstains from saying thanks to Allah and never chooses the way of grumbling.

Patience is tolerance; patience is a wait and patience is a hope.

Man of patience doesn’t rejoice for the things he has, and he isn’t sorrowful for the things he loses, since he knows He is Allah, who gives to and takes back from people. The most virtuous and moral man of all is the one who forbears the difficulties of worship and obeys the prohibitions.

All in all, patience is a victory. 1 101

AYLIK ĐLĐM-KÜLTÜR VE EDEBĐYAT DERGĐSĐ FiyatÒ: 7 TL MART 2009

SabrÒn Sonu OsmanlÒ’nÒn Selâmettir Yetimi Filistin Dergisi Hediyesi... 20 42

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜRÜ Ü VE EDEBİYAT DERGİSİ Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803 YIL: 15 SAYI: 101 Mart 2009 Basım Tarihi: 01 Mart 2009 Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni YAŞAMAK Sebahaddin ATEŞ Yazı İşleri Müdürü DÖNME DOLAP Hulûsi YAYLA Yayın Editörü GİBİDİR Musa TEKTAŞ Yapım ARTWORKS Bilâl KEMİKLİ Genel Sanat Yönetmeni 10 İlhan SOYLU Çoğumuz, “Yaşamak oyun değil arkadaş.” diye Sanat Yönetmeni Şenol GÜRSOY başlayan dönme dolap şarkısını hatırlarız. Yıllar Kapak önce dillerden düşmeyen bu şarkı şöyle devam Hz. Ömer Camii / Kudüs ediyordu: “Yaşamak oyun değil arkadaş/Dünyaya Tashih gelmenin bir bedeli var…” Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI Arşiv Muharrem AKIN Abone Bekir Sıtkı CANPOLAT İSRAİL’İN ZULÜM Reklam Yusuf YILMAZ DOKTRİNİ: Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi DEMİR DUVAR Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA Tel: (422) 615 15 00 Fax: (422) 615 28 79 Mehmet ÇALIK www.somuncubaba.net - [email protected] 49 Dağıtım İsrail’in gözünde, kendisine karşı direnen Kültür Dergi Dağıtım Filistinliler ya ahmak bir vahşi ya da varlık CTP - Kalıp Çıkış olarak ciddiye alınmayacak sürüden başka Bizim Repro: (312) 341 10 20 bir şey değildir Baskı & Üretim Kozan Ofset Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıoğlu 2 İşhanı 95/11 İskitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03

Tek Sayı : 7 YTL - Kurum Abone : 120 YTL 1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 YTL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO RABBİN HÜKMÜNE BOYUN EĞMEK: SABIR- Ali AKPINAR (06) Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD ES-SABÛR- Ramazan ALTINTAŞ (16) Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001 GÖNLÜMÜZDE NELER VAR- Mehmet AKKUŞ (24) ACIYI DOST VE TATLI KILAN İNSAN: MÜBTELÂ- Musa TEKTAŞ (26) KAYSERi (542) 411 02 53 OSMANLI SİYASETİ VE FİLİSTİN- Resul KESENCELİ (30) BİRBİRİMİZE KENETLENMEK - Enbiya YILDIRIM (34)

KONYA (506) 474 51 71 OSMANLI YETİMİ FİLİSTİNLİLERİN BİTMEYEN DRAMI- İsmail ÇOLAK (42) ‘İLM-İ HÂL’DEN İLMİHÂL- Abdullah KAHRAMAN (52) OSMANLI HASRETİ- Ekrem KAFTAN (55) GELECEK SANA EY ÇOCUK ZAFER- Hüseyin ÇALDAK (56) ABDURRAHMÂN B. UDEYS - Bünyamin ERUL (58) KIRK HADİS (59) 2 Mart 2009 SABRIN İSRAİL’İN SİNSİ SONU POLİTİKALARI SELÂMETTİR

20 Kadir ÖZKÖSE 38 Nebi HOCAZADE Cenâb-ı Hak, belâ ve musîbetlerle Ortadoğu ya güçlü bir şekilde kullarını imtihan eder, bunlara yerleşmek için bekleyen sebât ve sabır göstermeleri ile de İngiltere ve Fransa için I. Dünya onların makam ve derecelerini Savaşı bulunmaz bir fırsat olarak yükseltir. Belâ ve musîbetler görüldü. herkes için söz konusudur.

SABIR İLE HAC’DA MANTI MALÛM OLUR ESRÂR-I HAK Ümit Fehmi Mustafa ÖZÇELİK 66 SORGUNLU 76 Cemil Baba’nın kızmasından Sabır, neredeyse iyilik oradadır. İyi korktukları için, fazla üsteleyemediler. olmak isteyen, iyilikle karşılaşmak Herhalde ailece gelen Kayserili isteyen kişi sabırlı olmalıdır. Sabır Hacıların birinden istemiştir, diye yabancı tanıdık herkesi özgür kılar. düşündüler. Cemil Baba mantıyı Çünkü öfke, kişiyi kendine tutsak koyduktan sonra, geldiği yöne doğru eder. yürümeye başladı.

PEYGAMBER VE BERABERİNDEKİ MÜ’MİNLER DEDİLER Kİ: ALLAH’IN YARDIMI NE ZAMAN? - Metin ÖZDEMİR (60) ŞAİRLİK - Bekir OĞUZBAŞARAN (62) MALATYA’DAN LİMNİ’YE NİYÂZİ-Î MISRÎ - Fatih ÇINAR (64) ŞAİRLERDE ŞAFAK BÖYLE AĞARIR - Ahmet Süreyya DURNA (69) YÂ RAB… - Rıfat ARAZ (69) TIP ALEMİNIN ÇÖZEMEDİĞİ SIR: İYİLEŞME- Sefa SAYGILI (70) SİBİRYA’DAN ANADOLU’YA TAŞTAKİ TÜRKLER - Vedat Ali TOK (72) KİTAPLIK (75) BİZİM - Hızır İrfan ÖNDER (81) GÖRÜNEN VE GÖRÜNMEYEN GÜZELLİKLER - Ali ÖZKANLI (82) HAYATTA EN ÇOK YAPILAN 5 HATA - Akın DİNDAR (84) KÖK YEMEĞİ - Mesude SARI (86) Şeyh Hâmid-i Veli Minberinden Hutbeler Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) Yetmişikinci Hutbe

4 Mart 2009 “Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman ‘Biz ancak ıs- lah edicileriz’ derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar.” (2/Bakara 11, 12.)

Ey Cemaat-i Müslimin!

Bilmiş olunuz ki, Müslümanlığın en büyük gayesi; insanlar arasında küskünlüğü ge- çimsizliği kaldırmak ve onları bir kardeş yapmaktır. Kardeşliğe yakışmayan dirlik ve düzenlik bağlarını koparacak mahiyette olan her şey Müslümanlıkta yasaktır, haram- dır.

Bundan ötürüdür ki Müslümanlık; kovuculuğu da yasak etmiş, bunun insanlığa ya- kışmayan pek çirkin bir meziyet olduğunu bildirmiştir.

Peygamberimiz Efendimiz, kovucuların cehenneme gireceklerini bildirmiştir. Ko- vuculuk ve gammazlık, ara bozmak, bir şeyleri alıp diğerine götürmek, gizli şeyleri or- taya dökmektir. Bir adam hakkında konuşulan ve söylenmemesi icap eden bir lakırdıyı hemen ona ulaştırmak, senin hakkında şöyle dediler, böyle söylediler demek ne kadar fena, ne kadar ahlâksız iş. Müslümanın vazifesi fesad değil, birbirine ısındırmak, kar- deşlik, rabıtasını kuvvetlendirmektir.

Birinden laf alıp diğerine götürmek, ondan alıp berikine getirmek ne Müslümanlı- ğa yakışır ne de insanlığa. Böyle şeyler ara bozmaktan başka bir şeye yaramaz. İyi bir Müslüman böyle kötü şeylere tenezzül etmez. Bunlar insanları birbirine düşüren kar- deşi kardeşten, babayı evlattan ayıran, cemaatleri dağıtan, kocayı karısından soğutan, ahbapları birbirine düşman eden, büyük fitnelere ve hatta katillere sebep olan en fena ahlâksızlıktır.

Aziz Mü’minler!

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki: “Allah’ın en kötü kulları, koğuculukla gezen ve dostların arasını açan kimselerdir. Kıyamet gü- nünde Allah’ın en sevmedikleri onun yanında en kötü olanlar, birine bir türlü, diğe- rine başka türlü görünen her birine başka başka söyleyen ikiyüzlülerdir. Koğuculuk- la gezenler cennete giremezler. Kabir azâbının en çoğu, koğuculuktan ve bir de küçük abdest çırpıntılarından sakınmamaktandır.”

Öyle ise ey cemaat-i müslimin! Dargınları barıştırmak, insanları birbirlerine ısın- dırmak için var kuvvetinizle çalışın. Bir insandan laf alarak diğerine götürmeyin. İki adamı birbirine koğulamayın. Birine bir türlü, diğerine başka türlü söyleyerek iki ada- mın arasını açmayın, ikiyüzlü olmayın! Göründüğünüz gibi olun, olduğunuz gibi görü- nün. İşte Müslümanlık, işte insanlık!

Cenab-ı Hak cümlemizi fena ahlâklarını terk eden ahlâk-ı hamîde ile ittisafa çalışan kullarından eyleye. (Âmin)

5 İlim ve Hayat Ali AKPINAR*

RABBİN HÜKMÜNE BOYUN EĞMEK: SABIR Muhammed Gülseren

6 Mart 2009 abır, kendini tutmaktır; sızlanma ve Sâbirû: Allah yolunda belâları göğüsleyerek kızgınlıktan nefsini, şikâyetten di- kalbinizle direnin. lini, tereddüt ve karmaşıklıktan or- ganlarını uzak tutmaktır. İmanın yarısı şükür, ya- Râbitû: Allah aşkıyla yanıp tutuşarak O’nun rSısı da sabırdır. Sabır, sevdiğini hoşnut edebilmek olun. O’nun uğruna cihad edenler olun. için kendini fedâ edebilmektir; belâları güzellikle göğüsleyebilmektir; her şart ve ortamda Kitab ve Sabr-ı Cemil Sünnet ölçülerinde kalabilmektir; nimet hali ile mihnet hali arasında fark görmemektir.1 Sabır güzeldir, en güzeli ise sabr-ı cemîldir. Sabr-ı cemîl, içerisinde sızlanma olmayan sabır- Sabır üçtür: Tâate devamda sabır, masiyyet- dır; başa gelenlere sızlanmadan katlanabilmektir. ten uzak durmakta sabır, belâ ve musîbetlere kar- Hz. Ya’kûb’un, Hz. Eyyûb’un, Ulü’l-Azm peygam- şı sabır. berler başta olmak üzer bütün peygamberlerin sabrı, sabr-ı cemîldir. Sabır, Acıları Tatlı Ve Katlanılır Eden İlaçtır Kulun, başına gelen belâları, Yüce Allah’a aç- ması, sabra aykırı değildir. Aykırı olan, Allah’a İlaçlar acı olur, ama sonunda şifâ vardır. Sabır şikâyet değil, Allah’tan şikâyet etmektir. Nitekim da başlangıçta acı gözükebilir, ama sabrın sonu Eyyûb aleyhi’s-selâm, amansız hastalıklara yaka- selamettir. Önemli olan, belâların ilk çarptığı landığında, “Bana sıkıntı dokundu, Sense mer- anda sabretmesini bilmektir. hametlilerin en merhametlisisin Allahım!” diye dua etmiştir. Yüce Allah da onu “Sabırlı kul” diye Kur’ân bize Allah ile, O’nun yardımı ile sab- nitelemiştir.3 Hz. Ya’kûb ise, “Ben gam ve ke- rı emreder. Allah için, O’nun sevgisi ve rızâsı için sabrı tavsiye eder. Allah ile beraber, her zaman ve her yerde O’nunla olduğumuzun bilincinde, her şeyi ile kendini O’na adayarak sabırlı olmamızı is- ter. İşte Kur’ân’ın sabırla ilgili olarak bize çizdiği yol haritamız:

Kur’ân’ın Sabır Yol Haritası

Sabredilmeli, sabır yaygınlaştırılmalı, sabırda sebat edilmeli:

“Ey iman edenler! Sabredin (isbirû); sebat gösterin (sâbirû); (cihad için) hazırlıklı ve uya- nık bulunun (râbitû) ve Allah’tan korkun ki ba- şarıya erişebilesiniz.”2 Âyette şu hususlar dikka- derimi, güçsüzlüğümü yalnızca Rabbime arz timizi çekmektedir: ediyorum.”4 demiştir.

İsbirû: Nefislerinizle sabredin, katlanın. Na- Bu konuda Peygamberimiz ölçüyü şöyle koy- mazı ve diğer ibadetleri gözleyin. muştur: “Bir hayırla karşılaşan Allah’a hamd

7 etsin. Hayrın dışında bir şeyle karşılaşan ise ler vardır.”13 yalnızca kendini kınasın!”5 Evet, başa gelenle- ri karşılarken kula düşen, efendisinin hükmüne En güzel ödülü kazanma adına sabre- râzı olmaktır.6 dilmeli: “Elbette sabırlı davrananlara, yap- makta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını Zorlukta-darlıkta sabretmeli: Bollukta vereceğiz.”14 râzı olduğumuz Rabbin kazâsına, darlıkta da râzı olmalıöylece sabır, bizden ayrılmayan bir mele- Önder Olmanın Yolu keye dönüşmelidir. Sabırdan Geçer

“Onlar sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında Sabretmenin kazanımları anlatılırken sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyan- bir âyette şöyle buyurulur: “Sabrettikleri ve lardır. Müttakîler ancak onlardır!”7 âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, on- ların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik.”15 Demek ki sabırlı ve “Kur’ân bize sabır âbidelerini anlatır ve kararlı olmak önder olmanın ön şartı ve önderli- onlar gibi sabırlı olmamızı ister. Bu sabır ğin gereğidir. âbidelerinin başında peygamberler gelir. Onlar, Kur’ân’da Sabır Örnekleri tevhîd düşmanlarının inkârlarına, hakîkatle ve peygamberle alay etmelerine, işkence ve eziyet Kur’ân bize sabır âbidelerini anlatır ve onlar gibi sabırlı olmamızı ister. Bu sabır âbidelerinin etmelerine karşı sabretmişlerdir. “ başında peygamberler gelir. Onlar, tevhîd düş- manlarının inkârlarına, hakîkatle ve peygamber- le alay etmelerine, işkence ve eziyet etmelerine Sabredenlerle beraber olmalı: Çünkü Al- karşı sabretmişlerdir. Müşriklerin bunca bas- lah sabredenlerle beraberdir ve onları sever.8 kı, tehdit ve işkencelerine karşılık asla yılgınlık göstermemişler, taviz vermemişler ve yolların- Sabır tavsiye etmeli. Sabrı tavsiye edenler dan dönmemişlerdir. Yine onlar, imtihanın gere- zarardan kurtulanlardandır.9 ği olarak başlarına gelen hastalık, ayrılık gibi sı- kıntılara sabretmişlerdi. Belâlar sağanak sağanak Namaz ve sabırla Allah’tan yardım iste- üzerlerine yağmışken aslâ sızlanmamışlar, iba- meli: “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım iste- detlerini aksatmamışlar ve içten dualarıyla halle- yin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygı- rini sadece Yüce Rabbe arz etmişlerdi. Bize düşen dan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır bu sabır örneklerini iyi okumak ve onlar gibi ol- gelen bir görevdir.”10 maya gayret etmektir.

Rabbin rızâsını kazanma adına sabret- Ülü’l-Azîm Peygamberler Gibi meli: “Yine onlar, Rablerinin rızâsını isteyerek Sabretmek sabreden kimselerdir.”11 “O halde, peygamberlerden azim sahibi olan- Tevekkül ile beraber sabretme- ların sabrettiği gibi sen de sabret.”16 Âyette ge- li: “Onlar sadece Rablerine tevekkül ederek çen “Ulü’l-Azm” kavramı, kararlılık sahibi pey- sabredenlerdir.”12 gamberlerdir. Bu kavramla bütün peygamberler kastedilmiş olmalıdır. Meşhur görüşe göre ise, Sabrı şükürle taçlandırmalı: “Şüphesiz ki tevhîd düşmanlarının akla hayale gelmedik teh- bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibret- dit, alay, baskı ve işkencelerine karşı direnen

8 Mart 2009 Hz. Nûh, Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ ve Hz. ce sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) Muhammed’dir.17 Bunlardan Hz. Nûh, bıkmadan yardım edecek olan, ancak Allah’tır.”21 usanmadan, tehditlere aldırmadan, gece gün- düz, gizli açık durmadan dinlenmeden ve asırlar- Diğer Peygamberler Gibi ca kavmini tevhîde davet eden peygamberdir. Hz. Sabretmek İbrahim, tabandan tavana putperestlerle müca- deleye adanmış bir ömrün adamıdır. Hz. Mûsâ ve “İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de gündeme taşı! Hz. Îsâ, en laf anlamaz, en iflâh olmaz, olmadık Hepsi de sabreden kimselerdendi.”22 işlerin adamı olan bir kavmi yola getirmek için çırpınan peygamberlerdir. Varlığını Allah’a, öm- Hz. İsmail; küçücük yaşta annesi ile birlikte ıs- rünü insanlığa adayan son Peygamber Hz. Mu- sız bir vâdîde hayata merhaba derken, yine çocuk hammed (s.a.v)’in ise Mekke ve Medine’de çek- yaşta Yüce Allah’ın kurban emrine tam bir tesli- tikleri hepimizin malumudur. miyetle boyun eğerken, tevhîd mücadelesinin her safhasında en güzel sabır örnekleri sunan Pey- Hz. Dâvûd Gibi Sabretmek gamber… Hz. İdris, küçük yaşlarda Şit peygam- berden ilim alan ve Âdemoğullarını tevhîde çağı- Peygamberlikle saltanatı şahsında toplayan ran, Allah yolunda Bâbil’den Mısır’a hicret eden, ve her ikisinin de en güzel şekilde hakkını veren, hikmetle orada insanları tevhîde çağıran azimli, hikmet ve adaletle hükmeden, işini en güzel ve kararlı insan… Allah’a itâat ve ibadette zorlukları sağlamca yapan, variyetler içerisinde zâhidâne göğüsleyen Peygamber Hz. Zülkifl… bir hayatın yaşanabileceğini bizlere gösteren, bü- tün sınavları başarıyla veren Peygamber. Evet, peygamberler, her konuda olduğu gibi sabır konusunda da en güzel örneklerimizdir. “Onların söylediklerine sabret, kulumuz Onlar, bir insan olarak ne pahasına olursa olsun Dâvûd’u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep istikamet üzere kalmak, ibadet ve tâate devam et- Allah’a yönelirdi.”18 mek, günahlardan uzak kalmak ve belâlara kat- lanmak/direnmek hususunda, bize yaşanılabilir Hz. Eyyûb Gibi Sabretmek en güzel ve canlı/ölümsüz örnekleri sunmuşlar- dır. Onları ne kadar doğru ve iyi bir şekilde tanır- Adı sabırla özdeşleşmiş, âdetâ sabır âbidesi ol- sak, sabrımız o ölçüde artacak, direncimiz bilen- muş adam; belâlar üzerine yağarken asla sızlan- miş olacaktır. mayan, belâlarla pişen, onlara katlanan, direnen ve sonunda murâdına eren peygamber. Dipnot * Prof. Dr. 1 Firuzabâdî, Besâir, III, 371-379. “Eyyûb’u da (an). Hani Rabbine, «Başıma bu 2 3/Âlu İmrân, 200. dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametli- 3 38/Sâd, 44. 4 12/Yûsuf, 86. 19 sisin.» diye niyaz etmişti. Gerçekten biz Eyyûb’u 5 Müslim, Birr 55. 6 Curcânî, Ta’rifât, s, 131; Firuzabâdî, Besâir, III, 379-380. sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Dâimâ 7 2/Bakara, 177. Allah’a yönelirdi.”20 8 2/Bakara, 153, 249; 3/Âlu İmrân, 146; 8/Enfâl, 46, 66. 9 103/Asr, 3. 10 2/Bakara, 45, 153. 11 13/Ra’d, 22. Hz. Ya’kûb Gibi Sabretmek 12 16/Nahl, 42; 29/Ankebût, 59. 13 14/İbrâhîm, 5; 31/Lokmân, 31; 34/Sebe’, 19; 42/Şûrâ, 33. 14 16/ Nahl 96. Çok sevdiği Yûsuf’unun ayrılığı karşısında 15 32/Secde, 24. 16 46/Ahkâf, 35. gam ve keder gözyaşlarını içine akıtan, ancak aslâ 17 İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 172. ümidini yitirmeyen örnek insan. 18 38/Sâd, 17. 19 21/Enbiyâ, 83. 20 38/Sâd, 44. 21 12/Yûsuf, 18. “(Ya’kûb) dedi ki: Artık (bana düşen) güzel- 22 21/Enbiyâ, 85.

9 Edebiyat Bilâl KEMİKLİ

10 Mart 2009 YAŞAMAK DÖNME DOLAP GİBİDİR

oğumuz, “Yaşamak oyun değil arka- daş.” diye başlayan dönme dolap şar- kısını hatırlarız. Yıllar önce dillerden düşmeyen bu şarkı şöyle devam ediyordu: “Ya- Çşamak oyun değil arkadaş/Dünyaya gelmenin bir bedeli var…” Hayatı sorgulayan, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan dizeler… Eskilerin hikemî tarz dedikleri bir söyleyiş… Hikmet, ba- zen hiç beklemediğiniz bir anda ummadığınız bir makamla zuhur eder. Burada sadece bu iki dize- nin gönül aynamdaki yansımalarından yola çıka- rak derin bir tahlil denemesi yapmam mümkün- dür. Her şeyden önce şarkıda verilmek istenen mesaj, geleneksel şiirin imkânlarıyla örülmüş ve yeni bir forma bürünmüştür: Hayatın bir gayesi var! Nedir o gaye? Bunun cevabını şarkının iler- leyen dizelerinden öğreniyoruz: “Dost bildiklerin tükenmez arkadaş/Sevgi insanların hamurun- da var.”

Hayatın yegâne gayesi, şarkıda anlatıldığı ka- darıyla, sevgi kelimesinin içeriğinde sırlanmıştır. Sırlanmıştır; çünkü sevgi bir yönüyle varlık bilin- cine, öteki yönüyle de hayatı anlamlandırmaya vesile oluyor. İnsan varlık bilincine erdikçe, ger-

11 çek varlığı idrak edip, zamanı, dünyayı, âhireti, Hamurumuz sevgiyle yoğrulmuş. Lâkin bazen hesabı, mükâfat ve cezayı öğrendikçe hayatını bu sevgi, hayatın asıl gayesini idrakten uzak kal- daha da anlamlı hale getirme çabasına giriyor. mış, bu yüzden de sevginin mâhiyetini anlayama- Nasıl daha anlamlı yaşayabilirim? Hayatımı nasıl mış ve sevmeyi, çoğalmayı, çoğaltmayı unutmuş daha da zengin hale getirebilirim? Ânı nasıl yaşa- kimselerce suiistimal edilebilir. Dost gibi gelip rım? Yarına nasıl hazırlanırım? Bu gibi sorular, de, nice düşmanlıklara sebebiyet verenler olabi- sevgi ekseninde cevaplandırıldıkça, mânâ bohça- lir. Beklentilerimizin çok ötesine düşebilir, ha- ları açılır ve hayat daha da anlamlı bir hâle gelir. yallerimizi gerçekleştiremez ve nice mahrumiyet- Yalnız doğuyoruz ve yalnız ölüyoruz; ama yalnız ler yaşayabilir, sıkıntılar çekebiliriz. Kâh sâhil-i yaşamıyoruz. Ne kadar ben yalnızım deseniz de, selâmete ulaşır, kâh dalgalar arasında boğulabili- o kadar birileriyle berabersiniz; ya siz ona yardım riz. Bazen değil dalgaları, kasırgaları bile aşar, sı- ediyor, onu destekliyor, onu üretiyor, onu çoğal- ğınacak bir liman buluruz da, kimi zaman durgun tıyor, onu tüketiyorsunuz, yahut da o sizi. Sizin sularda ve kıyılarda boğulabiliriz. Bütün bunlar, hayata gelmenize vesîle olan ebeveyninizden baş- hayat kavramının sırlı çağrışımları dâhilindedir. lamak üzere doğumunuzda, hastalığınızda, yetiş- “Çünkü”, diyor radyodaki şarkıcı, “Yaşamak dön- me aşamanızda, okulunuzda, iş yerinizde daima me dolap gibidir/Onun da iniş ve çıkışları var.” sizinle olan, size katkıda bulunan birileri mutla- ka vardır. Bu bakımdan mutlak yalnızlık, insan Yaşamak dönme dolap gibidir; birileri iner- için pek düşünülemez. Şu halde hayatımızı şöyle ken, ötekiler çıkar. Hep yukarıdayım, hep ileride- ya da böyle dolduran insanlar, mahlûkat ve eşya yim düşüncesine kapılıp da asıl gayeden çok uza- ile olan ilişkimiz bizi ifade ediyor. Bu ilişki, belki ğa düşmemeli. O yüzden diyor, “Tâlihlidir hep birilerine oyun olarak gelebilir, ama sevgi temelli çıkanlar arkadaş/Gerçek dost inenlerin yanın- inşa edilmiştir. Bu yüzden dost bildiklerin tüken- da var.” Bilemiyorum, hep çıkanlar mı tâlihlidir? mez ve sevgi senin hamurunda var, diyor. Yahut tâlih nedir? Nedir baht? Dönme dolap ta-

12 Mart 2009 biri de tam bu sorularla birlikte karşımıza çıkıyor. ler dolacak, susamışlar suya kanacak. Dolap dö- Dönme dolap, sadece lunaparklarda bulunan ço- necek, dönecek de, testi ta yukarılara çıkmışken cukluğumuzun devâsâ oyuncaklarından biri de- nasıl olup da aşağılara indiğinin sebeb-i hikmeti- ğildir. Eskiler dönme dolabı oyuncaktan başka ni arayacak. Neden indim? İndim, çünkü boşal- iki anlamda daha kullanırlardı. Bunlardan ilki, su dım. Daha aşağılara niçin indim? İndim, çünkü dolabı; ikincisi ise, haremle selamlık arasında bir suya müştâkım, ona kavuşmak ve onunla dol- şey alıp vermeye yarayan döner dolaptır. Su do- mak için. Osman Hulûsî Efendi’nin meyl tabi- labı, kuyudan su elde etmek için kullanılır. Tıp- rini özellikle kullandığını düşünüyorum; çünkü kı lunaparktaki dönme dolap gibi bir düzeneğin ancak sevgiliye meyledilir ve ancak ona müştâk benzeri, ancak koltuklar yerine bağlanmış testi- olunur. İşte, hayat ve sevgi ilişkisi tam da burada leri düşünelim… saklıdır. Âşık şunu diyebilmelidir: Ben ona yani sevgiliye meyilliyim, ona müştâkım, ona kavuş- O testiler, aşağıya inince kuyudan su alıyor, mak ve onunla buluşmak, baştan sona onunla suyla dolu olarak yukarıya çıkıyor ve inerken dolup taşmak isterim. Bunu demeli, ama sevgi- içindeki suyu düzeneğe bağlı bulunan kovalara liyle dolup taşmak için evvelâ boşalmalı, içinde boşaltıyor. Bir dolu, bir boş; testi doluyor, boşa- biriktirdiğin bozulmuş ve bu yüzdende sahte- lıyor ve yine doluyor. Suyu, siz tâlih olarak baht olarak telakkî edin, başarı, işlerin yolunda git- “Nasıl tasavvur ederseniz edin; ama şunu göreceksiniz: Dönme mesi, umutların gerçekleşmesi dolap bir yönüyle bizim gönül dünyamız, aklımız ve kalbimiz, olarak tasavvur edin… Su dola- öteki yönüyle de kaderimizdir. Gönül temizlenmeden, kalp bının tekerleği dönmesi ve tes- tinin içi su dolu olduğu halde tasfiye edilmeden, akıl arındırılmadan, gerçek sevgiyle, gerçek hep yukarıda kalsa; hep yukarı- bilgiyle ve gerçek anlamda idrakle dolabilir mi?” da, hep başarılı, hep tâlihli, hep bahtı açık, orada ne kadar ka- labilir? Aylarca, yıllarca kalsın. Kalsın, ama durgun su kirlenir, safiyetini yitirir. leşmiş sevgileri, taşıdığın gerekli gereksiz onca O artık, içene serinlik veren su olmaktan çıkar, yükü boşaltmalısın. Tıpkı, su dolabı gibi… Dol- kirli ve müsta’mel hale gelir. Tekerlek dönecek, madan boşalmak, yıkılmadan yapılmak olmu- testi inecek, içindekini dökecek, boşalacak, te- yor. Doluyu dolduramaz, mamur bir binayı ye- mizlenecek ve içini serin sularla doldurmak için niden yapamazsınız. kuyuya yönelecek, inmekten, düşmekten kork- mayacak ve haline razı olacak, sonra o derinlikte Dönme dolabın eskilerin kullandıkları ikinci içini taze sularla doldurup tekrar yukarıya, daha anlamı burada yeniden hatırlamak lâzımdır. Ney- yukarıya çıkacak. O yüzden tarz-i kadîmin son di dönme dolap? Dönme dolap, haremle selam- temsilcilerinden Es-Seyyid Osman Hulûsî Efen- lık arasında bir şey alıp vermeye yarayan döner di bir mektubuna iliştirdiği şu kıtasında diyor dolaptır. Döner dolap… Tabi hayat yenileniyor, ki, değişiyor ve dönüşüyor. Bu değişimden nasîbini alan hususlardan birisi de ev mimarîmizdir. Nite- Dolabın meyli âba kim yeni mimarîde haremlik ve selamlık tabirle- Âbın meyli dolâba ri belirleyici değildir. Bunun yerine, hane halkı ve Ma’kûs olan dü meylin misafirlerin bir arada oturdukları misafir odaları Devri bir inkılâba (Mektûbât, s. 230) ve salonlar inşa edilmiştir. Dolayısıyla haremlik ve selamlık arasında, misafire ikram yapmak için Dolap suya meyledecek, su dolaba. Bu iki me- kullanılan döner dolaplar da tedâvülden kalkmış- yil, bu iki arzu dolayısıyladır ki, dönecek testi- tır. Bu yüzden de biz burada olmayan bir şeyi ta-

13 rif ediyoruz. Her ne ise, eski evlerde mutfak ha- anlamak olarak tarif edelim. Ne dersek diyelim, remlik tarafındadır ve orada selamlıkta bulunan ama şunu bilelim ki, dolap dönecek ve her dönüş- misafirler için hazırlanan ikramlar dönme dola- te inişler de çıkışlar da olacak. ba konup dolap elle çevrilerek ikramların kolay- ca öteki odaya intikali sağlanırdı. Gelen ikram- Dolap dönüyor da, her dönüşte boşalıp ye- lar, misafirlere sunulur, yenilir içilir ve bu sefer niden dolabilecek miyiz? Bunu bilemeyiz. Daha boş kaplar dolaba konularak aynı usulle haremli- doğrusu bu soru, kelamcıların asırlardır tartıştı- ğe iletilirdi. Bahtı yahut tâlihi, dönme dolapla se- ğı, ancak bir neticeye ulaşamadığı kader konusuy- lamlığa iletilen içi envaî çeşit ikramla dolu tabak la alakalıdır. Bu bakımdan bizâtihî hayat bir dön- olarak telakkî edebilirsiniz. Tabak doludur; fakat me dolaptır, ama binilen bu dolabın nerede nasıl ne kadar dolu olursa olsun, mutlaka boşalacak ve duracağı meçhuldür. Kim aziz olacak, kim zelil, kirlenecektir. Tabağın yeniden dolması için yı- kim bay olacak, kim köle? Bütün bu sorular, ne- kanması, temizlenmesi gerekir. den ve niçinli tartışmalardan ziyâde, insanın ya- şadığı anı iyi değerlendirip ona şükretmesine ve Demek ki, dönme dolap, ister lunaparktaki o geleceğe ilişkin umutla dolmasına da vesîle olabi- dev oyuncak olsun, ister su dolabı yahut eski ev- lir. Bu yüzden bizâtihî hayat bir muammâdır, çöz lerdeki ikram dolabı… Nasıl tasavvur ederseniz çözebilirsen. Ne diyordu Behçet Necatigil? edin; ama şunu göreceksiniz: O dolap bir yönüyle bizim gönül dünyamız, aklımız ve kalbimiz, öteki Nerden niçin mi geldim? yönüyle de kaderimizdir. Gönül temizlenmeden, Bilmeden bir şey diyemem, ya siz? kalp tasfiye etmeden, akıl arındırılmadan, gerçek Hem hiç önemli değil, sevgiyle, gerçek bilgiyle ve gerçek anlamda idrak- Geldim, yer açtılar, oturdum. le dolabilir mi? Ne diyordu yukarıdaki şarkının Girip çıkanlar vardı devamında? Zaten ben geldiğimde.

