Quick viewing(Text Mode)

Nazım Hikmet Tüm Şiirleri

Nazım Hikmet Tüm Şiirleri

21-1-924

LambayÕ yakma, bÕrak, sarÕ bir insan baúÕ düúmesin pencereden kara. Kar ya÷Õyor karanlÕklara. Kar ya÷Õyor ve ben hatÕrlÕyorum.

Kar... Üflenen bir mum gibi söndu koskocaman ÕúÕklar... Ve úehir kör bir insan gibi kaldÕ altÕnda ya÷an karÕn.

LambayÕ yakma bÕrak!

Kalbe bir bÕçak gibi giren hatÕralarÕn dilsiz olduklarÕQÕ anlÕyorum. Kar ya÷Õyor ve ben hatÕrlÕyorum.

1 MayÕs da

YaúÕm yirmi Lenin sa÷ .Õ]Õl Meydan'da Yüzellibin insan Otuzbeú\Õl geçti aradan YaúÕm yine yirmi Lenin yine sa÷ .Õ]Õlmeydanlar'da Bir milyon insan

19 yaúÕm

Benim ilk çocu÷um, ilk hocam, ilk yoldaúÕm 19 yaúÕm Sana anam gibi hürmet ediyorum edece÷im Senin ilk arúÕnladÕ÷Õn yoldan gidiyorum gidece÷im Benim ilk çocu÷um, ilk hocam, ilk yoldaúÕm 19 yaúÕm * Çok uzaklarda yuvarlanÕyor baúÕm Oturuyor 19 yaúÕm yata÷ÕPÕn baúucunda ellerimin avucunda bana diyor ki; -- kafamÕzda getirelim geri o delikanlÕ günleri cancazÕm, o dehúetli güzel günleri... * Köpüklü úahlanÕúlarÕn dönüm yeri.. DünyanÕn altÕda biri; kan içinde do÷uran ana.. østasyondan istasyona yalÕnayak tanklarÕ kovalayarak açlÕkla yarÕú... ùarkÕlarÕn boyu kilometre ölümün boyu bir karÕú... * Kafkas; güneú Sibirya; kar Seslenebildi÷iniz kadar ses- -lenin 24 saatte 24 saat Lenin 24 saat Marks 24 saat Engels Yüz dirhem kara ekmek, 20 ton kitap ve 20 dakika úey! .. * Ne günlerdi heheheeey onlar ne günlerdi ahbap! ! .. Çok uzaklarda yuvarlanÕyor baúÕm Duruyor karanlÕkta 19 yaúÕm LambayÕ yakÕyorum ona hayretle muhabbetle hürmetle ve daha bilmem neyle bakÕyorum bakÕúÕyoruz * <ÕllarÕn arkasÕnda çÕrptÕ kanadÕQÕ 'Strasroy Ploúaat' Õn saat kulesi YaúÕyor herhangi bir 24 saatini Vatandaú kavgasÕQÕn darülfünun talebesi; BalÕk çorbasÕ, tüfek talimi, tiyatro, balet .øTAP.. Patetes kamyonu baúÕnda süngü tak bekle nöbet .øTAP... KøTAP... Madde, úuur, istismar, fazla kÕymet .øTAP... KøTAP... KøTAP... Manikür; hayÕr, Diú fÕrçasÕ; evet. .øTAP... KøTAP... KøTAP... Bu ne 24 saat bu ne 24 saattir ahbap! ! * $úk; yoldaú, Profesör; yoldaú, Zenci; coni, Alman; Telman, Çinli; Li Ve 19 yaúÕm yoldaú da yoldaú, yoldaú da yoldaú, yoldaúÕm... <ÕllarÕn arkasÕnda yuvarlanÕyor baúÕm baúÕm yuvarlanÕyor Uzun saçlarÕndan tutuútu yÕllar \Õllar yanÕyor yanÕyor da yanÕyor... * Oku Yaz Boz Ba÷Õr Ça÷Õr! Bütün kuvvetinle nefes al... KaFanda, kalbinde etinde iskeletinde ihtilal... øhtilal; gündüz-gece Gece ormanda çam dallarÕ yakarak, bembeyaz yusyuvarlak aya bakarak, hep bir a÷Õzdan úarkÕlar söyleniyor.. Ve bu anda kuvvetli dinç bir a÷UÕdan gelen deli bir sevinç VÕçrar atlar köpüklenir çatlar kafanda... * Haaayydaa, beyaz ordularÕ dumanlÕ ufuklar gibi önüne katan bir kÕ]Õl süvarisin, bir kÕ]Õl süvariyim, bir kÕ]Õl süvariyiz, bir kÕ]Õl, , , , , Geçti üç yÕl Ey benim 19 yaúÕm, Ormanda çam dallarÕ yaktÕ÷ÕPÕz hep bir a÷Õzdan úarkÕlar söyleyerek aya baktÕ÷ÕPÕz gecelerin üstünden...... Ben yine söylüyorum aynÕúarkÕlarÕ Döndürmedi rüzgar beni havada yapra÷a, ben kattÕm önüme rüzgarÕ... Ve sen ki en yÕNÕlmazlarÕ yÕkabilirsin, gözüme bakabilir elimi sÕkabilirsin... Ve sen ki... Sen, BENøM øLK ÇOCUöUM, øLK HOCAM, øLK YOLDAùIM 19 YAùIM

23 Sentlik Asker

23 Sentlik asker Mister Dalles, sizden saklamak olmaz, hayat pahalÕ biraz bizim memlekette. Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz, koyun eti, 'da 23 sente, yahut iki kilo kuru so÷an, yahut bir kilodan biraz fazla mercimek, elli santim kefen bezi yahut, yahut da bir aylÕ÷Õna yirmi yaúlarÕnda bir tane insan. erkek, D÷]Õ burnu, eli aya÷Õ yerinde, üniformasÕ, otomati÷i üzerinde, yani öldürme÷e, öldürülme÷e hazÕr, belki tavúan gibi korkak, belki toprak gibi akÕllÕ belki gençlik gibi cesur, belki su gibi kurnaz (her kaba uymak meselesi) , belki ömründe ilk defa denizi görecek, belki ava meraklÕ, belki sevdalÕGÕr. Yahut da aynÕ hesapla Mister Dalles (tanesi 23 sentten yani) satarlar size bu askerlerin otuz beúini birden østanbul'da bir tek odanÕn aylÕk kirasÕna, seksen beú onda altÕVÕQÕ yahut bir çift iskarpin parasÕna. YalnÕz bir mesele var Mister Dalles, herhalde bunu sizden gizlediler: Size tanesini 23 sente sattÕklarÕ asker mevcuttu üniformanÕ]Õ giymeden önce de, mevcuttu otomatiksiz filan, mevcuttu sadece insan olarak mevcuttu, tuhafÕQÕza gidecek, mevcuttu hem de çoktan mÕ çoktan, daha sizin devletinizin adÕ bile konmadan. Mevcuttu, iúiyle gücüyle u÷raúÕyordu, mesela, Mister Dalles, yeller eserken yerinde sizin New-York'un, kurúun kubbeler kurdu o gökkubbe gibi yüksek, haúmetli, derin. Elinde bahçeleri gibi nakÕúlandÕ ipek. HalÕ dokur gibi yonttu mermeri, ve nehirlerin bir kÕ\ÕVÕndan öbür kÕ\ÕVÕna ebemkuúD÷Õ gibi attÕ kÕrk gözlü köprüleri. DahasÕ var Mister Dalles, sizin dilde anlamÕ pek de belli de÷ilken henüz, zulüm gibi, hürriyet gibi, kardeúlik gibi sözlerin, dövüútü zulme karúÕ o, ve istiklal ve hürriyet u÷runa ve milletleri kardeú sofrasÕna davet ederek, ve yarin yana÷Õndan gayrÕ her yerde, her úeyde, hep beraber, diyebilmek için, yürüdü peúince Bedreddin'in O, tornacÕ Hasan, köylü Mehmet, ö÷retmen Ali'dir. kaya gibi yumru÷unun son ustalÕ÷Õ: 922 yÕOÕ 9 eylülüdür. Dedim ya Mister Dalles, , Herhalde bütün bunlarÕ sizden gizlediler. ucuzdur vardÕr illeti. Hani úDúmayÕn, yarÕn çok pahalÕya mal olursa size, bu 23 sentlik asker, yani benim fakir, cesur, çalÕúkan, milletim, her millet gibi büyük Türk milleti. (1953) 31 MayÕs 1962

Yoruldun a÷ÕrlÕ÷ÕPÕ taúÕmaktan ellerimden yoruldun gözlerimden gölgemden sözlerim yangÕnlardÕ kuyulardÕ sözlerim bir gün gelecek ansÕ]Õn gelecek bir gün ayak izlerimin a÷ÕrlÕ÷ÕQÕ duyacaksÕn içinde uzaklaúan ayak izlerimin ve hepsinden dayanÕlmazÕ bu a÷ÕrlÕk olacak.

AçlarÕn Gözbebekleri

De÷il birkaç de÷il beú on otuz milyon aç bizim!

Onlar bizim! Biz onlarÕn! Dalgalar denizin! Deniz dalgalarÕn!

De÷il birkaç de÷il beú on 30.000.000 30.000.000! Açlar dizilmiú açlar! Ne erkek, ne kadÕn, ne o÷lan, ne kÕz VÕska cÕOÕz H÷ri bü÷rü dallarÕyla H÷ri bü÷rü a÷açlar! Ne erkek, ne kadÕn, ne o÷lan, ne kÕz açlar dizilmiú açlar!

Bunlar! Yürüyen parçalarÕ o kurak topraklarÕn!

Kimi kemik dizlerine vurarak yuvarlak bir karÕn taúÕyor!

Kimi deri... deri! YalnÕz yaúÕyor gözleri! Uzaktan simsiyah sivrili÷i nokta nokta uzayÕp damara batan kocaman balÕ bir nalÕn çivisi gibi deli gözbebekleri, gözbebekleri! Hele bunlar hele bunlarda öyle bir a÷UÕ var ki, bunlar öyle bakarlar ki!... $÷UÕPÕz büyük! büyük! büyük! Fakat artÕk imanÕPÕza inemez tokat! Demirleúti ba÷UÕPÕz, çünkü a÷UÕPÕz 30.000.000 deli gözbebekleri! Gözbebekleri! Ey beni D÷]Õ açÕk dinleyen adam! Belki arkamdan bana bu kalbini haykÕrana “kaçÕk” diyen adam! Sen de e÷er ötekiler gibi kazsan, bir mana koyamazsan sözlerime bak bari gözlerime; bunlar: Deli gözbebekleri! Gözbebekleri!

AçlÕk Ordusu Yürüyor...

AçlÕk ordusu yürüyor yürüyor ekme÷e doymak için ete doymak için kitaba doymak için hürriyete doymak için.

Yürüyor köprüler geçerek kÕldan ince kÕOÕçtan keskin yürüyor demir kapÕlarÕ yÕrtÕp kale duvarlarÕQÕ yÕkarak yürüyor ayaklarÕ kan içinde.

AçlÕk ordusu yürüyor adÕmlarÕ gök gürültüsü türküleri ateúten bayra÷Õnda umut umutlarÕn umudu bayra÷Õnda.

AçlÕk ordusu yürüyor úehirleri omuzlarÕnda taúÕ\Õp daracÕk sokaklarÕ karanlÕk evleriyle úehirleri fabrika bacalarÕQÕ paydostan sonralarÕQÕn tükenmez yorgunlu÷unu taúÕyarak.

AçlÕk ordusu yürüyor ayÕ ini köyleri ardÕnca çekip götürüp ve topraksÕzlÕktan ölenleri bu koskoca toprakta.

AçlÕk ordusu yürüyor yürüyor ekmeksizleri ekme÷e doyurmak için hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlÕk ordusu yürüyor yürüyor ayaklarÕ kan içinde.

$÷a Camii

$÷a Camii; Havsalam almÕyordu bu hazin hali önce Ah, ey zavallÕ cami, seni böyle görünce Dertli bir çocuk gibi imanÕma ba÷landÕm; AllahÕPÕn ismini daha çok candan andÕm. Ne kadar yabancÕVÕn böyle sokaklarda sen! Böyle sokaklarda ki, anasÕ can verirken, ,úÕklÕ kahvelerde kendi öz evladÕ var... Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldÕUÕmlar, En kirlenmiú bayra÷Õn taúÕyor gölgesini, Üstünde orospular yükseltiyor sesini. Burda bütün gözleri bir siyah el ba÷OÕyor, YalnÕz senin gö÷sünde büyük ruhun a÷OÕyor. Kendi elemim gibi anlÕyorum ben bunu, AnlÕyorum bu yerde azap çeken ruhunu Bu imansÕz muhitte öyle yalnÕzsÕn ki sen Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen! Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster Mukaddes huzurunda el ba÷lamayan bu yer Bir gün harap olmazsa Türkün kÕOÕç kÕQÕyla, Baútan baúa tutuúsun göklerin yangÕQÕyla!'

$÷lamak Meselesi

NasÕl etmeli de a÷layabilmeli farkÕna bile varmadan? NasÕl etmeli de a÷layabilmeli ayÕpsÕz, Dúikare, ya÷mur misali?

Neylersin alÕúkanlÕk için kan a÷larken yüzün güler dikilitaú gibi dinelirsin yine. Yavrum, eriúmek ne müúkülmüú me÷er, anneler gibi a÷lamanÕn yi÷itli÷ine?

Alarga Gönül

Alarga gönül: Demir al... .ÕrmÕ]Õ bir amiral gibi kaptan köprüsüne çÕk... KarúÕnda deniz: kaúÕ çatÕk sana bakan kocaman mavi bir göz...

Alarga gönül, palamarÕ çöz... Amiral demir al...

Gönül kaptan köprüsüne çÕk... ÇayÕr kokusu alan bir tay gibi kokla açÕk denizleri... Çevirmesin senin kafanÕ geri geride kalanlara do÷ru giden dümen suyunun köpüklü izleri...

Alarga gönül, palamarÕ çöz... Amiral demir al...

Sür gemiyi dalgalarÕn gözüne... kulak asma Fikretin sözüne... Çocu÷un anan olan: denize inan...

Alarga gönül daha alarga daha alarga daha daha!

Alarga gönül alarga...

Angina Pektoris

YarÕVÕ burdaysa kalbimin yarÕVÕ Çin’dedir, doktor. SarÕnehre d÷ru akan ordunun içindedir. Sonra, her úafak vakti, doktor, her úafak vakti kalbim Yunanistan’da kurúuna diziliyor. Sonra, bizim burada mahkumlar uykuya varÕp revirden el ayak çekilince kalbim ÇamlÕca’da bir harap konaktadÕr her gece, doktor. Sonra, úu on yÕldan bu yana benim, fakir milletime ikram edebildi÷im bir tek elmam var elimde, doktor, bir kÕrmÕ]Õ elma: kalbim… Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis, Lúte bu yüzden, doktorcu÷um, bu yüzden bende bu angina pektoris… BakÕyorum geceye demirlerden ve iman tahtamÕn üstündeki korkunç baskÕya ra÷men kalbim en uzak yÕldÕzla birlikte çarpÕyor.

AnlayamadÕlar

Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamÕzda... Ateúin yanÕnda barut, barutun yanÕnda ateú olasÕn diye! .. RakÕ sofralarÕnda söylenip, acÕ tütün çi÷nercesine sevdik ANLAYAMADILAR... Arhaveli øsmail'in Hikayesi

Ateúi ve ihaneti gördük.

Düúman ordusu yine baúladÕ yürüme÷e. Akhisar, Karacabey, Bursa ve Bursa'nÕn do÷usunda Aksu, çarpÕúarak çekildik... 920'nin 29 A÷ustos'u: 8úak düútü. YaralÕ ve dehúetli kÕzgÕn fakat topra÷ÕPÕzdan emin, DumlupÕnar sÕrtlarÕndayÕz. Nazilli düútü.

Ateúi ve ihaneti gördük. DayandÕk dayanmaktayÕz.

1920 ùubat, Nisan, MayÕs, Bolu, Düzce, Geyve, AdapazarÕ: øçimizde Hilâfet Ordusu, Anzavur isyanlarÕ. Ve aynÕ sÕradan, 3 Ekim Konya. Sabah. 500 asker kaça÷Õ ve yeúil bayra÷Õyla Delibaú girdi úehre. Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler. Ve Manavgat istikametlerinde kaçÕp ölümlerine giderken terkilerinde kesilmiú kafalar götürdüler.

Ve 29 AralÕk Kütahya: 4 top ve 1800 atlÕ bir ihanet yani Çerkez Ethem, bir gece vakti kilim ve halÕ yüklü katÕrlarÕ, koyun ve sÕ÷Õr sürülerini önüne katÕp düúmana geçti. Yürekleri karanlÕk, kemerleri ve kamçÕlarÕ gümüúlüydü, atlarÕ ve kendileri semizdiler...

Ateúi ve ihaneti gördük. Ruhumuz fÕrtÕnalÕ, etimiz mütehammil. Sevgisiz ve ihtirassÕz çÕplak devler de÷il, inanÕlmaz zaaflarÕ, korkunç kuvvetleriyle, silâhlarÕ ve beygirleriyle insanlardÕ dayanan. Beygirler çirkindiler, bakÕmsÕzdÕlar, hasta bir fundalÕktan yüksek de÷illerdi. Fakat bozkÕrda kiúneyip köpürmeden sabÕrlÕ ve doludizgin koúmasÕQÕ biliyorlardÕ. ønsanlar uzun asker kaputluydu, yalnayaktÕ insanlar. ønsanlarÕn baúÕnda kalpak, yüreklerinde keder, yüreklerinde müthiú bir ümit vardÕ. ønsanlar devrilmiúti, kedersiz ve ümitsizdiler. ønsanlar, etlerinde kurúun yaralarÕyla köy odalarÕnda unutulmuútular. Ve orda sargÕ, deri ve asker postallarÕ halinde yan yana, sÕrtüstü yatÕyorlardÕ. KoparÕlmÕú gibiydi parmaklarÕ saplandÕ÷Õ yerden H÷rilip bükülmüútü ve avuçlarÕnda toprak ve kan vardÕ.

Ve asker kaçaklarÕ, korkularÕ, mavzerleri, çÕplak, ölü ayaklarÕyla karanlÕkta köylerin içinden geçiyorlardÕ. AcÕkmÕúWÕlar, merhametsizdiler, bedbahttÕlar. ùosenin ÕssÕz beyazlÕ÷Õna inip nal sesleri ve yÕldÕzlarla gelen atlÕ\Õ çeviriyor ve Bolu da÷Õnda ekmek bulamadÕklarÕ için deviriyorlardÕ uçurumlara: úayak, cÕgara kâadÕ, tuz ve sabun yüklü yaylÕlarÕ.

Ve çok uzak, çok uzaklardaki østanbul limanÕnda, gecenin bu geç vakitlerinde, kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takalarÕ: hürriyet ve ümit, su ve rüzgârdÕlar. Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculu÷undan beri vardÕlar. Tekneleri kestane a÷acÕndandÕ, üç tondan on tona kadardÕlar ve lâkin yelkenlerinin altÕnda IÕndÕk ve tütün getirip úeker ve zeytinya÷Õ götürürlerdi. ùimdi, büyük sÕrlarÕQÕ götürüyorlardÕ. ùimdi, denizde bir insan sesinin ve demirli úileplerin kederlerini ve Kabataú açÕklarÕnda sallanan saman kayÕklarÕQÕn fenerlerini peúlerinde bÕrakÕp ve karanlÕk suda Amerikan taretlerinin önünden akÕp küçük, kurnaz ve ma÷rur gidiyorlardÕ Karadeniz'e. Dümende ve baúaltlarÕnda insanlarÕ vardÕ ki bunlar uzun e÷ri burunlu ve konuúmayÕúehvetle seven insanlardÕ ki VÕrtÕ lâcivert hamsilerin ve mÕVÕr ekme÷inin zaferi için hiç kimseden hiçbir úey beklemeksizin bir úarkÕ söyler gibi ölebilirdiler...

KaranlÕkta kurúunîi derisi kÕrmÕ]Õya boyanan baltabaú gemi øngiliz torpitosudur. Ve dalgalarÕn üstünde sallanarak alev alev yanan: ùaban Reisin beú tonluk takasÕ. Kerempe Fenerinin yirmi mil açÕ÷Õnda, gecenin karanlÕ÷Õnda, dalgalar minare boyundaydÕlar ve baúlarÕ bembeyaz parçalanÕp da÷ÕOÕyordu. Rüzgar: \ÕldÕz - poyraz. Esirlerini bordasÕna alÕp kayboldu øngiliz torpitosu. ùaban Reisin teknesi ateúten diregiyle gömüldü suya.

Arheveli øsmail bu ölen teknedendi. Ve úimdi Kerempe Fenerinin açÕ÷Õnda, batan teknenin kayÕ÷Õnda emanetiyle tek baúÕnadÕr, fakat yalnÕz de÷il: rüzgârÕn, bulutlarÕn ve dalgalarÕn kalabalÕ÷Õ, øsmail'in etrafÕnda hep bir a÷Õzdan konuúuyordu.

Arheveli øsmail kendi kendine sordu: «Emanetimizle varabilecek miyiz? » Kendine cevap verdi: «VarmamÕú olmaz.»

Gece, Tophane rÕhtÕPÕnda KamacÕ ustasÕ Bekir Usta ona: «EvlâdÕm øsmail, » dedi, «hiç kimseye de÷il, » dedi, «bu, sana emanettir.»

Ve Kerempe Fenerinde düúman projektörü dolaúÕnca takanÕn yelkenlerinde, øsmail, reisinden izin isteyip, ©ùaban Reis, » deyip, «emaneti yerine götürmeliyiz, » deyip atladÕ takanÕn patalyasÕna, açÕldÕ.

«Allah büyük ama kayÕk küçük» demiú Yahudi. øsmail bodoslamadan bir sa÷nak yedi, bir sa÷nak daha, peúinden üç-kardeúler. Ve denizi bÕçak atmak kadar iyi bilmeseydi e÷er alabora olacaktÕ.

Rüzgâr tam kerte yÕldÕza dönüyor. Ta karúÕda bir kÕrmÕ]Õ damla ÕúÕk görünüyor: 6Õvastopol'a giden bir geminin sancak feneri.

Elleri kanayarak çekiyor øsmail kürekleri. øsmail rahattÕr. Kavgadan ve emanetinden baúka her úeyin haricinde, øsmail unsurunun içinde. Emanet: bir a÷Õr makinalÕ tüfektir. Ve øsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini ta Ankara'ya kadar gidip onu kendi eliyle teslim edecektir.

Rüzgâr bocalÕyor. Belki karayel gösterecek. En azdan on beú mil uzaktÕr en yakÕn sahil. Fakat øsmail ellerine güvenir. O eller ekme÷i, küreklerin sapÕQÕ, dümenin yekesini ve KemeraltÕ'nda Fotika'nÕn memesini aynÕ emniyetle tutarlar.

Rüzgâr karayel göstermedi. Yüz kerte birden atlayÕp rüzgâr bir anda bütün ipleri bÕçakla kesilmiú gibi düútü.

øsmail beklemiyordu bunu. Dalgalar bir müddet daha yuvarlandÕlar teknenin altÕnda sonra deniz dümdüz ve simsiyah durdu. øsmail úDúÕUÕp bÕraktÕ kürekleri. Ne korkunçtur düúmek kavganÕn haricine. Bir ürperme geldi øsmail'in içine. Ve bir balÕk gibi ürkerek, bir sandal bir çift kürek ve durgun ölü bir deniz úeklinde gördü yalnÕzlÕ÷Õ. Ve birdenbire öyle kahrolup duydu ki insansÕzlÕ÷Õ \ÕldÕ elleri, yüklendi küreklere, NÕUÕldÕ kürekler.

Sular tekneyi açÕ÷a sürüklüyor. ArtÕk hiçbir úey mümkün de÷il. KaldÕ ölü bir denizin ortasÕnda kanayan elleri ve emanetiyle øsmail. ølkönce küfretti. Sonra, «elham» okumak geldi içinden. Sonra, güldü, H÷ilip okúadÕ mübarek emaneti. Sonra... Sonra, malûm olmadÕ insanlara Arhaveli øsmail'in âkÕbeti...

Asya Afrika YazarlarÕna...

Kardeúlerim bakmayÕn sarÕ saçlÕ oldu÷uma ben AsyalÕ\Õm bakmayÕn mavi gözlü oldu÷uma ben AfrikalÕ\Õm D÷açlar kendi dibine gölge vermez benim orda sizin ordakiler gibi tÕpkÕ benim orda arslanÕn a÷]ÕndadÕr ekmek ejderler yatar baúÕnda çeúmelerin ve ölünür benim orda ellisine basÕlmadan sizin ordaki gibi tÕpkÕ bakmayÕn sarÕ saçlÕ oldu÷uma ben AsyalÕ\Õm bakmayÕn mavi gözlü oldu÷uma ben AfrikalÕ\Õm okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin úiirler gezer a÷Õzdan a÷Õza türküleúerek úiirler bayraklaúabilir benim orda sizin ordaki gibi kardeúlerim VÕska öküzün yanÕna koúulup úiirlerimiz topra÷Õ sürebilmeli pirinç tarlalarÕnda bataklÕ÷a girebilmeli dizlerine kadar bütün sorularÕ sorabilmeli bütün ÕúÕklarÕ derebilmeli yol baúlarÕnda durabilmeli kilometre taúlarÕ gibi úiirlerimiz yaklaúan düúmanÕ herkesten önce görebilmeli cengelde tamtamlara vurabilmeli ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayÕncaya kadar malÕ mülkü aklÕ fikri canÕ neyi varsa verebilmeli büyük hürriyete úiirlerimiz

$úÕ

1 tarla hazÕrdÕ koyu esmer eti anadan do÷ma çÕUÕlçÕplak tarla hazÕrdÕ úLúkin Õslak dudaklarÕQÕ açmÕúWÕ yarÕ yarÕya uzun sürmedi bekleyiú sabah aydÕnlÕ÷Õnda canlÕ küçük kurtlar gibi yukardan saçÕOÕp aktÕ tohum hazla ürperdi toprak içine çekti akanÕ açÕOÕp kapanarak açÕOÕp kapanarak sonra da mahmur bir kat daha güzel terli kabarÕk gerindi ben ölümden kuvvetliyim diyebilirdi gebeydi artÕk

2 arÕlar fÕrladÕ güneúe do÷ru en önde kÕzo÷lankÕz yeni beyarÕ nazlÕ bir vÕ]ÕltÕGÕr zar gibi ince úeffaf kanatlarÕ beli koptu kopacak altÕn tüylü süzme karnÕnda da üç kÕ]Õl kuúak yetiúip önledi onu erkeklerin en güçlüsü sonra yukarda boúlukta güneúin orda dikenli incecik bacaklar karÕúWÕ birbirine bir saniye sürdü aúÕ silkinip kurtuldu diúi düútü erkek içinden kopan elleriyle topra÷a 3 odalarÕQÕn penceresi ormana açÕk D÷Õr yaz bulutlarÕQÕn altÕnda orman bir yumurtalÕk gibi de nemli ÕOÕk erke÷in yüzünde aúD÷Õdan kadÕQÕn gözlerinden vuran ÕúÕk ormanÕn üstüne ya÷mur boúandÕ ansÕ]Õn yeúil ela gözlerini yumdu kadÕn yarÕ açÕk a÷]Õnda Õslak diúleri berrak duru içinde taa yüre÷inin kökünde sÕcak sÕcak duydu ya÷muru

4 atan bir damar gibi akÕyor nehir acÕ yemiúleri dikenli dallarÕyla duruyor a÷aç duruyor kÕraç yabani güneúte bir úarkÕ gibi parladÕ balta kesildi a÷acÕn gövdesi orta yerinden ihtiyardÕ esmerdi ÕslaktÕ makta kanayacaktÕ da âdeta DúÕ bÕça÷Õyla açÕldÕ yarÕk sokuldu ucu kalemin bu kesik bu yabanÕ gövdede müjdesi vardÕ artÕk dikensiz dallarÕ ince kabuklu tatlÕ yemiúleri geniú yapraklarÕyla gelecek olan

$úk Mönüsü

Sen sabahlar ve úafaklar kadar güzelsin sen ülkemin yaz geceleri gibisin saadetten haber getiren atlÕ kapÕQÕ çaldÕ÷Õnda beni unutma ah! saklÕ gülüm sen hem zor hem güzelsin úiirlerimin ÕOÕklÕ÷Õnda açÕlmalÕVÕn sana burada veriyorum hayata ayrÕlan buseyi sen memleketim kadar güzelsin ve güzel kal

Aya÷a KalkÕn Efendiler

Behey! kaburgalarÕnda ateú bir yürek yerine idare lambasÕ yanan adam! Behey armut satar gibi san'atÕ okkayla satan san'atkar! Etti÷in kâr kalmayacak yanÕna! soksan da kafanÕ dükkanÕna, dükkanÕna yedi kat yerin dibine soksan; yine ateúimiz seni ya÷OÕ saçlarÕndan tutuúturarak bir türbe mumu gibi damla damla eritecek! çek elini sanatÕn yakasÕndan çek! Çekiniz!

%Õ\ÕklarÕ PomatlÕ ahenginiz süzüyor gözlerini hala <> karúÕ! Fakat bugün D÷]ÕPÕzdaki ateú borularla çalÕQÕyor yeni sanatÕn marúÕ! Yeter artÕk Yenicimi tÕraúÕ, yeter! Aya÷a kalkÕn efendiler...

Bahar Gülü

AkúamdÕ adÕ bahar mÕ gül mü güz mü ilk görüúte gülmeye baúlamÕúWÕ biraz dalgÕn sesi titrek selam vermemiútim oysa belkide kÕrdÕm istemeyerek hÕzlÕ hÕzlÕ yürüyordu kaúÕQÕ almÕú duda÷ÕQÕ boyamÕúWÕ yüzü sonbahar hüznü güneúe benziyordu gülüúü birden bire geldi beklemiyordum keskin bir bÕçak gibi saplandÕ aklÕma hep böyle cana yakÕn mÕ bakar acaba? AkúamdÕ uzak bir deniz kenarÕnda oturmuú efkar yakÕyordum karanlÕk tutmuútu yollarÕ kimbilir kimin k boynundaydÕ kollarÕ gecelerdir kötümserdim sakallarÕPÕ uzatmÕú durup durup uzaklarÕ dinlemiútim belki de bir zehirli göz tarafÕndan zehirlenmiútim telofonu geldi aniden dilinde kelimeler siúeyler söylüyordu dilinde kelimeler silerek bilmeyerek biúeyler söylüyordu gülerek yaz geçti kÕú geçti benden bir bahar geçti ben bahardan geçmedim AkúamdÕ UyanÕktÕm yata÷Õmda oturuyordum østanbul mÕúÕl mÕúÕl uyuyordu.ùimdi ne yapÕyordu ne yemiú ne içmiúti nerede dans etmiúti gözleri dolu muydu yoksa düúleri dolu muydu neyse neyse bunlarÕ düúünmek istemiyordum kanÕma girmiúti bir kere sanki baúÕ gö÷sümde eli elimdeydi yaúamak sevmekten geçer diyerek belkide sevdim isteyerek SabahtÕ O yoktu ben yÕNÕOÕp gitmiútim bir daha ne zaman nerede ne olaca÷ÕPÕ]Õ ikimizde bilmiyorduk.Belki yeni baúlayacaktÕk belki hiç baúlamayacaktÕk belki de baúlayÕp bitirmiútik Belkide Belki de...

Bahri Hazer...

Ufuklardan ufuklara ordu ordu köpüklü mor dalgalar koúuyordu; Hazer rüzgârlarÕn dilini konuúÕyor balam, konuúup coúuyordu! Kim demiú "çört vazmi!" Hazer ölü bir göle benzer! Uçsuz bucaksÕz baúÕ boú tuzlu bir sudur Hazer! Hazerde dost gezer, e.....y!.. düúman gezer!

Dalga bir da÷GÕr kayÕk bir geyik! Dalga bir kuyu kayÕk bir kova! dÕNÕyor kayÕk iniyor kayÕk, devrilen bir atÕn sÕrtÕndan inip, úahlanan bir ata biniyor kayÕk!

Ve Türkmen kayÕkçÕ dümenin yanÕna ba÷daú kurup oturmuú. BaúÕnda kocaman kara bir papak; bu papak de÷il: tüylü bir koyunu karnÕndan yarÕp geçirmiú baúÕna! Koyunun tüyleri düúmüú kaúÕna! dÕNÕyor kayÕk iniyor kayÕk

Ve kayÕkçÕ "TürkmenistanlÕ bir Buda heykeli" gibi dümenin yanÕna ba÷daú kurup oturmuú, fakat, sanma ki Hazerin karúÕVÕnda elpençe divan durmuú! O da bir Buda heykelinin taútan sükûnu gibi kendinden emin dümenin yanÕna ba÷daú kurup oturmuú.

BakmÕyor kayÕ÷a sarÕlan sulara! BakmÕyor çatlayÕp yarÕlan sulara! dÕNÕyor kayÕk iniyor kayÕk, devrilen bir atÕn sÕrtÕndan inip úahlanan bir ata biniyor kayÕk!

- Yaman esiyor be karayel yaman! SakÕn özünü Hazerin hilesinden aman! Aman oyun oynamasÕn sana rüzgâr!

- AldÕrma anam ne çÕkar? Ne çÕkar kudurtsun karayel sularÕ, Hazerde do÷anÕn Hazerdir mezarÕ! dÕNÕyor kayÕk iniyor kayÕk oÕNÕyor ka... iniyor ka... dÕk... in... çÕk...

Bayramo÷lu

Mahpusanedeyim. Mahpusanede kalbimin kanayan çÕplak ayaklarÕ ne zaman çok uzun bulsa yolunu, hatÕrlarÕm bilmem neden Azeri yoldaúÕm Bayram O÷lunu: Baki. Gece saat iki sularÕnda .. Karaúehrin kara damlarÕnda yatanlar görüyor kanlÕ renklerin nescini uykularÕnda .. <ÕldÕzlarÕn altÕnda kara neft burgularÕ KÕúÕrdÕyor servilikler gibi derinden yüre÷inden. BakÕyor uykulu sarÕ gözler kara topraktaki ya÷OÕ neft birikintilerinden. Gök kara, yÕldÕzlar sarÕ. Tek katlÕ, düz damlÕ dört köúe tas dükkanlarÕn kapalÕ kara kapÕlarÕ. Karaúehrin kara damlarÕnda yatanlar görüyor kanlÕ renklerin nescini uykularÕnda. Baki. Gece saat iki sularÕnda Taúlarda yuvarlanan nal ve tekerlek sesleri. Seslerde seslenen sesler .. øúte bir fayton geçiyor geçmede geçti: son evlerin yakÕQÕndan uza÷Õndan Õra÷Õndan.. Kara bir lanettir ki bu, kopmuú geliyor gecenin duda÷Õndan... Bu faytonun fenerinde dehúeti var: hançerle oyulmuú kor ve derin gözlerin.. Taúlarda yuvarlanan nal ve tekerlek sesleri Gittikçe uzaklaúan, gittikçe alçalan sesler... Ortada demiryolu, sa÷ yanda Karaúehir; solda fabrikalarÕn duvarlarÕ yükselir. KarúÕdan fayton gelir. içinde Bayram O÷lu. Ba÷lanmÕú kolu Bayram O÷lunun.. KarúÕdan fayton gelir içinde Bayram O÷lu. Jandarma sa÷Õ, Jandarma solu Bayram O÷lunun... Kolunu ba÷lamÕúlar kanadÕ kÕUÕk de÷il .. Gözünde toplanan hÕçkÕUÕk de÷il... Gözleri ÕúÕk dolu Bayram O÷lunun. KarúÕdan fayton gelir, içinde Bayram O÷lu. Ölümdür yolu Bayram O÷lunun Bayram O÷lunun..."

KALBø0ø BUNALTAN BU DÖRT DUVAR MI? ÖLÜMDEN ÖTEYE KÖY VAR MI???

Belki Ben

Belki ben o günden çok daha evvel, köprü baúÕnda sallanarak bir sabah vakti gölgemi asfalta salaca÷Õm. Belki ben o günden çok daha sonra , matruú çenemde ak bir sakalÕn izi sa÷ kalaca÷Õm... Ve ben o günden çok daha sonra: sa÷ kalÕrsam e÷er, úehrin meydan kenarlarÕnda yaslanÕp duvarlara son kavgadan benim gibi sa÷ kalan ihtiyarlara, bayram akúamlarÕnda keman çalaca÷Õm... Etrafta mükemmel bir gecenin ÕúÕklÕ kaldÕUÕmlarÕ Ve yeni úarkÕlar söyleyen yeni insanlarÕn adÕmlarÕ... Benerci Kendini Niçin Öldürdü ?

%ø5øNCø KISIM

%ø5øNCø BAP

%øR GENÇ ADAMA... HAKÎM HERAKLøT'E... YILDIZLARA VE AùKA DAøRDøR...

I ùehir uzakta. Genç adam ayakta. AkÕyor úehirden geçen nehir genç adamÕn ayaklarÕ dibinden. Genç adam piposunu çÕkarÕyor cebinden aranÕyor kibriti. BakÕyor akar suya düúünüyor Heraklit'i, düúünüyor büyük hakîm Heraklit'i genç adam... Kim bilir belki böyle bir akúam, böyle bir akúam, Heraklit alnÕQÕ yeúil gözlü zeytinliklerde akan suya e÷di ve dedi: «- Her úey de÷Lúip akmada, bu hâl beni hayran bÕrakmada..» Heraklit, Heraklit; ne akÕúWÕr bu!. ne akÕúWÕr ki bu, dalgalarÕnda da÷OÕGÕr alnÕ en mukaddes putun kÕzgÕn demir damgasÕyla sukutun. Gebedir her sukut bir yükseliúe. Ne mümkün karúÕ koymak bu köpürmüú geliúe.. Heraklit, Heraklit!. akar suya kabil mi vurmak kilit? ùehir uzakta. Genç adam ayakta. AkÕyor úehirden geçen nehir genç adamÕn ayaklarÕ dibinden. Genç adam kibritini çÕkarÕyor cebinden yakÕyor piposunu.

II Dikine mustatil bir apartÕmanÕn en üst katÕnda dört köúe bir oda. Perdesiz pencereler. Pencerelerin dÕúÕnda yÕldÕzlÕ geceler. Genç adam alnÕQÕ dayamÕú cama. Ben, romanÕn muharriri diyorum ki genç adama: - DelikanlÕm!. øyi bak yÕldÕzlara, onlarÕ belki bir daha göremezsin. Belki bir daha yÕldÕzlarÕn ÕúÕ÷Õnda kollarÕQÕ ufuklar gibi açÕp geremezsin.. DelikanlÕm!. Senin kafanÕn içi yÕldÕzlÕ karanlÕklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir. YÕldÕzlar ve senin kafan kâinatÕn en mükemmel úeyidir. DelikanlÕm!. Sen ki, ya bir köúe baúÕnda kan sÕzarak kaúÕndan gebereceksin, ya da bir dara÷acÕnda can vereceksin. øyi bak yÕldÕzlara onlarÕ göremezsin belki bir daha... DelikanlÕm!. Belki beni anladÕn, belki anlamadÕn. Kesiyorum sözümü. øúte kapÕ açÕldÕ geldi beklenen kadÕn.. «- BEKLETTøM Mø?» «- ÇOK... Ama zarar yok..» KadÕn yakaladÕ genç adamÕ elinden. Genç adam yakaladÕ kadÕQÕ belinden. Bir yumrukta kÕrdÕ camÕ. Oturdular pencerenin içine. SarktÕ ayaklarÕ gecenin içine... ,úÕklÕ bir deniz dibi gibi baúlarÕnda, sa÷da, solda gece yanÕyor. AyaklarÕ karanlÕk boúluklara sallanÕyor.. SallanÕyor ayaklarÕ sallanÕyor ayaklarÕ...... DUDAKLARI ...... Sevmek mükemmel iú delikanlÕm. Sev bakalÕm... Mademki kafanda ÕúÕklÕ bir gece var, benden izin sana, seeeeev sevebildi÷in kadar...

ø.øNCø BAP

GENÇ ADAMIN, SEVGø/ø1øN ùAHISLARINA... 7øBET MABETLERø VE AMERøKAN Fø/øMLERøNE... AYIN ON DÖRDÜNE... GENÇ ADAMIN ESRARENGøZ MEùGALESøNE... VE NøHAYET, MÜSEBBø%ø MEÇHUL %øR øHANETE DAøRDøR.

I Mevzubahs gencin ismi: BENERCø. Kendisi aslen Hintli olup maskatÕ re'si DELHø'dir.. DostlarÕQÕn nazarÕnda tam adam, düúmanlarÕQÕn indinde azgÕn bir delidir ve Britanya polisinde künyesi úüphelidir.. ùeklü úemailine gelince: Ne PATAùON gibi tombul bir cüce, ne MASøST gibi bir dev, ne de VøLLø FRøÇ gibi bir babik o÷landÕr O, iki gözlü, tek burunlu, basbaya insandÕr O... Birinci babÕPÕzda, Benerci'nin odasÕna gelen kadÕn mühim bir rol oynÕyacak kitabÕPÕzda. Kendileri bir øngiliz mis'idir. Hem øngiliz mis'lerinin nefisidir... ømdi, be nefis Mis nerde, nasÕl tanÕGÕ Benerci'yi?. diye sorarsam size, ben, eminim ki, siz, cevaben: «- Mermer merdivenler.. KapÕ. KapÕda kÕYÕrcÕk saçlÕ taútan iki aslan. Tibet. Tibette mabet. Mabedin içi... OmuzlarÕndan çÕkan on altÕ kolu havada, çÕplak karnÕ iki kat, ba÷daú kurup oturmuú mâbut BUDA.. ønledi öküz derisinden mukaddes davul: - Savul! Savul!!. Savuuuul!!!. Buda'ya kurban geliyor. SarÕ saçlÕ, mavi gözlü bir kadÕn beyaz, kar gibi.. KadÕQÕn canÕna kÕyacaklar gibi.. AçÕldÕ kanlÕ bir a÷Õz úeklinde karnÕ Buda'nÕn, IÕúNÕrdÕ mukaddes alevler dÕúarÕya. Uzun külâhlÕ Mo÷ol rahipleri kaldÕrdÕlar havaya beyaz kadÕQÕ. DoyuracaktÕr Buda ateú dolu karnÕQÕ. Mavi gözlü dilber kurban gidiyor, kurban...... - Dran! Drrrran!. Drrrrrrrran!!!. AtÕldÕ üç el tabanca. YuvarlandÕ Mo÷ol rahipleri birbiri ardÕnca. Esmer bir delikanlÕ yaklaúWÕ mavi gözlü dilbere! - KaçalÕm! bir an kaybedecek zaman de÷il.. OTOMOBøL.. Son sür'at.. Saatta 110 kilometre.. øúte bu kurtarÕlan kadÕn, birinci bapta odaya gelen kadÕndÕ. Onu kurtaran genç: BENERCø.. Ve bu suretle øngiliz MøS tanÕGÕ Hintli genci..» DøYEREK haltedeceksiniz. RomanÕPÕ daha baúlamadan berbat edeceksiniz.. Gelin, etmeyin çocuklar.. Ne çÕkar, inanÕn bir sefer olsun NÂZIM'a Amerikan filimlerinden fazla.. ølk tesadüf tramvayda oldu. økincisi lokantada. Üçüncüde dü÷üm ba÷landÕ nihayet siyah podüsüet bir çantada.. øngiliz kÕ]Õ mahsus çantasÕQÕ yere düúürdü. Hintli genç mahsus düúen çantayÕ gördü: kaldÕrarak verdi kÕza... EEEEEEE? Sonra? derseniz, bakÕn, birinci babÕPÕza...

II AyÕn on dördü. AyÕn on dördünü Paris'te aç gezen gördü, dedi ki: - Bu gece ay dibi kalay bir tencere gibi... AyÕn on dördü. AyÕn on dördünü Fatihli hÕrsÕz gördü, dedi ki: - Bu gece ay gökte açÕk kalan bir pencere gibi. Atlasak içeriye, aúÕrsak, be imanÕm, Meryem Ana'nÕn gümüú takÕmlarÕQÕ. AyÕn on dördü. AyÕn on dördünü ørlandalÕ bir polis gördü, dedi ki: - Benziyor ay yÕldÕzlarÕn yaldÕzlarÕQÕ çalmak için gö÷e çÕkan bir hÕrsÕ]Õn fenerine... AyÕn on dördü. AyÕn on dördünü úair Salih Zeki gördü: benzetti kendi eserine be÷endi... AyÕn on dördü. AyÕn on dördünü LondralÕ bir lord gördü, dedi ki: - Benziyor ay haúmetpenahÕPÕn dizba÷Õ niúanÕna... .ÕzardÕ ayÕn on dördü. .Õzaran ayÕn on dördünü bir parya gördü, dedi ki: - Benziyor ay Ganj'Õn üstüne damlayÕp yayÕlan kardeú kanÕna. AyÕn on dördü. Bu sefer bizzat çekik gözleriyle ayÕn on dördü KALKÜTA úehrine civar, bir çay tarlasÕ gördü. TarlanÕn dÕúÕnda duvar. øçinde bir ev. Gece saat: 2... Evin alt katÕndaki oda. KapalÕ pencereler, asma bir lamba, bir masa ortada. Üç amele, iki köylü, bir muallim ve Benerci, yani ceman yekûn: yedi Kalküta delikanlÕVÕ, yedi inkÕlâp genci...... Benerci söz söylüyor: - Bize karúÕ øntelicent servis kendine mahsus... - Sus. Bir tÕNÕrtÕ var. Döndü baúlar kapÕya. - Sana öyle gelmiú. Devam ediyorum arkadaúlar: øntelicent servis kendine mahsus... - Benerci, sus. - Rüzgâr... - Arkadaúlar øntelicent servis... - SÕÕÕÕÕs... Söndürün... DÕúarÕ bakaca÷Õm... KaranlÕk... AralandÕ pencere. Ay ÕúÕ÷Õ parlÕyan enli bir kÕOÕç gibi keserek karanlÕ÷Õ düútü yere. - Ne var? - SÕÕÕÕÕsss!. 'Õúarda polis. LambalarÕ sönmüú iki otomobil, ve bir sürü motosiklet... - SatÕldÕk... - Evet...

ÜÇÜNCÜ BAP

TAYMøS GAZETESø'NøN BøR TELGRAFI... VAZøYETøN TELHø6ø VE BENERCøYLE øSTANBULDA MATBAADA BøR MÜLÂKAT... KALKÜTADA UMUMÎ GREV... SOMADEVA... TAùLANAN ÇOCUöUM... VE DAHA BøRÇOK YÜREKLER PARALAYICI HADøSELERE DAøRDøR. I Taymis gazetesinin Kalküta'dan aldÕ÷Õ bir telgraftan: KALKÜTA - KÕ]ÕllarÕn tevkifatÕ devam ediyor. ùehir civarÕndaki çay tarlalarÕnda metrûk bir evde toplanan gizli Vilâyet Komiteleri, içtima halindeyken derdest edilmiútir. Yedi kiúiden mürekkep olan komite azalarÕndan altÕVÕ yakÕnda adliyeye verileceklerdir. YalnÕz, ilk istintak neticesinde, gene komite azasÕndan, Benerci isimli bir genç tahliye olunmuútur...

II Vaziyeti telhis edelim hele. %øR. Benerci inkÕlâpçÕ bir gençtir. HazÕm zamanlarÕQÕ, boú gecelerini de÷il, boydan boya ömrünü vermiútir ihtilâle... ø.ø. Birinci bapta ö÷rendik ki, Benerci âúÕ÷ÕGÕr BritanyalÕ bir kÕ]Õn. Yani, delikanlÕPÕ]Õn kalbine bir taú düúmüú. .ÕrmÕ]Õ saçlÕ bir baú düúmüú ve kalbi dalga dalga halkalanÕyor... øki, A: Benerci riyaset ederken gizli bir içtimaa altÕ yoldaúÕyla yakalanÕyor. øki, B: Fakat meçhul bir sebebe binaen, yoldaúlarÕQÕn mevkuf bulunmasÕna ra÷men, Benerci tahliye edilmiútir. øki, C: Bence, yani romanÕn muharrirince oldu÷u kadar, Benerci için de bu tahliye keyfiyeti siniri, ruhu, kemi÷i, eti kemiren bir esrardÕr, iki gözüm, serapa esrar...... Benerci, sana dört teklifim var: Evvela, Kalküta'dan østanbul'a çÕk yola. BabÕâli caddesinde matbaaya gel... Geldin mi? Âlâ... Saniyen: sinirini yen. KarúÕmda dikilip durma, otur... Salisen: aya÷ÕQÕ iki defa yere vur: KapÕ açÕlsÕn Lebbeeeeeeeeyk! deyip bize iki çay getirsin kahveci üstat. Rabian: anlat. ùu müthiú müúkili birlikte halledelim seninle... - AnlatÕyorum. : Ve Benerci, macerayÕ bana, kafiyesiz filân, yani nesren úöyle anlatmaya baúladÕ: SarÕlmÕúWÕk. Yok edilmesi lâzÕm gelen bazÕ kâatlar vardÕ. Vakit kazanmak için, polisin üstüne ateú açtÕk. Brovniklerimizin úarjörlerini iki defa tazeledik. Birimiz kolundan, birimiz de baúÕndan yaralandÕ. KurúunlarÕPÕz tükendi. Britanya polisi içeri girdi. GÕrtlak gÕrtla÷a kapÕúWÕk. Nihayet, kÕskÕvrak ba÷ladÕlar bizi. Kamyonlara yüklediler. Müdüriyette, yedimiz birden, bir herifin karúÕVÕna dizildik. Burada, Benerci yine coútu, iúi kafiyeye döktü: Herifin mavi gözleri çipil çipil suratÕ çilliydi. øntelicent'ten oldu÷u belliydi. Geçti arkadaúlarÕn önünden. Benim önümde durdu. Yüzüme baktÕ. øsmimi sordu. Beni bÕraktÕ... Niçin bÕraktÕlar beni? Beni niçin bÕrak- -tÕlar? - Benerci, buna bir tek sebep var. - Ne? - Düúecekler peúine.. Eúine?? Ateúine?? Mateúine?? Tükürmüúüm kafiyenin içine... Yani, anlÕyaca÷Õn, seni bÕraktÕktan sonra peúine düúecekler. Sonra cooop, haydi bir tevkifat daha. Tabii, sen yine içerde. Hem bu sefer artÕk suratÕna bakÕp ismini sorup bÕrakÕlmamak úartÕyla. øúte tahliye keyfiyetinin sebebi... - Sebep bu de÷il. Ben, tamamen temizim. Arkamda takip yok. - Tuhaf úey. DÕúarÕda temas etti÷in arkadaúlar ne diyor? - Galiba onlar da senin gibi düúünüyorlar. øki üç defa, muhtelif arkadaúlarla temas etmek istedim. Fakat verdi÷im randevulara gelmediler. Arkadaúlar benimle görüúmek istemiyor. - Öyleyse, sen hemen yine Kalküta'ya git o÷lum. Ne halt edersen et, úu vaziyeti bir düzelt bakalÕm. Benerci gitti. BaktÕm ki, pencereden: muktesit, muharrir ve muhbir Nedim Vedat Bey geçiyor. Düúündüm Benerci'yi ve mel'un bir ihtimalle birden yüre÷im cÕzz etti. Arif olanlar için, bu fasÕl burada bitti...

III Stop: Fren! =ÕÕÕÕnk! Durdu!. Amele baú parma÷ÕQÕ tele dokundurdu. Akümülatör, dinamo, motor, buhar, benzin, elektrik, Trrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrik! D U R - D U !!!.. Yüksek tu÷la bacalarda dumanlar donakaldÕ. Koptu kayÕúlar. - Patron, sabotaj var!. - Koú telefona. - øúlemiyor... - Telgraf... - Teller kesilmiú, makina bomboú... - Koú!.. KarúÕmda durma, avanak!.. Hangarda ne varsa, üstüne atlÕyarak, koúun úehre... Sarjant, polismen, asker, kÕrk ikilik, tayyare, tank, ne bulursanÕz, yetiútirin... Birden bisiklet, motosiklet, otomobil, omnibüs tozu dumana kattÕlar, dumanÕ toza... Fakat yine birden ekúi boza... Ne ileri ne geri. Paaaaah!.. )ÕÕÕÕÕss... PatladÕ lastikleri... Geç kaldÕlar, geç!.. Drran drrrn drrran... Tiki taka frev... Edildi ilân Umumî grev!!!.. Kalküta grevdedir. Benerci evdedir, sÕrtüstü yatÕyor yatakta... Geçiyor haykÕUÕúmalarla kapÕVÕQÕn önünden tek baúOÕ, tek yürekli, milyon ayaklÕ Kalküta... Onlar, hep beraber grevdedir... O, yapayalnÕz evdedir. YapayalnÕz... Tavan, kapÕ ve duvar... Onu kavgaya ça÷ÕrmadÕlar. Günlerdir ki, onu gördükçe arkadaúlarÕ çevriliyor baúlarÕ... Benerci yatakta Kalküta ayakta. Benerci görmeden görüyor yattÕ÷Õ yerden yürüyen Kalküta'yÕ: «AdÕm AdÕm. AdÕm - lar adÕm - larÕ... Kal - dÕUÕm kal - dÕUÕm. Kal - dÕUÕm - lar kal - dÕUÕm - larÕ... Cad - de... Cad - deler... KalabalÕk... Ka - la - ba - lÕk itiyor iki yana apar - tÕman - larÕ... Behey tram - vay!.. çi÷neneceksin: sa÷a sola sap... Geçit yok. Rap rappp rappp!!!!! Ve... Va... Vey... - Yol açÕn kamyonlara amele çocuklarÕ babalarÕQÕ geçiyor..» HaykÕraraktan Benerci fÕrladÕ yataktan. ùimdi sokaktan tek bir insan sesi yükseliyordu... Benerci koútu pencereye: Aúada sokak kalabalÕk. Yukarda masmavi bir hava $úada bir kamyonun üstünden kalabalÕ÷a Söz söylüyor en yakÕn arkadaúÕ SOMADEVA:* «- Arkadaúlar! AylardÕr ki anamÕz avradÕPÕz uzun aç diúleriyle diúlediler kendi memelerini. Arkadaúlar... ÇÕplak aç karnÕQÕ kurúunlara vermek, kÕvranarak gebermek...... Tek ...... Vaar? HayÕr!. Ar ...... lar ...... (*) SOMADEVA, Benerci'nin en yakÕn arkadaúÕ olup, uzun bir müddetten beri Kalküta'da bulunmuyordu. Binaenaleyh, böyle bir zamanda onun sesini duyup kendisini görmek, elbette ki, Benerci'yi sevinçli bir hayrete düúürecektir. N.H.

Önümüzde onlar kalÕn enselerini kÕUÕp boynuzlarÕQÕ saplayÕnca topra÷a...... a÷a.... Biz...... mizi!. Patiska bir gömlek gibi yÕrtarak etimizi kanlÕ kemiklerimizle ...... ca÷Õz . ! ! . . O zaman gülleri koklÕyaca÷Õz. O zaman tabiat güzel bir a÷Õz gibi karúÕPÕzda gülümsiyecek...» Benerci artÕk kendini tutamadÕ. Pencereden üç defa: S O M A D E V A.. S O M A D E V A.. S O M A D E V A.. diye haykÕrdÕ. Bu haykÕUÕú o kadar kuvvetli idi ki, S O M A D E V A sustu. Birdenbire esen rüzgârla bulutlarÕ da÷Õlan bir yaz sa÷ana÷Õ gibi sokaktaki kalabalÕ÷Õn u÷ultusu kesildi. ønsanlar, baúlarÕQÕ enselerinin üstüne yatÕrarak, dikine mustatil apartÕmanÕn yedinci katÕndaki perdesiz pencereye baktÕlar. Ve orada, camÕn arkasÕnda, Benerci'nin sarÕ yüzünü gördüler. S O M A D E V A, Benerci'yi tanÕGÕ. KollarÕ ona do÷ru uzanÕr gibi oldu. Bu hareketi, yalnÕz yukardan Benerci ve kendi içinin içinden S O M A D E V A gördü. Baúka hiçbir göz, uzanmak, kucaklamak istiyen kollarÕn hasretini göremedi. Yukardan, yine Benerci, üç defa ba÷ÕrdÕ: - S O M A D E V A.. S O M A D E V A.. S O M A D E V A... Aúada S O M A D E V A, kamyonun etrafÕna toplananlara: - Bana bir taú veriniz, dedi. TaúÕ verdiler. Ve en eski günlerin en yakÕn arkadaúÕ: - Bu adam nefsini kurtarmak için yoldaúlarÕQÕ satmÕúWÕr. Benerci müstevlilerin casusu olmuútur. En yakÕnlarÕQÕn kellesini satmasaydÕ, bunu yapmasaydÕ, onun kahrolasÕ baúÕQÕ omuzlarÕQÕn üstünde bÕrakmazlardÕ, dedi. Ve sa÷ kolunun bütün kuvvetiyle, yedinci kattaki perdesiz pencereden bakan sapsarÕ insanÕn yüzüne, taúÕ attÕ... SOMADEVA'nÕn taúÕ, BENERCø'nin alnÕna geldi. Benerci dimdik durdu. øki kaúÕQÕn arasÕndan sÕzan kan, çenesinden gö÷süne aktÕ... Ve Benerci'nin baúÕ benim, ben NâzÕm Hikmet'in dizlerine düúünceye kadar, en büyük, en iyi, en sevgili, kahreden ve yaratan KALKÜTA, onu taúladÕ. BaygÕn çocu÷umu, yata÷Õna yatÕrdÕm. CamlarÕ parçalanmÕú, pervazlarÕ kanlÕ pencereye çÕktÕm. ArasÕra arkasÕna dönüp bakarak uzaklaúan kalabalÕ÷Õn peúinden úu suretle feryada baúladÕm: Benerci benim o÷lum... Ben onun yüzünü görebilmek için kaç kerre gecemi gündüzümü on birlik tütüne satarak dumandan bir adam gibi dikilip durmuúum... Benerci benim o÷lum, ben onu uykusuz gecelerin ellerine do÷urmuúum... Benerci sizi satmadÕ. Benerci günlerdir yemek yemiyor, gecelerdir yatmadÕ. O yatmÕyor, ben yatabilir miyim? Benerci sizi satmadÕ, sizi ben satabilir miyim? Benerci benim o÷lum. Onu ben kellemden, etimden, iskeletimden sizin için do÷urdum... Dostlar! øçinizden bir çÕban gibi úüphenizi yolunuz. Benerci sizin o÷lunuz, benim o÷lum... Fakat, kalabalÕk, benim sesimi bile iúitmeden ilerledi, kayboldu. O zaman, hâlâ baygÕn yatan çocu÷uma döndüm, dedim ki: Dostlar dinlemedi beni Benerci. Benerci o÷lum, küçücü÷üm, büyü÷üm, baúÕnda dolaúan bu mel'un dü÷üm çözülene kadar... bizim ah! deme÷e hakkÕPÕz yok, OnlarÕn taúlama÷a hakkÕ var...

IV KALKÜTA'DA BøR POLøS KARAKOLUNUN YÜKSEK DUVARLARININ Dø%ø Gök gürler. Vakit akúam üzeri. Üç polis karakolun duvarlarÕ dibinde buluúur.

%ø5øNCø POLøS - Nereye gitmiútin? ø.øNCø POLøS - Domuz bo÷azlamaya... ÜÇÜNCÜ POLøS - Sen nerdeydin? %ø5øNCø POLøS - Köprünün üstünde bir Hintli karÕ gördüm demin. Kuca÷Õnda kertenkele suratlÕ bir çocuk vardÕ. Çocuk beni görünce baúladÕ a÷lamaya a÷lamaya a÷lamaya... KarÕya: - Sustur úu piçi, Britanya polisine selam versin, dedim. Selam vermezse, kuyruksuz bir fare gibi gebersin dedim. Ne sustu, ne selam verdi kara kurba÷a yavrusu. AkÕyordu su... Akar suya fÕrlattÕm bu zÕrlayan úeytan piçini. AnasÕ yüzüme bakÕp kara bir uçurum gibi çekti içini. Dokundu rikkatime bu iç çekiú. MadraslÕ bir ihtiyar: «AzabÕ azapla tedavi edin...» demiú. Getirdim karakola kocakarÕ\Õ. SarÕ sÕrtÕndan kÕ]Õl kan sÕzdÕUÕp çekece÷im içinden a÷UÕ\Õ... ø.øNCø POLøS - Sana bu iúte yardÕm için kocakarÕ\Õ eski bir halÕ gibi ayaklarÕna serece÷im. %ø5øNCø POLøS - LütufkârsÕn... ÜÇÜNCÜ POLøS - Ben de sana: Bengale ormanlarÕnda avlanmÕú bir filin koparÕlmÕú erkekli÷inden bir kamçÕ verece÷im... %ø5øNCø POLøS - Baúka bir úey istemez... Malumdur bana azabÕÕsdÕrap, ezberimdedir tekmil kitabÕÕstÕrap. Meselâ: Uykulara kâbus gibi çökebilirim, tÕrnak sökebilirim, kulaklarÕn içine kurúun dökebilirim. Ellerin derisini eldiven gibi soymak, koltuk altÕna kaynar sudan yeni çÕkmÕú hindi yumurtasÕ koymak, sirke damlatarak gözleri oymak, domuz topu Õtlak olunan usûl, velhasÕl daha bin bir usûlle gayeye vusûl mümkündür bence... BakÕQÕz, bende ne var? 3. VE 2. POLøS - Göster bize göster bize!! %ø5øNCø POLøS - Grevde yakalanan Hintlilerden birinin taze kesilmiú baúparma÷Õ... Kesildikten sonra yarÕm santim uzadÕ tÕrna÷Õ... 3. VE 2. POLøS - Haydi içeri gidelim, uzayan tÕrna÷Õ seyredelim... Polisler karakoldan içeri girerler. Bir müddet sahne boú kalÕr. Benerci gelir. Ya÷mur ya÷maya baúlar... Benerci, belini karakolun duvarÕna dayayarak çömelir. Karakolun duvarÕndan insan çÕ÷OÕklarÕ gelmektedir. Ve ya÷murun içinden uzun bir úehrin u÷ultusu Lúitilmektedir. Karakolun duvarÕndan gelen insan çÕ÷OÕklarÕ: Kalküta grevcilerine aittir. Ya÷murun içinden u÷ultusu iúitilen úehir: Kalküta'dÕr. Ya÷mur... Alaca karanlÕk... Akúam sularÕ... Kalküta grevi ma÷lûp olmuútur. Somadeva yakalanmÕúWÕr. Ve Benerci'nin, duvarÕ dibine çömeldi÷i karakolda, Somadeva'nÕn omuzbaúlarÕ dilim dilim yarÕlarak kanÕyor. Ya÷mur... KaranlÕk... Gece iyiden iyiye indi. Benerci'nin saçlarÕ, omuzlarÕ, dizkapaklarÕ sÕUÕlsÕklam oldu. ArkadaúlarÕQÕn attÕ÷Õ taúlarla alnÕnda açÕlan yarayÕ kapayan sargÕÕslandÕ, yapÕúWÕ... Arkadaúlar içerdedir. Benerci yine dÕúarda... Kara gömlekli bir øtalyan faúistinin bile, o÷lumun çekti÷i azabÕ duymasÕQÕ istemem...

%ø5øNCø KISMIN SONUNCU BABI I BENERCø'DEN ALDIöIM MEKTUPTUR Benerci'den úöyle bir mektup aldÕm, aynen neúrediyorum: "Sana verdikleri zaman bu mektubu belki ben çoktan nokta son demiúimdir. Bu sefer dostlarÕn taúÕQÕ de÷il, mendebur bir kurúunu kafamdan yemiúimdir. NâzÕm, biliyorum, ölümün önünde rol kesip Hamlet gibi budala, Verter gibi komik olmamak lâzÕm. NâzÕm, bilmiyorum, ne haltedeyim? NasÕl altedeyim? ùöyle bir poz alÕp durmak kendi kendini vurmak, kÕyak iú do÷rusu!.. Bak, kapÕ komúum uyandÕ, muslukta akÕyor su, yüzünü yÕNÕyor... øndi ÕslÕk çalarak merdivenlerden soka÷a çÕNÕyor... Ben... Ne Hamlet, ne de Verter...!!! Neyse, geç... øúi anlatayÕm, tÕraú yeter... Sokak karanlÕktÕ. Senin, nefis Mis dedi÷in birdenbire karúÕma çÕktÕ. Dedi ki: «AylardÕr peúindeyim» dedi ki: «telâú içindeyim, nerdesin?» Daha birçok úeyler dedi korkuya, aúka dair. Eklendi hatÕralar hatÕralara. Sonra, «Nereye gidiyorsun?» dedi, «eve geldik» dedi, «içeri gir.» Onun evine girdik. Ev karanlÕk ve bomboútu. Yatak odasÕ, lamba yandÕ, konuútum: - Bana bir bardak dumanlÕ, kÕrmÕ]Õ, sÕcak çay, dedim. dÕktÕ dÕúarÕ. BaktÕm karúÕda çanta. Hani taaa onun yolda düúürdü÷ü ben Benerci serseminin gördü÷ü siyah podüsüet çanta. AçtÕm: Kâatlar. Okudum: øntelicent servis raporlarÕ, ve yeni bir tevkifat listesi var. Benim ismim yok. AnladÕm. øçeri girdi o, barda÷Õ bÕraktÕ. Yüzüme, elime, çantaya baktÕ. BakÕúWÕk. Tuttum omuzlarÕndan. BaúÕQÕ vurdum duvara vurdum... Duvarda kan. Vurdum duvara... Sonra... Sokak... Tramvay yollarÕ tramvay yollarÕ, sa÷larÕ, sollarÕ bomboú, uçsuz bucaksÕz tramvay yollarÕ... Nefes nefese koúarak sonra teker teker merdivenler. Durdum. Odam. DargÕn bir kaú gibi kÕPÕldandÕ tokma÷Õn sapÕ. AçÕldÕ kapÕ. Oturdum. KalktÕm. OdanÕn ortasÕnda dolaúWÕm biraz. Sonra baktÕm duvarlara. 'Õúarda úafak atmÕú, duvarlar bembeyaz. BaktÕm duvarlara. Sonra sa÷ elim art cebimden brovni÷i çÕkardÕ. $÷]Õmda cÕgara vardÕ. AcÕ geldi tütün tükürdüm. ùarjörü sürdüm. Kurúun namlunun içindedir. Kalbim hudut haricindedir... ùimdi benden sana son göz son söz son ses: S.. O.. S!!. S.. O.. S!!. S.. O.. S!!.

II KALKÜTA'YA Gø'øP BENERCø'Yø NE HALDE BULDUM? Ya yattÕ karanlÕk sulara yahut da yatÕyor. ømdat iúareti var, ÕúÕklÕ bir umman gemisi batÕyor... dedim. Gözleri kanlÕ bir kurt gibi mesafeleri yedim, yetiútim Kalküta'ya... Gökten bir kartal gibi alçalarak girdim yedinci kattaki odaya. O ne? Benerci yazÕ yazÕyor ÕslÕk çalarak... Dipdiri! Teresin keyfi yerinde... Ne mükemmel bir ÕúÕk var beni gören gözlerinde. Gözlerinin içine güneú vuruyor. Masada bir portakal duruyor, soluyarak soyup yedim. - Haydi be herif, anlat! dedim...

III ÖLÜSÜNÜ BULACAöIMI ZANNETTøöøM HALDE KARùIMA YAZI YAZAR VE ISLIK ÇALAR BøR VAZøYETTE ÇIKAN BENERCø'NøN "ANLAT BE HERøF..." FERYADIM ÜZERøNE BANA ANLATTIKLARI: - En yakÕnlarÕm, en yakÕn dostum taúladÕlar beni, taúladÕ. Ve mavi gözlü kadÕn yoldaúlarÕPÕ satÕp baúÕPÕ bana ba÷ÕúladÕ... KarardÕ içim KarardÕ içim... KulaklarÕmda kazma sesleri. øçimde Õslak bir toprak kazÕlmaya baúladÕ. Girdim yarÕ belime kadar dumanlÕ sÕcak karanlÕklara... - Sonra? - Çok úükür ki, sonrasÕ senin kötü edebiyat yapmana yaramÕyacak kadar sade, alelade!.. Hani üstadÕn bir sözü var: «BOù GECELERø1ø DEöøL, BOYDAN BOYA ÖMRÜNÜ VER øNKILÂBA...» diyor. Bu söz. VøRGÜL Kocaman, çÕplak bir alÕndan bakan iki göz. VøRGÜL Ve Ben iúte sa÷Õm!.. AnladÕm ki úunu...... dÕkardÕm namludan kurúunu, onu dehúetli güzel günlere saklÕyaca÷Õm...

Birinci KÕsmÕn Sonu

ø.øNCø KISIM

%ø5øNCø BAP

BENERCø TEKRAR ARKADAùLARINA KAVUùUR... SOMADEVA YATAöA DÜùER... ROY DRANAT'IN HAYAT FELSEFESø... <øRMøNCø ASIR TARø+ø1øN BAùLANGICI V. S... V. S... Noktanoktanoktanokta nooook-ta BasmÕúWÕr yine ba÷UÕna Benerci'yi o inanÕlmayacak kadar iyi kahredip yaratan KALKÜTA. Noktanoktanoktanokta Noooook-ta

I Bu yaz: SabahlarÕ - taze süt gibi beyaz, |÷le zamanlarÕ - erimiú bakÕr gibi aydÕnlÕk, akúamlarÕ - BombaylÕ kadÕnlarÕn esmer teninden ÕOÕk ve geceleri - üzüm salkÕmlarÕ gibi yÕldÕzlÕyken hava SOMADEVA düútü yata÷a. Kan geliyor bo÷azÕndan. Dinleyin bunu Benerci'nin a÷]Õndan: «- Gazete kâatlarÕyla örtülmüú olan masada bir gaz lambasÕ yanÕyordu. Somadeva, duvarÕn dibindeki yer yata÷ÕndaydÕ. Boynu bembeyaz. ElmacÕk kemiklerinin derisi kÕrmÕ]ÕlaúPÕúWÕ. TÕraúÕ uzamÕú. Ve gözleri lüzumundan fazla aydÕnlÕk, lüzumundan fazla karanlÕktÕ. Yatak çarúafÕQÕn ayak ucunda bir tahta kurusu yürüyor. Gittim, tahta kurusunu aldÕm. Masadaki gazete kâadÕQÕ kopardÕm, koyulaúPÕú siyah bir kan damlasÕna benziyen hayvanÕ kâadÕn içinde ezdim. Somadeva güldü: - Benerci, beni seviyorsun, dedi. Gözlerini yüzümde gezdirdi. Gözleri alnÕmda durdu: - Benerci, seneler geçti. Benim attÕ÷Õm taúÕn izi silinmemiú. Bunun úimdi farkÕna vardÕm, dedi. Yeni do÷muú bir çocuk gibi nefes aldÕ: - Bugün iyiceyim, dedi. Su istedi. Verdim. - KaranlÕk, dedi. LambanÕn fitilini açtÕm. Yine ona para getirmiútim. - Bu parayÕ nineye verirsin yine. Her gün besleyici yemekler piúirsin. Hem, üç ö÷ün mutlaka yemelisin, dedim. Cevap vermedi: - Geçen hafta sana getirdi÷im paradan hapisanedekilere göndermiúsin, sonra iki gün kuru ekmek yemiúsin, dedim. øúitmemezli÷e geldi. - Sana yeme÷in için verilen parayÕ baúka yerlere harcamaya hakkÕn yok, dedim. Yemek yemen, iyi olman lâzÕm, dedim. Bir úey söylemek istedi. Söylemedi. Düúünüyorum. Bir kamyonun üstünden uçsuz bucaksÕz kalabalÕ÷a söz söyliyen Somadeva aklÕma geliyor. Ya÷murlu bir akúam aklÕma geliyor. Karakolun duvarÕna çömelmiúim. øçerde Somadeva'nÕn omuz baúlarÕ lime lime yarÕlarak kanÕyor. Somadeva'nÕn mahkemesi aklÕma geliyor. YumruklarÕQÕ maznun parmaklÕ÷Õna vurarak haykÕUÕyor. Somadeva hapisaneden kaçÕyor. Yine beraberiz. Britanya'ya karúÕ grevler, nümayiúler, içtimalar... SÕcak bir ö÷le zamanÕ aklÕma geliyor. Uzun bir yol yürüyoruz. Terimi silmek için Somadeva'dan mendilini istiyorum. DalgÕn, mendilini veriyor. Mendilde kan. Gece bo÷azÕndan kan boúanmÕú. Doktora gidiyoruz. Verem. Metelik yok. Zaten hastaneye de yatÕrmak mümkün de÷il. Kaçak. Somadeva'yÕ, ninenin evinde, duvarÕn dibindeki yer yata÷Õna yatÕrdÕ÷Õm gün aklÕma geliyor. Düúünüyorum. Kötü, berbat úeyler aklÕma geliyor. Sonra, mendillerine kan tüküren veremli genç kÕz romanlarÕ okuya okuya, bütün bu anlattÕklarÕPÕ baya÷Õ bulacak olan bazÕ okuyucular aklÕma geliyor. Gülüyorum. Somadeva soruyor: - Niye güldün? - Hiç.. Hem artÕk ben gidece÷im. Somadeva soruyor: - Haftaya geleceksin de÷il mi? - Tabii. Odadan çÕkarken Somadeva'nÕn sesini iúitiyorum: - Böyle duvar dibinde sÕrtüstü gebermek berbat úey be. Hiç olmazsa orada ölsem. Sen, söyle arkadaúlara... Gözlerim yaú içinde. - Arkadaúlara söyle. Unutma, Benerci. Orada. AnlÕyor musun?»

II 6Õcak. Ufukta ÕúÕldayarak nehir akÕyor. Benerci kapalÕ bir kitap gibi. ROY DRANAT topra÷a bakÕyor Ve konuúuyor, yarÕ yoldan dönen bizim eski ahbap gibi: «- Benerci sen yüksek da÷larÕn çayÕrlarÕnda biten keskin kokulu göz alan renkli bir otsun. Fakat devedikeninden daha faydasÕz bir ot. Benerci sen bir Don Kiúot'sun, kahraman ve gülünç bir Don Kiúot. Benerci bil ki neticeler çÕkarmak öyle mümkün de÷il ki... Hayat öyle karÕúÕk. Geç efendim, bunlarÕ bÕrak. Akúamüstü serinlikte teferrüce çÕk... Ve Yahya Kemal beyi asrîleútir biraz, yaz: "ùöyle rahat bir kûúeye sÕ÷ÕndÕk da biz Dehrin bu hayÕ huyuna meclubu handeyiz..." Gerisini at. øúte felsefei hayat.» Benerci güldü. Ben bir úey demedim. Eski bir kavga úarkÕVÕ mÕUÕldanarak bakÕyorum ufukta akan suya. 6Õcak. YazdÕm bütün gece Benerci'yi, úimdi bir yatsam uykuya.*

(*) OkuyucularÕma, ismiyle ilk defa karúÕlaúWÕklarÕ ROY DRANAT hakkÕnda kÕsa bir malûmat vermeyi münasip buldum. Roy Dranat, Benerci'nin eski bir kavga arkadaúÕydÕ. Fakat sonra, galiba korktu, galiba sabrÕ tükendi ve galiba ruhunu satÕp rahatÕ bulmak fÕrsatÕQÕ ele geçirdi. Kavgadan ayrÕldÕ. ùimdi ROY DRANAT, øngiliz emperyalizminin emrinde, sakalsÕz, pelerinsiz ve kÕOÕçsÕz, rahatÕQÕ arayan zavallÕ, mustarip bir Faust'tur.

N.H.

III. «Keúmirli Ebe kadÕn anamÕn kasÕklarÕndan çekti beni. Ve kundakladÕ bir sinema biletiyle. Biletim üçüncü mevkiydi. Anam etekli÷ini giydi, babam mavi gömle÷ini, yola düzüldük... Gitti÷imiz sinemanÕn üç kapÕVÕ var: Birincinin önünde: otomobiller tepiniyor, fraklÕ Britanya bankalarÕ iniyor. økincinin önünde: küçük dar dükkânlarla dar tarlalar. Üçüncü kapÕ bizim, oradan biz giriyoruz, istihsal aletinden mahrum olanlar. øçerde the polismenler gösteriyor yerlerini müúterilerin: - Buyrun siz oturunuz! Oturtuldular. - Oturun! Oturdular. - Otur ulan kerata... Oturduk. Lambalar söndü. MuzÕka baúladÕ, makina döndü. Perdede filmin ismi göründü: (Yirminci AsrÕn Sergüzeútleri nâm dram.) Yirminci asÕr dört kanatlÕ bir tayyareden mendil salladÕ bize. YakasÕnda kapitalizm açÕldÕ kabak çiçe÷i gibi. O kadar ço÷aldÕ o kadar uzadÕ ki bacalar saçlarÕndan asÕldÕlar sÕra sÕra kehkeúanlara. Öyle duman çÕktÕ, kurum ya÷GÕ ki gökte Allah bile meleklere Amerikan markalÕ muúambalar giydirdi. ùikagolu bir milyoner öptü telsiz telefonla Tokyolu sevgilisini. Elektrikli salhanelerde makinalarÕn bir a÷]Õndan pastÕrma attÕlar, öbür a÷]Õndan boynuzlu inekler çÕktÕ. Bir co÷rafya hocasÕ dedi ki derste: "Senegalli zencinin yegâne derdi yüzünün siyah olmasÕGÕr." Bu haber bir velveleyle köpürdü Paris'te, müstemlekeler nezareti emir verdi, pudra fabrikalarÕ geçti seferberli÷e. Paris'te olan iúler duyulunca Londra'dan hemen içtima edip karar koydu Avam KamarasÕ: "KÕçlarÕna kuyruk takmÕyan Hintlilerin kesilecek kafasÕ." Telsizler daha tebli÷ ederken bu kararÕ Hind'e muazzam bir kuyruk tröstü teúekkül etti Mançister úehrinde. Kutbu úimalide Eskimolar görünce bu halleri, NÕça kuyruk takmamak ve de÷Lútirmemek için deri, ince Japon fincanlarÕnda okkalarla Hollanda sütü içme÷e baúladÕlar. Üstünde uzun katarlar kayan raylar, bahrimuhitlerin elli bin tonluklarÕ ham mevat taúÕyorlar müstemlekelerden. Kilometreler ticaret evleriyle ba÷landÕ birbirine. SahrayÕ Kebir'in ortasÕnda ilân kuleleri dikildi. Tröstler kartellerle tokuúuyor. Balyalar, denkler, çuvallar, kutular úarktan garba, garptan úarka koúuyor... Perde karardÕ, makina durdu. Perde beyazlandÕ, lambalar yandÕ. Lambalar yanar yanmaz kocaman bir gürültü ortalÕkta çalkandÕ. Babama sordum: "- Ne oldu?" Anam güldü. Ve birdenbire küçücük kafam yukardan düúen bir kitabÕn yapraklarÕyla örtüldü. KitabÕ kafamdan atÕp yukarÕ baktÕm: Britanya bankalarÕQÕn localarÕndan filozoflar: tonlarla yaldÕzlÕ eserlerini fÕrlatÕyorlar üstümüze. Lambalar söndü. MuzÕka baúladÕ, makina döndü. Perdede ikinci kÕsmÕn ismi göründü "HindistanlÕ Parya VE PROLETARYA.." The polismenler el attÕ kÕçlarÕna. Birinci mevki homurdandÕ. økinci sallandÕ. Ba÷ÕrdÕ üçüncü mevki avazÕ çÕktÕ÷Õ kadar: "- Geliyor, ror, geliyor bizimkiler...." Mehtaba, dökülen bahrimuhit gibi mavi pantolonlarÕn dalgalarÕ kapladÕ perdeyi. BaúladÕ resmigeçit Misisipi gibi uzun Amazon kadar geniú. Maden ocaklarÕnda çalÕúanlar ata biner gibi kazmalarÕna binip tünellerde koúuyorlardÕ dörtnala. Keúmirli mensucat amelesi hep bir a÷Õzdan úarkÕlar okuyarak kocaman bir bayrak dokuyarak geçti. NakliyatçÕlar úehirlere tekerlek takarak tramvaylara çektirdiler. Elektrikçiler lastik eldivenlerine sÕrma saçlarÕndan dolamÕúlardÕ voltlarÕ. Elektrikçiler geçtiler, elektrik kadar temiz elektrik kadar çevik, elektrik elektrik... Geçiyor bizimkiler Misisipi gibi uzun Amazon kadar geniú... OmuzlarÕmda fÕr dönerken kafam karnÕma vurdu babam. ùimdi yürüyordu perdede on milyon beygir kuvvetinde bir ÕstÕrap: Elleri ceplerinde kilitli parmaklarÕ burunlarÕnda D÷Õr a÷Õr sürüklendi iúsiz ordusu. AdÕmlarÕ nalladÕ gözbebeklerimizin kulaklarÕQÕ. 6ÕUÕttÕ birinci mevki. økinci düúündü. Perdede yeni yazÕ göründü: "BURJUVAZø!." The polismenler giydi pazarlÕklarÕQÕ. AlkÕú ya÷GÕ localardan. $÷]Õ sulandÕ ikinci mevkiin. Biz çuvaldÕzla dikildik birbirimize gündeliklerimizden, avuçlarÕPÕz alevlendi, fÕrladÕ gözlerimiz burun deliklerimizden. BaúladÕ resmigeçit: ømparatorluk üniformalarÕ davul çalarak yol açarak geçti. BritanyalÕ diplomatlar bonjurlarÕQÕn kuyruklarÕQÕ döúediler yola. Bayraklar çekildi her karakola. Sökün etti tröstler. BaúlarÕnda banka kavaslarÕQÕn úapkasÕ vardÕ. 6ÕNÕúWÕrmÕúlardÕ fabrika bacalarÕQÕ kulaklarÕna. TopraklarÕn kilometreleri tespihti ellerinde. $÷ÕzlarÕ havada kartel avlÕyordu. Esham senetlerindendi boyunba÷larÕ. ParmaklarÕmla saydÕm bu da÷larÕ, geçtiler. Göründü müteúebbislerin alayÕ. Hepsi bir iki fabrikanÕn tutmuútu kulaklarÕndan. Sünnet çocuklarÕ gibi yürüyorlardÕ. Hepsinin parlÕyordu apÕú arasÕnda malî sermayenin altÕn kazÕ÷Õ. BunlarÕ da birer birer saydÕk anamla beraber... Alay bitti. Toz duruldu. BaktÕk ki, yollara oÕplak göbeklerinden çivilenmiúti orospular.»

Somadeva deminden beri okudu÷u defteri kapattÕ. YastÕ÷ÕQÕn altÕna koydu ve Benerci'nin yüzüne baktÕ: - NasÕl buldun? Benerci sordu: - Hepsi bu kadar mÕ? - ùimdilik bu kadar. Daha do÷rusu bu, yazmak istedi÷im «Yirminci AsÕr Hindistan Tarihi»nin baúlangÕFÕ. - BakalÕm gerisi nasÕl olacak? - Gerisi, sonu harikulade olacak asÕl, Benerci. Bu tarihin sonu inanÕlmÕyacak kadar mükemmel olacak. YalnÕz bir yazabilsem, yani onu ben de bir yazabilseydim. Benerci kalktÕ. MasanÕn üstündeki gaz lambasÕQÕ yakmak istedi. Somadeva seslendi: - LambayÕ yakma. Böyle daha iyi. Geçmiú gelecek, kafamÕn içindekileri böyle daha iyi görüyorum. AkúamlarÕ ateúim dehúetli artÕyor. A÷UÕlar filan dehúetli. ArtÕk dayanÕlmÕyacak kadar... Neyse, bunlarÕ bÕrak. Sen bir úeyler anlat bakalÕm. Son günlerde okuyor musun? Fabrika kaçta bitiyor? Neler okudun? - Son günlerde bir iki meraklÕ kitap okudum. Hatta iki tanesi yanÕmda. østersen lambayÕ yakayÕm da, sana biraz okuyayÕm. - Olur, Benerci. Benerci lambayÕ yaktÕ. - Kitaplardan biri, úu meúhur FransÕz gazetecisi Alber Londr'un. FransÕz Kongosu'na dair. Sana kitabÕn en feci faslÕndan beú on satÕr okuyaca÷Õm. FransÕz Kongosu'nun merkezi Brassavil'le Karaburun limanÕQÕ birleútirecek olan Kongo - Osean demiryolunun inúaatÕna dair birkaç satÕr. øQúaatÕ Batilon ùirketi yaptÕUÕyor. ùimdi, dinle: Benerci lambanÕn fitilini biraz daha açtÕ. Okumaya baúladÕ: «- Bakota, Baiyya, Linfaondo, Sara, Banda, Lizangö, Mabaja, Sinde, Loano kabilelerinin adamlarÕ, dalgÕn hayatlarÕndan koparÕlarak Batilon'a gönderilmekteydiler. Bu çok garip bir yolculuktu. østilâ zamanlarÕPÕzdan kalan mavnalara yükleniyorlardÕ. Üç yüz, dört yüz baúOÕk insan sürüleri güvertenin altÕna ve üstüne yÕ÷ÕOÕyordu. AúD÷Õda olanlar nefessizlikten bo÷uluyorlardÕ; yukardakiler ne oturabiliyorlardÕ, ne de kalkabiliyorlardÕ. Ve ayaklarÕnda zencir olmadÕ÷Õ için, Brassavil'e kadar 15-20 gün süren yolculuk esnasÕnda ùari, Sangu, Kongo nehirlerine her gün iki üç insan kendini atÕyordu. Mavna yolunda ilerliyordu. Düúenlerin hepsini toplÕyamazsÕn ya!... KÕ\Õdan gidildi÷i zamanlar a÷aç dallarÕ en yukarda bulunanlarÕ nehre yuvarlÕyor... Hiçbir çatÕ yok. 15 gün yuvarlak güvertenin üstünde. Güneúin altÕnda. Ya÷murun altÕnda. Ocak odunla yakÕldÕ÷Õ için, uçuúan küçük NÕYÕlcÕmlar zencilerin derilerinde yanÕklar yapÕyor... øúte nihayet Brassavil... Üç yüz kiúiden ancak iki yüz altmÕúÕ, bazen de iki yüz ellisi gelebilmiútir. ....Gelenler sürüye sokuluyor. Yaya yolculuk baúOÕyacaktÕr. ølk önce, en sa÷lam olanlar seçiliyor. ....Ve sürü, balta görmemiú ormanlardan yürüyerek, bataklÕklar geçerek, dehúetli Mayombe ormanÕna do÷ru ilerliyor. ....Bu korkunç bir manzaradÕr. 10 kilometreye uzanan insan sürüsü, bo÷umlarÕQÕ kÕPÕldatmaya mecali olmayan uzun, yaralÕ bir yÕlana benzer. BiyalÕlar düúer, Zindeliler ayaklarÕQÕ zorlukla sürükleyebilirler ve kÕrbacÕn dü÷ümü onlarÕ kovalar. Ben demiryollarÕQÕn nasÕl yapÕldÕ÷ÕQÕ görmüúümdür. øú yerinde birçok aletler vardÕr. Fakat burada zencilerden baúka hiçbir úey yok...... 300 kilogram a÷ÕrlÕ÷Õnda çimento fÕoÕlarÕQÕ nakletmek için, Batilon ùirketi, bir sÕUÕk ve iki zenciden baúka hiçbir vasÕtaya lüzum görmemiú. IrgatbaúÕlarÕn ezdi÷i bitkin, yorgun, yaralÕ, sÕska zenciler yÕ÷Õnlarla ölüyorlar. ....Bu muazzam bir zenci imhasÕ hareketiydi. Batilon ùirketi'ne verilen sekiz bin insan, az bir zaman içinde beú bin, sonra dört bin, daha sonra iki bine indi. Ölenlerin yerini doldurmak için yeni devúirmeler yapÕOÕyordu. Zenciler ormanlara, Çat kÕ\ÕlarÕna, Belçika Kongosu'na, Angola'ya kaçÕyorlar. Eskiden insanlarÕn yaúadÕklarÕ yerlerde, bizim müteahhitlerimiz úimdi yalnÕz úempanzeleri buluyorlar...... » Benerci durdu ve, - Somadeva, dedi, biliyor musun, bu kitabÕ yazan Alber Londr kimdir? - HayÕr, tahmin ediyorum. Onda dehúetli bir iú adamÕ kafasÕ var. Zencilerin mahvoluúuna, körü körüne baltalanan bir ormanÕn mahvolmasÕ gibi acÕyan bir adam. AnlÕyorum ki, o, Afrika'ya makina istiyor. Zenciyi ölümden kurtarmak için de÷il. Zenciyi daha semereli, daha uzun zaman, daha dayanÕklÕ iúlettikten sonra öldürmek için. FransÕz emperyalizminin acÕ söyleyen, dehúetli bir gazetecisi úu Alber Londr.. Öyle de÷il mi? - Öyle.. østersen sana kitaplarÕ bÕrakÕUÕm. Öteki kitap Jorj Lefevr'in «Kauçu÷un Epopesi». Amerika otomobil fabrikalarÕna dair fasÕllarÕúayanÕ hayret. Bu Lefevr kadar köpo÷lulukta mahir bir adam görmedim. ønsanlarÕn, kocaman bir makinanÕn basit vidalarÕ haline gelmesinde bile úiir bulan bir adam. KitabÕ okur anlarsÕn. LambayÕ söndüreyim mi? Haftaya gelirim yine. Dört gün sonra yapÕlacak mitingin sonu neye varacak? Böyle hasta olmasaydÕn. Kuvvetli söz söyliyen, amma bÕçak gibi söz söyliyen bir arkadaúa öyle ihtiyacÕPÕz var ki. Neyse. Ben gidiyorum. Kendine iyi bak... - Ben kendime iyi bakÕyorum. Üzülme! Git. LambayÕ söndür. Benerci lambayÕ söndürdü. Ve sanki lambayÕ söndürür söndürmez, Somadeva hemen uyuyuvermiúmiú gibi, ayaklarÕQÕn ucuna basarak odadan çÕktÕ. Merdivenin sahanlÕ÷Õnda, nine Benerci'yi kolundan tuttu: - Ölecek, dedi. Belki, ölümün gelmesini beklemeden kendi kendini öldürecek. Benim o÷lum da, kafasÕQÕ øngilizler sopayla parçaladÕktan sonra, o duvarÕn dibindeki yatakta ölmüútü. Bu da, o duvarÕn dibindeki yatakta ölecek. Belki de kendi kendini öldürecek. Çok a÷UÕ çekiyor. Sana göstermiyor amma, siz hepiniz öyle a÷UÕ çekseydiniz çoktan ölürdünüz. - Kendini öldürece÷ini nerden biliyorsun? Sana bir úey söyledi mi? - Bana bir úey söylemedi. Bana o yalnÕz iyi úeyler söyler. Kendini öldürece÷ini yalnÕz kendine söyledi gibi geliyor bana. Bunu, belki kendine bile apaçÕk söylememiútir. Belki de söylemiútir. Dün, ben evde yokken, soka÷a oÕkmÕú... Yata÷ÕQÕn altÕna bir çÕNÕn korken gördüm. ÇÕNÕnda ne vardÕ, bilmiyorum. Sokaktan bir úey alÕp getirdi. Benerci, birdenbire geri dönüp Somadeva'dan sormak istedi. Sonra vazgeçti. - Sen onu yalnÕz bÕrakma, nine, ben iki üç gün sonra gelirim. Benerci soka÷a fÕrladÕ. Yürüdü.. Yürüdü... Bir köúebaúÕnda Roy Dranat'la karúÕlaúWÕlar. HavagazÕ fenerinin altÕnda durdular. Roy Dranat sarhoútu. Benerci'nin ellerini tuttu: - Benerci, belki siz haklÕVÕQÕz, dedi. Belki haklÕVÕQÕz. Fakat, ben «dünyayÕ düzeltecek ben mi kaldÕm»a kadar düútüm. Mümkündür ki, «beú parmak bir olmaz»a kadar da alçalayÕm. Amma, bana öyle geliyor ki, sizin hakkÕQÕz var. AllahaÕsmarladÕk Benerci. Ben bu tarafa sapÕp yoluma gidiyorum, sen de yoluna git.. Roy Dranat, Benerci'nin ellerini bÕraktÕ. ùapkasÕQÕ çÕkardÕ. Yerlere kadar e÷ilerek Benerci'yi selamladÕ: - Belki, siz haklÕVÕQÕz...... Sallanarak uzaklaúWÕ..

ø.øNCø BAP

KALKÜTALI SEYYAR SATICI ESNAFINDAN BøR VATANDAù: KALKÜTA'DA, øNGøLTERE EMPERYALøZMø ALEYHøNE YAPILAN Mø7øNGø VE SOMADEVA'NIN ÖLÜMÜNÜ BERVEÇHø ÂTø ANLATIYOR.

I Meydanda bir kalabalÕk vardÕ, kardaúÕm, uyy... aman kalabalÕk!! RüzgârlÕ bir orman gibi u÷uldardÕ, kardaúÕm, bu yaman kalabalÕk. KalkütalÕ tornacÕlar, Keúmirli dokumacÕlar, Bombay gemicileri, yetmiú yedi denizin getirdi÷i kum gibi insan var. dÕUÕlçÕplak çocuklar sarkÕyor salkÕmlarla a÷açlarÕn dalÕndan. KocakarÕlar oturmuúlar eúiklere. ø÷ne de÷il, bir kÕl koparÕp atsan sakalÕndan düúmezdi yere. Meydanda bir kalabalÕk vardÕ, kardaúÕm, uyyy, aman kalabalÕk. DalgalÕ, karanlÕk bir suya düúmüúüm gibi beni sardÕ, kardaúÕm, bu yaman kalabalÕk. BaktÕm ki taaa... karúÕda bir kamyonun üstünde bir adam avaz avaz söz söylüyor. Ama ne söz söylüyor anam, okkalÕ söz söylüyor!!! BakÕyorum adama, bir úey anlamÕyorum ama, söz söylüyor herifçio÷lu söz söylüyor, okkalÕ söz söylüyor: «- Bilemem hangi sebeple, bilemem hangi sebebe!» Etrafta ba÷ÕUÕyorlar: «- Yaúúúúa be!!!» Ben de ba÷ÕUÕyorum. Acayip bir türkü ça÷ÕUÕyorlar. Makama uyup ben de ça÷ÕUÕyorum... YanÕmda seyrek sakallÕ bir ihtiyar: «- Bunlar, delidir, diyor, bunlar sanÕyorlar ki, diyor, biz zorla devirebiliriz, altÕn topuzlu kuyru÷unu dalgalara vuran denizlerin ortasÕnda demirden bir aslan gibi duran kocaman Britanya'yÕ...» ùimdi kamyonun üstünde baúka bir adam.. Bu da söz söylüyor anam söz söylüyor. OkkalÕ söz söylüyor. BakÕyorum adama. Bir úey anlamÕyorum ama belli ki ötekinden daha okkalÕ söylüyor. Etrafta daha çok ba÷ÕUÕyorlar. Ben de ba÷ÕUÕyorum. Bu sefer baúka bir türkü ça÷ÕUÕyorlar, makama uyup ben de ça÷ÕUÕyorum... Seyrek sakallÕ ihtiyar: «- Bak, bu do÷ru söylüyor, diyor, zorla de÷il, güzellikle yavaú yavaú, diyor, alÕUÕz!.. Birdenbire ayrÕOÕrsak, köksüz bir a÷acÕn dallarÕ gibi kalÕUÕz...» ùimdi kamyonun üstünde yine baúka bir adam. Elbet bu da söz söyleyecek anam. Söz söylüyor. Seyrek sakallÕ ihtiyarÕn keyfi yerinde yine. Belli ki, geliyor kalabalÕk seyrek sakallÕQÕn dedi÷ine. Adamlar çÕNÕp iniyor kamyonun üstünden. Balta görmemiú bir ormanda yürür gibi yürüyorum kalabalÕkta kamyona do÷ru ben. Ba÷ÕUÕúlar. Türkü ça÷ÕUÕúlar. Ben bir úeycik anlamÕyorum ama, etraftan laflar çalÕQÕyor kula÷Õma: - Sol taraf hapÕ yuttu! - Kamyonun yanÕnda Benerci'ye bak! AnasÕ ölmüú kÕz kardeúi da÷a kaldÕUÕlmÕú gibi somurttu... - Gandi'nin hakkÕ var! - Hind'in kurtarÕFÕ ilahlarÕ: dokuma tezgâhlarÕ. Deniz tutmuú gibi dönüyor baúÕm. Birden bir kÕyamettir koptu kardaúÕm. Ba÷UÕúmalarla, ipte çamaúÕr gibi sarsÕldÕ hava. - Somadeva geliyor, Somadeva! - Ona söz verin! - Söyletmeyin, istemez! - Dinlemiyoruz! - Al aúD÷Õ! - Söyletmeyin, istemez. YanÕndakilerin omuzuna dayanarak tÕrmandÕ kamyona bir adam. Geldi bütün kalabalÕk bu sapsarÕ yüzlü bir tek adamla göz göze. OrtalÕk tÕssss! Somadeva baúladÕ söze... Hey anam! Heeey! Herifte bir ses vardÕ, beyabey, bir ses! Hani, ormanda kaplanlar ölürken böyle ba÷ÕUÕr.. «- Arkadaúlar! dedi. HastayÕm.. Çok.. Fazla söze lüzum yok, kendimi asacaktÕm. Gidip bakÕn odama: ipi yerde, çengeli tavanda mÕhlÕ bÕraktÕm. Geberecektim bir kaçak gibi az daha.. Arkadaúlar!...» dedi. Ve sözünü bitiremedi. SallandÕ sola bir, sa÷a bir... BaktÕm ki kalabalÕ÷a bir kalabalÕk da rüzgârlÕ bir ekin gibi sallanÕyor, ben de sallanÕyorum. O yine: «- Arkadaúlar...» dedi. Yine sözünü bitiremedi. Ve kamyonun üstünden devrildi üstümüze.. Birdenbire, kardaúÕm, bir hal oldu bize: boydan boya meydan uzattÕ kollarÕQÕ düúeni tutmak için. Hani ancak Lortlar KamarasÕ'na girmeliyim bu hali unutmak için. DalgalÕ bir denize düúen ay ÕúÕ÷Õ gibi yüzdü bembeyaz ölüsü Somadeva'nÕn yukarÕ kalkan kollarÕn ve baúlarÕn üstünde. Meydan ba÷ÕrdÕ, ben ba÷ÕrdÕm: «- Somadeva! Somadeva! Kavga sonuna kadar kav-ga!...» Omuz baúÕmda inledi bir ses: «- Deliler kesiyor kocaman bir çÕnarÕn en yeúil, en geniú dalÕQÕ.» Dönüp arkama baktÕm ki, anam; yoluyor seyrek sakalÕQÕ seyrek sakallÕ adam.

ø.øNCø KISIM SONUNCU BAP

ø.ø ÖLÜNÜN ODASI... +øNDøSTAN YøRMøNCø ASIR TARø+ø1øN SON SÖZÜ... ROY DRANAT'IN AYNALI DOLABA BAKAN ÖLÜ GÖZLERø...

I Somadeva'nÕn ölüsü imamsÕz, rahipsiz ve hahamsÕz ve kavga úarkÕlarÕ söyleyen on binlerce kiúilik bir cemaatla kaldÕUÕldÕ. Benerci, Somadeva'yÕ gömdükten sonra, ninenin evindeki odaya geldi. øpi yerde ve çengeli tavanda mÕhlÕ gördü. DuvarÕn dibindeki yer yata÷ÕQÕn yastÕ÷Õ altÕndan kÕrmÕ]Õ kaplÕ, çizgisiz defteri çÕkardÕ. Defterin kabÕnda: «HøNDøSTAN'IN YøRMøNCø ASIR TARø+ø» diye yazÕOÕydÕ. Benerci defteri açtÕ. Baú tarafta, Somadeva'nÕn bir gece kendisine okudu÷u yarÕ kalmÕú mukaddeme vardÕ. Sonra beyaz sayfalar. Son sayfada beú altÕ satÕr. Benerci bu beú altÕ satÕUÕ okudu: «Ben, Somadeva, Hindistan'Õn yirminci asÕr tarihini yazma÷a baúladÕm. Fakat bitirmeden ölece÷im. ArkadaúlarÕm, bÕraktÕ÷Õm yerden yazma÷a devam etsinler. Tarihin sonu inanÕlmayacak kadar güzel olacaktÕr. Buna eminim...» II Benerci, Somadeva'nÕn odasÕndan soka÷a çÕNÕnca, Roy Dranat'Õn «akúamüstü serinlikte bir teferrüçten dönerken» so÷uk alÕp zatürreeden öldü÷ünü duydu. Ve Roy Dranat'Õn oteline gitti. Gördüklerini úöyle anlatÕyor: Girdim ki içeriye, iki eli yanÕna gelmiú yatÕyor otel odasÕQÕn dört topuzlu karyolasÕnda. Ölü. OmuzlarÕna kadar çarúafla örtülü, gözleri açÕk... ÇarúafÕn altÕnda ayaklarÕ: acayip bir hayvanÕn dinliyen kulaklarÕ... Gözleri bakÕyor ayaklarÕ arasÕndan dolaba. DolabÕn aynasÕnda görüyorum: baúÕQÕ de÷il, yüzünü de÷il, kaúÕQÕ de÷il, kapaklarÕ açÕk, içi örtülü gözlerini, yalnÕz ölü gözlerini... Gözleri bakÕyor dolaba. Ehramda bir kapÕ açar gibi açtÕm dolabÕ. Alt katta bir kutu var. Kutuda ölünün hiç giymedi÷i siyah kunduralar. Ütülü elbiselerle dolu orta kat: asÕlmÕú dolabÕn içine VÕra sÕra elsiz ve baúVÕz Roy Dranat. Bir úLúe permanganat, yakalÕk, mendil, çorap. Bir kitap: çok eski günlerde beraber okuyup satÕrlarÕQÕn altÕQÕ beraber çizdi÷imiz bir kavga kitabÕ. KapadÕm dolabÕ. Onun dolaba bakan gözlerini kapadÕm. ArtÕk satÕlacak bir yürek, kiralÕk bir kafa bile yok. Roy Dranat, hoúça kal, mesele yok. YORGAN GøTTø, KAVGA BøTTø.

økinci KÕsmÕn Sonu

ÜÇÜNCÜ KISIM

%ø5øNCø VE SONUNCU BAP

I Gözüme altÕn bir damla gibi akan yÕldÕ]Õn ÕúÕ÷Õ, ilkönce boúlukta deldi÷i zaman karanlÕ÷Õ, toprakta gö÷e bakan bir tek göz bile yoktu... <ÕldÕzlar ihtiyardÕlar toprak çocuktu. <ÕldÕzlar bizden uzaktÕr ama ne kadar uzak ne kadar uzak... <ÕldÕzlarÕn arasÕnda topra÷ÕPÕz ufaktÕr ama ne kadar ufak ne kadar ufak... Ve Asya ki toprakta beúte birdir. Ve Asya'da bir memlekettir Hindistan, Kalküta Hindistan'da bir úehirdir, Benerci Kalküta'da bir insan... Ve ben haber veriyorum ki, size: Hindistan'Õn Kalküta úehrinde bir insanÕn yolu üstünde durdular. Yürüyen bir insanÕ zincire vurdular... Ve ben tenezzül edip baúÕPÕÕúÕklÕ boúluklara kaldÕrmÕyorum. <ÕldÕzlar uzakmÕú toprak ufakmÕú umurumda de÷il, aldÕrmÕyorum... Bilmiú olun ki, benim için daha hayret verici daha kudretli daha esrarlÕ ve kocamandÕr: yolu üstünde durulan zincire vurulan ø N S A N . . .

II ùu yukarÕya, üçüncü kÕsmÕn birinci ve sonuncu babÕQÕn birinci parçasÕ olarak yazdÕ÷Õm, üslubu ukalaca, yazÕdan da anlÕyaca÷ÕQÕz veçhile, Benerci mahpustur. Hindistan'Õn hakikî istiklâl ve hakikî kurtuluúu için çalÕúWÕ÷Õndan dolayÕ, Britanya polisi tarafÕndan tevkif, Britanya adliyesi tarafÕndan muhakeme ve Britanya hükûmeti tarafÕndan, Benerci, hapse atÕlmÕúWÕr. CezasÕ 15 senedir. Benerci bu 15 adet seneyi taú bir hücrede tek baúÕna geçirecektir. Ve bu 15 adet senenin bir haylisi geçmiútir... ùimdi size, bu bir hayli senenin nasÕl geçti÷ini anlataca÷Õm. Ve, sonra, sÕra, Benerci'nin kendini niçin öldürdü÷üne gelecek. Emperyalizm aleyhine yazÕlan* ve emperyalizmi temellerinden yÕkmak için nefislerini feda edenlerden bahseden bu kitap, bir inkÕlâpçÕQÕn hangi úartlar içinde kendini öldürme÷e hak kazanaca÷ÕQÕ da hallettikten sonra, bitmiú olacaktÕr.

(*) YalnÕz úunu hatÕrlatmak isterim ki, Benerci emperyalizmi ve emperyalizm ile mücadeleyi, Neo-Hitlerist- Sosyal-Faúist-Sinyor-Fon ùevket Süreyya Bey gibi anlamÕyordu.

III Güneú pencerede... YanÕyor demir bir çubuk.. 'Õúarda saat belki beú, belki altÕ, belki buçuk, yedi.. Gardiyan karyolayÕ duvara kilitledi. Adam demir iskemlede oturuyor oturuyor... Güneú düútü pencereden adamÕn baúÕna vuruyor.. 'Õúarda saat belki on belki on iki.. øçerdeki: yürüyor duvardan duvara, duvardan duvara... Gardiyan... Pirinç çorbasÕ, ekmek. Demek: ö÷le saatÕ çaldÕ öte yanda yaúÕyanlara.. Ve adam yürüyor, duvardan duvara, duvardan duvara.. YanÕp söndü demir çubuk.. 'Õúarda saat: belki beú, belki altÕ, belki buçuk... 'Õúarda adam... Adam demir iskemlede oturuyor... Oturuyor... Gardiyan. Pirinç çorbasÕ, ekmek. Gardiyan karyolayÕ indirince: içerde gece. YatÕyor adam. Gözleri düúünüyor, diúlerinin arasÕnda bÕ\Õ÷Õ.. 'Õúarda ay ÕúÕ÷Õ....

IV 19... senesi eylülünün on beúinci gecesi idi.. Saat on ikiden sonra, Kalküta úehrinin varoúlarÕndan gelen bir adam, umumî hapisanenin yüksek duvarlarÕ karúÕVÕnda durdu. Tam bedir halindeki ay, gökyüzünü kaplÕyan ve esen rüzgârla korkunç úekiller alÕp akan siyah bulutlarÕn arkasÕnda kâh gizleniyor, kâh meydana çÕNÕyordu. ùehrin varoúlarÕndan geldi÷ini beyan etti÷imiz meçhul adamÕn durdu÷u mahal, umumî hapisanenin arka cephesine tesadüf etmekte olup bu cephenin üst kÕsmÕnda, hafif bir ÕúÕkla aydÕnlanmÕú, bir sÕra demir parmaklÕklÕ pencere vardÕ. Ay, bulutlarÕn arasÕndan kurtuldukça, zaman zaman duvarÕn dibinden geçen bir süngüyü ÕúÕldatmakta ve bu suretle meçhul adama hapisanenin etrafÕQÕ devreden nöbetçilerin mevkilerini bildirmekte idi. Meçhul adamÕn kendisini nöbetçilere göstermek istemedi÷ini, okuyucularÕPÕz, elbette tahmin eylemiúlerdir.. Tahminlerinde yanÕlmÕyorlar. Zira bu adam buraya Britanya ømparatorlu÷u zabÕtasÕQÕn hiç de hoú görmeyece÷i bir iúi yapmak için gelmiú idi. Filhakika, nöbetçiler hapisanenin köúesinde gözden kaybolur olmaz, meçhul adam cebinden bir taú parçasÕ oÕkarÕp iyice niúanladÕktan sonra demir parmaklÕklÕ pencerelerin soldan üçüncüsüne fÕrlattÕ.. Taú pencereden içeriye girdi. E÷er biz, okuyucularÕPÕzla birlikte, meçhul adamÕn taúÕ atmasÕndan evvel, mevzubahis pencereden içeriye bakmÕú olsaydÕk, úöyle bir manzaranÕn úahidi bulunurduk: Demir kapÕVÕQÕn üstünde gardiyanlara mahsus dÕúardan sürmeli küçük bir pencere bulunan taú bir hapisane hücresi. Gündüzleri kaldÕUÕOÕp zincirle duvara kilitlenen ve geceleri indirilen demir bir karyola. øúbu karyolanÕn üstünde, mahpuslara mahsus libasÕ giymiú oldu÷u halde bir úahÕs oturmaktadÕr. Mezkûr úahÕs sÕk sÕk baúÕQÕ kaldÕrarak, kapÕdaki gardiyan penceresinden gözetlenip gözetlenmedi÷ine bakÕyor, sürgünün açÕlmadÕ÷Õna emniyet kesbettikten sonra, siyah kaplÕ kalÕn bir kitabÕn sayfalarÕna bir úeyler yazÕyordu. E÷er siyah kalÕn kitabÕ yakÕndan tetkik edecek olursak görürüz ki, bu øngilizce bir øncil'dir. Mevzubahis úahÕs, taú hücreye kapatÕldÕktan bir hafta sonra; Kayser'in hakkÕQÕ Kayser'e ve AllahÕn hakkÕQÕ Allaha verme÷i ve sa÷ yana÷Õna bir tokat atÕOÕrsa, sol yana÷ÕQÕ çevirme÷i talim etsin diye, bu øncil'i bir øngiliz misyoneri kendisine vermiú idi. Esasen, hepisanenin bütün hücrelerinde bu kitaptan maada okuyacak ve yazacak bir úey bulunmazdÕ. ømdi, ahvalini tetkik eyledi÷imiz úahsÕn, yani taú hücre mahpusunun øncil sayfalarÕna neler yazdÕ÷ÕQÕ görelim: SatÕrlarÕQÕn baúlarÕ numaralÕ ve bazÕ kelimeleri küçücük haç iúaretli sayfalarda, URDU lisanÕyla ve henüz kurumamÕú kÕrmÕ]Õ ve taze bir kan ile yazÕlmÕú ve kitabÕn sÕk siyah matbu hurufatÕ üzerinde ateú gibi yanan yazÕlar vardÕ. Taú hücre mahpusu øncil kitabÕQÕn iç mukavvasÕndan kopardÕ÷Õ bir parçayÕ bükerek bir kalem haline getirmiú ve bunu sol bile÷inden ince ince akan kana batÕrarak bu ateú gibi yanan yazÕlarÕ yazmakta bulunmuú idi. øúte úehrin varoúlarÕndan gelen meçhul adam taúÕ attÕ÷Õ zaman, taú hücrenin içindeki mahpus böyle bir iúle meúguldü. Pencereden gelen taú mahpusun karyolasÕ dibine düúmüútü. Mahpus hemen yerinden kalktÕ. Üzerlerine kanÕ ile yazdÕ÷Õøncil kitabÕ sayfalarÕQÕ kopararak taúa sardÕ ve taúÕ pencereden dÕúarÕ atÕp iade etti. ùehrin varoúlarÕndan gelen meçhul adam, taúa sarÕlmÕú kâat tomarÕQÕ yerden aldÕ. Gö÷süne soktu. Ve dünyanÕn en kÕymetli hazinesini gö÷sünde taúÕyan bir insan gibi, korkak, cesur ve emin adÕmlarla uzaklaúmaya baúladÕ. Korkuyordu: gö÷sündeki defineyi alÕrlar diye; cesurdu: gö÷sündeki defineyi ölümün karúÕVÕnda dahi vermemek için; emin idi: zira kaç senedir her iki ayda bir buraya geliyor, taúÕ atÕyor ve taú, kanlÕ yazÕlar yazÕOÕøncil sayfalarÕna sarÕlmÕú oldu÷u halde kendisine iade ediliyordu; binaenaleyh bu iúe alÕúPÕú idi. Bu kanla yazÕlmÕú yazÕlar, Hintlilerin hakikî istiklâl ve kurtuluú cidalinde kitlelere heyecan, úuur ve hedef vermekte idi...... Taú hücre mahpusu Benerci'dir. Kitlelere heyecan, úuur ve hedef veren yazÕlar, vaktiyle Somadeva'nÕn baúladÕ÷Õ ve úimdi Benerci'nin devam etti÷i «Hindistan'Õn Yirminci AsÕr Tarihi» isimli eserdir. YalnÕz, Benerci bunu, bile÷ini kesip kanÕyla yazmÕyor.. Fakat, e÷er icap etseydi, eserin bir tek satÕUÕQÕ yazmak için damarlarÕndaki bütün kanÕQÕ akÕtabilirdi. Ve bu, pestenkerani bir lâf de÷ildir.. Bu iúi yapabilecek insanlarÕn yalnÕz on dokuzuncu asÕr romanlarÕnda yaúadÕ÷ÕQÕ zannedenler, yirminci asrÕn isimsiz, büyük kavga kahramanlarÕQÕ tanÕPÕyorlar demektir. Benerci yazÕVÕQÕ bile÷inin kanÕyla yazmÕyor. Bu yazÕlarÕúehrin varoúlarÕndan gelen meçhul adama vermiyor. Benerci yazÕlarÕQÕ temiz beyaz kâatlara kurúunkalemiyle yazÕyor. Ve bunlarÕ hapishane gardiyanlarÕQÕn øngiliz dikkatlerine ra÷men, dÕúardakilerin ellerine ulaúWÕUÕyor. NASIL?.. Taú hücre mahpusunun, senelerdir, bu iúi nasÕl yaptÕ÷ÕQÕ anlatacak de÷ilim. Romanda da olsa, Britanya polisine hizmet etmek istemem......

V 'Õúarda bir bayrak gibi dalgalanÕrken adÕ, içerde O ihtiyarladÕ.. Her gün biraz daha camlarÕ yaúarÕyor iri ba÷a gözlüklerinin. Her gün biraz daha siliniyor çizgileri gördüklerinin. KüreyvatÕ hamra azalÕyor. Tasallübü úerayin. Tansiyon 26. Baú dönmesi, bunaltÕ. Sinir... Bir senedir yazamadÕ bir satÕr bile.. Yine fakat dÕúarda bir bayrak gibi dalgalanÕyor adÕ. øçerde O ihtiyarladÕ....

BU FASIL BENERCø'NøN KENDø1ø NødøN ÖLDÜRDÜöÜNE DAøRDøR

«Kalküta úehrinin ufkunda güneú yükseliyordu. AtlarÕÕúÕktan, mi÷ferleri ateú bir ordu bozgun karanlÕ÷Õ katmÕú önüne geliyordu. Güneú yükseliyordu.. Kalküta ...... » Bunu beceremedik romantik kaçtÕ pek. ùöyle diyelim: «BaygÕn kokulu koskocaman masmavi bir çiçek úeklinde sema düútü fecrin altÕn kollarÕna...» Bu da olmadÕ, olaca÷Õ yok. Benden evvel gelenlerin hepsi, almÕúlar birer birer, tuluu úemsi, gurubu úemsi tasvir patentasÕQÕ. Tuluu úemsin, gurubu úemsin okumuúlar canÕna.. Bu hususta yapÕlacak iú, söylenecek söz kalmamÕú bana. Buna ra÷men, tekrar ederim ki ben: Kalküta'nÕn damlarÕ üstünde güneú güneú gibi yükseliyordu. Sokaktan bir sütçü beygirinin nal ve gü÷üm sesi geliyordu. Benerci sordu: - Saat kaç? - AltÕ... Benerci dün akúam geç vakit tahliye edildi. Hapishanenin kapÕVÕ önünde dehúetli bir kalabalÕk onu bekliyordu. (÷er eski sistem bir kafam olsaydÕ, iddia edebilirdim ki, Benerci bu yÕ÷Õnlarla insanÕ ebediyyen peúinde sürükliyebilecek kadar onlara yakÕn, onlarÕn canÕnda, onlarÕn kanÕndaydÕ. Benerci'ye arkadaúlarÕ, dÕú mahallelerdeki apartÕmanlardan birinin en üst katÕnda bir oda tutmuúlar. Benerci odasÕna sekiz arkadaúÕyla beraber girdi. Bana: - Sen git, biraz dolaú. Sonra gelirsin, dediler. ApartÕmanÕn kapÕVÕ önünden, merkez caddelere kadar, kÕPÕldanan, ba÷Õran bir insan denizinin ortasÕnda, her adÕmda onun ismini iúiterek, dolaúWÕm. KalabalÕk yavaú yavaú da÷ÕldÕ. Geri döndü÷üm zaman Benerci'yi odasÕnda yalnÕz buldum. Pencerenin önünde duruyordu. Saat gecenin on biriydi. Benerci: - Otur bakalÕm, dedi. Oturdum. Saatler geçti, saatler geçti.. Bir kelime bile konuúmadÕk. Ve nihayet, lambanÕn sarÕÕúÕ÷Õ beyazlanma÷a baúladÕ. Pencereden baktÕm: Kalküta'nÕn damlarÕ üstünde güneú yükseliyordu. Benerci sordu: - Saat kaç? - AltÕ. - Âlâ. - AnlamadÕm. - Hiç. Dinle. Bu kitabÕn birinci kÕsmÕnda, arkadaúlarÕm bana: «Sen bizi sattÕn,» dediler. AlnÕmda hâlâ onlarÕn attÕ÷Õ taúÕn izi var. Halbuki ben tertemizdim. Fakat onlar haklÕydÕ. KÕl kaldÕ, kendimi öldürüyordum. Fakat bu haltÕ yemedim. - Öyle. - Bu kitabÕn ikinci kÕsmÕnda, Somadeva'nÕn ci÷erleri a÷]Õndan geliyordu. Öyle a÷UÕ çekiyordu ki, kendini öldürmek istedi. Fakat o da bu haltÕ yemedi. Bir kamyonun üstünde kalÕEÕ dinlendirmeyi daha do÷ru buldu, de÷il mi? - Öyle... - Saat kaç? - AltÕ buçuk. - Âlâ... Dinle. Ferdin tarihteki rolü malum. AkÕúÕn istikametini de÷Lútiremez. YalnÕz tempoyu hÕzlÕlaúWÕrabilir, yavaúlatabilir. øúte o kadar. Tarihte fert denilen nesne, keyfiyetin de÷il, kemiyetin üstüne tesir edicidir. Bütün bunlar senin için, benim için, bizim için bilinen úeylerdir. - Do÷ru. - Öyleyse, bunu úimdi benim úahsÕma tatbik edelim. Birdenbire durdu. Gözlü÷ünü çÕkardÕ. Mendiliyle camlarÕQÕ sildi. Gözlü÷ünü taktÕ. CamlarÕn içinde büyüyen gözleri gözlerimdedir. - Devam et, Benerci, dinliyorum. - Hadisat öyle getirdi ki, ben hareketin muayyen bir inkiúaf merhalesinde muayyen bir rol oynÕyan bir fert haline geldim. - Do÷ru. - Dünden itibaren katarÕn baúÕnda gidiyorum. Halbuki fizyolojim berbat.. Kafam elastikiyetini kaybetti. Dönemeçleri zamanÕnda dönemiyece÷im. Ellerim lüzumundan fazla titriyor. AkÕntÕda dümen tutamÕyacak bir hale geldiler. AkÕúÕn temposunu hÕzlÕlaúWÕrmak nerde? Onu yavaúlatmam muhtemeldir. østemeden, irademin dÕúÕnda, yanlÕú adÕmlar ataca÷Õm. Biliyorum, hareket belki beni altÕ ay sonra, bir sene sonra bir safra gibi fÕrlatacaktÕr. Fakat o beni fÕrlatÕp atana kadar, ben ona fren olaca÷Õm. Halbuki ben kemiyette bile, bir sene de÷il, bir gün bile, irademin GÕúÕnda, bilerekten ona ihanet edemem. AnlÕyor musun? Diyeceksin ki, yanÕlmÕyan yalnÕz tembellerdir, budalalardÕr. øú yapan, yürüyen adam yanÕOÕr. Mesele yanlÕúÕn idrakindedir. Fakat, ya bu yanÕlma nesnesi katarÕn baúÕndaki adam için bir kaide haline gelirse. Ve o adam katarÕn baúÕnda gidemiyece÷ini bildi÷i halde, yerinde durmak için bir saniye olsun Õsrar ederse. Bu bir ihanet de÷il midir? Ben bir saniye olsun, ihanet edemem. Bu benim uzviyetimde yok... Benerci yine durdu. Sonra birdenbire gülerek: - Hem ben bu meseleyi arkadaúlarla konuútum. Hallettik. Sana haltetmek düúer, dedi. Sen saata bak, kaç? - Yedi. - Hem, bu benim mesele nevi úahsÕna münhasÕr bir iú bile de÷il. Galiba LAFARG'la karÕVÕ da aynÕ vaziyete düúmüúler, aynÕ iúi yapmÕúlar. Her ne hal ise. ùu senin tabancayÕ ver bakayÕm. Pantolonumun arka cebinden tabancayÕ çÕkardÕm. Koskocaman bir nagant. Benerci'ye uzattÕm. AldÕ, masanÕn üstüne koydu. Tekrar gözlü÷ünü çÕkardÕ. Mendiliyle camlarÕQÕ sildi. Gözlü÷ünü taktÕ. CamlarÕn içinde büyüyen gözleri gözlerimdedir. - ùöyle pencerenin önünde birer cÕgara tellendirelim, dedi. CÕgaralarÕ yaktÕk. Topraktan fÕúNÕUÕr gibi bol, renkli ve ÕOÕk bir yaz sabahÕQÕn ÕúÕklarÕ karúÕ pencerelerin camlarÕnda, Benerci'nin gözlüklerinde pÕUÕl pÕUÕl yanÕyordu. Damlar, evler, a÷açlar ve sokaklar yÕkanmÕú gibi nemli ve tertemizdi. Konuúmuyorduk. A÷]Õmda, sonuna gelen cÕgaranÕn acÕOÕ÷ÕQÕ duydum. Benerci aya÷a kalktÕ. CÕgarasÕQÕ masadaki tablanÕn içinde söndürdü. - Pencereyi kapat. Sen de haydi artÕk git. østersen âdet yerini bulsun diye bir kere kucaklaúalÕm, dedi. KucaklaúWÕk. Arkama bakmadan kapÕdan dÕúarÕ çÕkarken: - Çocuklara selam söyle, dedi. Merdivenleri a÷Õr a÷Õr inme÷e baúladÕm. Dördüncü kat. Üçüncü kat. Merdivenleri hÕzlÕ hÕzlÕ iniyorum. økinci kat. Merdivenleri koúarak iniyorum. Tam soka÷a çÕktÕ÷Õm zaman, derinlerden, demir bir kapÕQÕn hÕzla kapanmasÕ gibi tok bir ses geldi...

BU KøTABIN SON SÖZÜ ...... «Kavgada kendi kendini öldüren lanetli bir cenazedir benim için: Ölüsüne ellerimiz dokunamaz. ArkasÕndan matem marúÕ okunamaz.»

Sen artÕk bu kitapta: noktalarÕ virgülleri satÕrlarÕ taúÕPÕyorsun. Sen artÕk bu kitapta koúmuyor ba÷ÕrmÕyor alnÕQÕ kaúÕPÕyorsun. Sen artÕk bu kitapta yaúamÕyorsun. Ve Benerci sen bu kitapta: kendi kendini öldürmene ra÷men benim ellerim senin kanlÕ delik úaka÷Õna dokunacaktÕr. Cenazende dosta düúmana karúÕ matem marúÕ okunacaktÕr:

M A T E M M A R ù I ......

Çan çalmÕyoruz. Çan çalmÕyoruz. Yok salâ veren! Giden o biten bir úarkÕ de÷ildir... O büyük bir ÕúÕk gibi dö÷útü. Kasketli bir güneú halinde düútü. Çan çalmÕyoruz. Çan çalmÕyoruz. Yok salâ veren! Bu giden bir biten úarkÕ de÷ildir ......

S O N

Ben øçeri Düútü÷ümden Beri

Ben içeri düútü÷ümden beri güneúin etrafÕnda on kere döndü dünya Ona sorarsanÕz: ’LafÕ bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’ Bana sorarsanÕz: ‘On senesi ömrümün...’ Bir kurúun kallemim vardÕ, ben içeri düútü÷üm sene Bir haftada yaza yaza tükeniverdi Ona sorarsanÕz: ’Bütün bi hayat...’ Bana sorarsanÕz: ‘Adam sende bi hafta...’ Katillikten yatan Osman; ben içeri düútü÷ümden beri Yedibuçu÷u doldurup çÕktÕ. DolaúWÕ dÕúarda bi vakit, Sonra kaçakçÕOÕktan tekrar düútü içeri, altÕ ayÕ doldurup çÕktÕ tekrar. Dün mektubu geldi; evlenmiú, bi çocu÷u olacakmÕú baharda...

ùimdi on yaúÕna bastÕ, ben içeri düútü÷üm sene ana rahmine düúen çocuklar. Ve o yÕOÕn titrek, uzun bacaklÕ taylarÕ, Rahat, geniú sa÷UÕOÕ birer kÕsrak oldu çoktan. Fakat zeytin fidanlarÕ hala fidan, hala çocuktur.

Yeni meydanlar açÕlmÕú uzaktaki úehrimde, ben içeri düútü÷ümden beri... Ve bizim hane halkÕ, bilmedi÷im bir sokakta, görmedi÷im bi evde oturuyor

Pamuk gibiydi bembeyazdÕ ekmek, ben içeri düútü÷üm sene Sonra vesikaya bindi Bizim burda, içerde Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için ùimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsÕz

Ben içeri düútü÷üm sene, ikincisi baúlamamÕúWÕ henüz Daúov kampÕnda fÕUÕnlar yakÕlmamÕú, atom bombasÕ atÕlmamÕúWÕ Hiroúimaya Bo÷azlanan bir çocu÷un kanÕ gibi aktÕ zaman Sonra kapandÕ resmen o fasÕl, úimdi üçünden bahsediyor amerikan dolarÕ Fakat gün ÕúÕ÷Õ her úeye ra÷men, ben içeri düútü÷ümden beri Ve karanlÕ÷Õn kenarÕndan, onlar a÷Õr ellerini kaldÕUÕmlara basÕp do÷ruldular yarÕ yarÕya

Ben içeri düútü÷ümden beri güneúin etrafÕnda on kere döndü dünya Ve aynÕ ihtirasla tekrar ediyorum yine ‘Onlar ki; toprakta karÕnca, su da balÕk, havada kuú kadar çokturlar. Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar, Ve kahreden yaratan ki onlardÕr, ùarkÕlarda yalnÕz onlarÕn maceralarÕ vardÕr’

Ve gayrÕVÕ Mesela, benim on sene yatmam Laf’Õ güzaf...

Benim O÷lan Foto÷raflarda Büyüyor

øçimde acÕVÕ var yemiúi koparÕlmÕú bir dalÕn, gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun, iki gözlü bir bÕçaktÕr yüre÷ime saplanmÕú evlât hasretiyle hasreti østanbulun.

AyrÕOÕk dayanÕOÕr gibi de÷il mi? Bize pek mi müthiú geliyor kendi kaderimiz? Elâleme haset mi ediyoruz? Elâlemin babasÕøstanbulda hapiste, elâlemin o÷lunu asmak istiyorlar yol ortasÕnda güpegündüz. Bense burda rüzgâr gibi bir halk türküsü gibi hürüm, sen ordasÕn yavrum, ama asÕlamÕyacak kadar küçüksün henüz. Elâlemin o÷lu katil olmasÕn, elâlemin babasÕ ölmesin, eve ekmekle uçurtma getirsin diye, orda onlar aldÕ göze ipi.

ønsanlar, iyi insanlar, seslenin dünyanÕn dört köúesinden dur deyin, cellât geçirmesin ipi.

Ben Sen O

O, yalnÕz a÷aran tanyerini görüyor ben, geceyi de Sen, yalnÕz geceyi görüyorsun, ben a÷aran tanyerinide. Ben Senden Önce Ölmek østerim...

Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasÕndan gelen gideni bulacak mi zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. øyisi mi, beni yaktÕUÕrsÕn, odanda oca÷Õn üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, úeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin FedakârlÕ÷ÕPÕ anlÕyorsun : vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanÕnda kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaúÕyorum yanÕnda senin. Sonra, sende ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaúarÕz külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasÕz bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karÕúaca÷Õz ki birbirimize, atÕldÕ÷ÕPÕz çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düúecek. Topra÷a beraber dalaca÷Õz. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasÕndan nemlenip filizlenirse sapÕnda muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha olumlu düúünüyorum Ben daha bir çocuk do÷uraca÷Õm Hayat taúÕyor içimden. KaynÕyor kanÕm. Yaúayaca÷Õm, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. YalnÕz pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze úeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çÕkmak ihtimalin var mÕ bugünlerde? øçimden bir úey : belki diyor. Berkley... Behey Berkley! Behey on sekizinci asrÕn filozof peskoposu. Felsefenden tüten günlük kokusu baúÕPÕ]Õ döndürmek içindir. Hayat kavgasÕnda bizi dizüstü süründürmek içindir. Behey Berkley, Behey AllahÕn Cebrail úeklindeki Ezraili, Behey on sekizinci asrÕn en filozof katili! Hâlâ geziyor øskoçya köylerinde adÕmlarÕQÕn sesi. Hâlâ uluyor adÕmlarÕQÕn sesine tüyleri kanlÕ bir köpek. Hâlâ her gece titreyerek görüyor gölgeni øskoçya köylüleri evlerinin camlarÕnda! Hâlâ kanlÕ beú parma÷ÕQÕn izi var o beyaz buzlu camlar gibi úimal akúamlarÕnda! Behey Berkley! Behey meyhane kÕzlarÕQÕn kara cübbeli kavalyesi, KÕralÕn úövalyesi, sermayenin altÕn sesi, ve AllahÕn peskoposu! Felsefenden tüten günlük kokusu baúÕPÕ]Õ döndürmek içindir. Hayat kavgasÕnda bizi dizüstü süründürmek içindir! Her kelimen kelepçelerken bileklerimizi, NÕvrÕlan bir yÕlan gibi satÕrlarÕn sokmak istiyor yüreklerimizi. Beli hançerli bir øsaya benziyor resmin. Sivriliyor kitaplarÕndan ismin sivri yosunlu ucundan kÕ]Õl kan damlÕyan yeúil bir diú gibi. Her kitabÕn diz çökmüú önünde RabbÕn kara kuúaklÕ bir keúLú gibi.. Sen bu kÕyafetle mi bizi kandÕracaktÕn, inandÕracaktÕn? Biz øsanÕn vuslatÕQÕ bekleyen bir rahibe de÷iliz ki! Behey Berkley! Behey tilkilerin úahÕ tilki! Çalarken satÕrlarÕn zafer düdü÷ü, küçük bir taú parçasÕQÕn en küçü÷ü imparatorlarÕn imparatoru gibi çÕNÕnca karúÕVÕna, hemen anlaúmak için bir kapÕ açÕyorsun, binip AllahÕQÕn sÕrtÕna soldan geri kaçÕyorsun! Kaçma dur! Her yol Romaya gider, - bu belki do÷rudur - fakat fikri evvel gören her felsefenin safsata iklimidir yelken açtÕ÷Õ yer! Bu bir hakikat - hem de mutlak cinsinden - ! øúte sen iúte senin felsefen: Sen o sarÕ kÕrmÕ]Õ rengini gördü÷ün cilâlÕ derisine parmaklarÕQÕ sürdü÷ün parlak yuvarlak elmaya: «Fikirlerin bir terkibidir,» diyorsun! 'ÕúÕPÕzda bize ba÷lanmadan var olan varlÕ÷Õ inkâr ediyorsun! ùu mavi deniz úu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi, kendi kendinden aldÕ÷Õn fikirlerdir, öyle mi? Mademki kendi fikrindir yüzen gemi, mademki kendi fikrindir umman, ne zaman var, ne mekân! Ne senin haricinde bir vücut ne senden evvel kimse mevcut, ne senden sonra kâinat baki bir sen bir de Allah hakikî. Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoú papazÕ! Senin dÕúÕnda de÷il miydi NÕllÕ kollarÕnda kÕvranan meyhanecinin kÕ]Õ? Yoksa kendi altÕnda sen kendinle mi yattÕn? Diyelim ki senden evvel baban yok øsa gibi. Yine fakat bacaklarÕ arasÕndan çÕktÕ÷Õn Meryem gibi bir anan da mÕ yok! Diyelim ki yapyalnÕzsÕn Turu Sinada Musa gibi, ne yazÕk! TevratÕQÕ okuyan da mÕ yok! Çok yalan söylemiúsin çok. Sen emin ol ki Berkley - olmasan da zarar yok - bu úi're benzer yazÕda hissene düúen úey: biraz alay biraz úaka ve birkaç tokat - eldivensiz cinsinden - Neyleyim? Neú'e kavganÕn musikisidir. Kavgada kuvvetini kaybetmiú gibidir biraz neú'enin çelik ahengini duymayan adam; neú'e ... iyi úeydir vesselam, - baú döndürmezse e÷er - ve iúte bizimkiler güldüler mi, a÷Õz dolusu gülüyorlar. Kabahat onlarÕn kuvvetinde: yoksa ne sende ne de bende! Dinle Berkley! - dinlemesen de olur - Biz dinleyelim: Beynimiz bal yo÷uran bir kovan. Ona balÕ dolduran arÕGÕr hayat. AldÕ÷ÕPÕz hislerin sonsuz derin pÕnarÕGÕr kâinat! Kâinat geniú kâinat derin kâinat uçsuz bucaksÕz! Biz onun parçalarÕ, biz ondan do÷an bir sürü bacaksÕz! Biz o bacaksÕzlarÕn - anasÕQÕ inkâr etmeyen cinsi - Çünkü biz emredenlere emir verenlerden de÷iliz! Ba÷OÕ\Õz topra÷a kalÕn halatlar gibi kollarÕPÕzla! Çelik diúleri úimúekli çarklÕlar koparÕrken kara topra÷Õn esrarÕQÕ, biz seyretmedeyiz cihan içinden cihanlarÕn do÷Xúunu; kehkeúanlarÕn gümüú aydÕnlÕ÷Õnda! Görmüúüz, görmedeyiz yÕllarÕn yollarÕnda toprak oluúunu kÕ]Õl kadife dudaklÕ kÕzlarÕn! Çiziyor hareketi gözlerimize sonsuz maviliklerde kuyrukluyÕldÕzlarÕn sÕrma saçlarÕndan kalan izler. Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!.. ùu denizler, úu denizlerin üstünde denizler gibi esen, rüzgârlarÕn u÷ultusu. ùu ipi kopmuú inci bir gerdanlÕk gibi damlayan su, úu bir damla su, uzaklaúWÕkça, yaklaúÕlan hakikati gizler.. Her yeni ummanla beraber bir yeni imkân! Kâinat geniú kâinat derin kâinat uçsuz bucaksÕz! Behey! Berkley! Behey bir karÕú boyuna bakmadan KarpatlarÕ inkâr eden cüce! Ahrete gittiysen e÷er oradan bir taç gönder, süslemek için AllahÕQÕn kafasÕQÕ! Fakat buradan topla hemen tara÷ÕQÕ tasÕQÕ, Haraç mezat! Haraç mezat! götür pazara bir pula sat: Topraktaki saltanatÕn gö÷e çÕkan tahtÕQÕ! Yok üstünde tabiatÕn tabiattan gayri kuvvet!.. Tabiat geniú tabiat derin tabiat uçsuz bucaksÕz!..

Beú Satirla... Annelerin ninnilerinden spikerin okudu÷u habere kadar, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanÕ, anlamak, sevgilim, o, bir müthiú bahtiyarlÕk, anlamak gideni ve gelmekte olanÕ.

BeyazÕt MeydanÕndaki Ölü... Bir ölü yatÕyor on dokuz yaúÕnda bir delikanlÕ gündüzleri güneúte geceleri yÕldÕzlarÕn altÕnda østanbul'da, BeyazÕt MeydanÕ'nda. Bir ölü yatÕyor ders kitabÕ bir elinde bir elinde baúlamadan biten rüyasÕ bin dokuz yüz altmÕú yÕOÕ NisanÕnda østanbul'da, BeyazÕt MeydanÕ'nda. Bir ölü yatÕyor vurdular kurúun yarasÕ kÕ]Õl karanfil gibi açmÕú alnÕnda østanbul'da, BeyazÕt MeydanÕ'nda. Bir ölü yatacak topra÷a úÕp úÕp damlayacak kanÕ silâhlÕ milletimin hürriyet türküleriyle gelip zaptedene kadar büyük meydanÕ.

Bir ùehir

Bir kaç yokuú tÕrmandÕm bir iki dönemeç döndüm ve yürüdüm burnumun do÷rusuna yürüdüm yürüdüm bir kapÕ açÕldÕ girdim yitirdim kendimi kendi içimde bilmedi÷im bir úehir görmedi÷im biçimde evleri kimi karÕnca yuvasÕ kimi bomboú kimi baútan aúD÷Õ pencere kimi kör duvar bir soka÷a saptÕm çamurlu dar e÷ri bü÷rü dönüp dolaúWÕrdÕ getirdi beni eski yere asfalt bir caddeyi çÕktÕm bulvar ortasÕ uzayÕp gidiyor tan yerine kadar dosdo÷ru geniú bir mahallede ya÷mur ya÷Õyor bitiúinde güneú üçüncüsünde ayÕúÕ÷Õ bir köprü geçtim yarÕVÕnda fenerler pÕUÕl pÕUÕl yarÕVÕ kapkaranlÕktÕ yan yana iki a÷aç gördüm yaprak kÕPÕldamÕyor birinde öbürü kÕvrana kÕvrana inleyip haykÕUÕyor bir úehirde bir birine benzemiyor hiçbir úey insanlarÕ bir yana onlarÕn hepsi ikizdi üçüzdü beúizdi onuzdu milyonuzdu hepsi korkak hepsi yi÷it hepsi aptal hepsi akÕllÕydÕ hepsi domuzdu hepsi melekti.

