T.C. ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YAKIN ÇAĞ BİLİM DALI

AHALİ FIRKASI

Yüksek Lisans Tezi

Mustafa AKDAĞ

Ankara - 2010 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YAKIN ÇAĞ BİLİM DALI

AHALİ FIRKASI

Yüksek Lisans Tezi

Mustafa AKDAĞ

Tez Danışmanı Yard. Doç. Dr. Selda KAYA KILIÇ T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YAKIN ÇAĞ BİLİM DALI

AHALİ FIRKASI

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı : Yard. Doç. Dr. Selda KAYA KILIÇ

Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası ......

Tez Sınavı Tarihi ...... TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı ………………………………………

İmzası ……………………………………… İçindekiler

Ek listesi II Kısaltmalar III Önsöz IV Tezin Konusu ve kaynaklar üzerine VI

Giriş: Tarihsel Süreç Osmanlı İmparatorluğu’nda II. meşrutiyet’in ilânına kadarki süreç 11 Padişah - Tebaa ilişkisinden Osmanlı vatandaşlığına geçiş 16 Osmanlı vatandaşlığı ve Meşrutiyet yönetimine geçiş süreci 23 Kısaca II. Meşrutiyet rejimi çerçevesinde demokrasi ve Ahali Fırkası 25

1. Bölüm: Ahali Fırkası kuruluşuna kadar II. Meşrutiyet döneminde muhalefet 1.1. İlk Muhalif Adımlar: Ahrar ve 31 Mart 28 1.2. 31 Mart Ayaklanması 36 1.3. 31 Mart’ın Ardından İttihat ve Terakki Baskısı 45 1.4. İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi ve Muhalefetin yükselişi 55 1.4.1. Hükümet Programı, Oylanması ve Sonrası 58

2. Bölüm: Osmanlı Meşrutiyeti’nde Yeni Bir Dönemin Başlangıcı: Ahali Fırkası 2.1. Ahali Fırkası’nın Kuruluşu 62 2.1.1. Şehremaneti İstikrazı 67 2.1.2. İstifaların ötesinde... “Fırka-ı İbad” ve Ahali Fırkası 75 2.2. Ahali Fırkası Üyeleri 79 2.3. Ahali Fırkası’nın Yapısı 90 2.3.1. Ahrar Fırkası ile İlişkisi 99 2.3.2. İttihat ve Terakki’ye olan Karşıtlıkları 102 2.3.3. Hürriyet ve İtilaf ile İlişkisi 107 2.4. Ahali Fırkası’nın İdeolojisi ve Programı 112 2.5. Ahali Fırkası’nın Örgütlenmesi ve basın ile ilişkisi 136 2.6. Ahali Fırkası’nın Sonu 139

3. Bölüm: Mebusan Meclis’i içerisinde Ahali Fırkası 141

Sonuç: Ahali Fırkası’nın Osmanlı Siyaseti İçerisindeki Konumu ve Etkileri 142

Kaynakça 154 Ekler 158 Özet 225 Abstract 227

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - I Ek Listesi

EK-1: İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi programının oylanması öncesi verdikleri takrir ile Adem-i İtimat oyu vereceğini ilan mebusların listesi.

EK-2: İkdam, 9 Şubat 1325 (22 Şubat 1910).

EK-3: Yeni Gazete, 8 Şubat 1325 (21 Şubat 1910).

EK-4: Yeni Gazete, 10 Şubat 1325 (23 Şubat 1910) ve Küçük Resim - Aynı gazeteden Zeynelabidin Efendi ile Sabri Efendi’nin istifaları.

EK-5: Edirne İttihat ve Terakki Cemiyeti Kulüpleri protesto telgrafı.

EK-6: Konya İttihat ve Terakki Cemiyeti Kulüpleri protesto telgrafı.

EK-7: Yeni Gazete’nin 15 Şubat 1325 (28 Şubat 1910) tarihli nüshasında bulunan ve Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı imzasıyla yayınlanmış olan protestolara cevap metni.

EK-8: Meşrık-ı İrfan’ın, 9 Ağustos 1326 (22 Ağustos 1910) tarihli nüshasında bulunan ve Konya Mebusu Zeynelabidin imzasıyla yayınlanmış olan protestolara cevap metni.

EK-9: Meşrık-ı İrfan’ın, 12 Ağustos 1326 (25 Ağustos 1910) tarihli nüshasında bulunan ve Konya Mebusu Hacı Mustafa Efendi imzasıyla yayınlanmış olan protestolara cevap metni.

EK-10: Ahali Fırkası’na geçen mebuslar ve bölgelerindeki durumları.

EK-11: Ahali Fırkası Programı.

EK-12: Ahali Fırkası’nın Hürriyet ve İtilaf Fırkasına Katılışını bildiren tebliğ.

EK-13: Düzeltme-1 - İsmail Hakkı Bey ve Siyonizm.

EK-14: Düzeltme-2 - Tarık Zafer Tunaya’nın kitabının 268. sayfasında Ahali Fırkası hakkında verdiği bilgilerin düzelmesi hakkında.

EK-15: Tablo-1 - Mebusların Konuşmaları (grafik)

EK-16: Tablo-2 - Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri konuşma grafiği

EK-17: Ahali Fırkası’nın Meclis İçerisinde Etkin Olduğu Konuların Kısa Kronolojisi (1909 ~ 1912)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - II Kısaltmalar

C: Cilt No.

D: Devre

İçt: İçtima Senesi

MMZC: Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - III “Türkiye’de şimdiyi geçmişe bağlayan bir tarih bilinci hiçbir zaman uyanmamıştır.” Prof. Dr. Mustafa Akdağ Önsöz

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Halk Fırkası ile Ahali Fırkası arasındaki isim benzerliği, tez konumu belirlemeye çalışırken oldukça ilginç gelmişti. İlk düşüncem, bu partiyi araştırmamın lisans tezimde incelemiş olduğum

Cumhuriyet Halk Partisi ile bağdaşık bir konu olabileceği yönünde idi. Ancak, konumu seçmeden önce fırka hakkında yaptığım okumalar, bu partinin 31 Mart olayı ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kuruluşu gibi Osmanlı siyasetini derinden etkilemiş olan iki büyük olay arasında arka planda kalmış olduğunu gösterdi ve parti hakkında ilk anda ulaşabildiğim kaynaklar, bu partinin ekseriyetle ilmiye sınıfı kişilerinden oluştuğunu, gerici ve monarşist güçleri desteklediği yönünde bilgiler içermekteydi.

Buna karşın, partinin isminin “Ahali” olarak seçilmiş olması ve Osmanlı siyasetine kattığı olumlu yada olumsuz olguların bulunuyor oluşu, bana bu konunun araştırılması gerektiğini düşündürdü ve bunun üzerine tezimi Ahali Fırkası üzerine hazırlamaya karar verdim.