Nefes almak değildir yaşamak, Düşünmek ve Neden ve niçin geldiğimize ilişkin kutsal ve hissetmektir yaşamak, Sen gülmeden geçen gün- animistik dinlerin, mezheplerin, mekteplerin ve lere acı, Dönme dolap iner çıkar arkadaş! kimi felsefî ekollerin elbette hazır cevapları var- dır. Ama yine de şâirâne ve yerinde bir soru: Ne- Elbette hayatın ön şartı nefes almaktır; fakat reden niçin mi geldim? Ne diyelim? Siz su bek- gerçek anlamda hayat, nefesten öte bir şeydir. Bu leye durun işte su dolabı döndü, ben geldim… yüzden yaşamak, düşünmektir, hissetmektir. Dü- Geldim, hoş geldin dediler, yer açtılar ve oracığa şünmek… Sahi, düşünmenin özünde düşmek yok oturdum. İmdi madem varoluşumuzda bu dola- mudur? Düşünmek, düş+ün+mek… Düşünmek, bın yüklendiği çok önemli bir görev var, şu halde önce bir fikre düşmektir. Tıpkı su dolabı gibi fi- bu dolapla halleşmek, dertleşmek lazımdır. Peki, kir kuyusuna düşmeden yeni fikirlere ulaşmak ve nasıl dertleşeceğiz? Bu soru bizi alıp Bursalı Âşık onlarla yukarıya daha yukarıya çıkmak! Düşün- Yunus’a götürüyor. Bakalım o, dolapla nasıl dert- ce sizi yukarıda tutan tek kanattır, orada kalmak leşmiş, nasıl halleşmiş? için, his yani duygu kanadını da takmalı ve böyle- ce tamamlanmalısınız. His kelimesini, dış âlemin Dolap niçin inilersin tesirlerini duyma kabiliyeti, içte, gönülde meyda- Derdim vardır inilerim na gelen yankı, bir şeye karşı duyulan ilgi, anla- Ben Mevlâ>ya âşık oldum ma, sezme ve idrak etme anlamlarında kullanı- Anın için inilerim yoruz. Biz burada hissi, fikir kuyusuna inişin ve bir düşünceyle çıkışın hikmetini anlamak, bu dü- Dolap döndükçe iniliyor. Çünkü bir medâr, bir şünceyle âlemi temâşâ etmek, varlığın sesini içi- eksen etrafında dönüyor, üzerinde de yükü var. mizde duymak yahut erişilen düşünceyle varlığı Daha doğrusu, dolabın her dönüşüyle birlikte ge-

14 Mart 2009 Bekir Sarı

tirdiği su, aynı zamanda yeni bir doğuş değil mi- Seni aldar bu dünyâ bî-habersin dir? Her doğuş bir inlemeyle başlar, bir acı, bir Sözüm işit öğüdüm tut tab aldan sıkıntıyla. Dolap iniliyor; bir doğuşa gebe. Lâkin …. bu doğuş da aşkla oluyor: Ben Mevlâ’ya âşık ol- Bu dünyâ bî-vefâdur bil hakîikat dum. Mevlâ’ya olan aşk, Leylâ’ya olan aşk; her Seni göçürmedin ol sen göç ondan ikisi de aşktır ve inletir, âh ettirir. Âh ile, inlemey- le varlık zuhûr ediyor… Bu yüzden diyor dolap, Şair bu beyitlerde ne diyor? Kısaca şunları di- “Benim adım dertli dolap.” Dertli dolap dönü- yor: Ey sultanım bu dünyadan vefâ umma ve sen yor, döndükçe su akıyor, ben, sen ve o gelip gös- onunla kavilleşme. Sen habersizsin bu dünya seni terilen yere oturuyor, sonra teker teker gidiyoruz, aldatır. Sözümü nasihatimi tut... Bil ki bu yerimize yenileri gelsin diye… Bu gidiş ve bu ge- dünya hakîkaten vefasızdır. O seni göçürmeden lişleri eskiler çarh tabiriyle ifade ederlerdi. Çarh sen ondan vazgeç. kelimesini, çark, gök, felek, yaka, ok yayı, tâlih, baht ve devam eden, süren gibi anlamlarda kul- Ahmed-i Fakîh’in dünya tasavvuru, diğer şair- lanıyoruz. Fakat klasik edebiyatımızın ilk temsil- lerimizde de sıkça tekrar edilir. Dünya, vefâsızdır; cilerinden olan Ahmed-i Fakîh’in Çarh-nâme’sini çünkü döner… Dolap da döner. Döndükçe, testi- hatırlayanlar, kelimenin iyi ve kötü yönüyle biz- ler boşalır, testiler dolar. Şu halde ne yapmalı? zat dünya hayatını ifade ettiğini bilirler. Ahmed-i Koro halinde, “Ben feleğin şu çarkına çomak so- Fakîh şöyle diyor: karım.” şarkısını mı söylemeli? Bunu bilemem, ama geçen her saniyede, gece ve gündüz dolabın Vefâ umma bu dünyâdan i hânum döndüğünü, feleğin işini işlediği kesindir. Kesin- Anunla kılmagıl sen ahd ü peymân dir; çünkü O, “Her an bir iştedir.”

15 Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

ALLAH’IN, KULLARININ İŞLEDİKLERİ CÜRÜM KARŞISINDA ÇOK SABIRLI OLMASI VE HEMEN CEZA VERMEMESİ: ES-SABÛR

16 Mart 2009 “Allah’a inanan, O’na güvenen ve sabır silahını kuşanan kimse güçlü ve kuvvetlidir. İnanmış insan, dünyada başına gelebilecek olan her türlü sıkıntıya elinden gelen bütün imkânları kullandıktan sonra, ancak kadere imanla dayanma gücü ve mukâvemet gösterebilir. Bu açıdan gerçekten imanla sabır arasında kuvvetli bir bağlantının var olduğu söylenebilir.”

abır sözlükte, güçlükler ve zorluk- sinden zararın giderilmesi için Allah’a dua ettiği lar karşısında kendini tutma ve acı- zaman bu, sabrını etkilemez. Çünkü fayda ve zarar ya katlanmayı ifade eder. Genel verme gücüne sahip olan ve kullarından her türlü mânâda sabır, nefsin; aklın ve dinin gerektirdi- zararı gideren O’dur. İnsana düşen sıkıntılar kar- ğSi gibi, gerektirdiği şekilde veya her ikisinin bir- şısında acele etmeden tahammül göstermektir. likte icap ettirdiği şekilde, arzu ettiği şeylerden Zira sabırsızlık göstermek; ivmek ve bir anda her alıkonulmas ıdır. Sabır lafzı umûmîdir; yerine şeyi istemektir. Hâlbuki yaratıklar, zamana bağlı göre isimlerinde farklılık görülür. Eğer nefis bir olup, terbiye kanununa tâbîdirler. Zaman ise peş musîbetten dolayı hapsedilirse, bu sadece sabır peşe gitmek, yavaş yavaş olmak demektir. Bunun adını alır, bunun zıddı cezâdır (feryattır). Eğer için yaratıkların tam başarıya ulaşmaları derece sabır, muharebe halinde ise bu, yiğitliktir, bu- derece bir silsile takip eder. Bu da sabra bağlıdır. nun zıddı ise korkaklıktır.1 Tasavvuf dilinde sa- Her şeyi bir anda istemek, hiçbir şey istememek- bır ise, insanın hayatında karşılaştığı çeşitli belâ tir. Hatta yaşamak, sabretmektir.6 Sabır konu- ve musîbetlerden doğan üzüntüyü Allah’a havâle sunda bizim için örneklik oluşturan peygamber- edip, O’ndan başkasına şikâyet etmemektir.2 Ni- lerden bir diğeri de Hz. Yakup (a.s)’dır. Kur’an’da, tekim Hz. Peygamber’den gelen bir rivâyette şöy- oğlu Yûsuf (a.s)’ın kardeşleri taraf ından hile yapı- le buyrulmuştur: “Sabır (hastalık, zarar, deprem, larak kuyuya atılması ve kendisine Yûsuf’u kurt su baskınları, ölüm vb. gibi hâdiselerin) sarsıntı yedi diye haber verilmesi karşısında “güzel sabır” tesiri yaptığı ilk anda gösterilen tahammüldür.”3 örnekliği göstermiştir. Bu durum Kur’an’da şöyle Dolayısıyla sabır, insanın ihtiyarî fiillerindendir. anlatılır: “Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakup) dedi ki: ‘Bilakis nefisleriniz size Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlerden bahse- (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) dilen âyetlerde onların sıfatlarının “güzel sabır” hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında oluşunun anılması, hayatın her alanında olduğu (bana) yard ım edecek olan ancak Allah’tır.”7 gibi bu alanda da örneklik oluşturmalarına atıf- ta bulunulması kayda değer bir misaldir. Çün- Sabır, Acıyı Yudumlamaktır kü Yüce Allah, Eyyûb (a.s)’ı gösterdiği sabrından dolayı övmüştür: “Muhakkak ki biz onu sabre- Bu dünya bir imtihan yeridir. Allah hangimi- der bulduk.”4 Yine o, içinde bulunduğu sıkıntıdan zin daha güzel amel yaptığını ortaya çıkarmak şekvâ etmeden, kurtulmak için sadece Allah’a dua için bizi değişik şekillerde imtihan eder.8 Bazen etmiştir: “Eyyûb’e gelince, o, Rabbine; ‘Benim bu imtihan bolluk ve iyilikler olabildiği gibi bazen başıma dert geldi. Sen merhametlilerin en mer- darlık ve sıkıntılar; yerine göre korku, açlık, mal- hametlisisin.’ diye niyâz etmiştir.”5 İnsan, kendi- lardan, sevdiğimiz canlardan kaybetme şeklin-

17 de meydana gelebilir. İnsan bütün bu felaketler den insanın olgunlaşmasına, karakter ve ahlakı- karşısında pes etmemeli ve direnç göstermelidir. nı düzeltmesine vesîle olurlar. Çünkü biz Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz.9 İslâm inancına göre acı ve ızdıraplar, nihâî iyili- Kur’an’a göre, musîbetler ve acılar karşı- ğimiz için tahammül etmemiz gereken tedâvîler sında sabredenler, âhirette büyük mükâfat gibidir. Hayatımızda karşılaştığımız acı ve ızdı- göreceklerdir.12 Bu sebeple sabrın en güzel an- raplar insanların daha büyük iyiliklere ulaşmala- lamını sûfîlerin hayatında bulabiliriz. Meselâ, rı açısından gerekli olan kılık değiştirmiş iyilikler Cüneyd-i Bağdâdî’ye “Sabır nedir?” diye soru- gibidir.10 Hayır ve lezzetlerin hepsi iyi olmadığı lunca, “Yüzü ekşitmeden acıyı yudum yudum içi- gibi, acı ve ızdırapların hepsi de kötü değildir. Ni- ne sindirmendir.” demiştir. 13 Süfyân-ı Sevrî ise, metlerin ve felâketlerin tümü, insanları ibret al- üç şeyin sabırdan olduğunu söyler. Bunlar; “Acı- maya ve tefekküre davet etmesi yönüyle maslahat nı anlatmaman, başına gelen musîbeti söyleme- türündendir.11 İnsan acı ve ızdıraplar karşısın- men ve nefsini temize çıkarmamandır.”14 Gö- da sızlanmamalı ve çaresini araştırmakla birlik- rüldüğü gibi sabır, nefsin bir amelidir. Ona bir te büyük sabır ve direnç göstermelidir. En büyük başkası karışamaz. Zira sabır, insanda Allah’a sıkıntıları peygamberler ve Allah dostları çekmiş- teslimiyet inancını artırır. Bilindiği gibi Allah’ın tir. İlâhî eğitimle, belâ ve musîbetler arasında çok en güzel isimlerinden birisi de çok sabırlı olan ve yakın bir ilişki vardır. İnsan, acılar ve ızdıraplar ceza vermede acele etmeyen anlamına gelen “es- karşısında eğitilir. Böylece insan, Allah’ın otorite- Sabûr”dur. Yüce Allah, kullarının işledikleri gü- sinin enginliğini kavramakla birlikte, O’nun kulu nahları yüzünden hemen ceza vermiyor, belki olduğunu idrak eder; belâ ve musîbetler karşı- suçtan tevbe edip pişman olurlar diye erteliyor. sında O’ndan yardım isteyerek O’na sığınır. Çün- İslâm ahlâkında bunun karşılığı hilm’dir. Hilm kü acı ve ızdırapları Allah’tan başka giderecek bir ise, teennî ile hareket ederek nefsi kontrol altı- güç yoktur. Musîbetler, dinî ve mânevî eğitimin na almak, cezalandırmaya güç yetirebildiği hal- önemli bir aracıdırlar. Dolayısıyla iman yönün- de intikam duygusundan vazgeçmektir.15 Kur’ân-ı

18 Mart 2009 Kerîm’de, “Sen kâfirlere mühlet ver. Onlara za- izniyle geçeceğine iman eder ve Allah’ın yardımı- man tanı.”16 denmektedir. Bir başka âyette de: nı, mutluluk ve ferah gününü temiz kalp ve olgun “Eğer Allah insanları zulümleri sebebiyle ceza- iman içinde beklerse sonuç kurtuluş olur. Sabre- landırmış olsaydı, yeryüzünde bir tek canlı bı- den, zafere erer. Bunun için nefisleri sabra alış- rakmazdı. Ancak onları belirli bir zamana ka- tırmalı, gerek ibadetleri yerine getirmede, ge- dar geciktirir.”17 buyrulmaktadır. Demek ki Allah rek İslâm’ı anlatmada ve gerekse bizi aşan belâ mühlet verir, ama ihmal etmez. Biz bu âyetlerden ve musîbetler karşısında sabır gösterilmelidir. Allah’ın çok sabırlı olduğunu anlıyoruz. es-Sabûr Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın, sabredenlere kar- olan Allah’ımız, yeryüzünde en acımasız zulüm şı mükâfatlarını hesapsız ödeyeceğinden20 ve de- yapanları bile hemen cezalandırmıyor. es-Sabûr vamlı surette sabredenlerle birlikte olduğundan olan Allah’ımız, kendisini inkâr edenlere, hatta bahsedilir.21 günahların en büyüklerini işleyenlere bile ekmek, su, hava ve çoluk-çocuk veriyor. Bu (hâşâ) O’nun İnsan, yalnız değildir. Allah’a inanan, O’na gü- zulüm ve günahları onayladığı anlamına gelmez. venen ve sabır silahını kuşanan kimse güçlü ve Herkes yaptığının karşılığını mutlaka bulacaktır. kuvvetlidir. İnanmış insan, dünyada başına gele- İşte bize düşen Rabbimizin es-Sabûr isminden bilecek olan her türlü sıkıntıya elinden gelen bü- hisse alarak bunu söz ve davranışlarımıza yansıt- tün imkânları kullandıktan sonra, ancak kadere mamızdır. Sabır gerçekten ahlâkî anlamda bir gü- imanla dayanma gücü ve mukâvemet gösterebilir. zellik vesîlesidir. Her kimde Kur’an ve sünnette Bu açıdan gerçekten imanla sabır arasında kuv- anlatılan sabır varsa, o kimsede Allah’ın es-Sabûr vetli bir bağlantının var olduğu söylenebilir. Bir isminin bir tecellî kokusu var, demektir. Hele bu kere mü’min devamlı surette hayır mihrabında sabırlı kimseler bir araya gelip bir cemaat olurlar- bulunmalıdır. İç barış ve huzur ancak böyle sağla- sa her halde Allah’ın yardımına ererler. Allah on- nabilir. Hz. Peygamber, Allah’a sonsuz güven du- ların daima dostu ve velisi olur. Dualarına, istek- yan kendisiyle barışık ve olaylar karşısında direnç lerine cevap vermek için Allah’ın yardımı daima gösteren mü’minlerin ruh hallerini şöyle anlatır: onların yanlarında dolaşır. Bu beraberliği göster- “Mü’minin işine şaşarım. Gerçekten onun bütün meyen, gizleyen şey ise o sabırlı kimselerin dağı- işleri hayırdır. Bu, mü’minden başka hiç kimse- nık bulunmalarıdır. Yoksa. “Allah, sabredenlerle de yoktur. Kendisine varlık isabet ederse şükre- beraberdir.”18 Bu beraberlik, çalışıp elde edile- der, bu onun için hayır olur. Darlık isabet ederse cek şeylerde Allah’ın iradesinin, kulların iradesi- sabreder, bu da onun için hayır olur.”22 nin arkasından geldiğini ifade eder.19 Dipnot Sabır; İç Barış ve Huzurun * Prof.. Dr. Teminatıdır 1 İsfehânî, Râgıb, el-Müfredât Fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul, 1968, s.404. 2 Cürcânî, S. Şerîf, et-Ta’rîfât, Beyrut, 1987, s. 171, 3 Buhari, “Cenâiz” 32; Müslim, “Cenâiz” 8. Sabır, her ferahın, her başarının anahtarıdır. 4 38/Sâd, 44. 5 21/Enbiyâ, 83. Baştaki darlığın, sıkıntının geçmesi için Allah’ın 6 Bkz. Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1969, I, 340-341-543- yardımını çekecek sebeplerin birincisidir. Sabır- 545. 7 18/Yûsuf, 83 sız ruhlar her zaman darlık içindedir. Onların, 8 Bkz. 67/Mülk, 2. 9 Bkz. 2/Bakara, 155. dünyaya ait olaylara hiç dayanıklılıkları yoktur. 10 Gazali, el-Maksadu’l-Esnâ, Kahire, ts., s. 40. Her şey ister, her şeyden rahatsız olurlar. Geniş- 11 Bkz. İzzüddin b. Abdisselâm, el-Fitenü ve’l-Belâ, Dımışk, 1993, s. 9. 12 Bkz. 16/Nahl, 96. lik zamanında eldeki nimetin kıymetini bilmez- 13 El-Kuşeyrî, Abdülkerim, Kuşeyrî Risâlesi, (haz. S. Uludağ), İstanbul, 1978, s. 278. 14 İbn Kesir, Tefsîr, Beyrut, 1981, II,243 ler, gözleri daima başkasındadır. Az bir yokluk 15 Firuzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Mısır, ts., I, 696 görünce tahammül edemez, hemen isyanlara oy- 16 86/Târık, 17. 17 16/Nahl, 61 narlar. Hâlbuki dünyada değişmeyen hiçbir şey 18 2/Bakara, 153. 19 Bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, I, 543-545. yoktur. Bundan dolayı bir darlığa düşmüş olan- 20 Bkz. 39/Zümer, 10 lar, Allah’a kalbini bağlayarak, bunun da Allah’ın 21 Bkz. 2/Bakara, 153; 8/Enfâl, 66 22 Müslim, “Zühd”, 13.

19 Sûfî Perspektif Kadir ÖZKÖSE*

SABRIN SONU SELÂMETTİR

“Cenâb-ı Hak, belâ ve musîbetlerle kullarını imtihan eder, bunlara sebât ve sabır göstermeleri ile de onların makam ve derecelerini yükseltir. Belâ ve musîbetler herkes için söz konusudur. Ama özellikle sâlih ve seçkin kullara gelen belâlar, onların derecelerini yükselten birer ilâhî/kevnî vâsıtadır. Kul belki fânî olan bu dünyada sıkıntıya düşecek, zorlanacaktır. Fakat ebedî olan âhiret âleminde çektiği bu geçici sıkıntılara karşı alacağı mükâfat da ebedî olacaktır.”

20 Mart 2009 abır, başa gelen bir musîbet anın- len felâket senin başına gelmemiştir, der. Ka- da birden tehevvüre kapılarak daha dın Efendimizi tanıyamamıştır. Kendisine, onun sonra pişman olunacak işler yapma- Peygamberimiz olduğu söylenince, pişman olur yı engelleyen, kişiyi teskin ve tesellî eden yegane ve Peygamberimizin kapısına koşar. Efendimizin vasSıtadır. Nefse haz veren şeylerden uzaklaşmak huzuruna çıkar ve özür beyân ederek: demek olan sabrı edinen kimse, musîbetlerden müteessir olmaz. Çünkü kişi belâya sabretmekle, – Yâ Rasulallah sizi tanıyamadım, der. Bu- kazâya râzı olur. İslâm’ın esasının rızâ, imanın ise nun üzerine Allah Rasulü; sabır olduğu ifade edilmiştir. Yani sabır, belâyı rızâ ile karşılamaktır.2 Felaketler karşısında yıkıl- “Hakîkî sabır, felâketin ilk anında gösteri- mamayı tavsiye eden Ahmed İbn Atâ el-Edemî (ö. lendir!”7 buyurur. 309/921), “Sabır, belâ ve musîbetler karşısında edepten ayrılmamaktır.” 3 der. Peygamber Efendimiz sabrın çeşitlerini ve fazîletlerini bildir- Belâ ve musîbetleri soğukkan- diği bir başka hadîs-i şerîfinde lılıkla karşılamanın çok da ko- ise şöyle buyurmuştur: lay olmadığına dikkat çeken Ebû Süleymân ed-Daranî (ö. 215/830) “Sabır üçtür: Musîbetlere şu tesbîtte bulunur: “Vallahi! karşı sabır, kullukta sabır ve Yeme içme gibi sevdiğimiz şey- günah işlememekte sabır. Kim, lere sabredemiyoruz, Allah’ın kaldırılıncaya kadar musîbete yardımı olmasa, sevmediğimiz güzelce sabrederse Allah ona üç belâ ve musîbet gibi şeylere nasıl yüz derece yazar. Her iki dere- sabredebiliriz.”4 Bu zorlu ve me- ce arasında sema ile arz arası şakkatli yolda, Zunnûn-ı Mısrî’nin (ö. 245/859) kadar mesafe vardır. Kim de itâatte sabreder- ifadesiyle atılması gereken yegane adım; Allah’ın se Allah ona altı yüz derece yazar. Her iki dere- emirlerine muhâlif olan davranışlardan uzaklaş- ce arasında yeryüzü ile yedi kat dibi arası kadar mak, musîbetin elemlerini yudum yudum içer- mesafe vardır. Kim de mâsiyete/günaha kar- ken sükûneti muhafaza etmek ve maîşet alanını şı sabrederse Allah ona dokuz yüz derece yazar. fakirlik istîlâ ettiği zaman zengin görünmektir.5 İki derece arasında yer ile Arş arası kadar me- Diğer yandan musîbetler içinde yok olma pahası- safe vardır.”8 na da olsa şikâyet ve sızlanma alâmeti gösterme- mek gerekir.6 “Musîbet anında, elini, ‘ah, tüh’ diye vuran kişinin ameli boşa gitmiş olur.”9 Başa Gelen Musîbetlerin İlk Anında Gösterilmesi “Zalimin aleyhine dua eden, ona yardım et- 10 Gereken Sabır miş olur.”

Gerçek sabır, musîbetin ilk anında gösterilen Bu tür hadîs-i şerîfler rehberliğinde belâ ve sabırdır. Enes b. Mâlik’ten (r.a.) rivâyet edildi- musîbetlere sabreden insan, Kelâbâzî’ye (ö. ğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.), çocuğu- 380/990) göre, günah kirinden temizlenir.11 nun mezarı başında feryat ederek ağlayan bir ka- dın görür, yanından geçerken ona; Belâ ve Musîbetler Birer İmtihandır “ Allah’tan kork ve sabret!” der. Kadın: Cenâb-ı Hak, belâ ve musîbetlerle kullarını – Çek git başımdan; zira benim başıma ge- imtihan eder, bunlara sebât ve sabır gösterme-

21 leri ile de onların makam ve derecelerini yüksel- ler. Böylesi bir tutum, o kişilerin işlemiş olduk- tir. Belâ ve musîbetler herkes için söz konusu- ları hatalara kefâret olur. Bu sebeple insan, hangi dur. Ama özellikle sâlih ve seçkin kullara gelen nedenden dolayı belâya uğrarsa uğrasın, yerin ve belâlar, onların derecelerini yükselten birer ilâhî/ göklerin sahibinin Allah olduğu şuurunu taşımalı, kevnî vâsıtadır. Kul belki fânî olan bu dünyada sı- o belâlara karşı güzel bir sabır göstermeli ve dere- kıntıya düşecek, zorlanacaktır. Fakat ebedî olan cesinin yükselmesini temin yoluna gitmelidir.14 âhiret âleminde çektiği bu geçici sıkıntılara kar- şı alacağı mükâfat da ebedî olacaktır. Bu açıdan Hayatı bir imtihan yurdu olarak gören derviş belâya katlanmak aşıklara özgüdür. Kişi nebî ve için de belâ ve musîbetler olgunlaşma ve hakîkati velîlere benzedikçe mânevî mertebesini yükselte- anlama vesîlesidir. Zira sabredilen belâlar her cektir. Makam ve mertebelerini yükseltmek iste- hayrın başıdır. Risâletin, nübüvvetin, velâyetin, yen mü’minlerin enbiyâ ve evliyâyı örnek alma- marifetin ve muhabbetin temeli belâya taham- sı, ilâhî emir ve yasaklara harfiyen riâyet etmesi, müldür. Belâya sabredemeyenlerin temeli yok- belâ geldiği anda nimete kavuşuncaya kadar ona tur. sabretmesi, Hak’tan râzı olması, kazâ ve kadere muvâfakat etmesi gerekir.12 Belâya sabrın metotlarından birisi de belâ anında kalbi kıble edinmektir. Müslüman nasıl ki Belâ ve imtihana herkes aynı tepkiyi göster- namaz kılarken kıble ediniyor, Kabe’ye dönüyor- meyeceği gibi, belâ ve imtihan da herkese aynı sa, belâ anında da bir kıble edinmelidir. O kıb- şiddette gelmez. Allah (c.c.) kullarını imanlarına le ise kalptir. İnsan kendisine belâ geldiği anda göre belâya dûçâr eder. İmanı kuvvetli olan kişi, o başkalarına o belâdan dolayı sızlanmamalı, ak- ölçüde çok ve büyük belâya uğrar. İşte bunun için- sine kalbine yönelip kalp yüzüyle Hakk’a tevec- dir ki, rasullerin karşılaştığı belâlar nebîlerin kar- cüh etmeli ve sabretmelidir. Belâ anında kişi, şılaştığı belâlardan daha büyüktür. Nebînin uğ- eğer Hak yerine halka döner, onları kıble edinirse radığı belâ ise bedelinkinden, onunki de velînin imanı bâtıl ve fâsit olur. Zira belâyı alt etmek an- uğradığı belâ ve musîbetlerden daha büyüktür... cak imanla olur. Âhirette isyankârların içerisine Herkes iman ve yakînine göre belâya uğrar. Hz. düşeceği cehennem ate şini söndüren iman, elbet- Peygamber bu gerçeği; “Peygamberler, insanlar te ki bu dünyadaki belâ ateşini de söndürmeye içinde en şiddetli belâya uğrayan kesimdir, son- kâfidir.15 ra derece derece insanlar belâya uğrar” sözle- riyle beyan etmiştir. Burada dikkat edilmesi ge- Belâdan Dolayı reken husus, herkesin mutlaka belâya uğraması Sızlanmamak Esastır gerekmediğidir. Çünkü peygamberler içerisinde dahi, hayatını sıkıntı çekmeden sürdürenler veya Belâ anında insan isyan, şikâyet ve sızlanma bir dönem belâya uğradıktan sonra huzûra kavu- yerine itâat, şükür ve rızâ yolunu seçmelidir. Böy- şanlar olmuştur.13 le olursa belâ, kul için dünyada da âhirette de ha- yır olur. Hatta kul, Hak katında daha da fazlası- Belâ ve musîbetler bazen imtihan için oldu- nı bulur. Dolayısıyla her iki âlemde de saâdet ve ğu kadar bazen de işlenilen günahlar nedeniyle- selâmet isteyen kişi, sabra ve rızâya sarılmalı, dir. Bu nedenle insanın belâya düşmesi, bazen iş- halka şikâyeti terk etmeli ve ihtiyaçlar ını Rabbi- lediği bir günah veya isyan sebebiyledir. Allah, ne sığınarak gidermelidir. Bu gerçeği ifade sade- kimi insanları yaptıkları kötülükler mukabilin- dinde, Cüneyd-i Bağdadî’ye (ö. 297/909), “Sabır de bir takım belâlarla cezalandırır. Bazıları böy- nedir?” diye sorulunca; “Yüzü ekşitmeden acı- le durumlarda sabretmezler, halka şikâyette bu- yı yudum yudum içine sindirmendir.”16 cevabını lunurlar. Bu ise kötü bir edeptir. Bazıları da, hiç vermiştir. Ruveym b. Ahmed’e (ö. 330/941) ku- kimseye sızlanma ve şikâyette bulunmadan, ilâhî lak verecek olursak, o da; “Sabır, şikâyeti ve sız- emirleri yerine getirerek, sabr-ı cemil gösterir- lanmayı terk etmektir.”17 demiştir.