Bir Acayip Duygu... «Mürdüm eri÷i çiçek açmÕúWÕr. - ilkönce zerdali çiçek açar mürdüm en sonra - Sevgilim, çimenin üzerine diz üstü oturalÕm karúÕ-be-karúÕ. Hava lezzetli ve aydÕnlÕk - fakat iyice ÕVÕnmadÕ daha - ça÷lanÕn kabu÷u yemyeúil tüylüdür henüz yumuúacÕk... BahtiyarÕz yaúayabildi÷imiz için. Herhalde çoktan öldürülmüútük sen Londra'da olsaydÕn ben Tobruk'ta olsaydÕm, bir øngiliz úilebinde yahut... Sevgilim, ellerini koy dizlerine - bileklerin kalÕn ve beyaz - sol avucunu çevir : gün ÕúÕ÷Õ avucunun içindedir kayÕVÕ gibi... Dünkü hava akÕQÕnda ölenlerin yüz kadarÕ beú yaúÕndan aúD÷Õ, yirmi dördü emzikte... Sevgilim, nar tanesinin rengine bayÕOÕUÕm - nar tanesi, nur tanesi - kavunda ÕtrÕ severim mayhoúlu÷u erikte ...... » ...... ya÷murlu bir gün yemiúlerden ve senden uzak - daha bir tek a÷aç bahar açmadÕ kar ya÷masÕ ihtimali bile var - Bursa cezaevinde acayip bir duyguya kapÕlarak ve kahredici bir öfke içinde inadÕma yazÕyorum bunlarÕ, kendime ve sevgili insanlarÕma inat.

Bir AyrÕOÕú Hikayesi...

Erkek kadÕna dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasÕl, avuçlarÕmda camdan bir úey gibi kalbimi sÕNÕp parmaklarÕPÕ kanatarak NÕrasÕya oÕldÕrasÕya... Erkek kadÕna dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasÕl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beú yüz, yüzde hudutsuz kere yüz... KadÕn erke÷e dedi ki: -BaktÕm duda÷Õmla, yüre÷imle, kafamla; severek, korkarak, e÷ilerek, duda÷Õna, yüre÷ine, kafana. ùimdi ne söylüyorsam karanlÕkta bir fÕVÕltÕ gibi sen ö÷rettin bana.. Ve ben artÕk biliyorum: Topra÷Õn - yüzü güneúli bir ana gibi - en son en güzel çocu÷unu emzirdi÷ini.. Fakat neyleyim saçlarÕm dolanmÕú ölmekte olan parmaklarÕna baúÕPÕ kurtarmam kabil de÷il! Sen yürümelisin, yeni do÷an çocu÷un gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bÕrakarak... KadÕn sustu. SARILDILAR Bir kitap düútü yere... KapandÕ bir pencere... AYRILDILAR...

Bir Cezaevinde, Tecritteki AdamÕn MektuplarÕ... 1 Senin adÕQÕ kol saatÕPÕn kayÕúÕna tÕrna÷Õmla kazÕGÕm. Malum ya, bulundu÷um yerde ne sapÕ sedefli bir çakÕ var, (bizlere âlâtÕ-katÕa verilmez), ne de baúÕ bulutlarda bir çÕnar. Belki avluda bir a÷aç bulunur ama gökyüzünü baúÕPÕn üstünde görmek bana yasak... BurasÕ benden baúka kaç insanÕn evidir? Bilmiyorum. Ben bir baúÕma onlardan uza÷Õm, hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden baúkasÕyla konuúmak yasak. Ben de kendi kendimle konuúuyorum. Fakat çok can sÕNÕFÕ buldu÷umdan sohbetimi úarkÕ söylüyorum karÕFÕ÷Õm. Hem, ne dersin, o berbat, ayarsÕz sesim öyle bir dokunuyor ki içime yüre÷im parçalanÕyor. Ve tÕpkÕ o eski acÕklÕ hikâyelerdeki yalnayak, karlÕ yollara düúmüú, yetim bir çocuk gibi bu yürek, mavi gözleri Õslak NÕrmÕ]Õ, küçücük burnunu çekerek senin ba÷UÕna sokulmak istiyor. Yüzümü kÕzartmÕyor benim onun bu an böyle zayÕf böyle hodbin böyle sadece insan oluúu. Belki bu hâlin fizyolojik, psikolojik filân izahÕ vardÕr. Belki de sebep buna bana aylardÕr kendi sesimden baúka insan sesi duyurmayan bu demirli pencere bu toprak testi bu dört duvardÕr... Saat beú, karÕFÕ÷Õm. 'Õúarda susuzlu÷u acayip fÕVÕltÕVÕ toprak damÕ ve sonsuzlu÷un ortasÕnda kÕPÕldanmadan duran bir sakat ve sÕska atÕyla, yani, kederden çÕldÕrtmak için içerdeki adamÕ GÕúarda bütün ustalÕ÷Õ, bütün takÕm taklavatÕyla D÷açsÕz boúlu÷a kÕpkÕ]Õl inmekte bir bozkÕr akúamÕ. Bugün de apansÕz gece olacaktÕr. Bir ÕúÕk dolaúacak yanÕnda sakat, sÕska atÕn. Ve úimdi karúÕmda haúin bir erkek ölüsü gibi yatan bu ümitsiz tabiatÕn D÷açsÕz boúlu÷una bir anda yÕldÕzlar dolacaktÕr. Yine o malum sonuna erdik demektir iúin, yani bugün de mükellef bir daüssÕla için yine her úey yerli yerinde iúte, her úey tamam. Ben, ben içerdeki adam yine mutad hünerimi gösterece÷im ve çocukluk günlerimin ince sazÕyla suzinâk makamÕndan bir úarkÕ a÷]Õyla yine billâhi kahredecek dil-i nâúâdÕPÕ seni böyle uzak, seni dumanlÕ, e÷ri bir aynadan seyreder gibi kafamÕn içinde duymak...

2 'Õúarda bahar geldi karÕFÕ÷Õm, bahar. 'Õúarda, bozkÕUÕn üstünde birdenbire taze toprak kokusu, kuú sesleri ve saire... 'Õúarda bahar geldi karÕFÕ÷Õm, bahar, GÕúarda bozkÕUÕn üstünde pÕUÕltÕlar... Ve içerde artÕk böcekleriyle canlanan kerevet, suyu donmayan testi ve sabahlarÕ çimentonun üstünde güneú... Güneú, artÕk o her gün ö÷le vaktine kadar, bana yakÕn, benden uzak, sönerek, ÕúÕldayarak yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düúer duvarlara, baúlar tutuúmaya demirli pencerenin camÕ : dÕúarda akúam olur, bulutsuz bir bahar akúamÕ... øúte içerde baharÕn en kötü saatÕ budur asÕl. VelhasÕl o pul pul ÕúÕltÕOÕ derisi, ateúten gözleriyle bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamÕ hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, karÕFÕ÷Õm, bittecrübe sabit... 3 Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneúe çÕkardÕlar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak bu kadar mavi bu kadar geniú oldu÷una úDúarak kÕPÕldanmadan durdum. Sonra saygÕyla topra÷a oturdum, dayadÕm sÕrtÕPÕ duvara. Bu anda ne düúmek dalgalara, bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karÕm. Toprak, güneú ve ben... BahtiyarÕm... Bir Dakika

Deniz durgun göl gibi, gitgide geniúliyor Sular kayalÕklarda nurdan izler iúliyor, Engine sarkan gökler baútan baúa yÕldÕzlÕ.. ùimdi gö÷sümde kalbim çarpÕyor hÕzlÕ hÕzlÕ.

Göklerden bir yÕldÕ]Õn gölgesi düúmüú suya DalmÕú suyun koynunda bir gecelik uykuya Bazan uzunlaúÕyor, bazan da kÕvranÕyor Durgun suyun altÕnda bir mum gibi yanÕyor

YakÕn olayÕm diye bu gökten gelen ize Öyle e÷ilmiúim ki kayalardan denize AlnÕmdan düúen saçlar yorulmuú suya de÷di BaktÕm geniú ufuklar baúÕPÕn üstündeydi

Bilemem nasÕl oldu geldi ki öyle bir an Yenilmez bir haz duyup denize atÕlmaktan Kurtulmak ne kolaymÕú fanili÷imden dedim Do÷ruldum atÕOÕrken bir dakika titredim

Bir dakika sonsuzluk doldu taúWÕ gönlümden Bir dakika bir ömrü kurtarmÕúWÕ ölümden. Bir Foto÷rafa

KarúÕmdasÕn iúte... Bana bakmasan da oradasÕn, görüyorum seni. Ah benim sevdasÕnda bencil, yüre÷inde sa÷lam sevdi÷im. Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbasÕ oldu yüre÷im. 7ÕkandÕ÷Õm o an, Elimi nereye koyaca÷ÕPÕúDúÕrdÕ÷Õm o an iúte, AklÕmdan o kadar çok sey geçti ki takip edemedim. Ellerim boúlukta, ben darda kaldÕm. Ellerim buz gibi, ben harda kaldÕm. Bir senfoni vardÕ kula÷Õmda çalÕnan, bitti artÕk hepsi...

Köúeme çekildim, hani hep kaldÕ÷Õm köúeme. BakÕú açÕm belli oldu yine. Geride kalan, ardÕndan bakar gidenlerin. Bir meltem olacak rüzgarÕm dahi kalmadÕ benim. Da÷lara çarptÕm her esiúimde. Yollara küfrettim her gidiúinde.

Demiútim sana hatÕrlarsan: “Önemli olan ‘zamana bÕrakmak’ de÷il, ‘zamanla bÕrakmamak’tÕr..” ùimdi bana, geçen o zamanÕn Unutulmaz sancÕVÕ kalÕr

Gitti÷im e÷er bensem, söyle bana kimden gittim? Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...

Bir Gemici Türküsü... Rüzgâr, \ÕldÕzlar ve su. Bir Afrika rüyasÕQÕn uykusu düúmüú dalgalara. ,úÕltÕOÕ, kara bir yelken gibi ince dire÷inde geminin. Geçmekteyiz içinden bir sayÕVÕz bir uçsuz bucaksÕz yÕldÕzlar âleminin. <ÕldÕzlar rüzgâr ve su. Baúüstünde bir gemici korosu su gibi, rüzgâr gibi, yÕldÕzlar gibi bir türkü söylüyor, \ÕldÕzlar gibi rüzgâr gibi su gibi bir türkü. Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok! ønmedi bir gün bile gözlerimize bir kÕú akúamÕ gibi karanlÕ÷Õ korkunun.» Bu türkü diyor ki, «Bir gülüúün ateúiyle yakmasÕQÕ biliriz ölümün önünde sigaramÕ]Õ.» Bu türkü diyor ki, «Çizmiúiz rotamÕ]Õ dostlarÕn alkÕúlarÕyla de÷il gÕFÕrtÕVÕyla düúmanÕn diúlerinin.» Bu türkü diyor ki, «Dövüúmek..» Bu türkü diyor ki, «IúÕklÕ büyük ÕúÕklÕ geniú ve sÕQÕrsÕz bir limana dümen suyumuzda sürüklemek denizi..» Bu türkü diyor ki, «YÕldÕzlar rüzgâr ve su...» Baúüstünde bir gemici korosu bir türkü söylüyor; \ÕldÕzlar gibi rüzgâr gibi, su gibi bir türkü..

Bir Hazin Hürriyet...

SatarsÕn gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan yo÷urursun bütün nimetlerin hamurunu. Büyük hürriyetinle çalÕúÕrsÕn el kapÕVÕnda, ananÕ a÷latanÕ Karun etmek hürriyetiyle, hürsün!

Sen do÷ar do÷maz dikilirler tepene, Lúler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan de÷irmenleri, büyük hürriyetinle parma÷Õn úaka÷Õnda düúünürsün vicdan hürriyetiyle, hürsün!

BaúÕn ensenden kesik gibi düúük, kollarÕn iki yanÕnda upuzun, büyük hürriyetinle dolaúÕp durursun, Lúsiz kalmak hürriyetiyle, hürsün!

En yakÕn insanÕnmÕú gibi seversin memleketini, günün birinde, meselâ, Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber, hava üssü olmak hürriyetiyle, hürsün!

YapÕúÕr yakana kopasÕ elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki, Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukuru doldurabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle, hürsün!

Bir alet, bir sayÕ, bir vesile gibi de÷il insan gibi yaúamalÕ\Õz dersin, büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi, yakalanmak, hapse girmek, hattâ asÕlmak hürriyetiyle, hürsün!

Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatÕnda, hürriyeti seçmene lüzum yok hürsün. Bu hürriyet hazin úey yÕldÕzlarÕn altÕnda. Bir KÕz VardÕ Japonya'da

Bir kÕz vardÕ Japonyada ufacÕk, tefecik bir kÕz, Bir bulut vardÕ dünyada Lúi: öldürmekti yalnÕz.

Bu bulut bu kÕzca÷Õ]Õn öldürdü nineci÷ini, külünü gö÷e savurdu, sonra, yine apansÕ]Õn gelip babasÕQÕ vurdu, sonra da kÕ]Õn kendisini. Ve doymadÕ ve doymadÕ yeni kurbanlar arÕyor. Atom ölümüdür adÕ, karanlÕkta ba÷ÕUÕyor.

Büyük bir birlik kuralÕm, canavarÕ susturalÕm. Savaú cengine gidelim, canavarÕ yok edelim.

Bir Komik Adem

Gözleri, kulaklarÕ, elleri, ayaklarÕyla, han hamam, apartÕman ve konaklarÕyla, çatal, bÕçak, tabak ve bardaklarÕyla, 16 sayfalarÕ, baskÕ makinalarÕ-tanklarÕyla, yamak ve yardaklarÕyla hücuma kalktÕlar! .. hele içlerinde öyle bir tanesi var, öyle bir tanesi var ki: ønsanÕn yüzüne öyle bakar, Öyle melûl bakar ki: toka edersin eline papelini. Ve sÕkar sÕkmaz onun belini sivri dilli, zilli bir bebek gibi çÕrpar elini..

O komik bir âdemdir. Portakal o÷lu zâdemdir. *

Han, hamam, apartÕman ve konaklarÕQÕzla, çatal, bÕçak, tabak ve bardaklarÕQÕzla, yamak ve yardaklarÕQÕzla hücuma kalktÕQÕz! Hak varsa e÷er, hücuma kalkmak hakkÕQÕz..

Efendiler, ikinizle teker teker paylaúWÕk kozumuzu! úimdi sÕra onun, gelsin o! ! Gel. Sen: øtlerini öne itip karanlÕkta yol kesen hatip! ! ! Sen: Beúinci Mehmedin saltanatÕQÕ, Halifenin altÕn nallÕ kÕr atÕQÕ, papellerin kat katÕQÕ ve teneke suratÕQÕ, doldurup torbana VÕska sÕrtÕnda taúÕyorsun..

TorbanÕ doldurmak için yaúÕyorsun. Bana gelince ben: geniú omuzlarÕmda dimdik bir kelle taúÕyorum. Ve yaúÕyorum: kellemin içindeki için.. FarkÕndayÕm niçin: kan IÕúNÕUÕyor bana bakan 'ateú feúan? ! ' gözlerinden... Ve niçin: cümleler ezberlemiúsin Fehim PaúanÕn sözlerinden...

Fehim PaúanÕn hayrülhalefi, bize sökmez afi.. dÕkmak istedi÷im yaldÕzlÕ merdiven yok. Kalbimin elinde ipekli eldiven yok.. dÕplak bir yumruk gibi kalbimi soymuúum. Kellemin içindeki için, kellemi koymuúum.. Sen... HayÕr... Seninle böyle konuúmak istemem.. Hem, ben ki yegâne asaleti diúli düúmanla bo÷Xúmakta bulanÕm, seninle bo÷Xúmak istemem.. Sen bir komik âdemsin. Portakal O÷lu zâdemsin. toka ederler papelini, VÕkarlar senin belini, sivri dilli, zilli bir bebek gibi çÕrparsÕn elini. Sen bir komik âdemsin! .. Sen... Fehim PaúanÕn hayrülhalefi...... Bu kadarÕ kafi......

Bir Küvet Hikayesi... 1 Süleyman'a karÕVÕ telefon etti : - Konuúan ben, ben, Fahire. TanÕmadÕn mÕ sesimden? Demek çok ba÷ÕrdÕm birdenbire. ÇÕ÷OÕk mÕ? Belki... HayÕr, çocuklar hasta de÷il. Dinle beni : øúini bÕrak da gel, çabuk ol ama. Telefonda anlatamam, olmaz. Daha kÕyamet kadar vakit var akúama. Saatlar, saatlar, kÕyamet kadar. Sorma. Dinle beni... Hemen vapur bulamazsan Üsküdar'a kayÕkla geç. Bir taksiye atla. Paran yoksa patrondan avans al. Yolda hiçbir úey düúünme, mümkün mertebe yalansÕz gelmeye çalÕú. Yalan kuvvetliye söylenir ben kuvvetsizim. Alay etme kuzum. Evet kar ya÷acak, evet hava güzel. Koynuna girdi÷im adam gibi kocam gibi de÷il, büyü÷üm, akÕllÕm, babam gibi gel...

2 Geldi Süleyman, Fahire, kocasÕ Süleyman'a sordu : - Do÷ru mu? - Evet. - Teúekkür ederim Süleyman. Bak iúte rahatladÕm. Bak iúte a÷lamÕyorum artÕk. Nerde buluúuyordunuz? - Bir otelde. - Beyo÷lu tarafÕnda mÕ? - Evet. - Kaç defa? - Ya üç, ya dört. - Üç mü, dört mü? - Bilmiyorum. - Bunu hatÕrlamak bu kadar mÕ güç Süleyman? - Bilmiyorum. - Demek ki bir otel odasÕnda. Kim bilir çarúaflar nasÕl kirliydi. Bir øngiliz romanÕnda okudum, bu iúlere yarayan otellerde kÕUÕk küvetler varmÕú. Sizinkinde de var mÕydÕ Süleyman? - Bilmiyorum. - Hele düúün, toz pembe çiçekli, kÕUÕk bir küvet? - Evet. - Hiç hediye verdin mi? - HayÕr. - Çukulata, filân? - Bir defa. - Çok mu seviyordun? - Sevmek mi? HayÕr... - BaúkalarÕ da var mÕ Süleyman? - Yok. - OlmadÕ mÕ? - HayÕr. - Bunu sevdin demek... BaúkalarÕ da olsaydÕ daha rahat ederdim... Çok mu güzel yatÕyordu? - HayÕr. - Do÷ru söyle, bak ne kadar cesurum... - Do÷ru söylüyorum... - Zaten gösterdiler bana. ønek gibi karÕ. Belimden kalÕn bacaklarÕ... Fakat zevk meselesi bu... Bir sual daha, Süleyman : Niçin? - Bilmiyorum... KaranlÕkta pencerenin hizasÕnda karlÕ, a÷Õr bir çam dalÕ. Bir hayli zaman oldu sofada asma saat on ikiyi çalalÕ. 3 Süleyman'Õn karÕVÕ Fahire úunlarÕ anlattÕ kocasÕna ertesi gün : - ... DayanÕlmaz bir acÕ halindeydi kendime karúÕ duydu÷um merhamet, ölmeye karar verdimdi, Süleyman... Annem, çocuklarÕm ve en önde sen bulacaktÕQÕz karda ayak izlerimi. Bekçi, polisler, bir tahta merdiven ve bir kadÕn ölüsü çÕkaracaktÕQÕz arka arsada bostan kuyusundan. Kolay mÕ? Gece bostan kuyusuna do÷ru yürümek, sonra kenarÕna çÕNÕp durarak baú aúD÷Õ atlamak karanlÕ÷Õna?

Fakat bulmadÕQÕzsa e÷er karda ayak izlerimi sade korktu÷umdan de÷il. Bekçi, merdiven, polisler, dedikodu, kepazelik, aldatÕlmÕú bir zevcenin intiharÕ : komik. Niçin öldü÷ümü anlatmak müúkül. Kime? Herkese, sana meselâ. ønsan, ölmeye karar verirken bile insanlarÕ düúünüyor... Sen yatakta uyuyordun yüzün rahat, her zaman nasÕl uyursan ondan evvel ve o varken. DÕúarda kar ya÷maya baúladÕ. Bir tek gecelikle çÕkmak balkona : Zatürree ertesi gün, nümayiúsiz ölüvermek. HayÕr, hiç aklÕma gelmedi nezle olmak ihtimali. YaktÕm sobamÕ]Õ. øyice ÕVÕnmak lâzÕm ilkönce. Ci÷er bir çay barda÷Õ gibi çatlarmÕú. Pencereye, kara bakÕyorum : «Eúini gaip eyleyen bir kuú gibi kar geçen eyyamÕ nev baharÕ arar...» Babam bu úiiri çok severdi. Sen be÷enmezsin. «Sa÷dan sola, soldan sa÷a lerzânÕ girizan...» LambayÕ söndürmeden balkona çÕktÕm. « ... gibi kar düúer düúer a÷lar...» Oturdum balkonda iskemleye. Havada çÕt yok. KaranlÕk bembeyaz. UykudayÕm sanki. Sanki çok sevdi÷im bir insan korkarak beni uyandÕrmaktan yumuúacÕk dolaúÕyor etrafÕmda. Üúümüyordum. Kederim duruluyor berraklaúÕyor. OdanÕn camlÕ kapÕVÕndan balkona vuran ÕúÕk sÕcak bir kumaú gibiydi üstünde dizlerimin. Ben rehavetli bir mahzunluk içinde acayip úeyler düúünüyordum : Feneryolu'ndaki çÕnar 150 yaúÕndaymÕú. Ömrü bir gün süren böcekler. Gün gelecek insanlar çok uzun çok bahtiyar yaúayacaklar. ønsanÕn yüre÷i ve kafasÕ var... ønsanÕn elleri... ønsan? Ne zamanki, nerdeki, hangi sÕQÕftan? OnlarÕn insanlarÕ, bizim insanlarÕPÕz. Ve her úeye ra÷men yeni bir dünya için yapÕlan kavga. Sonra sen ben bir kÕUÕk küvet ve benim kendime karúÕ duydu÷um merhamet... Kar durdu. Sökmek üzre úafak. Utanarak odaya döndüm. O anda uyansaydÕn sarÕOÕp boynuna... UyanmadÕn. Evet, çok úükür nezle bile de÷ilim. ùimdi? Zaman zaman hatÕrlayÕp zaman zaman unutaca÷Õm. Yine yan yana yaúayaca÷Õz beni sevdi÷ine emin olarak. 4 AltÕ ay kadar geçti aradan. Bir gece karÕ koca denizden dönüyorlardÕ. Gökte yÕldÕzlar, a÷açlarda yaz meyveleri vardÕ. Fahire birdenbire durdu baktÕ muhabbetle kocasÕQÕn gözlerine ve suratÕna tükürür gibi bir tokat vurdu.

Bir Yolculuk Üstüne

AçÕyoruz kapÕlarÕ, kapÕyoruz kapÕlarÕ, geçiyoruz kapÕlardan ve biricik yolculu÷un sonunda ne úehir, ne liman tren yoldan çÕNÕyor, batÕyor gemi düúüyor uçak. Harita çizilmiú buzun üstüne Elimde olsaydÕ bu yolculu÷a baúlayÕp baúlamamak baúlardÕm yine .

Biz kulede bir baúÕna bir adam oturur önünde milyonlarca dü÷me var dü÷menin birine bastÕ mÕydÕ bizlerden biri ya kolunu kaldÕUÕr ya adam öldürür ya çiúini eder tereci tere satar biz vatan satarÕz biz kurúuna dizeriz düúünceyi hiçbir úey düúünmiyeceksin hatta hiçbir úey düúünmedi÷ini bile bir ilacÕPÕz var bizim úÕUÕnga ettik mi insana istedi÷imizi söyletiriz biz insan eti yeriz pek güzel oluyor nohutlu yahnisi ucu kurúunlu kÕrbaca pek meraklÕ\Õz kapÕya úapkanÕ as gir içeriye yat karÕPÕzla biz görünce úapkayÕ döner gideriz rahatsÕz olmayÕn diye

çocuklarÕPÕz NÕçlarÕna etiket yapÕúWÕUÕOÕr piçhanelerde yetiútirilir yata÷a yatmadan yastÕ÷Õn altÕna bak oraya girmiú olabilir bizlerden biri geçenlerde güneú tutuldu ya bu fesatlÕ÷Õ da biz yaptÕk propaganda kuvvetiyle en iyisi bizi asmak bizi kesmek hapislere atmak bizi bizi atomlamaktÕr

Bu Dünyada

Bu dünyada ne çok güzel kadÕn var NÕzlar hele. Otelin balkonuna çÕk seyret ihtiyar. Bir yandan úiir döktür birbirinden aydÕnlÕk bir yandan yanÕndaki ölümle sohbet eyle.

Bu Vatana NasÕl KÕydÕlar...

ønsan olan vatanÕQÕ satar mÕ? Suyun içip ekme÷ini yediniz. Dünyada vatandan aziz úey var mÕ? Beyler bu vatana nasÕl kÕydÕQÕz?

Onu didik didik didiklediler, saçlarÕndan tutup sürüklediler. götürüp kâfire: «Buyur...» dediler. Beyler bu vatana nasÕl kÕydÕQÕz?

Eli kolu zincirlere vurulmuú, vatan çÕUÕlçÕplak yere serilmiú. Oturmuú gö÷süne TeksaslÕ çavuú. Beyler bu vatana nasÕl kÕydÕQÕz?

Günü gelir çarh düzüne çevrilir, günü gelir hesabÕQÕz görülür. Günü gelir sualiniz sorulur: Beyler bu vatana nasÕl kÕydÕQÕz?

Bulut mu Olsam

Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüú gemi içinde sarÕ balÕk dibinde mavi yosun NÕ\Õda bir çÕplak adam durmuú düúünür.

Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? BalÕk mÕ olsam, yosun mu yoksa? .. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalÕ, o÷lum, bulutuyla, gemisiyle, balÕ÷Õyla, yosunuyla.

Bulutlar Adam Öldürmesin...

AnalardÕr adam eden adamÕ aydÕnlÕklardÕr önümüzde gider. Sizi de bir ana do÷urmadÕ mÕ? Analara kÕymayÕn efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Koúuyor altÕ yaúÕnda bir o÷lan, uçurtmasÕ geçiyor a÷açlardan, siz de böyle koúmuútunuz bir zaman. Çocuklara kÕymayÕn efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Gelinler aynada saçÕQÕ tarar, aynanÕn içinde birini arar. Elbet böyle sizi de aradÕlar. Gelinlere kÕymayÕn efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. øhtiyarlÕkta aklÕna insanÕn, tatlÕ anÕlarÕ gelmeli yalnÕz. YazÕktÕr, ihtiyarlara kÕymayÕn, efendiler, siz de ihtiyarsÕQÕz. Bulutlar adam öldürmesin.

Büyük ønsanlÕk...

Büyük insanlÕk gemide güverte yolcusu tirende üçüncü mevki úosede yayan büyük insanlÕk. Büyük insanlÕk sekizinde iúe gider yirmisinde evlenir kÕrkÕnda ölür büyük insanlÕk. Ekmek büyük insanlÕktan baúka herkese yeter pirinç de öyle úeker de öyle kumaú da öyle kitap da öyle büyük insanlÕktan baúka herkese yeter. Büyük insanlÕ÷Õn topra÷Õnda gölge yok soka÷Õnda fener penceresinde cam ama umudu var büyük insanlÕ÷Õn umutsuz yaúanmÕyor.

Büyük Taarruz

Da÷larda tek tek ateúler yanÕyordu. Ve yÕldÕzlar öyle ÕúÕltÕOÕ öyle ferahtÕlar ki sayak kalpaklÕ adam nasÕl ve ne zaman gelece÷ini bilmeden güzel, rahat günlere inanÕyordu ve gülen bÕ\ÕklarÕyla duruyordu ki mavzerinin yanÕnda, birden bire beú adÕm sa÷Õnda onu gördü. Paúalar onun arkasÕndaydÕlar. O, saati sordu. Paúalar `üç' dediler. SarÕúÕn bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktÕ. Yürüdü uçurumun kenarÕna kadar, H÷ildi durdu. %Õraksalar ince uzun bacaklarÕ üstünde yaylanarak ve karanlÕkta akan bir yÕldÕz gibi kayarak Kocatepe'den Afyon OvasÕ'na atlayacaktÕ.

Cenaze Merasimim

Bizim avludan mÕ kalkacak cenazem? NasÕl indireceksiniz beni üçüncü kattan? Asansöre sÕ÷maz tabut, merdivenler daracÕk

Belki avluda dizboyu güneú ve güvercinler olacak, belki kar ya÷acak çocuk çÕ÷OÕklarÕyla dolu, belki Õslak asfaltÕyla ya÷mur. Ve avluda çöp bidonlarÕ duracak her zamanki gibi.

Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açÕk yükleneceksem, bir úey damlayabilir alnÕma bir güvercinden; u÷urdur. Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanÕma, meraklÕGÕr ölülere çocuklar.

Bakacak arkamdan mutfak penceremiz. Balkonumuz geçirecek beni çamaúÕrlarÕyla. Ben bu avluda bahtiyar yaúadÕm bilemedi÷iniz kadar. AvludaúlarÕm, uzun ömürler dilerim hepinize...

Cevap Numara Dört

Bu yazÕ gizli bir din halinde bir nevi Neo-faúist bir ideoloji yaptÕklarÕ halde bunu ikrardan sakÕnanlara aittir. Böyle bir halt karÕúWÕrmÕyoruz, diyenler üzerlerine alÕnmayabilirler. Onlar istiyorlar ki çift a÷ÕzlÕ baltalarÕyla yuvarlansÕn kafalarÕPÕz önüne yarÕn - o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadrolarÕn.. KARDEùLER! Onlara sokakta rastlarsanÕz e÷er ölümü görmüú gibi çevirin baúÕQÕ]Õ. Kirpiksiz sarÕ gözler gözünüze bakarken arkadan sÕrtÕQÕza bir EÕçak girebilir... Onlar istiyorlar ki kara topra÷Õn kalbi durana kadar biz pazarda kelepir bir mal gibi satalÕm kafamÕ]Õn ÕúÕ÷ÕQÕ, gücünü kolumuzun.. KadÕnlarÕPÕ]Õ karúÕlarÕnda oynatalÕm. Ve dumanlanma÷a baúlayÕnca gözümüzün bakÕúÕ, yavaúlayÕnca damarlarÕPÕzda kanÕn akÕúÕ karaya vurmuú balÕklar gibi köprü altlarÕnda yatalÕm.. KARDEùLER! Onlara elleriniz dokunmuúsa e÷er yedi tas su dökün ellerinize. <Õrtarak bayramlÕk gömle÷imi ben peúkir yaparÕm size... Biz ayrÕ dillerde aynÕúarkÕ\Õ okuyanlar, Biz aynÕ yastÕkta yatar gibi topra÷a baúlarÕQÕ yan yana koyanlar, Biz, yüzümüzün derisi koyu açÕk yanmÕú diye, saçlarÕPÕz ayrÕ ayrÕ boyanmÕú diye barsaklarÕPÕ]Õ birbirimizin avucuna dökerek birbirimizin gÕrtla÷ÕQÕ diúimizle sökerek geberece÷iz... Ve kadrolar parlatarak kara gömleklerinin beyaz kordonlarÕQÕ gömecekler kadife koltuklara golf pantolonlarÕQÕ... KARDEùLER! OnlarÕn adÕna benziyorsa adÕQÕz e÷er adÕQÕ]Õ de÷Lútirin. VebanÕn girdi÷i kapÕdan girin onlarÕn evine atmayÕn ayak.... Onlar istiyorlar ki çift a÷ÕzlÕ baltalarÕyla yuvarlansÕn kafalarÕPÕz önüne yarÕn - o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadrolarÕn......

Ceviz A÷acÕøle Topal Yunus'un Hikayesi

Burda bir dostumuz var : Çerkeú'in Kavak köyünden. Büyük kitaplar gibi içinde bir úeyler saklÕ. AkÕllÕ adamlara ajans haberlerine ve bilmeceye meraklÕ. AdÕ : Yunus. Ateúimizi yakÕp suyumuzu veriyor. $÷açlardan ve günlerden konuúuyoruz. Herhal ilerdedir yaúanacak günlerin en güzelleri. ùimdilik sohbetimizde kederi : kesilip satÕlmÕú bir ceviz a÷acÕQÕn... Onu tanÕyoruz : avlunun içinde kapÕQÕn solundaydÕ. Ve altÕ yaúÕnda dalÕndan düútü Yunus, topallÕ÷Õ ondandÕr. Öküzler topallarÕ sever, çünkü topallar a÷Õr yürürler. Öküzler topallarÕ sever, ceviz a÷açlarÕ sevmez topallarÕ : çünkü topallar sÕçrayamazlar yemiúlere, çünkü üzerlerine çÕNÕp silkeleyemezler dallarÕ. Ceviz a÷açlarÕ sevmez topallarÕ... Bir acayiptir muhabbet bahsi : mutlaka kendini dereye atmaz sevilmeyenlerin hepsi. ønsanlarÕn hünerleri çoktur : insanlar sevilmeden de sevmesini bilirler... Bir acayiptir muhabbet bahsi, bir acayiptir ceviz a÷acÕ ile topal Yunus'un hikâyesi...... Cevizlerini Eylülde döker, yapraklarÕ yeúil dururdu KasÕma kadar. Ve Çerkeú yolu üzerinden sabah namazÕÕúÕ\Õp geldi÷i zaman, kadÕnlardan önce uyanÕrdÕ dallarÕ. AltÕndan geçerken düúünürdü Yunus...... Düúünmek : ne mukaddes bir iú ne felâket ne de bahtiyarlÕktÕ, ve ölüm : mutlaka varÕOÕp dönülmeyen, fakat üzerinde düúünülmeyen bir köydü Yunus için...... Cevizlerini Eylülde döker, yapraklarÕ yeúil dururdu KasÕma kadar. Güneúte gölgesi hain olurdu, rüzgârda konuúurdu kendi kendine, dallarÕ yukardan Yunus'a bakar...... Gündüzleri yÕldÕzlarÕn niye söndü÷ünü, dünyanÕn yuvarlak oldu÷unu ve güneúin etrafÕnda döndü÷ünü bilmiyordu Yunus. BunlarÕ biz anlattÕk ona úDúÕp kalmadÕ...... Cevizlerini Eylülde döker, yapraklarÕ yeúil dururdu KasÕma kadar. Yüksekti, geniúti alabildi÷ine. Üç kiúi el ele versen kütü÷ünü çeviremezdin. Gece altÕnda oturdun muydu yÕldÕzlarÕ göremezdin. Her gece altÕnda otururdu Yunus...... Çinli müslümanlara, burunlarÕ tek boynuzlu gergedanlara, ve bir damla suda bir milyon mikroba dair fikri yoktu Yunus'un. BunlarÕ bizden ö÷rendi÷i gün hayret etmedi...... Cevizlerini Eylülde döker, yapraklarÕ yeúil dururdu KasÕma kadar. Topra÷Õn içinde gider kökleri, karanlÕk bir sudur tepende akar. Her akúam altÕndan geçerdi Yunus...... Bir gün ateúimizi yakÕp verirken suyumuzu : «- Biz hizmetkârÕQÕz senin, sen efendimizsin» - dedik. ùDúÕUÕp kaldÕ Yunus...... Cevizlerini Eylülde döker, yapraklarÕ yeúil dururdu KasÕma kadar. Rüzgârda konuúurdu kendi kendine. Yüksekti, geniúti alabildi÷ine. Gece altÕnda oturdun muydu yÕldÕzlarÕ göremezdin. KaranlÕk bir sudur tepende akar, topra÷Õn içinde gider kökleri, dallarÕ, yukardan Yunus'a bakar... «- Köy iúi zordur katiyen vücut ezilir bir defa. Topra÷a çömelip bak dört tarafa : bela hangi inde pusmuú bilinir mi? Mümkünü yok vurulsun...» Vurmuú belâ, ci÷erinden Yunus'u... «- Biz hiç dünyada yaúamÕú de÷iliz. Geldik gidiyoruz öylesine... Tevatür güzelmiúøstanbul úehri, varÕp görülmesi nasibolmadÕ. Velâkin niye tifti÷i yok altmÕú haneden otuzunun?...» Tifti÷i yoktu Yunus'un... «- AttÕ÷Õn taú dedi÷in kuúu vurmuyor. Dünya trene bindi. GayrÕ dünya öküzün boynuzunda durmuyor. Elimiz aya÷ÕPÕz : öküz. Çok zor olur öküzü satmak, yarÕ ölümdür yani. Öküz gitti mi korkulursun...» SattÕlar öküzünü Yunus'un... «- Herhal yollarÕn sonu göründü. Bu olan iúleri akÕl almaz. Toprak sabuna döndü kayar insanÕn elinden. Cümle mahlukatÕn mekânÕ vardÕr kurdun mekânÕ olmaz. Topra÷Õn elinden kaydÕ mÕydÕ bir mekânsÕz kurt olursun...» KaydÕ topra÷Õ elinden Yunus'un... Cevizlerini Eylülde döker, yapraklarÕ yeúil dururdu KasÕma kadar. Güneúte gölgesi hain olurdu. Yunus durmadan Yunus kaybettikçe onu düúünür, o, bir úey isteyip, bir úey sormadan rüzgârda konuúurdu kendi kendine... Çocuklara ana, tohuma toprak ve karÕ lâzÕmdÕr erkek kÕsmÕna... Bir kÕz kaçÕrdÕ Yunus : Çünkü dü÷ün pahalÕ kÕz kaçÕrmak ucuz... Fakirin karÕVÕ kavi olmaz... Ve bir gün Çerkeú yolu üzerinden sabah namazÕÕúÕ\Õp geldi÷i zaman giderlerdi. Yunus'un arkasÕnda yuvarlandÕ yere, NÕrmÕ]Õ peútemalÕQÕn içinde ölüverdi... TopraksÕz, öküzsüz ve kadÕnsÕz, kaldÕlar dünyada bir baúlarÕna ceviz a÷acÕ ile Yunus. YalnÕzlÕk koydukça koydu Yunus'a. El topra÷Õnda ter döker oldu. Cevizi karanlÕkta kaybolur sanÕp uyumaz beklerdi sabaha kadar. YalnÕzlÕk umrunda de÷il cevizin, topra÷Õn içinde gider kökleri, dallarÕ yukardan Yunus'a bakar... Cevizden konsol yaparlar, topal Yunus ne iúe yarar? Zemheriler geldi barÕnamazsÕn. Cevizden konsol yaparlar. GayrÕ daha fazla sürünemezsin. Sat Yunus cevizini... Yün yorgan de÷il bu sarÕnamazsÕn. Cevizden konsol yaparlar. Bir cansÕz a÷açtÕr yaranamazsÕn. Sat Yunus cevizini... VarlÕlar varsÕza dokur mu kilim, vay cevizin hali, vay benim halim... MekânsÕz kurda mekândÕ. Cevizden konsol yaparlar. YarÕ a÷aç, yarÕ insandÕ. Sat Yunus cevizini... Cenaze çÕrçÕplak, kara uzandÕ. Cevizden konsol yaparlar. Kesildi dallarÕ, dallar budandÕ. SattÕ Yunus cevizini... VarlÕlar varsÕza dokur mu kilim, vay cevizin hali, vay benim halim... SabahÕn sahibi vardÕr. Gün daima bulutta kalmaz. Herhal ilerdedir yaúanacak günlerin en güzelleri... ùimdilik sohbetimizde kederi : kesilip satÕlmÕú bir ceviz a÷acÕQÕn...

Ceviz A÷acÕ...

BaúÕm köpük köpük bulut, içim dÕúÕm deniz, ben bir ceviz a÷acÕ\Õm Gülhane ParkÕ'nda, budak budak, úerham úerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkÕndasÕn, ne polis farkÕnda.

Ben bir ceviz a÷acÕ\Õm Gülhane ParkÕ'nda. YapraklarÕm suda balÕk gibi kÕYÕl kÕYÕl. YapraklarÕm ipek mendil gibi tiril tiril, koparÕver, gözlerinin, gülüm, yaúÕQÕ sil. YapraklarÕm ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, østanbul'a. YapraklarÕm gözlerimdir, úDúarak bakarÕm. Yüz bin gözle seyrederim seni, østanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarÕm.

Ben bir ceviz a÷acÕ\Õm Gülhane ParkÕ'nda. Ne sen bunun farkÕndasÕn, ne polis farkÕnda.

ÇankÕUÕ Hapishanesinden (Mektuplar - 01-05) 1 Saat dört, yoksun. Saat beú, yok. AltÕ, yedi, ertesi gün, daha ertesi ve belki kim bilir... Hapisane avlusunda bir bahçemiz vardÕ. 6Õcak bir duvar dibinde on beú adÕm kadardÕ. Gelirdin, yan yana otururduk, NÕrmÕ]Õ ve kocaman muúamba torban dizlerinde... Kelleci Memed'i hatÕrlÕyor musun? Sübyan ko÷Xúundan. BaúÕ dört köúe, bacaklarÕ kÕsa ve kalÕn ve elleri ayaklarÕndan büyük. KovanÕndan bal çaldÕ÷Õ adamÕn taúla ezmiú kafasÕQÕ. «HanÕm abla» derdi sana. Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardÕ, tepemizde, yukarda, güneúe yakÕn, bir konserve kutusunun içinde... Bir Cumartesi gününü, hapisane çeúmesiyle Õslanan bir ikindi vaktini hatÕrlÕyor musun? Bir türkü söylediydi kalaycÕùaban Usta, aklÕnda mÕ : «BeypazarÕ meskenimiz, ilimiz, kim bilir nerde kalÕr ölümüz...?» O kadar resmini yaptÕm senin bana birini bÕrakmadÕn. Bende yalnÕz bir foto÷rafÕn var : bir baúka bahçede çok rahat çok bahtiyar yem verip tavuklara gülüyorsun. Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu, fakat pek âlâ gülebildik ve bahtiyar olmadÕk de÷il. NasÕl haberler aldÕk en güzel hürriyete dair, nasÕl dinledik ayak seslerini yaklaúan müjdelerin, ne güzel úeyler konuútuk hapisane bahçesinde...

2 Bir akúamüstü oturup hapisane kapÕVÕnda rubailer okuduk Gazalî'den : «Gece : büyük lâciverdî bahçe. AltÕn pÕUÕltÕlarla devranÕ rakkaselerin. Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.> Bir gün e÷er, benden uzak, karanlÕk bir ya÷mur gibi, canÕQÕ sÕkarsa yaúamak tekrar Gazalî'yi oku. Ve Pîrâyende'm benim, ben eminim sen sadece merhamet duyacaksÕn ölümün karúÕVÕnda onun ümitsiz yalnÕzlÕ÷Õ ve muhteúem korkusuna. Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana : «- Toprak bir kâsedir çömlekçinin rafÕnda tâcidar, ve zafer yazÕlarÕ yÕNÕlmÕú duvarlarÕnda Keyhüsrevin...» Birikip sÕçramalar. So÷uk sÕcak serin. Ve büyük lâciverdi bahçede baúVÕz ve sonsuz ve durup dinlenmeden devranÕ rakkaselerin... Bilmiyorum, neden aklÕmda hep ilkönce senden duydu÷um ÇankÕUÕOÕ bir cümle var : «PamukladÕ mÕydÕ kavaklar kiraz gelir ardÕndan.» Kavaklar pamukluyor Gazalî'de, fakat görmüyor, üstat, kirazÕn geldi÷ini. Ölüme ibadeti bundandÕr. ùeker Ali yukarda, ko÷Xúta ba÷lama çalÕyor. Akúam. 'Õúarda çocuklar ba÷UÕúÕyorlar. Çeúmeden akÕyor su. Ve jandarma karakolunun ÕúÕ÷Õnda akasyalara ba÷OÕ üç kurt yavrusu. AçÕldÕ demirlerin dÕúÕnda büyük, lâciverdî bahçem. A s l o l a n h a y a t t Õ r ... Beni unutma Hatçem...

3 Bugün çarúamba : - biliyorsun - ÇankÕUÕ'nÕn pazarÕ. Demir kapÕPÕzdan geçip kamÕú sepetimizde bize kadar gelecek yumurtasÕ, bulguru, yaldÕzlÕ, mor patlÕcanlarÕ... Dün köylerden inenleri seyrettim : yorgundular, kurnaz ve úüpheli, ve kaúlarÕQÕn altÕnda keder. Erkekler eúeklerde, kadÕnlar çÕplak ayaklarÕQÕn üstünde geçtiler. Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardÕr. Herhalde iki çarúambadÕr pazarda : kÕrmÕ]Õ baúörtülü «kibirsiz» østanbulluyu aramÕúlardÕr...

20.7.1940

4 6Õcaklar bildi÷in gibi de÷il ve ben ki yalÕ uúD÷Õ\Õm, deniz ne kadar uzak... økiyle beú arasÕ cibinli÷in altÕna uzanarak ter içinde NÕPÕldanmadan gözlerim açÕk dinliyorum sineklerin u÷ultusunu. Biliyorum : úimdi avluda duvarlara çarpÕyorlardÕr suyu, NÕzgÕn, kÕrmÕ]Õ taúlar tütüyordur. Ve dÕúarda, otlarÕ yanmÕú kalenin ete÷inde bir kezzap aydÕnlÕ÷Õ içindedir simsiyah kiremitleriyle úehir... Geceleri birdenbire rüzgâr çÕNÕyor. sonra kayboluyor birdenbire. Ve karanlÕkta canlÕ bir mahluk gibi soluyup, yumuúak, tüylü ayaklarÕyla dolaúarak bizi bir úeylerle tehdit ediyor sÕcak. Ve zaman zaman ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde bir korku halinde tabiatÕ... Bir zelzele olabilir. Zaten üç günlük yere geldi, salladÕ çapano÷lu Yozgad'Õ. Ve yerlilerin kavlince : altÕ tekmil tuz madeni oldu÷undan yÕNÕlacak ÇankÕUÕúehri kÕyametten kÕrk gün önce. YatÕp bir gece baúÕn bir kalasla ezilmiú, çÕkmamak sabaha... Ölümün bu kadar körü ve mendeburu... Ben yaúamak istiyorum biraz daha, daha bir hayli yaúamak. Bunu birçok úey için istiyorum, birçok çok mühim úeyler.

12.8.1940

5 Saat beúte akúam oluyor : insanÕn üstüne do÷ru yürüyen bulutlarla. Ya÷mur taúÕGÕklarÕ belli. Birço÷u elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar... Bizim odanÕn yüz mumlu÷u, terzilerin gaz lambasÕ yandÕ. Terziler Õhlamur içiyorlar... .Õú geldi demektir... húüyorum. Fakat kederli de÷ilim. YalnÕz bize mahsus bir imtiyazdÕr : NÕú günleri hapisanede, sade hapisanede de÷il, bu kocaman bu ÕVÕnasÕ bu ÕVÕnacak dünyada üúüyüp kederli olmamak...

ÇarlÕk Rusya'sÕQÕn Ölümü

BU YAZI UZUN SENELER DÜNYA EMPERYALøZMø1øN ùARKTA KANLI BEKÇø/øöø1ø YAPAN ÇARLIK RUSYASININ NE SURETLE ÖLDÜöÜNE DAøRDøR Bin dokuz yüz on yedi ikinciteúrin yedi... Yumuúak ve derin sesiyle Lenin: "Dün erkendi, yarÕn geç zaman tamam bugün," dedi.. Ya÷OÕ çarklÕlarla ya÷OÕ iúçiler: "Bugün!" dedi. Ölümü açlÕktan öldüren siper: "Bugün!" dedi. $÷Õr çelik kara toplarÕyla AVRORA: "BUGÜN!" dedi, "BUGÜN!" dedi...... ArtÕk ne kÕúOÕk sarayda sarhoú eteklerin ipekli sesi, ne paskalya çanlarÕnda deli duasÕ çarÕn, ne Sibirya yollarÕnda zincir iniltisi... ArtÕk votka kadehlerinde ÕslanmÕyacak sarÕ sarkÕk bÕ\ÕklarÕ pameúçiklerin. Kara topra÷Õn üstünde bir avuç kan gibi yanmÕyacak, bakÕr sakallarÕ açlÕktan ölen mujiklerin. ArtÕk kararmÕyacaktÕr karlÕ sokaklar kara bir rüzgar gibi geçen ÇarÕn kazaklarÕndan. SarkmÕyacaktÕr iúçi kadÕnlarÕn kanlÕ saçlarÕ: kara kalpaklÕ kazaklarÕn mÕzraklarÕndan. YandÕ kanatlarÕ iki baúOÕ kara kartalÕn, düútü yere, öldü. Buzlu BaltÕk denizinin kÕ\ÕVÕnda bir pencere örtüldü. AçÕldÕ bir pencere.... Bin dokuz yüz on yedi ikinciteúrin yedi... dÕnarÕ YÕkmak øçin BaltayÕ Köküne Vururlar ...... dÕnarÕ yÕkmak için baltayÕ köküne vururlar. evi yÕkmak için sokarlar kunda÷Õ temele. Kartal uçmaz olur kanadÕ kÕUÕOÕnca. düúünebilir miyiz baúÕPÕz vurulunca?

Onlar köküdür memleketin, dallara yürüyen su bu kökte saklÕGÕr. Onlar umudun temeli, onlar kanadÕ hürriyetin, halkÕn aklÕGÕr.

Kaç kere kaç yerde baltalandÕ kök yürümez oldu su dallar kurudu. .ÕUÕldÕ kanat öldürdüler aklÕ; Ve sonra yolladÕlar insanlarÕ salhaneye. Çünkü böyledir asrÕPÕ]Õn gerçeklerinden biri.

Çocuklar Ölebilir YarÕn ...... Çocuklar ölebilir yarÕn, hem de ne sÕtmadan ne kuúpalazÕndan düúerek te de÷il kuyulara filân; çocuklar ölebilir yarÕn, çocuklar sakallÕ askerler gibi ölebilir yarÕn, çocuklar ölebilir yarÕn atom bulutlarÕQÕn ÕúÕ÷Õnda, ne bir santim kemik, ne bir damla kan, çocuklar ölebilir yarÕn atom bulutlarÕQÕn ÕúÕ÷Õnda arkalarÕnda bir avuç kül bile de÷il arkalarÕnda gölgelerinden baúka bir úey bÕrakmadan......

ÇocuklarÕPÕza Nasihat...

HakkÕndÕr yaramazlÕk. Dik duvarlara tÕrman yüksek a÷açlara çÕk. Usta bir kaplan gibi kullansÕn elin yerde yÕldÕUÕm gibi giden bisikletini.. Ve din dersleri hocasÕQÕn resmini yapan kurúunkaleminle yÕk MÕzraklÕølmihalin yeúil sarÕklÕ iskeletini.. Sen kendi cennetini kara topra÷Õn üstünde kur. Co÷rafya kitabÕyla sustur, seni «Hilkati Âdem»le aldatanÕ.. Sen sade topra÷Õ tanÕ topra÷a inan. AyÕrdetme öz anandan toprak ananÕ. Topra÷Õ sev anan kadar... Davet...

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kÕsrak baúÕ gibi uzanan bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, diúler kenetli, ayaklar çÕplak ve ipek bir halÕya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.

KapansÕn el kapÕlarÕ, bir daha açÕlmasÕn, yok edin insanÕn insana kullu÷unu, bu dâvet bizim....

Yaúamakbir a÷aç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeúçesine, bu hasret bizim... Diyet

KORE'DE ÖLEN BøR YEDEK SUBAYIMIZIN MENDERES'E SÖYLEDøKLERø

Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki gözünüzle bakarsÕQÕz, iki kurnaz, iki hayÕn, ve zeytini ya÷OÕ iki gözünüzle bakarsÕQÕz kürsüden Meclis'e kibirli kibirli ve topraklarÕna çiftliklerinizin ve çek defterinize. Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki elinizle okúarsÕQÕz, iki tombul, iki ak, vÕFÕk vÕFÕk terli iki elinizle okúarsÕQÕz pomadlÕ saçlarÕQÕ]Õ, dövizlerinizi, ve memelerini metreslerinizin. øki baca÷ÕQÕ]Õn ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki baca÷ÕQÕz taúÕr geniú kalçalarÕQÕ]Õ, iki baca÷ÕQÕzla çÕkarsÕQÕz huzuruna Eisenhower'in, ve bütün kaygÕQÕz iki baca÷ÕQÕ]Õn arkadan birleúti÷i yeri halkÕn tekmesinden korumaktÕr. Benim gözlerimin ikisi de yok. Benim ellerimin ikisi de yok. Benim bacaklarÕPÕn ikisi de yok. Ben yokum. Beni, Üniversiteli yedek subayÕ, Kore'de harcadÕQÕz, Adnan Bey. Elleriniz itti beni ölüme, vÕFÕk vÕFÕk terli, tombul elleriniz. Gözleriniz úöyle bir baktÕ arkamdan ve ben al kan içinde ölürken çÕ÷OÕ÷ÕPÕ duymamanÕz için kaçÕrdÕ bacaklarÕQÕz sizi arabanÕza bindirip. Ama ben peúinizdeyim, Adnan Bey, ölüler otomobilden hÕzlÕ gider, kör gözlerim, kopuk ellerim, kesik bacaklarÕmla peúinizdeyim. Diyetimi istiyorum Adnan Bey, göze göz, ele el, baca÷a bacak, diyetimi istiyorum, alaca÷Õm da.

Do÷um

AnasÕ bir o÷lancÕk do÷urdu bana; kaúVÕz, sarÕ bir o÷lan, masmavi kunda÷Õnda yatan bir nur topu, üç kilo a÷ÕrlÕ÷Õnda.

Benim o÷lan dünyaya geldi÷i zaman, çocuklar do÷du Korede, sarÕ ay çiçe÷ine benziyorlardÕ. MakartÕr kesti onlarÕ, gittiler ana sütüne bile doymadan Benim o÷lan dünyaya geldi÷i zaman, çocuklar do÷du Yunan zindanlarÕnda, babalarÕ kurúuna dizilmiú. Bu dünyada ilk görülecek úey diye demir parmaklÕ÷Õ gördüler.

Benim o÷lan dünyaya geldi÷i zaman çocuklar do÷du Anadoluda, mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi. Bitlendiler do÷ar do÷maz kim bilir kaçÕ sa÷ kalÕr mucize kabilinden. Benim o÷lan benim yaúÕma bastÕ÷Õ zaman, ben bu dünyada olmÕyaca÷Õm, ama harikulâde bir beúik olacak dünya, siyah, beyaz, sarÕ bütün çocuklarÕ sallÕyan mavi atlas döúekli bir beúik.

MakartÕr - (Mac Arthur): Amerikan generali. 2. Dünya savaúÕnda Asya'daki Amerikan ordularÕQÕn kumandanlÕ÷ÕQÕ yaptÕ. Asya halklarÕna karúÕ yürüttü÷ü baskÕlarla ün saldÕ÷Õ (!) için Amerikan hükümeti tarafÕndan Kore savaúÕQÕn kumandanlÕ÷Õna da atandÕ.

Don Kiúot...

Ölümsüz gençli÷in úövalyesi, ellisinde uydu yüre÷inde çarpan aklÕna, bir Temmuz sabahÕ fethine çÕktÕ güzelin, do÷runun ve haklÕQÕn : önünde ma÷rur, aptal devleriyle dünya, altÕnda mahzun, fakat kahraman Rosinant'Õ. Bilirim, hele bir düúmeyegör hasretin hâlisine, hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, yolu yok, Don Kiúot'um benim, yolu yok, yelde÷irmenleriyle dövüúülecek.

HaklÕVÕn, elbette senin Dülsinya'ndÕr en güzel kadÕQÕ yeryüzünün, sen, elbette bezirgânlarÕn suratÕna haykÕracaksÕn bunu, alaúD÷Õ edecekler seni bir temiz pataklayacaklar. Fakat sen, yenilmez úövalyesi susuzlu÷umuzun, sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin a÷Õr, demir kabu÷unun içinde ve Dülsinya bir kat daha güzelleúecek...

Dostluk

Biz haber etmeden haberimizi alÕrsÕn, yedi yÕllÕk yoldan kuú kanadÕyla gelirsin.

Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sÕrrÕQÕ bilirsin. Namuslu bir kitap gibi güler, alnÕPÕ]Õn terini silersin.

O gider, bu gider, úu gider, dostluk, sen yanÕ baúÕPÕzda kalÕrsÕn

Dörtlük

KoparmÕú ipini eski kayÕklar gibi yüzer NÕúÕn, sabaha karúÕ rüzgârda tahta cumbalar ve bir saç mangalÕn küllerinde uyanÕr uykuda büyük østanbulum.

Durup Dururken

Durup dururken içimde bir úeyler kopup tÕNÕyor bo÷azÕPÕ, Durup dururken sÕçrayÕp kalkÕyorum yarÕda bÕrakÕp yazÕPÕ, Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta, Durup dururken çarpÕyor alnÕma kaldÕUÕmdaki a÷aç, Durup dururken bir kurt uluyor aya karúÕ bahtsÕz, öfkeli, aç, Durup dururken yÕldÕzlar inip sallanÕyor bir bahçede, salÕncakta, Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklÕmdan, Durup dururken kafamda bir güneúli duman, Durup dururken hiç bitmeyecekmiú gibi ba÷lanÕyorum baúladÕ÷Õm güne, Ve her seferinde sen çÕNÕyorsun suyun yüzüne...

DünyanÕn En Tuhaf Mahluku...

Akrep gibisin kardeúim, korkak bir karanlÕk içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeúim, serçenin telaúÕ içindesin. Midye gibisin kardeúim, midye gibi kapalÕ, rahat. Ve sönmüú bir yanarda÷ a÷]Õ gibi korkunçsun, kardeúim. Bir de÷il, beú de÷il, yüz milyonlarlasÕn maalesef. Koyun gibisin kardeúim, gocuklu celep kaldÕUÕnca sopasÕQÕ sürüye katÕOÕverirsin hemen ve âdeta ma÷rur, koúarsÕn salhaneye. DünyanÕn en tuhaf mahlukusun yani, hani úu derya içre olup deryayÕ bilmiyen balÕktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek e÷er ve hâlâ úarabÕPÕ]Õ vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, - deme÷e de dilim varmÕyor ama - kabahatÕn ço÷u senin, canÕm kardeúim! DünyayÕ Verelim Çocuklara

DünyayÕ verelim çocuklara hiç de÷ilse bir günlü÷üne allÕ pullu bir balon gibi verelim oynasÕnlar oynasÕnlar türküler söyliyerek yÕldÕzlarÕn arasÕnda dünyayÕ çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sÕcacÕk bir ekmek somunu gibi hiç de÷ilse bir günlü÷üne doysunlar bir günlük de olsa ö÷rensin dünya arkadaúOÕ÷Õ çocuklar dünyayÕ alacak elimizden ölümsüz a÷açlar dikecekler

Ellerinize Ve Yalana Dair

Bütün taúlar gibi vakarlÕ, hapiste sÖylenen bütün tÜrkÜler gibi kederli, bütün yük hayvanlarÕ gibi battal, a÷Õr ve aç çocuklarÕn dargÕn yüzlerine benzeyen elleriniz.

ArÕlar gibi hünerli, hafif, sütlü memeler gibi yuklu, tabiat gibi cesur ve dost yumuúaklÕklarÕQÕ haúin derilerinin altÕnda gizleyen elleriniz.

Bu dünya öküzün boynuzunda de÷il, bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.

Ve insanlar, ah, benim insanlarÕm, yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsÕQÕz, etle, ekmekle beslenme÷e muhtaçsÕQÕz. Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasÕya, göçüp gidersiniz bu her dalÕ yemiú dolu dünyadan. insanlar, ah, benim insanlarÕm, hele Asya’dakiler, Afrika’dakiler, YakÕn Do÷u, orta Do÷u, Pasifik adalarÕ ve benim memleketlilerim, yani bütün insanlarÕn yüzde yetmiúinden ço÷u, elleriniz gibi ihtiyar ve dalgÕnsÕQÕz, elleriniz gibi meraklÕ, hayran ve gençsiniz.

ønsanlarÕm, ah, benim insanlarÕm, AvrupalÕm, AmerikalÕm benim, uyanÕk, atak ve unutkansÕn ellerin gibi, ellerin gibi tez kandÕUÕOÕr, kolay atlatÕOÕrsÕn...ønsanlarÕm, ah, benim insanlarÕm, antenler yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa rotatifler, kitaplar yalan söylüyorsa, beyaz perdede yalan söylüyorsa çÕplak baldÕrlarÕ kÕzlarÕn, dua yalan söylüyorsa, ninni yalan söylüyorsa, rüya yalan söylüyorsa, meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ay ÕúÕ÷Õ, söz yalan söylüyorsa, ses yalan söylüyorsa, ellerinizden geçinen ve ellerinizden baúka her úey herkes yalan söylüyorsa, elleriniz balçÕk gibi itaatli, elleriniz karanlÕk gibi koçar, elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun, elleriniz isyan etmesin diyedir. Ve zaten bu kadar az misafir kaldÕ÷ÕPÕz bu ölümlü, bu yaúanasÕ dünyada bu bezirgan saltanatÕ, bu zulüm bitmesin diyedir.

En Mühim Mesele

Toprak doyurasÕ gözleri doymuyor Çok para kazanmak istiyorlar; öldürmemiz, ölmemiz lazÕm geliyor çok para kazanmalarÕ için.

Elbet de aúikare yapmÕyorlar bunu : renk renk fener asmÕúlar kuru dallara, yalanlarÕ salmÕúlar yollara, hepsinin de kuyru÷u telli pullu.

Davullar dövülüyor pazar yerinde çadÕrlarda kaplan adam, deniz kÕ]Õ, kesik bas, pembe donlu cambazlar tellerin üzerinde hepsinindi yüzü gözü boyalÕ.

AldanÕp aldanmamak, øste butun mesele. Aldanmazsak : varÕz! AldanÕrsak : yok!

Erzurum Ve Sivas Kongreleri

Biz ki østanbul úehriyiz, iste, arz ederiz halimizi Türk halkÕQÕn yüce katÕna. Mevsim yazdÕr, 919'dur. Ve teúrinlerinde gecen yÕOÕn dört düvele teslim ettiler bizi, gözü kanlÕ dört düvele anadan do÷ma çÕUÕlçÕplak. Ve kurumuútu ve kan içindeydi memelerimiz.

Biz ki østanbul úehriyiz, FransÕz, øngiliz, øtalyan, Amerikan bir de Yunan, bir de zavallÕ Afrika zencileri yer bitirir bizi bir yandan, bir yandan da kendi köpek döllerimiz: Vahdettin Sultan, ve Damat Ferit ve øngiliz muhipleri ve MandacÕlar, Biz ki østanbul úehriyiz, yüce Türk HalkÕ, malumun olsun çekti÷imiz acÕlar...... Erzurum'da on dört gün surdu Kongre: orda, mazlum milletlerden bahsedildi butun mazlum milletlerden ve emperyalizme karsÕ dövüúenlerinden onlarÕn. Orda, bir ùurayÕ Millimden bahsedildi, ørade-i Milliye'ye müstenit bir ùurayÕ Millimden. Buna ra÷men diyenler vardÕ,

Hatta casuslar vardÕ içerde. Buna ra÷men denildi. denildi, Buna ra÷men østanbul’da birçok hanÕmlar, beyler, paúalar, Türk halkÕndan kesmiúlerdi umudu. Ya÷GÕUÕldÕ telgraflar Erzurum'a: <> diye. < bu÷un bu, diyorlardÕ, mümkün de÷il, birkaç vilayet, diyorlardÕ, kalacak elde, úu halde, diyorlardÕ, úu halde, Memaliki Osmaniye'nin cümlesine úamil Amerikan mandaterli÷ini talep etme÷i memleketimiz için en Naci bir sekli hal kabul ediyoruz.>> FAKAT BU SEKLI HALLI KABUL ETMEDI ERZURUMLU. ERZURUM'UN KISI ZORLUDUR, BALAM, BUZ TUTAR YIGITLERIN BIYIGI. ERZURUM'DA KASKATI, DIMDIK OLUR ADAM, KABULLENMEZ YILGINLIGI...

østanbul’da hanÕmlar, beyler, paúalar, tül perdeler, kravatlar, apoletler, úLúeler, oÕWÕ pÕWÕ dilleri ve pamuk gibi elleri ve biçare telgraf telleri devretmek için Amerika'ya Anadolu'yu úöyle diyorlardÕ Erzurum'dakilere: < tarafgirlik, cehalet ve çok konuúmaktan baúka müspet bir hayat kuramayÕz. øste bu yüzden Amerika çok iúimize geliyor. Filipin gibi vahúi bir memleketi adam etti Amerika. Ne olacak, Biz de on beú, yirmi sene zahmet çekeriz, sonra Yeni Dünya'nÕn sayesinde østiklali kafasÕnda ve cebinde taúÕyan bir Türkiye vücuda geliverir. Amerika, içine girdi÷i memleket ve millet hayrÕna nasÕl bir idare kurdu÷unu Avrupa'ya göstermek ister. Hem artÕk iúi uzatma÷a gelmez. Çok tehlikeli anlar yasÕyoruz. Sergüzeút ve cidal devri geçmiútir: Türkiye’yi geniú kafalÕ birkaç kiúi belki kurtarabilir.>> ...... Ve böylece, bin dereden su getirdi østanbul’dan gelen zevat. Sivas, mandayÕ kabul etmedi fakat, <> dedi, < ya ISTIKLAL, ya olum! >> dedi. Fakir Bir ùimal Kilisesinde ùeytan øle Rahibin MacerasÕ

ølkönce ya÷murla sonra birdenbire açan güneúle baúlamÕúWÕ sabah. Henüz ÕslaktÕ asfaltÕn solundaki tarla. Harp esirleri çoktan iú baúÕndaydÕlar. Topraktan nefret duyarak - halbuki köylüydü birço÷u - tÕraúOÕ ve korkak çapalÕyorlardÕ patatesleri. Suluboya, solgun resimleri hatÕrlatÕyordu insana köy kilisesinden gelen çan sesleri. PazardÕ. Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardÕ kadÕnlarÕn de÷il, içlerinde büyük memeli kÕzlar, ve sarÕ saçlarÕna ak düúmemiú anneler vardÕ. Maviydi gözleri. BaúlarÕ önde, kalÕn, kÕrmÕ]Õ ve harap parmaklarÕna bakÕyorlardÕ. Terliydiler. HaúlanmÕú lahanayla günlük kokuyordu. Kürsüde muhterem peder «beyannameyi» okuyordu, - gözlerini gizleyerek -. Renkliydi pencere camlarÕndan biri. Bu camdan içeri giren güneú duruyordu genç bir kadÕQÕn bembeyaz ensesinde eski bir kan lekesi gibi. Ve hiçbir zaman do÷urmamÕú olan gö÷üssüz ve kalçasÕz bir Meryem'in kuca÷Õnda bir çocuk : baúÕ öyle büyük o kadar inceydi ki kÕvrÕlmÕú bacaklarÕ hazin ve korkunçtu. Önlerinde kandil yanÕyordu eski sert ve boyalÕ tahtayÕ aydÕnlatÕp... øki adam boyundaydÕ tahta heykel. ùeytan saklanmÕúWÕ arkasÕna - kaúlarÕ çekik, sakalÕ sivri, Mefistofeles olmasÕ muhtemel,-- ve âlim bir tebessümle dinliyordu muhterem pederi. «- Avrupa'nÕn bekasÕ, (okuyordu beyannameyi muhterem peder) Avrupa'nÕn bekasÕ için harbediyoruz.» Dinliyordu ùeytan sivri sakalÕnda keder ve âsi ve selîm aklÕna dayanÕlmaz bir a÷UÕ vermekteydi yalan. Okuyordu rahip : «- Avrupa milletleri el ele verip harbediyoruz, ve mutlak imha edece÷iz medeniyet için tahripçi bir unsuru.» ùeytan bir parça yana itti Meryem'in heykelini ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip kaldÕrdÕ elini rahibe do÷ru - etsizdi, uzundu bu el, hakikat gibi, kemikli ve kuru -. Ve ne olduysa o anda oldu iúte. Renkli camÕn altÕndaki kadÕn çÕUÕlçÕplak göründü kÕpkÕrmÕ]Õ güneúte. Memeleri a÷ÕrdÕ ve sarÕ ipek gibi parlÕyordu karnÕQÕn altÕnda tüyler. Düúürdü kâadÕ muhterem peder ve ùeytan'Õn i÷vasÕyla hakikati ba÷ÕrdÕ : «- KarúÕ koymak günü geldi en büyük tehlikeye. Harbediyoruz, fuhúun bekasÕ için, kerhane kapÕlarÕ kapanmasÕn diye. Ve sen orda, arkada içinde beyaz entarisinin bir erkek çocu÷u gibi duran, sen orospu olacaksÕn kÕ]Õm. Sana firengi ve belso÷uklu÷u verecekler büyük úehirlerimizden birinde. Baban dönmeyecek YatÕyor úimdi yüzükoyun çok uzak bir topra÷Õn üzerinde. ùimdi kan içindedir etli, kalÕn kulaklar ve ince kollarÕQÕn dolandÕ÷Õ boyun. YattÕ÷Õ yerde yalnÕz de÷il. Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiú toplar sahada.» Kendi sesinden ürkerek sustu rahip. Orda, arkada, beyazlÕ kÕz a÷OÕyordu. Kadife ceketli bir erkek - ihtiyar orman bekçisi civar çiftli÷in - bir úeyler söylemek istedi. Sivri sakalÕQÕ kaúÕGÕùeytan, rahibe : «Devam et,» - dedi. Ve muhterem peder baúladÕ tekrar konuúmaya : «- Harbediyoruz : pazar ve mal nizamÕQÕn bekasÕ için. Kömür, lâstik ve kereste, ve kendi de÷erinden fazla yaratan iú kuvveti satÕlmalÕGÕr. Patiska, benzin bu÷day, patates, domuz eti ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet satÕlmalÕGÕr. Güneúli bahçesi ve resimli kitaplarÕ çocuklu÷un ve ihtiyarlÕ÷Õn emniyeti satÕlmalÕGÕr. ùan, úeref ve saadet, ve kuru kahve topyekun pazar malÕ olup tartÕOÕp, ölçülüp, biçilip satÕlmalÕGÕr. Harbediyoruz : harbi bitirdi÷imiz zaman aç, iúsiz ve sakat - harp madalyasÕyla fakat - köprü altÕnda yatÕlmalÕGÕr...» Yine sustu muhterem peder. ùeytan emretti yine : «- Naklet onun macerasÕQÕ, o ne idi, ne oldu, anlat...» Ve anlattÕ rahip : «- Onu hepiniz hatÕrlarsÕQÕz, topra÷Õn içindeki bir patates tohumu gibi fakir, çalÕúkan ve neúesiz geçti çocuklu÷u. Sonra uyandÕ birdenbire on yedi yaúÕna do÷ru. Yine fakirdi, çalÕúkandÕ. Fakat aylarca gidip bulutsuz bir denizde altÕnda sönük yelkenlerin sanki çok sÕcak bir sabah ufukta apansÕ]Õn yeni bir dünya keúfeder gibi buldu neúeyi... Mahallede sesi en güzel olan insandÕ ve en güzel mandolin çalan. HatÕrlÕyorsunuz de÷il mi size do÷ru gelen dostlu÷unu kocaman, kÕrmÕ]Õ elinin ve mavi kurdelesini mandolininin?.. øçinizde kimin kalbini kÕrdÕ, kime yalan söyledi, sarhoú oldu÷u vaki midir, ve kiminle dövüútü? Çocuklara saygÕVÕQÕ ve ihtiyarlara úefkatini inkâr edebilir miyiz? Belki biraz kalÕn kafalÕ fakat kalbi bir balÕk yavrusu gibi temiz onu geçen sene harbe gönderdik. ùimdi gerilerinde cephenin iúgal altÕndaki bir köyün odasÕndadÕr. BaygÕn bir kadÕQÕn ÕrzÕna geçmekle meúgul bir tahta masanÕn üzerinde. Beli çÕplak pantolunu dizlerinde baúÕnda mi÷fer ve ayaklarÕnda kÕsa, kalÕn çizmeler. Yerde iki çocuk ölüsü yatÕyordu direkte ba÷OÕ bir erkek. DÕúarda ya÷mur ya÷Õyor ve uzaktan uza÷a motor sesleri. KadÕQÕ masadan yere iterek do÷rulup çekti pantolonunu... Halbuki hepiniz hatÕrlarsÕQÕz onu, hatÕrlÕyorsunuz de÷il mi size do÷ru gelen dostlu÷unu kocaman, kÕrmÕ]Õ elinin ve mavi kurdelesini mandolininin?» Yine birdenbire sustu muhterem peder. (Susabilmek bir hünerdir insanÕn a÷]Õndan çÕkan sözler kendine ait olmazsa.) Fakat tahta Meryem'in arkasÕndan yine emretti ùeytan : «- Rahip, devam et,» - dedi. Ve devam etti rahip : «- Harbediyoruz. ÇalÕúWÕUÕlan insan yÕ÷ÕnlarÕ birbirine devrederek zinciri, karanlÕk ve a÷Õr, beton künklerin içinde akmalÕGÕr. Ve sen kocakarÕ - ön safta, solda, diz çöküp yüzü eski bir kâat gibi buruúuk olan - seni temin ederim ki kilise kapÕVÕnda oynayan torunun - beú yaúÕnda, baúÕ altÕn bir top gibi yuvarlak - dedesi, senin kocan, babasÕ, senin o÷lun ve komúularÕn gibi kömür ocaklarÕnda çalÕúacak. Hiçbir úeyi ümit etmemeyi ö÷rensin. Bu maksatla uçuyor bombardÕman birliklerimiz tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taúÕ\Õp iki gergin kanatla. Ve motorlarÕna benzinle beraber belki bir parça keder dolarak (öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir úey), uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak bombardÕman birliklerimiz birbiri ardÕndan giden dalgalar halinde... Harbediyoruz : öldürdüklerimizin sayÕVÕ - bizden ve onlardan aralarÕnda meme çocuklarÕ da var - úimdilik beú altÕ milyon kadar. Harbediyoruz : kundak bezinin çeúidiyle belli olmalÕ herkesin yeri. Harbediyoruz : parlasÕn edebiyen diye sabah güneúlerinde hapisane demirleri...» Hakikat çok taraflÕGÕr. Fakir bir ùimal kilisesinde - ùeytan'Õn i÷vasÕyla da olsa - fakir bir papaz onu o kadar uzun anlatamaz. ønzibat kuvvetleri aldÕ haberi - kadife ceketli orman bekçisinden - gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi. Ve asfalt yolun üzerinde arasÕnda silâhlÕ iki adamÕn giderken muhterem peder ùeytan baktÕ arkasÕndan : çekik kaúlarÕnda ümit ve sivri sakalÕnda keder.

12.9.1941 Not : Alamanya yÕNÕldÕ. Temerküz kampÕndan kurtarÕldÕ muhterem peder. Ve yine ùeytan'Õn i÷vasÕna uymasaydÕ e÷er önemli Alaman demokratlarÕndan biri olurdu bugün Anglo-sakson iúgal bölgelerinden birinde. Halbuki yine uydu ùeytan'a. Ve yine bir pazar günü ve aynÕ kilisede yine batÕOÕ müttefikleri meth ü sena edeyim derken 41 yÕOÕnda söylediklerinden bazÕ fasÕllarÕ tekrarladÕ aynen bilhassa mal nizamÕna ait olanlarÕ. Ve Katolik bir Amerikan subayÕQÕn emriyle (tevkif edilmediyse de bu sefer) kovuldu kiliseden muhterem peder. Yine arkasÕndan baktÕùeytan : çekik kaúlarÕnda biraz daha çok ümit sivri sakalÕnda biraz daha az keder...

Fevkalade Memnunum Dünyaya Geldi÷ime

Fevkalâde memnunum dünyaya geldi÷ime, topra÷ÕQÕ, aydÕnlÕ÷ÕQÕ, kavgasÕQÕ ve ekme÷ini seviyorum. Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme ra÷men ve meçhulüm de÷ilken güneúin yanÕnda oyuncaklÕ÷Õ dünya, inanÕlmayacak kadar büyüktür benim için. DünyayÕ dolaúmak, görmedi÷im balÕklarÕ, yemiúleri, yÕldÕzlarÕ görmek isterdim. Halbuki ben yalnÕz yazÕlarda ve resimlerde yaptÕm Avrupa yolculu÷umu. Mavi pulu Asya'da damgalanmÕú bir tek mektup bile almadÕm. Ben ve bizim mahalle bakkalÕ ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika'da. Fakat ne zarar, Çin'den øspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her mili bahride, her kilometrede dostum ve düúmanÕm var. Dostlar ki bir kerre bile selâmlaúmadÕk aynÕ ekmek, aynÕ hürriyet, aynÕ hasret için ölebiliriz. Ve düúmanlar ki kanÕma susamÕúlar kanlarÕna susamÕúÕm. Benim kuvvetim : bu büyük dünyada yalnÕz olmamaklÕ÷ÕmdÕr. Dünya ve insanlarÕ yüre÷imde sÕr ilmimde muamma de÷ildirler. Ben kurtarÕp kellemi nida ve sual iúaretlerinden, büyük kavgada açÕk ve endiúesiz girdim safÕma. Ve dÕúÕnda bu safÕn toprak ve sen bana kâfi gelmiyorsunuz. Halbuki sen harikulâde güzelsin toprak sÕcak ve güzeldir.

Gazete Foto÷raflarÕ Üstüne... 1 Kara Yara Birinci sayfada yatÕyor iki sütun üstüne iki çÕplak yavrucuk, birinci sayfada iki sütun üstüne bir avuç kemik deri. Delinmiú patlamÕú etleri. Biri DiyarbakÕrlÕ, Erganili biri. KollarÕ bacaklarÕ kargacÕk burgacÕk, kafalarÕ kocaman, D÷ÕzlarÕ korkunç bir haykÕUÕúla açÕk, birinci sayfada taúla ezilmiú iki kurba÷acÕk. øki kurba÷acÕk kara yaralÕ iki yavrum benim. <Õlda kim bilir kaç bininiz acÕ suya bile doymadan gelip gidiyor... Ve müsteúar bey : (Kara Yaraya tutulasÕ) "Endiúeye mahal yok," diyor.

3 A÷ustos 1959

2 Emniyet Müdürü Güneú bir yara gibi açÕlmÕú gökte akÕyor kanÕ. Uçak alanÕ. KarúÕlayÕFÕlar, eller göbekte : coplar, cipler, hapisane duvarlarÕ, karakollar ve dara÷açlarÕnda sallanan ipler ve siviller göze görünmez ve bir çocuk iúkenceye dayanamadÕ attÕ kendini Emniyet'te üçüncü kattan. Ve iúte Emniyet Müdürü bey uçaktan iniyorlar Amerika'dan dönüyorlar mesleki tetkikattan. øncelediler uyku uyutmamak usullerini ve memnun kaldÕlar pek hayalara ba÷lanan elektrottan ve bizdeki tabutluklarÕn üstüne bir de konferans vererek açÕkladÕlar faydalarÕQÕ koltuk altlarÕna kaynar yumurta koymanÕn, boyun derisini kibritle ince ince yakÕp soymanÕn. Emniyet Müdürü bey uçaktan iniyorlar Amerika'dan dönüyorlar ve coplar cipler ve dara÷açlarÕnda sallanan ipler üstat döndü diye seviniyorlar. 1959

3 Adnan Bey Türküler söylendikçe Türk diliyle Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk diliyle Türk diliyle gülünüp Türk diliyle a÷Õtlar yakÕldÕkça, Adnan Bey, ben anÕlaca÷Õm, anÕlacak Türk diliyle size sövüúüm. TarlalarÕPÕza girmiú de÷il sizin gibisi yaban domuzunun. ùehrimiz görmüú de÷il yangÕQÕn sizden kanlÕVÕQÕ. Bir adÕQÕz var, Adnan Bey, adÕPÕza benzeyen. Dilimiz kuruyor dilimizi konuútu÷unuz için. Bitten, açlÕktan, sÕtmadan betersiniz. Yüz Türkiye olsa elinizden de gelse yüzünü de zincire vurur yüz kere satarsÕQÕz. Milletimin en talihsiz gecesi ana rahmine düútü÷ünüz gecedir. 1959

4 Ahmet Emin Yalman Selanikli Osman Efendi keskin muhasebecilerdendi ama o da yanÕldÕ ömründe bir kere yanlÕú bir tohum atÕp rahm-i madere. Bu tohum dünyaya çÕNÕp insan biçimini aldÕysa da, boyu bir karÕú kaldÕysa da, öyle haltlar yedi, öyle iúler karÕúWÕrdÕ ki sövdüler kabrinde bile babasÕ Osman Efendiye. Osman Efendi, Ahmet Emin adÕQÕ takmÕúWÕ tohumuna, Ahmet Emin, Yalman'lÕ÷Õ kattÕ buna ve Ahmet Emin Yalman önce Alaman oldu sonra Amerikan. Ona göre her devirde, her zaman satÕlacak bir gazeteydi "Vatan" ve hazret sattÕ vatanÕ. Hapse atacaklarmÕú Ahmet Emin Yalman'Õ Amerikana yaranmaktaki rekabet yüzünden. Hapisteki hÕrsÕzlara acÕyorum ben, ahlâklarÕ bozulacak Emin Beyle aynÕ damda yaúayarak...

1959 5 Refik Koraltan «Tekstilde umutsuz durum. Bir iúsiz kezzap içti. Bir milyon çocuk okuldan mahrum. Kara yara Mardin'e geçti. Grev yapan iúçiler yakalandÕ. Köylü, çiftliklerinin ekinini yakÕyor...» Bir gazete sayfasÕnda baúOÕklarÕn arasÕndan bakÕyor baúkan baúkan Refik Bey, bel bel bakÕyor. Büyük Millet Meclisi'nin sahibi gösteriyor suratÕQÕ milletime bilmem neyini gösteren bir deli gibi. Biliyoruz, odur küçük da÷larÕ ve da÷larÕn do÷urdu÷u fareleri yaratan ve Debreli Hasan gibi martini atan. Biliyoruz, tutmuú elinden Amerikan : Yürü ya Refik kulum, demiú ve Refik Bey yürümüú, göbe÷i kendinden bir karÕú önde, diz kapaklarÕna kadar kana batarak, millî úerefimizin kemikleri üstünde. Biliyoruz, biliyoruz, bu vatanÕn anasÕQÕ a÷latan bir øsmet, bir Adnan, bir de Koraltan. 1959 6 Korku Korkuyor Adnan Menderes ölülerden korkuyor. Kore da÷larÕndan geliyor kimi apaçÕk gözleri dumanlÕ kaytan bÕ\ÕklarÕ kanlÕ yaúlarÕ yirmi. Korkuyor Adnan Menderes ölülerden korkuyor hele çocuk ölülerinden. KarÕnlarÕ davul gibi, boyunlarÕ çöpten ince, NÕUÕyorlar Adnan Bey'in mutfak camlarÕQÕ her gece mezarlarÕndan çÕNÕnca... Korkuyor Adnan Menderes dirilerden korkuyor hele çarÕklÕlardan hele kasketlilerden. Kasketliler hayÕQÕ ba÷ÕúlamayÕ bilmez. Korkuyor Adnan Menderes kocaman yanaklarÕ sarkÕyor ya÷OÕ, sarÕ. Korkuyor Adnan Menderes üç saata indi uykusu. Korkuyor Adnan Menderes hiçbir korkuya benzemez halkÕQÕ satanÕn korkusu.

Gece Gelen Telgraf

Gece gelen telgraf dört heceden ibaretti: "VEFAT ETTø." ømza yok. Bu dört hece bile çok.

BakÕyorum duvara: duvarda bir yara- duvarda bir resim- vefat edenin, elimle çizmiúim.

Saat bir. Saat üç. Saat beú. Polis düdükleri, saatlar... Yata÷Õm bozulmamÕú. Çekmecemde kaatlar: bazÕlarÕ onun el yazÕlarÕ.

Gece gelen telgraf dört heceden ibaret... ùafak söküyor- odam geceden ibaret.

AvuçlarÕmda ellerinin gölgesi dolaúan adam demir parmaklÕklardan gördü son gündüzünü. Mahpushane doktoru örterek paltosuyla upuzun yatanÕn yüzünü: - Tamam! dedi. Bunu belki evvelki akúam dedi. Evvelki akúam ben......

SatÕFÕlar geçiyor mahalleden.

BakÕyorum gece gelen telgrafa. O mükemmel bir kafa mükemmel bir yürek, yumruklarÕyla erkek gözleriyle çocuktu. Hudutsuz ve AllahsÕz bir baúWÕ o. YoldaúWÕ o..

* * *

Düúmanlar kÕna yaksÕn dostlar girsin saflara. Sen gözyaúÕ göstermeden a÷OÕyacaksÕn gece gelen telgraflara...

Gelmiú DünyanÕn Dört Bir ucundan...

Gelmiú dünyanÕn dört bir ucundan AyrÕ dilleri konuúur, anlaúÕUÕz Yeúil dallarÕz dünya a÷acÕndan Gençlik denen bir millet var, ondanÕz

Gerileyen Türkiye Yahut Adnan MENDERES'e Ö÷ütler..

Nev York Tayms gazetesi 29 AralÕk 1954 tarihli sayÕVÕnda "Türkiye Geriliyor" baúOÕklÕ bir baúyazÕ yayÕmladÕ. Bu baúyazÕda úöyle satÕrlar var : "O - Adnan Menderes - BasÕn hürriyetini yok ediyor... BasÕnda kendisini tenkit edenleri hapse atÕyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes iúçilere grev hakkÕQÕ tanÕyaca÷ÕQÕ vaad etmiúti... Halbuki en kÕsa grevler için iúçileri takip ediyor..." Ben, NâzÕm Hikmet, Nev York Tayms gazetesinin satÕrlarÕ arasÕnda kalan yazÕlarÕ da okudum. Bu satÕrlarÕn arasÕndaki satÕrlarÕ aynen aúD÷Õya geçiriyorum.

GERøLEYEN TÜRKøYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖöÜTLER ùDúNÕnlÕ÷Õn bu kadarÕna do÷rusu ya pes. Bindi÷in dalÕ kesiyorsun Adnan Menderes. ølle de asÕp kesmek geliyorsa içinden Ezmekte devâm et BarÕúoÕlar'Õ, ama sen Meselâ YalçÕn'Õ da tÕNÕyorsun deli÷e (1) øhtiyarcÕk sana azÕFÕk cilve yaptÕ diye, Git, koú, elini öp, af dile, yüzünü güldür, O, yalnÕz altÕn kafeslerde öten bülbüldür. O, matbaalar yÕktÕUÕp kitaplar yaktÕran, (2) O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman, Moskova'yÕ atomlayalÕm diyen insancÕ... Kendine acÕmazsan bize bir parça acÕ. A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez, Böyle úDúNÕnlÕklarÕn sonu da iyi gelmez... ùu muhalefetle de alÕp veremedi÷in ne? Niye öyle hÕúÕmla yürüyorsun üstüne? Kore'ye asker gönderdin de "HayÕr" mÕ dedi? "Kan aktÕ hesabÕ sorulmalÕGÕr!" mÕ dedi? Orduyu emrimize verdin, ses çÕkardÕ mÕ? "Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardÕPÕ? Feryat mÕ etti "østiklâl elden gitti" diye? ZavallÕ, sÕmsÕNÕ sarÕlmÕú demokrasiye : "Baúvekil merasimsiz karúÕlanmalÕ" diyor. (3) Bir de bazan coúarak "Hayat pahalÕ" diyor. Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek Türkün BatÕOÕ dostlarÕQÕ pek üzüyor pek. (4) ùDúNÕnlÕ÷Õn bu kadarÕna do÷rusu ya pes. Bindi÷in dalÕ kesiyorsun Adnan Menderes. Hani, her iúte bizden örnek alacaktÕn ya? Hürriyet nizamÕna sâdÕk kalacaktÕn ya? Vaadettin tanÕmadÕn iúçinin grev hakkÕQÕ. O hakkÕ bizim tanÕGÕ÷ÕPÕz gibi tanÕ. Elli istiyorlarsa ateú aç, sonra beú ver. Ama ufak tefek grevlerde anlayÕú göster. Sendika liderlerinizin birço÷u zaten bizde oldu÷u gibi emir alÕr polisten. Niye telaúlanÕp kaybedersin vekarÕQÕ? Hem de kÕrarsÕn liderlerin itibarÕQÕ? ùDúNÕnlÕ÷Õn bu kadarÕna do÷rusu ya pes, Bindi÷in dalÕ kesiyorsun Adnan Menderes. Senin bindi÷in dallar ve bindi÷imiz dallar, Unutma bu dallardan baúka asÕl a÷aç var, öfkeyle homurdanan yarÕ çÕplak, yarÕ aç, bizi silkip atmaya fÕrsat kollÕyan a÷aç...

1955

(1) Adnan Menderes tevkif etti÷i gazeteciler arasÕnda Hüseyin Cahit YalçÕn'Õ da hapise attÕ. (2) 1945 yÕOÕnda Tan gazetesi baúta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaasÕ yÕNÕOÕp ya÷ma edilmiú, meydanlarda kitaplar yakÕlmÕúWÕ. Bu faúist sürülerine "øleri" emrini YalçÕn vermiúti. (3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e østanbul'a filan gelip gidiúlerinde merasim yapÕlmasÕna itiraz ediyorlar. (4) Nev-York Tayms yazÕVÕQÕúöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin BatÕdaki dostlarÕQÕ kederlendirmektedir."

Giden

CamlarÕn üstünde gece ve kar. Bembeyaz karanlÕkta parlÕyan raylar - uzaklaúÕOÕp kavuúulmamayÕ hatÕrlatÕyor. østasyonun üçüncü mevki bekleme salonunda siyah baúörtülü, oÕplak ayaklÕ bir çocuk yatÕyor. Ben dolaúÕyorum... Gece ve kar - pencerelerde. Bir úarkÕ söylüyorlar içerde. Bu, giden kardeúimin en sevdi÷i úarkÕydÕ. En sevdi÷i úarkÕ... En sevdi÷i... En...... Kardeúler, bakmayÕn gözlerime D÷lamak geliyor içimden... Bembeyaz karanlÕkta parlÕyan raylar - uzaklaúÕOÕp kavuúulmamayÕ hatÕrlatÕyor. østasyonun üçüncü mevki bekleme salonunda siyah baúörtülü, oÕplak ayaklÕ bir çocuk yatÕyor.. Gece ve kar pencerelerde. Bir úarkÕ söylüyorlar içerde!..

Giderayak...

Giderayak iúlerim var bitirilecek, giderayak. CeylanÕ kurtardÕm avcÕQÕn elinden ama daha baygÕn yatar ayÕlamadÕ. KopardÕm portakalÕ dalÕndan ama kabu÷u soyulamadÕ. Oldum yÕldÕzlarla haúÕr neúir ama sayÕVÕ bir tamam sayÕlamadÕ. Kuyudan çektim suyu ama bardaklara konulamadÕ. Güller dizildi tepsiye ama taútan fincan oyulamadÕ. Sevdalara doyulamadÕ. Giderayak iúlerim var bitirilecek, giderayak.

Gölgesi

$÷lasada gizliyor gözlerinin yaúÕQÕ; Bir kere e÷emedim bu kadÕQÕn baúÕQÕ. Kaç kere sürükledi gururumu ölüme )ÕrtÕnalar yaratan benim coúkun gönlüme. CevaplarÕ öyle heycansÕz ki onun, Kaç kere iman ettim, hiçli÷ine ruhunun. Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi Güzelli÷in önünde, dolup, çarpmalÕ kalbi Ne mehtabÕn aksine yelken açan bir sandal Ne de ayaklarÕnda kÕUÕlan ince bir dal Onun taútan kalbini sevdaya koúturmuyor. Bir çiçe÷in önünde bir dakkika durmuyor...

Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden Gönlümün elemini döküyorken ona ben O bana kendisini gülerek naklediyor diyor. Ya bu kadÕn delidir, yahut ben çÕldÕrmÕúÕm Ben ki.bir çok kereler kÕUÕlmÕúÕm, kÕrmÕúÕm Ömrümde duymamÕúWÕm böyle derin bir acÕ Birden onun yüzüne haykÕrma ihtiyacÕ øçimde alev alev tutuútu yangÕn gibi Bir dakika kendimin olamadÕm sahibi Hiç olmazsa öcümü böyle alÕUÕm dedim Yolda ma÷rur duran gölgesini çi÷nedim. Gömlek, Pantolon, Kasket ve Fötre Dair

Bana: "temiz gömlek giymek düúmanÕGÕr," diyenler varsa e÷er, muazzam hocamÕn resmine baksÕn. UstalarÕPÕn ustasÕ Marks'Õn ceketi rehindeydi, bir övün yemek yerdi dört günde. DalgalanÕrdÕ fakat heybetli sakalÕ: bembeyaz tertemiz kolalÕ bir gömle÷in üstünde.. Ütülü pantolana idam hükmü kim verdi? Tosunlar, úu bizim tarihi de mek parmak okusunlar: 1848'de kurúunlar demir bir tarak gibi geçerken baúÕndan, halis øngiliz kumaúÕndan halis øngiliz modasÕyla ütülü mum gibi bir pantolon giyerdi -Alanglez- insanlarÕn en büyü÷ü Engels... Vladimir øliç Ulyanof Lenin ateúten bir dev gibi çÕktÕ÷Õ zaman barikata, yakalÕ÷Õ da vardÕ NÕravatÕ da.. Bana gelince: Ben ki, herhangi bir proleter úairiyim, Marksisto-Leninist úuur, 30 kilo kemik 7 litre kan, bir iki kilometre kadar, damar, adale, et, sinir ve deriyim; ne kafamÕn dÕúÕndaki kasket içindekine delalet eder, ne de biricik fötrüm beni geçmekte olan geçmiúe alet eder.... Buna ra÷men ben: haftada altÕ gün kasketliysem e÷er, haftada bir gün sevgilimle seyrana giderken biricik fötrümü tertemiz giymek içindir bu... Fakat neden benim iki fötrüm yok? Ne dersin üstat? Tembel miyim? HayÕr! Günde 12 saat sayfa ba÷lamak, ayakta dikilip anasÕ a÷lamak sapÕna kadar çalÕúmaktÕr.. Kapkara cahil miyiz? HayÕr! Mesela: "Sat-Sin" bey kadar cahilü cühela olmasam gerek.... Budala mÕ\Õm? Eh, pek de÷il.. Belki biraz derbederim.. Lakin hep asÕl sebep: proleterim, be birader, proleter!!.. Ve benim iki fötrüm, iki milyon fötrüm, ancak her proleter gibi, Borsalino-Habik-Mosan-Mançister tezgahlarÕQÕn sahibi olursam-olursak-olacak!... Ve ilaaaaaaa, Laaaaaaa!!!!!!!....

Gövdemdeki Kurt...

Sen benim minare boyunda çam gövdeme, yumuúak beyaz bir kurt gibi girdin, kemirdin! Ben barsaklarÕnda solucan MakdonaldÕ besleyen øngiliz amelesi gibi taúÕyorum seni içimde! Biliyorum kabahat kimde! Ey ruhu lordlar kamarasÕ kadÕn! Ey uzun entarili tüysüz Puankare! KarúÕmda: demirleri kÕpkÕ]Õl bir úimendifer oca÷Õ gibi yanmak senin en basit hünerin; yine en basit hünerin senin buzun üstünde bir paten gibi kÕvranmak! So÷uk! 6Õcak! Kaltak! dur! Yumuúak beyaz kÕvrÕOÕúlarÕnla beynime giriyorsun kemiriyorsun! Oraya giremezsin! Onu kemiremezsin! Yumuúak beyaz NÕvrÕOÕúlarÕyla beynime giren kurdu çürük bir diú çeker gibi söktüm! Epeyce ter döktüm! Bu sonuncuydu bir daha olmayacak!

Gözleri Siyah KadÕn

Gözleri siyah kadÕn o kadar güzelsin ki Çok sevdi÷im baúÕna yemin ediyorum ben Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanÕrken Bir dakika gö÷sünün üstünde olsa yerim Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim Gözleri siyah kadÕn o kadar güzelsin ki.

Gözlerimiz

Gözlerimiz úeffaf temiz damlalardÕr. Her damlada demire can veren dehamÕ]Õn Bir küçücük zerresi vardÕr.. ùeffaf temiz damlalarÕyla gözlerimiz Bir umman içinde o kadar birleúti ki, KaynÕyan suda buzu nasÕl eritirsiniz, Lúte biz de birbirimizde öyle kaybolduk.

Yükseldi gözlerimizin úaheseri Demire can veren dehayÕ bulduk. ùeffaf temiz damlalarÕyla gözlerimiz, Bir umman içinde birleúmeseydi e÷er, Her zerre da÷ÕlsaydÕ baúka bir yere, Dinamolarla türbinleri çiftleútirerek, Çelik da÷larÕ suda kof bir kelek gibi döndüremezdik.. Ve gözlerimizi yakan gecenin ateúini ùamasÕz kibrit gibi söndüremezdik.

Gözlerin...

Gözlerin gözlerin gözlerin, ister hapisaneme, ister hastaneme gel, gözlerin gözlerin gözlerin hep güneúte, úu MayÕs ayÕ sonlarÕnda öyledir iúte Antalya tarafÕnda ekinler seher vakti. Gözlerin gözlerin gözlerin, kaç defa karúÕmda a÷ladÕlar çÕUÕlçÕplak kaldÕ gözlerin altÕ aylÕk çocuk gözleri gibi kocaman ve çÕUÕlçÕplak, fakat bir gün bile güneúsiz kalmadÕlar. Gözlerin gözlerin gözlerin, gözlerin bir mahmurlaúmayagörsün sevinçli bahtiyar alabildi÷ine akÕllÕ ve mükemmel dillere destan bir úeyler olur dünyaya sevdasÕ insanÕn. Gözlerin gözlerin gözlerin, sonbaharda öyledir iúte kestanelikleri Bursa'nÕn ve yaz ya÷murundan sonra yapraklar ve her mevsim ve her saat østanbul. Gözlerin gözlerin gözlerin, gün gelecek gülüm, gün gelecek, kardeú insanlar birbirine senin gözlerinle bakacaklar gülüm, senin gözlerinle bakacaklar.

Gözlerine Bakarken

Gözlerine bakarken güneúli bir toprak kokusu vuruyor baúÕma, bir bu÷day tarlasÕnda, ekinlerin içinde kayboluyorum... Yeúil pÕUÕltÕlarla uçsuz bucaksÕz bir uçurum, durup dinlenmeden de÷Lúen ebedi madde gibi gözlerin:

VÕrrÕQÕ her gün bir parça veren fakat hiç bir zaman büsbütün teslim olmayacak olan...

Güneúi øçenlerin Türküsü...

Bu bir türkü:- toprak çanaklarda güneúi içenlerin türküsü! Bu bir örgü:- alev bir saç örgüsü! kÕvranÕyor; kanlÕ; kÕ]Õl bir meú'ale gibi yanÕyor esmer alÕnlarÕnda bakÕr ayaklarÕ çÕplak kahramanlarÕn! Ben de gördüm o kahramanlarÕ, ben de sardÕm o örgüyü, ben de onlarla güneúe giden köprüden geçtim! Ben de içtim toprak çanaklarda güneúi. Ben de söyledim o türküyü! Yüre÷imiz topraktan aldÕ hÕ]ÕQÕ; altÕn yeleli aslanlarÕn a÷]ÕQÕ yÕrtarak gerindik! 6ÕçradÕk; úimúekli rüzgâra bindik!. Kayalardan kayalarla kopan kartallar oÕrpÕyor ÕúÕkta yaldÕzlanan kanatlarÕQÕ. Alev bilekli süvariler kamçÕOÕyor úaha kalkan atlarÕQÕ!

AkÕn var güneúe akÕn! Güneúi zaptedece÷iz güneúin zaptÕ yakÕn! Düúmesin bizimle yola: evinde a÷layanlarÕn göz yaúlarÕQÕ boynunda a÷Õr bir zincir gibi taúÕyanlar! %ÕraksÕn peúimizi kendi yüre÷inin kabu÷unda yaúayanlar! øúte: úu güneúten düúen ateúte milyonlarla kÕrmÕ]Õ yürek yanÕyor! Sen de çÕkar gö÷sünün kafesinden yüre÷ini; úu güneúten düúen ateúe fÕrlat; yüre÷ini yüreklerimizin yanÕna at!

AkÕn var güneúe akÕn! Güneúi zaaptedece÷iz güneúin zaptÕ yakÕn!

Biz topraktan, ateúten, sudan, demirden do÷duk! Güneúi emziriyor çocuklarÕPÕza karÕPÕz, toprak kokuyor bakÕr sakallarÕPÕz! Neú'emiz sÕcak! kan kadar sÕcak, delikanlÕlarÕn rüyalarÕnda yanan o «an» kadar sÕcak! Merdivenlerimizin çengelini yÕldÕzlara asarak, ölülerimizin baúlarÕna basarak yükseliyoruz güneúe do÷ru! Ölenler dö÷úerek öldüler; güneúe gömüldüler. Vaktimiz yok onlarÕn matemini tutmaya!

AkÕn var güneúe akÕn! Güneúi zaaaptedece÷iz güneúin zaptÕ yakÕn!

Üzümleri kan damlalÕ kÕrmÕ]Õ ba÷lar tütüyor! KalÕn tu÷la bacalar kÕvranarak ötüyor! HaykÕrdÕ en önde giden, emreden! Bu ses! Bu sesin kuvveti, bu kuvvet yaralÕ aç kurtlarÕn gözlerine perde vuran, onlarÕ olduklarÕ yerde durduran kuvvet! Emret ki ölelim emret! Güneúi içiyoruz sesinde! Coúuyoruz, coúuyor!.. YangÕnlÕ ufuklarÕn dumanlÕ perdesinde PÕzraklarÕ gö÷ü yÕrtan atlÕlar koúuyor!

AkÕn var güneúe akÕn! Güneúi zaaaaptedece÷iz güneúin zaptÕ yakÕn!

Toprak bakÕr gök bakÕr. HaykÕr güneúi içenlerin türküsünü, Hay-kÕr HaykÕralÕm!

Güneúin SofrasÕnda Söylenen Türkü

DalgalarÕ karúÕlayan gemiler gibi, gövdelerimizle karanlÕklarÕ yara yara çÕktÕk, rüzgarlarÕ en serin uçurumlarÕ en derin havalarÕ en ÕúÕklÕ sÕra da÷lara. ArkamÕzda bir düúman gözü gibi karanlÕ÷Õn yolu. Önümüzde bakÕr taslar güneú dolu. DostlarÕn arasÕndayÕz! Güneúin sofrasÕndayÕz!

Da÷larda gölgeniz göklere vursun, göz göze yan yana durun çocuklar. TaslarÕ birbirine vurun çocuklar. Doldurun çocuklar, doldurun doldurun doldur içelim. BaúlarÕ göklere atalÕm serden geçelim... Heeey, nerden geçelim? Yalnayak koúarak devlerin geçti÷i yerden geçelim.

Heeey hop Heeeey hep birden geçelim Doldurun çocuklar, doldurun doldurun doldur içelim. DostlarÕn arasÕndayÕz! Güneúin sofrasÕndayÕz!.

Güneúte

Güneúte denizin sonunda mavi bir duman gibi gözümde tütüyorsun. Yeúil bir erik dalÕ yüre÷im sen altÕn tüylü bir yemiú sallanÕyorsun. Fakat ben seni böyle bir yemiú ve bir duman gibi görmenin yerine sahiden görmek istiyorum çÕplak ayaklarÕQÕ sahiden dokunmak istiyorum uzun parmaklÕ ellerine!...

Günler

Geçip gitmiú günler gelin rakÕ için sarhoú olun ÕslÕkla bir úeyler çalÕn geberiyorum kederden.

ølerdeki güzel günler beni görmeyecek onlar bari selam yollasÕnlar geberiyorum kederden.

BaúladÕ÷Õm bugünkü gün yarÕda kalabilirsin, geceye varmadan yahut çok büyük olabilirsin.

Güz...

Günler gitgide kÕsalÕyor, ya÷murlar baúlamak üzre. KapÕm ardÕna kadar açÕk bekledi seni. Niye böyle geç kaldÕn?

Soframda yeúil biber, tuz, ekmek. Testimde sana sakladÕ÷Õm úarabÕ içtim yarÕya kadar bir baúÕma seni bekleyerek. Niye böyle geç kaldÕn?

Fakat iúte ballÕ meyveler dallarÕnda olgun, diri duruyor. KoparÕlmadan düúeceklerdi topra÷a biraz daha gecikseydin e÷er... Haber...

Onlardan haber geldi. Oradan onlardan. Gömlekleri kirli de÷il çatÕk de÷ilmiú kaúlarÕ. YalnÕz biraz uzamÕú tÕraúlarÕ. 'YandÕk! ' dememiúler. DayanmÕúlar biliyorum. 'DayandÕk! ' dememiúler. Gözleri gülerek bakÕyorlarmÕú adama. ùakaklarÕnda taze bir yara varmÕú ama, çatÕk de÷ilmiú kaúlarÕ. YalnÕz biraz uzamÕú tÕraúlarÕ....

Hapiste Yatacak Olana BazÕ Ö÷ütler

Dünyadan, memleketinden, insandan umudum kesik de÷il diye øpe çekilmeyip de AtÕOÕrsan içeriye, Yatarsan on yÕl, on beú yÕl Daha da yataca÷Õndan baúka, 'SallansaydÕm ipin ucunda Bir bayrak gibi keúke'' Demiyeceksin, Yaúamakta ayak direyeceksin. Belki bahtiyarlÕk de÷ildir artÕk, Boynunun borcudur fakat, Düúmana inat Bir gün fazla yaúamak.

øçerde bir tarafÕnla yapayalnÕz kalabilirsin,K Kuyunun dibindeki taú gibi. Fakat öbür tarafÕn DünyanÕn kalabalÕ÷Õna Öylesine karÕúmalÕ ki, Sen ürpermelisin içerde, 'Õúarda kÕrk günlük yerde yaprak kÕPÕldasa. øçerde mektup beklemek, YanÕk türküler söylemek bir de, Bir de gözünü tavena dikip sabahlamak TatlÕGÕr ama tehlikelidir.

7Õraútan tÕraúa yüzüne bak, Unut yaúÕQÕ Koru kendini bitten, Bir de bahar akúamlarÕndan; Bir de ekme÷i Son lokmasÕna dek yeme÷i, Bir de a÷Õz dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman. Bir de kimbilir, Sevdi÷in kadÕn sevmez olur, Ufak bir iú deme, Yemyeúil bir dal kÕUÕlmÕú gibi gelir, øçerdeki adama. øçerde gülü, bahçeyi düúünmek fena, Da÷larÕ, deryalarÕ düúünmek iyi. Durup dinlenmeden yazmayÕ, Bir de dokumacÕOÕ÷Õ tavsiye ederim sana, Bir de ayna dökmeyi. Yani içerde onyÕl, on beú yÕl, Daha da fazla hatta Geçirilmez de÷il, Geçirilir, KararmasÕn yeter ki Sol memenin altÕndaki cevahir!

Hasret (01) ...

Yüz yÕl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalÕ, gözünün içinde durmayalÕ, aklÕQÕn aydÕnlÕ÷Õna sorular sormayalÕ, dokunmayalÕ sÕcaklÕ÷Õna karnÕQÕn. Yüz yÕldÕr bekliyor beni bir úehirde bir kadÕn. AynÕ daldaydÕk, aynÕ daldaydÕk. AynÕ daldan düúüp ayrÕldÕk. AramÕzda yüz yÕllÕk zaman, yol yüz yÕllÕk. Yüz yÕldÕr alacakaranlÕkta koúuyorum ardÕndan.

Hasret (02) ...

Denize dönmek istiyorum! Mavi aynasÕnda sularÕn: boy verip görünmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum!

Gemiler gider aydÕn ufuklara gemiler gider! Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder. Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter. Ve madem ki bir gün ölüm mukadder; Ben sularda batan bir ÕúÕk gibi sularda sönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum! Denize dönmek istiyorum!

Hava So÷uk

Hava puslu, so÷uk .Õrlar koyu, kÕrmÕ]Õ Saman sarÕVÕ, ölü yeúil .Õú gelmek üzere oysaki gönül .Õúa girmeye hazÕr de÷il Haydi Güle Güle Gülüm

Haydi güle gülü gülüm haydi güle güle Hani a÷lamak yoktu? $÷lama kÕ]Õm, gözüne batacak sürmelerin. Taksiye bindin iúte, Lúte hapishanesinde yattÕ÷Õm úehrin geçiyorsun içinden. ùöför belki ben yaúta bir adam dikiz aynasÕndan bakÕyor sana anlÕyor bu güzel kadÕQÕn a÷lamasÕQÕ. Belki onunda içerde yatanÕ vardÕr, belki tanÕr beni, belki kendiside bizdendir. Biliyorum: Demirlerden seyretti÷im bu úehir kaplÕcalar türbeler ipek fabrikalarÕ ve kocaman bir çÕnardÕr. Ve sahici insanlarÕ benim insanlarÕm nasÕlda periúan... Fakat yüzlerine güneú vurmuú gibi olmuútur sen gözyaúlarÕ arasÕndan onlara baktÕ÷Õn zaman. Sen bu úehre bundan öncede geldin demek? Sen bu úehre gelesinde beni aramayasÕn! Öylemi? AöLA GÜLÜM! Hemde hüngür hüngür a÷lamalÕVÕn. HayÕr a÷lama, Allah belamÕ versin benim a÷lama! EtrafÕna bak: Ben ve úehir çoktan arkada kaldÕk

Henüz Vakit Varken, Gülüm

Henüz vakit varken, gülüm Paris yanÕp yÕNÕlmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüre÷im dalÕndayken henüz, ben bir gece, úu MayÕs gecelerinden biri Volter rÕhtÕPÕnda dayayÕp seni duvara öpmeliyim a÷]Õndan sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a çiçe÷ini seyretmeliyiz onun, birden bana sarÕlmalÕVÕn, gülüm, korkudan, hayretten, sevinçten ve de sessiz sessiz a÷lamalÕVÕn, \ÕldÕzlar da çiselemeli, incecikten bir ya÷murla karÕúarak. Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanÕp yÕNÕlmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüre÷im dalÕndayken henüz, úu MayÕs gecesi rÕhtÕmdan geçmeliyiz sö÷ütlerin altÕndan, gülüm, Õslak salkÕm sö÷ütlerin. Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana, en güzel, en yalansÕz, sonra da ÕslÕkla bir úey çalarak gebermeliyim bahtiyarlÕktan ve insanlara inanmalÕ\Õz. Yukarda taútan evler, girintisiz, çÕNÕntÕVÕz, birbirine bitiúik ve duvarlarÕ ayÕúÕ÷Õndan ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor ve karúÕ yakada Luvur aydÕnlanmÕúÕúÕklarla aydÕnlanmÕú bizim için billur sarayÕPÕz...

Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanÕp yÕNÕlmadan, henüz vakit varken, gülüm, yüre÷im dalÕndayken henüz, úu MayÕs gecesi rÕhtÕmda, depolarda NÕrmÕ]Õ varillere oturmalÕ\Õz. KarúÕda karanlÕ÷a giren kanal. Bir úat geçiyor, selamlÕyalÕm gülüm, geçen sarÕ kamaralÕúatÕ selamlÕyalÕm. Belçika'ya mÕ yolu, Hollanda'ya mÕ? KamaranÕn kapÕVÕnda ak önlüklü bir kadÕn tatlÕ tatlÕ gülümsüyor.

Henüz vakit varken, gülüm, Paris yanÕp yÕNÕlmadan, henüz vakit varken, gülüm... Parisliler, Parisliler, Paris yanÕp yÕNÕlmasÕn...

Herkes Gibi...

Gönlümle baú baúa düúündüm demin; ArtÕk bir sihirsiz nefes gibisin. ùimdi tâ içinde bomboú kalbimin Akisleri sönen bir ses gibisin.

Mâziye karÕúÕp sevda yeminim, Bir anda unuttum seni, eminim Kalbimde kalbine yok bile kinim Bence artÕk sen de herkes gibisin.

(AltÕncÕ Kitap, Temmuz 1336/1920)

«BENCE SEN DE ùøMDø HERKES Gø%ø6øN»

Gözlerim gözünde aúNÕ seçmiyor Onlardan kalbime sevda geçmiyor Ben yordum ruhumu biraz da sen yor Çünkü bence úimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece KaçÕyorum bugün senden gizlice Kalbime baktÕm da iúte iyice AnladÕm ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim Maziye karÕúWÕúimdi yeminim Kalbimde senin için yok bile kinim Bence sen de úimdi herkes gibisin Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye

Bir varmÕú bir yokmuú. Develer tellallÕk edip satarken develeri, bir benim babam varmÕú, bir de bir zatÕmuhteremin pederi. Benim babam, dazlak kafalÕ ufak tefek bir adam. O bir zatÕmuhteremin pederi økinci Sultan Hamidin meúhur hÕrsÕz seraskeri. Benim babam, dolu koymuú boú çÕkmÕú, bütün ömrünce çevirmiú simsiyah defterleri. O, bir zatÕmuhteremin pederi - Yemen çölünde açlÕktan ölenlerin suyundan, ekme÷inden çalarak, kumun üstüne akan kandan yüzde yüz komisyon alarak han, hamam, apartÕman yapmÕú... Ey zatÕmuhterem! ùaire, "KÕsa kes, diyelim, sözlerini!" Ölmüú sizin serasker peder. Benim de babam öldü. Ve dünyaya yummadan evvel ÕúÕklÕ çocuk gözlerini siz onun yanÕndaydÕQÕz. Son beú papelin hesabÕQÕ vermeden ölmesin, diye kalbinin atÕúÕQÕ saydÕQÕz. Tutmuyordu babamÕn öpülesi elleri. O eller.. BabamÕn gözleri artÕk simsiyah defterleri göremiyordu... Fakat yine siz haklÕVÕQÕz: o gündü hesap günü. TaktÕQÕz tenezzülen kendi elinizle siz bir ölünün burnuna gözlü÷ünü, beú papelin hesabÕQÕ istediniz. øúte o hesabÕúimdi ben veriyorum. Size bir tokat borcum vardÕ. Dikkat! Kolumu geriyorum. økimiz karúÕ karúÕyayÕz. Sizin peder ölmüú. Öldü benim babam. KarúÕ karúÕya kaldÕk iki meúhur adam. Benim úöhretim nerden gelir, ben neyimle meúhurum - -MALUM!. Size gelince: sizi meúhur eden úey: KÕrsÕz bir babanÕn kanlÕ altÕnlarÕQÕ çalan KÕrsÕz bir o÷lun parasÕGÕr. Sizin úöhretiniz: lanetle dolu bir yükün çuval darasÕGÕr. ùöhretiniz: NÕvrak çengiler, büyük kemancÕlar veren çingene çadÕrlarÕQÕn yüz karasÕGÕr. ønanmazsanÕz e÷er, karÕúWÕrsÕn alim efendiler kalÕn yapraklÕ kitaplar gibi seneleri: anlarsÕQÕz ki, Edirne boyu çingeneleri, görmemiútir soyunuz gibi bir soyu... Bir varmÕú bir yokmuú. Develer tellallÕk edip satarken develeri, bir benim babam varmÕú, bir de bir zatÕmuhteremin pederi. Ey zatÕmuhterem! Ölmüú sizin serasker peder. Öldü benim babam. KarúÕ karúÕya kaldÕk iki meúhur adam...

Hiç Bir A÷aç Böyle Harikulade Yemiú Vermemiútir...

Topraktan ateúten ve denizden do÷anlarÕn en mükemmeli do÷acak bizden...... ve insanlar ellerini korkmadan düúünmeden birbirlerinin ellerine bÕrakarak \ÕldÕzlara bakarak: - "Yaúamak ne güzel úey!" diyecekler; bir insan gözü gibi derin bir salkÕm üzüm gibi serin bir ferah bir rahat bir iúitilmemiúúarkÕ söyliyecekler... Hiçbir a÷aç böyle harikulâde bir yemiú vermemiú olacaktÕr

Ve en vadedici bir yaz gecesi bile böyle sesler böyle inanÕlmaz renklerle sabaha ermemiú olacaktÕr. Topraktan ateúten ve denizden do÷anlarÕn en mükemmeli do÷acak bizden......

Hoú Geldin KadÕQÕm

Hoú geldin kadÕQÕm benim hoú geldin yorulmuúsundur; nasÕl etsemde yÕkasam ayacÕklarÕQÕ ne gül suyum ne gümüú legenim var, susamÕúVÕndÕr; buzlu úerbetim yok ki ikram edeyim acÕkmÕúVÕndÕr; beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam.

Hoú geldin kadÕQÕm benim hoú geldin aya÷ÕQÕ basdÕn odama NÕrk yÕllÕk beton, çayÕr çimen úimdi güldün, güller açÕldÕ penceremin demirlerinde D÷ladÕn, avuçlarÕma döküldü inciler gönlüm gibi zengin hürriyet gibi aydÕnlÕk oldu odam...

Hoú geldin kadÕQÕm benim hoú geldin.

Hoú Geldin...

Hoú geldin! Kesilmiú bir kol gibi omuz baúÕPÕzdaydÕ boúlu÷un... Hoú geldin! AyrÕOÕk uzun sürdü. Özledik. Gözledik... Hoú geldin! Biz EÕraktÕ÷Õn gibiyiz. UstalaúWÕk biraz daha taúÕ kÕrmakta, dostu düúmandan ayÕrmakta... Hoú geldin. Yerin hazÕr. Hoú geldin. Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok. YÜRÜYELøM.....

Hürriyet'e Dair

Onlar, ümidin düúmanÕGÕr, Sevgilim, Akarsuyun meyve ça÷Õnda a÷acÕn Serpilip geliúen hayatÕn düúmanÕGÕr. Çünkü, ölüm vurdu damgasÕQÕ alÕnlarÕna Çürüyen diú, dökülen et,

Bir daha geri dönmemek üzere <ÕNÕOÕp gidecekler Ve elbette ki sevdi÷im elbet DolaúacaktÕr en úanlÕ elbisesiyle Güzelim ülkemde dolaúacaktÕr en úanlÕ elbisesiyle, Lúçi tulumuyla, bu güzelim memlekette HÜRRøYET Hürriyet KavgasÕ...

Yine kitaplarÕ, türküleri, bayraklarÕyla geldiler, dalga dalga aydÕnlÕk oldular, yürüdüler karanlÕ÷Õn üstüne. MeydanlarÕ zaptettiler yine.

BeyazÕt'ta úehit düúen silkinip kalktÕ kabrinden, ve elinde bir güneú gibi taúÕ\Õp yarasÕQÕ yÕktÕùahmeran'Õn ma÷arasÕQÕ.

Daha gün o gün de÷il, derlenip dürülmesin bayraklar. Dinleyin, duydu÷unuz çakallarÕn ulumasÕGÕr. SaflarÕ sÕklaúWÕUÕn çocuklar, bu kavga faúizme karúÕ, bu kavga hürriyet kavgasÕGÕr. øki serseri var: Birinci serseri köprü altÕnda yatar, ` sularda yÕldÕzlarÕ sayar geceleri.

øki serseri var: økinci serseri atlas yakalÕ sarhoú sofralarÕnda Ba÷datlÕ bir dilencinin çaldÕ÷Õ sazdÕr. FransÕz emperyalizminin idare meclisinde ayvazdÕr..

Ben: ne köprü altÕnda yatan, ne de atlas yakalÕ sarhoú sofralarÕnda saz calip Arabistan fÕstÕ÷Õ satan- -lakin úairiyim; topraktan, ateúten ve demirden hayatÕ yaratan- -lakin úairiyim ben.

øki serseri var økinci serseri yolumun üstünde duruyor ve soruyor bana <> AnlaúÕlan Ba÷dadi úaklaban unutmuú, Mösyö bilmem kimle beraber Adana - Mersin hattÕnda o kuúu yoldu÷unu...

øki serseri var: økinci serseri halkÕn alin terinden altÕn yapanlara kendi kafatasÕnda hurma rakÕVÕ sunar.

Ben hÕ]ÕPÕ asÕrlardan almÕúÕm, bende her mÕsra bir yanarda÷ hatÕrlatÕr. Ben ne halkÕn alÕn terinden on para çalmÕúÕm ne bir úairin cebinden bir satÕr... øki serseri var: økinci serseri, meydana dört topaç gibi saldÕ÷Õm dört eseri sanmÕú ki yazmÕúÕm kendileri için. Halbuki benim bir serseriye hitap eden ikinci yazÕm iúte budur: Atlas yakalÕ sarhoú sofralarÕQÕn sazÕ, FransÕz sermayesinin hacÕ ayvazÕ, bu yazdÕ÷Õm yazÕ örse balyoz salanlarÕn úimúekli yumru÷udur katmerli kat ya÷OÕ ensenden. Ve sen o kemik yaladÕ÷Õn sofranÕn altÕna girsen de, - dostun KARAMACA BEY gibi - kaldÕUÕp yere çal- -mak için canÕQÕ burnundan al- -mak için, bulaca÷Õm seni. Koca göbeklerin RUSEL kuúD÷Õ sen, sen uúúak murabbaÕ, sen uúúak mik'abÕ, satÕlmÕú uúúaklarÕn uúúúúD÷Õ sen!!!

øki Sevda

Bir gönülde iki sevda olamaz yalan olabilir. ùehrinde so÷uk ya÷murlarÕn gece otel odasÕnda sÕrtüstü yatÕyorum gözlerim tavana dikili bulutlar geçiyor tavandan Õslak asfaltÕ geçen kamyonlar gibi a÷Õr ve sa÷da uzakta ak bir yapÕ yüz katlÕ belki tepesinde altÕn i÷ne parlÕyor. Bulutlar geçiyor tavandan karpuz kayÕklarÕ gibi güneú yüklü bulutlar Oturmuúum cumbaya yüzüme sularÕn ÕúÕ÷Õ düúüyor bir Õrmak kÕ\ÕVÕnda mÕ\Õm bir deniz kÕ\ÕVÕnda mÕ? O tepsideki ne o güllü tepsideki yer çile÷i mi kara dut mu? Fulya tarlasÕnda mÕ\Õm karlÕ kayÕn ormanÕn da mÕ? Gülüp a÷OÕyor sevdi÷im kadÕnlar iki dilde

Dostlar nasÕl bir araya geldiniz? Birbirinizi tanÕmazsÕQÕz. nerde bekliyorsunuz beni? BeyazÕt' ta ÇÕnarlÕ Kahve' de mi Gorki parkÕnda mÕ? ùehrinde so÷uk ya÷murlarÕn gece otel odasÕnda sÕrtüstü yatÕyorum gözlerim yanÕyor gözlerim alabildi÷ine açÕk bir hava çalÕndÕ armonikle baúladÕ utla bitti. øçimde sarmaú dolaú karmakarÕúÕktÕ büyük uzak iki úehrin hasreti.

)Õrlamak yataktan koúmak altÕnda ya÷murun istasyona koúmak ---- Sür kardeúim Makinist götür beni oraya. --- Nereye?

økimiz

økimiz de biliyoruz, sevgilim, |÷rettiler: aç kalmayÕ, üúümeyi, yorgunlu÷u ölesiye ve birbirimizden ayrÕ düúmeyi. Henüz öldürmek zorunda bÕrakÕlmadÕk ve öldürülmek iúi geçmedi baúÕPÕzdan.

økimiz de biliyoruz, sevgilim, |÷retebiliriz: dövüúmeyi insanlarÕPÕz için ve her gün biraz daha candan biraz daha iyi sevmeyi...

ønebolu iki arkadaú tuttuk da÷lara giden yolu, Öyle yükselmiúiz ki, sahilde ønebolu ønce sokaklarÕyla ufaldÕkça ufaldÕ. Minareler bir çizgi, camiler nokta kaldÕ.

Evleri birbirine giren úehri içinde Ufuklar geniúledi önümüzde git gide; Denizi kucaklayan iki açÕk kol oldu. Rüzgar esti denizin sularÕ yol yol oldu. <Õ÷ÕlmÕúWÕ yollara yÕ÷Õnla yaprak; YapraklarÕn üstünde sendeleyip kayarak Da÷Õn son kayasÕQÕn dibine varabildik. Bu tepede bu kaya ma÷rur bir baú gibi dik! dÕNÕp onun üstünden bakabilirsek e÷er, Güzel øç Anadolu görünecekti bize. Bunu nakúetmek için bir anda kalbimize Son adÕPÕ atmadan gözümüzü kapadÕk. Gözümüz açÕOÕnca karúÕPÕzdaydÕ artÕk Sisli vadileriyle rüyalÕ Anadolu.

Görüyorduk uzaktan dereye inen yolu; Sa÷ yanÕnda bir çayÕr, solda çam a÷açlarÕ. O kadar yakÕn ki da÷larÕn yamaçlarÕ Dereye düúen bahar bir daha çÕkamamÕú.

østanbul'da, Tevkifane Avlusunda

østanbul'da, Tevkifane avlusunda, güneúli bir kÕú günü, ya÷murdan sonra, bulutlar, kÕrmÕ]Õ kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm yerde, su birikintilerinde kÕPÕldanÕrken, ben, nefsimin ne kadar cesur, ne kadar alçak, ne kadar kuvvetli, ne kadar zayÕf úeyi varsa hepsini taúÕyarak : dünyayÕ, memleketimi ve seni düúündüm...

ønsanlarÕn Türküleri Kendilerinden Güzel

ønsanlarÕn türküleri kendilerinden güzel, kendilerinden umutlu, kendilerinden kederli, daha uzun ömürlü kendilerinden. Sevdim insanlardan çok türkülerini. ønsansÕz yaúayabildim türküsüz hiçbir zaman. KadÕnlarÕPÕ aldattÕm, türkülerini asla Hiçbir zaman aldatmadÕ beni türküler de. Türküleri anladÕm hangi dilde söylenirse söylensin. Bu dünyada yiyip içtiklerimin, gezip tozduklarÕPÕn, görüp iúittiklerimin, dokunduklarÕPÕn, anladÕklarÕPÕn hiçbiri, hiçbiri bahtiyar etmedi beni türküler kadar

ø6øMSøZ ùøøRLER

* * * øúte geldik gidiyoruz hoúça kal kardeúim deniz biraz çakÕOÕndan aldÕk biraz da masmavi tuzundan sonsuzlu÷undan da biraz ÕúÕ÷Õndan da birazcÕk birazcÕk da kederinden bir úeyler anlattÕn bize denizli÷in kaderinden biraz daha umutluyuz biraz daha adam olduk Lúte geldik gidiyoruz hoúça kal kardeúim deniz

27 Eylül, Pitsunda, 1958 * * * hoú geldin bebek yaúama sÕrasÕ sende senin yolunu gözlüyor kuúpalazÕ bo÷maca kara çiçek sÕtma ince hastalÕk yürek enfarktÕ kanser filan Lúsizlik açlÕk filan tiren kazasÕ otobüs kazasÕ uçak kazasÕ iú kazasÕ yer depremi sel baskÕQÕ kuraklÕk falan karasevda ayyaúOÕk filan polis copu hapisane kapÕVÕ falan senin yolunu gözlüyor atom bombasÕ falan hoú geldin bebek yaúama sÕrasÕ sende senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.

10 Eylül 1961, Laypzig * * * Denizin üstünde ala bulut yüzünde gümüú gemi içinde sarÕ balÕk dibinde mavi yosun NÕ\Õda bir çÕplak adam durmuú düúünür. Bulut mu olsam, gemi mi yoksa, balÕk mÕ olsam, yosun mu yoksa?.. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalÕ, o÷lum, bulutuyla, gemisiyle, balÕ÷Õyla, yosunuyla.

15 Eylül 1958 Arhipo Osipovka * * * Seni düúünmek güzel úey ümitli úey dünyanÕn en güzel sesinden en güzel úarkÕ\Õ dinlemek gibi bir úey. Fakat artÕk ümit yetmiyor bana, ben artÕk úarkÕ dinlemek de÷il úarkÕ söylemek istiyorum...

* * * Sevgilim, baúlar önde, gözler alabildi÷ine açÕk, yanan úehirlerin kÕ]ÕltÕVÕ, çi÷nenen ekinler ve bitmez tükenmez ayak sesleri : gidiliyor. Ve insanlar katlediliyor : a÷açlardan ve danalardan daha rahat daha kolay daha çok. Sevgilim, bu ayak sesleri, bu katliâmda hürriyetimi, ekme÷imi ve seni kaybetti÷im oldu, fakat açlÕ÷Õn, karanlÕ÷Õn ve çÕ÷OÕklarÕn içinden güneúli elleriyle kapÕPÕ]Õ çalacak olan gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman... (østanbul Hapisanesi) * * * Hasretini, yoklu÷unu, sensizli÷i bir ateú yanÕ÷Õ gibi öyle acÕyla duydum ki yüre÷imin etinde, gitgide ço÷alarak gitgide derinden iúleyerek öyle dayanÕlmaz oldu ki bu seni bo÷abilirdim senden kurtulmak için çünkü seni o kadar seviyorum. 25-2-43 * * * Baba! her yÕlbaúÕnda sana söyleyecek bir tek sözüm var : "Seni ne kadar çok seversem o kadar çok olsun ömründen geçen yÕllar..." Baba! Babam, a÷abeyim, kardeúim, arkadaúÕm! Ne zulüm, ne ölüm, ne korku baúÕPÕ e÷emez! YalnÕz senin elini öpmek için e÷ilir baúÕm. Babam, a÷abeyim, kardeúim, arkadaúÕm... 1/1/1932

* * * Seviyorum seni ekmegi tuza banÕp yer gibi geceleyin ateúler içinde uyanarak a÷]ÕPÕ dayayÕp muslu÷a su içer gibi, D÷Õr posta paketini, neyin nesi belirsiz, telâúOÕ, sevinçli, kuúkulu açar gibi, seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi. østanbul'da yumuúacÕk kararÕrken ortalÕk içimde kÕPÕldanan bir úeyler gibi, seviyorum seni "YaúÕyoruz çok úükür!' der gibi. 27 A÷ustos 1960 * * * Seni düúünürüm anamÕn kokusu gelir burnuma dünya güzeli anamÕn. Binmiúin atlÕkarÕncasÕna içimdeki bayramÕn IÕr dönersin eteklerinle saçlarÕn uçuúur bir yitirip bir bulurum al al olmuú yüzünü. Sebebi ne seni bir bÕçak yarasÕ gibi hatÕrlamamÕn sen böyle uzakken senin sesini duyup yerimden fÕrlamamÕn sebebi ne? Diz çöküp bakarÕm ellerine ellerine dokunmak isterim dokunamam arkasÕndasÕn camÕn. Ben bir úDúNÕn seyircisiyim gülüm alacakaranlÕ÷Õmda oynadÕ÷Õm dramÕn. 7 A÷ustos 1959 * * * Gülüm, iki gözümün bebe÷i ölmekten korkmuyorum, ölmek arÕma gidiyor, onuruma yediremiyorum ölme÷i. 15 A÷ustos 1959 * * * Aya gidilecek daha da ötelere, teleskoplarÕn bile görmedi÷i yere. Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç kalmayacak, korkmayacak kimse kimseden, emretmeyecek kimse kimseye, yermeyecek kimse kimseyi, umudunu çalmayacak kimse kimsenin? øúte ben komünistim bu soruya karúÕOÕk verdi÷im için. 26 A÷ustos 1959

* * * Merih'e giden kosmos gemisinde turistler yeryüzüyce yazÕlmÕúúiirler okuyacak. Her sözü beste beste, renk renk, kat kat açarak en sÕrlÕ çekirde÷e ulaúabilecekler. AralÕk 1959 * * * Ak bir karanfil gibi çatlayÕp da çekirdek atom bahçelerine yürüyünce aydÕnlÕk, yalnÕz meraklÕlarÕ de÷il, bütün insanlÕk úiirin aynasÕnda kendini seyredecek. AralÕk 1959 * * * .ÕrdÕlar tazecik yeúil dallarÕPÕ]Õ .ÕrdÕlar kitap tutan ellerimizi KanÕna girdiler çocuklarÕPÕ]Õn. 1960, Nisan * * * Laypzig'de bir ya÷mur ya÷Õyor incecikten, ya÷Õyoruz vitrinler, a÷açlar, insanlar, bir de otomobillerin hÕ]Õ, bir de geçmiú zamanlar, bir de saman sarÕVÕ, bir de ben ya÷Õyoruz ya÷an ya÷murla beraber incecikten. 18 Eylül 1960 * * * ønsanlarÕn türküleri kendilerinden güzel, kendilerinden umutlu, kendilerinden kederli, daha uzun ömürlü kendilerinden. Sevdim insanlardan çok türkülerini. ønsansÕz yaúayabildim türküsüz hiçbir zaman. Hiçbir zaman beni aldatmadÕ türküler de. Türküleri anladÕm hangi dilde söylenirse söylensin. Bu dünyada yiyip içtiklerimin, gezip tozduklarÕPÕn, görüp iúittiklerimin, dokunduklarÕPÕn, anladÕklarÕPÕn hiçbiri, hiçbiri, beni bahtiyar etmedi türküler kadar... 20 Eylül 1960 * * * günde kaç milyon insan ölür yeryüzünde do÷ar kaç milyon kaçÕ yaúadÕm diyebilirdi kaçÕ yaúadÕm diyebilecek kaçÕ günde üç ö÷ün yemek yiyebilirdi kaçÕ yiyebilecek 13 A÷ustos 1961, gece * * * YaúÕm altmÕú on dokuzumdan beri bir düú görürüm ya÷mur çamur yaz kÕú uykuda uyanÕk takÕlmÕú düúümün peúine yürürüm. Neleri alÕp götürmedi benden ayrÕOÕk; kilometrelerle umut, tonlarla keder, taradÕ÷Õm saçlar, sÕktÕ÷Õm eller. Bir düúümle ayrÕlmadÕk. Avrupa'yÕ, Asya'yÕ, Afrika'yÕ düúümle dolaúWÕm bir Amerikanlar vize vermediler denizlerden da÷lardan çöllerden çok adamlarÕ sevdim adamlara úDúWÕm. Mapusanelerde ÕúÕ÷ÕydÕ hürriyetimin ekme÷imin katÕ÷ÕydÕ sürgünde her biten akúamdaydÕ, her baúlayan günde : ulu kurtuluú düúü memleketimin.

1962 * * * DünyayÕ verelim çocuklara hiç de÷ilse bir günlü÷üne allÕ pullu bir balon gibi verelim oynasÕnlar oynasÕnlar türküler söyliyerek yÕldÕzlarÕn arasÕnda dünyayÕ çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sÕcacÕk bir ekmek somunu gibi hiç de÷ilse bir günlü÷üne doysunlar dünyayÕ çocuklara verelim bir günlük de olsa ö÷rensin dünya arkadaúOÕ÷Õ çocuklar dünyayÕ alacak elimizden ölümsüz a÷açlar dikecekler

21 MayÕs 962, Moskova

østanbul Tevkifhanesi'nden

Fevkalâde memnunum dünyaya geldi÷ime, topra÷ÕQÕ, aydÕnlÕ÷ÕQÕ, kavgasÕQÕ ve ekme÷ini seviyorum. Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme ra÷men ve meçhulüm de÷ilken güneúin yanÕnda oyuncaklÕ÷Õ dünya, inanÕlmayacak kadar büyüktür benim için. DünyayÕ dolaúmak, görmedi÷im balÕklarÕ, yemiúleri, yÕldÕzlarÕ görmek isterdim. Halbuki ben yalnÕz yazÕlarda ve resimlerde yaptÕm Avrupa yolculu÷umu. Mavi pulu Asya'da damgalanmÕú bir tek mektup bile almadÕm. Ben ve bizim mahalle bakkalÕ ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika'da. Fakat ne zarar, Çin'den øspanya'ya, Ümit Burnu'ndan Alaska'ya kadar her mili bahride, her kilometrede dostum ve düúmanÕm var. Dostlar ki bir kerre bile selâmlaúmadÕk aynÕ ekmek, aynÕ hürriyet, aynÕ hasret için ölebiliriz. Ve düúmanlar ki kanÕma susamÕúlar kanlarÕna susamÕúÕm. Benim kuvvetim : bu büyük dünyada yalnÕz olmamaklÕ÷ÕmdÕr. Dünya ve insanlarÕ yüre÷imde sÕr ilmimde muamma de÷ildirler. Ben kurtarÕp kellemi nida ve sual iúaretlerinden, büyük kavgada açÕk ve endiúesiz girdim safÕma. Ve dÕúÕnda bu safÕn toprak ve sen bana kâfi gelmiyorsunuz. Halbuki sen harikulâde güzelsin toprak sÕcak ve güzeldir.

østiklal

Bu zÕrhlarÕ, bu ordularÕ tanÕUÕm, benim de sularÕma girdiler, benim de topra÷Õma asker çÕkardÕlar geceleyin. KanÕma susamÕúWÕlar. Çalmak istiyorlardÕ gözlerimin nurunu, hünerini ellerimin. Döktük denize onlarÕ 1922'ydi yÕllardan...