Parti ve de partinin lideri olan İsmail Hakkı Bey’i araştırdıkça, karşıma daha ilginç konular çıksa da, karşılaştığım en büyük sorun parti hakkında neredeyse derli toplu hiç bir kaynağın bulunmamasıydı. Gerek partinin kısa bir dönem var olmuş olması, gerekse -yukarıda da bahsettiğim gibi- Osmanlı tarihini derinden etkileyen iki önemli olayın arasında yaşamış olması, bu partiyi gözlerden saklamış gibiydi ve dolayısıyla da, parti hakkında oldukça kısıtlı bir kaynakça mevcuttu. Bunun üzerine danışmanım Yard. Doç. Dr. Selda Kaya Kılıç ve Prof. Dr. Musa Çadırcı hocalarımın

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası -IV da yönlendirmesiyle birlikte, Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri üzerinden -dönem gazetelerinin de yardımıyla- bu konunun araştırılmasının en doğru yöntem olacağına kanaat getirdik. Hem bu ciltler üzerinde yapılmış araştırmaların az oluşu, hem de

Ahali Fırkası hakkında (neredeyse) hiç inceleme bulunmayışı, aslında başka bir yöntem seçme şansı da bırakmıyordu. Ben de bunun üzerine, parti ve dönem üzerine yaptığım uzunca süren araştırmalarımı bitirdikten sonra, Ahali Fırkası’nın Meclis içerisinde bulunduğu dönemin on bir zabıt cildini kapsayan konuşmalarını ve dönemin bazı gazetelerinden de parti üyelerinin konuşma ve eylemlerinin halka yansımalarını inceleyerek tezimi oluşturdum.

Bu tezi oluşturmamda bana yol gösteren, yardımını hiç eksik etmeyen Prof. Dr.

Musa Çadırcı ve beni sabrı, nezaketi ve güleryüzü ile dinleyen, fikir ve görüşlerini esirgemeyen danışmanım Yrd. Doç. Dr. Selda Kaya Kılıç başta olmak üzere, kendilerinden aldığım dersler ile tezime yardımcı olduklarını asla inkâr edemeyeceğim, Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı, Prof. Dr. Hamiyet Sezer Feyzioğlu ve

Doç. Dr. Bekir Koç ve öğrenim hayatım boyunca bilimsel altyapımın oluşmasında emekleri geçmiş diğer tüm hocalarıma; tezimi yazarken bana verdikleri hiç bitmeyen destek, sabır ve tahammülleri için ailem ve bunların yanında motivasyonumu kaybetmemem için bana sonsuz yardımlarını sunan Burcu Şahingöz’e, istediğimde yardım etmekten bir an çekinmeyen Fatih Gümüş’e ve nihayetinde benim bu tezi yazmamın esas nedeni olan kişi, merhum Prof. Dr. Mustafa Akdağ’a çok teşekkür ederim.

Mustafa Akdağ Kasım 2010

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası -V “Eğer Sosyolog tarihten kopmuşsa ve insan konularına tarihsel bir düşünüş ile yaklaşmazsa, bugün araştırmalarına yön verecek olan sorunları gereği gibi temellendiremez.” C. Wright Mills

Tezin konusu ve Kaynaklar

Doğan Ergun’un 1973 tarihli Sosyoloji ve Tarih isimli kitabı, yukarıdaki iki alıntı ile başlıyor. Kitabın özeti de aslında bu sözler ile verilmişse de, “Sosyoloji ve tarih birbirinden ayırt edilemez bir bütündür. Türkiye sosyolojisinin de sorunlarından birisi bu tarih bilinci eksikliğidir.” şeklinde durumu özetleyebiliriz.

Dolayısıyla, tarih ve sosyoloji bilimleri birbirini tamamlayan ve tarihsel verilerin sosyoloji biliminde, sosyolojik yöntemlerin de tarih biliminde kullanılması günümüzde kabul görmüş yöntemler arasındadır.

Buradan çıkarım ile, tarihi yalnızca bir kronolojik dizin olarak görmek ya da yalnızca dönemde yaşanmış bir dizi olay şeklinde ele almak yanlış bir tutum olacağından dolayı, öncesindeki ve sonrasındaki döneme etkileri ile birlikte incelenmesinin en doğru yöntem olacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla da tezimde

öncelikle, bir giriş olarak, genel geçer bilgiler eşliğinde Ahali Fırkası’nın kuruluşu

öncesi dönemin genel bir çerçevesini yazmayı uygun gördüm. Bu bölümde

Avrupa’nın tarihsel gelişiminin yanında, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir imparatorluk düzeninden devlet düzenine geçişini, Osmanlı nüfusunun padişah tebaasından halka dönüşümü ve devlet teşkilatının meşrutiyet düzenine nasıl geçiş yaptığına dair -kısa- bilgiler vererek, Ahali Fırkası’nın nasıl bir ortam içerisinde kurulduğunu, kuruluşu sonrasındaki eylemlerinin de nelere dayandığının anlaşılabilmesini sağlamaya çalıştım. Bu bölüm içerisinde özellikle, Osmanlı

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - VI yönetiminin nasıl bir süreçten geçerek meşrutiyet yönetimine “mecbur kaldığı” ve de

Avrupa’da yaşanan sermaye el değişimi sürecinin Osmanlı içerisinde nasıl bir karşılık bulduğuna dair eklediğim bölümlerin, Osmanlı meşrutiyet yönetiminin kaynağını oluşturduğunu düşünmekle birlikte, aynı zamanda II. Abdülhamit’in istibdat yönetiminin bu dönüşümü -istemsizce de olsa- hızlandırdığını da düşünmekteyim. Zaten içten içe istibdat yönetimi baskısı altında kaynamakta olan

Osmanlı Devleti, dış baskıların da eklenmesi ile dayanamayarak 1908 Devrimi sonucunda II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile büyük bir fikrî patlama yaşamıştır.