22 Mart 2009 Tüm bu tesbitler ışığında di- Zulüm ve haksızlığa, ha- yebiliriz ki, sabır ve rızâ, birbirini karete, düşmanlarımızın tamamlayan iki haldir. Kul sabır- kötü emellerine karşı sessiz la gönül hoşluğuna erer, rızâ ile bu kalmak, ezilmeye, sömürül- hâli devam ettirir. Sabreden kimse meye baş eğmek ve katlan- olumsuzluklar karşısında mütees- mak sabır değildir. Aksine, sir olmaz. Bir de bu olumsuzluğu böyle durumlar karşısında, kabul edip ondan hiçbir memnu- eli kolu bağlı durmak, bir niyetsizlik duymazsa rızâ ehlin- kurtarıcı beklemek, “Sabrın den olur. Kişi belâya sabretmek- sonu selamettir.” diye, uyu- le kazâya râzı olur. Nefsin terbiye şuk uyuşuk oturmak tem- edilmesinde önemli bir yere sahip bellik ve miskinlikten baş- olan sabır, mü’minin başına gelen ka bir şey değildir. Böyle büyük felaketler karşısında ayak- bir anlayışın ne dinimizde, ta durabilmesini sağlar. Kişinin ne de geleneklerimizde yeri inandığı değerler uğrunda müca- vardır. dele ederken, karşılaştığı engeller karşısında, ruhen çöküntüye uğra- İlim ve bilgi sahibi ol- masını engelleyen bir hal olan sa- mak, çalışıp helâl kazânç bır, kişiyi sürekli dinamizme sevk sağlamak, düşmana karşı eder.18 Bu minvalde Râbiatü’l- vatanımızı savunmak, sınır Adeviyye’ye (ö. 185/801); “Kul ne boylarında nöbet tutmak, zaman rızâ mertebesine ulaşır?” diye sorulun- deprem ve sel gibi felaketler karşısında metanetli ca, o şu cevabı vermiştir: “Allah’ın nimeti kadar, olmak, kötü ahlaklardan uzak durmaya çalışmak, musîbeti de kendisini memnun edince.”19 güzel ahlâklı olmaya çalışmak, kendimize zor gel- se de ibadetleri en güzel tarzda ve devamlı yap- Kısaca, Allah tarafından başımıza gelen maya özen göstermek, gönül kırmamaya gayret belâlara sabretmemiz, Allah için bir takım sıkın- etmek ve bu yollarda sabretmek, sabrın en güzel tılara katlanmamız, dünya hayatını bir imtihan örnekleridir. süreci olarak görmemiz bizlerde müsbet katkılar sağlar, kendisine sabredilen belâlar pek çok ha- Dipnot yırlara vesile olur. Bunların bir kaçını şu şekilde * Doç. Dr. 1 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul sıralayabiliriz: 1994, s. 165. 2 Ebü’l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyri, er-Risaletü’l-Kuşeyriyye fi ilmi’t-tasavvuf, haz. Ma’ruf Zerrik, Ali Abdulhamid Baltacı, Daru’l-Hayr, Beyrut 1993, s. 184. 1. Kalplerin şirk kirlerinden temizlenmesi, 3 Kuşeyrî, er-Risale, s. 184. 4 el-Kuşeyrî, er-Risale, s. 184. 2. Nefsanî istek ve arzuların kırılması, halka 5 Kuşeyrî, er-Risale, s.184. bel bağlamanın ortadan kalkması, 6 Buhârî, Cenâiz, 32. 7 Ebû’l-Fazl Celâleddîn Abdurrahmân bin Ebû Bekir es-Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 3. Nefsin zayıflayıp kalbin kuvvetlenmesi, Mısır 1306, c. II, s. 42; Ebû Şücâ’ Şîrûye bin Şehridâr ed-Deylemî, el-Firdevs bi- Me’sûri’l-Hitâb, Beyrut 1986, c. II, s. 416. 4. İmanın artması, 8 Ahmet b. Hanbel, Müsned, c. III, 321, 399. 5. İlahi rızânın kazanılması. 9 Tirmizî, Deavât, c. V, 554. 10 Tacü’l-İslam Ebû Bekr Muhammed el-Kelâbâzî,, et-Taarruf li-mezhebi ehli’t-tasavvuf, tah. Mahmud Emin en-Nevevî, el-Mektebetü’l-Ezheriyyetü li’t-Türas, Kahire 1992, s. 111. Şunu unutmayalım ki, acı çekmeyenler, baş- 11 Dilâver Gürer, Abdülkâdir Geylânî –Hayatı, Eserleri, Görüşleri-, İnsan yay., İstanbul kalarının acı çekebileceğini akıllarına bile ge- 1999, s. 206-207. 12 Gürer, Abdülkâdir Geylânî, s. 207. tirmezler. Acıların en acısı ise kendi kendimize 13 Gürer, Abdülkâdir Geylânî, s. 207. 14 Gürer, Abdülkâdir Geylânî,s. 209-210. çektirdiğimizdir. İnsan bir çırak, acılar ise onun 15 Kuşeyrî, er-Risale, s.183. efendisidir. Acı çekmedikçe bir insan kendi ken- 16 Kuşeyrî, er-Risale, s.184. 17 Hülya Alper, İmanın Psikolojik Yapısı, İstanbul 2002, s. 107 dini tanıyamaz. 18 Kuşeyrî, er-Risale, s. 195.

23 Hulûsi Kalb’den Mehmet AKKUŞ*

GÖNLÜMÜZDE NELER VAR

u sayıda ele alacağımız gazelde tında bulunduğumuz tefekküründen bir an bile Hulûsî Efendi (k.s) yine gönül gaflette bulunmamalıyız. üzerinde durmaktadır. Rabbi- mizin tecellîgâhı olan gönüllerimizde ne, nasıl ve GAZELİN METNİ Bne kadar yer işgâl etmeli; nelere karşı muhabbet duymalı; bu mânevî mekânın nasıl tertemiz kal- 1. Gönülde yâr gamından özge bir gam malı ve huzûr-ı ilâhîye mahçûbiyet duymadan ka- Olursa deme ol dil yâra merhem vuşması için nasıl hareket etmeliyiz? Bütün bun- lar kısa ve özlü bir şekilde ifade edilmektedir. Bu 2. Dil oldur ki dola yârın gamıyla beyitlerde sanki sûretimize değil, sîretimize önem Onula rahm-ı vaslın merhemiyle vermemiz; kalıbımızı değil kalbimize özen göster- memiz; madde değil mânâ ehli olmalımız gerekti- 3. Dil oldur ki açıla şeş cihâtı ği anlatılmaktadır. Dünyanın varına yoğuna, zev- Görüne her cihetden dost sıfâtı kine sefâsına aldırmayıp, fânî ve geçici olan dünya hayatımızı ve dünyalıklarımızı, bâkî ve ebedî olan 4. Dil oldur ki mekânsız lâ-mekândır Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına muvâfık olan yerler- Mekânsız yâra varsa ol mekândır de sarf etmeli, ömrümüzü O’nun emrettiği tarz- da idâme ettirmeliyiz. Dünyânın bâkîliği, âhiretin 5. Dil oldur ki cüdâ kevn ü mekândan ebedîliği hatırlatılmakta; zamanımızı, ömrümü- Bekâsıdır hayât-ı câvidândan zü, malımızı, mülkümüzü yerli yerinde ve hak yo- lunda harcamamız, fânî âlemin değil bâkî olanın 6. Dil oldur ki gözetmez dû-cihânı uğrunda tüketmemiz gerektiği anlatılmaktadır. Ferâğat gûşesi sırr-ı nihânı

Gazelden hâsıl olan mânâları belki kısaca şöy- 7. Dil oldur ki cihânın var u yoğun le özetlemek mümkündür: Çöpe saymaz nesi var az u çoğun

Gönlümüzde ilâhî aşk dâim ve zinde olmalı, 8. Dil oldur ki geçip havf-ı zelelden Allah sevgisinden başka sevgiler ön plana çıkıp Yok olup kurtula cümle ilelden orada taht kurmamalıdır. Mevlâmızın zikri ve fik- ri her şeyden evlâ olmalıdır. Her nereye baksak, 9. Dil oldur ki geçe havf u recâdan her ne ile meşgul olsak hep O’nun murâkabesi al- Giyip “lâ-havf” tacın hüzn ü safâdan

24 Mart 2009 6. Gönülde dünya ve âhiret kaygısı yer etme- 10. Dil oldur ki hüviyyetin hevâsın melidir. Gönül kendi gizli mekânında, her şeyden Nesi varsa koyup bula bakâsın ferâgat etmeli, mahbûb-ı hakîkînin istediği gibi olma endişesi taşımalıdır. 11. Dil oldur ki kamu sırra hazîne Hakâyık gevherine hep defîne 7. Gönül, bu dünyanın varını da yoğunu da, az veya çok kendisinin sahip olduklarını da bir çöp 12. Dil oldur ki görüne vech-i mahbûb mesabesinde görmelidir. İki âlem ona olmaya mahcûb 8. Gönül, hataya düşme ve eksiklik gibi kor- 13. Dil oldur ki Hulûsî hâs olup tâ kulardan geçerek bütün hastalıklardan kurtulup Görüne bakdığınca yâr-ı ma’nâ yok olmalıdır.

GAZELİN AÇIKLAMASI 9. Gönül, bu dünyadaki yaptıkları için hesap vereceğini unutmayıp daima hatalarından dola- 1. Gönüllerde yegâne hakîkî dost olan Allah yı mahcûbiyet içinde bulunacak, bunun yanı sıra sevgisinden başka muhabbet olursa, bu takdirde Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden de ümidini kesme- gönül o yârin gamına merhemdir deme. yecek. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde geçen “Kıyamet gününde onlar için korku yok- 2. Gönül, gerçek sevgili tur, onlar üzülme- olan Allah’a ulaşmanın endi- yecekler de.” mana- şe ve gamıyla dolu olmalıdır. sındaki “lâ havfün Gönül hastalığı da onun vus- aleyhim ve lâ hüm latı ve rahmetiyle şifâ bulma- yahzenûn” âyetini zi- lıdır. hinlerden çıkarma- mak gerekir. 3. Gönül sağ-sol, ön-arka, alt-üst gibi altı yöne de açık 10. Gönül, bu dün- olmalı ve bütün bu yönlerde yada heves edilen ne- de sadece gerçek dost görün- ler varsa bunların meli, yani gönlün dışa açılan hepsini bir tarafa ko- penceresi olan göz Allah’ın yarak, ebediyyen bâkî kudretinin tecellîlerini gör- olan âhiret için ge- melidir. rekli şeylerle meşgul olmalıdır. 4. Gönlün şu dünya yur- dunda bağlanıp kaldığı bir mekan yoktur, yer- 11. Gönül, nice sırların hazinesi, hakikat mü- siz yurtsuz avare gezmektedir. sevgilisini bulun- cevherlerinin definesidir. ca yerini öğrenir. Zaten sevdiği için mutlaka bir mekân gerekmez, sevgiliyi hayal ettiği yer onun 12. Gönül, öyle olmalı ki âhirette Cemâlu’llâhı mekânıdır. Yani gerçek sevgili olan Allah’ın kud- görünce bu dünyada yaptıklarından dolayı mah- retinin tecellîleri her yerdedir; her yerde onu gö- cub duruma düşmemelidir. rür. 13. Ey Hulûsî, hâsılı gönül, öyle has olmalıdır 5. Gönül, bu varlık âleminden, kâinâttan ayrı ki baktığı şeylerin ma’nâsına vâkıf olabilsin. olup dâimî ve bâkî hayat olan âhiret hayatına yö- nelmelidir. * Prof. Dr.

25 Edebiyat Musa TEKTAŞ

ACIYI DOST VE TATLI KILAN İNSAN: MÜBTELÂ

cı ve sıkıntılar karşısında edip, istikameti doğru tutmak, bilgelik basama- usanmadan yılmadan taham- ğının birincisidir. Şeyh Sâdî-i Şirâzî, Gülistan mül gösterebilmektir sabır. adlı eserinde, “Sabırlı olmayan bilge olamaz.” Sevinçli hallerde de ölçüyü kaçırmadan dav- der. İnsanoğlunun iman ve teslimiyeti imtihan- Aranışlarını kontrol edebilene de “sabırlı” der- lar, acılar musibetler ve sıkıntılar sonucu açığa ler. Vazifeleri yerine getirmede orta yolu takip çıkabilir.

26 Mart 2009 Karar vermede aceleden sakınmak gerekir. kavuşma ile ayrılığın farkını bilmeyip, ancak son Çünkü Peygamberimiz aceleciğin şeytandan ol- arzusu kavuşma isteği olmalı ve himmetini yüce duğuna işaret buyurmuştur. Bazı tutum ve dav- tutup o çok değerli gevheri bulmalıdır. ranışların geriye dönüşü mümkün olamayabi- liyor. Gülistan’daki şu nasihat bizlere her şeyi Her belânın sabrını verdi belâ ihsân eden anlatıyor: “Diriyi öldürmek çok kolay; ama öle- Her kazâya biz rızâyı yârdan öğrendik ni diriltmek mümkün değildir. Okçunun sab- retmesi akıl şartıdır. Ok yaydan çıktı mı, geri- Bu beyitte de ifade bulduğu gibi sadık, sevdiği ye gelmez.”1 ârif kişinin tecellî nurlarına dalmıştır. Onun için her belânın zehrini bal olarak içer, dostun rızası Dereceye Göre İmtihan için kendi isteğinden geçer. Vesselâm.” 3

Dünya amel ve imtihan yurdudur. Said İbni İman ehlinin çektiği sıkıntılar ve hastalıklar, Ebî Vakkas (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Ben, derecelerin artmasına ve günahların silinmesine bir defasında Peygamber Aleyhisselâm’a: “Ya sebep olur. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyur- Resûlallah hangi insanların başına gelen belâ ve muştur: “Hastalık ve benzeri bir eziyete uğrayan musibet daha şiddetli olur?” diye sordum O da: hiçbir Müslüman yok ki, Allah onunla ağacın “Peygamberler, sonra sırasıyla (Allah katında) yaprağını döktüğü gibi günahlarından bir kıs- rütbesi en üstün olanlardır. Bir kul, dindarlığı- mını hafifletmesin.” 4 nın (kuvvetliliği veya zayıflığı) durumuna göre belâya uğrar. Eğer dininde kuvvetli ise, belâsı Her insan gibi Es-Seyyid Osman Hulûsî Efen- da kuvvetli olur. Şayet dindarlığında zayıflık di de çeşitli zamanlarda rahatsızlıklar geçirmiş ve olursa dindarlığı derecesine göre belâya uğrar, tedavi olmuştur. Ankara’da ve İstanbul’da uzun belâ kulun peşini bırakmaz tâ ki kulun üzerinde müddet hastane de yatmıştır. Bu zaman zarfı içer- hiçbir günah kalmayıncaya kadar.2 buyurdu.” sinde yanında kalan refakatçi arkadaş bir akşam şöyle sorar: “Efendim, bu gibi hastal ık, sıkıntı bü- Peygamberimizin bu hadis-i şerifinin bir nevi tün Pirlerde de vuku bulmuş mudur?” Soruya ce- açıklamasını Es-Seyyid Osman Hulûsî Efen- vaben: “Cenab-ı Allah (c.c.), en büyük eza ve cefa- di (k.s)’nin Mektûbat’ının 10. mektubunda şöy- yı Habibine, Resûlullah (s.a.s.) Efendimize verdi. le okuruz: Ondan sonra enbiyalarına, ondan sonra da evli- yalarına verdi.” diye buyururlar. Refakatçi olan “Hulûsî sabredüp eyleme keder arkada ş: “Efendim herkese himmet ediyorsunuz, İnsafsızın gönlü anlamaz haber fakat kendiniz için bir talepte bulunmuyorsunuz, Bir gün o da olur elbet derbeder bunun sebebi nedir?” der. Hulûsî Efendi Hazret- Çünkü Hak’dan böyle dileyen vardır leri: “Ne diyelim Rabbimiz bizi görüyor.” buyurur ve şu menkıbeyi nakleder: Büyük veliler hep belâya mübtelâ olmuşlardır. Eskiden buğday ekmeği yiyen yavruların yediği “Zekeriyya Aleyhisselâm bir gün Yahudiler- şimdi arpa olduğu halde sima ve ahlâkça bir de- den kaçar, onlar da ardına düşerler. İz sürücü- ğişiklik göstermediler. Bizde tam bir kanaat hâsıl ler kendisine yaklaşınca kalın dallı bir ağaç görür. oldu ki, belâ vadisine girenler imtihan vaktine ha- “Ey ağaç yarıl da beni içine al.” der. Bu sırada açı- zırlıklı kişilerdir. Çünkü ayrılık ve kavuşmayı fark lan ağaç Hz. Zekeriyya(a.s)’yı gövdesine aldıktan etmeyen bir âşık kahır ve isyanı bir tutan sadık sonra tekrar kapanır. Cübbesinin eteği dışarıda bir talebe gibidir. Zamanın şartları onların bu ar- kalır. Derken İblis ortaya çıkar, iz sürücüleri iri zularına, kalbî isteklerine kıl kadar değişiklik ge- gövdeli ağacın yanına getirir, bir testere ile ağacı tirmedi. Cânânın da arzusu budur. Meclise ka- keserek Hz. Zekeriyya (a.s) ’yı öldürmelerini söy- rışmak için can atan sadık kişi, kahır ile lütfun, ler. Onlar da İblisin dediği gibi yaparlar. Hz. Ze-

27 keriyya (a.s) testereyle ikiye bölünür. Testerenin Sabredip Hak’dan gelen cümle belâya râzı ol dişleri kafasına geçince Hz. Zekeriyya (a.s) “âh” Dostdan ihsândır deyüben ehl-i idrâk olagör 8 etmeye başlar. Bu haldeyken şöyle bir ses işitilir: İrfan sahibi olup, sabrı kendine yoldaş edinen- “Ey Zekeriyya! Allah sana şöyle buyuruyor: lerin bir bülbül misali kanatlanıp, aşkla uçacağını Niçin belâya sabretmiyorsun da “âh” ediyorsun. da şöyle dillendirir hazret: Eğer bu sözleri ikinci sefer tekrar edersen adını Peygamberler defterinden silerim.” Bunun üze- Aşk meydânını ârif sabr ile seyrân eder rine Hz. Zekeriyya (a.s) iki parçaya biçilinceye ka- Kim girer ol âleme cân bülbülü tayrân eder9 dar sabreder.” Küçük Sıkıntılar Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevî’deki şu mısralar Büyük Belâları Önler bize hakikat güllerini derebilmek, dünya ve ahi- rette huzura erebilmek için sabrın gerektiğini, İnsanlar dünyada zaman zaman sevindiği, böylece acıların tatlı olacağını hatırlatır: kendini mutlu hissettiği gibi, bazen de sıkıntı çe- ker, gamlanır, üzülür. Dünyaya güvenenler ahi- Boyun vere her zahmete katlana rette ateşle muhatap olurlar. Allah’a güvenenler Sabır ede her acıya tatlana ise küçük sıkıntılara katlanır, büyük musibetler- Mihnet çeke yaya iken atlana den korunular. Aynı zamanda ahirette de azaba Hakîkat güllerin derem der ise5 duçar olmazlar. Onun için ahiret mutluluğunu kazanmak isteyenler, Hulûsî Efendi Hazretleri- Mevlâna Hazretleri’nin Mesnevî’sinde bu nin şu beyitlerine kulak vermelidir: konu şöyle ele alınır:

“Kul, gece gündüz Hakk’a ağlayıp yakarır, der- Güvenme dünyânın varı yoğuna dinden dolayı yüzlerce şikâyette bulunur. Sabreyle mihnet ü gam gelir geçer

Cenab-ı Hak da ona: “Ey bîçâre, dert ve mih- Ömür dedikleri bir rüyâ gibi net seni doğru yola çıkarır. Ey kusurlarla dolu Göz açıp yumunca dem gelir geçer10 olan; şikâyetini, seni bizden uzaklaştıran nimet- lerden et. Cenab-ı Hak sana istediğinin dışında Mevlâna Hazretleri bu konuyu bizlere bir bir maraz verince ona rıza gösterip sabret. Dost- hikâye ile şöyle anlatır: tan gelen belâ seni temizler. O’nun ilmi senin ted- “Bir adam Hz. Mûsâ’dan kendisine hayvanla- birinden üstündür.”6 der. rın dilini öğretmesini ister. Hz. Mûsâ, bu isteğin Mevlâna’nın yukarıdaki son cümlelerdeki özlü tehlikeli olduğunu, herkesin buna tahammül ede- ifadesini bu defa Hulûsî Efendi’nin şu beytinde cek gücü olmadığını söylerse de adam ısrar eder. görürüz: Bunun üzerine Cenab-ı Hak’tan, Hz. Mûsâ’ya onu üzmemesi, dileğinin hiç olmazsa bir kısmının ye- Her belânın sabrını verdi belâ ihsân eden dost- rine getirilmesi için vahiy gelir. Hz. Mûsâ adama lar belâ ihsan eden yalnızca evindeki köpekle horozun dilini öğretir. Her kazâya biz rızâyı yârdan öğrendik dostlar Bir sabah adam hevesle bu hayvanların konuş- yârdan öğrendik7 masını dinlemek için bahçeye çıkar. Evin hizmet- çisi sofra örtüsünü bahçeye silkerken bir par- Dostu kendine rehber edinipp, istikametini ça ekmek yere düşer ve horoz hemen bu parçayı doğru tutanlar her zaman doğru hedefe varırlar. kapar. Köpek, horoza onun kırıntıları da yiyebi- Hiçbir zorluk onları yollarından çeviremez. Dos- leceğini, o parçanın kendisine münasip olduğu- tun ihsanı acı da olsa sevene bal gibi gelir. Hulûsî nu söyler. Horoz, köpeğe üzülmemesini, o gün ev Efendi Dîvân’ında şöyle buyurur: sahibinin atının öleceğini ve köpeğin bol yiyece-

28 Mart 2009 ğe kavuşacağını söyler. Bunu işiten adam derhâl lik değil, asıl bir ağzı tatlandırmak pehlivanlıktır pazara gider, atını satar. Ertesi sabah aynı hadi- se tekrar eder. Köpek, horozu yalancılıkla suçlar. Hulûsî Efendi Hazretleri şöyle buyurur: Horoz; atın satıldığını, ev sahibinin zararı başka- sına yüklediğini, ancak o gün katırın öleceğini ve Hulûsî nefsini râm eyle nefsin râmî olmazdan Anı bas pehlivân ol başka bir mağlûb arama 12

Bu beytin açıklamasını Şeyh Sâdî’in Gülistan’ında geçen bir hikâyeyle açıklamaya ça- lışalım:

“Gönül erlerinden biri, bir pehlivanı gördü: Hiddetlenmiş, şiddetlenmiş, ağzı köpürmüştü. ‘Buna ne olmuş?’ diye sordu. Birisi: ‘Filânca küf- retmiş’ cevabını verdi. Gönül eri: ‘Bu adam, dedi, bin batman taşı kaldırıyor da bir sözün ağırlığı- na dayanamıyor mu?’ Bırak şu zorbalık lâfını, er- keklik dâvasını! Alçak nefsin zebunu olan kişi, bütün hayvanlara ziyafet olacağını söyler. Bunu kadın olmuş, erkek olmuş, ne çıkar? Elinden ge- duyan adam katırı da satar. Üçüncü gün liyorsa bir ağız tatlandır. Ağza yumruk atman er- tekrarlanır. Horoz bu kez de evdeki kölenin öle- lik sayılmaz. Kendisinde insanlık olmayan kim- ceğini, yoksullara, köpeklere bol ekmek dağıtıla- se, filin başını yarsa da, mert değildir. Âdemoğlu cağını söyler. Adam köleyi de elden çıkarır. Diğer topraktan yaratılmıştır. Toprak gibi alçak gönül- yandan üç belâdan da kurtulduğu için sevinmek- lü değilse insan sayılmaz.” tedir. Dördüncü gün gelir. Açlıktan hâlsiz kalan köpek sitemde bulununca; horoz ev sahibinin her Çok meşhur kelam-ı kibarlardan olan “Sab- üç ziyanı da savuşturduğunu, ancak bu defa sıra- reden zafere erer” kelâmını İmam-ı Muhammed nın ona geldiğini; atın, katırın ve kölenin ölüm- Hazretleri yüzüğünün üzerine yazdırmış, daima lerinin kendisine gelecek kazayı def etmek için ona bakar sabrı hatırlarmış. Hulûsî Efendi Haz- olduğunu fakat hırsa kapılan sahiplerinin bunu retlerinin sabrın zaferin anahtarı olduğunu anla- kabullenmediği için öleceğini, birçok yemeklerin tan söze işaret eden şu beytiyle yazımızı tamam- yapılacağını, kurban kesilip yoksulların, hayvan- layalım: ların doyurulacağını dile getirir. Adam pişmanlık ve korkuyla Hz. Mûsâ’ya gider, canının bağışlan- Ey Muhyî sabreyle bulursun zafer masını ister. Hz. Mûsâ, atılan okun geri dönmeye- Beyhûde ömrünü eyleme isrâf 13 ceği gibi, kazaya mani olmanın da imkânsız oldu- ğunu anlatır, elinden gelen tek şeyin onun imanla Dipnot ölmesi için dua etmek olduğunu bildirir. Adam- cağız durumun ciddiyetini anlayınca korkusun- 1 Bkz. Şeyh Sâdî-i Şirâzî, Gülistan, (Haz: Sadık Yalsızuçanlar), Timaş, İstanbul, 2005. 2 İbni Mace, Fiten, H. 4023; Tirmizi, Zühd, H. 2398; Müsned 1/172,174, 180, 185. dan hastalanır ve ölür.” 3 Ateş Osman Hulûsi, Mektûbat-ı Hulûsi-i Darendevî, 10.Mektup, s. 31-32,(Haz: Me- hmet Akkuş),Nasihat Yay. İst. 2006. 4 Müsned, 1/455. Bu hikâyeyi nakleden Mevlâna Hazretleri, me- 5 Ateş¸ Es-Seyyid Osman Hulûsi¸ Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî¸ (Haz.:Prof. Dr. Mehmet seleyi bir cümle ile özetler: “Sen burnunu kanat- Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 282¸ Nasihat Yay.¸ İstanbul¸ 2006. 6 Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî-i Şerîf, Aslı ve Sadeleştirilmişiyle Manzum Nahîfî mak istemezsin, ama burnun kanar. Bu kanayış Tercümesi, Haz. Âmil Çelebioğlu, c. IV, s.91-107, İstanbul 1967-1972. 7 Ateş, Dîvân, s.139. 11 sana sağlık verir.” 8 Ateş, Dîvân, s.79. 9 Ateş, Dîvân, s.329. 10 Ateş, Dîvân, s.336. Asıl pehlivanlık öfkeyi yenmek, sinirlerine 11 Mesnevî, III:3438. 12 Ateş, Dîvân, s.11. hâkim olmaktır. Ağızlara yumruk indirmek yiğit- 13 Ateş, Mektûbat, s.156.

29 rtadoğu bölgesinde bulunan Filistin sağlamıştır. Vahye dayanan dinlerin sonuncu- toprakları güneyden Lübnan, güney- su olan İslâm’da da bu toprakların ayrı bir değeri doğudan Suriye, doğudan Ürdün, vardır. Kudüs’teki Mescid-i Aksa Müslümanların kuzeyden Kızıldeniz, kuzeybatıdan Mısır, batıdan ilk kıblesi olmuştu. Dolayısıyla Kudüs ve Mescid-i OAkdeniz ile çevrilidir. En önemli akarsuları Seria Aksa Müslümanlar için bu açıdan da ayrı bir de- Nehri olarak da adlandırılan Ürdün Nehri Ve Yer- ğer taşır. Kudüs’ün ve Filistin topraklarının İslâm mük Nehri’dir. İsrail işgali altındaki Filistin top- açısından taşıdığı değer ve kutsiyet dolayısıyla raklarıyla Ürdün toprakları arasında sınır oluştu- Medine’de kurulan İslâm devletinin kuzeye doğ- ran Ürdün ırmağının bir tarafı Doğu Yaka, batısı ru sınırlarının genişlemesiyle birlikte Müslüman- Batı Yaka olarak adlandırılır. Her iki yaka da ta- lar Filistin topraklarına yöneldiler. Hz. Ebu Be- rıma elverişli düzlüklerden oluşmaktadır. Ürdün kir (r.a.) Filistin üzerine M. 633’te iki küçük birlik

Tarih Resul KESENCELİ

Irmağı batısı işgal altında, doğusu Ürdün’ün elin- gönderdi. Bu birlikler önemli başarılar gösterdi- de olan Lut Gölü’ne akar. Ölü Deniz olarak da ad- ler. Daha sonra 634’te İslâm ordusunun Rem- landırılan Lut Gölü tuz ve fosfat bakımından zen- le yakınlarında Bizans ordusuna karşı kazandığı gindir. zaferle Kudüs dışındaki bütün Filistin toprakları fethedildi. Kudüs’ün fethi ise 638’de ikinci halife Filistin, birçok peygamberin yasamış oldu- Hz. Ömer (r.a.) döneminde gerçekleşti. Bu fetih- ğu bir beldedir. Kur’an-ı Kerim’de de bu toprak- ten sonra Kudüs ve çevresi 1097’ye kadar sürek- ların kutsal kılındığı ifade edilmektedir. Filistin li Müslümanların hâkimiyetinde kaldı. Filistin’de topraklarının peygamberler diyarı olması bu top- Selçuklu dönemi 1069’da başladı ve Malazgirt Sa- rakların vahye dayanan bütün dinlerde kutsal sa- vaşının kazanıldığı 1071 yılında Selçuklu Sultanı yılmasını ve kendisine özel bir değer verilmesini Alparslan adına hutbe okundu. 1074’te Filistin’de

30 Mart 2009 Fatımî hâkimiyetine son verildi. 1079’da Sultan dışında fetih, 1291 tarihinde Akka, Kaysariye ve Melikşah’ın kardeşi Tutuş, Suriye-Filistin Selçuk- diğer şehirlerdeki Batılıların da Memluklularca lu Devletini kurdu. 1098 tarihinde yeniden başla- bölgeden uzaklaştırılmasıyla ancak tamamlana- yan Fatımî hâkimiyeti fazla sürmedi. Zira 1099, bilmiştir. Memluklular zamanında bölgede idari bölge için yaklaşık 90 sene sürecek olan Haçlı teşkilatlanma da yapılmış, Filistin Kudüs, Gazze, hâkimiyetinin başladığı tarih oldu. Lut, Kakun, Halil ve Nablus olmak üzere Şam’a bağlı altı bölgeye ayrılmıştır. Haçlıların Filistin ve özellikle Kudüs’teki var- lıkları son derece kanlı olmuştur. Yaklaşık 40 gün Osmanlı Döneminde Filistin süren şiddetli bir kuşatma sonrası 600.000 kişi- lik Haçlı ordusu, Kudüs’te yaşamakta olan 70.000 Haçlı seferlerinin ardından başlayan ve yakla-

OSMANLI SİYASETİ VE FİLİSTİN

Müslüman’ı katlederek bölgeyi hâkimiyetleri altı- şık iki asır süren Memluk hâkimiyetinden sonra na almışlardır. Selahaddin-i Eyyubî 1187 tarihin- Filistin, Yavuz Sultan Selim döneminde Mercida- de Filistin’i Haçlı hâkimiyetinden kurtararak bu bık Savaşından sonra (24 Ağustos 1516) Osman- işgale son vermiştir. Selahaddin-i Eyyubî, şehri lı yönetimine geçti. Bölgenin tamamının fethi ele geçirdiğinde eskiden sürülmüş olan Yahudile- ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamam- rin geri dönmelerine izin vermiş ve şehirde ona- landı. Osmanlı Devleti; Filistin’i Suriye sınırları rım işleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Selahaddin içinde Şam’a bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Sa- Eyyubî’nin vefatının ardından bölgede yine karı- fed olmak üzere dört sancağa ayırdı. Daha son- şıklıklar baş göstermiş ve Kudüs 1229 tarihinde ra bu sancaklar Kudüs’e bağlı birer eyalet oldu. yapılan bir anlaşma ile Batılıların yönetimine bı- Filistin emirlerinden Cezzar Ahmet Paşa döne- rakılmıştır. 15 sene sonra yeniden ele geçen kent minde Mısır’ı ele geçiren Napolyon Bonapart, bü-

31 II. Abdulhamid Dönemi Osmanlı Coğrafyası’ndan yük bir ordu ile Filistin’in Yafa şehrini aldı. Ancak izin istemiştir. Ancak bu talep II. Abdülhamid ta- Cezzar Ahmet Paşa yönetimindeki Osmanlı ordu- rafından açıkça reddedilmiştir. Osmanlı Devleti, su Akka önlerinde Bonapart’ı geri çekilmek zorun- Filistin topraklarında Yahudi yerleşimini engelle- da bıraktı (1799). Osmanlı Devletinin gerilemeye mek için hukukî tedbirler de aldı. İlk olarak Yahu- başladığı dönemde Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa- di yerleşimini engellemek için 18 Recep 1287 ta- nın oğlu İbrahim Paşa Filistin’in tamamını ele ge- rihli (1871) İrade-i Seniyye ile Filistin topraklarını çirdi. Filistin 1840 yılına kadar Mısır’ın yönetimi miri araziye (devlet arazisi) çevirdi. Ancak buna altında kaldı. Ancak daha sonra tekrar Osmanlı yö- rağmen çeşitli vesilelerle Filistin topraklarına yer- netimine geçti. 1877 tarihinde Kudüs merkeze bağ- leşme talebinde bulunan Yahudiler oldu. II. Ab- lı bir mutasarrıflık oldu. Bir yıl sonra ise Nablus ve dülhamid 21 Zilhicce 1308 (15 Temmuz 1891) ta- Akka Kudüs’e bağlandı. Böylece Filistin’in kuze- rihli iradeyle Filistin de Yahudi yerleşimine karşı yi Beyrut valiliğine, güneyi ise Kudüs mutasarrıflı- çıkma nedenlerini açıkladı. Bu nedenlerin başın- ğı idaresine bırakıldı. I. Dünya Savaşından sonra da da Filistin’de yerleşmek isteyen Yahudilerin bu ise Filistin’in yönetimi Osmanlı idaresinden çıka- topraklarda bir Yahudi devleti kurmayı amaçla- rak İngiliz mandasına geçti. dıkları gösterildi. II. Abdülhamid durumu daha da netleştirerek daha sonra Filistin toprakları da Filistin Topraklarına dâhil olmak üzere bütün Osmanlı Devleti toprak- Yerleşme Plânı larında Yahudilere toprak ve mülk satışını yasak- ladı. Osmanlı Devleti, Filistin de Yahudi yerleşimi- ni arttırmayı plânlayan siyonist harekete karşı da- II. Abdülhamid tarafından Filistin’de Yahudi ima ihtiyatlı bir politika takip etmiştir. II. Abdül- yerleşimi ile ilgili olarak güdülen kararlı politika hamid, Siyonizm’i siyasal bir sorun olarak görmüş daha sonra gelen İttihat ve Terakki hükümeti tara- ve Yahudilerin kitlesel olarak Filistin’e yerleştiril- fından aynı kararlılıkla sürdürülmedi. 7 Eylül 1911 melerinin İmparatorluk içinde yeni bir milliyetçi- tarihinde Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan lik akımı ya da başka deyişle bir Yahudi sorunu Yahudilerin, Arazi Kanununun Ölü Toprakların doğurmasından endişe duymuştur. Siyonist ha- İhyasına ait 78. ve 103. maddelerinden yararlan- reketin lideri Theodar Herzl 1901 yılının Mayıs malarına dair Şurayı Devlet Kararı yayınlandı. Bu ayında II. Abdülhamid’e gelerek, 1492 yılında İs- yıllarda Filistin’de Yahudi nüfusu 1876 yılına kı- panya ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen Yahu- yasla üç kat arttı. Osmanlı Devletinin zayıflaması di göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul üzerine de Yahudiler Filistin topraklarındaki he- edildiğini hatırlatmış ve Filistin’e yerleşmek için deflerine adım adım yaklaşmaya başladılar.