0ÕVÕrlÕ kardeúim; úarkÕlarÕPÕz kardeútir, isimlerimiz kardeú, yoksullu÷umuz kardeútir, yorgunlu÷umuz kardeú.

ùehirlerimde güzel, ulu, canlÕ ne varsa: insan, cadde, çÕnar, savaúÕnda senin yanÕndalar. Köylerimde Kelam-i Kadim okunuyor senin dilinle, senin zaferin için...

0ÕVÕrlÕ kardeúim, biliyorum, biliyorum, istiklal otobüs de÷il ki birini kaçÕrdÕn mi, öbürüne binesin... østiklal sevgilimiz gibidir aldattÕn mi bir kere zor döner bir daha.

0ÕVÕrlÕ kardeúim, kanalÕn sularÕna karÕúWÕ kanÕn. ønsanin yurdu bir kat daha kendinin olur topra÷Õna, suyuna karÕúWÕkça kanÕ. YaúanmÕú sayÕlmaz zaten yurdu için ölmesini bilmeyen millet...

øtirazname-i NazÕm

ArtÕk bir daha bir kahkaha gibi gülmeyecek gözünüzde gözümüz. Teveccühünüz mavi bir mücevherdi baúÕPÕzda. BaúÕPÕzdan düúürdük onu, kaybettik. Gelemedik, ayÕbettik. Bizi affedin diyemem. Ve madem ki böyledir, artÕk bir daha bir kahkaha gibi gülmeyecek gözlerimde gözünüz. Teveccühünüz mavi bir pÕUÕltÕ, bir mücevherdir baúÕmda. BaúÕmdan düúürdüm onu, kaybettim gelemedim ayÕbettim.

øyimser Adam...

Çocukken sineklerin kanadÕQÕ koparmadÕ teneke ba÷lamadÕ kedilerin kuyru÷una kibrit kutularÕna hapsetmedi hamamböceklerini karÕnca yuvalarÕQÕ bozmadÕ büyüdü bütün bu iúleri ona ettiler ölürken baúucundaydÕm bir úiir oku dedi güneú üstüne deniz üstüne atom kazanlarÕyla yapma aylar üstüne yüceli÷i üstüne insanlÕ÷Õn

øyimserlik...

ùiirler yazarÕm basÕlmaz basÕlacaklar ama

Bir mektup beklerim müjdeli belki de öldü÷üm gün gelir mutlaka gelir ama

Ne devlet ne para insanÕn emrinde dünya belki yüz yÕl sonra olsun mutlaka bu böyle olacak ama

Japon BalÕkçÕVÕ...

Denizde bir bulutun öldürdü÷ü Japon balÕkçÕVÕ genç bir adamdÕ. DostlarÕndan dinledim bu türküyü Pasifik'te sapsarÕ bir akúamdÕ.

BalÕk tuttuk yiyen ölür. Elimize de÷en ölür. Bu gemi bir kara tabut, lumbarÕndan giren ölür.

BalÕk tuttuk yiyen ölür, birden de÷il, a÷Õr a÷Õr, etleri çürür, da÷ÕOÕr. BalÕk tuttuk yiyen ölür.

Elimize de÷en ölür. Tuzla, güneúle yÕkanan bu vefalÕ, bu çalÕúkan elimize de÷en ölür. Birden de÷il, a÷Õr a÷Õr, etleri çürür, da÷ÕOÕr. Elimize de÷en ölür...

Badem gözlüm, beni unut. Bu gemi bir kara tabut, lumbarÕndan giren ölür. Üstümüzden geçti bulut.

Badem gözlüm beni unut. Boynuma sarÕlma, gülüm, benden sana geçer ölüm. Badem gözlüm beni unut.

Bu gemi bir kara tabut. Badem gözlüm beni unut. Çürük yumurtadan çürük, benden yapaca÷Õn çocuk. Bu gemi bir kara tabut. Bu deniz bir ölü deniz. ønsanlar ey, nerdesiniz? Nerdesiniz?

KadÕnlarÕPÕz

Toprak öyle bitip tükenmez, /da÷lar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile eriúemeyecekti. Ka÷QÕlar yürüyordu yekpare meúaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayÕn altÕnda dönen ilk tekerlekti. AyÕn altÕnda öküzler baúka ve çok küçük bir dünyadan gelmiúler gibi ufacÕk kÕsacÕktÕlar ve pÕUÕltÕlar vardÕ hasta kÕUÕk boynuzlarÕnda ve ayaklarÕ altÕndan akan toprak, toprak, ve topraktÕ. Gece aydÕnlÕk ve sÕcak ve ka÷QÕlarda tahta yataklarÕnda oyu mavi humbaralar çÕUÕlçÕplaktÕ. Ve kadÕnlar birbirlerinden gizleyerek bakÕyorlardÕ ayÕn altÕnda geçmiú kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadÕnlar bizim kadÕnlarÕPÕz: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamÕz, avradÕPÕz, yarimiz ve sanki hiç yaúanmamÕú gibi ölen ve soframÕzdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve da÷lara kaçÕUÕp u÷runda hapis yattÕ÷ÕPÕz ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koúulan ve a÷Õllarda ÕúÕltÕVÕnda yere saplÕ bÕçaklarÕn oynak, a÷Õr kalçalarÕ ve zilleriyle bizim olan kadÕnlar, bizim kadÕnlarÕPÕz úimdi ayÕn altÕnda ka÷QÕlarÕn ve hartuçlarÕn peúinde harman yerine kehriban baúOÕ sap çeker gibi aynÕ yürek ferahlÕ÷Õ, aynÕ yorgun alÕúkanlÕk içindeydiler. Ve onbeúlik úaraplenin çeli÷inde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayÕn altÕnda ka÷QÕlar yürüyordu Akúehir üzerinden Afyon`a do÷ru. KadÕnlarÕPÕ]Õn Yüzleri

Meryem ana TanrÕ\Õ do÷urmadÕ Meryem ana TanrÕQÕn anasÕ de÷il Meryem ana analardan bir ana Meryem ana bir o÷lan do÷urdu Âdemo÷ullarÕndan bir o÷lan Meryem ana bundan ötürü güzel bütün suretlerinde Meryem ananÕn o÷lu bundan ötürü kendi o÷lumuz gibi yakÕn bize KadÕnlarÕPÕ]Õn yüzü acÕlarÕPÕ]Õn kitabÕGÕr acÕlarÕPÕz, ayÕplarÕPÕz ve döktü÷ümüz kan karasabanlar gibi çizer kadÕnlarÕn yüzünü. Ve sevinçlerimiz vurur gözlerine kadÕnlarÕn göllerde ÕúÕyan seher vakÕtlarÕ gibi. Hayallerimiz yüzlerindedir sevdi÷imiz kadÕnlarÕn, görelim görmeyelim karúÕPÕzda dururlar gerçe÷imize en yakÕn ve en uzak.

Kalbim...

Gö÷sümde 15 yara var! . SaplandÕ gö÷süme 15 kara saplÕ bÕçak! .. Kalbim yine çarpÕyor, kalbim yine çarpacak! ! !

• Gö÷sümde 15 yara var! SarÕldÕ 15 yarama kara kaygan yÕlanlar gibi karanlÕk sular! Karadeniz bo÷mak istiyor beni, bo÷mak istiyor beni, kanlÕ karanlÕk sular! ! !

SaplandÕ gö÷süme 15 kara saplÕ bÕçak. Kalbim yine çarpÕyor, kalbim yine çarpacak! ...

• Gö÷sümde 15 yara var! . Deldiler gö÷sümü 15 yerinden, sandÕlar ki vurmaz artÕk kalbim kederinden! Kalbim yine çarpÕyor, kalbim yine çarpacak! ! !

YandÕ 15 yaramdam 15 alev, NÕUÕldÕ gö÷sümde 15 kara saplÕ bÕçak.. Kalbim kanlÕ bir bayrak gibi çarpÕyor, ÇAR-PA-CAK! !

Kanter içinde

YapÕFÕlar türkü söylüyor YapÕ türkü söyler gibi yapÕlmÕyor ama. Bu iú biraz zor. YapÕFÕlarÕn yüre÷i bayram yeri gibi cÕYÕl cÕYÕl ama yapÕ yeri bayram yeri de÷il. yapÕ yeri toz toprak. Çamur, kar. YapÕ yerinde aya÷Õn burkulur ellerin kanar.

YapÕ yerinde ne çay her zaman úekerli her zaman sÕcak, ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuúak ne herkes kahraman ne dostlar vefalÕ her zaman. Türkü söyler gibi yapÕlmÕyor yapÕ bu iú biraz zor, zor ama yapÕ yükseliyor, yükseliyor. SaksÕlar konuldu pencerelere alt katlarÕnda. ølk balkonlara güneú taúÕyor kuúlar kanatlarÕnda. Bir yürek çarpÕntÕVÕ var her putrelinde her tu÷lasÕnda her kerpicinde. Yükseliyor, yükseliyor yapÕ kanter içinde.

Kar Kesti Yolu

Kar kesti yolu sen yoktun oturdum karúÕna dizüstü seyrettim yüzünü gözlerim kapalÕ

Gemiler geçmiyor uçaklar uçmuyor sen yoktun karúÕnda duvara dayanmÕúWÕm konuútum, konuútum, konuútum D÷]ÕPÕ açmadan

Sen yoktun ellerimle dokundum sana ellerim yüzümdeydi

Kar Ya÷Õyor

LambayÕ yakma, bÕrak, sarÕ bir insan baúÕ düúmesin pencereden kara. Kar ya÷Õyor karanlÕklara. Kar ya÷Õyor ve ben hatÕrlÕyorum. Kar... Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ÕúÕklar... Ve úehir kör bir insan gibi kaldÕ altÕnda ya÷an karÕn.

LambayÕ yakma, bÕrak! Kalbe bir bÕçak gibi giren hatÕralarÕn dilsiz olduklarÕQÕ anlÕyorum. Kar ya÷Õyor ve ben hatÕrlÕyorum. KaranlÕkta Kar Ya÷Õyor

Ne maveradan ses duymak, ne satÕrlarÕn nescine koymak o, ne bir kuyumcu merakÕyla islemek kafiyeyi, ne güzel laf, ne derin kelam... Çok úukur hepsinin hepsinin üstündeyim bu aksam.

Bu aksam bir sokak úarkicisiyim hünersiz bir sesim var; sana, senin iúitemeyece÷in bir úarkiyi söyleyen bir ses.

KaranlÕkta kar ya÷Õyor, sen Madrid kapÕVÕndasÕn. KarsÕnda en güzel úeylerimizi ümidi, hasreti, hürriyeti ve çocuklarÕ öldüren bir ordu.

Kar ya÷Õyor. Ve belki bu aksam Õslak ayaklarÕn üúüyordur. Kar ya÷Õyor, ve ben simdi düúünürken seni úurana bir kursun saplanabilir ve artÕk bir daha ne kar, ne rüzgar, ne gece...

Kar ya÷Õyor ve sen böyle deyip Madrid kapÕVÕna dikilmeden önce herhalde vardÕn. Kimdin, nemden geldin, ne yapardÕn? Ne bileyim, mesela; Ast orya kömür ocaklarÕndan gelmiú olabilirsin. Belki alnÕnda kanlÕ bir sargÕ vardÕr ki kuzeyde aldÕ÷Õn yarayÕ saklamaktadÕr. Ve belki varoúlarda son kursunu atan secin motorlarÕ yakarken Bilbao'yu. Veyahut herhangi bir Konta Fernando Valaskerosi de Kortoba'nÕn çiftli÷inde ÕrgatlÕk etmiúindir. Belki de küçük bir dükkanÕn vardÕ, renkli øspanyol yemiúleri satardÕn. Belki hiçbir hunerin yoktu, belki gayet güzeldi sesin. Belki felsefe talebesi, belki hukuk fakültesindensin ve parçalandÕ üniversite mahallesinde bir øtalyan tankÕQÕn tekerlekleri altÕnda kitaplarÕn. Belki dinsizsin, belki boynunda bir sicim, bir küçük haç. Kimsin, adin ne, tevellüdün kaç? Yüzünü hiç görmedim ve görmeyece÷im. Bilmiyorum belki yüzün hatÕrlatÕr Sibirya'da Kolcak'i yenenleri belki yüzünun bir tarafÕ biraz bizim Dumlupinar'da yatana benziyordur ve belki bir parça hatÕrlatÕyorsun Robespiyer'i. Yüzünü hiç görmedim ve görmeyece÷im, adimi duymadÕn ve hiç duymayacaksÕn. AramÕzda denizler, da÷lar, benim kahrolasÕ aczim var. Ben ne senin yanÕna gelebilir, ne sana bir kasa kursun, bir sandÕk taze yumurta, bir çift yun çorap gönderebilirim. Halbuki biliyorum, bu so÷uk karlÕ havalarda iki çÕplak çocuk gibi üúümektedir Madrid kapÕVÕQÕ bekleyen Õslak ayaklarÕn. Biliyorum, ne kadar büyük, ne kadar güzel úey varsa, insano÷ullarÕ daha ne kadar büyük ne kadar güzel úey yaratacaklarsa, yani o korkunç hasreti, daüssÕlasÕ içimin güzel gözlerindedir Madrid kapÕVÕndaki nöbetçimin. Ve ben ne yarin, ne dun, ne bu aksam onu sevmekten baúka bir úey yapamam.

KarayÕlan Hikayesi (Antep DestanÕ)

%ø5øNCø BAP YIL 1918-1919

Ateúi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanÕn üzerinde. østanbul 918 Teúrinlerinde, øzmir 919 MayÕVÕnda ve Manisa, Menemen, AydÕn, Akhisar; MayÕs ortalarÕndan Haziran ortalarÕna kadar yani tütün kÕrma mevsimi, yani, arpalar biçilip bu÷daya baúlanÕrken yuvarlandÕlar.

Adana, Antep, Urfa, Maraú: düúmüú dövüúüyordu...

Ateúi ve ihaneti gördük, Ve kanlÕ bankerler pazarÕnda Memleketi Alman’a satanlar, Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar düútüler can kaygusuna ve kurtarmak için baúlarÕQÕ halkÕn gazabÕndan karanlÕ÷a karÕúarak basÕp gittiler. YaralÕydÕ, yorgundu, fakirdi millet, en azÕOÕ düvellerle dövüúüyordu fakat, dövüúüyordu, köle olmamak için iki kat, iki kat soyulmamak için.

Ateúi ve ihaneti gördük, Murat nehri, Canik da÷larÕ ve FÕrat, YeúilÕrmak, KÕ]ÕOÕrmak, Gültepe, Tilbeúar ovasÕ, gördü uzun diúli øngiliz’i. Ve Aksu’yla Köpsu, Karagöl’le Sö÷üt gölü ve gümüú basamaklÕ türbesinde yatan büyük, aúÕk ölü, úapkasÕ horoz tüylü øtalyan’Õ gördü. Ve Çukurova, NÕyasÕya düzlük, uçurumlar, yamaçlar, da÷lar kÕyasÕya ve Seyhan ve Ceyhan ve kara gözlü Yürük kÕ]Õ, gördü mavi üniformalÕ FransÕz’Õ. Ve devam ettik ateúi ve ihaneti görmekte. (úraf ve ayan ve mütehayyizanÕn ço÷u ve a÷alar: Ba÷dasar a÷adan Kellesi Büyük Mehmet A÷aya kadar, düúmanla birlik oldular. Ve inekleri, koyunlarÕ, keçileri sürüp, götürüp, gelinlerin ÕrzÕna geçip, çocuklarÕ öldürüp ve istiklali yakÕp yÕktÕkça düúman, da÷a çÕktÕ mavzerini, naca÷ÕQÕ, çiftesini kapan ve çÕ÷ gibi ço÷aldÕ çeteler ve köylülerden paúalar görüldü, kara donlu köylülerden. Ve bizim tarafa geçenler oldu Tunuslu ve Hindli kölelerden. Ve TürkistanlÕ HacÕ Ahmet, .ÕVÕk gözleri, seyrek sakalÕ, hafif makineli tüfe÷iyle da÷larda bir baúÕna dolaúWÕ. Ve sabahleyin ve ö÷le sÕca÷Õnda ve akúam üstü Ve ayÕúÕ÷Õnda ve yÕldÕz alacasÕnda geceleyin, ne zaman sÕNÕúsa bizimkiler, peyda oluverdi, yerden biter gibi o ve ateú etti ve düúmanÕ da÷ÕttÕ ve kayboldu da÷larda yine.

Ateúi ve ihaneti gördük, DayandÕk, dayandÕk her yanda, dayandÕk øzmir’de AydÕn’da, Adana’da dayandÕk, dayandÕk Urfa’da, Maraú’ta, Antep’te.

Antep’liler silahúor olur, uçan turnayÕ gözünden kaçan tavúanÕ art aya÷Õndan vururlar ve Arap kÕsra÷ÕQÕn üstünde taze yeúil selvi gibi ince uzun dururlar. Antep sÕcak, Antep çetin yerdir.

Antep’liler silahúor olur, Antep’liler yi÷it kiúilerdir. KarayÕlan KarayÕlan olmazdan önce Antep köylüklerinde ÕrgattÕ, Belki rahatsÕzdÕ, belki rahattÕ, bunu düúünmeye vakit bÕrakmÕyordular, yaúÕyordu bir tarla sÕçanÕ gibi ve korkaktÕ bir tarla sÕçanÕ kadar. Yi÷itlik atla, silahla olur, Onun atÕ, silahÕ, topra÷Õ yoktu. Boynu yine böyle çöp gibi ince Ve böyle kocaman kafalÕydÕ KarayÕlan KarayÕlan olmazdan önce. Düúman Antep’e girince Antepliler onu Korkusunu saklayan Bir fÕstÕk a÷acÕndan alÕp indirdiler. AltÕna bir at çekip eline bir mavzer verdiler. Antep çetin yerdir. .ÕrmÕ]Õ kayalarda Yeúil kertenkeleler. 6Õcak bulutlar dolaúÕr havada øleri geri.

Düúman tutmuútu tepeleri, düúmanÕn topu vardÕ. Antepliler düz ovada 6ÕNÕúPÕúlardÕ Düúman úarapnel döküyordu, topra÷Õ kökünden söküyordu. Düúman tutmuútu tepeleri. Akan: Antep’in kanÕydÕ. Düz ovada bir gül fidanÕydÕ KarayÕlan’Õn KarayÕlan olmazdan önceki siperi.. Bu fidan öyle küçük, Korkusu ve kafasÕ öyle büyüktü ki onun, namluya tek fiúek sürmeden yatÕyordu yüzükoyun.

Antep sÕcak, Antep çetin yerdir. Antep’liler silahúor olur. Antepliler yi÷it kiúilerdir. Fakat düúmanÕn topu vardÕ. Ve ne çare, kader düz ovayÕ Antepliler düúmana bÕrakacaklardÕ. “KarayÕlan” olmazdan önce umrunda de÷ildi KarayÕlan’Õn NÕyamete dek düúmana verseler Antep’i Çünkü onu düúünme÷e alÕúWÕrmadÕlar. YaúadÕ toprakta bir tarla sÕçanÕ gibi, korkaktÕ da bir tarla sÕçanÕ kadar. Siperi bir gül fidanÕydÕ onun, gül fidanÕ dibinde yatÕyordu ki yüzü koyun ak bir taúÕn ardÕndan kara bir yÕlan oÕkardÕ kafasÕQÕ.

Derisi ÕúÕl ÕúÕl, gözleri ateúten al, dili çataldÕ. Birden bir kurúun gelip kafasÕQÕ aldÕ. Hayvan devrildi kaldÕ. KarayÕlan KarayÕlan olmazdan önce kara yÕlanÕn encamÕQÕ görünce haykÕrdÕ avaz avaz ömrünün ilk düúüncesini: ³øbret al deli gönlüm, demir sandÕkta saklansan bulur seni, ak taú ardÕnda kara yÕlanÕ bulan ölüm.”

Ve bir tarla sÕçanÕ gibi yaúayÕp Bir tarla sÕçanÕ kadar korkak olan, IÕrlayÕp atlayÕnca ileri bir dehúet aldÕ Anteplileri, se÷irttiler peúince, DüúmanÕ tepelerde yediler. Ve bir tarla sÕçanÕ gibi yaúayÕp Bir tarla sÕçanÕ kadar korkak olana: KARAYILAN dediler.

“KarayÕlan der ki: Harbe oturak, Kilis yollarÕndan kelle getirek, nerde düúman varsa orda bitirek, vurun ha yi÷itler namus günüdür...” Ve biz bunu böylece duyduk ve çetesinin baúÕnda yÕllarca namÕ yürüyen KarayÕlan’Õ ve Anteplileri ve Antep’i aynen duyup iúitti÷imiz gibi destanÕPÕ]Õn birinci babÕna koyduk.

KarÕma Mektup

Bir tanem! Son mektubunda: "BaúÕm sÕzlÕyor yüre÷im sersem!" diyorsun.

"Seni asarlarsa seni kaybedersem;" diyorsun; "yaúayamam!"

YaúarsÕn karÕFÕ÷Õm, kara bir duman gibi da÷ÕOÕr hatÕram rüzgârda; yaúarsÕn, kalbimin kÕ]Õl saçlÕ bacÕVÕ en fazla bir yÕl sürer yirminci asÕrlarda ölüm acÕVÕ.

Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razÕ olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki sevgili; zavallÕ bir çingenenin kÕllÕ, siyah bir örümce÷e benzeyen eli geçirecekse e÷er ipi bo÷azÕma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boúuna bakacaklar NâzÕm'a!

Ben, alaca karanlÕ÷Õnda son sabahÕPÕn dostlarÕPÕ ve seni görece÷im, ve yalnÕz yarÕ kalmÕú bir úarkÕQÕn acÕVÕQÕ topra÷a götürece÷im...

KarÕm benim! øyi yürekli, altÕn renkli, gözleri baldan tatlÕ arÕm benim; ne diye yazdÕm sana istendi÷ini idamÕPÕn, daha dava ilk adÕPÕnda ve bir úalgam gibi koparmÕyorlar kellesini adamÕn. Haydi bunlara boú ver. Bunlar uzak bir ihtimal. Paran varsa e÷er bana fanila bir don al, tuttu baca÷ÕPÕn siyatik a÷UÕVÕ, Ve unutma ki daima iyi úeyler düúünmeli bir mahpusun karÕVÕ.

11-11-1933 Bursa Hapishanesi

KarÕPÕn østanbul'dan YazdÕ÷Õ Mektup

CanÕm, UzandÕ÷Õm yerde yazÕyorum. Yorgunum pek. Aynada yüzümü gördüm, adeta yeúil. Havalar so÷uk, yaz gelmeyecek. Haftada otuz liralÕk odun lazÕm, baúa çÕNÕOÕr gibi de÷il. Sofada demin iú görürken, battaniyemi aldÕm sÕrtÕma. Camlar çerçeveler kÕUÕk, kapÕlar kapanmÕyor, burda barÕnmamÕz imkansÕz artÕk, taúÕnmalÕ! Ev yÕNÕlacak üstümüze. Kiralarsa pahalÕPÕ pahalÕ. Sana bunlarÕ ne diye anlatÕUÕm? Üzüleceksin. Derdimi kime dökeyim? Kusura bakma. IsÕnsa, iyice ÕVÕnsa ortalÕk ama, Hele geceler. %ÕktÕm usandÕm üúümekten. RüyalarÕmda Afrika'ya gidiyorum. Cezayir'deydim bir sefer. 6ÕcaktÕ. AlnÕPÕ bir kurúun deldi, bütün kanÕm aktÕ, ama ölmedim. Bana bir hal geldi. Çok ihtiyarladÕ÷ÕPÕ hissediyorum. Halbuki biliyorsun, henüz kÕrkÕma basmadÕm. Çok ihtiyarladÕ÷ÕPÕ hissediyorum, söylüyorumda, söyleyince kÕ]Õyorlar, konferans dinliyorum herkesden. Her neyse bu bahsi kapat. Paraguay halk türkülerini çaldÕ radyo. Bunlar dikenli bir yapra÷Õn üzerine Dúkla, güneúle, insan teriyle yazÕlmÕú. AcÕda, umutluda... BayÕldÕm Paraguay türkülerine. Adviye'den mektup aldÕm. Beni çok göresi gelmiú, Hiç unutamÕyormuú.... ùDúWÕmda kaldÕm. <ÕllardÕr, Sen memleketten gittin gideli, ne kapÕPÕ çaldÕ, ne bir haber yolladÕ hatta. Hatta sokakta karúÕlaúWÕk. Bir bayram sabahÕ, baúÕQÕ çevirip geçti. En yakÕn arkadaúWÕk! Ama arkadaúOÕk a÷aca benzer, kurudumu, yeúermez artÕk. Ben cevap yazmadÕm. Neye yarar? Evime bile gelse úimdi, söyleyecek lakÕrdÕm yok. DüúmanlÕ÷Õmda yok elbet. Otursun güle güle, zengin bir koca bulmuú hastalÕklÕ bir úeymiú adam manya÷Õn biri. Halbuki Adviye ne canlÕ kadÕndÕr. Gidip baktÕm o÷lumuza, Pembe, kumral, uyuyor mÕúÕl mÕúÕl. YorganÕ açÕlmÕú, örttüm. Bir kara haberde verdi bu akúam radyo; øren Jolio Küri ölmüú. <Õllar var bir kitap okudumdu ölenin anÕVÕ üstüne yazÕlmÕú. Bir yerinde iki kÕz çocu÷undan bahseder. -SatÕrlar gözümün önüne geldi- SarÕúÕn iki Yunan heykeli gibi der. øúte bu çocuklardan biri öldü. Bilmem ki nasÕl anlatsam, büyük bilgin, büyük adam, ama úimdi lösemiden ölen O sarÕúÕn kÕz çocu÷uda. Bu ölüm bana çok dokundu. øren Jolio Küri için D÷ladÕm bu akúam. Ne tuhaf, øren deselerdi, øren öldü÷ün zaman deselerdi, østanbul'lu bir kadÕn hemde hiç tanÕmadÕ÷Õn, D÷layacak arkandan, deselerdi úDúardÕ. KocasÕ geldi aklÕma, bir mektup yazsam, baúsa÷OÕ÷Õ dilesem diye düúündüm. Adresini bilmiyorum ama Paris, Frederik Jolio Küri desem gidermiydi? Birde FransÕz yazarÕ öldü. Gazetede okudum. AdÕQÕ bile duymamÕúVÕndÕr. Çok ihtiyardÕ zaten, üstelikte egoist, sinik, cenabet herifin biri. Herúeyle alay etmiú ömrü boyunca. Hiçbir úeyi, hiç kimseyi sevmemiú, bir köpeklerle kedileri, ama yalnÕz kendininkileri. Mülakat vermiú ölmeden bir kaç gün önce. Ölümü alaya alÕyor aklÕnca. Ama belli dehúetlide korkuyor. Resmide var. büyükannemizi erkek yap, tepesine bir takke koy, Lúte herif. Korkunç bir yalnÕzlÕk içinde VÕska bir ihtiyar. O'nada acÕGÕm Belki büyükannemize benzedi÷inden, belkide yalnÕzlÕ÷Õna. AcÕGÕm. AynÕ acÕma de÷il elbet. AcÕyorsun øren Küri'ye, çocuklarÕQÕ düúünüyorsun, kocasÕQÕ, ama daha çok dünyaya acÕyorsun, büyük bir insan öldü diye. Sana bir müjdem var; OkumayÕ ö÷reniyor tembel o÷lun. Epeyi söktü kerata; Tut, koú, kitap, kalem, çanta.... Mükemmel de÷ilmi? Her harfi birúeye benzetiyor; A bir evmiú, B göbekli bir adam, T bir keser. Ödüm kopuyor tembel olacak diye. Hep O'na iú yaptÕrmak istiyorum. .Õz olsaydÕ kolaydÕ. KadÕnlarÕn her yaúta her iú gelir elinden. Ama beú yaúÕnda bir o÷lan, ne becerebilir? Ah bir ÕVÕnsa havalar... IsÕnacak. UzadÕkça uzadÕ mektubum. Kendine iyi bak, bana hemen cevap ver. Beni unutma. Bana hemen cevap ver, akÕllÕGÕr Münevver, nasÕl olsa ne yapÕp eder, falan filan diye kendini avutma. Sensiz periúanÕm, beni unutma. Kendine iyi bak. Gözlerinden öperim canÕm. Güzel geceler. Kendine iyi bak. Bana hemen cevap ver, dertlerimi aklÕnda tutma, unut. Beni unutma...

KarlÕ KayÕn OrmanÕnda... KarlÕ kayÕn ormanÕnda yürüyorum geceleyin. EfkârlÕ\Õm, efkârlÕ\Õm, elini ver, nerde elin?

AyÕúÕ÷Õ renginde kar, keçe çizmelerim a÷Õr. øçimde çalÕnan ÕslÕk beni nereye ça÷ÕUÕr?

Memleket mi, yÕldÕzlar mÕ, gençli÷im mi daha uzak? KayÕnlarÕn arasÕnda bir pencere, sarÕ sÕcak.

Ben ordan geçerken biri: 'Amca, dese, gir içeri.' Girip yerden selâmlasam hane içindekileri.

Eski takvim hesabÕyle bu sabah baúadÕ bahar. Geri geldi Memed'ime yolladÕ÷Õm oyuncaklar.

KurulmamÕú zembere÷i küskün duruyor kamyonet, yüzdüremedi le÷ende beyaz kotrasÕQÕ Memet.

Kar tertemiz, kar kabarÕk, yürüyorum yumuúacÕk. Dün gece on bir buçukta ölmüú Berut, tanÕúÕrdÕk.

Bende boz bir halÕVÕ var bir de kitabÕ, imzalÕ. Elden ele geçer kitap, daha yüz yÕl yaúar halÕ.

Yedi tepeli úehrimde EÕraktÕm gonca gülümü. Ne ölümden korkmak ayÕp, ne de düúünmek ölümü. En acayip gücümüzdür, kahramanlÕktÕr yaúamak: Ölece÷imizi bilip, ölece÷imizi mutlak.

Memleket mi, daha uzak, gençli÷im mi, yÕldÕzlar mÕ? Bayramo÷lu, Bayramo÷lu, ölümden öte köy var mÕ?

Geceleyin, karlÕ kayÕn ormanÕnda yürüyorum. KaranlÕkta etrafÕPÕ gündüz gibi görüyorum.

ùimdi úurdan saptÕm mÕydÕ, úose, tirenyolu, ova. Yirmi beú kilometreden SÕUÕl pÕUÕldÕr Moskova...

Kavak

$÷aç gece seyredilir Suda gümüúten servidir østanbullu Nedim için

Ak bedenli gelinleri Melül mahzun kayÕnlarÕ Sever razanlÕ Yasemin

Bende bir kavak ürperir Nemde olsam sesi gelir Muhacirli÷imden beri

Her a÷aç gibi kavak da Ömrünce durur ayakta Gözler durur bir úeyleri

Gözler úose boylarÕQÕ Sari sÕcak yaz gününde Anadolu köylerini

Beni de gözledi kavak Geceleri haykÕrarak Hadisenin önünde

ùahit ayÕplarÕPÕza ùahit kayÕplarÕPÕza Umudumuzun úahidi

ùahit bitleniúimize Topraktaki isimize Hey gidi kavak hey gidi

KavaklarÕQÕ övmekten Kuru kuruya sevmekten Ne çÕkar ki memleketim

Kara topra÷a e÷ilip Yüzümün terini silip Bir tek kavak dikemedim. Kemal TAHøR'e Mektup...

«Malatya» diyorum, senin çatÕk kaúlarÕndan baúka bir úey gelmiyor aklÕma. Bursa'da kaplÕcalar Amasya'da elma DiyarbakÕr'da karpuz ve akrep. fakat senin oranÕn, Malatya'nÕn nesi meúhurdur, yemiúlerinden ve böceklerinden hangisi, suyu mu, havasÕ mÕ? Düúün ki hapisanesi hakkÕnda bile fikrim yok. YalnÕz : bir oda, bir tek penceresi var : çok yüksek olan tavana yakÕn. Sen ordasÕn dar ve uzun bir kavanozda küçük bir balÕk gibi... Teúbihim hoúuna gitmeyebilir. Hele bu günlerde kendini kafeste arslana benzetiyorsundur. HaklÕVÕn , emin ol ben de öyle, muhakkak ki arslanÕz, úaka etmiyorum hattâ daha dehúetli bir úey : insanÕz... Hem de hangi tarihte, hangi sÕQÕftan, malum... Lâkin demir kafesle kavanoz bahsinde iú de÷Lúmiyor, ikisi de bir, hele bu günlerde... - Bunu içerde rahat ve masun yatan bilir - ... Hele bu günlerde, SarÕyerli Emin Beyin fÕkralarÕna gülmek, sevgili kitaplarÕn ve domatesin lezzeti, tahtakurularÕna ra÷men uyku - günde üç tatlÕ kaúÕ÷Õ Adonille de olsa - ve Tahir'in o÷lu Kemal hattâ mektup gelmesi senden ve hattâ ses duymak, dokunmak, görebilmek havanÕn ÕúÕ÷ÕQÕ, karÕma olan aúNÕmdan baúka nefsimin herhangi bir rahatlÕ÷ÕQÕ affedemiyorum... FartÕ-hassasiyet? De÷il. Dö÷úememek, bir mavzer kurúunu kadar olsun bilfiil do÷rudan do÷ruya... Ancak kavgada vurulan acÕ duymaz ve kavga edebilmek hürriyetidir en mühimi hürriyetlerin. øçerim yanÕyor, Kemal, dÕúarÕm serin... AnlÕyorsun ya, zaten etti÷im lâf bizim lâflarÕPÕ]Õn herhangi biri : çok konuúulmuú, ve konuúulmakta olan... ùimdi kim bilir kaç yerde, kaç insan, dizlerinde âtÕl ve çaresiz yatan ellerine küfredip acÕyarak bu lâflarÕ ediyor... AnlÕyorsun ya, zarar yok, ben anlataca÷Õm yine!... Elden hiçbir úey gelmedi÷i zaman konuúup anlatmanÕn alçak tesellisi? Belki evet, belki hayÕr... HayÕr öyle de÷il. Hangi teselli bÕrak be dinini seversen bÕrak... Bu, düpedüz, baúÕn önde, oldu÷un yerde dolanarak kükremek, bö÷ürüp ba÷Õrmak, Kemal...

Kerem Gibi...

Hava kurúun gibi a÷Õr!! Ba÷Õr ba÷Õr ba÷Õr ba÷ÕUÕyorum. Koúun kurúun erit- -me÷e ça÷ÕUÕyorum... O diyor ki bana: - Sen kendi sesinle kül olursun ey! Kerem gibi yana yana... «Deeeert çok, hemdert yok» Yürek- -lerin kulak- -larÕ sa÷Õr... Hava kurúun gibi a÷Õr... Ben diyorum ki ona: - Kül olayÕm Kerem gibi yana yana. Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, nasÕl çÕkar karan- -lÕklar aydÕn- -lÕ÷a.. Hava toprak gibi gebe. Hava kurúun gibi a÷Õr. Ba÷Õr ba÷Õr ba÷Õr ba÷ÕUÕyorum. Koúun kurúun erit- -me÷e ça÷ÕUÕyorum.....

.Õrk Haramilerin Esiri

Geniú dallardan sÕzan gecenin gölgesiyle, Ormanda u÷uldayan ya÷murlarÕn sesiyle,

Bu akúam renklerini kaybedince her çiçek. Bir kahraman esirin kollarÕ kesilecek.

Bu bir úanlÕ erdir ki Rabbi bulmuú kanÕnda. Bir kere düúürmeden yüksek ma÷rur alnÕnda.

Alevden bir sanca÷Õn taúÕPÕú gölgesini. Memleketler çökermiú yükseltince sesini.

Tam altÕ yüz yirmi yÕl bir nur için dö÷úmüú, Fakat günün birinde kafir eline düúmüú.

ùimdi ezmek istiyor onu kÕrk haramiler, Bu son akúam kalbinde rabbi bulmazsa e÷er.

Ormanda renklerini kaybedince her çiçek. Bir vuruúta bin kesen kollarÕ kesilecek.

øúte rüzgarda uçan alevleriyle yer yer, Siyah a÷açlÕklardan parladÕ meúaleler.

DumanlÕ bir kÕ]ÕllÕk ormanÕ gölgeliyor. ùanlÕ esirleriyle haramiler geliyor.

$÷açsÕz bir meydanda büyük kütükler yandÕ. HaydutlarÕn karanlÕk yüzleri aydÕnlandÕ.

Küçük bir oda gibi yosunlanmÕú bir taúÕ, Kendisine taht yapan haramilerin baúÕ.

Bir úeyler mÕUÕldandÕ, bir úeyler emreyledi, Sonra bo÷uk bir sesle haydi kesiniz dedi.

Haydutlar a÷Õr a÷Õr çekilirken geriye, Geniú yüksek bir gölge itildi ileriye.

Tunç bir çehre parladÕ alevin rüzgarÕyla, Yüksek gururlu alnÕ geniú omuzlarÕyla.

KollarÕ kesilecek kahraman esirdir bu, Ne dudaklarÕ sarÕ ne gözlerinde korku,

Bir demir heykel gibi öyle hissiz bekliyor. Nihayet hep kütükler olunca bir yÕ÷Õn kor,

HaydutlarÕn içinden birisi ilerledi. KollarÕn kesilecek haydi hazÕrlan dedi.

Zulmette parÕldadÕ çeli÷i bir baltanÕn, Kuru bir ses duyuldu sonra fÕúNÕran kanÕn,

DamlalarÕ ateúten yer yer duman çÕkardÕ. ùimdi úanlÕ esirin yalnÕz bir kolu vardÕ.

OrmanÕ baútan baúa dolaúWÕ bo÷uk bir ses; Öteki kolu da kes! Öteki kolu da kes!

%ÕraktÕ÷Õ baltayÕ cellat alÕrken yerden, Meydana gölgeleri yakÕnlaúan göklerden,

HaykÕUÕldÕ bir büyük úanlÕ mazinin yadÕ. Birden balta esirin elinde parÕldadÕ.

.ÕrkÕncÕ YÕOÕPÕz

Hepimiz kÕrk yÕl önce do÷duk, NÕrk yÕl önce sabahleyin NÕrk yÕl önce gün ÕúÕrken Bedreddin'in øznik Gölü'nde çamlÕ bellerinden birinde Köro÷lu'nun ve Sibirya'dan, esirlikten dönen Bolúevik Osman pusuya düúürürken Urfa yolunda seher vakti FÕransÕ]Õ.

Hepimiz kÕrk yaúÕndayÕz yirmisine basanÕPÕz da altmÕúÕQÕ geçenimiz de atÕOÕp ölenimiz de østanbul'da Müdüriyet penceresinden.

Bu kÕrkÕncÕ yÕOÕPÕzda ne bir ormanÕz ne úose boyunda tek tük kavak a÷acÕ bir tarlayÕz tohumu saçÕlmÕú.

Hepimiz kÕrkÕna bastÕk bu sabah hapiste yatanÕPÕz, Lúyerindekilerimiz, muhacirimiz. Hepimiz kÕrkÕna bastÕk bu sabah. Yoldaúlar yeni yeni yÕllara!

.ÕrmÕ]Õ SarÕ Yeúil Balonlarda Çocuk ÇÕ÷OÕklarÕyla

.ÕrmÕ]Õ sarÕ yeúil balonlarda çocuk çÕ÷OÕklarÕyla güneú gökyüzü mavi ÕúÕklarÕyla kim derdi ki hikayem böyle biter ya÷murlar mevsimine girdim kederli úiirler mevsimin bir úeyler bekliyorsun benden de÷il sözler duruyor aramÕzda birbirimize ulaúamadan çocuk çÕ÷OÕklarÕyla güneú kÕrmÕ]Õ sarÕ yeúil balonlarda yorgun ve umutsuz bakÕyoruz sözlerimize .ÕúOÕk Saray

.ÕúOÕk Saray'da Kerenski. Smolni'de Sovyetler ve Lenin, sokakta o n l a r . O n l a r biliyorlar ki, O : "- Dün erkendi, yarÕn geç. Vakit tamam bugün," dedi. O n l a r : "- AnladÕk, bildik," - dediler. Ve hiçbir zaman bildiklerini bu kadar müthiú ve mükemmel bilmediler... øúte : cepheden dönen süngüleri, kamyonlarÕ, mitralyözleriyle, hasretleri, ümitleri, mukaddes iútihalarÕ, rüzgârda karÕn üstünde savrulan sözleriyle o n l a r yürüyorlar kÕúOÕk saraya... Putilovski Zavot'tan Bolúevik Kitof : "- Bugün büyük bir gündür, yoldaúlar, - diyor, - büyük bir gündür. Ve ihtar ederim ki çapul yapmak isteyenlere artÕk KÕúOÕk Saray ve bütün Rusya iúçinin ve köylünündür." Tesviyeci Topal Sergey : "- Hey gidi dünya, - diyor, - hey, ben 905'te on yaúÕmda geçtim bu yoldan : en önde iri, mazlum gözlü azize tasvirleri, yalnayak çocuklar, kocakarÕlar ve uzun saçlÕ papaz Gapon... KarúÕda, kÕrmÕ]Õ pencerede, bütün RuslarÕn çarÕ sapsarÕ bakÕyordu bize. KadÕnlar a÷laúarak topra÷a diz çöktüler. Ben kaldÕrmÕúWÕm ki elimi istavroz çÕkarmak için birdenbire dörtnala Kazaklar geldi karúÕPÕza. Kazaklar úahlanmÕú bir at ve simsiyah bir kalpaktÕlar. Biz çocuklar ba÷UÕúarak serçe kuúlarÕ gibi düútük. Bir at nalÕ ezdi benim dizkapa÷ÕPÕ..." Ve Topal Sergey baca÷ÕQÕ sürüyerek yürüyor o n l a r l a KÕúOÕk Saray'a... RüzgârdÕr kardÕr ve insanlardÕr hâkim olan manzaraya. Lehistan cephesinden gelen köylü øvan Petroviç'in gözleri karanlÕkta kedi gözleri gibi görüyor : "- Ehhh, Matuúka, - diyor, - yeúil baúOÕ ördek gibi topra÷Õ attÕk çantaya..." SütunlarÕn arkasÕndan ateú açtÕ KÕúOÕk Saray, ateú açtÕ yüzü güzel Yunkersler ve úLúman orospular. Tesviyeci Topal Sergey : "- Hey gidi dünya, - dedi, - hey, Kerenski kalmÕú kimlere..." Ve topal baca÷ÕQÕn üstünden düútü yere... Köylü øvan Petroviç, ya÷OÕ, semiz topra÷Õ avucunun içinde görüp ve kÕrmÕ]Õ sakalÕna tükürüp bir Ukrayna úarkÕVÕ gibi iúletiyor mitralyözü... Gecenin ortasÕnda kÕrmÕ]Õ tu÷ladan KÕúOÕk Saray ve limanda üç bacalÕ Avrora... Bolúevik Kitof haykÕrdÕ yoldaúlara : "- Yoldaúlar, - dedi, - tarih yani iúçi ve köylü sÕQÕflarÕ, yani kÕ]Õl asker, yani, bir meúale yakÕyoruz, - dedi, - hücuma kalkÕyoruz, - dedi... Ve Neva nehrinde buzlar kÕzarÕrken o n l a r bir çocuk gibi iútihalÕ ve rüzgâr gibi cesur, .ÕúOÕk Saray'a girdiler. Demir, kömür ve úeker, ve kÕrmÕ]Õ bakÕr, ve mensucat, ve sevda ve zülum ve hayat, ve bilcümle sanayi kollarÕQÕn, ve küçük ve büyük ve Beyaz Rusya ve Kafkasya, Sibirya ve Türkistan, ve kederli Volga yollarÕQÕn ve úehirlerin bahtÕ bir úafak vakti de÷Lúmiú oldu. Bir úafak vakti karanlÕ÷Õn kenarÕndan karlÕ çizmelerini o n l a r mermer merdivenlere bastÕklarÕ zaman...

.Õyamet Sureleri

1 ALÂMETLER SURESø Yedi kat yerin altÕndan u÷ultular geliyor. Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdÕr. Haram sevaboldu, sevap haramdÕr. Ak kurt, kara tahtayÕ daha bir yol kemirir, çekin ki körükleri ateúe girdi demir. Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdÕr. Duyuldu kim ölüm satÕOÕp kâr edile, kendi kendilerin reddü inkâr edile ve duyuldu kabu÷una tÕk etti÷i civcivin. Duyuldu uykusundan uyandÕ÷Õ zincirinden baúka kaybedecek úeyi olmayan devin. Yedi kat yerin altÕndan u÷ultular geliyor. Medet yoktur, bakma geri. Kantarma zapteyleyemez oldu beygiri. dÕkmÕú üzengiden, aya÷Õ yok mu? Kan sÕzar, úâk olmuú, duda÷Õ yok mu? Gider, böyle gider, dahi gider bu âteú yollarÕn dura÷Õ yok mu? Bu yol orda biten yoldur. «Türabolmak ne müúküldür...» Çekin ki körükleri oca÷a girdi demir. Bir ateú külçesi düútü buzlarÕn ortasÕna. Alâmetler belirdi, kÕyamet alâmetleridir. Haberdir, eriúmekte kaynayan su galeyan noktasÕna.

2 TEBAHHUR SURESø Pehlivanlar cümle libastan soyunmuú, üryan idiler, herbiri aúikâr etmiúti zamirin. Gök kubbe sÕcaktÕ ve kan kokuyordu, encam tavÕ gelmiú demirin. Vadenin iriúip çattÕ÷ÕQÕ bildiler, kavaklar titreúip yere e÷ildiler, ve çÕnar a÷açlarÕ gördüler haykÕraraktan, köklerinin yÕlan ölüleri gibi koptu÷unu topraktan. Pehlivanlar cümle libastan soyunmuú, üryan idiler. .Õ]Õl kanatlÕ kuúlar kayalarda hazÕrdÕ atlamaya. Vadenin iriúip çattÕ÷ÕQÕ bildiler, kabardÕ, köpüklendi dalgalar baúladÕlar çatlamaya. Gök kubbe sÕcaktÕ ve kan kokuyordu. Ve rûzigâr yükseldi a÷Õr a÷Õr, ço÷aldÕ gitgide birikti, birikti ve ânÕ-vahitte «Ah edildi derinden yer oynadÕ yerinden,» \ÕNÕldÕ köprüler kemerlerinden, yazÕOÕ taúlar kapandÕ yüzükoyon. Bu dem kÕyamet demidir, bu, buhara inkÕlâbÕGÕr kaynayan suyun...

.Õ\Õdaki øhtiyar

Derin da÷lar kat kat sÕralanmÕúWÕ çamlÕk iniyordu denize kadar NÕ\Õda iri yarÕ bir ihtiyar çakÕllara sÕrtüstü uzanmÕúWÕ ve bu olgun güneúli Eylül günü uzak haberi batmÕú gemilerin poyraz yeli mavi masmavi serin okúuyordu ihtiyarÕn yüzünü ve karnÕQÕn üstündeydi elleri iki yengeç gibi inatçÕ yorgun zamandan kuvvetli bir yolculu÷un sert kabuklu merhametsiz zaferi ve göz kapaklarÕ tuzlu kÕUÕúÕk kapanÕvermiúlerdi yumuúacÕk bu karanlÕkta altÕn pÕUÕltÕlar dinliyordu u÷ultuyu ihtiyar denizi uzun diúli balÕklarÕ ve tanyerlerinin alevlerini dipte çiçek açan kayalÕklarÕ D÷larÕ ve balÕkçÕ evlerini ama belkide bulutlara yakÕn çamlarÕn tepesiydi u÷uldayan biliyordu baúÕ döner adamÕn onlara aúD÷Õdan baktÕ÷Õ zaman derin da÷lar kat kat sÕralanmÕúWÕ çamlÕk iniyordu denize kadar NÕ\Õda iri yarÕ bir ihtiyar çakÕllara sÕrtüstü uzanmÕúWÕ

.Õz Çocu÷u

KapÕlarÕ çalan benim kapÕlarÕ birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.

Hiroúima'da öleli oluyor bir on yÕl kadar. Yedi yaúÕnda bir kÕ]Õm, büyümez ölü çocuklar.

SaçlarÕm tutuútu önce, gözlerim yandÕ kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için hiçbir úey istedi÷im yok. ùeker bile yiyemez ki kâat gibi yanan çocuk.

ÇalÕyorum kapÕQÕ]Õ, teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin, úeker de yiyebilsinler.

.Õ]Õl SaçlÕVÕ'na

Pembe yanaklÕ al dudaklÕ bir karÕm olursa e÷er.. Olursa 24 ayar ahlaklÕ.. Anama bakar gibi bakar.. ølaha tapar gibi taparÕm..!

Ama...! Kalleú çÕkarsa karÕm.. Anam avradÕm olsun bir teneke benzin döker yakarÕm...!

Kimine göre kadÕn..! So÷uk kÕú gecelerinde sarÕOÕp yatmak içindir..

Kimine göre kadÕn..! 6Õcak harman gecelerinde zil takÕp oynatmak içindir..

Kimine göre kadÕn..! Ömür boyunca omuzumuzda taúÕGÕ÷ÕPÕz.. En büyük sevabÕPÕz ve en büyük vebalimizdir..

Ama sen KADINIM..! Benim için sen.. Ne o.. Ne bu.. ùusun sen..! Benim can yoldaúÕm kavga arkadaúÕmsÕn... Kocalmaya AlÕúÕyorum

Kocalmaya alÕúÕyorum dünyanÕn en zor zanaatÕna, kapÕlarÕ çalmaya son kere, durup durmadan ayrÕOÕ÷a. Saatler, akarsÕQÕz, akarsÕQÕz, akarsÕQÕz... Anlamaya çalÕúÕyorum inanmayÕ yitirmenin pahasÕna. Bir söz söyleyecektim sana söyleyemedim. Dünyamda sabahleyin aç karÕna içilen cÕgaramÕn tadÕ. Ölüm kendinden önce bana yalnÕzlÕ÷ÕQÕ yolladÕ. .ÕskanÕyorum öylelerini kocaldÕklarÕQÕn farkÕnda bile de÷iller, öylesine baúlarÕndan aúNÕn iúleri

Korsan Türküsü

øúte.. geniú a÷ÕzlÕ palalar gibi parÕldÕyor güneúte, kulaklarÕ altÕn küpeli korsanlarÕn türküsü :

Donna MadonnanÕn yuvarlak kalçalarÕ gibi oynak fÕoÕlardan içtik øspanyol úarabÕQÕ ! KarÕúWÕ Madrit orospularÕQÕn kanÕ kanÕPÕza !

Beú yüz baú zenciyi zincire vurduk, üç direkli kadÕrgayÕ doldurduk, aldÕk yükü geliyoruz ! Taze balÕk gibi çÕktÕk denizden ; korkma bizden tombul, esmer kollarÕQÕ aç Madonna ! Afrikada gözü kanlÕ korsanÕz amma Lizbonda namuslu bezirgânÕz !

KaçÕyor kara çÕplak derilerin sürüsü ! KaçÕrma vur bir yandan durma doldur öbüryandan : Donna MadonnanÕn yuvarlak kalçalarÕ gibi oynak fÕoÕlardan erimiú altÕn gibi akan øspanyol úarabÕQÕ !

KarÕúVÕn Madrit orospularÕQÕn kanÕ kanÕPÕza !

Kozmosun Kardeúli÷i AdÕna

Kozmosta bizden baúka düúünen var mÕ var bize benzer mi bilmiyorum biz ona benzer ama çayÕrdan nazik belki de akarsuyun úavkÕna benzer belki çirkindir bizden karÕncaya benzer ama traktörden iri belki de kapÕ gÕFÕrtÕVÕna benzer belki ne güzeldir ne de çirkin belki tÕpa tÕp bize benzer ve yÕldÕzlardan birinde hangisinde bilmiyorum \ÕldÕzlardan birine konuúacak elçimiz hangi dilde bilmiyorum \ÕldÕzlardan birinde konuúacak elçimiz onunla 'Tovarish' diyecek ne üs kurmaya geldim yÕldÕ]Õna ne petrol ne yemiú imtiyazÕ istemeye Koka-kola satacak da de÷ilim selamlamaya geldim seni yeryüzü umutlarÕ adÕna bedava ekmek bedava karanfil adÕna mutlu emekler mutlu dinlenmeler adÕna 'yarin yana÷Õndan gayri her herde her úeye hep beraber' diyebilmek adÕna evlerin yurtlarÕn ve kozmosun kardeúli÷i adÕna.

Kurtuluú Düúü

Hapishanelerde ÕúÕydÕ hürriyetim o Ekme÷imin katÕ÷ÕydÕ sürgünde o Baúlayan gündeydi, biten akúamda o Kurtluúu düúüydü memleketimin o

Kuvayi Milliye BAùLANGIÇ

ONLAR

Onlar ki toprakta karÕnca, suda balÕk, havada kuú kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardÕr, destânÕPÕzda yalnÕz onlarÕn mâceralarÕ vardÕr. Onlar ki uyup hainin i÷vâsÕna sancaklarÕQÕ elden yere düúürürler ve düúmanÕ meydanda koyup kaçarlar evlerine ve onlar ki bir nice murtada hançer üúürürler ve yeúil bir a÷aç gibi gülen ve merasimsiz a÷layan ve ana avrat küfreden ki onlardÕr, destânÕPÕzda yalnÕz onlarÕn mâceralarÕ vardÕr. Demir, kömür ve úeker ve kÕrmÕ]Õ bakÕr ve mensucat ve sevda ve zulüm ve hayat ve bilcümle sanayi kollarÕQÕn ve gökyüzü ve sahra ve mavi okyanus ve kederli nehir yollarÕQÕn, sürülmüú topra÷Õn ve úehirlerin bahtÕ bir úafak vakti de÷Lúmiú olur, bir úafak vakti karanlÕ÷Õn kenarÕndan onlar a÷Õr ellerini topra÷a basÕp do÷rulduklarÕ zaman. En bilgin aynalara en renkli úekilleri aksettiren onlardÕr. AsÕrda onlar yendi, onlar yenildi. Çok sözler edildi onlara dair ve onlar için : zincirlerinden baúka kaybedecek úeyleri yoktur, denildi.

%ø5øNCø BAP YIL 1918-1919 ve KARAYILAN HøKÂYESø

Ateúi ve ihaneti gördük ve yanan gözlerimizle durduk bu dünyanÕn üzerinde. østanbul 918 Teúrinlerinde, øzmir 919 MayÕVÕnda ve Manisa, Menemen, AydÕn, Akhisar : MayÕs ortalarÕndan Haziran ortalarÕna kadar yani tütün kÕrma mevsimi, yani, arpalar biçilip bu÷daya baúlanÕrken yuvarlandÕlar... Adana, Antep, Urfa, Maraú : düúmüú dövüúüyordu... Ateúi ve ihaneti gördük. Ve kanlÕ bankerler pazarÕnda memleketi Alaman'a satanlar, yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar düútüler can kaygusuna ve kurtarmak için baúlarÕQÕ halkÕn gazabÕndan karanlÕ÷a karÕúarak basÕp gittiler. YaralÕydÕ, yorgundu, fakirdi millet, en azÕOÕ düvellerle dövüúüyordu fakat, dövüúüyordu, köle olmamak için iki kat, iki kat soyulmamak için. Ateúi ve ihaneti gördük. Murat nehri, Canik da÷larÕ ve FÕrat, YeúilÕrmak, KÕ]ÕOÕrmak, Gültepe, Tilbeúar OvasÕ, gördü uzun diúli øngiliz'i. Ve Aksu'yla Köpsu, Karagöl'le Sö÷üt Gölü ve gümüú basamaklÕ türbesinde yatan büyük, âúÕk ölü, úapkasÕ horoz tüylü øtalyan'Õ gördü. Ve Çukurova, NÕyasÕya düzlük, uçurumlar, yamaçlar, da÷lar kÕyasÕya ve Seyhan ve Ceyhan ve kara gözlü Yürük kÕ]Õ, gördü mavi üniformalÕ FransÕz'Õ. Ve devam ettik ateúi ve ihaneti görmekte. (úraf ve âyân ve mütehayyizânÕn ço÷u ve a÷alar : Ba÷dasar A÷a'dan Kellesi Büyük Mehmet A÷a'ya kadar, düúmanla birlik oldular. Ve inekleri, koyunlarÕ, keçileri sürüp, götürüp, gelinlerin ÕrzÕna geçip, çocuklarÕ öldürüp ve istiklâli yakÕp yÕktÕkça düúman, da÷a çÕktÕ mavzerini, naca÷ÕQÕ, çiftesini kapan ve çÕ÷ gibi ço÷aldÕ çeteler ve köylülerden paúalar görüldü, kara donlu köylülerden. Ve bizim tarafa geçenler oldu Tunuslu ve Hindli kölelerden. Ve TürkistanlÕ HacÕ Ahmet, NÕVÕk gözleri, seyrek sakalÕ, hafif makinalÕ tüfe÷iyle da÷larda bir baúÕna dolaúWÕ. Ve sabahleyin ve ö÷le sÕca÷Õnda ve akúamüstü ve ayÕúÕ÷Õnda ve yÕldÕz alacasÕnda geceleyin, ne zaman sÕNÕúsa bizimkiler, peyda oluverdi, yerden biter gibi o ve ateú etti ve düúmanÕ da÷ÕttÕ ve kayboldu da÷larda yine. Ateúi ve ihaneti gördük. DayandÕk, dayandÕk her yanda, dayandÕk øzmir'de, AydÕn'da, Adana'da dayandÕk, dayandÕk, Urfa'da, Maraú'ta, Antep'te. Antepliler silâhúor olur, uçan turnayÕ gözünden kaçan tavúanÕ ard aya÷Õndan vururlar ve arap kÕsra÷ÕQÕn üstünde taze yeúil selvi gibi ince uzun dururlar. Antep sÕcak, Antep çetin yerdir. Antepliler silâhúor olur. Antepliler yi÷it kiúilerdir. KarayÕlan KarayÕlan olmazdan önce Antep köylüklerinde ÕrgattÕ. Belki rahatsÕzdÕ, belki rahattÕ, bunu düúünme÷e vakit bÕrakmÕyordular, yaúÕyordu bir tarla sÕçanÕ gibi ve korkaktÕ bir tarla sÕçanÕ kadar. Yi÷itlik atla, silâhla, toprakla olur, onun atÕ, silâhÕ, topra÷Õ yoktu. Boynu yine böyle çöp gibi ince ve böyle kocaman kafalÕydÕ KarayÕlan KarayÕlan olmazdan önce. Düúman Antep'e girince Antepliler onu korkusunu saklayan bir fÕstÕk a÷acÕndan alÕp indirdiler. AltÕna bir at çekip eline bir mavzer verdiler. Antep çetin yerdir. .ÕrmÕ]Õ kayalarda yeúil kertenkeleler. 6Õcak bulutlar dolaúÕr havada ileri geri... Düúman tutmuútu tepeleri, düúmanÕn topu vardÕ. Antepliler düz ovada sÕNÕúPÕúlardÕ. Düúman úarapnel döküyordu, topra÷Õ kökünden söküyordu. Düúman tutmuútu tepeleri. Akan : Antep'in kanÕydÕ. Düz ovada bir gül fidanÕydÕ KarayÕlan'Õn KarayÕlan olmazdan önceki siperi. Bu fidan öyle küçük, korkusu ve kafasÕ öyle büyüktü ki onun, namlÕya tek fiúek sürmeden yatÕyordu yüzükoyun. Antep sÕcak, Antep çetin yerdir. Antepliler silâhúor olur. Antepliler yi÷it kiúilerdir. Fakat düúmanÕn topu vardÕ. Ve ne çare, kader, düz ovayÕ Antepliler düúmana bÕrakacaklardÕ. «KarayÕlan» olmazdan önce umurunda de÷ildi KarayÕlan'Õn kÕyamete dek düúmana verseler Antep'i. Çünkü onu düúünme÷e alÕúWÕrmadÕlar. YaúadÕ toprakta bir tarla sÕçanÕ gibi, korkaktÕ da bir tarla sÕçanÕ kadar. Siperi bir gül fidanÕydÕ onun, gül fidanÕ dibinde yatÕyordu ki yüzükoyun ak bir taúÕn ardÕndan kara bir yÕlan çÕkardÕ kafasÕQÕ. Derisi ÕúÕl ÕúÕl, gözleri ateúten al, dili çataldÕ. Birden bir kurúun gelip kafasÕQÕ aldÕ. Hayvan devrildi kaldÕ. KarayÕlan KarayÕlan olmazdan önce kara yÕlanÕn encâmÕQÕ görünce haykÕrdÕ avaz avaz ömrünün ilk düúüncesini . «øbret al, deli gönlüm, demir sandÕkta saklansan bulur seni, ak taú ardÕnda kara yÕlanÕ bulan ölüm.» Ve bir tarla sÕçanÕ gibi yaúayÕp bir tarla sÕçanÕ kadar korkak olan, IÕrlayÕp atlayÕnca ileri bir dehúet aldÕ Anteplileri, se÷irttiler peúince. DüúmanÕ tepelerde yediler. Ve bir tarla sÕçanÕ gibi yaúayÕp bir tarla sÕçanÕ kadar korkak olana : KARAYILAN dediler. «KarayÕlan der ki : Harbe oturak, Kilis yollarÕndan kelle getirek, nerde düúman varsa orda bitirek, vurun ha yi÷itler namus günüdür...» Ve biz de bunu böylece duyduk ve çetesinin baúÕnda yÕllarca nâmÕ yürüyen KarayÕlan'Õ ve Anteplileri ve Antep'i aynen duyup iúitti÷imiz gibi destânÕPÕ]Õn birinci bâbÕna koyduk.

ø.øNCø BAP YIL YøNE 1919 ve øSTANBUL'UN HÂLø ve ERZURUM ve SIVAS KONGRELERø ve KAMBUR KERøM'øN HøKÂYESø

Biz ki østanbul úehriyiz, Seferberli÷i görmüúüz : Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, vagon ticareti, tifüs ve øspanyol nezlesi bir de øttihatçÕlar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 914'ten 18'e kadar yedi bitirdi bizi. Mücevher gibi uzak ve eriúilmezdi úeker erimiú altÕn pahasÕnda gazya÷Õ ve namuslu, çalÕúkan, fakir østanbullular sidiklerini yaktÕlar 5 numara lâmbalarÕnda. Yedikleri mÕVÕr koçanÕydÕ ve arpa ve süpürge tohumu ve çöp gibi kaldÕ çocuklarÕn boynu. Ve lâkin Tarabya'da, Pötiúan'da ve Ada'da Kulüp'te aktÕ Ren úaraplarÕ su gibi ve úekerin sahibi kapladÕ Miloviç'in yorganÕna 1000 liralÕklarÕ. Miloviç de beyaz at gibi bir karÕ. Bir de sakalÕ Halife'nin, bir de Vilhelm'in bÕ\ÕklarÕ. Biz ki østanbul úehriyiz, güzelizdir, dört yanÕPÕz mavi mavi da÷GÕr, denizdir. Öfkeli, büyük bir úair : «Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir» demiú bize ve bir baúkasÕ, yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize. Biz ki østanbul úehriyiz, Lúte, arzederiz halimizi Türk halkÕQÕn yüce katÕna. Mevsim yazdÕr, 919'dur. Ve teúrinlerinde geçen yÕOÕn dört düvele teslim ettiler bizi, gözü kanlÕ dört düvele anadan do÷ma çÕUÕlçÕplak. Ve kurumuútu ve kan içindeydi memelerimiz. Biz ki østanbul úehriyiz, FransÕz, øngiliz, øtalyan, Amerikan bir de Yunan, bir de zavallÕ Afrika zencileri yer bitirir bizi bir yandan, bir yandan da kendi köpek döllerimiz : Vahdettin Sultan, ve damadÕ Ferit ve øngiliz muhipleri ve MandacÕlar. Biz ki østanbul úehriyiz, yüce Türk halkÕ, malûmun olsun çekti÷imiz acÕlar... 919 Temmuzunun 23'üncü günü pek mütevazÕ bir mektep salonunda in'ikad etti Erzurum Kongresi. Erzurum'un kÕúÕ zorludur balam, tandÕUÕnda tezek yakar Erzurum, buz tutar yi÷itlerinin bÕ\Õ÷Õ ve geceleyin karlÕ ovada kaskatÕ katÕlaúPÕú, donmuú görürsün karanlÕ÷Õ. Erzurum'da kavaklar, balam, Erzurum'da kavaklar tane tane, kavaklarda tane tane yapraklar. Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez Erzurum'da yaz gelip de bastÕ mÕydÕ sÕcaklar. Erzurum'un düzdür, topraktÕr damÕ. Erzurum güzelleri giyer, balam, incecik ak yünden ehramÕ. Yürek boynun büker, balam, Erzurumlu türkülere. Halim selimdir Erzurum'un adamÕ ve lâkin dönmesin gözü bir kere!... Erzurum'da on dört gün sürdü Kongre : orda, mazlum milletlerden bahsedildi bütün mazlum milletlerden ve emperyalizme karúÕ dövüúlerinden onlarÕn. Orda, bir ùûrayÕ Millî'den bahsedildi, øradei Milliyeye müstenit bir ùûrayÕ Millî'den. Buna ra÷men, «Âsi gelmiyelim» diyenler vardÕ, «makamÕ hilâfet ve saltanata.» Hattâ casuslar vardÕ içerde. Buna ra÷men, «Bütün aksâmÕ vatan birküldür» denildi. «Kabul olunmaz,» denildi, «Manda ve Himaye...» Buna ra÷men, østanbul'da birçok hanÕmlar, beyler, paúalar, Türk halkÕndan kesmiúlerdi umudu. Ya÷GÕUÕldÕ telgraflar Erzurum'a : «Amerikan mandasÕ altÕna girelim,» diye. «østiklâl, diyorlardÕ, úâyanÕ arzu ve tercihtir, amma bugün bu, diyorlardÕ, mümkün de÷il, birkaç vilâyet, diyorlardÕ, kalacak elde, úu halde, diyorlardÕ, úu halde, Memâliki Osmaniye'nin cümlesine úâmil Amerikan mandaterli÷ini talep etme÷i memleketimiz için en nâfi bir úekli hal kabul ediyoruz.» Fakat bu úekli halli kabul etmedi Erzurumlu. Erzurum'un kÕúÕ zorludur balam, buz tutar yi÷itlerin bÕ\Õ÷Õ. Erzurum'da kaskatÕ, dimdik ölür adam, kabullenmez yÕlgÕnlÕ÷Õ... østanbul'da hanÕmlar, beyler, paúalar, tül perdeler, kravatlar, apoletler, úLúeler, oÕWÕ pÕWÕ dilleri ve pamuk gibi elleri ve biçare telgraf telleri devretmek için Amerika'ya Anadolu'yu úöyle diyorlardÕ Erzurum'dakilere : «Bizi bir baúÕPÕza bÕraksalar, tarafgirlik, cehalet ve çok konuúmaktan baúka müspet bir hayat kuramayÕz. øúte bu yüzden Amerika çok iúimize geliyor. Filipin gibi vahúi bir memleketi adam etti Amerika. Ne olacak, Biz de on beú, yirmi sene zahmet çekeriz, sonra Yeni Dünya'nÕn sayesinde østiklâli kafasÕnda ve cebinde taúÕyan bir Türkiye vücuda geliverir. Amerika, içine girdi÷i memleket ve millet hayrÕna nasÕl bir idare kurdu÷unu Avrupa'ya göstermek ister. Hem artÕk iúi uzatma÷a gelmez. Çok tehlikeli anlar yaúÕyoruz. Sergüzeút ve cidâl devri geçmiútir : Türkiye'yi, geniú kafalÕ birkaç kiúi belki kurtarabilir.»

4 Eylül 919'da toplandÕ SÕvas Kongresi, ve 8 Eylülde Kongrede bu sefer yine ortaya çÕktÕ Amerikan mandasÕ. Ak koyunla kara koyunun geçitte belli oldu÷u günlerdi o günler. Ve østanbul'dan gelen bazÕ zevat, sapsarÕ yÕlgÕnlÕklarÕyla beraber ve ihanetleriyle birlikte bir de Amerikan gazeteci getirmiútiler. Ve Erzurumlulardan ve SÕvaslÕlardan ve Türk milletinden çok iúbu Mister Bravn'a güveniyorlardÕ. Bu zevata : «østiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!» denildi. Fakat ayak diredi efendiler : «MandanÕn, istiklâli ihlâl etmiyece÷i muhakkak iken,» dediler, «Herhalde bir müzâherete muhtacÕz diyorum ben,» dediler, «Hem zaten,» dediler, «birbirine mani úeyler de÷ildir istiklâl ile manda. Ve esasen,» dediler, «müstakil kalamayÕz böyle bir zamanda. Memleket harap, toprak çorak, borcumuz 500 milyon, vâridat ise 15 milyon ancak. Ve Allah muhafaza buyursun øzmir kalsa Yunanistan'da ve harbetsek, düúmanÕPÕz vapurla asker getirir. Biz Erzurum'dan hangi úimendiferle nakliyat yapabiliriz? MandayÕ kabul etmeliyiz, hemen,» dediler. «Onlar dretnot yapÕyor, biz yelkenli bir gemi yapamÕyoruz. Hem, østanbul'daki Amerikan dostlarÕPÕz : MandamÕz korkunç de÷ildir, diyorlar, Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir, diyorlar.» Ve böylece, bin dereden su getirdi østanbul'dan gelen zevat. 6Õvas, mandayÕ kabul etmedi fakat, «Hey gidi deli gönlüm,» dedi, «AkÕllÕ, umutlu, sabÕrlÕ deli gönlüm, ya øSTøKLAL, ya ölüm!» dedi. Kambur Kerim de böyle dedi aynen. AdapazarlÕydÕ Kambur Kerim. Seferberlikte ölen babasÕ marangozdu. Seferberlik denince aklÕna Kerim'in : çok beyaz bir yastÕkta kara sakallÕ bir ölü yüzü, Fahri Bey çiftli÷inde patates toplayÕp kaz gütmek, mektep kitaplarÕ ve bir de saçlarÕ altÕn gibi sarÕ fakat alnÕ çizgiler içinde anasÕ gelir. 335'te Kerim Eskiúehir'e gitti, mektebe, teyzelerine ve dayÕVÕna. DayÕVÕúimendiferde makinistti. Düúman elindeydi Eskiúehir. Kerim on dört yaúÕndaydÕ, kamburu yoktu. Dümdüzdü fidan gibi ve dünyaya meraklÕ bir çocuktu. DayÕVÕ sürme÷e gitti÷i günler úimendiferi Kerim'e ekmek vermedi÷inden teyzeleri (çok uzun saçlÕ, ihtiyar iki kadÕn) Hintli askerlerle dost oldu Kerim. Bunlar (úDúÕlacak úey) Türkçe bilmeyen ve siyah sakallarÕ, siyah gözleri parlak, avuçlarÕQÕn üstü esmer, içi ak ve tel örgülerin üzerinden Kerim'e bisküviti kutularla atan amcalardÕ. Kocaman bir ambarlarÕ vardÕ, Kerim içinde oynardÕ. Ambarda nohut çuvallarÕ, bakla, kuru üzüm, (úDúÕlacak úey, katÕrlarÕn yemesi için) ve sonra cephane sandÕklarÕyla silahlar. Bir gün dedi ki makinist dayÕVÕ Kerim'e : «Ambardan silâh çalÕp bana getir, gâvura karúÕ koyan zeybeklere gönderece÷im.» Ve ambardan silâh çaldÕ Kerim : bir bir tane daha beú on. AldattÕ HindistanlÕ dostlarÕQÕ zeybekleri daha çok sevdi÷inden. Zaten çok sürmedi, parlak kara sakallÕ amcalar gitti, Kerim geçirdi onlarÕ istasyona kadar. Ertesi gün Lefke köprüsünü atÕp zeybekler gelince Eskiúehir'e dayÕVÕ Kerim'i elinden tutup verdi onlara. Ve iúte o günden sonra bugüne kadar kahraman bir türküdür ömrü Kerim'in. Eskiúehir'den alÕp onu «Kocaeli Grubu» paúasÕna götürdüler. ÇatÕk kaúOÕ, yüzü gülmez bir paúaydÕ bu. Çabucak ö÷rendi Kerim ata binmeyi, VÕ÷Õrtmaç olmayÕ -zaten bilgisi vardÕ bunda- kayalardan genç bir keçi gibi inmeyi, gizlenmeyi ormanda. Ve bütün bu marifetleriyle Kerim kaç kere ölüme bir kurúun atÕPÕ yaklaúarak ve «Geçmiú olsun» dedikleri zaman úDúarak düúman içinden geçip getirdi haber götürdü haber. Onu namlÕ bir «kaptan» gibi saydÕ çeteler, bir oyun arkadaúÕ gibi sevdi çeteleri o. Ve bir fidan gibi düz bir fidan gibi cesur bir fidan gibi vaadeden bir çocu÷un sevinçle oynadÕ÷Õ bu müthiú oyun sürdü 1337'ye kadar... Kocaeli ormanÕ gürgen ve meúeliktir : yüksek kalÕn. Gökyüzü gözükmez. Durgun bir geceydi. Hafif ya÷mur ya÷PÕúWÕ biraz önce. Fakat ÕslanmamÕú ki yerde yapraklar karanlÕkta hÕúÕrtÕlarla yürüyordu beygiri Kerim'in. Solda ilerde tepenin ete÷inde ateú yanÕyordu : «Tekneciler» diye anÕlan gâvur çetelerinin olmalÕ. Dallardan damlalar düúüyordu Kerim'in yüzüne. Beygirin baúÕ gittikçe daha çok karanlÕ÷a giriyor. øpsiz Recep'in yanÕndan dönüyordu Kerim. Kâatlar götürmüú kâatlar getiriyor. Birdenbire durdu beygir, heykel gibi, -Tekneciler'in ateúini görmüú olacak- sonra birdenbire dörtnala kalktÕ. ùDúÕrdÕ Kerim. Dizginleri bÕraktÕ. SarÕldÕ beygirin boynuna. Deli gibi gidiyordu hayvan. Çocu÷a art arda çarpÕyordu a÷açlar. Meúeleri ve gürgenleriyle orman karanlÕk bir rüzgâr gibi geçiyor iki yandan. Kim bilir kaç saat böyle gidildi. Orman bitti birdenbire. -Ay do÷muú olacak ki ortalÕk aydÕnlÕktÕ- Ve Kerim aynÕ hÕzla geldi÷i zaman Armaúa'nÕn altÕnda Baúde÷irmenler'e beygir ansÕ]Õn kapaklandÕ yere, tekerlendi Kerim. Do÷ruldu. Ve aklÕna ilk gelen úey saatÕna bakmak oldu. .ÕUÕlmÕúWÕ camÕ. Bindi beygire tekrar. Hayvan topallÕyordu biraz. Uslu uslu yola koyuldular. Sol kula÷Õ kanÕyordu Kerim'in, Kirezce'ye geldiler (Sapanca'yla Arifiye arasÕ), Kerim durdu, Biraz zor nefes alÕyordu. Geyve'ye girdi ertesi akúam. Beli o kadar a÷UÕyordu ki inemedi beygirden indirdiler. Kerim'i bir yaylÕya bindirdiler. AdapazarÕ. Sonra belki on gün, belki on beú, ka÷QÕlar, mekkâre arabalarÕ, sonra, gitgide daralan nefesi, YahúÕhan, Konya, Sile nahiyesi (burda malûl gaziler için takma kol ve bacak yapÕOÕyordu), ve nihayet Hatçehan köyünden çÕNÕkçÕùerif Usta. Hâlâ rüyalarÕnda görür Kerim incecik bir yoldan eúekle gelip üzerine do÷ru e÷ilen bu çiçekbozu÷u insan yüzünü. Usta, ovdu Kerim'i bayÕltÕncaya kadar. Sonra, zifte koydu bu kÕUÕlmÕú dal gibi çocuk gövdesini. Yirmi gün geçti aradan. Ve sonra bir ikindi vakti ziftin içinden Kerim'i kambur çÕkardÕlar. ÜÇÜNCÜ BAP YIL 1920 ve ARHAVELøøSMAøL'øN HøKÂYESø

Ateúi ve ihaneti gördük. Düúman ordusu yine baúladÕ yürüme÷e. Akhisar, Karacabey, Bursa ve Bursa'nÕn do÷usunda Aksu, çarpÕúarak çekildik... 920'nin 29 A÷ustos'u : Uúak düútü. YaralÕ ve dehúetli kÕzgÕn fakat topra÷ÕPÕzdan emin, DumlupÕnar sÕrtlarÕndayÕz. Nazilli düútü. Ateúi ve ihaneti gördük. DayandÕk dayanmaktayÕz. 1920 ùubat, Nisan, MayÕs, Bolu, Düzce, Geyve, AdapazarÕ : øçimizde Hilâfet Ordusu, Anzavur isyanlarÕ. Ve aynÕ sÕradan, 3 Ekim Konya. Sabah. 500 asker kaça÷Õ ve yeúil bayra÷Õyla Delibaú girdi úehre. Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler. Ve Manavgat istikametlerinde kaçÕp ölümlerine giderken terkilerinde kesilmiú kafalar götürdüler. Ve 29 AralÕk Kütahya : 4 top ve 1800 atlÕ bir ihanet yani Çerkez Ethem, bir gece vakti kilim ve halÕ yüklü katÕrlarÕ, koyun ve sÕ÷Õr sürülerini önüne katÕp düúmana geçti. Yürekleri karanlÕk, kemerleri ve kamçÕlarÕ gümüúlüydü, atlarÕ ve kendileri semizdiler... Ateúi ve ihaneti gördük. Ruhumuz fÕrtÕnalÕ, etimiz mütehammil. Sevgisiz ve ihtirassÕz çÕplak devler de÷il, inanÕlmaz zaaflarÕ, korkunç kuvvetleriyle, silâhlarÕ ve beygirleriyle insanlardÕ dayanan. Beygirler çirkindiler, bakÕmsÕzdÕlar, hasta bir fundalÕktan yüksek de÷illerdi. Fakat bozkÕrda kiúneyip köpürmeden sabÕrlÕ ve doludizgin koúmasÕQÕ biliyorlardÕ. ønsanlar uzun asker kaputluydu, yalnayaktÕ insanlar. ønsanlarÕn baúÕnda kalpak, yüreklerinde keder, yüreklerinde müthiú bir ümit vardÕ. ønsanlar devrilmiúti, kedersiz ve ümitsizdiler. ønsanlar, etlerinde kurúun yaralarÕyla köy odalarÕnda unutulmuútular. Ve orda sargÕ, deri ve asker postallarÕ halinde yan yana, sÕrtüstü yatÕyorlardÕ. KoparÕlmÕú gibiydi parmaklarÕ saplandÕ÷Õ yerden e÷rilip bükülmüútü ve avuçlarÕnda toprak ve kan vardÕ. Ve asker kaçaklarÕ, korkularÕ, mavzerleri, çÕplak, ölü ayaklarÕyla karanlÕkta köylerin içinden geçiyorlardÕ. AcÕkmÕúWÕlar, merhametsizdiler, bedbahttÕlar. ùosenin ÕssÕz beyazlÕ÷Õna inip nal sesleri ve yÕldÕzlarla gelen atlÕ\Õ çeviriyor ve Bolu da÷Õnda ekmek bulamadÕklarÕ için deviriyorlardÕ uçurumlara : úayak, cÕgara kâadÕ, tuz ve sabun yüklü yaylÕlarÕ. Ve çok uzak, çok uzaklardaki østanbul limanÕnda, gecenin bu geç vakitlerinde, kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takalarÕ : hürriyet ve ümit, su ve rüzgârdÕlar. Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculu÷undan beri vardÕlar. Tekneleri kestane a÷acÕndandÕ, üç tondan on tona kadardÕlar ve lâkin yelkenlerinin altÕnda fÕndÕk ve tütün getirip úeker ve zeytinya÷Õ götürürlerdi. ùimdi, büyük sÕrlarÕQÕ götürüyorlardÕ. ùimdi, denizde bir insan sesinin ve demirli úileplerin kederlerini ve Kabataú açÕklarÕnda sallanan saman kayÕklarÕQÕn fenerlerini peúlerinde bÕrakÕp ve karanlÕk suda Amerikan taretlerinin önünden akÕp küçük, kurnaz ve ma÷rur gidiyorlardÕ Karadeniz'e. Dümende ve baúaltlarÕnda insanlarÕ vardÕ ki bunlar uzun e÷ri burunlu ve konuúmayÕúehvetle seven insanlardÕ ki VÕrtÕ lâcivert hamsilerin ve mÕVÕr ekme÷inin zaferi için hiç kimseden hiçbir úey beklemeksizin bir úarkÕ söyler gibi ölebilirdiler... KaranlÕkta kurúunîi derisi kÕrmÕ]Õya boyanan baltabaú gemi øngiliz torpitosudur. Ve dalgalarÕn üstünde sallanarak alev alev yanan : ùaban Reisin beú tonluk takasÕ. Kerempe Fenerinin yirmi mil açÕ÷Õnda, gecenin karanlÕ÷Õnda, dalgalar minare boyundaydÕlar ve baúlarÕ bembeyaz parçalanÕp da÷ÕOÕyordu. Rüzgar : yÕldÕz - poyraz. Esirlerini bordasÕna alÕp kayboldu øngiliz torpitosu. ùaban Reisin teknesi ateúten diregiyle gömüldü suya. Arheveli øsmail bu ölen teknedendi. Ve úimdi Kerempe Fenerinin açÕ÷Õnda, batan teknenin kayÕ÷Õnda emanetiyle tek baúÕnadÕr, fakat yalnÕz de÷il : rüzgârÕn, bulutlarÕn ve dalgalarÕn kalabalÕ÷Õ, øsmail'in etrafÕnda hep bir a÷Õzdan konuúuyordu. Arheveli øsmail kendi kendine sordu : «Emanetimizle varabilecek miyiz?» Kendine cevap verdi : «VarmamÕú olmaz.» Gece, Tophane rÕhtÕPÕnda KamacÕ ustasÕ Bekir Usta ona : «EvlâdÕm øsmail,» dedi, «hiç kimseye de÷il,» dedi, «bu, sana emanettir.» Ve Kerempe Fenerinde düúman projektörü dolaúÕnca takanÕn yelkenlerinde, øsmail, reisinden izin isteyip, «ùaban Reis,» deyip, «emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip atladÕ takanÕn patalyasÕna, açÕldÕ. «Allah büyük ama kayÕk küçük» demiú Yahudi. øsmail bodoslamadan bir sa÷nak yedi, bir sa÷nak daha, peúinden üç-kardeúler. Ve denizi bÕçak atmak kadar iyi bilmeseydi e÷er alabora olacaktÕ. Rüzgâr tam kerte yÕldÕza dönüyor. Ta karúÕda bir kÕrmÕ]Õ damla ÕúÕk görünüyor : 6Õvastopol'a giden bir geminin sancak feneri. Elleri kanayarak çekiyor øsmail kürekleri. øsmail rahattÕr. Kavgadan ve emanetinden baúka her úeyin haricinde, øsmail unsurunun içinde. Emanet : bir a÷Õr makinalÕ tüfektir. Ve øsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini ta Ankara'ya kadar gidip onu kendi eliyle teslim edecektir. Rüzgâr bocalÕyor. Belki karayel gösterecek. En azdan on beú mil uzaktÕr en yakÕn sahil. Fakat øsmail ellerine güvenir. O eller ekme÷i, küreklerin sapÕQÕ, dümenin yekesini ve KemeraltÕ'nda Fotika'nÕn memesini aynÕ emniyetle tutarlar. Rüzgâr karayel göstermedi. Yüz kerte birden atlayÕp rüzgâr bir anda bütün ipleri bÕçakla kesilmiú gibi düútü. øsmail beklemiyordu bunu. Dalgalar bir müddet daha yuvarlandÕlar teknenin altÕnda sonra deniz dümdüz ve simsiyah durdu. øsmail úDúÕUÕp bÕraktÕ kürekleri. Ne korkunçtur düúmek kavganÕn haricine. Bir ürperme geldi øsmail'in içine. Ve bir balÕk gibi ürkerek, bir sandal bir çift kürek ve durgun ölü bir deniz úeklinde gördü yalnÕzlÕ÷Õ. Ve birdenbire öyle kahrolup duydu ki insansÕzlÕ÷Õ yÕldÕ elleri, yüklendi küreklere, kÕUÕldÕ kürekler. Sular tekneyi açÕ÷a sürüklüyor. ArtÕk hiçbir úey mümkün de÷il. KaldÕ ölü bir denizin ortasÕnda kanayan elleri ve emanetiyle øsmail. ølkönce küfretti. Sonra, «elham» okumak geldi içinden. Sonra, güldü, e÷ilip okúadÕ mübarek emaneti. Sonra... Sonra, malûm olmadÕ insanlara Arhaveli øsmail'in âkÕbeti...

DÖRDÜNCÜ BAP NURETTøN EùFAK'IN BøR MEKTUBU ve %øR ùøø5ø

Kardeúim, sana bu mektubu Ankara'da Kuyulu kahvede yazÕyorum. Hep aynÕ Anadolu havalarÕQÕ çalÕyor gramofon kocaman bir boru çiçe÷ine benzeyen a÷]Õyla, 'Õúarda ya÷mur... Mektepten istifa ettim. Cepheye gidiyorum ihtiyat zabitli÷iyle. ÇocuklarÕPÕza Türkçe okutmak, |÷retmek, sevdirmek onlara dünyanÕn en diri, en taze dillerinden birini, kendi dillerini, güzel úey, büyük úey. Fakat bu dilin insanlarÕ için çakmak çalmak cehpede daha büyük daha güzel. Biliyorum : iú bölümünden bahsedeceksin. Fakat, Ankara'da çocuklara ders vermek, bozkÕrda ateú hattÕna girmek haksÕz ve hazin bir iú bölümü. Öyle günlerde yaúÕyoruz ki ben bir iú yapabildim diyebilmek için : hep alnÕQÕn ortasÕnda duyacaksÕn ölümü. Bak, tam sana bunlarÕ yazarken asker geçiyor sokaktan ; ya÷murda harap postallarÕQÕn meúinini Õslatarak Meclis'in önüne do÷ru iniyorlar, østasyona gidecekler. Ve türkü söylerken, her nedense her zaman yaptÕ÷Õ gibi, sesini incelterek marú okuyor genç Türk köylüsü : «Ankara'nÕn taúÕna bak, gözlerimin yaúÕna bak...» Yüzleri mühim, dalgÕn ve yorgun. 7ÕraúlarÕ uzamÕú biraz. Elleri büyük ve esmer. Elâ gözlüler, kara gözlüler, mavi gözlüler. Yine birdenbire geldi aklÕma. Baúka türlü anlÕyorum ben Yunus'u : Bence onda bütün bir devir dile gelmiú Türk köylüsü : öte dünyaya dair de÷il, bu dünyaya dair kaygÕlarÕyla... Bir úiir yazdÕm, garip bir úiir, «Türk Köylüsü» diye. Bir tuhaf mÕ oluyor böyle günlerde úiir yazmak? Her ne hâl ise, hoúça kal, gözlerinden öperim.

Kardeúin Nurettin Eúfak

TÜRK KÖYLÜSÜ Topraktan ö÷renip kitapsÕz bilendir. Hoca gibi a÷layan Bayburtlu Zihni gibi gülendir. Ferhad'dÕr Kerem'dir ve Kelo÷lan'dÕr. Yol görünür onun garip serine, analar, babalar umudu keser, kahbe felek ona eder oyunu. ÇarúambayÕ sel alÕr, bir yâr sever el alÕr, kanadÕ kÕUÕOÕr çöllerde kalÕr, ölmeden mezara koyarlar onu. O, «Yûnusû biçâredir Baútan aya÷a yâredir», D÷u içer su yerine. Fakat bir kerre bir derd anlayan düúmeyegörsün önlerine ve bir kerre vakteriúip «-GayrÕk yeter!...» demesinler. Bunu bir dediler mi, ©øsrâfil sûrunu urur, mahlûkat yerinden durur», topra÷Õn nabzÕ baúlar onun nabÕzlarÕnda atma÷a. Ne kendi nefsini korur, ne düúmanÕ kayÕUÕr, «Da÷larÕ yÕrtÕp ayÕUÕr, kayalarÕ kesip yol eyler âbÕhayat akÕtma÷a...»

BEùøNCø BAP 920'NøN 16 MARTI ve MANASTIRLI HAMDø EFENDø ve REùADøYELø VELø OöLU MEMET'øN HøKÂYESø

«Bu hamiyetli ve cesur, ManastÕrlÕ Hamdi Efendi olmasaydÕ, østanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktÕk. østanbul'da bulunan nâzÕr, mebus, kumandan, teúkilâtÕPÕz mensuplarÕ içinden bir zat çÕNÕp vaktiyle bize haber verme÷i düúünmemiú oldu÷u anlaúÕOÕyor. Demek ki cümlesini heyecan ve helecan kaplamÕúWÕ. Bir ucu Ankara'da bulunan telin østanbul'da bulunan ucuna yanaúamayacak kadar úDúNÕn bir hale gelmiú olduklarÕna bilmem ki hükmetmek caiz olur mu?» (Nutuk, s. 295, Devlet BasÕmevi, østanbul 1938)

920'nin 16 MartÕ. g÷leden evvel saat onda makina baúÕnda úöyle bir telgraf aldÕ Ankara'daki : «Der-aliye 16/3/1920. øngilizler bastÕ bu sabah ùehzadebaúÕ'ndaki Muzika karakolunu. Müsademe edildi. øúgal altÕna alÕyorlar østanbul'u úimdi. Berâyi malûmat arzolunur. ManastÕrlÕ Hamdi.» 920'nin 16 MartÕ. Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara'yÕ : «Etrafta dolaúÕyor øngiliz askerleri. ùimdi iúte øngiliz askerleri giriyorlar nezarete. øúte giriyorlar içeri. Nizamiye kapÕVÕna. Teli kes. øngilizler burdadÕr.» 920'nin 16 MartÕ. ManastÕrlÕ Hamdi Efendi buldu Ankara'dakini tekrar : «Paúa hazretleri, Harbiye telgrafhanesini de iúgal etti øngiliz bahriye askeri Tophane'yi de iúgal ediyorlar bir taraftan, bir taraftan da zÕrhlÕlardan asker ihraç olunuyor. Vaziyet vehamet kesbediyor efendim. Paúa hazretleri, Emri devletlerine muntazÕUÕm. 16 Mart 1920 Hamdi»

920'nin 16 MartÕ. Durumu bir daha tekrar etti Hamdi Efendi : «Sabah bizim asker uykuda iken øngiliz bahriye efradÕ karakolu iúgal etmekte iken askerlerimiz uykudan úDúNÕn kalkÕnca müsademe baúOÕyor. Neticede bizden altÕúehit, on beú mecruh olup øngilizler zÕrhlÕlarÕ rÕhtÕma yanaúWÕUÕp Beyo÷lu ve Tophane'yi iúgal edip. øúte Beyo÷lu telgrafhanesi de yok. øúte Beyo÷lu telgraf memurlarÕ geldiler. Kovmuúlar. BurasÕ da iúgal olunacaktÕr bir saata kadar. ùimdi haber aldÕm efendim.» 920'nin 16 MartÕ uykuda kesti kâfir üçümüzü, kurúuna dizdi kâfir ikimizi. øngiliz'in hepsi de÷il domuzu Sabaha karúÕ aldÕ canÕPÕ]Õ. 920'nin 16 MartÕ basÕldÕ Vezneciler'de karargâh. Uyan be tosunum uyan. Üçümüzü uykuda kesti kâfir, üçümüz : Abdullah çavuú, ùarkÕúla'dan Osman, bir de Zileli Abdülkadir. 920'nin 16 MartÕ Bozdo÷an Kemeri'nde kurúuna dizdi kâfir ikimizi. Ahmet o÷lu Nasuh arkadaúÕPÕn adÕ, Reúadiyeli Veli o÷lu Memet benimkisi. 920'nin 16 MartÕ uykuda kesti kâfir üçümüzü. Soktu Osman'Õn karnÕna kasaturayÕ, bastÕ gö÷süne kâfirin dizi. Dört çocuk babasÕydÕ Abdullah çavuú. DoymadÕ dünyasÕna Abdülkadir. Üçümüzü uykuda kesti kâfir, kurúuna dizdi ikimizi. 920'nin 16 Mart sabahÕ, karakolun karúÕVÕnda bÕrakmadÕm elimden silâhÕ, yere serdim iki øngiliz'i. Senin ÕrzÕQÕ kurtardÕm østanbul'um, Sana can feda çakÕr gözlü gülüm. Üçümüzü uykuda kesti kâfir, kurúuna dizdi ikimizi. ùimdi üçümüz : Abdullah ve Osman ve Abdülkadir, taúlarÕ yan yana yatar Eyüp'te. Arama, bulamazsÕn ikimizin kabrini, belki maúUÕkta, belki ma÷ripte, biz de bilemeyiz yerini.

Uykuda kestiler üçümüzü, kurúuna dizdiler ikimizi, Ahmet o÷lu Nasuh arkadaúÕPÕn adÕ, Reúadiyeli Veli o÷lu Memet benimkisi. Bir de altÕncÕPÕz var, kara kaytan bÕ\ÕklÕ bir úehit, son mekânÕúöyle dursun, adÕQÕ da bilen yok...

ALTINCI BAP MUHAREBELER ve DÜùMAN ELøNDE KALANLAR ve KARTALLI KÂZIM'IN HøKÂYESø

ønönü meydanÕ, yavrum, rüzgâr, so÷uklar insanÕ arÕ gibi haúOÕyor. Zemheriler bitti diyelim, hamsin ya baúladÕ, ya baúOÕyor. Muharebe beú gün beú gece sürdü. Kan gövdeyi götürdü. Ve nihayetinde düúmanlar karÕn üstünde top arabalarÕ, sandÕklar dolusu konyak, altÕ kamyon bÕraktÕlar. Sonra, kaçarlarken, yavrum, köyleri, köprüleri yaktÕlar... Bu, Birinci ønönü, sonra ikincisi : 23 Mart 1921 günü düúmanÕn Bursa ve Uúak gruplarÕ üstümüze yürüyor. Onlarda, topçu ve piyade bizden üç kere fazla, bizim atlÕPÕz çok. AtlarÕn makanizmasÕ, hartucu, namlusu yoktur ve kÕOÕç çÕplak, ucuz bir demirdir. 26 Mart : Akúam. Sa÷ cenah ilerimize yanaúWÕlar. 27 Mart : Bütün cephelerde temas. 28, 29, 30 : Kavgaya devam. Ve MartÕn 31'inci gecesinde, (ayÕúÕ÷Õ var mÕydÕ bilmiyorum) ønönü karanlÕ÷Õ sesler ve kÕYÕlcÕmlarla doluydu. Ve ertesi gün 1 Nisan : Metristepe aydÕnlanÕyor. Saat altÕ otuz. Bozöyük yanÕyor. Düúman muharebe meydanÕQÕ silâhlarÕPÕza terketmiútir. Sonra, 8 Nisandan 11 Nisana kadar : DumlupÕnar. Sonra, Haziran. Bir yaz gecesi. Dünyada yalnÕz pÕUÕltÕlar ve böceklerin sesi. Sakarya'yÕ üç yerinden sallarla geçiyoruz. Basarak aldÕk AdapazarÕ'nÕ. Ve dolaúÕp Sapanca Gölü'nün sazlÕklarÕQÕ yanaúWÕk øzmit'in do÷usunda çuha fabrikasÕna. Düúman, NÕsmen gemilere binerek denizden ve kÕsmen Karamürsel üzerinden Bursa'ya çekilip boúalttÕøzmit úehrini gece yarÕVÕ. Sonra 23 A÷ustos : Sakarya melhamei kübrâsÕ ki devamÕ 13 Eylül gününe kadardÕr. Bizim kÕrk bin piyademiz, dört bin beú yüz atlÕPÕz, düúmanÕn seksen sekiz bin piyadesi, üç yüz topu vardÕr. Harp meydanÕQÕn kuzey yanÕ Sakarya ve da÷lardÕr : keskin ve dik yamaçlarÕyla ve kireçli topraklarÕ ve kayalarÕnda tek baúlarÕna birbirinden uzak haúin ve münzevi çam a÷açlarÕyla Abdülselâm-da÷Õ, Gökler-da÷Õ, da÷lar. Ve Sakarya'dan bu havalide yalnÕz, çatal tÕrnaklÕ karacalar su içmektedir. Ankara suyunun döküldü÷ü yerden Eskiúehir kuzeybatÕVÕna kadar Sakarya mecrasÕ uçurumlar içinden geçmektedir. Güneyde ve güneydo÷uda yapraksÕz ve hazin geniú ve uzun ve insana bÕraktÕ÷Õ hiçbir úeye acÕmadan ölmek arzusu veren Cihanbeyli ovasÕ : çöl... Bu çölün, bu da÷larÕn, bu nehrin ve bizim önümüzde yirmi iki gün ve gece fasÕlasÕz dövüúüp düúman ordusu ric'ata mecbur kaldÕ. Buna ra÷men : Sene 1922 ve 15 vilâyet ve sancak ve 9 büyük úehir düúman elindedir. ønanÕlmaz úeyler düúmandadÕr ki bunlarÕn arasÕnda : 7 göl, 11 nehir ve köklerinde baltamÕ]Õn yarasÕ ve yangÕnlarÕyla bizim olan yüz kere yüz bin dönüm orman, bir tersane, iki silâh fabrikasÕ, ve 19 körfez ve liman ki belki birço÷unun rÕhtÕPÕ, mendire÷i, kÕrmÕ]Õ, yeúil fenerleri yoktur ve belki sularÕnda ateú kayÕklarÕQÕn ÕúÕltÕVÕndan baúka ÕúÕk yanmadÕ, fakat onlar tahta iskeleleri ve kederli balÕkçÕlarÕyla bizimdiler. Sonra, 3 deniz, 6 kol tren hattÕ, sonra, göz alabildi÷ine yol : VÕlaya gitti÷imiz, gurbette göründü÷ümüz ve neden ve niçin oldu÷unu sormadan çöle, Çanakkale'ye, ölüme gitti÷imiz yol ve sonra toprak ve o topra÷Õn insanlarÕ : 8úak tezgâhlarÕQÕn halÕ dokuyanlarÕ, klaptan iúlemeli e÷erleriyle meúhur Manisa'lÕ saraçlar, yol kÕ\ÕlarÕnda ve istasyonlarda açlar ve kurnaz ve cesur ve a÷ÕrbaúOÕ ve çapkÕn ve kütleleriyle delikanlÕ østanbul ve øzmir iúçileri ve zahire ve kantariye tâcirleriyle eúraf ve âyân, NÕl çadÕrlÕ yürükleri AydÕn'Õn, ve sonra, Õrgat, ortakçÕ, maraba, davarlÕ ve davarsÕz, yarÕm meúin çizmeli ve ham çarÕklÕ köylüler. 15 vilâyet ve sancak ve 9 büyük úehir düúman elindedir. MehtaplÕ bir gece, gümüú bir kutunun içindesin : ortalÕk öyle bir tuhaf aydÕnlÕk, öyle ÕssÕz. Ya çok seslidir ya hiç ses vermez mehtaplÕ gece zaten. YatÕyor filintasÕQÕn arkasÕnda KartallÕ KâzÕm. .Õz gibi OsmanlÕ filintasÕ. ParlÕyor arpacÕk namlÕQÕn ucunda : yüz yÕllÕk yoldaymÕú gibi uzak ve bir damlacÕk. KâzÕm emir aldÕ merkezden : Gebze'deki øngiliz'in tercümanÕ vurulacak. Köylerde teúkilât kurmuú tercüman Mansur : satÕyor bizimkileri. KâzÕm iyi hesaplamÕú herifin geçece÷i yeri. øúte sökün etti Mansur karúÕdan : beygirin üzerinde. Beygir yüksek, øngiliz kadanasÕ. Kendi halinde yürüyor hayvan ortasÕnda demiryolunun sallana sallana, a÷Õr a÷Õr. Tercüman herhalde bÕrakmÕú dizginleri, baúÕ sallanÕyor, belki de uyuyor üzerinde beygirin. YaklaúWÕkça büyüyor herif. Zaten mehtapta heybetli görünür insan. Arada kaldÕ kalmadÕ dört yüz adÕm, namlÕ\Õ kaldÕrdÕ birazcÕk KâzÕm, niúan aldÕ sallanan baúÕna Mansur'un. Soldaki yamaçtan bir taú parçasÕ düútü. Bir kuú uçtu sa÷daki a÷açtan, -a÷aç çÕnar-. Kuú ürkmüú olacak. Çevrildi KâzÕm'Õn baúÕ kuúun uçtu÷u yana, mehtapla yüz yüze geldiler. Mehtap koskocaman, desde÷irmi, bembeyaz. Ve KâzÕm'Õn gözünü aldÕ âdeta. Zaten bu yüzden, tekrar göz, gez, arpacÕk ve filintayÕ ateúledi÷i zaman ilk kurúun Mansur'un baúÕQÕ delecek yerde galiba omuzuna girdi. Herif «HÕnk» dedi bir, beygirin baúÕQÕ çevirdi dörtnal kaçÕyor. Yetiútirdi ikinci kurúunu KâzÕm. Beygirin üstünde sola yÕNÕldÕ Mansur. Üçüncü kurúun. Tercüman düútü beygirden. Fakat bir aya÷Õ üzengiye takÕOÕ kalmÕú, sürüklendi kaçan hayvanÕn peúinde biraz, sonra kurtuldu ki aya÷Õ yÕNÕOÕp kaldÕ oldu÷u yerde. Yamaca sardÕ beygir. KalktÕ KâzÕm, yürüdü Mansur'a do÷ru, üzerinden kâatlarÕ alacak. Arada dört telgraf dire÷i yalnÕz, elliúerden iki yüz metre eder. Mansur do÷ruldu ansÕ]Õn, kaçÕyor bayÕr aúD÷Õ. FilintayÕ omuzladÕ KâzÕm. Dördüncü kurúun. <ÕNÕldÕ herif. Koútu KâzÕm. Do÷ruldu yine Mansur. Yürüyor sarhoú gibi sallanarak, kaçmÕyor artÕk, yürüyor. KâzÕm da bÕraktÕ koúmayÕ. Deniz kÕ\ÕVÕna indiler. Orda boú bir fabrika var, bir de beyaz bir ev, tahta iskelesi iner denizin içine kadar. Mansur suya giriyor, kâatlar Õslanacak. Beúinci kurúunu yaktÕ KâzÕm. Suya düúüp kaldÕ önde giden ve KâzÕm tazelerken úarjörü bir ÕúÕk yandÕ beyaz evde, bir pencere açÕldÕ. Galiba bir kadÕn baktÕ dÕúarÕya.. Bo÷azlanÕyormuú gibi ba÷ÕrdÕ Mansur. Pencere kapandÕ, ÕúÕk söndü. Tercüman attÕ kendini tahta iskeleye. Art ayaklarÕ kÕUÕlmÕú bir hayvan gibi sürünüp tÕrmanÕyor. Hay anasÕQÕ, ay da denize düúmüú toplanÕp da÷ÕOÕyor, da÷ÕOÕp toplanÕyor. VelhasÕl, lâfÕ uzatmÕyalÕm, Mansur'un iúini bÕçakla bitirdi KâzÕm. Kâatlar kan içindeydi. Fakat kan kapatmÕyor yazÕ\Õ... Namussuzun biriydi Mansur, muhakkak. Düúmana satÕlmÕúWÕ, orasÕ öyle. Kaç kiúinin baúÕQÕ yedi, malûm. Ama ne de olsa mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuú geliyordu. Demek istedi÷im, böyle günlerde bile, böyle bir adamÕ bile bu çeúit öldürüp ortalÕk duruldukta, yÕllarca sonra mehtaba baktÕ÷Õn vakit üzüntü çekmemek için, ya insanlarda yürek dedi÷in taútan olacak, yahut da dehúetli namuslu olacak yüre÷in, KâzÕm'Õnki taútan de÷ildi çok úükür, fakat namuslu. Ne malûm? dersen : Dövüútü pir aúNÕna, yaralandÕ birkaç kere ve saire. Ve kavga bitti÷i zaman ne çiftlik sahibi oldu, ne apartÕman. Kavgadan önce Kartal'da bahçÕvandÕ, kavgadan sonra Kartal'da bahçÕvan...

YEDøNCø BAP 922 AöUSTOS AYI ve KADINLARIMIZ ve 6 AöUSTOS EMRø ve %øR ÂLETLE BøR øNSANIN HøKÂYESø

AyÕn altÕnda ka÷QÕlar gidiyordu. Ka÷QÕlar gidiyordu Akúehir üstünden Afyon'a do÷ru. Toprak öyle bitip tükenmez, da÷lar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile eriúmiyecekti. Ka÷QÕlar yürüyordu yekpare meúeden tekerlekleriyle. Ve onlar ayÕn altÕnda dönen ilk tekerlekti. AyÕn altÕnda öküzler baúka ve çok küçük bir dünyadan gelmiúler gibi ufacÕk, kÕsacÕktÕlar, ve pÕUÕltÕlar vardÕ hasta, kÕUÕk boynuzlarÕnda ve ayaklarÕ altÕndan akan toprak, toprak ve topraktÕ. Gece aydÕnlÕk ve sÕcak ve ka÷QÕlarda tahta yataklarÕnda koyu mavi humbaralar çÕUÕlçÕplaktÕ. Ve kadÕnlar birbirlerinden gizliyerek bakÕyorlardÕ ayÕn altÕnda geçmiú kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadÕnlar, bizim kadÕnlarÕPÕz : korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamÕz, avradÕPÕz, yârimiz ve sanki hiç yaúamamÕú gibi ölen ve soframÕzdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve da÷lara kaçÕUÕp u÷runda hapis yattÕ÷ÕPÕz ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koúulan ve a÷Õllarda ÕúÕltÕVÕnda yere saplÕ bÕçaklarÕn oynak, a÷Õr kalçalarÕ ve zilleriyle bizim olan kadÕnlar, bizim kadÕnlarÕPÕz úimdi ayÕn altÕnda ka÷QÕlarÕn ve hartuçlarÕn peúinde harman yerine kehribar baúaklÕ sap çeker gibi aynÕ yürek ferahlÕ÷Õ, aynÕ yorgun alÕúkanlÕk içindeydiler. Ve on beúlik úarapnelin çeli÷inde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayÕn altÕnda ka÷QÕlar yürüyordu Akúehir üstünden Afyon'a do÷ru. «6 A÷ustos emri» verilmiútir. Birinci ve økinci ordular, kÕt'alarÕ, ka÷QÕlarÕ, süvari alaylarÕyla yer de÷Lútiriyordu, yer de÷Lútirecek. 98956 tüfek, 325 top, 5 tayyare, 2800 küsur mitralyöz, 2500 küsur kÕOÕç ve 186326 tane pÕUÕl pÕUÕl insan yüre÷i ve bunun iki misli kulak, kol, ayak ve göz kÕPÕldanÕyordu gecenin içinde. Gecenin içinde toprak. Gecenin içinde rüzgâr. HatÕralara ba÷OÕ, hatÕralarÕn dÕúÕnda, gecenin içinde : insanlar, âletler ve hayvanlar, demirleri, tahtalarÕ ve etleriyle birbirine sokulup, korkunç ve sessiz emniyetlerini birbirlerine sokulmakta bulup, kocaman, yorgun ayaklarÕ, topraklÕ elleriyle yürüyorlardÕ. Ve onlarÕn arasÕnda Birinci Ordu økinci Nakliye Taburu'ndan østanbullu úoför Ahmet ve onun kamyoneti vardÕ. Bir acayip mahlûktu üç numrolu kamyonet : øhtiyar, cesur, inatçÕ ve úirret. .ÕUÕOÕp da÷larda kalan sol arka makasÕ yerine úasinin altÕna, dingilin üzerine budaklÕ bir gürgen kütü÷ü sarmÕú olmasÕna ra÷men ve kalb a÷UÕlarÕyla ve on kilometrede bir karanlÕ÷a yaslanÕp durdu÷u halde ve vantilâtöründe dört kanattan ikisi noksan iken úahsÕQÕn vekarlÕ kudretini resmen biliyordu : «6 A÷ustos emri»nde ondan ve arkadaúlarÕndan «... ihzar ve teúkil edilmiú bulunan ve cem'an 300 ton kabiliyetinde kabul olunan 100 kadar serî otomobil...» diye bahsediliyordu. øhzar ve teúkil olunanlar, bu meyanda Ahmet'in kamyoneti, insanlarÕn, âletlerin ve ka÷QÕlarÕn yanÕndan geçip Afyon - AhÕrda÷larÕ ve imtidadÕna do÷ru iniyorlardÕ. Ahmet'in kafasÕnda uzak bir úehir ve bir úarkÕ vardÕ. Bu úarkÕ nihaventtir ve beyaz tenteli sandallarÕ, siyah mavnalarÕ, güneúli karpuz kabuklarÕyla bir deniz kÕ\ÕVÕndadÕr úehir. Vantilâtörde adedi devir düúüyor gibi. Arkadaúlar ileri geçtiler. Ay battÕ. Manzara yÕldÕzlardan ve da÷lardan ibaret. Sen Süleymaniyelisin o÷lum Ahmet, oÕnar dibinde iki mars bir oyunla yenip Bücür'ü, kalk, VÕra servilerin önünden yürü, çeúmeyi geç, mektep bahçesi, medreseler, orda, Harbiye Nezareti'nin arka duvarÕnda siyah çarúaflÕ bir kadÕn çömelip yere darÕ serper güvercinlere ve papelciler úemsiye üstünde papaz açarlar. Motor mÕ]ÕkçÕOÕk ediyor, bizi da÷ baúlarÕnda bÕrakacak meret. Ne diyorduk o÷lum Ahmet? Dökmeciler sa÷da kalÕr, derken, UzunçarúÕ'ya saparken, köúede, sol kolda seyyar kitapçÕ : «Hikâyei Billûr Köúk», altÕ cilt «Tarihi Cevdet» ve «Fenni Tabâhat». Tabâhat, mutfaktan gelirmiú, yani yemek piúirmek. Hani, uskumru dolmasÕna da bayÕOÕUÕm pek. YaldÕzlÕ kuyru÷undan tutup bir salkÕm üzüm gibi yersin. ølerde bir süvari kolu gidiyor, saptÕlar sola. UzunçarúÕ'yÕ dikine inersin. SandalyacÕlar, tavla pulcularÕ, tesbihçiler. Ve sen østanbullu, sen kendi ellerinin hünerine alÕúPÕú oldu÷undan úDúarsÕn østanbullulara : ne kadar ince, ne çeúitli hünerleri var, dersin. Rüstem Paúa Camii. UrgancÕlar. UrgancÕlarda yüz parça yelkenli gemiyi ve hesapsÕz katÕr kervanlarÕQÕ donatacak kadar urgan, halat ve dökme tunçtan çÕngÕraklar satÕOÕr. ZindankapÕ, Babacafer. Uzakta BalÕkpazarÕ. Kuruyemiúçiler. Yemiú iskelesindeyiz : sandallarÕ, mavnalarÕ, güneúli karpuz kabuklarÕyla yüzüne hasret kaldÕ÷Õm deniz. Sol arka lastik hava mÕ kaçÕUÕyor ne? ønip baksam... Yemiú iskelesinden dilenci vapuruna binip Eyüp'te Niyet Kuyusu'na gittikti. Elleri yumuk yumuk, bacaklarÕ biraz çarpÕktÕ ama, yeúil zeytin tanesi gibi gözler. KaúlarÕ da hilâl gibi çekikti. Tam KasÕmpaúa'ya yaklaúWÕk, beyaz baúörtüsü... Lastik hava kaçÕUÕyor. Derdine deva bulmazsak e÷er... Dur bakalÕm Babacafer... Üç numrolu kamyonet durdu. KaranlÕk. Kriko. Pompa. Eller. Küfreden ve küfretti÷ine kÕzan elleri lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaúÕrken Ahmet hatÕrladÕ : bir gece nüzüllü babaannesini sedirden sedire taúÕrken kadÕnca÷Õz... øç lastik boydan boya patladÕ. Yedek? Yok. Da÷larda avaz avaz imdat istemek? Sen Süleymaniyelisin o÷lum Ahmet, sana tek baúÕna verilmiútir üç numrolu kanyonet. Hem, hani bir koyun varmÕú, kendi baca÷Õndan asÕlan bir koyun. Süleymaniyeli úoför Ahmet soyun... Soyundu. Ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak ve kÕrmÕ]Õ kuúak, Ahmet'i postallarÕQÕn üstünde çÕUÕlçÕplak bÕrakarak dÕú lasti÷in içine girdiler, úLúirdiler. Bu úarkÕ nihaventtir. Deniz kÕ\ÕVÕnda bir úehir... Beyaz baúörtüsü... Saatta elli yapÕyoruz... Dayan ömrümün törpüsü, dayan da da÷lar anadan do÷ma görsün úoför Ahmet'i, dayan arslan... Hiçbir zaman böyle merhametli bir ümitle sevmedi hiçbir insan hiçbir âleti...

SEKø=øNCø BAP 26 AöUSTOS GECESøNDE SAATLAR ø.ø OTUZDAN BEù OTUZA KADAR ve øZMøR RIHTIMINDAN AKDENøZ'E BAKAN NEFER

Saat 2.30. Kocatepe yanÕk ve ihtiyar bir bayÕrdÕr, ne a÷aç, ne kuú sesi, ne toprak kokusu vardÕr. Gündüz güneúin, gece yÕldÕzlarÕn altÕnda kayalardÕr. Ve úimdi gece oldu÷u için ve dünya karanlÕkta daha bizim, daha yakÕn, daha küçük kaldÕ÷Õ için ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten evimize, aúNÕPÕza ve kendimize dair sesler geldi÷i için kayalÕklarda úayak kalpaklÕ nöbetçi okúayarak gülümseyen bÕ\Õ÷ÕQÕ seyrediyordu Kocatepe'den dünyanÕn en yÕldÕzlÕ karanlÕ÷ÕQÕ. Düúman üç saatlik yerdedir ve HÕGÕrlÕk-tepesi olmasa Afyonkarahisar úehrinin ÕúÕklarÕ gözükecek. Küzeydo÷uda Güzelim-da÷larÕ ve da÷larda tek tek ateúler yanÕyor. Ovada Akarçay bir pÕUÕltÕ halinde ve úayak kalpaklÕ nöbetçinin hayalinde úimdi yalnÕz sularÕn yaptÕ÷Õ bir yolculuk var : Akarçay belki bir akar su, belki bir Õrmak, belki küçücük bir nehirdir. Akarçay Derebo÷azÕ'nda de÷irmenleri çevirip ve kÕlçÕksÕz yÕlan balÕklarÕyla Yediúehitler kayasÕQÕn gölgesine girip çÕkar. Ve kocaman çiçekleri eflâtun kÕrmÕ]Õ beyaz ve saplarÕ bir, bir buçuk adam boyundaki haúhaúlarÕn arasÕndan akar. Ve Afyon önünde AltÕgözler Köprüsü'nün altÕndan gündo÷uya dönerek ve Konya tren hattÕna rastlayÕp yolda Büyükçobanlar Köyü'nü solda ve KÕ]Õlkilise'yi sa÷da bÕrakÕp gider. Düúündü birdenbire kayalardaki adam kaynaklarÕ ve yollarÕ düúman elinde kalan bütün nehirleri. Kim bilir onlar ne kadar büyük, ne kadar uzundular? Birço÷unun adÕQÕ bilmiyordu, yalnÕz, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel Selimúahlar Çiftli÷i'nde ÕrgatlÕk ederken Manisa'da geçerdi Gediz'in sularÕQÕ baúÕ dönerek. Da÷larda tek tek ateúler yanÕyordu. Ve yÕldÕzlar öyle ÕúÕltÕOÕ, öyle ferahtÕlar ki úayak kalpaklÕ adam nasÕl ve ne zaman gelece÷ini bilmeden güzel, rahat günlere inanÕyordu ve gülen bÕ\ÕklarÕyla duruyordu ki mavzerinin yanÕnda, birdenbire beú adÕm sa÷Õnda onu gördü. Paúalar onun arkasÕndaydÕlar. O, saatÕ sordu. Paúalar : «Üç,» dediler. SarÕúÕn bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktÕ. Yürüdü uçurumun baúÕna kadar, H÷ildi, durdu. %Õraksalar ince, uzun bacaklarÕ üstünde yaylanarak ve karanlÕkta akan bir yÕldÕz gibi kayarak Kocatepe'den Afyon OvasÕ'na atlÕyacaktÕ. Saat 3.30. Halimur - AyvalÕ hattÕ üzerinde manga mevziindedir. øzmirli Ali OnbaúÕ (kendisi tornacÕGÕr) karanlÕkta gözyordamÕyla sanki onlarÕ bir daha görmiyecekmiú gibi baktÕ manga efradÕna birer birer : Sa÷da birinci nefer sarÕúÕndÕ. økinci esmer. Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üstüne úarkÕ söyliyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canÕ. Beúinci, vuracaktÕ amcasÕQÕ vuranÕ tezkere alÕp Urfa'ya girdi÷i akúam. AltÕncÕ, inanÕlmÕyacak kadar büyük ayaklÕ bir adam, memlekette topra÷ÕQÕ ve tek öküzünü ihtÕyar bir muhacir karÕVÕna bÕraktÕ÷Õ için kardeúleri onu mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaúlarÕQÕn yerine nöbete kalktÕ÷Õ için ona «Deli Erzurumlu» derdiler. Yedinci, Mehmet o÷lu Osman'dÕ. Çanakkale'de, ønönü'nde, Sakarya'da yaralandÕ ve gözünü kÕrpmadan daha bir hayli yara alabilir, yine de dimdik ayakta kalabilir. Sekizinci, øbrahim, korkmÕyacaktÕ bu kadar bembeyaz diúleri böyle tÕNÕrdayÕp birbirine böyle vurmasalar. Ve øzmirli Ali OnbaúÕ biliyordu ki : tavúan korktu÷u için kaçmaz kaçtÕ÷Õ için korkar. Saat 4. $÷]Õkara - Sö÷ütlüdere mÕntÕkasÕ. On ikinci Piyade FÕrkasÕ. Gözler karanlÕkta, uzakta. Eller yakÕnda, makanizmalar üzerinde. Herkes yerli yerinde. Tabur imamÕ mevzideki biricik silâhsÕz adam : ölülerin adamÕ, NÕUÕk bir sö÷üt dalÕ dikerek kÕbleye do÷ru, durdu boyun büküp el kavuúturup sabah namazÕna. øçi rahattÕr. Cennet, ebedî bir istirahattÕr. Ve yenilseler de, yenseler de âdâyÕ, meydânÕ gazadan o kendi elleriyle verecektir CenâbÕ rabbülâlemîne úühedâyÕ. Saat 4.45. SandÕklÕ civarÕ. Köyler. SarkÕk, siyah bÕ\ÕklÕ süvari, oÕnar dibinde, beygirinin yanÕnda duruyordu. Çukurova beygiri kuyru÷unu karanlÕ÷a vuruyordu : dizkapaklarÕnda kan, kantarmasÕnda köpük... økinci Süvari FÕrkasÕ'ndan Dördüncü Bölük, atlarÕ, kÕOÕçlarÕ ve insanlarÕyla havayÕ kokluyor. Geride, köylerde bir horoz öttü. Ve sarkÕk, siyah bÕ\ÕklÕ süvari ellerinin tersiyle yüzünü örttü. KarúÕ da÷lar ardÕnda, düúman elinde kalan bir baúka horoz vardÕr : baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu. Düúmanlar herhal onu çoktan kesip çorbasÕQÕ yapmÕúlardÕr... Saat beúe on var. .Õrk dakka sonra úafak sökecek. «Korkma sönmez bu úafaklarda yüzen al sancak». 7Õnaztepe'ye karúÕ Kömürtepe güneyinde, On beúinci Piyade FÕrkasÕ'ndan iki ihtiyat zabiti ve onlarÕn genci, uzunu, Darülmuallimin mezunu Nurettin Eúfak, mavzer tabancasÕQÕn emniyetiyle oynÕyarak konuúuyor : -Bizim østiklâl MarúÕ'nda aksÕyan bir taraf var, bilmem ki, nasÕl anlatsam, Âkif, inanmÕú adam, fakat onun, ben, inandÕklarÕQÕn hepsine inanmÕyorum. Meselâ, bakÕn : «Gelecektir sana vaadetti÷i günler HakkÕn.» HayÕr, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize. Bir úarkÕ istiyorum zaferden sonrasÕna dair. «Kim bilir belki yarÕn...» Saat beúe beú var. Da÷lar aydÕnlanÕyor. Bir yerlerde bir úeyler yanÕyor. Gün a÷ardÕ a÷aracak. Kokusu tütme÷e baúladÕ : Anadolu topra÷Õ uyanÕyor. Ve bu anda, kalbi bir úahan gibi göklere salÕp ve pÕUÕltÕlar görüp ve çok uzak çok uzak bir yerlere ça÷Õran sesler duyarak bir müthiú ve mukaddes mâcereda, ön safta, en ön sÕrada, úahlanÕp ölesi geliyordu insanÕn. Topçu evvel mülâzÕPÕ Hasan'Õn yaúÕ yirmi birdi. Kumral baúÕQÕ gökyüzüne çevirdi, kalktÕ aya÷a. BaktÕ, yÕldÕzlarÕ a÷aran muazzam karanlÕ÷a. ùimdi bir hamlede o kadar büyük, öyle úöhretli iúler yapmak istiyordu ki bütün ömrünü ve hâtÕrasÕQÕ ve yedi buçukluk bataryasÕQÕ a÷lanacak kadar küçük buluyordu. YüzbaúÕ sordu : - Saat kaç? - Beú. - YarÕm saat sonra demek... 98956 tüfek ve úoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden yedi buçukluk únayderlere, on beúlik obüslere kadar, bütün âletleriyle ve vatan u÷runda, yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle Birinci ve økinci ordular baskÕna hazÕrdÕlar. Alaca karanlÕkta, bir çÕnar dibinde, beygirinin yanÕnda duran sarkÕk, siyah bÕ\ÕklÕ süvari kÕsa çizmeleriyle atladÕ atÕna. Nurettin Eúfak baktÕ saatÕna : - Beú otuz... Ve baúladÕ topçu ateúiyle ve fecirle birlikte büyük taarruz... Sonra. Sonra, düúmanÕn müstahkem cepheleri düútü. Bunlar : Karahisar güneyinde 50 ve do÷usunda 20-30 kilometredeydiler. Sonra. Sonra, düúman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik AslÕhanlar civarÕnda 30 A÷ustosa kadar. Sonra. Sonra, 30 A÷ustosta düúman kuvâyÕ külliyesi imha ve esir olundu. Esirler arasÕnda General Trikopis : Alaturka sopa yemiú bir temiz ve sÕrmalarÕ kopuk frenk uúD÷Õ... YaralÕ bir düúman ölüsüne takÕldÕ Nurettin Eúfak'Õn aya÷Õ. Nurettin dedi ki : «TeselyalÕ Çoban Mihail,» Nurettin dedi ki : «Seni biz de÷il, buraya gönderenler öldürdü seni...» Sonra. Sonra, 31 A÷ustos günü ordularÕPÕz øzmir'e do÷ru yürürken serseri bir kurúunla vurulan Deli Erzurumluydu. Devrildi. Kürek kemikleri altÕnda topra÷Õ duydu. BaktÕ yukarÕ, baktÕ karúÕya. Gözler hayretle yandÕlar : önünde, sÕrtüstü, yan yana yatan postallarÕ her seferkinden kocamandÕlar. Ve bu postallar daha bir hayli zaman üzerlerinden atlayÕp geçen arkadaúlarÕn arkasÕndan seyredip güneúli gökyüzünü ihtiyar bir muhacir karÕVÕQÕ düúündüler. Sonra... Sonra, sarsÕOÕp ayrÕldÕlar birbirlerinden ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden yüzlerini topra÷a döndüler... Solda, ilerdeydi Ali OnbaúÕ. Kan içindeydi yüzü gözü. Bir süvari takÕPÕ geçti yanÕndan dörtnala. KaçanÕ kovalamÕyordu yalnÕz ulaúmak da istiyordu bir yerlere ve sadece kahretmiyor yaratÕyordu da. Ve kÕOÕçlarÕn, nallarÕn, ellerin ve gözlerin pÕUÕltÕVÕ ardarda çakan aydÕnlÕk bir bütündü. Ali OnbaúÕ bir úimúek hÕ]Õyla düúündü ve úu türküyü duydu : «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kÕsrak baúÕ gibi uzanan bu memleket bizim. Bilekler kan içinde, diúler kenetli, ayaklar çÕplak ve ipek bir halÕya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim. KapansÕn el kapÕlarÕ, bir daha açÕlmasÕn, yok edin insanÕn insana kullu÷unu, bu dâvet bizim... Yaúamak bir a÷aç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeúçesine, bu hasret bizim...»> Sonra. Sonra, 9 Eylülde øzmir'e girdik ve Kayserili bir nefer yanan úehrin kÕ]ÕltÕVÕ içinden gelip öfkeden, sevinçten, ümitten a÷OÕya a÷OÕya, Güneyden Kuzeye, Do÷udan BatÕya, Türk halkÕyla beraber seyretti øzmir rÕhtÕPÕndan Akdeniz'i. Ve biz de burda bitirdik destanÕPÕ]Õ. Biliyoruz ki lâyÕ÷Õnca olmadÕ bu kitap, Türk halkÕ ba÷ÕúlasÕn bizi, onlar ki toprakta karÕnca, suda balÕk, havada kuú kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar ve kahreden yaratan ki onlardÕr, kitabÕPÕzda yalnÕz onlarÕn mâcerelarÕ vardÕr...

Lodos BaúlangÕç Kim bilir kaç milyon ton a÷ÕrlÕ÷Õnda ummanda çalkalanmakta su. En yalnÕz dalganÕn üzerinde boú bir konserve kutusu...

+ 1 Bir aydÕr ki hapisane geceleri böyledir : NÕzgÕn diúi kediler - apÕúlarÕÕslak tüyleri diken diken enselerinde diú yerleri - bazan kuú bazan insan sesi çÕkarÕp dolaúÕyorlar gebe kalana kadar. Mevsim bahara yakÕn. Hava lodos. NasÕl úiddetli nasÕl sÕcak esiyor... Biz altÕ yüz adet kadÕnsÕz erke÷iz. AlÕnmÕú elimizden do÷urtmak imkânÕPÕz. En müthiú kudretim yasak bana : yeni bir hayat aúÕlamak, bereketli bir rahimde yenmek ölümü, yaratmak seninle beraber : sevgilim, yasak bana etine dokunmak senin... Mevsim bahara yakÕn. )ÕrtÕna. Lodos. NasÕl úiddetli nasÕl sÕcak esiyor... Bir yerlerde bir cam kÕUÕldÕ yine - bu gece bu üçüncüsü -. Hangi boú ko÷Xúun kapÕVÕ açÕk kalmÕú, küüüt, küt, nasÕl çarpÕyor...

+ 2 Tepedelen cephesinde bir ceset, örtülüyor altÕnda karlarÕn, ve baúÕndan uçan mi÷feri yuvarlanÕyor önünde rüzgârÕn...

+ 3 FabrikanÕn avlusunda elektrik ÕúÕ÷Õ, ucunda ince bir telin sallanÕyor iki yana. Bir kadÕn. Boynu çÕplak, uzun saçlarÕyla etekleri uçarak atölyenin kapÕVÕnda... Rüzgâr vurdu putrellere. Atölyenin saça÷Õndan büyük bir buz parçasÕ düútü yere...

+ 4 Ovaya dörtnala yaylÕlar iniyor : oÕngÕraklar hamutlarÕnda beygirlerin. Ve iki yanda çÕrpÕnan muúambalarÕyla koúuyorlar gece yarÕVÕ denize do÷ru...

+ 5 ønce uzun kÕlçÕklardan ibaret kalan kavak a÷açlarÕ aydÕnlÕktÕlar mehtâbolmadÕ÷Õ halde. Ve kalÕn ve dallÕ budaklÕ kestaneler kÕPÕldanÕyor - iki yana sallanÕyor de÷il a÷Õr a÷Õr yer de÷Lútiriyorlar âdeta - gidiyordu göz alabildi÷ine yÕldÕzlarÕn ÕúÕ÷Õnda yapraksÕz ahúap kalabalÕ÷Õ... Buna ra÷men bu lodos, bu u÷ultu. Buna ra÷men havada diúi bir ten kokusu ve yüklü bir yumurtalÕ÷Õn sÕcaklÕ÷Õ... Da÷larda kar çözülüyor. Yürüyor usareler yapraksÕz dallarÕn ucuna do÷ru. Gebe. Gebelik. Mevsim bahara yakÕn ve do÷umun - korkunç güzel ve sÕcaktÕr - günü doldu dolacak...

ManastÕrlÕ Hamdi Efendi ve Reúadiyeli Velio÷lu Mehmet'in Hikayesi

«Bu hamiyetli ve cesur, ManastÕrlÕ Hamdi Efendi olmasaydÕ, østanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktÕk. østanbul'da bulunan nâzÕr, mebus, kumandan, teúkilâtÕPÕz mensuplarÕ içinden bir zat çÕNÕp vaktiyle bize haber verme÷i düúünmemiú oldu÷u anlaúÕOÕyor. Demek ki cümlesini heyecan ve helecan kaplamÕúWÕ. Bir ucu Ankara'da bulunan telin østanbul'da bulunan ucuna yanaúamayacak kadar úDúNÕn bir hale gelmiú olduklarÕna bilmem ki hükmetmek caiz olur mu? »

(Nutuk, s.295, Devlet BasÕmevi, østanbul 1938)

920'nin 16 MartÕ. g÷leden evvel saat onda makina baúÕnda úöyle bir telgraf aldÕ Ankara'daki:

«Der-aliye 16/3/1920. øngilizler bastÕ bu sabah ùehzadebaúÕ'ndaki Muzika karakolunu. Müsademe edildi. øúgal altÕna alÕyorlar østanbul'u úimdi. Berâyi malûmat arzolunur. ManastÕrlÕ Hamdi.»

920'nin 16 MartÕ. Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara'yÕ: «Etrafta dolaúÕyor øngiliz askerleri. ùimdi iúte øngiliz askerleri giriyorlar nezarete. øúte giriyorlar içeri. Nizamiye kapÕVÕna. Teli kes. øngilizler burdadÕr.»

920'nin 16 MartÕ. ManastÕrlÕ Hamdi Efendi buldu Ankara'dakini tekrar:

«Paúa hazretleri, Harbiye telgrafhanesini de iúgal etti øngiliz bahriye askeri Tophane'yi de iúgal ediyorlar bir taraftan, bir taraftan da zÕrhlÕlardan asker ihraç olunuyor. Vaziyet vehamet kesbediyor efendim. Paúa hazretleri, Emri devletlerine muntazÕUÕm.

16 Mart 1920 Hamdi»

920'nin 16 MartÕ. Durumu bir daha tekrar etti Hamdi Efendi:

«Sabah bizim asker uykuda iken øngiliz bahriye efradÕ karakolu iúgal etmekte iken askerlerimiz uykudan úDúNÕn kalkÕnca müsademe baúOÕyor. Neticede bizden altÕúehit, on beú mecruh olup øngilizler zÕrhlÕlarÕ rÕhtÕma yanaúWÕUÕp Beyo÷lu ve Tophane'yi iúgal edip. øúte Beyo÷lu telgrafhanesi de yok. øúte Beyo÷lu telgraf memurlarÕ geldiler. Kovmuúlar. BurasÕ da iúgal olunacaktÕr bir saata kadar. ùimdi haber aldÕm efendim.»

920'nin 16 MartÕ uykuda kesti kâfir üçümüzü, kurúuna dizdi kâfir ikimizi. øngiliz'in hepsi de÷il domuzu Sabaha karúÕ aldÕ canÕPÕ]Õ.

920'nin 16 MartÕ basÕldÕ Vezneciler'de karargâh. Uyan be tosunum uyan. Üçümüzü uykuda kesti kâfir, üçümüz: Abdullah çavuú, ùarkÕúla'dan Osman, bir de Zileli Abdülkadir.

920'nin 16 MartÕ Bozdo÷an Kemeri'nde kurúuna dizdi kâfir ikimizi. Ahmet o÷lu Nasuh arkadaúÕPÕn adÕ, Reúadiyeli Veli o÷lu Memet benimkisi.

920'nin 16 MartÕ uykuda kesti kâfir üçümüzü. Soktu Osman'Õn karnÕna kasaturayÕ, bastÕ gö÷süne kâfirin dizi. Dört çocuk babasÕydÕ Abdullah çavuú. DoymadÕ dünyasÕna Abdülkadir. Üçümüzü uykuda kesti kâfir, kurúuna dizdi ikimizi.

920'nin 16 Mart sabahÕ, karakolun karúÕVÕnda EÕrakmadÕm elimden silâhÕ, yere serdim iki øngiliz'i. Senin ÕrzÕQÕ kurtardÕm østanbul'um, Sana can feda çakÕr gözlü gülüm.

Üçümüzü uykuda kesti kâfir, kurúuna dizdi ikimizi. ùimdi üçümüz: Abdullah ve Osman ve Abdülkadir, taúlarÕ yan yana yatar Eyüp'te. Arama, bulamazsÕn ikimizin kabrini, belki maúUÕkta, belki ma÷ripte, biz de bilemeyiz yerini.

Uykuda kestiler üçümüzü, kurúuna dizdiler ikimizi, Ahmet o÷lu Nasuh arkadaúÕPÕn adÕ, Reúadiyeli Veli o÷lu Memet benimkisi. Bir de altÕncÕPÕz var, kara kaytan bÕ\ÕklÕ bir úehit, son mekânÕúöyle dursun, adÕQÕ da bilen yok... MasallarÕn MasalÕ

Su basÕnda durmuúuz, oÕnarla ben. Suda suretimiz çÕNÕyor, oÕnarla benim. Suyun úavkÕ vuruyor bize, oÕnarla bana.

Su basÕnda durmuúuz, oÕnarla ben, bir de kedi. Suda suretimiz çÕNÕyor, oÕnarla benim, bir de kedinin. Suyun úavkÕ vuruyor bize, oÕnarla bana, bir de kediye.

Su basÕnda durmuúuz, oÕnar, ben, kedi, bir de güneú. Suda suretimiz çÕNÕyor, oÕnarÕn, benim, kedinin, bir de günesin. Suyun úavkÕ vuruyor bize, oÕnara, bana, kediye, bir de güneúe.

Su basÕnda durmuúuz, oÕnar, ben, kedi, güneú, bir de ömrümüz. Suda suretimiz çÕNÕyor, oÕnarÕn, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün. Suyun úavkÕ vuruyor bize, oÕnara, bana, kediye, güneúe, bir de ömrümüze.

Su basÕnda durmuúuz. Önce kedi gidecek, kaybolacak suda sureti. Sonra ben gidece÷im, kaybolacak suda suretim. Sonra çÕnar gidecek, kaybolacak suda sureti. Sonra su gidecek güneú kalacak; sonra o da gidecek...

Su basÕnda durmuúuz. Su serin, dÕnar ulu, Ben úiir yazÕyorum. Kedi uyukluyor Güneú sÕcak. Çok úükür yaúÕyoruz. Suyun úavkÕ vuruyor bize dÕnara bana, kediye, güneúe, bir de ömrümüze......

Mavi Gözlü Dev

O mavi gözlü bir devdi. MinnacÕk bir kadÕn sevdi. KadÕQÕn hayali minnacÕk bir evdi, bahçesinde ebruliii hanÕmeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük iúler için hazÕrlanmÕúWÕ ki devin, yapamazdÕ yapÕVÕQÕ, çalamazdÕ kapÕVÕQÕ bahçesinde ebruliiii hanÕmeli açan evin. O mavi gözlü bir devdi. MinnacÕk bir kadÕn sevdi. Mini minnacÕktÕ kadÕn. Rahata acÕktÕ kadÕn yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruliiii hanÕmeli açan eve. ùimdi anlÕyor ki mavi gözlü dev, dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: bahçesinde ebruliiiii hanÕmeli açan ev..

Mavi Liman

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini baúkasÕ yazsÕn. dÕnarlÕ, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çÕkaramazsÕn...

Mektuplar-(06) AltÕncÕ Mektup

Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah. Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana: .Õ\ÕVÕndan seyredilen okyanus farksÕzdÕr Marmara açÕklarÕndan. Yani demek istedi÷im: Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova seyredilme÷e gelmez, Okyanus yaúanÕOÕr.

Mektuplar-(07) Yedinci Mektup

ÇarúÕ pazar dolaúWÕm karÕFÕ÷Õm, not ettim fiyatlarÕ. Tanganika dehúetli ucuzluk. Mesela, güneú, hem de en olgunu, en kÕrmÕ]ÕVÕ, ya÷mur mesela, hem de aylarca úakÕrdayanÕ artsÕz arasÕz, yahut da boy boyu, çeúit çeúidi sÕtmalarÕn, yahu da kopkoyu esmer eller, turfandasÕ da, olgunu da, hem de hepsinin tÕrnaklarÕyla avuçlarÕ pembe, hatta muz, beú kiloluk hevenkleri, bir úLúe Pepsi Kola'dan ucuz. Sana bunlarÕ yazdÕm, iki gözüm, düúünüyorum, Tanganika'dan pahalÕ mÕ benim Anadolu? Kimi yerlerinde ya÷mur çok daha pahalÕ, kimi mevsimlerinde güneú, ama sÕtmalarÕn fiyatÕ, yahut da ellerin, hele parmakalrÕ kÕnalÕ olanlarÕn, hiç de bundan pahalÕ de÷il. Muza gelince, bizde yetiúmez, ama so÷anla tuz, beú kilosu de÷il, birer kilosu, burdaki muz fiyatÕna.