Osmanlı siyaseti, heterojen bir yapının, homojen bir çatı altında bulunduğu istibdat döneminde yaşadığı böylesine büyük bir patlama ile bir anda neredeyse tüm fikirlerin ismen var olduğu, ancak hiçbirisinin altının yeterince dolu olmadığı bir siyasal arena ile karşı karşıya kalmıştır. İttihat ve Terakki de bu patlamaya oldukça hazırlıksız yakalanmış ve kendi hegemonyasını sağlayabilmek adına devletin her kurumuna saldırmaya başlamıştır. İşte bu noktadan sonra ise, neredeyse Avrupa’daki her bir fikir akımı için, kendisini bu akımın bir karşılığı olduğunu iddia edenler gruplaşarak İttihat ve Terakki’den kopmaya başlamış ve hem fırkanın sağlamaya

çalıştığı hegemonyayı kırmak, hem de kendi fikirlerini baskın hale getirmek amacıyla çalışmaya başlamışlardır. Bu dönemde yaşanmış olan 31 Mart için de, aslında bu siyasal anarşi ortamının bir getirisidir diyebiliriz. 31 Mart olayları sonrası, bir nev’i sivil darbe olarak da adlandırılabilecek şekilde askeri güçler tarafından bastırılmış; bu sürecin sonrasında ise, anarşik bir yapıda bulunan siyasal ve toplumsal düzen, yerini bu sefer de İttihat ve Terakki’nin istibdatvâri yönetimine bırakmıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - VII İttihat ve Terakki, bu tarihsel süreç sonrasında kurulmuş olan Ahali Fırkası’nı,

önce tepkiyle karşılasa da, kendi içerisinden kopan bir grubun oluşturduğu bu yeni partiyi kendisinin tam olarak karşısına da koyamamış ve hatta partinin kurulmasını olumlu bulanlar bile olmuştur. Ancak, Ahali Fırkası’nın hükümete karşı vermiş olduğu bir takrir, İttihat ve Terakki Fırkası’nın olumlu düşüncelerini bir kenara bıraktıracak ve 31 Mart öncesi rejim karşıtlığı korkularını yeniden canlandıracaktır.

Buna karşın Ahali Fırkası ise, bu yapılanın meşrutiyetin bir gerekliliği olduğunu ve

İttihat ve Terakki’nin artık korkmaması gerektiğini, amaçlarının hükümeti devirmek olmadığını söyleyerek, aralarında başlayacak çok da uzun soluklu olmayan bir soğuk savaşın haberini vereceklerdir. Ahali Fırkası’nın meclis içerisindeki varlığı, İttihat ve

Terakki Fırkası’na parlamenter rejim çerçevesinde bir iktidar - muhalefet ilişkisi ve

çatışmasını öğretmiştir. Ancak, İttihat ve Terakki’nin hegemonyasını kurmak uğruna yeni bir istibdat dalgası yaratmaya başlaması ve bunu meclisin içine kadar da taşıması, Ahali Fırkası başta olmak üzere tüm muhalefeti birleşmeye itecek, neticesinde de Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurulmasına neden olacaktır.

Ahali Fırkası için “Osmanlı II. Meşrutiyetinin emniyet sübabı” benzetmesini yapmamız hatalı olmayacaktır. Parti var olduğu dönemde, Parlamento içerisinde gerçekleştirdiği muhalefet sayesinde İttihat ve Terakki karşıtı eylemlerin sokağa taşmasının önüne geçmiştir. Ancak, İttihat ve Terakki’nın buna rağmen uyguladığı hegemonâl baskı ve ülke içinde ve dışında yaşanan gelişmelerin birleşimi, yeniden

Osmanlı siyasetinin içerisinde kaynadığı kabı patlatmış; neticesinde de tüm muhalefet İttihat ve Terakki’ye karşı Hürriyet ve İtilaf Fırkası çatısı altında birleşerek, onu yıkmıştır. İşte bu süreçte Ahali Fırkası, hem meclis içerisindeki sert

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - VIII muhalefeti ile bu birleşmeye neden olacak etkenlerden birisi olmuş, hem de İttihat ve

Terakki’nin baskısının istediği ölçüde arttıramamasına neden olmuştur. Bu noktada

Hürriyet ve İtilaf’ın İ ttihat ve Terakki’ye üstünlük sağlayışının altında yatan bir neden de Ahali Fırkası’nın meclis içerisindeki yaklaşık iki senelik varlığı ile hem hükümeti, hem de İttihat ve Terakki’yi yaptığı muhalefet ile yıpratması yatmaktadır diyebiliriz.

Bunun yanında Ahali Fırkası, meclis içerisinde var olduğu süreçte çıkartılan yasalar ile İttihat ve Terakki’nin sermaye ve devletten yana tutumunun önüne geçerek, hem halkın yararına etki etmesini sağlamış, hem de meclis gündemine aldırdıkları konuların meclis konuşmalarının gazetelere aktarılması aracılığı ile halka anlatma görevini üstlendireceklerdir.

İşte en başta bahsettiğim gibi bir tarih incelemesinin, bir dönemin tarih süreci içerisinden çekip alınarak incelenemeyeceğini düşünmemden dolayı, tezin giriş kısmında bulunan tarihsel sürecin Ahali Fırkası’nın nasıl ve neden kurulduğunu; sonraki bölümlerin ise, hem Ahali Fırkası’nın yapısını ve eylemlerini, hem de kendisinden sonraki Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın neden ve nasıl kurulduğuna dair fikirler verebileceğini umuyorum.

Bu tezin yazımı için kaynakça bulurken, hem fırkanın siyasi yaşamının

Osmanlı siyasetinde yaşanmış iki önemli olay arasındaki kısa bir süreçte sıkışıp kalmış olması, hem de fırkadan ‘bahseden’ az sayıdaki kaynaktaki genel kanının da bu fırkanın 31 Mart öncesi görüşlerin son bir dalgası olduğu fikrinde odaklanması, hem de Tarık Zafer Tunaya’nın Türkiye’de Siyasi Partiler kitabı dışında herhangi bir

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - IX kaynakta özgün bilgilerin olmayışı, beni doğrudan Meclis-i Mebusan Zabıt

Ceridelerini temel kaynak olarak kullanmaya itmiştir. Kullanmış olduğum kaynaklar daha çok, tarihsel süreci anlatmak için kullanılmış olup, tezin esas konusu olan Ahali

Fırkası’nın anlatıldığı bölüm içerisinde Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri ve dönemin gazeteleri ağırlıklı olarak kullanılmıştır. Tezin konusu olan Ahali

Fırkası’nın halka erişmek konusunda hem çok istekli olmayışı, hem de kısa ömrü içerisinde pek fırsatının da olmamasından dolayı, kullanılan dönem gazeteleri daha

çok Meclis konuşmaları ya da diğer bazı argümanları desteklemek amaçlı olarak kullanılmıştır. Ahali Fırkası üyelerinin on bir Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi cildindeki konuşmaları ise, bilgisayar ortamında bir veritabanına kaydedilmiş ve tezin ekler bölümünde bulunan grafikler ve sonuç bölümünde bulunan partinin

üzerinde durduğu konular bu veritabanı derlenerek ortaya çıkartılmıştır. Bu on bir cilt içerisineki konuşmaların neredeyse hepsi okunurken, bu konuda derlenmiş tek kaynak olarak ulaşılabilen Tarık Zafer Tunaya’nın Türkiye’de Siyasal Partiler kitabında da görülen hataların düzeltmeleri ise, tezin sonuna ayrıca eklenmiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - X Giriş: Tarihsel Süreç

Osmanlı İmparatorluğu’nda II. meşrutiyet’in ilânına kadarki süreç

Osmanlı Devleti, 600 yıldan fazla yaşamış bir İslâm imparatorluğudur. Öncülü olan Selçuklu İmparatorluğundan kalma çok kültürlülük ve İslâm geleneklerini, bu imparatorluğun yıkılışı sonrasında dağınık haldeki Anadolu’yu kendi egemenliği altına aldıktan sonra da devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu, ’un fethedildiği 1453’e kadar daha çok homojen bir Türk Beyliği görünümündedir.