32 Mart 2009 II. Abdülhamid’in Almış Padişah Sultan II. Abdülhamid, siyonistlerin Olduğu Önlemler Filistin’den toprak satın alma tekliflerini redde- derken, hükümet de yerleşmeleri önlemek için Siyonistleri, Filistin topraklarında himayesine çeşitli önlemler almıştır. Hariciye vekilliği çeşitli alıp gelişmelerine yardımcı olan ilk batı devleti gazetelere bu konuda açıklamalarda bulunuyor İngiltere’dir. Bu himaye hareketi 1847 tarihinde ve siyonistlerin esas amaçlarının ne olduğunu başlamıştır. Fakat İngiltere’nin bu yolla Yahudi- halka anlatmaya çalışıyordu. Ayrıca sefaretlere leri kullanma politikası diğer devletleri rahatsız bu konuda gerekli talimatlar verilmiş ve şüpheli etmişti. Bundan sonra diğer devletler en azından görülen Yahudilerin Filistin’e gelmelerine vize bölgede kendi nüfuzlarını dengeleyebilmek için verilmemesi istenmişti. 1882 tarihinde Dâhiliye Filistin’e gelen Musevi göçmenlere kendileri hi- Nezareti tarafından hacılar hariç tutulmak üze- maye belgesi vermeye başlamışlardır. Yahudiler re yabancı Yahudilerin Filistin’e giriş ve çıkış- 1875 tarihinde Filistin Kolonileştirme Fon’u kur- ları yasaklanmıştı. Fakat bütün alınan önlem- mayı düşünmüşler ve Kudüs’te Osmanlı idaresine lere rağmen siyonistlerin Filistin’e sızmalarının başvurmuşlardı. Bundan bir sonuç alamamışlar- tam olarak önlendiğini söylemek zordur. Çün- dı. Bu defa 1880 tarihinde Ürdün’ün ötesindeki kü Filistin’den geldiği ülkeye gönderilen bir topraklarda koloniler kurmak için 1880 tarihinde Yahudi, üçüncü bir ülkeye gidiyordu. Örneğin Padişah İkinci Abdülhamid ile görüşmek istediler Rusya’dan gelen dönüşte tekrar Rusya’ya de- fakat Padişah kabul etmedi. ğil, Amerika veya İngiltere’ye gidiyor daha son- ra oranın vatandaşlığına geçip tekrar Filistin’e Teodor Herzl, Padişahı Filistin meselesine dönmeyi başarıyordu. Pasaportlarda din ile il- ikna edebilmek için 1896 ile 1902 yılları arasın- gili bir bilgi olmadığından, Filistin’e dönen şah- da İstanbul’a beş defa gelmişti. Ziyaretlerinde sın Yahudi olup olmadığı bilinemiyordu. hem Yıldız Sarayında hem de Bab-ı Âlî’de devlet adamları tarafından kabul edilmişti. Bu görüş- Yahudilerle mücadele etmenin bir diğer melerde II. Abdülhamid Musevilerin Hıristiyan- yöntemi Yahudilerin Filistin’den arazi almala- lardan çektiklerini de göz önünde bulundura- rını yasaklamaktı. Fakat 1867 Arazi Kanunna- rak, “Yahudilerin Türk tabiyetini kabul etmeleri mesi Yahudilerin arazi satın almalarını önleye- ve Osmanlı hükümetinin belirlediği yerlerde yer- cek durumda değildi. Bunun önüne geçebilmek leşmek şartıyla” Osmanlı topraklarına bu şartla- için 5 Mart 1883 tarihinde Filistin’den sadece rın dışında Yahudi yerleşiminin mümkün olma- Osmanlı vatandaşı olan Yahudilerin arazi al- dığını söyledi. malarına müsaade edildi. Yabancı Yahudile- rin alım-satımı yasaklandı. Fakat istenen sonu- Padişah, Herzl’in amacını çok iyi biliyordu. cu vermedi. Çünkü bu defa Osmanlı vatandaşı Onun Yahudi devleti isimli eserini Türkçeye çe- olan Yahudiler arazi sahipleri ile temasa geçi- virtmiş, siyonistlerin gerçek fikirlerinin ne oldu- yor, pazarlık yapıyor ve alınan arazinin tapusu- ğunu çoktan öğrenmişti. Zira siyonistlerin esas nu kendi üzerine kaydediyordu. Burada şunu amacı bağımsız bir devlet kurmak hatta bununla da belirtmekte fayda vardır. Osmanlı hüküme- da yetinmeyip diğer bölgelere de el atmaları kaçı- tinin koymuş olduğu bütün önlemler mirî arazi nılmazdı. Filistin gibi küçük bir bölgenin milyon- içindir. Filistin’de yüzde seksen mirî arazi, yüz- larca Yahudi’ye yetmeyeceği ortada idi. Padişahın de yirmi kadar da özel mülk olan araziler var- elinde bulunan raporlar, Yahudiler Filistin’e gel- dı. Hükümet özel arazilerin satılmasını engel- diklerinde toprakla, tarımla uğraşmayacaklarını, leyemezdi. Bu durumda Sultan II. Abdülhamid devlet kurmak amacında olduklarını gösteriyor- kendi özel gayretleri ile bir şeyler yapmaya ça- du. Fakat Teodor Herzl’in ilk aşamada yapmak is- lışmış ve şahsi serveti ile toprak satın aldığı için tediği Filistin’de Yahudilerin toprak satın alarak az da olsa arazi satışlarının Siyonistlere geçme- topluca yerleşmelerini sağlamaktı. sini önlemiştir

33 Kültür Enbiya YILDIRIM

BİRBİRİMİZE KENETLENMEK

34 Mart 2009 ynı çatı altındaki insanların nedenle de ülkemiz varsa günümüzün ve gelece- birbirleriyle iyi geçinerek mut- ğimizin de olacağını, ülkemiz yoksa hiçbir şeyimi- lu bir hayat sürmeleri için an- zin olmayacağını asla unutmamalıyız. Yurt dışın- layışlı olmaları ve karşılarındakilere tolerans da yaşayan vatandaşlarımız veya zaman zaman A göstermeleri gerekir. Eşlerin bir takım ufak te- yurt dışına çıkan insanlarımız ülkelerinden uzak- fek şeyleri büyüterek problem haline getirmeleri, ta kalmanın ne kadar zor olduğunu çok iyi bilir- birbirlerinden yerine getiremeyecekleri istekler- ler. Tramvaylarda, gemilerde ve uçaklarda dille- de bulunmaları, kırıcı olmaları o evde huzur adı- rini bilseniz bile bir başka millet içinde hissedilen na bir şey bırakmaz. Sonun- yalnızlığın verdiği hüzün anla- da yuva dağılıp gider. Olan tılacak gibi değildir. Her tür- çocuklara olur ve anne baba lü maddî imkâna sahip olsalar sevgisini tadamadan içlerin- bile altın kafesteki kuş misali de bir büyük hüzünle büyür- ille de vatanım derler. Onların ler. yurt dışındaki evlerine gitti- ğinizde duvarlarını ülkemizin Ailelerin meydana getir- haritalarının ve kendi memle- diği ülkeleri de büyük bir aile ketlerinin resimlerinin süsle- yuvası olarak düşünebiliriz. diğini görürsünüz. Vatan sev- Bu yuvayı paylaşanlar, aynı gisi ve özlemi iliklerine kadar ideal etrafında kenetlenme- işlemiştir. Onları tesellî eden dikleri, birbirlerine gönüllerini sevgiyle açmadık- tek şey istedikleri zaman koşabilecekleri bir yurt- ları, yaşanan her türlü sıkıntıya rağmen ülkeleri- larının olmasıdır. ne sahip çıkmadıkları takdirde, o ülkede huzurun olması, insanların kendilerini emniyette hisset- Çalışmak veya gezinmek için evimizden dışarı mesi düşünülemez. Çok kritik bir noktada ve iş- çıktığımızda, kendi ülkemizde bulunmanın ver- tahlı ağızların gözlerini diktiği bir coğrafyada yer diği huzuru, hiçbir endişe taşımadan özgürce ge- alan güzel ülkemiz zaman zaman bu noktaya geti- zinmenin sağladığı rahatlığı, buna alıştığımızdan rilmek istenmiştir. Biraz yaşı olanlar her gün on- dolayı pek düşünmeyiz veya aklımıza hiç gelmez larca insanın öldürüldüğü zamanları, hava karar- bile. Kendilerini tanımasak bile caddelerde bera- dıktan sonra sokağa çıkmanın mümkün olmadığı ber yürüdüğümüz insanların arasına karışmanın dönemleri çok iyi hatırlarlar. Keza ülkeyi bölmek ayrıcalık oluşunu yurdumuzdan uzakta kaldığı- isteyen etnik terörün katlettiği ve sakat bıraktığı mızda anlarız. Her dönemde yaşadığımız çeşitli binlerce yakınımızın acısı yüreklerimizdedir. sıkıntılara rağmen çocuklarımızı gönderdiğimiz okullarımız, hastalarımızı tedâvî ettirdiğimiz has- Ülkemizi şöyle bir göz önüne getirin. Bereketli tanelerimiz ve geçimlerimizi temin edebildiğimiz toprakları, akarsuları ve etrafını kuşatan denizle- imkanlarımız var. Velhasıl bizlere yaşama alanı riyle, Asya’yla Avrupa arasında geçiş yolu olması olan ve kendisine bağlayan bir yurdumuz var. ve pek çok medeniyete beşiklik yapması nedeniy- le çok özel bir coğrafyada yaşamaktayız. Yaşamış Ancak aynı ideal etrafında birleşmeyen mil- olduğumuz bazı olumsuzluklara ve ekonomik sı- letleri çeşitli tehlikeler bekler. Bölgesel fark- kıntılara rağmen böylesine güzel bir ülkede hayat lılıklar bazıları tarafından kaşınarak insanlar sürmeyi ayrıcalık olarak kabul etmek gerekir. Bu birbirlerinden soğutulmaya çalışılır ve düşman-

35 laştırılır. Keza gelir farklılıkları bahane edilerek med (s.a.v)’in başarısının nerelerde yattığını gös- fakir-zengin çatışmaları çıkarılır. Bazı ülkeler ide- termektedir. Medîneliler onlara evlerini açmış, alize edilerek kendi ülkelerine olabildiğince zarar ellerindeki birikimleri ve tarlalarının bir kısmını vermeleri istenir. Bu ve benzeri bütün nedenler- hiçbir karşılık beklemeksizin kendilerine sığınan den sonra ortaya çıkan kargaşalar sonuçta bunla- muhacirlere sunmuşlardır. Bu kardeşlik dayanış- ra destek veren ülkelerin ekmeğine yağ sürer ve masının ardından da başarı gelmiştir. birer piyon olduklarının farkına varmadan sonu olmayan ütopyalar için mücadele edenler hiçbir Ülkemiz insanının kurtuluş savaşında gös- zaman hülyalarına erişemezler ve hem kendileri- terdiği kahramanlığı anımsayalım. Maddî ni hem de ailelerini perişan ederler, nihayetinde imkânları tamamen tükenmiş bir millet, akıl al- de ülkelerine zarar vermekten öteye geçmezler. maz fedakârlıklar göstererek, aynı ülkü etrafında kenetlenerek kendisini tarihe altın harflerle yaz- Tarihte sıçrama yapan ve vatandaşlarına üst dırdı. Binlerce insan bu uğurda canını verdi, an- seviyede refah sunan ülkeler, vatandaşları barışık neler dul, çocuklar yetim kaldı. Kadınlar cephele- yaşayan ve aynı ülkü etrafında kilitlenen ülkeler- re mermi taşıdılar, askerlere elbise diktiler. Yaşlı dir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayatı bu açıdan biz- insanlar da titrek ellerini huzura açarak Allah ka- ler için bulunmaz bir örnektir. Aynı ideal etrafın- tından geri çevrilmeyen dualarını gözyaşlarıyla da kenetlenen, birbirlerinin ufak tefek hatalarına süslediler. Silkinen millet adeta tekrardan doğ- takılıp kalmayan küçük bir topluluk akıl almaz du. başarılara imza atmış ve tarihte yeni bir sayfa aç- mıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) onları aynı ülkü et- İkinci Dünya savaşını kaybetmelerine rağ- rafında öylesine kenetlemişti ki, ordunun hazır- men kalkınmalarını gerçekleştiren Almanya ve lanması veya başka ihtiyaçlar için yardım talep Japonya’nın bu başarısının ardında, yurttaşları- ettiğinde insanlar adeta yarışırlardı. Bütün malını nın aynı bilinç etrafında kenetlenmeleri ve ken- getirip Hz. Peygamber (s.a.v)’e teslim etmek iste- diliklerinden fedakârlık yapmaları yatmaktadır. yenler olurdu. Buna imkânı olmayanlar da beden- İstiklâl mücadelesi vermiş olan ülkemiz de atlat- leriyle bir şeyler yaparak yardımcı olurlardı. Hz. tığı onca bâdireye rağmen bahsettiğimiz ülkelerle Peygamber (s.a.v) asıl yurdu olan Mekke’yi terk yarışabilecek potansiyeli barındırmaktadır. Ülke- edip Medîne’ye gitmek zorunda kaldığında, ken- mizin sahip olduğu zenginlikler kalkınmış ülkele- disini ve arkadaşlarını karşılayan Medînelilerin rin pek çoğundan daha fazladır. Her türlü madenî göstermiş oldukları fedakârlıklar Hz. Muham- ve doğal imkânları sunan yurdumuz, kıymetinin

36 Mart 2009 daha iyi anlaşılacağı günleri beklemektedir; yeter imkânına maalesef sahip değiliz. Bu nedenle de ki bizler sahip olduklarımızın değerini ve birbiri- ülkemizin birliği ve aynı ülkü etrafında kucak- mize kenetlenmenin önemini bilelim. laşmalıyız. Birbirimize karşı hoşgörülü ve affedi- ci olmalıyız. Çünkü bizler için başka bir Türkiye Allah Teâlâ birlik içinde yaşamanın önemine yok. Hâbil’in kendisini öldürmek isteyen kardeşi Kur’an’da dikkat çekmekte ve bu birliğin kaybol- Kâbil’e dediği gibi: ‘Beni öldürmek için sen bana masının ardından gelecek muhtemel felaketleri elini uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi haber vermektedir. Örneğin bir âyette şöyle bu- uzatmam.’ (5/Mâide, 28). Aynı ülkeyi paylaştığı- yurmaktadır: ‘İçinizde sadece zulmedenlerin ba- mız insanlara bu derinlikte bir hoşgörü ile baka- şına gelmeyen fitneden sakının.’ (8/Enfâl, 25). bilirsek, geriye bir sorun kalmayacak, farklılıklar Bu âyet çok önemli bir hususa dikkat çekmek- zenginlik olarak görülecektir. tedir: Toplumda bazı insanların dirlik ve düzeni bozmaları sonucunda çıkacak kaos sadece buna Unutmamak gerekir ki, güzelim ülkemizin neden olanları sarmayacak, herkesi etkisi altına toprakları hepimizi içine alacak genişliktedir. Bu alacak ve toplumun ta- mamında huzursuzluk ve anarşi çıkacaktır. Böylesi “Aynı ideal etrafında kenetlenen, birbirlerinin ufak tefek hatalarına bir durumda huzur yurdu takılıp kalmayan küçük bir topluluk akıl almaz başarılara imza atmış olan vatan, insanların ha- ve tarihte yeni bir sayfa açmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) onları aynı ülkü yatlarından endişe duy- dukları bir coğrafyaya dö- etrafında öylesine kenetlemişti ki, ordunun hazırlanması veya başka nüşecektir. ihtiyaçlar için yardım talep ettiğinde insanlar adeta yarışırlardı. Tüm malını getirip Hz. Peygamber (s.a.v)’e teslim etmek isteyenler olurdu.” Hz. Peygamber (s.a.v) de ümmetinin birliğine ve birbirlerine kenetlen- melerine çok önem verir ve bunu her fırsatta dile yurtta hepimize yer var. Memleketi bir başkasına getirirdi. Birlik ve düzenlerinin bozulması duru- dar etmenin ne anlamı var? Ayrıca buna ne hak- munda dağılıp gideceklerini buyurmuş ve muh- kımız var? Kaybeden kim oluyor bir bakın? He- temel karışıklıklar söz konusu olduğunda bunla- pimiz birden kaybediyoruz. Hiç kimse sanmasın ra karışmamayı öğütlemişlerdir. Bir hadislerinde ki, yaptığı bir kötülük veya verdiği bir zarar sade- şöyle buyurmuşlardır: “Muhtemelen öyle karışık- ce hedef aldığı kimseyle sınırlı kalır. O zarar bir lıklar olacak ki, o karışıklıklarda uzanmış olan şekilde dönüp dolaşıp bütün ülkeyi ilgilendirir ve oturandan, oturan ayakta durandan, ayak- bunun olumsuz etkilerini, zararı verenin kendi- ta duran yürüyenden, yürüyen de koşandan si ve çocukları da görür. Bir güzelim bahçeyi ta- daha hayırlıdır…Herkes gücü yettiğince bunlar- rumar ederek burayı yaşanmaz hale getiren insan dan kurtulmaya baksın.” (Ebû Dâvûd, Fiten ve acaba hangi akla hizmet etmektedir? İşte, şu an Melâhim, 2.) yaşadığımız sorunlar, küçük küçük zararların bir araya gelmiş ve yığınlaşmış halidir. Toplum ola- İslâm dünyasına göz attığımızda, gördüğümüz rak koca bir sorunlar yumağıyla mücadele etmek karışıklıkların ve asla huzuru bulamamalarının durumunda kaldık. bizlere anlatacağı çok şey var. Şikâyetçi olduğu- muz her ne varsa, bütün bunlara rağmen halimi- Allah’tan, aynı anne babanın çocukları gibi ze şükretmeliyiz ve gerçekten çok iyi bir vatanda birbirimize kenetlenmemizi ve kalplerimizin bu yaşadığımızı bilmeliyiz. Zira bütün olumsuzluk- ülkenin güzelliklerine bir şeyler katabilmenin lara rağmen İslâm dünyasının yıldızıyız. Bizde- heyecan ve arzusuyla dolu olmasını diliyorum. ki huzuru İslâm ülkelerinin hiçbirinde görme * Prof. Dr.

37 Tarih Nebi HOCAZADE

İSRAİL’İN SİNSİ POLİTİKALARI

38 Mart 2009 rtadoğu ya güçlü bir şekilde yer- di ordusu ve Filistin’in Yahudi devleti olması ta- leşmek için bekleyen İngiltere ve leplerine destek buldu. Bu dönemde, Filistin’de Fransa için I. Dünya Savaşı bulun- en önemli problem manda rejimi ve Yahudile- maz bir fırsat olarak görüldü. Savaşta Osmanlı- rin Filistin’e göçü meselesiydi. İngiltere göçe kar- OAlman İttifakının karşısında yer alan bu güçler, şı çıkmasına rağmen, ABD Başkanı Truman, sa- Osmanlının Ortadoğu’daki topraklarında yaşayan vaş sırasında Yahudilerin topraksız kaldığı için Arap halkını Osmanlıya karşı harekete geçirmeyi Filistin’e girmelerine izin verilmesini istemişti. başardılar. Şerif Hüseyin ve Mc Mahon arasında uzun yazışmalar sonrasında yapılan anlaşmaya ABD ve İngiltere temsilcilerinden oluşturu- göre Arapların itilaf devletlerine sağlayacağı des- lan komisyon, Nisan 1946 tarihinde manda yö- tek karşılığında İngiltere Filistin’i de içeren Arap netiminin devamı, 100.000 göçmenin kabulü ve topraklarına bağımsızlık sözü verdi. Savaşın so- mevcudu 65.000 olarak tahmin edilen İsrail Giz- nunda Filistin tarihinde İngiliz hâkimiyeti olarak li Ordusu’nun silahsızlandırılması hususlarında adlandırılan ve II. Dünya Savaşına kadar sürecek olan yeni bir dönem başlamış oldu.

I. Dünya Savaşı sırasında Filistin’in geleceği iyice belirsiz bir hal aldı ve bu da siyonist hare- ket için önemli bir fırsat oldu. 1916 yılında İngil- tere ve Fransa arasında Arap topraklarını paylaş- mayı öngören Sykes Picot Anlaşması imzalandı. Lübnan ve Suriye Fransa, Ürdün ve Irak İngil- tere kontrolüne, Kudüs de uluslararası yöneti- me bırakıldı. Sykes Picot Anlaşması, siyonizm ta- raftarı İngiliz hükûmeti tarafından yönetilen bir 1918 İngilizlerin Gazze’yi İşgali manda yerine, Filistin’in uluslararası denetimini getirdiği için bir anlamda siyonistlerin isteklerinin karar almışsa da bu girişim de başarısızlıkla so- aleyhineydi. Ancak Arap denetimi ihtimalini de ta- nuçlanmış ve konu 1947 yılında İngiltere tarafın- mamen ortadan kaldırıyor ve Filistin’i kontrol al- dan BM’ye götürülmüştür. Kurulan Filistin Özel tına almaları yolunda siyonistlere zaman kazandı- Komisyonu, Filistin’in Yahudi ve Araplar arasın- rıyordu. da ikiye bölünmesini, Kudüs’ün ise uluslarara- sı bir statüye kavuşturulmasını önerdi. 29 Kasım Filistin’in Kuruluşu 1947’de Filistin topraklarının en verimli bölümle- rini oluşturan %56’sı Yahudilere, verimsiz ve çöl II. Dünya Savaşının nedenlerini ve olayların alanlarından oluşan diğer kısmı da Araplara bıra- başlangıcını, I. Dünya Savaşının çözümlenme- kıldı. Yahudiler derhal kendilerine verilen bölge- den bıraktığı veya getirdiği yeni sorunlar oluştur- leri işgale başlarken her türlü şiddete başvurmak- maktaydı. Almanya’nın, Eylül 1939’da Polonya’ya tan da geri durmadılar. BM tarafından yürürlüğe saldırması üzerine İngiltere ve Fransa 3 Eylül konan ve o sıralar Filistin de %31’lik bir nüfusa 1939’da Almanya ya savaş açtı. Böylece tarihin sahip olan Yahudilere %56 oranında toprak ve- tanık olduğu en büyük savaş olan II. Dünya Sa- ren bu karar Arap ülkeleri tarafından kabul edil- vaşı başladı. Savaşın başlamasıyla siyonistler ve medi. İngilizler anlaşmazlığa düştüler. Savaş sırasında Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırılmasıyla, sa- 1897’de siyonist hareketle başlayan ve İsrail vaş sırasında Yahudi toplumu gelişme fırsatı bul- devletinin kurulmasıyla yeni bir ivme kazanan Fi- du. Mayıs 1942’de New York’ta siyonist Konferansı listin topraklarına Yahudileri yerleştirme süreci, gerçekleştirildi ve Ben Gurion sınırsız göç, Yahu- bugün toprakların asıl sahibi Filistinlileri ülkele-

39 Sinsi Genişleme (1946-2000)

1946 1947 1967 2000

Filistin toprakları İsrail toprakları ri dışında mülteci olarak yaşamak zorunda bırak- gelen uçaklarla Ürdün ve Suriye’nin başkentleri- mıştır. Filistin toprakları ile tarihî ve dinî bağları ne saldırdı ve bu saldırılarda çok sayıda sivil ha- olduğunu iddia ederek yola çıkan siyonist hareket yatını kaybetti. İsrail, savaş sonunda 1947’de tak- gerekli dış desteği de sağlayarak Filistinlilere ait sim plânı ile elde ettiği %56’lık Filistin toprağını topraklarda bir İsrail devleti kurmuştur. % 78’e çıkardı. Yahudi zulmü altında yaşamak is- temeyen 700.000 Filistinli, evlerini terk etmek Birinci Arap- İsrail Savaşı Ve zorunda kalarak komşu ülkelere veya Arapların İsrail’in Kurulması/ Yeni Haçlı yoğun olduğu bölgelere sığındılar. Yurtlarını terk Zihniyeti eden Filistinlilerden 250.000’i Gazze’ye yerleşti- rildi. Filistinlilerin başka ülkelere göçü ve Yahu- Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona dilerin Filistin’de gün geçtikçe artan nüfusu, de- ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948’de, Tel- mografik yapının bölgenin asıl yerleşik halkı olan Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı Araplar aleyhine dönüşmesine neden oldu ve bu- bir bildiri ile İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan güne kadar süregelen Filistinli mülteciler sorunu etti. Bunun hemen ardından ABD ve ertesi gün başladı. İsrail savaş sonunda savaştığı her Arap de Sovyetler Birliği İsrail’i tanıdığını açıkladı. ülkesi ile ayrı ayrı ateşkes anlaşmaları imzaladı. Bu gelişmelerin öncesinde ise İngiliz birlikleri Filistin’i kurtarma amacıyla savaşa girmiş olan bölgeyi terk etmeye başlamışlardı bile. Ürdün Batı Şeria’ya, Mısır da Gazze Şeridi’ne as- ker yığdı. Sina’nın büyük bir kısmı İsrail’in işgali İsrail Devleti’nin kuruluşunun ilan edilmesin- altında kaldı. Kudüs’ün kontrolü ise batıda İsrail, den birkaç saat sonra Arap Birliği İsrail’e savaş doğuda Ürdün arasında bölündü. açtı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak kuvvetleri üç yönden saldırıya geçerek önemli ilerlemeler kay- İkinci Arap-İsrail Savaşı dettiler. Ancak Batılı güçlerin İsrail’i destekleme- si üzerine savaş Araplar aleyhine dönüştü. Ayrı- İlk savaşın Yahudiler nezdinde dünyanın tav- ca İsrail, savaş sırasında Sovyetler Birliği’nden de rının görülmesi açısından ayrı bir anlamı bulun- önemli oranda yardım aldı. İsrail, Sovyetlerden maktaydı. İsrail durumdan memnundu ve artık

40 Mart 2009 bölgede daha rahat hareket ediyordu. 1950’li yıl- lanmasına neden oldu. İntifada için ilk organizas- ların başından itibaren 187 köyün tamamen tah- yon Gazze İslam Üniversitesi Öğrenci Meclisi ta- rip edilmesi, insanların katledilmesi ve göçe zor- rafından yapıldı. lanması bunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu şekilde 1956’ya gelindi. Nasır’ın, 28 Temmuz 1956’da Sü- Yaralıların bulunduğu Şifa Hastanesi’nin çev- veyş Kanalı’nın uluslararası trafiğe açık olmakla resinde toplanan öğrenciler Filistin İslami Di- birlikte, Mısır’a ait olduğu için millîleştirildiğini reniş Hareketi’nin (Hamas) mensuplarıydı. Bu mücahitler ve onların etrafında toplananlar aynı zamanda 1948’de işgalcilere karşı başlatılan mü- cadeleye fiilen katılmışlardı. Onların ardından gelen kişiler ise 1948 savaşından sonra eğitim ve tebliğ çalışmalarına katıldılar. Bütün bu çalışma- lar sonunda güçlü bir taban oluştu.