Mektuplar-(08) Sekizinci Mektup

NasÕlsÕn Tulyakova, ne alemlerdesin? Saman sarÕVÕ saçlar nasÕlsÕQÕz? Ne alemlerdesiniz mavi kirpikler? Mavi kirpikler yol verin, gözlerinizin içini görmek istiyorum, dolaúmak içinde gözlerinizin ve rastlamak kendime, belki satÕrlarÕ arasÕnda bir kitabÕn, belki ikinci Pesçannaya'da otobüs dura÷Õnda, rastlamak kendime içinde gözlerinizin ve 'Merhaba NazÕm! ' demek, 'Nicesin, mutlu musun? ' Moskova Irma÷Õ'na selam ederim. .Õ]Õl Meydan'a fabrika bacalarÕna, tiyatrolarÕn tümüne selam ederim, evimizin, kapÕVÕna selam ederim, østanbul'un duvarda asÕOÕ resmine selam!

Beni sorarsanÕz, ben burda Kuzeydeyim iki gündür, Aruúa'da, Moúi'de, karlÕ Klimancora da÷ÕQÕn dolaylarÕnda. Turistik bir da÷. Otellerde konforu øsviçre turistlerinin. Cagga kabilesi yaúÕyor Moúi'de. Otellerde, kahveliklerde ve sizalllÕklarda çalÕúÕyorlar. SizallÕklar øngilizlerin, Hintlilerin, rumlarÕn. Cagga halkÕ güler yüzlü, akÕllÕ, yumuúak. Erkekleri gömlekli, úortlu, ama yalyanak ço÷u ve bisiklete meraklÕo. KadÕnlarÕ salÕnarak yürüyor alaca entarileri içinde ve baúlarÕnda kendilerinden büyük yükler taúÕyorlar bütün Afrika kadÕnlarÕ gibi. Genç kÕzlar gördüm. kara biberim, badem úekerim ve naylon eteklikleri kabarÕk, ve okur yazarlÕk Anadolu'dan yüksek.

Ngorongoro kÕraterine gittim. VolkanÕn a÷]Õ çayÕrlar ve a÷açlarla kaplanmÕú. øki yüz kilometre kare, dediler. Turistik gergedanlarÕ gördüm, turistik zürafalarÕ, filleri. Sürülerle gezip tozuyorlar. AralarÕndan geçiyor jipimiz, burunlarÕQÕn dibinden, baúlarÕQÕ kaldÕUÕp úöyle bir bakÕyorlar, tanÕyorlar markasÕQÕ otomobilin: Landrover ve kederle çeviriyorlar baúlarÕQÕ öte yana, EÕkkÕnlÕk. Bir antiloplar alÕúamamÕú Landrover'e, VÕçraya sÕçraya kaçtÕlar. Bir de bir akúam bir Amerikan turisti sÕzmÕú çayÕrlÕkta, arslanlar beklemiú baúÕnda sabaha kadar. BakmÕúlar ayÕlmÕyor, yemiúler. MezarÕQÕ gördüm. TaúÕnda yazÕOÕ hikayesi.

Dolaylarda Masailer yaúÕyor çÕUÕlçÕplak bir avrat mahalleri örtülü. øri yarÕ insanlar. Kahverengine düúkün. Kahverengine boyanÕyorlar. KadÕnlarÕQÕn kulak memeleri omuzlarÕna sarkÕyor. bir a÷ÕrlÕkla filan uzatÕyorlar. Masailer göçebe. DavarcÕ. 6Õ÷ÕrlarÕQÕn etini yiyor, sütünü ve kanÕQÕ içiyorlar sÕcak sÕcak. Ve sürüye saldÕran arslanÕ mÕzraklÕyorlar kulaklarÕndan tutup.

Otelde bir kaat verdiler bize: .Õraterde en çok neyi be÷endiniz? Filleri mi? GergedanlarÕ mÕ? AntiloplarÕ mÕ?

Mektuplar-(09) Dokuzuncu Mektup

Hapisten çÕktÕ÷Õm günleri hatÕrlÕyorum, hapisten çÕkarÕldÕ÷Õm günleri de÷il, çÕktÕ÷Õm, içerde kendimin dÕúarda dostlarÕn ve zamanlarÕn zorlamasÕyla çÕktÕ÷Õm günleri hapisten., Sevinç. Dü÷ün, bayram. Sevinç, kibirli biraz, biraz úDúNÕn. Sevinç. dallarÕnda hayellerin ve umutlarÕn parÕltÕVÕ, yemiúleri de÷il, parÕltÕVÕ. Ve yüksek sesle anlatmak hapisaneyi herkese ve kendine. Hapisane hala düúlerine girer, uyanÕrsÕn sÕçrayarak. YakanÕ bÕrakmaz alÕúkanlÕklarÕyla yasaklarÕ hapisane yÕllarÕQÕn. KapatamazsÕn mektuplarÕQÕn zarflarÕQÕ, karavana vakitlerini, beklersin, ve akúamlar kararÕnca kapÕQÕn dÕúardan kilitlenmesini, yanmasÕQÕ ampullerin kendili÷inden. Sevinç. Dü÷ün, bayram. Ama bayram günlerinin de sonu var bütün günler gibi. BakarsÕn, evinin damÕ akÕyor, pencereler, kapÕlar onarÕlmak ister, su getirtmek, açtÕrmak gazÕ, elektri÷i, yatak çarúafÕ almak, tabak, çanak, kitap. KollarÕn hazÕr çalÕúma÷a, onlar içierde de çalÕúWÕUÕldÕlar, ama bilgi'n uyutuldu. Paran da yok. Borca batmak da tehlikeli. Nerden, neresinden, nasÕl kurma÷a baúlamalÕ evini hürriyetinin? hapisten çÕkanÕn haline benziyor hali Tanganika'nÕn. Memed'e Son Mektubumdur

Bir yandan cellatlar girdi araya, Bir yandan, oyun etti bana bu mendebur yürek,

Nasip olmayacak Memed'im yavrum, seni bir daha görmek.

Biliyorum, bu÷day baúD÷Õ gibi delikanlÕ olacaksÕn, ben de öyleydim gençli÷imde, kumral, ince, uzun; gözlerin ananÕnkiler gibi kocaman, bazen de bir parça bir tuhaf mahzun; alnÕn alabildi÷ine aydÕnlÕk; herhalde sesin de olacak - berbattÕ benimkisi - türküler döktüreceksin yanÕk mi yanÕk... KonuúmasÕQÕ mÕ bileceksin - ben de becerirdim o iúi sinirlenmedi÷im zamanlar - bal damlayacak dilinden. Vay, Memet, kÕzlarÕn çekece÷i var senin elinden.

Müúküldür babasÕz büyütmek erkek evladÕ.

AnanÕ üzme o÷lum, ben güldürmedim yüzünü, sen güldür.

Anan, ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuúak; anan, nineli÷inde bile güzel olacak onu ilk gördü÷üm günkü gibi, Bo÷aziçi’nde, on yedisinde ay ÕúÕ÷Õ, gün ÕúÕ÷Õ, can eri÷i, dünya güzeli.

Anan, ayrÕldÕk bir sabah, buluúmak üzre, buluúamadÕk.

Anan, analarÕn en iyisi en akÕllÕVÕ, yüz yÕl yaúar inúallah...

Ölmekten, o÷lum korkmuyorum, ama ne de olsa Lú arasÕnda bazen irkilip ansÕ]Õn, yahut yalnÕzlÕ÷Õnda uyku öncesinin günleri saymak biraz zor.

Dünyada doymak olmuyor, Medet, doymak olmuyor...

Dünyada kiracÕ gibi de÷il, yazlÕ÷a gelmiú gibi de de÷il, yaúa dünyada babanÕn eviymiú gibi... Tohuma, topra÷a, denize inan. ønsana hepsinden önce.

Bulutu, makineyi, kitabi sev, insani hepsinden önce.

Kuruyan dalÕn sönen yÕldÕ]Õn sakat hayvanÕn duy kederini, hepsinden önce de insanÕn.

Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin sevindirsin seni karanlÕk ve aydÕnlÕk, sevindirsin seni dört mevsim. ama hepsinden önce insan sevindirsin seni. Memet, memleketler içinde bir úirin memlekettir Türkiye, bizim memleket, insanÕ da, su katÕlmamÕúÕ, çalÕúkandÕr, a÷ÕrbaúOÕ, yi÷ittir, ama dehúetli fakir.

......

Memet, ben dilimden, türkülerimden, tuzumdan, ekme÷imden uzakta, anana hasret, sana hasret, yoldaúlarÕma, halkÕma hasret ölece÷im, ama sürgünde de÷il, gurbet ellerde de÷il,

ölece÷im rüyalarÕPÕn memleketinde, beyaz úehrinde en güzel günlerimin.

Memleketimden ønsan ManzaralarÕ

... Vagonlar geliyorlar sallanarak. '-Usta!..' Alaeddin döndü kömürcü øsmail'e '-Ne var øsmail?' '-Usta ne olacak bu harbin sonu?' '-øyi olacak.' '-NasÕl yani?' '-Yemekli vagonda rakÕ içece÷iz.' '-Biz mi?' '-Biz.' '-Kömürü kim atacak? Kim sürecek makineyi?' '-Onu da biz.' '-AlayÕ bÕrak usta, Kim Kazanacak?' '-Biz.' øsmail hiçbir úey anlamadÕysa da üstelemedi. Çok siyah ve çok kalÕn kaúlarÕyla oynadÕ biraz sonra: '-Ustam' dedi, 'Bir sualim daha var. ùu gördü÷ün raylar dolanÕr mÕ bütün dünya yüzünü?' '-DolanÕr.' '-Demek ki harp olmasa, ama yalnÕz harp de÷il, hudutlarda sorgu sual sorulmasa, raylarÕn üzerine saldÕk mÕ makineyi dünyanÕn bir ucundan öbür ucuna varÕr.' '-Deniz dedi mi durur.' '-Gemilere binersin.' '-Tayyare daha iyi.' øsmail güldü. .ÕUÕktÕ ön diúlerinden biri. '-Ben tayyareye binemem usta, anamÕn vasiyeti var.' '-Tayyareye binme, diye mi?' '-HayÕr karÕncayÕ bile incitme, diye.' Alaeddin kocaman elini vurdu oÕplak uzun ensesine øsmail'in: '-Sen ne hafÕz o÷lusun! ZararÕ yok ulan, yine de bineriz tayyareye, adam öldürmek için de÷il gökyüzünde püfür püfür safa sürmek için... ùimdi sen hele ateúi bir süngüle.' Vagonlar geliyorlar sallanarak. ...

Memleketimden ønsan ManzaralarÕ II

Atlanti÷in dibinde upuzun yatÕyorum, efendim, Atlanti÷in dibinde dirse÷ime dayanmÕú. BakÕyorum yukarÕya: bir denizaltÕ gemisi görüyorum, yukarÕda, çok yukarÕda, baúÕPÕn üzerinde, yüzüyor elli metre derinde, balÕk gibi, efendim, ]ÕrhÕQÕn ve suyun içinde balÕk gibi kapalÕ ve ketum. OrasÕ camgöbe÷i aydÕnlÕk. Orda, efendim, orda yeúil, yeúil, orda ÕúÕl ÕúÕl, orda yÕldÕz yÕldÕz yanÕyor milyonlarla mum. Orda, ey demir çarÕklÕ ruhum, orda tepiúmeden çiftleúmeler, çÕ÷OÕksÕz do÷um, orda dünyamÕ]Õn ilk kÕPÕldanan eti, orda bir hamam tasÕQÕn mahrem úehveti, mahrem úehveti efendim, gümüú kuúlu bir hamam tasÕQÕn ve koynuna ilk girdi÷im kadÕQÕn kÕ]Õl saçlarÕ. Orda rengarenk otlarÕ, köksüz a÷açlarÕ kÕYÕl kÕYÕl mahluklarÕ deniz dünyasÕQÕn, orda hayat, tuz, iyot, orda baúlangÕFÕPÕz, HacÕbaba, orda baúlangÕFÕPÕz ve orda hain, çelik ve sinsi bir denizaltÕ gemisi. 400 metroya kadar sÕ]Õyor ÕúÕk. Sonra alabildi÷ine derin alabildi÷ine derin karanlÕk. YanlÕz ara sÕra acayip balÕklar geçiyor karanlÕ÷Õn içinde ÕúÕk saçarak. Sonra onlar da yok. ArtÕk dibe kadar inen kat kat kalÕn sular kati ve mutlak ve en dipte ben. Ben, upuzun yatÕyorum, HacÕbaba, upuzun yatÕyorum dibinde Atlanti÷in dirse÷ime dayanmÕú, bakÕyorum yukarlara. Avrupa Amerika' dan Atlanti÷in yüzünde ayrÕGÕr dibinde de÷il. Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peúi sÕra. OmurgalarÕQÕn altÕQÕ görüyorum, omurgalarÕQÕn altÕQÕ. Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri. Dümenleri ne tuhaf suyun içinde ønsanÕn tutup tutup kÕYÕrasÕ geliyor. KöpekbalÕklarÕ geçti gemilerin altÕndan, karÕnlarÕQÕ gördüm a÷ÕzlarÕ da orda. Gemiler úDúÕrdÕlar birdenbire, herhalde köpekbalÕklarÕndan de÷il. DenizaltÕ gemisi bir torpil attÕ, efendim bir torpil. Gemilerin dümenlerine baktÕm: telaúOÕ ve korkaktÕlar. Gemilerin omurgalarÕnda imdat arar gibi bir hal vardÕ, gemiler bir bÕçak darbesinden en yumuúak yerini karnÕQÕ saklamak isteyen insanlara benziyorlardÕ. DenizaltÕlar birden üç oldular, derken, altÕ, yedi, sekiz. Gazgemileri düúmana ateú açarak insanlarÕQÕ ve yüklerini suya döküp saçarak batmaya baúladÕlar. Mazot, gaz, benzin, tutuútu yüzü denizin. Bir alev deryasÕGÕr úimdi yukarda akan, ya÷OÕ ve yapÕúkan bir alev deryasÕ efendim. .ÕpkÕ]Õl, gömgök, kapkara, arzÕn ilk teúekkülü hengamesinden bir manzara. Ve denizin yüzüne yakÕn suyun içi allak bullak. Köpürüp, da÷ÕOÕp parçalanmalar. Yukardan dibe do÷ru inen gazgemisine bak. Gece uykuda gezenler gibi bir hali var: lunatik. Geçti kargaúalÕ÷Õ, girdi deniz dünyasÕQÕn cennetine. Fakat durmadan iniyor. Kayboldu Õslak karanlÕkta. ArtÕk baskÕya dayanamaz, parçalanÕr. ve dire÷i, efendim, bacasÕ yahut nerdeyse yanÕma düúer. Yukarda insanla dolu denizin içi. Bir tortu gibi dibe çöküyorlar tortu gibi çöküyorlar, HacÕbaba. Baú aúD÷Õ, baú yukarÕ, uzanÕp kÕsalÕyor, bir úeyler aranÕyor kollarÕ bacaklarÕ. Ve hiçbir yere, hiçbir úeye tutunamadan onlarda iniyorlar dibe do÷ru. Birden bire bir denizaltÕ düútü yanÕbaúÕma. ParçalanmÕú bir tabut gibi açÕldÕ köprüüstü kaportasÕ ve Münihli Hans Müller dÕúarÕ çÕNÕverdi. 39 ilkbaharÕnda denizaltÕFÕ olmadan önce Münihli Hans Müller Hitler hücum kÕtasÕ altÕncÕ tabur birinci bölük dördüncü mangada sa÷dan üçüncü neferdi. Münihli Hans Müller üç úey severdi: 1-AltÕn köpüklü arpa suyu 2-ùarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna. 3-KÕrmÕ]Õ lahana. Münihli Hans Müller için vazife üçtü: 1-Çakan bir úimúek gibi mafevke selam vermek. 2-Yemin etmek tabancanÕn üzerine. 3-Günde asgari üç çÕIÕt çevirip sövmek sinsilelerine. Münihli Hans Müller'in kafasÕnda, yüre÷inde, dilinde üç korku vardÕ: 1-Der Führer. 2-Der Führer. 3.Der Führer. Münihli Hans Müller sevgisi, vazifesi ve korkusuyla 39 ilkbaharÕna kadar bahtiyar yaúÕyordu. Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli ùarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna'nÕn tereya÷Õ ve yumurta krizinden úikayet etmesine úDúÕyordu. Diyordu ki ona: -Bir düúün Anna, yepyeni bir manevra kayÕúÕ takaca÷Õm, pÕUÕl pÕUÕl çizmeler giyece÷im ben. Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin, balmumundan çiçekler takacaksÕn baúÕna. Tepemizde çatÕlmÕú kÕOÕçlarÕn altÕndan geçece÷iz. Ve mutlak hepsi erkek 12 çocu÷umuz olacak. Bir düúün Anna, tereya÷Õ, yumurta yiyece÷iz diye top, tüfek yapmazsak e÷er yarÕn 12 o÷lumuz nasÕl muharebe eder?

Münihlinin 12 o÷lu muharebe edemediler çünkü do÷amadÕlar, çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce bizzat harbe girdi Hans Müller. Ve úimdi 41 sonbaharÕ sonlarÕnda dibinde Atlanti÷in benim karúÕmda durmaktadÕr. Seyrek sarÕ saçlarÕÕslak, NÕrmÕ]Õ sivri burnunda esef, ve ince dudaklarÕQÕn kÕ\ÕlarÕnda keder. YanÕ baúÕmda durdu÷u halde yüzüme çok uzaklardan bakÕyor, ønsanÕn yüzüne nasÕl bakarsa ölüler. Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yÕ, ve artÕk bir daha arpa suyu içip yiyemeyecek kÕrmÕ]Õ lahanayÕ. Ben bütün bunlarÕ biliyorum, efendim, ama o bütün bunlarÕ bilmiyor. Gözü bir parça yaúOÕ, silmiyor. Cebinde parasÕ var, ço÷alÕp eksilmiyor. Ve iúin tuhafÕ artÕk ne kimseyi öldürebilir ne de kendisi ölebilir bir daha. ùimdi úLúecek birazdan, yükselecek yukarÕya, sular sallayacak onu ve balÕklar yiyecek sivri burnunu.

Ben Hans Müller'e bakÕp, HacÕbaba, bunlarÕ düúünürken yanÕPÕzda peyda oluverdi Liverpul LimanÕndan Harri Tomson. Gazgemilerinden birinde serdümendi. KaúlarÕ ve kirpikleri yanmÕúWÕ. Gözleri sÕmsÕNÕ kapalÕydÕ. ùLúman ve matruútu. Bir karÕVÕ vardÕ Tomson'un: tavan süpürgesi gibi bir kadÕn, tavan süpürgesi gibi, efendim, zayÕf, uzun, titiz, temiz ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz. Bir o÷lu vardÕ Tomson'un: altÕ yaúÕnda bir o÷lan, HacÕbaba, tombul mu tombul, pembe beyaz, sarÕ papa mÕ sarÕ papa. Tuttum Tomson'un elinden. AçmadÕ gözlerini. "-Vefat ettiniz" dedim. "-Evet " dedi, "øngiliz imparatorlu÷u ve hürriyeti için: CanÕm isterse, harp içinde bile Çörçil'e sövmek hürriyeti ve canÕm istemese de aç kalmak hürriyeti u÷runa. Fakat de÷Lúecek hürriyette bu son bahis, harpten sonra artÕk iúsiz ve aç kalacak de÷iliz. PlanÕ hazÕrlÕyor LordlarÕPÕzdan biri. Adalet: ihtilalsiz. Ben øngiliz ømparatorlu÷u'nu da÷Õtmaya gelmedim, dedi Çörçil. Ben de ihtilal çÕkarmaya gelmedim: buna Kenterburi baúpiskoposu bizim tredünyonun reisi ve karÕm razÕ de÷il. Ay bek yur pardÕn. øúte bu kadar, nokta, son." Sustu Tomson. Ve a÷]ÕQÕ açmadÕ bir daha. øngilizler fazla konuúmayÕ sevmezler, hele hümoru seven ölü øngilizler.

Tomson' la Müller'i yanyana yatÕrdÕm. ùLútiler yan yana, yan yana yükseldiler yukarÕ do÷ru. BalÕklar Tomson'u afiyetle yediler, fakat dokunmadÕlar ötekisine, Hans'Õn etiyle zehirlenmekten korktular anlaúÕlan. Hayvan deyip geçme, HacÕbaba, sen de hayvansÕn ama akÕllÕ bir hayvan... Memleketimden ønsan ManzaralarÕndan

Haydarpaúa garÕnda 1941 baharÕnda saat on beú. Merdivenlerin üstünde güneú yorgunluk ve telâú Bir adam merdivenlerde duruyor bir úeyler düúünerek. ZayÕf. Korkak. Burnu sivri ve uzun yanaklarÕQÕn üstü çopur. Merdivenlerdeki adam -Galip Usta- tuhaf úeyler düúünmekle meúhurdur: "Kâat helvasÕ yesem her gün" diye düúündü 5 yaúÕnda. "Mektebe gitsem" diye düúündü 10 yaúÕnda. "BabamÕn bÕçakçÕ dükkânÕndan Akúam ezanÕndan önce çÕksam" diye düúündü 11 yaúÕnda. "SarÕ iskarpinlerim olsa NÕzlar bana baksalar" diye düúündü 15 yaúÕnda. "Babam neden kapattÕ dükkânÕQÕ?" Ve fabrika benzemiyor babamÕn dükkânÕna" diye düúündü 16 yaúÕnda. "Gündeli÷im artar mÕ?" diye düúündü 20 yaúÕnda. "Babam ellisinde öldü, ben de böyle tez mi ölece÷im?" diye düúündü 21 yaúÕndayken. øúsiz kalÕrsam" diye düúündü 22 yaúÕnda. øúsiz kalÕrsam" diye düúündü 23 yaúÕnda. øúsiz kalÕrsam" diye düúündü 24 yaúÕnda. Ve zaman zaman iúsiz kalarak øúsiz kalÕrsam" diye düúündü 50 yaúÕna kadar. 51 yaúÕnda "øhtiyarladÕm" dedi, "babamdan bir yÕl fazla yaúadÕm." ùimdi 52 yaúÕndadÕr. øúsizdir. ùimdi merdivenlerde durup kaptÕrmÕú kafasÕQÕ düúüncelerin en tuhafÕna: "Kaç yaúÕnda ölece÷im? Ölürken üzerimde yorganÕm olacak mÕ?" diye düúünüyor. Burnu sivri ve uzun. YanaklarÕQÕn üstü çopur.

Denizde balÕk kokusuyla Döúemelerde tahtakurularÕyla gelir Haydarpaúa garÕnda bahar Sepetler ve heybeler merdivenlerden inip merdivenlerden çÕNÕp merdivenlerde duruyorlar.

Memleketimi Seviyorum

Memleketimi seviyorum : dÕnarlarÕnda kolan vurdum, hapisanelerinde yattÕm. Hiçbir úey gidermez iç sÕNÕntÕPÕ memleketimin úarkÕlarÕ ve tütünü gibi. Memleketim : Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurúun kubbeler ve fabrika bacalarÕ benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkÕk bÕ\ÕklarÕ altÕndan gülen halkÕPÕn eseridir. Memleketim. Memleketim ne kadar geniú : dolaúmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana. Edirne, øzmir, UlukÕúla, Maraú, Trabzon, Erzurum. Erzurum yaylasÕQÕ yalnÕz türkülerinden tanÕyorum ve güneye pamuk iúleyenlere gitmek için Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye utanÕyorum. Memleketim : develer, tren, Ford arabalarÕ ve hasta eúekler, kavak sö÷üt ve kÕrmÕ]Õ toprak. Memleketim. Çam ormanlarÕQÕ, en tatlÕ sularÕ ve da÷ baúÕ göllerini seven alabalÕk ve onun yarÕm kilolu÷u pulsuz, gümüú derisinde kÕ]ÕltÕlarla Bolu'nun Abant gölünde yüzer. Memleketim : Ankara ovasÕnda keçiler : kumral, ipekli, uzun kürklerin pÕUÕldamasÕ. Ya÷OÕ, a÷Õr fÕndÕ÷Õ Giresun'un. Al yanaklarÕ mis gibi kokan Amasya elmasÕ, zeytin incir kavun ve renk renk salkÕm salkÕm üzümler ve sonra karasaban ve sonra kara sÕ÷Õr ve sonra : ileri, güzel, iyi her úeyi hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazÕr, çalÕúkan, namuslu, yi÷it insanlarÕm yarÕ aç, yarÕ tok yarÕ esir... Menekúa

Bizde bilirdik yâre giderken Menekúe yollamasÕQÕ Ama arkadaúlar açtÕ Yedik menekúe parasÕQÕ

Merhaba Çocuklar

NâzÕm, ne mutlu sana cân ü gönülden, ferah ve emin, «Merhaba,» diyebildin. Sene 940. Aylardan temmuz. AyÕn ilk perúembesi günlerden. Saat : 9. MektuplarÕQÕza böyle mufassal tarih atÕn. Öyle bir dünyada yaúÕyoruz ki en kalÕn kitaptan çok yazÕVÕ var : ayÕn, günün ve saatÕn. Merhaba, çocuklar. Bir geniú bir büyük «Merhaba» demek, sonra bitirmeden sözümü yüzünüze bakÕp gülerek - kurnaz ve bahtiyar - kÕrpmak gözümü... Biz ne mükemmel dostlarÕz ki kelimesiz ve yazÕVÕz anlaúÕUÕz... Merhaba, çocuklar, merhaba cümleten...

Meúgale

Öküzlerimin boynuzlarÕnda aydÕnlanÕrken ortalÕk topra÷Õ sürüyorum sabÕrlÕ bir kibirle oÕplak ayaklarÕmda toprak nemli ve ÕOÕk. Demir dövüyorum ö÷leye kadar NÕrmÕ]Õya boyanÕyor karanlÕk. YapraklarÕnda yeúilin en güzeli, zeytin devúiriyorum ikindi sÕca÷Õnda üstüm baúÕm, yüzüm gözüm ÕúÕk. Her akúam mutlaka misafirim var, kapÕm bütün úarkÕlara alabildi÷ine açÕk. Geleceyin suya diz boyu girip çekiyorum denizden a÷larÕ: \ÕldÕzlarla balÕklar karmakarÕúÕk. Benden sorulur oldu dünyanÕn hali artÕk: insan ve toprak, karanlÕk ve aydÕnlÕk. AnladÕn ya iúim baúÕmdan aúNÕn, beni lafa tutma, gülüm, ben sana aúÕk olmakla meúgulum. Meúin KaplÕ Kitap

YaldÕzlÕ meúin kabÕ ParçalanmÕú kitabÕ Ay altÕnda dün gece Deli bir derviú gibi Mumu sönmüú rahlesi yere devrilmiú gibi Okudum saatlerce

YaldÕzlÕ meúin kabÕn ParçalanmÕú koynunda uyuklayan kitabÕn Çevirdikçe küf kokan her sarÕ yapra÷ÕQÕ SandÕmki eúiyorum bir mezar topra÷ÕQÕ ønce el yazÕlarÕ canlandÕ birer birer

Masallarda çizilen yüzleri gösterdiler øblis bir yÕlan oldu Adem Havvaya kandÕ Kardeúini öldüren lanetli ruhu gördüm Koca yahta bir gemi ummanlarda çalkandÕ Ufuklardan güvercin bekleyen Nuh'u gördüm øsmaili'in topu÷u kumdan çÕkardÕ zemzem Tur-u Sina da Musa kaldÕrdÕ kollarÕQÕ AsasÕQÕ vurunca yarÕGÕ bahr-i kulzem Buldu ben-i øsrail Kudüs'ün yollarÕQÕ Zekeriya zikrini Bir sonsuz aha verdi Do÷du øsa bikrini Meryem Allah'a verdi Kureyú-i Muhammed'e kucak açtÕ Medine Bir ateú mezar oldu kerbela Hüseyin'e

SayÕfalar döndükçe bunlar hep birer birer Do÷rulup devrildiler Ay battÕ güneú do÷du Kalbimde ateú do÷du YaldÕzlÕ meúin kabÕ ParçalanmÕú kitabÕ VarsÕn gömülsün diye bir ebedi uykuya AttÕm kör bir kuyuya

YazÕk yazÕk bizeki asÕrlarca aldandÕk KaranlÕkta çizilen izleri görmek için Görüp yüz sürmek için YazÕk yazÕk bizeki bir çÕra÷ gibi yandÕk Ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet ÇlÕúan esirlere øsa, Musa, Muhammet Sade bir satÕr dua bir tütsü buhur verdi Masal cennetlerinin yollarÕQÕ gösterdi Ne beú vaktin ezanÕ ne anjelüs çanlarÕ Zincirden kurtarmadÕ yoksul çalÕúanlarÕ Yine biz köleleriz efendilerimiz var Yine her melun taúÕ yosunlanmÕú bir duvar Esir efendi diye koymuú da adlarÕQÕ øki bahta ayÕrmÕú arzÕn evlatlarÕQÕ

Efendi iúletiyor esir iúliyor gene Yine efendilerin gümüúlü sofrasÕndan Kar gibi ekme÷inden úarap dolu tasÕndan .ÕUÕntÕ artÕk bile düúmüyor iúleyene Yine biz esir geçen her günün akúamÕnda Eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz Gece ya÷mur inlerken evimizin damÕnda IsÕnabilmek için güneúi bekler gibi Birbirine sokulan hasta köpekler gibi <ÕrtÕk yorganÕPÕ]Õn altÕnda titriyoruz Çiftimiz balyozumuz sonsuz çalÕúmamÕzla AsÕrlardÕr ba÷UÕnda inleyen kazmamÕzla Heyecana geldide kara topra÷Õn kalbi Kendini teslim eden taze bir kadÕn gibi Çiçeklerle donandÕ dünya isimli a÷aç Biz bu a÷acÕPÕ]Õn dibinde ölürken aç Efendiler gösterip sÕUÕtan diúlerini Birer birer topluyor bütün yemiúlerini

Efendiler a÷alar evliyalar keúLúler Ebedi karanlÕ÷Õn bo÷ulsun kollarÕnda ArtÕk temiz ruhlarÕn aydÕnlÕk yollarÕnda Sade bir din bir hak bir kanun varsa O da iúleyen diúliler

Mevlana

Silindi gönülden acÕ Kalbe mubabbette buldum ilacÕ Ben de müridinim iúte Mevlana Ebede set çeken zulmeti deldim $úNÕ içten duydum, arúa yükseldim Kalpten temizlendim, huzura geldim Ben de müridinim iúte Mevlana

Mikrokozmoz

Gözüme altÕn bir damla gibi akan yÕldÕ]Õn ÕúÕ÷Õ ilk önce boúlukta deldi÷i zaman karanlÕ÷Õ Toprakta gö÷e bakan Bir tek göz bile yoktu <ÕldÕzlar ihtiyardÕlar Toprak çocuktu...

<ÕldÕzlar bizden uzaktÕr ama ne kadar uzak, ne kadar uzak YildÕzlarÕn arasÕnda topra÷ÕPÕz ufaktÕr ama ne kadar ufak, ne kadar ufak..

Ve Asya ki toprakta beúte birdir Ve Asya'da bir memlekettir Hindistan Kalküta Hindistan'da bir úehirdir Benerci Kalküta'da bir insan..

Ve ben, haber veriyorum ki size Hindistan'in Kalküta úehrinde bir insanÕn yolu üstünde durdular Yürüyen bir insani zincire vurdular...

Ve ben, tenezzül edip baúÕPÕÕúÕklÕ boúluklara kaldÕrmÕyorum <ÕldÕzlar uzakmÕú Toprak ufakmÕú Umurumda de÷il AldÕrmÕyorum...

Bilmiú olun ki benim için daha hayret verici, daha kudretli daha esrarlÕ ve kocamandÕr Yolu üstünde durulan Zincire vurulan Insan.

Mor Menekúe, Aç Dostlar, Ve AltÕn Gözlü Çocuk

Abe úair, bizim de bir çift sözümüz var «aúka dair.» O meretten biz de çakarÕz biraz.. Deli çÕ÷OÕklar atÕp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti yaz sarÕ tahta vagonlarÕ ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi. Halbuki ben istiyordum ki gelsin o kÕrmÕ]Õ bakÕr bakracÕnda bana sÕcak süt getiren gibi... Fakat neylersin, yaz böyle gelmedi, yaz böyle gelmiyor, böyle gelmiyor, hay anasÕQÕ... úey!.. EEEEEEEEEY... kÕ]Õm, annem, karÕm, kardeúim sen baúÕnda güneúler esen altÕn gözlü çocuk, altÕn gözlü çocu÷um benim; deli çÕ÷OÕklar atÕp avaz avaz burnumun dibinden gelip geçti de yaz, ben, bir demet mor menekúe olsun getiremedim sana! Ne haltedek, dostlarÕn karnÕ açtÕ kÕydÕk menekúe parasÕna!

Moskova'dayÕm

Dört gün sonra Moskova'dayÕm Bu ayrÕOÕk da hele úükür bitiyor dönüyorum Bu ayrÕOÕk da ya÷murlu bir yol gibi arkada kalacakl Yeni ayrÕcalÕklar gelecek YenÕ kuyulara inece÷im Bir yerlere gidip dönece÷im Koúaca÷Õm soluk solu÷a yeni dönüúlere Sonra ne Berlin ne de Tanganika Hiçbiryere de÷il gidece÷im hiçbir yere Ne vapur ne tren nede uçakla dönmek mümkün olmayacak Benden mektupta telgrafta gelmeyecek Sana telefonda edemeyece÷im

Sesime yumuúacÕk gülmeyeceksin Benden haberde alamayacaksÕn KalacaksÕn bir baúÕna

Dört gün sonra Moskova'dayÕm Berlin günlük güneúlik Ama içimde büyük ayrÕOÕ÷ÕPÕ]Õn gecesi øçinde acÕVÕ bensizli÷inin øçimde yanlÕzlÕ÷ÕQÕn.....

Mukaddes KarÕn

Sen ey kÕrmÕ]Õ gözlü ana, Sen ey kahredip yaratan, Sen ey köprü altlarÕnda sularlayan yana yatan. Sen ey yangÕnlÕ meydanlarÕn sesi.. Sen ey úiirlerin úiiri, bestelerin bestesi.. Sen ey kardeúim sen ey kahrolasÕ sen ey dara÷açlÕk. Sen ey her úey, sen ey AÇLIK!!! dÕplak ayaklarÕna alnÕPÕ koyar andederim ki, derim ki: DÖöhùECEöøM, benim, bizim, onun, onlarÕn de÷il SENøN mukaddes karnÕn doyana kadar...

Münevverin Do÷um Günü

Yapraklara dallara, yeúillere, allara, nice nice yÕllara gülüm, nice nice yÕllara. Yaprak dala, al yeúile yaraúÕr, gayrÕ bundan böyle vermem seni ellere...

NasÕlsÕn

øyi günlerimde çok eller uzanÕr ellerime, Resmimi, suratÕPÕ baú köúeye asarlar... Fakat demir kapÕlarÕn her kapanÕúÕnda üzerime, ArdÕnda taú duvarlarÕn her kaldÕ÷Õm zaman, Ne arayan beni, ne soran...

Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle oldu÷u... Minnetim ve borçlulu÷um yalnÕz sana kalsÕn. øyi günlerimde benim unuttu÷um insan eli NasÕlsÕn?...

NazÕm'dan Köpe÷ine

Köpe÷imin adÕùeytan'dÕ, (dÕ) 'lÕk adÕyla ilgili de÷il, adÕna bir úey olmadÕ. AdÕna benzemezdi de. ùeytanlar zalim olur, zalimler; yalancÕ kurnaz, ama zalimler akÕllÕ olmaz. Köpe÷im akÕllÕydÕ.

Biraz da ben öldürdüm köpe÷imi, bakmasÕQÕ bilemedim. BakmasÕQÕ bilemezsen a÷aç bile dikme. Elinde kuruyan a÷aç dert olur adama. Yüzmek suda ö÷renilir, diyeceksin. Do÷ru. Bo÷ulursan bir sen bo÷ulursun ama.

Kaç sabahtÕr uyuyamÕyorum, dinliyorum ortalÕ÷Õ, kapÕPÕ tÕrmalayan yok. $÷lamak geliyor içimden, D÷layamadÕ÷Õm için utanÕyorum.

ønsan gibiydi. HayvanlarÕn ço÷u insan gibidir, hem de iyi insan gibi.

KalÕn boynu kÕldan inceydi dostlu÷un buyru÷unda. Hürriyet'i diúleri ile bacaklarÕndaydÕ, nezaketi tüylü uzun kuyru÷unda.

Göresimiz gelirdi birbirimizi. En büyük iúlerden konuúurdu: açlÕktan, tokluktan, sevdalardan. (...... )

Bugün gölgede otuz sekiz. Ormana bakÕyorum balkondan.

Nerden Gelip Nereye Gidiyoruz

BaúlangÕç Do÷rultup belimizi kalktÕ÷ÕPÕzdan beri iki ayak üstüne, kolumuzu uzunlaúWÕrdÕ÷ÕPÕzdan beri bir lobut boyu ve taúÕ yonttu÷umuzdan beri yÕkan da, yaratan da biziz, \Õkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaúanasÕ dünyada. ArkamÕzda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlÕ, arkamÕzda kalan yollarda ulu uyumlarÕ aklÕPÕ]Õn, ellerimizin, yüre÷imizin, toprakta, taúta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pÕlastikte. KanlÕ ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran? Bir cehennem çÕkmazÕnda mÕ sona erecek önümüzdeki yollar? 1 ÇocuklarÕn avuçlarÕnda günlerimiz sÕra bekler, günlerimiz tohumlardÕr avuçlarÕnda çocuklarÕn, çocuklarÕn avuçlarÕnda yeúerecekler. Çocuklar ölebilir yarÕn, hem de ne sÕtmadan, ne kuúpalazÕndan, düúerek de de÷il kuyulara filân; çocuklar ölebilir yarÕn, çocuklar sakallÕ askerler gibi ölebilir yarÕn, çocuklar ölebilir yarÕn atom bulutlarÕQÕn ÕúÕ÷Õnda arkalarÕnda bir avuç kül bile de÷il, arkalarÕnda gölgelerinden baúka bir úey bÕrakmadan. Negatif resimcikler boúlu÷un karanlÕ÷Õnda. .Õrematoryum, kÕrematoryum, kÕrematoryum. Bir deniz görüyorum ölü balÕklarla örtülü bir deniz. Negatif resimcikler boúlu÷un karanlÕ÷Õnda, yaúanmamÕú günlerimiz çocuklarÕn avuçlarÕyla birlikte yok olan. 2 Bir úehir vardÕ. Yeller eser yerinde. Beúúehir vardÕ. Yeller eser yerinde. Yüz úehir vardÕ. Yeller eser yerinde. Yok olan úehirlere úiirler yazÕlmayacak, úair kalmayacak ki. Pencerende bir sokak bulvarlÕ. Odan sÕcak. Ak yastÕkta üzüm karasÕ saçlar. Adamlar paltolu, a÷açlar karlÕ. Penceren kalmayacak, ne bulvarlÕ sokak, ne ak yastÕkta üzüm karasÕ saçlar, ne paltolu adamlar, ne karlÕ a÷açlar. Ölülere a÷lanmayacak, ölülere a÷layacak gözler kalmayacak ki. Eller kalmayacak. Negatif resimcikler dallarÕn altÕndaki yok olmuú olan dallarÕn altÕndaki. Yok olmuú olan dallarÕn üstünden o bulutlardÕr geçen. Güneye götürmeyin beni, ölmek istemiyorum... Ölmek istemiyorum, Kuzeye götürmeyin beni... BatÕya götürmeyin beni, ölmek istemiyorum... Ölmek istemiyorum, Do÷uya götürmeyin beni... %ÕrakmayÕn beni burda, götürün bir yerlere. Ölmek istemiyorum, ölmek istemiyorum. O bulutlardÕr geçen yok olmuú olan dallarÕn üstünden. 3 Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarÕPÕzla iki milyardan artÕ÷Õz, kadÕn, erkek, çoluk çocuk. Ekmek hepimize yetmiyor, kitap da yetmiyor, ama keder diledi÷in kadar, yorgunluk da göz alabildi÷ine. Hürriyet hepimize yetmiyor. Hürriyet hepimize yetebilir ve sevda kederi, hastalÕk kederi, ayrÕOÕk kederi, kocalmak kederinden gayrÕVÕ aúmayabilir eúL÷imizi. Kitap hepimize yetebilir. OrmanlarÕnki kadar uzun olabilir ömrümüz. Yeter ki bÕrakmayalÕm, yaúanmamÕú günlerimiz yok olmasÕn çocuklarÕn avuçlarÕyla birlikte, boúlu÷un karanlÕ÷Õna çÕkmasÕn negatif resimcikler, yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüúebilmek için yaúayabilelim.

Ça÷ÕUÕ TanrÕ ellerimizdir, TanrÕ yüre÷imiz, aklÕPÕz, her yerde var olan TanrÕ, toprakta, taúta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pÕlastikte ve bestecisi sayÕlarda ve satÕrlarda ulu uyumlarÕn. ønsanlar sizi ça÷ÕUÕyorum : kitaplar, a÷açlar ve balÕklar için, bu÷day tanesi, pirinç tanesi ve güneúli sokaklar için, üzüm karasÕ, saman sarÕVÕ saçlar ve çocuklar için. ÇocuklarÕn avuçlarÕnda günlerimiz sÕra bekler, günlerimiz tohumlardÕr avuçlarÕnda çocuklarÕn, çocuklarÕn avuçlarÕnda yeúerecekler.

Neyi Bildirir SayÕlar sayÕlar bebelerin kundaklarÕ sayÕlar tabutlarÕúehirlerin öldürülmüú öldürülebilecek olan sayÕlar yaklaúan bir úeyleri bildirir sayÕlar bildirir uzaklaúan bir úeyleri nedir yaklaúan bize bizden uzaklaúan nedir dünya savaúÕ: I dünya savaúÕ: II 14'ten 18'e 39'dan 45'e 10 yÕl 54 milyon ölü 49 milyon sakat ölülerle sakatlarÕn memleketi 103 milyon nüfuslu bir memleket ve ayrÕca öksüzleri delileri yanÕk taúlarÕyla ve gidenlerden biri evimizdendi gitti dönmedi bir daha 19'unda mÕydÕ 40'Õnda mÕydÕ aklÕmda kalmamÕú döndü iki gözü kör gök gözlü müydü kara gözlü müydü aklÕmda kalmamÕú döndü dizkapa÷Õndan kesik sol baca÷Õ döndü ve kapÕVÕQÕ bulamadÕ evinin 14'ten 18'e 39'dan 45'e 10 yÕl 54 milyon ölü 49 milyon sakat yeryüzünde yuvarlak hesap ve úimdilik 2,5 milyarÕz % 80'imiz aç diúlerimiz dökülüyor diúetlerimiz yara içinde ölü derilerimiz çatlak hele çocuklarÕPÕz sallanan koca kafalarÕ NÕUÕú kÕUÕú yüzlerinde kederli iri gözleriyle ve e÷ri bü÷rü incecik bacaklarÕ üstünde karÕnlarÕ davul gibi yeryüzünde yuvarlak hesap ve úimdilik 2,5 milyarÕz % 80'imiz aç \Õl 1962 62 yÕOÕnda 2 avcÕ uça÷ÕQÕ sofraya koysak çevirsek ete ekme÷e úaraba salataya 40 milyon insan doyasÕya yer içer 40 milyon kediye de artar ekmekten etten kediler salata yemez úarap içmez kedileri ben kattÕm ziyafete balistik füzeleri filimlerde seyrettim 2 balistik füze yakÕp kül eder 150 kitaplÕ÷Õ daha kurulmadan onlar belki benim kitabÕm da vardÕr içinde 62 yÕOÕnda bombardÕman uçaklarÕQÕ gördünüz mü son modellerini 2 bombardÕman uça÷Õ 4 sa÷OÕk evini yükler yanÕna bombalarÕQÕn temeli daha atÕlmamÕú 4 sa÷OÕk evini koskoca pÕUÕl pÕUÕl ve yataklarÕ röntgenleri umutlarÕyla 62'de atomlu atomsuz silahlanma yarÕúÕ 12 milyar dolar yÕlda 10 yÕlda 120 bin milyar

\ÕldÕzlarÕn sayÕVÕna yakÕn mÕ bilmem 120 bin milyar yahut 150 milyon yapÕlmamÕú ev yapÕlabilecek ama yapÕlmamÕú ev 150 milyon ev hayaleti 5 odalÕ akarsulu elektrikli banyolu kapÕlarÕ merdivenleri pencereleri 150 milyon evin güneú do÷arken camlarÕ gölgeleri akúamüstü balkonlarÕ ayÕúÕ÷Õnda ayÕQÕn ini var sümüklü böce÷in kabu÷u bizimse bu iúte halimiz ortada bir adam tanÕUÕm iki elli iki ayaklÕ kaytan kara bÕ\ÕklÕ otuzuna bastÕ bu yÕl iki o÷lundan biri yedisinde öbürü altÕ aylÕk anasÕ karÕVÕ kaynatasÕ ve bir foto÷raf askerlikte çekilmiú ya kendisinin ya rahmetli babasÕQÕn ya kaynatasÕQÕn ve bir le÷en ve bir göz oda

150 milyon ev bu evlerden bir teki odalarÕ kapÕlarÕ akarsuyu ve yemek masasÕ bu evin 62'de atomlu atomsuz silahlanma yarÕúÕ 120 milyar dolar yÕlda 10 yÕlda 120 bin milyar dolar yahut 150 milyon yapÕlmamÕú ev yapÕlabilecek ama yapÕlamamÕú tanÕGÕ÷Õm adamÕnki de içinde balkonunda ayÕúÕ÷Õ 62'de atomlu atomsuz silahlanma yarÕúÕ 120 milyar dolar yÕlda yahut yuvarlak hesap 1 milyar ölü adayÕ ve ölüme hazÕr en azdan yarÕVÕ bütün topraklarÕn yarÕVÕ bütün a÷açlarÕn balÕklarÕn bütün ya÷murlarÕn ve ana rahmine düúenlerin en azdan yarÕVÕ ölüme hazÕr tepeden tÕrna÷a silahsÕzlansak 63'de mi olur 65'te mi artÕk atomlu atomsuz silahsÕzlansak bütün iklimlerde ve insanca iúlesek yeryüzü nimetlerini ço÷altsak onlarÕ ¼ kazÕrdÕk açlÕ÷Õn kökünü üç ayda diúlerimiz dökülmez olur kanamaz diúetlerimiz hele çocuklarÕPÕz keder silinir gözlerinden H÷ri bü÷rü bacaklarÕ do÷rulur iner úLú karÕnlarÕ neyi bildirir sayÕlar neyi bildirmeli yaklaúan nedir size uzaklaúan nedir bizden.

Nikbinlik

Güzel günler görece÷iz çocuklar, güneúli günler göre- -ce÷iz... MotorlarÕ maviliklere sürece÷iz çocuklar, ÕúÕklÕ maviliklere süre- -ce÷iz... AçtÕk mÕydÕ hele bir son vitesi, adedi devir. Motorun sesi. Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir ne harikûlâdedir 160 kilometre giderken öpüúmesi... Hani úimdi bize cumalarÕ, pazarlarÕ çiçekli bahçeler vardÕr, yalnÕz cumalarÕ yalnÕz pazarlarÕ.. Hani úimdi biz bir peri masalÕ dinler gibi seyrederiz ÕúÕklÕ caddelerde ma÷azalarÕ, hani bunlar 77 katlÕ yekpare camdan ma÷azalardÕr. Hani úimdi biz haykÕUÕUÕz Cevap: açÕOÕr kara kaplÕ kitap: zindan.. KayÕú kapar kolumuzu kÕUÕlan kemik kan. Hani úimdi bizim soframÕza haftada bir et gelir. Ve çocuklarÕPÕz iúten eve sapsarÕ iskelet gelir.. Hani úimdi biz.. ønanÕn: güzel günler görece÷iz çocuklar güneúli günler göre- -ce÷iz. MotorlarÕ maviliklere sürece÷iz çocuklar, ÕúÕklÕ maviliklere süre- -ce÷iz.....

Niyazalant Sömürgesi

Afrika, Niyazalant sömürgesi. Saat sabahÕn dördü. Dipçikler kapÕlarÕ dövdü ve iúte foto÷raf: Zenci kardeúlerim bir don bir gömlek ve ayaklarÕ çÕplak ve pembe avuçlu elleri kÕYÕrcÕk baúlarÕQÕn üzerinde dizilmiúler duvar diplerinde.

7ÕpkÕ bizim gibi, bizim de dipçikle dövüldü kapÕlarÕPÕz, bizim de ellerimiz havada, ayaklarÕPÕz çÕplak, ama bizde de bize ba÷OÕ duvar diplerinde esir kalÕp kalmamak.

O'nun Do÷Xúu ve Demirhane BacasÕ

Demirhane bacasÕ ki ya÷murda ümitsiz ve müntekim dururdu. Ve rüzgâr ki kendini kaldÕUÕp kaldÕUÕp demirhane bacasÕna vururdu. Ve siyah bir yelken gibi gece rüzgârdayken, sahip de÷ilken a÷açlar dallarÕna, kuúlar kanatlarÕna, ve çekerken karanlÕktan yÕldÕUÕmlarÕ toprak, insanlar ve âletler bÕrakÕp kaldÕUÕmlarÕ derin uykulardayken bir zemin katÕnda bir çocuk do÷du. <ÕldÕzlar teker teker deste deste yandÕlar. <ÕldÕzlar, onun çocuk gözleri gibi aydÕnlÕk ferah veren kerim olandÕlar... Demirhane bacasÕ ÕúÕ\Õp gülümsedi, dedi : « - Zemin katÕnda do÷an bil ki o dur. Rehber ve delil ki o dur. Fikri derin, úefkati gani, gazabÕ yamandÕr, âletsizlerin o÷lu, âletsizlere âlet verecek olandÕr. O, onlarÕn içinde, onlarÕn önünde o, matem gecesinde, kavga yerinde, bayram gününde o. Ve o her yanÕndan ana kuca÷Õ gibi saracaktÕr onlarÕ. Ona ram olacak dört kadim unsur : âteú ve toprak, rüzgâr ve ya÷mur. Ve körler hikâyesinin son babÕQÕ o, tekmil ettirecektir. YazacaktÕr insano÷lu öz kitabÕQÕ bilerek isteyerek.» Sustu demirhane bacasÕ. Söküyor úafak.

O ve AksakallÕlar

Yeúil selviler, beyaz mezar taúlarÕ ve elyazma kitaplar vardÕ manzarada. Gün akúama yakÕndÕ ve durgundu. Bir yemiú sofrasÕQÕn baúÕnda ba÷daú kurmuú gibi oturmuúlardÕ etrafÕna ibret aynasÕQÕn. AksakallarÕ bilgin, gözleri genç, elleri yorgundu, ilhamlÕ, vahim ve dalgÕndÕlar. O, birdenbire meclise geldi dedi : «- øbret aynasÕndan bakÕp çubuklarÕQÕ yakÕp úerh ü izah edenler. De÷Lúmekte olanÕ görüp içine girip de÷Lútirmektir hüner. Ve sanmayÕn ki de÷Lúen baúÕ boú bir oktur, kanunu ve nizamÕ yoktur. Ben, bilip bildiririm ki : Rab ve kitap ve saçÕ rüzgârda uçan «kahraman» de÷il, (karanlÕk orman, tuzlanmamÕú deri, budaklÕ lobut ve taú baltadan beri) Onlar'dÕr büyük macerayÕ yapan. Onlar ki toprakta karÕnca suda balÕk havada kuú kadar çokturlar. Korkak, cesur cahil, hakîm ve çocukturlar. Ve kahreden yaratan ki Onlar'dÕr, úarkÕlarÕmda yalnÕz Onlar'Õn maceralarÕ vardÕr...»

Orada TanÕGÕklarÕm

Bir kafes. Bir kanarya kuúu. SarÕ kanatlarÕn tellere vuruúu. Kitaplar, kitaplar, Puúkinden Mayakofskiye kadar úiir kitaplarÕ.. Kitaplar, kitaplar, Felsefe - Diyalektik Materyalizm. øktisat - Dört cilt Kapital. Bir keman - yeni do÷muú bir çocuk gibi yatÕyor kutusunda. Pencere açÕk. 'Õúarda úehir - ayÕúÕklÕ uykusunda... Gözler. Kocaman, berrak, iri, iki mavi damla gibi gözleri.. Kumral NÕYÕrcÕk bir sakal. Yüzü beyaz... Pencere açÕk. Gece. Yaz.... Odada ikimiz. Konuúuyor o: -'østerdim ki ben, ùarkÕlarÕPÕ söylesinler benim el ele tutuúup dönerken çocuk bahçelerinde çocuklarÕPÕz.. Duydu÷um seslerin en güzelidir - bir yaz gecesi - dizimde yatan bir çocu÷un bana yÕldÕzlarÕ soruúu..' Bir kafes. Bir kanarya kuúu. Bir keman - yeni do÷muú bir çocuk gibi yatÕyor kutusunda. Pencere açÕk. 'Õúarda úehir - ayÕúÕklÕ uykusunda. Odada ikimiz. Konuúuyor o: -'østerdim ki ben, bir kitap bekçisi olayÕm camlarÕ güneúli bir kitap evinde. Duydu÷um zevklerin en doyulmazÕGÕr - \ÕldÕzlÕ cenup denizlerinin alevinde sabahlar gibi sevilen bir kitap baúÕnda sabahlamak....' Kitaplar, kitaplar, Puúkinden Mayakofskiye kadar úiir kitaplarÕ. Felsefe - Diyalektik Materyalizm. øktisat - Dört cilt Kapital. Gözler. Kocaman, berrak, iri, iki mavi damla gibi gözleri. Duvarda bir tabanca - N A G A N T .. Pencere açÕk. 'Õúarda yaz. Gözler. Yüzü beyaz. økimiz. Konuúuyor o: -'Öldürüyorum. Öldürüyorum. Öldürüyorum. Boúalan bir çuval gibi devrildiklerini görüyorum. øú a÷Õr. Fakat....' Duvarda bir tabanca - N A G A N T .. økimiz. Konuúuyor o: -'Kalbini, kellesini, ba÷UÕQÕ - TEK KELøME - inkilaba verenler taúÕrlar bizde yükün en a÷ÕUÕQÕ. Öldürüyorum. Devrildiklerini görüyorum... Halbuki ben çocuklarÕPÕz el ele tutuúup dönerken úarkÕlarÕPÕ.... Ben.. Bir kitap evinde... <ÕldÕzlÕ cenup denizlerinin alevinde sabahlar gibi sevilen bir kitap baúÕnda sabahlayÕm...' Yüzü beyaz. Pencere açÕk. Gece. Yaz..

Orada TanÕGÕklarÕm 2

-"NazÕm yoldaú benim kÕ]Õm beú yaúÕnda. Benim kÕ]ÕPÕn annesi 1922 senesi. Benim kÕ]Õm dinledi ilk duvarcÕ türküsünü kurdu÷umuz yapÕQÕn. YapÕ yükseldi yapÕ büyüdü. Yeni yapÕda yeni dokumacÕlar yeni renklerle yeni kumaúlar dokuyor. Benim kÕ]Õm büyüdü, Benim kÕ]Õm Alfabe okuyor. Ben büyüdüm felsefe okuyorum....." Bir masa. BaúÕnda masanÕn beyaz keten elbiseli Tavariú Marusa. Duvarlarda foto÷raflar, bakÕyorlar insana rüya görür gibi. Duvarlarda foto÷raflar - bir fabrika avlusunda çekilmiú bazÕlarÕ, üzerinde bazÕVÕQÕn Mogol, Uygur, Çin, Latin, Rus, Tatar yazÕlarÕ.... Bir masa Üstünde masanÕn mavi bir Ukranya kasesi. Karanfiller. Marusa'nÕn sesi: -"Sene 918. =ÕrhlÕ trenle Kiyefe gitmedeyiz. .Õú. Gece. Kar. AyÕn içinden bir manzara gibi Ukranya stepleri karÕn altÕnda yatÕyorlar. Havada tek bir insan sesi yok. DünyanÕn üstünde donmuú bir dünya gibi susan havada yalnÕz tekerleklerin úarkÕVÕ. .Õú. Gece. Kar. Vagonda bizimkiler uyuyorlar. KapÕ açÕk. <ÕldÕzlar düúüyor içeriye. øpekli bir kumaú yÕrtar gibi yürüyor yÕrtarak geceyi tren. Uyuyor bizimkiler. Bekliyorum ben Mahnodan esir alÕnan iki köylü neferi. <ÕldÕzlar düúüyor içeriye. Gözlerime yalvarÕyor esirlerin gözleri: -"BÕrak bizi EÕrak bizi EÕrak... Aç gözlerle aç öküzler bekliyor bizi. Bekliyor bizi toprak. %Õrak bizi EÕrak..." KapÕ açÕk. <ÕldÕzlar düúüyor içeriye. Öldürebilirim, yalvaran gözlere bakamam. BaúÕPÕ çevirdim geriye.. Ve tekrar baktÕ÷Õm zaman karÕn üstünde iki korkuydu kaçan. Diz büktüm. Mavzer. Geçti bir saniye. "BÕrak bizi" Üç saniye.. "Aç gözlerle aç öküzler" Dört saniye.. "Bekliyor bizi toprak" Beú, altÕ, yedi.. Namluda arpacÕk titredi. Geçiyor saniyeler. Mavzer. KaçanlarÕn peúinden altÕ fiúenk yaktÕm. Ve hiçbiri de÷medi hedefe. NasÕl oldu bu? Gökte uçan turnayÕ gözünden vuran kadÕn, vuramadÕn... VurmalÕydÕm ama.. Kavgada düúmanÕn aile ismi sorulmaz. ønkÕlabÕn nöbetinde dolaúÕk yumak gibi bir yürekle durulmaz...... Õú. Gece. Kar. HatÕralar.. HatÕralar...... Köyden yoldaúlar göndermiú Ukranya ekme÷i yemez misiniz?" Beyaz keten bir örtü. Tombul esmer bir Ukranya ekme÷i. ÇavdarlÕ bir yaz kokusu esmer ekmekte.. Masa. BaúÕnda masanÕn beyaz keten elbiseli Tavariú Marusa.....

Orkestra

Bana bak! Hey! Avanak! Elinden o zÕUÕltÕ\Õ bÕraksana! Sana, üç telinde üç sÕska bülbül öten üç telli saz yaramaz! Bana bak! Hey! Avanak! Üç telinde üç sÕska bülbül öten üç telli saz da÷larla dalgalarla kütleleri ileri atlatamaz! Üç telli saz yata÷ÕQÕ de÷Lútirmek isteyen nehirlerden:- köylerden, úehirlerden aldÕ÷Õ hÕzla, milyonlarla a÷]Õ bir tek a÷Õzla güldüremez! A÷latamaz! hey! hey! üç telli sazÕn üç telinde öten üç sÕska bülbül öldü acÕndan. Onu attÕm köúeye! hey! hey! üç telli sazÕn a÷acÕndan deli tiryakilere içi afyon lüleli bir çubuk yaptÕlar! Hey! Hey! Da÷larla dalgalarla, da÷ gibi dalgalarla dalga gibi da÷-lar-la baúladÕ orkestram! Hey! Hey! $÷Õr sesli çekiçler sa÷Õr örslerin kula÷Õna Hay-kÕr-dÕ!. Sabanlar güleúiyor tarlalarla, tarlalarla! Coútu çalgÕFÕ baúÕ, esiyor orkestram da÷larla dalgalarla, da÷ gibi dalgalarla, dalga gibi da÷-lar-la.

Otobiyografi

1902'de do÷dum do÷du÷um úehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaúÕmda Halep'te paúa torunlu÷u ettim on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite ö÷rencili÷i NÕrk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konuklu÷u ve on dördümden beri úairlik ederim kimi insan otlarÕn kimi insan balÕklarÕn çeúidini bilir ben ayrÕOÕklarÕn kimi insan ezbere sayar yÕldÕzlarÕn adÕQÕ ben hasretlerin hapislerde de yattÕm büyük otellerde de açlÕk çektim açlÕk gÕrevi de içinde ve tatmadÕ÷Õm yemek yok gibidir otuzumda asÕlmamÕ istediler NÕrk sekizimde BarÕú madalyasÕQÕn bana verilmesini verdiler de otuz altÕmda yarÕm yÕlda geçtim dört metre kare betonu elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum PÕra÷'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun baúÕnda 924'de 961'de ziyaret etti÷im anÕtkabri kitaplarÕGÕr partimden koparma÷a yeltendiler beni sökmedi \ÕNÕlan putlarÕn altÕnda da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaúla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sÕrtüstü bekledim ölümü sevdi÷im kadÕnlarÕ deli gibi kÕskandÕm úu kadarcÕk haset etmedim ùarlo'ya bile aldattÕm kadÕnlarÕPÕ konuúmadÕm arkasÕndan dostlarÕPÕn içtim ama akúamcÕ olmadÕm hep alnÕPÕn teriyle çÕkardÕm ekmek paramÕ ne mutlu bana baúkasÕQÕn hesabÕna utandÕm yalan söyledim yalan söyledim baúkasÕQÕ üzmemek için ama durup dururken de yalan söyledim bindim tirene uça÷a otomobile ço÷unluk binemiyor operaya gittim ço÷unluk gidemiyor adÕQÕ bile duymamÕú operanÕn ço÷unlu÷un gitti÷i kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri camiye kiliseye tapÕna÷a havraya büyücüye ama kahve falÕma baktÕrdÕ÷Õm oldu yazÕlarÕm otuz kÕrk dilde basÕOÕr Türkiye'mde Türkçemle yasak kansere yakalanmadÕm daha yakalanmam da úart de÷il baúbakan filân olaca÷Õm yok meraklÕVÕ da de÷ilim bu iúin bir de harbe girmedim VÕ÷Õnaklara da inmedim gece yarÕlarÕ yollara da düúmedim pike yapan uçaklarÕn altÕnda ama sevdalandÕm altmÕúÕma yakÕn sözün kÕsasÕ yoldaúlar bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaúadÕm diyebilirim ve daha ne kadar yaúarÕm baúÕmdan neler geçer daha kim bilir.

Ölçü

Sevdi÷in müddetçe ve sevebildi÷in kadar, sevdi÷ine her úeyini verdi÷in müddetçe ve verebildi÷in kadar gençsin.

Ölüme Dair

Buyrun, oturun dostlar, hoú gelip sefalar getirdiniz. Biliyorum, ben uyurken hücreme pencereden girdiniz. Ne ince boyunlu ilâç úLúesini ne kÕrmÕ]Õ kutuyu devirdiniz. Yüzünüzde yÕldÕzlarÕn aydÕnlÕ÷Õ baúucumda durup el ele verdiniz. Buyrun, oturun dostlar hoú gelip sefalar getirdiniz. Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakÕOÕyor? Osman o÷lu Hâúim. Ne tuhaf úey, hani siz ölmüútünüz kardeúim. østanbul limanÕnda kömür yüklerken bir øngiliz úilebine, kömür küfesiyle beraber ambarÕn dibine... ùilebin vinci çÕkartmÕúWÕ nâúÕQÕ]Õ ve paydostan önce yÕkamÕúWÕ kÕpkÕrmÕ]Õ kanÕQÕz simsiyah baúÕQÕ]Õ. Kim bilir nasÕl yanmÕúWÕr canÕQÕz... Ayakta durmayÕn, oturun, ben sizi ölmüú zannediyordum, hücreme pencereden girdiniz. Yüzünüzde yÕldÕzlarÕn aydÕnlÕ÷Õ hoú gelip sefalar getirdiniz... Yayalar-köylü Yakup, iki gözüm, merhaba. Siz de ölmediniz miydi? Çocuklara sÕtmayÕ ve açlÕ÷Õ bÕrakÕp çok sÕcak bir yaz günü yapraksÕz kabristana gömülmediniz miydi? Demek ölmemiúsiniz? Ya siz? Muharrir Ahmet Cemil? Gözümle gördüm tabutunuzun topra÷a indi÷ini. Hem galiba tabut biraz kÕsaydÕ boyunuzdan. Onu bÕrakÕn Ahmet Cemil, vazgeçmemiúsiniz eski huyunuzdan, o ilâç úLúesidir rakÕúLúesi de÷il. Günde elli kuruúu tutabilmek için, yapyalnÕz dünyayÕ unutabilmek için ne kadar çok içerdiniz... Ben sizi ölmüú zannediyordum. Baúucumda durup el ele verdiniz, buyrun, oturun dostlar, hoú gelip sefalar getirdiniz... Bir eski Acem úairi : «Ölüm âdildir» - diyor,- «aynÕ haúmetle vurur úahÕ fakiri.» Hâúim, neden úDúÕyorsunuz? Hiç duymadÕQÕz mÕydÕ kardeúim, herhangi bir úahÕn bir gemi ambarÕnda bir kömür küfesiyle öldü÷ünü?... Bir eski Acem úairi : «Ölüm âdildir» - diyor. Yakup, ne güzel güldünüz, iki gözüm. Yaúarken bir kerre olsun böyle gülmemiúsinizdir... Fakat bekleyin, bitsin sözüm. Bir eski Acem úairi : «Ölüm âdil...» ùLúeyi bÕrakÕn Ahmet Cemil. Boúuna hiddet ediyorsunuz. Biliyorum, ölümün âdil olmasÕ için hayatÕn âdil olmasÕ lâzÕm, diyorsunuz... Bir eski Acem úairi... Dostlar beni bÕrakÕp, dostlar, böyle hÕúÕmla nereye gidiyorsunuz?

Paris Üzerine Bilmeceler

Hangi úehir úaraba benzer? Paris. lk barda÷Õ içersin buruktur, ikincide dumanÕ vurur baúÕna, üçüncüde mümkünü yok masadan kalkmanÕn Garson bir úLúe daha getir! Ve artik nerde olsan, nereye gitsen Parisin ayyaúÕVÕn iki gözüm

Hangi úehir NÕrk yagmurlarda bile güzeldir? Paris... Hikmetin oglu hangi úehirde ölmek isterdin? østanbulda Moskovada, bir de Pariste... Paris ne zaman çirkinleúir? BasÕmevleri basÕldÕ÷Õ, kitaplar yakÕldÕ÷Õ zaman. Nedir Parise en çok yaraúmayan? Pencereleri tellikara otobüsler...

Hangi sehirde yedin ekme÷in hasÕQÕ? Pariste. Hele ya÷OÕ çörekleri, ùehzadebaúÕ fÕUÕQÕndan sanÕrsÕn.

Pariste en çok neyi sevdin? Parisi

Pariste kime çiçek götürdün yoldaúÕm? KomünacÕlarÕn duvarÕna bir de dal gibi bir dilbere.

Pariste kimi gördün seninkilerden? NamÕk Kemali, ZiyaPaúayi, Mustafa Suphiyi bir de gençli÷ini anamÕn resim yapar frenkçe konusur dünya güzeli, bir de genç kÕzlÕ÷ÕQÕ Miminin. Peki, Paris kime benzer? Parisliye.... Parise inaniyormusun Adem oglu? Parise inaniyorum.

Pencereler

Sabaha karúÕ mÕydÕ bilmiyorum yoksa akúamüstü müydü belkide gece yarÕVÕ bilmiyorum girdi odama pencereler perdeli perdesiz ben basma perdeleri severim ama tül perdeler de vardÕ kara ustorlar da ustorlarÕ çekip çekip bÕrakÕyordum bir daha inmez oldu kimisi kimisi bir daha çÕkamadÕ yukarÕ ve camlarÕ kÕUÕk pencereler elimi kestim kimi camsÕzdÕ büsbütün camsÕz pencereler içime dokunur camsÕz gözlükler gibi

Pencereler ya÷mur ya÷Õyordu camlarÕQÕza NÕ]Õl saçlarÕ kederli uzun ben alt duda÷Õmda cÕgaram türkü söylüyordum içimden ya÷mur sesini kendi sesimden çok severim

Pencereler beúinci katta güneúli boúlu÷unuzda bir deniz bir deniz mavi yüzük taúÕndan serçe parma÷Õma geçirdim usulcacÕk üç kere öptüm a÷layarak öpüp alnÕma koydum üç kere

Pencereler oÕktÕm kÕrmÕ]Õ velenseli yataktan çocuk burnumu dayadÕm terli camÕna pencerenin oda sÕcaktÕ ve genç anamÕn kokusu vardÕ odada GÕúarda kar ya÷Õyordu ben kÕzamÕk çÕkarÕyordum

Pencereler sabaha karúÕ mÕydÕ bilmiyorum belki de gece yarÕVÕ bilmiyorum odamÕn içindeydi yÕldÕzlar ve gece kelebekleri gibi oÕrpÕQÕyorlardÕ camlarÕQÕzda ben onlara dokunmaktan çekinerek açtÕm sizi pencereler salÕverdim yÕldÕzlarÕ geceye aydÕnlÕk sÕQÕrsÕz hür geceye yapma aylarÕn geçti÷i geceye kurtlar duruyor ayÕn altÕnda hasta aç kurtlar kurtlar duruyor önünde pencerenin kadife perdeleri kapasam da sÕmsÕNÕ ordadÕrlar bilirim gözetliyorlar beni

Pencereler düútüm bir pencereden bir güzele bakarken dünya halime güldü güzel dönüp bakmadÕ belki farkÕnda de÷ildi

Pencereler pencereler NÕrk evin penceresi odama girdi ben oturdum birinin içine sarkÕttÕm ayaklarÕPÕ bulutlara bahtiyarÕm diyebilirdim belki

Piraye øçin yazÕlmÕú : Saat 21-22 ùiirleri

Ne güzel úey hatÕrlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaúÕm kÕrkÕ geçmiú iken... Ne güzel úey hatÕrlamak seni : bir mavi kumaúÕn üstünde unutulmuú olan elin ve saçlarÕnda vakur yumuúaklÕ÷Õ canÕPÕn içi østanbul topra÷ÕQÕn... øçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti... ParmaklarÕn ucunda kalan kokusu sardunya yapra÷ÕQÕn, güneúli bir rahatlÕk ve etin daveti : kÕpkÕ]Õl çizgilerle bölünmüú sÕcak koyu bir karanlÕk... Ne güzel úey hatÕrlamak seni, yazmak sana dair, hapiste sÕrtüstü yatÕp seni düúünmek : filânca gün, falanca yerde söyledi÷in söz, kendisi de÷il edasÕndaki dünya... Ne güzel úey hatÕrlamak seni. Sana tahtadan bir úeyler oymalÕ\Õm yine : bir çekmece bir yüzük, ve üç metre kadar ince ipekli dokumalÕ\Õm. Ve hemen fÕrlayarak yerimden penceremde demirlere yapÕúarak hürriyetin sütbeyaz mavili÷ine sana yazdÕklarÕPÕ ba÷Õra ba÷Õra okumalÕ\Õm... Ne güzel úey hatÕrlamak seni : ölüm ve zafer haberleri içinden, hapiste ve yaúÕm kÕrkÕ geçmiú iken...

20 Eylül 1945 Bu geç vakit bu sonbahar gecesinde kelimelerinle doluyum; zaman gibi, madde gibi ebedî, göz gibi çÕplak, el gibi a÷Õr ve yÕldÕzlar gibi pÕUÕl pÕUÕl kelimeler. Kelimelerin geldiler bana, yüre÷inden, kafandan, etindendiler. Kelimelerin getirdiler seni, onlar : ana, onlar : kadÕn ve yoldaú olan... Mahzundular, acÕydÕlar, sevinçli, umutlu, kahramandÕlar, kelimelerin insandÕlar...

21 Eylül 1945 2÷lumuz hasta, babasÕ hapiste, senin yorgun ellerinde a÷Õr baúÕn, dünyanÕn hali gibi halimiz... ønsanlar, daha güzel günlere insanlarÕ taúÕr, R÷lumuz iyileúir, babasÕ çÕkar hapisten, güler senin altÕn gözlerinin içi, dünyanÕn hali gibi halimiz...

22 Eylül 1945 Kitap okurum : içinde sen varsÕn, úarkÕ dinlerim : içinde sen. Oturdum ekme÷imi yerim : karúÕmda sen oturursun, çalÕúÕUÕm : karúÕmda sen. Sen ki, her yerde «hâzÕUÕ nâzÕr»ÕmsÕn, konuúamayÕz seninle, duyamayÕz sesini birbirimizin : sen benim sekiz yÕldÕr dul karÕmsÕn...

23 Eylül 1945 O úimdi ne yapÕyor úu anda úimdi, úimdi? Evde mi, sokakta mÕ, çalÕúÕyor mu, uzanmÕú mÕ, ayakta mÕ? Kolunu kaldÕrmÕú olabilir, - hey gülüm, beyaz, kalÕn bile÷ini nasÕl da çÕrçÕplak eder bu hareketi!...- O úimdi ne yapÕyor, úu anda, úimdi, úimdi? Belki dizinde bir kedi yavrusu var, okúuyor. Belki de yürüyordur, adÕPÕQÕ atmak üzredir, - her kara günümde onu bana tÕSÕú tÕSÕú getiren sevgili, canÕPÕn içi ayaklar!...- Ve ne düúünüyor beni mi? Yoksa ne bileyim fasulyanÕn neden bir türlü piúmedi÷ini mi? Yahut, insanlarÕn ço÷unun neden böyle bedbaht oldu÷unu mu? O úimdi ne düúünüyor, úu anda, úimdi, úimdi?...

24 Eylül 1945 En güzel deniz : henüz gidilmemiú olanÕGÕr. En güzel çocuk : henüz büyümedi. En güzel günlerimiz : henüz yaúamadÕklarÕPÕz. Ve sana söylemek istedi÷im en güzel söz : henüz söylememiú oldu÷um sözdür...

25 Eylül 1945 Saat 21. Meydan yerinde kampana vurdu, nerdeyse ko÷XúlarÕn kapÕlarÕ kapanÕr. Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz : 8 yÕl... Yaúamak : ümitli bir iútir, sevgilim, yaúamak : seni sevmek gibi ciddî bir iútir...

26 Eylül 1945 Bizi esir ettiler, bizi hapse attÕlar : beni duvarlarÕn içinde, seni duvarlarÕn dÕúÕnda. Ufak iú bizimkisi. AsÕl en kötüsü : bilerek, bilmeyerek hapisaneyi insanÕn kendi içinde taúÕmasÕ... ønsanlarÕn birço÷u bu hale düúürülmüú, namuslu, çalÕúkan, iyi insanlar ve seni sevdi÷im kadar sevilmeye lâyÕk...

30 Eylül 1945 Seni düúünmek güzel úey ümitli úey dünyanÕn en güzel sesinden en güzel úarkÕ\Õ dinlemek gibi bir úey. Fakat artÕk ümit yetmiyor bana, ben artÕk úarkÕ dinlemek de÷il úarkÕ söylemek istiyorum...

1 Ekim 1945 Da÷Õn üstünde : akúam güneúiyle yüklü olan bir bulut var da÷Õn üstünde. Bugün de : sensiz, yani yarÕ yarÕya dünyasÕz geçti bugün de. Birazdan açar NÕrmÕ]Õ kÕrmÕ]Õ : gecesefalarÕ birazdan açar kÕrmÕ]Õ kÕrmÕ]Õ. TaúÕr havamÕzda sessiz, cesur kanatlar vatandan ayrÕOÕ÷a benzeyen ayrÕOÕ÷ÕPÕ]Õ...

2 Ekim 1945 Rüzgâr akar gider, aynÕ kiraz dalÕ bir kere bile sallanmaz aynÕ rüzgârla. $÷açta kuúlar cÕYÕldaúÕr : kanatlar uçmak ister. KapÕ kapalÕ : zorlayÕp açmak ister. Ben seni isterim : senin gibi güzel, dost ve sevgili olsun hayat... Biliyorum henüz bitmedi sefaletin ziyafeti... Bitecek fakat... 5 Ekim 1945 økimiz de biliyoruz, sevgilim, |÷rettiler : aç kalmayÕ, üúümeyi, yorgunlu÷u ölesiye ve birbirimizden ayrÕ düúmeyi. Henüz öldürmek zorunda bÕrakÕlmadÕk ve öldürülmek iúi geçmedi baúÕPÕzdan. økimiz de biliyoruz, sevgilim, |÷retebiliriz : dövüúmeyi insanlarÕPÕz için ve her gün biraz daha candan biraz daha iyi sevmeyi...

6 Ekim 1945 Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, a÷Õr. Buruúuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda uzayÕp giden toprak u÷urlanÕr. Benim ba÷ÕrasÕm gelir : - «P î r â y e , P î r â y e !...» - diye...

7 Ekim 1945 ønsan çÕ÷OÕklarÕ geçti geceleyin açÕk denizleri rüzgâr- -larla. Dolaúmak tehlikeli hâlâ geceleyin açÕk denizleri... AltÕ yÕldÕr sürülmedi bu tarla, duruyor oldu÷u gibi tank paletlerinin izleri. Tank paletlerinin izleri kapanÕr bu kÕú karla. Ah, gözümün nuru, gözümün nuru, yine yalan söylüyor antenler : alÕn teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla. Fakat Ezrailin sofrasÕndan dönenler döndüler verilmiú kararlarla...

8 Ekim 1945 Çekilmez bir adam oldum yine : uykusuz, aksi, nâlet. Bir bakÕyorsun ki ana avrat söver gibi, azgÕn bir hayvanÕ döver gibi bugün çalÕúÕyorum, sonra bir de bakÕyorsun ki D÷]Õmda sönük bir cÕgara gibi tembel bir türkü sabahtan akúama kadar sÕrtüstü yatÕyorum ertesi gün. Ve beni çileden çÕkartÕyor büsbütün kendime karúÕ duydu÷um nefret ve merhamet... Çekilmez bir adam oldum yine : uykusuz, aksi, nâlet. Yine her seferki gibi haksÕ]Õm. Sebep yok, olmasÕ da imkânsÕz. Bu yaptÕ÷Õm iú ayÕp rezalet. Fakat elimde de÷il seni kÕskanÕyorum beni affet...

9 Ekim 1945 Dün gece rüyama girdin : dizimin dibinde oturuyormuúun. BaúÕQÕ kaldÕrdÕn, kocaman, sarÕ gözlerini bana çevirdin. Bir úeyler soruyormuúun. Islak dudaklarÕn kapanÕp açÕOÕyor, sesini duymuyorum ama. Gecenin içinde bir yerlerde aydÕnlÕk bir haber gibi saat çalÕyor. Havada fÕVÕltÕVÕ baúVÕzlÕ÷Õn ve sonsuzlu÷un. .ÕrmÕ]Õ kafesinde, kanaryamÕn : «Memo»mun türküsü, sürülmüú bir tarlada topra÷Õ itip yükselen tohumlarÕn çÕWÕrdÕVÕ ve bir kalabalÕ÷Õn haklÕ ve muzaffer u÷ultusu geliyor kula÷Õma. Senin Õslak dudaklarÕn hep öyle açÕOÕp kapanÕyor sesini duymuyorum ama... Kahrederek uyandÕm. KitabÕn üstünde uyuyakalmÕúÕm me÷er. Düúünüyorum : yoksa senin miydi bütün o sesler?

10 Ekim 1945 Gözlerine bakarken güneúli bir toprak kokusu vuruyor baúÕma, bir bu÷day tarlasÕnda, ekinlerin içinde kayboluyorum... Yeúil pÕUÕltÕlarla uçsuz bucaksÕz bir uçurum, durup dinlenmeden de÷Lúen ebedî madde gibi gözlerin : sÕrrÕQÕ her gün bir parça veren fakat hiçbir zaman büsbütün teslim olmayacak olan...

18 Ekim 1945 Kale kapÕVÕndan çÕkarken ölümle buluúmak üzre, son defa dönüp baktÕ÷ÕPÕzda úehre, sevgilim, úu sözleri söyleyebilece÷iz : «- Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü, çalÕúWÕk gücümüzün yetti÷i kadar seni bahtiyar kÕlalÕm diye. Devam ediyor bahtiyarlÕ÷a do÷ru gidiúin, devam ediyor hayat. øçimiz rahat, gönlümüzde hak edilmiú ekme÷ine doymuúluk, gözümüzde ÕúÕ÷Õndan ayrÕlmanÕn kederi, iúte geldik gidiyoruz úen olasÕn Halep úehri...» 27 Ekim 1945 Bir elmanÕn yarÕVÕ biz yarÕVÕ bu koskoca dünya. Bir elmanÕn yarÕVÕ biz yarÕVÕ insanlarÕPÕz. Bir elmanÕn yarÕVÕ sen yarÕVÕ ben ikimiz...

28 Ekim 1945 ItÕr saksÕVÕnda artan koku, denizlerde u÷ultular ve iúte dolgun bulutlarÕ ve akÕllÕ topra÷Õyla sonbahar... Sevgilim, yaú kemâlini buldu. Bana öyle gelir ki belki bin yÕllÕk bir ömrün macerasÕ geçti baúÕPÕzdan. Ama biz hâlâ güneúin altÕnda el ele yalnayak koúan hayran gözlü çocuklarÕz...

5 KasÕm 1945 Çiçekli badem a÷açlarÕQÕ unut. De÷mez, bu bahiste geri gelmesi mümkün olmayan hatÕrlanmamalÕ. Islak saçlarÕQÕ güneúte kurut : olgun meyvelerin baygÕnlÕ÷Õyla pÕUÕldasÕn nemli, a÷Õr kÕ]ÕltÕlar... Sevgilim, sevgilim, mevsim sonbahar...

8 KasÕm 1945 Uzaktaki úehrimin damlarÕ üzerinden ve Marmara denizinin dibinden geçip sonbahar topraklarÕQÕ aúarak olgun ve Õslak geldi sesin. Bu, üç dakikalÕk bir zamandÕ. Sonra, telefon simsiyah kapandÕ...

12 KasÕm 1945 Damardan boúanan kan gibi ÕOÕk ve u÷ultulu son lodoslar esmeye baúladÕ. HavayÕ dinliyorum : nabÕz yavaúladÕ. Uluda÷da, zirvede kar ve Kirezli-yaylada úahane ve úipúirin yatmÕú uykudadÕr kÕrmÕ]Õ kestane yapraklarÕQÕn üstünde ayÕlar. Ovada kavaklar soyunuyor. øpekböce÷i tohumlarÕ kÕúlaklarÕna gitti gidecek, sonbahar bitti bitecek, nerdeyse girecek gebe-uykularÕna toprak. Ve biz yine bir kÕú daha geçirece÷iz : büyük öfkemizin içinde ve mukaddes ümidimizin ateúinde ÕVÕnarak...

13 KasÕm 1945 Tarif kabul etmez, - diyorlar, - østanbulun sefaleti, milleti, - diyorlar, - kÕUÕp geçirdi açlÕk, verem illeti, - diyorlar, - diz boyu. ùu kadarcÕk kÕz çocuklarÕQÕ, - diyorlar, - yangÕn yerlerinde, sinema localarÕnda...... Kara haberler geliyor uzaktaki úehrimden : namuslu, çalÕúkan, fakir insanlarÕn úehri - sahici østanbulum, sevgilim, senin mekânÕn olan ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam sÕrtÕmda, torbamÕn içinde götürdü÷üm ve evlât acÕVÕ gibi yüre÷imde, senin hayalin gibi gözlerimde taúÕGÕ÷Õm úehir...

20 KasÕm 1945 SaksÕlarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da ovada güz nadaslarÕ yapÕldÕ çoktan, tohum saçÕOÕyor. Ve zeytin devúirilmekte. Bir yandan kÕúa girilmekte, bir yandan bahar fidelerine yer açÕOÕyor. Bense hasretinle dolu ve büyük yolculuklarÕn sabÕrsÕzlÕ÷Õyla yüklü yatÕyorum demirli bir úilep gibi Bursada...

1945 yÕOÕ AralÕk ayÕQÕn dördü ølk göz göze geldi÷imiz günkü elbiseni çÕkar sandÕktan, giyin, kuúan, benze bahar a÷açlarÕna... Hapisten mektubun içinde yolladÕ÷Õm karanfili tak saçlarÕna, kaldÕr, öpülesi çizgilerle kÕUÕúÕk beyaz, geniú alnÕQÕ, böyle bir günde yÕlgÕn ve kederli de÷il, ne münasebet, böyle bir günde bir isyan bayra÷Õ gibi güzel olmalÕ NâzÕm Hikmetin kadÕQÕ...

5 AralÕk 1945 Delindi sintine, esirler parçalamakta pÕrangalarÕ. <ÕldÕz-poyrazdÕr esen, tekneyi kayalarÕn üstüne atacak. Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktÕr, taú çatlasa batacak. Ve senin alnÕn gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem kuraca÷Õz Pirâyem... 6 AralÕk 1945 Onlar ümidin düúmanÕGÕr, sevgilim, akar suyun, meyve ça÷Õnda a÷acÕn, serpilip geliúen hayatÕn düúmanÕ. Çünkü ölüm vurdu damgasÕQÕ alÕnlarÕna : - çürüyen diú, dökülen et -, bir daha geri dönmemek üzre yÕNÕOÕp gidecekler. Ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaúacaktÕr elini kolunu sallaya sallaya, dolaúacaktÕr en úanlÕ elbisesiyle : iúçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet...

7 AralÕk 1945 Bursada havlucu Recebe, Karabük fabrikasÕnda tesviyeci Hasana düúman, fakir-köylü Hatçe kadÕna, Õrgat Süleymana düúman, sana düúman, bana düúman, düúünen insana düúman, vatan ki bu insanlarÕn evidir, sevgilim, onlar vatana düúman...

12 AralÕk 1945 $÷açlar ovada son bir gayretle pÕUÕldamakta : pul pul altÕn bakÕr tunç ve tahta... Öküzlerin ayaklarÕ yaú topra÷a gömülüyor yumuúacÕk. Ve da÷lar dumana batÕk kurúunî, sÕUÕlsÕklam... Tamam, sonbahar belki bugün bitti artÕk. Yaban kazlarÕ hÕzla gelip geçti demin herhal øznik gölüne gidiyorlar. Havada serin havada is kokusu gibi bir úey : havada kar kokusu var... ùimdi dÕúarda olmak, dörtnala sürmek da÷lara do÷ru atÕ. «- Ata binmesini de bilmezsin,» -- diyeceksin ama úakayÕ bÕrak ve kÕskanma, yeni bir huy edindim hapiste : seni sevdi÷im kadar de÷ilse de hemen hemen ona yakÕn seviyorum tabiatÕ... Ve ikiniz de uzaktasÕQÕz...

13 AralÕk 1945 Gece kar birdenbire bastÕrmÕú. Bembeyaz dallardan da÷Õlan kargalarla baúladÕ sabah. Göz alabildi÷ine Bursa ovasÕnda kÕú : baúVÕzlÕk ve sonsuzluk geliyor akla. Sevgilim, de÷Lúti mevsim çekiúen geliúmelerden sonra bir sÕçramakla. Ve karÕn altÕnda ma÷rur hamarat sürüp gidiyor hayat...

14 AralÕk 1945 Hay aksi lânet, fena bastÕrdÕ kÕú... Sen ve namuslu østanbulum ne haldesiniz kim bilir? Kömürün var mÕ? Odun alabildin mi? CamlarÕn kÕ\ÕVÕna gazete kâadÕ yapÕúWÕr. Gece erkenden yata÷a gir. Evde de satÕlacak bir úey kalmamÕúWÕr. YarÕ aç, yarÕ tok üúümek : dünyada, memleketimizde ve úehrimizde bu iúte de ço÷unluk bizde...

Piyer Loti

<< Tevekkül! .Õsmet! Kafes, han, kervan úadÕrvan! Gümüú tepsilerde rakseten sultan! Mihrace, padiúah, bin bir yaúÕnda bir úah. Minarelerde sallanÕyor sedef nalÕnlar, burunlarÕ kÕnalÕ kadÕnlar ayaklarÕyla gergef dokuyor. Rüzgarlarda yeúil sarÕklÕ imamlar ezan okuyor! >>

øste Frenk úairinin gördü÷ü úark! øúte dakikada 1.000.000 basÕlan kitaplarÕn úark'Õ! Lakin ne dün ne bugün ne yarÕn böyle bir úark yoktu, olmayacak!

ùark üstünde çÕplak esirlerin aç geberdi÷i toprak! ùarklÕdan baúka herkesin orta mali olan memleket! AçlÕ÷Õn kÕtlÕktan oldu÷u diyar! $÷]Õna kadar bu÷dayla dolu ambar! Avrupa’nÕn ambarÕ!

Asya! Amerikan dretnotlarÕQÕn tel direklerine senin Çinlilerin uzun saçlarÕndan sari mumlar gibi asÕyorlar kendilerini! HimalayanÕn en yüksek en dik en karlÕ tepesinde Britanya zabitleri cazbant çaldÕUÕyorlar, kara tÕrnaklÕ ayaklarÕQÕ daldÕUÕyorlar, ParyalarÕn beyaz diúli ölülerini attÕ÷Õ Gania! Anadolu baútan baúa Armistrongun talim meydanÕ oldu! AsyanÕn ba÷UÕ doldu! ùark yutmayacak artÕk! %ÕktÕk be bÕktÕk! øçinizden biri can verebilse bile açlÕktan ölen öküzümüze, burjuvaysa e÷er gözükmesin gözümüze! Hatta sen sen Pier Lobi! SarÕ muúamba derilerimizden birbirimize geçen tifüsün biti senden daha yakÕndÕr bize FransÕz zabiti! FransÕz zabiti sen o üzüm gözlü Azadeyi bir orospudan daha çabuk unuttun! Kalbimize dikti÷in Azadenin taúÕQÕ bir tahta hedef gibi topa tuttun! Bilmeyenler bilsin: sen bir úarlatandan baúka bir úey de÷ilsin! ùarlatan! Çürük FransÕz kumaúlarÕQÕ yüzde beú yüz ihtikarla úarka satan: Piyer Loti! Ne domuz bir burjuvaymÕúVÕn me÷er! Maddeden ayrÕ ruha inansaydÕm e÷er, ùarkÕn kurtuldu÷u gün senin ruhunu köprü baúÕnda çarmÕha gerer karsÕVÕnda cigara içerdim! Ben elimi size verdim, size verdik bir elimizi kucaklayÕn bizi Avrupanin sankulotlarÕ! Surelim yan yana bindi÷imiz al atlarÕ! Menzil yakÕn bakÕn kurtuluú günü artÕk sayÕOÕ. Önümüzde úarkÕn kurtuluú yÕOÕ bize kanlÕ mendilini sallÕyor. Al atlarÕPÕz emperyalizmin göbe÷ini nallÕyor. Portatif Karyola

Bu onun karyolasÕ portatif bir karyola. O her sabah buradan çÕkardÕ yola. Ve her akúam burda çözerdi Õslak ayakkaplarÕQÕ. KaryolanÕn baúucunda kitaplar... AçÕyorum birer birer kitaplarÕQÕ. SatÕrlarÕn üzerinde ellerinin izi var. Pencerenin içindeki bu beyaz diú fÕrçasÕ, bu bembeyaz sabun onun... Elsiz kollarÕ gö÷sünde yatÕyor karyolanÕn üstünde lacivert gemici fanilasÕ.. Bu onun karyolasÕ portatif bir karyola. Duvarda külrengi bayramlÕk kasketi. Yerde bir üçüncü mevki tren bileti.....

PostacÕ

ønsanÕn, dünyanÕn, yurdun haberini, D÷acÕn, kuúun, kurdun haberini, seher vakitlerinde yahut gecenin ortasÕnda taúÕGÕm insanlara yüre÷imin çantasÕnda, úairlik ettim bir çeúit postacÕOÕk yani. Çocukken postacÕ olmak isterdim, úairlik filân yoluyla de÷il ama basbaya, sahici postacÕ. Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim hep aynÕ postacÕQÕn, NâzÕPÕn resmi, Jül Vernin romanlarÕyla co÷rafya kitaplarÕna. øúte, köpeklerin çekti÷i kÕza÷Õ sürüyorum buzun üzerinde, ,úÕldÕyor kuzey úafa÷Õ konserve kutularÕyla posta paketlerinde.

Bering bo÷azÕQÕ geçiyorum. Yahut iúte bozkÕrda gölgesinde a÷Õr bulutlarÕn asker mektubu da÷ÕWÕp ayran içiyorum. Yahut da büyük úehrin u÷ultulu asfaltÕndayÕm, çantamda yazÕlarÕ yalnÕz müjdelerin yalnÕz umutlarÕn. Yahut çölde, yÕldÕzlarÕn altÕndayÕm. Bir küçük kÕz ateúler içinde hasta. KapÕ çalÕQÕyor gece yarÕVÕ:

-posta! Küçük kÕ]Õn gözleri açÕldÕ mavi mavi. BabasÕ yarÕn akúam dönüyor hapislikten. O karda kÕyamette bendim bulan o evi, komúu kÕza bendim telegrafÕ getiren.

Çocukken postacÕ olmak isterdim. Oysaki, Türkiyemde postacÕOÕk zor sanattÕr. Telegraflarda envai türlü acÕ mektuplarda satÕr satÕr keder taúÕr o güzelim memlekette postacÕ.

Çocukken postacÕ olmak isterdim. MuradÕma, Macaristan'da erdim, ellisinde. Çantamda bahar, Çantamda Tuna'nÕn pÕUÕltÕVÕyla kuú cÕYÕltÕVÕyla, taze çimen kokusuyla dolu mektuplar. Moskova'ya Budapeúte'den, çocuklarÕn çocuklara mektuplarÕ.

Çantamda cennet... Bir zarfÕn üzeri: "Memet, NâzÕm Hikmet'in o÷lu, Türkiye" diye yazÕOÕ. Moskova'da mektuplarÕ birer birer kendim da÷ÕWÕUÕm adreslerine. YalnÕz Memedin mektubunu götüremem yerine. hattâ yollÕyamam.

NâzÕm'Õn o÷lu, haramiler kesmiú yolu, mektubunu vermezler.

Radtyoaktiviteli Ya÷murlar Üstüne

KapayÕn pencereleri sÕmsÕNÕ, çocuklarÕ sokaklara bÕrakmayÕn, ya÷murlar ölüm taúÕyor tohumlara, paslÕ ya÷murlar ya÷Õyor.

Ya÷murlarÕ temizlenmeli, yine gümüú gibi parlatmalÕ ya÷murlarÕ, ya÷murlar yine yalnÕz güneúi taúÕVÕn tohumlara, çocuklar yine koúabilsin ya÷murlarÕn içinde, pencereleri ya÷murlara açabilelim.

Rubai

Ben bir bahçÕvanÕm sen benim Yedi yÕlda açan gülümsün Eriúilmez oluúun yÕldÕrmÕyor beni Belki bilhassa bundan dolayÕ makbülsün Rubailer

%ø5øNCø BÖLÜM

1 Bir gerçek âlemdi gördü÷ün ey Celâleddin, heyûlâ filân de÷il, uçsuz bucaksÕz ve yaratÕlmadÕ, ressamÕ illetî-ûlâ filân de÷il. Ve senin kÕzgÕn etinden kalan rubailerin en muhteúemi: «Suret hemi zÕllest...» filân diye baúlayan de÷il...

2 Ruhum ne ondan önce vardÕ, ne ondan ayrÕ bir sÕrrÕn kemâlidir, ruhum onun, o dÕúÕmdaki âlemin bende akseden hayâlidir. Ve aslÕndan en uzak ve aslÕna en yakÕn hayâl bana ÕúÕ÷Õ vuran yârimin cemâlidir...

3 Sevgilimin hayâli dile geldi aynanÕn üzerinde: «- O yok, ben varÕm, » - dedi bana günün birinde. Vurdum, düútü parçalandÕ ayna, kayboldu hayâl ve lâkin çok úükür sevgilim duruyor yerli yerinde...

4 MuúambanÕn üstüne resmini bir kerecik çizdim ama günde bin kere resmin çÕktÕ bende tepemden tÕrna÷Õma, fakat ne tuhaf úey hayâlin onda daha çok kalacak benden uzun ömürlüdür muúamba...

5 SarÕOÕp yatmak mümkün de÷il bende senden kalan hayâle. Halbuki sen orda, úehrimde gerçekten varsÕn etinle kemi÷inle ve balÕndan mahrum edildi÷im kÕrmÕ]Õ a÷]Õn, kocaman gözlerin gerçekten var ve âsi bir su gibi teslim oluúun ve beyazlÕ÷Õn ki dokunamÕyorum bile...

6 Öptü beni: «- Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardÕr, » - dedi. «Bu ÕWÕr senin icâdÕn de÷il, saçlarÕmdan uçan bahardÕr, » - dedi. ©øster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde: «körler onlarÕ görmese de, yÕldÕzlar vardÕr, » - dedi...

7 Bu bahçe, bu nemli toprak, bu yasemin kokusu, bu mehtaplÕ gece SÕUÕldamakta devâmedecek ben basÕp gidince de, çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da bana ba÷OÕ olmadan vardÕ ve bende bu aslÕn sureti çÕktÕ sadece...

8 «- Paydos...» - diyecek bize bir gün tabiat anamÕz, - «gülmek, a÷lamak bitti çocu÷um...» Ve tekrar uçsuz bucaksÕz baúlayacak: görmeyen, konuúmayan, düúünmeyen hayat...

9 AyrÕOÕk yaklaúÕyor her gün biraz daha, güzelim dünya elvedâ, ve merhaba k â i n a t...

10 Balla dolu petek yani gözlerin güneúle dolu... Gözlerin, sevgilim, gözlerin toprak olacak yarÕn, bal baúka petekleri doldurmakta devâmedecek... 11 Ne nurdan ne çamurdan, sevgilim, kedisi ve kedinin boynundaki boncuk yu÷rumlarÕndaki farkla hepsi aynÕ hamurdan...

12 Lahana, otomobil, veba mikrobu ve yÕldÕz hep hÕVÕm akrabayÕz. Ve ey güneú gözlü sevgilim, «Cotigo, ergo sum»1 de÷il bu haúmetli ailede varÕz da düúünebilmekteyiz...

1 Düúünüyorum, demek ki varÕm.

13 AramÕzda sadece bir derece farkÕ var, Lúte böyle kanaryam, sen kanatlarÕ olan, düúünemeyen kuúsun, ben elleri olan, düúünebilen adam...

ø.øNCø BÖLÜM

1 «- ùarapla doldur tasÕQÕ, tasÕn toprakla dolmadan, » - dedi Hayyam. BaktÕ ona gül bahçesinin yanÕndan geçen uzun burunlu, yÕrtÕk pabuçlu adam: «- Ben, bu nimetleri yÕldÕzlarÕndan çok olan dünyada açÕm, » - dedi, ©úaraba de÷il, ekmek almaya bile yetmiyor param...»

2 Ölümü, ömrün kÕsalÕ÷ÕQÕ tatlÕ bir kederle düúünerek úarap içmek lâle bahçesinde, ayÕn altÕnda... Bu tatlÕ keder do÷duk do÷alÕ nasibolmadÕ bize: bir kenar mahallede, simsiyah bir evde, zemin katÕnda...

3 Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanÕlmaz uykulara varmadan: yâkut úarabÕ billûr kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlÕ uyan... Perdesiz, buz gibi odasÕnda uyandÕ delikanlÕ, gecikmeyi affetmeyen fabrikanÕn canavar düdü÷üydü u÷uldayan...

4 Geçmiú günün hasretini çekmem - yalnÕz bir yaz gecesi bir yana - ve gözümün son mavi pÕUÕltÕVÕ bile gelecek günün müjdesini verecek sana...

5 Ben, bir insan, ben, Türk úairi komünist NâzÕm Hikmet ben, tepeden tÕrna÷a iman, tepeden tÕrna÷a kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...

6 Ben, spiker, konuútum, sesim bir tohum gibi a÷Õr ve çÕplak: - Kalbimin saat ayarÕQÕ veriyorum, gonga tam úafak vakti vurulacak.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1 ønsan ya hayrandÕr sana, ya düúman. Ya hiç yokmuúsun gibi unutulursun ya bir dakka bile çÕkmazsÕn akÕldan...

2 Çürüksüz ve cam gibi berrak bir kÕú günü VÕmsÕNÕ etini diúlemek sÕhhatli, beyaz bir elmanÕn. Ey benim sevgilim, karlÕ bir çam ormanÕnda nefes almanÕn bahtiyarlÕ÷Õna benzer seni sevmek...

3 Kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin. Kim bilir felek ayÕrmasaydÕ bizi birbirimizden belki bu kadar yakÕn olmazdÕk birbirimize...

4 Gün iyiden iyiye ÕúÕGÕ artÕk, tortusu dibe çöken bir su gibi duruldu, berraklaúWÕ ortalÕk. Sevgilim, sanki seninle yüz yüze geldim birdenbire: aydÕnlÕk, alabildi÷ine aydÕnlÕk...

Ruhum

Ruhum gözlerini yumuúacÕk yum kuca÷ÕmdaymÕúVÕn gibi bÕrak kendini ninni, uykunda unutma beni ninni... Gözlerini yumuúacÕk yum yeúil ela gözlerini ninni ruhum ninni Sen yukarda yemiúli dallarÕn içindesin, yeúil gözlerin güneú dolu, dudaklarÕn bala bulanmÕú ben a÷acÕn dibindeyim, bir aya÷Õm çukurda... Ben senden çok önce gidece÷im, sen bensiz kalacaksÕn ihtiyarlÕ÷Õnda...

Ruhun

Ruhun bir ÕrmaktÕr gülüm Akar yukarÕda da÷larÕn arasÕndan Da÷larÕn arasÕndan ovaya do÷ru Ovaya do÷ru ovaya kavuúamadan bir türlü Bir türlü kavuúamadan uykusuna sö÷ütlerin Geniú köprü gözlerinin rahatlÕ÷Õna SazlÕklara yeúil baúOÕ ördeklere Düzlüklerin yumuúak baúOÕ kederine kavuúamadan Kavuúamadan ayÕn ÕúÕ÷Õndaki bu÷day tarlalarÕna ovaya do÷ru akar Akar yukarÕda da÷larÕn arasÕndan Bir yÕ÷Õlan bir da÷Õlan bulutlarÕ sürükleyip Geceleri iri iri yÕldÕzlarÕ taúÕyarak da÷baúÕ yÕldÕzlarÕQÕ Mavi güneúlerinide da÷baúÕ karlarÕQÕn Akar köpüklene köpüklene Dibinde ak taúlarÕ kara taúlara karÕúWÕUÕp Akar akÕntÕya karúÕ yüzen balÕklarÕyla Dönemeçlerde kuúkulu Uçurumlara düúüp úahlanarak Kendi u÷ultusuyla deli divane Akar yukarÕda da÷larÕn arasÕndan Da÷larÕn arasÕndan ovaya do÷ru Ovaya do÷ru ovayÕ kovalayÕp Ovaya kavuúamadan bir türlü.

SalkÕmsö÷üt

AkÕyordu su gösterip aynasÕnda sö÷üt a÷açlarÕQÕ. SalkÕmsö÷ütler yÕNÕyordu suda saçlarÕQÕ! Yanan yalÕn kÕOÕçlarÕ çarparak sö÷ütlere koúuyordu kÕ]Õl atlÕlar güneúin battÕ÷Õ yere! Birden bire kuú gibi vurulmuú gibi kanadÕndan yaralÕ bir atlÕ yuvarlandÕ atÕndan! Ba÷ÕrmadÕ, gidenleri geri ça÷ÕrmadÕ, baktÕ yalnÕz dolu gözlerle uzaklaúan atlÕlarÕn parÕldayan nallarÕna! Ah ne yazÕk! Ne yazÕk ki ona dörtnal giden atlarÕn köpüklü boynuna bir daha yatmayacak, beyaz ordularÕn ardÕnda kÕOÕç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde, atlÕlar kayboluyor güneúin battÕ÷Õ yerde!

AtlÕlar atlÕlar kÕ]Õl atlÕlar, atlarÕ rüzgâr kanatlÕlar! AtlarÕ rüzgâr kanat... AtlarÕ rüzgâr... AtlarÕ... At... Rüzgâr kanatlÕ atlÕlar gibi geçti hayat! Akar suyun sesi dindi. Gölgeler gölgelendi renkler silindi. Siyah örtüler indi mavi gözlerine, sarktÕ salkÕmsö÷ütler sarÕ saçlarÕQÕn üzerine! $÷lama salkÕmsö÷üt, a÷lama, Kara suyun aynasÕnda el ba÷lama! el ba÷lama! a÷lama! Saman SarÕVÕ

Vera Tulyakova'ya derin saygÕlarÕmla I Seher vakti habersizce girdi gara ekspres kar içindeydi ben paltomun yakasÕQÕ kaldÕrmÕú perondaydÕm peronda benden baúka da kimseler yoktu durdu önümde yataklÕ vagonun pencerelerinden biri perdesi aralÕktÕ genç bir kadÕn uyuyordu alacakaranlÕkta alt ranzada saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi NÕrmÕ]Õ dolgun dudaklarÕysa úÕmarÕk ve somurtkandÕ üst ranzada uyuyanÕ göremedim habersizce usulcacÕk çÕktÕ gardan ekspres bilmiyorum nerden gelip nereye gitti÷ini baktÕm arkasÕndan üst ranzada ben uyuyorum Varúova'da Biristol Oteli'nde \ÕllardÕr böyle derin uykulara dalmÕúOÕ÷Õm yoktu oysa karyolam tahtaydÕ dardÕ genç bir kadÕn uyuyor baúka bir karyolada saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi ak boynu uzundu yuvarlaktÕ \ÕllardÕr böyle derin uykulara dalmÕúOÕ÷Õ yoktu oysa karyolasÕ tahtaydÕ dardÕ vakÕt hÕzla ilerliyordu yaklaúÕyorduk gece yarÕlarÕna \ÕllardÕr böyle derin uykulara dalmÕúOÕ÷ÕPÕz yoktu oysa karyolalar tahtaydÕ dardÕ iniyorum merdivenleri dördüncü kattan asansör bozulmuú yine aynalarÕn içinde iniyorum merdivenleri belki yirmi yaúÕmdayÕm belki yüz yaúÕmdayÕm vakÕt hÕzla ilerliyordu yaklaúÕyorduk gece yarÕlarÕna üçüncü katta bir kapÕQÕn ötesinde bir kadÕn gülüyor sa÷ elimde kederli bir gül açÕldÕ a÷Õr a÷Õr KübalÕ bir balerinle karúÕlaúWÕm ikinci katta karlÕ pencerelerde taze esmer bir yalaza gibi geçti alnÕPÕn üzerinden úair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan \Õllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum yudum úehirlerimizin hasretini iki úey var ancak ölümle unutulur anamÕ]Õn yüzüyle úehrimizin yüzü kapÕFÕ u÷urladÕ beni gocu÷u geceye batÕk yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonlarÕn içinde yürüdüm vakÕt hÕzla ilerliyordu yaklaúÕyordum gece yarÕlarÕna oÕktÕlar önüme ansÕ]Õn oralarÕ gündüz gibi aydÕnlÕktÕ ama onlarÕ benden baúka gören olmadÕ bir mangaydÕlar NÕsa konçlu çizmeleri pantolonlarÕ ceketleri kollarÕ kollarÕnda gamalÕ haç iúaretleri elleri ellerinde otomatikleri vardÕ omuzlarÕ mi÷ferleri vardÕ ama baúlarÕ yoktu omuzlarÕyla mi÷ferlerinin arasÕ boúluktu hattâ yakalarÕ boyunlarÕ vardÕ ama baúlarÕ yoktu ölümlerine a÷lanmayan askerlerdendiler yürüdük korktuklarÕ hem de hayvanca korktuklarÕ belli gözlerinden belli diyemem baúlarÕ yok ki gözleri olsun korktuklarÕ hem de hayvanca korktuklarÕ belli belli çizmelerinden korku belli mi olur çizmelerden oluyordu onlarÕnki korkularÕndan ateú etme÷e de baúladÕlar artsÕz arasÕz bütün yapÕlara bütün taúÕt araçlarÕna bütün canlÕlara her sese her kÕYÕltÕya ateú ediyorlar hattâ ùopen Soka÷Õ'nda mavi balÕklÕ bir afiúe ateú ettiler ama ne bir sÕva parçasÕ düúüyor ne bir cam kÕUÕOÕyor ve kurúun seslerini benden baúka duyan yok ölüler bir SS mangasÕ da olsa ölüler öldüremez ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanÕn içine girerek ama korktuklarÕ hem de hayvanca korktuklarÕ belli bu úehir öldürülmemiú miydi kendileri öldürülmeden önce bu úehrin kemikleri birer birer kÕUÕOÕp derisi yüzülmemiú miydi derisinden kitap kabÕ yapÕlmamÕú mÕydÕ ya÷Õndan sabun saçlarÕndan sicim ama iúte duruyordu karúÕlarÕnda gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sÕcak bir fÕrancala gibi vakÕt hÕzla ilerliyordu yaklaúÕyordum gece yarÕlarÕna Belveder yolunda düúündüm Lehlileri kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca Belveder yolunda düúündüm Lehlileri bana ilk ve belki de son niúanÕPÕ bu sarayda verdiler tören memuru açtÕ yaldÕzlÕ ak kapÕ\Õ girdim büyük salona genç bir kadÕnla saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi ortalÕkta da ikimizden baúka kimseler yoktu bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi ve sen bundan dolayÕ bir resimdin açÕk maviyle çizilmiú belki de bir taú bebektin belki bir pÕUÕltÕydÕn düúümden damlamÕú sol mememin üstüne uyuyordun alacakaranlÕkta alt ranzada ak boynun uzundu yuvarlaktÕ \ÕllardÕr böyle derin uykulara dalmÕúOÕ÷Õn yoktu ve iúte KÕrakof úehrinde Kapris BarÕ vakÕt hÕzla ilerliyor gece yarÕlarÕna yaklaúÕyoruz ayrÕOÕk masanÕn üstündeydi kahve barda÷Õnla limonatamÕn arasÕnda onu oraya sen koydun bir taú kuyunun dibindeki suydu bakÕyorum e÷ilip bir koca kiúi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz sesleniyorum seni yitirmiú geri dönüyor sesimin yankÕlarÕ ayrÕOÕk masanÕn üstündeydi cÕgara paketinde gözlüklü garson getirdi onu ama sen ÕsmarladÕn NÕvrÕlan bir dumandÕ gözlerinin içinde senin FÕgaranÕn ucunda senin ve hoúça kal deme÷e hazÕr olan avucunda ayrÕOÕk masanÕn üstünde dirse÷ini dayadÕ÷Õn yerdeydi aklÕndan geçenlerdeydi ayrÕOÕk benden gizlediklerinde gizlemediklerinde ayrÕOÕk rahatlÕ÷ÕndaydÕ senin senin güvenindeydi bana büyük korkundaydÕ ayrÕOÕk birdenbire kapÕn açÕOÕr gibi sevdalanmak birilerine ansÕ]Õn oysa beni seviyorsun ama bunun farkÕnda de÷ilsin ayrÕOÕk bunu farketmeyiúindeydi senin ayrÕOÕk kurtulmuútu yerçekiminden a÷ÕrlÕ÷Õ yoktu tüy gibiydi diyemem tüyün de a÷ÕrlÕ÷Õ var ayrÕOÕ÷Õn a÷ÕrlÕ÷Õ yoktu ama kendisi vardÕ vakÕt hÕzla ilerliyor gece yarÕlarÕ yaklaúÕyor bize yürüdük yÕldÕzlara de÷en Ortaça÷ duvarlarÕQÕn karanlÕ÷Õnda vakÕt hÕzla akÕyordu geriye do÷ru ayak seslerimizin yankÕlarÕ sarÕ sÕska köpekler gibi geliyordu ardÕPÕzdan koúuyordu önümüze Yegelon Üniversitesi'nde úeytan taúlara tÕrnaklarÕQÕ batÕra batÕra dola- úÕyor bozma÷a çalÕúÕyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabÕQÕ ve pazar yerinde bezzazlar çarúÕVÕQÕn kemerleri altÕnda rok end rol oynu- yor Katolik ö÷rencilerle vakÕt hÕzla ilerliyor gece yarÕlarÕna yaklaúÕyoruz vuruyor bulutlara kÕ]ÕltÕVÕ Nova Huta'nÕn orda köylerden gelen genç iúçiler madenle birlikte ruhlarÕQÕ da alev alev döküyor yeni kalÕplara ve ruhlarÕn dökümü madenin dökümünden bin kere zordur Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat baúlarÕQÕ çalan borozan gece yarÕVÕQÕ çaldÕ Ortaça÷dan gelen çÕ÷OÕ÷Õ yükseldi úehre yaklaúan düúmanÕ verdi haber ve sustu gÕrtla÷Õna saplanan okla ansÕ]Õn borazan iç rahatlÕ÷Õyla öldü ve ben yaklaúan düúmanÕ görüp de haber veremeden öldürülmenin acÕVÕQÕ düúündüm vakÕt hÕzla ilerliyor gece yarÕlarÕÕúÕklarÕQÕ yeni söndürmüú bir vapur iskelesi gibi arkada kaldÕ seher vaktÕ habersizce girdi gara ekspres ya÷murlar içindeydi PÕra÷ bir gölün dibinde gümüú kakma bir sandÕktÕ kapa÷ÕQÕ açtÕm içinde genç bir kadÕn uyuyor camdan kuúlarÕn arasÕnda saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi \ÕllardÕr böyle derin uykulara dalmÕúOÕ÷Õ yoktu kapadÕm kapa÷Õ yükledim sandÕ÷Õ yük vagonuna habersizce usulcacÕk çÕktÕ gardan ekspres baktÕm arkasÕndan kollarÕm iki yanÕma sarkÕk ya÷murlar içindeydi PÕra÷ sen yoksun uyuyorsun alacakaranlÕkta alt ranzada üst ranza bomboú sen yoksun yeryüzünün en güzel úehirlerinden biri boúaldÕ içinden elini çekti÷in bir eldiven gibi boúaldÕ söndü artÕk seni görmeyen aynalar nasÕl sönerse yitirilmiú akúamlar gibi VÕltava suyu akÕyor köprülerin altÕndan sokaklar bomboú bütün pencerelerde perdeler inik WÕramvaylar bomboú geçiyor biletçileri vatmanlarÕ bile yok kahveler bomboú lokantalar barlar da öyle vitrinler bomboú ne kumaú ne kÕristal ne et ne úarap ne bir kitap ne bir úekerleme kutusu ne bir karanfil úehri duman gibi saran bu yalnÕzlÕ÷Õn içinde bir koca kiúi yalnÕzlÕkta on kat artan ihtiyarlÕ÷Õn kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü- sü'nden martÕlara ekmek atÕyor gere÷inden genç yüre÷inin kanÕna batÕUÕp her lokmayÕ vakÕtlarÕ yakalamak istiyorum parmaklarÕmda kalÕyor altÕn tozlarÕ hÕzlarÕQÕn yataklÕ vagonda bir kadÕn uyuyor alt ranzada \ÕllardÕr böyle derin uykulara dalmÕúOÕ÷Õ yoktu saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi elleriyse gümüúúamdanlarda mumlardÕ üst ranzada uyuyanÕ göremedim ben de÷ilim bir uyuyan varsa orda belki de üst ranza boú Moskova'ydÕ üst ranzadaki belki duman basmÕú Leh topra÷ÕQÕ Birest'i de basmÕú iki gündür uçaklar kalkÕp inemiyor ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmÕú gözlerin içinden geçiyorlar Berlin'den beri kompartÕmanda bir baúÕmayÕm karlÕ ovalarÕn güneúiyle uyandÕm ertesi sabah yemekli vagonda kefir denen bir çeúit ayran içtim garson kÕz tanÕGÕ beni iki piyesimi seyretmiú Moskova'da garda genç bir kadÕn beni karúÕladÕ beli karÕnca belinden ince saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi tuttum elinden yürüdük yürüdük güneúin altÕnda karlarÕ çÕWÕrdata çÕWÕrdata o yÕl erken gelmiúti bahar o günler ÇobanyÕldÕ]Õna haber uçurulan günlerdi Moskova bahtiyardÕ bahtiyardÕm bahtiyardÕk yitirdim seni ansÕ]Õn Mayakovski AlanÕ'nda yitirdim ansÕ]Õn seni oysa ansÕ]Õn de÷il çünkü önce yitirdim avucumda elinin sÕcaklÕ÷ÕQÕ senin sonra elinin yumuúak a÷ÕrlÕ÷ÕQÕ yitirdim avucumda sonra elini ve ayrÕOÕk parmaklarÕPÕ]Õn birbirine ilk de÷Lúinde baúlamÕúWÕ çoktan ama yine de ansÕ]Õn yitirdim seni asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktÕm içlerine yoksun bulvarlar karlÕ seninkiler yok ayak izleri arasÕnda botlu iskarpinli çoraplÕ çÕplak senin ayak izlerini birde tanÕUÕm milisyonerlere sordum görmediniz mi eldivenlerini çÕkarmÕúsa ellerini görmemek olmaz elleri gümüúúamdanlarda mumlardÕr milisyonerler büyük bir nezaketle karúÕOÕk veriyor görmedik østanbul'da Sarayburnu akÕntÕVÕQÕ çÕNÕyor bir romorkör ardÕnda üç mavna gak gak ediyor da vak vak ediyor da martÕ kuúlarÕ seslendim mavnalara KÕ]Õl Meydan'dan romorkörün kaptanÕna sesleneme- dim çünkü makinasÕ öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdÕ yorgundu da kaptan ceketinin dü÷meleri de kopuktu seslendim mavnalara KÕ]Õl Meydan'dan görmedik girdim giriyorum Moskova'nÕn bütün sokaklarÕnda bütün kuyruklara ve yalnÕz kadÕnlara soruyorum yün baúörtülü güler yüzlü sabÕrlÕ sessiz kocakarÕlar al yanaklÕ kopça burunlu tazeler úapkalarÕ yeúil kadife ve genç kÕzlar tertemiz sÕmsÕNÕ gayetle de úÕk belki korkunç kocakarÕlar bezgin tazeler úapúal kÕzlar da var ama onlardan bana ne güzeli kadÕn milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz görmediniz mi saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi kara paltosunun yakasÕ ak ve sedef dü÷meleri kocaman 3Õra÷'da aldÕ görmedik vakÕtlarla yarÕúÕyorum bir onlar öne geçiyor bir ben onlar öne geçince ufalan kÕrmÕ]ÕÕúÕklarÕQÕ görmez olaca÷Õm diye ödüm kopuyor ben öne geçtim mi ÕúÕldaklarÕ gölgemi düúürüyor yola gölgem koúuyor önümde gölgemi yitirece÷im diye de bir telâúWÕr alÕyor beni tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum Bolúoy'a girmedim bu gece oynanan operayÕ sevmezsin KalamÕú'ta BalÕkçÕQÕn Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlÕ tatlÕ konuúuyorduk ben hapisten çÕkalÕ bir ay olmuútu onun karaci÷eri sancÕlar içindeydi ve dünya güzeldi lokantalara giriyorum estÕrat orkestralarÕ yani cazlarÕ ünlülerin VÕrmalÕ kapÕFÕlara bahúLú sever dalgÕn garsonlara gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum görmedik çaldÕ geceyarÕVÕQÕ StÕrasnoy ManastÕUÕ'nÕn saat kulesi oysa manastÕr da kule de yÕNÕldÕ çoktan yapÕOÕyor úehrin en büyük sinemasÕ oralarda oralarda on dokuz yaúÕma rastladÕm birbirimizi birde tanÕGÕk oysa birbirimizin yüzünü görmüúlü÷ümüz yoktu foto÷raflarÕPÕ]Õ bile ama yine de birbirimizi birde tanÕGÕk úDúmadÕk el sÕNÕúmak istedik ama ellerimiz birbirine dokunamÕyor aramÕzda kÕrk yÕllÕk zaman duruyor uçsuz bucaksÕz donmuú duruyor bir kuzey denizidir ve StÕrasnoy AlanÕ'na úimdi Puúkin AlanÕ kar ya÷maya baúladÕ úüyorum hele ellerim ayaklarÕm oysa yün çoraplÕ\Õm da kunduralarÕmla eldivenlerim kürklü çorapsÕz olan oydu bezle sarmÕú postallarÕnda ayaklarÕQÕ elleri çÕplak D÷]Õnda ham bir elmanÕn tadÕ dünya on dördünde bir kÕz memesi sertli÷i avuçlarÕndaki gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karÕú ve haberi yok baúÕna geleceklerin hiçbirinden onun baúÕna gelecekleri bir ben biliyorum çünkü inandÕm onun bütün inandÕklarÕna sevdim sevece÷i bütün kadÕnlarÕ yazdÕm yazaca÷Õ bütün úiirleri yattÕm yataca÷Õ bütün hapislerde geçtim geçece÷i bütün úehirlerden hastalandÕm bütün hastalÕklarÕyla bütün uykularÕQÕ uyudum gördüm görece÷i bütün düúleri bütün yitireceklerini yitirdim saçlarÕ saman sarÕVÕ kirpikleri mavi kara paltosunun yakasÕ ak ve sedef dü÷meleri koskocaman görmedim

II On dokuz yaúÕm BeyazÕt MeydanÕ'ndan geçiyor çÕNÕyor KÕ]Õl Meydan'a Konkord'a iniyor Abidin'e rastlÕyorum da meydanlardan konuúu- yoruz evveli gün Gagarin en büyük meydanÕ dolaúÕp döndü Titof da dolaúÕp dönecek hem de on yedi buçuk kere dolanacak ama daha bundan haberim yok meydanlarla yapÕlardan konuúuyoruz Abidin'le tavan arasÕndaki otel odamda Sen Õrma÷Õ da akÕyor Notr Dam'Õn iki yanÕndan ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiú gibi görüyorum Sen Õrma÷ÕQÕ rÕhtÕPÕnda yÕldÕzlarÕn bir de genç bir kadÕn uyuyor tavan arasÕndaki odamda Paris damlarÕQÕn bacalarÕna karÕúPÕú \ÕllardÕr böyle derin uykulara dalmÕúOÕ÷Õ yoktu saman sarÕVÕ saçlarÕ bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapÕdan konuúuyoruz Abidin'le meydanda fÕrdönen Celâlettin'den konuúuyoruz Abidin uçsuz bucaksÕz hÕ]Õn renklerini döktürüyor ben renkleri yemiú gibi yerim ve Matis bir manavdÕr kosmos yemiúleri satar bizim Abidin de öyle Avni de Levni de mikroskobun ve füze lumbuzlarÕQÕn gördü÷ü yapÕlar meydanlar renkler ve úairleri ressamlarÕ çalgÕFÕlarÕ onlarÕn hamlenin resmini yapÕyor Abidin yüz elliye altmÕúÕn meydanlÕ÷Õnda suda balÕklarÕ nasÕl görüp suda balÕklarÕ nasÕl avlayabilirsem öyle görüp öyle avlayabilirim kÕYÕl kÕYÕl akan vakÕtlarÕ tuvalinde Abidin'in Sen Õrma÷Õ da bir ay dilimi gibi genç bir kadÕn uyuyor ay diliminin üstünde onu kaç kere yitirip kaç kere buldum daha kaç kere yitirip kaç kere bulaca÷Õm Lúte böyle iúte böyle kÕ]Õm düúürdüm ömrümün bir parçasÕQÕ Sen Õrma÷Õna Sen Miúel Köprüsü'nden ömrümün bir parçasÕ Mösyö Düpon'un oltasÕna takÕlacak bir sabah çise- lerken aydÕnlÕk Mösyö Düpon çekip çÕkaracak onu sudan Paris'in mavi suretiyle birlikte ve hiçbir úeye benzetemiyecek ömrümün bir parçasÕQÕ ne balÕ÷a ne pabuç eskisine atacak onu Mösyö Düpon gerisin geriye Paris'in suretiyle birlikte suret eski yerinde kalacak. Sen Õrma÷Õyla akacak ömrümün bir parçasÕ büyük mezarlÕ÷Õna ÕrmaklarÕn damarlarÕmda akan kanÕn hÕúÕrtÕVÕyla uyandÕm parmaklarÕPÕn a÷ÕrlÕ÷Õ yok parmaklarÕm ellerimle ayaklarÕmdan kopup havalanacaklar salÕna salÕna dönecekler baúÕPÕn üstünde sa÷Õm yok solum yok yukarÕm aúD÷Õm yok Abidin'e söylemeli de resmini yapsÕn BeyazÕt MeydanÕ'nda úehit düúenin ve Gagarin YoldaúÕn ve daha adÕQÕ sanÕQÕ kaúÕQÕ gözünü bilmedi÷i- miz Titof YoldaúÕn ve ondan sonrakilerin ve tavan arasÕnda yatan genç kadÕQÕn Küba'dan döndüm bu sabah Küba meydanÕnda altÕ milyon kiúi akÕ karasÕ sarÕVÕ melezi ÕúÕklÕ bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirde÷ini güle oynaya sen mutlulu÷un resmini yapabilir misin Abidin Lúin kolayÕna kaçmadan ama gül yanaklÕ bebesini emziren melek yüzlü anneci÷in resmini de÷il ne de ak örtüde elmalarÕn ne de akvaryumda su kabarcÕklarÕQÕn arasÕnda dolanan kÕrmÕ]Õ balÕ÷Õnkini sen mutlulu÷un resmini yapabilir misin Abidin 1961 yazÕ ortalarÕnda Küba'nÕn resmini yapabilir misin çok úükür çok úükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrÕQÕn resmini yapabilir misin üstat yazÕk yazÕk Havana'da bu sabah do÷mak varmÕúÕn resmini yapabilir misin bir el gördüm Havana'nÕn 150 kilometre do÷usunda deniz kÕ\ÕVÕna yakÕn bir duvarÕn üstünde bir el gördüm ferah bir türküydü duvar el okúuyordu duvarÕ el altÕ aylÕktÕ okúuyordu boynunu anasÕQÕn on yedi yaúÕndaydÕ el ve Mariya'nÕn memelerini okúuyordu avucu nasÕr nasÕrdÕ ve Karayip denizi kokuyordu yirmi yaúÕndaydÕ el ve okúuyordu boynunu altÕ aylÕk o÷lunun yirmi beú yaúÕndaydÕ el ve okúamayÕ unutmuútu çoktan otuz yaúÕndaydÕ el ve Havana'nÕn 150 kilometre do÷usunda deniz kÕ\ÕVÕnda bir duvarÕn üstünde gördüm onu okúuyordu duvarÕ sen el resimleri yaparsÕn Abidin bizim ÕrgatlarÕn demircilerin ellerini KübalÕ balÕkçÕ Nikolas'Õn da elini yap karakalem kooperatiften aldÕ÷Õ pÕUÕl pÕUÕl evinin duvarÕnda okúamaya kavuúan ve okúamayÕ bir daha yitirmeyecek KübalÕ balÕkçÕ Nikolas'Õn elini kocaman bir el deniz kaplumba÷asÕ bir el ferah bir duvarÕ okúayabildi÷ine inanamayan bir el artÕk bütün sevinçlere inanan bir el güneúli denizli kutsal bir el Fidel'in sözleri gibi bereketli topraklarda úekerkamÕúÕ hÕ]Õyla fÕúNÕUÕp yeúerip ballanan umutlarÕn eli 1961'de Küba'da çok renkli çok serin a÷açlar gibi evler ve çok rahat evler gibi a÷açlar diken ellerden biri çelik dökme÷e hazÕrlanan ellerden biri mitralyözü türküleútiren türküleri mitralyözleútiren el yalansÕz hürriyetin eli Fidel'in sÕktÕ÷Õ el ömrünün ilk kurúunkalemiyle ömrünün ilk kâadÕna hürriyet sözcü÷ünü yazan el hürriyet sözcü÷ünü söylerken sulanÕyor a÷ÕzlarÕ KübalÕlarÕn balkutusu bir karpuzu kesiyorlarmÕú gibi ve gözleri parlÕyor erkeklerinin ve kÕzlarÕQÕn eziliyor içi dokununca dudaklarÕ hürriyet sözcü÷üne ve koca kiúileri en tatlÕ anÕlarÕQÕ çekip kuyudan yudum yudum içiyor mutlulu÷un resmini yapabilir misin Abidin hürriyet sözcü÷ünün resmini ama yalansÕ]ÕQÕn akúam oluyor Paris'te Notr Dam turuncu bir lamba gibi yanÕp söndü ve Paris'in bütün eski yeni taúlarÕ turuncu bir lamba gibi yanÕp söndü bizim zanaatlarÕ düúünüyorum úiircili÷i resimcili÷i çalgÕFÕOÕ÷Õ filan düúü- nüyorum ve anlÕyorum ki bir ulu Õrmak akÕyor insan eli ilk ma÷araya ilk bizonu çizdi÷inden beri sonra bütün çaylar yeni balÕklarÕ yeni su otlarÕ yeni tatlarÕyla dökülüyor onun içine ve kurumayan uçsuz bucaksÕz akan bir odur. Paris'te bir kestane a÷acÕ olacak Paris'in ilk kestanesi Paris kestanelerinin atasÕ østanbul'dan gelip yerleúmiú Paris'e Bo÷az sÕrtlarÕndan hâlâ sa÷ mÕGÕr bilmem sa÷sa iki yüz yaúÕnda filân olmalÕ gidip elini öpmek isterdim varÕp gölgesinde yatsak isterdim bu kitabÕn kâadÕQÕ yapanlar yazÕVÕQÕ dizenler nakÕúÕQÕ basanlar bu kitabÕ dükkânÕnda satanlar para verip alanlar alÕp da seyredenler bir de Abidin bir de ben bir de bir saman sarÕVÕ belâsÕ, baúÕPÕn.

Sanat Telâkkisi

Bazan ben de gönül ahlarÕPÕ çekerim birer birer kan kÕrmÕ]Õ yakut bir tesbih gibi, ve bu kÕ]Õl pÕUÕltÕOÕ tesbihin ipi VÕrma saç tellerindendir...

Fakat benim úiirime ilham veren perimin omuzlarÕnda açÕlan kanat: asma köprülerimin demir putrellerindendir! ..

Dinlenir, dinlenmez de÷il bülbülün güle karúÕ feryatlarÕ... Fakat asÕl benim anladÕ÷Õm dil: BakÕr, demir, tahta, kemik ve kiriúlerle çalÕnan Bethovenin sonatlarÕ...

Sen istedi÷in kadar tozu dumana katar sürebilirsin atÕQÕ! .. Ben de÷Lúmem en halüsüddem arap atÕna; saatte 110 kilometrelik sür'atini demir raylarda koúan demir beygirimin.

øri úDúNÕn bir sinek gibi takÕOÕr bazan gözüm odamÕn köúesindeki usta örümcek a÷larÕna... Lâkin asÕl hayranÕm ben: halikleri mavi gömlekli mimarlarÕm olan 77 katlÕ beton-arme da÷larÕna!

Erkek güzeli «Biblos ilâhÕ genç Adonis » köprübaúÕnda karúÕma çÕksa, belki bakmadan geçerim de; Filozofumun yuvarlak gözlüklü gözüne, ve ateúçimin dört köúe terli bir güneú gibi yanan yüzüne bakmadan geçemem! ...

Ben elektrikli tezgâhlarÕmda doldurulan üçüncü nevi hazÕr cigara içerim de, isterse Samsun'un olsun tütünü kâ÷Õda elimle sarÕp içemem! De÷Lúmedim de÷Lúemem HavvanÕn çÕUÕlçÕplaklÕ÷Õna meúin kasketli meúin ceketli karÕPÕ! . Belki benim «tab'Õúairanem » yok? ! Neyleyim! . toprak anamÕn çocuklarÕndan çok seviyorum: kendi çocuklarÕPÕ!

Sebastian Bach'Õn Do Majör Konçertosu

Güz sabahÕ üzüm ba÷Õnda 6Õra sÕra büklüm büklüm Kütüklerin tekrarÕ. Kütüklerde salkÕmlarÕn, SalkÕmlarda tanelerin, Tanelerde aydÕnlÕ÷Õn.

Geceleyin çok büyük çok beyaz evde, Herbirinde ayrÕÕúÕk, Pencerelerin tekrarÕ.

Ya÷an bütün ya÷murlarÕn tekrarÕ Topra÷a, a÷aca, denize, Elime, yüzüme, gözüme Ve camda ezilen damlalar.

Günlerimin tekrarÕ Birbirine benzeyen, Benzemeyen günlerimin.

Örülen örgüdeki tekrar, <ÕldÕzlÕ gökyüzündeki tekrar Ve bütün dillerde 'seviyorum'un tekrarÕ Ve yapraklarda a÷acÕn tekrarÕ. Ve her ölüm döúH÷inde acÕVÕ tez biten yaúamanÕn.

Ya÷an kardaki tekrar, øncecikten ya÷an karda, Lapa lapa ya÷an karda, Buram buram ya÷an karda Esen tipide savrularak Ve yolumu kesen kardaki tekrar.

Çocuklar koúuyor avluda. Avluda koúuyor çocuklar. øhtiyar bir kadÕn geçiyor sokaktan. Sokaktan ihtiyar bir kadÕn geçiyor. Geçiyor sokaktan ihtiyar bir kadÕn.

Geceleyin çok büyük, çok beyaz evde Herbirinde ayrÕÕúÕk, Pencerelerin tekrarÕ.

SalkÕmlarda tanelerin, Tanelerde aydÕnlÕ÷Õn.

Yürümek iyiye, haklÕya, do÷ruya Dövüúmek yolunda iyinin, haklÕQÕn, do÷runun Zaptetmek iyiyi, haklÕ\Õ, do÷ruyu.

Sessiz gözyaúÕn ve gülümsemen gülüm, +ÕçkÕUÕklarÕn ve kahkahan gülüm. 3ÕUÕl pÕUÕl bembeyaz diúli kahkahanÕn tekrarÕ.

Güz sabahÕ üzüm ba÷Õnda 6Õra sÕra, büklüm büklüm Kütüklerin tekrarÕ. Kütüklerde salkÕmlarÕn, SalkÕmlarda tanelerin, Tanelerde aydÕnlÕ÷Õn, AydÕnlÕkta yüre÷imin.

Tekrardaki mucize gülüm, TekrarÕn tekrarsÕzlÕ÷Õ!

Sen

En güzel günlerimin üç mel'un adamÕ var: Ben sokakta rastlasam bile tanÕmayÕm diye en güzel günlerimin bu üç mel'un adamÕQÕ yer yer tÕrnaklarÕmla kazÕGÕm hatÕralarÕPÕn camÕQÕ.. En güzel günlerimin üç mel'un adamÕ var: Biri sensin, biri o, biri ötekisi.. DüúmanÕmdÕr ikisi.. Sana gelince... YazÕyorsun.. Okuyorum.. KanlÕ bÕçaklÕ düúmanÕm bile olsa, insanÕn bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum.. Ne yazÕk! .. Ne kadar beraber geçmiú günlerimiz var; senin ve benim en güzel günlerimiz.. Kalbimin kanÕyla götürece÷im ebediyete ben o günleri.. Sana gelince, sen o günleri - kendi o÷luyla yatan, NÕzlarÕQÕn körpe etini satan bir ana gibi satÕyorsun! . SatÕyorsun: günde on kaat, bir çift rugan pabuç, VÕcak bir döúek ve üç yüz papellik rahat için... En güzel günlerimin üç mel'un adamÕ var: Biri sensin, Biri o, biri ötekisi... KanlÕ bÕçaklÕ düúmanÕmdÕr ikisi... Sana gelince... Ne ben SezarÕm, Ne de sen Brütüssün... Ne ben sana kÕzarÕm ne de zatÕn zahmet edip bana küssün.. ArtÕk seninle biz, düúman bile de÷iliz..

Sen 2

Sen esirli÷im ve hürriyetimsin dÕplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, Sen memleketimsin.

Sen ela gözlerinde yeúil hareler, Sen büyük,güzel ve muzaffer, Ve ulaúÕldÕkça ulaúÕlmaz olan hasretimsin

Sen Benim Sarhoúlu÷umsun

Sen benim sarhoúlu÷umsun ne ayÕldÕm ne ayÕlabilirim ne ayÕlmak isterim baúÕm a÷Õr dizlerim parçalanmÕú üstüm baúÕm çamur içinde yanÕp sönen ÕúÕ÷Õna düúe kalka giderim.

Sen Güneúin AltÕnda Yeúil Gözlerinle

Sen güneúin altÕnda yeúil gözlerinle dÕUÕlçÕplak yatacaksÕn Ben üstüne e÷ilip senin Ben kainatÕn en müthiú hadisesini Seyreder gibi seyredece÷im seni Sen kollarÕQÕ boynuma atacaksÕn Boynumda kÕYÕl kÕYÕl a÷ÕrlÕ÷Õn Ben ölümsüzlü÷ü tadaca÷Õm .ÕpkÕrmÕ]Õ a÷]Õndan Seni Düúünmek

Seni düúünmek güzel úey, ümitli úey, DünyanÕn en güzel sesinden En güzel úarkÕ\Õ dinlemek gibi birúey... Fakat artÕk ümit yetmiyor bana, Ben artÕk úarkÕ dinlemek de÷il, ùarkÕ söylemek istiyorum.

Seni Düúünürüm

Seni düúünürüm AnamÕn kokusu gelir burnuma Dünya güzeli anamÕn

Binmiúsin atlÕkarÕncasÕna içimdeki bayramÕn )Õrdönersin eteklerinle saçlarÕn uçuúur Bir yitirip bir bulurum al al olmuú yüzünü

Sebebi ne Seni bir bÕçak yarasÕ gibi hatÕrlamamÕn Sen böyle uzakken senin sesini duyup Yerimden fÕrlamamÕn sebebi ne?