Ancak, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması ve başkent yapması ile genişleme ve devlet örgütlenmesinde başlayan kurumsallaşma (İnal, 2007:154) ile hız kazanan fetihler sonucunda Avrupa, Asya ve Afrika’ya yayılan ve gerçek bir İmparatorluk haline gelen Osmanlı Devleti’nin merkezi yönetimi, yükseliş dönemiyle birlikte fethedilen toprakların yönetimine cevap verebilecek kadar gelişebilmiş olsa da,

Osmanlı için yönetim sorunlarının başlangıcı da bu dönemde başlamış oluyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun hızlı bir şekilde topraklarını genişletmeye başlaması, Avrupa’nın ticaretinde çok önemli bir yer tutan İpek Yolu’nun da denetiminin Osmanlı İmparatorluğu’nun elinde geçmesine neden olmuştur. Diğer yandan, Avrupa Aristokratlarının da Rönesans ve Reform hareketleri sonrasında bilim ve sanata karşı artan ilgisi ile birlikte, Avrupa ülkeleri artık İpek Yolu’ndan daha kısa ve ekonomik olabilecek deniz yoluyla Asya’ya ulaşmaya çalışacaklardır.

Batı Avrupa’nın bu keşifler ile zenginleşmesiyle birlikte, Avrupa’da gelişimi daha da hızlanan bilim, sanat ve sanayi, Osmanlı’nın henüz ulaştığı coğrafyaya hükmetmek

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 11 ve topraklarını korumaya çalıştığı bir dönemde Avrupa’nın aniden ilerlemesine ve

Osmanlı karşısında artık bir tehlike haline gelmesine neden olmuştur. Özellikle,

Amerika kıtasının bulunması ve Osmanlı’nın arkasından dolanarak Afrika’da ve

Asya’da kurdukları sömürgeler ile Avrupa, Osmanlı’nın yekpâre topraklarına karşın

çok daha büyük ve zengin araziler üzerine yayılmış ve burdaki zenginliğini de

Avrupa’ya taşımıştır. Avrupa, her ne kadar bu zenginliğin paylaşılması için kendi arasında savaş veriyor olsa da, teknoloji ve bilim tüm kıtada ortak denebilecek bir hızla gelişmeye başlamış ve Osmanlı’yı geride bırakmayı başarmıştır.

Bilimin bu gelişimi, Avrupa’yı sanayi devrimine götüp, pazar ekonomisini de

ön plana çıkartmaya başlarken ve Avrupa’da aristokrat sınıfının yanına, bir de burjuva sınıfı ortaya çıkmaya başlamışken; Osmanlı, henüz kendi içerisinde sağlıklı bir ticaret ağı dahî kuramamış durumdaydı. Örneğin, yol yapımının önem verildiği

19. yüzyıl sonlarında bile Anadolu ve Rumeli’de 1 km² alana yalnızca 0.01 km. karayolu düşmekteydi. Buna karşın 1860 yılında İngiltere’de ise mil kare alana 4,72 mil (~7,5 km.) karayolu düşmekteydi (Güran, 1998:72). Osmanlı, merkezi otoritesini genişleme hızından daha geç yayabiliyor oluşu ve haliyle de sınırları içerisinde işleyen bir ekonomik ağ kuramamasından dolayı, gerek Avrupa’nın teknolojisi, gerekse ekonomisi karşısında zayıf düşmeye başlamıştır. İpek yolunun eski önemini yitirmesi ve fetihlerin durması da Osmanlı’nın ekonomisini daha zayıf bir hale itmeye başlamıştır. Bilinmektedir ki, Osmanlı ekonomisi güçlü olduğu sürece kendi içerisinde çokça isyan ile karşılaşmamıştır. Ancak, zamanla ekonomisinin bozulmaya başladığı 16. yy.’dan itibaren Osmanlı, sık sık isyanlar ile uğraşmak zorunda kalmış ve özellikle 19. yy.’a yaklaşıldığında, özellikle Avrupa kıtasında isyanlara bağlı

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 12 kopmalar yaşamıştır.

Avrupa, özellikle 17. ve 18. yüzyıllar boyunca zenginleşen ve pazar ekonomisi dahilinde ortaya çıkan burjuvazi sınıfının, aristokrasi tekelini kırması sürecini yaşamıştır. Son olarak 1789 Fransız Devrimi’nin de rüzgârı ile artık Avrupa’da

Aristokrat sınıf, burjuva sınıfının varlığını ve gücünü kabul etmiştir. 19. yy.’a kadar aristokrasinin devlet aygıtı ile sömürgeleştiren ve ekonomik faaliyetlerde bulunan

Batı Avrupa devletleri, artık burjuvazinin ekonomik aygıt ve aktörleri aracılığı ile sömürgelerindeki zenginliği Avrupa’ya taşımaktaydılar. Avrupa sosyal sistemindeki bu değişim, zamanla Osmanlı’yı da zorlamaya başlamıştır.

Osmanlı, en başta da değindiğim üzere, bir İslâm imparatorluğudur. Geçmiş

Türk devlet geleneklerinin de temellerine sadık kalarak kurdukları bu imparatorluk içerisinde, ülke topraklarının da genişlemesi ile birlikte Türk olmayan unsurlar bir süre sonra baskın hale gelmiştir. Bu nokta, tezin esas konusu ile doğrudan bağlantılıdır. Çünkü, Osmanlı içerisinde Türk/Müslüman unsurlardan ticaret ile uğraşanlar zanaatkâr sınıfa mensupken, tüccar sınıf büyük çoğunluk ile gayri müslimlerden oluşmaktaydı. Bunun yanında, Osmanlı’nın, yine bahsettiğim gibi, büyük coğrafyasına karşın çok zayıf durumdaki ekonomik alt yapısı nedeniyle de tarım, ülke ekonomisinin temelini oluşturuyordu. Gerek İslâm kültürünün kanaatkâr tutumu, gerekse ekonomik etkinliğin az oluşu; ekonomik örgütlenmenin ise İstanbul merkezli ve de bu merkez için üretim yapması sebepleriyle1 Avrupa’nın ekonomik

1 Ekonomi, özellikle sanayi devrimi sonrasında devletlerin merkezlerine üretim yapmak yerine, yalnızca kazanımlarını merkeze iletmeye başlamışlar ve bu kazanımlardan daha sonra yeniden üretim yaparak canlı bir ekonomi elde edilmiştir. Oysa ki, Osmanlı’da üretim her zaman doğrudan merkez için yapılmış, kazanımların aktarımı sonrasında ayrıca merkez için yeniden üretim sistemi uygulan- mamıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 13 alanda yaşadığı gibi bir büyüme yaşanmamıştır. Bu büyümenin yaşanmaması ise, zanaatkâr kesimin de üretim araçlarının gelişmemesine, bu gelişimin gerçekleşmemesi ise, kitlesel üretim yerine gündelik ve el üretiminin varlığını korumasına neden olmuş ve böylece sermaye birikimi yaşanamamıştır.