İntifada hareketi Gazze Şeridi’nde başladı, an- cak kısa sürede Batı Şeria’ya yayıldı. Protestolar, işgale, isyana büründü. Genel grevler düzenlendi, İsrail ürünleri boykot edildi, duvarlara işgal kar- şıtı yazılar yazıldı ve yollarda barikatlar kuruldu. açıklaması üzerine, İsrail saldırmak için bekledi- ği fırsatı elde etti. İngiltere ve Fransa, Mısır’ın bu kararını tanımadıklarını bildirerek, 30 Ekim’de Mısır’dan Süveyş Kanalı’nın kendilerine bıra- kılmasını istediler; ancak Mısır bunu reddetti. Londra’da toplanan konferanslardan da bir so- nuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa İsrail ile anla- şarak Mısır’ın bütün havaalanları ve askeri bölge- lerini imha etti. İsrail de Sina’yı işgal etti. Mısır, 7 Kasım’da ateşkesi kabul etmek zorunda kal- dı. BM Genel Kurulu’nda alınan kararla; Süveyş Kanalı’na barış gücü yerleştirildi ve ABD’nin bas- kısıyla İngiltere ve Fransa, Mısır topraklarından geri çekildi.

İntifada

8 Aralık 1987, Filistin’de İsrail işgaline kar- şı topluca başkaldırma niteliği taşıyan intifa- Ancak, sapan, taş ve sopalarla karşılık veren Filis- da hareketinin başlangıç tarihidir. Filistinliler tinlerin karşısında ağır silahlarla donanmış İsrail aleyhine sonuçlar doğuran barış görüşmeleri ve askerleri vardı. Filistinli siviller arasında yüksek Sabra-Şatilla Katliamı’nın ardından FKÖ’nün can kayıpları meydana geldi. 1993’e kadar süren Lübnan’dan çıkarılması, Filistin halkının tep- protestolarda toplam can kaybı bini aştı. İntifa- kisinin büyümesine neden oldu. İntifada ola- da yıllardır ezilen, işkence edilen, zorla evlerin- rak adlandırılan ayaklanmanın ilk adımı 7 Aralık den kovulan, en ağır katliamlara uğrayan bir hal- 1987’de atıldı. Gazze bölgesinde bir Yahudi kam- kın kadın-erkek, yaşlı-genç hep birlikte işgalci yoneti, Filistinli işçileri taşıyan bir araca çarparak İsrail’e karşı oluşan doğal bir başkaldırı hareke- dört Filistinlinin ölümüne ve dokuzunun da yara- tinin adı oldu.

41 Tarih İsmail ÇOLAK

OSMANLI YETİMİ FİLİSTİNLİLERİN BİTMEYEN DRAMI

42 Mart 2009 “Siyonistlerin, Filistin’e sinsice nüfuz edip yayılma çabalarına büyük bir basiretle engel olmaya çalışan Abdülhamid’e, Herzl’in 5 milyon altın rüşvet teklif etmesi bardağı taşıran son damla olmuş ve padişah, Yahudi lideri derhâl huzurundan kovmuştur. Abdülhamid Han, âdeta altın tepside takdim edilen melun teklifleri, devleti krizler cenderesinde kıvranmasına rağmen şiddetle reddetmiştir.”

rtadoğu, Osmanlı’dan sonra siyasî çalkantının tam ortasına düşmüş, huzur ve istikrarın teminatı “ba- rış şemsiyesi” paramparça olmuştur. Osmanlı Ohâkimiyeti sona erdiğinden, hele de İsrail Devle- ti kurulduğundan beridir Ortadoğu’da barış ve is- tikrar altüst olmuş; çalkantılar, çatışmalar, ABD- İsrail eksenli saldırılar maalesef kanıksanır hâle gelmiştir. Emperyalizmin ve siyonizmin el birli- ğiyle hazırladığı şiddet sarmalı, alev kapanı, zu- lüm ve esaretten kendini kurtaramayan mahzun coğrafya Ortadoğu, ne yazık ki, bugün dünyanın en bunalımlı ve kanlı yerlerinin odağında bulun- maktadır. Ateş ve terör çemberindeki Ortadoğu, cehennemî bir hayat yaşamaktan ve malum güç- lerin baskı, zulüm, terör ve soykırımı neticesin- Asırlarca Süren Barış ve Sonsuz de kan deryasına gömülmekten kendini hiçbir za- Kudüs Sevgisi man kurtaramamıştır. Bu acı gerçek bütün dehşet ve ürperticiliğiyle en son Gazze’de bir kez daha Kudüs ve Filistin, Yavuz Sultan Selim zama- tezahür etmiştir. Sözde terörle mücadele yalanını nında 30 Aralık 1516’da Osmanlı hâkimiyeti/hi- kendisine kalkan yapan İsrail, Gazze’yi yine kana mayesi altına girmiş ve Osmanlı gibi güçlü bir ve soykırıma boğdu. Binlerce Filistinli tanklardan koruyucuya ve saadetinin üçüncü altın dilimi- ve uçaklardan atılan tonlarca bombanın, İsrail’in ne kavuşmuştur. Yavuz Sultan Selim 1517’de ve Yahudi medeniyetinin insafsız ve acımasız ta- bir ferman yayınlayarak, Hz. Ömer ve Sultan arruzu altında yine can verdi ve feryatları yere Selâhaddin zamanından beri geçerli olan geniş göğe sığmadı. İslâm Dünyasının bağrında ve mu- hoşgörü anlayışına dayanan şartları aynen sür- kaddes mekânlarda katmerleşen müessif olaylar, dürmesini bildirmiştir. Ancak, Yahudilerin mu- Osmanlı’nın bölgede dört asır boyunca tesis ettiği kaddes topraklara yerleşmesini yasaklamaktan köklü barışın ne anlam ifade ettiğini bugün daha da geri kalmamıştır. Aynı tavrı oğlu Kanuni de iyi anlatmaktadır. Artık Osmanlı sancağı altında 1520’deki fermanıyla devam ettirecektir. Müslü- idrak edilen asude yıllar tarih yapraklarında kal- manların ilk kıblesi, üçüncü kutsal şehri (haremi) dı ve özlemle yâd edilen tatlı bir hatıra olarak ma- ve Kâinatın Serveri’nin (s.a.v.) Miraç’a yükseldi- zideki yerini aldı. ği kutsal mekân olması hasebiyle Osmanlı Sultan-

43 ları Kudüs ve çevresinin idaresi, bakım ve hizmet- Bölgenin tüm nazik dengelerini bilen Os- lerini, aynen Haremeyn’de olduğu gibi derin bir manlı, ırk ve mezhep yelpazesi geniş bu kutsî ihtimam, hürmet ve hizmet anlayışı çerçevesinde beldede, muhtemel kargaşaları bertaraf etmek yerine getirmişlerdir. Osmanlılar, Kudüs’e her za- için mevcut düzende köklü değişiklikler yap- man özel önem atfetmişler, “Peygamberler Şehri- mayıp aynen devamını sağlamıştır. Birbiriy- nin” ihtiyaç duyduğu hiçbir şeyi ondan esirgeme- le sürekli çatışma ve rekabet halindeki Müslim mişlerdir. Bilhassa II. Abdülhamid Han, Kudüs’e ve Gayri-Müslim unsurlara eşit mesafede hitap güçlü bir sevgi ve yoğun alâka beslemiştir. Bağdat- ederek, anarşi ve kargaşaya meydan vermeyen, Hicaz Demiryolu’nu özellikle Kudüs’ten geçirme- âdil bir arabulucu olarak tüm meseleleri çözen si ve Müslümanların burayla irtibatını kuvvetlen- ve kendinden sonra hiçbir devletin başaramadı- dirmesi bunun en müşahhas tezahürlerindendir. ğı huzur ve sükûneti, Kudüs ve çevresinde ger- İslâm Dünyasının selameti, kalıcı barış ve istikrarın çekleştirmeye muktedir olmuştur. Kudüs’ün, sağlanabilmesi için buranın Osmanlı’da ve Müslü- üç semavî dinin mukaddes merkezi olduğunun

II. Abdulhamid Dönemi Osmanlı Coğrafyası’ndan

manlarda kalması gerektiğini, bir asır öncesinden bilinci ve titizliğiyle hareket eden Osmanlı, bu- şöyle savunmuştu: “Kudüs’teki mukaddes toprak- radaki kutsal mekân ve mabetlerin tasarruf ve lar için her iki tarafında kan dökmesinin önüne idaresini, muhtemel kargaşalara mahal bırak- pekâlâ geçilebilirdi. Nitekim Hıristiyan hacıla- mamak için ayrı bir dikkat ve hassasiyetle ele rın Kudüs’ü ziyaret etmelerine her zaman müsaa- almıştır. Böylece Kudüs, 19. yüzyılın ortalarına de etmedik mi? Hazret-i Davut’un memleketindeki kadar Osmanlı sayesinde 401 yıllık bir saadet Hazret-i Ömer Camii pek mübarek saydığımız bir dönemi geçirecektir. Osmanlı, Kudüs etrafında ibadethanedir. Kudüs bizim için Mekke’den son- yüzyıllardır süregelen Hilal ile Haç arasındaki ra gelen ikinci mübarek şehrimizdir. Etrafı Müslü- kadim çatışmayı Avrupa içlerine taşımasını bil- manlarla çevrili olan bu şehri neden Hıristiyanlara miş ve Haçlılara, değil Filistin’e; Suriye, Ana- terk edelim? İsteyen istediğini söylesin, fakat mu- dolu, Trakya ve Balkanlara bile geçme fırsatı- kaddes toprakların sahibi olmak hakkı her zaman nı vermemiş, onları Viyana önlerinde savunma bizim olmuştur ve böyle kalacaktır.” savaşı yapmaya mahkûm etmiştir.

44 Mart 2009 II. Abdulhamid Dönemi Osmanlı Coğrafyası’ndan

Abdülhamid, Siyonistlerin olarak 5 milyon altın rüşvet teklif etmesi barda- Hakkından Nasıl Geldi? ğı taşıran son damla olmuş ve padişah, Yahudi li- deri derhâl huzurundan kovmuştur. Abdülhamid Siyonist lider Theodor Herzl, “vaad edilmiş Han, âdeta altın tepside takdim edilen melun tek- toprak Filistin’in” Yahudi yerleşimine açılması lifleri, devleti krizler cenderesinde kıvranmasına ve özerk bir “Yahudi millî yurdu’nun” ihdas edil- rağmen şiddetle reddetmiştir. mesi düşüncesiyle, Haziran 1896-Temmuz 1902 arasında İstanbul’a 5 defa gelmiş ve farklı ara- Yahudilerin sinsi emellerinin husule getire- bulucular kanalıyla Sultan İkinci Abdülhamid’in ceği müşküllerin idrâkinde olan sultan, bundan huzuruna çıkıp, kendi tabiriyle “ayağına yüz sür- sonra tavizsiz bir siyaset takip ederek siyonizme müştür.” Sultan Abdülhamid’le görüşen Theodor set çekmeye ve Filistin’i himaye etmeye çalışa- Herzl, temaslarında esas olarak ilk anda masum caktır. Filistin toprakları ve Müslüman tebaanın gibi gözüken şu sinsi talebi dile getirmiştir: “Mu- istikbali açısından, izlediği kararlı siyasetin özü- kaddes Filistin ve Kudüs’e ziyaret maksadıyla gir- nü teşkil eden Abdülhamid Han’ın Yahudi temsil- memize ve bu esnada barınacak bir müstemle- ciye sarf ettiği şu söz -bugün de- ne kadar anlam- ke (kanton) kurmamıza müsaade edin!” Herzl, lıdır: “Filistin’de dindaşlarımızın ölüm fermanını isteklerine ılımlı bir yaklaşım sergilenirse Os- imzalayamam! Bu konuda sakın bir adım daha manlı Devleti’nin bütün malî sıkıntılarını ve dış atmayın. Ben, bir karış bile olsa toprak satamam. borçlarını halledebilecekleri teklifini getirmiş- Milletim bu imparatorluğu savaşta kanlarını dö- tir. Osmanlı’nın içine sürüklendiği vahim duru- kerek kazandı. Birilerinin gasp etmesine izin ver- mu suiistimal peşinde koşan Herzl, Abdülhamid meksizin kanımız pahasına da koruruz. Türk İm- Han’a şu cazip teklifleri sunmuştur: a) 33 milyon paratorluğu bana ait değil, Türk milletine aittir. İngiliz altınına ulaşan borçların tamamını öde- Ne için olursa olsun, biz ölmeden kimse bizi bir- mek. b) 35 milyon altın lira faizsiz borç vermek. birimizden ayıramaz.” Abdülhamid, Herzl’i kov- c)120 milyon altın franka mal olacak deniz filosu makla iktifa etmeyip, Yahudilerin Filistin’e ve mu- yaptırmak. Siyonistlerin, Filistin’e sinsice nüfuz kaddes beldelere girmesini ve burada arazi veya edip yayılma çabalarına büyük bir basiretle engel taşınmaz mal almalarını 1882’den itibaren yasak- olmaya çalışan Abdülhamid’e, Herzl’in son çare lama yoluna gitmiştir. Siyonistlerin Filistin’e yer-

45 leşmesini önlemek amacıyla “kırmızı pasaport” Weizman’ın emri, Vlademir Jabodinsky’nin orga- uygulaması başlatmış ve 1892’de içerideki ve dı- nizesi ile “Kral Askerleri” ismiyle 5000 kişilik 4 şarıdaki Yahudilerin Kudüs ve çevresinde toprak alay tesis etmişlerdir. Kral Askerleri’nin Sina ve satın almasını engelleyerek iktidarı boyunca Ya- Filistin’in İngilizler tarafından işgalinde büyük hudilere göz açtırmamıştır. İşte bu noktada Si- rolleri olmuştur. General Bartholomew, Ürdün’ün yonistler, öncelikle Filistin’deki emellerinin önü- İngilizlerin eline geçmesi ve Şam yolunun açılma- ne âdeta heykel gibi dikilen Sultan Abdülhamid’i sında adı geçen askerlerin kendilerine olağanüs- devirmeyi, eğer bu yetmezse sonra da Osmanlı tü faydalar sağladığını, “büyük bir kahramanlık Devleti’ni yıkmayı plânlamaya ve bunun hazırlık- misali vererek savaştılar” sözüyle dile getirmiştir. larına hummalı bir şekilde girişmeye koyulacak- Yahudilerin harp anındaki en büyük icraatların- lardır. Bu menhus planı tatbik sahasına koymak dan biri de Sina-Filistin-Suriye cephesinde İngi- maksadıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti ile sıkı bir lizler adına casusluk yapmalarıydı. Filistin’in her yerinde, Aleksander Aronsohn’un öncülüğünde Yahudi aydınlar tarafından kurulan Nili Cemi- yeti (Nili Society) İngiliz istihbarat örgütüne gö- nüllü olarak fevkalâde ehemmiyeti haiz casus- luk faaliyetinde bulunuyordu. İngilizlerin Filistin cephesi başkomutanı Allenby, giriştiği hareket- lerin başarıyla neticelenmesinde bu cemiyetin hayatî önemdeki istihbaratlarından büyük ölçü- de faydalanmıştır. Aronsohn, Gazze ve Birüssebi arasında çöldeki su kaynaklarını iyi biliyordu; bu bilgi, İngiliz kuvvetlerinin ileri harekâtında çok işe yaramıştı. Görgü şahitlerinden General Cevat Rıfat (Atilhan) yakalanan çok sayıda Yahudi ca- susun Şam’a sevk edilip Divan-ı Harb’te yargılan- dığından bahsetmiştir. Hatta Suriye’deki 4. Ordu komutanı Cemal Paşa yoğunlaşan casusluk va- kalarından ötürü Yahudileri Filistin’den tehcire (göçe) tâbi tutmak zorunda kalmıştı.

Kudüs’ü kaybetmemizde özellikle bizim istih- barat zaafımıza karşılık, İngilizlerin yüksek is- tihbarat (oyunları) gücü ve gelişmiş teşkilatla- işbirliğine soyunup tüm imkânları seferber ede- rının önemli bir rol oynadığının altını çizmemiz ceklerdir. Bu itibarla diyebiliriz ki 1908 Devri- gerekir. İstanbul’a gönderilen tüm telgraf ve tel- mi, 31 Mart Vak’ası ve Abdülhamid’in Han’ı bü- siz mesajları mecburen Mısır üzerinden, bura- yük ölçüde Filistin emperyalizmi peşinde koşan daki İngiliz istihbaratçılarınca her gün düzenli Siyonizm’in mahsulü ve oyunudur. olarak deşifre edilip Londra’daki Savaş Bakanlı- ğına bildirildikten sonra geçiyordu. İngiliz birlik- Kudüs’ü Kaybedişimiz ve leri komutanı General Allenby, her gün kahvaltı Hazin Ayrılık masasına, son 24 saat içinde Osmanlı subayları- nın gönderdiği mesajların çözümlerini büyük bir Yahudiler, Çanakkale’ye gönderdikleri Ka- zevkle okuyarak oturuyor ve gelen talimatlar doğ- tır Alayı’ndan sonra bu defa Kudüs ve Filistin’i rultusunda anında gerekli tedbirleri alıyor, taktik Osmanlı’dan almak ve Sina-Filistin cephesinde ve stratejilerini devamlı yeniliyor ve geliştiriyor- İngilizlere yardım etmek amacıyla Siyonist lider du. Nitekim General Allenby komutasındaki İngi-

46 Mart 2009 liz birlikleri harbin sonuna doğru 8 Aralık 1917’de zin bir şekilde veda ettiğini yeterince anlatmakta- Kudüs’e girecek ve buna bir “Haçlı seferi süsü” dır: “Filistin’i kaybedecektik. Nasıl dönerdik evle- vereceklerdir. Bu esnada Allenby şu tarihi sözü rimize; nasıl bakardık bizi bekleyen analarımızın, sarf etmiştir: “Haçlı seferleri, işte bugün sona bacılarımızın, hanımlarımızın ve çocuklarımızın erdi!” Kendisini, Haçlı seferi kazanmış muzaffer yüzlerine! Mevzilerimizi terk etmiş, ayaklarımız- bir kral zanneden İngiliz Başvekil Lloyd George daki parçalanmış çarıklarımızla geri çekiliyor- ise bunu zafer sarhoşlu- duk.” ğu kokan şu sözlerle taç- landırmıştır: “General Osmanlısız Yıllarda Allenby’nin adı, Haçlı se- İsrail’e Giden Kanlı ferlerinin sonuncusu ve Süreç en şereflisinin galibi ola- rak her zaman hatırlana- Osmanlı’nın bıraktığı boş- caktır. Yüzyıllar boyunca luğu değerlendiren Siyonist- Avrupa şövalyelerini yu- ler, İngilizlerin desteğiyle tan bu girişimi Allenby, Filistin’de bir Yahudi Devle- mahareti sayesinde şeref- ti kurabilmek için, verdikle- li bir sona erdirme tali- ri siyasî mücadele kadar Ya- hini elde etti!” hudi göçmenlerin Filistin’e yerleşmelerini, toprak sahi- Siyonistlerin de gay- bi olmalarını ve nüfus bakı- retleri sonucunda, Os- mından çoğunluğu ele ge- manlı Cihan Harbi’nden çirmelerini de en az o kadar mağlup çıkmış ve önemli görüyorlardı. Ne ka- 1918’deki Mondros dar fazla Filistinli katledilir- Ateşkesi ile fiilen dağıl- se kendilerine o kadar fazla ma sürecine girmiştir. yer açılacaktı. Bu uğurda reh- Filistin’de ise, Milletler ber edindikleri kanlı parola Cemiyeti’nin kararıyla İn- şuydu: “Vatansız bir halk için giliz manda idaresi ihdas halksız bir vatan!” Avrupa’da edilmiş; başına da İngiliz soykırıma maruz kalan Yahu- vatandaşı Yahudi Siyo- diler, bu defa aynı yöntemle nistlerden ve Balfour’un kendileri soykırımın her çe- mimarlarından Herbert şidini denemekten çekinme- Samuel atanmıştır. We- yecekti. Fransız oyun yazarı izman buna haklı ola- Jean Genet’in çarpıcı ifade- rak çok sevinmiştir: “Onu siyle Yahudi kıyımının bedelini bu mevkie biz getirdik. O, bizim Samuelimizdir. Arap dünyasının en zayıf halkasına, Filistinlilere ” William Ziff, “2 bin yıl sonra Filistin’e gelen ilk ödeteceklerdi. Kendilerine gönderilen Peygam- Yahudi yönetici” ifadesiyle tavsif ettiği Samuel’in berleri dâhi fütursuzca katleden yeryüzünün en gelişini Yahudilerin “yeni bir Musa sevinci ve çıl- bozguncu kavimlerinden olan Yahudiler, Filistin- gınlığıyla karşıladıklarından” söz etmektedir. Os- lileri yok ederken muharref Tevrat’ın şu halis bar- manlı, Kudüs ve Filistin’e sahip çıkıp Siyonizm’in barlık tavsiyelerini düstur ediniyorlardı: “Rabbin tahakkümünü bertaraf etmeye çalışmasına rağ- Musa’ya emretmiş olduğu gibi bütün erkekleri öl- men bu kutsal toprakların hazin bir biçimde elin- dürdüler, kadınları esir aldılar, bütün şehirleri den çıkmasına maalesef mani olamamıştır. Bir yaktılar. Bütün erkek çocukları ve bir erkekle karı subayın şu sözleri, Osmanlı’nın Kudüs’e nasıl ha- koca hayatı yaşamış bütün kadınları öldürün. Fa-

47 kat bütün bakireleri kendinize saklayın!” Eski Arap-İsrail Savaşı’na değin yurtlarından sürülen Ahit’in Tesniye Kitabı 7. Babında da -hâşâ- Allah Filistinli mültecilerin sayısı 5 milyona ulaşacak- adına bazı “kutsal” yok etmeye azmettirici kanlı tı. Filistin’i Müslüman’dan arındırma faaliyetle- öğretiler şöyle dikte ediliyordu: “Onları tamamen ri zincirleme bir surette kesintisiz olarak toplu yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin; onlara gösterime sunulan birbirinden kanlı katliamlar- acımayacaksın ve onlarla hısımlık etmeyeceksin. la idame edecekti: Kral Davut katliamı, Deir Ya- Çünkü sen Allah’ın mukaddes bir kavmisin; yer- sin Katliamı, Saf Saf Köyü Katliamı, Kibya Köyü yüzünde olan bütün kavimlerden kendine has bir Katliamı... Zamanla, baskıcı, saldırgan, zalim ve kavim olmak üzere seni seçti.” I. Samuel Kitabı katliamcı “çete devlet” karakteri, İsrail’i kuran ve 15. Bab’ta ise şunlar yazıyordu: “Onların her şeyi- yaşatan siyasî-ideolojik kültürün yegâne özelliği ni tamamen yok et ve onları esirgeme. Erkekten olarak iyice kemikleşecekti. Hele Eylül 1982’deki kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyu- “Sabra ve Şatila Katliamı”, insanlığın kanını don- na, deveden eşeğe kadar hepsini öldür.” duracak çaptaydı ve emri veren de Savunma Ba- kanı, “Beyrut Kasabı, Buldozer” lakaplı Ariel Şa- 1900’lerin başında Filistin’deki Yahudi nü- ron idi. İsrail’in 70 bin askerle Lübnan’ı işgali fus yüzde 10’un altındayken, programlı çalışma- sırasında, Filistinli mültecilerin yaşadığı kamp- lar (katliamlar) neticesinde, 1920’lerde 100 bine, lar kuşatılmış ve -tıpkı bugün Gazze’de olduğu 1930’larda 232 bine, 1947’de de 630 bine çıkarıl- gibi- kundaktaki bebeklerden eli silahsız binler- mıştı. Başta dünya finans devleri Rotschiller ve ce masum insan, çoğu çocuk 2500 kişi hunhar- Rockfeller olmak üzere Yahudi sermaye çevreleri, ca kurşuna dizilmişlerdi. Sokaklar haçlı seferleri- İsrail’e göç eden grupların yeni yerleşim yerleri- ni andırırcasına üst üste yığılan cesetlerle dolmuş ne sahip olmalarına katkıda bulunarak, kollektif ve kan kokusu tahammül edilmez bir hâl almış- tarım çiftlikleri “Kibbutzlar” kurmalarının önünü tı. Manzaranın dehşetini bir İsrail komutanı şöy- açmışlardı. Bu faaliyetler başlangıçta sözde gayet le ifşa etmişti: “Ölüleri topluca gömmek için kazı- masumane yöntemlerle icra edilirken 1930’lu yıl- lacak çukurları açacak buldozerlerimiz sokaklara lardan itibaren yerini tamamen terörize metotla- sığmadı. Küçüklerini istedik; gelince ölüleri gö- ra ve toplu katliamlara bırakacaktı. Haganah, Ir- meceğiz.” gun ve Stern gibi Siyonist terör örgütleri İsrail’in kuruluş sürecinde eylemlerde bulunup, her türlü Sonuç Yerine insanlık dışı yola müracaat etmekten çekinmeye- ceklerdi. Adı geçen terör örgütleri, soykırımın en Şurası kat’î bir gerçek ki, Haçlılar ve Siyo- âlâsını irtikâp ederek Filistin köylerini boşaltıyor, nistler, Kudüs’te, Filistin’de ve nihayet topyekûn Yahudi göçmenlere yeni yerleşim alanları açıyor- Ortadoğu’da hep terör estirdiler, kan ve gözya- lardı. 1947–1948 arasında 500’den fazla kent, ka- şına doymak bilmediler. Bölgenin aradığı ideal saba ve köye kanlı baskınlar tertipleyip “kazıma” barış ve saadeti, geçmişte olduğu gibi bugün de, denen usulle haritadan silerek, 950 bin olan Fi- yine İslâm’ın insancıl, âdil, müsamahakâr ve ku- listinli sayısını 138 bine düşürmenin üstesinden şatıcı inanç ve yönetim anlayışı hakiki manada gelmeyi becermişlerdi. General Shlomo Lahat, tesis edebilecektir. Bu hakikati Sigrid Hunke de dünden bugüne değişmeyen bahis konusu “Siyo- tasdik etmektedir: “Kudüs, Hıristiyanların elin- nist taktiği” şöyle sloganlaştırmıştı: “Filistinliler deyken, etrafındaki bütün manastırlar ve kiliseler bu topraklarda köle olarak yaşamayı kabul edin- kabuklarına çekilmiş, pasif vaziyette varlık göste- ceye kadar katliamı sürdürmeliyiz!” rirken; İslâm’ın idaresi altında bulundukları za- man ise, en mesut, dinamik ve rahat hayatlarını Nitekim 1 Ocak 1948’de Filistin’de 600 bin yaşıyorlardı.”1 Yahudi, iki misli Arap yaşarken; 1 Ocak 1950’de Dipnot: Konu hakkında daha teferruatlı bilgi için şu eserlerimize ve oradaki diğer kaynaklara bakınız: İsmail Çolak, SON İMPARATOR Abdülhamid Han’ın Gizemli Arapların sayısını soykırım ve tehcirle 150 bine in- Dünyası, İstanbul, 2009, Nesil Yayınları; BİTMEYEN HESAPLAŞMA Hilal ile Haç’ın dirmeye muvaffak oldular. İsrail’in kuruluşundan Bin Yıllık Mücadelesi, İstanbul, 2008, Nesil Yayınları; Osmanlı’nın Gizli Tarihi, 6. Baskı, İstanbul, 2008, Nesil Yayınları.

48 Mart 2009 Kültür Mehmet ÇALIK

İSRAİL’İN ZULÜM DOKTRİNİ: DEMİR DUVAR

srail’in gözünde, kendisine karşı hakkında Yahudi yazar Aşad Haam, “İsrail’den direnen Filistinliler ya ahmak bir Gerçekler” isimli kitabında şu teşhislere yer ver- vahşi ya da varlık olarak ciddiye mektedir: “Yahudiler sürgünde iken köleydiler, alınmayacak sürüden başka bir şey değildir. Yasa- şimdi ise kendilerini sonsuz bir özgürlük içinde laraİ göre ancak Yahudi’nin tam vatandaşlık hak- buldular. Bu büyük değişiklik onların bir köle- kı mevcuttur ve muhacereti hiçbir surette tahdi- nin kral olması örneğinde görüleceği gibi baskı ve de tâbi değildir. Vatanı gasp edilen Filistinliler ise zorbalığa meyletmelerine neden oldu. Araplara “daha az gelişmiş” olduklarından ötürü Yahudi- büyük bir gaddarlık ve düşmanlıkla davranıyor- lerden daha az ve basit haklara sahip olmalıdır. lar, haksızlıkla topraklarına tecavüz ediyor, onla- rı hiçbir neden olmaksızın hem de hayâsızca dö- Zulmün Kökleri vüyorlar.”

Bu melun düşünce ve davranışların kaynağı İsrailli tarihçi Avi Şlaim’in belirttiğine göre de

49 İsrail’in izlediği nihaî politikanın kökeni, “Vla- ise Arap Yazar İbrahim Nafile şöyle parmak bas- dimir Hitler” lakabıyla anılan Vladimir Zeev maktadır: Jabotinsky’nin 1920’lerde geliştirdiği “Demirden Duvar Doktrini”ne dayanmaktadır: “İsrail işgal güçlerinin, Filistin halkına karşı gi- riştiği bütün o insanlık dışı saldırıları eleştirenler “Tüm yerli halklar, kendilerini kurtarmaya yö- de anti-semitist damgası yiyorlar. İsrail ve Siyo- nelik bir ışık gördükleri sürece nist güçler, İsrail politikala- topraklarına yerleşen yaban- rının tartışılmasının önüne cı kolonicilere karşı direnir- geçmek üzere çok geniş bir ler. Araplar da, Filistin’in İs- ilişki ve çıkar ağı kurmuş- rail toprağı haline gelmesini lardır. Avrupa Komisyonu- engelleyebileceklerine dair nun yaptırdığı bir kamuo- bir umut taşıdıkları müddet- yu araştırmasında ‘dünya çe direneceklerdir. Dolayısıy- barışına en büyük tehdidi la yerleşimimiz; onların asla kim oluşturuyor?” sorusu- parçalayamayacakları, Yahu- na cevap veren katılımcılar, di süngülerinden oluşmuş bir İsrail’i en tepeye oturtmuş- demirden duvarın arkasında tu. Soykırım tonlamalarıyla gelişebilir. Gönüllü bir anlaşma kesinlikle müm- bezeli bütün bu ırkçı söylem, İsrailli politika ve kün değildir. Araplar bizden kurtulabileceklerine din adamlarının yıllardır pompaladıkları zehrin dair az bir umut bile besleseler, direnişten vaz- bir yansımasıdır.” geçmeyeceklerdir.” İsrailli muhalif yazar İsrael Şamir’in şu muh- Soykırıma Tepkiler teşem tespitleri burada zikrettiğimiz bütün görüş ve değerlendirmeleri adeta taçlandırmaktadır: İsrail yönetiminin, Filistinlilere karşı süre gi- den soykırımcı tutumlarına yönelik dünyadan ge- “Yahudi ordumuz sivilleri öldürüyor, evleri len tepkileri dizginlemek için “Anti-Semitizm’i” yıkıyor, milyonları açlığa mahkûm ediyor ve Fi- nasıl bir savunma kalkanı haline getirdiklerine listin köylerini ablukaya alıyor; işlediğimiz suç-

50 Mart 2009 lar Çeçenistan ve Afganistan’daki Rus zulmünü, türülmüş vaziyettedir. İsrail’in bildik zulüm ve Vietnam’daki Amerikan zulmünü, Bosna’daki katliamları Filistin topraklarını kana ve soykırı- Sırp zulmünü geçti. Alman Nazilerinin sevmedi- ma boğmaya hâlâ devam etmektedir. Milyonlar- ğimiz yanı nedir; ırkçılıkları mı? Bizim ırkçılığı- ca Filistinlinin hayatı ve geleceği, vahşet ve azgın- mız daha az ve daha az zehirsiz değil! Biz ırkçılığa lıkta sınır tanımayan İsrail’in eliyle mükerreren başkası öyle olduğunda karşıyız. Biz ölüm man- kararmaktadır. galarına ve gizli operasyonlara bize karşı yapıldı- ğı sürece karşıyız. Kendi katillerimiz, Yahudi özel İslâm Dünyası’nın göbeğindeki bu zulüm oda- kuvvetleri bizim övünç kaynağımız. Yahudi dev- ğı ve insanlık ayıbının temizlenmemesi, medenî leti, yasal olarak cinayet mangaları bulunduran, dünyanın ve bu arada bütün Müslümanların sır- katliam politikası güden, Ortaçağ işkenceleri uy- tında duran ağır bir vebaldir. Filistin, ırkçı ve soy- gulayan dünyadaki tek yer.”