Diz çöküp bakarÕm ellerine Ellerine dokunmak isterim Dokunamam ArkasÕndan camÕn Ben bir úDúNÕn seyircisiyim gülüm Alaca karanlÕ÷Õmda oynadÕ÷Õm dramÕn

Seni Düúünüyorum

Seni Düúünüyorum Türkiye Komünist Partisi,

T. K. P.’m benim, seni düúünüyorum. Sen dünümüz, bugünümüz, yarÕQÕPÕzsÕn, en büyük ustalÕ÷ÕPÕz, en ince hünerimizsin. Sen aklÕPÕz, yüre÷imiz ve yumru÷umuzsun. Dünyada bir anÕOÕr úanlÕ soyun var: sen küçük kardeúisin V.K.P.(B) ’nin. Sen bana bugün Mübarek alnÕndaki yara yerinle ve iúçi bileklerinde zincir izleriyle göründün. yürüyorsun dimdik, pÕUÕl pÕUÕl. Ömrümde yalnÕz seninle BacÕPÕnkiler gibi gök gözlü úehrim, østanbul’um, seni düúünüyorum. Oturmuúum deniz kÕ\ÕVÕna, bakÕyorsun limana giren Amerikan zÕrhlÕVÕna. HastasÕn, açsÕn, öfkelisin. O da bakÕyor sana, hem de nasÕl, efendinmiú, patronunmuú, sahibinmiú gibi ito÷lu it. BozkÕrdaki tarlalar sizi düúünüyorum. Belki karasapanla sürülürdünüz, kavruk olurdu ekininiz, kavruktu mavruktu, bu÷day idi ya, Amerikan úimdi beton dökmüú oraya, ölüme uçak alanÕ yapmÕú sizi. Uzun uzun úoseler sizi düúünüyorum. Üstünüzden kervan geçmez, kuú uçmaz, ölme÷e, öldürme÷e gidilir yalnÕz.

Seni düúünüyorum tornacÕ Rahmi. Belki bu sabah basÕldÕ evin, belki úimdi Birinci ùubedesin, kollarÕn kelepçeli arkadan,

Kan içinde yüzün gözün. Biliyorum söyletemezler: “BarÕú Yolu” dergisini kimden alÕp da÷ÕttÕ÷ÕQÕ. Seni düúünüyorum Hasan o÷lu Hüseyin. Mangalardan birinin bilmem kaçÕncÕ eri. Selam vermedin diye, çipil te÷men, basÕyor tokadÕ sana. Sen sÕmsÕNÕ duruyorsun, yüzünde beú parma÷Õn yeri. Biliyorum Hasan o÷lu Hüseyin kaçacaksÕn, katletmiye gitmeyeceksin Korede kardeúlerini Seni düúünüyorum Hatçe kadÕn. ønsandan çok arÕk topra÷a benziyorsun, hayÕr topraksÕzlÕ÷a.

Beú çocuk do÷urdun, üçü öldü. Fakir köy halkÕQÕ peúine taktÕn. gidiyorsun zaptetme÷e süngülerin ardÕndaki bey topra÷ÕQÕ. Üniversiteli kÕz seni düúünüyorum. øçerdesin bir yÕldÕr, en az üç yÕl verecekler. Bana bir úiirimi okumuútun, sesin kula÷Õmda hala. Seni düúünüyorum sayacÕøsmail Usta, Marúal emretti, açÕldÕ gümrük kapÕlarÕ, sen dükkanÕn kapÕVÕQÕ kapattÕn, zarf, kaat sattÕn

Galatasaray da, postanenin orda. Dilendin sonra, sonra öldün veremden ev halkÕyla beraber. Seni düúünüyorum anne. Büsbütün perde indi mi gözlerine? KaranlÕkta mÕVÕn? KarÕFÕ÷Õm, seni düúünüyorum. Sütün kesildi mi büsbütün, emziremiyor musun artÕk tosunumu

Memed’imi? Ev kirasÕQÕ bu ay verebildin mi? Ben aklÕnda mÕ\Õm? Mavi bulutlar geçiyor altÕn kubbelerin üzerinden, NÕrmÕ]Õ bacalarÕn, beyaz kulelerin üzerinden mavi bulutlar geçiyor. BakÕyorum Moskova’nÕn pencerelerinden birinden seni düúünüyorum memleketim memleketim, Türkiye’m seni düúünüyorum zaten bir dakka çÕktÕ÷Õn yok aklÕmdan, hasretin dayanÕOÕr gibi de÷il Moskova’da yaúamanÕn saadeti olmasa, burda herkes sormasa seni benden, Sovyet insanlarÕndan her gün mektup gelmese, sevmese seni onlar benim onlarÕ sevdi÷im kadar.

Sensiz Paris Sensiz paris gülüm bir havai fiúH÷i Bir kuru gürültü kederli bir Õrmak <ÕktÕ mahfetti beni Pariste durup dinlenmeden gülüm seni ça÷Õrmak.

Ses Çeneni avuçlarÕQÕn içine alÕp, duvara dalÕp kalma! . Çeneni avuçlarÕQÕn içine alma! . Kalk! Pencereye gel! Bak! 'Õúarda gece bir cenup denizi gibi güzel, çarpÕyor pencerene dalgalarÕ.. Gel! Dinle havalarÕ: havalar seslerin yoludur, havalar seslerle doludur: topra÷Õn, suyun, yÕldÕzlarÕn ve bizim seslerimizle... Pencereye gel! HavalarÕ dinle bir: Sesimiz yanÕndadÕr, sesimiz seninledir...

Sesler Geliyor.....

Sesler geliyor günbatÕVÕndan sesler.... Koynunda güneúin kayboldu÷u zindan aydÕnlanacak mÕ? Bekliyelim mi? Bekliyebilir miyiz? Biz gündo÷usunun milyonlarla milyonu bekliyoruz bunu.. Sesler geliyor günbatÕVÕndan sesler.. Biz oÕplak ayaklÕ HindistanÕn açlÕ÷ÕQÕ esmer gözlerinde bir alev gibi taúÕyanlar. Biz sarÕ yüzlerinden gözleri bÕçak yarasÕ gibi bakan kavga meydanlarÕnda kellesini koparÕp kocaman kanlÕ sarÕ bir çiçek gibi bÕrakan Çin seddinin kulileri.... Biz Borneo, Sumatra, Cava köylüleri.... Biz... Biz güneúin do÷du÷u yerden haykÕUÕyoruz mavi gömlekli, mavi gözlü AlmanyalÕlara... Ve istiyoruz ki olsun naramÕ]Õn aksisedasÕ Krup favrikalarÕndan kopan: - HURRRA...... * * * Kurtuluúun kÕrmÕ]Õ eli dolaúÕyor üstünde AlmanyanÕn. 'ÕúarÕ fÕrlamak için tepiniyor amele mahallelerinde tanklar. Berlinin caddeleri kulak asÕyor yine Spartaküslerin ayak sesine.. Göbe÷inden çatlÕyacak Avrupa. AvrupanÕn çatlÕyacak göbe÷i.... ÇatlÕyacak çatlÕyor çatla... Çabuk olun haydÕ... Diyelim: - . .DI.... Diyelim milyonlarla milyon a÷Õz birden: - ÇATLADI...... * * * Söyle Berlin.... Söyle... Elleri bombalÕ mavi gömleklilerin bekliyecek mi yine Unter den Linden caddesinde nöbet? Alevden bayraklarÕn üstünde yeniden can bulacak mÕ Karl Liebknecht? Avrupa bocalÕyor.. Hava fÕrtÕnalÕ omurga delik serdümen sarhoú.. Kooooú.... Dümen baúÕna..... Sesler geliyor günbatÕVÕndan sesler....

Sesini Kaybeden ùehir

Adedi devir VÕIÕr. ùehir sustu Kenetlendi nokta nokta úehrinin asfalt-beton çenesi: bin dokuz yüz nokta nokta senesi nokta nokta ayÕnda... Cadde boú. bir uçtan bir uca koú. Cadde boú bomboú cebim gibi... Kesildi akmÕyor su... Ne bir motor u÷ultusu ne dönen bir tekerlek var. Rüzgar: sürüklüyor asfaltta Mister Ford'un adÕQÕ: duvardan kopan renkli bir ilan kaadÕQÕ kaldÕUÕmda savuruyor.. Üç adam Üç adam duruyor: Birincinin kolunda kÕUÕk bir keman var, ikincinin baúÕnda silindir VÕrtÕnda frak, üçüncü kÕllÕ bir maymun gibi çÕplak.. Sokak. Sokakta ÕslÕk çalarak enseni kaúÕya kaúÕya geç karúÕdan karúÕya. Yok ezilmek korkusu.. Ne bir motor u÷ultusu ne dönen bir tekerlek var.. Rüzgar: çatÕyor gitgide kara kaúlarÕQÕ. Kesmiú düdük sesleri köúe baúlarÕQÕ. Üç adam... Üç adam duruyor ve bir sarhoú türküsünü söyliyerek topuklarÕQÕ yere vuruyor.. Caddenin ortasÕnda ba÷ÕUÕp durmayÕn, topuklarÕQÕ]Õ yere vurmayÕn, NAFøLE asfaltÕ getiremezsiniz dile! ! NAFøLE konuúmaz sesini kaybeden úehir: okúamazsa e÷er ONLARIN ceplerinde kilitlenen elleri bakÕr telleri.. Üç adam: Üç adam duruyor: Birincinin kolunda kÕUÕk bir keman var, ikincinin baúÕnda silindir VÕrtÕnda frak, üçüncü kÕllÕ bir maymun gibi çÕplak.. Üç adam kayboluyor karanlÕkta sallanarak....

Sevgilim

Sevgilim yalan söylersem sana Kopsun ve mahrum kalsÕn dilim Seni seviyorum demek bahtiyarlÕ÷Õndan

Sevgilim yalan yazarsam sana Kurusun ve mahrum kalsÕn elim Okúayabilmek saadetinden seni

Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim øki nadim gözyaúÕ gibi avuçlarÕma aksÕnlar Ve göremesinler seni bir daha

Sevgilim 2 Sevgilim, baúlar önde, gözler alabildi÷ine açÕk, yanan úehirlerin kÕ]ÕltÕVÕ, çi÷nenen ekinler ve bitmez tükenmez ayak sesleri : gidiliyor. Ve insanlar katlediliyor : a÷açlardan ve danalardan daha rahat daha kolay daha çok. Sevgilim, bu ayak sesleri, bu katliâmda hürriyetimi, ekme÷imi ve seni kaybetti÷im oldu, fakat açlÕ÷Õn, karanlÕ÷Õn ve çÕ÷OÕklarÕn içinden güneúli elleriyle kapÕPÕ]Õ çalacak olan gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman...

Seviyorum Seni

Seviyorum seni ekme÷i tuza banÕp yer gibi Geceleyin ateúler içinde uyanarak D÷]ÕPÕ dayayÕp muslu÷a su içer gibi $÷Õr posta paketini neyin nesi belirsiz telaúOÕ, sevinçli, kuúkulu açar gibi Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi østanbul'da yumuúacÕk kararÕrken ortalÕk içimde kÕPÕldayan birúeyler gibi Seviyorum seni YaúÕyoruz çok úükür der gibi.

6Õcaklarda

Bu sÕcaklarda seni düúünüyorum oÕplaklÕ÷ÕQÕ boynunu bileklerini minderde ak bir kuú gibi yatan aya÷ÕQÕ senin söylediklerini.

Bu sÕcaklarda seni düúünüyorum bilmiyorum aklÕmda en çok kalan ne gözümün önüne gelen boynun mu bileklerin mi oÕplak aya÷Õn mÕ bana benim olurken söylediklerin mi?

Bu sarÕ sÕcaklarda seni düúünüyorum bu sarÕ sÕcaklarda bir otel odasÕnda seni düúünüp yalnÕzlÕ÷ÕPÕ soyunuyorum biraz da ölüme benzeyen yalnÕzlÕ÷ÕPÕ.

6Õradaki

BaúladÕ iúe Bitirdi iúi.. Baúlarken avaz avaz ba÷ÕrmadÕ. Bitirdi ve : -Gelin seyredin, diye dört yanÕ ça÷ÕrmadÕ.. O milyonlarÕn milyonda biridir. O bir sÕra neferidir. DamarlarÕndaki bilmem hangi soyun kanÕ de÷il.. O bir yarÕú hayvanÕ de÷il. Yüzü herkesin yüzüne benzer. Su içer a÷]Õyla ayaklarÕyla gezer... Onun için ;baúOÕyan,biten,baúOÕyan iú var, sorgu soruú yok.. Gidiú var. Duruú yok.. O milyonlarÕn milyonda biridir. O bir sÕra neferidir..

6Õradakinin Ölümü

O, ne önde ne arkada VÕrada VÕramÕzdaydÕ.. Ve yanÕndakinin kanlÕ baúÕ onun omuzuna e÷ilince ona sÕra gelince sayÕQÕ saydÕ... Söz istemez. YaúOÕ göz istemez. çelenk melenk lazÕm de÷il... SUSUN. SIRA NEFERø UYUSUN...

SilahsÕz ønsanlar

Beú kÕtanÕn içinden baúladÕ sefer Gidildi kuzeye do÷ru, gidildi, Ormanlar, kayalar, göller, denizler ùehrine varÕldÕ, úehir yeúildi.

Bu gelenler silâhsÕz adamlardÕ Her birisi yüre÷ini çÕkardÕ. Her yürekte güzel bir úeyler vardÕ, Hayata sevdalar ilân edildi.

Geceler beyazdÕ, gündüzler serin, Sözleri dövdüler dan dan da din din, Örsünde sÕcacÕk yüreklerinin Ölüm bu sözlerden güçlü de÷ildi.

Simavne KadÕVÕ O÷lu ùeyh Bedrettin DestanÕ Darülfünün ølâhiyat Fakültesi tarihi kelâm müderrisi Mehemmed ùerefeddin Efendinin 1925-1341 senesinde EvkafÕøslâmiye MatbaasÕnda basÕlan «Simavne KadÕVÕ o÷lu Bedreddin» isimli risalesini okuyordum. Risalenin altmÕú beúinci sayfasÕna gelmiútim. Cenevizlilere sÕrkâtip olarak hizmet eden Dukas, tarihi kelâm müderrisinin bu altmÕú beúinci sayfasÕnda diyordu ki: «O zamanlarda øyonyen körfezi medhalinde kâin ve avam lisanÕnda Stilaryum - Karaburun tesmiye edilen da÷OÕk bir memlekette âdi bir Türk köylüsü meydana çÕktÕ. Stilaryum SakÕz adasÕ karúÕVÕnda kâindir. Mezkûr köylü Türklere vaiz ve nesayihte bulunuyor ve kadÕnlar müstesna olmak üzere erzak, melbûsat, mevaúi ve arâzi gibi úeylerin kâffesinin umumun mâli müútereki addedilmesini tavsiye ediyor idi.» Stilaryumdaki âdi Türk köylüsüsün vaÕz ve nasihatlarÕQÕ bu kadar vuzuhla anlatan Cenevizlilerin sÕrkâtibi, siyah kadife elbisesi, sivri sakalÕ, sarÕ uzun merasimli yüzüyle gözümün önüne geldi. Simavne KadÕVÕ o÷lu Bedreddinin en büyük müridine, Börklüce Mustafaya «âdi» demesi, her iki manasÕnda da, beni güldürdü. Sonra birdenbire risalenin müellifi Mehemmed ùerefeddin Efendiyi düúündüm. Risalesinde Bedreddinin gayesinden bahsederken, «Erzak, mevâúi ve arâzi gibi úeylerin umumî mali müúterek addedilmesini tavsiye eden Börklücenin kadÕnlarÕ bundan istisna etmesi bizce efkârÕ umumiyyeye karúÕ ihtiyar etmiú oldu÷u bir takiyye ve tesettürdür. Zira vahdeti mevcûda kail olan úeyhinin Mustafaya bunu istisna ettirecek bir dersi hususiyet vermedi÷i muhakkaktÕr,» diyen bu tarihi kelâm müderrisini asÕrlarÕn üstüne remil atÕp insanlarÕn zamirini keúfetmekte yedi tulâ sahibi buldum. Ve Marksla Engelsten iki cümle geldi aklÕma: «Burjuva için karÕVÕ alelâde bir istihsal âletidir. Burjuvazi, istihsal âletlerinin içtimaileútirilece÷ini duyunca tabiatiyle bundan içtimaileútirilmenin kadÕnlara da teúmil edilece÷i neticesini çÕkarÕyor.» Burjuvazinin modern amele sosyalizmi için düúündü÷ünü, Darülfünün ølâhiyat Fakültesi müderrisi de Bedreddinin kurunu vüstaî köylü sosyalizmi için neden düúünmesin? ølâhiyat bakÕPÕndan kadÕn mal de÷il midir? Risaleyi kapadÕm. Gözlerim yanÕyordu amma uykum yoktu. Baúucumdaki çiviye asÕOÕúimendifer marka saata baktÕm. økiye geliyor. Bir cÕgara. Bir cÕgara daha. Ko÷Xúun sÕcak, durgun, a÷Õr kokulu bir su birikintisine benziyen havasÕnda dolaúan sesleri dinliyorum. Benden baúka yirmi sekiz insanÕ ve terli çimentosuyla ko÷Xú uyuyor. Kulelerdeki jandarmalar yine bu gece düdüklerini daha sÕk, daha keskin öttürüyorlardÕ. Bu düdük sesleri ne zaman böyle deli bir sirayetle, belki de hiç sebepsiz, telaúlansalar ben kendimi karanlÕk bir gece batan bir gemide sanÕUÕm. Üstümüzdeki ko÷Xútan idamlÕk eúNÕyalarÕn zincir sesleri geliyordu. EvraklarÕ temyizde. Ya÷murlu bir akúam kararÕ giyip döndüklerinden beri hep böyle sabahlara kadar demirlerini úakÕrdatÕp dolaúÕyorlar. Gündüzleri arka avluya çÕkarÕldÕ÷ÕPÕz vakit kaç defa onlarÕn pencerelerine baktÕm. Üç insan. økisi sa÷daki pencerenin içinde oturur, birisi soldaki pencerede. ølk yakalanÕp arkadaúlarÕQÕ ele veren bu tek baúÕna oturanmÕú. En çok cÕgara içen de o. Üçü de kollarÕQÕ pencerelerin demirlerine doluyorlar. OlduklarÕ yerden denizi, da÷larÕ çok iyi görebildikleri halde onlar hep aúD÷Õya, avluya, bize, insanlara bakÕyorlar. Seslerini hiç iúitmedim. Bütün hapishane içinde bir kerre olsun türkü söylemiyen sade onlardÕr. Ve hep böyle yalnÕz geceleri konuúan zincirleri birdenbire bir sabah karanlÕ÷Õnda susarsa, hapishane bilecek ki, dÕúardaki úehrin en kalabalÕk meydanÕnda gö÷üsleri yaftalÕ üç beyaz uzun gömlek sallanmÕúWÕr. Bir aspirin olsa. AvuçlarÕPÕn içi yanÕyor. Kafamda Bedreddin ve Börklüce Mustafa. Kendimi biraz daha zorlÕyabilsem, baúÕm böyle gözlerimi bulandÕracak kadar a÷UÕmasa, çok uzak yÕllarÕn kÕOÕç úakÕrtÕlarÕ, at kiúnemeleri, NÕrbaç sesleri, kadÕn ve çocuk çÕ÷OÕklarÕ içinde iki ÕúÕklÕ ümit sözü gibi Bedreddinle MustafanÕn yüzlerini görebilece÷im. Gözüme, demin kapatÕp çimentoya bÕraktÕ÷Õm risale iliúti. YarÕVÕ güneúten solmuú viúne çürü÷ü bir kapa÷Õ var. Kapakta, üstünlü esreli sülüs bir yazÕyla risalenin adÕ bir tu÷ra gibi yazÕOÕ. Kapa÷Õn içinden sararmÕú sayfa yapraklarÕQÕn yÕrtÕk kenarlarÕ çÕNÕyor. Bu ølâhiyat Fakültesi müderrisinin sülüs yazÕVÕndan, kamÕú kaleminden, dividinden ve rÕKÕndan Bedreddinimi kurtarmak lâzÕm, diye düúünüyorum. AklÕmda øbni Arabúahtan, ÆúÕkpaúazâdeden, Neúriden, ødrisi Bitlisiden, Dukastan ve hattâ ùerefeddin Efendiden okuya okuya ezberledi÷im satÕrlar var: «ùeyh Bedreddinin tevellüdü 770 etrafÕnda olmak lâzÕm gelece÷ini kuvvetle tahmin etmek mümkündür.» «Tahsilini MÕVÕrda ikmâl etmiú olan ùeyh Bedreddin senelerce burada kalmÕú ve hiç úüphesiz bu muhitte büyük bir kuvveti ilmiyeye mazhar olmuú idi.» «MÕVÕrdan Edirneye avdetinde ebeveynini burada berhayat bulmuú idi.» «Kendisinin buraya vürudu peder ve validesini ziyaret maksadile olabilece÷i gibi bu úehirde tasaltun etmiú olan Musa Çelebinin daveti vakÕasile olmak ihtimali de vardÕr.» «Çelebi Sultan Mehmet kardeúlerine galebe ile vaziyete hâkim olunca ùeyh Bedreddini øznikte ikamete memur eylemiú idi.» «ùeyh burada itmam etmiú oldu÷u Teshil mukaddemesinde "...Kalbimin içindeki ateú tutuúuyor. Ve günden güne artÕyor, o surette ki kalbim demir de olsa selâbetine ra÷men eriyecek..." demektedir.» «ùeyhi øznike serdiklerinde kethüdasÕ Börklüce Mustafa AydÕn eline vardÕ. Andan göçtü Karaburuna vardÕ.» «Diyordu ki: "Ben senin emlâkine tasarruf edebildi÷im gibi sen de benim emlâkime aynÕ suretle tasarruf edebilirsin." Köylü avam halkÕ bu nevi sözlerle kendi tarafÕna celp ve cezb ettikten sonra hÕUÕstiyanlar ile dostluk tesisine çalÕúWÕ. Çelebi Sultan Mehmedin Sarohan valisi Sisman bu sahte rahibe karúÕ hareket ettiyse de Stilaryumun dar geçitlerinden ileriye geçme÷e muvaffak olamadÕ.» «Simavne kadÕVÕ o÷lu iúitti kim Börklücenin hali terakki etti, o dahi øznikten kaçtÕ. øsfendiyara vardÕ. øsfendiyardan bir gemiye binip Eflak eline geçti. Andan gelip A÷açdenizine girdi. «Bu esnada müúarünileyhin halifesi MustafanÕn AydÕn elinde avazeyi huruç ve fesat ve ilhadÕ Sultan Mehemmed'in kula÷Õna vâsÕl oldu. Derhal Rumiyei su÷ra ve Amesye PadiúahÕ olan ùehzade Sultan MuradÕn ismine hükmü hümayün sadÕr oldu ki Anadolu askerlerini cem ile mülhid MustafanÕn def'ine kÕyam eyliye. Ve mükemmel asker ve teçhizat ile AydÕn elinde anÕn baúÕna ine...» «Mustafa, on bine yakÕn müfsit ve mülhid müritlerinden olan asker ile úehzadeye mükabeleye NÕyam eylediler.» «Mübalega cenk olundu.» «Bir çok kan döküldükten sonra tevfiki ilâhi ile o leúkeri ilhad ma÷lub oldu.» «Sa÷ kalanlar Ayaslu÷a getirildiler. Börklüceye tatbik olunan en müthiú iúkenceler bile onu fikri sabitinden çeviremedi. Mustafa bir deve üzerinde çarmÕha gerildi. KollarÕ yekdi÷erinden ayrÕ olarak bir tahta üzerine çivilendikten sonra büyük bir alay ile úehirde gezdirildi. Kendisine sadÕk kalan mahremanÕ MustafanÕn gözü önünde katledildi. Bunlar "Dede Sultan iriú" nidalarile mütevekkilâne ölüme tevdii nefs ettiler.» «Ahir Börklüceyi paraladÕlar ve on vilâyeti teftiú ettiler, gideceklerin giderdiler bey kullarÕna timar verdiler. Bayezid Paúa yine Manisaya geldi Torlak Kemali anda buldu. AnÕ dahi anda astÕ.» «Bu esnada A÷açdenizindeki Bedreddinin hali terakkide idi. Her taraftan birçok halk yanÕna toplandÕlar. Bilumum halkÕn kendisiyle birleúmesine remak kalmÕú idi. Bundan dolayÕ Sultan Mehemmedin bizzat hareketi icab etti. «Ve Bayezid PaúanÕn teklifiyle bazÕ kimseler KadÕ Bedreddinin silki mütabaatÕna ve müritli÷ine dahil oldular. Ve birkaç tedbir ile orman içinde derdest edip ba÷ladÕlar... «Sirozda Sultan Mehemmede getirdiler. Acemden henüz gelmiú bir daniúmend var idi. Mevlâna Hayder derlerdi. Sultan Mehemmed yanÕnda olurdu. Mevlâna Hayder etti "úeran bunun katli helâl amma mali haramdÕr." «Andan Simavne KadÕVÕ o÷lunu pazara iletip bir dükkân önünde berdar ettiler. Bir nice günden sonra cünüb müritlerinden birkaçÕ gelip anÕ andan aldÕlar. ùimdi dahi ol diyarda müritleri vardÕr.» BaúÕm çatlÕyacak gibi. Saate baktÕm. Durmuú. Yukardakilerin zincir úakÕrtÕlarÕ biraz yavaúladÕ. YalnÕz birisi dolaúÕyor. Herhalde o tek baúÕna soldaki pencerede oturandÕr. øçimde bir Anadolu türküsü dinlemek ihtiyacÕ var. Bana öyle geliyor ki, úimdi yolparacÕlar ko÷Xúundan yine o yayla türküsünü söyleme÷e baúlasalar baúÕPÕn a÷UÕVÕ bir anda diniverecektir. Bir cÕgara daha yaktÕm. E÷ildim. Çimentonun üstünden Mehemmed ùerefeddin Efendinin risalesini aldÕm. DÕúarda rüzgâr çÕktÕ. Penceremizin altÕndaki deniz, zincir ve düdük seslerini kapatarak homurdanÕyor. Penceremizin altÕ kayalÕk olacak. Kaç defa oraya, denizle duvarÕPÕ]Õn birleúti÷i yere bakmak istedik. Fakat imkânÕ yok. Pencerenin demir çubuklarÕ çok dar. ønsan baúÕQÕ dÕúarÕ çÕkaramÕyor. Ve biz burada denizi ancak ufuk halinde görebiliyoruz. Benim yata÷ÕPÕn yanÕnda tornacÕùefi÷in yata÷Õ vardÕ. ùefik bir úeyler mÕUÕldanarak uykusunda döndü. KarÕVÕQÕn gönderdi÷i gelinlik yorganÕ kaydÕ. Örttüm. ølâhiyat Fakültesi tarihi kelâm müderrisinin altmÕú beúinci sayfasÕQÕ açtÕm yine.. Cenevizlilerin sÕrkâtibinden bir iki satÕr ancak okumuútum ki baúÕPÕn a÷UÕlarÕ içinde kula÷Õma bir ses geldi. Bu ses: - Gürültü etmeksizin denizin dalgalarÕQÕ aúarak senin yanÕnda bulunuyorum, diyordu. Döndüm. Denizin üstündeki pencerenin arkasÕnda birisi var. Konuúan o: «- Cenevizlilerin sÕrkâtibi DukasÕn yazdÕklarÕQÕ unuttun mu? SakÕz adasÕnda Turlut tesmiye olunan manastÕrda ikamet eden Giritli bir keúLúten bahsetti÷ini hatÕrlamÕyor musun? Ben, yani Börklüce MustafanÕn "derviúlerinden biri" bu Giritli keúLúe de böyle baú açÕk, ayaklarÕm çÕplak ve yekpare bir libasa bürünmüú olarak denizin dalgalarÕQÕ DúÕp gelmez miydim?» Pencerenin demirleri dÕúÕnda hiçbir yere tutunmasÕna imkân olmadan böyle boylu boyunca durup bu sözleri söyleyene baktÕm. Gerçekten de dedi÷i gibiydi. Yekpare libasÕ aktÕ. ùimdi, yÕllarca sonra, ben bu satÕrlarÕ yazarken ølâhiyat Fakültesi müderrisini düúünüyorum. ùerefeddin Efendi öldü mü, sa÷ mÕ, bilmiyorum. Fakat e÷er sa÷sa ve bu yazdÕklarÕPÕ okursa benim için: «Gidi hain, diyecektir, hem maddiyundan oldu÷unu iddia eder, hem de Giritli keúLú gibi, üstüne üstlük aradan asÕrlar geçmiú iken, Börklücenin denizleri sessizce aúan müridiyle konuútu÷undan dem vurur.» Tarihi kelâm üstadÕQÕn bu sözleri söyledikten sonra ataca÷Õ ilâhi kahkakayÕ da duyar gibi oluyorum. Fakat zarar yok. Hazret kahkahasÕQÕ atadursun. Ben maceramÕ anlatayÕm. BaúÕPÕn a÷UÕVÕ birdenbire dindi. Yataktan çÕktÕm. Penceredekine do÷ru yürüdüm. Elimden tuttu. Benden baúka yirmi sekiz insanÕ ve terli çimentosuyla uyuyan ko÷Xúu bÕraktÕk. Birdenbire kendimi o bir türlü göremedi÷imiz, denizle duvarÕPÕ]Õn birleúti÷i yerde, kayalarÕn üstünde buldum. Börklücenin müridiyle yan yana karanlÕk denizin dalgalarÕQÕ sessizce aúarak yÕllarÕn arkasÕna, asÕrlarca geriye, sultan GÕyaseddin Ebülfeth Mehemmed bin ibni Yezidülkiriúçi, yahut sadece Çelebi Sultan Mehmet devrine gittik. Ve iúte size anlatmak istedi÷im macera bu yolculuktur. Bu yolculukta gördü÷üm ses, renk, hareket, úekil manzaralarÕQÕ parça parça ve ço÷unu - eski bir itiyat yüzünden -- bir çeúit uzunlu kÕsalÕ satÕrlar ve arasÕra kafiyelerle tesbit etme÷e çalÕúaca÷Õm. ùöyle ki:

1. Sedirde al yeúil, dal dal Bursa ipeklisi, duvarda mavi bir bahçe gibi KütahyalÕ çiniler, gümüú ibriklerde úarap, bakÕr lengerlerde kÕzarmÕú kuzular nar idi. Öz kardeúi MusayÕ ok kiriúiyle bo÷up yani bir altÕn le÷ende kardeú kanÕyla aptest alarak Çelebi Sultan Memet tahta çÕkmÕú hünkâr idi. Çelebi hünkâr idi amma Âl Osman ülkesinde esen bir kÕVÕrlÕk çÕ÷OÕ÷Õ, bir ölüm türküsü rüzgâr idi. Köylünün göz nuru zeamet alÕn teri timar idi. .ÕUÕk testiler susuz su baúarÕnda bÕ\Õk buran sipahiler var idi. Yolcu, yollarda topraksÕz insanÕn ve insansÕz topra÷Õn feryadÕQÕ duyar idi. Ve yollarÕn sonu kale kapÕVÕnda kÕOÕçlar úakÕrdar köpüklü atlar kiúner iken çarúÕda her lonca kesmiú kendi pirinden ümidi tarumar idi. VelhasÕl hünkâr idi, timar idi, rüzgâr idi, ahüzar idi.

2. Bu göl øznik gölüdür. Durgundur. KaranlÕktÕr. Derindir. Bir kuyu suyu gibi içindedir da÷larÕn. Bizim burada göller dumanlÕGÕrlar. BalÕklarÕQÕn eti yavan olur, sazlÕklarÕndan ÕVÕtma gelir, ve göl insanÕ sakalÕna ak düúmeden ölür. Bu göl øznik gölüdür. YanÕnda øznik kasabasÕ. øznik kasabasÕnda NÕUÕk bir yürek gibidir demircilerin örsü. Çocuklar açtÕr. Kurutulmuú balÕ÷a benzer kadÕnlarÕn memesi. Ve delikanlÕlar türkü söylemez. Bu kasaba øznik kasabasÕ. Bu ev esnaf mahallesinde bir ev. Bu evde bir ihtiyar vardÕr Bedreddin adÕnda. Boyu küçük sakalÕ büyük sakalÕ ak. Çekik çocuk gözleri kurnaz ve sarÕ parmaklarÕ saz gibi. Bedreddin ak bir koyun postu üstüne oturmuú. HattÕ talik ile yazÕyor «Teshil»i. KarúÕVÕnda diz çökmüúler ve karúÕdan bir da÷a bakar gibi bakÕyorlar ona. BakÕyor: BaúÕ tÕraúOÕ kalÕn kaúOÕ ince uzun boylu Börklüce Mustafa. BakÕyor: kartal gagalÕ Torlak Kemâl.. Bakmaktan bÕNÕp usanmayÕp bakma÷a doymÕyarak øznik sürgünü Bedreddine bakÕyorlar..

3. .Õ\Õda çÕplak ayaklÕ bir kadÕn a÷lamaktadÕr. Ve gölde ipi kopmuú boú bir balÕkçÕ kayÕ÷Õ bir kuú ölüsü gibi suyun üstünde yüzüyor. Gidiyor suyun götürdü÷ü yere, gidiyor parçalanmak için karúÕ da÷lara. øznik gölünde akúam oldu. Da÷ baúlarÕQÕn kalÕn sesli sipahileri güneúin boynunu vurup kanÕQÕ göle akÕttÕlar. .Õ\Õda çÕplak ayaklÕ bir kadÕn a÷lamaktadÕr, bir sazan balÕ÷Õ yüzünden kaleye zincirlenen balÕkçÕQÕn kadÕQÕ. øznik gölünde akúam oldu. Bedreddin e÷ildi suya avuçlayÕp do÷ruldu. Ve sular parmaklarÕndan dökülüp tekrar göle dönerken dedi kendi kendine: «- O âteú ki kalbimin içindedir tutuúmuútur günden güne artÕyor. Dövülmüú demir olsa dayanmaz buna eriyecek yüre÷im...

Ben gayrÕ zuhur ve huruç edece÷im! Toprak adamlarÕ topra÷Õ fethe gidece÷iz. Ve kuvveti ilmi, sÕrrÕ tevhidi gerçeklendirip biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarÕQÕ iptâl edece÷iz...» • Ertesi gün gölde kayÕk parçalanÕr kalede bir baú kesilir kÕ\Õda bir kadÕn a÷lar ve yazarken Simavneli «Teshil»ini Torlak Kemâlle Mustafa öptüler úeyhlerinin elini. Al atlarÕn kolanÕQÕ sÕktÕlar. Ve øznik kapÕVÕndan dizlerinde çÕUÕlçÕplak bir kÕOÕç heybelerinde el yazma bir kitapla çÕktÕlar... KitaplarÕQÕn adÕ: «Varidat»dÕ. 4. Börklüce Mustafa ile Torlak Kemâl, Bedreddinin elini öpüp atlarÕna binerek biri AydÕn, biri Manisa taraflarÕna gittikten sonra ben de rehberimle Konya ellerine do÷ru yola çÕktÕm ve bir gün Haymana ovasÕna ulaúWÕ÷ÕPÕzda Duyduk ki Mustafa huruç eylemiú AydÕn elinde Karaburunda. Bedreddinin kelâmÕQÕ söylemiú köylünün huzurunda. Duyduk ki; «cümle derdinden kurtulup piri pâk olsun diye, on beú yaúÕnda bir civan teni gibi, topra÷Õn eti, D÷alar topyekün kÕOÕçtan geçirilip verilmiú ortaya hünkâr beylerinin timarÕ zeameti.» Duyduk ki... Bu iúler duyulur da durmak olur mu? Bir sabah erken, Haymana ovasÕnda bir garip kuú öterken, VÕska bir sö÷üt altÕnda zeytin danesi yedik. «VaralÕm, dedik. Görelim, dedik. YapÕúÕp sapanÕn sapÕna úol kardeú topra÷ÕQÕ biz de bir yol sürelim, dedik.» Düútük da÷lara da÷lara, DúWÕk da÷larÕ da÷larÕ... Dostlar, ben yolculuk etmem bir baúÕma. Bir ikindi vakti can yoldaúÕma dedim ki: geldik. Dedim ki: bak baúladÕ karúÕPÕzda bir çocuk gibi gülme÷e bir adÕm geride a÷layan toprak. Bak ki, incirler iri zümrüt gibidir, kütükler zor taúÕyor kehribar salkÕmlarÕ. Saz sepetlerde oynÕyan balÕklarÕ gör: Õslak derileri pul pul, ÕúÕl ÕúÕldÕr ve körpe kuzu eti gibi aktÕr yumuúaktÕr etleri. Dedim ki bak, burda insan toprak gibi, güneú gibi, deniz gibi bereketli. Burda insan gibi verimli deniz, güneú ve toprak..

5. ArkamÕzda hünkârÕn ve hünkâr beylerinin timar ve zeametli topraklarÕQÕ bÕrakÕp Börklücenin diyarÕna girdi÷imizde bizi ilk karúÕlayan üç delikanlÕ oldu. Üçü de yanÕmdaki rehberim gibi yekpâre ak libaslÕydÕlar. Birisinin NÕYÕrcÕk, abanoz gibi siyah bir sakalÕ ve aynÕ renkte ihtiraslÕ gözleri, kemerli büyük bir burnu vardÕ. Vaktiyle MusanÕn dinindenmiú. ùimdi Börklüce yi÷itlerinden. økincisinin çenesi kÕvrÕk ve burnu dümdüzdü. SakÕzlÕ Rum bir gemiciymiú. O da Börklüce müritlerinden. Üçüncüsü orta boylu, geniú omuzlu. ùimdi düúünüyorum da, onu, yolparacÕlar ko÷Xúunda yatan ve o yayla türküsünü söyliyen Hüseyine benzetiyorum. YalnÕz Hüseyin Erzurumluydu. Bu AydÕnlÕymÕú. ølk sözü söyliyen AydÕnlÕ oldu: - Dost musunuz düúman mÕ? dedi. Dost iseniz hoúgeldiniz. Düúman iseniz boynunuz kÕldan incedir. - Dostuz, dedik. Ve o zaman ö÷rendik ki, Sarohan valisi SismanÕn ordusunu, yani topraklarÕ tekrar hünkâr beylerine vermek isteyenleri, bizimkiler Karaburunun dar, da÷OÕk geçitlerinde tepelemiúlerdir. Yine, o yolparacÕlar ko÷Xúunda yatan Hüseyin'e benziyeni dedi ki: - Buradan ta Karaburunun dibindeki denize dek uzayan kardeú soframÕzda bu yÕl incirler böyle ballÕ, baúaklar böyle a÷Õr ve zeytinler böyle ya÷OÕ iseler, biz onlarÕ, sÕrma cepken giyer haramilerin kanÕyla suladÕk da ondandÕr. Müjde büyüktü. Rehberim: - Öyleyse tez dönelim. Haberi Bedreddine iletelim, dedi. YanÕPÕza SakÕzlÕ Rum gemici AnastasÕ da alÕp ve ancak eúL÷ine bastÕ÷ÕPÕz kardeú topra÷ÕQÕ bÕrakarak tekrar Âl Osman o÷ullarÕQÕn karanlÕ÷Õna daldÕk. Bedreddini øznikte, göl kÕ\ÕVÕnda bulduk. Vakit sabahtÕ. Hava Õslak ve kederliydi. Bedreddin. - Nöbet bizimdir. Rumeline geçek, dedi. Gece øznikten çÕktÕk. Peúimizi atlÕlar kovalÕyordu. KaranlÕk, onlarla aramÕzda duvar gibiydi. Ve bu duvarÕn arkasÕndan nal seslerini duyuyorduk. Rehberim önden gidiyor, Bedreddinin atÕ benim al atÕmla AnastasÕnki arasÕndaydÕ. Biz üç anaydÕk. Bedreddin çocu÷umuz Ona bir kötülük edecekler diye içimiz titriyordu. Biz üç çocuktuk. Bedreddin babamÕz. KaranlÕ÷Õn duvarÕ ardÕndaki nal sesleri yaklaúÕr gibi oldukça Bedreddine sokuluyorduk. Gün ÕúÕ÷Õnda gizlenip, geceleri yol alarak øsfendiyara ulaúWÕk. Oradan bir gemiye bindik.

6. Bir gece bir denizde yalnÕz yÕldÕzlar ve bir yelkenli vardÕ. Bir gece bir denizde bir yelkenli yapyalnÕzdÕ yÕldÕzlarla. <ÕldÕzlar sayÕVÕzdÕ. Yelkenler sönüktü. Su karanlÕktÕ ve göz alabildi÷ine dümdüzdü. SarÕ Anastasla AdalÕ Bekir hamladaydÕlar. Koç Salihle ben pruvada. Ve Bedreddin parmaklarÕ sakalÕna gömülü dinliyordu küreklerin úÕSÕrtÕVÕQÕ. Ben: - Ya! Bedreddin! dedim, uyuklÕyan yelkenlerin tepesinde yÕldÕzlardan baúka bir úey görmüyoruz. FÕVÕltÕlar dolaúPÕyor havalarda. Ve denizin içinden gürültüler duymuyoruz. Sade bir dilsiz, karanlÕk su, sade onun uykusu. Ak sakalÕ boyundan büyük küçük ihtiyar güldü, dedi: - Sen bakma havanÕn durgunlu÷una derya dedi÷in uyur uyur uyanÕr. Bir gece bir denizde yalnÕz yÕldÕzlar ve bir yelkenli vardÕ. Bir gece bir yelkenli geçip Karadenizi gidiyordu Deliormana A÷açdenizine...

7. Bu orman ki DeliormandÕr gelip durmuúuz demek A÷açdenizinde çadÕr kurmuúuz. «Malûm niçin geldik, malûm derdi derunumuz» diye her daldan her köye bir úahin uçurmuúuz. Her úahin peúine yüz aslan takÕp gelmiú. Köylü, bey ekinini, çÕrak çarúÕ\Õ yakÕp reaya zinciri bÕrakÕp gelmiú. Yani Rumelinde bizden ne varsa tekmil kol kol A÷açdenizine akÕp gelmiú... Bir kÕ]Õlca kÕyamet! KarÕúPÕú birbirine at, insan, mÕzrak, demir, yaprak, deri, gürgenlerin dallarÕ, meúelerin kökleri. Ne böyle bir âlem görmüúlü÷ü vardÕr, ne böyle bir u÷ultu duymuúlu÷u var Deliorman deli olalÕ beri....

8. AnastasÕ Deliormanda Bedreddinin ordugâhÕnda bÕrakÕp ben ve rehberim Geliboluya indik. Bizden önce buradan denizi yüzerek geçen olmuú. Galiba bir dildâde yüzünden. Biz de denizi yüzerek karúÕ kÕ\Õya vardÕk. Lâkin bizi bir balÕk gibi çevik yapan úey bir kadÕn yüzünü ay ÕúÕ÷Õnda seyretmek ihtirasÕ de÷il, øzmir yoluyla Karaburuna, bu sefer úeyhinden Mustafaya haber ulaúWÕrmak iúiydi. øzmire yakÕn bir kervansaraya vardÕ÷ÕPÕzda, padiúahÕn on iki yaúÕndaki o÷lunun elinden tutan Bayezid PaúanÕn Anadolu askerlerini topladÕ÷ÕQÕ duyduk. øzmirde çok oyalanmadÕk. ùehirden çÕNÕp AydÕn yolunu tutmuútuk ki bir ba÷ içinde, bir ceviz a÷acÕ altÕnda, bir kuyuya serinlesin diye karpuz salmÕú dinlenen ve sohbet eden dört çelebiye rastladÕk. Her birinin üstünde baúka çeúit libas vardÕ. Üçü kavukluydu, birisi fesli. Selâm verdiler. Selâm aldÕk. Kavuklulardan birisi Neúrî imiú. Dedi ki: - HalkÕ ibahet mezhebine davet eden Börklücenin üzerine Sultan Mehemmed Bayezid Paúa'yÕ gönderir. Kavuklulardan ikincisi ùükrüllah bin ùihâbiddin imiú. Dedi ki: - Bu sofinin baúÕna birçok kimseler toplandÕ. Ve bunlarÕn dahi úer'i Muhammediye muhalif nice iúleri âúikâr oldu. Kavuklulardan üçüncüsü ÂúÕkpaúazâde imiú. Dedi ki: - Sual: Ahir Börklüce paralanÕrsa imanla mÕ gidecek, imansÕz mÕ? - Cevap: Allah bilir anÕn çünkim biz anÕn mevti halini bilmezüz.. Fesli olan çelebi ølâhiyat Fakültesi tarihi kelâm müderrisiydi. Yüzümüze baktÕ. Gözlerini kÕrpÕúWÕrarak kurnaz kurnaz gülümsedi. Bir úey demedi. Biz hemen atlarÕPÕ]Õ mahmuzladÕk. Ve bir ba÷ içinde, bir ceviz a÷acÕ altÕnda, bir kuyuya saldÕklarÕ karpuzlarÕ serinletip sohbet edenleri nallarÕPÕ]Õn tozlarÕ arkasÕnda bÕrakarak AydÕna, Karaburuna, Börklücenin yanÕna vardÕk.

9. 6ÕcaktÕ. 6Õcak. SapÕ kanlÕ, demiri kör bir bÕçaktÕ sÕcak. 6ÕcaktÕ. Bulutlar doluydular, bulutlar boúanacak boúanacaktÕ. O, kÕPÕldanmadan baktÕ, kayalardan iki gözü iki kartal gibi indi ovaya. Orda en yumuúak, en sert en tutumlu, en cömert, en seven, en büyük, en güzel kadÕn: TOPRAK nerdeyse do÷uracak do÷uracaktÕ. 6ÕcaktÕ. BaktÕ Karaburun da÷larÕndan O baktÕ bu topra÷Õn sonundaki ufka çatarak kaúlarÕQÕ : .Õrlarda çocuk baúlarÕQÕ KanlÕ gelincikler gibi koparÕp oÕUÕlçÕplak çÕ÷OÕklarÕ sürükleyip peúinde beú tu÷lu bir yangÕn geliyordu karúÕdan ufku sarÕp. Bu gelen ùehzade MurattÕ. Hükmü hümâyun sâdÕr olmuútu ki ùehzade MuradÕn ismine AydÕn eline varÕp Bedreddin halifesi mülhid MustafanÕn baúÕna ine. 6ÕcaktÕ. Bedreddin halifesi mülhid Mustafa baktÕ, baktÕ köylü Mustafa. BaktÕ korkmadan kÕzmadan gülmeden. BaktÕ dimdik dosdo÷ru. BaktÕ O. En yumuúak, en sert en tutumlu, en cömert, en seven, en büyük, en güzel kadÕn : TOPRAK nerdeyse do÷uracak do÷uracaktÕ. BaktÕ. Bedreddin yi÷itleri kayalardan ufka baktÕlar. Gitgide yaklaúÕyordu bu topra÷Õn sonu fermanlÕ bir ölüm kuúunun kanatlarÕyla. Oysaki onlar bu topra÷Õ, bu kayalardan bakanlar, onu, üzümü, inciri, narÕ, tüyleri baldan sarÕ, sütleri baldan koyu davarlarÕ, ince belli, aslan yeleli atlarÕyla duvarsÕz ve sÕQÕrsÕz bir kardeú sofrasÕ gibi açmÕúWÕlar. 6ÕcaktÕ. BaktÕ. Bedreddin yi÷itleri baktÕlar ufka... • En yumuúak, en sert, en tutumlu, en cömert, en seven, en büyük, en güzel kadÕn : TOPRAK nerdeyse do÷uracak do÷uracaktÕ. 6ÕcaktÕ. Bulutlar doluydular. Nerdeyse tatlÕ bir söz gibi ilk damla düúecekti yere. Birden- - bire kayalardan dökülür gökten ya÷ar yerden biter gibi, bu topra÷Õn verdi÷i en son eser gibi Bedreddin yi÷itleri úehzade ordusunun karúÕVÕna çÕktÕlar. Dikiúsiz ak libaslÕ baú açÕk yalnayak ve yalÕn kÕOÕçtÕlar. Mübalâ÷a cenk olundu. AydÕQÕn Türk köylüleri, SakÕzlÕ Rum gemiciler, Yahudi esnaflarÕ, on bin mülhid yoldaúÕ Börklüce MustafanÕn düúman ormanÕna on bin balta gibi daldÕ. BayraklarÕ al, yeúil, kalkanlarÕ kakma, tolgasÕ tunç saflar pâre pâre edildi ama, boúanan ya÷mur içinde gün inerken akúama on binler iki bin kaldÕ. Hep bir a÷Õzdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek a÷Õ, demiri oya gibi iúleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek topra÷Õ, ballÕ incirleri hep beraber yiyebilmek, yârin yana÷Õndan gayrÕ her úeyde her yerde hep beraber! diyebilmek için on binler verdi sekiz binini.. Yenildiler. Yenenler, yenilenlerin dikiúsiz, ak gömle÷inde sildiler kÕOÕçlarÕQÕn kanÕQÕ. Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi hep beraber kardeú elleriyle iúlenen toprak Edirne sarayÕnda damÕzlanmÕú atlarÕn eúildi nallarÕyla. Tarihsel, sosyal, ekonomik úartlarÕn zarurî neticesi bu! deme, bilirim! O dedi÷in nesnenin önünde kafamla e÷ilirim. Ama bu yürek o, bu dilden anlamaz pek. O, «hey gidi kambur felek, hey gidi kahbe devran hey,» der. Ve teker teker, bir an içinde, omuzlarÕnda dilim dilim kÕrbaç izleri, yüzleri kan içinde geçer çÕplak ayaklarÕyla yüre÷ime basarak geçer AydÕn ellerinden Karaburun ma÷lûplarÕ..*

(*) ùimdi ben bu satÕrlarÕ yazarken, «Vay, kafasÕyla yüre÷ini ayÕUÕyor; vay, tarihsel, sosyal, ekonomik úartlarÕ kafam kabul eder amma, yüre÷im yine yanar, diyor. Vay, vay, Marksiste bakÕn...» gibi laflar edecek olan bazÕ "sol" geçinen delikanlÕlarÕ düúünüyorum. TÕpkÕ yazÕPÕn ta baúÕnda tarihi kelâm müderrisini düúünüp kahkahasÕQÕ duydu÷um gibi. Ve úimdi e÷er böyle bir istidrad yapÕyorsam bu o çeúit delikanlÕlar için de÷il, Marksizmi yeni okumaya baúlamÕú, sol züppeli÷inden uzak olanlar içindir. Bir doktorun verem bir çocu÷u olsa, doktor, çocu÷unun ölece÷ini bilse, bunu fizyolojik, biyolojik, bilmemne- lojik bir zaruret olarak kabul etse ve çocuk ölse, bu ölümün zaruretini çok iyi bilen doktor, çocu÷unun arkasÕndan bir damlacÕk gözyaúÕ dökmez mi ? Paris KomunasÕQÕn devrilece÷ini, bu devriliúin bütün tarihî, sosyal, ekonomik úartlarÕQÕ önceden bilen MarksÕn yüre÷inden KomunanÕn büyük ölüleri «bir ÕstÕrap úarkÕVÕ» gibi geçmemiúler midir? Ve Komuna öldü, yaúasÕn komuna! diye ba÷ÕranlarÕn sesinde bir damla olsun acÕOÕk yok muydu? Marksist, bir «makina - adam», bir ROBOTA de÷il, etiyle, kanÕyla sinir ve kafasÕ ve yüre÷iyle tarihî, sosyal, konkre bir insandÕr.

10. KaranlÕkta durdular. Sözü O aldÕ, dedi: «- Ayaslu÷, úehrinde pazar kurdular. Yine kimin dostlar yine kimin boynun vurdular?» Ya÷mur ya÷Õyordu boyuna. Sözü onlar alÕp dediler ona: «- Daha pazar kurulmadÕ kurulacak. Esen rüzgâr durulmadÕ durulacak. Boynu daha vurulmadÕ vurulacak.» KaranlÕk ÕslanÕrken perde perde belirdim onlarÕn oldu÷u yerde sözü ben aldÕm, dedim : «- Ayaslu÷úehrinin kapÕVÕ nerde? Göster geçeyim! Kalesi var mÕ? Söyle yÕkayÕm. Baç alÕrlar mÕ? De ki vermeyim!» Sözü O aldÕ, dedi: «-Ayaslu÷úehrinin kapÕVÕ dardÕr. Girip çÕNÕlmaz. Kalesi vardÕr, kolay yÕNÕlmaz. Var git al atlÕ yi÷it var git iúine!..» Dedim: «- Girip çÕkarÕm!» Dedim: «--YakÕp yÕkarÕm!» Dedi: «-Ya÷Õú kesildi gün a÷arÕyor. Cellât Ali, MustafayÕ ça÷ÕUÕyor! Var git al atlÕ yi÷it var git iúine!..» Dedim: «- Dostlar bÕrakÕn beni bÕrakÕn beni. Dostlar göreyim onu göreyim onu! SanmayÕQÕz dayanamam. SanmayÕQÕz yandÕ÷ÕPÕ el âleme belli etmeden yanamam! Dostlar "Olmaz!" demeyin, "Olmaz!" demeyin boúuna. SapÕndan kopacak armut de÷il bu armut de÷il bu, yaralÕ olsa da düúmez dalÕndan; bu yürek bu yürek benzemez serçe kuúuna serçe kuúuna! Dostlar biliyorum! Dostlar biliyorum nerde, ne haldedir O! Biliyorum gitti gelmez bir daha! Biliyorum bir deve hörgücünde kanÕyan bir çarmÕha çÕUÕlçÕplak bedeni mÕhlÕGÕr kollarÕndan. Dostlar bÕrakÕn beni, bÕrakÕn beni. Dostlar bir varayÕm göreyim göreyim Bedreddin kullarÕndan Börklüce MustafayÕ MustafayÕ.» • Boynu vurulacak iki bin adam, Mustafa ve çarmÕKÕ cellât, kütük ve satÕr her úey hazÕr her úey tamam. .Õ]Õl sÕrma iúlemeli bir haúa altÕn üzengiler NÕr bir at. AtÕn üstünde kalÕn kaúOÕ bir çocuk Amasya padiúahÕúehzade sultan Murat. Ve yanÕnda onun bilmem kaçÕncÕ tu÷una etti÷im Bayezid Paúa! SatÕUÕ çaldÕ cellât. dÕplak boyunlar yarÕldÕ nar gibi, yeúil bir daldan düúen elmalar gibi birbiri ardÕna düútü baúlar. Ve her baú düúerken yere çarmÕKÕndan Mustafa baktÕ son defa. Ve her yere düúen baúÕn NÕOÕ depremedi: øriú Dede SultanÕm iriú! dedi bir, baúka bir söz demedi..

11. Bayezid Paúa Manisaya gelmiú, Torlak Kemâli anda bulup anÕ dahi anda asmÕú, on vilâyet teftiú edilerek gidecekler giderilmiú ve on vilâyet betekrar bey kullarÕna timar verilmiúti. Rehberimle ben, bu on vilâyetten geçtik. Tepemizde akbabalar dolaúÕyor ve zaman zaman acayip çÕ÷OÕklar atarak karanlÕk derelerin içine süzülüyorlar, henüz kanlarÕ kurumamÕú körpe kadÕn ve çocuk ölülerinin üstüne iniyorlardÕ. Yollarda, güneúin altÕnda, genç, ihtiyar erkek cesetleri serili oldu÷u halde, kuúlarÕn yalnÕz kadÕn ve çocuk etini tercih etmeleri karÕnlarÕQÕn ne kadar tok oldu÷unu gösteriyordu. Yollarda hünkâr beylerinin alaylarÕna rastlÕyorduk. HünkârÕn bey kullarÕ; çürümüú bir ba÷ havasÕ gibi a÷Õr ve büyük bir güçlükle kÕPÕldanabilen rüzgârlarÕn içinden ve parçalanmÕú topra÷Õn üstünden geçerek, rengârenk tu÷larÕ, davullarÕyla ve çengü çigane ile timarlarÕna dönüp yerleúirlerken biz on vilâyeti arkada bÕraktÕk. Gelibolu karúÕdan göründü. Rehberime: - Takatim kalmadÕ gayrÕ, dedim, denizi yüzerek geçmem mümkün de÷il. Bir kayÕk bulduk. Deniz dalgalÕydÕ. KayÕkçÕya baktÕm. Bir Almanca kitabÕn iç kapa÷Õndan koparÕp ko÷Xúta baúucuma astÕ÷Õm resme benziyor. KalÕn bÕ\Õ÷Õ abanoz gibi siyah, sakalÕ geniú ve bembeyaz. Ömrümde böyle açÕk, böyle konuúan bir alÕn görmemiúimdir. Bo÷azÕn orta yerine gelmiútik, deniz durmamacasÕna akÕyor, kurúun boyalÕ havanÕn içinde sular köpüklenerek kayÕ÷ÕPÕ]Õn altÕndan kayÕyordu ki ko÷Xútaki resme benziyen kayÕkçÕPÕz: - Serbest insan ve esir, patriçi ve pleb, derebeyi ve toprak kölesi, usta ve çÕrak, bir kelime ile ezenler ve ezilenler, nihayet bulmaz bir zÕddÕyette birbirine karúÕ gö÷üs gererek bazen el altÕndan, bazen açÕktan açÕ÷a fasÕlasÕz bir mücadeleyi devam ettirdiler; dedi.

12. Rumeline ayak bastÕ÷ÕPÕzda Çelebi Sultan Mehemmedin Selânik kalesindeki muhasarayÕ kaldÕrarak Sereze geldi÷ini duyduk. Bir an önce Deliormana ulaúmak için gece gündüz yol alma÷a baúladÕk. Bir gece yol kenarÕnda oturmuú dinleniyorduk ki, karúÕdan Deliorman taraflarÕndan gelip Serez úehrine do÷ru giden üç atlÕ, doludizgin önümüzden geçti. AtlÕlardan birinin terkisinde bir heybe gibi ba÷lanmÕú, insana benzer bir karaltÕ görmüútüm. Tüylerim diken diken oldu. Rehberime dedim ki: Ben tanÕUÕm bu nal seslerini. Bu köpükleri kanlÕ simsiyah atlar karanlÕk yolun üstünden dörtnala geçip hep böyle terkilerinde ba÷OÕ esirler götürdüler. Ben tanÕUÕm bu nal seslerini. Onlar bir sabah çadÕrlarÕPÕza bir dost türküsü gibi gelmiúlerdir. Bölüúmüúüzdür ekme÷imizi onlarla. Hava öyle güzeldir, yürek öyle umutlu, göz çocuklaúPÕú ve hakîm dostumuz ùÜPHE uykuda... Ben tanÕUÕm bu nal seslerini. Onlar bir gece çadÕrlarÕPÕzdan doludizgin uzaklaúÕrlar. Nöbetçiyi sÕrtÕndan bÕçaklamÕúlardÕr ve terkilerinde en de÷erlimizin arkadan ba÷lanmÕú kollarÕ vardÕr. Ben tanÕUÕm bu nal seslerini onlarÕ Deliorman da tanÕr.. Filhakika bu nal seslerini DeliormanÕn da tanÕGÕ÷ÕQÕ çok geçmeden ö÷rendik. Çünkü ormanÕPÕ]Õn eteklerine ilk adÕPÕPÕ]Õ atmÕúWÕk ki, Bayezid PaúanÕn di÷er tedbiratÕ saibe ile ormana adamlar bÕraktÕ÷ÕQÕ, bunlarÕn karargâha kadar sokulup Bedreddinin müritli÷ine dahil olduklarÕQÕ ve bir gece úeyhimizi çadÕUÕnda uykuda bastÕUÕp kaçÕrdÕklarÕQÕ duyduk. Yani yol kenarÕnda rastladÕ÷ÕPÕz üç atlÕ OsmanlÕ tarihindeki provokatörlerin a÷ababasÕ idiler ve terkilerinde götürdükleri esir de Bedreddindi.

13. Rumeli, Serez ve bir eski terkibi izafi: HUZÛRU HÜMAYUN. Ortada yere saplÕ bir kÕOÕç gibi dimdik bizim ihtiyar. KarúÕda hünkâr. BakÕúWÕlar. Hünkâr istedi ki: bu müúahhas küfrü yere sermeden önce, son sözü ipe vermeden önce, biraz da úeriat eylesin ibrazÕ hüner âdâb ü erkâniyle halledilsin iú. HazÕr bilmeclis Mevlâna Hayder derler mülkü acemden henüz gelmiú bir ulu daniúmend kiúi NÕnalÕ sakalÕQÕ ilhamÕ ilâhiye e÷ip, «MalÕ haramdÕr amma bunun kanÕ helâldÕr» deyip halletti iúi... Dönüldü Bedreddine. Denildi: «Sen de konuú.» Denildi: «Ver hesabÕQÕ ilhadÕQÕn.» Bedreddin baktÕ kemerlerden dÕúarÕ. 'Õúarda güneú var. Yeúermiú avluda bir a÷acÕn dallarÕ ve bir akarsuyla oyulmaktadÕr taúlar. Bedreddin gülümsedi. AydÕnlandÕ içi gözlerinin, dedi: - Mademki bu kerre ma÷lubuz netsek, neylesek zaid. GayrÕ uzatman sözü. Mademki fetva bize aid verin ki basak ba÷UÕna mührümüzü..

14. Ya÷mur çiseliyor, korkarak yavaú sesle bir ihanet konuúmasÕ gibi. Ya÷mur çiseliyor, beyaz ve çÕplak mürted ayaklarÕQÕn Õslak ve karanlÕk topra÷Õn üstünde koúmasÕ gibi. Ya÷mur çiseliyor, Serezin esnaf çarúÕVÕnda, bir bakÕrcÕ dükkânÕQÕn karúÕVÕnda Bedreddinim bir a÷aca asÕOÕ. Ya÷mur çiseliyor. Gecenin geç ve yÕldÕzsÕz bir saatidir. Ve ya÷murda Õslanan yapraksÕz bir dalda sallanan úeyhimin çÕUÕlçÕplak etidir. Ya÷mur çiseliyor. Serez çarúÕVÕ dilsiz, Serez çarúÕVÕ kör. Havada konuúmamanÕn, görmemenin kahrolasÕ hüznü Ve Serez çarúÕVÕ kapatmÕú elleriyle yüzünü. Ya÷mur çiseliyor.

TORNACI ùEFøöøN GÖMLEöø Ya÷mur çiseliyordu. DÕúarda, demir parmaklÕklarÕn arkasÕndaki deniz ufkunda ve bu ufkun üstündeki bulutlu gökte sabah olmuútu. Bugün bile gayet iyi hatÕrlÕyorum. ølkönce omuzumda bir elin dokunuúunu duymuútum. Dönüp baktÕm. TornacÕùefik. øçleri ÕúÕl ÕúÕl, kapkara gözlerini yüzüme dikmiú: - Bu gece uyumadÕn galiba, diyor. ArtÕk yukardan eúNÕyalarÕn zincir sesleri gelmiyordu. OrtalÕk a÷arÕnca onlar uykuya varmÕú olmalÕlar. Gün ÕúÕ÷Õnda nöbetçilerin düdük sesleri de manalarÕQÕ kaybediyor. BoyalarÕ siliniyor ve ancak karanlÕkta belli olan sert çizgileri yumuúuyor. Ko÷Xúun kapÕVÕ dÕúardan açÕldÕ. øçerde çocuklar teker teker uyanÕyorlar. ùefik soruyor: - Ne oldun, bir tuhaf halin var senin? ùefi÷e geceki maceramÕ anlatÕyorum: - Fakat, diyorum, hani gözümle gördüm. Nah úu pencerenin arkasÕna geldi. Yekpare ak bir gömle÷i vardÕ. Elimden tuttu. Bütün bir yolculu÷u yan yana, daha do÷rusu onun rehberli÷iyle yaptÕm.. TornacÕùefik gülüyor. Bana pencereyi göstererek: - Sen, diyor, yolculu÷u MustafanÕn müridiyle de÷il, benim gömle÷imle yapmÕúVÕn. Bak, dün gece asmÕúWÕm. Hâlâ pencerede.. Ben de gülüyorum. Simavne KadÕVÕ o÷lu Bedreddin hareketinde bana rehberlik eden tornacÕùefi÷in gömle÷ini demirlerin üstünden alÕyorum. ùefik gömle÷ini sÕrtÕna geçiriyor. Bütün ko÷Xú arkadaúlarÕ «yolculu÷umu» ö÷rendiler. Ahmed: - Bunu yaz iúte, diyor. Bir «Bedreddin destanÕ» isteriz. Hem sana ben de bir hikâye anlatayÕm onu da kitabÕn sonuna koyarsÕn... Ahmedin anlattÕ÷Õ hikâyeyi iúte kitabÕPÕn sonuna koyuyorum.

AHMEDøN HøKÂYESø Balkan harbinden önceydi. Dokuz yaúÕndaydÕm. Dedemle, Rumelinde, bir köylüye misafir olduk. Köylü mavi gözlü ve bakÕr sakallÕydÕ. Bol kÕrmÕ]Õ biberli tarhana içtik. KÕúWÕ, Rumelinin kuru, çok bilenmiú bir bÕçak gibi keskin NÕúlarÕndan biri. Köyün adÕQÕ hatÕrlÕyamÕyorum. YalnÕz, yola kadar bizimle gelen jandarma, bu köyün insanlarÕQÕ dünyanÕn en inatçÕ, en vergi vermez, en dik kafalÕ köylüleri diye anlattÕydÕ. Jandarmaya göre bunlar, ne müslüman, ne gâvurdular. Belki kÕ]ÕlbaúWÕlar. Ama, tam da kÕ]Õlbaú de÷il. Köye giriúimiz hâlâ aklÕmdadÕr. Güneú battÕ batacak. Yol don tutmuú. Yolda cam parçalarÕ gibi pÕUÕldÕyan kaskatÕ su birikintilerinde kÕ]ÕltÕlar. Köyün karanlÕ÷a karÕúPÕya baúOÕyan ilk çitlerinde bizi bir köpek karúÕladÕ. øri, alacakaranlÕk içinde kendi kendinden daha kocaman görünen bir köpek. HavlÕyordu. ArabacÕPÕz dizginleri kastÕ. Köpek atlarÕn gö÷üslerine do÷ru sÕçrayÕp saldÕUÕyor. Ben, «Ne oluyoruz?» diye baúÕPÕ arabacÕQÕn arkasÕndan dÕúarÕ uzattÕm. ArabacÕQÕn kÕrbacÕ tutan kolu dirse÷iyle yüzüme çarparak kalktÕ ve yÕlan ÕslÕ÷Õ gibi ince bir úaklamayla köpe÷in baúÕna indi. Tam bu sÕrada kalÕn bir ses duydum: - Hey. Vurdu÷unu köylü, kendini kaymakam mÕ sandÕn? Dedem arabadan indi. Köpe÷in kalÕn sesli sahibine «merhaba» dedi. Konuútular. Sonra köpe÷in bakÕr sakallÕ, mavi gözlü sahibi bizi evinde konuk etti. Kula÷Õmda çocuklu÷umdan kalan birçok konuúmalar vardÕr. Bunlardan ço÷unun mânasÕQÕ büyüdükçe anlamÕú, kimisine úDúPÕú, kimisine gülmüú, kimisine kÕzmÕúÕmdÕr. Fakat çocukken yanÕmda büyüklerin yaptÕ÷Õ hiçbir konuúma mavi gözlü köylüyle dedemin o geceki konuúmalarÕ gibi bütün hayatÕPÕn boyunca müessir olmamÕúWÕr. Dedemin yumuúak, çelebice bir sesi vardÕ. Ötekisi kalÕn, hÕrçÕn ve inanmÕú bir sesle konuúuyordu. Onun kalÕn sesi diyordu ki: - HünkârÕn iradesi ve øranlÕ Molla HaydarÕn fetvasÕyla Serezde, çarúÕda, yapraksÕz bir a÷aç dalÕna asÕlan Bedreddinin çÕUÕlçÕplak ölüsü iki yana a÷Õr a÷Õr sallanÕyordu. Geceydi. ÇarúÕQÕn köúesinden üç adam belirdi. Birisinin yede÷inde kÕr bir at vardÕ. E÷ersiz bir at. Bedreddinin asÕldÕ÷Õ a÷acÕn altÕna geldiler. Soldaki pabuçlarÕQÕ çÕkardÕ. $÷aca tÕrmandÕ. AúD÷Õda kalanlar kollarÕQÕ açÕp beklediler. A÷aca çÕkan adam Bedreddinin uzun ak sakalÕ altÕndan ince boynuna bir yÕlan çevikli÷iyle sarÕlmÕú olan Õslak, sabunlu ipin dü÷ümünü kesme÷e baúladÕ. BÕça÷Õn ucu birdenbire ipten kaydÕ ve ölünün uzamÕú boynuna saplandÕ. Kan çÕkmadÕ. øpi kesmekte olan delikanlÕ sapsarÕ oldu. Sonra e÷ildi, yarayÕ öptü, do÷ruldu. BÕça÷Õ attÕ ve yarÕVÕndan ço÷u kesilen dü÷ümü elleriyle açarak uyuyan o÷lunu anasÕQÕn kollarÕna bÕrakan bir baba gibi Bedreddinin ölüsünü aúD÷Õda bekliyenlerin kollarÕna teslim etti. Onlar çÕplak ölüyü çÕplak atÕn üstüne koydular. A÷aca çÕkan aúD÷Õ indi. En gençleri oydu. ÇÕplak ölüyü taúÕyan çÕplak atÕ yede÷inde çekerek bizim köye geldi. Ölüyü yamacÕn tepesinde kara a÷acÕn altÕna gömdü. Ama sonra hünkâr atlÕlarÕ köyü bastÕlar. AtlÕlar gidince delikanlÕ, ölüyü kara a÷acÕn altÕndan çÕkardÕ. Hani belki bir daha köyü basarlar da cesedi bulurlar diye. Bir daha da dönmedi. Dedem soruyor: - Bunun böyle oldu÷una emin misin? - Elbette. Bunu bana anamÕn babasÕ anlattÕ. Ona da dedesi söylemiú. Onun dedesine de dedesi. Bu böyle gider... Odada bizden baúka sekiz on köylü daha var. Oca÷Õn kÕ]Õla boyadÕ÷Õ alaca aydÕnlÕk dairenin kÕ\ÕlarÕnda oturuyorlar. ArasÕra bir ikisi kÕPÕldanÕyor ve bu alaca aydÕnlÕk dairenin içine giren elleri, yüzlerinin bir parçasÕ, omuzlarÕndan bir tanesi kÕrmÕ]ÕlaúÕyor. BakÕr sakallÕQÕn sesini duyuyorum: - O gelecek yine. ÇÕUÕlçÕplak a÷aca asÕlan çÕUÕlçÕplak gelecek yine. Dedem gülüyor: - Sizin bu itikadÕQÕz, diyor, hÕUÕstiyanlarÕn itikadÕna benziyor. Onlar da, øsa peygamber tekrar dünyaya gelecektir, derler. Hattâ müslümanlarÕn içinde bile øsa peygamberin günün birinde ùamÕúerifte gözükece÷ine inananlar vardÕr. Dedemin bu sözlerine, O, birden karúÕOÕk vermiyor. KalÕn parmaklÕ elleriyle dizlerini tuta tuta, do÷ruluyor. ùimdi bütün gövdesiyle kÕrmÕ]Õ dairenin içindedir. Yüzünü yandan görüyorum. Büyük düz bir burnu var. Kavga eder gibi konuúuyor: - øsa peygamberin ölüsü etiyle, kemi÷iyle, sakalÕyla dirilecekmiú. Bu yalandÕr. Bedreddinin ölüsü, kemiksiz, sakalsÕz, bÕ\ÕksÕz, gözün bakÕúÕ, dilin sözü, gö÷sün solu÷u gibi dirilecek. Bunu bilirim iúte.. Biz Bedreddinin kuluyuz, ahrete, kÕyamete inanmayÕz ki, da÷Õlan, fena bulan bedenin yine bir araya toplanÕp dirilece÷ine inanalÕm. Bedreddin yine gelecek diyorsak, sözü, bakÕúÕ, solu÷u bizim aramÕzdan çÕNÕp gelecektir, diyoruz. Sustu. Yerine oturdu. Dedem, Bedreddinin gelece÷ine inandÕ mÕ, inanmadÕ mÕ, bilmiyorum. Ben, dokuz yaúÕmda buna inandÕm, otuz bu kadar yaúÕmda yine inanÕyorum.

6øMAVNE KADISI OöLU ùEYH BEDREDDøN DESTANI'NA ZEYL 0øLLÎ GURUR «SøMAVNE KADISI OöLU BEDREDDøN DESTANI» risalemin dördüncü formasÕQÕn makina tashihlerini sabahleyin matbaada yaptÕktan sonra eve gelmiú, bu destanÕ yazmak için kullandÕ÷Õm notlarÕ, bir hapishanede geceleri doldurulmuú hatÕra defterimi gözden geçiriyordum. ArtÕk son formasÕ da baskÕ makinasÕ altÕnda gidip gelme÷e baúOÕyan risaleme bir kelime bile ilâve edemiyece÷imi biliyordum. Fakat bana bir úeyler unuttum gibi geliyordu. Bana öyle geliyordu ki, tek bir satÕr yazÕ yazdÕm; fakat bu satÕUÕn sonuna nokta koymasÕQÕ unuttum. Vakit ö÷leye yakÕndÕ. ùafakla beraber çalkalanma÷a baúOÕyan lodos, a÷Õr bulutlarÕn üstüne boúanmasÕyla durulmuútu. Çok geçmeden ya÷mur da dindi. Gökyüzünün karanlÕ÷Õ yol yol yarÕldÕ. A÷Õr perdeleri birdenbire düúen bir pencere gibi hava açÕldÕ. Ve ben, hapishane gecelerinde doldurulmuú bir hatÕra defterinde «Destan»ÕPÕn sonuna koymasÕQÕ unuttu÷um noktayÕ arayÕp dururken Süleymaniye'yi gördüm. AçÕlan ö÷le güneúinin altÕnda Sinan'Õn Süleymaniye'si bulutlara yaslanmÕú bir da÷ gibiydi. Evimin penceresiyle Süleymaniye'nin arasÕ en aúD÷Õ bir saattir. Fakat ben onu elimi uzatsam dokunacakmÕúÕm gibi yakÕn görüyordum. Bu, belki, Süleymaniye'yi en küçük girinti ve çÕNÕntÕVÕna kadar ezbere, gözüm kapalÕ bile görebilme÷e alÕúWÕ÷Õm içindir. Rüzgâr, deniz, endamlÕ ince kemerleri üstünde nasÕl durabildi÷ine úDúÕlan eski bir taú köprü, «ÇarúambayÕ sel aldÕ» türküsü, bir ya÷OÕ÷Õn kenarÕndaki «oya», bütün bunlar nasÕl, ne kadar bir Cami de÷ilse, bütün bunlarÕn Cami olmakla ne kadar alakalarÕ yoksa, bence Süleymaniye de öyle ve o kadar Cami de÷ildir; minarelerinde beú vakit ezan okunmasÕna ve hasÕrlarÕna alÕn ve diz sürülmesine ra÷men Süleymaniye'nin de camilikle o kadar alakasÕ yoktur. Süleymaniye, benim için, Türk HALK dehasÕQÕn; úeriat ve softa karanlÕ÷Õndan kurtulmuú; hesaba, maddeye, hesabla maddenin ahengine dayanan en muazzam verimlerinden biridir. Sinan'Õn evi, maddenin ve aydÕnlÕ÷Õn mabedidir. Ben ne zaman Sinan'Õn Süleymaniye'sini hatÕrlasam Türk emekçisinin yaratÕFÕOÕ÷Õna olan inancÕm artar. Kendimi ferâha çÕkmÕú hissederim. øúte bu sefer de, büyük bir Türk halk hareketi için yazdÕ÷Õm bir risalede unuttu÷umu sandÕ÷Õm son noktayÕ ararken Süleymaniye'mizi, biraz önce ya÷an ya÷murla yÕkanmÕú, açan güneúin altÕnda pÕUÕl pÕUÕl görünce aradÕ÷ÕPÕ birdenbire buldum. FerahladÕm. Buldu÷umu hatÕra defterimin son sayfalarÕnda okudum. Ve anladÕm ki «Simavne KadÕVÕ O÷lu ùeyh Bedreddin DestanÕ» isimli risaleme; belki on satÕrlÕk, belki on sayfalÕk bir zeyl yazmak mecburiyetindeyim. *** Mevzuu bahis risalemin sonunda «AHMED'øN HøKÂYESø» diye bir fasÕl vardÕr. Buldu÷um ve hatÕra defterimde okudu÷um ve risaleme zeyl olarak yazmak mecburiyetini duydu÷um «nokta» bana Ahmed bu hikâyeyi anlattÕktan sonra onunla yapmÕú oldu÷um bir konuúmadÕr. Bu konuúmayÕ oldu÷u gibi aúD÷Õ geçiriyorum: «DÕúarÕda çiseleyen ya÷mura, ko÷Xúun terli çimentosuna ve yirmi sekiz insanÕna Ahmed hikâyesini anlatÕp bitirmiúti. Ben: - Ahmed, demiútim, bana öyle geliyor ki sen Bedreddin hareketinden biraz da millî bir gurur duyuyorsun. Sesime tuhaf bir eda vererek söyledi÷im bu cümlenin içinde, Ahmed, «millî gurur» terkibini birdenbire bir kamçÕ gibi eline almÕú, onu suratÕmda úaklatmÕú ve demisti ki: - Evet, biraz da millî bir gurur duyuyorum. Tarihinde Bedreddin hareketi gibi bir destan söyliyebilmiú her milletin úuurlu proleteri bundan millî bir gurur duyar. Evet, Bedreddin hareketi aynÕ zamanda benim millî gururumdur. Millî gurur! Sözlerden ürkme! øki kelimenin yan yana geliúi seni korkutmasÕn. Lenin'i hatÕrla. Hangimiz Lenin kadar beynelmilelci oldu÷umuzu iddia edebiliriz? Lenin, yirminci asÕrda beynelmilel proletaryanÕn, dünya emekçi kitlelerinin, beynelmilel proleter demokrasisinin en büyük beynelmilelci rehberi, 1914 senesinde «Sosyal Demokrat»Õn 35'inci numarasÕnda ne yazmÕúWÕ? E÷er Ahmed, «Lenin filânca mesele hakkÕnda ne yazmÕúWÕ?» demiú olsaydÕ, herhalde aramÕzda böyle bir sorgunun cevabÕQÕ verenler bulunurdu. Fakat «Sosyal-Demokrat»Õn 35'inci numarasÕ diye konulan mesele hepimizi úDúÕrttÕ. Ve hiçbirimiz 35'inci numarada neler yazÕlmÕú oldu÷unu hatÕrlÕyamadÕk. Ahmed bu úDúNÕnlÕ÷ÕPÕz karúÕVÕnda gülümsedi. - Zaten o en derin acÕdan en büyük kadar bütün duygularÕQÕ hep bu meúhur gülümseyiúiyle ifade eder - ve aúD÷Õ yukarÕ bütün Lenin külliyatÕQÕn ana fikirlerini sayfalarÕ ve satÕrlarÕyla taúÕyan hafÕzasÕndan bize úu cümleleri okudu: «... Biz úuurlu Rus proleterleri millî úuur duygusuna yabancÕ mÕ\Õz? Elbette hayÕr! Biz dilimizi ve yurdumuzu severiz, onun emekçi kütlelerini (yani nüfusunun 9/10'unu) úuurlu bir demokrat ve sosyalist yaúayÕúÕna yükseltebilmek için herkesten çok çalÕúan biziz. Çar cellâtlarÕQÕn, asÕlzadelerin ve kapitalistlerin bizim güzel yurdumuzu nasÕl ezdiklerini, onu nasÕl sefil kÕldÕklarÕQÕ görmek herkesten çok bize ÕstÕrap verir. Ve bu zulümlere bizim muhitimizde, RuslarÕn muhitinde de karúÕ konulmuú olmasÕ; bu muhitin Radiúçev'i, Dekabristleri, 70 senelerinin inkilâpçÕlarÕQÕ ortaya çÕkarmÕú bulunmasÕ; Rus amelesinin 1905 senesinde muazzam bir kitle fÕrkasÕ yaratmasÕ; aynÕ zamanda Rus muji÷inin demokratlaúarak büyük toprak sahiplerini ve papazlarÕ defetme÷e baúlamasÕ bizim gö÷sümüzü kabartÕr... «... Biz millî gurur duygusuyla meúbuuz. Çünkü Rus milleti de inkikâpçÕ bir sÕQÕf yaratabildi. Rus milleti, de beúeriyete yalnÕz büyük katliâmlarÕn, sÕra sÕra dara÷açlarÕQÕn, sürgünlerin, büyük açlÕklarÕn, çarlara, pomeúçiklere, kapitalistlere zilletle boyun e÷Lúlerinin nümunelerini göstermekle kalmadÕ; hürriyet ve sosyalizm u÷runda büyük kavgalara giriúebilmek istidadÕnda oldu÷unu da ispat etti. «Biz millî gurur duygusuyla meúbuuz ve bilhassa bundan dolayÕ kendi esir mazimizden nefet ediyoruz. Bizim esir mazimizde pomeúçiklerle asilzadeler Macaristan'Õn, Lehistan'Õn, øran'Õn, Çin'in hürriyetini bo÷mak için mujikleri muharebeye sürüklemiúlerdi. Biz millî gurur duygusuyla meúbuuz ve bilhassa bundan dolayÕ bugünkü esir halimizden; aynÕ pomeúçiklerin kapitalistlerle uyuúarak Lehistan ve Ukranya'yÕ ezmek, øran'da ve Çin'deki demokratik hareketi bo÷mak, millî haysiyetimizi berbat eden Romanof'lar, Bogrinski'ler, Puriúkeviç'ler çetesini kuvvetlendirmek için bizi harbe sürüklemek istemelerinden nefret ediyoruz. Hiç kimse esir do÷muú oldu÷undan dolayÕ kabahatli de÷ildir. Fakat esaretini haklÕ bulan, onu yaldÕzlayan (meselâ Lehistan'Õn, Ukranya'nÕn v.s.'nin ezilmesine RuslarÕn «vatan müdafaasÕ» adÕQÕ veren) esir, yeryüzünün en aúD÷ÕOÕk mahlûkudur.»* Lenin'den bu satÕrlarÕ bir solukta okuduktan sonra Ahmed birdenbire susmuú, nefes almÕú ve yine o meúhur gülümseyiúiyle: - Evet, demiúti, bizim muhitimiz de Bedreddin'i, Börklüce Mustafa'yÕ, Torlak Kemâl'i, onlarÕn bayra÷Õ altÕnda dövüúen AydÕnlÕ ve DeliormanlÕ köylüleri yaratabildi÷i için, ben úuurlu Türk proleteri, millî bir gurur duyuyorum. Millî bir gurur duyuyorum, çünkü derebeylik tarihinde bile bu milletin emekçi kütleleri (yani nüfusunun 9/10'u) SakÕzlÕ Rum gemiciyi ve Yahudi esnafÕQÕ kardeú bilen bir hareket do÷urabilmiútir. Çünkü unutmayÕn ki «baúka milletleri ezen bir millet hür olamaz.» «Simavne KadÕVÕ O÷lu Bedreddin DestanÕ» isimli risaleme bir önsöz yazmak istemiútim. Bedreddin hareketinin do÷Xú ve ölüúündeki sosyal-ekonomik úartlar ve sebepleri tetkik edeyim, Bedreddin'in materyalizmiyle Spinoza'nÕn materyalizmi arasÕnda bir mukayese yapayÕm, demiútim. OlmadÕ. Buna karúÕOÕk risalemin zeyline kÕsa bir «sonsöz» yazdÕm. ùöyle ki: Bana Ahmed: - Senden bir «Bedreddin destanÕ» isteriz, demiúti. Ben, benden istenenin ancak bir karalamasÕQÕ becerebildim. Daha iyisini de yapma÷a çalÕúaca÷Õm. Fakat tÕpkÕ benim gibi Ahmed'in dostu, arkadaúÕ, kardeúi oldu÷unu söyliyenler, benden istenen sizden de istenendir. Ahmed'e, Bedreddin hareketini bütün azametiyle tetkik eden kalÕn ilim kitaplarÕ, Karaburun ve Deliorman yi÷itlerini, etleri, kemikleri, kafalarÕ ve yürekleriyle olduklarÕ gibi diriltecek romanlar, Ne ah edin dostlar, ne a÷layÕn! Dünü bugüne bugünü yarÕna ba÷layÕn! diyen úiirler, boyalarÕ kahraman tablolar lâzÕm.

(*) Lenin KülliyatÕ, baskÕ 1935, cild 18, sayfa 80, 81, 82, 83'de (RuslarÕn millî gururu) isimli makaleyle - ki bu makale 1914 senesinde «Sosyal Demokrat»Õn 35'inci numarasÕnda çÕkmÕúWÕr - Ahmed'in o gün bize hafÕzasÕndan okuyup derhal tercüme etti÷i satÕrlarÕ bilâhara karúÕlaúWÕrdÕm. Ahmed ezbere okuyup tercüme etti÷i parçalarÕn yalnÕz cümle kuruluúlarÕnda bazÕ de÷Lúiklikler yapmÕú. Fikirde hiçbir hata olmadÕ÷Õ için ben Ahmed'in tercümesini aynen aldÕm. Son Otobüs Gece yarÕVÕ.Son otobüs. Biletçi kesti bileti. beni ne bir kara haber bekliyor evde, ne rakÕ ziyafeti. Beni ayrÕOÕk bekliyor. Yürüyorum ayrÕOÕ÷a korkusuz ve kedersiz.

øyice yaklaúWÕ bana büyük karanlÕk. DünyayÕ telaúVÕz, rahat seyredebiliyorum artÕk ArtÕk úDúÕrtmÕyor beni dostun kahpeli÷i, elimi sÕkarken sapladÕ÷Õ bÕçak. Nafile, artÕk kÕúNÕrtamÕyor beni düúman. Geçtim putlarÕn ormanÕndan baltalayarak nede kolay yÕNÕOÕyorlardÕ. Yeniden vurdum mihenge inandÕ÷Õm úeyleri, ço÷u katkÕVÕz çÕktÕ çok úükür. Ne böylesine pÕUÕl pÕUÕl olmuúlu÷um vardÕ, ne böylesine hür.

øyice yaklaúWÕ bana büyük karanlÕk. DünyayÕ telaúVÕz, rahat seyredebiliyorum artÕk. BakÕQÕyorum baúÕPÕ kaldÕUÕp iúten, karúÕma çÕNÕveriyor geçmiúten bir söz bir konu bir el iúareti.

Söz dostça koku güzel, el eden sevgilim. Kederlendirmiyor artÕk beni hatÕralarÕn daveti hatÕralardan úikayetçi de÷ilim. Hiçbir úeyden úikayetim yok zaten, yüre÷imin durup dinlenmeden kocaman bir diú gibi a÷UÕmasÕndan bile.

øyice yaklaúWÕ bana büyük karanlÕk. ArtÕk ne kibri nazÕUÕn, ne katibin úakúD÷Õ. Tas tas ÕúÕk döküyorum baúÕmdan aúD÷Õ, güneúe bakabiliyorum gözüm kamaúmadan. Ve belki, ne yazÕk, hatta en güzel yalan beni kandÕramÕyor artÕk. ArtÕk söz sarhoú edemiyor beni, ne baúkasÕQÕn ki, nede kendiminki.

øúte böyle gülüm, iyice yaklaúWÕ bana ölüm. Dünya, her zamankinden güzel, dünya. Dünya, iç çamaúÕrlarÕm, elbisemdi, baúladÕm soyunma÷a. Bir tren penceresiydim, bir istasyonum úimdi. Evin içerisiydim, úimdi kapÕVÕ\Õm kilitsiz. Bir kat daha seviyorum konuklarÕ. Ve sÕcak her zamankisinden sarÕ, kar her zamankinden temiz. STRONSøUM 90 Acayipleúti havalar, bir güneú, bir ya÷mur, bir kar. Atom bombasÕ denemelerinden diyorlar.

Stronsium 90 ya÷Õyormuú ota, süte, ete, umuda, hürriyete, kapÕVÕQÕ çaldÕ÷ÕPÕz büyük hasrete.

Kendi kendimizle yarÕúmadayÕz, gülüm. Ya ölü yÕldÕzlara hayatÕ götürece÷iz, ya dünyamÕza inecek ölüm.

ùaban O÷lu Selim ile KitabÕ øSTANBUL'DA, BALIKPAZARI'NDA, BøR MEYHANEDE %øR HAPøSANE MUKAYYø'ø «- Yanarak, yanarak parmaklarÕúerrârelerden insan yüreklerine dokundu bu elleri yirmi beú senedir yani bir rubu asÕr hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun... ønsano÷lunun ömrü belki lüzumundan fazla kÕsa belki lüzumundan fazla uzun... Bir tek daha içelim... "A÷lamaktan, a÷lamaktan yine zehroldu úarabÕm bu gece..."» KalktÕ Bebek tramvayÕ Eminönü'nden. Zifiri karanlÕk BalÕkpazarÕ. Meyhanenin camlarÕna ya÷mur ya÷Õyor... «- Ruhum, "havâda yapra÷a döndürdü rûzigâaar beni..." merhum... Bu hâyÕ huy bu hâyÕ huy neden? Ve insanlar neden dolayÕ úu tabakta yatan uskumru gibi mahzun? KÕyamet günü bir suali var Ezraile hapisane kaleminde mukayyit kulunuzun... Bir tek daha içelim... Hiç adam asÕOÕrken gördünüz mü? YarÕn bir tane asaca÷Õz, úafakla úafakla beraber... Abdülhamid atardÕ TÕbbiye talebesini Sarayburnu'ndan. AkÕntÕ götürmüú çuvallarÕ bulamadÕlar... Çok adam çok adam asÕldÕ Hürriyette... Eskiden köprü baúÕnda asarlardÕ, bunu Sultanahmet'te... Ya÷mur dinmezse Õslanacak... Bir tek daha içelim... østanbul úehrinin yoktur menendi. "Âdemin âdemin canlar katar âbuhavâsÕ cânÕna..." demiú, demiúúair Nedim Efendi...»

II ùABAN OöLU SELøM Beykoz'un cam fabrikasÕ moderen fabrikadÕr. Pencere camlarÕQÕ biraz dalgalÕ çÕkarÕr, biraz çarpÕksa da su bardaklarÕ, kesme likör kadehleri harikadÕr... UstabaúÕ de÷ildi Selim büyük ustalarÕn hünerini almÕúWÕ ama. Onun elinden çÕkan cama gözlerin kapalÕ ayna dökebilirsin. Selim daima büyük bir sÕrrÕ çözmek bir úeyler anlamak ister gibi bakar adama. ønandÕklarÕna katÕksÕz inandÕ, sevdiklerini hilesiz sevdi Selim. Severdi pencere camlarÕQÕ, severdi lamba úLúelerini, karafakileri sever, likör kadehlerine düúmandÕ...

III KUZGUNCUK Beykoz'da oturmalÕ Beykoz'da çalÕúan adam. Fakat Kuzguncuk úirin yerdir ve gayet nefis yapar gül reçelini pansiyoncu Madam ve kÕ]Õ Raúel... Aynada bir kartpostal : bir manzara Nis úehrinden. øskemle, karyola, konsol... Denize nazÕrdÕ pencereleri... Güneúte tavana sularÕn ÕúÕltÕVÕ vurur, karanlÕk úilepler geçerdi geceleri insanÕ oldu÷u yerde eli bö÷ründe bÕrakarak... Selim'in odasÕ havadardÕ. .ÕrmÕ]Õ yazmalar kururdu yandaki boú arsada. Sa÷da Cevdet Paúa yalÕVÕ. YalÕda bir tavus kuúu bir de Mebrure HanÕm vardÕ. Mebrure HanÕm tafta entariler giyerdi. Çok ihtiyardÕ ve mavi gözleri kördü. Tentene iúlerdi Mebrure HanÕm. UyanÕr bir beyaz güle baúlar, uyurken da÷ÕWÕrdÕ gülünü... Merhum Cevdet Paúa yalÕVÕnda Mebrure HanÕPÕ unutmuúlardÕ... Beykoz'da oturmalÕ Beykoz'da çalÕúan adam. Fakat Kuzguncuk úirin yerdir Ve kÕrmÕ]Õ yazmalar kuruyan boú arsadan dünyayÕ zapta gidecek olan pulsuz balÕklar gibi çÕplak çocuklarÕn her akúam dinlerdi çÕ÷OÕklarÕQÕ Selim...

IV .øTAP «Kitap rüzgâr olmalÕ, perdeyi kaldÕrmalÕGÕr, kitap, kanber tayÕ olmalÕùah øsmail'in seni sÕrtÕna alÕp devlerin üstüne saldÕrmalÕGÕr. Devler kale kapÕVÕnda devler yedi baúOÕ ve simsiyah dururlar... OnlarÕ mutlaka yeneceksin. Bir duvar yÕNÕlacak bir bahçeye ineceksin...» Böyle bir kitap buldu Selim : Kara kara yazÕlar beyaz kâat üstünde. Büyücek bir el kadar kÕrk yapraklÕ bir kitap...

V SON VAPUR KalktÕ son vapur iskeleden. «64» numara, pul pul karÕúÕp yÕldÕzlara boú ve yorgun akÕyor suyun üstünde... Gece seslerle dolu. Aynada : Raúel'in kolu Selim'in eli ve son vapurun yolu... «- Selim, ateú gibi elin...» Eli beyazdÕ, karanlÕk gözleri ve kÕrmÕ]Õ saçlarÕ vardÕ Raúel'in...

VI <øRMø Bø5øNCø YAPRAK «Topra÷Õn ismiyle baúlarÕz söze. Sen ki topraksÕn seni sevmeyi bilmeli. Sendedir ekinimizin tohumu ve yapÕlarÕPÕ]Õn temeli. Demirimiz ve kömürümüz sendedir. Sendedir rüzgârlarÕn gibi geçen ömrümüz, sendedir... Sen ki topraksÕn, durup dinlenmeden de÷Lúirsin. Sen su damlalarÕnda halkeyledin bizi. Biz seni de÷Lútirip de÷Lútirmedeyiz kendi kendimizi...» Bu, yirmi birinci yapraktÕr. Selim kapattÕ kitabÕ. Hürriyetin ilk úarkÕVÕ anlamaktÕr. Ve Selim, ve ùaban o÷lu Selim úarkÕ söylüyor...

VII RAùEL'øN RÜYASI «- Hasan UstayÕ çÕkarmÕúlar iúinden. ÇocuklarÕ var : úu kadar, úu kadar... Laz fÕUÕncÕ dükkânÕQÕ kapatmÕú, ve Doktor Moiz dün vurdu kendini... Seni dinledim dinleyeli, Selim, korkulu rüyalar görüyorum : ùLúman adamlar, kollarÕ alabildi÷ine uzun, tÕrnaklarÕnda kan omuzlarÕnda altÕn çuvallarÕ rap, rap, yürüyorlar... Ne çok insan öldürüyorlar, Selim, ne çok insan öldürüyorlar...» «- Korkma günler bizimdir, bizimdir, Raúel'im...»

VIII KIRKINCI YAPRAK «Gelirken dünyaya kanla, ateúle, ça÷ÕrdÕlar yedi kat yerin altÕndan mezarlarÕQÕ kazacak olanlarÕ...» Bu kÕrkÕncÕ yapraktÕr. Selim kapattÕ kitabÕ. AnladÕ÷ÕQÕ anlatmayan alçaktÕr... Ve Selim, ve ùaban o÷lu Selim...

IX øSTANBUL'DA, HAPøSANEDE HAPøSANE MUKAYYø'ø «- Bugün bir hayli yolcu aldÕk. Bu meyanda : gümrük ihtilâsÕ, eroin úebekesi ve TopkapÕ cinayeti geldiler. Mevcut : 727. KadÕnlar hariç. Bugün de geçirdik vakti keraheti... Bir misafir daha var, onu da kaydedelim : 1328, 1328 do÷umlu ùaban o÷lu... Mirim, ben yazarken sen pencereden bir nazar et : böyle akúam ÕúÕ÷Õnda durur durur taútan de÷il renkli camlardan yapÕlmÕú gibi Sultanahmet...... 1328 1328 do÷umlu ùaban o÷lu ùaban o÷lu Selim... AyaklarÕQÕn üstüne basamÕyor ve sol gözü kan içinde... EsbabÕQÕ bilirim... Mirim, bu hâyÕ huy, bu hâyÕ huy neden bu beldede? Ey nerdesin? Nerdesin Galip Dede? Ey Nedim... østanbul úehrinin yoktur menendi. "Âdemin âdemin canlar katar âbuhavâsÕ cânÕna..." demiú, demiúúair Nedim Efendi...»

ùair ùairim úimúek úekillerini úiirlerimin caddelerde ÕslÕk çalarak kazÕUÕm duvarlara.. 100 metreden çiftleúen iki sine÷i seçebilen iki gözüm, elbette gördü iki ayaklÕlarÕn ikiye ayrÕldÕ÷ÕQÕ.. Sen benim hangisinden oldu÷umu anlamak istiyorsan cebime sok kafanÕ: orda aydÕnlÕ÷Õ okuyan kara ekmek sana do÷ruyu söyler.. ùairim úiirden anlarÕm, en sevdi÷im gazel Anti Düringidir Engelsin.. ùairim bir yÕl ya÷an ya÷mur kadar úiir yazdÕm.. Fakat asÕl úaheserime baúlamak için HafÕ]Õ Kapital olmayÕ bekliyorum. Futbolda eski kurdum. Fenerbahçenin forvetleri mahallede kaydÕrak oynÕyan birer piç kurusuyken ben en a÷Õr hafbekleri yere vururdum. Fulbolda eski kurdum. SantÕrdan alÕnca pasÕ çakarÕm Hooooooooooooooooooooooooop! 5 numro top açÕk a÷]Õndan girer golkipin karnÕna. Bana mahsustur bu vuruú futbol potinlerim kurúunkalemimden ö÷rendi bu zanaatÕ! O kurúunkalemim ki 9 deli÷inizden vücudunuza her tÕktÕ÷Õ mÕsra iúkembenizde taú. ùairiz be, úairiz dedik ya be arkadaú....

ùarkÕlarÕPÕz ùarkÕlarÕPÕz varoúlarda sokaklara çÕkmalÕGÕr. ùarkÕlarÕPÕz evlerimizin önünde durmalÕ camlara vurmalÕ kapÕlarÕn ellerini sÕkmalÕGÕr, VÕkmalÕGÕr acÕtana kadar, kapÕlar ba÷OÕ kollarÕQÕ açana kadar...

Biz anlamayÕz tek a÷]Õn türküsünü. Her matem gecesi her bayram günü, úarkÕlarÕPÕz bir gaz sandÕ÷ÕQÕ yere yÕkarak sandÕ÷Õn üstüne çÕkarak kocaman elleriyle tempo tutmalÕGÕr. ùarkÕlarÕPÕz çam ormanlarÕnda rüzgar gibi bize kendini hep bir a÷Õzdan okutmalÕGÕr!!.

ùarkÕlarÕPÕz ön safta en önde saldÕrmalÕGÕr düúmana. Bizden önce boyanmalÕGÕr úarkÕlarÕPÕ]Õn yüzü kana..

ùarkÕlarÕPÕz varoúlarda sokaklara çÕkmalÕGÕr! ùarkÕlarÕPÕz bir tek yüre÷in perdeleri inik kapÕVÕ kilitli evinde oturamaz!. ùarkÕlarÕPÕz rüzgara çÕkmalÕGÕr...

ùDúÕp Kalma Üstüne Sevebilirim, hem de nasÕl, dile benden ne dilersen, canÕPÕ, gözlerimi

.Õzabilirim, D÷]Õm köpürmez, ama devenin öfkesi haltetmiú benimkinin yanÕnda, devenin öfkesi, kincili÷i de÷il.

Anlayabilirim ço÷u kere burnumla, yani en karanlÕ÷Õn, en uzaktakinin bile kokusunu alarak ve dö÷úebilirim, do÷ru buldu÷um, haklÕ buldu÷um, güzel buldu÷um herúey için, herkes için, yaúÕm baúÕm buna engel de÷il, ama gel gör ki çoktan unuttum úDúÕp kalmayÕ. ùDúNÕnlÕk, alabildi÷ine yuvarlak açÕk ve alabildi÷ine genç gözleriyle bÕrakÕp gitti beni. YazÕk. ùehir Akúam Ve Sen Koynumda çÕUÕlçÕplaksÕQÕz ùehir, akúam ve sen AydÕnlÕJÕQÕz yüzüme vuruyor Bir de saçlarÕQÕ]Õn kokusu. Bu çarpan yürek kimin Sesleri soluklarÕPÕ]Õn üstünde küt küt atan Senin mi úehrin mi akúamÕn mÕ yoksa benimkisi mi? Akúam nerde bitiyor nerde baúOÕyor úehir ùehir nerde bitiyor sen nerde baúOÕyorsun Ben nerde bitip nerde baúOÕyorum?

ùehitler ùehitler, Kuvâyi Milliye úehitleri, mezardan çÕkmanÕn vaktidir! ùehitler, Kuvâyi Milliye úehitleri, Sakarya'da, ønönü'nde, Afyon'dakiler DumlupÕnar'dakiler de elbet ve de AydÕn'da, Antep'te vurulup düúenler, siz toprak altÕnda ulu köklerimizsiniz yatarsÕQÕz al kanlar içinde. ùehitler, Kuvâyi Milliye úehitleri, siz toprak altÕnda derin uykudayken düúmanÕ ça÷ÕrdÕlar, satÕldÕk, uyanÕn! Biz toprak üstünde derin uykulardayÕz, kalkÕp uyandÕUÕn bizi! uyandÕUÕn bizi! ùehitler, Kuvâyi Milliye úehitleri, mezardan çÕkmanÕn vaktidir!

ùiirime Dair Ne binecek sÕrma pelerinli bir atÕm ne bilmem nerden geliratÕm ne mülküm, ne malÕm var. Sade bir çanak balÕm var. Rengi ateúten al bir çanak bal BalÕm herúeyim benim... Ben mülkümü ve malÕPÕ yani bir çanak balÕPÕ koruyorum haúerattan. Bekle kardeúim bekle.. Çana÷Õmda balÕm olsun, gelir arÕVÕ Ba÷dattan....

Tahir'le Zühre Meselesi... Tahir olmak da ayÕp de÷il Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayÕp de÷il, bütün iú Tahirle Zühre olabilmekte yani yürekte. Meselâ bir barikatta dövüúerek meselâ kuzey kutbunu keúfe giderken meselâ denerken damarlarÕnda bir serumu ölmek ayÕp olur mu? Tahir olmak da ayÕp de÷il Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayÕp de÷il. Seversin dünyayÕ doludizgin ama o bunun farkÕnda de÷ildir ayrÕlmak istemezsin dünyadan ama o senden ayrÕlacak yani sen elmayÕ seviyorsun diye elmanÕn da seni sevmesi úart mÕ? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artÕk yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahirli÷inden? Tahir olmak da ayÕp de÷il Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayÕp de÷il.

Tanganika RoportajÕ (Mektuplar-10/01) Uçuyorum karlÕ Ukrayna ovalarÕQÕ. <ÕllardÕr bu ilk hava yolculu÷um sensiz. Elini aradÕm yerden kesilirken, alÕúkanlÕk, yere inerken de arayaca÷Õm.

Dün gece bavulumu hazÕrlÕyordun, omuzlarÕn kederliydi, belki de÷ildiler de, bana öyle geldi, kederli olmalarÕQÕ istedi÷imden.

Bu sabah kar aydÕnlÕ÷Õyla uyandÕm. Moskova uykudaydÕ, sen uykudaydÕn. SaçlarÕn saman sarÕVÕ kirpiklerin mavi, ak boynun uzundu, yuvarlaktÕ ve kÕrmÕ]Õ, kalÕn dudaklarÕnda keder, belki de÷ildi de bana öyle geldi, kederli olmalarÕQÕ istedi÷imden.

AyaklarÕPÕn ucuna basÕp yan odaya geçtim. Foto÷rafÕn masamda bir yaz güneúine bakÕyor, baúÕQÕ kaldÕrmÕú, profilden. Umurunda de÷il gidiúim. Soktum cepime. øyiden iyiye a÷ardÕ ortalÕk. Duvarda Dino'nun ya÷OÕ boyasÕ: bir bulut parçacÕ÷Õ sonsuz bir gökyüzünde, belki ne gökyüzü, ne bulut, uçsuz bucaksÕz mavilikte ak bir kÕPÕldanÕú, iyimserli÷in resmi, umudun.

KapÕFÕ kadÕnlar avluda kar küreme÷e baúladÕ gÕFÕrtÕlarla. Odaya girdin. Yüzüme bakÕyorsun úDúNÕn, kederli; belki keder de÷il de uyku mahmurlu÷u bu. 'Beni geçirme÷e gelme, ' dedim, oysaki beni geçirmeni istiyordum bilmedi÷in kadar. Kilitledin bavulumu kendi elinle. Ben açtÕm kapÕ\Õ merdiven sahanlÕ÷Õna çÕktÕm. Sen içerde kapÕyla çerçeveli bir bahar manzarasÕydÕn, bir bahar manzarasÕ ö÷le aydÕnlÕ÷Õnda, yapraklarla sular som parÕltÕ, gölgesiz. kapadÕm kapÕ\Õ üstüne.

Senden konuútuk Ekber'le Vunukova'ya kadar, daha do÷rusu, ben söyledim, o dinledi. Karadeniz'i geçiyorum sekiz bin metre yukarda. Bilmem farkÕnda mÕVÕn, günü gününe bir yÕl oluyor, Varúova - Roma - Paris üstünden Kahire'ye uçtuktu seninle. Kahire yine o Kahire mi sensiz?

Sekiz bin metre yukarda, Anadolu'mun üstündeyim. Sekiz bin metre derinde, bulutlarÕn altÕnda, topra÷Õmda karakÕú. Köylerin çoktan kesiktir yolu. Her biri karlÕ çöllerde bir baúÕnadÕr.

Bulgur aúÕ ya÷VÕz. Tezek dumanÕnda göz gözü görmez. Bebeler ölür bitlenme÷e bile vakit bulmadan ve ben uçarÕm sekiz bin metere yukarda, bulutlarÕn üstünde. øúte böyle Tulyakova...

Tanganika RoportajÕ (Mektuplar-10/02) Kahire'nin Özbekiye Bahçesi'ni hatÕrladÕn mÕ? Oturdu÷umuz sÕrayÕ gidip buldum. Topal aya÷ÕQÕ onarmamÕúlar.

Geceydi hatÕrladÕn mÕ? KarmakarÕúÕktÕ karúÕPÕzda \ÕldÕzlar, otomobil ÕúÕklarÕ, vitrinler ve uzun entarili dilenci. Kederli kadÕndan konuútuktu hatÕrladÕn mÕ? Kraliçe Nifertiti'ye benziyordu yüzü. Komünist kocasÕ beú yÕldÕr can çekiúiyor çölün orta yerinde, toplama kampÕnda.

Kahire'nin Özbekiye Bahçesi'ni hatÕrladÕn mÕ? Oturdu÷umuz sÕrayÕ gidip buldum. Topal aya÷ÕQÕ onarmamÕúlar.

Gündüzün a÷açlar tozlu. Uzun entarili dilenci kurumuú büsbütün ve kederli kadÕQÕn kocasÕ artÕk ölmüútür.

Kahire'nin Özbekiye Bahçesi'ni hatÕrladÕn mÕ?

Tanganika RoportajÕ (Mektuplar-10/03) Geceleyin geç vakit havalandÕk Kahire'den Uzakta, ta uzakta, kanadÕn ucunda ayrÕOÕ÷Õn kÕrmÕ]ÕÕúÕ÷Õ yanÕyordu. <ÕldÕzlarÕ sÕmsÕNÕ tuttum avucumda, uyudum.

øndik Hartum alanÕna sabah aydÕnlÕ÷Õnda, bulutsuz, ak bir aydÕnlÕk, bir porselen aydÕnlÕ÷Õ, porselen bir fincan zar gibi ince.

Alanda dev bir 'Komet' vardÕ Sudan Hava YollarÕ'nÕn. Bir de bir spor uça÷Õ sarÕ, kÕrmÕ]Õ, minicik. Neyin nesi anlayamadÕm.

Hartum hava istasyonu temiz. Güneú serin serin yükseliyordu. Oturdum karúÕVÕna paltomu omuzuma atÕp. Nerde olursam olayÕm, hapiste bile, günlerim kula÷Õma müjdeler fÕVÕldayarak baúlar. SudanlÕlar güzel oluyor, <> Lúlenmiúler abanoz a÷acÕQÕn en soylusuna ak entarileri, ak örtüleri, ak sarÕklarÕ içinde. SudanlÕ subaylar dolaúÕyor, ingilizce konuúuyorlar. ve sarÕúÕn avcÕlar viski içiyordu. AvcÕlar arslan avlama÷a gelmiúler ve pamuk avlama÷a. Tüfekleri naylon kÕOÕflÕ.

Bir mÕzrak boyu yükseldi güneú. Paltomu attÕm, çÕkardÕm ceketimi. Volkan gürültüleriyle havalandÕ 'Komet', uçup gitti Londra'ya.

Nerden bileceksin, kÕ]Õm, benim OsmanlÕlar bu kÕrmÕ]Õ toprakta esircilik etti. Kölelerin boyu iki metre, bir de fil diúi, altÕn, bir de vergi topladÕlar kadÕnlarÕn úalvarÕna kedileri sokup. Bu usul belki hala yürürlüktedir Anadolu'da Ama Anadolu köleleri kavruk kÕsacÕk.

Tanganika RoportajÕ (Mektuplar-10/04) Dar-es Selam'a belki kuúlar gelir østanbul'dan, Moskova'dan kuúlar nerelerden nerelere gitmez ki! Ama bu topra÷Õn dalÕna konan MoskovalÕ ilk uçak bizimkisi, ølk østanbullu ben.

Duydum afrika'nÕn kokusunu, büyük kara Afrika'ÕQÕn: iri bitki, iri hayvan, iri güneú, iri ya÷mur, iri yÕldÕz kokuyor. Girdik úehre palmiyelerle muzlarÕn arasÕndan. Gözalabildi÷ine yeúil, gözalabildi÷ine sÕcak bir akvaryuma girdik. Dar-er-Selam batÕVÕnda Hint Okyanusu'nun. Daha Muhammet'ten önce kara kaúOÕ Arap korsanlarÕyla Arap tüccarlarÕ çÕktÕ bu kÕ\Õlara, sonra baúka korsanlarla baúka tüccarlar ve bunlarÕn kaúlarÕ samur, ama iú kaúlarda de÷il. Dar-es Selam baúkenti Tanganika'nÕn. Tanganika Tanganika, Tanganika. Bir türkü böyle baúlayabilir. Bir tam tam havasÕ: Tanganika, Tanganika, kederlisi, sevinçlisi, akÕllÕVÕ, kuzgunu, karasÕ Tanganika, Tanganika...

Biliyorsun, Tanganika güney do÷usunda Afrika'nÕn. 120'den çok kabilede 10 milyon kadar insan. Müslüman, HÕristiyan, putperest. Biliyorsun, belli baúOÕ ürünü: kahve, davar ve sizal. SizalÕn yapraklarÕ yalÕn, yeúil kÕOÕnçlardÕr, urgan, halat, çuval filan yapÕOÕr. Biliyorsun, bütün bunlarÕ yola çÕkmadan önce bilmedi÷imi biliyorsun. Biliyorsun hartada yaptÕ÷ÕPÕz yolculu÷u seninle. Gemimiz üç direkliydi baúÕ kemani, puruvada altÕn kÕz sureti sana benzer, ve bayra÷Õnda úiirler sana yazdÕ÷Õm, ve balÕklar avladÕk gözleri zümrüt, ve kuúlar kondu serenlere sÕrma kanatlÕ, ve muz ya÷muruna tuttu maymunlar bizi kÕ\Õlardan, ve pupa yelken geçtik sÕcak denizleri, ve bir dolanÕp bir kurtulduk a÷Õndan meridyenlerin Dar-es-Selam'Õ bulana kadar. Biliyorsun hartada yaptÕ÷ÕPÕz yolculu÷u seninle.

TanganikalÕ Meçhul Askerle konuútum Dar-es-Selam'da Tunçtan dökülmüú saldÕUÕyordu ince, çÕplak bacaklarÕQÕn üstünde elde silah. ArkasÕnda bulvar ve liman karúÕVÕnda vitrinler, -Kime saldÕUÕyorsun? dedim -Alamana, dedi. AlamanÕndÕk, dedi, Birinci Dünya SavaúÕ'na dek. øngiliz geldi, komutayÕ aldÕ, saldÕrdÕk Alamana. Alaman gitti, øngiliz kaldÕ. KaldÕøngiliz 18'den 62'ye. 62'de øngilizi dehledik, ba÷ÕmsÕz Cumhuriyetiz, dedi, dedi ve kesti.

Dar-es-Selam bir úirin kasabadÕr. Ana caddeleri temiz, onarÕOÕ. Büyük, rahat bir Hint Mahallesi var. Hintliler ticaretle meúgul kÕyasÕya. Satacaklar satabilseler Okyanus'un suyunu úLúelere doldurup. Ve Hintli tüccara düúman TanganikalÕ. ùehirde bir øngiliz kulübü. YalnÕz beyazlar girermiú eskiden, úimdi de adÕ da de÷Lúmiú, girenleride. CumhurbaúkanÕ SarayÕ. øngiliz valisi otururmuú eskiden. Bir kolej,48 ö÷rencisi var. TanganikalÕ hepsi.

Profesörler øngiliz. Kiliseler, camiler, villalar, oteller, elçilikler. Bir müslüman kona÷Õnda kirada Sovyet Elçili÷i, kapÕVÕnda Arap alfabesiyle Bismillah yazÕOÕ. Tramvay, otobüs filan yok, ama otomobil her markadan, hepsinin de direksiyonlarÕ sa÷da. øngiliz sistemi. Ve TanganikalÕúoför usta oluyor. Bir de kabare var sabahlara kadar açÕk. TanganikalÕlar, halktan olanlar, topra÷Õn üstünde yatÕp kalkÕyor balçÕk ve hasÕr örme kulübelerde. Devlet dili, øngilizceyle Suvahili. TanganikalÕ mühendis, bütün Tanganika'da 1 tane, doktor: 3 TanganikalÕ sarhoú görmedim, sarhoúlar beyazdÕ. Beyaz iúsiz görmedim, Lúsizler TanganikalÕ. Ve kaldÕUÕmlarda tahta arslan satanlar turistlere TanganikalÕ TanganikalÕ subay gördüm, baúkan gördüm, ö÷retmen gördüm. dalgÕn ö÷retmen gözleriyle Baúkan Nirere bakÕyor bütün duvarlardan çerçevesinde ve camÕn altÕnda oturup dayanmÕú ak baúOÕ bastonuna. Polisler, gördüklerim, TanganikalÕ. Bankalarda TanganikalÕ memur görmedim, ya beyaz, ya Hintliydiler. Garsonlarla hamallar TanganikalÕ. Köylüler de, çobanlar da, Õrgatlar da, kabile reisleri de. Buralarda da fes giyenler çok renk rengi, boy boyu, püsküllüsü, püskülsüzü. Biz Türkler fesi Yunandan almÕúÕz, giydirmiúiz araba, SudanlÕya da belki, onlar da kara Afrika'ya, ya onlar, ya øngiliz, øngilizse giydiren fesli bir gergedan görürsem úDúmam. Tanganika RoportajÕ (Mektuplar-10/05) Dar-es-Selam'da 'Halas Ordusu' kulübesinde uyumanÕn yolu yok sÕcaktan. derime yapÕúÕyor sÕcak vÕFÕk vÕFÕk. KanadalÕ karÕ koca akúam dualarÕQÕ çoktan çaldÕlar magnefonda. Arslanlar bö÷ürmüyor. arslanlar içerlerde arslanlar, filler, gergedanlar, zebra, zürafa, antiloplarÕn çeúidi. Kaplan yok sanÕyorum. Moskova'da zooloji parkÕnda kaplan da vardÕr, beyaz ayÕlar da, penguenler de, ve kaymaklÕ dondurma vardÕr. Moskova'da kar ya÷Õyor lapa lapa. Derime yapÕúÕyor sÕcak. Cibinli÷in altÕnda çÕUÕlçÕpla÷Õm. Cibinli÷in üstünde kertenkeleler. Kertenkeleler minicik timsahlar gibi ve dillerini çÕkarÕyorlar ve belki bunlar kertenkele de÷il. Bursa cezaevinde cibinlikler yaptÕktÕ yatak çarúaflarÕndan. SabahlarÕ kovaya doldurup dökerdik tahtakurularÕQÕ. Derime yapÕúÕyor sÕcak. NabÕzlarÕmda vuruyor sÕcak ve akÕyor damarlarÕmda kanÕma karÕúarak. Moskova'da kar ya÷Õyordur, ya÷PÕyor mu yoksa? Yatmadan önce baktÕn mÕ pencerede termometreye? 6ÕIÕr altÕnda on beú mi, on yedi mi? Yata÷ÕQÕn üstünde mavi ÕúÕk. Neler düúünüyorsun? Yoksa uyudun mu yine kor komaz yastÕ÷a baúÕQÕ? Dar-es-Selam'da 'Halas Ordusu' kulübesinde uyumanÕn yolu yok sÕcaktan.

Tanganika RoportajÕ (Mektuplar-10/10) Kula÷ÕPÕ dayadÕm yere, dinledim Afrika topra÷ÕQÕ, homurtular geliyor Uganda'dan, Mozambik'ten, Güney afrika'da pembe tabanlÕ ayaklar öfkeyle úakÕrdatÕyor zincirini. Angola ormanlarÕ yeúil arslanlar gibi bö÷ürüyor al kan içinde. Son savaúalrÕQÕ veriyor emperyalizm, ama silahlÕVÕ, zÕndanlÕVÕ, valilisi, BaúÕPÕ kaldÕrdÕm bakÕyorum: Afrika iki yol kavúD÷Õnda duruyor, yol var yine esirli÷in inine gider döne dolaúa, yol var gider büyük hürriyetine büyük kardeúli÷in... Yani demek istedi÷im: Benim akÕllÕ, güzel karÕFÕ÷Õm, bir daha oku douzuncu mektubumu. Sen leb demeden leblebiyi anlarsÕn ve bilemedi÷in kadar göresim geldi seni MoskovalÕm, Tulyakova'm.

ùubat 1963, Tanganika

Tanya zoe’ydi adÕ ismim tanya dedi onlara (tanya; bursa cezaevinde karúÕmda resmin bursa cezaevinde, belki duymamÕúVÕndÕr bile bursa’nÕn ismini bursa’m yeúil ve yumuúak bir memlekettir. bursa cezaevinde karúÕmda resmin sene 1941 de÷il artÕk, sene 1945 moskova kapÕlarÕnda de÷il artÕk berlin kapÕlarÕnda dövüúüyor artÕk seninkiler bizimkiler bütün namuslu dünyanÕnkiler.. tanya; senin memleketini sevdi÷in kadar ben de seviyorum memleketimi seni astÕlar memleketini sevdi÷in için ben memleketimi sevdi÷im için hapisteyim ama ben yaúÕyorum ama sen öldün sen çoktan dünyada yoksun zaten ne kadar az kaldÕn orada on sekiz senecik... doyamadÕn güneúin sÕcaklÕ÷Õna bile... tanya; sen asÕlan partizan, ben hapiste úair sen kÕ]Õm, sen yoldaúÕm resmin üstüne e÷iliyor baúÕm kaúlarÕn incecik, gözlerin badem gibi renklerini foto÷raftan anlamam mümkün de÷il fakat yazÕldÕ÷Õna göre koyu kestaneymiúler. bu renk gözler çok çÕkar benim memleketimde de... tanya; saçlarÕn ne kadar kÕsa kesilmiú R÷lum memet’inkinden farkÕ yok alnÕn ne kadar geniú, ay ÕúÕ÷Õ gibi rahatlÕk ve rüya veriyor insanÕn içine. yüzün ince uzun, kulakladÕr büyücek biraz, henüz çocuk boynu boynun henüz hiçbir erkek kolu sarÕlmamÕú anlÕyor insan. ve püsküllü bir úey sarkÕyor yakandan süsünü sevsinler mini mini kadÕn. arkadaúlarÕ ça÷ÕrdÕm bakÕyorlar resmine; _tanya senin yaúÕnda bir kÕ]Õm var. _tanya NÕz kardeúim senin yaúÕnda _tanya senin yaúÕnda sevdi÷im kÕz bizim memleket sÕcaktÕr bizde kÕslar tez kadÕnlaúÕr.. _tanya senin yaúÕnda kÕzlarla okulda, fabrikada, tarlada arkadaúÕz tanya; sen öldün ne kadar namuslu insan öldü ve öldürülmekte ama ben, söylemesi ayÕpmÕú gibi geliyor bana ama ben yedi yÕldÕr kavgada hayatÕPÕ tehlikeye koymadan hapiste de olsa da yaúÕyorum) sabah oldu tanya’yÕ giydirdiler ama çizmeleri, úapkasÕ, gocu÷u yoktu iç etmiúlerdi onlarÕ torbasÕQÕ giydirdiler torbada benzin úLúelesi, kibrit, kurúun, tuz, úeker.... úLúelesi boynuna astÕlar torbasÕQÕ verdiler sÕrtÕna gö÷süne bir de yazÕ yazdÕlar “partizan” köyün meydanÕna kuruldu dara÷acÕ atlÕlar çekmiú kÕOÕFÕ halka olmuú piyade askeri zorla seyre getirdiler köylüleri iki sandÕk üst üste iki makarna sandÕ÷Õ sandÕklarÕn üstüne ya÷OÕ urgan sallanÕr urganÕn ucunda ilmik partizan kaldÕUÕOÕp çÕkarÕldÕ tahtÕna partizan kollarÕ ba÷OÕ arkadan durdu urganÕn altÕnda dimdik.. nazlÕ boynuna ilmi÷i geçirdiler bir subay foto÷rafa meraklÕ bir subay elinde makine; kodak bir subay resim alacak tanya seslendi kolhozlulara ilmi÷in içinden “ _ kardeúler üzülmeyin gün yi÷itlik günüdür. soluk aldÕrmayÕn faúistlere yakÕn, yÕNÕn, öldürün....” bir alman vurdu a÷]Õna partizanÕn genç kÕ]Õn beyaz, yumuk çenesine aktÕ kan fakat askerlere dönüp devam etti partizan: “_ biz iki yüz milyonuz iki yüz milyon asÕOÕr mÕ? gidebilirim ben ama bizimkiler gelecekler teslim olun vakit varken...” kolhozlular kan a÷OÕyorlardÕ, cellat çekti ipi bo÷uluyor nazlÕ boynu ku÷u kuúunun fakat dikildi ayaklarÕQÕn ucunda partizan ve hayata seslendi insan “_ kardeúler hoúça kalÕn kardeúler kavga sonuna kadar duyuyorum nal seslerini geliyor bizimkiler...” cellat bir tekme attÕ makarna sandÕklarÕna sandÕklar yuvarlandÕlar ve tanya sallandÕ ipin ucunda...

Taranta - Babu'ya Mektuplar Bu kitap Henri Barbusse'ün hatÕrasÕna...

Kendi ülkesinde kendi dilini istedi÷i gibi kullanamadÕ÷Õ için, Asya ve Afrika dillerine merak saran bir øtalyan arkadaútan, geçenlerde bir paketle bir mektup aldÕm. ArkadaúÕn adÕQÕ yazmak istemiyorum. BaúÕ belaya girer. Fakat mektubunu oldu÷u gibi aúD÷Õya geçiriyorum. ROMA, 5 AöUSTOS 1935 Kardeú, Sen Roma'yÕ kartpostallardan, tarih ve co÷rafya kitaplarÕna basÕlan foto÷raflardan tanÕrsÕn. TaúlarÕ Sezar'larÕn ve Lejyon'larÕn kabartmalarÕyla oymalÕ üç gözlü kapÕlar; kÕ\ÕlarÕQÕn yarÕVÕQÕ fareler yemiú kocaman bir ele÷e benziyen Koliseum; Batrus resul kilisesi meydanÕ ve güvercinler; Palazzo Venezia sarayÕ, balkonu ve bu balkonda a÷]Õ bir karÕú açÕk, sa÷ eli kalçasÕnda, sol eli havada, öylece donakalmÕú Mussolini. Fakat bu kartpostallar Roma'sÕna benzemiyen bir Roma daha vardÕr. Onun ne foto÷raflarÕQÕ çekerler, ne kartpostallarÕQÕ satarlar. Bu ikinci Roma'nÕn adÕ: Cartieri Popolari - HALK MAHALLELERø'dir... Burada evler, Amerika'ya göç edemiyen bir øtalyan iúsizinin umutsuzlu÷una benzer. BuranÕn karanlÕ÷Õ terlidir, yapÕúkandÕr ve kokusu a÷ÕrdÕr. Bu mahalleler, boyalÕ kartpostallarÕn parlaklÕklarÕnda bile ÕúÕk bulamadÕklarÕ için ne co÷rafya kitaplarÕna girerler, ne de güzel, tarihî manzaralar meraklÕVÕ yolcularÕn koleksiyonlarÕna... KÕ]ÕQÕ, øtalya'nÕn en zengin, en rahat delikanlÕVÕ Kont Ciano ile evlendiren ve kendisi Prens Torlonya'nÕn arma÷anÕ Villa Torlonya'da oturan büyük idealist Sinyor Mussolini, øtalyan Ansiklopedisi'nin «F» harfinde faúizmin ne demek oldu÷unu anlatÕrken der ki: «Faúist, rahat hayata hor bakar... Yeryüzünde saadetin mümkün olaca÷Õna inanmaz.» Faúizmin bu «rahat hayata hor bakmak ve yeryüzünde saadete kavuúmamak» nazariyesi, büyük bir ciddiyet ve samimiyetle «Cartieri Popolari - Halk Mahallelerinde» gerçeklendirilmiútir. Banka Komerçiale'de direktörlük ve øtalyan finansÕna Sezar'lÕk eden Lehli Töplitz'in en yakÕn dostu øl Duçe Benito Mussolini, yine «F» harfinde faúizmin tarifini yaparken úöyle der: «Faúizm için her úey devletin içindedir. Devletin dÕúÕnda manevî veya insanî hiçbir úey yoktur, her úey de÷ersizdir.» Bu derin, bu eriúilmez faúist görüúünün nasÕl gerçekleúti÷ini anlamak için, Bertolino Splandit Otel'in øtalyan güneúlerinden daha ÕúÕklÕ salonlarÕnda toplananlara yükselmek de÷il, «Cartieri Popolari - Halk Mahallelerinde» oturanlara inmek gerektir. Bu mahallelerin oturucularÕ, gerçekten de büyük bir enerjiyle, devletin hapishaneleri, vergi daireleri ve polis karakollarÕ içine alÕnmÕúlar, onlara devletin dÕúÕnda her úeyin de÷ersiz oldu÷u, gerçekten de anlatÕlmÕúWÕr... Yine øtalyan Ansiklopedisi'ndeki «F» harfine faúizmin tarifini yaparak ün veren ve böylelikle büyük ansiklopedilerin nasÕl birer bitaraf bilgi eserleri olduklarÕQÕ ispat eden øtalyan kurtarÕFÕVÕna göre: «Faúizmin anladÕ÷Õ hayat ciddî, ulvî ve dinîdir..» Bu, gerçekten de böyledir. Gerçekten de, yalnÕz Roma'nÕn Cartieri Popolari'sinden de÷il, bütün øtalya úehir ve köylerinin Halk Mahallelerinden, karÕnlarÕ kaburgalarÕna yapÕúPÕú on binlerce aç orospu yetiúmekte ve bunlar böylelikle faúizmin anladÕ÷Õ ciddî, ulvî ve dinî hayata kavuúturulmaktadÕrlar. Fakat, sana úunu söylemeliyim ki, Cartieri Popolari oturucularÕQÕn birço÷u, ne yazÕk ki, Ansiklopedi'de yapÕlan bu tarifleri anlamamakta ve çok daha az ciddî, ulvî ve dinî de olsa, kendilerine göre faúizmi úöyle incelemektedirler: «BazÕ muayyen úartlar altÕnda burjuva emperyalist, irtica saldÕUÕúÕQÕn ilerlemesi faúizm biçimini alÕr. Faúizm, finans kapitalinin en mürteci, en úovenist ve en emperyalist unsurlarÕQÕn açÕk, terörist diktaturasÕGÕr. Faúizmi do÷uran muayyen, tarihî úartlarÕn baúOÕcalarÕúunlardÕr: «Kapitalist münasebetlerinin kararsÕzlÕ÷Õ, deklase olmuú sosyal unsurlarÕn çoklu÷u, úehir ve köy küçük burjuvazisinin ve geniú bir münevverlik yÕ÷ÕQÕQÕn yoksullu÷a düúmesi, proletaryanÕn uyandÕrdÕ÷Õ dehúetli korku.» øúte ben, bundan iki hafta önce, faúizmin böyle bir kuru, böyle bir úiirden uzak tarifini yapan Roma'nÕn Halk Mahallelerinden Garbatella'da üç katlÕ bir evin kapÕVÕQÕ çaldÕm. BurasÕ, fakir talebelere, faúizmin ulviyetini anlamamÕú bilginlere ve artistlere, bekâr iúçilere teker teker oda kiralÕyan evlerden biriydi. KapÕFÕ kadÕna, kiralÕk bir oda istedi÷imi söyledim. Beni ikinci kata çÕkardÕ. Gösterdi÷i odayÕ be÷endim. KiralÕk odalar, kiralÕk elbiselere benzerler. Her ikisinde de aklÕma ilk gelen úey: «Bunu benden önce kim giydi? Burada benden önce kim oturdu?» olur. KaryolanÕn kÕ\ÕVÕna iliútim: - Benden önceki kiracÕQÕz kimdi? diye sordum kapÕFÕ kadÕna. KadÕn, kaba etine i÷ne batÕUÕlmÕú gibi silkindi birdenbire. Sonra kuúkulu gözlerle yüzüme baktÕ. Ve daha sonra: - Size haber vermediler galiba, dedi. øki gün önce onu tevkif edip götürdüler. KadÕQÕn bu cevabÕndan hiçbir úey anlamadÕm. Fakat kÕsa bir karúÕOÕklÕúDúalamanÕn sonunda iú anlaúÕldÕ. Beni, Roma Emniyet memurlarÕndan biri sanmÕúWÕ. øki gün önce, yine emniyet memurlarÕnca tevkif edilip götürülen adam ise Habeúli bir delikanlÕydÕ. KapÕFÕ kadÕQÕn anlattÕ÷Õna göre, bu delikanlÕ Habeúistan'Õn Galla boyundan putperest bir zenciymiú. Bir yÕl önce bu odayÕ kiralamÕú. øtalya'ya resim ö÷renmek için geldi÷ini söylermiú. Bütün bunlarÕ ö÷rendikten sonra benim artÕk odayÕ kiralamaktan vazgeçece÷imi sanan kapÕFÕ kadÕn basbaya÷Õ üzüldü. Zencinin arkasÕndan odayÕ iyice silip süpürdü÷ünü uzun uzadÕya anlattÕ. Hattâ karyolanÕn demirlerini bile lizollamÕú. OdayÕ tutmaktan vazgeçmedi÷imi söyledim. Ve akúamüstü tekrar bavulum ve kitaplarÕmla döndü÷üm vakit, baskÕna u÷rayÕp içinden bir adam götürülmüú bir odada yaúamaktan korkmadÕ÷Õm için, kapÕFÕ kadÕQÕn gözünde yarÕ kahraman kesildi÷imi anladÕm. OdanÕn ortasÕnda ilk yalnÕz kaldÕ÷Õm an, ilk yaptÕ÷Õm úey orta yerde kÕPÕldanmadan öylece durmak oldu. Sonra adeta koúarak, gittim kendimi karyolanÕn üstüne bÕraktÕm. Düúünüyorum: ùimdi benim sÕrtüstü yattÕ÷Õm karyolada o GallalÕ delikanlÕ bir yÕl yatmÕú. Gözüm tavan tahtasÕnda bir buda÷a iliúti. Onun gözleri de bu buda÷a iliúmiú. YastÕ÷Õn üstünde, benim saçsÕz, yarÕ dazlak kafamÕn yanÕnda onun kara NÕYÕrcÕk saçlÕ baúÕQÕ görüyordum. Yukardan aúD÷Õ lizollandÕ÷ÕQÕ ö÷rendi÷im karyolanÕn demirlerinde, onun koyu pembe, yumuúak avuç içlerinin yeri duruyor... KalktÕm oturdum. Ve anladÕm ki odada yalnÕz de÷ilim. Belki dün gece kurúuna dizilen, belki bu gece kurúuna dizilecek olan bir adamÕn bir yÕl soluk aldÕ÷Õ, NÕPÕldandÕ÷Õ, düúündü÷ü, úarkÕ söyledi÷i bir odada insan kendisini yalnÕz hissedemiyor. Onun buradan çÕkarÕOÕp ölüme götürülmesi, onu bu dört duvar içinde, bu duvarlar yÕNÕlana kadar yaúatacak. Onu sevdim birdenbire. Ona sÕQÕrsÕz bir saygÕ duydum. YÕllarca beraber düúünmüú, yan yana dövüúmüú, bir D÷Õzdan úarkÕ söylemiú gibiydim onunla. OdanÕn ortasÕnda bir masa vardÕ. Onun oturdu÷u iskemleyi çektim, onun abanoz dirseklerini dayadÕ÷Õ masaya dirseklerimi dayadÕm. Habeúistan bir yarÕ müstemleke. O, bu yarÕ müstemlekenin müstemlekesi Galla'dan bir zenci. Ben, kara gömlek giymiú bir emperyalizmin ak derili yerli kölesi. AnamÕn yüzünü görmedim. Beni do÷ururken ölmüú. Bu zenci delikanlÕQÕn yüzünü bilmiyorum. O bu kapÕdan ölüme götürülmüú. Ben bu kapÕdan içeri girdim. Birdenbire anladÕm ki o, bana anam kadar yakÕndÕr. YakÕnlÕk duygusu öyle bir nesne ki, insan kendine yakÕn buldu÷u insandan kalmÕú elle tutulur, gözle görülür bir hatÕrayÕ elle tutmak, gözle görmek istiyor. ùimdi bu kadar yakÕQÕmda, böyle yanÕ baúÕmda görünmez ellerinin havada görünmez yapraklar gibi NÕPÕldandÕ÷ÕQÕ duydu÷um adamdan, gözle görülür, elle tutulur bir úeyler kalmÕú olacaktÕr diye düúündüm. KaryolanÕn baúucunda bir küçük komodin vardÕ. KalktÕm, alt kapa÷ÕQÕ açtÕm: boú. Üst gözünü açtÕm, çekmecenin içi eski gazete kâatlarÕyla döúeli. En açÕkgöz baskÕnlarda, araúWÕrmalarda bile, en umulmadÕk yerlerde, en çok ele geçirilmek istenen bir úey kalÕr. Çekmeceye döúenmiú gazeteleri kaldÕrdÕm. En açÕkgöz baskÕnlarda, en umulmadÕk yerde unutulan úeyi buldum. Bu, Habeú diliyle yazÕlmÕú bir karalamalar tomarÕydÕ. GallalÕ zenci delikanlÕQÕn karÕVÕna yazdÕ÷Õ, fakat gönderdi÷ini sanmadÕ÷Õm, mektuplarÕn karalamalarÕ. Önümde, GallalÕ zencinin, TARANTA - BABU adÕndaki karÕVÕna yazdÕ÷Õ mektuplarÕ, dirse÷im onun abanoz dirseklerinin dayandÕ÷Õ masaya dayalÕ, okuyorum. Mektuplardan bazÕlarÕ eksik. Ara yerden kâatlar kaybolmuú. Son mektubu bitirdi÷im vakit dÕúarda gün a÷arÕyordu. Tepemde sallanan elektrik ampulünün yaldÕzlÕÕúÕ÷Õ, kanÕ çekilmiú gibi boyasÕQÕ kaybetti. LambayÕ söndürdüm. Üç gün üç gece durup dinlenmeksizin yol yürümüú gibi yorgundum. Yata÷a, onun yata÷Õ üstüne attÕm kendimi. Ellerimde onun Taranta - Babu'ya yazÕp göndermedi÷i mektuplarÕn karalamalarÕ, dazlak kafam onun kÕYÕrcÕk kara saçlÕ baúÕQÕn yanÕnda, uyudum. Mektubum bitiyor. Sana gönderdi÷im pakette TARANTA - BABU'ya yazÕlan mektup karalamalarÕQÕn kendileriyle, benim yaptÕ÷Õm çevirmeler var. BunlarÕ burada basmak, yaymak mümkün de÷il. Sen orada neúredersin. BunlarÕn matbaa harfleriyle basÕlmÕú, biçime sokulmuú, kitaplaúWÕUÕlmÕú örneklerinden bir tanesini olsun, ne o, ne Taranta - Babu görecek, ne de ben görece÷im. O, kurúuna dizildi. Taranta - Babu'nun oldu÷u yere, gökte kanlÕ bir haç gibi uçan ölüm kuúlarÕ gidebilir, fakat posta u÷ramaz. Bana gelince, ben yeryüzünün dört buca÷Õna, akla gelen bütün yollarla ba÷lanmÕú bir ülkede yaúÕyorum. Fakat hiçbir øtalyan posta vapuru, bir tek øtalyan posta tayyaresi ve hiçbir Avrupa tireni TARANTA - BABU'ya yazÕlan mektuplarÕ bir daha øtalya'ya sokamazlar.