Avrupa’da sermaye birikimi, coğrafi keşiflere kadar aristokrasinin, yani devlet erkanının elindeyken, coğrafi keşiflerin devamında yaşanan sanayi devrimi sonrasında artık burjuvazi de sermaye ve büyük üretim araçlarına sahip olmuştur.

Böylece, Avrupa devletleri artık sömürgelerini yalnızca askeri güç ile değil, aynı zamanda kültürel ve ekonomik olarak da kendisine bağlayarak, merkezlerini buralardan beslemeye başlamışlardır. Osmanlı ise, kapalı ekonomisini bir türlü açamamış, yalnızca Avrupa’da artan milliyetçi düşüncelerin etkisiyle dayatılan,

Avrupa kökenli unsurlarına verdiği kapitülasyonlar ile ekonomisini canlandırma yöntemine gitmiştir. Ne var ki, bu ticari hakları zaten ekonominin temelinde bulunduran gayrimüslimlerin, ekonomiyi tamamen ellerine geçirmelerine sebep olmuştur.

İşte, bir Türk / İslâm beyliği olarak yaşamına başlayan Osmanlı Devleti, sınırlarını genişleterek çok uluslu bir yapıya ulaşımı sürecinde, uzun yıllar boyunca geleneksel merkezi idare sistemini, bu çok uluslu ve geniş topraklara yayılan ülke

üzerinde geliştirmeye çalışmıştır. Avrupa, coğrafi keşifler ile başlayan gelişimini tamamladığında ise, hem Osmanlı bu gelişimi tamamlayamamış, hem de

Osmanlı’nın merkezi yönetim kadroları günden güne devşirmelerin ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 14 gayrimüslimlerin eline geçmiştir2. Öte yandan, günden güne Avrupa kökenli unsurların da ekonomi yönetimini ellerine geçirmeleri, Osmanlı’nın Avrupa’da yükselen Osmanlı karşıtı hareketlenmeye içeriden de destek sağlanır duruma getirmiştir. Osmanlı’nın kurulduğu ve güçlü olduğu dönemlerde bu ülkenin bir unsuru, yöneticisi olmak önemli bir durumken, imparatorluğun yıkılış sürecine girmesi ve Avrupa’nın da zenginleşerek yükselişe geçmesi ile Osmanlı içerisindeki

Avrupalı unsurlar, Avrupa devletlerinin de kışkırtmaları ile Avrupa sınırlarından başlayarak teker teker bağımsızlıklarını ilân etmeye başlamışlardır. Avrupa’da yaşanan bu yükselişin, Osmanlı içerisinde yarattığı milliyetçilik fırtınası, zamanla

Osmanlı’nın en doğusuna kadar yayılmıştır. Ancak, Osmanlı yönetimi, bu anlayışa karşı duruşunun hatalı olduğunu geç anlamış ve “Osmanlı Padişahı ve onun tebaası” yapısından çok geç ve zor uzaklaşabilmiştir3. Avrupa 1789 Fransız Devrimi ile milliyetçiliğin ve ulus devlet fikrini artık kabullenmişken, Osmanlı, bu düşünceyi

Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın 1800’lerin başlarında başlattığı reform hareketlerini örnek alarak, eski Londra büyükelçisi ve Abdülmecit dönemi hariciye nazırı olan Mustafa Reşit Paşa tarafından hazırlanmış olan Tanzimat Fermanı ile ancak 1839 yılında ortaya koyabilmiş; bu ferman ile de “Osmanlı vatandaşlığı” fikri

Osmanlı İmparatorluğu merkezinden yayılmaya çalışılmıştır. Ancak bu geç kalmış ve dolayısıyla da eksik hamle, Osmanlı’yı kurtarmaya yetmeyecektir.

2 Yönetim kadrolarındaki bu değişim, her ne kadar böylesine büyük ve kapsayıcı bir devlet için önem- siz olsa da, tezin konusu olan Ahâli Fırkası için önemlidir. 3 III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde, bu yönde atılmaya çalışılmış adımların, Osmanlı’nın hali- hazırdaki yönetim tarzınca yüceltildiği zümre ve kişilerce engellendiği de unutulmamalıdır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 15 Padişah - Tebaa ilişkisinden Osmanlı vatandaşlığına geçiş

Osmanlı, kuruluşundan beri ataerkil bir padişahlık sistemi ile yönetilmekteydi.

Ancak, ülkenin genişlemesi ile mecburi olarak yönetim erki çeşitlendirilmiş ve yetkiler kişilere dağıtılmıştır. Bu görev dağılımının yanında, Osmanlı’nın savaş gelirlerine (ganimet, vergi..vb.) dayalı ekonomisi ve bir İslâm devleti olmasından da kaynaklı olarak4, zaman içerisinde Padişah’ın kararları, savaşlardan kaynaklı olarak duyulan ihtiyaç nedeniyle sayıları zamanla elli binlere kadar ulaşmış Yeniçeri Ocağı başta olmak üzere asker temsilcileri ve Şeyhülislam tarafından tartışılır, hatta karar alırken onlara danışılır olmuştur.

Osmanlı’nın ekonomisi ve sosyal yapısı tamamen savaş odaklıdır ve barındırdığı asker sayısı bakımından en büyük ocak da Yeniçeri Ocağıdır. 16. yy.’ın sonlarına kadar, sağlam örgütlenmeleri ve de başlarında bulunan güçlü padişahlar ile

(her ne kadar zaman zaman padişah üzerinde etkileri görülmüş olsa da) savaş ganimetlerinin bolluğundan ve Osmanlı ekonomisinin de iyi olmasından dolayı genellikle padişahın kararları üzerinde etkili bir baskıları bulunmamıştır. Ancak yaklaşık 17. yy. başlarına denk gelen dönem ile birlikte, yapısının ve düzeninin bozulmaya başlaması, savaşların azalması ve girişilen savaşlarda da başarısızlıklar yaşanması, dolayısıyla da fetihlerin durma noktasına gelmesi ile birlikte, ocak içerisinde hoşnutsuzluklar başlamıştır. Duraklama döneminde Osmanlı tahtına geçen padişahların da etkisiz kalmalarından veya yetkilerini sadrazamlarına devretmelerinden dolayı, zamanla hoşnutsuzluklar padişaha baskı kurabilecek

4 Bu noktada, Osmanlı tebaasının çok büyük kesiminin aldığı eğitimin dini eğitim olduğunu, çok büyük oranda da eğitimsiz bireylerden oluştuğunu da göz önünde bulundurmamız gerekmektedir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 16 düzeyde tepkiye dönüşmüş ve hatta bir süre sonra da padişahı tahtından indirebilecek düzeye gelmiştir. Böylece, özellikle duraklama dönemi sonrasında Osmanlı yönetiminde görünürdeki padişah ve onun yönetim örgütlenmesi dışında gayr-i resmi ikinci bir yönetim erki ortaya çıkmıştır.