Evanjelistlerin Katkısı

İsrail terörünü alevlendiren en önemli faktör- lerin başında, Batının (bilhassa ABD) tipik çifte standart anlayışı ve Washington yönetimine mu- sallat olan “Evanjelik Köktencilik” gelmektedir. ABD’nin, İsrail’e karşı tarafsız ya da kayıtsız kal- masının Evanjelist görüşten türediği; bunların İncil metinlerine istinaden “eleştirmeyen deste- ğin” İsrail’e sağlanmasını salık verdikleri bir va- kıadır.

“Dispensationalism” denen teoriye göre, kut- kırımcı Siyonist tahakkümünden kurtarılmadığı sal Filistin toprakları Yahudilere Tanrı tarafından müddetçe dünyanın kıyametlerinden birinin de vaat edilmiştir ve Hz. İsa’nın dünyaya yeniden Filistin ve Kudüs’te saklı olduğu unutulmamalı- gelişi Yahudilerin bu topraklarda tam manasıyla dır. Ortadoğu’da barış ve istikrarın sağlanması- güçlü bir devlet kurduktan sonra vuku bulabile- nın önündeki en büyük engelin “İsrail terörü” ol- cektir. Hıristiyanların tarihin sonunda olacağına duğunu, aslında bazı üst düzey İsrailli yetkililer inandıkları “Armagedon Savaşı”, Filistin toprak- de dolaylı anlamda kabul etmektedir. larında gerçekleşecek ve “dünyanın merkezi” İs- rail ve Yahudiler, bu savaşta mühim bir rol oy- İsrail’in kurucusu ve ilk Başbakanı David Ben nayacaktır. Bugün Amerika’daki en yaygın fikir, Gurion’un, 1967’deki “Altı Gün Savaşları” esna- İsrail’deki Yahudilerin her gün yeni bir ‘’11 Eylül” sında dönemin Savunma Bakanı Moshe Dayan’a yaşadığı, sürekli terörizm tehlikesi altında kaldığı söylediği şu sözler bunun en büyük delillerinden- ve Filistinlilerin de “terörist” olduğudur. dir: “Bu kadar kan döktüğümüz kum tanelerinin her birini elde tutabilmeyi çok arzu ederdim. Bu Soykırımcı Devlet İsrail toprakları şimdiki sahiplerine iade etmek zorun- dayız; aksi takdirde biz Arap topraklarını işgale Bugün İsrail, kan deryası üzerinde yükselen, devam ettiğimiz sürece bizim kutsal toprakları- kendini Ortadoğu ve tüm dünyadan soyutlamış mıza barış hiçbir zaman gelmeyecektir.” bir “Terör ve Soykırım Adası” olarak arz-ı endam Kaynakça: Ralph Schpenmann, Siyonizm’in Gizli Tarihi, Kardelen Yay., 1992, s.79-95; eylemektedir. Filistin ise zalimlikte sınır tanıma- Grace Hallsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Çev: M.Acar, Ankara 2002, s.33, 76; İbrahim yan Siyonistler sayesinde koca bir kan gölüne ve Nafile, “İsrail’in Anti-Semitismi”, El Ahram Weekly, 20-26 Kasım 2003; Harun Yahya, “Benliğinden Nefret Eden Yahudi”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Nisan 2004, s.40-46; İsrael ıssızlığa gömülmüş talihsiz bir kabristana dönüş- Şamir, “Kaybedilen Ateş İmtihanı”, Yarın Dergisi, Mayıs 2002.

51 FIkıh Abdullah KAHRAMAN*

‘İLM-İ HÂL’DEN İLMİHÂL

“İlmihâller, günlük ihtiyaçlara cevap vereceği için, ele alınan konular daha çok buna göre seçilmiştir. Temizlik, abdest, gusül, namaz, oruç, zekât, hac, yemin, adak, kefaret, evlenme, boşanma gibi. Bu plan dâhilinde pek çok ilmihâl kitabı yazılmış, Osmanlı döneminde, özellikle de son yıllarında ilmihâllerin başına itikat, sonlarına da ahlak konuları eklenmiştir.”

52 Mart 2009 İlmihâl Ne Demektir, İçeriği Neden Mızraklı İlmihâl Nedir? İbarettir? İlmihâl meselesi, “Mızraklı İlmihâl” adlı bir ki- Kısaca, halin (yaşanan hayatın) ilmi/bilgisi de- tap dolayısıyla zaman zaman biraz mizah ve alay mek olan temel dînî bilgileri içeren, bir Müslüma- konusu yapılsa da aslında çok önemli bir gelenek- nın günlük hayatında her zaman veya sık sık kar- tir. Mızraklı İlmihâl’in asıl adı Miftâhu’l-Cenne”, şılaşacağı meselelerin dînî hükmünü öğreten ilim yani “cennet kapısının anahtarı”dır. Kapağının ve bu ilme dair yazılmış kitaplara “ilmihâl” denilir. üzerinde mızrak resmi bulunmasından hareketle Bu tabir daha çok halk için yazılmış olan ve herke- kitaba bu ad verilmiştir. 1480’de Edirne’de vefat sin bilmesi ve yapması gereken iman, ahlak ve fı- etmiş olan Muhammed İznikî tarafından yazıl- kıh bilgilerini kısaca ve açıkça anlatan kitaplar için mıştır. Kitapta genellikle Hanefî mezhebine göre kullanılır. Müslüman âlimler erken dönemlerden en kuvvetli hükümler toplanmış ve ihtilâflı mese- itibaren kendi dönemlerinin şartlarını ve ihtiyaç- lelere yer verilmemiştir. Bu bakımdan, halkın çok larını da göz önünde bulundurarak ilmihâl kitapla- rı yazmışlardır. İslam dünyasında ilmihâl geleneği X. yüzyılda başlamış olsa da, bu tür eserler Osman- lılar döneminde yaygın hale gelmiştir. Bazı âlimler “İlim öğrenmek her müslümana farzdır” mealin- deki hadiste geçen “ilim” kelimesini “ilmihâl” ola- rak yorumlamıştır. Bu kitapların günlük ihtiyaçları karşılamasına, kapsamasına ve anlaşılır olması- na önem verilmiş ve özen gösterilmiştir. Hatta ba- zen ezberlemeye müsait olmasına da dikkat edildi- ği için genellikle bu kitaplarda hükmün dayandığı deliller zikredilmemiştir. Bunun yerine, kişilerin, mensup oldukları mezhep hakkında hüsn-i zan sa- hibi olmaları ve zâten âlimlerin delilsiz bir şey yaz- mayacağına inanmaları istenmiştir. Delillerin zik- redilmemesinde kitabın hacminin artmaması ve pratik meselelere yer verme arzusu da rol oyna- mıştır.

Bahsedilen bu ilim günlük ihtiyaçlara cevap ve- rahat anladığı bir ilmihâl kitabı olmuştur. Mız- receği için, ele alınan konular daha çok buna göre raklı İlmihâl’in, yazıldığı dönem ve yazılış maksa- seçilmiştir. Temizlik, abdest, gusül, namaz, oruç, dı dikkate alındığında, muhtevâsı itibariyle genel zekât, hac, yemin, adak, kefaret, evlenme, boşan- olarak çok olumsuz sayılacak veya alaya alınacak ma gibi. Bu plan dâhilinde pek çok ilmihâl kitabı bir tarafı yoktur. Belki her şeyi onda arama, insan- yazılmış, Osmanlı döneminde, özellikle de son yıl- ları ona mahkûm etme, dini ondan ibaret sanma larında ilmihâllerin başına itikat, sonlarına da ah- ve onu aşılamaz görme şeklindeki yanlış tutum, lak konuları eklenmiştir. Hatta ellidört farz, otuziki modernleşme döneminde bu ilmihâle olumsuz farz gibi adlar altında daha özlü risaleler de kaleme bakılmasına sebep olmuştur. Yoksa içerdiği bil- alınmıştır. Bütün bunların amacı, mükellefe önem- giler Hanefî mezhebine göre oluşturulmuş seç- li ve pratik bilgileri kısa yoldan vermektir. me meselelerdir. Yer yer itikâd, siyer ve tasavvufî

53 bilgilere de yer verilen eserdeki bazı ifadeler gü- vam ettirmek, yeni ihtiyaçlarımızı bu ilmihâllere nümüz anlayışına ters kabul edilebilir. Meselâ bu yansıtabilmektir. Meselâ, temizlenme yolu ola- kitapta kadının namaz kılmaması, evden izinsiz rak önerilen hususlar günümüz şartlarına göre çıkması gibi sebeplerden dolayı dövülebileceği yeniden düzenlenmelidir. Bunun yanında gittik- söylenir. Kadının evine ve kocasına bağlılığını ar- çe kozmopolitleşen toplumda farklı inanç men- tırmak için bu konudaki zayıf hadislerden yarar- suplarının birbirine yaklaşımına dair bilgiler de lanılır. Fakat kitabın ilmî bir eser değil de, halk bu kitaplara konulmalıdır. Çünkü artık insanlar kitabı ve teşvik-sakındırma amaçlı yazıldığı dik- aynı inanca mensup kişilerin oluşturduğu getto- kate alınırsa bunları bir ölçüde anlayışla karşıla- larda değil, farklı inançtan kişileri çatısı altında mak mümkün olur. Fakat bunun yanında kitapta barındıran apartman, site ve şehirlerde yaşamak- bu gün bile güncel ve çok faydalı bilgiler de var- tadırlar. Bir bütün olarak ve özetle söylemek ge- dır. Diş temizliği, yemekten önce ve sonra elle- rekirse çağdaş Müslümanın ihtiyaç duyduğu her rin yıkanmasının faydaları, ahlaklı olmanın dinin temel mesele ilmihâl kitabında yer almalı, ihtiyaç vazgeçilmez emri olduğu gibi konular bu kabil- duyulmayanlar ise ayıklanmalıdır. Bu kitapları dendir. Tekrar ifade edelim ki, kitabın esas olum- adeta el kitabı, yol haritası ve rehber gibi düşün- suz tarafı, aşılmaz olarak kabul edilmesi ve dinin meliyiz. Bu sebeple de hazırlanmalarına, yöntem- oradaki bilgilerden ibaret sayılmasıdır. lerine, içerdiği bilgilerin ihtiyaçları karşılayıcı ol- masına dikkat etmeliyiz. Kendi döneminin şartlarında değerlendirildiği zaman olumlu yönleri olumsuz yönlerinden fazla- İbadet ve temizlik konularında, şayet ilgisi dır. Günümüzün anlayışıyla bakıldığında geçmiş- varsa, tıp başta olmak üzere, ilgili bilim dalları- teki pek çok kitabı ve fikri tenkit etmek mümkün- nın verilerinden yararlanmayı ihmal etmemeli- dür. Fakat fikirleri kendi ortamlarında ve çıkış yiz. Çünkü İslâm toplumları artık eskisi gibi, bü- sebeplerini dikkate alarak değerlendirebilmek tünüyle tarım toplumu değildir. Şehirleşme ve daha önemlidir. Elbette ki Mızraklı İlmihâl’i ya- yarı şehirli olma özelliği giderek artmaktadır. Es- zan zat, iyi niyetle ve insanlara dînî bilgileri kolay kiye göre temizlik anlayışında müsbet gelişmele- yoldan vermeyi hedeflemişti. Bu kitabıyla o, top- rin olduğu ve farklı temizlik şekillerinin geliştiril- lumun iyiye doğru dönüşmesini engellemeyi ak- diği toplumlarda “Kuyudan kaç kova su çekersek lından bile geçirmemişti. Dîni ilerlemenin önüne temiz olur?” şeklindeki bilgileri yeniden gözden bir engel olarak koymayı ise asla düşünmemiştir. geçirmek gerekir. Çamurlu sokakların yerini ge- Fakat zaman içerisinde toplumun seviyesi ve an- nellikle asfaltın aldığı günümüzde “Üzerimize ne layışı bu kitabı aşamaz hale gelmişse, bundan ya- kadar necaset bulaşırsa namazımıza mani olur?” zarı ve kitabını sorumlu tutmak insaflı bir davra- sorusunu bir de bugünün şartlarına göre sorma- nış olmaz. Bize düşen, ilmihâl geleneği içerisinde mız gerekir. doğmuş ve bu türün güzel ve yaygın bir ürünü ol- mayı başarmış olan bu kitabın sahih dînî bilgiyi İlmihâllerimiz kuru fıkhî bilgiler yerine hik- içeren ve günümüz şartlarına cevap verenini ya- mete, yaptığımız ibadetlerin bize kazandırması zabilmektir. gereken ruh ve davranışlara da kısaca değinmesi gerekir. Aynı zamanda İbn Rüşd’ün kendi döne- Günümüz Şartlarına Cevap Verecek minde yaptığı gibi, hükümlerin özellikle âyet ve İlmihâl Nasıl Olmalıdır? hadis dayanakları bir şekilde bu kitaplarda kısa da olsa verilmelidir. Kitabın bıktırıcı olmaması Günümüzde ilmihâl geleneği devam etmek- için farazî meseleler yerine, daha çok ihtiyaç du- tedir. Bu sefer adı “namaz hocası” şekline çevril- yulan ve temel sayılan meselelere yer verilmesi miş ve muhtevası biraz daha daraltılmıştır. Fakat gerekir. “ilmihâl” adıyla da kitap yazımı devam etmekte- dir. Esas önemli olan bu geleneği geliştirerek de- * Prof. Dr.

54 Mart 2009 OSMANLI HASRETİ

Battığın ufuklardan parlıyorsun sultanım Her fethin bir kapıydı cennetlerin önünde Okunuyor tarihin; ben Devlet-i Osman’ım Asker bayram ederdi güzel ölüm gününde

Kolunun uzandığı arza adalet verdin Bayrağına düşmeye can atardı her yıldız Bir ulu çınardın ki beşere kanat gerdin Saçlarından dokurdu sancağını cümle kız

Batırmazdı denizler sana sormadan gemi Çizmedin devletine asırlar boyu hudud Yaşatmazdın beşere asla ölüm matemi Gıda oldu ruhuna her seher sonsuz sücud

Saadet habercisi oldu ezan seslerin Gün geldi kılıç oldu sultanın elinde ney Şifa verdi kalplere aşk kokan nefeslerin Müsaviydi katında dilenci, paşa ve bey

Sinende toplandılar darmadağın kıtalar Sırtındaki dağları taşıdın da çöllere Kesildi asumanla arzdaki inkıtalar Hayat verdin kumlarda taze açan güllere

Sen öğrettin yeniden Allah’a kulluk nedir Birkaç adım yol idi Yemen’den tâ Viyana Gönüllere seferin Kul gibi şâhânedir Gün geldi terk eyledin mülkünü yana yana

Cennete çağırırdı kan damlayan kılıncın Üç kıtadan çıkarak sığdık Küçük Asya’ya Kâfire bile yoktu zerre miktarı hıncın Atlardan indik eyvah, büsbütün kaldık yaya

İnsanlığı tanıdı, Ermeni, Yahudi, Rum Her himaye ettiğin millet sana düşmandır Hudutsuz merhametin oldu sana uçurum Yıkıldığın zamanlar, yıktığına pişmandır

Zalim ve müşfik olmak yaraşmazdı devlete Nice mübarek şehrin cehenneme misaldir Adaletti tek gayen düşsen dahi zillete Bunca ateş belki de ödenen bir vebaldir

Sen ki beşer aklının son hududu Osmanlı Ellerini çektiğin her diyar boğuluyor Senin kadar olmadı bir devlet anlı şanlı Mülkünün etrafında canavarlar uluyor

Atların rüzgâr gibi uçtukça serhatlara Bir mezar taşı oldun, bir saray ve bir cami Benzerdi her askerin Oğuz’a, Kürşatlara Dolaşıyor mülkünde nice yüz bin harami

Fethettiğin her yerde sular çeşme olurdu Ne asil devletsin ki gölgen hâlâ vuruyor Çöller bile kendine serin gölge bulurdu Sultanların sesleri kubbelerde duruyor

Yükseldi nal izinden göğe misal kubbeler Mührünü sökmek için yetmiyor ihanetler Yol açtı kubbelere nice dağlar, tepeler Asırlar geçse bile bitmiyor mel’anetler

Kubbelerin hasreti İstanbul’u görmekti Beşerin idrakini nasıl aştın Osmanlı Sonra aşıp nüh felek Arşa gönül vermekti Geziyorsun göklerde ruh olup anlı şanlı

Otâğ-ı Humâyûn’un göründüğü her yerde Kâfî’dir rüzgârına kapılıp gitmek bile Kalkardı karanlıklar bir anda perde perde Yokluğun gözyaşını döndürdü âh sebile

Sonsuza uçururdu şehitlerin cânını Ekrem KAFTAN Titreyerek dinlerdi küffar mehterânını

55 Güncel Hüseyin ÇALDAK*

GELECEK SANA EY ÇOCUK ZAFER

evmek insanî bir vasıftır, ancak her- rine bedel bomba seslerinin ortalığı doldurduğu kesi sevebilmek bir erdemliliktir. yer Filistin’deki çocuk olursa! Zulme uğrayanı sevmek ise cesaret işidir. Özellikle masum ve pak fıtratlarıyla âdeta Onu sevmek ne erdemlilik, ne fazilet ne de bir melekS görünümündeki çocukları sevmek ayrı bir marifettir. Filistinli çocuğu, sevmek de yetmiyor; güzellik hatta bir vazifedir. Bir de o çocuk, kuşla- onu hissetmek ta iliklerinde… gözyaşlarını oku- rın yerine mermilerin uçtuğu, gül kokuları yerine yabilmek akan her damlasında… titreyen peri be- kan ve silâh kokularının yayıldığı, bülbül sesle- denini sarmalayabilmek var gücüyle… boşluğa

56 Mart 2009 diktiği bakışlarına umut olabilmek… uzattığı yuf- lerine, ulülazm Peygamberler gibi sabret!” (46/ ka ellerine Hızır gibi yapışmak… kaybettiği anne- Ahkaf, 35) sine bedel anne olabilmek… aradığı babasını ona verebilmek… hâsılı; onun canına can, vücuduna Bu ayet-i kerimelere ve Kur’an’daki sabırla il- kan olmak gerektir ve elzemdir. gili diğer ayetlere bakıldığında sabrın üç şekilde olabileceğini görmekteyiz. Birincisi, taat üzeri- Bütün âlem vurdumduymaz tavırlarla izliyor ne, yani ibadette sabır. Zahiren ne kadar zor olsa olanları. Dünya devleri alkış tutmakta kan ku- da, şartlar ve zaman elverişsiz de olsa, mutlaka san maşalarına. Yok olan körpe hayatlar, çiğne- ibadetlerin ifasında sabır göstermek. Yerine ge- nen masum bebekler, yetim ve öksüz kalan Fi- tirmede şeytanın ve nefsin binbir türlü hileleri- listinli çocuklar. “Ne yapabilirim ki!” kabilinden ne karşı sabırla direnmek ki buna sebat (dayan- cümle kuran Müslüman toplumlar. Bir de “Dayan mak) diyoruz. ey masum çocuk, Allah’ın nusreti zalimleri helak edecektir er-geç. Kalbim seninle, duamda sen, ya- İkincisi, masiyetten sabır. Yani günahlara nında olsam can veririm senin için…” diyerek sa- karşı iman gücüne dayanarak, İslâmiyet çizgisin- mimi yalvaran Müminler var. Manasıyla ve mad- de kalarak sabretmek. Enfüsî ve afakî (dâhilî ve desiyle masumlara koşmak isteyen dindar halklar haricî) kötülüklerin üstesinde gelebilmenin yolu, var. Buna rağmen sabretmeyi elden bırakmayan günahlara girmemekte sabrederek dayanmak ki insanlar vardır. “Allah’ın da bir bildiği var.” diye- buna da sıyanet (korunmak) diyebiliriz. rek gece-gündüz onlar için inleyen samimi yürek- ler de var bu âlemde. Sabır, iman, zafer… Üçüncüsü, musibete karşı sabırdır. İnsanın başına gelebilecek türlü bela, musibet, dert, ke- Zafer gelecek sana ey çocuk. Bizim yaptığı- der ve sıkıntılara, Allah’tan geldiğini bilerek ve mız günahlarımızın cezasını çekiyorsun sen. Za- inanarak sabretmektir. Buna da selamet diyebi- limler boğulacaklar akıttıkları kanlarının içinde. liriz. Çünkü hayrın da şerrin de Allah’tan geldiği- Allah’ın va’di vardır “akıbet senindir” diye. Bu- ni bilmek, O’nun emaneti kabul etmek kâmil ima- rada yaptıklarını görünce insan mecburen, “Za- nın tezahürüdür. O’nun yaptıklarına razı olmak limler için yaşasın cehennem” diyor. Va’d-i İlahi ne kadar yüksek bir hasletse, O’nun razı oldukla- haktır ve muhakkaktır; ancak dua ile ızdırap ile, rını yapmak da o derece yüce bir ahlaktır. Dola- çile ile ve önemlisi sabır ile olacaktır. yısıyla Rabbimizin bizlere bahşettikleri ne kadar güzel ise, bizden aldıkları da (irademiz dışında) o “Men sabera zafera” diye bir güzel söz vardır. kadar güzeldir. İşte her ikisine de teslimiyet sab- Yani, “sabreden zafere ulaşır.” Çünkü sabır her rın üst noktasıdır ve neticesi de selamettir. Zira şeyden evvel, mümin için bir kalkandır. Maddî Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Musibetlere sabre- manevî sıkıntılardan kurtulmanın ve korunma- den selamete erer” diye buyurmaktadır. nın yoludur. Bela ve musibetlerden emin olmanın kalkanıdır. Allah’a yaklaşma yolunda ibadet bir Filistinli çocuk bunları biliyormuşçasına sab- kılıç ise, sabır kalkandır. Zira sabredemeyen hak- rediyor, bunları okuyormuşçasına direniyor, kıyla ibadet vazifelerini de yerine getiremez. Aynı bunları hissediyormuşçasına “akıbeti” bekliyor. zamanda sabır, neticesinde büyük mükâfatları Sabrının ve teslimiyetinin neticesini Cenab-ı Hak olan bir ibadettir. Kur’an-ı Kerimde Yüce Mev- (c.c) en güzel şekilde verecektir onlara. Zalimin la şöyle buyurur: “Sabredenlere, mükâfatlar he- zulmüyle kaybolan malları sadaka, feda ettikleri sapsız verilir.” (39/Zümer,10); “Ey iman eden- canları şehitlik mertebesini kazandığı gibi, çektik- ler, Allah’tan sabır ve namazla yardım isteyin. leri eza ve cefalar Cennette ma-i Kevser ve misk-u Allahu Teâlâ elbette sabredenlerle beraberdir.” anber olarak kendilerine sunulacaktır inşallah. (2/Bakara, 153); “Ey Resulüm, kâfirlerin eziyet- *Dr.

57 Sahabe Albümü Bünyamin ERUL*

ABDURRAHMÂN B. UDEYS

Adı : Abdurrahman larsa da, Filistin valisi tarafından tekrar yakalan- Künyesi : Tespit edilemedi dılar. Doğum yılı : Tespit edilemedi Ömrü : 50 yaşın üzerinde olmalı Doğum yeri : Tespit edilemedi Ölüm yılı : H. 36 Baba adı : Udeys b. Amr el-Belevî Ölüm yeri : Filistin’in Halil şehrinde. Anne adı : Tespit edilemedi Ölüm sebebi : Hz. Osman’ın öldürenlerin ba- Eş(ler)i : Tespit edilemedi şındaki komutan olması Akrabaları : Tespit edilemedi Hakkında : Hudeybiye’de bulunması hase- Oğulları : Tespit edilemedi biyle şu ayetin kapsamına o da girmektedir: “Ağaç Kızları : Tespit edilemedi altında sana bey’at etmeleri dolayısıyla Allah mü- Kabilesi : Belî/Belevî minlerden hoşnut olmuştur. Gönüllerindekini bil- İslam’a girişi : Hudeybiye’de bulunduğuna göre miş, üzerlerine huzur indirmiş ve onlara yakın bir H. 6. seneden evvel olmalı fetih vermiştir.” (48/18, Fetih) Hz. Osman’ı mu- Sohbet süresi: 5-6 seneden fazla olmalı hasara eden komutan olarak insanlara namazı Rivayeti : 2 o kıldırmış ve hakkında fitnenin başı anlamında Yaşadığı yer : Medine, Mısır, “Fitne imamı” denilmiştir. Mesleği : Askerdi ve süvarilerdendi. Hadisleri : Rasulullah’ı şöyle derken işittim: Hicreti : Mısır’a yerleşti. “Bir takım insanlar, tıpkı okun yaydan çıktığı Savaşları : Mısır’ın fethine katıldı. gibi dinden çıkacaklar.” Görevleri : Hz. Osman muhasara altınday- Sözleri : Cuma hutbesinde muhasa- ken beş hafta Cuma namazlarını o kıldırmış. ra altındaki Hz. Osman’ın aleyhinde konuşmuş- Fiziki yapı : Tespit edilemedi tur. Hapisten kaçtığında yakalanınca, “Allah’tan Mizacı : Tespit edilemedi kork! Benim kanıma girme! Ben ağaç altında Hz. Ayrıcalığı : Hudeybiye antlaşmasından son- Peygamber’e bey’at etmiş bir sahabiyim!” dediy- ra Hz. Peygamber’e ağaç altında bey’at eden- se de, kendisine “Halil dağında çok ağaç var!” ler içerisindeydi. Hz. Osman’a karşı ayaklanarak denildi ve öldürüldü. Mısır’dan gelen 600 kişilik birliğin komutanıydı. Kaynaklar: Tabakat, VII. 366-7; İstiab, II. 411; Üsd, III. 474; Hz. Osman’ı 49 gün muhasara altına alarak öldür- İsabe, II. 411; DİA, I. 176; Ahmed, Müsned, V. 38, 61-63; El- düler. Dönüşte Muaviye’nin adamları tarafından Mu’cemu’l-Evsat, III. 322. yakalanıp Filistin’de hapsedildi. Hapisten kaçtı- * Prof. Dr.

58 Mart 2009 َأ َ ُأ َ ِّـ ُـئـ ُ ْ ِ َ ْ ِ َأ ْ َِ ُ ْ َو َأ ْز َ َ ِ ْ َ َ ِ ِ ُ ْ َو َأ ْر َ َ َ ِ َد َر َ ِ ُ ْ َو َ ْ ٌ َ ُ ْ ِ ْ ِإ ْ َ ِق َّا َ ِ َو ْا َ ِر ِق َو َ ْ ٌ َ ُ ْ ِ ْ َأ ْن َ ْ َ ْا َ ُ َّو ُ ْ َ َ ْ ِ ُا َأ ْ َ َ ُ ْ َو َ ْ ِ ُا َأ ْ َ َـ ُ ْ ؟ َ ُا َ َ َ َل ِذ ْ ُ ِا Kırk Hadis Türkçe Açıklaması Onbeşinci “Size amellerinizin en hayırlısını, malikiniz (Allah) katında en çok Hadis beğenilen, (cennetteki) derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yolunda) vermekten size daha sevaplı olan ve düşmanınıza rastlayıp da boyunlarını vurmanız (gazi olmanız) ile düşmanınızın sizin boyunlarınızı vurmasından (şehit edilmenizden) daha faziletli olan işi haber vereyim mi? O şey, Allah’ı zikretmektir.”

(Tirmizî, Deavât, 6)

Yorum

“Allah Teâlâ’ya yaklaştıran yolların en yakını, kulun gerek maddî ve gerekse bedenî ibadet türlerinden Allah’a yaklaşabileceği en evlâ yol, Allah Teâlâ’yı zikretmektir. Gerek dille ve gerekse tüm cismânî ve rûhî güçleriyle zikir yolunu seçen kişi en yüksek maksada erişir ve tevhidin en yüksek mertebesine ulaşır.” Tezhib: Ş Şeyh Hamid-i Veli Hz. ehnaz Özcan (Somuncu Baba)

(Şeyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.) PEYGAMBER VE BERABERİNDEKİ MÜ’MİNLER DEDİLER Kİ: ALLAH’IN YARDIMI NE ZAMAN?