Kendi ülkesinde kendi dilini istedi÷i gibi kullanamadÕ÷Õ için, Asya ve Afrika dillerine merak saran øtalyalÕ arkadaútan aldÕ÷Õm mektup bu kadardÕr. Paketten, Taranta - Babu'ya yazÕlan mektuplar çÕktÕ. AsÕllarÕ bendedir. Çevrimlerini, øtalyan arkadaúÕn yaptÕ÷Õ bazÕ notlarla beraber olduklarÕ gibi neúrediyorum.

TARANTA - BABU'YA Bø5øNCø MEKTUP BabasÕQÕn yirmi beúinci kÕ]Õ benim üçüncü karÕm, gözlerim, dudaklarÕm TARANTA - BABU. Sana bu mektubu içine yüre÷imden baúka bir úey komadan yolluyorum Roma'dan. Bana darÕlma sakÕn úehirlerin úehrinden sana gönderecek kendi yüre÷imden daha akla yakÕn bir hediye bulamadÕm diye. TARANTA - BABU; onuncu gecemdir ki bu baúÕPÕ gümüú yaldÕzlÕ kitaplara sokuyorum okuyorum do÷Xúunu Roma'nÕn. Önde sÕska diúi bir kurt arkada tombul ve çÕplak REMÜS'le ROMøLÜS dolaúÕyorlar içinde odamÕn. $÷lama TARANTA - BABU.. Bu ROMøLÜS UAL - UAL çarúÕVÕnda güpegündüz senin o incir memeli kÕz kardeúini altÕna alan mavi boncuk tüccarÕ Sinyor ROMøLÜS de÷il ilk RomalÕ, kral ROMøLÜS...

NOT: Birinci mektubun burasÕnda bir atlayÕú var. Belki ara yerden bir kâat kaybolmuú. Fakat aúD÷Õdaki satÕrlarla ilk RomalÕ Kral Romilüs'ü Taranta - Babu'ya anlatmak istedi÷i belli :

Dalgalar birbirlerini devire devire, Dalgalar döverdi Korsika kÕ\ÕlarÕQÕ haykÕrdÕkça açÕk denizlere Antium yamaçlarÕndan, o... Ve yÕldÕUÕmlarÕ tutup saçlarÕndan, o, çalardÕ yere ne zaman gö÷e kaldÕrsa elini. Sanki babasÕ boksör Karnera'ydÕ, anasÕ baúbakan Mussolini.

NOT: Mektubun buradan aúD÷ÕVÕ yine eksik. Fakat anlaúÕOÕyor ki, Romilüs'ün tarifinden sonra Taranta Babu'ya Roma'nÕn kuruluú efsanesi anlatÕOÕyor.

REMÜS ve ROMøLÜS... økizleri Silvia'nÕn... Venüs'ünün torunlarÕ... BakÕlmadan gözlerinin yaúÕna, karanlÕk bir gece, bir da÷ baúÕna IÕrlatÕp attÕlar onlarÕ.. Ne alÕnlarÕnda defne, ne bacaklarÕnda donlarÕ... Ve daha o zaman Habeúistan'a yeúil boya vurulmadÕ÷Õ için ve BANKA di ROMA daha kurulmadÕ÷Õ için, ROMøLÜS'le REMÜS bir sabah erken da÷da düúünürlerken: - «ùimdi biz ne haltederiz, diye, burada?» RastladÕlar yavrulu bir diúi kurda. YavrularÕ vurdular. Ana kurdun sütüyle karÕnlarÕQÕ bir temiz doyurdular. Sonra gidip Roma'yÕ kurdular. Kurdular ama iki adama dar geldi Roma. Ve bir akúam bilmeden geçti diye úehrin sÕQÕr taúÕQÕ, çekince kopardÕ ROMøLÜS kardeúi REMÜS'ün baúÕQÕ... øúte böyle TARANTA - BABU.. Gümüú yaldÕzlÕ kitaplarda yazÕOÕ bu: temelinde Roma'nÕn diúi kurt sütüyle dolu kovalar ve bir avuç kardeú kanÕ var...

TARANTA - BABU'YA ø.øNCø MEKTUP Boynunda mavi maymun diúinden üç dizi gerdanlÕk taúÕyan, NÕrmÕ]Õ tüylü bir kuú gibi gö÷ün altÕnda ve bir akarsu gibi yerin üstünde yaúÕyan, sözleri sözlerimin gözleri gözlerimin bakÕr aynasÕ, üçüncü kÕ]ÕPÕn ve beúinci o÷lumun anasÕ TARANTA - BABU!.. AylardÕr kalmadÕ çalmadÕ÷Õm kapÕ. Sokak sokak yapÕ yapÕ adÕm adÕm Roma'da Roma'yÕ aradÕm!.. Burda artÕk büyük ustalar mermeri ipekli bir kumaú gibi kesmiyor; Floransa'dan rüzgâr esmiyor!. Ne Dante Aligeri'den úarkÕlar, ne Beatriçi'nin nakÕúOÕ yüzü var, ne Leonardo da Vinçi'nin öpülesi eli!.. Mikel Ancelo müzelerde prangalÕ bir kürek mahkûmudur. Ve sapsarÕ boynundan bir katedral duvarÕna asmÕúlar Rafael'i!. Roma'nÕn büyük Roma'nÕn geniú caddelerinde bugün; dayamÕú sÕrtÕQÕ beton-arme bankalara, çifte baúOÕ bir balta gibi duran yalnÕz bir kara yalnÕz bir kanlÕ gölge var: Her adÕPÕnda bir esir baúÕ vuran, her adÕPÕnda bir mezar açÕp geçen SEZAR!.. Roma! Kovadis Roma? diye sorma! Bizim oralarÕn güneúi gibi aydÕn ve ortada bu! Sus TARANTA - BABU! Sevgiyle saygÕyla, gülerek haykÕrarak sus!.. Dinle bak: zincirlerini kÕUÕyor Roma'nÕn varoúlarÕnda SPARTAKUS!..

TARANTA - BABU'YA ÜÇÜNCÜ MEKTUP Papa XI'inci Pi'yi gördüm Taranta - Babu; bizim kabilenin büyük sihirbazÕ neyse burada o da, bu.. YalnÕz, bizim sihirbaz, üç baúOÕ mavi úeytanÕ Harar da÷larÕ ardÕna kovmak için para almaz. KurbanlÕk yaban eúekleriyle yÕlda iki yük fildiúi yÕ÷ÕQÕ kapatÕr onun bütçe açÕ÷ÕQÕ. Oysaki, Sa sentete Papa bütçesini yaban eúekleriyle kapa- -tamaz.. Adamca÷Õ]Õn kara cübbeleri altÕn iúleme haçlÕ elçileri ve kÕsa donlarÕ ponponlu askerleri var. O, onlarÕn onlar onun eline bakÕyorlar. Papa XI'inci Pi'yi gördüm Taranta - Babu! Korporatif bir heyecanla dudaklarÕQÕ satan ve yarÕm lirete yarÕm saat yatan cennet øtalya'nÕn hür vatandaúlarÕndan bir kadÕn, Papa ba÷ÕúlasÕn diye günahÕQÕ etin yarÕVÕQÕ verip yarÕm liretin satÕn almÕú da bir resmini hazretin baúucunda asmÕúWÕ bir yere. BaktÕm: ne Azizlerden Jorj'a benziyor ne Sen Piyer'e. OnlarÕn altÕn gözlükleri yok taranmamÕú ya÷OÕ uzun sakallarÕ vardÕ... Bunun taranmamÕú ya÷OÕ uzun sakalÕ yok, fakat altÕn gözlükleri var. Papa XI'inci Pi'yi gördüm TARANTA - BABU! XI'inci Pi yumuúak tüylü kara koyunlar otlatan bir çoban gibi taçlÕ ve taçsÕz krallarÕn otla÷Õnda ruhlarÕ otlatÕyor. XI'inci Pi ki bir ahÕrda babasÕz do÷anÕn vekilidir, Meryem'e yakÕn olmak için nefsi nefisine edip iúkence her gece mermer sütunlu bir sarayda yatÕyor.

TARANTA - BABU'YA DÖRDÜNCÜ MEKTUP øtalya'nÕn nakÕúlarÕnda güneúler oynaúan ipekli úallarÕ, Pompei yollarÕnda kara katÕrlarÕQÕn nallarÕ, boyalÕ kutusunda Verdi'nin yüre÷i atan laternasÕ ve âlâ düdük makarnasÕ kadar faúizmi de meúhuuurdur Taranta - Babu. øtalya'da faúizm EmilialÕ büyük toprak kontlarÕQÕn asâlarÕndan ve RomalÕ bankerlerin demir kasalarÕndan geçip øL DUÇE'nin dazlak kafasÕnda dank demiú bir nuuurdur Taranta - Babu.. Bu nur yarÕn inecektir üstüne Habeú ovalarÕnda mezarlarÕn.

TARANTA - BABU'YA BEùøNCø MEKTUP Görmek iúitmek duymak düúünmek ve konuúmak koúmak alabildi÷ine baúÕ dolu baúÕ boú koú- -mak... Hehehey TARANTA - BABU hehehey yaúamak ne güzel úey anasÕQÕ sattÕ÷ÕPÕn yaúamak ne güzel úey.. Düúün beni kollarÕm, senin üç çocuk do÷urmuú geniú kalçalarÕndayken... Düúün sÕcak... Düúün kara bir taúa damlÕyan çÕUÕlçÕplak bir su sesini... østedi÷in yemiúin rengini, etini, adÕQÕ düúün... Gözdeki tadÕQÕ düúün NÕpkÕrmÕ]Õ güneúin yemyeúil otun ve koskocaman masmavi bir çiçek gibi açan ay ÕúÕ÷ÕQÕn... Düúün TARANTA - BABU! ønsano÷lunun yüre÷i kafasÕ kolu yedi kat yerin altÕndan çekip çÕkarÕp öyle ateú gözlü çelik allahlar yaratmÕú ki kara topra÷Õ bir yumrukta yere serebilir, \Õlda bir veren nar bin verebilir. Ve dünya öyle büyük, öyle güzel öyle sonsuz ki deniz kÕ\ÕlarÕ her gece hepimiz yan yana uzanÕp yaldÕzlÕ kumlara \ÕldÕzlÕ sularÕn türküsünü dinleyebiliriz... Yaúamak ne güzel úey TARANTA - BABU yaúamak ne güzel úey... AnlÕyarak bir usta kitap gibi bir sevda úarkÕVÕ gibi duyup bir çocuk gibi úDúarak YAùAMAK... Yaúamak: birer birer ve hep beraber ipekli bir kumaú dokur gibi... Hep bir a÷Õzdan sevinçli bir destan okur gibi YAùAMAK..

...... YAùAMAK.. Ne acayip iútir ki bu ne mene gidiútir ki TARANTA - BABU bugün bu «bu inanÕlmÕyacak kadar güzel» bu anlatÕlamÕyacak kadar sevinçli úey: böyle zor bu kadar dar böyle kanlÕ bu denlü kepaze...

TARANTA - BABU'YA ALTINCI MEKTUP BuranÕn yazÕFÕlarÕ üçe bölünmüú TARANTA - BABU. Bir çeúitleri var: yalnÕz iç gömle÷ine de÷il, ipekli bir mendile benziyen yüre÷inin kenarÕna da altÕ diúli taç Lúleten Danunçio gibi; zÕSÕr Marinetti ve dinamitçi Nobel'in mükâfatÕyla øl Duçe'nin yumru÷undan gayrÕ her úeyden kuúkulanan Pirandello gibi. Bunlar, faúist edebiyatÕQÕn dâhileri soyundan TARANTA - BABU. Bunlar, allahlar gibi konuúur, anlaúÕlmÕyacak kadar karanlÕklarla dolu, ulaúÕlamÕyacak kadar yüksek ve dibi bulunamÕyacak kadar derin yazarlar. Fakat yine bunlarÕn senin gibi karÕnlarÕ a÷UÕr. Benim gibi karÕnlarÕ acÕNÕr. YaúayÕúlarÕ, ya Milanolu bir yünlü kumaúlar fabrikatörününki gibidir, ya geniú topraklarÕnda traktör iúleten eski bir prens hanedanÕQÕn reisi gibi. Bunlar, faúist edebiyatÕQÕn dâhileri soyundandÕrlar TARANTA - BABU. Ve bunlar, bizim oralardaki altÕn külçelerinin kara topra÷Õn altÕndan güneú parçalar gibi çÕkartÕOÕp Banka Komerçiale'nin çelik depolarÕna getirilmesi için; harbin yaratÕFÕ dinamik bir kuvvet; sapsarÕ bir çölde boynunun damarÕ kesilerek ölmenin, øtalya'nÕn Akdeniz suyu gibi masmavi gö÷ünün altÕnda ebediyen yaúamak demek oldu÷unu edebiyatlaúWÕrmÕúlardÕr. Ben, üç nehirle ayrÕlmÕú üç toprak parçasÕ gibi üçe bölünen øtalyan yazÕFÕlarÕQÕn bu dâhiler soyuyla yalnÕz kitaplarÕQÕn satÕrlarÕnda konuútum ve yüzlerini, yalnÕz gazetelere basÕlan rötuúlu foto÷raflarÕndan tanÕUÕm. øtalyan yazÕFÕlar dünyasÕQÕn ikinci çeúidine gelince, bunlardan bir iki örnekle karúÕOÕklÕ oturup konuúmuúumdur. Ve benim Afrika gecesinin ÕOÕklÕ÷ÕQÕ taúÕyan ellerim, onlarÕn, pÕUÕltÕVÕ yaldÕzlÕ Meryem Ana tasvirleri önüne dikilen ince mumlar gibi sarÕ ve so÷uk parmaklarÕna dokundu. Hele içlerinde bir tanesi vardÕ ki, TARANTA - BABU, gözleri, bir yaz günü güneúin ÕúÕ÷Õna ve sÕcaklÕ÷Õna dayanamayÕp kudurduktan sonra, sÕra da÷lardaki küçük ma÷aranÕn Õslak karanlÕ÷Õnda ölen köpe÷in, gözlerine benzerdi. Bu, bir úairdi, bir romancÕydÕ, bir mütefekkirdi Taranta - Babu. Fakat her úeyden önce, zavallÕ bir kokainomandÕ. Onunla arkadaúlarÕna yarÕ lokanta ve yarÕ meyhanemsi bir yerde rastlÕyordum. Ba÷Õra ça÷Õra konuúurlardÕ. Kavga ederlerdi. Hattâ bir gece, «øSA mÕ daha mistiktir? Konfüçyus mu daha mistik?» diye aralarÕnda oÕkan bir yüksek, bir derin, bir ilmî münakaúada, bir genç, benimkinin kafasÕnda bir úarap úLúesi kÕrdÕydÕ. Faúist miydi? Tam de÷il. Demokrat mÕydÕ? Tam de÷il. Tam de÷il. KafasÕ da, kokainle harap olmuú uzviyeti gibi yarÕmdÕ. Onda tam olan bir úey vardÕ TARANTA - BABU, úDúNÕn zavallÕ ve kökü kurumuú bir a÷aç gibi, mütereddî bir insan soyunun örne÷i olmasÕ. Faúizme düúman geçinmiú. Sonra günün birinde el altÕndan mahalle faúyosuna istida vermek istedi÷i duyuldu. Bunun do÷ru olup olmadÕ÷ÕQÕ bilmiyorum. Fakat kendini dünyanÕn mihveri sanan bir deli her úey yapabilir. Ve o böyle bir deliydi. øtalyan faúizminin bu ikinci çeúit yazÕFÕlarÕQÕn ne yazdÕklarÕQÕ sana anlatabilmek için, onun bir úiirini buraya geçiriyorum. Bu úiir, o yarÕ lokanta yarÕ meyhanemsi yerdeki toplantÕlardan birinde okundu. O gece hepsi ordaydÕlar. YaúOÕ bir romancÕQÕn úerefine bir ziyafet veriliyordu. Benimki birdenbire aya÷a kalktÕ. Sarhoútu. A÷]ÕQÕn açÕOÕp kapanÕúlarÕQÕ bile kullanamÕyordu. Ortaya do÷ru bir iki adÕm attÕ: - Size, dedi, son kitabÕmdan, aklÕma úöyle geliveren bir yazÕPÕ okuyaca÷Õm. Ve elleriyle havada geniú çizgiler çizerek úu úiiri okuma÷a baúladÕ: KÖR OLMAK.. Kör olmak ne iyi úeydir, ne güzeldir sevmek karanlÕ÷Õ. Ne yalÕn bir kÕOÕç gibi bir ÕúÕk ne renklerin a÷ÕrlÕ÷Õ ve ne úekillerin kalabalÕ÷Õ.. Ne güzeldir sevmek karanlÕ÷Õ.. Kör olmak ne iyi úeydir. KapalÕ gözleriniz çevrili içinize, NÕ\ÕVÕnda oturup bakarsÕQÕz içinizde dalgalanan denize. KapalÕ gözleriniz çevrili içinize.. Kör olmak ne iyi úeydir. Körlerdir ki yalnÕz kendi yürekleriyle baú baúa kalÕrlar. Ne kimseye kendi gözlerinden verirler ne kimsenin gözlerinden alÕrlar. Körlerdir ki yalnÕz kendi yürekleriyle baú baúa kalÕrlar. Ne güzeldir sevmek karanlÕ÷Õ. KaranlÕk allah gibidir ve tek baúÕnadÕr. KaranlÕk ölüm gibidir rengi yok ahengi yok dengi yoktur karanlÕ÷Õn. Da÷ÕWÕn yanÕQÕzdan sopalarÕQÕzla karanlÕ÷Õn peygamberleri, körler, kalabalÕ÷Õ.. Kör olmak ne iyi úeydir ve ne güzeldir sevmek karanlÕ÷Õ.. ùiir bitti. AlkÕúladÕlar. O, saatlerce çalÕúÕp beyaz bir duvarÕ renkli resimlerle doldurmuú bir nakkaú yorgunlu÷uyla, sallanarak yerine döndü. Tam benim yanÕmdaki masada, úerefine ziyafet verilen yaúOÕ romancÕyla modellerini baútan oÕkarmaktan resim yapma÷a vakit bulamÕyan bir ressam oturuyordu. Ressam, úiir biter bitmez, romancÕQÕn kula÷Õna H÷ildi, alaycÕ bir sesle: - NasÕl buldunuz? dedi. Onun, bu úiiri bir FransÕz úairinden aúÕrdÕ÷ÕQÕ söylüyorlar. RomancÕ birdenbire cevap vermedi, düúündü. Sonra: - Bu úiiri okuyan delikanlÕ sizin en yakÕn dostunuzmuú, diye duydum, dedi. Ressam güldü: - Dostluk, diye cevap verdi, kabzasÕna birbirine düúman iki elin yapÕúWÕ÷Õ bir bÕça÷a benzer. Ne yalan söyliyeyim, Taranta - Babu, ben, bu dostluk tarifini anlamadÕm. Bu, yalnÕz Faúist øtalya'da mÕ böyledir, yoksa bütün Avrupa...

NOT: AltÕncÕ mektuptan elime geçen karalamalar burada bitiyor. Mektubun yarÕm kaldÕ÷Õ belli. Habeú delikanlÕQÕn, üçüncü çeúit øtalyan yazÕFÕlarÕQÕ nasÕl tarif etti÷ini anlamak için øtalyancayÕ baútan baúa unutup yeniden ö÷renme÷e razÕydÕm.

TARANTA - BABU'YA YEDøNCø MEKTUP Bilirim beú altÕ\Õ geçmez senin kafanÕn raflarÕnda dizili kapalÕúLúeler gibi sorgular... Sen ki kapkara cahilsin herhangi bir hukuku düvel profesörü kadar.. Buna ra÷men sana sorsam desem ki ben: - «Keçilerimizin kÕYÕrcÕk uzun tüyleri dökülüp, iki baúOÕ memelerinden iki kol ÕúÕk gibi akan sütleri kesilirse; ve portakallarÕPÕz, sönen birer güneú yavrusu gibi dallarÕnda kuruyup, kemik ayaklarÕyla kÕtlÕk, yerli bir kral gibi geçerse topra÷ÕPÕzdan, sen ne yaparsÕn?» Bana dersin ki sen: - «ølk ÕúÕklarla a÷arma÷a baúOÕyan yÕldÕzlÕ bir gece gibi damla damla kaybederim boyamÕ, damla damla solarÕm...» Bana dersin ki sen: - «Bir Afrika kadÕQÕna bu sorulur mu hiç? KÕtlÕk ölümdür bizim için bolluk sevinç...» Fakat ne hikmettir ki TARANTA - BABU büsbütün tersine burda bu!. Bir öyle úDúÕlasÕ dünya ki burasÕ, bollukla ölüyor, NÕtlÕkla yaúÕyor. Varoúlarda hasta, aç kurtlar gibi insanlar dolaúÕyor ambarlar kilitli ambarlar bu÷dayla dolu.. Tezgâhlar ipekli kumaúla dokuyabilir topraktan güneúe kadar giden yolu. ønsanlar yalnayak insanlar çÕplak... Bir öyle úDúÕlasÕ dünya ki burasÕ, balÕklar kahve içerken çocuklar süt bulamÕyor. ønsanlarÕ sözle besliyorlar, domuzlarÕ patatesle... TARANTA - BABU'YA SEKø=øNCø MEKTUP Mussolini çok konuúuyor TARANTA - BABU! Tek baúÕna yapayalnÕz karanlÕklara EÕrakÕlmÕú bir çocuk gibi ba÷Õra ba÷Õra kendi sesiyle uyanarak, korkuyla tutuúup korkuyla yanarak durup dinlenmeden konuúuyor. Mussolini çok konuúuyor TARANTA - BABU çok korktu÷u için çok konuúuyor!.

TARANTA - BABU'YA DOKUZUNCU MEKTUP NOT: Bu dokuzuncu mektubun baúÕnda bir radyo makinasÕQÕn foto÷rafÕ vardÕ.

Bugün aklÕma yazÕVÕz ve çizgisiz bir resim geldi, Taranta - Babu! Ve benim, birdenbire yüzünü de÷il, gözünü de÷il, senin sesini göresim geldi, Taranta - Babu; «Mavi Nil» gibi serin, yaralÕ bir kaplan gözü gibi derin sesini senin!

NOT: Bu dokuzuncu mektubun burasÕna bir gazeteden kesilmiúúöyle bir haber iliútirilmiúti:

MARKONø, øL DUÇE'NøN SADIK NEFERø... Markoni, gazetecilere. «Ben úefim Mussolini'nin emrine amadeyim,» demiútir. Markoni, ilk tecrübeleri muvaffakiyetle neticelenen, Habeúistan'da tatbik edilecek olan bir ölüm ÕúÕ÷Õ bulmuútur. Bu ÕúÕk....

Havalara sesleri baúÕ boú mavi kanatlÕ kuúlar gibi salan ve havalardan en güzel úarkÕlarÕ olgun yemiúler gibi toplÕyan elleri, ONUN, yaparak kullu÷unu kara gömlekli Benito'nun, boyanacak dirseklerine kadar kardeúlerimin kanÕyla. Ve Habeú ovalarÕnda öldürecek büyük bilgin Markoni'yi, Banka Komerçiale'de aksiyoner mülti milyoner Kont Markoni. TARANTA - BABU'YA ONUNCU MEKTUP NOT: Bu onuncu mektubun baúÕna, yine gazetelerden kesilmiúúöyle bir telgraf haberi iliútirilmiúti...... øtalyan kuvvetlerinin Habeúistan'da harekete geçmeleri için ya÷mur mevsiminin bitmesi ve baharÕn gelmesi bekleniyor...

Ne tuhaf úey Taranta - Babu; bizi kendi topraklarÕPÕzda öldürmek için kendi topraklarÕPÕ]Õn baharÕQÕ bekliyorlar. Ne tuhaf úey Taranta - Babu; belki bu yÕl Afrika'da ya÷murlarÕn diniúi, renklerin, kokularÕn gökten yere bir úarkÕ gibi iniúi ve güneúin altÕnda Õslak topra÷ÕPÕ]Õn derisi tunç yaldÕzlÕ GallalÕ bir kadÕn gibi geriniúi, bize senin memelerin gibi tatlÕ yemiúlerle beraber ölümü getirecek. Ne tuhaf úey Taranta - Babu! KapÕPÕzdan içeri ölüm kolonyal úapkasÕna bir bahar çiçe÷i takÕp girecek...

TARANTA - BABU'YA ON Bø5øNCø MEKTUP Bu gece øl Duçe binerek bir kÕr ata aedromda söyledi söylev 500 pilota.. Söylevi bitti. Onlar yarÕn Afrika'ya gidecekler; O bu gece sarayÕnda salçalÕ makarna yeme÷e gitti..

TARANTA - BABU'YA ON ø.øNCø MEKTUP Geliyorlar Taranta - Babu, seni öldürme÷e geliyorlar. KarnÕQÕ deúip barsaklarÕQÕn kumun üstünde aç yÕlanlar gibi kÕvrandÕklarÕQÕ görme÷e geliyorlar. Seni öldürme÷e geliyorlar Taranta - Babu, seni ve keçilerini. Oysaki, ne onlar seni tanÕr ne onlarÕ sen.. Ve ne keçilerin atlamÕúWÕr onlarÕn çitlerinden. Geliyorlar Taranta - Babu. Kimi Napoli'den Tirol'den kimi. Kimi doyulmamÕú bir bakÕútan yumuúak ve sÕcak bir elden kimi... OnlarÕ ordu ordu tabur tabur bölük bölük fakat teker teker dü÷üne götürür gibi üç denizden aúÕUÕp ölüme getirdi gemiler.. Geliyorlar Taranta - Babu, geliyorlar içinden bir yangÕn alevinin. Ve bayraklarÕQÕ dikip samandan damÕna senin toprak evinin, gelenler geri dönseler bile e÷er, kanlÕ kesik sa÷ kolunu Somali'de bÕrakan Torinolu tornacÕ artÕk çelik çubuklarÕ ipek gibi öremeyecek... Ve kör gözleriyle bir daha SicilyalÕ balÕkçÕ denizlerin ÕúÕ÷ÕQÕ göremeyecek. Geliyorlar Taranta - Babu. Bu ölme÷e ve öldürme÷e gönderilenler kanlÕ sargÕlarÕna birer birer teneke haçlar takÕp döndükleri gün, büyük ve âdil Roma'da hisse senetleriyle aksiyonlar yükselecek, ve gidenlerin ardÕndan yeni efendilerimiz ölülerimizi soyma÷a gelecek..

TARANTA - BABU'YA SON MEKTUP Taranta - Babu'm! Bu belki sana son mektubumdur. Belki birbirimizi bir daha görmiyece÷iz. Belki ilkönce beni kurúuna dizen namlular, sonra gelip senin memelerinde kÕrmÕ]Õ delikler açacak. Sana bu son mektubumda øtalya gazetelerinden kesti÷im bir iki yazÕyla, bir Avrupa gazetesinden çÕkardÕ÷Õm iki istatisti÷i yolluyorum. Birbiri ardÕna dizilmiú sözlerle, alt alta konmuú sayÕlarÕn kavgasÕQÕ göstermek istedim sana. SayÕlar mektubumun sonundadÕr, sözlerden baúOÕyorum iúte:

Danunçio'nun úövalye Claudio Pozzi'ye yazdÕ÷Õ mektuptan: Mio caro amico, O ender incelikleri aldÕm. Dehúetli bir nevraljiden muztaribim, fakat seni Pak yortusundan önce görece÷imi sanÕyorum.. Her vakitki gibi, gayet hafif mendilleri tercih etmekteyim, sen beni baútan çÕkarÕyorsun. Sana pembe trikolarÕ geri gönderiyorum, bu tiksindi÷im bir pederast renktir. Benim için her vakit kurúunî, fildiúi beyazÕ, bellisiz mavi..

Muharebenin kosmik zarureti ..... 26 yÕldan beri muharebenin décongestionante, sÕhhî ve tahrik edici de÷erini ilan etmekteyiz. Muharebe kosmik bir zarurettir ve insanÕn bedenini gençleútirir, ruhunu tasfiye eder. Marinetti'nin beyannamesinden

Geçen muharebede kör olanlar Geçen muharebede kör olanlar bile bugün iúe yarÕyabilirler. Aeroplanlara karúÕ kurulacak olan bataryalarÕn dinleyici postalarÕnda körlerin karanlÕklara gömülü gözleri, kulaklarÕQÕn duygusuyla ÕúÕ÷a kavuúmuú olacaktÕr. Corriere della Sera'dan

Geri dönemeyiz ArtÕk dönemeyiz. Afrika'daki 200.000 øtalyan tüfe÷i kendili÷inden ateú edecektir. Duçe'nin Daily Mail gazetesi muharririne verdi÷i mülâkattan

Kara gömleklilerin evamiri aúeresi Muharebeye giden karagömleklilere úu yeni evamiri aúere büyük bir törenle tebli÷ edilmiútir: 1 - Vatan sÕQÕrlarÕQÕn ötesinde silâhlÕ karagömleklilerin ilerleyiúi, beúerî adaletin yerine getirilmesi ve medeniyetin zaferi demektir. 2 - Kim ki, adaletin ve medeniyetin yolunda yürümek ister, hayatÕQÕ fedaya hazÕr olmalÕGÕr. 3 - Harbin tehlikesi içinde bu fedakârlÕk, düúmanÕn tam eziliúine imana ba÷OÕGÕr. 4 - Muharebede de÷er ortaya çÕkar, fakat bu kâfi de÷ildir, bu de÷erin bekleyiúin azabÕnda da tezahür etmesi gerektir. 5 - ønan, itaat et, dövüú.. ønan; çünkü bilirsin ki, Duçe daima haklÕGÕr; itaat et; çünkü bilirsin ki, her emir ondan gelir; dövüú; çünkü bilirsin ki, onun kumandasÕ altÕndaki her kavga bir zaferdir. 6 - Hiçbir düúman sizi gafil avlÕyamaz, çünkü karagömleklilerin karanlÕklarÕ gören gözleri vardÕr. 7 - Hiçbir düúman karagömleklilerin maddî sÕNÕntÕlarÕndan istifadeye kalkÕúamaz, çünkü onlarÕn, maddeyi yenen demirden ruhlarÕ vardÕr. 8 - Kim ki, silâhlarÕna karúÕ kÕskanç bir itina göstermez, kim ki, kurúunlarÕQÕ kaybeder, kim ki, susuzlu÷un ilk Lúaretiyle matarasÕna sarÕOÕr, bir karagömlekli de÷il, hayata uyamÕyan bir zavallÕGÕr. 9 - E÷er bir kÕt'a muharebe esnasÕnda ana kuvvetlerle ba÷ÕQÕ kaybederse, emir beklememelidir, emir «øleri, daima ileri»dir. 10 - SilâhlarÕn ilk patlayÕúÕnda, karagömlekliler önlerinde Duçe'nin koskocaman úeklini göreceklerdir. Onu, düúmanÕn gerisinde gökyüzüne çizilmiú görecekler: bir kahramanlÕk rüyasÕnda bir dev hayaleti gibi.. Il Popola d'Italia'dan

øtalya'da yövmiye Bir øngiliz iúçisinin aldÕ÷Õ orta yövmiye 100 olarak ele alÕQÕrsa : Amerika'da ...... 120 Kanada'da ...... 100 øngiltere'de ...... 100 ørlanda'da ...... 80 Hollanda'da ...... 72 Lehistan'da ...... 50 øspanya'da ...... 30 øtalya'da ...... 29...

øtalya'da iúsizlik ve iflaslar 1929 YÕOÕnda 300.786 øúsiz 1.204 øflas 1930 YÕOÕnda 425.437 øúsiz 1.297 øflas 1931 YÕOÕnda 731.437 øúsiz 1.786 øflas 1932 YÕOÕnda 932.291 øúsiz 1.820 øflas

Bu sayÕlar on yÕllÕk faúizmin bilançosudur, Taranta - Babu. Ondan sonraki yÕllarda ne oldu? Bunun karúÕOÕ÷ÕQÕ, bizim topraklarda ölecek olan øtalyan delikanlÕlarÕ verecek.

Teftiú Sayfada saygÕyla göze çarpsÕn diye komuúlar foto÷rafÕ baú köúeye. øzmir'de, Kordon'da, Memetleri teftiú. Vakit ö÷le, hava sÕcak, gün uzun belli. Önde Amerikan paúasÕ kafayÕ dikmiú ve sÕrmalÕúapkasÕnda eli kasap bÕça÷Õ gibi parlÕyor keskin, geniú ve küfredip sesini duyuyorum topra÷Õma tokat gibi inen adÕmlarÕQÕn. Türk paúasÕ on beú adÕm geride. Yüzünü göremiyorum, gölgeli. Belki alÕúPÕú, belki utanÕyor, belki öfkeli. Memetlere bakÕyorum: Diúleri kenetli, gözleri karanlÕk, gözleri dikilmiú yere. SanÕyorum yakÕndÕr, bir daha çÕkmayacaklar øzmir'de, Kordonboyu'nda böyle teftiúlere...

Trafik MemurlarÕ Trafik memurlarÕ dikilmiú durur el kol kÕPÕldar kaúlar çatÕk sopalarÕQÕn ucunda hürriyetimiz trafik memurlarÕ dikilip duracak sokaktakiler birbirlerini sevme÷i ö÷reninceye kadar.

Tuna Üstüne Söylenmiútir Gökte bulut yok sö÷ütler ya÷murlu Tuna'ya rastladÕm akÕyor çamurlu çamurlu hey Hikmet'in o÷lu, Hikmet'in o÷lu Tuna'nÕn suyu olaydÕn Karaorman'dan geleydin Karadeniz'e döküleydin mavileúeydin mavileúeydin mavileúeydin geçeydin Bo÷aziçi'nden baúÕnda østanbul havasÕ çarpaydÕn KadÕköy iskelesine çarpaydÕn çÕrpÕnaydÕn vapura binerken Memet'le anasÕ.

Türk Köylüsü Topraktan ö÷renip kitapsÕz bilendir. Hoca Nasreddin gibi a÷layan Bayburtlu Zihni gibi gülendir. Ferhad'dÕr Kerem'dir ve Kelo÷lan'dÕr. Yol görünür onun garip serine, analar, babalar umudu keser, kahbe felek ona eder oyunu. ÇarúambayÕ sel alÕr, bir yâr sever el alÕr, kanadÕ kÕUÕOÕr çöllerde kalÕr, ölmeden mezara koyarlar onu. O, «Yûnusû biçâredir baútan aya÷a yâredir,» D÷u içer su yerine. Fakat bir kerre bir derd anlayan düúmeyegörsün önlerine ve bir kerre vakteriúip : «-GayrÕk yeter!...» demesinler. Ve bir kerre dediler mi : ©øsrafil surunu urur mahlukat yerinden durur», topra÷Õn nabzÕ baúlar onun nabÕzlarÕnda atma÷a. Ne kendi nefsini korur, ne düúmanÕ kayÕUÕr, «Da÷larÕ yÕrtÕp ayÕUÕr, kayalarÕ kesip yol eyler âbÕhayat akÕtma÷a...»

Türkiye øúçi SÕQÕIÕna Selam Türkiye iúçi sÕQÕIÕna selâm! Selâm yaratana! TohumlarÕn tohumuna, serpilip geliúene selâm! Bütün yemiúler dallarÕQÕzdadÕr. Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir, haklÕ günler, büyük günler, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatÕlmayan, ekmek, gül ve hürriyet günleri.

Türkiye iúçi sÕQÕIÕna selâm! Meydanlarda hasretimizi haykÕranlara, topra÷a, kitaba, iúe hasretimize, hasretimize, ayyÕldÕ]Õ esir bayra÷ÕPÕza.

DüúmanÕ yenecek iúçi sÕQÕIÕPÕza selâm! ParanÕn padiúahlÕ÷ÕQÕ, karanlÕ÷ÕQÕ yobazÕn ve yabancÕQÕn roketini yenecek iúçi sÕQÕIÕna selâm!

Türkiye iúçi sÕQÕIÕna selâm! Selâm yaratana!

Umut Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar do÷ar güneú do÷arken ve güneú do÷arken çöp kamyonlarÕ ölüleri toplar kaldÕUÕmlardan Lúsiz ölüleri aç ölüleri

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneú do÷arken köylü aile erkek kadÕn eúek ve karasaban saban koúulu eúekle kadÕn topra÷Õ sürerler toprak bir avuç

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneú do÷arken ölür bir çocuk ölür bir japon çocu÷u hiroúima'da on iki yaúÕnda ve numaralÕ ve ne bo÷macadan ne menenjitten ölür bin dokuzyüz elli sekiz de ölür bir japon çocu÷u hiroúima'da dokuzyüz kÕrkbeú te do÷du÷u için

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneú do÷arken tombul bir adam yata÷Õndan çÕkar dalgÕn giyinir 'bugün kimi kime gammazlamalÕ, amirin gözüne nasÕl girmeli'

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneú do÷arken zenci úoförü D÷aca asarlar yol kÕ\ÕVÕnda gazya÷Õna bulayarak yakarlar sonra kimi kahve içmeye gider kimi saç tÕraúÕ olur berberde kimi dükkanÕQÕ açar erkenden kimi genç kÕ]ÕQÕ öper alnÕndan

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneú do÷arken mahpus kadÕQÕ kollarÕ masaya ba÷OÕ sÕrtüstü oÕplak memeleri al kan içinde sorguya çekilir bir bodrumda sorguya çekenler cigara içer biri yirmisinde altmÕúOÕk biri gömlekleri terli kollar sÕvalÕ ve kum torbalarÕ elektrodlar

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneúdo÷arken gülyapra÷Õna uçak alanÕndan sessiz pilotlar 'H' bombasÕ yükler tepkililere ve güneú do÷arken güneú do÷arken otomatik silahlarla biçilir üniversitelilerle iúçiler akasya a÷açlarÕ bulvarÕn pencereler balkondaki saksÕlar ve güneú do÷arken devlet adamÕ kona÷Õna döner bir ziyafetten ve güneú do÷arken kuúlar ötüúür ve güneú do÷arken güneú do÷arken genç bir ana bebesini emzirir

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneú do÷arken ben bir geceyi bir uzun geceyi gene uykusuz D÷UÕlar içinde geçirmiúimdir düúünmüúümdür hasretli÷i ölümü seni memleketi düúünmüúümdür seni memleketi dünyamÕ]Õ.

Lúler atom reaktörleri iúler yapma aylar geçer güneú do÷arken ve güneú do÷arken hiç umut yokmu umut umut umut...... umut insanda.

Üç Selvi KapÕPÕn önünde üç selvi vardÕ. Üç selvi. Selviler rüzgarda sallanÕrlardÕ. Üç selvi. Kökleri yerde, baúlarÕ yÕldÕzlarda Üç selvi. Selviler sallanÕrlardÕ rüzgarda. Üç selvi. Bir gece düúman bastÕ evi. Üç selvi. Yata÷Õmda öldürüldüm ben. Üç selvi. Kesildi selviler köklerinden. Üç selvi. ArtÕk ne kökleri yerde, baúlarÕ yÕldÕzlarda Üç selvi. Selviler sallanmÕyorlar rüzgarda. Üç selvi. Mermer bir ocakta parçalanmÕú yatÕyor Üç selvi. KanlÕ bir baltayÕ aydÕnlatÕyor Üç selvi.

Vapur Yürek de÷il be, çarÕkmÕú bu, manda gönünden, teper ha babam teper paralanmaz teper taúOÕ yollarÕ. Bir vapur geçer Varna önünden, uy Karadeniz'in gümüú telleri, bir vapur geçer Bogaz'a do÷ru. NazÕm usulcacik okúar vapuru, yanar elleri...

Vasiyet Yoldaúlar, nasip olmazsa görmek o günü, Ölürsem kurtuluútan önce yani, AlÕp götürün Anadolu’da bir köy mezarlÕ÷Õna gömün beni.

Hasan beyin vurdurdu÷u Õrgat Osman yatsÕn bir yanÕmda Ve çavdarÕn dibinde topra÷a çocuklayÕp .ÕrkÕ çÕkmadan ölen úehit Ayúe öbür yanÕmda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaúÕndan mezarlÕ÷Õn, Seher aydÕnlÕ÷Õnda taze insan, yanÕk benzin kokusu, Tarlalar orta malÕ, kanallarda su Ne kuraklÕk, ne jandarma korkusu. Biz bu türküleri elbette iúitecek de÷iliz, Topra÷Õn altÕnda yatar upuzun, Çürür kara dallar gibi ölüler, Topra÷Õn altÕnda sa÷Õr, kör, dilsiz. Ama bu türküleri söylemiúim ben daha onlar düzülmeden, Duymuúum yanÕk benzin kokusunu Traktörlerin resmi bile çizilmeden. Benim sessiz komúulara gelince, ùehit Ayúe’yle Õrgat Osman Çektiler büyük hasreti sa÷OÕklarÕnda Belki de farkÕnda bile olmadan Yoldaúlar, ölürsem o günden önce yani, -öyle gibi de görünüyor- Anadolu’da bir köy mezarlÕ÷Õna gömün beni Ve de uyarÕna gelirse, Tepemde bir de çÕnar olursa Taú maú da istemez hani...

Vatan Haini "NâzÕm Hikmet vatan hainli÷ine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarÕ sömürgesiyiz, dedi Hikmet. NâzÕm Hikmet vatan hainli÷ine devam ediyor hâlâ." Bir Ankara gazetesinde çÕktÕ bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykÕran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, foto÷rafÕ yanÕnda Amiral Vilyamson'un 66 santimetre karede gülüyor, a÷]Õ kulaklarÕnda, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. "Amerikan emperyalizminin yarÕ sömürgesiyiz, dedi Hikmet NâzÕm Hikmet vatan hainli÷ine devam ediyor hâlâ." Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarÕQÕ]Õn ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, úose boylarÕnda gebermekse açlÕktan, vatan, so÷ukta it gibi titremek ve sÕtmadan kÕvranmaksa yazÕn, fabrikalarÕQÕzda al kanÕPÕ]Õ içmekse vatan, vatan tÕrnaklarÕysa a÷alarÕQÕ]Õn, vatan, mÕzraklÕ ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaúlarÕQÕzsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombasÕ, Amerikan donanmasÕ topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuú karanlÕ÷ÕPÕzdan, ben vatan hainiyim. YazÕn üç sütun üstüne kapkara haykÕran puntolarla : NâzÕm Hikmet vatan hainli÷ine devam ediyor hâlâ.

Veda Hoúça kalÕn dostlarÕm benim hoúça kalÕn! Sizi canÕmda canÕPÕn içinde, kavgamÕ kafamda götürüyorum. Hoúça kalÕn dostlarÕm benim hoúça kalÕn... Resimlerdeki kuúlar gibi dizilip üstüne kumsalÕn, mendil sallamayÕn bana. østemez... Ben dostlarÕn gözünde kendimi boylu boyumca görüyorum... A dostlar a kavga dostu iú kardeúi a yoldaúlar a..!!. Tek hecesiz elveda.. Geceler sürecek kapÕPÕn sürgüsünü, pencerelerde yÕllar örecek örgüsünü. Ve ben bir kavga úarkÕVÕ gibi haykÕraca÷Õm mapusane türküsünü. Yine görüúürüz dostlarÕm benim yine görüúürüz... Beraber güneúe güler, beraber dövüúürüz... A dostlar a kavga dostu iú kardeúi a yoldaúlar a..!!. ELVEDA..!!......

Vera'nÕn Resmi Kimseler yapamaz senin resmini .Õ\Õdan açÕlanÕn tanyerinden esenin AramasÕnlar seni renklerin atlÕkarÕncasÕnda DayanmÕú tahta parmaklÕ÷a bir ba÷ taraçasÕnda iklimler Bizden en uzak gezegenin kederi AramasÕnlar seni uyaklarÕnda ÕúÕkla gölgenin Sen oyunun dÕúÕndasÕn oylumlarÕn da yüzeylerinde Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fÕúNÕUÕr

Kimseler yapamaz senin resmini .Õ\Õdan açÕlanÕn tan yerinden esenin Sen kendi resmini kendin de yapamazsÕn Gümüú kanatlÕ bir balÕk sÕçrÕyor enginde

AynalarÕn içine girip ötelere gitme boúu boúuna geceleri Yitirilmiú erkekler gelir kadÕnlar ko÷Xúuna geceleri Sen kendi resmini kendin de yapamazsÕn Bir açÕOÕp bir kapanÕr kapÕlar yüre÷inde

Senin resmini ben yapaca÷Õm...

Vera'nÕn Uykudan UyanÕúÕ øskemleler ayakta uyuyor masa da öyle serilmiú yatÕyor sÕrtüstü kilim yummuú nakÕúlarÕQÕ ayna uyuyor pencerelerin sÕmsÕNÕ kapalÕ gözleri uyuyor sarkÕtmÕú boúlu÷a bacaklarÕQÕ balkon karúÕ damda bacalar uyuyor kaldÕUÕmda akasyalar da öyle bulut uyuyor gö÷sünde yÕldÕ]Õyla evin içinde dÕúÕnda uykuda aydÕnlÕk uyandÕn gülüm iskemleler uyandÕ köúeden köúeye koúXútular masa da öyle do÷rulup oturdu kilim nakÕúlarÕ açÕldÕ katmer katmer ayna seher vakti gölü gibi uyandÕ açtÕ kocaman mavi gözlerini pencereler uyandÕ balkon toparladÕ bacaklarÕQÕ boúluktan tüttü karúÕ damda bacalar kaldÕUÕmlar akasyalar ötüútü bulut uyandÕ attÕ gö÷sündeki yÕldÕ]Õ odamÕza evin içinde dÕúÕnda uyandÕ aydÕnlÕk doldu saçlarÕna senin dolandÕ çÕplak beline ak ayaklarÕna senin

Vera'ya (NazÕPÕn son úiiri....)

Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana

Geldim KaldÕm Güldüm Öldum Vera'ya (01) Bir a÷aç var içimde fidesini getirmiúim güneúten. SalÕQÕr yapraklarÕ ateú balÕklarÕ gibi yemiúleri kuúlar gibi ötüúür.

Yolcular füzelerden çoktan indi içimdeki yÕldÕza. Düúümde iúitti÷im dille konuúuyorlar, komuta, böbürlenme, yalvarÕp yakarma yok.

øçimde ak bir yol var. KarÕncalar bu÷day taneleriyle bayram çÕ÷OÕklarÕyla kamyonlar gelir geçer ama yasak, geçemez cenaze arabasÕ

øçimde mis kokulu NÕ]Õl bir gül gibi duruyor zaman. Ama bugün cumaymÕú, yarÕn cumartesiymiú, ço÷um gitmiú de azÕm kalmÕú, umurumda de÷il

Yalnayak KafamÕzda güneú ateú bir sarÕk. ArÕk toprak çÕplak ayaklarÕPÕza çarÕk. øhtiyar katÕUÕndan daha ölü bir köylü yanÕPÕzda, yanÕPÕzda de÷il yanan kanÕPÕzda. Omuz yamçÕVÕz bilek kamçÕVÕz atsÕz, arabasÕz jandarmasÕz, ayÕ ini köyler balçÕk kasabalar kel da÷lar aúWÕk, øúte biz o diyarÕ böyle dolaúWÕk! Hasta öküzlerin yaúOÕ gözlerinde dinledik taúOÕ tarlalarÕn sesini. Gördük ki vermiyor toprak altÕn baúaklÕ nefesini kara sapanlara! Rüyada gezer gibi gezmedik HayÕr, bir çöplükten bir çöplü÷e ulaúWÕk. øúte biz bu diyarÕ böyle dolaúWÕk. Biz biliriz o memleket neye hasret çeker. Bu hasret bir materyalist kafasÕ kadar çizgileúmiútir, bu hasrette madde var madde!

BasÕk suratÕ asÕk evler köstebek yolu sokaklarÕn üstünde vermiú kafa kafaya. Cin gözlü güvercin sözlü abani sarÕklÕlar dükkânlara ba÷daúPÕú YarÕk tabanÕ çarÕklÕlar önlerinde. Yarma bir jandarma tarlada zina eden bir çifti sürür. Kahvede piri mugan dede sulanÕrken çÕra÷a "Lâhavle ve lâ" çekip derin derin bu geçenlerin suratÕna tükürür. øúte úu ekúimiú uyku kokan çömlek gibi úehrin kara sevdasÕ de÷il öyle romantik, onun ruhunun iki kÕvrak kelimelik hasreti var: BUHAR ELEKTRøK!

Kör de÷ilseniz e÷er görürsünüz ki úu toprak yüzlü rençper Kafkastan arta kalan kalbur gö÷üslü o÷lu kel baúlarÕnda mültezimin tÕrnaklarÕ oyulu, kÕ]Õyla karÕVÕyla ka÷QÕVÕyla son karÕú topra÷Õna sarÕlmak, ölse de burda onlarla ölmek burda onlarla gömülmek istiyor.

Da÷larÕn tarlalarÕn özledi÷i, arzulu bir kadÕn gibi úehvetle gözledi÷i her tÕrna÷Õnda 1000 manda kuvveti demirleúen ve su çalkalar gibi topra÷Õ eúen ruhu buhar makinalar!

Ey cam karÕnlarÕ sarÕ nargileler gibi horuldayan, ey üç atlÕ yaylÕVÕQÕn içinden sa÷Õr burunsuz kör köylülere Pierre Loti ahÕ çekip geçen D÷]Õ gemli eli kalemli efendiler! TatlÕ maval dinlemekten gayrÕ usandÕk. ArtÕk hepinizin kafasÕna úu daaaaaank desin: Köylünün topra÷a hasreti var, topra÷Õn hasreti makinalar!

Yanarda÷ Kesildi yanarda÷Õn úahdamarÕ! Kara toprak altÕndaki a÷lamalarÕ: IÕúNÕUÕyor haykÕran kan rüzgârÕúeklinde!

øsyanÕ dinleyiniz yanarda÷Õn a÷]Õndan!

Bo÷azÕndan: güneúleri kÕrmÕ]Õ balonlar gibi fÕrlatÕyor dumanlara! Bir alev su halini vermiú ummanlara: yanarda÷Õn yanan gönül kÕ]ÕllÕ÷Õ! ...

VarsÕn otursun, isteyenler dört duvardan evinde! Kartal kayalardan seyredelim biz kanayan gönüllerin göke vuran rengini!

Etimizi saran yünü parçalayarak çÕUÕlçÕplak <ÕkanalÕm çelik çubuklar gibi yanarda÷Õn alevinde <ÕkanalÕm! YanalÕm!

YangÕn Gece siyah, yol siyah, ev beyaz, bembeyaz, fener sarÕ ! Siyah, beyaz, sarÕ !

Yolda gezen gecenin kör gözlerinde kara gözlükleri var... Geniú kanatlarÕ kar martÕlar oturmuúlar evin damÕna. Beyaz ev benziyor bir úimal akúamÕna !... Fenerin dört camÕna dört hastanÕn dayanmÕú alÕnlarÕ ! Fener sarÕ. Ev beyaz Gece siyah. A... h !

Siyah gece, beyaz kar... Rüzgâr... Rüzgâr ! Camlar kÕUÕldÕ. HastalarÕn sapsarÕ alÕnlarÕ kÕpkÕ]ÕldÕ !.

.ÕpkÕ]ÕldÕ kan içinde ! Bir an içinde : Gece kÕ]Õl, yer kÕ]Õl ev kÕ]Õl, fener kÕ]Õl NÕ]Õl, kÕ]Õl, kÕ]Õl !...

YapÕyla YapÕFÕlar YapÕFÕlar türkü söylüyor, yapÕ türkü söyler gibi yapÕlmÕyor ama. Bu iú biraz daha zor.

YapÕFÕlarÕn yüre÷i bayram yeri gibi cÕYÕl cÕYÕl, ama yapÕ yeri bayram yeri de÷il. YapÕ yeri toz toprak, çamur, kar. YapÕ yerinde aya÷Õn burkulur, ellerin kanar. YapÕ yerinde ne çay her zaman úekerli, her zaman sÕcak, ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuúak, ne herkes kahraman, ne dostlar vefalÕ her zaman.

Türkü söyler gibi yapÕlmÕyor yapÕ. Bu iú biraz daha zor. Zor mor ama yapÕ yükseliyor, yükseliyor. SaksÕlar konuldu pencerelere alt katlarÕnda. ølk balkonlara güneúi taúÕyor kuúlar kanatlarÕnda. Bir yürek çarpÕntÕVÕ var her putrelinde, her tu÷lasÕnda, her kerpicinde. Yükseliyor yükseliyor yükseliyor yapÕ kanter içinde.

Yaprak Dökümü elli bin úiir roman filan okudum yaprak dökümünü anlatÕr elli bin filim seyrettim yapraklarÕn dökümünü gösterir elli bin kere gördüm yaprak dökümünü düúúlerini sürünüúlerini çürüyüúlerini yapraklarÕn elli bin kere duydum ölü hÕúÕrtÕlarÕQÕ kunduramÕn altÕnda avucumda ve parmaklarÕPÕn ucunda ama yaprak dökümüne rastlamak yine de burar içimi hele bulvarlarda yaprak dökümüne hele kestaneyseler hele çocuklar geçiyorsa oralardan hele güneúliyse hava hele iyi bir haber almÕúsam o gün dostluk üstüne hele o gün sancÕPÕyorsa yüre÷im hele sevdi÷imin beni sevdi÷ine inanÕyorsam o gün hele o gün insanlarla ve kendimle aram iyiyse yaprak dökümüne rastlamak burar içimi hele bulvarlarla yaprak dökümüne hele kestaneyseler.

YarÕda Kalan Bir Bahar YazÕVÕ Vurdu kalÕn parmaklar yazÕ makinamÕn diúlerine. Kâ÷Õtta her harfi majiskülle dizilmiú üç kelime var ; BAHAR BAHAR BAHAR... Ve ben úair musahhih ve ben hergün iki liraya 2.000 kötü satÕr okumaya mecbur olan adam, ve ben neden bahar geldi de hâlâ muúambasÕ kopuk kara bir koltuk gibi oturmaktayÕm? Kasketini kendi kendine giydi kafam, fÕrladÕm matbaadan sokaktayÕm . Yüzümde mürettiphanenin kurúunlu kiri, cebimde 75 kuruúum var. HAVADA BAHAR...

Berberlerde pudralanÕyor BabÕâli paryasÕQÕn sarÕ yanaklarÕ . Ve güneúli aynalar gibi yanÕyor kitapçÕ camekânlarÕnda üç renkli kitap kapaklarÕ . Fakat benim bu caddede yaúÕyan, kapÕVÕnda ismimi taúÕyan bir formalÕk "ALFABE"m bile yok! Adam sen de ne çÕkar! BaúÕm dönmüyor geri, yüzümde mürettiphanenin kurúunlu kiri cebimde 75 kuruúum var . HAVADA BAHAR...

Bu yazÕ yarÕda kaldÕ. Ya÷mur ya÷GÕ satÕrlarÕ sel aldÕ . Halbuki ben neler yazacaktÕm neler... 3.000 sayfalÕk 3 cildinin üstünde aç oturan muharrir bakmÕyacaktÕ da camÕna kebapçÕQÕn, tombul esmer kÕ]ÕQÕ Ermeni kitapçÕQÕn ÕúÕklÕ gözleri ile taúOÕyacaktÕ... Deniz kokmaya baúlayacaktÕ . Terli kÕ]Õl bir kÕsrak gibi úahlanacaktÕ bahar, ve ben onun çÕplak sÕrtÕna atlar atlamaz sürecektim sulara. Sonra her adÕmda peúimden gelecekti yazÕ makinam . Ona diyecektim : - Etme anam beni bÕrak bir saat rahat...

Sonra, saçlarÕ düúmeye baúlayan baúÕm haykÕracaktÕ uzaklara : ÂùIKIM...

27 benim yaúÕm onun yaúÕ 17 . Kör úeytan topal úeytan kör topal úeytan gel bu kÕ]Õ sev,dedi, diyecektim; diyemedim, derim yine! Ama ya÷murmuú ya÷Õyormuú, yazdÕ÷Õm satÕrlarÕ sel almÕúPÕú cebimde 25 kuruúum kalmÕúPÕú ne çÕkar... Bahar geldi bahar geldi bahar bahar geldi ulan ! TomurcuklandÕ içimde kan! !

Yaúamak Kasideleri Da÷ÕldÕ birdenbire alnÕna düsen saclar. Birdenbire toprakta bir úeyler kÕPÕldadÕ. Bir úeyler konuyor karanlÕkta a÷açlar. dÕplak kollarÕn üúüyecek.

Uzaklarda göremedi÷imiz bir yerde ay do÷uyor demek. O daha yapraklardan inip senin omsuzunu aydÕnlatarak gelmedi bize kadar.

Rüzgar çÕkar ay do÷arken. $÷açlar konuyor. KollarÕn üúüyecek.

Yukardan karanlÕkta kaybolan dallardan bir úey duútu aya÷ÕQÕn dibine. Sokuldun bana. dÕplak etin tüylü bir yemiú kabu÷u gibi elimin altÕnda. Ne bir yürek türküsü, ne <>, D÷açlarÕn, kuúlarÕn, böceklerin önünde, karimin eti üstünde düúünüyor elim. Bu gece elimin okuyup yazmasÕ yok. Ne sevgisiz, ne sevgili... Su basÕnda bir parsÕn dili bir asma yapra÷Õ bir kurt pençesi gibi o. .ÕPÕldamak, nefes almak, yemek, içmek. Topra÷Õn altÕnda çatlayan bir çekirdek gibi elim. Ne bir yürek türküsü, ne <>, ne sevgisiz, ne sevgili. Karimin eti üstünde düúünen: ilk insanin eli. Toprakta suyu bulan bir kok gibi o diyor ki bana: < renk, ölmek için yasamak de÷il, yasamak için ölmek...>>

Ve simdi ben yüzümde dolaúÕrken diúi kÕrmÕ]Õ saclar, toprakta bir úeyler kÕPÕldanÕr bir úeyler konuúurken kadanalÕkta a÷açlar ve uzaklarda göremedi÷imiz bir yerde ay do÷arken, elim, karimin eti üstünde, D÷açlarÕn, kuúlarÕn, böceklerin önünde, yasamak denin úeyin, su baúÕndaki parsÕn, catlaÕn çekirde÷in, ilk insanin hakkini istiyorum.

Yaúamaya Dair (1-2-3) 1 Yaúamak úakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaúayacaksÕn bir sincap gibi mesela, yani, yaúamanÕn dÕúÕnda ve ötesinde hiçbir úey beklemeden, yani bütün iúin gücün yaúamak olacak. YaúamayÕ ciddiye alacaksÕn, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kollarÕn ba÷OÕ arkadan, sÕrtÕn duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömle÷inle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmedi÷in insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamÕúken, hem de en güzel en gerçek úeyin yaúamak oldu÷unu bildi÷in halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksÕn ki yaúamayÕ, yetmiúinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalÕr diye de÷il, ölmekten korktu÷un halde ölüme inanmadÕ÷Õn için, yaúamak yanÕ a÷Õr bastÕ÷Õndan. 1947 2 Diyelim ki, a÷Õr ameliyatlÕk hastayÕz, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün de÷ilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de gülece÷iz anlatÕlan Bektaúi fÕkrasÕna, hava ya÷murlu mu, diye bakaca÷Õz pencereden, yahut da sabÕrsÕzlÕkla bekleyece÷iz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüúülmeye deúer bir úeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanÕp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hÕnçla bilece÷iz bunu, fakat yine de çÕldÕrasÕya merak edece÷iz belki yÕllarca sürecek olan savaúÕn sonunu. Diyelim ki hapisteyiz, yaúÕPÕz da elliye yakÕn, daha da on sekiz sene olsun açÕlmasÕna demir kapÕQÕn. Yine de dÕúarÕyla birlikte yaúayaca÷Õz, insanlarÕ, hayvanlarÕ, kavgasÕ ve rüzgarÕyla yani, duvarÕn ardÕndaki dÕúarÕyla. Yani, nasÕl ve nerede olursak olalÕm hiç ölünmeyecekmiú gibi yaúanacak... 1948 3 Bu dünya so÷uyacak, \ÕldÕzlarÕn arasÕnda bir yÕldÕz, hem de en ufacÕklarÕndan, mavi kadifede bir yaldÕz zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamÕz. Bu dünya so÷uyacak günün birinde, hatta bir buz yÕ÷ÕQÕ yahut ölü bir bulut gibi de de÷il, boú bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlÕkta uçsuz bucaksÕz. ùimdiden çekilecek acÕVÕ bunun, duyulacak mahzunlu÷u úimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "YaúadÕm" diyebilmen için...

Yatar Bursa Kalesinde SevdalÕQÕz komünisttir, on yÕldan beri hapistir, yatar Bursa kalesinde.

Hapis ammâ, zincirini kÕrmÕú yatar, en âlâ mertebeye ermiú yatar, yatar Bursa kalesinde.

Memleket topra÷ÕndadÕr kökü, Bedreddin gibi taúÕr yükü, yatar Bursa kalesinde.

Yüre÷i delinip batmadan, úarkÕVÕ tükenip bitmeden, cennetini kaybetmeden, yatar Bursa kalesinde.

Yavrum'a Ey benim adÕQÕ, Ey benim yumuk ellerinin tadÕQÕ bilmedi÷im, Ey benim öpüp; yüzünü kaúÕQÕ, gözlerinin yaúÕQÕ DudaklarÕmla silmedi÷im yavrum! Belki okadar tatlÕ ki gözlerin RüyasÕz uykulara benziyor. Belki ÕOÕk, serin, baharda sulara benziyor. Belki yÕldÕzsÕz geceler gibi kara, Belki cevapsÕz bilmeceler gibi derin Benziyor ufuksuz ufuklara! Ellerin avucumda, adÕn dilimin ucunda. 2÷lum Demir, hayÕr belki kÕ]Õm Svetlana. Ne yazÕk, ne yazÕk ki sana bir defacÕk olsun bakamadÕm. Gözlerine su gibi, uyku gibi akamadÕm... Ey benim adÕQÕ Ey benim yumuk ellerinin tadÕQÕ bilmedi÷im, Ey benim öpüp yüzünü kaúÕQÕ, gözlerinin yaúÕQÕ, DudaklarÕmla silmedi÷im Yavrum....

YayÕndan FÕrlayan Ok YayÕndan fÕrladÕ ok! Menzil Õrak, çok Õrak, çok... Hedeften bir eser yok! ! !

Menzil Õrak, çok ÕraktÕ, ok uçuúta usta de÷il oÕraktÕ. Havalarda kanlÕ kanat kÕUÕklarÕ bÕraktÕ! .. Her an peúinde kalan bu ince uzun kuúun; medit ihtizazlarÕ çarpan ve çarpÕlan bir uçuúun! ..

Bu uçuú \Õllarca yÕllar kadar \Õl sürdü. Vaktaki gündo÷usu kanla köpürdü ok hedefin kÕrmÕ]Õ kalbini gördü...

Ok uçuúta usta oldu gayrÕ çÕrak de÷il, O Õrak menzili artÕk Õrak de÷il...

Yine De øyimserlik Kardeúim sonu tatlÕya ba÷lanan kitaplar yollayÕn bana uçak sa÷ salim inebilsin meydana doktor gülerek çÕksÕn ameliyattan kör çocu÷un açÕlsÕn gözleri delikanlÕ kurtarÕlsÕn kurúuna dizilirken birbirine kavuúsun yavuklular dü÷ün dernek yapÕlsÕn hem de süssüzlük da suya kavuúsun ekmek de hürriyete kardeúim sonu tatlÕya ba÷lanan kitaplar yollayÕn bana onlarÕn dedikleri çÕkacak eninde de sonunda da...

Yine iyimserlik Üstüne Sa÷OÕ÷Õmda açÕldÕ kosmos yolu, Moskova'da açÕOÕú törenindeyim. Avucumda bir çocu÷un sarÕúÕn eli, bir yÕlbaúÕ a÷acÕ önündeyim. Biliyordum, yaúÕna bile gelmeden, gözlerinde sÕrça toplar yanan çocuk, yolcu füzeleri güneúe do÷ru, yÕldÕzlarÕn arasÕndan, balÕklar gibi sessiz sedasÕz akÕp gidecek. Ama füze yolcularÕ yola çÕkabilecek mi pasaportsuz? Bilet olacak mÕ? Parayla mÕ alacaklar? Ve uzaklaúÕp karpuzlaúÕr, elmalaúÕrken dünyamÕz, ÕstÕratosferde savaú füzelerine mi rastgelecekler? Beni ilgilendiren bavullarÕQÕn eúyasÕ de÷il, yüreklerinin yükü. Korkuyorlarsa kimden, neden, niçin, nasÕl? Ya ara hÕrsÕ? Emir verme merakÕ? Yüzüne yÕlbaúÕ a÷acÕQÕn telli pullu aydÕnlÕ÷Õ vuran çocuk, belli, bilmiyorum neden, ama belli yaúayacak benden iki kere çok. Kosmosa filan gidip gelecek. øú bunda de÷il. Yeryüzünde görecek mucizenin büyü÷ünü : tek insan milletini pÕUÕl pÕUÕl. Ben iyimserim, dostlar, akarsu gibi...

Yine de Seviyorum sevmek acÕ sevmek acÕ...gözlerin ah..ne mazi kaldÕ ne fani...hayatÕn tamamÕ acÕ..sevmek benim iúim...yine de seviyorumn seni yinede büyüyor göz bebeklerim..iúte sevmek benim iúim..iúte sen iúte ahh

Yine Memleketim Üstüne Söylenmiútir Memleketim, memleketim, memleketim, ne kasketim kaldÕ senin ora iúi ne yollarÕQÕ taúÕPÕú ayakkabÕm, son mintanÕn da sÕrtÕmda paralandÕ çoktan, ùile bezindendi. Sen úimdi yalnÕz saçÕPÕn akÕnda, enfarktÕnda yüre÷imin, alnÕPÕn çizgilerindesin memleketim, memleketim, memleketim...

Yine Ölüme Dair Zevcem, ruhu revanÕm Hatice Pîrâyende, ölümü düúünüyorum, demek ki arteryo skleroz baúOÕyor bende... Bir gün kar ya÷arken, yahut bir gece, yahut bir ö÷le sÕca÷Õnda, hangimiz ilkönce, nasÕl ve nerde ölece÷iz? NasÕl ve ne olacak ölenin son duydu÷u ses, son gördü÷ü renk, kalanÕn ilk hareketi ilk sözü ilk yedi÷i yemek? Belki de birbirimizden uzakta ölece÷iz. Haber çÕ÷OÕklarla gelecek, yahut da ima edecekler, ve kalanÕ yalnÕz bÕrakÕp gidecekler... Ve kalan karÕúacak kalabalÕ÷a. Yani efendim, hayat... Ve bütün bu ihtimâlât 1900 kaç senesinin kaçÕncÕ ayÕ kaçÕncÕ günü kaçÕncÕ saatinde? Zevcem, ruhu revanÕm Hatice Pîrâyende, ölümü düúünüyorum, geçen ömrümüzü düúünüyorum. Kederli rahat ve hodbinim. Hangimiz ilkönce nasÕl ve nerde ölürsek ölelim, seninle biz birbirimizi ve insanlarÕn en büyük dâvasÕQÕ sevebildik - dövüútük onun u÷runa -, «yaúadÕk» diyebiliriz.

Yine Sana Dair Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeútini, Sende; ben, kumarbaz macerasÕQÕ keúiflerin, Sende uzaklÕ÷Õ, Sende; ben, imkansÕzlÕ÷Õ seviyorum.

Güneúli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli, Ve bir avcÕ iútahÕyla etini diúlemek senin.

Sende, ben, imkansÕzlÕ÷Õ seviyorum, Fakat asla ümitsizli÷i de÷il...

Yine Ya÷mur Üstüne Serçe kuúlarÕ gibi ya÷mur çinko dama serpti÷im ekmek kÕUÕntÕlarÕQÕ telâúOÕ telâúOÕ, tÕNÕr tÕNÕr. serçe kuúlarÕ gibi ya÷mur.

Yirminci Asra Dair - Uyumak úimdi, uyanmak yüz yÕl sonra, sevgilim... - HayÕr, kendi asrÕm beni korkutmuyor ben kaçak de÷ilim. AsrÕm sefil, asrÕm yüz kÕzartÕFÕ, asrÕm cesur, büyük ve kahraman. Dünyaya erken gelmiúim diye kahretmedim hiçbir zaman. Ben yirminci asÕrlÕ\Õm ve bununla övünüyorum. Bana yeter yirminci asÕrda oldu÷um safta olmak bizim tarafta olmak ve dövüúmek yeni bir âlem için... - Yüz yÕl sonra, sevgilim... - HayÕr, her úeye ra÷men daha evvel. Ve ölen ve do÷an ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asÕr (benim úafak çÕ÷OÕklarÕyla sabaha eren müthiú gecem), senin gözlerin gibi, Hatçem, güneúli olacaktÕr...

Yol Türküsü AlnÕPÕzda yanar gençli÷in tacÕ Yorgunlu÷un anasÕQÕ satarÕz Elimizde neúemizin kÕrbacÕ UfuklarÕ önümüze katarÕz

Gö÷sümüz kuvvetli, gönlümüz temiz Tükenmez yollarÕ tüketiriz biz Ne saray, ne hamam, ne han isteriz Nerde gün batarsa orda yatarÕz

Sabah burdaysak, akúam ordayÕz Günlerin peúinde bir hovardayÕz BazÕ mÕsra gibi dudaklardayÕz BazÕ 'kimsin' diye soran bulunmaz

Hey anam hey! Yolcu yolunda gerek BazÕ altÕPÕzda kuútüyü döúek BazÕ örtünecek yorgan bulunmaz!

Yolculuk Bir úair yolculuk ediyor bir denizinde dünyamÕ]Õn bakarak bir yÕldÕza. Yolculuk ediyor úairin biri yÕldÕzlardan birinde bir denizde bakarak dünyamÕza. Yolculuk ediyor úairler denizlerinde kâinatÕn bakarak birbirine.

Yumdum Gözlerimi Yumdum gözlerimi KaranlÕkta sen varsÕn KaranlÕkta sÕrtüstü yatÕyorsun KaranlÕkta bir altÕn üçgendir alnÕn ve bileklerin

Yumulu göz kapaklarÕPÕn içindesin sevdice÷im Yumulu göz kapaklarÕPÕn içinde úarkÕlar ùimdi orda herúey seninle baúOÕyor ùimdi orda hiçbir úey yok senden önceme ait Ve sana ait olmayan

Yürümek Yürümek; yürümeyenleri arkanda boú sokaklar gibi bÕrakarak, havalarÕ boydan boya yarÕp ikiye bir mavzer gözü gibi karanlÕ÷Õn gözüne bakarak yürümek!.. Yürümek; dost omuzbaúlarÕQÕ omuzlarÕQÕn yanÕnda duyup, kelleni orta yere yüre÷ini yumruklarÕQÕn içine koyup yürümek!.. Yürümek; yolunda pusuya yattÕklarÕQÕ, arkadan çelme attÕklarÕQÕ bilerek yürümek... Yürümek; yürekten gülerekten yürümek...

Zafere Dair Korkunç ellerinle bastÕUÕp yaranÕ dudaklarÕQÕ kanatarak dayanÕlmakta a÷UÕya. ùimdi çÕplak ve merhametsiz bir çÕ÷OÕk oldu ümid... Ve zafer artÕk hiçbir úeyi affetmeyecek kadar tÕrnakla sökülüp koparÕlacaktÕr... Günler a÷Õr. Günler ölüm haberleriyle geliyor. Düúman haúin zalim ve kurnaz. Ölüyor çarpÕúarak insanlarÕPÕz - halbuki nasÕl hakketmiúlerdi yaúamayÕ - ölüyor insanlarÕPÕz - ne kadar çok - sanki úarkÕlar ve bayraklarla bir bayram günü nümayiúe çÕktÕlar öyle genç ve fütursuz... Günler a÷Õr. Günler ölüm haberleriyle geliyor. En güzel dünyalarÕ yaktÕk ellerimizle ve gözümüzde kaybettik a÷lamayÕ : bizi bir parça hazin ve dimdik bÕrakÕp gözyaúlarÕPÕz gittiler ve bundan dolayÕ biz unuttuk ba÷ÕúlamayÕ... VarÕlacak yere kan içinde varÕlacaktÕr. Ve zafer artÕk hiçbir úeyi affetmeyecek kadar tÕrnakla sökülüp koparÕlacaktÕr...

NAZIM HøKMET’øN TARTIùMALARI Eski - Yeni KavgasÕ

"Resimli Ay"da yazmaya baúladÕktan sonra NâzÕm Hikmet dost düúman pek çok kiúinin ilgiyle izledi÷i, hayranlÕk duydu÷u bir úair durumuna gelmiúti. Güzel Sanatlar Birli÷i Genel Sekreteri olan Peyami Sefa Bey (Safa), Alay Köúkü'nde düzenlenen toplantÕlarda, úiir okumasÕ için onu izleyicilerin önüne çÕkarÕrken "büyük úair" diye tanÕWÕyordu. AralarÕndaki dostluk "Cumhuriyet" gazetesindeki bir olay sonucu baúlamÕúWÕ. NâzÕm Ankara'da tutukluyken gazetenin edebiyat sayfasÕQÕ yöneten Peyami Sefa Bey, onun "Yanarda÷" adlÕúiirini üç sütun olarak çerçeve içinde yayÕmlamÕú, ertesi gün ise gazetenin birinci sayfasÕnda bir özür dileme yazÕVÕ yer almÕúWÕ. "Mahkûm bir adamÕn kaleminden çÕkmÕú olan bu manzume"nin yazÕLúleri müdürüne gösterilmeden yayÕmlandÕ÷Õ belirtiliyor, "mesle÷i mesle÷imize katiyyen uymayan bir muharrire ait" diye nitelenen úiirin gazetede yayÕmlanmÕú olmasÕndan dolayÕ okurlardan özür dileniyordu. NâzÕm Hikmet østanbul'a gelip bu olayÕ ö÷renince, kendisi yüzünden gazete yönetimiyle arasÕ açÕlan Peyami Sefa'yÕ aradÕ, arkadaúOÕk etmeye baúladÕlar. Alay Köúkü'nde düzenlenen toplantÕlarda birlikte úiir okuduklarÕ Necip FazÕl (KÕsakürek) ile de Bahriye Mektebi'nde baúlayan yarÕúmalÕ dostluklarÕ sürüyordu.

Ahmet Halit Kitabevi'nin 1929 mayÕVÕnda yayÕmladÕ÷Õ 835 SatÕr adlÕ kitabÕ ise çok büyük bir ilgiyle karúÕlandÕ. Nurullah Ataç'la baúlayan övgüler, A.B.D.'de ö÷renim gören Nermin Muvaffak'Õn (Menemencio÷lu) imzasÕQÕ taúÕyan "Yeni Türkiye'nin ùairi" baúOÕklÕ bir yazÕyla, New York'ta yayÕmlanan "The Bookman" adlÕ dergiye kadar uzandÕ. Alay Köúkü'ndeki toplantÕlarda ise, eski yeni birçok ünlü úair úiirlerini okuyor, en çok alkÕú alan NâzÕm Hikmet oluyordu. Böylesine parlak bir çÕNÕúÕn sanatçÕlar arasÕnda kÕskançlÕk yaratmamasÕ olanaksÕzdÕ. Arkadan arkaya yapÕlan yerici konuúmalar, giderek yazÕlara da yansÕmaya, önceleri olumlu sözler edenlerin de düúünceleri de÷Lúmeye baúladÕ. Hava baya÷Õ gerginleúmiúti. Yakup Kadri Bey (Karaosmano÷lu), "" gazetesinde birbirini izleyen yazÕlarla, hem NâzÕm Hikmet'i, hem de genç kuúD÷Õ topluca yeren birtakÕm görüúler ileri sürdü : "Ferdiyetçi úair, cemiyetçi úair... Bunlardan biri tabiat ve insanlar içinde münzevidir. YalnÕz kendi ÕstÕraplarÕQÕ, kendi heyecanlarÕQÕ, kendi ümitlerini, kendi sevinçlerini ça÷ÕUÕr. Öbürü Victor Hugo'nun bir tarifine göre, 'kâinatÕn ortasÕnda bir taninli yankÕGÕr.' Cemiyetin olsun, tabiatÕn olsun, bütün hayatÕn tecellilerini kendisinden aksettirir ve her úey, her beúeri onda en ahenktar, en úuurlu ifadesini bulur. Denebilir ki bu tür úairler beúeriyetin haykÕran vicdanÕGÕr. Lakin iúte bu nevi úairler, bunun içindir ki, beúeriyet gibi ipsiz sapsÕz, beúeriyet gibi karÕúÕk, beúeriyet gibi gürültücü, patavatsÕz, kaba, behimi ve onun gibi mantÕksÕzdÕrlar. YaptÕklarÕúeyde klasik sanatÕn ilahi intizamÕndan, ezeli ahenginden eser yoktur, bütün estetikleri insanlarÕn idare etti÷i cemiyetler gibi anarúiktir. NâzÕm Hikmet'in dedi÷i gibi bu tarz úiirler Bethoven'in sonatlarÕQÕ asla de÷il, fakat bir bando mÕ]ÕkayÕ, bir panayÕr yerinde bir fanfarÕ andÕUÕr. Bittabi, böyle bir musiki sokaktan baúka bir yerde çalÕnmaz. Onun içindir ki, NâzÕm Hikmet'in úiirlerinin bugünkü Türk cemiyetinde hiç yeri olmadÕ÷ÕQÕ zannediyorum. Çünkü bizde bu orkestranÕn, cehennemi velvelesini dinleyebilecek kocaman, koyu ve dalgalÕ insan kitleleri henüz yetiúmemiútir, yakÕn bir atide yetiúmesinin imkânÕQÕ da göremiyoruz." (Milliyet, 14. 5. 1929) ønkârdan müspet bir úey çÕkmasÕQÕn imkânÕ yoktur. Halbuki NamÕk Kemal'den bugünün en genç Türk úairine kadar, gelmiú geçmiú ne kadar müceddidimiz varsa, hepsi de iúe kendilerinden evvelkileri inkâr ile baúlamÕúlardÕr. Onun için hepsi piç kaldÕ. Edebiyatta babasÕz dehâ yoktur." (Milliyet, 20. 5. 1929) Bir sonraki yazÕVÕnda Yakup Kadri Bey yeni kuúD÷a yöneltti÷i eleútirilerinde çok daha ileri gidiyordu : "Bugün yeni nesil veyahut yeni yetiúenler namÕ altÕnda toplanan zümrenin gösterdi÷i tereddi ve hezal manzarasÕna bakÕp da ümitsizli÷e düúmemelidir. Bu zavallÕ nesil bize bin beladan arta kalmÕúWÕr. (...) E÷er daha ilk adÕmda dizleri titriyor ve gözleri uyuúuyor, kulaklarÕ u÷ulduyor, kafalarÕ sersemleúiyorsa bunun kabahati kendilerinde de÷il, yetiútikleri devrin sayÕVÕz fecaatindedir. Düúünün ki en büyü÷ü Harb-i Umumi'de daha yirmisini bulmamÕú bu gençler, ekmek yerine saman karÕúÕk hamurla beslendiler ve irfan yerine BabÕâli gündelik matbuatÕQÕn Õsmarlama harp edebiyatÕndan baúka bir úey okumadÕlar." (Milliyet, 30 MayÕs 1929)

Peyami Sefa Beyin on beú günde bir çÕkmaya baúlayan "Hareket" adlÕ dergisi ile "Resimli Ay" bu saldÕUÕ\Õ birlikte karúÕlama kararÕ aldÕlar. Yakup Kadri Bey Ankara'ya yakÕn, Mustafa Kemal PaúanÕn sofrasÕnda yer alan bir yazardÕ. Dikkatli davranÕlmalÕydÕ. Zekeriya Bey (Sertel) ile Sabiha HanÕPÕn (Sertel) olurlarÕ da alÕQÕnca kavgaya giriúildi.

ølk yazÕlarÕn ardÕndan, NâzÕm Hikmet'in "ømzasÕz" imzasÕyla, "PutlarÕ YÕNÕyoruz" baúOÕ÷Õ altÕnda, "Resimli Ay"Õn Haziran ile Temmuz 1929 sayÕlarÕnda, önce "dâhi-i âzam" denilen Abdülhak Hâmit'i (Tarhan), arkasÕndan "milli úair" denilen Mehmet Emin'i (Yurdakul) incelemeye almasÕ savaúÕn patlamasÕna yetti. BasÕnda büyük yankÕlar uyandÕran bu yazÕlarÕn baúlama nedeni, "Resimli Ay"da Geceleyin Sokaklar adlÕ romanÕ eleútirilirken, "Mahmut Yesari'yi biz baúka lisanlara korkmadan tercüme edebiliriz, onun yazÕVÕ bundan hiçbir úey kaybetmez. Halbuki, Dahi-i âzam (?!) Abdülhak Hâmit Bey de dahil olmak üzere, kaç yazÕFÕPÕz böyle bir imtihandan geçebilir? (...) Dâhi-i âzamÕn en kuvvetli yazÕVÕQÕ baúka bir dile çevirin, bakÕn nasÕl sÕUÕWÕr. Baúka bir dile de÷il, hatta bugün konuútu÷umuz Türkçeye tercüme edin, bakÕn dâhinin dehasÕ nasÕl sabun köpü÷ü gibi da÷ÕOÕveriyor..." denmesi üzerine, "Cumhuriyet" gazetesinde yazÕn çevrelerini savunmaya ça÷Õran bir karúÕ yazÕ yayÕmlanmÕú olmasÕydÕ.

"PutlarÕ YÕNÕyoruz, No. 1, Abdülhak Hâmit"te yazÕn alanÕnda kimlere "dâhi" denilebilece÷i özetleniyor, úu yargÕya varÕOÕyordu : "Hâmit Bey devri için yeni, kuvvetli bir OsmanlÕúairidir, iúte o kadar." YazÕQÕn son tümcesi ise úöyleydi : "Hakiki dehayÕ bulmak için sahte dehalarÕ, kafalarÕPÕza zorla dikilen putlarÕ yÕkalÕm..."

"PutlarÕ YÕNÕyoruz, No. 2, Mehmet Emin Beyefendi"de ise yazÕn alanÕnda kimlere "milli úair" denilebilece÷i özetleniyor, úu yargÕya varÕOÕyordu : Mehmet Emin Beyin úairli÷i bile bir göz aldanmasÕyken, milli úairlik sÕfatÕ bilgisizli÷in aldanmasÕndan baúka bir úey de÷ildir.

Hamdullah Suphi Bey (TanrÕöver) bu yazÕlara "økdam" gazetesinde sövgü dolu bir yazÕyla karúÕOÕk verdi : "Abdülhak Hâmit bir dâhidir. Bunlar putlarÕ de÷il, milli ediplerimizi, dâhilerimizi yÕkmak istiyorlar. Bu edebiyat tartÕúmasÕ de÷il, komünizm propagandasÕGÕr." (...) "KarúÕPÕzdakiler kimlerdir? "Bolúevik kapÕVÕQÕn müseccel köpekleri! "PutlarÕ kÕranlar bunlardÕr."

Hamdullah Suphi Bey iúi yazÕndan siyasaya kaydÕrmak, yeni sanat adÕna konuúanlarÕ sindirmek istiyordu. Merkez Heyeti BaúkanÕ oldu÷u Türk Oca÷Õ'nda, milliyetçi gençleri kÕúNÕrtÕyor, birtakÕm kararlar aldÕUÕp basÕna yansÕWÕyordu : øcab ederse daha müessir surette görürüz ki, Türk vatanÕQÕn sevdi÷i adamlar, vatansÕzlarÕn tecavüzlerine u÷rayacak kadar yalnÕz de÷illerdir."

Böylece, gerekirse daha ileri gidilece÷i, kaba güce baúvurulaca÷Õ bildirilerek gözda÷Õ veriliyordu. Devlet önlem almazsa, üniversite gençlerinin dergi yönetim yerlerini basÕp da÷ÕtacaklarÕ, yöneticileri dövecekleri söyleniyordu.

"Hareket" dergisi yapÕlan jurnalcÕOÕ÷Õ "Biz Komünist De÷iliz" baúOÕklÕ bir yazÕyla açÕklayarak kÕnadÕ : "Bu biçarelere komünizm nedir diye sorsanÕz, onu da do÷ru dürüst bilmezler. Çünkü samimiyetten, idrakten, fikirden nasibi olmayanlar bu gibi nazariyeleri ö÷renmekten ziyade vatandaúlarÕna a÷Õz dolusu pislik sÕçratmaktan zevk duyarlar."

"Resimli Ay" ise olaya úöyle yaklaúWÕ : "Resimli Ay, sayfalarÕQÕ sadece edebi bir münakaúaya açmÕúWÕr. Buna komünizm süsü verenler çok çirkin bir demagoji yapÕyorlar. Bu, do÷rudan do÷ruya eski ile yeninin mücadelesidir. Abdülhak Hâmit dâhi de÷il, Mehmet Emin milli úair de÷il demekle komünizm arasÕnda ne münasebet var? (...) "E÷er bu iddialar yanlÕúsa aksini ispat edin. Demokrasi içerisinde her fikir müdafaa ve münakaúa edilebilir. Nümayiú ve gürültü ile fikri bo÷mak, yirminci asÕr gençli÷i için çok geri bir harekettir. Gençlik her yerde maziye hürmet eder, fakat bu hürmet, her fikrin serbest münakaúa edilmesine, ortaya yeni fikirler atÕlmasÕna mani olmaz. "Ortada komünizm meselesi yoktur. Eski ve yeni mücadelesi vardÕr."

Peyami Sefa Bey "Hareket"te genç kuúD÷Õ savunuyor, úair olarak NâzÕm Hikmet'e güvenini belirtiyor, yenilikçilere yapÕlan saldÕUÕlara a÷Õr sözlerle karúÕOÕk veriyordu. "Biz : 'VarÕz!' diyen nesiliz, bizde kuvvetimizin úuuru var. Henüz otuz yaúÕna gelmeyen úairlerimizin bile mÕsralarÕ, bütün bir neslin hafÕzasÕyla dudaklarÕ arasÕnda gidip geliyor, yÕ÷ÕnlarÕ coúturuyor. HalkÕ da, güzideyi de, ayrÕ ayrÕ teúhir etmesini bilen romancÕlarÕPÕz var.En fena iktisadi anlarda bile kitaplarÕQÕ karie okutabilen bir nesiliz. Dört çift garazkâr topu÷un tozlu döúemeden yaptÕ÷Õ kuru gürültü ve kÕskançlÕktan gerilmiú dudaklardan çÕkan ÕslÕkla karÕúÕk hava kabarcÕklarÕ, alkÕúlar arasÕnda bo÷uluyor. "YÕ÷Õnlar ayaklanÕyor ve 'Yaúa!' diye haykÕUÕyorlar. "Çünkü büyük bir edebiyat do÷uyor. "Galeyan var! "KaçÕOÕQÕz, yol veriniz!"

"NâzÕm Hikmet, dünya edebiyatÕnda kendine çok has bir nev'in yaratÕFÕVÕ olmuútur. O ne bir fantezi heveslisi, ne bir garaipperest, ne de yeni moda müptelasÕ bir edebiyat züppesidir. "O, sadece, a÷lamayan ve haykÕran, zekâsÕQÕn malzemesini eski insanlÕktan aldÕ÷Õ halde, çatÕVÕQÕ yeni bir teknikle kuran, ona müstakbel dünyalarÕn rengini veren büyük bir kafa mimarÕGÕr. En yeni binalarda kullanÕlan taúlar da bu dünya kadar eskidir. NâzÕm bilir."

Peyami Sefa Bey gençleri "saman karÕúÕk hamurla" beslenmiú olduklarÕQÕ söyleyerek aúD÷Õlayan Yakup Kadri Beye ise, "Biz Sizden De÷iliz" diye karúÕOÕk veriyordu : ùimdi de Büyük Harpte yedikleri tereya÷OÕ ekmeklerle iftihar etmeye baúladÕlar. (...) "Büyük Harpte ve Sakarya'da memleket kapÕVÕndan düúmanÕ kovan gençli÷in yüzüne do÷ru kokmuú a÷ÕzlarÕQÕ açarak ge÷iriyorlar ve ya÷ma sofralarÕnda ziftlendikleri havyarÕn, içtikleri úampanyanÕn hasreti ile mest olarak bütün bir kahraman gençli÷e bühtanlar savuruyorlar. (...) "Büyük Harpte yüz binlerce genç saman ekme÷i yiyerek sararÕp solarken, onlar, Alp da÷larÕQÕn ceyyit havasÕ ile on dört kilo artmÕúlarsa, gençli÷in bu feragatÕ karúÕVÕnda, utançlarÕndan ölünceye kadar iki büklüm durmalÕ idiler."

Yakup Kadri Bey bunun üzerine, 16 Haziran 1929 tarihli "Milliyet" gazetesinde, bir açÕklama yapmak gere÷ini duydu : "Benim o makalemde bahsetti÷im gençlik ile bugün Darülfünun'da okuyan gençlik arasÕnda hiçbir münasebet olamayaca÷ÕQÕ Türkçe bilen her ferd ilk bakÕúta anlardÕ. (...) "Bu avarelerin baúÕ üstünde acayip, müthiú ve u÷ultulu bir cinnet havasÕ esiyor. ÇÕkardÕklarÕ yaygaradan kulaklar WÕkanÕyor; her biri kargÕdan atÕn üstüne binmiú, ellerinde kamÕútan birer mÕzrak, sa÷a sola saldÕUÕyorlar, zavallÕ ücra edebiyat arsasÕnda tozu dumana katÕyorlar; göz gözü görmüyor. økide bir : 'Varda, çekilin, biz geliyoruz!' naralarÕ. "Buyurun gelin. Edebiyat arsasÕ o kadar tenha ki, burada pek-âlâ deliler ve garipler için de barÕnacak bir köúe bulunur. "Ne gelen var, ne giden! "Yine 'Varda, çekilin, biz geliyoruz!' naralarÕ. Biçarelerin muhayyilesi o kadar bozuk, o kadar hasta ki, önlerinde kesif bir ordu, onlarÕ yürümekten alakoyuyor vehmindedirler. øúte úimdi düúünün, bunlarla Darülfünun gençli÷inin ne münasebeti olabilir? Bunlarla, bütün yarÕna ait ümitlerimizi kendilerine tevdi etti÷imiz Darülfünun gençli÷i úöyle dursun, hatta en umumi manasÕ ile her sÕQÕf Türk gençli÷inin hiçbir alakasÕ olmamak lazÕm gelir."

On bir gün sonra, 27 Haziran 1929 tarihli "økdam" gazetesinde, Yakup Kadri Beyle yapÕlmÕú bir konuúma yayÕmlandÕ. Bu konuúmada do÷rudan NâzÕm'Õn kiúili÷ine saldÕUÕOÕyordu : "BazÕlarÕ ipten ve kazÕktan kurtulmuú kaúarlÕ sabÕkalÕlardÕr. BunlarÕn içinde öyleleri varmÕú ki, daha yirmi beú yaúÕna basmadan hayatlarÕQÕn en güzel ça÷ÕQÕ zindan köúelerinde çürütmüúlerdir. Bir kÕsmÕ ise komünist çekalarÕQÕn Türk ÕrkdaúlarÕPÕ]Õn kanÕ ile bulanmÕú ellerini öpmeyi ve onlara dair kasideler terennüm etmeyi bir maiúet vasÕtasÕ haline koymuúlardÕr. "Anadolu harbi sÕrasÕnda düúmana karúÕ çÕkmaktan ürkerek, Maarif Vekâleti'ni dolandÕran ve çaldÕklarÕ para ile Karadeniz'i aúÕp bolúeviklere iltihak eden iki vatansÕzdan bir tanesi úimdi Akúam gazetesinin sütunlarÕnda bir halayÕk ismi ve bir halayÕk úivesiyle, bir nevi ortaoyunu soytarÕOÕ÷Õ yaparak, halkÕ güldürmeye çalÕúÕyor. (...) "YalnÕz hayasÕzlÕktan ve kÕskançlÕktan kuvvet alan bu gibi taarruzlardan, gözümün önüne gelen manzara úudur : "Eski østanbul'un viranelikleri arasÕndan kendi halinde bir adam iúine giderken, ansÕ]Õn bir sürü aç ve uyuz köpe÷in hücumuna u÷rar. Elindeki bastonunu, bu pis deriden ve kÕUÕk kemikten mahlukatÕn üzerine indirir, indirir. Fakat köpekler, gene saldÕUÕúlarÕna devam ederler; çünkü açlÕ÷Õn ve kuduzlu÷un verdi÷i bir fena ateú bunlardaki hayvani hassasiyeti de iptal etmiútir."

Bunun üzerine NâzÕm Hikmet "Resimli Ay"Õn Temmuz 1929 sayÕVÕnda "Cevap" adlÕúiirini yayÕmladÕ. De÷Lúik sesiyle belleklere kazÕQÕp dillerden düúmez olan bu yergi úiiri úöyleydi : Behey! Kara boynuz gibi kaúOÕ mukaddes Apis baúOÕ adam; Behey! Kara maça bey! Sen úiirin asil kamusuyla konuúuyorsun, ben asaletten anlamam. ùapka çÕkarmam konuútu÷un dile, düúmanÕ\Õm asaletin kelimelerde bile. Behey! Kara maça bey! Ben bilirim bu tehevvür bu úikâyaaat niçin? Bilirim beni uykumda bo÷mak için bekliyorsun geceyi.. Ben ki bileklerimde tel kelepçeyi bir altÕn bilezik gibi taúÕPÕúÕm, ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakÕp NÕllÕ kalÕn ensemi kaúÕPÕúÕm, tehdidine pabuç bÕrakÕr mÕ\Õm hiç? Behey! Kara boynuz gibi kaúOÕ mukaddes Apis baúOÕ adam, Behey! Kara maça bey, behey, yüzü kara. Ruhunu bir zenci esir gibi çÕkardÕn pazara, bir orospu odasÕ yaptÕn kafatasÕQÕ... Hâki ceketli ölülerin ceplerinden çalarak parasÕQÕ satÕn aldÕn kendine øsviçre da÷larÕQÕn havasÕQÕ. Ve iúte bundandÕr ki, bugün ablak sarÕ suratÕnda senin kanlÕ altÕnlarÕn kÕ]ÕllÕ÷Õ var..

Acayip rüzgârlar esmiyegörsün baúÕmdan. Yoksa musahhih maaúÕmdan haftada üç papel taksite ba÷layÕp seni bir úamar o÷lanÕ gibi kullanÕUÕm. Beyimin böyle iúlerle ülfeti var sanÕUÕm, mükemmel yapar vazifesini..

Behey! Kara maça bey! Halka ahmak diyen sensin. HalkÕn soyulmuú derisinden sÕrtÕna frak giyen sensin. Yala bal tutan beú parma÷ÕQÕ beú çürük muz gibi, homurdanarak dolaú besili bir domuz gibi. Meydan senin... mi dersin? Hata edersin, bizde o göz var mÕ baksana!! Ben içirmek için sana kendi kara kanÕQÕ bir ateú çemberle çevirdim dört yanÕQÕ! Sa÷a git yok geçit, sola git yok, ileri geri yok. .ÕYÕr kuyruk kalemini kalbine sok bir akrep gibi intihar et... Dili, tonlamasÕ, uyak örgüsü, benzetmelere dayanan yergileriyle bu úiir, tartÕúmaya bambaúka bir hava getirmiú, eski yazÕQÕ savunanlarÕ büsbütün kÕzdÕrmÕúWÕ. Ne var ki NâzÕm Hikmet'in çevresinde oluúan sevgi ortamÕQÕn çok geniúlemesi, daha önce ondan yana sözler eden orta yaúOÕ, hatta genç úairlerin de tedirgin olmalarÕna yol açmÕúWÕ. Örnekse Yusuf Ziya Bey NâzÕm'Õn put kÕUÕyorum derken pot kÕrdÕ÷ÕQÕ, yaptÕ÷ÕQÕn barbarlÕk oldu÷unu yazÕyor, Necip FazÕl Bey de sa÷da solda úairli÷ini yeren sözler ediyordu.

Hamdullah Suphi Bey ise olayÕ kesinlikle bir yazÕn tartÕúmasÕ olarak ele almamakta direniyordu. "KarúÕPÕzdakiler komünistlerdir, bolúeviklerdir!" diye sürekli kÕúNÕrtarak, Türk Oca÷Õ'ndaki gençleri, sonunda, "Resimli Ay"Õn yönetim yerini da÷Õtmaya, yöneticilerini hÕrpalamaya, böylece NâzÕm Hikmet'in gözünü korkutmaya göndermeyi baúardÕ.

7 Temmuz 1929 Pazar günü, aralarÕnda bir iki sivil polisin de bulundu÷u düúünülen otuz kadar genç, "Resimli Ay"Õn yönetildi÷i basÕmevine geldiler. Olay için özellikle pazar günü seçilmiúti, basÕmevi kÕUÕOÕp dökülür, yöneticiler tartaklanÕrken çevrede kimse olmasÕn, iúe halk ya da polis karÕúmasÕn istenmiúti. Ertesi gün gerçi "økdam" gazetesinde "Asil Türk Gençli÷i Kendini Göstermeye BaúladÕ" diye baúOÕk atÕldÕ, üniversitelilerin "Resimli Ay"Õ basÕp "sahiplerine layÕk olduklarÕ dersi" verdikleri yazÕldÕ. Sonra da güya "økdam"a gidip sevgi gösterilerinde bulunmuúlardÕ. Oysa olay hiç de öyle geliúmemiúti. Zekeriya Beyin anlattÕ÷Õna göre, NâzÕm yol üstündeki odasÕndan kalabalÕk bir gençlik grubunun geldi÷ini görünce, hemen koúup Sabiha HanÕmla ona haber vermiú. ArkasÕndan aúD÷Õda, merdivenlerde gürültüler, ba÷ÕUÕp ça÷Õrmalar duyulmuú. Derken kapÕ hÕzla açÕOÕp delikanlÕlar içeri doluúmuúlar. "Siz bizim büyüklerimizi öldürüyorsunuz, mukaddesatÕPÕ]Õ yÕNÕyorsunuz!" gibi sözlerle yumruklarÕQÕ gösteriyorlarmÕú. "Çocuklar, siz kimsiniz, kimin adÕna konuúuyorsunuz?" diye sormuú Zekeriya Bey. "Biz üniversite gençli÷i adÕna konuúuyoruz." "Öyleyse ayaklarÕQÕzla de÷il, baúÕQÕzla düúünürsünüz. Sokak çocuklarÕ gibi ba÷Õrmak size yakÕúmaz. Oturun konuúalÕm. Bizi yanlÕú bir iú yaptÕ÷ÕPÕza inandÕrabilirseniz, bu kampanyadan vazgeçeriz." Bunun üzerine ba÷UÕúma sona ermiú, gençlerin önde gelenleri oturup düúüncelerini söylemiúler. Ayaktakiler suskun, onlarÕ dinliyorlarmÕú. Sonra Zekeriya Bey yanda ayakta duran NâzÕm'a söz vermiú. Sabiha HanÕPÕn söyledi÷ine göre, NâzÕm yapÕlan tartÕúmanÕn bir yazÕn tartÕúmasÕ oldu÷unu, her de÷Lúen devirde sanatlarÕn da yeni nitelikler kazandÕ÷ÕQÕ o kadar güzel anlatmÕú ki, gençler onu büyük bir ilgiyle, hatta biraz utanarak dinlemiúler. Sonra da sessizce ayrÕlmÕúlar basÕmevinden.

Bu olay Türk Oca÷Õ'nda tartÕúmalara yol açtÕ. Talebe Birli÷i'nden bazÕ gençler "saman ekme÷iyle beslenmiú nesil" sözünü içlerine sindiremiyorlardÕ. Yakup Kadri Bey Türk Oca÷Õ'na gelip açÕklamalarda bulunmak gere÷ini duydu. økdam" gazetesinde "Gençli÷e Hitap" baúOÕklÕ yazÕlar yayÕmladÕ. YazÕn alanÕndaki gençlere karúÕ söyledi÷i a÷Õr sözler yüzünden üniversite gençli÷inin deste÷ini yitirmek istemiyordu.

Bu arada baúka yollardan da "Resimli Ay" ile NâzÕm Hikmet'in üstüne gidilmeye baúlanmÕúWÕ. Dergide "øsimsiz Adam" imzasÕyla yayÕmlanan "Sesini Kaybeden ùehir" adlÕúiir yüzünden, 18 Eylül 1929 günü YazÕLúleri Müdürü Behçet Bey ile avukatÕørfan Emin Bey (Kösemihalo÷lu) kendilerini østanbul 3. Ceza Mahkemesi'nde buldular. Dava 10 gün hapis, on lira para cezasÕyla sonuçlandÕ, ceza ertelendi.

Ama iúin arkasÕQÕ bÕrakmÕú de÷illerdi. KararÕ temyiz ettiler. Bozma kararÕna karúÕn mahkeme eski kararÕnda direndi. Dava gene temyize gönderildi. AklanmalarÕ ancak altÕ ay sonra, 1930 yÕOÕ martÕnda, YargÕtay Genel Kurulu'ndan gelen ikinci bozma kararÕna mahkemenin uymak zorunda kalmasÕyla sa÷lanabildi. BaúlangÕçta NâzÕm Hikmet için olumlu konuúan Ahmet Haúim Bey de, eskilerin yanÕnda yer alarak gençleri alaya alan, suçlayan yazÕlar yazmaya baúladÕ. Bu arada, nedense "iúçi úairi" sözüne de takÕlmak gere÷ini duymuútu. NâzÕm Hikmet ona yöneltti÷i "Cevap No 2" adlÕ yergisinde bu konuya da de÷iniyordu : øki serseri var : Birinci serseri köprü altlarÕnda yatar, sularda yÕldÕzlarÕ sayar geceleri.. øki serseri var : økinci serseri atlas yakalÕ sarhoú sofralarÕnda Ba÷datlÕ bir dilencinin çaldÕ÷Õ sazdÕr. FransÕz emperyalizminin idare meclisinde ayvazdÕr... Ben : Ne köprü altÕnda yatan, ne de atlas yakalÕ sarhoú sofralarÕnda saz çalÕp Arabistan fÕstÕ÷Õ satan- -larÕn úairiyim; topraktan, ateúten ve demirden hayatÕ yaratan- -larÕn úairiyim ben. øki serseri var : økinci serseri yolumun üstünde duruyor ve soruyor bana : "P R O L E T E R dedi÷imin ne biçim kuú oldu÷unu?" AnlaúÕlan Ba÷dadî úaklaban unutmuú, Mösyö bilmem kimle beraber Adana - Mersin hattÕnda o kuúu yoldu÷unu... øki serseri var : Birinci serseri pencerelerden bir gölge gibi girer geceleri... øki serseri var : økinci serseri halkÕn alÕnterinden altÕn yapanlara kendi kafatasÕnda hurma rakÕVÕ sunar.

Ben hÕ]ÕPÕ asÕrlardan almÕúÕm, bende her mÕsra bir yanarda÷Õ hatÕrlatÕr. Ben ne halkÕn alÕnterinden on para çalmÕúÕm ne bir úairin cebinden bir satÕr...

øki serseri var : økinci serseri, meydana dört topaç gibi saldÕ÷Õm dört eseri sanmÕú ki yazmÕúÕm kendileri için. Halbuki benim bir serseriye hitap eden ikinci yazÕm iúte budur : Atlas yakalÕ sarhoú sofralarÕQÕn sazÕ, FransÕz sermayesinin hacÕ ayvazÕ, bu yazdÕ÷Õm yazÕ örse balyoz salanlarÕn úimúekli yumru÷udur katmerli kat kat ya÷OÕ ensende.. Ve sen o kemik yaladÕ÷Õn sofranÕn altÕna girsen de, -dostun KARA MAÇA BEY gibi - kaldÕUÕp kaldÕUÕp yere çaaal- -mak için canÕQÕ burnundan aaal- -mak için, bulaca÷Õm seni... Koca göbeklerin RUSEL kuúD÷Õ sen, sen uúúak murabbaÕ, sen uúúúak mik'abÕ, satÕlmÕú uúúaklarÕn uúúúúD÷Õ sen!!! "Cevap No 3 / Bir Komik Âdem" ise, NâzÕm Hikmet'e, dolayÕVÕyla "Resimli Ay"a karúÕ saldÕUÕQÕn kÕúNÕrtÕFÕVÕ, hem de baú örgütleyicisi durumunda olan, Türk Oca÷Õ Merkez Heyeti BaúkanÕ Hamdullah Suphi Beye yönelikti. Yerginin sonuna bir de not eklenmiúti : "Bu yazÕQÕn kâfi derecede kuvvetli olmadÕ÷ÕQÕ muterifim. Kabahat bende de÷il. ølham edende."

Gözleri, kulaklarÕ, elleri, ayaklarÕyla, han, hamam, apartÕman ve konaklarÕyla, çatal, bÕçak, tabak ve bardaklarÕyla, 16 sayfalarÕ, baskÕ makinalarÕ - tanklarÕyla, yamak ve yardaklarÕyla hücuma kalktÕlar!.. Hele içlerinde öyle bir tanesi var, öyle bir tanesi var ki: ønsanÕn yüzüne öyle bakar, öyle melûl bakar ki; toka edersin eline hemen papelini. Ve sÕkar sÕkmaz onun belini sivri dilli, zilli bir bebek gibi çÕrpar elini..

O bir komik âdemdir. Portakal O÷lu zâdemdir.

Han, hamam, apartÕman ve konaklarÕQÕzla, çatal, bÕçak, tabak ve bardaklarÕQÕzla, yamak ve yardaklarÕQÕzla hücuma kalktÕQÕz! Hak varsa e÷er, hücuma kalkmak hakkÕQÕz..

Efendiler, ikinizle teker teker paylaúWÕk kozumuzu! ùimdi sÕra onun, gelsin o!!. Gel. Sen : itlerini öne itip karanlÕkta yol kesen hatip!!! Sen : Beúinci Mehmedin saltanatÕQÕ, Halifenin altÕn nallÕ kÕr atÕQÕ, papellerin kat katÕQÕ ve teneke suratÕQÕ doldurup torbana sÕska sÕrtÕnda taúÕyorsun.. TorbanÕ doldurmak için yaúÕyorsun. Bana gelince, ben : geniú omuzlarÕmda dimdik bir kelle taúÕyorum. Ve yaúÕyorum : Kellemin içindeki için.. FarkÕndayÕm niçin : Kan fÕúNÕUÕyor bana bakan "âteú feúan?!" gözlerinden...

Ve niçin : cümleler ezberlemiúin Fehim PaúanÕn sözlerinden... Fehim PaúanÕn hayrülhalefi, bize sökmez afi... dÕkmak istedi÷im yaldÕzlÕ bir merdiven yok. Kalbimin elinde ipekli eldiven yok.. dÕplak bir yumruk gibi kalbimi soymuúum. Kellemin içindeki için, kellemi koymuúum... Sen... HayÕr... Seninle böyle konuúmak istemem... Hem, ben ki yegâne asaleti diúli düúmanla bo÷Xúmakta bulanÕm, seninle bo÷Xúmak istemem.. Sen bir komik âdemsin. Portakal o÷lu zâdemsin. Toka ederler papelini, VÕkarlar senin belini, sivri dilli, zilli bir bebek gibi çÕrparsÕn elini. Sen bir komik âdemsin!. Sen... Fehim PaúanÕn hayrülhalefi...... Bu kadarÕ kâfi.....

Bir yandan siyasaya kaydÕUÕlmaya çalÕúÕOÕrken, bir yandan da ölçülü uyaklÕ yürütülen, bu bol sövgülü eski-yeni kavgasÕ, yergi alanÕnda, serbest nazmÕn de÷Lúik bir uygulamasÕ olup çÕkmÕúWÕ. AynÕ anlayÕúÕ daha sonra, özellikle NâzÕm Hikmet'e karúÕ, Peyami Sefa Bey, Behçet Kemal Bey (Ça÷lar), Abdülbâki Bey de (GölpÕnarlÕ) kullandÕlar.

Peyami Sefa Bey gençlerin kavgayÕ kazandÕ÷Õ görüúündeydi : "Gösterdi÷imiz delillere ve vesikalara cevap vermeleri için icab eden müddet geçti. Susuyorlar. YalnÕz kulaklarÕPÕzda, kervanÕPÕz ilerledikçe akisleri azalan bir yaygaranÕn hafif u÷ultusu kaldÕ. Delillerimizin hiçbirinin aksini ispat edemedikleri için bu yaygarayÕ sükût addediyoruz."

Kadro'culara KarúÕ

Gece Gelen Telgraf'ta NâzÕm Hikmet'in komünizmden dönmüú eski dostlarÕyla ilgili iki yergi vardÕ. "Cevap Numara Dört" adlÕVÕ, herhalde baúta ùevket Süreyya Bey olmak üzere, "Kadro"culara karúÕ yazÕlmÕúWÕ. Üstüne bir not ekliydi : "Bu yazÕ gizli bir din halinde bir nevi Neo-faúist bir ideoloji yaptÕklarÕ halde, bunu ikrardan sakÕnanlara aittir. Böyle bir halt karÕúWÕrmÕyoruz, diyenler üzerlerine alÕnmÕyabilirler."

Onlar istiyorlar ki çift a÷ÕzlÕ baltalarÕyla yuvarlansÕn kafalarÕPÕz önüne yarÕn - o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadrolarÕn.. KARDEùLER! Onlara sokakta rastlarsanÕz e÷er ölümü görmüú gibi çevirin baúÕQÕ]Õ. Kirpiksiz sarÕ gözler gözünüze bakarken arkadan sÕrtÕQÕza bir bÕçak girebilir....

Onlar istiyorlar ki kara topra÷Õn kalbi durana kadar biz pazarda kelepir bir mal gibi satalÕm kafamÕ]Õn ÕúÕ÷ÕQÕ, gücünü kolumuzun.. KadÕnlarÕPÕ]Õ karúÕlarÕnda oynatalÕm. Ve dumanlanma÷a baúlayÕnca gözümüzün bakÕúÕ yavaúlayÕnca damarlarÕPÕzda kanÕn akÕúÕ karaya vurmuú balÕklar gibi köprü altlarÕnda yatalÕm..

KARDEùLER! Onlara elleriniz dokunmuúsa e÷er yedi tas su dökün ellerinize. <Õrtarak bayramlÕk gömle÷imi ben peúkir yaparÕm size...

Biz ayrÕ dillerde aynÕúarkÕ\Õ okuyanlar, Biz aynÕ yastÕkta yatar gibi topra÷a baúlarÕQÕ yan yana koyanlar, Biz yüzümüzün derisi koyu açÕk yanmÕú diye, saçlarÕPÕz ayrÕ ayrÕ boyanmÕú diye barsaklarÕPÕ]Õ birbirimizin avucuna dökerek birbirimizin gÕrtla÷ÕQÕ diúimizle sökerek geberece÷iz... Ve kadrolar parlatarak kara gömleklerinin beyaz kordonlarÕQÕ gömecekler kadife koltuklara golf pantolonlarÕQÕ...

KARDEùLER! OnlarÕn adÕna benziyorsa adÕQÕz e÷er adÕQÕ]Õ de÷Lútirin. VebanÕn girdi÷i kapÕdan girin onlarÕn evine atmayÕn ayak....

Onlar istiyorlar ki çift a÷ÕzlÕ baltalarÕyla yuvarlansÕn kafalarÕPÕz önüne yarÕn - o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadrolarÕn......

Vâlâ Nureddin Vâ-Nû'ya karúÕ

Gece Gelen Telgraf'taki "Sen" adlÕ yergi ise gençlik günlerinin unutulmaz arkadaúÕ Vâlâ Nureddin'e karúÕ yazÕlmÕúWÕ :

En güzel günlerimin üç mel'un adamÕ var : Ben sokakta rastlasam bile tanÕmayÕm diye en güzel günlerimin bu üç mel'un adamÕQÕ yer yer tÕrnaklarÕmla kazÕGÕm hatÕralarÕPÕn camÕQÕ..

En güzel günlerimin üç mel'un adamÕ var : Biri sensin biri o, biri ötekisi.. DüúmanÕmdÕr ikisi.. Sana gelince... YazÕyorsun.. Okuyorum.. KanlÕ bÕçaklÕ düúmanÕm bile olsa insanÕn bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..

Ne yazÕk!.. Ne kadar beraber geçmiú günlerimiz var; senin ve benim en güzel günlerimiz.. Kalbimin kanÕyla götürece÷im ebediyete ben o günleri.. Sana gelince, sen o günleri - kendi o÷luyla yatan, NÕzlarÕQÕn körpe etini satan bir ana gibi satÕyorsun!. SatÕyorsun : günde on kâat, bir çift rugan pabuç, sÕcak bir döúek ve üç yüz papellik rahat için....

En güzel günlerimin üç mel'un adamÕ var : Biri sensin, biri o, biri ötekisi... KanlÕ bÕçaklÕ düúmanÕmdÕr ikisi... Sana gelince...

Ne ben SezarÕm, ne de sen Brütüssün... Ne ben sana kÕzarÕm ne de zatÕn zahmet edip bana küssün.. ArtÕk seninle biz, düúman bile de÷iliz..

Böylece kendisine kömünist arkadaúlarÕndan uzaklaúmasÕ için baskÕ yapan, egemen kadrolardan gelen birtakÕm önerilere aracÕOÕk eden Vâlâ Nureddin'le arkadaúOÕ÷Õna kesinlikle son veriyordu. Öbürleriyle kanlÕ bÕçaklÕ düúmandÕlar, ama onunla artÕk düúman bile de÷ildi.

NâzÕm Hikmet - KavgasÕ Peyami Sefa Beyin, ünlü romanÕ Dokuzuncu Hariciye Ko÷Xúu'nu NâzÕm Hikmet'e adadÕ÷Õ, "Kara sevdayla" diye imzalayÕp verdi÷i yakÕn arkadaúOÕk günlerinde, Jokond ile Sø-YA-U'ya yaklaúÕPÕúöyle olmuútu : "Jokond ile 6ø-YA-U bir fantezi midir? Öyle görünüyor : Canlanan, âúÕk, nezle olan, burnunu çeken ve a÷layan, seyahat eden bir tablo. Jokond ile 6ø-YA-U bir hiciv midir? Öyle görünüyor : Bir AmerikalÕQÕn mürekkepli kalemini DúÕran resim, muúambanÕn tersine yazÕlan hatÕralar. Garip, beklenmez, umulmaz, gayri hakiki bir hadise teselsülü [zincirlemesi]. TatlÕ, parlak, haykÕUÕFÕ renklerine bakÕOÕrsa bu eser bir fantezi, bir hiciv ve tezyini bir resim gibi yalnÕz beúeri muhayyileyi tatmin eden cazip bir renk oyunudur. ùairin vücudumuzda yalnÕz gözlerimizi, ruhumuzda yalnÕz garibelere karúÕ hayretimizi aradÕ÷Õ zannedilebilir. "Ben bu satÕrlarÕ, satÕhbînleri [yüzeyi görenleri] uyandÕrmak için yazÕyorum NâzÕm Hikmet'in kitabÕQÕ bütün úeklî fantezisinden soyaca÷Õm ve Jokond ile Sø-YA-U'yu gözlerimizi oyalayan renkli esvaplarÕndan ayÕrarak karúÕPÕza oÕplak çÕkaraca÷Õm. 'Maskeli balo' esvaplarÕndan soyulan bu iki insanÕn güldürücü fantezi çocuklarÕ de÷il, birer haile [trajedi] kahramanlarÕ olduklarÕ görülür. Bu haile ne Paris'te, Luvr sarayÕnda, ne de ùang-Hay limanÕnda cereyan ediyor. Bu haile muharririn ruhundadÕr. "Jokond ile Sø-YA-U birer semboldür. OnlarÕn aúklarÕ muharririn aúNÕGÕr, onlarÕn mefkûresi [ülküsü] muharririn mefkûresi. "Bu mefkûre nedir? KadÕn mÕ? Servet mi? ùeref mi? Hiçbiri. Her hakiki iútiyak [özlem] gibi onun da adÕ yoktur. Biz (yani bütün insanlar) büyük ve namütenahi emellerimize ne ismi verirsek verelim, kendimizi ve baúkalarÕQÕ aldatmÕú oluruz. (...) "Jokond ile Sø-YA-U'nun her parçasÕnda bu gizli, meçhul, büyük, isimsiz iútiyakÕn latifelere, garibelere, karanlÕklara, tarihe, kulelere, rüzgârlara havada itiraz eden gizli seslere, hayaletlere, 'baygÕn kokulu havalara', kan kÕzdÕran güneúlere, 'yaldÕzlÕ yÕldÕzlara', acaip limanlara, Çin kamÕúlarÕna, karaltÕlara, parÕltÕlara bürünerek, rengârenk güzel tayflar halinde ruhumuza geçti÷ini hissediyoruz, iúte büyük eserlerin bize verebildi÷i en güzel tad. Yoksa tez nedir? øddia nedir? Edebiyat nazariyesi nedir? Falan, filan nedir? (...) "Türk edebiyatÕnda inkÕlap. Büyük teceddüd [yenilenme]. NâzÕm úekillerinde yaratÕFÕOÕk. LisanÕ tasfiye. Halk dilinin güzelleúmesi, tekâmülü. Harika, 'filan falan'... "Evet... Fakat bunlar da NâzÕm'Õn hakiki vasÕflarÕ yanÕnda ehemmiyetsiz úeylerdir. Zira her 'edebiyatta inkÕlap, tekâmül' ve bilmem ne, zaman içinde mahsur ve bir devre göre kÕymeti olan úeylerdir. Ben büyük eser denince milletlerin, devirlerin, mütehavvil [de÷Lúebilir] bedii [estetik] kÕymetleri fevkinde [üstünde] bir úey anlÕyorum, üst tarafÕ bana bir moda gibi fani ve zamanÕn kendine takÕlarak sürüklenen âciz bir úey gibi görünüyor. "Olabilir ki bazÕ gizli ve úuursuz emeller sonradan edindi÷imiz di÷er zihni akidelerimizle [inançlarÕPÕzla] uyuúmaz; o vakit, ruhumuzda, kendi kendimizle bir kavga baúlar; nazari ve akli hüviyetimizle daha deruni [içsel] úahsiyetimiz arasÕndaki bu taarruz [sataúma], ruhumuzun dinamik kuvvetini artÕrmakla beraber, iddiamÕzla eserimiz arasÕndaki mesafeyi ço÷altÕr. (...) Bu taarruz NâzÕm Hikmet'te barizdir. "NâzÕm Hikmet felsefi idealizmin ve spiritüalizmin düúmanÕ görünür (Berkley, Makinalaúmak). Realist görünür; nikbin görünür; materyalist görünür; halbuki bir muúamba üstündeki hareketsiz tasviri canlandÕran ve satirik bir fantezi içinde yaúatan NâzÕm hayatta idealist ve liriktir; dünyanÕn en meúhur tebessümü altÕnda gizlenen haileyi sezen NâzÕm bedbindir; gemicileri yaldÕzlÕ yÕldÕzlara do÷ru çeken Koúinúin gecelerindeki tÕlsÕmlÕ cazibeyi sezen NâzÕm Hikmet realist de÷ildir ve onun mefkûresi herhangi bir bedii akidenin tahakkukunu görmekten ibaret kalmÕyor, fevkalbeúer emellerin tahakkukunu isteyen her úairin metafizik iútiyakÕna kadar yükseliyor. "Ben NâzÕm'Õ iddialarÕndan uzaklaúWÕ÷Õ yerlerde seviyorum ve her nazariyeyi, hatta kendi iddiasÕQÕ bile inkâr eden 'eeeyt' diye attÕ÷Õ naralarda buluyorum; zira septik olmayan bir edebiyat, hatta zekâ tasavvur edilemez. Her âúÕk ve her úair ebediyyen úüphe edecektir, çünkü zekâ için inanmak ölümdür. (...) "Ben NâzÕm Hikmet'i ne kÕUÕk mÕsralarÕ, ne trak tiki tak'larÕ, ne bedii akidesi, ne iddia etti÷i maddecili÷i için seviyorum. (NâzÕm Hikmet bedii mefkûresine yanlÕú isim takmÕú adamdÕr, zira hakiki mefkûrelerin ismi yoktur, tarif edilen bir mefkûre basit bir iútiyaktan baúka bir úey de÷ildir. Gayri mümkün idealleri taúÕmayanlarÕn úairli÷inden de÷il, insanlÕ÷Õndan bile úüphe ederim. øúte benim NâzÕm'da sevdi÷im taraf onun gayri mümkün iútiyakÕGÕr.) Ben onu materyalist, nikbin, müstehzi, hatta bazen kaba müstehzi bir nikab [peçe] altÕnda gizlenen coúkun, lirik, melankolik, sancÕOÕ ve bedbin, meçhule ve imkânsÕzlÕ÷a âúÕk, daima isyankâr ve her malikiyyetten sonra daha fazlasÕQÕ isteyen büyük ve namütenahi arsÕzlÕ÷Õ için seviyorum. NâzÕm'Õn iddialarÕ kendisi için alkol gibi bir münebbihten ibarettir. Halk için ve çok umumi bir yazar gibi görünen NâzÕm, bilakis çok hususi ve úahsidir, mürekkebi [karÕúÕ÷Õ] basitleútiren, inceyi kabalaúWÕran NâzÕm, bu cehdine ra÷men, ekseriyet tarafÕndan anlaúÕlmamaya mahkûm bedbahtlardandÕr ve en büyük úerefiyle en büyük ÕstÕrabÕ buradadÕr. O 'tebessümü meúhur olmanÕn elemini' ekseriyete asla anlatamayacaktÕr. (...) "NâzÕm Hikmet'i, büyük Türk úairini bedii iddialardan uzaklaúWÕ÷Õ yerlerde arayÕQÕz. Hakiki insan orada gizlidir. Ve tecessüsünüz karúÕVÕnda gayet mahir bir saklambaç oynayan bu ince ve kÕvrak ruhu bir an yakalamak istiyorsanÕz, kelimelerin sathi ve zihni medlullerine [karúÕOÕklarÕna] de÷il, telkini manalarÕna, derinliklerine ve ahengine dalÕQÕz. NâzÕm Hikmet'in hakiki karii, hakiki meftunlarÕ ve NâzÕm Hikmet'i anlayanlar, onun görünen tarafÕQÕ de÷il, görünmeyen tarafÕQÕ, hatta kendinin bile göremedi÷ini görenlerdir."

Peyami Sefa Beyin, 1929 aralÕ÷Õnda, "Resimli Ay"da yayÕmlanan, kÕsaltarak aktardÕ÷ÕPÕz bu yazÕVÕ NâzÕm Hikmet'i sevenleri baya÷Õ öfkelendirmiúti. ùair hiç hoúlanmadÕ÷Õ, ayrÕca ne yaparsa yapsÕn kurtulamayaca÷Õ bir bilinçsizlik ortamÕnda gösteriliyordu. Bu yüzden AsmalÕmesçit'teki bir lokantada bazÕ genç sanatçÕlarla yazar arasÕnda hakarete varan bir tartÕúma yaúandÕ÷Õ söylenir. NâzÕm Hikmet ise yazÕ\Õ pek önemsemedi. Bu kadar anlatmasÕna, yazmasÕna karúÕn, demek ki bazÕ dostlar idealist felsefenin, günlük kokusu tüten inançlarÕn esaretinden bir türlü kurtulamÕyorlardÕ. Çeúitli nedenlerle kafasÕ taúlaúanlar için, yeni úeyler ö÷renmek, örnekse diyalektik materyalizmi anlayabilmek kolay de÷ildi. AyrÕca gerçekçili÷i yaúama ayna tutmak gibi ele almak yaygÕn bir yanÕlgÕydÕ. Bu olay eskilere karúÕ birlikte savaúÕm veren iki arkadaúÕn arasÕQÕ açmadÕ. Nitekim Peyami Sefa Beyin Dokuzuncu Hariciye Ko÷Xúu adlÕ romanÕ yayÕmlandÕ÷Õ zaman, "Resimli Ay"Õn ùubat 1930 sayÕVÕnda, NâzÕm övgü dolu bir yazÕ yazdÕ. Ama "muazzam" diye niteledi÷i kitabÕ anlatÕrken araya úöyle bir tümce sokmadan da edemedi : "Peyami'nin romanÕ realisttir, fakat eski manada foto÷raf realizmi de÷il, úeniyetlerin abidesini yapan ve bunu yapmak için bir sÕra tahlil ve terkiplerden mürekkep bir kompozisyon vücuda getiren diyalektik bir realizm."

NâzÕm Hikmet'in Peyami Safa'dan uzaklaúmasÕ, sanÕldÕ÷Õ gibi, idealist felsefenin etkisinden kurtulamadÕ÷ÕQÕ söyledi÷i bu arkadaúÕQÕn, 1929 yÕOÕ sonunda yazdÕ÷Õ Jokond ile 6ø-YA-U eleútirisi yüzünden de÷ildi. AsÕl so÷ukluk daha sonralarÕ aralarÕnda geçen kÕsacÕk bir konuúmadan kaynaklanmÕúWÕ. NâzÕm'Õn hep para sÕNÕntÕVÕ içinde yaúadÕ÷ÕQÕ bilen Peyami Safa, ona bir gün çok do÷al bir soruymuú gibi, "gelen paralarÕ" kimin aldÕ÷ÕQÕ sormuútu. NâzÕm hiç beklemedi÷i bu soru karúÕVÕnda önce bir úDúalamÕú, sonra böyle bir úey olmadÕ÷ÕQÕ, olamayaca÷ÕQÕ söylemiú, konuúmanÕn gerginleúece÷ini sezen arkadaúÕQÕn inanmaz bir havada sözü de÷Lútirmesine de son derece alÕnmÕúWÕ. Ama arkadaúOÕklarÕ eskisi gibi olmasa da sürüyordu.

Derken Avrupa'daki, özellikle Almanya'daki sa÷a kaymanÕn Türkiye'de de etkileri görülmeye baúlanÕnca, basÕn dünyasÕndaki sa÷FÕ yazarlarÕn sayÕlarÕ da, saldÕrganlÕklarÕ da çok arttÕ. NâzÕm Hikmet'in úiirimize getirdi÷i yenilikleri kabul ettirmiú olmasÕ, okul kitaplarÕna girmesi, hele devletçe yayÕmlanmÕú FransÕzca bir tanÕWÕm antolojisi olan Des Ecrivains Turcs d'Aujourd'hui'de yer almasÕ, bu yazarlarÕ öfkelendiriyordu. Gazetelerdeki Orhan Selim imzalÕ yazÕlarÕyla, üç beú kuruú kazanmak için, davasÕna yüz çevirdi÷ini, burjuvalaúWÕ÷ÕQÕ söyleyenler, úiirin kurallarÕQÕ bilmedi÷ini, kültürsüz, de÷ersiz, boú bir insan oldu÷unu, birkaç "kuduz" dÕúÕnda gençlerin onun arkasÕndan gitmediklerini ileri sürenler birbirini izliyordu. Yusuf Ziya Ortaç, Orhon Seyfi Orhon gibi eski dost "Akbaba"cÕlar bile Orhan Selim'i köúeye sÕNÕúWÕrmaya çalÕúan yazÕlar yayÕmlÕyorlardÕ : "Orhan Selim, di÷er ismiyle NâzÕm Hikmet, bu yakÕnlarda østanbul'da kapitalizmi müdafaa eden filmler gösterilmeye baúlanmasÕna úDúÕyor. Buna úDúÕyor da kendisinin kapitalistlerin gazetesinde, kapitalizm aleyhine yazdÕ÷Õ fÕkralardan aldÕ÷Õ para ile geçinmesine úDúPÕyor mu?"

Bu açÕkça onu, çalÕúWÕ÷Õ gazetenin, "Akúam"Õn patronu Necmettin Sadak'a jurnal etmekti. Sa÷FÕlarÕn yazdÕ÷Õ yazÕlarÕn ço÷unda bu hava oluyordu. Bir bölü÷ü onu yoldaúlarÕQÕn, sola e÷ilimli okurlarÕQÕn gözünde küçültmek, en azÕndan Orhan Selim yazÕlarÕndan vazgeçip bu yolla para kazanmasÕQÕ önlemek istiyorlar, bir bölü÷ü ise komünist oldu÷unu açÕk açÕk söyleyen bir úairin takma adlarla gazetelerde yazÕlar yazdÕ÷ÕQÕ, alttan alta dünya görüúünün propagandasÕQÕ yaptÕ÷ÕQÕ duyurarak ilgilileri harekete geçirmeye çalÕúÕyorlardÕ.

5 Ocak 1935 tarihli "Akúam" gazetesinde Orhan Selim, "øt Ürür Kervan Yürür" baúOÕklÕ bir yazÕ yazdÕ. Bu atasözünün gücünü günümüze kadar yitirmedi÷ini belirten yazÕúöyle sona eriyordu : "øT ÜRÜR KERVAN YÜRÜR. Bu bir ateúli türküdür ki, her inanan, her inandÕ÷Õ için dövüúen adamÕn dilinde dolaúÕr durur. Her devrimin ilk ba÷atÕrlarÕ kavgaya atÕOÕrken bu sözü haykÕrmÕúlardÕr. "Bütün bir adamo÷ullarÕ tarihi, bir bakÕma göre, yürüyen kervanlarla ürüyen itlerin süregelen dövüúünden baúka bir nesne de÷ildir."

YankÕlar hemen geldi. Dört gün sonra, Orhan Selim, gene "Akúam"da, "øt Ürür Kervan Yürür No. 2" adlÕ yazÕVÕQÕ yayÕmladÕ. Daha uzunca olan bu yazÕda úöyle sözler ediliyordu : "Halifeli÷in cehennemin yedi kat dibine yuvarlanmasÕndan úapkanÕn giyiliúine dek, bir devrim bakÕPÕndan, atÕlan her adÕmda yürekleri parçalananlar oldu. Bir devrim gözüyle emperyalizmin denize dökülüúünden, temiz Türkçenin iúlenmesine kadar yapÕlan sÕçramalarÕn D÷UÕVÕQÕ gÕrtlaklarÕna sarÕlmÕú bir pençe gibi duyanlar vardÕr. Bütün bunlarÕ bilirdim. Ve yine bilirdim, beklerdim ki, 'it ürür kervan yürür' diye bir yazÕ yazdÕ÷Õm vakit karanlÕklarda yeúil sarÕklar kÕPÕldanacak, hacÕya÷Õ kokan çember sakallar sÕvazlanacak. Bildi÷im, bekledi÷im oldu. YalnÕz bir ayrÕOÕkla : AçÕktan açÕ÷a, 'østemezük!' diyecekleri yerde, ben, Akúam gazetesinden 'kalemi ile geçinen mekanik iúçi' Orhan Selim, dolambaçlÕ bir yoldan basamak yapÕldÕm. Bütün bir yeryüzü tarihini, bir bakÕmdan, yürüyen kervanlarla ürüyen itlerin dövüúü olarak gördü÷üm için, gündeli÷imden edilece÷imi bildirdiler. "Orhan Selim adÕndaki adam iki aydan beri Akúam gazetesinde temiz Türkçe denemeleri yapan 'teknik bir yazÕ Lúçisinden' baúka bir nesne de÷ildir. Bu bakÕmdan o, ikinci ayÕna yeni basan bir teknik yazÕFÕGÕr. Ancak gören iki gözü ve duyan iki kula÷Õ vardÕr. "Bunun için, hacÕya÷Õ kokulu, kara çember sakallarÕQÕ tÕraú ettirip yeúil sarÕklarÕQÕ kelebek biçimi kravat diye kullanarak göz boyayanlarÕn, tecvitli seslerinde bir 'Baba Tahir' kurnazlÕ÷Õyla, Orhan Selim'in omuzu üstünden he yana çatmak istediklerini anlar." (9 Ocak 1935)

11 Ocak 1935 tarihli "Akúam" gazetesinde ise Orhan Selim, NâzÕm Hikmet'ten aldÕ÷Õ bir mektubu yayÕmladÕ : "Benim sÕska, benim cÕOÕz, benim toy o÷lum Orhan Selim! øki aydÕr senin yazdÕklarÕQÕ, iki üçtür sana yazÕlanlarÕ okuyorum. Sana her çatanÕn kurúunu, senin arkandan vurarak, benim gö÷sümü aramakta. (...) øt Ürür Kervan Yürür' diye bir yazÕ yazdÕn. Bir devrim yapan her ülkede bu yazÕ gönül açÕFÕ bir türkü gibi okunabilir. Ancak, yine, bir devrim yapan her ülkede, yürüyen kervanlarÕn ardÕndan bakakalanlar, geçmiú günlerin adamlarÕ bu türküyü bir ölüm marúÕ gibi dinledikleri için gocunurlar. Nitekim gocunanlar da oldu iúte!.. Böyle bir söz söyledi÷in için, seni gündeli÷inden, ekmek parasÕndan ederiz, dediler. Senin adÕQÕn üstünden bana taú atarak seni ürkütmek istediler. 'Tehlikeli vadilerde yürüyorsun,' diye kaúlarÕQÕ çattÕlar. (...) "Sen iki aylÕk acemi, toy bir yazÕFÕVÕn. Bu acemili÷ine, bu toylu÷una bakmadan, karanlÕklardan ders almÕú, 'medrese mantÕ÷Õyla' piúkin eski kurtlarla nasÕl kalem yarÕúWÕrabilirsin? "Bak, iúte yine senin kaleminin ucunda benim yüre÷imin takÕOÕ oldu÷unu ileri sürerek, kendilerinin, kÕOÕna bile dokunulmaz korkunç aslanlar olduklarÕQÕ söyleyerek, 'usta hÕrsÕz ev sahibini bastÕUÕr' kafasÕyla, seni jurnalcÕ, 'zebunkeú' diye adlandÕrarak korkutmak, sözüm ona, utandÕrmak istiyorlar. "AldÕrma, o÷lum, Orhan Selim! KavgayÕ uzatmakla güttükleri iki yol var : Birisi provokasyon yaparak seni ekmek parasÕndan etmek; ötekisi tirajlarÕQÕ yükseltmek! "Böyle bir kapana düúme, yavrucu÷um! (...) "Onlar isterlerse söylensinler daha, sen kavgayÕ burada bitir. Yoksa, yazdÕ÷Õn, be÷endi÷in o atalar sözünü anlamamÕú olursun."

NâzÕm Hikmet ile Peyami Safa arasÕndaki tartÕúma ise aynÕ gazetede fÕkra yazarÕ olarak çalÕúÕrlarken patlak verdi. "Tan" gazetesinin ikinci sayfasÕnda, sol köúede, "Bu da Benden" üst baúOÕ÷Õ altÕnda Orhan Selim, sa÷ köúede ise "Düúündükçe" üst baúOÕ÷Õ altÕnda Peyami Safa yazÕyordu. Birçok konuda ters görüúleri savunuyorlardÕ. Zaten bütün dünyada nasyonal sosyalistlerle komünistlerin arasÕ iyice gerginleúmiúti. øspanya iç savaúa do÷ru gidiyordu. Gazetenin sahibi Zekeriya Sertel bir sayfanÕn iki köúesine karúÕOÕklÕ koydu÷u bu iki yazarÕQÕn iliúkilerini yÕllar sonra anÕlarÕnda úöyle anlatacaktÕr : "NâzÕm daha çok komünizmi yaymak ve etrafÕndakileri komünizme kazanmak meraklÕVÕydÕ. Onun için, tartÕúmalarÕn en önemli ve devamlÕ konusu komünizmdi. Bu konu, Peyami Safa'yÕ çileden çÕkarÕyordu. Peyami çok zeki ve kabiliyetli bir gençti. O sÕrada Fatih-Harbiye romanÕyla edebiyat âleminde dikkati çekmiúti. NâzÕm onu davaya kazanmaya çok önem veriyordu. Onun bütün itirazlarÕna ve hÕrçÕnlÕklarÕna, bir peygamber sabrÕyla katlanÕr, onu inandÕrmaya çalÕúÕrdÕ. Fakat Peyami, zeki oldu÷u kadar da kötü ruhlu bir adamdÕ. Çok içki içer, hatta esrar kullandÕ÷Õ bilinirdi. Bu bakÕmdan da NâzÕm'Õn tam zÕddÕ bir tipti. NâzÕm'Õn, çevresinde yarattÕ÷Õ etkiyi kÕskanÕr, onun ak dedi÷ine, mutlaka kara derdi. NâzÕm'Õ kÕskanÕyor, onun etkisine düúmekten korkuyordu. Bütün bunlara bakmayarak, NâzÕm onu kazanmak umudunu bÕrakmak istemiyordu. "Peyami de tersine, NâzÕm'Õ komünizmden caydÕrmaya çalÕúÕyor, fakat bu çabasÕnda yalnÕz kaldÕ÷ÕQÕ gördükçe deliye dönüyordu. Bu karúÕOÕklÕ tartÕúma aylarca sürdü. Sonunda Peyami faúizmi seçti ve bizlerden ayrÕldÕ. O tarihten sonra da ateúli bir antikomünist kesildi ve bütün ömrü boyunca faúizme hizmet etti. Komünizme ve komünistlere úiddetli hücumlar yaptÕ. Hele NâzÕm'a ve bizlere karúÕ uydurmadÕ÷Õ iftira, yapmadÕ÷Õ jurnalcilik kalmadÕ."