Kapatılmasına kadar Yeniçeri Ocağı, beğenmedikleri tüm padişah kararlarına tepki göstermişler ve yarattıkları bu ayaklanmalar ile de eylemlerini padişahları

öldürmeye kadar götürmüşlerdir. Öte yandan, hanedana sadık kalmışlar ve devirdikleri padişahın yerine yine hanedan içerisinden başka bir varisi tahta

çıkartmışlardır. Dolayısıyla, bu ayaklanmaları rejim karşıtı bir tutum ile değil, padişahın kararlarına karşı ya da muhtemelen yerine getirdikleri kişinin ya onların istediklerini yerine getirme sözü vermesinden ya da daha zayıf bir kişi olduğundan dolayı sözlerini / isteklerini daha kolay dinletebilecekleri kişiler olduğunu düşünerek, yönetimi etkileri altında tutarak konumlarını korumak amacıyla yaptıkları düşünülebilir. Yeniçeri Ocağı, Haziran 1826’da II. Mahmut tarafından kapatılana kadar yönetim üzerindeki baskısını devam ettirmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, özellikle Yavuz Sultan Selim’in halifeliği İstanbul’a getirmesinden ve padişahların da aynı zamanda birer halife olduklarını kabul ettikten sonra, din eksenine doğru kaymaya başlamıştır. Ancak, nerdeyse dağılma dönemine kadar, Osmanlı yönetim erkinde din konusu çok da etkin değildir. Buna karşın,

Osmanlı yönetim erkinin dini ön plana çıkartmasından önceki dönemlerde, -dinî

öğretim haricindeki- eğitim örgütlenmesini İstanbul dışında çok da geliştirememiş olmasından kaynaklı olarak, Şeyhülislâm’ın halk üzerinde etkisi büyüktür. Aynı zamanda, Şeyhülislâm, Padişah’ın danışmanı ve Divan-ı Hûmayun üyesidir. Bundan

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 17 dolayı, Osmanlı iktidarının sac ayaklarından bir tanesini de, yine özellikle duraklama dönemi sonrasında Şeyhülislâm oluşturmaktadır.

İşte Osmanlı İmparatorluğu, padişah ve onun danışma meclisi olan Divan-ı

Hûmayun ile yönetiliyor görülse de, özellikle son dönemlerinde padişah, asker ve

şeyhülislamdan oluşan 3’lü bir sac ayağı üzerinde duran güçler birliği dengesi ile yönetilmiştir. Bu durum ise kökeninde, padişahın iradesi dışında gerçekleşmiştir.

Ancak, özellikle duraklama dönemi, Osmanlı yönetimi açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı’nın sınırlarının genişlemesi, bu genişleme sırasında fetihlerden elde edilen ganimetler, yine fetihler ve savaşlar sayesinde diğer

ülkelerden alınan vergiler, yaşanmış savaşlar ile güçlü bir şekilde bastırılmış ve egemenlik altına alınmamış bile olsa, tehdit olmaktan çıkartılmış komşular; yaşanılan bu dönem şartları içerisinde oldukça akıllıca yaratılmış bir ekonomik sistem ile bu dönemde Osmanlı padişahları, kuruluş ve yükseliş dönemlerindeki padişahlara nazaran hem daha rahat hem de daha geri planda kalmışlardır. Duraklama dönemi

Osmanlı İmparatorluğu’nun olgunlaşma dönemi olması gerekirken, hanedan üyeleri ve de padişahın elde edilmiş zenginlik ve kudret ile yetinerek yaşamlarının çok büyük bölümünü saray içerisinde geçirmelerinden de kaynaklı olarak, Osmanlı

İmparatorluğu’nun gerileme dönemine geçişin bir basamağı haline gelmiştir. Devleti kuran unsur olan Türklerin çoğunlukla asker olmalarından, hanedan üyelerinin geçmiş dönemlerde yine Türklerden oluşmasına karşın, padişahlar ile evlendirilen yabancı gelinler ile hanedanın devşirme bir hale gelmesi ve devşirme yerel yöneticilerin yetiştirildiği Enderûn Mektebi’nin de etkisi başta olmak üzere, Osmanlı bürokrasisi günden güne geçmişteki homojen yapısından çok uluslu bir yapıya

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 18 dönüşmüştür. Bu durum, her ne kadar çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu için olumlu olsa da, padişahların yetkilerini sadrazamlarına devrederek yönetim işleriyle ilgilenmemeleri, zamanla Enderûn Mektebi, Yeniçeri Ocağı gibi Osmanlı’nın bürokratik yapısının önemli temel kurumlarında bozuklukların baş göstermesine neden olmuştur. Özellikle, Osmanlı’nın 17. yy.’a kadar başarıyla yürüttüğü liyakat sistemi, bu yüzyılda devşirme yöneticilerin, enderûn mektebine kendi çocuklarını sokmaya çalışmalarından dolayı bozulmuştur. Liyakat sisteminin bozulmaya başlaması, kısa zamanda tüm bürokrasiye yayılmaya başlamış ve devamında da,

Osmanlı içerisinde babadan oğula geçen bir bürokratik sistem oluşmaya başlamıştır.

Liyakate dayalı bir devşirme sisteminden, babadan oğula geçiş sisteminin Osmanlı içerisinde yaygınlaşması, Osmanlı bürokrasisi içerisinde de güç odaklarının

çıkmasına sebep olmuştur. 18. yy.’a gelindiğinde, bu döneme kadar padişahların önce anneleri, sonra ise eşlerinin ön plana çıktığı “kadınlar saltanatı” denilen dönem sona ermiş ve egemenliğin vezir - paşa ailelerinin (ve medrese cemaati içerisindeki müttefikleri olan ulemânın) eline geçişi kesinleşerek 18.yy. siyasetinin belirleyicisi oluyordu.

Padişah II. Mustafa, iktidarı yeniden padişah, saray ve ordu çevresine toplamaya çalışmış ve bunun için de tımarlara miras bırakabilme hakkını tanımıştır.