Düşünce Metin ÖZDEMİR*

abır; her türlü korku, maddî ve ğı zararı kaldırması için Kendisine dua ve niyaz- manevî elemler karşısında direnç da bulunarak sabretmesinden dolayı övmüştür.1 gösterme kuvvetidir. Bazıları onu, Bir diğer tanımlamaya göre sabır; “Kişinin kendi- “Mecbur kalıncaya kadar arzulanan şeylerden sini, aklın ve dinin gerektirdiği hususlara adama- uzakS durmanın acılığını tatmaktır.” şeklinde ta- ması ve bu ikisinin kaçınılmasını gerektirdiği hu- nımlamıştır. Mutasavvıflara göre ise sabır; “Belâ suslardan da alıkoymasıdır.”2 ve musibetlerden kaynaklanan acıyı Allah’tan başkasına şikâyet etmeyi terk etmektir.” Onlar Bu tanımları dikkate aldığımızda, sabrı genel açısından Allah’a şikâyette bulunmakta bir sa- olarak iki kısma ayırmak mümkündür: Belâ, mu- kınca yoktur. Çünkü Allah, Hz. Eyyûb’u, uğradı- sibet, elem, korku ve sıkıntı gibi her türden güç-

60 Mart 2009 lüğe sabır ile, emir ve yasaklarında Allah’a itaat Peygamber ve beraberindeki mü’minler, ‘Allah’ın etmeye sabır… Her iki durumda da sabır göster- yardımı ne zaman?’ dediler. Bilesiniz ki Allah’ın mek, ilâhî yardım kapılarını açan bir anahtar hük- yardımı yakındır.”9 mündedir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım istenilmesi emredilmektedir.3 Gerçekten dünyadaki her olayın bir zamanı Hz. Lokman’ın (a.s) oğluna yapmış olduğu tavsi- vardır. Baksanıza! Doğumun bir zamanı var; ölü- yelerde de; sabır ve namazda devamlılığın ancak mün bir zamanı var. Dalların meyveye durması- büyük bir kararlılıkla yerine getirilebilecek görev- nın bir zamanı var; toplanmasının bir zamanı… lerden olduğu açıkça görülmektedir.4 Bu itibar- Dolayısıyla ağlamanın da gülmenin de bir zamanı la sabır, gerçek mü’minin ayrılmaz bir vasfıdır. var. Öyleyse insanın Allah’a güvenmesi gerekiyor. Çünkü sabır, saygıdan dolayı kalpleri ürperen- Zira işlerin sonucunu, en iyi yalnızca O biliyor. Bu ler dışında herkese zor gelen bir görevdir.5 Belki durum, tevekkül ile sabır arasında doğrudan bir de bu yüzden sabrı terk eden kimselerin küfre ya- ilişki olduğunu göstermektedir. Bu yüzden Allah, kın oldukları söylenmiştir.6 Gerçekten Kur’ân’ın Peygamberine, “…İş hakkında onlara danış. Ka- açık uyarısıyla, mallarımız ve canlarımız konu- rarını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp sunda imtihana çekildiğimizde ya da hak karşı- güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenen- sında inatla direten anlayış yoksunu kimselerden leri sever.”10 tavsiyesinde bulunmaktadır. birçok incitici sözler işittiğimizde sabır gösterip Allah’a karşı sorumluluğumuzun bilincinde ola- Sonuç olarak söylemek gerekirse, sabır, ilâhî rak hareket etmek azimle sarılmamız gereken yardım kapılarını açan en etkili duadır. Evet, sa- işlerdendir.7 bır fiilî bir duadır. Âdetâ o, kulun Allah’a hal diliy- le yaptığı bir münâcâtıdır. Bu dua her hâlükârda Her görevin zorluk oranında büyük risk- olumlu ve hayırlı bir netice verecektir. Çünkü Al- ler taşıdığı herkesin malumudur. Bu bakımdan, lah, Hz. Peygamber’e hitap ederek açık bir şekil- Kur’ân’ın açıkça zorluğuna işaret ettiği görevler- de şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse sen de kalpleri de, her mü’minin çok dikkatli olması gerekmek- azim ve kararlılıkla doldurulmuş olan bütün Pey- tedir. Zira bu tür görevlerin yerine getirilebilmesi gamberler gibi sıkıntılara karşı sabırlı ol ve on- için her şeyden önce çok güçlü ve keskin bir ira- lara sabırla katlan. Onlar hakkında acele etme, deye ihtiyaç vardır. Nitekim Kur’ân, yukarıda zik- onlar vaat edildikleri azabı gördükleri gün san- redilen ayetlerde, zorlukla kuşatılmış işler için ki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kal- “azmu’l-umûr” ifadesini kullanmıştır. Bu ifade, dıklarını sanırlar…”11 Şu halde, âhirete nisbet- “kesin bir kararlılıkla yapılması gereken işler” an- le bir hiç hükmünde olan bu dünya hayatı, işlerin lamına gelir. Bunların da sabrı ve Allah’tan gere- hemen aceleyle netice vermesini istemeye değ- ği gibi sakınma bilincini (takvâ) gerektiren işler- mez. Âhirete kesin olarak inananlar için yapılacak den olduğu açıktır.8 iş, aklın ve dinin gerektirdiği doğrultuda büyük bir azim ve kararlılıkla hareket ettikten sonra işlerin Bu zorlu görevde insanın yolunu kesen en sonucunu Allah’a havale edip sabırla beklemektir. önemli engellerden birisi, hiç şüphesiz aceleci- Dipnot liktir. İnsan, yaratılışı itibariyle çok aceleci/acûl * Doç. Dr. bir varlıktır. İster ki, eylemleri hemen netice ver- 1 Bkz., Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, et-Te’ârîf, tahkik: Muhammed Rıdvan ed-Dâye, Beyrut 1410 H.,s. 447. sin. Onun uzun süre beklemeye tahammülü yok- 2 Râgıb el-İsfehânî, Müfredât, Tahran 1379 H, s. 273. tur. Bu öylesine yanıltıcı bir ruh halidir ki, bazen 3 Bkz. 2/Bakara, 153. 4 Bkz. 31/Lokmân, 17. samimi mü’minler bile onun etkisi altında kala- 5 2/Bakara, 45. 6 Bkz., İbn Arabî, Bir Sûfî’nin Portresi, çeviren: Ali Vasfi Kurt, İstanbul 2005, bilirler. Hendek ya da Uhud savaşıyla ilgili indiği 144. söylenen şu ayet, bu durumun en açık örneklerin- 7 Bkz., 3/Âl-i İmrân, 2/186. 8 Bkz., Zemahşerî, el-Keşşâf, Dâru’l-Fikr, 1977, I, 486. den birisidir: “… Yoksulluk ve sıkıntı onlara öyle- 9 2/ Bakara, 214. 10 3/Âl-i İmrân, 159. sine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet 11 46/Ahkâf, 35.

61 Edebiyat Bekir OĞUZBAŞARAN

ŞAİRLİK

Şairlik, şiirle şuur arasındaki yakın ilişkiyi seziştir. Şairlik, konuşmaktan ziyade bir susma işidir. Şairlik, utanılacak, gizlenecek, saklanacak bir olgu değildir. Şairlik, sonradan kazanılan bir hassa değil, bir Hak vergisidir. Şair olunmaz, şair doğulur. Şairlik, cahillikle hiç bağdaşmayan şeydir. (Ziya Paşa) Şairlik, söze şekil verme sanatında mâhirliktir. Şairlik, sonsuz bir arayış yolculuğu ve bu yolculuğu anlatıştır. Şairlik, başka hiçbir şaire, yazara, insana benzemeyiştir. Şairlik, Kaf dağındaki gizli hazinenin anahtarını buluştur. Şairlik, dünya nimetlerini terk ederek bir başına kalıştır. Şairlik, güzel bir mısra avlayacağım diye, en tehlikeli denizlere dalıştır. Şairlik, kimi zaman da ölçü ve kafiyenin tesadüflerinden medet umuştur. Şairlik, “kapısını sabah rüzgârından başka açan olmasa bile” (Fuzûlî), bir ömür boyu kendi tekkesine kendi postunu seriştir. Şairlik, başka insanlardan farklı ve üstün olduğunun idrâkine varıştır. Şairlik, hatıra ilk gelen buluşların tuzağına düşmeyiştir. Şairlik, her an uçurumun kenarında ayağı kaymadan dimdik duruştur. Şairlik, en güzel şiiri ben söylerim / ben yazarım tavrına sahip oluştur. Şairlik, doğuştan getirilen ham bir yetenektir; ancak ilimle, çabayla geliştirilebilir.

62 Mart 2009 Şairlik, hesabîliğin semtine bile uğramayan gerçek hasbîliktir. Şairlik, alınıp satılabilecek bir meta değildir. Şairlik, şantaj aracı olarak kullanıldığında, en büyük alçalıştır. Şairlik, bir mizaç, karakter, huy, yapı, tabiat meselesidir. Şairlik, kendi kendine fışkıran bir petrol kuyusudur. Şairlik, kalabalıklar içinde yalnız kendinle meşgul olmaktır. Şairlik, elindeki / dilindeki elmasla kendi benliğini durmadan yontmaktır. Şairlik, “gaibi kurcalamaktır.”, “meçhuller caddesinde yürümektir.” (Necip Fazıl) Şairlik, “aşkı birdenbire bulmaktır”, “bu armağan bulanındır.” (Şeyh Galip) Şairlik, “Kop dağında bir dükkân, bir tezgâh açmaktır.” (Necip Fazıl) Şairlik, herkesten önce sahibini doyuran bir manevî gıdadır. Şairlik, “gül alıp gül satmaktır”, “gülden terazi tutmaktır”, “gülü gül ile tartmaktır.” (Ümmî Sinan) Şairlik, -Allah’ın seçtikleri hariç- dünyadaki en üstün memuriyettir. (Necip Fazıl) Şairlik, “Allah’ın körebesi, cinlerin padişahı olmaktır.” (Necip Fazıl) Şairlik, kendi içine doğru sonsuzca seyahate çıkmaktır. Şairlik, benlik madenini, ruh mücevherini mütemadiyen işlemektir. Şairlik, gönül aynasını tozlardan uzak tutmak ve onu bıkmadan usanmadan parlatmaktır. Şairlik, hekimlikten başka türlü bir hekimlik, hâkimlikten başka türlü bir hâkimliktir. Şairlik, âdeta dünyadayken cehennem azabını yaşamaktır. Şairlik, cennet lezzetlerinin tadına bakmaktır. Şairlik, insan türünün ve bütün yaratılmışların sözcülüğünü yapmaktır. Şairlik, her şeyden ve her durumdan kendine vazife çıkarmaktır. Şairlik, herkesle herkes, her şeyle her şey olmaktır. Şairlik, söz ülkesinin bezirgânbaşılığı; dil cambazlığı, oyunbazlığıdır. Şairlik, tercih edene göre, hem bir alâ-yı illiyyin, hem de bir esfel-i sâfilindir. Şairlik, Kâbe duvarına asılacak sekizinci şiire ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in hırkasına liyakate talip olmaktır.

Hâsılı şairlik, Şeyh Galip’in de dediği gibi, “bir özge maceradır”…

63 Örnek Hayat Fatih ÇINAR

MALATYA’DAN LİMNİ’YE NİYÂZİ-Î MISRÎ

akîkati arayan her sûfînin aşk 1618 yılında Anadolu’nun kültürel zenginlikler- ile yolu bir yerlerde kesişmiş- le dolu güzel şehri Malatya’da başlayıp 1694 yı- tir. O aşk ki, Mutlak Bir’e insa- lında Limni Adası’nda son bulan ömrüne birçok nı uçuran, kendisi ile tanışanı başka bir kimse ya- ilmî, ahlâkî, siyâsî ve toplumsal faaliyetleri sığ- Hpan, insanın en ulvî duygusu… dıran Mısrî, kimseden sakınmadığı dili sebebiy- le birçok defa sürgüne de mârûz kalmıştır. Mısrî, Bu yüce duyguyu hücrelerine kadar hisseden Malatya’da ilim talebi ile meşgul olurken içeri- nice büyük şahsiyetlere bu yeryüzü şâhitlik etmiş- sinde yanan aşk ateşini teskîn etmek için tasav- tir. Aşkın sarhoşluğu içersindeki bu gönül zengi- vufa yönelmiş, kendisini vuslata erdirecek bir ni insanları anlayabilen ve anlayamayanlara da… mürşid-i kâmile ulaşma niyetiyle, Diyarbakır ve Anlaşılmadığı için bu fânî hayatta ciddi sıkıntıla- Mardin’e gitmiştir. İlmî çalışmalarını da devam ra göğüs görmeye mecbur kalan, derdi Hak’tan ettiren Mısrî, Mantık ve Kelâm ilimlerini bura- başka bir şey olmayan, gönüller yapmaya gelen lardaki medreselerde tahsîl etmiştir. Daha son- çilekeş insanlara da… ra Mısır’a giden Niyâzi-î Mısrî, burada “Câmiü’l- Ezher Medresesi”nde derslere başlamış aynı Bu çilelere ömrü boyunca katlanmak zo- zamanda da gönlünü sükûnete erdirmek için runda kalan gönül insanlarından birisini yazı- Kadrî şeyhlerinden birisine intisap etmiştir. Bu mıza konu edinmek istiyoruz; Niyâzi-î Mısrî… arada gördüğü bir rüya üzerine Anadolu’ya dön-

64 Mart 2009 müş ve birçok şeyhe mülâkî olduktan sonra gön- sürülen Hazret yetmiş sekiz yaşına ulaştığı 1694 lüne derinden hitâp eden Elmalılı Ümmi Sinân yılında Limni Adası’nda vefât etmiştir. hazretlerine intisap etmiştir. Sıkıntılarla geçen ömrü, ilmî çalışmaları açısın- Bu sırada Mısrî’nin kırk yaşlarına dayanmış da son derece bereketli olmuştur. Niyâzi-î Mısrî, bir dervîş olduğunu görüyoruz. Cânı gönülden çilelerle yoğrulmuş ömrüne, Divân, Mevâidü’l- hizmet ile meşgul olduğu Ümmî Sinân kendisine İrfân, Kasîde-i Bürde Tesbi’i, Mecmûa gibi önem- hilâfet vermiş, Mısrî’nin kendi tâbir ile: “Allah’ın li eserleri sığdırabilmiştir. lûtfiyle telvin gitmiş, temkin hâsıl olmuştu.” Mısrî, Elmalı’dan halîfe olarak atandığı Uşşak’a İbn Arabî’nin sıkı bir takipçisi olan Niyâzi-î gitmiş bir müddet burada hizmet ettikten sonra Mısrî, tasavvuf musikîmizde bestelenen birçok Kütahya’ya görevlendirilmiş, takvimler 1661 yılı- ilâhi ve şiirleri ile de dikkat çeken bir isimdir. nı gösterdiğinde ise Bursa’ya gelmişti. Bursa’dan Mısrî’ye ait olan şu vecîz ifadelerle çalışmamızı sonra sürgünlerin gölgesinde geçecek bir ömür noktalayalım: Niyâzi-î Mısrî’yi bekliyordu. Dervîş olan âşık gerek yolunda hem sâdık gerek, Niyâzi-î Mısrî, vahdet-i vücûd anlayışının sıkı Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek. bir savunucusu olması, sesli zikir konusunda menfî tavır takınanlara açıkça meydan okuması Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı, ve siyâsî irâde ile bazı konularda ters düşmesi gibi Bu Mısrî gibi balçığı her bir ayak basmak gerek. çeşitli sebeplerle önce Rodos’a ardından Limni’ye sürülmüştür. 1673 yılında sürüldüğü Rodos’tan **** dönüşünde bu seferde 1676 yılında Limni’ye sür- Derman arardım derdime, gün edilmiştir. İki sene sonra affedilmesine rağ- derdim bana derman imiş, men adadan dönmeyen Hazret, 1691 yılına kadar Burhan sorardım aslıma aslım bana burhan imiş. faaliyetlerine devam etmiştir. 1691’de Bursa’ya dönen Mısrî’nin tekrar Limni’ye sürgün edilme- Savm u salât u hac ile sanma biter zâhid işin, si uzun sürmemiş, 1693’te tekrar Limni Adası’na İnsân-ı kâmil olmaya lazım olan irfân imiş.

65 Edebiyat Mustafa ÖZÇELİK

SABIR İLE MALÛM OLUR ESRÂR-I HAK

“Sabır, neredeyse iyilik oradadır. İyi olmak isteyen, iyilikle karşılaşmak isteyen kişi sabırlı olmalıdır. Sabır yabancı tanıdık herkesi özgür kılar. Çünkü öfke, kişiyi kendine tutsak eder. Ona teslim olmamak ancak sabırla mümkün olabilecek bir haldir.”

ûnus Emre’nin Risaletü’n- Yûnus Emre yolunun takipçilerinden olan Eşre- Nushiye (Öğüt Risalesi) isim- foğlu Rumî, bu durumu şöyle izah eder: li kitabı onun tefekkür yönünü gösteren bir eser olarak da dikkat çekicidir. Bu Sabr ile malûm olur esrâr-ı Hak Yeser, genel anlamda sülûk ehlinin kemâlât yo- Sabr ile bilindi her müşkil sabak lundaki serüvenini hikâye eder. Eserde insanın iç dünyasına yolculuk yapılarak onun yaratılışından Yûnus Emre de bu yüzden Divan’ındaki pek getirdiği iyi ve kötü huylar ve bunlar arasındaki çok şiirde sabır konusunu ele alan beyitler söyle- mücadele anlatılır. Buna göre insanın anasır-ı er- miştir; ama onun bu konuya asıl olarak yer ver- baasını oluşturan unsurlardan biri de topraktır. diği eseri Risaletü’n-Nushiyye’dir. Burada akıl, Toprakla insana tevekkül, cömertlik, iyi huy gibi kibir, gazap gibi kavramları anlatırken sabra da vasıflar kazandırılmıştır. İnsanın bu yolla kazan- özel bir bölüm açar. “Dâstân-ı sabır” adını taşı- dığı bir vasıf da sabırdır. yan bu bölümde sabrın bütün hallerini bir destan üslubuyla anlatır. Yûnus’un yaradılışımızı anlatırken toprak kavramına ve bununla ilgili olarak sabıra yer ver- Yûnus’a göre sabrın ilk önemli özelliği kişi- mesi boşuna değildir. Zira sabır, tasavvufta bir yi maksuduna erdirmesidir. Çünkü bu yolculuk- makam olarak, sufilik yolundaki bir dervişin uğ- ta karşılaşılabilecek pek çok zorluk ve tehlike söz rayacağı duraklardan biridir. Çünkü dervişin asıl konusudur. Sabır, işte bu durumlar karşısında gayesi “esrar-ı Hakk”ın sırlarına vukufiyettir. Bu gösterilen dayanaklılık halidir. Yine başa gelen- da ancak sabırla kazanılabilecek bir durumdur. lerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikâyetçi

66 Mart 2009 olmamak, yakınmamak, kendine acındırmamak yıllar boyunca nefsinin kötü huylarını düzeltmesi manalarıyla sabır dervişi hep Hak’la münasebet anlamına da gelir. Bu başarının temelinde yatan halinde tutar, gafletten korur. Yûnus bunun için sabırdır. Sabrı onu sonunda olgunluk makamına sabrı maksuda ermeye bir vasıta olarak bakar: ulaştırmış ve mürşid olmasını yani kendi ifade- siyle “atâ-yı devlet”e sahip olmasını sağlamıştır. Yûnus sabr ile olur işin müyesser Bulurum sabr ile bir mülk-i diğer Yûnus, eserin sabır bölümünde sabrın diğer kazındırdığı özelliklerden de bahseder. Buna göre Burada “bulmak” meselesini izah ederken Hz. nasıl Hz. Yusuf, sabırla hem maddî hem manevî Yusuf’un serüvenine telmihte bulunur. Bilindiği olarak yüksek makamlara ulaştıysa sabreden her- gibi Hz. Yusuf, kuyuya atıldığında buradan sab- kes, aynı samimiyet ve teslimiyet içinde hareket rıyla kurtulmuş ve kuyudan çıktıktan sonra aynı ederse onlar da nice makamlara ulaşacaklardır. şekilde zindanda da sabır imtihanını başarıyla ve- rerek sonradan büyük makamlara erişmiştir. Tabi Sabır kandayısa eylükdür işi ki, erişilen sadece dünyevî makamlar değildir. Müdâm âzâd ider yâd u bilişi Meseleye hikmet penceresinden bakıldığında Hz. Yusuf telmihini daha farklı anlamak durumunda Sabır, neredeyse iyilik oradadır. İyi olmak is- kalırız. Şöyle ki kuyu bu manada insanın bedeni, teyen, iyilikle karşılaşmak isteyen kişi sabırlı ol- kova hiç beklenmedik bir zamanda geliveren ilahi malıdır. Sabır yabancı tanıdık herkesi özgür kı- kurtuluş vesilesini sembolize eder. Kovayı uzatan lar. Çünkü öfke, kişiyi kendine tutsak eder. Ona kervan ehli ise pekâlâ bir mürşid olarak anlaşıla- teslim olmamak ancak sabırla mümkün olabile- bilir. Sonuç itibariyle Yûnus, maddî manada sul- cek bir haldir. tan olurken metafizik olarak nebiliğe ulaşmıştır. Bu kazanımda onu başarılı kılan ise sabrıdır. Sabırlu devleti dâyim olısar Nasîbi sabr olanlar uluyısar Nitekim Yûnus Emre’nin kendi serüvenin- de de buna benzer bir olay yaşanır. Şeyhi, onu Sabırlı kişinin sahip olduğu devlet, nimet daim dergâha dağdan odun getirmekle görevlendi- olur, elden gitmez. Nasibi sabır olan kişi ulu, yüce rir. Bu hal yıllarca sürer. Bu süre içinde Yûnus, bir kişi olur. Çünkü bütün ulu kişiler başta sab- bir tek eğri odun bile getirmez. Bu durum maddî rın timsali olan Hz. Eyüp (a.s) bu makama sabırla perspektiften şeyhine ve dergâhına saygısını gös- ulaşmıştır. Yine bu konuda unutulmaz bir örnek termekle beraber diğer yandan Yûnus’un bu uzun olan Hz. Yakup’un sabırla açılan sadece ten gözü

67 “Kişi hakikat yolunun yolcusu ise her durumda sabırlı olmalıdır. Sabır, kahırları sevince, mutluluğa dönüştürür. Kötülüğün iyiliğe, zorluğun kolaylığa, zahmetin nimete çevrilmesi ancak sabırla olabilir.”

değil, aynı zamanda can gözüdür. Yûnus’un adını andığımız eserinde sabır- la ilgili çok sayıda beyit yer almaktadır. Hemen Sabır kimdeyse ol ‘Arş’a süner hepsinde sabrın kazanımları, sabırsızlığın za- Ki sabr içre bulunur dürlü hüner rarları üzerinde durulur. Bu konuda bunca ıs- rarın sebebi ise vuslat halini gerçekleştirme ar- Arşa çıkmak, Mirac’a ulaşmak da sabrın mey- zusudur. vesidir. Her türlü marifet sırrı sabırla elde edilir. Her türlü hüner ancak sabırla kazanılır. Başar- Yûnus’un şu beyti bu arzuyu, sabrın nihai mak, kazanmak sabrın meyveleri olan ilahi ik- sonucunu gösterir. Allah’la olmak, her dem ramlardır. O’nunla olmanın şuuru içinde bulunmak... Za- ten salikin bütün arzusu da bu değil midir? Sana her hâl ile sabır gerek hoş Yûnus’un sabır destanı şu beyitlerle sona erer: Ki sabırla kılurlar kahrı hem nûş Sa‘âdet istesen sabrı güzin gör Kişi hakikat yolunun yolcusu ise her durumda Ki “Va’llahu mu‘înü’s-sâbirîn” gör sabırlı olmalıdır. Sabır, kahırları sevince, mutlu- luğa dönüştürür. Kötülüğün iyiliğe, zorluğun ko- İşitdün sabr hâlin tâ nihâyet laylığa, zahmetin nimete çevrilmesi ancak sabır- Dutanun cânına olsun beşâret la olabilir. Usan olma niçeme yol emîndür Sabır gözet sabır ‘azîz olasın Harâmî çok bu yolda pür-kemîndür Sabır beklerisen ma‘nî bulasın Bölümün nihayetini gösteren bu beyitlerde Aziz olmak, erenler katına yükselmek ancak de vurgulanan mesele yine aynıdır. Kişiyi, fela- sabrı gözetenlerin, sabırlı olanların işidir. Mana- kete, aceleciliğe, yanlış işler yapmaya sevk eden ya ulaşmak, hakikat ağacının meyvelerinden tat- öfke halinden kurtulmanın, isyandan uzak dur- mak sabırla olabilir. manın tek yolu sabırlı olmaktır.

68 Mart 2009 ŞAİRLERDE ŞAFAK BÖYLE AĞARIR YÂ RAB… Mecrasından deryalara akarken, Sular öpüşürdü ay şafağımda. Senden geldim dönüş sana; Dağlar gökyüzüne çivi çakarken, Koyma beni, bana Yâ Rab!.. Yıldızlar üşürdü ay şafağımda. Bir aşk tattım senden yana; Böyle yandım cana Yâ Rab!.. Nurun karanlığı boğduğu anlar, Ufuklardan umut doğduğu anlar. Senden seni istedim ben; Bir yerden, bir yere ulu kervanlar, Bu duamı çok görme sen!.. Ağır yük taşırdı ay şafağımda. Bu can denen koca evren; Sığmaz oldu tene Yâ Rab!.. Haydutlar yollara mayın döşerdi, Sırtlanlar geç vakit mezar deşerdi. Kul neylesin bu hikmete; Derin sessizliğe gölge düşerdi, Gül yansımış her sûrete!.. Devler kapışırdı ay şafağımda. Gönül bakmaz bu servete; Bu şöhrete, şana Yâ Rab!.. Tahayyül ederken nice zatları, İbrahimler devirirdi putları. Sensin bende beni bilen; Zafere susayan sefer atları, Tesbih ile kalbe dolan!.. Hırsla tepişirdi ay şafağımda. Arzdan, arşa her var olan; Sen’i söyler Sana Yâ Rab!.. Gizemli tabiat sır vermese de, Efsunkâr yüzünü göstermese de Varım sırdır mâ’rifette; Gözler cisimleri net görmese de, Nûrun yansır hakikatte!.. Gönüller ışırdı ay şafağımda. Bu aşk ile bu halvette; Doldum günden güne Yâ Rab!.. Ahmet Süreyya DURNA Akıl ne’tsin bu efkâra; Aşk sarılmış aşk esrâra!.. Saldın özge bir diyâra; Düştüm yönden yöne Yâ Rab!..

Rıfat ARAZ

69 Psikoloji Sefa SAYGILI*

TIP ALEMİNIN ÇÖZEMEDİĞİ SIR: İYİLEŞME

70 Mart 2009 “Araştırmacılar şu sonuca varıyorlar: Hepimizin beyninde kendi kendini iyileştirme yeteneği vardır. Gerçekten şifa, hiç tahmin etmediğimiz pek çok faktöre bağlı olarak ortaya çıkan esrarengiz bir olaydır.”

astalığa yakalanmak gibi iyi- beyninde meydana gelen değişiklikler, depresyon leşmek de birçok faktöre bağlı- ilacı kullananlara benzer verilere sahipmiş. dır. Falan ilacın veya falan teda- vi yönteminin filan hastalığın iyileşmesine sebep Holduğu söylenebilse de, şifa bulmak, bugün tıp âleminin sırrını tam olarak çözemediği bir mu- ammadır. Bazen çok ağır bir hasta mucizevî bir şekilde iyileşmekte, bazen de basit bir nezle umul- madık sonuçlara yol açabilmektedir. Çeyrek asrı bulan hekimlik hayatımda bunun sayısız örnekle- rine şahit oldum. “Ömür boyu sürer” denilen akıl hastalıklarının düzeldiğine veya basit görülen bir depresyon yüzünden akli dengenin tamamen yiti- rildiğine rastladım.

Psikiyatri dünyasının saygın dergilerinden American Journal of Psychiatry’nin Mayıs-2002 sayısında yer alan bir araştırma, hastalıklardan iyileşmenin farklı bir boyutunu daha ortaya koy- du: Beyin, yaratılışı gereği, dış bir sebebe bağlı kalmaksızın iyileşmede önemli bir rol oynamak- İşin ilginç yanı, klinik olarak düzelme oranı da tadır. aynı derecedeymiş. Yani, depresyon ilacı alanlar ile ilaç aldığını zanneden hastalar benzer oranda Bu araştırmada, iki bağımsız psikiyatrist tara- iyileşmişler. fından birbirinden ayrı muayene edilerek, DSM- IV teşhis kriterlerine göre depresyon geçirdiği Araştırmacılar, depresyon ilacı aldığına inana- tesbit edilen iki grup hasta ele alınmış. Bunlardan rak etkisiz bir maddeyle düzelen hastalardan yola bir grubuna etkili bir depresyon ilacı olan Fluoxe- çıkarak, şu sonuca varıyorlar: Hepimizin beynin- tine verilmiş. Benzer özelliklere sahip diğer hasta de kendi kendini iyileştirme yeteneği vardır. grubuna ise placebo, yani hiçbir iyileştirici özelli- Gerçekten şifa, hiç tahmin etmediğimiz pek ği olmayan tamamen etkisiz ilaç verilmiş. Grup- çok faktöre bağlı olarak ortaya çıkan esrarengiz lar rastgele seçilmiş ve araştırma çift-kör metod- bir olaydır. İster ağır isterse sıradan bir hastalığı- la yapılmış. Yani hastaları tedavi eden doktorlar, mız olsun, iyileşmenin gizli formülü ilaç prospek- servis personeli ve PET (pozitron emisyon to- tüslerinde değildir. Ne doktorlar, ne modern has- mografisi) görüntüleme ekibi hangi grubun nasıl tane donanımları, ne de sık sık öncekinden daha bir ilaç aldığından habersizmiş. etkili olduğu iddiasıyla bir yenisi piyasaya sürü- Altı haftalık tedavi sonunda Pet ile beyin glu- len ilaçlar, hastalıktan şifa bulmanın yeterli sebe- koz metabolizmasındaki değişiklikler ölçüldü- bi olmamaktadır.

ğünde, iki grubun da benzer tepki ve cevaplar ver- *Doç. Dr. diği görülmüş. Yani, placebo verilen hastaların

71 Kitap Vedat Ali TOK

“SİBİRYA’DAN“SİBİRYA’DAN ANADOLU’YAANADOLU’YA TAŞTAKİ TÜRKLER”

72 Mart 2009 urgu ile tarih oluşturulamaz. Bu hüküm, edebiyat tarihi ve dil tarihi için de geçer- lidir. Tarih, belge ister, delil ister. Bunun Kdışındaki her türlü malumat çürük ve temelsizdir. Servet Somuncuoğlu, dört yıl boyunca 150 bin km. yol kat ederek Türk tarihini ve özellikle Türk dili tarihini değiş- tirecek bir çalışmaya imza attı. 138 günlük saha çalışması ile hazırlanan bir programı TRT’de izlemiştik. “Karlı Dağ- lardaki Sır” ismiyle yayınlanan program hepimizin dikkati- ni çekmişti. Programı TRT’de büyük bir heyecanla izlerken bir yandan da bu görüntü ve belgelerin sadece TRT arşivle- rinde kalacağı düşüncesinden kurtulamamıştık. Ne de olsa ses ve görüntü bir müddet sonra hafızalardan uçacaktı. So- muncuoğlu, TRT’de yayınlanan programda vermek istedik- lerinin daha fazlasını bir kitapta toplamak suretiyle, yaptığı çalışmaları da kalıcı hâle getirmiş: Kitabın adı “Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler”. Eser, A-Z Yapı İnşaat’ın katkı- larıyla basılmış. (2008 İstanbul) Eser, şömizli kapağı bezle kaplanmış, 31x30 ebadında, renkli fotoğraflarla 543 sayfa- lık dev bir belgesel özelliği taşıyor. Yazılar Türkçe ve İngiliz- ce hazırlanmış. Sayfanın sol tarafında metinlerin Türkçesi, sağ tarafında ise İngilizcesi verilmiş.