TartÕúma Orhan Selim'in "Tan"daki köúe yazÕlarÕnda küçük kentsoylu aydÕnlara karúÕ sözler etmesiyle baúladÕ. "Kendi Kendime Çatmak" baúOÕklÕ yazÕda úöyle deniyordu : "Kendi kendime çatmasÕQÕ çok severim; hele o÷lum Orhan Selim, sana çatmak, seni hÕrpalamaktan duydu÷um tat bir kötü huylu üvey ananÕn sÕska, cÕOÕz üvey kÕ]ÕQÕ horlamaktan duydu÷u tada benzemese de, bir düúmanÕn bir düúmanÕ ezmesi gibidir. "Ben, Orhan Selim, kendi kusurumu, kendimin günden güne kötüleúen yazÕlarÕPÕ baúkalarÕndan önce görmeye, anlamaya, böyle uluorta söylemeye çalÕúarak belki de bir kötü kurnazlÕk yapÕyorum, belki de özümü özüme karúÕ kurtarmak istiyorum. Olabilir. Bu her küçük entellektüelin huyudur. Eninde sonunda ben Orhan Selim de bir küçük entellektüelden baúka bir nesne de÷ilim." (2 Haziran 1935)

AkúamlarÕ basÕn üyelerinin bir araya geldi÷i içkili lokantalarda, çevrelerine toplanan gençlere, yabancÕ dergilerden, gazetelerden okuduklarÕQÕ aktararak hava basan sa÷FÕ üstatlar, aúÕUÕ milliyetçi görüúlerin bütün Avrupa'yÕ sardÕ÷ÕQÕ, toplumsalcÕOÕ÷Õ artÕk kimsenin umursamadÕ÷ÕQÕ ballandÕra ballandÕra anlatma yarÕúÕna girmiúlerdi. Bunlardan biri olan Peyami Safa'nÕn, bir akúam, "ArtÕk NâzÕm okunmuyor, yazÕlarÕ bakkal a÷]Õ, sütçü narasÕ gibi sözlerle dolu!" demesi üzerine, Elif Naci'yle aralarÕnda oldukça sert bir tartÕúma geçti÷i duyulmuútu. Sa÷FÕ entelektüeller genç gazeteciler üzerinde bir baskÕ yaratmaya çalÕúÕyorlardÕ. Solcular ise durumdan çok tedirgindiler.

Orhan Selim aynÕ gün iki ayrÕ gazetede bu konuyu ele aldÕ. "Tan"daki yazÕQÕn baúOÕ÷Õ "Kahve-Gazino Entelektüelleri" idi : "Yorgun çÕktÕm iúten. Hava bo÷ucu sÕcak. Gazinoya girdim, bir bardak bira içeyim diye. Oturdu÷um masanÕn karúÕVÕndakinde dört kiúi var. RakÕ içiyorlar. øçlerinden birisi yüksek sesle konuúuyor. Sözlerini dinliyorum : "Les Nouvelles Litteraires" mecmuasÕndaki bir makalenin adÕ "Revue des deux Mondes"daki bir yazÕQÕn bir cümlesiyle birleúmiú, "Candide"deki bir politika(?!) yazÕVÕndan alÕnmÕú bir görüú (?!) "Mercure de France"daki bir filozof bilmem nesiyle uzlaúWÕUÕlmÕú ve bunlarÕn topu birden Larousse Ansiklopedisi'ndeki derin (?!) bilgilerin egemenli÷i altÕnda toplanmÕú. "Bir uzun ara coúkun delikanlÕQÕn ne demek istedi÷ini kavrayabilmek için bütün gücümü tükettim. Fakat ben, anlaúÕlan, çok istidatsÕz bir adammÕúÕm, iúin yorgunlu÷u da bindirmiú olacak, bu gazino entelektüelinin ne demek istedi÷ini kavrayamadÕm. Bir yÕ÷Õn sözün, konkretleútirilince duman gibi da÷ÕOÕveren bir sürü kelime a÷ÕrlÕ÷ÕQÕn altÕnda ezildim ve ne yalan söyleyeyim, biracÕ÷ÕPÕ bile bitiremeden fÕrladÕm dÕúarÕya. Bu da gösteriyor ki, ben çocuklarÕn uçurduklarÕúeytan uçurtmalarÕ kadar baúÕboú ve hür ve yüksek ve sÕQÕrsÕz ve çerçeveden uzak ve bilmem ne entelektüelli÷i anlayamayacak kadar dar kafalÕ\Õm." (7 Haziran 1935)

"Tan"da, Peyami Safa'nÕn karúÕ köúesinde, bu yazÕ yayÕmlandÕ÷Õ gün, "Akúam"da da, gene Orhan Selim'in, "Entelektüel" baúOÕklÕ yazÕVÕ çÕktÕ :

"Entelektüel dedi÷in, úarkÕya benzer. øyisi, özlüsü, derini ve düzenlisine doyum olmaz. Kötüsü çekilmez bir nesnedir. Ne dinlenir, ne tadÕOÕr. *** "Entelektüellerin ço÷u, bir bakÕma, gramofon plaklarÕ gibidirler. øçlerine neyi doldurmuúlarsa onu çalarlar. YalnÕz, bunlarÕn arasÕnda bir cinsi de vardÕr ki, öyle dolduruldu÷u için öyle çaldÕ÷ÕQÕ de÷il, öyle diledi÷i için o çeúit ses oÕkardÕ÷ÕQÕ sanÕr. Bunlar, ya÷murun bir yÕ÷Õn sebepler sonunda ya÷GÕ÷ÕQÕ de÷il, ya÷mak istedi÷i için ya÷GÕ÷ÕQÕ söyleyen putatapÕFÕlardan ayÕrtsÕzdÕrlar. *** "Her küçük, yarÕm, taslak entelektüel kendisini dünyanÕn mihveri sanÕr. *** "Tavu÷un, sÕ÷ÕUÕn küçü÷ü, civcivi, palazÕ, danasÕ güzeldir. Entelektüelin ise, büyü÷ü... *** "Entelektüeller, sosyal hayatÕn katlarÕnda bir apartmanÕn merdiveni gibidirler. Hangi kata düúüyorsalar orda oturanlarÕn pisli÷ini, temizli÷ini gösterirler." (7 Haziran 1935)

Orhan Selim'in birkaç gün sonra "Tan"da çÕkan yazÕVÕQÕn baúOÕ÷Õ ise "Eski 'Dost'" idi : "Atasözlerinin topu birden do÷ru de÷ildir. Atasözlerinin içinde öyleleri vardÕr ki, olanÕ de÷il, olmasÕ istenileni gösterirler. Bu bakÕmdan, bu sözler içinde bir ozanca dilekten baúka bir úey olmayanlarÕ boldur. "ESKø 'DOST' DÜùMAN OLMAZ! sözü iúte bunlardan biridir, bence. Biz adamo÷ullarÕQÕn ilk konuúmaya baúladÕ÷ÕPÕzdan son solu÷umuzu verinceye kadar arayÕp dileyip, özleyip bulamadÕ÷ÕPÕz, daha do÷rusu çok az buldu÷umuz nesnelerden biri de dosttur, dostluktur. øúte bunun içindir ki, úarabÕn eskisi gibi, dostun da yÕllanmÕúÕna, eskisine güvenmek isteriz hiç olmazsa. Bu iste÷imizi de atasözü içine sokmuúuz. Oysa dostluk úarap gibi de÷ildir. <ÕllandÕkça güzelli÷i, tadÕ artmaz, çok kez! Çok kez tersine olur, yÕllarÕn içinde durgun su gibi kurtlanÕr, yosunlanÕr, tortulanÕr. Bunun için de düúmanlarÕn büyü÷ü çok kez eski dostlardan çÕkar. Eski dost düúman olur, hem de nasÕl!.." (10 Haziran 1935) "Tenkit için, 'kÕskançlÕk ilmidir' diyen Brunétiere, yalnÕz kendi memleketinde haklÕ olabilir. "Bu sözün Türkiye'de de aynÕ do÷rulukla tatbik edilebilmesi için úöyle düzeltilmesi lazÕm gelir : Tenkit bizde sadece NÕskançlÕktÕr. "Tenkit bizde o kadar kÕskançlÕktÕr ki hÕncÕQÕ alamayÕnca intihar etmiútir." (Tan, 12 Haziran 1935)

Beú gün sonra Orhan Selim, "Tan"daki "Ben Münekkitten YanayÕm!" baúOÕklÕ yazÕVÕnda úöyle sözler ediyordu : "Münekkitten sakÕnanlarÕn büyük bir çoklu÷u, sÕrtlarÕndaki ile kendileri bile geçinemeyecek kadar entipüften, sabun köpü÷ünden, kuru kalabalÕk lafügüzaftan bir yük taúÕyanlardÕr. YaptÕ÷Õ iúe güvenen artist, ideolog münekkitten çekinmez. Çekinmeyince de münekkide çatmaz. Çünkü çatmak, saldÕrmakla korkmak çok yerde bir tek duygunun iki ayrÕ görünüúünden baúka bir úey de÷ildir. (...) "Münekkidin ille de dogmatik olmasÕ gerek de÷ildir. Münekkit de bizim gibi adamo÷ludur ve o da bir de÷Lúim, bir geliúim içindedir. Bundan dolayÕ dün be÷endi÷ini yarÕn be÷enmeyebilir. Bunu bir ilerleyiú yolu üstünde yapÕyorsa ne mutlu ona. ùimdi bunlarÕ yazarken bizim biricik münekkit Nurullah Ataç aklÕma geldi. Çünkü ona çatanlar onun bu yönünü tuttururlar. "Ben kendi payÕma münekkitten yanayÕm." (17 Haziran 1935)

øçki masalarÕndan kula÷Õna gelen sözlerin nereye varaca÷ÕQÕ sezen NâzÕm Hikmet'in, daha önce davranÕp baúlattÕ÷Õ bu üstü kapalÕ saldÕUÕ yazÕlarÕna, sonunda Peyami Safa da, "Sürü AdamÕ" baúOÕklÕ, üstü kapalÕ bir saldÕUÕ yazÕVÕyla yanÕt verdi : "Bir adam vardÕr ki, hiçbir düúüncesinde, hiçbir hareketinde, 'kendi kendisi' olamaz. Ne düúünse, ne yapsa, ne söylese kendini de÷il, mensup oldu÷u sosyeteyi, Õrk, muhit ve dÕúardan aldÕ÷Õ telkinleri dile getirir. "Kendili÷inden hiçbir úey bulmamÕúWÕr. Baúka birinin sisteminden aldÕ÷Õ fikirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. (...) "ArtÕk ölünceye kadar hiçbir realitenin mili, onun yabancÕ bir telkinle perdelenmiú gözünü açamayacaktÕr. HayatÕn her úeyi her gün de÷Lúti÷i halde, o, sakallÕ feylesofundan yahut iktisatçÕúeyhinden belledi÷i, hiç de÷Lúmeyen birkaç ayet içinde kalmaya mahkûm, ilerledi÷ini sanacak, yerinde sayacaktÕr. øçinde hep sürü insiyaklarÕ tepti÷i için úahsiyetten mahrum, insana en uzak insandÕr bu. Bir ferttir, fakat úahÕs de÷ildir. (...) "Bu sürü adamlarÕQÕn yüz bin tanesi bir tek úahsa muadil de÷ildir. Nüfusunu gerçekten artÕrmak isteyen bir memleket, bunlarÕn sayÕVÕQÕ azaltmakla iúe baúlamalÕ ve fertlerden de÷il, úahÕslardan mürekkep bir sosyete kurmanÕn yoluna bakmalÕGÕr." (Tan, 23 Haziran 1935)

Orhan Selim'in yanÕWÕ hemen ertesi gün, gene "Tan"da çÕkan, "Küçük Adam" baúOÕklÕ yazÕyla geldi : "Bir küçük, bir kÕVÕr, bir küçüklü÷ünden ve kÕVÕrlÕ÷Õndan mustarip adam vardÕr. Bodur ve yemiúsiz bir a÷aç gibi yerinde mÕhlÕ durur. Fakat kuru, cÕOÕz dallarÕ çevresindeki bir iki metrelik yere önden, arkadan, sa÷dan, soldan, karmakarÕúÕk uzanmÕúlardÕr diye, sÕQÕrsÕz bir geniúli÷in, bitmeyen bir ilerlemenin içinde sanÕr kendini. ***

"Bir küçük, bir kÕVÕr, bir küçüklü÷ünden ve kÕVÕrlÕ÷Õndan mustarip adam vardÕr. OmurgasÕ çürümüú, sintinesi su eden eski bir gemicik gibi sularÕ durgun bir limanÕn rÕhtÕPÕna ba÷lanmÕúWÕr. Fakat kendini hareketsizli÷e ba÷layan zincirin her halkasÕ ayrÕ ayrÕ düúünce iklimlerinden, karmakarÕúÕk getirildi÷i için kÕUÕk direklerine sarÕOÕ yÕrtÕk yelkenlerinde hür rüzgârlarÕn esti÷ini vehmeder. Bu vehim onun her úeyidir. Bu vehmini kaybetti÷i gün, ba÷landÕ÷Õ rÕhtÕPÕn taúlarÕ dibindeki durgun suya bir daha hatÕrlanmamak üzere gömülece÷ini bilir. Oysaki onun en korktu÷u úey, kendini hatÕrlatmamak, kendini gösterememek, unutulmaktÕr. ***

"Bir küçük, bir kÕVÕr, bir küçüklü÷ünden ve kÕVÕrlÕ÷Õndan mustarip adam vardÕr. Gramofon pla÷Õna benzer. YalnÕz úu farkla ki gramofon pla÷Õ içine doldurulan úarkÕ\Õ söylerken bunu ben kendili÷imden okuyorum diye düúünmez." (Tan, 24 Haziran 1935)

Gazetesindeki iki yazarÕn böyle alttan alta da olsa birbirlerini aúD÷ÕlamalarÕndan, "sakallÕ feylesofundan yahut iktisatçÕúeyhinden belledi÷i" gibi sözlerle jurnalcili÷e kadar varmalarÕndan rahatsÕz olan Zekeriye Sertel, ikisini de ayrÕ ayrÕ odasÕna ça÷ÕUÕp konuúmak gere÷ini duydu, ayrÕca baúyazarlÕ÷ÕQÕ yaptÕ÷Õ akúam gazetesi "Son Posta"da da bu tür tartÕúmalarÕ hoú karúÕlamadÕ÷ÕQÕ yazdÕ. Bunun üzerine Peyami Safa, 26 Haziran 1935 tarihli "Tan"da, "Yine Zaruri Cevap" baúOÕklÕ bir yazÕ yayÕmladÕ : "Bizde münakaúalarÕn kavgaya ve fikrin küfre tereddi etmesinden ne kadar tiksindi÷imi, bu sütundaki son fÕkralarÕma kadar birçok yazÕlarÕmda belirtmekten geri kalmadÕm. (...) "Bir akúam gazetesindeki muharrir arkadaúÕPÕz, bu nevi münakaúalara karúÕ haklÕ memnuniyetsizli÷ini ilan ederken, muarÕzlarÕn birbirini jurnal etmeye kadar vardÕklarÕQÕ söylüyor. "Bunu söylerken farkÕnda de÷il ki, jurnalcilik isnat etmek suretiyle, bizzat kendisi iyi bulmadÕ÷Õ küfür ve kavga hududuna çoktan girmiútir. (...) "Ben bu sütunlarda kapalÕ geçen ve aynÕ gazetenin sayfalarÕnda yakÕúÕksÕz duran meselenin bütün safhalarÕQÕ mensup oldu÷um bir haftalÕk gazetede teúrih etmek kararÕ ile, o akúam gazetesindeki arkadaúa da cevap vermeyece÷im. (...) "Herhalde bu mesele dibine kadar aydÕnlÕ÷a kavuúaca÷Õ yeri ve zamanÕ pek yakÕnda bulacaktÕr."

Böylece "Tan"da kapalÕ geçen tartÕúmanÕn, açÕ÷a vurularak Peyami Safa'nÕn kendisinin çÕkarmakta oldu÷u "Hafta" gazetesine taúÕnaca÷Õ duyurulmuú oluyordu. O yÕllarda tartÕúma yazÕlarÕ özellikle okur çekmek için kullanÕOÕrdÕ. Bu tür yazÕlar, gergin bir hava yaratÕlabilirse, satÕúa çok yararlÕ olurdu. Hele gazete baúyazarlarÕ kapÕúWÕlar mÕ, iki gazetenin satÕúÕ da birdenbire yükseliverirdi. Kimi ünlü köúe yazarlarÕQÕn çalÕúWÕklarÕndan baúka gazetelerde, takma adlarla, kendilerine karúÕ tartÕúma yazÕlarÕ yazdÕklarÕ bile söylenirdi. Peyami Safa için bu kaçÕUÕlacak fÕrsat de÷ildi. Hem Orhan Selim'i bir yana itip do÷rudan NâzÕm Hikmet'e karúÕ yazaca÷Õ yazÕlarla, komünizm düúmanlarÕQÕn, milliyetçilerin, nasyonal sosyalistlerin ilgisini kamçÕlayacak, hem solcularÕ gazetesini almak zorunda bÕrakacak, hem de uzun süredir içinde biriken öfkeyi kendi dergisinde, kimsenin denetimi, kÕVÕtlamasÕ altÕnda olmadan istedi÷i gibi ortaya vuracaktÕ. "Biraz AydÕnlÕk" ortak baúOÕ÷Õyla tam 7 hafta, üst üste 7 yazÕ yayÕmladÕ. Birinci yazÕda NâzÕm Hikmet'i nasÕl tanÕGÕ÷ÕQÕ, nasÕl savundu÷unu, Güzel Sanatlar Birli÷i'nde nasÕl úiirlerini okumasÕQÕ sa÷ladÕ÷ÕQÕ, romanlarÕndan birini nasÕl ona ithaf etti÷ini anlatÕyor, jurnal konusunda ise úöyle diyordu : "Hem bizim NâzÕm'Õn bir tek jurnalcisi vardÕr ki o da kendisidir. Kellesine geçirdi÷i iúçi takkesi, sÕrtÕna vurdu÷u ceket, dü÷meleri çözük mintanÕndan dÕúarÕ fÕrlayan isyankâr kÕllar, ütüsüz pantolonu ve yÕNÕk omuzla ve ayrÕk bacakla kendisine yedi kat yerin dibindeki maden ocaklarÕndan açÕk havaya henüz çÕkmÕú bir iúçi edasÕQÕ vererek WÕNÕz ve gergin karÕnlÕ burjuvalarÕn üstüne hamle eder gibi varda kosta yürüyüúü hep bir a÷Õzdan 'Bu delikanlÕ Bolúeviktir bakÕQÕz, bakÕQÕz' diye avazlarÕ çÕktÕ÷Õ kadar ba÷ÕUÕyorlar. "Hey koca arslan! Esasen kendisi de mahkemede bunu açÕkça söylememiú miydi? (...) ùöhretinin büyük bir kÕsmÕQÕ (...) polisin takibine borçlu olan bu bolúevik fantomasÕ, gazetelerde sÕk sÕk ismi geçmezse unutulaca÷ÕQÕ bilir ve rahatsÕz olur. "NâzÕm, fikirleri için de÷il, kendi istedi÷i için takip edilmiútir." (Hafta, 8 Temmuz 1935)

"Biraz AydÕnlÕk : 2" ise NâzÕm Hikmet'in úairli÷ini, düúünce yapÕVÕQÕ, komünistli÷ini küçümseyen bir yazÕydÕ : ønkâr etmesinler, NâzÕm'ca÷Õz úairdir. Fakat bütün materyalist iddialarÕQÕn aksine gayet romantik, lirik, cÕYÕk, hassas bir úairdir. MÕsralarÕQÕn dibindeki gözyaúÕ birikintilerini keúfetmek için su mühendisi olmak úart de÷ildir, hemen her eserinde babayi÷it rolüne çÕkan bu tuluat kahramanÕ, kulis arasÕnda ahlayÕp oflayan, a÷lamaklÕ ve içli bir aile çocu÷u, bir ana kuzusudur. (...) "Felsefesini, Karl Marks'Õn berber ve kasap çÕraklarÕna kadar kolayca ö÷retilen umumi fikirlerinden, esteti÷ini ve nazmÕQÕ, artÕk her yerde, Rusya'da bile modadan düúmüú üslubunu ve úeklini Maikovsky isminde bir Rus úairinden oldu÷u gibi almÕúWÕr. (...) "NâzÕm'Õn yakalanmasÕ, polis müdürlü÷ünü, kitaplarÕQÕn ilanat acentesi olarak kullanmak istemesindendir. Çünkü NâzÕm, su katÕlmamÕú burjuvadÕr. Ve en sahte tarafÕ, komünist tarafÕGÕr." (Hafta, 15 Temmuz 1935)

Bu ikinci yazÕ üzerine "Yedigün" dergisinin 17 Temmuz 1935 tarihli sayÕVÕnda, Naci Sadullah'Õn NâzÕm Hikmet'le yaptÕ÷Õ bir konuúma yayÕmlandÕ. Naci Sadullah genç bir yazardÕ. Süreyya Paúa ile uzaktan bir akrabalÕ÷Õ vardÕ. Ailesine yergi yazan úairi dövmek için "Resimli Ay"a gitmiú, ama NâzÕm Hikmet'le tanÕúÕp konuúunca, ona hak vermiúti. Böylece baúlayan dostluklarÕ, Naci Sadullah'Õn röportaj yazarÕ olmaya yönelmesiyle kalem arkadaúOÕ÷Õna dönüúmüútü. AslÕnda Naci'yi bu iúe yüreklendiren NâzÕm'dÕ. Peyami Safa'nÕn saldÕUÕVÕna karúÕ onun aracÕOÕ÷ÕQÕ seçmesi de, çok ilgi çekecek, çok okunacak bir röportaj yapmasÕna olanak sa÷lamak içindi. NâzÕm Hikmet bu konuúmada kendini savunmaya gerek duymadan, Peyami Safa'nÕn kiúili÷i üzerinde durmuútu : "Peyami sosyal bakÕmdan úayan-Õ dikkat ve arsÕulusal bir tiptir. Çünkü onun sürülerle benzerine, sade Türkiye'de de÷il, birçok büyük Avrupa úehirlerinde de rastlanÕr. Ve onlar, Peyami ve benzerleri, sosyal temelleri çürümüú bir cins küçük burjuva münevverli÷inin marka malÕ olmuú öyle numuneleridir ki ideoloji bakÕPÕndan karanlÕk bir oÕkmaz içinde çÕrpÕQÕr dururlar. (...) "Mütereddi [soysuzlaúPÕú] küçük burjuva münevverli÷inin en dikkate de÷er hususiyetlerinden birisi, nazariyede dehúetli reybi [úüpheci] ve septik görünmeleridir. Fakat bunlar hayatta nazariyedeki reybiliklerine ra÷men maddi oÕkarlarÕ mevzubahs olunca çok pratiktirler ve böylelikle de yaúayÕúlarÕnda hayli derin tezatlara düúerler. (...) "Herhangi bir fikre taassupla ba÷lanmanÕn, insanÕ bir sürü adamÕ haline soktu÷unu söyleyen bu tip, mesela masonluk fikrine ve idealine kör bir taassup ve müthiú bir imanla ba÷lanmÕúWÕ ve bu ba÷lanÕúta o kadar ileri varmÕúWÕ ki, bir mason locasÕna girebilmek için üç defa eúik aúÕndÕUÕp, üç defa reddedilmeyi bile göze almÕúWÕ. Ana akideleri malum, hudutlarÕ çizilmiú, nizamnamesi mazbut ve matbu olan MaúUÕk-Õ Âzam ideolojisine bu kadar taassupla ba÷lanmak, onun azasÕ olmak idealini bu kadar benimsemek, sürüye istida verip, sürü adamÕ olmak istemek de÷ildir de nedir? Ve úimdi sorarÕm sana, bu tipin nazariyesiyle prati÷i, yani düúüncesiyle hareketi arasÕndaki tezat, masonluktan bir maddi oÕkar ummasÕndan baúka neye atfedilebilir? (...) "Mütereddi küçük burjuva münevverlerinin karakter hususiyetleri saymakla tükenir soyundan de÷ildir. (...) "Onlar úöhret ihtiraslarÕQÕ ve maddi refahlarÕQÕ doyurmak u÷runda en aúD÷ÕOÕk vasÕtalara baúvurmaktan çekinmezler. "Nitekim tetkik etti÷imiz bu tip (...) bugün yanÕnda çalÕúWÕ÷Õ bir baúmuharrirden sitayiúle bahsediyor. Fakat az aúD÷Õda aynÕ muharririn mazisini, onun vaktiyle çÕkardÕ÷Õ mecmua için úu satÕrlarÕ yazarak jurnal ediyor : "'Resimli Ay, putlarÕ yÕNÕyoruz serisi altÕnda, nasyonalistlere taarruza baúladÕ!'"

KonuúmanÕn sonuna do÷ru NâzÕm Hikmet de Naci Sadullah'a bir soru soruyordu : "DünyanÕn hangi yerinde ve hangi polisi insanÕ kasketi, ceketi, gö÷sü, pantolonu ve bacaklarÕ için takip eder?" Naci Sadullah ise bu garip soruya yanÕt bile aramadan, úairin "her úeyden önce sade kÕOÕ÷Õyla" bu sözleri "tekzip" etti÷ini belirtiyordu.

Beú gün sonra, 22 Temmuz 1935 tarihli "Hafta"da yayÕmlanan "Biraz AydÕnlÕk : 3" baúOÕklÕ yazÕ, bu konuúmaya yanÕt niteli÷indeydi. NâzÕm Hikmet'in söyledikleri için, "hiçbir sosyoloji, bu herzeyi yumurtlamaz. Hiçbir objektif ilim kitabÕ, bu kaldÕUÕm politikacÕVÕ a÷]ÕQÕ kullanmaz. ølim namÕna savrulan bu palavra, adi propaganda kitaplarÕnda bile yer bulmaz olmuútur," diyen Peyami Safa, çeúitli konularda birtakÕm açÕklamalar yapÕyordu : "Bir zamanlar bolúevik Rusya'da komünist olmayan herkese mütereddi burjuva, pis burjuva diye hücum etmek âdet olmuútu. (...) Bolúevik Rusya'da bile bu tarz hücum artÕk ayÕp sayÕOÕyor. Sovyet ihtilalinin burjuva medeniyetine neler borçlu oldu÷unu ve mütereddi burjuva ithamÕQÕn manasÕzlÕ÷ÕQÕ anlatmak için orada inkÕlap úefleri tarafÕndan kitaplar yazÕlmÕúWÕr. (...) "Bundan 9 sene kadar evvel, yani ilk gençli÷imde, akrabam ve dostlarÕm arasÕnda bulunan bazÕ masonlarÕn ÕsrarÕ üzerine mason olmayÕ düúünmemiú de÷ildim. Bilhassa ahlaki prensipleri beni biraz cezbeder gibi olmuútu. Fakat masonlar benimle resmi temasa girerek 'tabiat, ahlak, yaratÕOÕú' hakkÕnda fikirlerimi sormaya karar verince, zannederim ki verdi÷im cevapla onlarÕn akideleri arasÕnda bir fark zuhur etti ve bende mason olmak kabiliyeti görmemiú olacaklar ki, müracaatÕma cevap vermediler. "Üç defa eúik aúÕndÕrarak, üç defa reddedildi÷im yalandÕr. (...) "Ben ki 18 seneden beri bir hafta bile tatil yapmadan, yalnÕz kalemiyle hayatÕQÕ kazanmÕú bir muharririm. (...) øsmail Sefa'nÕn sürgünde öldü÷ü zamandan, yani iki yaúÕmdan son zamanlara kadar, necip, çünkü minnetsiz, fakat VÕrasÕna göre korkunç bir zaruret içinde büyüdüm. Gene de kalemimden baúka hiçbir úeye, hiçbir kimseye müracaat etmedim. øúte Türkiye'nin en alnÕ açÕk evladÕndan birine, boyu sÕUÕk gibi oluncaya kadar aile kuca÷Õnda dandini bebek gibi hoplatÕla hoplatÕla büyütülen bu paúa torunu, bu bolúevik züppesi, kellesine yalancÕ bir amele kasketi taklidi oturtarak siyasi namussuzluk isnadÕna kalkÕyor. (...) ølk zamanlar halk gibi ben de onun fikirlerinde samimi oldu÷unu sanÕyordum. Nitekim öyle oldu÷u için, kendisiyle aynÕ fikirde olmadÕ÷Õm halde, müdafaasÕQÕ yapmak gafletinde bulundum. (...) "E÷er baúÕna kasket ve sÕrtÕna amele ceketi giyen adam lalettayin ve mazlum bir iúçi ise, hiçbir polis onun peúine düúmez. Fakat bu adam, yazÕlarÕndan mahkeme salonlarÕna kadar her yerde cici bolúevik süsünü göstermeye hevesli ve gençler arasÕnda birkaç çömez avlamaya çÕkmÕú propagandacÕ NâzÕm Hikmet ise, kasketinin de, ot ceketinin de, yürüyüúünün de tesiri hesap edilir. "Nitekim, bu tosun da aynÕ hesapladÕr ki, ayda 200 liradan fazla kÕYÕrdÕ÷Õ zamanlar bile, so÷an ekmekten baúka aúÕ olmayan zavallÕ iúçilerin kÕOÕklarÕQÕ benimseyerek sokak sokak dolaúÕp durmuútur. Bilmemiútir ki 'tarihi maddecilik' bir ortaoyunu de÷ildir. Ve Ayvaz rolüne çÕkan açÕkgöz paúa torununun bu numarasÕna ne milliyetperver Türk gençli÷i, ne de Türk iúçisi kolay kolay aldanmayacaktÕr."

Naci Sadullah, 17 Temmuz 1935 tarihli "Yedigün"de, NâzÕm Hikmet'le yaptÕ÷Õ konuúmanÕn bütününü yayÕmlayamamÕúWÕ. Kesti÷i bölümlerde genel olarak provokatörlerden, özel olarak da Peyami Safa'nÕn provokatörlü÷ünden söz ediliyordu. NâzÕm'Õn iste÷i üzerine, Naci Sadullah, "Yedigün"ün bir sonraki sayÕVÕnda, 24 Temmuz 1935'te, bu bölümleri de yayÕmladÕ : "Her yerde, irili ufaklÕ provokatörler, geniú manasÕyla fitne fücurlar ve casuslar, bizim bu tetkik etti÷imiz tipin, Peyami Safa'nÕn benzerleri arasÕndan çÕkar. E÷er biz Peyami'nin bu tarafÕQÕ ele alacak olursak, ben derim ki, Peyami bir ihtisas mahkemeleri kaça÷Õ, mütereddi provokatördür. Ve bu mütereddi fitnenin maskesini alaúD÷Õ etmek, onun korkunç içyüzünü, bulaúÕk hastalÕklar müzesindeki bir ibret levhasÕ gibi ortaya çÕkarmak zamanÕ gelmiútir. "Ben bu iúi parmaklarÕPÕn ucunda derin bir tiksinti duyarak yapaca÷Õm. Bunu yapmak, dostlarÕPÕ bu sinsi hastalÕ÷Õn úerrinden kurtarmak için lazÕmdÕr. (...) "Onun düúüncelerini, görüúlerini ve bütün bir hayat akÕúÕQÕ idare eden tek bir dümen vardÕr : Nefsi, nefs-i azizi, úahsi menfaati. ùimdi bu iddiamÕ ispat edeyim : "Peyami'nin Babiâli Caddesi'ne düútü÷ü andan bugüne kadar geçen fikri hayatÕQÕ tetkik edersek úunu görürüz : O boyuna sa÷ ve sol arasÕnda bocalamÕúWÕr. Bir kapÕya kapÕlandÕ÷Õ, cebi para gördü÷ü müddetçe sa÷a gitmiútir. Her kapÕlandÕ÷Õ kapÕdan kovuluúunda, her maddi sÕNÕntÕya düúúünde sollaúPÕúWÕr. Fakat sa÷a gitti÷i zamanlar, sola karúÕ provokasyonlar tertip eden üstat, en sollaúWÕ÷Õ vakitlerde bile, sa÷Õ kollayacak kadar kurnazlÕk göstermiútir. (...) "Dostlu÷umuz sÕralarÕnda Peyami, maddi bir sÕNÕntÕ içindeydi. Bu maddi sÕNÕntÕ onu sola do÷ru itiyordu. Bu itiú, günün birinde öyle bir haddi buldu ki, Peyami úahsen bana : 'Ben senin hatÕUÕn için marksist olurum!' demekten çekinmedi. (...) "Peyami'nin o kara günlerinde benimle yaptÕ÷Õ dostluk, 'hatÕr için marksist olmak' temayülleri, benim 'bir yere' sÕrtÕPÕ dayamÕú oldu÷umu tevehhüm etmesiyle [sanmasÕyla] baúlamÕúWÕ. Ve sonra, bana düúmanlÕ÷Õ da bu vehmin bir hakikat olmadÕ÷ÕQÕ anlamasÕyla tebellür etti. øúte, bugüne kadar, Peyami'nin, bende affedemedi÷i úey, onu böyle bir sukutu hayale düúürüúümdür. (...) "Dostlara úu tavsiyede bulunmayÕ bir vazife bilirim : "Üç kiúi bir yerde oturmuú konuúuyorsunuz. Mevzuunuz havalarÕn fena gitti÷idir. E÷er karúÕdan onun sökün etti÷ini görürseniz, susun! Peyami geliyor! "Bir matbaanÕn penceresi önünde duruyor, caddeye bakarak dertleúiyorsunuz. E÷er kaldÕUÕPÕn üstüne onun gölgesinin düútü÷ünü görürseniz, susun! Peyami geliyor! "Bir meclistesiniz. KapÕ açÕldÕ. O içeri girdi, susun! Peyami geliyor! "BabÕâli Caddesi'ne düúen her gencin ilk ö÷renmesi lazÕm gelen bir parola vardÕr : Susun, Peyami geliyor!"

Bir hafta sonraki "Biraz AydÕnlÕk : 5"te, Peyami Safa, "bolúevik mankeni", "bolúevik yobazÕ", "sahte bir komünistin sahte bir mukallidi", "úöhret düúkünü, úöhret kapitalisti", "bolúevik züppesi", "bolúevik madrabazÕ" gibi birbirini izleyen tanÕmlamalarla, NâzÕm Hikmet'in "kanlÕ biftekleri, ÕstakozlarÕ, börekleri afiyetle" yiyen, "tam bir burjuva keyfi içinde" yaúayan bir adam oldu÷unu söylüyordu : "Onun bir iki defa hapse girmiú olmasÕndan baúka bizi samimiyetine kandÕran hiçbir jesti yoktur. Fakat Türk ihtilali içinde fikirlerinde samimi veya gayri samimi pek çok münevver hapse girip çÕktÕ. "Evvela ihtilal disiplini içinde bu kahramanlÕktan ziyade, pek çoklarÕQÕn baúÕna gelen gayri ihtiyari bir zaruret olmuútur. "Sonra bunlarÕn hiçbirisi NâzÕm gibi geçirdikleri bu acÕ sergüzeúti bir istismar vesilesi yapmak istememiúlerdir. Hususiyle úöhret ve nahvet [böbürlenme] lehine istismar. "NâzÕm Hikmet, úimdi tam bir burjuva keyfi içindeyken nice komünistler ne zamandan beri hapistedirler. NâzÕm'Õn bir fikirden çok, açÕkça dönmekten utandÕ÷Õ bir iddianÕn inadÕ yüzünden çektiklerine herkesten çok fazla ben acÕ ve saygÕ duymuútum. (...) "Onun bu eziyetini inkâr ve istihfaf edecek [küçümseyecek] de÷ilim. Fakat karanlÕk bir odadaki zahmetini bize dehasÕQÕn tasdiki úeklinde ödetmek isteyen bu açÕkgözün kaba hilesine düúebilecek saflarÕ uyandÕrmak da nahvetin psikolojisini bilenlerin vazifesidir." (Hafta, 5 A÷ustos 1935)

Peyami Safa 12 A÷ustos 1935 tarihli "Hafta"da çÕkan "Biraz AydÕnlÕk : 6" baúOÕklÕ yazÕVÕnda, NâzÕm Hikmet'ten de öteye geçerek bütün komünist aydÕnlarÕ karúÕVÕna aldÕ : "Bir komünist münevveri, bir komünist filozofu, bir komünist âlimi geçinmek istiyor musunuz? KÕrk elli cümle ezberleyiniz ve yerine göre bunlarÕúLúiriniz elverir "Mesela ahlaka dair úu cümle : 'Ahlak, sÕQÕf menfaatlerinin bir neticesidir. Her úey sÕQÕf içindir, proleterya ahlakÕQÕn baúka esasÕ yoktur. øyi, sÕQÕIÕn zaferini temin eden her úeydir, fena, onu ma÷lubiyete götüren her úeydir.' "Sanata dair úu cümle : "'SÕQÕf mücadelesi her yerde oldu÷u gibi sanata da girecektir. SÕQÕflÕ bir cemiyette bitaraf bir sanat ve edebiyat olamaz. Sanat ve edebiyat iúçi sÕQÕIÕQÕn silahÕGÕr.' (...) "Böyle birkaç düstur daha belleyince, (...) bir komünist münevveri geçinmeniz mümkündür. (...) "Ben bu küçük ve mevzu olan úahÕs kadar basit bir polemikte böyle bir tenkide girecek de÷ilim. "Sadece demagojiye, ukalalÕ÷a, züppeli÷e çok müsait bir akidenin bizde yetiútirdi÷i zÕSÕr idealistlerin sahtekârlÕklarÕ üzerine bir kandil ÕúÕ÷Õ tutmak istedim. (...) "Gelecek sayÕda bu mevzuu layÕk olmadÕ÷Õ ehemmiyete kavuúmuú olmaktan geç bile olsa kurtararak seriyi bitirece÷imizi sanÕyorum."

19 A÷ustos 1935 tarihli "Hafta"da çÕkan "Biraz AydÕnlÕk : 7" baúOÕklÕ son yazÕVÕnda, Peyami Safa, tartÕúmanÕn bir özetini veriyor, kendi sözlerini sÕralayÕp úöyle diyordu : "NâzÕm Hikmet bütün bunlara, adeta beni dostça teyit etmek [do÷rulamak] istiyormuú gibi kÕt cevherinin ve düúük kalitesinin tam bir vesikasÕ olan sözlerle cevap vermeye özendi. (...) "Abes [boú] ithamlarÕQÕn delillerini bulmaktan âciz kalÕnca aynÕ yavan lakÕrdÕlarÕ, manzum bir lafazanlÕ÷Õn kuru kalÕEÕna dökerek, BabÕâli yokuúunda dükkân dükkân dolaúWÕ, yazdÕ÷ÕQÕ önüne gelene okudu. (...) "Tekrar ederim, evvelce kafasÕQÕn ve yazÕlarÕQÕn hÕúÕrlÕ÷Õnda Õsrar edenlere karúÕ müdafaasÕQÕ yaptÕ÷Õm NâzÕm Hikmet'in bu kadar mayasÕz, cevhersiz ve bomboú oldu÷unu ben bu polemi÷e baúlarken bilmiyordum. Bilseydim onu bu kadar silkelemeye lüzum görmezdim."

NâzÕm Hikmet'in yazdÕ÷Õ 11-20 Temmuz 1935 tarihli "Bir Provokatör Üstünde Hiciv Denemeleri" baúOÕklÕúiir dillerde dolaúmaya baúlamÕúWÕ. Yusuf Ziya Ortaç ile Orhan Seyfi Orhon, 1 Eylül 1935'te yayÕmlamaya baúladÕklarÕ "Aydabir" dergisinin ilk sayÕVÕnda, okurlarÕn merakla bekledikleri bu úiiri yayÕmladÕlar. Ama dergide, nasÕl olmuúsa, "Mason localarÕna üç defa baúvurup / mason localarÕndan üç defa kovulmayÕ" diye biten 17 satÕrlÕk bir bölüm atlanmÕúWÕ. Yusuf Ziya Ortaç özür dilerken, NâzÕm Hikmet bu hatanÕn kendisine bütün yergilerini bir araya toplayÕp Portreler adÕyla bir kitap çÕkarma düúüncesini verdi÷ini söyleyerek ona teúekkür ediyordu. "Aydabir"in aynÕ sayÕVÕnda Peyami Safa'nÕn da bir yazÕVÕ vardÕ. "BoyalÕ Cümle" baúOÕklÕ bu yazÕda içinde hiçbir yeni düúünce bulunmayan boyalÕ yazÕlardan söz ediliyordu : "Bu yazÕlarÕn teúbih kalabalÕ÷Õ altÕnda tek fikre tesadüf edemezsiniz. Mesela bu muharrir gaipten bir adamÕ kasdederek aleyhine sebepsiz veriútirir. Onu çürümüú yumurtaya, ham ayvaya, yelkeni patlamÕú gemiye, kaburgasÕ çürümüú tekneye, ne bileyim, úimúek yutarak göbe÷i çatlayan bir leyle÷e, daha bir úeylere, bir úeylere benzetmeye X÷raúÕr. Bütün bu boyalarÕn altÕndaki fikir küfürden baúka bir úey de÷ildir."

Peyami Safa'ya "Bir Provokatör Üstünde Hiciv Denemeleri"nin o sayÕda yer alaca÷Õ önceden bildirilmiú olmalÕ. Yusuf Ziya Ortaç ile Orhan Seyfi Orhon tartÕúmada NâzÕm Hikmet'i tuttuklarÕ için yayÕmlamÕú de÷illerdi úiirini. AmaçlarÕ okur çekmekti. Bu, herkes gibi, Peyami Safa'nÕn da bildi÷i bir úeydi. Onun için de dergi sahiplerinin tavrÕQÕ yadÕrgamamÕúWÕ. BøR PROVOKATÖR ÜSTÜNDE +ø&øV DENEMELERø "Sen ölmedin, seni öldürdüler zavallÕ kadÕn." T.F. Sen çÕkmadÕn oÕkardÕlar karúÕma seni! .ÕllÕ, kara elleriyle tutup enseni gövdeni yerden bir karÕú kaldÕrdÕlar, sonra birdenbire EÕrakÕp yere seni pantolonumun paçasÕna saldÕrdÕlar. Bir düúün o÷lum, bir düúün ey yetimi Safa bir düúün ki, son defa anlÕyabilesin : Sen bu kavgada bir nokta bile de÷il, bir küçük, e÷ri virgül, bir zavallÕ vesilesin!.. Ben, kÕzabilir miyim sana? Sen de bilirsin ki, benim âdetim de÷ildir bir posta tatarÕna bir emir kuluna sövmek, efendisine kÕ]Õp uúD÷ÕQÕ dövmek!. Sen de bilirsin ki, jurnal esnafÕ, senin gibiler tutulup kulaklarÕndan birer birer teúhir edilirler.. Ben, sadece söküp bir fitnenin otuz iki diúini, ve BabÕâli kaldÕUÕmlarÕna döküp gelece÷ini, geçmiúini aldÕm omuzuma iúte bu teúhir iúini.... Bir düúün o÷lum, bir düúün ve inkâr etme ki; Keteon matbaasÕnda ut çalÕp ayak úarkÕFÕlarÕna beste talim eylemek, ve o biçare Larus'un ÕrzÕna geçip zatÕQÕ âlim eylemek, sana pek zor geldi ki, demek; aranÕzda dolaúÕr görünce benim "Orhan Selim" adlÕ dilsiz ve kolu ba÷OÕ gölgemi, hemen azÕya alÕp gemi Faúisto-demokrato-liberal bir jurnal yazÕp delikanlÕ\Õ yere çalmak ve bir miktarÕ minasip elden almak istedin!.. Elden alÕp almamana karÕúmam ama, biz, gölgemizi bile çi÷netmeyiz adama!

Bir düúün o÷lum, bir düúün, ey, göbekli patron veletlerinin "Do÷ru yol" göstericisi, bir düúün ey yetimi Safa, bir düúün ve hatÕrla ki, son defa : O, takma aslan yeleli NamÕk Kemal üstadÕn senin; abanoz ellerinden zenci kölesinin som altÕn taslarla úarap içerek ve "didarÕ hürriyet"in dizinde kendi kendinden geçerek : "Yüksel ki yerin bu yer de÷ildir, Dünyaya geliú hüner de÷ildir!" demiú... Sen de yükseldin uyup onun sesine "La dam o kamelya"nÕn fesli figüranlÕ÷Õndan Ahmet Haúimin "Degüstasyon"daki iskemlesine..

Bir düúün o÷lum! Bir düúün ve mezarlarÕn hududunu aúma! Kendine güven üstat babana de÷il, bir ölüyü koluna takÕp dolaúma! Öyle zart zurt eúilmez topra÷Õ gidenlerin! Rahat bÕrak o÷lum rahat bÕrak uyusun O muhterem "úehidi hürriyet" bey pederin! Hem böyle daha iyi. Çünkü bak ortada ne yeni bir øngiliz-Boer harbi var, ne de tebrik isteyen bir øngiliz elçili÷i... Ölüleri rahat bÕrak o÷lum. Rahat bÕrak uyusun benim de gidenlerim! Sen de bilirsin ki ben ne dedemden miras bekledim, ne babamdan úeref, úan! Hasep, nesep, kan, soy sop iúinde yo÷um. Çünkü ne soyu sicilli bir buldo÷um ne de tecrübelik bir tavúan. Ben sadece ölen babamdan ileri, do÷acak çocu÷umdan geriyim, ve bir kavganÕn adsÕz neferiyim..

Ey ihtisas mahkemeleri kaça÷Õ ve Despinis Kokonun aftosu, ey marka malÕ kör provokatör, ve ey zavallÕ yetim... Yoktur úimúiri kahrÕQÕ inkâra niyyetim... Kokla, çek ve iç, üzülme hiç... Billahi cihan bilir ki, sen kahraman, ulusal muhaliflerimizdensin! Kokla, çek ve iç üzülme hiç. YalnÕz, ara sÕra bakÕp aynalara bir deve derisinden beli de÷nekli Hacivat düúün. Bir düúün o÷lum : müdahin, çelebi hazreti HacivatÕn giyerek harp ilahÕ göbekli MarsÕn üniformasÕQÕ kahramanane bir dalkavuklukla hesap sormasÕQÕ.

Bir düúün o÷lum, bir düúün ey sayÕn provokatör... Her dövüúen sersemdir senin için her anlayÕp inanan kör. Ve sen ki, bir fikre ba÷lanÕúÕn azÕOÕ düúmanÕVÕn; anlat bana nasÕl oldu da úu, anlat bana nasÕl oldu da sen, yanarak boynu müsellesli bir mason imanÕyla boyamak istedin SüleymanÕn çift sütununu o biçare "hürriyeti efkâr"Õn kanÕyla? Hem ne derin bir inanÕúPÕú ki, bu, ne müthiú bir ateúle yanÕúPÕú ki, bu, göze aldÕrmÕú sana fenafil-maúUÕNÕ âzam olmayÕ, mason localarÕna üç defa bavurup mason localarÕndan üç defa kovulmayÕ.

Bir düúün o÷lum, bir düúün ve inkâr etme ki; gizli gece yolculuklarÕndan kalmadÕr senin alÕn terin. Sen her gece el ayak çekilince "Nuvel Literer"in bir arúÕnlÕk duvarÕndan aúarak ve parmaklarÕQÕn ucuna basÕp dolaúarak yapraklarÕnda onun, apartÕrsÕn satÕrlarÕQÕ birer birer Cingözle beraber.

Fakat her duvar bir karÕú de÷ildir. Her duvardan atlamayÕ kesmez senin gözün ve her fikrin açÕlmaz kapÕlarÕ maymuncu÷uyla Cingözün.. Okuman lazÕm evlat. Evirip çevirmeyi, göze girmeyi, falan filan bÕrakÕp okuman....

Bir düúün o÷lum, bir düúün ey yetimi Safa, bir düúün ve benden ö÷ren ki son defa : )ø.øR dedi÷in úeyin Karabet ustanÕn uduna benzemez suratÕ. O, ne úapÕrtÕlarla çi÷nenen bir sakÕz, ne "Vatan-Silistre"de Abdullah çavuúun tiradÕ, ne de "Bir AkúamdÕ"da müteverrim bir bayan ilacÕGÕr. O, úahlanmÕú bir savaú kÕOÕFÕGÕr. Bu ata atlÕyacak yürek ve bu kabzaya bilek gerek....

Peyami Safa 9 Eylül 1935 tarihli "Hafta"daki yazÕVÕQÕn altÕna ekledi÷i notta bu úiirde yergi konusu yapÕlan yönleriyle övündü÷ünü belirtti : "NâzÕm Hikmet'in fikir taraflarÕnda apÕúÕnca söyleyecek bir úey bulamayarak iúi destan yazmaya döktü÷ünü ve hakkÕmda bir manzume çÕrpÕúWÕrarak dükkân dükkân dolaúÕp okudu÷unu evvelce bildirmiútim. Bu manzumesini bir mecmuada gördüm. AlÕk o÷lan, benim sayÕVÕz kusurlarÕm dururken iftihar etti÷im tek tük birkaç faziletimi hicvetmeye yeltenmiú. (...) "Sözü Cingöz Recai'ye bÕrakaca÷Õm. Gelecek sayÕlarÕPÕ]Õn birinde onun bu NâzÕm Hikmet denilen meslektaúÕna cevabÕQÕ okuyacaksÕQÕz. øúi fikir ve ideoloji tarafÕndan kaçÕUÕp, vesikasÕz imalarla dolu adi bir soytarÕOÕ÷a götüren bu ]ÕSÕra artÕk Server Bedi'nin kahramanÕúak úak vuracaktÕr."

Peyami Safa'nÕn "Cingöz Recai müstensihi [kopyalayanÕ] Server Bedi" diye imzaladÕ÷Õ karúÕ yergi, "Cingöz Recai'den NâzÕm Hikmet'e" baúOÕ÷Õyla, "Hafta"nÕn 23 Eylül 1935 tarihli sayÕVÕnda yayÕmlandÕ. Sunu yazÕVÕQÕn sonunda úöyle deniyordu : "MünakaúayÕ (...) çirkin bir alay zeminine döken NâzÕm Hikmet, artÕk ciddi bir muhatap olmaktan böylece istifa edince, Peyami Safa ona kendi tarzÕnda manzum konuúmanÕn ne basit bir yazÕ oyunu oldu÷unu ispat için karaladÕ÷Õ úu cevabÕ, Server Bedi'nin meúhur kahramanÕ Cingöz Recai imzasiyle bugün 5. sayfamÕzda neúrediyoruz."

NâzÕm Hikmet'in tarzÕQÕ "basit bir yazÕ oyunu" sanÕp ona bu yolla seslenmek isteyen herkes gibi, Peyami Safa'nÕn da tam bir baúarÕVÕzlÕ÷a u÷radÕ÷Õ görüldü. Baúka anlayÕúlarda kendilerini kabul ettirmiúúairlerin bile, denediklerinde tatsÕz taklitler durumuna düútükleri, gizine varÕlmasÕ hiç de ilk bakÕúta sanÕldÕ÷Õ kadar kolay olmayan bir tarz söz konusuydu. "Cingöz Recai'den NâzÕm Hikmet'e" baúOÕklÕ oldukça uzun yerginin ilk satÕrlarÕyla son satÕrlarÕQÕ okuyalÕm :

Gel bakayÕm, lüle lüle, kÕvrÕm kÕvrÕm, samur saçlÕ, pamuk tenli, al yanaklÕ sarÕ papam, gel bakayÕm anam babam, gel bakayÕm yetimlikle maytap eden paúa zadem, güzel âdem! *** Bre toprak altÕnda yatan büyük Türk ölülerine çatan bre tümen tümen kÕWÕr bom bre tümen tümen palavra bre iúçiye yalan ölüye iftira atan sa÷Õ sola katan bre kaltaban bre Türk düúmanÕ, bre vatan haini úarlatan! Sen artÕk buralarda kolay dikiú tutturamazsÕn sahte komintern taktikalÕ dolmalarÕQÕ yutturamazsÕn. Çekil! Bugün yaptÕ÷Õn gibi Metr-Goldvin-Mayer úirketinin østanbul kolunun baúÕna dikil. Yüzünden maskeni, baúÕndan kasketi at sermayenin altÕna yat! Yerini úimdi buldun iúte : Hak berekât versin, asilzadem,

TartÕúmanÕn NâzÕm Hikmet ile Peyami Safa arasÕnda kiúisel bir çekiúme olarak kalmayaca÷Õ beklenen bir úeydi. "Bir Provokatör Üstünde Hiciv Denemeleri"nde NamÕk Kemal'e de÷inilen bir bölüm vardÕ. Bu sa÷FÕlarÕ kÕúNÕrtmak için bulunmaz bir fÕrsattÕ. Nihal AdsÕz bir kitapçÕk yayÕmlayarak gençli÷i ayaklanmaya ça÷ÕrdÕ : "Komünist NâzÕm Hikmetof ile romancÕ Peyami Safa'nÕn aralarÕnda ne geçtiyse geçti. Düne kadar birbirinin dostu ve bedava reklamcÕVÕ olan bu iki edib-i úehir bozuúup cilveleútiler. (...) Fakat NâzÕm Hikmetof Yoldaú bu münakaúayÕ Türk milliyetperverli÷i üzerinde tepinmeye yeltenmek için bir vesile yaptÕ ve Türkiye'nin en büyük adamlarÕndan biri olan NamÕk Kemal'i arslan postu giymiú olmakla itham etti. (...) østanbul'da bir de 'Milli Türk Talebe Birli÷i' vardÕr. (...) Türk úairi hakarete u÷ruyor da bu Türk gençli÷i sesini oÕkarmÕyor. Nerde kaldÕ NamÕk Kemal için yapÕlan ihtifaller?.. (...) "Türk iúçisi bu deli saçmalarÕ, bu gerdan kÕrmalar, nara atmalarla mÕ kurtulacak, bollu÷a, toklu÷a, sa÷OÕ÷a kavuúacak? HayÕr NâzÕm Hikmetof Yoldaú! Aç adamlar ne yetimi Safa'nÕn kÕUÕk mÕzraplÕ udu, ne de NamÕk Kemal'in ölüsüyle ve kemikleriyle beslenmek istemiyorlar. (...) Aç adamlar iú ve refah istiyor. (...) "NâzÕm Hikmetof Yoldaú! SarÕ suratlÕ afyonkeú Çinlilerle kara suratlÕ yamyam Habeúlerin davasÕQÕ güdüyorsan, haydi oraya... Yolun açÕk olsun. BabÕâli Caddesi'nde Habeú davasÕ müdafaa olunamaz. (...)"

Peyami Safa "Hafta"nÕn 11 KasÕm 1935 tarihli sayÕVÕnda yayÕmlanan "NamÕk Kemal ve Gençlik" baúOÕklÕ yazÕVÕnda, AdsÕz imzalÕ bir kitapçÕ÷Õn çÕkmasÕyla kapÕúÕOÕp tükenmesinin bir oldu÷unu, bir söylentiye göre de toplatÕldÕ÷ÕQÕ, onun için de kendisinde bulunmadÕ÷ÕQÕ, ama bir gencin elinde görüp ayaküstü bir göz gezdirdi÷ini anlatarak úöyle diyordu : "O hicviye, ne Türk gençli÷inin NamÕk Kemal'e ba÷OÕOÕ÷Õndan, ne de bu ba÷OÕOÕ÷Õ gösterme cesaretinden úüphe ettirecek ehemmiyette olmadÕ÷Õ için, küstah bir a÷Õza inmiú veya inecek münferit úamarlarÕ kâfi bulanlardanÕm. Çünkü her yerde ve her devirde büyüklerin mezarÕna iúemek isteyen birkaç fikir züppesine tesadüf edilebilir. (...) øki sille ve bir tekme, külhanileri makberin civarÕndan uzaklaúWÕUÕr. (...) "Bu vazife yapÕlmÕúWÕr ve eksi÷i kaldÕysa yapÕlaca÷Õna da úüphe yoktur. (...) Türk gençli÷inin artÕk notunu tamamiyle verdi÷i bir nafile delikanlÕ için seferber olmasÕna lüzum görenlerden de÷ilim."

NâzÕm Hikmet'le arasÕ açÕk olan Hikmet KÕYÕlcÕmlÕ'nÕn çevresindeki solcu gençler de onun NamÕk Kemal'e sataúmasÕQÕ do÷ru bulmamÕúlar, bunu gazeteye gelip kendisine söylemiúlerdi. Böylece NamÕk Kemal solda da, sa÷da da günün konusu oluverdi. Soruúturma kitapçÕklarÕ hazÕrlanÕyor, toplantÕlar yapÕOÕyordu. Öylesine ki, arkadaúlarÕ NâzÕm'Õn sokakta bir saldÕUÕya u÷ramasÕndan bile korkmaya baúladÕlar. Atatürk'ün ulusal hudutlarÕPÕz içinde, kendi gücümüze dayanarak ayakta durmak, geliúmek, ülkemizi onarmak, insanÕPÕ]Õ mutlu etmek amacÕQÕ güden, gerçekçi "milliyetçilik" anlayÕúÕna karúÕ, Almanya'dan esen rüzgârlarla iyice güçlenmeye baúlayan ÕrkçÕ, turancÕ, dünyadaki bütün Türkleri bir araya getirme düúünü kuran, serüvenci bir "milliyetçilik" anlayÕúÕQÕ savunanlar, NamÕk Kemal'in vatan úairli÷inden, gür sesinden hÕz almak istiyorlardÕ. Nitekim 1930'larÕn baúÕnda Hamdullah Suphi Bey (TanrÕöver) Türk Oca÷Õ'na hem Mustafa Kemal'in, hem de NamÕk Kemal'in büstlerinin konulaca÷ÕQÕ söylemiúti. Bu geliúmeler yaúanÕr, üniversite gençli÷i bu yöne çekilmeye çalÕúÕOÕrken, øspanya'da Cumhuriyetçiler'den yana oÕkan, øtalyan faúizminin Habeúistan'Õ iúgal etmesini kÕnayan, NamÕk Kemal'e dil uzatan bir úaire katlanÕlamazdÕ. SaldÕUÕlarÕn arkasÕ kesilmek bilmedi. 1936 yÕOÕna da aynÕ havada girildi. NâzÕm Hikmet, kimileri sonradan çeúitli alanlarda üne eren (NamÕk Gedik, Zahir Güvemli gibi) gençlerin söyledi÷i D÷Õr sözlerin yanÕ sÕra, kendi tarzÕnda manzumelerle de aúD÷ÕlanÕyordu. Abdülbâki GölpÕnarlÕ'nÕn yergisinden bölümler :

Bugünlük senin a÷]ÕQÕ kullanaca÷Õm : Ulan YalancÕ pehlivan! "Ölüleri rahat bÕrak o÷lum" Dedikten sonra bilmem kime çatmak için Ve birkaç afi satmak için Bu millete milliyetini duyuran, Zulmü, istibdadÕ, tahakkümü kÕran Büyük Türke, NamÕk Kemale sövmek øçti÷in Moskof úarabÕQÕn neúesinden olsa gerek! (...) Galiba aynaya baktÕn ki Takma arslan yeleli Aksini gördün, Ey yetim-i vatan! (...) 6Õrtlan tabiatlÕ nebbaú! Ulaaan Boynundan yaralÕ .Õ]ÕllÕ karalÕ Engerek!

Köy a÷asÕ oldu÷unu söyleyen biri de 12x16 cm boyutlarÕnda, 32 sayfalÕk küçük bir kitapçÕk yayÕmlamÕúWÕ. NamÕk Kemal'in o÷lu Ali Ekrem BolayÕr'a arma÷an edilen bu kitapçÕkta da gene aynÕ tarz bir manzumeyle ileri geri sözler ediliyordu.

NâzÕm Hikmet'in arkadaúlarÕndan Ahmed Cevad, øt Ürür Kervan Yürür adlÕ, 48 sayfalÕk bir kitapçÕkta Orhan Selim'in bazÕ yazÕlarÕQÕ bir araya getirerek, baúa, sona ekledi÷i kÕsa açÕklamalarla bu saldÕUÕlara da de÷indi. Baútaki yazÕVÕQÕúöyle bitiriyordu : "Ben NâzÕm'Õn yazÕlarÕndan bir kÕsmÕQÕ seçtim, neúrediyor ve iddia ediyorum : NâzÕm'a bu adamlar iftira ediyorlar."

1935'in ekim ayÕ sonlarÕna do÷ru birkaç yazÕVÕQÕ Zekeriya Sertel'in yayÕmlatmamasÕ üzerine, NâzÕm Hikmet "Tan"dan ayrÕldÕ. ArtÕk yalnÕz "Akúam"da yazÕyordu. ùiirleri ise "Yedigün"de, "Aydabir"de, "Resimli Herúey"de oÕkmaktaydÕ. Taranta-Babu'ya Mektuplar'dan bazÕ parçalarÕ da bu dergilere verdi. YÕl sonuna do÷ru Yeni KitapçÕ Portreler'i yayÕmladÕ. ArkasÕndan yayÕmcÕVÕ açÕklanmayan Taranta-Babu'ya Mektuplar geldi. Bu kitabÕ da herhalde Sabiha Sertel'in kardeúi Yusuf Kenan'Õn sahibi oldu÷u Yeni KitapçÕ yayÕmlamÕúWÕ. Ama faúizme karúÕ yayÕn yapmanÕn sakÕncalar do÷urabilece÷i bir dönemde, úair kitabÕn tek sorumlusu görünmeyi daha do÷ru bulmuú olmalÕydÕ.

Türkiye gerçi Milletler Cemiyeti'nin bir üyesiydi. Atatürk dünya olaylarÕQÕn geliúiminden kaygÕlanÕyor, çevresindekilere, Hitler ile Mussolini için, "Bu adamlar insanlÕ÷Õn baúÕQÕ yakacaklar, çünkü savaú nedir bilmiyorlar!" gibi sözler ediyordu. 1935'ten 1936'ya geçerken NâzÕm Hikmet'in yüklendi÷i iúler gittikçe a÷ÕrlaúÕyordu. Bir yandan sabahtan akúama kadar øpek Film Stüdyosu'nda çalÕúarak ailesinin geçimini sa÷OÕyor, bir yandan da Orhan Selim'in güzel Türkçe denemelerinin arasÕna sokuúturdu÷u yazÕlarla okurlarÕna dünya olaylarÕ üzerine do÷ru bilgiler vermeye çalÕúÕyordu. Biraz daha fazla para kazanmak için gazetelere yazdÕ÷Õ tefrika romanlarÕnda bile insanlarÕ sa÷OÕklÕ düúüncelere çekme çabasÕ içindeydi. Ama yazÕQÕPÕz açÕVÕndan en önemlisi, o güne kadar edindi÷i úiir deneyimiyle, yapÕtlarÕQÕn doru÷una oturtaca÷Õ, Simavne KadÕVÕ O÷lu ùeyh Bedreddin DestanÕ üzerinde çalÕúmakta oluúuydu. Bu iúe yeterince zaman ayÕramadÕ÷Õna üzülüyor, yaúam koúullarÕQÕn, olaylarÕn baskÕVÕndan kurtulamamanÕn VÕNÕntÕVÕQÕ çekiyordu. AklÕøtalya'da, øspanya'da, Almanya'daydÕ. Örnekse Orhan Selim 26 Temmuz 1936 tarihli "Akúam"da, Sadri Ertem'in øspanya olaylarÕQÕn içyüzünü anlatan bir yazÕVÕQÕ söz konusu ederek bu iúin dünya için ne anlama geldi÷ini belirtmeye çalÕúPÕúWÕ : øspanya'da irtica çoluk çocuk, kadÕn erkek, úehir ve köy bütün bir emekçi øspanyol halkÕQÕ kan ve ateú içinde ezmeye çalÕúÕrken kaydedilmesi lazÕm gelen bir nokta daha vardÕr. øspanya'da bu en mürteci unsurlarÕ teúkil edecek asiler muzaffer olurlarsa dünya sulhu, bu sulhun bugün yegâne temeli olan 'demokratik' cephesinden yara alacaktÕr. øspanya sulh unsuru olmaktan çÕkacak, harp unsuru olacaktÕr. Dünya sulhunu korumak için u÷raúan bütün milletler, iúte bir de bu bakÕmdan øspanyol hadiselerini heyecanla takip etmektedirler."

Orhan Selim, kendine sataúanlarÕn ço÷una gülüp geçiyordu. Ama günlük yaúamla ilgili olaylara, örnekse ö÷renci pasolarÕ ya da Sular ødaresi gibi konulara de÷inirken, araya "Mistik" diye bir yazÕ sokup úöyle sözler etmekten de geri kalmÕyordu : "BayÕm MøSTøK'tir! "BayÕm mistiktir, ama yemekte tabak tabak mistizme de÷il, tabak tabak levre÷in âlâsÕna, kebabÕn yumuúD÷Õna ve pilavÕn ya÷OÕVÕna iltifat eder. "BayÕm MøSTøK'tir! "BayÕm mistiktir, ama ruhunu mistizmle sarhoú etmek isterken bile, midesini yardÕmcÕ ça÷ÕUÕr. VotkanÕn sertine, rakÕQÕn altÕnbaúÕna, biranÕn köpüklüsüne ve alÕúkanlÕ÷Õ varsa e÷er kokainin halisine baúvurur. (...) "BayÕm MøSTøK'tir! "BayÕm mistiktir, ama ne sÕrtÕnda aba, ne elinde asa vardÕr. Elbisesi modaya uygun, iskarpinleri halis glasedir. (...) "Sokakta kadÕnlara söz atar ve barda dansözleri sÕNÕúWÕUÕr ve bütün bunlarÕ yaparken aklÕna bir tek mistik beyit gelmez... "BayÕm MøSTøK'tir! "Leon Blum'u ekmek bÕça÷Õyla kesmek lazÕm geldi÷ini söyleyen meúhur kralcÕ FransÕz yazÕFÕVÕndan ders almÕúWÕr. (...) "Ve 'Kandit', 'Grenguvar', 'Nuvel Literer' gibi yine FransÕz mecmualarÕ kapanÕr da, ben burada Yunus Emre'ye Paris modasÕ üzere dikilmiú papaz cübbesi giydiremem diye korktu÷u için, Fransa'da 'Halk Cephesi'nin zaferini beúeriyet için felaket telakki eder. "BayÕm MøSTøK'tir! "BayÕPÕn mistikli÷i ölçülüdür, hesaplÕGÕr, menfaatlere dayanÕr, pratiktir. Fakat ona sorarsanÕz, mistizm bütün bunlarÕn üstündedir, bir anlatÕlmaz, sezilir ruh haletidir, mistizm her yerde hazÕr ve nazÕrdÕr, onu kaybetmek hayvanlaúmak demektir... "BayÕm MøSTøK'tir! "Ve bayÕPÕn bütün hüneri, hünerbazlÕ÷Õ mistik oluúundadÕr. Çünkü o yüzünü bu peçenin altÕndan gösterdi÷i gün karúÕQÕzda ya kolay bir úöhret avcÕVÕ, ya bir avantürist göreceksinizdir..." (Akúam, 2 Haziran 1936)

Böyle bir yazÕ ortalÕ÷Õ karÕúWÕrmaya yetiyordu. Üç gün sonra : øúte konuúuyorlar : "- Bu sözleri benim için yazdÕ. Fakat benden korktu÷u için adÕPÕ söyleyemiyor. "- HayÕr, senin için de÷il, benim için yazdÕ. Senden korkmaz, benden korkar. "- HayÕr, hayÕr, ikiniz için de de÷il! Benim için. øú ortada, sizin için olsaydÕ 'kokain', 'fÕUÕldak' demez, sade 'mistik' derdi. Hem o benden hepinizden çok korkar. AdÕPÕ bile a÷]Õna alamaz! "Hedefinize nasÕl ulaúWÕ÷ÕQÕ]Õ görüyorsunuz ya! (...) MaksadÕQÕz bir ferde 'taú atmak' de÷il, bütün bir sürüyü bir tip biçimde toplayÕp teúhir etmektir. (...) "Bilin ki, úimdilik, hiçbiriniz teker teker, adÕQÕzla sanÕQÕzla yoksunuz benim için. Benim için topunuzu birleútiren bir tek 'BAYMøSTøK' tipi var. Hodri meydan, Bay Mistik!.." (Akúam, 5 Haziran 1936)

øki gün sonra, 7 Haziran 1936 tarihli "Akúam"da çÕkan "Bay Mistik'in KurnazlÕ÷Õ yahut 'Taktik'" baúOÕklÕ yazÕdan da parçalar okuyalÕm : øçlerinden biri topunun namÕna söz söyledi. Benim de sözüm topunun firmasÕ olan Bay Mistik'edir. * * * "Bay Mistik kurnazdÕr. "Sahib-it-taktiktir. "Küfreder. 'Küfür ediyorsun!' der. Müfteridir. øftiraya u÷radÕ÷ÕQÕ söyler. "Bay Mistik o kadar kurnazdÕr ki bu marifeti yüzüne vuruldu÷u zaman : "- øspat edin! diye böbürlenir. "Çünkü Bay Mistik bilir ki, onun küfürbazlÕ÷ÕQÕ, müfterili÷ini, jurnalcÕOÕ÷ÕQÕ ispat etmek için, úimdiye kadar yaptÕ÷Õ 'polemik'leri teker teker, yeni baútan neúretmek lazÕmdÕr. (...) "Halbuki bu yapÕlmaya de÷er bir iú de÷ildir. Hem çok uzun sürer, çok yer tutar, hem de bilineni bir daha bildirmek gibi komik bir úey olur. (...) "Dedim ya, Bay Mistik kurnazdÕr. "Sahib-it-taktiktir. øúte yine bu kurnaz Bay Mistik'e 'iftira?!' ediyorum. Diyorum ki : "Onun kurnazlÕ÷Õ bir fÕUÕlda÷Õn kurnazlÕ÷Õ gibidir. "Bir bakarsÕQÕz : hudutsuz mücerret 'hürriyet' taraftarÕGÕr. Sonra döner, 'disiplinli' hürriyetten yana çÕkar. (...) "Bir bakarsÕQÕz : 'izm'le biten her çeúit mefhumun düúmanÕGÕr. Sonra döner, bazÕ 'izm'li mefhumlara ba÷lanÕr. "BabÕâli caddesinde Kont de Larok gibi dolaúÕp, taktik icabÕ, haykÕUÕr : "- Var mÕ bana yan bakan? Biz adamÕ 'Höt!' diyip kaçÕUÕUÕz! KarúÕPÕzda kimse dikiú tutturamaz! (...) Biz biliriz, baúkasÕ bilmez... (...) Sosyoloji mi istersin? Buyur!.. Felsefe mi?.. ÂlâsÕ bizde!.. Edebiyat mÕ? Gel ö÷retelim!.. Doktorluk, mühendislik, hepsi bizde!.. (...) "O yine, ister geçen seferki adÕyla, ister baúka bir isimle, baúka bir imzayla göstersin kendini. Biz de elimizden geleni yapmaya çalÕúÕr, Bay Mistik'in kurnazlÕklarÕQÕ ve takti÷ini incelemeye devam ederiz..."

Gene iki gün sonra, 9 Haziran 1936 tarihli "Akúam"da "Bilanço" baúOÕklÕ bir yazÕ yayÕmlandÕ. KarúÕOÕklÕ söylenenleri VÕrasÕyla özetleyerek, Bay Mistik'in arada bir, "Bu iúe polisin müdahalesi hayÕrlÕ olur," diye feryat etmesini de anlayÕúla karúÕlayan yazar, tatÕúmayÕúöyle ba÷OÕyordu : "- Bay Mistik, çok kullandÕ÷Õ bir tabirle 'ferti÷i kÕrdÕktan' sonra, taktik icabÕ boú bÕraktÕ÷Õ meydana tekrar dönerse, bu meydanda yine ana avrat söverek, bin bir dereden su getirip, iúine gelmeyen úeyleri anlamamakta inat ederse, 'Ben onu demedim, bunu dedim, benim ispatÕQÕ istedi÷im o de÷il, buydu,' diyerek yaygarayÕ basarsa, bizim için yapÕlacak Lú : 'Paradi'ye çÕNÕp profesörün gösterdi÷i hünerleri seyretmekten ibaret kalacaktÕk."

Orhan Selim "Akúam" gazetesinde siyasal konulara girmemek koúuluyla yazÕyordu. Baútan bunu kendisine açÕk açÕk söylemiúlerdi. YazdÕklarÕQÕ temiz Türkçe denemeleri diye niteleyerek güncel yaúam olaylarÕndan söz ediyor, ama IÕrsatÕQÕ bulursa araya böyle üstü kapalÕ bir úeyler sokuúturuyordu. Bu bakÕmdan yazÕlarÕ hem gazetede, hem de GÕúarda yakÕndan izlenmekteydi. Milletvekili olarak Ankara'da bulunan gazete sahibi Necmettin Sadak arada bir ihbar telefonlarÕ alÕyordu. Gerçi o böyle úeylere aldÕrmayan, seçkin bir gazeteci, olgun bir siyasa adamÕydÕ, ayrÕca toplumsalcÕOÕ÷Õ kaçÕQÕlmaz bir gerçeklik olarak görüyordu, ama hava gerginleúip bu tür telefonlar sÕklaúÕnca, østanbul'a geliúlerinden birinde, ilkin gazetesinde çalÕúan Vâlâ Nureddin Vâ-Nû gibi, Cemal Nadir Güler gibi güvendi÷i kiúilerle konuútu, sonra gazeteye yazÕ getirdi÷i bir gün NâzÕm Hikmet ile yazÕLúleri müdürü Enis Tahsin Til'i odasÕna ça÷ÕUÕp onlara yapÕlan ihbarlardan söz etti. Orhan Selim'in suçlanan yazÕlarÕQÕ birlikte gözden geçirdiler. Hiçbir úey yoktu. Bu arada NâzÕm Hikmet yazÕlarÕ Enis Tahsin Til'in kendisinden daha iyi anÕmsadÕ÷ÕQÕ, büyük bir dikkatle, üstelik de be÷enerek okumuú oldu÷unu gördü. Demek içerden de denetleniyordu, ama büyük bir sevgiyle. Sorun Orhan Selim'in yazdÕklarÕndan de÷il, arkasÕnda NâzÕm Hikmet'in olmasÕndan kaynaklanÕyordu. Devletin baúÕndaki insanÕn, Atatürk'ün de faúizme, nazizme karúÕ oldu÷u biliniyordu. Ama bu gerçe÷e ses çÕkaramayanlar, özellikle solcularÕn Mussolini'ye, Hitler'e, Franco'ya dil uzatmalarÕna katlanamÕyorlardÕ. De÷il NâzÕm Hikmet gibi komünist oldu÷unu açÕk açÕk söyleyenlere, halktan geldikleri, halkÕn acÕlarÕQÕ yansÕttÕklarÕ için adÕ komüniste çÕkanlara bile BabÕâli'de yer yoktu. Böyle yazarlarÕ iúsiz bÕrakarak nasÕl açlÕktan öldürdüklerine Kemal Ahmet olayÕ taze bir örnekti. Orhan Selim'in de her kapÕdan geri çevrilmesini, iúsiz kalmasÕQÕ istiyorlardÕ.

Kemal Ahmet OlayÕ Kemal Ahmet orta boylu, esmer, gözleri fÕrlak, önceleri oldukça temiz giyinen, bile÷inde altÕn zincir taúÕyan bir delikanlÕydÕ. Yüksek Ticaret Okulu'nda okurken, 22 yaúÕnda BabÕâli'ye gelmiú Serbest FÕrka'nÕn yayÕn organÕ "YarÕn"da çalÕúmaya baúlamÕúWÕ. "YarÕn" kapatÕOÕnca öteki yazarlarla birlikte o da tutuklandÕ. Az sonra bÕrakÕldÕysa da, bir süre iúsiz kalmasÕ içkiye düúkünlü÷ünü kamçÕladÕ, akúamcÕOÕ÷ÕQÕ gün boyuna yaymasÕna yol açtÕ. NâzÕm Hikmet gazetelerde tanÕúWÕ÷Õ gençlerle ilgilenir, yazÕlarÕQÕ düzeltir, yabancÕ dil ö÷renmeleri için baskÕ yapar, kötü alÕúkanlÕklar edinmelerini önlemeye çalÕúÕrdÕ. Kemal Ahmet'e de, Nizamettin Nazif Tepedelenlio÷lu ile Suat Derviú'in aracÕOÕ÷Õyla gazetelerde iú bulup çalÕúmasÕQÕ sa÷lamÕú, gündüz içkicili÷inden kurtulmasÕ için elinden geleni yapmÕúWÕ. Düúük bir ücretle girdi÷i "Haber" gazetesinde, "Çulsuz Adam" imzasÕyla köúe yazÕlarÕ yazÕp yoksul halkÕn çektiklerini yansÕtmaya baúlayÕnca, adÕ hemen komüniste çÕkan Kemal Ahmet'in çevresinde bir kuúku çemberi oluúmakta gecikmedi. SÕradan bir muhabir olarak getirdi÷i haberlerden bile kuúkulanÕOÕyordu. øúsizlik günlerinde altÕn bilezi÷i, pardösüsü, yele÷i hep içkiye gitti. Verem oldu. BasÕmevlerinde gazeteleri döúek, perdeleri yorgan yaparak yattÕ÷Õ so÷uk kÕú gecelerini aç susuz geçirirken, sonunda genç yaúta kan kusarak öldü. Ölümünden bir yÕl sonra, NâzÕm Hikmet'in deste÷iyle Ahmet Cevat bu yazarÕn A÷layan Nar ile Gülen Ayva adlÕ öyküsünü bir kitapçÕk olarak yayÕmlayÕp da, Orhan Selim "Akúam"da çok yüceltici bir yazÕ yazÕnca ortalÕk gene karÕúWÕUÕverdi : "Öyle ölüler vardÕr ki, ben onlarÕn öldüklerini düúündükçe, vakit olur, yaúadÕ÷Õmdan utanÕUÕm. Onlar kadar de÷erli, onlar kadar büyük, onlar kadar iyi olmadÕ÷Õma bakmaksÕ]Õn yaúamaklÕ÷Õm kötü bir iú gibi gelir bana. Sonra, yine onlar kadar iyi, de÷erli ve büyük olmak için yaúamak isterim. "YazÕFÕ Kemal Ahmet benim bu ölülerimden biridir. Diúlerine yapÕúPÕú dudaklarÕndan ci÷erlerini parça parça, kuru yapraklar gibi dökerek öleli bir yÕl oluyor. "Bence büyük bir ölünün yÕldönümündeyiz." (Akúam, 5 Nisan 1935)

Peyami Safa'nÕn bu yazÕ üzerine yokuúta karúÕlaúWÕ÷Õ Nizamettin Nazif Tepedelenlio÷lu'na, "Bak, komünist komünisti nasÕl yüceltiyor!" diyecek olmasÕ, Nizam'Õn Suhulet Kitabevi'nin önünde gürleye gürleye Kemal Ahmet'i anlatmasÕna, az sonra yanlarÕna gelen Elif Naci'nin de, "Nizam, bÕrak úimdi Peyami'yi, Kemal Ahmet için ayaküstü nefis bir yazÕ yazdÕn, gel úunu Meserret'te kâ÷Õda dökelim," demesine yol açmÕúWÕ. Meserret'e girdiklerinde Naci Sadullah da Kemal Ahmet'le ilgili anÕlarÕQÕ yazÕyordu. "YarÕm Ay" dergisine verecekti. Suat Derviú ile Hüseyin Avni ùanda da birer yazÕ yazacaklardÕ. NâzÕm Hikmet'ten ise bir úiir gelecekti. "YarÕm Ay"da birlikte yer alacaktÕ hepsi. Kaúla göz arasÕnda, Kemal Ahmet'i övmek solculuk, küçümsemek sa÷FÕOÕk oluverdi. Vâlâ Nureddin Vâ-Nû'nun, "Kemal Ahmet içki sofralarÕnda iki kadeh rakÕya kavuk sallayan bir dalkavuktu. ùimdi onu bir fikir kahramanÕ diye tanÕWÕyorlar!" demesi de solcular arasÕnda baya÷Õ tepkiyle karúÕlandÕ. NâzÕm Hikmet'in "Kemal Ahmet" baúOÕklÕúiiri úöyleydi : KafasÕ yüzde yüz uygun muydu kafama bilmiyorum, ama o benim soyumdandÕ. Etiyle, kanÕyla de÷il, belki de heyecanÕyla de÷il, batÕUÕp parmaklarÕQÕ kanayan yarasÕna beyninin ÕúÕ÷ÕQÕ sattÕ÷Õ için bir ekmek parasÕna. Fakat ne yazÕk ki, o, namludan kopan bir kurúun gibi haykÕUÕp, karanlÕk acÕlarÕn camÕQÕ kÕUÕp güneúi dolu dizgin gözlerine dolduramadÕ! Gün geldi, a÷UÕdan ayakta duramadÕ. Ve iúte o zaman çocu÷unu bo÷an aç bir ana gibi, bir çözülmez çemberin kÕvranarak içinde, bo÷du kendi elleriyle yüre÷ini bir rakÕ kadehinde. Tutunmak istedi, kaçtÕlar; çalÕúWÕ, kÕrbaçladÕlar; susadÕ, kendi kanÕQÕ içti o! Parça parça insan kafasÕ satÕlan, kaldÕUÕmlarÕnda aç yatÕlan bir caddeden mukaddes bir ÕstÕrap úarkÕVÕ gibi gelip geçti o!..

NâzÕm Hikmet derginin yönetim odasÕnda toplanan arkadaúlarÕna bu úiirini okudu÷u gün, Nizamettin Nazif Tepedelenlio÷lu, "Fevkalade, harikulade, mükemmel, be NâzÕm! Demek sen böyle hissi úeyler de yazarsÕn ha!" diye yeri gö÷ü inletti. Suat Derviú, Mahmut Yesari, Naci Sadullah da çok duygulanmÕúlardÕ.

Burjuva Oldu SuçlamasÕna KarúÕ NâzÕm Hikmet'e soldan gelen sataúmalarÕn baúÕnda ise "burjuva oldu" suçlamasÕ yer alÕrdÕ. Cihangir, NiúantaúÕ gibi semtlerde apartmanlarda yaúÕyor, Orhan Selim adÕyla patron gazetelerinde suya sabuna dokunmayan yazÕlar yazÕyordu, demek ki burjuva olmuútu. Portreler'de yer alan "Orhan Selim" baúOÕklÕúiirin son dizeleri ardÕ arkasÕ kesilmeyen bu suçlamalara karúÕOÕktÕr : YalnÕz unutma bir úeyi : yorulur da aya÷Õn kayarsa e÷er seni herkesten önce ben taúlarÕm! Fakat bugün sende beni sattÕ÷ÕQÕ gösteren bir tek satÕr bulanÕn alnÕQÕ karÕúlarÕm!

"Sol" Geçinen DelikanlÕlara KarúÕ Simavne KadÕVÕ O÷lu ùeyh Bereddin DestanÕ'nda, "sol" geçinen delikanlÕlardan gelebilecek eleútirilere karúÕ bir not vardÕr. Dokuzuncu bölümde ùehzade Murat'Õn ordusuyla Bedreddin yi÷itleri arasÕnda "mübala÷a cenk olunur".

Hep bir a÷Õzdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek a÷Õ, demiri oya gibi iúleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek topra÷Õ, ballÕ incirleri hep beraber yiyebilmek, yHarin yana÷Õndan gayrÕ her úeyde her yerde hep beraber! diyebilmek için on binler verdi sekiz binini... Yenildiler.

Bedreddin yi÷itleri "boúanan ya÷mur içinde gün inerken akúama" ùehzade Murat ordusuna yenik düúmüúlerdir. Bu yenilgi karúÕVÕndaki üzüntüsünü úair úöyle açÕklar :

Tarihsel, sosyal, ekonomik úartlarÕn zaruri neticesi bu! deme, bilirim! O dedi÷in nesnenin önünde kafamla e÷ilirim. Ama bu yürek o, bu dilden anlamaz pek. O, "Hey gidi kambur felek, hey gidi kahbe devran hey," der. Ve teker teker, bir an içinde, omuzlarÕnda dilim dilim kÕrbaç izleri, yüzleri kan içinde geçer çÕplak ayaklarÕyla yüre÷ime basarak geçer AydÕn ellerinden Karaburun ma÷luplarÕ..*

NâzÕm Hikmet bu sözlerine úöyle bir not düúmek gere÷ini duymuútu :

(*) ùimdi ben bu satÕrlarÕ yazarken, "Vay, kafasÕyla yüre÷ini ayÕUÕyor; vay, tarihsel, sosyal, ekonomik úartlarÕ kafam kabul eder amma, yüre÷im yine yanar, diyor. Vay, vay, Marksiste bakÕn..." gibi laflar edecek olan bazÕ "sol" geçinen delikanlÕlarÕ düúünüyorum. TÕpkÕ yazÕPÕn ta baúÕnda tarihi kelâm müderrisini düúünüp kahkahasÕQÕ duydu÷um gibi. Ve úimdi e÷er böyle bir istidrad [açÕklama] yapÕyorsam bu o çeúit delikanlÕlar için de÷il, Marksizmi yeni okumaya baúlamÕú, sol züppeli÷inden uzak olanlar içindir. Bir doktorun verem bir çocu÷u olsa, doktor, çocu÷unun ölece÷ini bilse, bunu fizyolojik, biyolojik, bilmemne-lojik bir zaruret olarak kabul etse ve çocuk ölse, bu ölümün zaruretini çok iyi bilen doktor, çocu÷unun arkasÕndan bir damlacÕk gözyaúÕ dökmez mi? Paris KomunasÕQÕn devrilece÷ini, bu devriliúin bütün tarihi, sosyal, ekonomik úartlarÕQÕ önceden bilen MarksÕn yüre÷inden KomunanÕn büyük ölüleri "bir ÕstÕrap úarkÕVÕ" gibi geçmemiúler midir? Ve Komuna öldü, yaúasÕn komuna! diye ba÷ÕranlarÕn sesinde bir damla olsun acÕOÕk yok muydu? Marksist, bir "makina-adam", bir ROBOTA de÷il, etiyle, kanÕyla, sinir ve kafasÕ ve yüre÷iyle tarihi, sosyal, konkre bir insandÕr.

Bu nottaki kaygÕlanÕútan anlaúÕlaca÷Õ gibi, NâzÕm Hikmet'e soldan gelen saldÕUÕlar onu baya÷Õ üzüyordu. Partili komünistler de, kimi alttan alta, kimi açÕktan açÕ÷a, onunla u÷raúÕyorlardÕ. Komintern'e ba÷OÕ yasadÕúÕ Türkiye Komünist Partisi'nden "anti-Stalinist" nitelemesiyle "ihraç" edilmiúti. Çeúitli nedenlerle kendisi gibi örgütsüz kalmÕú arkadaúlarÕyla kurmayÕ denedikleri ikinci bir yasadÕúÕ partiye de Komintern kucak açmamÕúWÕ. Zaten çok geçmeden bu parti kovuúturmalar, tutuklamalar, mahkûmiyetlerle kendili÷inden da÷ÕlmÕúWÕ. Hikmet KÕYÕlcÕmlÕ ile yandaúlarÕ ise NâzÕm Hikmet'e düúman gibiydiler. .ÕsacasÕ, o artÕk örgütsüz bir komünistti. Bir yazar, bir úair olarak, Babiâli'de, çevresindeki Naci Sadullah, Suat Derviú, Mahmut Yesari, Nizamettin Nazif, Sabiha Sertel gibi ileri düúünceli gazetecilerle arkadaúOÕk ederek, faúizme, nazizme, kendilerini "milliyetçi" diye tanÕmlayan ÕrkçÕlara, turancÕlara karúÕ, hiçbir örgütten destek almadan, savaúÕm veriyordu. Bu durumdan pek hoúlanmayan partili yoldaúlar, sürekli onun bir açÕk vermesini bekliyor, her davranÕúÕQÕ olumsuz yorumlamak için kendilerini baya÷Õ zorluyorlardÕ.

Örnekse Piraye'nin teyzesinin kocasÕ IsmayÕl HakkÕ BaltacÕR÷lu'nun "Yeni Adam" dergisinde, 1936 yÕOÕ temmuzunda, "KÕsa tetkik ve tenkitler" baúOÕklÕ ona buna takÕlma sütunlarÕnda úöyle bir alaycÕ haber yer almÕúWÕ : "Bir gün Dr. Fuat Sabit, Kerim Sadi'ye : NâzÕm Hikmet Beyo÷lu'nda bir apartman yaptÕrmÕú kapÕlarÕ elektrikle açÕOÕyor, dedi. Kerim Sadi bir an düúündükten sonra úu cevabÕ verdi : NâzÕm'Õn apartmanÕndaki kapÕlar bir úey mi, sen gel de benim Kuzguncuk'ta sekiz liraya tuttu÷um yalÕ\Õ gör, kapÕlar rüzgârdan kendili÷inden açÕOÕyor." "Yeni Adam" anti-faúist bir dergi oluúuyla o günlerde ilericilerin en etkili dergisiydi. Çevresinde solun güçlü yazarlarÕ, ressamlarÕ, bu arada do÷al olarak derginin iúlerini yüklenen partili gençler vardÕ. Kim bilir kim yazmÕúWÕ bu DúD÷ÕlayÕFÕ takÕlmayÕ. NâzÕm için solcularÕn daha önce de yaptÕklarÕ, "O artÕk burjuva oldu!" dedikodusu, Cihangir'de kaloriferli bir apartman dairesine taúÕnmasÕyla büsbütün alevlenmiú, "Yeni Adam"a da iúte böyle yansÕPÕúWÕ. NâzÕm Hikmet soldan kendisine sataúanlarÕ, bu notunda, "sol geçinen delikanlÕlar" ya da "sol züppeli÷i" gibi nitelemelerle anÕyor. AyrÕca, açÕklamasÕQÕn onlar için olmadÕ÷ÕQÕ da özellikle belirtiyor. Demek ki onlarla tartÕúmak, onlara bir úey anlatmak olanaksÕz. Böylesine umutsuz karúÕVÕndaki Marx'çÕlardan.

Milliyetçi SuçlamasÕna KarúÕ ùeyh Bedreddin DestanÕ'ndan kÕsa bir süre sonra yayÕmlanan Millî Gurur adlÕ ek kitapçÕ÷Õn yazÕlmasÕQÕ Yeni KitapçÕ yapÕWÕn kovuúturmaya u÷rayÕp toplatÕlmasÕna engel olabilir düúüncesiyle istemiúti. Ama NâzÕm bu "zeyl" ile daha çok kendisine "milliyetçi" diye saldÕran solculara yanÕt vermeyi amaçladÕ. Beú sayfalÕk yazÕQÕn bir yerinde Ahmed'le konuúurlarken araya Lenin'in ezberlenmiú bir yazÕVÕ giriyordu. "DÕúarÕda çiseleyen ya÷mura, ko÷Xúun terli çimentosuna ve yirmi sekiz insanÕna Ahmed hikâyesini anlatÕp bitirmiúti. Ben : "- Ahmed, demiútim, bana öyle geliyor ki sen Bedreddin hareketinden biraz da millî bir gurur duyuyorsun. "Sesime tuhaf bir eda vererek söyledi÷im bu cümlenin içinde, Ahmed, 'millî gurur' terkibini birdenbire bir kamçÕ gibi eline almÕú, onu suratÕmda úaklatmÕú ve demiúti ki : "- Evet, biraz da millî bir gurur duyuyorum. Tarihinde Bedreddin hareketi gibi bir destan söyliyebilmiú her milletin úuurlu proleteri bundan millî bir gurur duyar. Evet, Bedreddin hareketi aynÕ zamanda benim millî gururumdur. Millî gurur! Sözlerden ürkme! øki kelimenin yan yana geliúi seni korkutmasÕn. Lenin'i hatÕrla. Hangimiz Lenin kadar beynelmilelci oldu÷umuzu iddia edebiliriz? Lenin, yirminci asÕrda beynelmilel proletaryanÕn, dünya emekçi kitlelerinin, beynelmilel proleter demokrasisinin en büyük beynelmilel rehberi, 1914 senesinde 'Sosyal Demokrat'Õn 35'inci numarasÕnda ne yazmÕúWÕ? (...) "'... Biz úuurlu Rus proleterleri millî úuur duygusuna yabancÕ mÕ\Õz? Elbette hayÕr! Biz dilimizi ve yurdumuzu severiz, onun emekçi kütlelerini (yani nüfusunun 9/10'unu) úuurlu bir demokrat ve sosyalist yaúayÕúÕna yükseltebilmek için herkesten çok çalÕúan biziz. (...) "'... Biz millî gurur duygusuyla meúbuuz. Çünkü Rus milleti de inkÕlapçÕ bir sÕQÕf yaratabildi. Rus milleti de beúeriyete yalnÕz büyük katliamlarÕn, sÕra sÕra dara÷açlarÕQÕn, sürgünlerin, büyük açlÕklarÕn, çarlara, pomesçiklere, kapitalistlere zilletle boyun e÷Lúlerin numunelerini göstermekle kalmadÕ; hürriyet ve sosyalizm u÷runda büyük kavgalara giriúebilmek istidadÕnda oldu÷unu da ispat etti.' (...) "Lenin'den bu satÕrlarÕ bir solukta okuduktan sonra Ahmed birdenbire susmuú, nefes almÕú ve yine o meúhur gülümseyiúiyle : "- Evet, demiúti, bizim muhitimiz de Bedreddin'i, Börklüce Mustafa'yÕ, Torlak Kemal'i, onlarÕn bayra÷Õ altÕnda dövüúen AydÕnlÕ ve DeliormanlÕ köylüleri yaratabildi÷i için, ben úuurlu Türk proleteri, milli bir gurur duyuyorum. Millî bir gurur duyuyorum, çünkü derebeylik tarihinde bile bu milletin emekçi kütleleri (yani nüfusunun 9/10'u) SakÕzlÕ Rum gemiciyi ve Yahudi esnafÕQÕ kardeú bilen bir hareket do÷urabilmiútir."

NâzÕm Hikmet, bu sözlerle, ùeyh Bedreddin DestanÕ gibi bir yapÕtla memleketinin tarihsel de÷erlerini yüceltmesini, "milliyetçilik" diye olumsuzlamaya yeltenen kimi solcularÕn anlayÕúVÕzlÕ÷Õna karúÕ, Lenin'i yanÕna almÕú oluyordu.

Millî Gurur'un sonunda úu üç dize vardÕ :

Ne ah edin dostlar, ne a÷layÕn! Dünü bugüne bugünü yarÕna ba÷layÕn! NazÕm øçin YazÕlan ùiirler =øNDANI TAùTAN OYARLAR

6ÕlanÕn ufak tefek yollarÕ $÷UÕdan sÕ]Õdan tutmaz elleri Tepeden tÕrna÷a úiir gülleri Yi÷idim aslanÕm aman burda yatÕyor

Bugün efkarlÕ\Õm açmasÕn güller Yi÷idimden kötü haber verirler Demirden döúH÷i taútan sedirler Yatak diken diken yastÕk batÕyor Yi÷idim aslanÕm aman burda yatÕyor

Bir úubat gecesi tutuldu dilin Silaha bÕça÷a varmadÕ elin ne ana ne baba ne kÕz ne gelin Yi÷idim aslanÕm aman burda yatÕyor

Ne bir haram yedin ne bir cana kÕydÕn Ekmek kadar temiz su gibi aydÕn Hiç kimse duymadan hükümler giydin Yi÷idim aslanÕm aman burda yatÕyor Döúek melil mahzun yastÕk batÕyor

Mezar arasÕnda harman olur mu onüç yÕl hapiste derman kalÕr mÕ Azrail aç susuz canÕn alÕr mÕ Yi÷idim aslanÕm aman burda yatÕyor Döúek melil mahzun yastÕk batÕyor

ZindanÕ taútan oyarlar øçine bir yi÷it koyarlar Sa÷a döner bö÷rü taúa gelir Sola döner çÕUÕlçÕplak demir Çeli÷in hasÕ da yi÷idim aman böyle bilenir Döúek melil mahzun yastÕk batÕyor Yi÷idim aslanÕm aman burda yatÕyor

Dilimde dilimi buldu÷um, gücüne kurban oldu÷um Anam babam gibi övdü÷üm Dayan aslan ustam yi÷idim dayan Dayan hey gözünü sevdi÷im Bugün efkarlÕ\Õm açmasÕn güller Yi÷idimden kötü haber verirler

Sana kökü dÕúarda diyenlerin kökleri kurusun Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün ùiirin gökyüzü gibi herkesin Sen KÕ]ÕOÕrmak'casÕna bizimsin En büyük demircisi dilimizin CanÕPÕz ci÷erimizsin

Bugün burdaysa úiirin yarÕn Çin'dedir Bütün hÕúPÕyla dilimiz Kökünden sökülmüú bir çÕnar gibi yüre÷imiz içindedir

Bugün burdaysa úiirin yarÕn Çin'dedir AcÕVÕyla sÕ]ÕVÕyla alnÕQÕn kara yazÕVÕyla Bir yanÕ nur içinde tertemiz Bir yanÕ sÕ]Õm sÕ]Õm sÕzlayan memleketimiz içindedir Bugün burdaysa úiirin yarÕn Çin'dedir Bütün hÕúPÕyla dilimiz Kökünden sökülmüú bir çÕnar gibi yüre÷imiz içindedir

Bedri Rahmi Eyübo÷lu

* * * %øR ùEY

I Bir úey ki hava gibi ekmek gibi su gibi LazÕm insana lazÕm onsuz yaúanÕlmÕyor Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi Kalp titremeden göz yaúarmadan anÕlmÕyor.

Bir úey ki gözümüzde memleket kadar aziz $úk etti÷imiz kendimize dert etti÷imiz AdÕQÕ çocuklarÕPÕza belletti÷imiz Bir úey ki artÕk hasretine dayanÕlmÕyor.

II Bir úey daha var yürekler acÕVÕ UtandÕUÕr insanÕ düúündürür Öylesine baúka bir kalp a÷UÕVÕ AlÕr beni ta Bursa'ya götürür.

Yeúil Bursa'da konuk bir garip kuú Otur denmiú oracÕkta oturmuú Ta yüre÷inden bir türkü tutturmuú Ne güzel úey dünyada hür olmak hür.

Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin Hey kahpe felek ne oyunlar ettin En yavuz evladÕ bu memleketin NâzÕm a÷bey hapislerde çürür. Cahit SÕtkÕ TarancÕ

* * *

NÂZIM NÂZIM

Suç ça÷Õnda suçsuzlu÷a katlananlarÕ Ben úairim, nasÕl ba÷ÕúlarÕm Gül de÷se incinen bu yürek YandÕ bir baúka biçimde NâzÕm NâzÕm

Tavus tüylerine úiir dizdiler Can gözüyle baktÕm aya÷ÕQÕ gördüm Yani çirkinli÷i gördüm, yani cüceli÷i gördüm Ömrümde kiúiye úiir yazmadÕm

NâzÕm NâzÕm

Yurdunu satanÕn adÕQÕ anmam HayÕna hÕrsÕza yok sözüm Duydum ki dünyayÕ aúÕyorlar Yadellerin yi÷itleri, dal boylularÕ Ne sa÷FÕ oldular ne solcu Beni aúVÕn diye do÷urduklarÕm Bir kez daha yandÕk, bir kez daha yandÕm

NâzÕm NâzÕm Her bilgi bir yeni burjuva Her üst okul birkaç kuru baúÕ çekip çÕkarmaya Ne alçalma bir lokma bir çul için Bir yol bulup kurtulan kurtulana øttin sÕQÕIÕQÕ rahatÕQÕ, düútün mapusa yoklu÷a Bey soylum paúa soylum güzel emekçim

NâzÕm NâzÕm

Ülkende úiirlerin dolanÕyor Kavgan içten içe sürüp dayanÕyor Uzak mezarÕnda bir kÕrmÕ]Õ karanfil Ne denli tutsam kendimi Usul usul bir yerlerim kanÕyor Sonsuz gurbetçim, koca úairim

NâzÕm NâzÕm

Suç ça÷Õnda suçsuzlu÷a katlananlarÕ Ben úairim, nasÕl ba÷ÕúlarÕm Gül de÷se incinen bu yürek YandÕ bir baúka biçimde NâzÕm NâzÕmFormun AltÕ

Gülten AkÕn

* * *

3 HAZøRAN 1973 korkmadan yazdÕúiirlerini soka÷a çÕkar gibi rahat ancak yalan söylemeyenler korkmaz rahat yazmaktan soka÷a çÕkarken bildi karÕúWÕ÷ÕQÕ kimlerin arasÕna kimlerin yanÕnda yer alaca÷ÕQÕ kimlere karúÕ bildi bir kavgaya raslayÕnca kaçmayaca÷ÕQÕ güçlüyse bir yanÕ kavganÕn bir yanÕ haklÕ bildi yerini alaca÷ÕQÕ haklÕQÕn yanÕnda savaúaca÷ÕQÕ yÕlmadan boyun e÷meden güçlüye apaçÕk yazdÕúiirlerini bir avuç su içer gibi yalÕn ancak haklÕ olanlar korkmaz yalÕn konuúmaktan Õrma÷a bakarken dedi su nasÕl her úeyi gösterirse hangi kaynaktan çÕktÕ÷ÕQÕ dökülece÷ini hangi denize D÷aç nasÕl sererse gözler önüne tohumu ve çiçe÷i duru olmalÕ öyle konuúulan söz de eylem de insana aykÕUÕGÕr çünkü do÷aya aykÕUÕ olan çünkü engelleyen yok bulanÕklÕktan baúka gerçe÷i umutla yazdÕúiirlerini sabahÕ bekler gibi doluyürek ancak emek verenler korkmaz yarÕQÕ beklemekten içeri girerken düúündü bir gün açÕlaca÷ÕQÕ kapÕlarÕn toprakta tohum neyse insan odur dört duvar arasÕnda ne çaresizlik yaraúÕr ona ne eli kolu ba÷OÕ oturmak yeter ki bilsin terden varÕlaca÷ÕQÕ mutluluk harmanÕna bilsin girdi mi savaúa dayanmak gerekece÷ini güneúin er geç buluttan çÕkaca÷ÕQÕ ihanet etseler de verimli bir úafak dölüdür nâzÕm'Õn úiiri inmiú yeryüzü tarlasÕna insan dilinden H÷itir bilinç oca÷Õnda kiminin yüre÷ini kiminin ateú ya÷murudur ter dökmeyen alnÕna

Kemal Özer * * *

OZAN

I. Kar ya÷GÕ bütün kÕú. Bir a÷Õr düú. Kar ya÷GÕ bütün kÕú kederli ülkemize ormanÕn solu÷u Õslak toprakla birleúti karayel budayÕp geçti bütün yamaçlarÕ ak kefenler sarardÕ ve çürüdü durup dinlenmeden buruútu çocuklar silinip gitti ço÷u NÕzamÕk gülleri açmÕúWÕ omuzlarÕnda

Kar ya÷GÕ bütün kÕú ve ben düúledim seni Ülkemiz yurdumuz sevdamÕz kardeúli÷imiz ülkemiz yurdumuz aydÕnlÕ÷ÕPÕz gençli÷imiz yedi yaúÕnda otuz yaúÕnda yetmiú yaúÕnda ça÷larÕn tuzlu kemiklerinde birleúen ülkemiz yurdumuz yani yenilmez umudumuz ülkemiz yurdumuz kocamayan gelinimiz yazan kalemimiz öfkeli sevincimiz alÕn yazÕPÕz bitmez çilemiz

Ülken ve yurdun Õslak hücreler dar odalar a÷Õr anahtarlar yetesin diye bu taúlar ormanÕnda kulak zarÕn yÕrtÕlsÕn diye sessizlikten sararsÕn diye sesin demir parmaklÕklarda kireç tutsun paslansÕn diye eklem yerlerin ülkeler ve yurtlar kurdular sana kara anahtarlar ve so÷uk odalardan

Kar ya÷GÕ bütün kÕú kederli ovaya

Bir madenciydin aya÷a kalkÕúÕnla bir sabÕr yarattÕn köylü duyarlÕ÷Õnla dostlar her zaman dost olmasa bile metrelerle ölçülse de geniúlik bir iúçi bir köylü gibi yaúadÕn günü-geceyi umudun iúçisi sabrÕn köylüsü bayram yeri gibi onurlu yüre÷in dostlara pay ettin yÕllar boyunca.

II. Sen memleketten uzak hasretin bir türlüsüyle delik deúik yürek dalgÕn yorgun ve yalnÕz bir otel odasÕnda malÕn-mülkün olmadÕ hasretten baúka

Sen memleketten uzak hasretin bin türlüsüyle delik deúik yürek dalgÕn yorgun ve yalnÕz bir otel odasÕnda tepeden tÕrna÷a âúÕk sevilen her kadÕna tepeden tÕrna÷a âúÕk mavi tana köpüren suya yeúeren ota NÕrmÕ]Õ balÕklarÕn Kara gözlü karÕncalarÕn dostu trenlerin uçaklarÕn vapurlarÕn eksilmez yolcusu on dokuzunda delikanlÕ altmÕúÕnda delikanlÕ usanmaz ve uslanmaz sevdalÕ belki Paris'tesin St. Michael RÕhtÕPÕ'nda hava güneúli ve sancÕPÕyor yüre÷in sen memleketten uzak hasretin bin türlüsüyle delik deúik yürek bir güvercin gibi geçer østanbul mavi gözlerinin içinden Sarayburnu KadÕköy Gülhane ParkÕ bir acÕ sözünle geçer mavi kederli gözlerinin içinden belki uçarsÕn karlÕ Ukrayna ovalarÕQÕ aklÕnda Tuz Gölü Konya OvasÕ aklÕnda ülken sekiz bin metre yukarlarda Lejyonerler Köprüsü'ndesin belki Prag'da 9Õltava suyunun köpüklerinde gözün ama aklÕn østanbul'da BeyazÕt MeydanÕ'nda Bursa'da ÇankÕUÕ'da DiyarbakÕr'da yaúarsÕn en belalÕVÕQÕ sanatlarÕn yaúOÕ yorgun ülkenden uzak ekme÷ini kendi öz kanÕna banarak kederli bir Õrmak gibi ço÷alarak kendi sÕcak dost masmavi denizlerinden uzak yaúarsÕn en kanlÕVÕQÕ sanatlarÕn

Sen memleketten uzak gurbet iúçisi hasretin bin türlüsüyle yaralÕ ozan senden ö÷rendim umudun söz dizimini senden ö÷rendim inancÕn tatlÕ dilini sen on dokuzunda sevdalÕ ve delikanlÕ sen altmÕúÕnda sevdalÕ ve delikanlÕ sen memleketten uzak gurbet iúçisi hasretin bin türlüsüyle yaralÕ ozan ustam benim! hasretlerin, ayrÕOÕklarÕn ozanÕ!

Özdemir ønce

* * *

NÂZIM'IN YÜREöø

UsanÕnca gerçeklerin yalanÕndan, kaygan, yüzsüz baskÕdan, tunç NâzÕm'Õ anÕmsarÕm ve sesini biraz hançerimsi : "Merhaba kardaúÕm... Ne o, neden yüzün asÕk öyle Boú ver! Yoksa úiir mi takÕldÕ bir yerde? Gel, birlikte bitirelim. Paran mÕ yok? BakarÕz bir çaresine, dert de÷il. KÕz mÕ? AldÕrma bulunur..." Oysa asÕl kendisinde var bir úey, içini kemiren yüz çizgilerinden dehúetle akan : "Hepsi iyi de, úu yürek a÷UÕVÕ... Adam sen de a÷UÕyadursun, yaúÕyoruz ya..." Kimisi için úiir bir roldür, Kimisine bir dükkân, kazançtÕr. Onun içinse a÷UÕGÕr úiir, rol de÷il. NâzÕm'Õn yüre÷i de a÷UÕGÕ durdu iúte. Üzerine titreyen doktoru bir gün, hani pek de güvenemeyerek, uyarmÕúWÕ beni : "BakÕn" demiúti, "keskin konulardan kaçÕQÕn ki a÷UÕmasÕn NâzÕm'Õn yüre÷i..." Hey gidi doktor... HastanÕz gitti. YaramadÕ çabalarÕQÕz. Yüre÷iyse onun gizli gizli çarparak sürdürdü a÷UÕVÕQÕ ölümünden sonra da. øçindeki acÕ için a÷UÕyor, Türkler için, Ruslar için a÷UÕyor, kendisi gibi mahpusta özgür olanlar için özgürlükte mahpus gibiler için a÷UÕyor. Hapishane acÕlarÕyla yanan o yürek - ölümden sonra bile - dinlemiyor doktorlarÕ, korkak oldu÷umuz zaman a÷UÕyor. Neme gerek dersek a÷UÕyor. Onun gibi açÕk yürekle : "Merhaba kardaúÕm..." diyemezsek a÷UÕyor...

VarsÕn a÷UÕVÕn hepsi için yüreklerimiz, tek a÷UÕmasÕn NâzÕm'Õn yüre÷i.

Yevgeni Yevtuúenko Çeviren: Ziya Yamaç

* * *

GÜZ ÇøÇEKLERøNDEN NÂZIM'A ÇELENK

Niçin öldün NâzÕm? Ne yaparÕz úimdi biz úarkÕlarÕndan yoksun? Nerde buluruz baúka bir pÕnar ki onda bizi karúÕladÕ÷Õn gülümseme olsun? Seninki gibi ateúle su karÕúÕk acÕyla sevinç dolu, gerçe÷e ça÷Õran bakÕúÕ nerde bulalÕm?

Kardeúim, öyle derin duygular, düúünceler yarattÕn ki bende, denizden esen acÕ rüzgâr kapacak olsa bunlarÕ bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir, yaúarken seçti÷in ve ölümden sonra sana barÕnak olan oraya, uzak topra÷a düúerler.

Al sana bir demet ùili kasÕmpatlarÕndan, al güney denizleri üstündeki ayÕn so÷uk parlaklÕ÷ÕQÕ, halklarÕn savaúÕQÕ, kendi dövüúümü ve yurdumun kederli davullarÕQÕn bo÷uk gürültüsünü kardeúim benim, dünyada nasÕl yalnÕ]Õm sensiz, çiçek açmÕú kiraz a÷acÕQÕn altÕQÕna benzeyen yüzüne hasret, benim için ekmek olan, susuzlu÷umu gideren, kanÕma güç veren dostlu÷undan yoksun.

Hapisten çÕktÕ÷Õnda karúÕlaúPÕúWÕk seninle, zorbalÕk ve acÕ kuyusu gibi loú hapisten, zulmün izlerini görmüútüm ellerinde, kinin oklarÕQÕ aramÕúWÕm gözlerinde, ama parlak bir yüre÷in vardÕ, yara ve ÕúÕk dolu bir yürek.

Ne yapayÕm ben úimdi? Tasarlanabilir mi dünya her yana ekti÷in çiçekler olmadan? NasÕl yaúamalÕ seni örnek almadan, senin halk zekânÕ, ozanlÕk gücünü duymadan? Böyle oldu÷un için teúekkürler, teúekkürler türkülerinle yaktÕ÷Õn ateú için.

Pablo Neruda (1904-1973) Çeviren: Ataol Behramo÷lu NazÕm'Õn YaúamÕ

NâzÕm Hikmet 20 KasÕm 1901'de Selanik'te do÷du (aile çevresinde 40 gün için bir yaú büyük görünmesin diye bu tarih 15 Ocak 1902 olarak anÕlmÕú, kendisi de bunu benimsemiútir), 3 Haziran 1963'te Moskova'da öldü.

Baba tarafÕndan dedesi NâzÕm Paúa valiliklerde bulunmuú, özgürlükçü, úairli÷i olan bir kiúiydi. Mevlevi tarikatÕndandÕ. AnayasacÕ Mithat PaúanÕn yakÕn arkadaúÕydÕ. BabasÕ Hikmet Bey ise Mekteb-i Sultani (sonradan Galatasaray Lisesi) mezunu, önce ticaret yaúamÕQÕ denemiú, baúaramayÕnca Kalem-i Ecnebiye'ye (dÕúLúleri) ba÷lanmÕú bir memurdu. Dilci, e÷itimci Enver Paúa'nÕn kÕ]Õ olan annesi Celile HanÕm, FransÕzca konuúan, piyano çalan, ressam denecek kadar iyi resim yapan bir kadÕndÕ. NâzÕm Hikmet'in e÷itiminde dönemin ileri düúüncelerine sahip aile çevresinin büyük etkisi oldu. Bir yÕl kadar, FransÕzca |÷retim yapan bir okulda, sonra Göztepe'deki Numune Mektebi'nde (Taúmektep) okudu. ølkokulu bitirince, arkadaúÕ Vâlâ Nureddin'le birlikte Mekteb-i Sultani'nin hazÕrlÕk sÕQÕIÕna yazÕldÕ. Ertesi yÕl ailesinin paraca sÕNÕntÕya düúmesi yüzünden bu masraflÕ okuldan alÕnarak NiúantaúÕ Sultanisi'ne verildi. Bu arada dedesi NâzÕm Paúa'nÕn etkisiyle úiirler de yazmaya baúlamÕúWÕ. Bir aile toplantÕVÕnda denizciler için yazdÕ÷Õ bir kahramanlÕk úiirini dinleyen Bahriye NazÕUÕ Cemal Paúa çok etkilenerek bu yetenekli gencin Bahriye Mektebi'ne geçmesini istedi, aileden olumlu karúÕOÕk alÕnca da bu okula girmesine yardÕm etti. NâzÕm Hikmet 1917'de girdi÷i Heybeliada Bahriye Mektebi'ni 1919'da bitirip Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayÕ olarak atandÕ. AynÕ yÕOÕn kÕúÕnda son sÕQÕftayken geçirdi÷i zatülcenp hastalÕ÷Õ tekrarladÕ. Aile dostu olan Deniz Hastanesi Baúhekimi HakkÕùinasi PaúanÕn gözetiminde iki ay süren bir sa÷altÕm döneminden sonra, kendisine iki ay da evde dinlenme izni verildi. Bu süre sonunda da toparlanamadÕ÷Õ, deniz subayÕ olarak görev yapabilecek sa÷OÕk durumuna kavuúamadÕ÷Õ görülünce, 17 MayÕs 1920'de, Sa÷OÕk Kurulu raporuyla, askerlikten çürü÷e çÕkarÕldÕ.

Bu arada hececi úairler arasÕnda genç bir ses olarak oldukça ünlenmiúti. Bahriye Mektebi'nde tarih ve edebiyat |÷retmeni olan, ayrÕca aile dostu olarak evlerine de gelip giden Yahya Kemal'e büyük hayranlÕk duyuyor, yazdÕ÷Õ úiirleri gösterip eleútirilerini alÕyordu. 1920'de "Alemdar" gazetesinin açtÕ÷Õ bir yarÕúmada ünlü úairlerden oluúan seçici kurul birincilik ödülünü ona vermiú, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi gibi genç ustalar ondan sevgiyle söz eder olmuúlardÕ. østanbul iúgal altÕndaydÕ ve NâzÕm Hikmet coúkun bir vatan sevgisini yansÕtan direniúúiirleri yazÕyordu. 1920'nin son günlerinde yazdÕ÷Õ "Gençlik" adlÕúiiri gençleri ülkenin kurtuluúu için savaúmaya ça÷ÕrmaktaydÕ.

1 Ocak 1921'de ise Mustafa Kemal'e silah ve cephane kaçÕran gizli bir örgütün yardÕPÕyla dört úair, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, NâzÕm Hikmet, Vâlâ Nureddin, Sirkeci'den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice bindiler. ønebolu'ya varÕnca, Ankara'ya geçebilmek için beú altÕ gün, izin ve yol parasÕ beklemeleri gerekti. Ama Ankara'dan yalnÕz NâzÕm Hikmet ile Vâlâ Nureddin'e izin çÕktÕ.

ønebolu'da geçirdikleri günlerde, Anadolu'ya geçmek üzere, onlar gibi izin bekleyen, Almanya'dan gelme genç |÷rencilerle tanÕúPÕúlardÕ. AralarÕnda SadÕk Ahi (sonradan Mehmet Eti adÕyla CHP milletvekili), Vehbi (Prof. Vehbi SarÕdal), Nafi Atuf (Kansu, sonradan CHP genel sekreteri) gibi kimseler de bulunan bu ö÷renciler Spartakistler olarak anÕOÕyor, sosyalizmi savunuyor, Türkiye'nin Misak-Õ Milli sÕQÕrlarÕQÕ ilk tanÕyan ülke olarak Sovyetler Birli÷i'nden övgüyle söz ediyorlardÕ. Bunlar NâzÕm Hikmet ile Vâlâ Nureddin için yepyeni bilgilerdi.

Ankara'ya vardÕklarÕnda kendilerine verilen ilk görev østanbul gençli÷ini milli mücadeleye ça÷Õran bir úiir yazmak oldu. Üç gün içinde yazÕp bitirdikleri bu üç sayfadan uzun úiir Matbuat Müdürlü÷ü'nce, 1921 martÕnda 11,5 x 18 cm boyutlarÕnda dört sayfa olarak, on bin adet bastÕUÕOÕp da÷ÕWÕldÕ. ùiirin yankÕlarÕ o kadar büyük oldu ki, Millet Meclisi üyeleri böyle güçlü bir ça÷UÕQÕn do÷urabilece÷i sorunlarÕn nasÕl çözülece÷ini tartÕúmak gere÷ini duydular. Matbuat müdürü Muhittin Birgen úiiri yayÕmlayÕp da÷ÕttÕ÷Õ için olumsuz eleútiriler aldÕ. østanbullu gençler Ankara'yÕ doldururlarsa onlara nerede, nasÕl iú bulunaca÷Õ önemli bir sorundu. Meclis'te sorguya çekilmekten tedirgin olan Muhittin Birgen bir daha böyle bir duruma düúmemek için, NâzÕm Hikmet ile Vâlâ Nureddin'i Maarif Vekâleti'ne devretmeye karar verdi. Bu arada Celile HanÕm'Õn uzaktan akrabasÕ olan øsmail FazÕl Paúa, yazdÕklarÕúiirle ortalÕ÷Õ karÕúWÕran bu iki yetenekli úairi Meclis'e ça÷Õrarak Mustafa Kemal Paúaya takdim etti.

Mustafa Kemal'in kendilerine söylediklerini Vâlâ Nureddin Bu Dünyadan NâzÕm Geçti adlÕ kitabÕnda úöyle aktarÕyor : "BasmakalÕp laflara ihtiyaç duymaksÕ]Õn, Mustafa Kemal, bizim için çok önemli bir sadede girdi : "- BazÕ genç úairler modern olsun diye mevzusuz úiir yazmak yoluna sapÕyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli úiirler yazÕQÕz, dedi. "Daha da konuúacaktÕ. Fakat aceleyle yanÕna bir iki kiúi yaklaúWÕ. Bir telgraf getirdiler. Paúa göz atÕnca telgrafla ilgilendi. Eliyle selamlayÕp bizden uzaklaúWÕ."

.Õsa bir süre sonra ö÷retmen olarak Bolu'ya atandÕlar. Bolu'da A÷Õr Ceza Mahkemesi reis vekili Ziya Hilmi, eúrafÕn, din adamlarÕQÕn daha baútan benimsemedikleri, kalpak giyen, camiye gitmeyen bu iki genç ö÷retmeni korudu. Bilgili bir kiúi olan Ziya Hilmi onlara FransÕz Devrimi'ni anlatÕyor, Lenin'den, Kautsky'den söz ediyor, Sovyetler Birli÷i'ni görmek istedi÷ini söylüyordu. Tutucu çevrelerin baskÕVÕna, gizli polis örgütünün güvensizlik belirten davranÕúlarÕ da eklenince, Bolu'da barÕnamayacaklarÕQÕ anlayan NâzÕm Hikmet ile Vâlâ Nureddin, iyi bir ö÷renim görmek, dünyada olup bitenleri anlamak için Paris'e mi, Berlin'e mi, Moskova'ya mÕ gitsek diye düúünürlerken, Ziya Hilmi'nin etkisiyle, Moskova'ya gitmeye karar verdiler. 1921 a÷ustosunda Bolu'dan ayrÕOÕp do÷uda, KâzÕm Karabekir PaúanÕn yanÕnda ö÷retmenlik etmeye gidiyormuú gibi davranarak, vapurla Zonguldak'tan Trabzon'a geçtiler, oradan da gene vapurla 30 Eylül 1921'de Batum'a vardÕlar. Böylece Sovyetler Birli÷i'ne ayak basan, yirmi yaúÕn eúL÷indeki iki genç úair Moskova'ya giderek Do÷u Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazÕldÕlar.

NâzÕm Hikmet serbest müstezatÕ, FransÕz úiirinin serbest ölçüsünü biliyordu. Batum'da "øzvestiya" gazetesinde gördü÷ü, büyük bir olasÕOÕkla Mayakovski'nin yazdÕ÷Õ bir úiirin uzunlu kÕsalÕ dizelerine, merdivenli istifine ilgi duymuú, ama Rusça bilmedi÷i için içeri÷ini anlayamamÕúWÕ. Moskova'ya giderken geçtikleri açlÕk bölgelerinde gözlediklerinin etkisiyle yazmaya giriúti÷i "AçlarÕn Gözbebekleri"ni hece ölçüsüne sokamadÕ÷ÕQÕ görünce, øzvestiya"daki úiirin biçimsel ça÷UÕúÕmlarÕndan güç alarak, daha serbest yazmayÕ denedi. Ortaya yer yer hece kalÕplarÕyla kurulmuú olsa da, kurallara uymayan, serbest bir ölçü çÕktÕ. øçine girdi÷i yeni dünyanÕn düúünce, duygu yükü altÕnda, bu serbest ölçüyle yazdÕ÷Õúiirler birbirini izledi. Rusça |÷renince, devrimci bir ortamda geçmiúin bütün de÷erlerini hiçe sayarak yazan genç Sovyet úairlerini okumaya baúladÕ. Bunlar øtalya'da Marinetti'nin baúlattÕ÷Õ Gelecekçilik (Fütürizm) akÕPÕQÕn etki alanÕnda yazan, geçmiúi yadsÕyarak her úeyi gelecekte gören devrimci úairlerdi. Bu dönemde yazdÕ÷Õúiirlerin bazÕlarÕQÕ 1923'te "Yeni Hayat", "AydÕnlÕk" gibi dergilere göndererek yayÕmlatan NâzÕm Hikmet, üniversiteyi bitirince ülkesine dönmek istedi. 1924 ekiminde, çÕNÕúÕnda oldu÷u gibi, gene gizlice VÕQÕrdan geçerek Türkiye'ye geldi. "AydÕnlÕk" dergisinde çalÕúmaya baúladÕ. østanbul'da polisçe izlendi÷ini anlayÕnca, bir basÕmevi kurmak için øzmir'e geçti. Böylece gözlerden de uzaklaúPÕú oluyordu. 1925 úubatÕnda ùeyh Sait øsyanÕ'nÕn baúlamasÕ üzerine, 4 Mart 1925'te Takrir-i Sükûn Kanunu çÕkarÕldÕ. BazÕ gazeteler, dergiler kapatÕldÕ÷Õ gibi, 1 MayÕs 1925'te yayÕmlanan bir bildirge dolayÕVÕyla "AydÕnlÕk" dergisi çevresindeki yazarlarÕn ço÷u da tutuklandÕlar. Ankara'da østiklal Mahkemesi'ndeki dava 12 A÷ustos 1925'te sonuçlandÕ÷Õnda NâzÕm'Õn da gÕyaben 15 yÕla mahkûm edildi÷i görüldü. Bunun üzerine NâzÕm Hikmet saklanmakta oldu÷u øzmir'den haziran ayÕ ortalarÕnda østanbul'a gelerek gizlice yurt GÕúÕna çÕNÕp yeniden Sovyetler Birli÷i'ne gitti. CezasÕQÕn 1926'da Cumhuriyet BayramÕ nedeniyle çÕkarÕlan af kapsamÕna girdi÷ini ö÷renince, resmen yurda dönebilmek için pasaport iste÷iyle hemen Türk Elçili÷i'ne baúvurdu. Tekrar tekrar yaptÕ÷Õ baúvurulara olumlu karúÕOÕk alamadÕ. Bu arada 28 Eylül 1927'de østanbul'da da÷ÕWÕlan bildiriler yüzünden açÕlan bir davada gizli parti üyesi olmak suçlamasÕyla, gene gÕyaben 3 ay hapse mahkûm edildi. Bir buçuk yÕl kadar bekledikten sonra Elçilik'ten olumlu bir karúÕOÕk alamayaca÷ÕQÕ kesinlikle anlayÕnca, 1928'de Bakû'da ilk úiir kitabÕ Güneúi øçenlerin Türküsü'nü yayÕmlattÕ. AynÕ yÕOÕn temmuz ayÕnda da, gÕyaben aldÕ÷Õ mahkûmiyetlerden temize çÕkmak için, gizlice sÕQÕUÕ geçerek Kafkasya'dan Türkiye'ye girdi. ArkadaúÕ Laz øsmail'le Hopa'da yakalandÕklarÕnda üstlerinde sahte pasaportlar vardÕ. 6ÕQÕUÕ izinsiz, üstelik de sahte pasaportlarla geçmek suçuyla SavcÕ'nÕn karúÕVÕna çÕkarÕldÕlar. øki arkadaú yargÕlanmak üzere Rize'ye gönderilmeden önce Hopa Cezaevi'nde iki ay beklediler. Güneúsiz, havasÕz, karanlÕk bir ko÷Xúta, nerdeyse hepsi köylü olan tutuklularla birlikte yatÕp kalktÕlar. øki arkadaúÕn yargÕlanmak üzere Hopa'dan Rize'ye gönderilmeleri tutukluluklarÕQÕn sona ermesini sa÷ladÕ. Pasaportsuz sÕQÕr geçme suçunun cezasÕ üç gün hapisti. FazlasÕyla içerde kaldÕklarÕ için serbest bÕrakÕlmalarÕ gerekiyordu. Ama baúka bir suçtan cezalarÕ bulunup bulunmadÕ÷ÕQÕ araúWÕrmak için yapÕlmasÕ gereken yazÕúmalar uzun sürece÷inden, mevcutlu olarak Ankara'ya gönderilmelerine karar verildi. 4 Ekim 1928'de kelepçeli olarak østanbul'a getiriliúleri gazetelerde eleútirilere yol açtÕ. østanbul'da çÕkarÕldÕklarÕ mahkeme, bütün suçlamalarÕn birleútirilerek ele alÕnmasÕ için, iki arkadaúÕn Ankara'ya gönderilmelerini uygun gördü. BasÕn yapÕlan onur kÕUÕFÕ uygulamayÕ açÕkça eleútirmeye baúlamÕúWÕ. Bir ba÷Õúlama yasasÕ çÕkarÕlmÕú, siyasal tutuklular salÕverilmiúken, onlarÕn böyle bileklerinde kelepçeyle oradan oraya dolaúWÕUÕlmalarÕ kÕnanÕyordu. Ama yazÕlanlarÕn bir yararÕ olmadÕ. 14 Ekim 1928'de NâzÕm ile Laz øsmail, Ankara'ya gene bileklerinde kelepçeleri, arkalarÕnda jandarmalarÕyla gittiler. Hemen sorgulanÕp tutuklandÕlar. Önceki yargÕlanmalarÕndan gerekli bilgilerin, belgelerin toplanmasÕ biraz sürdü. Ancak 4 KasÕm 1928'de baúlayan duruúmalarÕ 23 AralÕk 1928'de sona erdi.

Ankara A÷Õr Ceza Mahkemesi, NâzÕm Hikmet'in østiklal Mahkemesi'nce verilip ba÷Õúlama yasasÕyla kaldÕUÕlan 15 \ÕllÕk cezasÕna dayanak olan belgeleri ele alarak nerdeyse yeni bir yargÕlama yaptÕ. Sonuçta tutuklanma tarihlerine göre, ikisinin de önceki sonraki, ba÷ÕúlanmÕú ba÷ÕúlanmamÕú bütün cezalardan kurtulduklarÕ anlaúÕldÕ. Böylece, serbest bÕrakÕlmalarÕna, yüzlerine karúÕ, oy birli÷iyle karar verildi. Ankara'daki dostlarÕ, baúta ùevket Süreyya Aydemir olmak üzere, úairli÷ine inanan aydÕnlar, onun Halkevi'nde çalÕúmasÕQÕ, Halk úiiriyle ilgilenmesini, Anadolu'yu dolaúmasÕQÕ istiyorlardÕ. Ama NâzÕm Hikmet bu gibi önerileri benimsemeyerek østanbul'da Zekeriya Sertel'in çÕkardÕ÷Õ "Resimli Ay" dergisinin yazÕ kadrosuna katÕldÕ. Bir yandan úiirlerini yayÕmlÕyor, bir yandan da edebiyatÕn yerleúmiú de÷erlerine karúÕ sert çÕNÕúlar yapÕyordu. "PutlarÕ <ÕNÕyoruz" baúOÕ÷Õ altÕnda 1929 ortalarÕnda baúlattÕ÷Õ yazÕ dizisinde Abdülhak Hâmit, Mehmet Emin gibi úairlere yöneltti÷i saldÕUÕlar basÕnda büyük yankÕlar uyandÕrdÕ. AynÕ yÕOÕn mayÕs ayÕnda yayÕmlanan 835 SatÕr adlÕ kitabÕ ise büyük bir ilgiyle karúÕlandÕ. Bunu gene o yÕl çÕkan Jokond ile Si-Ya-U , ertesi yÕl çÕkan Varan 3; 1+1=1 adlÕ kitaplarÕ izledi. Temmuz 1930'da "SalkÕmsö÷üt" ile "Bahri Hazer" úiirleri úairin kendi sesiyle Columbia firmasÕnca pla÷a alÕndÕ. Yirmi günde tükenen bu pla÷Õn kahveler, lokantalar gibi halka açÕk yerlerde çalÕnmaya baúlandÕ÷Õ görülünce, polisin duruma el koyup bazÕ uyarÕlara giriúmesi sonucu firma pla÷Õn yeni basÕmlarÕQÕ yapmaktan vazgeçti.

1 MayÕs 1931 günü bir sivil polisin getirdi÷i ça÷UÕyla, ertesi gün Sorgu YargÕçlÕ÷Õ'nda sorgulanmasÕ yapÕldÕ. øçiúleri BakanlÕ÷Õ'nÕn emri do÷rultusunda, ilk beú kitabÕndaki úiirlerinde "bir zümrenin baúka zümreler üzerinde hakimiyetini temin etmek gayesiyle halkÕ suça teúvik etti÷i" savÕyla mahkemeye verildi. 6 MayÕs 1931 Çarúamba günü saat 15'te, 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde, Türk Ceza YasasÕ'nÕn 311 ile 312. maddelerine dayanarak baúlayan mahkemeye, NâzÕm Hikmet koyu renk bir giysi, çizgili boyunba÷Õ, elinde fötr úapkayla gelmiúti. Az sonra AvukatÕørfan Emin Bey de (Kösemihalo÷lu) yanÕnda yerini aldÕ. Küçük mahkeme odasÕ üniversite ö÷rencileri, genç úairler, úapkalÕ bayanlarla tÕklÕm tÕklÕm doluydu. SorgulanmasÕQÕn bir yerinde NâzÕm Hikmet úöyle dedi : øddianamede beú altÕ noktadan suçlama var. BunlarÕn baúÕnda benim komünist oldu÷umu ilan etmekli÷im suç sayÕlmaktadÕr. Evet, ben komünistim, bu muhakkaktÕr. Komünist úairim ve daha esaslÕ komünist olmaya çalÕúÕyorum. Teúkilat-Õ Esasiye Kanunu mucibince ben komünist úair olmakla cürüm iúlemiú olmam. Komünistlik bir tarz-Õ telakkidir. Di÷er iktisadi ve siyasi meslekler nasÕl cürüm de÷ilse, komünist mefkûresi de cürüm de÷ildir. Benim bir VÕQÕf halkÕ di÷eri aleyhine tahrik etti÷im iddiasÕ söz konusu de÷ildir." Bundan sonra yapÕtlarÕQÕ tek tek ele alÕp yazÕOÕú amaçlarÕQÕ açÕklayan úair, bir yerde, kendisini BatÕQÕn emperyalist ülkelerinin mahkemeye vermesi gerekti÷ini, bir yerde de, Türkiye'de ekonomik sÕNÕntÕ oldu÷unu rakamlarla açÕklayan Ticaret OdasÕ Dergisi'ne de÷inerek, halkÕn durumundan söz etmek suç ise, ekonomi bilimini ortadan kaldÕrmak gerekti÷ini söyledi. Sorgulama bitince, SavcÕ esas hakkÕnda görüúünü bildirerek, "MüdafaasÕna nazaran suç için araúWÕUÕlan kanuni unsur ve úeraiti göremiyoruz, beraatini talep ederim," dedi. Avukat ørfan Emin Bey ise coúkulu, uzun bir savunma yaptÕ. Türkiye'nin emperyalizme karúÕ verdi÷i savaúa da de÷indi÷i konuúmasÕQÕ, øddia makamÕQÕn talebine katÕlarak beraatimizi talep ederiz," diye bitirdi. YargÕçlar dosyayÕ incelemek için on dakika ara vererek içeri çekildiler. Mahkeme salonunda aklanma kararÕ bekleniyordu. Ama öyle olmadÕ, duruúma 10 MayÕs 1931 Pazar günü sabahÕna ertelendi. Kimilerinde kuúku uyandÕran bu erteleme ilgiyi büsbütün artÕrmÕú, pazar sabahÕ gelen dinleyiciler salona sÕ÷mayÕp koridora taúPÕúlardÕ. Karar oybirli÷iyle aklanma olarak okununca, büyük bir alkÕú koptu.

1932'de NâzÕm Hikmet'in Benerci Kendini Niçin Öldürdü adlÕúiir kitabÕ basÕldÕ÷Õ gibi, 1931-32 sezonunda KafatasÕ, 1932-33 sezonunda Bir Ölü Evi adlÕ oyunlarÕ da Darülbedayi'de (sonradan østanbul ùehir Tiyatrosu) sahneye kondu. Benerci Kendini Niçin Öldürdü?'de Sühulet Kütüpanesi'nce yakÕnda yayÕmlanaca÷Õ duyurulan Gece Gelen Telgraf nedense 1933 yÕOÕ baúÕnda Muallim Ahmet Halit Kütüphanesi'nce yayÕmlandÕ. KitabÕn kapa÷Õ ile üçüncü sayfasÕnda 1932 tarihi vardÕ, ama sondaki beúúiirin altÕna 1933 tarihi konmuútu. AnlaúÕlan bu kitap basÕma hazÕrlanÕrken birtakÕm tedirginlikler yaúanmÕúWÕ. Gece Gelen Telgraf yayÕmlandÕktan bir süre sonra iki dava açÕldÕ. Birini 5 Mart 1933'te kitabÕ toplatan østanbul Cumhuriyet SavcÕOÕ÷Õ, "halkÕ rejim aleyhine kÕúNÕrtmak"tan, sÕrasÕyla yazar NâzÕm Hikmet'e, yayÕmcÕ Ahmet Halit'e, basÕmevi sahibi Ali Beye karúÕ; öbürünü ise, 9 MayÕs 1933'te, yapÕtta yer alan "Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye" adlÕ yergide "kendisine ve pederine hakaret etti÷i" gerekçesiyle Süreyya Paúa, NâzÕm Hikmet'e karúÕ açmÕúlardÕ. Oysa úair Gece Gelen Telgraf toplandÕktan iki hafta kadar sonra, 22 Mart 1933'te, gizli örgüt kurmak, üç kentte, østanbul, Bursa, Adana'da, duvarlara devrim bildirileri yapÕúWÕrarak, kitapçÕklar da÷Õtarak komünizm propagandasÕ yapmaktan tutuklanmÕú, bir süre østanbul'da sorgulanmÕú, bu arada öbür davalarÕQÕn duruúmalarÕnda bulunmuú, ama arkasÕndan, yargÕlanmak üzere, 1 Haziran 1933'te, Bursa'ya gönderilmiúti. ødam talebiyle baúlayan dava 31 Ocak 1934'te 5 yÕl hapis kararÕyla son buldu. Temyiz bu kararÕ bozduysa da Bursa Mahkemesi 4 yÕla indirerek hapis kararÕnda direndi.

Cumhuriyet'in onuncu yÕOÕnda çÕkarÕlmÕú olan ba÷Õúlama yasasÕyla bu cezanÕn 3 yÕOÕ indirilince geriye bir yÕl kalÕyordu. Oysa NâzÕm Hikmet bir buçuk yÕldÕr tutukluydu. Böylece 6 ay alacaklÕ olarak cezaevinden çÕNÕp østanbul'a geldi. 1930'da tanÕúÕp 1931'de evlenmeye karar verdi÷i halde kovuúturmalar, tutuklamalar yüzünden buna olanak bulamadÕ÷Õ Piraye AltÕno÷lu ile 31 Ocak 1935'te evlendi. NâzÕm daha önce de Sovyetler Birli÷i'nde iki kez evlenmiúti : Birincisi orada görevli bir Türk ailesinin kÕ]Õ olan Nüzhet HanÕm ile kÕsa bir evlilikti, ikincisi ise bir Rus kÕ]Õ olan Dr. Lena ile memleket hasreti yüzünden sona eren bir evlilik... Piraye AltÕno÷lu'nun ise ilk kocasÕndan iki çocu÷u vardÕ. Bu evlilikle NâzÕm Hikmet dört kiúilik bir ailenin sorumlulu÷unu yüklenmiú oluyordu. Geçimini sa÷lamak için "Akúam" gazetesinde Orhan Selim takma adÕyla fÕkralar yazmaya baúladÕ. Gene takma adlarla gazetelerde tefrika edilmek üzere romanlar yazdÕ. Bir yandan da øpek Film Stüdyosu'nda senaryo yazarlÕ÷Õ, dublaj yönetmenli÷i, film yönetmenli÷i gibi çeúitli iúler yapmaktaydÕ. 1935'te Taranta Babu'ya Mektuplar adlÕúiir kitabÕQÕ yayÕmladÕ, Unutulan Adam adlÕ oyunu Darülbedayi'de sahneye kondu. 1936'da Simavne KadÕVÕ O÷lu ùeyh Bedreddin DestanÕ adlÕúiir kitabÕ ile Alman Faúizmi ve IrkçÕOÕ÷Õ adlÕ çeviri derlemesi yayÕmlandÕ. II. Dünya SavaúÕ öncesinde sa÷FÕ ve solcu yazarlar arasÕndaki gerginlik son haddine varmÕúWÕ. BasÕn organlarÕnda karúÕOÕklÕ suçlamalar birbirini izliyordu. 1936 sonunda bildiri da÷Õtmak suçlamasÕyla on iki kiúiyle birlikte gene tutuklanan NâzÕm Hikmet, 1937 nisanÕnda duruúmalarÕn tutuksuz yapÕlmasÕna karar verilmesi üzerine serbest EÕrakÕldÕ. Bu davadan beraat etmesinden kÕsa bir süre sonra ise, øpek SinemasÕ'nda resmi giysili bir Harp Okulu |÷rencisinin kendisiyle konuúmaya çalÕúmasÕ üzerine, bir provokasyonla karúÕ karúÕya oldu÷una kesinlikle inanan úair, Emniyet Birinci ùube'ye telefon ederek : "YapmayÕn, ben burda çocuklarÕPÕn ekmek parasÕ için didinip duruyorum, siz hâlâ benim peúimdesiniz!" gibi sözler etti. AynÕ ö÷renci bir süre sonra evine geldi. BirtakÕm sorular soran bu genci úair ayaküstü verdi÷i CHP politikasÕna uygun yanÕtlarla baúÕndan savdÕ.