Ancak, 1733 “Edirne Vak’ası” olarak bilinen darbe, planlarını tersine çevirmiş ve iktidara ortak olmuş olan taraflar padişahın yetki ve itibarını, “tarafları dinlemesi ve görüşlerini alması şart koşulacak ölçüde” düşürmüştür (Quartaert, 2009:81). Yani, padişah bu dönemde bir nev’i danışman durumuna sokulmuştur. İşte, II. Selim

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 19 dönemi ile başlayan padişahların yönetim erkini ellerinden bırakmaları ile5 başlayan yönetimin saray dışına yayılması süreci, II. Mustafa’nın bu başarısız girişimi ile nihayete ermiş ve bu dönemde artık padişahlık yalnızca bir makam olarak varolmaya başlamıştır.

Bu dönemde padişahlar genellikle yalnızca önlerine getirilen başkalarınca hazırlanmış değişiklik ve eylemleri onaylar durumdadırlar. Bunun için de, hanedân kızları, bu güç odaklarıyla ittifak kurmak ve otoriteyi sürdürmek amacıyla yüksek mevkiiye sahip devlet görevlileriyle evlendirilmekteydiler. Ancak bu durum da, iktidarın günden güne sarayın dışarısına taşmasına sebebiyet vermekteydi. Örneğin,

IV. Mehmet’in yürütme yetkilerini (dönemdeki pek çok padişahın yaptığı gibi)

Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’ya devretmiş, böylece siyasal yönetim tamamen vezir ve paşa hane halkının eline geçmiştir (Quartaert, 2009:81).

Bu haneler, Osmanlı Padişahı’nın kızları ile yaptıkları evlilikler ile saraya bağlanıyorlar, hanedan ise güçlü yöneticileri bu yolla ellerinde tuttuğunu düşünüyordu. Ancak, padişah’ın kızlarıyla evlenen kişiler, geçmişte yönetim işlerini yürüten “Padişah Kuralları”nın aksine, kontrolleri altındaki dini vakıflar, malikâneler ve tacirler ile kurdukları ortaklıklar aracılığıyla doğrudan iktisadî hayata da dahil oluyorlardı (Quartaert, 2009:81). Bu olaylar ile, bir çok kıta Avrupası devletinde, gücün monarkın elinde toplandığı bir dönemde, Osmanlı tersine bir gelişim göstererek, gücün hükümdarın elinden alındığı bir dönem yaşamıştır.

5 II. Selim, Osmanlı ordusu ile sefere gitmeyen ve yönetim ile fazla ilgilenmeyen ilk padişahtır. Yönetimi neredeyse tamamen Esmihan Sultan’ın Bosna doğumlu kocası Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’ya bırakmıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 20 Ancak, padişahlar ve padişahlık sistemi savunucuları pes etmeyerek bu durumun üstesinden gelmek için yollar aramışlardır. Genel olarak zevk ve sefa devri olarak bilinen Lale Devrinde padişahlık makamı, oldukça ince ve ustalık içerisinde bir işe girişmiştir. Bu dönemde İstanbul seçkinlerine karşı tüketim silahını kullanmışlardır. Tıpkı, Versailles Sarayı’nda, soyluları saltanat merkezinde yaşamaya ve mâli bakımdan da çökertici balo ve ziyafetlerde bulunmaya mecbur eden Kral

XIV. Louis gibi, III. Ahmet de Lale Devri Sarayı’nı hadsiz, hesapsız sanat, yiyecek, içecek, lale, lüks eşyalar, giysiler ve inşâ edilen eğlence sarayları gibi lüks tüketimin yapıldığı bir yer haline getirilerek, bir Emtia Tüketimi yaratılmaya ve vezir, paşa hane halkları kontrol altına alınmaya çalışılmaktaydı.

III. Ahmet ve Sadrazam İbrahim Paşa6, toplumsal merkeze örnek alınacak modeller olarak kendilerini koyarak, tüketim konusunda İstanbul seçkinlerine liderlik etmeye çalışmaktaydılar. 18. yy.’ın ilerleyen dönemlerinde ise, farklı din, mevki ve meslekten kişilerin giymesi gereken giysi ve başlıkları belirten kıyafet yasasını kullanmışlardır. Böylece padişahlar kendilerini uyruklarını birbirinden ayıran ve sınırların koruyucusu, ahlâk, düzen ve adaletin uygulayıcı olarak da göstermekteydi.

Bu da, onları bir tür hakemlik konumuna oturtmaktaydı (Quartaert, 2009:83).

Padişah’ın tebaası ile ilişkisini, -kendi isteğiyle ya da değil- halk ile arasına seçkinleri koyması ile birlikte Osmanlı içerisinde padişah - tebaa ilişkisinin teknik olarak sona erdiğini söyleyebiliriz. Çünkü, padişah artık Osmanlı’da bir hükümdardan çok iktidarın bir parçası halini almıştır.

6 Önemli bir not olarak, padişahın kızı Fatma ile evlidir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 21 Lale devrinde, İstanbul seçkinleri ile padişah arasındaki iktidar mücadelesi devam ederken, halk farklı bir noktaya doğru yönlenmekteydi. Avrupa’dan yayılan milliyetçilik, halihazırda durumu kötüye giden Osmanlı’dan kopmalara sebebiyet verecekti. İşte böyle bir ortamda, gecikmiş de olsa, Tanzimat Fermanı yayınlanarak

Padişah’ın tebaasından Osmanlı vatandaşlığına geçiş resmileştirilmiştir. Ancak, bu fermanın halkın talep ve ihtiyaçlarına göre değil de, doğrudan Avrupa’dan ithal edilmesi, devamında da Islahat Fermanı’nın yayınlanmasına sebep olmuştur. Bu iki ferman, Osmanlı’nın yüzyıllardır sağlam bir şekilde kurmuş ve geliştirmiş olduğu sosyal, politik ve ekonomik yapıyı temelinden (ve özensiz bir şekilde) değiştirmeye

çalışmıştır. Tanzimat Fermanı ile bozulan Osmanlı siyasal ve sosyal sistemi, Islahat

Fermanıyla toparlanmak istemişse de, özellikle ekonomik alanda Avrupa devletlerine verilen imtiyazları, Osmanlı içerisinde ekonominin gayrimüslimlerin ellerinde bulunmasıyla da bağıntılı olarak, Osmanlı içerisindeki ekonomi başta olmak üzere sosyal ve siyasal dengeler bir kez daha yerle bir olmuştur. Osmanlı, bu dönemde henüz tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecine bile başlayamadığından dolayı, fermanlar ile verilen bu imtiyazlar Osmanlı ekonomisinin çöküşünü hızlandırmıştır. Bu çöküş de, Avrupa’dan esen milliyetçilik rüzgârına karşı çok geç cevap verebilen ve Osmanlı vatandaşlığını da yine padişahın fermanı ile duyurmaya