73 Servet Somuncuoğlu, dünyanın çeşitli bölge- Türk milletinin Asya’daki serüveni binlerce yıl lerinde izini sürdüğü kaya resimlerinden yola çı- daha eskiye dayanıyor. karak çok önemli bulgular elde ediyor. Çoğumu- zun sadece bugün Moğolistan’da bulunan Orhun Kaya resimlerinin Anadolu’daki dağılımına Âbidelerinde gördüğü Göktürk Alfabesinin kulla- bakıldığı zaman da bilinen bir ezberin bozulma- nıldığı başka taşların olduğunu keşfediyor. sı gerekir. O da şu: Türklerin Anadolu’daki tarihi Selçuklulardan daha eski bir zamana tekabül edi- Sibirya’dan Anadolu`ya Taştaki Türkler’de yor. Yani Türkler Anadolu’nun kapısını 1071 Ma- Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Moğolistan, Azer- lazgirt savaşından önce açmışlar. Bu konuyla ilgi- baycan ve Türkiye’deki kaya resimlerinin nefis fo- li olarak, eserin genel danışmanlığını da üstlenen toğrafları bulunuyor. Yazar, kayaların üzerinde- Prof. Dr. Ahmet Taşağıl “Bilinen Tarihin Şafağın- ki bu resimlerin bütünündeki benzerliğe dikkat da Eski Türk Tarihinin Zaman ve Mekânda Yeri” çekiyor. Demek ki atalarımız her gittiği yere si- başlıklı yazısının bir yerinde şöyle diyor: “Bilinen linmeyecek bir damga vurmuşlar. Eserde birta- tarih bilgilerinin verdiği sonuçlardan çıkarsama kım bilgiler ve bu bilgileri destekleyen yüzlerce yapılırsa, ya da bu bilgilerin dinamiğinden ha- resim var. Resimlerin üzerindeki yazılar Türkle- reket edilirse, aynı göç yolları üzerinden Türk- rin ilk ve tek millî alfabesi olan Göktürk alfabe- lerin en eski atalarının Anadolu’ya geldiği kabul si ile yazılmış. Yapılan araştırmalara göre 65 ayrı edilmektedir. Bu çok basit bir teori gibi görünse alandan çekilen kaya resimlerinin tarihi, MÖ 14. de Avrasya coğrafyasında gelişen Türk tarihinin bin yıla kadar uzanıyor. Hâlbuki biz, dil ve ede- temel dinamikleri böyle bir sonucu çıkarsamak- biyat tarihimizi Göktürk alfabesinin ilk örnekleri tadır. Arkeolojik belgeler, özellikle kaya resimle- sayılan Göktürk kitabelerinin yazım tarihi olan 8. ri Türklerin ilk atalarının Anadolu’ya geldiğini asra kadar götürebiliyorduk. göstermektedir.” (s. 23)

Servet Somuncuoğlu’nun bu çalışması dil ve Eserin sonunda verilen yol haritasına göre edebiyat tarihine ait bilgilerin yeniden gözden ge- taşlarda saklanan gizemli tarihi bulma yolcu- çirilmesini gerektiriyor. Zira bu belgeler ve fotoğ- luğu Sibirya’da bulunan Ulan-Ude’deki müze- raflar Türk tarihinin bugünkü bilgilerle bize ka- den başlıyor, Lena Nehri ile devam ediyor. Bun- ranlık gelen dönemlerini aydınlatıyor. Demek ki dan sonra Moğolistan’da 10, Rusya’da 2, Gorno

74 Mart 2009 Kitaplık Altay’da 8, Hakasya’da 4, Tuva’da 9, Kazakistan’da 4, Kırgızistan 9, Azerbaycan’da 3 ve Türkiye’den Kars Kağızman’da 3, Erzurum’da Sadaka Taşları 1, Erzincan’da 2, Ordu’da 1, Nidayi SEVİM Hakkâri’de 2 ve Şanlıurfa, Antalya, Kitapdostu Yayınları Kütahya, Eskişehir ve İzmir’den bi- Tel: 0212 293 64 45 rer bölgede saha araştırması yapı- lıyor.

Kitabın başında yazar Ser- vet Somuncuoğlu’dan başka Prof. İlaveli Esmârü’t-Tevârîh Dr. Ahmet Taşağıl’ın “Bilinen Ta- rihin Şafağında Eski Türk Tari- Maa Zeyl hinin Zaman ve Mekânda Yeri”, Mehmed Şemî Efendi Prof. Dr. Dmitriy D. Vasilev’in Ukde Yayınları “Geçmişten Gelen Sesler”, Sencer Tel: 0344 225 13 00 Divitçioğlu’nun “Tarihle Kucaklaş- ma”, Özcan Yüksek’in “Güneş Baş- lı İnsanlar” ve Ersin Alok’un “Kaya Resimlerine Bakış” isimli makale- leri dikkat çekiyor. Dulkadir Eyaletinin Kuruluşu ve Gelişmesi Netice olarak şunları söyleye- Dr. İsmail ALTINÖZ lim: Sayın Servet Somuncuoğlu yaptığı uzun araştırmalarının se- Ukde Yayınları meresini hem bir TV programı hem Tel: 0344 225 13 00 de büyük ölçüde belgeye dayalı dev eserini bilim dünyasıyla paylaştı. Bu çalışmanın yankısı, henüz tam anlamıyla alındığı söylenemez; fa- kat özellikle tarihçilerin, dilcilerin Geleneğin İzinde ve edebiyat tarihçilerinin konuya Bekir OĞUZBAŞARAN daha fazla duyarsız kalamayacakla- rı da bir gerçek. Laçin Yayınları Tel: 0352 222 19 40 Şahsen beni en çok sevindi- ren ve heyecanlandıran hâdise ise böyle güzel bir çalışmaya Avru- palı ilim adamlarından önce bir Türk’ün imza atmış olmasıdır. Ser- vet Somuncuoğlu’nu tebrik ediyor, Son İmparator yeni çalışmalarında başarılar dili- İsmail ÇOLAK yoruz. Nesil Yayınları Tel: 0212 551 32 25 (Servet Somuncuoğlu, Sibirya’dan Anadolu’ya TAŞTAKİ TÜRKLER, A-Z Yapı İnşaat Kültür Yayınları, İstanbul, Mayıs 2008)

75 Hikâye Ümit Fehmi SORGUNLU

HAC’DA MANTı

76 Mart 2009 “Cemil Baba’nın kızmasından korktukları için, fazla üsteleyemediler. Herhalde ailece gelen Kayserili Hacıların birinden istemiştir, diye düşündüler. Cemil Baba mantıyı koyduktan sonra, geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Bir an gitmekten vazgeçmiş gibi durdu.”

ir kısım hacılar, Ravza-ı - Yoo hayır, dükkânı çocuklara bıraktım, on- Mutahhara’da kıldıkları ikişer lar idare ederler de... Hayırdır inşallah, bugün rü- rek’at tahiyyet-ül mescit ve şü- yamda anamı gördüm. Gelirken hasta bırakmış- kür namazlarının ardıdan, Peygamber Efendimi- tım zavallıyı. Ölüp ne yapmasın. Bzin kabrini ziyaret etmişlerdi. Gönülleri, kutsal bir görevi yerine getirmenin huzuru ile doluydu. - Hayra yor, hayır olsun: Sağlığına işarettir in- Kalplerinin en derin, en ulaşılmaz, ücra köşeleri- şallah! ne sanki ırmaklar akmış; yüreklerindeki en paslı kirleden dahi arınmış olmanın getirdiği rahatlık- - Amin, Hacı Efendi, amin! la, Mescid-i Nebevi’den çıkmış, hemen yanında- ki Ravza-i Mübareke denilen kısmın, gölgelik bir Orada oturan Hacıların bakışları Salih Efen- yerinde dinleniyorlardı. Gölgede olmalarına rağ- diye kaydı. Gözlerinden süzülen yaşları mendili men, kızgın güneşin etkisi, onları perişan ediyor- ile kurulamaya çalışıyordu. Bir süre sessizce Sa- du. Hacı Salih Efendi , mendiliyle yüzünde biri- lih Efendiyi seyrettiler. Gözlerindeki yaş, giderek ken ter tomurcuklarını sildi. Yanındaki zemzem sesli bir ağıta dönüşmüştü. Dayanamayıp sordu- şişesini tepesine dikti. “Aç karnına da su içilmiyor lar. ki!..” diye mırıldandı. Sağ yanında oturan Zavza- cı Mehmet Ağa’ya dönerek: - Hayırdır Hacı Efendi.

- Allah tekrarını nasip etsin Hacı, dedi. Hacı Salih Efendi içini çekerek hafifçe gülüm- sedi. Zavzacı Mehmet Ağa başını salladı. - Yok bi şey. Yarın gideceğimiz aklıma düştü - Amin, cümleyle birlikte... de, Resullah Efendimizden ayrılmanın acısı şim- diden içime oturdu. İnanın bana Hacı Efendiler, Sonra gülerek Kunduracı Hasan Efendi’ye ta- çocuklarımdan ayrılırken hiç üzülmedim, hiç de kıldı. ağlamadım. Lakin buna dayanamıyorum. Ama gitmek zorundayız. Ne tuhaf değil mi? Hac fariza- - Ne düşünüp duruyorsun, Hasan Efendi. Yok- sını yaparken, evimiz, memleketimiz hiç aklımıza sa, dükkâna mı takıldı kafan? bile gelmedi de, şimdi oraları düşünmeye başla- dık. Bu da Rabbimin bir hikmeti olsa gerek. Kunduracı Hasan Efendi, gözlerini yolun kar- şısındaki Cennet-ül Baki’den ayırarak, yeni bı- Hasan Efendi’nin yüzündeki üzüntü kaybol- raktığı sakalını kaşıdı. muş, yerini hafif bir gülümsemeye bırakmıştı. Başını tasdik anlamında sallayarak;

77 - Doğrusun, Salih Efendi, dedi: Buranın çeki- Kunduracı Hasan Efendi içini çekti. ciliği bir başka oluyor. Mıknatıs gibi bir şey. Me- sela bu kadar güç, bu kadar eziyetli bir yolculuk, - Nerden söyledin? Şimdi benim de canım is- gittiğin başka bir yerde olsun, bir daha gitmeye tedi. tevbe edersin. Ama burası öyle değil: Onca yor- gunluğa ve sıkıntıya rağmen, seneye nasıl yapıp O ana kadar, bir kenarda sessizce onları din- da tekrar gelebilirim diye düşünüyorum. leyen Cemil Baba, yerinden yavaşça kalktı. Onun kalktığını gören Zavzacı Mehmet Ağa seslendi. Hacı Salih Efendi, sağ eliyle midesini sıvazla- dı. Açlığa pek tahammül edemeyen bir bünyeye - Nereye gidiyorsun Cemil Baba? sahipti. - Kayseri’ye mantı yemeye. - Ben iyice acıktım. Siz acıkmadınız mı? Sonra da hızlı adımlarla, telefon kulübelerinin Salih Efendi’yi tasdik edercesine söylendiler. o tarafa doğru yürüyüp, kalabalıkların içinde kay- boldu. - Ne yiyelim. Cemil Baba, bütün Kayserililer’in tanıdığı, Salih Efendi, bu kez muzipçe gülümsedi. sevdiği bir insandı. Bazen muzip, bazen da insanı düşündüren sözleriyle tüm Kayseri halkının gö- - Şimdi şurada, yoğurtlu, sumaklı bir Kayseri zünde ayrı bir yeri vardı. Elinden hiç düşürmediği mantısı olsa, yemez misiniz? boya sandığı ile, halkın arasında gezer, üzerinde- ki elbiseleri hiç çıkarmazdı. Kimsenin beklemedi- Hepsi birden gülüştüler. ği bir anda, içinden geçirdiklerine cevap verir, ba- zen de ‘konuşmam yasak’ deyip başından savardı. - Şimdi mantıyı nereden bulalım? dedi Zav- Çoğu kez de şifreli cevaplarla, yolunu bekleyen- zacı Mehmet Ağa. lerin akıllarını karıştırırdı. Sandığında hiç eksik olmayan mavi boncuğu, isteyen ve yolda rastla-

78 Mart 2009 dığı herkese dağıtır, onlarla ilgili bir şeyler söy- Hepsinin de yüzü renkten renge girmiş, şaş- lerdi. Bu yüzden adı, Mavi Bocuklu Cemil Baba’ya kınlıklarını gizliyememişlerdi. kadar çıkmıştı. Bazen da tanıdığı kişilere, zengin, fakir ayırmaksızın ekmek götürüp verirdi. Onun - Mantıyı nereden buldun, ya Hacı Cemil? hakkında, kimi meczub, kimi velî, kimi de deli diye düşünürdü. Cemil Baba, bir tepsi mantıyı önlerine koyar- ken, net bir cevap vermekten kaçınır gibiydi. Kunduracı Hasan Efendi, Cemil Baba’nın ar- kasından uzun süre baktı. Kayseri’deki dükkanı- - Hem mantı istersiniz, hem de nereden bul- na sık sık uğrayarak, ekmek bırakır; “Bunu hasta- dun, dersiniz. na götür yesin.” derdi. Evine hiç girip çıkmadığı halde, anasının hasta olduğunu nasıl bildiğine bir Cemil Baba’nın kızmasından korktukları için, türlü akıl erdiremez; Cemil Baba’nın ermişlerden fazla üsteleyemediler. Herhalde ailece gelen Kay- olduğuna hükmederdi. serili Hacıların birinden istemiştir, diye düşündü- ler. Cemil Baba mantıyı koyduktan sonra, geldiği Hacı Salih Efendi, dizlerindeki varisi ovuştu- yöne doğru yürümeye başladı. Bir an gitmekten rarak. vazgeçmiş gibi durdu. Geri dönerek,

- Cemil Baba’yı kızdırdık herhalde, dedi. Hacı Salih Efendi’ye seslendi:

Zavzacı Mehmet Ağa, alnındaki ter tomurcuk- - Giderken tepsiyi evine götür, dedi. Sonra ye- larını mendiliyle silmeye çalışırken: niden kalabalıkların içinde kaybolup gitti.

- İyi ama Hacı Efendi, dedi; sen de şu müba- Mantı ziyafeti bittikten sonra, Zavzacı Meh- rek topraklarda mantı ziyafeti düşünüyorsun. met Ağa, misvakla dişlerini temizlerken: Baksana, Hacı Cemil kızgınlığını belirtmek için “Kayser’ye mantı yemeye gidiyorum” dedi. - İyi ama, bu tepsiyi ne yapacağız? dedi.

Hasan Efendi, hafifçe güldü. Kunduracı Hasan Efendi, Cemil Baba’nın ke- rametlerini duyduğu için, onun her hareketinde - Onun işine akıl ermez, dedi. Bir keresinde bir hikmet olduğuna inanan birisiydi. Kendinden hava günlük güneşlikken, Hunat Cami’si cema- emin bir vaziyette: atine, “Yağmur yağıyor, yağmur. Hepiniz ıslanı- yorsunuz!” demişti de, çoğu gülmüştü. Halbuki , - Tepsiyi Salih Efendi evine götürecek, dedi. yağmur rahmet değil mi, Hacı Efendiler? Cemil Baba böyle dediğine göre, bir sebebi var- dır. Hacı Salih Efendi ,Cemil Babayı kaçırdığına üzülerek; Hacı Salih Efendi, konunun üzerinde fazla durmadı. Tepsiyi eşyalarının arasına yerleştirdi. - Bir mantı olsa kötü mü olurdu ? dedim. Bun- Ülkesine dönmeden önce, biraz hediyelik eşya ve da kızacak, ne var sanki? hurma alması gerekiyordu. Yavaş yavaş toparlan- dı. Uçaklarının kalkmasına 24 saat kalmıştı. Sözünü tam bitirmişti ki, karşıdan elinde bir tepsi mantı ile Cemil Baba’nın geldiğini gördü. - Ben biraz alış-veriş yapacağım; sonra da hur- ma pazarına gideceğim. Akşam otelde görüşürüz, - Bak işte, Cemil Baba mantı getiriyor. dedi.

79 Kunduracı Hasan Efendi gülümsedi. Güldü- la yol yürüyemeyen varisli bacakları vardı. Hafif- ğü zamanlar alnındaki kırışıklıklar iyice belirgin- çe gülümsedi. “Hangi ev sahibi, misafirine eziyet leşiyordu. eder ki...” diye mırıldandı belli belirsiz. Şimdiye kadar gidenlerin anlattıkları ne kadar doğruymuş - Ben de elektronik cihazlara bakacağım. To- meğer. Anlatılmakla anlaşılmıyor, mutlaka o ha- runlarım atari midir, nedir; isteyip duruyorlardı. vayı teneffüs etmek, o duyguları yaşamak gerek- miş. Seneye bir kez daha gidebilmenin imkanları- Hep birlikte alış-veriş yapmak üzere kurban nı şimdiden araştırmalıydı. Hem bu kez hanımını caddesine doğru yürüdüler. da birlikte götürmeliydi.

- Baba kahven!

Kızının sesiyle düşüncelerinden ayrıl- dı. Ayaklarını sandalyeden çekip kahvesini aldı. “Höpürdeterek” iri bir yudum çektikten sonra:

- Sağ olasın kızım, dedi. Çoktandır özle- mişim mübareği. Annen ne yapıyor, içerde?

Seneye birlikte gideceklerinin müjdesini şimdiden vermek istiyordu.

- Hele bir yanıma gelsin.

- Getirdiğin eşyaları yerleştiriyor baba.

O sırada hanımı, elinde Hacı Salih Efendi’nin getirdiği mantı tepsisi ile söylenerek içeri girdi.

*** - İlahi Hacı efendi, bu tepsi sende ne gezi- yor? Dün komşular bizdelerdi. Hep birlikte man- Hacı Salih Efendi’nin evi, gün boyu hayır- tı yapmış yiyorduk. Cemil Baba geldi, mantı iste- lı olsuna gelen misafirlerle dolup taşmıştı. Ak- di. “Herhalde fakir birine götürecektir,” diye bu şam Hacı sofrası da bir hayli kalabalıktı. Yatsı tepsiyle mantı vermiştim. Şimdi senin eşyaları- namazının ardından, yavaş yavaş dağılan misa- nın içinden çıkıyor. firleri gönderdikten sonra, koltuklardan birine oturdu. Sandalyelerden birini çekip, ayaklarını Hacı Salih Efendi’nin içtiği kahve, anlık uzattı. Hâlâ üzerindeki yorgunluğu atamamıştı. bir hayretin getirdiği şaşkınlıkla elinden dökül- Büyük kızına bir kahve yapmasını söyledi. Bir ay- dü. Yudumu boğazına takılıp kaldı. Güç işitilir dır Türk kahvesini özlemişti. Gözleri bir noktaya bir sesle; “Allahuekber” diyebildi. Hac’da olanla- takılıp, düşünceleri yeniden Kâbe’ye doğru kay- rı hanımına tek tek anlattı. Bu sefer şaşırma sıra- dı. Arafat’a çıkışını, Merve ile Sefa arasındaki dö- sı hanımındaydı. nüşünü ve Beytullah’ı tavaf ederken iri yarı zen- cilerin arasından cılız bedeniyle nasıl sıyrıldığını - Cemil Baba’ya ermişlerden derlerdi de hatırladı. Orada bu kadar yorulduğunu hissetme- pek aldırış etmezdim. Allah’ım, sen beni affet, mişti. Oysa buluttan nem kapan bir bünyesi, faz- diye pişmanlıkla söylendi.

80 Mart 2009 BİZİM

Gönlümüz mutmain huyumuz halim, Harama meyletmez gözümüz bizim. Özümüz sadıktır kalbimiz selim, Kimseyi incitmez sözümüz bizim.

Biz sevdik mi Allah için severiz, Hiç kimseyi değil Hakk’ı överiz, Nefsimizi ıslah için kovarız, Rabbe yöneliktir yüzümüz bizim.

Melâli yaşarken çehremiz gülmez, Helâl olmayanı midemiz almaz, Ümit ikliminde gülümüz solmaz, Maveraya uzar izimiz bizim.

İster tipi gelsin ister fırtına, Umudumuz elbet baki yarına, Hiç birimiz razı değil talana, Sebepsiz inlemez sazımız bizim.

Daha ölmeden de ölmeyi bildik, Hazarda seferde namazı kıldık, Göçecekmiş gibi hep garip kaldık, Biçilmiş duruyor bezimiz bizim.

Hızır İrfan ÖNDER

81 Aile Ali ÖZKANLI

GÖRÜNEN VE GÖRÜNMEYEN GÜZELLİKLER

eda, ağlayarak kolundaki beni çı- — Yavrucuğum, o, bir güzellik işareti. Onu çı- karmaya çalışıyordu. Babaannesi- karmaya çalışma. Bak kolun kızarmış. Biraz daha nin yanına geldi ve ağlamaklı bir uğraşırsan kolun yara olacak dedi. Küçük kız ağ- halde:S lamayı keserek: — Kolumdaki lekeyi çıkaramıyorum, dedi. — Hayır, bu, güzellik işareti değil, tuhaf bir Babaannesi: şey. Ben bundan kurtulmak istiyorum, diyerek

82 Mart 2009 yeniden ağlamaya başladı. Babaannesi onu ku- liştirmek, sağlam kişilik kazandırmak her anne- cağına alıp bağrına bastıktan sonra torununun babanın görevleri arasındadır. Anne-babalar gözyaşlarını sildi ve: sevgilerini göstermek zorundadır. Velinin ilk ya- pacağı iş çocuğuna özgüven kazandırmasıdır. — Canım yavrum, Allah bizi görünür ve gö- Kendine inanan ve güvenen çocuk hızla gelişir. rünmez bir takım işaretlerle yarattı. Bunların hepsi özel işaretlerdir. Görünen olduğu gibi, gö- Çocuğa sık sık söz hakkı vermek, onun değer- rünmeyenler de var, deyince küçük kız: li olduğunu hissettirmek, fikirlerine saygı duy- mak, başarısını takdir etmek, başkalarıyla kıyas- — Babaanneciğim, görünmeyen güzellikler lamamak, sık sık sevdiğinizi söylemek, onlara nelerdir? dedi. Babaannesi: yeteri kadar zaman ayırmak, birlikte iş yapmak, sosyal ve sportif çalışmalara katılmalarını sağla- — Bak güzel yavrum, kalbimizdeki merhamet, mak çocukta özgüven oluşturur. cömertlik ve daha birçok güzel şeyler görünme- diği gibi, yüreğimizdeki sevgi de görünmez. Sev- Çocuk ilgi duyduğu şeylere zaman ayırdı- gi dolu yürekler vardır; ama insanlar bunları, dı- ğında anne-baba ilgi alanına müdahale ederse şarıdan baktıklarında göremiyorlar. Kolundaki çocuk zor durumda kalır, yeterince gelişemez. görünen işaretinin dışında başka güzelliklerin Duygu yakınlığı ve destek gören çocuğun kişiliği de var. Gözlerinin o güzel rengi, o tatlı sesin, par- gelişir, yetersiz duyguları aşar. mak izin ve daha birçok şey. Bütün bunlar baş- ka hiç kimseninkine benzemeyen sadece sana Anne-baba çocuğundaki korku ve güvensiz- ait olan güzelliklerdir. Allah sadece bunları sana liği kaldırmalıdır. Büyükler için küçük olan bir verdi. Rabbimizin bizlere verdiği bu özel işaret- şey, çocuk için büyük olabilmektedir. Çocuğun, ler bizi farklı ve özel yapar, dedi. Seda, babaan- “Babam bana, bunda ağlayacak ne var ki, diyor. nesinin bu sözlerini dinledikten sonra kolundaki Babam için ağlanacak bir şey olmayabilir, ama bu güzellik işaretini çıkarmamaya söz verdi. benim için ağlanacak bir durum vardır.” şeklin- de düşündüğü unutulmamalı. Büyükler için nor- Kendini ve yaptıklarını sorgulamayan, gele- mal görülen bir olay, çocuk için ürkütücü, hatta cekleri olan gençleri iyi eğitemeyen milletlerin korkutucu olabilir. Çocuk problemle karşılaşın- sonları hiç de iyi sonuçlanmıyor. Gençlerimizi ca anne-babanın görevi, çocuğunun bunun üs- iyiye, güzele, doğruya, yararlıya yöneltemiyor- tesinden geleceğine inandırmaları ve her zaman sak, gençlerdeki enerjiyi, yetenek ve becerilerini, yanında olduklarını söylemeleri ve ona destek duygularını geliştirmede onlara rehberlik yapa- olmalarıdır. mıyorsak toplu olarak hatayı kendimizde ara- malı ve ben ne için yaşıyorum demeliyiz. Anne-babalar çocuklarına gönül desteği ile sevgilerini göstererek psikolojik destek sağla- Ünlü tıp bilgini İbn-i Sina: “Gençliği doğru ve malıdır. Sevgi cimrisi olmamalıdır. Çocuğumu- güzele sevk etmek, bütün insanlığı iyi ve güze- za hiç çekinmeden her fırsatta, seni seviyorum le sevk etmektir.” Mevlâna: “Gençlerini iyi ida- demeliyiz, bunu duyan çocuk, kendini güvende re edemeyen toplumlar harap olmayı göze al- ve güçlü hisseder. Çocuğumuza güven kazan- malıdır.” diyor. dırmanın bir yolu da onları tanıyıp, becerileri- ni uygulayacakları ortamı hazırlamak, onların Sevgili anne-babalar; gelin iyi bir hesap ya- fikirlerini almak, duygu ve düşüncelerini anla- palım, gençlerimizi iyi eğiterek, geleceğimizi maya çalışmaktır. Çocuğumuza güven kazan- kurtaralım. Çocuğu eğiterek hayata hazırlamak dırmak istiyorsak, konuşurken yüzüne bakmalı, çok önemli bir görev, değerli bir sanattır. Çocu- sorumluluk vermeli ve takdir edip ödüllendir- ğa güven duygusu vermek, sosyal yönlerini ge- meliyiz.

83 Sağlık Akın DİNDAR

HAYATTA EN ÇOK YAPILAN 5 HATA

nsanlar hayatı hata yaparak öğrenir. için gereken zamanı doğru hesaplayın. Hayalini- Hatalardan alınan dersler bizler için zin kısa sürede olmasını ya da size altın tepsi de hayat tecrübesidir... Ancak hepimi- sunulmasını beklemeyin. zin sıkça yaptığı ortak hatalar da vardır. İşte ders İalmamız gereken en sık yapılan hatalar ve hedefi- 3. Tek Başına Hareket Etmek nize ulaşmanızı sağlayacak öneriler... Yalnız kalmayın, birine danışın. Kilo vermek 1. Sorunları ve Hedeflerinizi istiyorsanız zayıflayan birine nasıl başardığını so- run, sigara bırakmak için sigarayı bırakan birin- Ertelemek den destek alın, işinden ayrılan biri varsa sonrası- Sorunlarınızı her zaman ertelemek insanların nı öğrenin. Doğru yolu bulmak için deneyimlere, yaptıkları hatalardan en yaygını. Hedeflerinizi bilgiye ihtiyacınız var. Bunu yalnız yapmaya ça- asla ertelemeyin. Sorunlarınızın üstünü örterek lışmayın. Bir plana ihtiyacınız var. Hedeflerine görmezden gelmeyin. Yeni yılın ilk ayını doldur- ulaşan iyi insanların biyografilerini okuyun. İste- duk bile, hala hedeflerinizi gerçekleştiremediyse- diğiniz gibi bir değişikliği kimlerin yaşadığını bi- niz daha fazla ertelemeniz için neden yok. Yavaş liyor musunuz? Ne kadar çalıştılar, ne kadar za- yavaş hedefinize doğru ilerlemeye gayret edin. man aldı, ne yaptılar öğrenin. Yapılması gereken değişiklikleri, ne zaman ilerle- yeceğinizi ancak siz bilirsiniz. Bir süre bununla il- 4. Kaldıramayacağınız Yükün gili planlar yapın ve uygulamaya koyun. Altına Girmek

2. Acele Etmek Üstesinden gelemeyeceğiniz, kaldıramayaca- ğınız yükler edinmeyin. Hayatınızda 5 şeyi değiş- Beklentilerinize ulaşmak için acele etmeyin. tirmek isterseniz hiç bir şeyi değiştiremezsiniz. Yeni yılla ilgili beklentilerinizi olduğundan yük- Eğer bu yıl sigarayı bırakma, taşınma, , kariyer sek tutmuş olabilirsiniz ancak vazgeçmeyin. 3, 6, 9 ay içinde yaşamınızda büyük değişiklikler yapa- bilmeniz çok düşük bir ihtimaldir. Hayatanız 6 ay ve 1 yıl arasında değişebilir. Hedefinize ulaşmanız

84 Mart 2009 değişikliği ve iyi maaş beklentiniz varsa üzeri- ne soğuk su içebilirsiniz. Gerçekten istediğiniz şeyi elde etmek istiyorsanız en çok iki tanesi- ni belirlemeniz doğru olacaktır. Kendinize so- run: Bu yıl gerçekten mutlu olmak için ne yap- malıyım? Beyniniz istediğiniz şeye daha iyi odaklanacaktır.

5. Geçmişte Yaşamak

Sorunların en büyüğü günü takip ede- memek, geçmişte yaşamaktır. Geçmişe aşı- rı bağlı biriyseniz umduğunuz şeyleri elde etmeniz daha zor olacaktır. Geçmiş, gele- cekte yapacağınız yanlışları bildirmez. Geç- mişte edindiğiniz sizi engelleyen hayalet korkularınızdan kurtulun. Kendinizi affe- din, geçmişte yaşadıklarınızı kabul edin ve olumsuz tecrübelerinizden ders alarak ge- leceğinizi şekillendirin. Geleceğinizi siz şe- killendirin. Sağlıklı günler dileklerimle….

85 Gönülden İkramlar Mesude SARI

Bekir SARI

Kök Yemeği

Malzemeler: Hazırlanışı: 18 adet ıspanağın başı Ispanak köklerini saplarıyla beraber kesip temizce yı- 2 adet domates kıyoruz. Kıymayı tereyağıyla kavurup buna doğranmış Yarım su bardağı haşlanmış nohut domateslerle beraber nohut ve pul biberi ilave ediyo- 2 çorba kaşığı kavrulmuş kıyma ruz. Sonra hazırladığımız kökleri ve limon suyunu da 1 çorba kaşığı tereyağı ilave edip, kısık ateşte kökleri yumuşayıncaya kadar pi- Tuz, pul biber, 1 limonun suyu şiriyoruz. Daha sonra yoğurtla servis yapıyoruz.

8686 Mart 2009

Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli 70 TL

YÖl: 3 SayÖ: 27 101 100 AylÖk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Mart 2009

AYLIK ĐLĐM-KÜLTÜR VE EDEBĐYAT DERGĐSĐ FiyatÒ: 7 TL MART 2009 AYLIK ĐLĐM-KÜLTÜR VE EDEBĐYAT DERGĐSĐ FiyatÒ: 7 YTL đ UBAT 2009

YÖl: 3 SayÖ: 26

AylÖk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - ùubat 2009

SabrÒn Sonu OsmanlÒ’nÒn Nimet Sahibinin Asya’nÒn Selâmettir Yetimi Filistin FarkÒnda Olmak: đükür Kubbeleri Dergisi Hediyesi... 20 42 Dergisi Hediyesi... 06 46

Her satırını okurken farklı boyutlarıyla Visan İktisadi İşletmesi Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende Malatya farklı manevi iklimlerde gezeceğiniz bu Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected] dergiyi elinizden bırakamayacaksınız. www.somuncubaba.net

Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir. Adı / Soyadı:

Kurum Adı: Posta Çeki Hesap No: 1361068 Ziraat Bankası Darende Şubesi : 26798480-5001 Ünvan: Dergi Teslim Adresi: Faturayı adıma kesiniz Faturayı şirket adına kesiniz

Vergi Dairesi:

Posta Kodu: Şehir: Vergi No:

Telefon: ( ) Abone Başlangıç Tarihi:

Faks: ( ) İmza

E-posta: @

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

88 Mart 2009