17 Ocak 1938 gecesi akrabasÕ olan Celâleddin Ezine'nin evinde otururlarken gelen polislerce tutuklanÕp kÕsa bir süre østanbul Tevkifhanesi'nde bekletildikten sonra, NâzÕm Hikmet Ankara'ya Harp Okulu KomutanlÕ÷Õ Askeri Mahkemesi'ne gönderildi. Kesinlikle beraat edece÷ini umdu÷u bu dava, 29 Mart 1938'de "askeri kiúileri üstlerine karúÕ isyana teúvik" suçuyla 15 yÕl a÷Õr hapse mahkûm edilmesiyle sonuçlandÕ. 28 MayÕs 1938'de temyiz bu cezayÕ onayladÕktan sonra, Ankara Cezaevi'nden alÕnarak østanbul'da Sultanahmet Cezaevi'ne getirildi, kÕsa bir süre sonra da, haziran ayÕ sonlarÕna do÷ru, Donanma KomutanlÕ÷Õ'ndan gelen görevliler onu alÕp kelepçeli olarak Köprü KadÕköy iskelesinden bir motorla Adalar açÕ÷Õnda bekleyen Erkin gemisine götürdüler. Önce bir ayakyoluna, sonra sintine ambarÕna kapatÕldÕ. Bu kez de Donanma KomutanlÕ÷Õ Askeri Mahkemesi'nde yargÕlanacaktÕ. 10 A÷ustos 1938 günü baúlayan davada, on dokuz gün sonra, 29 A÷ustos 1938'de, "askeri isyana teúvik"ten, 20 yÕl a÷Õr hapse mahkûm oldu. øki cezasÕ birleútirilince 35 yÕl tutuyordu. Mahkeme bunu çeúitli gerekçelerle 28 yÕl 4 aya indirerek karara ba÷ladÕ. 29 AralÕk 1938'de, Askeri YargÕtay'dan gelen onay, son umutlarÕ da boúa çÕkardÕ. 1 Eylül 1938'de østanbul Tevkifhanesi'ne, 1940 úubatÕnda ÇankÕUÕ Cezaevi'ne, aynÕ yÕl aralÕk ayÕnda da Bursa Cezaevi'ne gönderildi. Bu cezaevlerinde toplam 12 yÕl kalan NâzÕm Hikmet yayÕmlama olana÷Õ bulunmadÕ÷Õ halde sürekli olarak úiir yazdÕ. Cezaevlerinde tanÕúWÕ÷Õ, Türk halkÕQÕn güç koúullar altÕnda yaúayan, yoksul, acÕOÕ kiúileriyle dostluklar kurdu. Dört Hapisaneden; Kuvâyi Milliye; Piraye øçin YazÕlmÕú Saat 21-22 ùiirleri; Piraye'ye Rubailer; Memleketimden ønsan ManzaralarÕ; Ferhad ile ùirin; Yusuf ile Menofis gibi yapÕtlarÕQÕ bu insanlara okuyup eleútirilerini aldÕ. økinci Dünya SavaúÕ sona erince, 1946 baúlarÕnda, siyasal havanÕn görece yumuúadÕ÷Õ düúüncesiyle, suçsuz oldu÷unu belirterek, yapÕlan "adli hata"nÕn düzeltilmesi için, daha önce de birkaç kez yaptÕ÷Õ gibi, Büyük Millet Meclisi'ne bir dilekçe ile baúvurduysa da bundan bir sonuç elde edemedi. 1949 ortalarÕna do÷ru Ahmet Emin Yalman'Õn "Vatan" gazetesinde yazdÕ÷Õ bir dizi yazÕ ve gazetenin avukatÕ Mehmet Ali Sebük'e yaptÕrdÕ÷Õ on yazÕdan oluúan bir inceleme sonucunda, kamuoyunda NâzÕm Hikmet'in bir "adli hata" yüzünden cezaevinde oldu÷u görüúü a÷ÕrlÕk kazandÕ. Ankara'da avukatlar, østanbul'da aydÕnlar topluca imzaladÕklarÕ dilekçelerle cumhurbaúkanÕna baúvurdular. Yurt dÕúÕnda da sanatçÕlarÕn, hukukçularÕn öncülü÷ü ile benzer giriúimler yapÕldÕ. Bu arada Birleúmiú Milletler Örgütü'nün danÕúma organlarÕndan olan UluslararasÕ Hukukçular Derne÷i 9 ùubat 1950'de NâzÕm Hikmet'in serbest bÕrakÕlmasÕ dile÷iyle Büyük Millet Meclisi baúkanÕna, milli savunma ve adalet bakanlarÕna birer mektup gönderdi.

Bütün bu giriúimlerden bir sonuç alÕnamadÕ÷ÕQÕ gören NâzÕm Hikmet 8 Nisan 1950'de açlÕk grevine baúladÕ. Kalbinden, karaci÷erinden rahatsÕz oldu÷u bilindi÷inden, Ankara'dan gelen emirle, hemen ertesi gün østanbul'a getirilerek önce Sultanahmet Cezaevi revirine, sonra da Cerrahpaúa Hastanesi'ne yatÕUÕldÕ. Onun açlÕk grevi kararÕ almasÕQÕ önleyemeyince, do÷ru Ankara'ya gitmiú olan avukatÕ Mehmet Ali Sebük, ilgililerle yaptÕ÷Õ ilk görüúmelerden sonra NâzÕm Hikmet'e bir telgraf çekerek, serbest bÕrakÕlmasÕ için çareler arandÕ÷ÕQÕ, iki kez Baúbakan YardÕmcÕVÕ Nihat Erim'le, iki kez Adalet BakanÕ Fuat Sirmen'le, üç kez Cezaevleri Genel Müdürü SakÕp Güran'la konuyu ayrÕntÕlarÕyla konuútuklarÕQÕ, ertesi gün de CumhurbaúkanÕøsmet ønönü'nün kendisini kabul edece÷ini, bu durumda açlÕk grevini úimdilik ertelemesi gerekti÷ini bildiriyordu. NâzÕm Hikmet bunun üzerine avukatÕQÕn iste÷ine uyarak 10 Nisan 1950 sabahÕ açlÕk grevini erteledi.

"Vatan"daki yazÕlarÕyla ortada bir "adli hata" oldu÷unu açÕkça kanÕtlamÕú bulunan Mehmet Ali Sebük, bütün ilgililerle oldu÷u gibi, CumhurbaúkanÕøsmet ønönü ile de çok olumlu geçen bir konuúma yaptÕ. ArtÕk her úey iúin ne yolla çözülece÷ini beklemeye kalmÕú gibi görünüyordu.

NâzÕm açlÕk grevini erteleyince Cerrahpaúa Hastanesi'nde muayeneden geçirilip sa÷OÕklÕ oldu÷u saptanarak önce HúyalarÕQÕ almak üzere Sultanahmet Cezaevi'ne, oradan da Üsküdar PaúakapÕVÕ Cezaevi'ne götürüldü.

Ne var ki Cerrahpaúa Hastanesi'nin verdi÷i rapor yeterince açÕk de÷ildi. ùairin sa÷OÕk durumu açÕVÕndan serbest EÕrakÕlmasÕna karar verilemiyordu. On gün kadar bekledikten sonra, Mehmet Ali Sebük, 22 Nisan 1950'de, Adalet BakanlÕ÷Õ'na bir dilekçe vererek NâzÕm Hikmet'in serbest bÕrakÕOÕp bÕrakÕlmayaca÷ÕQÕ sormak gere÷ini duydu. Ne bekleniyordu? østanbul Cumhuriyet SavcÕOÕ÷Õ Cezaevi doktorunun, Bursa Hastanesi doktorlarÕQÕn, Cerrahpaúa Hastanesi doktorlarÕQÕn verdikleri raporlarÕ tutarlÕ görmeyerek Adli TÕp Meclisi'ne göndermiúti. Adli TÕp Meclisi'nden gelen yanÕt úöyleydi : "Üç ay müddetle bir hastanede tedavisine devam edilmesi ve bu müddetin sonunda alÕnacak neticeye göre muamele ifasÕ lüzumlu görülmüútür." Ama bu rapora bile uyulmuyordu. Günler Üsküdar PaúakapÕVÕ Cezaevi'nde beklemekle geçiyordu. Hiçbir úey yapÕldÕ÷Õ yoktu.

2 MayÕs 1950 sabahÕ NâzÕm Hikmet yeniden açlÕk grevine baúladÕ. Vasisi Avukat ørfan Emin Kösemihalo÷lu hem ilgililere durumu bildiren bir dilekçe yazdÕ, hem de Ankara'ya giderek Adalet BakanÕ'yla görüútü. ùair bu kez ölünceye ya da serbest kalÕncaya kadar grevi sürdürmeye kararlÕydÕ. Günde dört beú bardak su ile bol bol sigara içiyor, ama hiçbir úey yemiyordu. ølk üç sabah cezaevi bahçesinde beden hareketleri yapmÕú, gün boyunca gazete, kitap okumuútu. Dördüncü günden sonra ise iyice bitkinleúti÷i, yataktan çÕkmak, konuúmak bile istemedi÷i görüldü. 9 MayÕs 1950 günü cezaevinden ambulansla Adli TÕp Müdürlü÷ü'ne götürüldü. Üç saat süren bir muayene sonucu doktorlar tam teúekküllü bir hastanede gözetim altÕnda kalmasÕ gerekti÷ine karar verdiler. Cerrahpaúa Hastanesi'nde tek kiúilik bir odaya yatÕUÕlmak istendi. Ama NâzÕm Hikmet'in, "Ben kobay de÷ilim, hakkÕPÕn verilmesi için açlÕk grevi yapÕyorum. Greve cezaevinde devam edece÷im," diye diretmesi üzerine, hastane yetkilileri bu iste÷i bir tutanakla saptayÕp imzasÕQÕ aldÕlar. Gene Üsküdar PaúakapÕVÕ Cezaevi'ne götürüldü.

Bu arada, yurt içinde, yurt dÕúÕnda, gösteriler, toplantÕlar birbirini izliyor, bildiriler da÷ÕWÕOÕyor, olaylar yaúanÕyor, imzalar toplanÕyor, "NâzÕm Hikmet" adÕnda iki sayfalÕk bir gazete çÕkarÕOÕyor, ilgililere sürekli mektuplar yazÕOÕyordu.

NâzÕm Hikmet açlÕk grevinin on ikinci gününde sekiz kilo kaybetmiú, çok kötü duruma düúmüútü. Hemen Cerrahpaúa Hastanesi Cerrahi Klini÷i'ne kaldÕUÕlarak kendisine serum takÕldÕ. Daha sonra da Verem Pavyonu'ndaki tek kiúilik bir odaya yatÕUÕldÕ. On altÕncÕ güne gelindi÷inde, artÕk yaúamÕQÕn "tÕbbi müdahalelerle" uzatÕlmakta oldu÷u söyleniyordu. Bu durum baúvurularÕn yönünü birdenbire de÷Lútiriverdi. Bu kez dostlarÕndan, sevenlerinden NâzÕm Hikmet'e telgraflar, mektuplar ya÷maya baúladÕ.

AçlÕk grevini sürdürüyordu, ama Büyük Millet Meclisi beklenen genel ba÷Õúlama yasasÕQÕ görüúmeden tatile girmiúti. 14 MayÕs 1950'de ise yeniden seçim yapÕlacaktÕ. Seçimlerin sonucu alÕQÕp yeni hükümet kurulana kadar greve ara vermeliydi. Yüzlerce telgrafÕn, mektubun yanÕ sÕra, topluca imzalanmÕú dilekçeler de geliyordu. NâzÕm Hikmet 19 MayÕs 1950 Cuma günü saat 17:03'te, kendisine gelen mektuplarÕ coúkuyla okuyan vasisi Avukat ørfan Emin Kösemihalo÷lu'na, açlÕk grevine son verdi÷ini bildirdi.

Çok hÕrpalanmÕúWÕ. Hastanede doktorlarÕn yakÕn denetimi altÕnda bile sa÷OÕ÷ÕQÕn düzelmesi oldukça uzun sürdü. Serbest bÕrakÕldÕ÷Õ tarihe kadar, iki aya yakÕn bir süre Cerrahpaúa Hastanesi'nde kaldÕ.

14 Nisan 1950 seçimlerini kazanan Demokrat Parti'nin çÕkardÕ÷Õ ba÷Õúlama yasasÕ, Büyük Millet Meclisi'nde tartÕúÕOÕrken, NâzÕm Hikmet'in ba÷ÕúlanmamasÕ için, çok tatsÕz, çok üzücü konuúmalar yapÕldÕ. Sonuçta gergin bir ortamda çÕkarÕlan yasa onu do÷rudan ba÷ÕúlamÕyor, yalnÕzca cezasÕQÕn üçte ikisi indirilenler kapsamÕna alÕyordu. 12 yÕl 7 ay yatmÕúWÕ. 28 yÕl 4 aylÕk cezasÕQÕn geri kalanÕ ba÷ÕúlanÕyordu. 15 Temmuz 1950'de, Cerrahpaúa Hastanesi'nde, artÕk serbest oldu÷u kendisine avukatlarÕnca bildirildi.

NâzÕm Hikmet cezaevindeki son iki yÕOÕna girerken görüúmeci gelen dayÕ kÕ]Õ Münevver Berk'e âúÕk olmuútu. Cezaevinden çÕNÕnca karÕVÕ Piraye'den ayrÕldÕ. KadÕköy'de, önce annesinin Cevizlik'teki evinde, sonra bir apartman katÕnda Münevver HanÕmla yaúamaya baúladÕ. Gene øpek Film Stüdyosu'nda çalÕúÕyordu. 26 Mart 1951'de, bir o÷ullarÕ oldu. AdÕQÕ Mehmet koydular.

Gerçi cezaevinden çÕkmÕúWÕ, ama polisçe sürekli izleniyordu. Evinin önünde hep bir cip bekliyor, nereye gitse polisler de arkasÕndan geliyorlardÕ. KitaplarÕQÕ yayÕmlatma, oyunlarÕQÕ oynatma olana÷ÕQÕ bulamayaca÷Õ anlaúÕOÕyordu. Kuvâyi Milliye'nin yayÕn hakkÕQÕ alan bir yayÕnevi çÕkmÕúsa da, kitap bir türlü yayÕmlanmÕyordu. Bu sÕrada KadÕköy Askerlik ùubesi'ne ça÷UÕldÕ. Askerli÷ini yapmamÕú oldu÷u, hemen sevkedilmesi gerekti÷i bildirildi. Bahriye Mektebi'ni bitirdi÷ini, güverte subaylÕ÷Õ yaptÕ÷ÕQÕ, hastalanarak çürü÷e çÕkarÕldÕ÷ÕQÕ söylemesi üzerine elinden bir dilekçe alÕnarak serbest bÕrakÕldÕ. Birkaç ay sonra tekrar úubeye ça÷UÕlarak kendisine Sivas'Õn Zârâ ilçesine gitmeye hazÕrlanmasÕ söylendi. øste÷i üzerine Haydarpaúa Hastanesi Sa÷OÕk Kurulu'na gönderildi. Kurula on ay önce Cerrahpaúa Hastanesi'nden aldÕ÷Õ, kalbinden, ci÷erlerinden rahatsÕz oldu÷unu gösteren raporlarÕ sunduysa da askerli÷ini engelleyecek bir durumu olmadÕ÷Õ kararÕna varÕldÕ. Bu arada bir doktor kula÷Õna bu iúin sonunu iyi görmedi÷ini fÕVÕldadÕ. ùubeden hazÕrlÕklarÕQÕ yapmak için bir haftalÕk izin aldÕ.

17 Haziran 1951 sabahÕ, askerlik iúini düzeltmek amacÕyla Ankara'ya gidece÷ini söyleyerek evden ayrÕlan NâzÕm Hikmet'in 20 Haziran 1951'de Romanya'ya vardÕ÷Õ Bükreú Radyosu'ndan ö÷renildi. Sonradan yazÕlanlara göre, akrabasÕ olan Refik Erduran'Õn kullandÕ÷Õ bir sürat motoruyla østanbul Bo÷azÕ'ndan Karadeniz'e açÕlmÕú, Bulgaristan sahillerine çÕkmayÕ amaçlarken, yolda rastladÕ÷Õ bir Rumen úilebiyle Romanya'ya gitmiúti. Oradan Moskova'ya geçmesi üzerine, NâzÕm Hikmet, 25 Temmuz 1951'de, Bakanlar Kurulu kararÕyla Türk vatandaúOÕ÷Õndan çÕkarÕldÕ. Münevver HanÕm ile o÷lu Mehmet ise polisçe yakÕndan izlenmeye devam edildiler. Yurt dÕúÕna çÕkmalarÕna ise kesinlikle izin verilmedi.

'Õúarda birçok uluslararasÕ kongreye katÕlan, çeúitli ülkelere yolculuklar yapan NâzÕm Hikmet büyük bir ün kazandÕ. YapÕtlarÕ çeúitli dillere çevrildi. Pek çok kitabÕ yayÕmlandÕ. Ama gitti÷i ülkenin artÕk gençli÷indeki o coúkulu, gelece÷e umutla bakan Sovyetler Birli÷i olmadÕ÷ÕQÕ kÕsa sürede anlamÕúWÕ. Dergilerde Mayakovski'den söz edilmiyor, Meyerhold'un, Tairov'un adlarÕ bile anÕlmÕyor, eski dostlarÕndan kimi sorsa, "Bilmem, nicedir görmedik," yanÕWÕQÕ alÕyordu. ùiirlerinin çevirilerinde anlamÕ de÷Lútiren yanlÕúlar bulunmasÕ canÕQÕ sÕkmaktaydÕ. NâzÕm Hikmet'in özellikle sanat yapÕtlarÕnda Stalin'e dönük içi boú, anlamsÕz yüceltme sözlerinin yinelenip durmasÕQÕ yadÕrgadÕ÷ÕQÕ söylemesi uyarÕlmasÕna neden olmuútu. AyrÕca böyle bir pot kÕrmamasÕ için, onun Stalin yerine Malenkov'la görüútürüldü÷ü söylenir. Moskova'ya 1951 temmuzunda ulaúan NâzÕm Hikmet, a÷ustosta, Fadeyev'le birlikte, Berlin'de Dünya Gençlik Festivali'ne katÕldÕ. Eylül'de Bulgaristan'a gitti. Orada Fahri Erdinç'le, cezaevi arkadaúÕ Betoven Hasan'la karúÕlaúWÕ. Türklerin köylerini dolaúWÕ, sorunlarÕQÕ dinledi, bol bol Türkçe konuútu. 1-6 AralÕk 1951'de, gene Fadeyev'le Viyana'da yapÕlan Dünya BarÕú Kongresi'ne gittiler. Orada Aragon'la, Frédéric Joliot-Curie'yle tanÕúWÕ, öldü÷ünü sandÕ÷Õ, KUTV'dan arkadaúÕ Çinli devrimci Emi Siao (Sø-YA-U) ile karúÕlaúWÕ. ArkasÕndan Prag'a giderek UluslararasÕ BarÕú Ödülü aldÕ. Sovyetler Birli÷i'nin destekledi÷i Dünya BarÕú Konseyi'nin etkinliklerinde önemli bir rol oynamaya baúlamÕúWÕ. 25 Haziran 1952'de AsyalÕ üyelerin toplantÕVÕna katÕlmak üzere Pekin'de; 1-5 Temmuz 1952'de Kore SavaúÕ'na karúÕ bir toplantÕya katÕlmak üzere Berlin'deydi. Amerikan emperyalizminin kÕúNÕrttÕ÷Õ bu savaúa Türk hükümetinin asker göndermesini kÕQÕyor, Kore'de halkÕPÕ]Õn AmerikalÕlar için kan dökmesine neden olanlara karúÕ konuúmalar yapÕyordu. 5 Ekim 1952'de bir barÕú toplantÕVÕ için gene Viyana'ya gitti. Bu toplantÕQÕn açÕOÕú konuúmasÕQÕ yaptÕ. 12-19 AralÕk 1952 tarihleri arasÕnda ise bir kez daha Viyana'da bir araya gelindi. Bu çok büyük toplantÕda seksen üç ülkeden 1700 delege vardÕ. Burada açÕOÕú konuúmasÕQÕ yapan Frédéric Joliot-Curie'den, Aragon'dan baúka, Jean-Paul Sartre, , Diego Rivera, Arnold Zweig da vardÕ. 1952 yÕOÕ sonunda NâzÕm Hikmet artÕk Dünya BarÕú Konseyi'nin yönetici kadrosundaydÕ. Çok çeúitli kentlerde toplantÕlara katÕOÕyor, bu arada Varúova'ya da gidiyordu. PolonyalÕlarla arasÕ son derece iyiydi. Elinde belirli bir ülkenin vatandaúÕ olarak sürekli bir pasaportu bulunmadÕ÷ÕQÕ gören, ayrÕca büyük dedesi yoluyla PolonyalÕ Borzenski ailesinden geldi÷ini ö÷renen dostlarÕ, ona bir Polonya pasaportu çÕkardÕlar. Böylece NâzÕm Hikmet büyük dedesinin soyadÕyla Polonya vatandaúOÕ÷Õna kabul edilmiú oldu : NâzÕm Hikmet Borzenski.

Dünya BarÕú Konseyi'nin eylemleri aralÕksÕz sürüyor, gittikçe daha büyük kalabalÕklarÕn ilgisini çekiyordu. 22-29 Haziran 1955'te Helsinki'de yapÕlan Dünya BarÕú ToplantÕVÕ'na doksan ülkeden 2000 delege geldi. NâzÕm Hikmet bu toplantÕda Türk delegesi olarak söz aldÕ. ToplantÕ sonunda bir kez daha Dünya BarÕú Konseyi'nin yönetici kadrosuna seçildi. 6 A÷ustos 1955'te Japonya'nÕn Hiroúima kentinde ö÷rencilerle ev kadÕnlarÕQÕn düzenledi÷i Dünya BarÕú KonferansÕ ise so÷uk savaú çerçevesinde komünist propagandasÕ filan diye küçümsenecek gibi de÷ildi. Hiroúima'ya atom bombasÕQÕn atÕOÕúÕQÕn onuncu yÕldönümüydü. Nükleer araúWÕrmalara karúÕ bütün dünyadan 33 milyon imza toplanmÕúWÕ. NâzÕm Hikmet bu toplantÕda bir barÕú delegesi konumunun ötesinde, dünyanÕn en büyük úairlerinden biri olarak alkÕúlandÕ. 1956'da, sekiz ay kadar, "özgürlükçü komünizmin örne÷i" olarak gördü÷ü Polonya'da kaldÕ, öbür toplumsalcÕ ülkelere oradan gidip geldi. Dünya BarÕú Konseyi'nin yönetici kadrosunda olmasÕ sürekli yolculuklara çÕkmasÕQÕ gerektiriyordu. Sovyetler Birli÷i'nin so÷uk savaú adÕna a÷ÕrlÕk verdi÷i barÕú propagandasÕ (ki karúÕtlarÕ buna barÕú saldÕUÕVÕ diyorlardÕ) tartÕúÕlamayacak bir do÷ruya dayandÕ÷Õ için, NâzÕm Hikmet'in büyük bir içtenlikle katÕldÕ÷Õ bir etkinlik olmuútu. Böyle bir propagandaya siyasal kaygÕlarla giriúilmese de, onun bir úair olarak úiirlerinde aynÕ propagandayÕ yapaca÷Õ, barÕúÕ savunaca÷Õ kuúku duyulamayacak bir gerçekti. KatÕldÕ÷Õ toplantÕlarda, yaptÕ÷Õ konuúmalarda kendi düúüncelerini söyledi. Bir propagandacÕ de÷il, içtenlikle duygularÕQÕ ortaya vuran bir úair olarak görüldü. Bu yÕllarda yazdÕ÷Õ savaú karúÕWÕ, nükleer silahlar karúÕWÕúiirleri bestelenerek, gibi gibi dünyaca ünlü úarkÕFÕlarca söylendi.

NâzÕm Hikmet Sovyetler Birli÷i'nde komünizmin geçirdi÷i geliúmelerden, proletarya adÕna baúlatÕlan diktatörlü÷ün bir kiúi diktatörlü÷üne dönüúmesinden çok tedirgin olmuútu. Düúüncelerini açÕk açÕk söylemekten çekiniyor, susuyor, zor durumda kalÕrsa baúÕna bir úey gelmemesi için inanmadÕ÷Õ sözler ediyor, ama yeri geldikçe güvendi÷i arkadaúlarÕna bu tedirginli÷ini yumuúak bir dille aktarÕyordu. Örnekse, 1951 yÕOÕnda, ølya Ehrenburg'a úöyle demiúti : "Stalin Yoldaú'a büyük bir saygÕm var, ama onu güneúe benzeten úiirler okumaya dayanamÕyorum, bu yalnÕz kötü úiir de÷il, kötü duyarlÕk." AslÕnda bir konuk olarak bulundu÷u Sovyetler Birli÷i'nde Stalin'den korkmamasÕ olanaksÕzdÕ. AyrÕca çevresindeki katÕ komünistlerin tepkilerinden de çekiniyordu. Özgürlükçü davranÕúlarÕ, birtakÕm uygulamalarÕ eleútiriúi zaten göze batmakta, arada bir yakÕnlarÕnca uyarÕlmaktaydÕ. Bir iki kez de sorumlu kiúilerce uyarÕlmÕúWÕ. Kula÷Õna, disiplinsiz davranÕúlarÕQÕ sürdürürse, yemeklerine katÕlan ilaçlarla yavaú yavaú zehirlenebilece÷i, ya da bir kazaya kurban gidebilece÷i gibi dedikodular da geliyordu. 5 Mart 1953'te Stalin ölünce Yazarlar Birli÷i önde gelen úairlerden bu acÕ olayÕ yansÕtan úiirler yazmalarÕQÕ istedi. NâzÕm Hikmet de bir úiir yazdÕ, ama Stalin'i her úeyin üstüne çÕkarÕp tek baúÕna putlaúWÕrmayan, Marx, Engels, Lenin'le birlikte, devrimin içindeki yerine koyarak anan bu úiir, sonuçta halkÕn birli÷inin önemini vurguluyordu. 1956 martÕndaki Yirminci Kongre'de, Kruúçev'in inanÕlmaz açÕklamalarÕyla Stalin'in cinayetleri ortaya döküldü÷ünde ise, NâzÕm Hikmet, bunu Lenin'in geri dönüúü olarak de÷erlendiren "Yirminci Kongre" adlÕúiirini yazdÕ. 1956 eylülünde a÷Õr bir zatürree geçirdi. 3 KasÕm 1956'dan 27 Temmuz 1957'ye kadar, Çekoslovakya'daki Yasenik Sanatoryumu'nda dinlendi. 1957'den sonra, Yazarlar Birli÷i adÕna Sovyetler Birli÷i'nin do÷udaki ülkelerine yolculuklar yapmaya baúladÕ. Stalin'in büyük kÕ\Õm uyguladÕ÷Õ bu bölgede Türkçe konuúan halklar vardÕ. Buralarda gerçek dostlar kazanan NâzÕm Hikmet, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan'da gördüklerinden, dinlediklerinden çok rahatsÕz oldu.

Stalin döneminin a÷Õr bir eleútirisi olan øvan øvanoviç Var mÕydÕ Yok muydu? adlÕ oyunu, 11 MayÕs 1957 günü Moskova Yergi Tiyatrosu'nda sahneye kondu. Bir tek gece oynandÕktan sonra yasaklandÕ. Bu olay NâzÕm Hikmet'i çok üzdü. Baya÷Õ bunalÕma girdi. øntihar etmeyi bile düúündü. Moskova'da Stalin döneminin baskÕVÕ hâlâ duyuluyor, katÕ komünistler, özgürlükçü komünistlerin önünü kesmek istiyorlardÕ. Ama bu oyun daha sonra baúka tiyatrolarda, Riga'da, Çekoslovakya'da, Bulgaristan'da vb sahnelendi.

NâzÕm Hikmet 1958 mayÕVÕQÕ Dino'larla birlikte, Münevver Andaç'Õn genç kÕzlÕk yÕllarÕQÕn kenti Paris'te, ona gönderme yapan úiirler yazarak geçirdi. Cezaevindeyken yazdÕ÷Õúiirlerde onu andÕ÷Õ gibi "Gülüm" diyordu, "Paris'te kimi gördün?" sorusunu, "Genç kÕzlÕ÷ÕQÕ Mimi'nin," diye yanÕtlÕyordu. Oysa 1955 yÕOÕ sonlarÕndan beri yeni bir sevda IÕrtÕnasÕ yaúamaktaydÕ. Vera Tulyakova adÕnda genç bir kadÕna âúÕk olmuú, onu Moskova'da bÕrakarak gelmiúti. "Sensiz Paris" derken kimin özlemini çekti÷ini anlamak kolay de÷ildi. NâzÕm Hikmet 1958 haziranÕnda ise Leipzig'e giderek Bizim Radyo'da çalÕúan Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, YÕldÕz Sertel'le buluútu. Türkiye'den tanÕGÕ÷Õ insanlarla bir araya gelmek ondaki dinmek bilmez memleket özleminin acÕVÕQÕ biraz olsun hafifletiyordu. Münevver ile Mehmet'i østanbul'da bÕrakÕp gurbete çÕkalÕ yedi yÕl olmuútu. O÷lu foto÷raflarda büyüyordu. Ülkesinin insanlarÕyla buluúmak onlarla buluúmak gibiydi.

Ama Türkiye'den ayrÕldÕ÷Õ 1951 haziranÕndan beri karÕVÕna duydu÷u ardÕ arkasÕ kesilmez özlem, NâzÕm Hikmet'in baúka kadÕnlarla iliúki kurmasÕna engel olmamÕúWÕ. 1952'de gö÷sündeki a÷UÕlar yüzünden yatÕUÕldÕ÷Õ Barvikha Sanatoryumu'nda üç ay kadar kalmÕú, burada kendisine kúÕk olan Galina Grigoryevna Kolesnikova adÕnda çok genç bir doktor kÕza yakÕnlÕk duymuútu. Hastaneden çÕNÕnca birlikte yaúamaya karar vermelerini Yazarlar Birli÷i'nin de uygun görmesiyle, Dr. Galina úairin özel doktoru olarak görevlendirilmiúti. Bu özel doktor gece gündüz NâzÕm Hikmet'le ilgileniyor, evini çekip çeviriyor, ilaçlarÕQÕ veriyor, yemeklerini düzenliyor, dinlenmesini ayarlÕyor, yolculuklara birlikte gidiyordu. ùair yÕllarca süren bu yakÕn ilginin birkaç kez kendisini ölümden döndürdü÷ünü söylerdi. Dr. Galina onun evli oldu÷unu, karÕVÕQÕ sevdi÷ini biliyordu. Münevver Andaç'Õn çÕNÕp gelmesine hazÕrlÕklÕydÕ. Bir gün bu iú olursa úairi karÕVÕna bÕrakÕp köúesine çekilecekti. Ama bambaúka bir olay yaúandÕ.

1955 yÕOÕ sonlarÕna do÷ru, Soyuz Multifilm Enstitüsü'nden Arnavut giysileri konusunda bilgi almak üzere NâzÕm Hikmet'i görmeye gelen Valentina Brumberg'in yanÕnda, Vera Tulyakova adÕnda genç bir kadÕn yardÕmcÕ vardÕ. Bursa'da 1948 yÕOÕ sonunda yaúanan olay bir çÕrpÕda tekrarlanÕverdi. ùair gene yaúamÕnda "ilk defa" âúÕk oluyordu. Ama bu kez gönül verdi÷i genç kadÕQÕn evli oldu÷unu, bir de kÕ]Õ bulundu÷unu bir yÕl sonra ö÷renecekti. Elinde çikolatalar, çiçeklerle, Arnavut giysileri konusunda daha fazla bilgi vermek için, Soyuz Multifilm Enstitüsü'ne VÕk sÕk gitmeye baúladÕ. SevdalandÕ÷Õ genç kadÕQÕn savaúta ölmüú olan babasÕndan altÕ yaú daha büyüktü. Çevrelerindekilerin baúlangÕçta bir úakalaúma gibi baktÕklarÕ iliúki gittikçe ciddileúiyordu. Ne var ki 1956 eylülünde geçirdi÷i a÷Õr zatürree NâzÕm Hikmet'i uzun süre Moskova'dan uzak kalmak zorunda EÕraktÕ. 3 KasÕm 1956'dan 27 Temmuz 1957'ye kadar, dokuz ay, Çekoslovakya'daki Yasenik Sanatoryumu'nda sa÷OÕ÷Õna kavuúmayÕ beklerken gene de aklÕ hep Moskova'daydÕ. Vera Tulyakova ayrÕldÕklarÕ gün ona bu iúi daha ileri götürmek istemedi÷ini, dönüúte iliúkilerini sona erdirmeleri gerekti÷ini söylemiúti, ama tam tersi oldu. 27 Temmuz 1957'de Moskova'da buluúur buluúmaz hemen bir ortak iú yaratÕp SevdalÕ Bulut'un senaryosu üstünde birlikte çalÕúmaya baúladÕlar. Senaryo kabul edilince arkasÕndan filmin çekimi sÕrasÕndaki beraberlik geldi. Ama NâzÕm Hikmet yolculuklarÕ yüzünden ikide bir Moskova'dan ayrÕlmak zorunda kalÕyordu. 1957 yÕOÕ sonunda bir ay Bakû'deydi, 1958 oca÷Õndan nisanÕna kadar Varúova'da, MayÕsta Paris'te, haziranda Leipzig'deydi $÷ustos sonunda Moskova'ya dönünce Vera Tulyakova'ya birlikte bir oyun yazmayÕ önerdi. YazÕlmasÕ 1959 boyunca süren oyun 1960 baúÕnda Yermalova Tiyatrosu'nda sahnelenirken, ikisi de artÕk yaúamlarÕQÕ birleútirmeye karar vermiúlerdi. NikâhlÕ olmadÕklarÕ için, NâzÕm Hikmet'in, Münevver Andaç'tan boúanmasÕ herhangi bir iúlem gerektirmiyordu. Sekiz yÕldÕr birlikte oldu÷u Dr. Galina'ya ise Peredelkino'daki daçasÕQÕ, 1957 model Volga limusin otomobilini, HúyalarÕQÕ, televizyon, radyo, teyp, nesi varsa, kitaplarÕQÕ, tablolarÕQÕ, her úeysini, noterde kâ÷Õt imzalayarak devretti. Kendisine yalnÕzca Moskova'daki apartman dairesini bÕrakmÕúWÕ. Bunun üzerine Vera Tulyakova'yla birlikte Bakû'ye gidip Kafkaslar'Õn kuzeyindeki bir tatil merkezi olan Kislovodsk'ta üç ay baú baúa kaldÕlar. NâzÕm Hikmet çok mutluydu, ama her an da bu mutlulu÷u yitirece÷inin korkusuyla tedirgindi. Gittikçe daha fazla kÕskanmaya baúladÕ÷Õ genç kadÕnla evlenmek, onu kendisine ba÷lamak istiyordu. Yoksa geçirdi÷i kÕskançlÕk bunalÕmlarÕ hiç sona ermeyecekti. Moskova'ya dönüúlerinden bir süre sonra Vera Tulyakova kocasÕndan ayrÕldÕ, ama kÕ]ÕQÕ babasÕna bÕrakmak zorunda kaldÕ. 18 KasÕm 1960'ta NâzÕm'la genç kadÕn nikâhlandÕlar.

Münevver Andaç ile Mehmet konusunda ne düúünece÷ini NâzÕm Hikmet de pek bilemiyor, örnekse 17 Temmuz 1959'da, Vera Tulyakova'yla diz dize çalÕúÕrlarken, "øki Sevda" adlÕúiirine, "Bir gönülde iki sevda olamaz / yalan / olabilir" diye baúOÕyordu.

1961 nisanÕnda úair Paris'e ikinci kez gitti÷inde yanÕnda karÕVÕ Vera da vardÕ. Bu yolculuk bir balayÕ niteli÷indeydi. Paris'te kÕrk gün kaldÕlar. MayÕsta NâzÕm Hikmet oradan yalnÕz olarak Dünya BarÕú Komitesi adÕna Fidel Castro'ya BarÕú Ödülü vermek üzere Küba'ya gitti.

Paris'ten ayrÕlmadan önce, øtalya'nÕn BarÕú Konseyi delegelerinden Joyce Salvadori Lussu ile karúÕlaúPÕúWÕ. 1958 haziranÕnda Stockholm'de yapÕlan BarÕú KonferansÕ'nda tanÕúWÕ÷Õ Lussu, onun aúk úiirlerine hayran olmuútu, ama, Piraye ile Vera'yÕ bilmiyor, bütün bu úiirleri Türkiye'den dÕúarÕ bÕrakÕlmayan karÕVÕ için yazdÕ÷ÕQÕ sanÕyordu. 1960 haziranÕnda østanbul'a gidince Münevver Andaç'la tanÕúmak olana÷ÕQÕ buldu. Evine konuk oldu÷u, iki çocu÷uyla tek baúÕna verdi÷i yaúam savaúÕPÕQÕ ayrÕntÕlarÕyla ö÷rendi÷i, pek be÷endi÷i bu kadÕQÕ çocuklarÕyla birlikte Türkiye'den kaçÕrmayÕ aklÕna koydu. øtalyan Komünist Partisi'nden olumlu yanÕt alamayÕnca baúka çareler aradÕ. Kendince birtakÕm planlar yaptÕ. O günlerde eyleme geçmeyi düúünüyordu. Paris'te NâzÕm Hikmet'le karúÕlaúWÕ÷Õnda söyledi ona karÕVÕyla çocu÷unu Türkiye'den kaçÕraca÷ÕQÕ. NâzÕm sevindi, ama pek inanmadÕ.

1961 temmuzunda zengin bir iúadamÕ olan Carlo Guilluni, yatÕyla turistik bir yolculu÷a çÕkmÕú havasÕnda, Ege'deki Türk limanlarÕQÕ dolaúÕp bol bol para harcayarak sonunda AyvalÕk'a demir attÕ. Bu arada Joyce Lussu øzmir'de yattan ayrÕOÕp uçakla østanbul'a gitmiú, karúÕ kaldÕUÕmdaki cipte bekleyen polisleri atlatarak Münevver Andaç ile iki çocu÷unu AyvalÕk'a getirmeyi baúarmÕúWÕ. Onlar gelir gelmez yat hemen demir alÕp Yunanistan'Õn Midilli adasÕna yöneldi. KaranlÕkta oldukça tehlikeli bir deniz kazasÕ geçirdilerse de, YunanlÕ balÕkçÕlarca kurtarÕlarak sonunda Atina'ya ulaúWÕlar.

$÷ustos baúÕnda Münevver Andaç, Renan, Mehmet Polonya'daydÕlar. NâzÕm Hikmet Küba'dan yeni dönmüútü. Varúova'daki buluúmalarÕ pek içten olmadÕ. NâzÕm onlarÕ havaalanÕnda karúÕlamadÕ, ertesi gün kaldÕklarÕ otelin lokantasÕna geldi. Münevver ikinci bir kadÕQÕn varlÕ÷ÕQÕ biliyordu, NâzÕm evlendi÷ini ona yazmÕúWÕ, ama kocasÕ olarak gördü÷ü kiúinin baúka bir kadÕnla evlendi÷ini yeni ö÷renmiú gibi davranmayÕ içine düútü÷ü durum açÕVÕndan daha uygun buldu. Son zamanlardaki mektuplaúmalarÕnda birtakÕm tatsÕzlÕklar yaúamÕúlardÕ. Münevver kocasÕQÕn Moskova'da yÕllardÕr bir kadÕn doktorla birlikte oturdu÷unu da biliyordu. NâzÕm ise østanbul'dan gönderilen bir mektupla karÕVÕQÕn kendisini aldattÕ÷Õ yolunda uyarÕlmÕúWÕ. Buna inanmak duydu÷u vicdan azabÕQÕ biraz olsun azaltÕyordu. TÕpkÕ Piraye'den ayrÕlmaya kalktÕ÷Õ günlerde yaptÕ÷Õ gibi, hem yaúamÕna, hem de úiirlerine karúÕ a÷Õr bir suçluluk duygusu içinde, sarÕlacak bir dal aramasÕ çok do÷aldÕ. Yeni karÕVÕ Vera da bunca olaydan sonra çok tedirgindi. Bu noktaya geldikten sonra NâzÕm'Õ kaybetmek istemiyordu. Çok güç durumdaki úair ise bu iki kadÕQÕ birbirinden uzak tutmazsa büyük sÕNÕntÕlar yaúayaca÷ÕQÕ çok iyi anlÕyordu. Münevver ile çocuklarÕQÕ, bu arada yÕllarca özlemini çekti÷i o÷lu Mehmet'i, kendisini çok seven PolonyalÕ dostlarÕna emanet ederek Moskova'ya götürmemeye karar verdi. Bir daire tutuldu, eúyalar alÕndÕ, Münevver Andaç'a Do÷u Dilleri Fakültesi'nde bir ö÷retmenlik görevi bulundu.

NâzÕm Hikmet 1961 eylülünde Berlin'deydi. AyÕn 11'inde yazdÕ÷Õ "Otobiyografi"sinde, "sevdi÷im kadÕnlarÕ deli gibi NÕskandÕm / úu kadarcÕk haset etmedim ùarlo'ya bile / aldattÕm kadÕnlarÕPÕ / konuúmadÕm arkasÕndan dostlarÕPÕn" diyordu. 1962 oca÷Õnda Kruúçev'in aracÕOÕ÷Õyla NâzÕm Hikmet'e Sovyetler Birli÷i pasaportu verildi. ùubatta, Vera'yla birlikte, Asya ve Afrika Yazarlar Birli÷i Kongresi'ne katÕlmak üzere MÕVÕr'a gittiler. Sovyetler'le gerginlik içinde olan Çinliler'in Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taúÕmadÕ÷Õ için, Türk delegesi sayÕlamayaca÷ÕQÕ söyleyerek NâzÕm Hikmet'e itiraz etmeleri, úairin diliyle, varlÕ÷Õyla nasÕl Türkiye'ye ba÷OÕ oldu÷unu anlatan bir konuúma yapmasÕna neden oldu. Ayakta alkÕúlanan bu konuúma onun kongreye baúkan seçilmesini sa÷ladÕ. NâzÕm Hikmet sa÷OÕ÷ÕQÕn gittikçe bozulmasÕna karúÕn, 1962 yÕOÕnda Prag, Berlin, Leipzig, Bükreú'te yapÕlan toplantÕlara katÕlmaktan geri durmadÕ. 1962 kasÕPÕnda Vera'yla birlikte gezmek, dinlenmek için øtalya'ya gittiler : Milano, Floransa, Roma. Oradan, yeni \ÕOÕ Dino'larla birlikte karúÕlamaya, Paris'e geçtiler. Türkler, Türk yemekleri, Türk dili en büyük dinlenme, arÕnmaydÕúair için. KarÕVÕQÕ ise tüketim toplumlarÕQÕn göz kamaúWÕUÕFÕ alÕúveriú olanaklarÕyla mutlu etti. 4 Ocak 1963'te gene Moskova'ydÕlar.

1963 úubatÕnda NâzÕm Hikmet Asya ve Afrika yazarlarÕQÕn Tanganika'daki toplantÕVÕna katÕldÕ.

Martta, nisanda Berlin'deydi. Nisan sonunda Moskova'ya dönünce "Cenaze Merasimim" adlÕúiirini yazdÕ. MayÕsta, oturduklarÕ apartman dairesi temizlenip boyanÕrken, Staraya Ruza'daki bir daçada kaldÕlar.

Staraya Ruza'dan döndükten kÕsa bir süre sonra ise, 3 Haziran 1963 sabahÕ, NâzÕm Hikmet bir kalp krizi sonucu Moskova'daki evinde öldü. Yazarlar Birli÷i'nin düzenledi÷i bir törenle Novodeviçiy MezarlÕ÷Õ'na gömüldü.

DavalarÕ

1925 Ankara østiklal Mahkemesi DavasÕ 1927-1928 østanbul A÷Õr Ceza Mahkemesi DavasÕ 1928 Rize A÷Õr Ceza Mahkemesi DavasÕ 1928 Ankara A÷Õr Ceza Mahkemesi DavasÕ 1931 østanbul økinci Asliye Ceza Mahkemesi DavasÕ 1933 østanbul A÷Õr Ceza Mahkemesi DavasÕ 1933 østanbul Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi DavasÕ 1933-1934 Bursa A÷Õr Ceza Mahkemesi DavasÕ 1936-1937 østanbul A÷Õr Ceza Mahkemesi DavasÕ 1938 Harp Okulu KomutanlÕ÷Õ Askeri Mahkemesi DavasÕ 1938 Donanma KomutanlÕ÷Õ Askeri Mahkemesi DavasÕ

YAPITLARI

NâzÕm Hikmet'in ilk úiir kitabÕ Bakû'de yayÕmlanmÕúWÕr :

Güneúi øçenlerin Türküsü (1928) (Bu kitaptaki úiirler daha sonra Türkiye'de basÕlan kitaplarÕnda úairin yasalarÕ gözeterek yaptÕ÷Õ bir iki de÷Lúiklikle yer aldÕ.)

Türkiye'de 1929-1938 arasÕ yayÕmlanan úiir kitaplarÕ :

835 SatÕr (1929)

Jokond ile Sø-YA-U (1929)

Varan 3 (1930)

1+1=1 (1930)

Sesini Kaybeden úehir (1931)

Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)

Gece Gelen Telgraf (1932)

Portreler (1935)

Taranta-Babu'ya Mektuplar (1935)

Simavne KadÕVÕ O÷lu úeyh Bedreddin DestanÕ (1936)

OyunlarÕ :

KafatasÕ (1932)

Bir Ölü Evi (1932)

Unutulan Adam (1935)

Çeúitli :

ùeyh Bedreddin DestanÕna Zeyl, Millî Gurur (1936)

øt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim adÕyla fÕkralar, 1936)

Alman Faúizmi ve IrkçÕOÕ÷Õ (inceleme, 1936)

Sovyet Demokrasisi (inceleme, 1936)

1949'da, NâzÕm Hikmet cezaevindeyken, Ahmet Halit Kitabevi, Ahmet O÷uz Saruhan takma adÕyla La Fontaine'den Masallar'Õ yayÕmladÕ. Bu çeviri yapÕt dÕúÕnda, tam 29 yÕl NâzÕm Hikmet'in kitaplarÕ Türkiye'de basÕlmadÕ.

Ölümünden iki yÕl sonra, 1965'te, "Yön" dergisinin Kurtuluú SavaúÕ DestanÕ'nÕ yayÕmlamasÕ gözü pek bir davranÕú olarak de÷erlendirildi. ArkasÕndan, baúta øzlem ile Dost YayÕnevleri olmak üzere, ilerici yayÕnevleri, önce úairin sa÷OÕ÷Õnda Türkiye'de basÕlmÕú kitaplarÕQÕ, sonra dÕú ülkelerde Türkçe olarak yayÕmlanmÕú kitaplarÕQÕ yayÕmlamaya baúladÕlar. Bu yayÕnlar sürekli olarak kovuúturmalara u÷radÕ. BazÕlarÕ toplatÕldÕ, davalar açÕldÕ.

Piraye ile NâzÕm Hikmet'in üvey kardeúi Metin Yasavul'un sahibi olduklarÕ, Memet Fuat'Õn yönetimindeki De YayÕnevi ise, úairin Bursa Cezaevi'ndeyken basÕma hazÕrlayÕp Piraye'ye bÕrakmÕú oldu÷u kitaplarÕn yayÕPÕna baúladÕ. Bunlar içerde dÕúarda daha önce basÕlmamÕú kitaplardÕ. úair ölmeden önce yaptÕ÷Õ konuúmalarda bu kitaplardan bazÕlarÕQÕn kaybolmuú oldu÷unu söylemiúti. De YayÕnevi'nde birinci basÕPÕ yapÕlan kitaplar :

Saat 21-22 úiirleri (1965)

Dört Hapisaneden (1966)

Rubailer (1966)

Ferhad ile úirin (1965)

Sabahat (1965)

Memleketimden ønsan ManzaralarÕ (5 cilt, 1966-1967)

Bütün bu kitaplarÕ basÕma Memet Fuat hazÕrlamÕúWÕ. Saat 21-22 úiirleri ile Dört Hapisaneden için iki kez mahkemeye verildiyse de sonuçta beraat etti. Ferhad ile ùirin'in daha önce dÕúarda yapÕlmÕú olan, yarÕdan sonrasÕ kayboldu÷u için yeniden yazÕlmÕú bir basÕPÕ vardÕ. De YayÕnevi'nin bastÕ÷Õúairin Bursa Cezaevi'nde yazdÕ÷Õ asÕl metindi. Bulgaristan'da yayÕmlanan Memleketimden ønsan ManzaralarÕ ise De YayÕnevi basÕPÕQÕn tekrarÕydÕ.

Bilgi YayÕnevi, 1968'de, Cevdet Kudret'in basÕma hazÕrladÕ÷Õ Kuvâyi Milliye'yi yayÕmladÕ. Bu NâzÕm Hikmet'in cezaevinden çÕktÕktan sonra ønkÕlap Kitabevi için hazÕrladÕ÷Õ Kurtuluú SavaúÕ DestanÕ'nÕn yeni bir düzenlemesiydi. úair gerçi bu destanÕ Memleketimden ønsan ManzaralarÕ'nÕn içine yerleútirmiúti, oradan çÕkarÕOÕp ayrÕ olarak yayÕmlanmasÕQÕ istemiyordu. Ama cezaevinden çÕktÕktan sonra gerçek bir özgürlük ortamÕnda olmadÕ÷ÕQÕ gördü. Kimse onun yapÕtlarÕQÕ yayÕmlamayÕ göze alamÕyordu. ønkÕlap YayÕnevi'nin yaptÕ÷Õ öneriyi çok parasÕz kaldÕ÷Õ bir dönemde kabul ederek Kuvâyi Milliye'yi düzenledi. Ama ønkÕlap YayÕnevi parasÕQÕ peúin ödedi÷i bu kitabÕ bile yayÕmlamaktan çekindi, on yedi yÕl sonra, Cevdet Kudret aracÕOÕ÷Õyla Bilgi YayÕnevi'ne devretti.

Gene 1968'de Bilgi YayÕnevi Kemal Tahir'e Mapusaneden Mektuplar Õ; De YayÕnevi Cezaevi'nden Memet Fuat'a Mektuplar Õ yayÕmladÕlar. øki yÕl sonra da Cem YayÕnevi Bursa Cezaevi'nden Vâ-Nû'lara Mektuplar Õ yayÕmladÕ. 1975'te De YayÕnlarÕ arasÕnda Memet Fuat'Õn NâzÕm ile Piraye'si çÕktÕ. Bu kitap NâzÕm Hikmet'in Piraye'ye yazdÕ÷Õ mektuplardan bölümler seçerek úairin yaúamÕyla úiirleri arasÕndaki iç içeli÷i gösteren duyarlÕ bir çalÕúmaydÕ. MektuplarÕn tümü de÷ildi, ama öyle sanÕldÕ. (Yirmi üç yÕl sonra, 1998'de, Adam YayÕnevi Piraye'ye Mektuplar adÕyla NâzÕm Hikmet'in cezaevi yÕllarÕ boyunca Piraye'ye yazdÕ÷Õ mektuplarÕn tümünü iki cilt olarak yayÕmladÕ.)

1975-1980 arasÕnda Cem YayÕnevi NâzÕm Hikmet'in Tüm Eserleri dizisini yayÕmladÕ. úerif Hulusi ile birlikte notlar yazarak baúladÕklarÕ 9 kitaplÕk bu diziyi, çalÕúma arkadaúÕQÕn ölümü üzerine AsÕm Bezirci yalnÕz tamamladÕ.

1980'de Kemal Sülker Yazko YayÕnlarÕ'nda NâzÕm Hikmet'in Bilinmeyen øki úiir Defteri'ni yayÕmladÕ.

1988-1990 arasÕnda Adam YayÕnevi NâzÕm Hikmet'in bütün yapÕtlarÕQÕ 28 kitaplÕk bir dizide topladÕ. Dizinin editörlü÷ünü Memet Fuat, araúWÕrmacÕOÕ÷ÕQÕ AsÕm Bezirci yaptÕlar. Bugün satÕúta bulunan bu dizideki kitaplarÕn dökümü úöyledir :

ùiir :

1. 835 SatÕr (835 SatÕr; Jokond ile Sø-YA-U; Varan 3; 1+1=1; Sesini Kaybeden úehir) 2. Benerci Kendini Niçin Öldürdü (Benerci Kendini Niçin Öldürdü; Gece Gelen Telgraf; Portreler; Taranta- Babu'ya Mektuplar; Simavne KadÕVÕ O÷lu úeyh Bedreddin DestanÕ; úeyh Bedreddin DestanÕ'na Zeyl) 3. Kuvâyi Milliye (Kuvayi Milliye; Saat 21-22 úiirleri; Dört Hapisaneden; Rubailer) 4. Yatar Bursa Kalesinde 5. Memleketimden ønsan ManzaralarÕ 6. Yeni úiirler 7. Son úiirleri 8. ølk úiirler 9. La Fontaine'den Masallar (Sekizinci kitap NâzÕm Hikmet'in çocukluk úiirleriyle hece úiirlerini içeriyor. úair bunlarÕn büyük bir bölümünün toplu úiirleri arasÕna alÕnmasÕQÕ herhalde istemezdi. Dokuzuncu kitap takma adla yayÕmlanan La Fontaine çevirileridir.)

Oyun :

10. KafatasÕ (Ocak BaúÕnda; KafatasÕ; Bir Ölü Evi; Unutulan Adam; Bu Bir RüyadÕr) 11. Ferhad ile úirin (Yolcu; Ferhad ile úirin; Sabahat; Enayi) 12. Yusuf ile Menofis (Allah RahatlÕk Versin; Evler YÕNÕOÕnca; Yusuf ile Menofis; ønsanlÕk Ölmedi Ya; øvan øvanoviç Var mÕydÕ Yok muydu?) 13. Demokles'in KÕOÕFÕ (østasyon; ønek; Demokles'in KÕOÕFÕ; Tartüf - 59) 14. KadÕnlarÕn øsyanÕ (KadÕnlarÕn øsyanÕ; YalancÕ TanÕk; Kör Padiúah; Her úeye Ra÷men) (On ikinci kitapta yer alan Evler YÕNÕOÕnca NâzÕm Hikmet'in kayboldu÷unu söyledi÷i oyunlarÕndan biridir. Piraye'nin sakladÕ÷Õ yapÕtlar arasÕnda úairin el yazÕVÕyla temize çekilmiú olarak bulunmuú, ilk olarak bu dizide yayÕmlanmÕúWÕr.)

Roman, Öykü, Masal :

15. Kan Konuúmaz 16. Yeúil Elmalar 17. Yaúamak Güzel úey Be Kardeúim 18. Hikâyeler 19. Çeviri Hikâyeler 20. Masallar (NâzÕm Hikmet yalnÕzca Yaúamak Güzel úey Be Kardeúim adlÕ romanÕyla SevdalÕ Bulut adlÕ masallar kitabÕQÕ kendi adÕyla yayÕmlamÕúWÕ. Ötekiler para kazanmak için acele yazÕOÕp gazetelerde takma adlarla yayÕmlanmÕú ürünlerdir.)

YazÕlar :

21. Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil 22. YazÕlar (1924-1934) 23. YazÕlar (1935) 24. YazÕlar (1936) 25. YazÕlar (1937-1962) 26. Konuúmalar (NâzÕm Hikmet'in bu kitaplarda yer alan yazÕlarÕQÕn büyük ço÷unlu÷u çeúitli takma adlarla gazetelere yazdÕ÷Õ köúe yazÕlarÕGÕr.)

Mektuplar :

27. NâzÕm ile Piraye 28. Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1998'de Adam YayÕnevi'nin Piraye'ye Mektuplar adÕyla iki cilt olarak yayÕmladÕ÷Õ yapÕt da bu bölüme eklenmelidir.)

AyrÕca gene Adam YayÕnlarÕ arasÕnda Memet Fuat'Õn hazÕrladÕ÷Õ NâzÕm Hikmet'in Seçme ùiirler kitabÕ da yer almaktadÕr.

BarÕú U÷rundaki Mücadelede ùairin Rolü BarÕúseverler safÕnda faal bir mücahit olarak, barÕú için savaúmamÕz gerekti÷ine kesinlikle inanÕyorum. BarÕú bir hediye gibi kabul edilemez, kazanÕlmalÕGÕr. BarÕú u÷runda mücadele çeúitli úekiller alÕr. Örne÷in kapitalist ülkelerde, bu mücadele a÷Õr hapis yÕllarÕ, baskÕ ve ezgi görmek tehlikesi ile karúÕlaúmaktadÕr. Bütün bu tehlikelere ra÷men, harpten nefret eden halk kitleleri barÕú bayra÷Õ altÕnda toplanmadÕkça barÕú kazanÕlamaz... Bu mücadelede her ilerici aydÕn, dahasÕ namuslu her aydÕn, görevini anlayarak hazÕr bulunmalÕGÕr. BarÕú u÷runa mücadelenin, insanlÕ÷Õn gelece÷i ile ne kadar ba÷OÕ oldu÷unu, úairlerin ve yazarlarÕn úiirlerinde, romanlarÕnda, hikayelerinde yazmalarÕ bir görevdir. Tüm dünyada bilim adamlarÕ, teknisyenler, her günkü yaratÕFÕ faaliyetleri ile harbe karúÕ, barÕú cephesinde yer almalÕGÕrlar. Ben bir úairim, ve bu mücadelede úairin ne yapmasÕ gerekti÷ini daha iyi anlatabilirim. ùuna inanÕyorum ki, onlarÕn sorumlulu÷u, mühendislerin, teknisyenlerin sorumlulu÷undan bir damla olsun az de÷ildir. Bilakis daha da büyüktür. Bir mühendis bir köprü inúa ederse, onun sorumlulu÷u o köprünün yÕNÕlmamasÕGÕr. Fakat köprü yÕNÕOÕrsa, felaket bir derece mahduttur, eninde sonunda köprü yeniden inúa edilecektir. Fakat úair, ruhun mühendisidir. Onun sesi, milyonlarca insana, onlarÕn ruhuna, kalplerine hitap etmektedir. Kelimenin bu muazzam gücü, her úairi gururlandÕrmalÕ, onu sorumluluk bilincine kavuúturmalÕGÕr. BarÕú ve ülkelerin saadeti için mücadele eden namuslu úairler bu görevi gayet iyi bilmelidirler. ùairin hayatÕ ile edebi faaliyeti arasÕnda hiçbir ayrÕOÕk olamaz. Biri pratikte, biri úiirde, iki hayat yaúamÕyoruz. Tek bir vücuduz. Günümüzün gerçek úiiri, barÕú mücadelesinden esinleniyor. Pablo Neruda, Aragon gibi baúka büyük úairler, aynÕ zamanda bütün moral güçleriyle, barÕú mücadelesine faal surette katÕOÕyorlar. Bir úair bu niteli÷i kazanmasÕQÕ biliyorsa, eserleri bu mücadelenin kesin izlerini taúÕyacaklardÕr. ùiirleri, ümit dolu, yaúam aúNÕQÕ dile getiren, kuvvetli úiirler olacaktÕr. Mücadeleci úair, insanlÕ÷Õn gelece÷ine inanÕr ve bundan dolayÕ da korkunç denemelerden geçse de yazÕlarÕnda ümitsizlik asla sezilmez. ... Bir úair gerçekten bu görevi yerine getirmek istiyorsa, úiirlerinin úekli kesin ve basit, muhtevasÕ kuvvetli olacaktÕr. ùair açÕk,direkt, her insanÕn kalbine giden bir dil kullanacaktÕr. BaúarÕOÕ olmasÕ için de bu dili büyük bir dikkatle Lúleyecektir. HalkÕQÕn canlÕ dilini temel alacaktÕr. Benim için fikri en baúta önemli olan halkÕmdÕr. Pekaz yaúadÕ÷Õm hürriyet yÕllarÕmda, bir úiir yazdÕ÷Õmda, iúçi semtlerini gezer, fakir kahvehanelerine girer okurdum. Bu adetime, hapishanede de devam ettim. YazdÕ÷Õm her satÕUÕ, birlikte kapalÕ kaldÕ÷Õm köylü ve iúçilere imkanÕm oldukça okudum. OnlarÕn gözlem ve eleútirilerini dikkatle not ettim. Çünkü benim için pek kÕymetli idi. ùair halk kitleleri ile daimi temasta bulunmalÕGÕr, kelimelerinin gücü onlardan gelmektedir. Bu konuda bizim edebiyat tarihimizden önemli bir olayÕ anlatmak istiyorum. Abdülhamid`in karanlÕk hükümdarlÕk devresinde, burjuva demokratik haklar için savaúPÕú olan NamÕk Kemal adÕnda bir úairimiz vardÕ. Faaliyetlerinden dolayÕ bir adaya sürgün edilmiúti. NamÕk Kemal`in úiirleri tutumunu aúamamasÕna ra÷men, halk onun kiúili÷i etrafÕnda altÕn bir efsane dokumuútu. NamÕk Kemal`in sürgünü, uzun yÕllar hapse çevrilmiúti. O zaman halk kendi yarattÕ÷Õúiirleri, ona cömertce atfetti. Bu olay úiirin ne güce sahip oldu÷unu (Abdülhamid NamÕk Kemal`den ciddi surette korkuyordu.) ve halkÕn kendi acÕ ve emellerini yansÕtan úiirlere ne kadar susamÕú oldu÷unu gösterir. ... ølerici úiiri seven ve sayan halk, bizim tarafÕPÕzdadÕr. ùiirin gerçek ve de÷erli kuvveti, bizim tarafÕPÕzdadÕr. ølerici úiirin zaferi yalnÕz benim ülkemde de÷il tüm dünyadadÕr. Ve dünyanÕn en iyi úairleri, en de÷erli yazarlarÕ, büyük barÕú cephesinin faal mücahitleridir. Bu durum bilim adamlarÕ içinde bir gerçektir. øúte barÕúa hizmet eden gerçek úiirden, savaú kÕúNÕrtÕFÕlarÕ bundan dolayÕ korkmakta ve nefret etmektedirler. ùiir; barÕú, halklarÕn egemenli÷i, insanlarÕn mesut gelece÷i u÷rundaki mücadelede yer alÕrsa, hepimizin inandÕ÷Õ üzere daima zafere götürecek bir silahtÕr.

NâzÕm Hikmet CONTEMPORANUL Dergisi 9 Haziran 1951 - Romanya

Arif Melikov'la Röportaj - Ferhad ile ùirin Balesi NâzÕm Hikmet'le olan dostlu÷unuzdan bahseder misiniz? - NâzÕm Hikmet'le 1958 yÕOÕnda tanÕúWÕk. Ben konservatuvarÕ yeni bitirmiú ve NâzÕm Hikmet'in o zaman "Muhabbet Efsanesi" olarak okudu÷um "Ferhad ile ùirin"i üzerinde çalÕúmaya baúlamÕúWÕm. O Bakû'ye geldi÷inde oteline gidip oyunu için hazÕrladÕ÷Õm besteyi ona gösterdim. Ben gittikten sonra arkadaúlarÕma "Bu genç oyunu çok güzel yazacak, onun yaptÕ÷Õ bale tüm dünyaya örnek olacak çünkü genç olmak gibi büyük bir üstünlü÷ü var" demiú. O, gençlere çok inanÕr ve destek olurdu. Daha sonra ben oyunu Leningrad'da Kirov'a götürdüm ve onlar da sahnelenmesini istediler. Bunun üzerine libretto üzerinde çalÕúmak için o sÕrada Moskova'da yaúayan NâzÕm'la çalÕúmaya baúladÕk. Beni bir o÷lu gibi kabul etti. Onun bütün kitaplarÕQÕ, foto÷raflarÕ ve el yazÕVÕúiirlerini evimde saklÕyorum. NâzÕm Hikmet'in yazdÕ÷Õ tiyatro metnini bale olarak yorumlarken ne gibi de÷Lúiklikler oldu? - Tiyatro metni bambaúka birúeydir. Onu bale haline getirmek, onu müzi÷e göre yorumlamak ve tamamen baúka bir dünyaya taúÕmak gerekir. NâzÕm büyük úair oldu÷u gibi büyük bir dramaturg idi. NâzÕm hiçbir alet çalmamasÕna karúÕn müzi÷i içinde hissederdi. Bu yüzden balenin librettosunda kendi felsefesini bir müzik haline getirdi ve benim bestelerimle tam bir uyum sa÷ladÕ. 1961'deki prömiyerde nasÕl tepkiler almÕúWÕQÕz? - "Ferhad ile ùirin"in prömiyeri 23 Mart 1961'de gerçekleúti. O gün baleyi yaratan beú kiúi, NâzÕm, ben, Grigoroviç,dekor tasarÕmcÕVÕ Virsaladze ve orkestra úefi Niyagizade'nin foto÷rafÕPÕ]Õ çektiler. O zamanlar bu foto÷rafta yer alan herkesin bu kadar ünlü olaca÷ÕQÕn hiç kimse bilmiyordu ve daha sonra yÕllar boyu her yerde bu foto÷raf yayÕmlandÕ. O gün ünlü besteci Dimitri Soútakoviç de bana gelerek "Bu baleyi yaratanlarÕn birbirleriyle olan sanatsal uyumlarÕ, bu yapÕWÕ bütün dünyada izlenecek bir noktaya eriútirmiú" dedi. Soútakoviç de NâzÕm gibi gençlere destek ve ilham veren bir insandÕ. O gece NâzÕm'Õ tebrik etmeye gelenlere NâzÕm, "Bu balenin asÕl yaratÕFÕlarÕ Arif ile Yuri'yi tebrik edin. Ben bunun sadece küçük bir parçasÕQÕ oluúturdum" dedi. YazÕ\Õ müzik boyutuna geçirirken bestelerinizi nasÕl biçimlendirdiniz? - Balede söz yoktur. Bu yüzden NâzÕm'Õn úairane sözleriyle yarattÕ÷Õ bu aúk destanÕQÕ müzik diliyle ifade etmem gerekiyordu. Müzi÷in Ferhad ile ùirin'in sevgisinden, kederlerinden, Mehmene Banu'nun kötülü÷ünden IÕúNÕrdÕ÷ÕQÕ izleyiciye hissetirmeliydim. AyrÕca Do÷u'nun duygusunu, hareketlerini, gelene÷ini klasik müzik kurallarÕ ile birleútirmem ve klasik müzikle Do÷u melodilerini harmanlamam gerekiyordu. Bir balenin ilk yaratÕFÕVÕ bestecidir, sonra libretto ve koreograf gelir. Bu yüzden koreograf müzi÷i duyar ve ona göre sözsüz bir biçimde bunu izleyiciye ulaúWÕrmaya çalÕúÕr. Bu noktada önemli olan Ferhad ile ùirin'in Türklere ve Azerilere tanÕGÕk bir efsane olmasÕna karúÕn dünyanÕn her yerinde ilgiyle izlenmesini sa÷layabilmektir. Aúk destanÕQÕ müzik ve dans ile felsefe seviyesine ulaúWÕrmaktÕr. NâzÕm'Õn oyunu zaten öyle bir felsefe içeriyordu. YapmamÕz gereken, bu felsefe seviyesini bale olarak sahneye taúÕmaktÕ. Bunu da baúardÕk. 61'den bu yana bestede de÷Lúiklik yaptÕQÕz mÕ? - BazÕ besteciler ve koreograflar yapÕtlarÕQÕ ça÷a uydurmak için yenilikler yaparlar. Ama bu yapÕt 1961'de öyle yüksek bir seviyede yaratÕldÕ ki onu yenilemeye ihtiyaç duymadÕk. 1961 yÕOÕnda nasÕlsa bugün de aynÕúekilde sahneye konmaktadÕr. Baúka koreograflar da bu baleyi sahnelediler. Ama biz Grigoroviç'in "zirve" gösterisini, NâzÕm'Õn arzuladÕ÷Õúekilde østanbul'a getirdik. NâzÕm'Õn di÷er oyunlarÕ içinde neden özellikle Ferhad ile ùirin? - Her halkÕn kendisine ait aúk destanlarÕ vardÕr.Bu efsane de bizim tarihimizde asÕrlar boyu anlatÕOÕr durur. Ama NâzÕm Hikmet bu efsaneye 20. yüzyÕOÕn yorumunu getirmiú ve bugünün izleyicisinin duygusuna ulaúmak için eseri yeniden yaratmÕúWÕr. Ben de bu efsanenin bu yorumundan çok etkilendim ve kendi müzi÷imle, atalarÕmdan gelen bir efsaneyi bale olarak yaúatmak istedim. Bu baleyi østanbul'da sergilemek sizin için ne ifade ediyor? - Balenin 65 kere dünyanÕn çeúitli ülkelerinde sahnelenmesine önayak olarak NâzÕm'Õ yaúatmaya ve onun baúarÕVÕQÕ devam ettirmeye çalÕúWÕm. Ama NâzÕm'Õn en büyük arzusu østanbul sokaklarÕnda gezmek, østanbul'da yaúamak ve havasÕQÕ solumak idi. Bale, Grigoroviç'in koreografisiyle, 1961'de Virsaladze'nin yaptÕ÷Õ dekorla 39 yÕl sonra østanbul'a geldi. ølk gösteride orkestra úefi Azeri Niyazi Takizade'ydi. ùimdi yine ünlü bir Azeri úef Elúad Bagirov, orkestrayÕ yönetiyor. Bir bakÕma ilk prömiyerdeki beú kiúilik kadroyu østanbul'a taúÕGÕk. NâzÕm'Õn arzusunu istedi÷i biçimde, memleketi østanbul'a getirerek ben NâzÕm'a o÷ulluk borcumu ödedim. 1961'de "Ferhad ile ùirin"in beú yaratÕFÕVÕ; Yuri Grigoroviç, Arif Melikov, tasarÕmcÕ Virsaladze, NâzÕm Hikmet ve úef Niyazi Tagizade.

(Röportaj, 5 Mart 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi 'nden alÕnmÕúWÕr.)

NÂZIM'A BøR GÜZ ÇELENGø

Neden öldün NâzÕm? Senin türkülerinden yoksun ne yapaca÷Õz úimdi? Senin bizi karúÕlarkenki gülümseyiúin gibi bir pÕnar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenli÷inden yoksun ne yapaca÷Õz? BakÕúÕn gibi bir bakÕúÕ nereden bulmalÕ, ateúle suyun birleúti÷i Gerçe÷e ça÷Õran, acÕyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeúim benim, nice yeni duygular, düúünceler kazandÕrdÕn bana Denizden esen acÕ rüzgâr katsaydÕ önüne onlarÕ Bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar Düúerlerdi orada, uzakta. Yaúarken kendine seçti÷in Ve ölüm sonrasÕnda seni kucaklayan topra÷a.

Sana ùili'nin kÕú krizantemlerinden bir demet sunuyorum Ve so÷uk ay ÕúÕ÷ÕQÕ güney denizleri üzerinde parÕldayan HalklarÕn kavgasÕQÕ ve kavgamÕ benim Ve bo÷uk u÷ultusunu acÕOÕ davullarÕn, kendi yurdundan... Kardeúim benim, adanmÕú asker, dünyada nasÕl da yalnÕ]Õm sensiz. Senin çiçek açmÕú bir kiraz a÷acÕna benzeyen yüzünden yoksun dostlu÷umuzdan, bana ekmek olan, rahmet gibi susuzlu÷umu gideren ve kanÕma güç katan Zindanlardan kopup geldi÷inde karúÕlaúPÕúWÕk seninle Kuyu gibi kapkara zindanlardan CanavarlÕklarÕn, zorbalÕklarÕn, acÕlarÕn kuyularÕ Ellerinde izi vardÕ eziyetlerin +Õnç oklarÕQÕ aradÕm gözlerinde Oysa sen parÕldayan bir yürekle geldin Yaralar ve ÕúÕklar içinde.

ùimdi ben ne yapayÕm? NasÕl tanÕmlanÕr Senin her yerden derledi÷in çiçekler olmaksÕ]Õn bu dünya NasÕl dövüúülür senden örnek almaksÕ]Õn, Senin halksal bilgeli÷inden ve yüce úair onurundan yoksun? Teúekkürler, böyle oldu÷un için! Teúekkürler o ateú için Türkülerinle tutuúturdu÷un, sonsuzca.

PABLO NERUDA (Türkçesi: Ataol Behramo÷lu)

Kendi a÷]Õndan NâzÕm Hikmet:

"HAYATIMIN VE ùøø5ø0øN HESABATI" "Birkaç gündür kafamÕn içinde bir soru kÕPÕldanÕp duruyor. 60 yÕllÕk ömrümün 40 úu kadar yÕOÕnda úiir yazdÕm durup dinlenmeden. Evimde, sokakta, hapiste, trende, uçakta. Bu úiirlerin içinde ne kadarÕ, insanlarÕ barÕú için savaúa, emperyalist savaúlara karúÕ savaúa, millî ba÷ÕmsÕzlÕk için savaúa ça÷ÕrdÕ. KÕrk úu kadar yÕllÕk úairli÷imi masamÕn üstüne koydum. Elimde kalabilen úiirleri okuyorum. OkurlarÕPÕn önünde hesap vermek istiyorum. Yüzümün akÕyla oÕkabilir miyim bu hesabÕn içinden úair olarak? ùiirleri okudum ve úöyle bir basit istatistik sonucuna vardÕm: Elimde kalan úiirlerimin yüzde yirmi beúinde, insanlÕ÷Õn en büyük davalarÕndan ikisini, birbirine sÕNÕ sÕNÕya ba÷OÕ iki davayÕ ele almÕúÕm: emperyalist harplere karúÕ savaú ve millî ba÷ÕmsÕzlÕk savaúÕ. Bu úiirlerimin tümünü olduklarÕ gibi tekrar etmem imkânsÕz. BirkaçÕyla hesabÕPÕ verece÷im. 1925'te Moskova'da, üniversitede okuyorum. Sömürgecili÷e karúÕ, millî ba÷ÕmsÕzlÕk u÷rundaki savaú, bir imkânsÕz savaú, bir imkânsÕz hayal olmaktan çÕkmÕú, bir gerçek olmuútur. Ben "Bir Hintlinin A÷]Õndan" úiirimi yazmÕúÕm. ùarktan geliyorum! ùarkÕn isyanÕQÕ haykÕraraktan geliyorum. ùimâle akan rüzgârlarla aúWÕm Asya'nÕn yollarÕQÕ; ulaúWÕm sana... Haydi uzat kollarÕQÕ beni kucaklasana! Ey! gönülde onu görmek arzusunu Bir sÕla hasreti gibi derinledi÷im. Ey! kÕvrÕmlarÕ kalbi saran türkülerini Annemin sesi gibi dinledi÷im. Ey! Asya güneúleri gibi kÕrmÕ]Õ sÕcak bayraklarÕ sÕtmalÕ rüyama giren! (...... ) Gözümde bir pul etmez artÕk ne yer, ne yâr! ùimâle akan rüzgârlarla aúPÕúÕm Asya'nÕn yollarÕQÕ ulaúPÕúÕm sana! Haydi uzat kollarÕQÕ, beni kucaklasana! AynÕ yÕl Türkiye'me dönüyorum. Kara terör kasÕp kavuruyor ortalÕ÷Õ benim orada. Emperyalizm yine ve her zamanki gibi insanlÕ÷Õn bu korkunç baú belasÕ, emperyalizmin duvarÕQÕ yÕkmak gerek. Ben "O Duvar" úiirini yazÕyorum. O duvarÕn bir ucu: tahta sapanlÕ sarÕ Çin'de öbür ucu: çelikleri elektrikli Newyork'un içinde Her bankada hisse senetleri var onun. O duvar Lordlar kamarasÕndan Lord Gürzon'un noktalarÕ imparator armalÕ bir nutku gibi geçiyor. Eyfel'in tepesinden avlarÕQÕ seçiyor, dayanarak Hindenburg'un altÕn çivili heykeline topluyor Berlin sokaklarÕQÕ eline. O duvarÕn taúlarÕna sürterek dilini kara gömlekli Mussolini bekliyor nöbet. øtalya'nÕn çizmesi yüzüyor kanda. O duvar økinci bir Balkan gibi yükseliyor Balkan'da. <Õl 1927. SÕrtÕma yüklenen 15 yÕl piyade a÷Õr hapis cezasÕyla Sovyetler Birli÷i'ne dönüyorum. Sovyetler Birli÷i'ne karúÕ alttan alta harp hazÕrlÕyor emperyalistler. Bakû'ya gidiyorum. ølk sosyalist devletin kanÕ olan bu úehirle tanÕúÕyorum. "...... do÷ru" úiirimi yazÕyorum...... bereketli bir rahmet gibi besleyesin, demir da÷lara tÕrmanan azmimizin yeúil filizli sarmaúÕklarÕQÕ... isteriz ki, Uzak Sibirya köylerinin ÕúÕklarÕQÕ karlÕ gecelerde kÕ]Õl lâleler gibi yaksÕn kanÕnla. østeriz ki, gençlik iksiri gibi aksÕn kanÕn, 150 milyonun damarÕnda! økinci Dünya SavaúÕ, yÕl 1941. Üç yÕldÕr hapisteyim. Bursa'da hücremde, halkÕPÕn millî ba÷ÕmsÕzlÕk u÷runa yapmÕú oldu÷u kutsal savaúÕn destanÕQÕ yazÕyorum. Saat üç buçuk. Halimur-AyvalÕ hattÕ üzerinde manga mevziindedir. øzmirli Ali OnbaúÕ (Kendisi tornacÕGÕr) karanlÕkta gözyordamÕyla sanki onlarÕ bir daha görmeyecekmiú gibi baktÕ manga efradÕna birer birer: Sa÷da birinci nefer sarÕúÕndÕ. økinci esmer. Üçüncü kekemeydi fakat bölükte yoktu onun üsrtüne úarkÕ söyleyen. Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canÕ. Beúinci, vuracaktÕ amcasÕQÕ vuranÕ tezkere alÕp Urfa'ya girdi÷i akúam. AltÕncÕ, inanÕlmayacak kadar büyük ayaklÕ bir adam, memlekette topra÷ÕQÕ ve tek öküzünü ihtiyar bir muhacir karÕVÕna bÕraktÕ÷Õ için kardeúleri onu mahkemeye verdiler ve bölükte arkadaúlarÕQÕn yerine nöbete kalktÕ÷Õ için ona "Deli Erzurumlu" derdiler. Yedinci Mehmet o÷lu Osman'dÕ. Çanakkale'de, ønönü'nde, Sakarya'da yaralandÕ ve gözünü kÕrpmadan daha bir hayli yara alabilir, yine de dimdik ayakta kalabilir. Sekizinci, øbrahim, korkmayacaktÕ bu kadar bembeyaz diúleri böyle tÕNÕrdayÕp birbirine böyle vurmasalar. Ve øzmir'li Ali OnbaúÕ biliyordu ki: tavúan korktu÷u için kaçmaz kaçtÕ÷Õ için korkar. økinci dünya savaúÕ zaferle sona ermiú. Hapisteyim. Geçmiú kanlÕ ve kara günleri düúünüyorum. Biliyorum, tetikte olmak gerek, Emperyalistler gene benim Memetçikleri kalp metelik gibi harcamak istiyor. Ben "23 Sentlik Asker" úiirimi yazÕyorum. YalnÕz bir mesele var Mister Dalles, herhalde bunu sizden gizlediler! Size tanesini 23 sente sattÕklarÕ asker mevcuttu üniformanÕ]Õ giymeden önce de mevcuttu otomatiksiz filan, mevcuttu sadece insan olarak, mevcuttu, tuhafÕQÕza gidecek, mevcuttu, hem de çoktan mÕ çoktan, daha sizin devletinizin adÕ bile konmadan. Mevcuttu, iúiyle gücüyle u÷raúÕyordu, Mesela, Mister Dalles, yeller eserken yerinde sizin o Newyork'un, kurúun kubbeler kurdu o gökkubbe gibi yüksek haúmetli, derin. Elinde Bursa bahçeleri gibi nakÕúlandÕ ipek. HalÕ dokur gibi yonttu mermeri ve nehirlerin bir kÕ\ÕVÕndan öbür kÕ\ÕVÕna ebem kuúD÷Õ gibi attÕ kÕrk gözlü köprüleri. DahasÕ var Mister Dalles, sizin dilde pek de anlamÕ belli de÷ilken henüz zulüm gibi, hürriyet gibi, kardeúlik gibi sözlerin, dövüútü zulme karúÕ o, ve istiklâl ve hürriyet u÷runa ve milletleri kardeú sofrasÕna davet ederek, ve yarin yana÷Õndan gayri her yerde, her úeyde, hep beraber diyebilmek için yürüdü peúince Bedreddin'in. Hapisten çÕktÕm. YÕl 950. Belki bir çocu÷um gelecek dünyaya. BabalÕk zanaatÕQÕn ne kadar zor bir zanaat haline geldi÷ini ilk defa anlÕyorum. Yavrum, NÕz olursa tepeden tÕrna÷a anasÕna benzesin istiyorum, R÷lan olursa, boyu posu bana. .Õz olursa elâ elâ baksÕn, R÷lan olursa maviú maviú. Yavrum, .Õz olsun o÷lan olsun, kaç yaúÕnda olursa olsun, yavrum düúmesin istiyorum hapislere güzelden, haklÕdan, barÕútan yana diye. Fakat malûm, NÕ]Õm yahut o÷lum, gecikirse sularÕn ÕúÕmasÕ dövüúeceksin ve hattâ... Yani haylice müúkül bir zanaatmÕú bizde bugün babalÕk zanaatÕ da. <Õl 955. Dört yÕldÕr Moskova'dayÕm. AklÕmda kaldÕ÷Õna göre katÕldÕ÷Õm barÕú kurultaylarÕndan birinde toplantÕ salonunda, atom bombasÕna karúÕ dört küçük úiir yazdÕm. Bunlardan birisi "Ölü KÕzca÷Õz". Bugüne kadar dolaúÕyor dünyayÕ Övünüyor gibi mi geliyor ne De÷il Dolaúan o küçücük Japon kÕzca÷Õ]Õ da ønsanlarÕ atom harbine karúÕ savaúa ça÷ÕUÕyorsa Ça÷Õrabiliyorsa Ve insanlar onun incecik sesine kulak kabartÕyorsa O bu kuvvetini Hiroúima'da bir ka÷Õt parçasÕ gibi YanÕp kül olmak pahasÕna kazandÕ.

KapÕlarÕ çalan benim kapÕlarÕ birer birer. Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.

Hiroúima'da öleli oluyor bir on yÕl kadar. Yedi yaúÕnda bir kÕ]Õm, büyümez ölü çocuklar.

SaçlarÕm tutuútu önce, gözlerim yandÕ kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için hiçbir úey istedi÷im yok. ùeker bile yiyemez ki ka÷Õt gibi yanan çocuk.

ÇalÕyorum kapÕQÕ]Õ teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin úeker de yiyebilsinler. Sene 1963. Tanganika'ya gidiyorum. Memleketimin üstünden geçiyorum. On üç seneden beri memleketimi ilk defa görüyorum. 8000 metre yukarÕda Anadolu'mun üstündeyim. 8000 metre derinde bulutlar altÕnda, topra÷Õmda kara NÕú. Köylerin çoktan kesiktir yolu. Her biri karlÕ çöllerle bir baúÕnadÕr. Bulguru aúÕ ya÷VÕz, tezek dumanÕndan göz gözü görmez. Bebeler ölür bitlenmeye bile vakit bulmadan. Ve ben uçarÕm 8000 metre yukarÕda bulutlarÕn üstünde. Bilmiyorum, vatanÕPÕn insanlarÕ baúta olmak üzere, bütün insanlÕ÷a vermek istedi÷im hesabÕ verebildim mi? Sonra bütün bu hesap bir çeúit... övünmek olmadÕ mÕ? Yeryüzünde benden çok de÷erli úairler, barÕú, hürriyet ve millî ba÷ÕmsÕzlÕk için, úair olarak yaptÕklarÕ savaúÕn hesabÕQÕ elbette çok daha parlak verebilir. SayÕn ve sevgili okuyucularÕm. Birkaç örnekle önünüze çÕktÕm, beni en büyük insanlÕk davasÕQÕn ikisinde biraz olsun ödevini yapmÕú bir yurttaú sayarsanÕz bahtiyar olaca÷Õm."

NOT:Bu yazÕ, NâzÕm Hikmet'in úiirini ve yaúamÕQÕ özetledi÷i bir konuúmasÕGÕr. Yeni AdÕmlar dergisinde (A÷ustos '73) basÕlmÕú ve AsÕm Bezirci'nin inceleme-antolojisinde de yer almÕúWÕr. OyunlarÕm Üstüne - NazÕm Hikmet ølk tiyatroyu nerde, ne zaman gördüm? Karagöz de tiyatrodan sayÕOÕrsa, østanbul’da gördüm, sünnet dü÷ünümde sekiz yaúÕmda. Belki daha önce mahalle kahvesinde Ramazan gecelerinden bir gece seyretmiúimdir Karagöz’ü, ama aklÕmda kalmamÕú. Meddah’Õ da ilkönce sünnet dü÷ünümde dinledim. O ilk Karagöz’ümle ilk Meddah’Õmdan aklÕmda kalan bugün? Ak ve avuçiçi kadar perdenin öte yanÕnda Karagöz’le Hacivat oynatan incecik de÷neklerin durup dinlenmeden uzanÕp kÕsalan gölgeleri. Ne tuhaf, Karagöz’le Hacivat’Õn perdedeki renkli hayaletleri de÷il de, de÷neklerinin bir silinip bir beliren gölgeleri kalmÕú aklÕmda. Neden? Karagöz’le Hacivat’Õn kollarÕna, gövdelerine, külâhlarÕna takÕOÕp onlarÕ oynatan de÷neklerin, o de÷neklerin arkasÕndaki göze görünmez Karagözcü’nün iúi çevirdi÷ini, sekiz yaúÕmda de÷il elbet, ama on dokuzumda meselâ anladÕm da ondan mÕ? Belki de. Peki, ya Meddah’tan aklÕmda ne var bugün? Yüzünü, gözünü hatÕrlamÕyorum, anlattÕ÷Õ hikâye, yaptÕ÷Õ taklitler de büsbütün aklÕmdan çÕkmÕú. Ama sesi kula÷Õmda. Böyle sesleri, size bir úeyleri ille de be÷endirmek, sizi memnun etmek, sizi güldürmek için çabalayan sesleri sekizimden altmÕúÕma kadar boyuna duydum. Karagöz’le Meddah belki de tiyatrodan sayÕlmaz. Ama operet tiyatrodur. ølk opereti yine østanbul’da Birinci Dünya SavaúÕ içinde, 915’te sanÕrsam, seyrettim. Bu bir Avusturya operetiydi. østanbul’a turneye gelmiúti. Baú aktrisi Miloviç adÕnda belki AvusturyalÕ, belki Macar ama, hâlâ gözümün önünde, çok pembe, çok ak, çok sarÕúÕn, iri yarÕ, EÕngÕl bÕngÕl bir avrattÕ.. On üç on dört yaúÕmdaydÕm. Bizde o÷lan çocuklarÕ da, kÕz çocuklarÕ da tez eriúir. Bu Miloviç’e harp zenginleri beúyüzlük bankanotlardan yorganlar diktiler, cÕgarasÕQÕ bin liralÕklarla yaktÕlar. Oysa o VÕralarda østanbul halkÕ süpürge tohumu unundan ekmek yiyordu. Dört cephede delikanlÕlar kan revan içinde, aç, oÕplak dövüútürülüyordu. Belki bundan dolayÕ, úimdi bile Çardaú operetinden bir parçayÕ ne zaman dinlesem bir yandan haykÕrmak, birilerine sövüp saymak gelir içimden, tepeden tÕrna÷a isyan kesilirim, bir yandan da ateú basar yüzümü, Miloviç’in çok tombul iki meme arasÕQÕ görürüm. Miloviç’i bir kere seyrettim Çardaú’ta, baúÕm döndü, ama sevdalanmadÕm. ølk sevdalandÕ÷Õm aktris Eliza Benemecyan’dÕr. OsmanlÕømparatorlu÷u yÕNÕlmÕúWÕ. øtilaf ordularÕ, donanmasÕøstanbul’u iúgal etmiúti. Anadolu’da emperyalizme karúÕ ayaklanmalar baúlamÕúWÕ. Ben ilk úiirimi çoktan yayÕmlamÕúWÕm. Eliza Darülbedayi tiyatrosunun baú aktrisiydi. Türk tiyatro sahnesine aslÕ Türk olan kadÕn daha oÕkmamÕúWÕ. øslâm dini onu sahneye çÕkarmÕyordu. Eliza aslen Ermeniydi. Ermenilerin modern Türk dramÕQÕn, komedisinin, opera ve operetinin kuruluúundaki payÕ çok büyüktür. Türk tiyatro tarihi Manakyanlarla, Papazyanlarla, Eliza Benemecyanlarla övünür. Darülbedayi’de ilkönce hangi piyeste Eliza’yÕ seyretti÷im aklÕmda de÷il. Ama Eliza’yÕ görür görmez birden vuruldum, bunu çok iyi biliyorum. Türkçeyi yüzde yüz østanbullu hanÕm efendiler gibi konuúuyordu. Ömrümde bu kadar iri göz görmedim. Konuúurken yanaklarÕ al al oluyordu. Burnu iriceydi. Ak ellerinin, alabildi÷ine ak ellerinin yumuúak hareketleri hâlâ gözümün önünde. Tiyatrodan çÕktÕm. Piyes yazmalÕ\Õm, dedim, baúka çaresi yok, bir piyes yazmalÕ\Õm, ancak bu yolla onu biraz daha yakÕndan görebilirim; belki de elimi sÕkar. Ama piyes yazmak bana yeryüzünün en zor iúi gibi geliyordu. Bir piyes yazÕp Darülbedayi’ye vermek, sonra parterde en ön sÕrada, hayÕr, yanda dramyazarÕ locasÕnda oturup, Eliza Benemecyan’Õ seyretmek, benim piyesimi oynarken seyretmek... Piyesi úiirle yazacaktÕm. Ama konu ne olacak? Elbette sevda. ølk piyesim: “OcakbaúÕ” böyle do÷du.(1) Çok yaúOÕ, çok akÕllÕ, çok iyi, çok úair bir adam bir da÷ baúÕnda yaúÕyor. Gecelerden bir karlÕ gece çok güzel genç bir kadÕn soluk solu÷a çalÕyor kapÕVÕQÕ. Kocakiúi eve alÕyor genç kadÕQÕ. OcakbaúÕna oturtuyor. KadÕn bir úeylerden korkmaktadÕr. Koca úair yatÕúWÕUÕyor korkusunu kadÕQÕn. Ona ocakbaúÕnda geçirilen uzun kÕú gecelerinin güzelliklerini anlatÕyor. Ona aklÕn, hikmetin, felsefenin, düúünce ve úiir dünyasÕQÕn kapÕlarÕQÕ açÕyor. Bu kapÕlardan girip mutlulu÷a kavuúaca÷Õna inandÕUÕyor kadÕQÕ. Ama pencerenin karlÕ camlarÕQÕ kÕrarak bir delikanlÕ atlÕyor içeriye. Genç kadÕQÕ kovalayandÕr, genç kadÕQÕn korkusudur. Ve yürü diyor ona, gel benimle, elimden kurulmanÕn yolu yok. Kocakiúi açÕyor kapÕ\Õ -pencereden çÕkmasÕnlar diye anlaúÕlan- ve iki genç, erke÷i önde, diúisi arkada gidiyorlar...

Niye ilk piyesim bu? øúin tuhafÕ, piyesteki Kocakiúi bendim. Oysa on sekiz yaúÕmdaydÕm o zaman. SonralarÕ düúündüm. Kendimi o kocakiúi sayÕúÕm. Eliza’yla aramda herhangi bir ba÷Õn kurulmasÕQÕn imkânsÕzlÕ÷ÕndandÕ. Eliza nerde, ben nerde, Eliza kim, ben kim. Ben onu bir saat úiirimle, aklÕmla piyesimin ocakbaúÕnda tutsam bile, bir saat sonra perde inecek -pencerenin camlarÕ kÕUÕlacak- Eliza’nÕn ünlü ve bana o zamanlar her nedense çok zenginmiú gibi gelen hayatÕ onu alacak benden. OcakbaúÕ piyesimi bitirdim, ama Darülbedayi’ye veremeden Anadolu’ya kaçmak, milli kurtuluú savaúÕna katÕlmak gerekti. Ankara’da 921 kÕúÕnda, ahÕrdan bozma salaú bir tiyatroda, gaz lambalarÕQÕn ÕúÕ÷Õnda ve ikide bir so÷uktan avuçlarÕma hohlayarak Otello Kâmil’i seyrettim. Ömrümde ilk defa ùekspir’i seyrettim. Abdullah Cevdet adÕnda bir eski Jön Türk úairi Arap ve Acem sözcükleriyle dolu bir dille Büyük ÜstadÕ Türkçeye çevirmiúti. Otello’yu, Hamlet’i filân okumuútum, úDúPÕúWÕm, hayran olmuútum, ama pek anlamamÕúWÕm. Kâmil bir gezgin aktördü. RepertuarÕnda bir tek piyes vardÕ denilebilir. Otello, Otello’yu Papazyan üslubuyla oynadÕ÷ÕQÕ söylerler. Ne yazÕk Papazyan’Õ Otello’da seyretmek nasib olmadÕ. Ama çÕra÷Õ Kâmil’in Otello’suna bakÕp UstasÕQÕn ustalÕk kertesini kestirmek mümkün. Kâmil, Ankara’da kaldÕ÷Õm aylar içinde Venedik AmiralÕ’nÕ belki on kere oynadÕ, ben her keresinde ordaydÕm. ùekspir’e hayranlÕ÷ÕPÕ Abdullah Cevdet’in kötü, çok kötü çevirmelerine borçluyum, ama ùekspir’i bana Vahram Papazyan’Õn çÕra÷Õ Otello Kâmil anlattÕ. Kâmil çoktan öldü, aç, sefil, hasta, göçüp gitti. Papazyan Sovyetler Birli÷i’ne geldi, ki adÕyla “Krasni Mak”(3). 921’de Batum’a geçtim. O zamanki adÕyla “Fransa” otelinde, bir yandan günde iki tabak mÕVÕr unu çorbasÕQÕ, bir çeyrek funt kara ekmekle yedim, bir yandan takunyalarÕPÕ takÕrdatarak mitinglere gittim, bir yandan Türkiye Komünist FÕrkasÕ DÕú bürosunun çÕkardÕ÷Õ “KÕ]Õl Sendika” dergisinde çalÕúWÕm, bir yandan da úu “Küçük ølüstirasyon” serisinde yayÕmlanan FransÕzca piyesleri okudum, belki yüz tane, ard arda, belki daha çok. Yerleúti÷im odanÕn dolabÕnda buldum onlarÕ. Hepsi dokuz yüz on dörtten önceki tarihlerde çÕkmÕúWÕ. FransÕz bulvar tiyatrolarÕQÕn o zamanlardaki repertuarÕyla, FransÕz Vodviliyle altÕ ay haúÕr neúir oldum. YalnÕz o devirdeki FransÕz Burjuva ve küçük burjuvalarÕQÕn içyüzünü de÷il, piyes yazma tekni÷inin bir çok cilvelerini de ö÷rendim. “OcakbaúÕ”ndan sonra bir piyes daha yazmÕúWÕm, Vâlâ Nureddin isimli bir Türk yazarÕyla birlikte, Anadolu’da, Bolu’da ö÷retmenlik etti÷im sÕralarda. “Taú yürek”. Köylü bir deli bir köy a÷asÕQÕn köy odasÕna konuk oluyor. KonuúulanlarÕ dinliyor. Köylüler a÷a için taú yürekli herif, diyorlar. Deli, gece bo÷uyor a÷ayÕ, gö÷sünden taú yüre÷ini çÕkarmak istiyor, ama bir úey bulamÕyor. Tüh, diye haykÕUÕyor, herifin yüre÷i yokmuú... Sosyal motifi bu pek belli ve bir hayli Gran Ginyol piyesin bana büyük bir yararlÕ÷Õ dokundu: köylü dilini, daha do÷rusu Bolu köylüklerinde konuúulan dili inceledim, bu incelemeden genellikle halk diline atlamam sonralarÕ zor olmadÕ. Dönelim Batum’da Küçük ølüstirasyonlara. Günün birinde “Bethoven” diye úiirli yazÕlmÕú bir piyese rastladÕm. Hiç de kötü yazÕlmamÕúWÕ aklÕmda kaldÕ÷Õna göre. Belki de kötü yazÕlmÕúWÕ, úimdi okusam hiç hoúuma gitmez. Ama yazmak isteyip de hâlâ yazamadÕ÷Õm ve yazamadan ölece÷im diye korktu÷um konuyu o piyes verdi bana: Karl Marks’Õn hayatÕQÕ yazmak bir piyeste, yahut bir kaç piyeste. ølk operayÕ, ilk baleyi, ilk gerçek tiyatroyu Moskova’da gördüm. Opera úDúÕrttÕ beni, ama o zamanlardan, yani 920-28 \ÕllarÕndan söz ediyorum, aklÕmda kalan, o zamanki sahneye konuluúlarÕ ve oynanÕúlarÕ ve o zamanki dekorlarÕyla “Karmen” ve o zamanki adÕyla “Krasni Mak”(3).

Do÷rusunu isterseniz operayÕ sevmiú de÷ilim. Büyük sanat, zor sanat, yapÕlarÕ da büyük oluyor, hem resmi taraflarÕ da var. Opera her devlette resmi tiyatro, evet, ne yapayÕm, ne ilk görüúte sevdim, ne úimdi sevebiliyorum. Ama ders almadÕm de÷il. AldÕm. Hem yalnÕz dramyazarlÕ÷Õ alanÕnda de÷il, úiir yazmak iúinde de, hatta günlük hayatÕmda operanÕn bana verdi÷i, daha do÷rusu tersine verdi÷i derslerden yararlandÕm. Sanatta ve hayatta kestirmeli÷in, sadeli÷in, süssüzlü÷ün, yaldÕzsÕzlÕ÷Õn ve kadifesizli÷in gerekti÷ini “Bolúoy”da (4) seyretti÷im operalardan ö÷rendim. MalÕ Teatr’dan (5) aklÕmda hiç bir úey kalmamÕú, o zamanlardan konuúuyorum. Yeni zamanlarda “Afrodit AdasÕ”nÕ (6) sevdim. Az kalsÕn unutuyordum, opera resim ve heykel ve hatta mimarlÕk anlayÕúÕm, zevkim üstüne de etkili oldu. Opera sahnelerine, sahneye konuúlarÕna, opera artistlerinin jestlerine filân benzeyen resimleri, resim kompozisyonlarÕQÕ, heykelleri hâlâ sevmem. Dokuzyüz yirmi yÕllarÕnda Meyerhold (7) için yazdÕ÷Õm bir úiirde, Bolúoy’dan: “Bolúoy teatrÕn yapÕVÕ mükemmel arpa anbarÕ olur!” diye söz ettim. Elbette haksÕzlÕk etmiúim O zamanki Bolúoy balelerinden aklÕmda hiç bir úey kalmamÕú. YalnÕz “Güzel Yusuf” diye bir bale seyrettim. Bolúoy’un de÷ildi, baúka bir grubundu sanÕyorsam. øúte üstümde etkisi olan, hem de nasÕl, bale budur. Durmadan kÕPÕldanan, de÷Lúen kompozisyonun, yalnÕz balede de÷il, dramda, romanda, úiirde, nasÕl olmasÕ gerekti÷ini o “Güzel Yusuf” balesinden ö÷rendim. Onu yine öyle oynasalar her keresinde kÕrk bin ders almak için kÕrk kere daha giderdim.

Ben, Stanislavski’nin, Meyerhold’un, Vahtangof’un Tairof’un ellerinden taze çÕkmÕú, dumanÕ üstünde buram buram hayat, devrim, güzellik, kahramanlÕk, iyilik, akÕl, zekâ kokan oyunlar seyrettim. Ben 922’de MHAT’ta (9) “AyaktakÕPÕ ArasÕnda”yÕ (10), ben Meyerhold’ta “Traelkin’in Ölümü”nü (11), “FÕrtÕna”yÕ (12) “Müfettiú”i (13), ben Kamerni’de “Fedra”yÕ (14), ben Vahtangof’ta “Turandot”u (15), seyretmiú adamÕm... Bütün bunlarÕ seyredersin de donmuú, hareketsiz sanat anlayÕúÕn altüst olmaz mÕ? KarúÕnda birbirinden geniú ufuklar açÕlmaz mÕ? HalkÕn için, halklar için, insan için umutlu, aydÕnlÕk, ileriye, haklÕya, do÷ruya, güzele, hürriyete, kardeúli÷e ça÷Õran eserler yazmak için yanÕp tutuúmaz mÕVÕn? Benim de baúÕma aynÕúey geldi. Burada yalnÕz bir satÕrlÕk sözüm var: o devirlerde, ana akÕPÕyla, tiyatroda yenilik piyesten de÷il, rejisörden, artistten ressamdan geliyordu. O yÕllarÕn altÕn devriyle, Yirminci Kongreden sonra pÕUÕldamaya baúlayan ve úavkÕ yakÕn \Õllarda göklere vuracak olan yeni altÕn devri -Sovyet tiyatrosundan söz ediyorum- arasÕndaki farklardan biri de, úimdi yenili÷in dramyazarlÕ÷Õndan da, piyesten de gelmeye baúlamasÕndadÕr. O zamanki reji ve sahneye konuú araúWÕrmalarÕúahsen benim dramyazarlÕ÷Õm üstünde etkili oldu, dramlarÕPÕ meselâ Meyerhold’un, yahut Stanislavski’nin, yahut Vahtangof’un sahneye koyuúlarÕQÕ göz önünde tutarak kurmaya baúladÕm. “KafatasÕ” piyesimin yapÕVÕnda Meyerhold mektebinin etkisi büyüktür. “Unutulan Adam”da Stanislavski’nin, “øvan øvanoviç var mÕydÕ, yok muydu?”da Turandot’un. Sovyet tiyatrolarÕQÕn etkisi úiirimin üstünde Sovyet úirinin etkisinden büyüktür. Burada tiyatro derken dramyazarlÕ÷ÕQÕ de÷il, rejiyi, artisti, ressamÕ göz önünde tutuyorum. Bu etkiyi ayrÕ ayrÕ örnekler vererek gösterebilirim ama, benden baúka kimseyi ilgilendirmeyece÷i için vazgeçiyorum. O zamanlardaki Moskova tiyatrolarÕ bende, dramati÷i incelemek, derinlere inmek, abstÕraksiyonlar ve genelleútirmeler yapabilmek ihtiyacÕQÕ do÷urdu. Hem yalnÕz sanatta de÷il. Böylelikle ideolojik geliúmeme yardÕm ettiler. FarkÕndayÕm, ömrümde ilk defa bir konu etrafÕnda da olsa, bir çeúit memuar yazÕyorum galiba. Oysa, anÕlarÕQÕ yazamayacak biri varsa o da benim. Neden o? diye gülümsemeyin. Sebep çok sade: hafÕzam bilemedi÷iniz kadar zayÕftÕr. AklÕmda ayrÕntÕlar kalamaz, tarihleri, adlarÕ aklÕmda tutamam. Bundan ötürü úimdi kendimi zorlayÕp, tiyatronun ömrüm boyunca oynadÕ÷Õ rolü düúündükçe, -üçüncü derecede bir dramyazarÕ olmama bakmaksÕ]Õn- bir rolün büyüklü÷üne úDúÕyorum. Ben bunu altmÕú yaúÕmda keúfettim, bir dergiye bu yazÕ\Õ hazÕrlarken, Ne tuhaf! Ama bu rolün bütün repliklerini, hele sÕrasÕyla, hatÕrlayamÕyorum. Bir roman yazÕyorum.(17) “Pravda”nÕn 924 yÕOÕ koleksiyonunu gözden geçirmem gerekiyor. Evveli gün úöyle bir habercik okudum: “12 ùubat’ta, Krasno-Presnenski Kalyayef (18) iúçi tiyatrosunun salonunda bir gece tertipledi. Gecenin resmi tören bölümünden sonra Türk dramkolu, Meyerhold tiyatrosunda çalÕúan Ek yoldaúÕn sahneye koydu÷u ve kollektif üyelerinden NâzÕm yoldaúÕn yazdÕ÷Õ ve bütün kollektifçe iúlenen bir piyesi oynadÕ. Piyes millî kÕOÕklarla oynandÕ. Sahneye konuú lakonikti. Salon çeúitli milletlerden, Türkçe bilmeyen seyircilerle dolu oldu÷u halde oyunu çok büyük bir ilgiyle karúÕladÕ.” 12 Mart 924 tarihli “Pravda” gazetesinde çÕkan bu bir kaç satÕr bu yazÕmda kullanaca÷Õm biricik belgedir sanÕyorum. Demek ki, adÕm “Prevda”ya ilk önce 924’te geçmiú ve piyes yazarÕ olarak. Kim bilir bunu o zaman okuyunca nasÕl sevinmiúimdir. Ne yalan söyleyeyim, evveli gün de bu bir kaç satÕra rastlayÕnca yüre÷im úöyle bir tatlÕ tatlÕ hop etti. ùaka mÕ bu, ta ne zaman “Pravda” adÕPÕ anmÕú!

Nikolay Ek’le Moskova’da “Metla” (19) tiyatro artelini kurduk. Galiba ilk ve son tiyatro arteli. Tam tarihi aklÕmda de÷il, ama afiúi gözümün önünde. Bir kÕ]Õl diskin üstünde uzun saplÕ bir çalÕ süpürgesi. Niyetimiz açÕk. Süpürgemiz, bir yandan günlük hayatta ve insanlarÕn kafasÕnda ve yöresindeki burjuva, küçük burjuva ve derebeylik kalÕntÕlarÕQÕn tümünü süpürecek; öte yandan, bu kalÕntÕlarÕ bilerek bilmeyerek koruduklarÕQÕ iddia etti÷imiz tiyatrolardan Moskova’yÕ temizleyecek. Haftada iki kere oynuyorduk, úimdiki “Sentralniy”, o zamanki “ùanuar”da.(20) BurasÕ Do÷u Emekçileri Komünist Üniversitesi’nin kulübüydü de, ben de bir aralÕk kulübün baúkanÕydÕm gibime geliyor, ama Nikolay Ekin kulübteki dram kollarÕQÕ idare etti÷ini çok iyi hatÕrlÕyorum. Bir úey daha aklÕmda kalmÕú: Artistlerimizi iki çeúit imtihandan geçirerek seçiyorduk. 1- Aktörlük imtihanÕ, bunu Ek yapÕyordu. 2- Politikadan imtihan, bunu ben yapÕyordum. Namzetlere “Pravda” gazetesinin o günlük baúyazÕVÕQÕ okutuyor, anladÕ÷ÕQÕ anlatmasÕQÕ rica ediyordum. Sonra günün iç ve dÕú politika konularÕ etrafÕnda sorguya çekiyordum. Tiyatromuz, politikayla sahnenin organik birli÷ini kurmak iddiasÕndaydÕ. Yine aklÕmda kaldÕ÷Õna göre, “Kabahat kimde?” diye bir piyesimi oynadÕk “Metla”da, bir de “Kirjiçik” adlÕ ve Ek’le birlikte yazdÕ÷ÕPÕ]Õ sandÕ÷Õm bir rövüyü “Kabahat kimde?” bir perdelikti ve cinayet, hÕrsÕzlÕk filân gibi suçlarda kabahatin, -kapitalist düzende- bireyde de÷il, cemiyette oldu÷u tezini savunuyordu. Rövü, sonralarÕ külhanbeyleúti÷ini duydum ama, o zamanlar çok temiz bir úehir, bir yapÕFÕlar türküsü olan “Kirpiçiki” (21) türküsünün etrafÕnda kurulmuútu. Birinci Dünya SavaúÕ, Ekim devrimi, ilk ekonomik kalkÕQÕú. SinemayÕ organik olarak tiyatroyla birleútirmiútik bu rövüde. Bir örnek: kahramanlardan biri bir sokak gösterisine katÕOÕyordu. Gösteriyi ekranda seyrediyorduk. Gösteriden ayrÕOÕp bir evin kapÕVÕQÕ çalÕyor, içeri giriyor, ekrandan çÕNÕp sahnedeki odaya dalÕyordu. Prensip: bütün eksteryörler ekranda, bütün enteryörler sahnede, ama dedi÷im gibi, bir birine ba÷OÕ olarak. “Metla” altÕ ay kadar dayandÕktan sonra kendisi süprüldü tiyatro dünyasÕndan. ùimdi düúünüyorum da, altÕ ay dayanmasÕ bile úDúÕlacak úey. Ruhumuzdaki eski dünyalarÕn kalÕntÕlarÕna karúÕ sahnede, çok daha derin, çok daha ileri, çok daha olgun silâhlarla dövüúülmesi gerekti÷ini biliyorum artÕk. Bizim “Metla”nÕn o günkü imkânlarÕ ve o günkü tiyatro anlayÕúÕyla bu iúi becerememesinin ne kadar tabii oldu÷unu da anlÕyorum úimdi. Ama insan ne de olsa övünmeyi seviyor - bu ruh hâli de bir kalÕntÕ de÷il mi? Evet, seviyoruz övünmeyi, bakÕn, tiyatroyla sinemayÕ organik bir bütün olarak kullandÕk diye yazarken övündüm basbaya÷Õ. Bu iúi Çeklerin “Laterna Majiki”nden çok önce, mono ekran da olsa, - biz gerçekleútirdik gibime geldi bir an? Oysa ki, o yÕllarda bütün dünyada bu denemeler yapÕOÕyordu. Hattâ østanbul’da, bir filmi, bir Alman filmiydi sanÕyorum, baú aktrisi, hem perdede, hem sahnede oynadÕydÕ. “Metla” denemesi, sonu “KafatasÕ” piyesine dayanan bir dramyazarlÕ÷Õ anlayÕúÕQÕ geliútirdi bende. O devirlerde Marks’la, Engels’le, Lenin’le haúÕr neúirdim. Lenin’in kitaplarÕQÕ do÷rudan do÷ruya sahneye koymak istiyordum. “Kapitalizmin son merhalesi emperyalizmi” büyük bir senaryo halinde ve konkre kahramanlarÕ da iúe katarak Lúledim. Sinema için de÷il, bizim “Metla” için. Ama oynanmasÕ nasibolmadÕ. Meyerhold için de bir bale yazdÕm: “Ehram”. Temelindeki istihsal kuvvetleri, istihsal münasebetleriyle ve üst yapÕlarÕyla sosyal ehram. Meyerhold’e götürdüm. Okudu, Be÷endi. Ama oynamadÕ. Bir de úiir-piyes yazdÕm: “AyÕn on dördü”. Bir Atlantik gemisindeki isyanÕ anlatÕyordu. Ama, aslÕna bakarsan gemi, ocak ve makina daireleriyle, ateúçileri, tayfalarÕ güverte, ikinci, birinci ve lüks mevki yolcularÕyla, kaptanlarÕyla bu Atlantik gemisi kapitalist cemiyetin stilize edilmiú bir maketiydi. Piyesi bitiremedim. OynanmadÕ. Ama bir çok parçalarÕQÕ “Benerci kendini niçin öldürdü?” isimli úiir - romanÕmda kullandÕm. “KafatasÕ” piyesimin ilk varyantÕQÕ da “Metla” için yazdÕm. OynanamadÕ. Bu varyant yitirildi de. økincisini Türkiye’de yazdÕm. Konusunu, oynanÕúÕQÕ filân sÕrasÕ gelince anlatÕUÕm. Onun da tezi Marksizmin bir düsturuydu: Kapitalizm, geliúerek öyle bir merhaleye varÕr ki, yalnÕz maddi eúyalar de÷il, manevi de÷erler de mal olur, alÕQÕp satÕOÕr. O yÕllarÕ hatÕrlama÷a çalÕúÕrken bir úeyin bir kere daha farkÕna varÕyorum. Bütün sanat anlayÕúÕPÕ ve çabalarÕPÕn üstünde Sovyet tiyatrosunun ve Sovyet tiyatrosuna dolu dizgin katÕlmak iste÷inin etkisi büyük olmuú. Lenin’in kitaplarÕQÕ sahnede do÷rudan do÷ruya ilüstre etmek iste÷i, úiirde de beni aynÕ iúi yapmaya götürmüú. Dram yazarlÕ÷Õnda ve dolayÕVÕyla úiirde beni bu denemelere, hangi tiyatro itti diye düúünüyorum. Bu denemeleri yaptÕ÷Õma hiç piúman de÷ilim. Bugüne kadar yararlÕklarÕQÕ görüyorum. Beni bu denemelere Meyerhold itti, ama üstattan |÷rendi÷im sadece sanatÕn politik yüzü. Birçok úey borçluyum demek her úeyi borçluyum demek de÷il. Tekrar edeyim, tiyatro sanatÕQÕn baúka alanlarÕnda Stanislavski’ye Vahtangof’a ve hattâ Tairof’a da bir çok úey borçluyum. Bugünkü tiyatro anlayÕúÕPÕn tümüne gelince, o, kimseye yüzde yüz ba÷OÕ de÷il, ne Stanislavski’ye, ne Meyerhold’e, ne Vahtangof’a, ne Tairof’a. Onlar ne kadar birbirine ba÷OÕysa, ki elbette birbirlerine ba÷OÕ, hattâ birbirlerinin içindeyseler, benim bugünkü tiyatro anlayÕúÕm da onlarÕnkilerle öyle ba÷OÕ. Ama öte yandan Sovyet tiyatrosu hele Yirminci Kongreden sonra büyük bir VÕçrama daha yaptÕ; üniversal ve ulusal gelenekleriyle ba÷ÕQÕ koparmadan bir sÕçrama daha yaptÕ. Ve ben bugün bu VÕçramanÕn da yalnÕz büyük rejisörleriyle de÷il, dramyazarlarÕyla da ba÷OÕ\Õm. <Õllardan yirmi sekiz, yirmi dokuzdu sanÕrsam, østanbul’da evimde hasta yatÕyordum. Arkadaúlar tevkif edilmiúti. østanbul’da Polis müdürlü÷ünde çÕplak gö÷üsleri cigara ateúiyle yakÕldÕktan, tabanlarÕQÕn derisi sopayla soyulduktan, koltuk altlarÕna kaynar yumurta konduktan sonra yargÕlanmak için øzmir’e gönderilmiúlerdi. Alabildi÷ine öfkeliydim, kederliydim, alabildi÷ine hastaydÕm ve meteliksizdim. KapÕm açÕldÕ, büyük Türk rejisörü Ertu÷rul Muhsin girdi içeri. Modern Türk tiyatrosunun belli baúOÕ kurucularÕndan biri olan, Türk tiyatrosunda modern tiyatro disiplinini, hele Rus-Sovyet tiyatrosununkini, gerçekleútiren Muhsin, Stanislavski’nin ve Meyerhold’un hayranlarÕndandÕ. Sovyetler Birli÷i’ne bir kaç kere gelip gitmiúti. Dostumdu. HazÕr piyesin var mÕ? dedi. Var, dedim. Oysa yoktu. Bir haftaya kadar verirsen sahneye koyabilirim, dedi. Olur, dedim. O günkü antikomünist terör havasÕ içinde benim bir piyesimi, østanbul’un biricik gerçek tiyatrosunda oynamak isteyiúine úDúmadÕm. Dostumdu. Ben dostlu÷a inanÕUÕm. Muhsin gittikten sonra bir hafta içinde ne yazabilirim diye düúündüm. AklÕma polisin eline geçip yitirilmiú KafatasÕ piyesimin konusu geldi. YalnÕz maddi de÷il, mânevi de÷erleri de mal yapÕp pazara çÕkaran kapitalizm...

Dolaryanda denen bir ülkede Dalbanezo isimli çok fakir bir profesör verem aúÕVÕQÕ buluyor, daha do÷rusu aúÕQÕn nazariyesini. Verem sanatoryumlarÕ tröstü telâúlanÕyor. Profesöre úöyle bir teklif yapÕyoruz: AúÕQÕ]Õ, gerçekleútirmek için gereken parayÕ, laboratuvarÕ biz size sa÷layaca÷Õz. Ama siz belirli bir süre aúÕQÕ]Õ bir yana bÕrakÕp ineklerimiz tedavi edeceksiniz. Profesör razÕ olmuyor buna ilkönce, ama sonra boyun e÷iyor. A÷Õr verem kÕ]ÕQÕ da alÕp, belirli bir süre inekleri tedavi etmek için sanatoryumlardan birinin laboratuvarÕna yerleúiyor. Fakat konturatodaki süreyi bekleyemiyor, aúÕ\Õ gerçekleútirip kÕ]ÕQÕ kurtarmasÕ lâzÕm. AúÕ\Õ gizlice istihsal ediyor, ama kÕ]Õna yapamadan yakalanÕyor ve konturatoyu bozdu÷u, tazminatÕ veremedi÷i için hapse atÕOÕyor. ÇÕNÕyor. Sirkte figüranlÕk ediyor. Ölüyor. Morgta kafatasÕQÕ bile satÕyorlar. Ana çizgisini anlattÕ÷Õm bu piyes ancak üç gece oynanabildi østanbul’da. Dördüncü günü Ankara’nÕn emriyle yasak edildi. Bahane diye de BaytarlarÕn protestosu ileri sürüldü. Piyeste Profesörün: Ben baytar de÷ilim, ineklere bakamam, diye bir repli÷i var. Ama asÕl sebep, prömyerinden sonra seyircilerin, -büyük ço÷unlu÷u gençlik ve Lúçiydi- yaptÕklarÕ gösteri. Salondan bir saat çÕkmadÕlar. Bizi hesapsÕz kere sahneye ça÷ÕrdÕlar. Nihayet ben arka kapÕdan çÕktÕm, ama sokak a÷Õz a÷za insan doluydu. Beni ortalarÕna aldÕlar ve bir cemmi gafir halinde gece yarÕVÕ østiklâl Caddesi’ne çÕktÕk. AynÕúey üç gece tekrar etti. Sonra, dedim ya, yasak.

KafatasÕ, Türkiye’de, Meyerhold okulunun kimi prensipleriyle sahneye konmuú ilk piyestir sanÕyorum. Dedi÷im gibi, bu okulun bütün prensipleriyle de÷il, kimi prensipleriyle. Bu piyesi 951 de sanÕrsam, Moskova radyosu bir kaç kere oynadÕ. Bir kaç yÕl önce de Gence Dram tiyatrosunda seyretmek nasiboldu. Ekber Babayef ve AzerbaycanlÕ romancÕ ve dramyazarÕ Menti Hüseyin’le seyrettik. Üstat be÷endi hem oynanÕúÕ, hem piyesi. Ben oynanÕúÕ be÷endim, piyesi yazdÕ÷Õma piúman de÷ilim, ama piyesi be÷enmedim. Süslü püslü, kadifeli, yaldÕzlÕ, perdeli, dekorlu bir kapalÕ kutunun içine tiyatroyu hangi tarihte, nerde soktular ilkönce? Bilmiyorum. øyi mi oldu bu, kötü mü? Bunu da burada tartÕúacak de÷ilim. Ben kendi payÕma, açÕk havada, pazar yerinde, úehir meydanÕnda oynanan tiyatronun hasretini çekerim arada bir bu hasretim teper. <ÕOÕQÕ hatÕrlayamÕyorum, Moskova’da bir çocuk bayramÕ dolayÕVÕyla yapÕlacak úenliklerin oyunlarÕ için bir müsabaka açÕlmÕúWÕ. Nikolay Ek’le katÕldÕk biz de müsabakaya. Bizim piyesimiz de birinciliklerden birini kazandÕ. Bir hafta sirkte oynandÕ. Rejisör: Ek. KapalÕ da olsa, kubbeli de olsa sirkte, açÕk hava tiyatrosunun, pazar yeri, úehir meydanÕ tiyatrosunun halkçÕOÕ÷Õ, gösteriúi, úenli÷i, dolu dizgin heyecanÕ yaúar. Bizim piyeste dram artistleri, balerinler, sirk artistleri -insan ve hayvan sirk artistleri- yan yana, bir arada oynuyordu. Olaylar hem yerde, ortada geliúiyordu, hem de yukarda dört yana gerili dört sinema perdesinde. Seyirciler de, -ço÷u çocuk- arada bir katÕOÕyordu oyuna.

ùimdi bunlarÕ yazarken, bu denemeyi, daha da geliútirerek, niye tekrar etmedi÷imize üzüldü÷ümü anlÕyorum. AnÕlarÕPÕn sÕrasÕQÕúDúÕrdÕm yine. FarkÕndayÕm bundan boyuna úikayet ediyorum. Ama insan tarih sÕrasÕyla mÕ, mutlaka kronolojik bir düzen içinde mi hatÕrlar baúÕndan geçenleri?

østanbul’da Ertu÷rul Muhsin iki piyesimi daha sahneye koydu 930 yÕllarÕnda: “Bir Ölü Evi”yle “Unutulan Adam”Õ, “Bir Ölü Evi”nin ikinci varyantÕQÕ Leningrat’ta Komisarjevski tiyatrosu oynadÕ dört beú yÕl önce. AdÕQÕ de÷Lútirdim: “BayramÕn ilk günü”. Prömyerine Mihail Zoúenko’yla gittikti. Üstat be÷endiydi piyesi, ben de çok sevindiydim. Zoúenko’nun bir çok hikâyesini çevirdim Türkçeye, ustalÕ÷ÕQÕn hayranÕ\Õm. Türk burjuva basÕQÕ. “Sovyetler Birli÷i’nde insanlar gülmeyi unutmuútur, mizah edebiyatÕ ölmüútür” filan diye yaygarayÕ bastÕklarÕ bir sÕrada Zoúenko’nun yayÕmlanmasÕ çok iyi olduydu. Onbinlerle Türk okuyucusu, Zoúenko’nun acÕ, ama çok derin ve asla kötümser olmayan hikayelerini okuyarak Sovyetler Birli÷i’ni sevdi sanÕyorum. “Bir Ölü Evi”nin konusu, klâsik burjuva miras dâvasÕ. Dört gün oynandÕ ancak. HayÕr hükümet yasak etmedi. Seyirci gelmedi. Sebebini anlatayÕm. “KafatasÕ” denemesini gözönünde tutarak, -sonradan anlaúÕldÕ ki, gere÷inden çok gözönünde tutmuúuz bu denemeyi- yeni piyesin yasak edilmemesi için yazarÕQÕn adÕQÕ de÷Lútirdik. Bundan dolayÕ da piyese gelen ço÷unluk benim okuyucularÕm de÷il, burjuva, küçük burjuva seyircilerdi. Birinci perdenin ortasÕnda haykÕrmaya baúladÕlar: Bu ne rezalet! MukaddesatÕPÕz tahkir ediliyor! økinci perde açÕldÕ÷Õnda salon yarÕ yarÕya boútu, üçüncü perdenin ortasÕnda, galeri kalabalÕkçaydÕ ama, salonda dört beú kiúi kalmÕúWÕ. Dedim ya böyle parlak bir prömyerden sonra piyes ancak dört gün tutunabildi. Bundan ötürü Muhsin öteki piyesi adÕmla sanÕmla sahneye koydu. Baú rolü de kendisi oynadÕ. “Unutulan Adam”Õ 933’te yazmÕúWÕm, hapislerimden birinden çÕktÕktan sonra. KÕsaca konusu: Genç bir asistanÕ olan ve genç bir kadÕnla evli, çok ünlü bir operatör ününün ve burjuva ahlâk telâkkilerinin esiridir. KarÕVÕQÕn kendisini asistanla aldattÕ÷ÕQÕ bildi÷i halde ses çÕkarmaz. Dile düúmekten, ününü zedelemekten korkar. KÕ]Õ evli bir erkekten gebedir. Rezaleti önlemek için kÕ]ÕQÕn çocu÷unu kendisi düúürme÷e razÕ olur, kÕz ameliyat masasÕnda ölür, profesör hapse düúer. Hapisten çÕktÕ÷Õ zaman unutulmuútur bütün cemiyetçe. Gidece÷i bir tek yer vardÕr: unutulan adamlarÕn barÕna÷Õ SabahçÕ kahveleri. Piyeste insanlar biraz daha çok yönlü, böyle burada anlattÕ÷Õm gibi kabataslak de÷il sanÕyorum. Bunun da ikinci varyantini iki yÕldÕr Sovyet Ordusu Tiyatrosu baúta olmak üzere bir çok yerde oynuyorlar. Demokratik Almanya’da, Çekoslovakya’da da. østanbul’daki prömyeri MHAT’Õn bir aktrisiyle seyretmiútik. AdÕQÕ hatÕrlamÕyorum. Yirmi yÕllarÕnda Moskova’daki Türk Elçili÷i baú kâtibi olan Fuat CarÕm Beyle evlenip Türkiye’ye gelmiú. Sonra otuz yÕllarÕnda sanÕrsam bir rolü oynamak için bir kaç zamanlÕ÷Õna Moskova’ya döndü. Gözümün önüne uzunca boylu zayÕfça ve çok kocaman kara gözlü, güzelli÷i acayip ve çok akÕllÕ bir genç kadÕn geliyor. YazÕk, adÕQÕ hatÕrlayamÕyorum. MHAT’a telefon edip |÷renmeli. (22) Piyesi de oynanÕúÕQÕ da pek be÷endiydi. Hiç unutmam: Bunu Rusçaya çevirip Moskova’ya MHAT’a yollayÕn, dediydi. AklÕma birdenbire ne geldi bakÕn: Bir gün Fuat Beyin köúkünde bahçede oturuyorduk. Fuat Bey, karÕVÕ ve beú altÕ yaúÕndaki o÷ullarÕ. O÷lan bahçedeki bir çukuru koúa koúa atlamaya çalÕúWÕ bir iki kere, ama her keresinde çukurun baúÕnda irkilip durdu. AnasÕ o÷lanÕn yanÕna gitti. Atla, dedi. Mademki atlamak istedin, geri dönmek olmaz. O÷lan: -Korkuyorum anne, dedi. Ana: - KorkaklÕk kadar ayÕp úey yok bu dünyada, dedi. Atla. Atlayamazsan düúersin çukura, canÕn yanar, zarar yok, bir kere daha atlamaya çalÕúÕrsÕn Atla... Ve o÷lan atladÕ çukura. 1938’de hapse düútüm. On üç yÕl kadar yattÕm bu keresinde. Beú piyes yazdÕm içerde: “Ferhat’la ùirin Yahut Bir Sevda MasalÕ”, “Yusuf’la Zeliha Yahut Yusuf ve Kardeúleri”, “østasyon”, “Fitnat”, “Yerdepremi”. Bunlardan “Ferhat ve ùirin” Moskova’da, PÕrag’da, Berlin’de ve daha bir kaç úehirde oynandÕ. “Yusuf ve Kardeúleri” Çekoslovakya’da ve Demokratik Almanya’da oynandÕ. Ha, “Ferhat ve ùirin”den bir de film yapÕldÕ. Berbat bir úey. HatÕrladÕkça utanÕUÕm hâlâ. “Yerdepremi”yle “FÕtnat”Õn müsveddeleri bile kalmadÕ, kayÕplara karÕúWÕ ikisi de. ³østasyonu”, konunun temelini ele alarak yeniden yazdÕm. Hiç bir yerde oynanmadÕ. Amerika’yÕ yeniden keúfetmek diye bir iú var, komik bir iú çok kere. Ama kimi kere de, Amerika’nÕn keúfedilmedi÷ini gerçekten bilmeyip de bunu büyük bir ciddiyetle yaparsan, keúfettim diye de dehúetli sevinirsin, sonra karaya çÕNÕp da Amerika’da AvrupalÕlarÕn çoktandÕr topra÷Õ sürdüklerini görürsen durumun yalnÕz komik de÷il, azÕFÕk da acÕklÕGÕr. Benim baúÕma iúte böyle bir kâúiflik iúi geldi dramyazarlÕ÷Õ alanÕnda. Hapiste insanÕn vakti çoktur, hapishane iútemeli üstüne kurulmamÕúsa. Kurulmuúsa yorgunluktan düúünmeye vaktin kalmaz sanÕyorum. Ama benim yattÕ÷Õm hapishanelerde düúünmekten baúka yapacak iú yok gibiydi. YalnÕz son yÕl dokumacÕOÕk etmek bahtiyarlÕ÷Õna kavuúabildim. Ça÷daú piyeslerde monologlarÕn hemen hemen ortadan kalktÕ÷ÕQÕ düúündüm. MonologlarÕn geliútirilmesiyle, yeni bir açÕdan iúlenmesiyle iç dünyamÕ]Õn sahnede baú rollerden birini oynayabilece÷ini keúfettim. “Ferhat’la ùirin”de bu icadÕPÕ gerçekleútirmeye çalÕúWÕm. “Yusuf’la Zeliha”da da aynÕ keúfin sevincini duydum. Ferhat’la ùirin’de, kahramanlar bir yandan birbirleriyle konuúuyor, bir yandan da akÕllarÕndan geçenleri birbirlerine de÷il, seyircilere söylüyordu. Kimi kere de, uzun bir süre, her biri yüksek sesle düúünüyordu. Sonra, kimi kere, kahramanlar, bir baúlarÕna konuúuyorlardÕ kendi kendileriyle, yani klâsik monolog. Sonra, Yusuf’la Zeliha’da, Zeliha’nÕn üç tonda sesi, iç dünyasÕQÕn üç ayrÕ monolo÷unu söylüyor, Zeliha a÷]ÕQÕ açmadan pantomima oynuyordu. O zamanlar daha magnetofon yoktu, belki vardÕ da benim haberim yoktu. Bundan dolayÕ bu üç sesi gramofon pla÷Õna yazdÕrmayÕ düúündüm. Bu keúiflerimden o kadar memnundum ki, hapisten çÕkar çÕkmaz ilk iúim arkadaúlara bu iki piyesi okumak oldu. Okudum ve “Hafifçe sÕUÕtarak” yüzlerine böbürlene böbürlene baktÕm. Birisi: - øyi ama, dedi, bu senin marifeti, hem de âlâsÕQÕ Sartre çoktan yaptÕ. Hapiste yatmanÕn kötülüklerinden biri de, dramyazarÕ için, dünyada, dramyazarlÕ÷Õ alanÕnda olup bitenlerden haber alamamasÕ. Ama dünya öylesine büyük ki, dramyazarlarÕ o kadar çok ki, bu alanda olup bitenlerin tümünden haber alamamak için hapse düúmek de úart de÷il. Yani Amerika’yÕ yeniden keúfetmek için tiyatro iúlerinde, ille de hapislik gerekmiyor. Nitekim Moskova’ya geldikten sonra yazdÕ÷Õm bir iki piyeste de baúÕma aynÕ iú geldi. Yani bu piyeslerde, kimisi oynanmadÕ, ilkönce benim tarafÕmdan kullanÕldÕ÷ÕQÕ sandÕ÷Õm bazÕ marifetlerin benden çok önce kullanÕldÕklarÕQÕ sonradan ö÷rendim. Bu anlattÕklarÕmdan düúünüyorum da, úöyle, bir sonuç çÕkarÕyorum. Belirli devirlerde, belirli mesleklerden insanlar; dâhisinden sÕra neferine kadar, bilimde, teknikte, güzel sanatlarda filân, dünyanÕn dört buca÷Õnda, hattâ hapishanede, aynÕ sorularla karúÕlaúÕyor, aynÕ karúÕOÕklarÕ veriyor; irili, ufaklÕ çok önemli, az önemli aynÕ keúifleri, aynÕ icatlarÕ yapÕyor, çok kere birbirlerinden habersiz. Böyle bir sonuca varmam da bir yandan kendi kendimi avutma, bir yandan da Amerika’yÕ yeniden keúfetmenin bir çeúidi galiba... Azkala unutuluyordum: Moskova’ya döndükten sonra bir sürü piyes yazdÕm: “Türkiye’de”, “Enayi”nin ikinci varyantÕQÕ, “øvan øvanoviç var mÕydÕ, yok muydu?”, “ønek”, “øki inatçÕ”, “Tartüf - 59”, “Her úeye ra÷men”, “Prag saatleri”, “Demokles’in kÕOÕFÕ”. Ço÷u oynanmadÕ. Bence iyi de oldu. Ömrüm boyunca hep tiyatronun etkisi altÕnda kaldÕm, ama üçüncü derecede bir dramyazarÕndan daha yükseklere çÕkamadÕm. Ama ne de olsa bu meselede kötümser de÷ilim. øyi bir dramyazarÕ olabilece÷imi umuyorum. Can çÕkmadan umut çÕkmÕyor derler. Nisan - Haziran 1962 Moskova

Notlar (1) Piyesin asÕl adÕ: “OcakbaúÕnda”dÕr. (2) Bu yazÕ yazÕldÕ÷Õ zaman Papazyan sa÷GÕ. 1968’de ölmüútür. (3) Gelincik demektir. Sovyet kompozitörü Glier’in balesidir. (4) “Bolúoy” - Moskova’daki “Büyük (Rusça - bolúoy) Opera ve Bale Tiyatrosu” (5) “MalÕ Teatr” - Moskova’daki “Küçük (Rusça - malÕ) Tiyatro” (6) Afrodit AdasÕ - Ça÷daú Yunan úairi ve dramyazarÕ Aleksis Parnis’in piyesinin adÕGÕr. (7) Meyerhold Vsevolod Emilyeviç (1874 - 1940) - Sovyet ve Dünya tiyatro sanatÕ alanÕnda büyük hizmeti geçmiú olan rejisör. 1920 yÕllarÕnda, Moskova’da orjinal oyunlarÕyla tiyatro sanatÕnda bir dönüm yapmÕú olan “Meyerhold Tiyatrosu”nun kurucusu ve úefi de odur. (8) Stanislavski K. S. (1863 - 1938) - Büyük Rus rejisörü. Vahtangof Y. B. (1883 - 1922) - Ünlü Rus rejisörü, Moskova’daki “Vahtangof Tiyatrosu”nun kurucusu. Tairof A. Y. (1885 - 1950) - Rus rejisörü, Moskova’daki “Kamerni Teatr”in (Oda tiyatrosu) kurucusu. (9) MHAT - Rusça: Moskovski Hudojestvenni Akademiçeski Tentr (Moskova Sanat Tiyatrosu) (10) “AyaktakÕPÕ ArasÕnda” - Gorki’nin piyesi. (11) “Tarelkin’in Ölümü” - Rus yazarÕ Suhovo - Kobilin’in piyesi. 1922’de Meyerhold sahneye koymuútur. (12) “FÕrtÕna” - Rus DramyazarÕ A. Ostrovski’nin piyesi. (13) “Müfettiú” - Gogol’ün piyesi. (14) “Fedra” - FransÕz yazarÕ Rasin’in piyesi. (15) “Turandot” - “Prenses Turandot”, øtalyan yazarÕ Karlo Gotsi’nin eseri. (16) KUTV - NâzÕm Hikmet’in 1922 - 28 yÕllarÕnda okudu÷u üniversite. (17) “Yaúamak Güzel ùeydir Be Kardeúim” romanÕndan söz ediliyor. (18) Moskova’nÕn “Krasno-Presnensk” mahallesinde bulunan ve Kalyayef adÕnda bir Rus devrimcisinin ismini taúÕyan iúçi kulübündeki tiyatro. (19) “Metla” - Rusça: ÇalÕ süpürgesi demektir. (20) “Sentralniy” (Eski adÕ: “ùa nuar”) - Moskova’da sinema. (21) O zamanlar pek yaygÕn olan “Kerpiçler” adlÕ bir türkü, çalÕúWÕ÷Õ fabrikanÕn yeni baútan kurulmasÕna yardÕm eden bir Rus iúçi kadÕQÕ övüyor. (22) MHAT’a telefon etmeye lüzum kalmadÕ, çünkü bu yazÕ çÕktÕktan iki gün sonra, MHAT’Õn baú aktörlerinden biri olan Vasili Toporkof’tan NâzÕm Hikmet’e mektup geldi. Toporkof, yazÕda söz edilen aktrisin Suhaçeva Yelena Georgiyevna oldu÷unu açÕkladÕ. - E.B.