çalışan imparatorluğun çözülmesi sürecini hızlandırmıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 22 Osmanlı vatandaşlığı ve Meşrutiyet yönetimine geçiş süreci

Bir yandan, yayınlanan fermanların etkisiz kalması, diğer yandan padişahın sürekli olarak iktidar ortağı haline gelmiş seçkinlerin baskısını üzerinde hissetmesi ve Avrupa’dan yeşillenmiş olan cumhuriyet fikrinin ışığında geniş kitlelerin artık

önce padişahın hükümdarlığına ve sonrasında da Osmanlı’nın vesayetine karşı

çıkarak; özellikle Balkanlardan başlayan çözülme ve kopmaların başlaması ile birlikte Padişah II. Abdülhamid, hem saltanatı korumak, hem de Avrupa’dan yayılan fikir akımlarına cevap verebilmek adına Osmanlı’nın yıkılışına kadar aralıklar ile yürürlükte kalacak olan Kanun-u Esasi’yi yayınlamıştır. Bu anayasa, bir Osmanlı vilayeti olan Mısır’da 1866 yılında padişah adına modern bir anayasa şeklinde hazırlanmış olan Mısır Fermanından, yaklaşık on bir yıl sonra, 23 Aralık 1876’da yürürlüğe girmiştir.

Kanun-u Esasî, akıllıca hazırlanmış bir anayasaydı. Hem padişahı kısıtlamayarak saltanatı koruyor, hem de bir demokrasi aygıtının varlığını sağlıyordu.

Ancak bu aygıt, aslında padişahın hakimiyeti altındaydı. Yani, padişah hala, sadrazam ve mebuslar üzerinde söz sahibiydi ve meclisi feshetme veya yeniden seçimlere götürme yetkisine sahipti. I. Meşrutiyet, iki meclisli bir yapıya sahiptir; seçim yoluyla üyeleri belirlenen Meclis-i Mebusan ve padişah tarafından atama yoluyla üyeleri ve başkanı belirlenen Ayân Meclisi.

Ayân Meclisi, Kanun-u Esasi’nin 62. maddesince Osmanlı seçkinlerinden oluşmaktaydı. Bu seçkinler, Meclis-i Mebusan’ın kabul ettiği kanun ve bütçe tasarıları incelemek ve gerekiyorsa da değiştirilmesi ve incelenmesi için Meclis-i

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 23 Mebusan’a geri gönderme yetkisine sahipti. Bu da demek oluyordu ki, seçilmiş

üyelerden oluşan Meclis-i Mebusan, padişah’a ulaştıracakları kanun ve/veya bütçe tasarılarını ilk önce Osmanlı seçkinleri nezdinde kabul ettirmek zorundaydılar.

Bu sistemin ilk örneği, 1215’de Magna Carta’nın kabul edilmesi ile

İngiltere’de kurulmuş olan Meşruti Monarşik düzendir. Ardından Fransa’da 1830 devrimi ertesinde kurulmuş olan7 “Temmuz Monarşisi” ise Avrupa tarihindeki

Osmanlı’da yaşanılan Meşrutiyet rejiminin örnekleri olarak sayılabilir. Ne var ki, bu rejim değişiklikleri İngiltere ve Fransa’da geniş halk kitlelerinin (ve palazlanan burjuvazinin) krala (yani aristokrasiye) isyanı ile yaşanmış (Yeliseyeva, 1975:b.

6,8,9), Osmanlı’da ise, padişahın, yine kendisini ve saltanatını koruması adına yayınladığı bir ferman ile gerçekleşmiştir. Bundan dolayı da, Osmanlı İmparatorluğu rejiminde, ismen bir değişim görülmüş olsa da, köklü bir değişim hiçbir zaman yaşanmamıştır ve temsil partileri ile sağlanmış meşrutiyet içerisinde bile Osmanlı idare gelenekleri süregelmiştir. Çünkü, Fransa ve İngiltere örneklerinde görülen halk kitlelerinin (burjuvaziyle birlikte) ayaklanarak krallığa karşı çıkması gibi bir vak'a yaşanmamış, bunun yerine padişah saltanatını korumak adına meşrutiyeti kendi iradesiyle ortaya koyarak, onu bir katalizör olarak kullanmıştır.

Bu durumun, Ahali Fırkası açısından da önemi bulunmaktadır. Çünkü, Ahali

Fırkası, meşrutiyeti ve kanunları katı bir şekilde savunmuş, hatta gerektiğinde devlet kademesinde bulunan kişilerin meclis nezdinde ifade vermelerine kadar işi götürebilmiştir. Ancak, buna karşın Osmanlı geleneksel idare yapısından gelmiş olan

şeyhülislâmlık, padişalık gibi kurumlar meclisin ve meşrutiyet idaresinin dışında

7 1848 Devrimi ile de Fransa Cumhuriyet rejimine geçmiştir (Yeliseyeva, 1975).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 24 bırakılmış, icraatleri tartışılmak yerine, bu kurumlar ve kurumların başındaki kişiler zaman zaman bilirkişi konumuna oturtulmuştur.

Kısaca II. Meşrutiyet rejimi çerçevesinde demokrasi ve Ahali Fırkası

Ahali Fırkası, 21 Şubat 1910 (Rûmî 8 Şubat 1325) yılında kurulmuş, Osmanlı

II. Meşrutiyet döneminin ilk “etkin” muhalefet partisidir (Tunaya, 2009a:266). Bu noktada, az önce belirttiğim gibi Meşrutiyet rejimi içerisinde muhalif kimlikle kurulmuş olan Ahali Fırkası’nın muhalefeti doğrudan meclis içerisinde güçlü olana karşı, yani iktidara karşı yapılanmıştır. Dolayısıyla, meşrutiyet dönemine kadar

Osmanlı içerisinde beliren ve bir süre sonra da yönetimi etkisi altına almış olan elitlerin de meclisten çıkarttıkları kararları statüsü gereği inceleyen ve onayından geçiren padişahlık makamı, sürekli Ahali Fırkası’nın muhalefet odağından uzak kalmıştır.

Böylece Ahali Fırkası’nın muhalefeti, meclisten padişaha gönderilecek kararlar, meclis içi tartışmalar, hükumetlerin icraatleri çerçevesinde, kısacası meclis içerisinde kalmıştır. Ahali Fırkası’nın muhalefeti hiç bir zaman Osmanlı’nın sistemsel çarpıklıkları üzerine yoğunlaşmamış, yalnızca eylemler ve meclis işleyişindeki keyfilik üzerinde yoğunlaşmıştır. Tezin devamında da değinileceği

üzere, Ahali Fırkası’nın ortaya çıkışı ve muhalif tavrı da zaten yönetim sistemi problemine karşı değil, doğrudan İttihat ve Terakki Partisi’nin yalnız başına iktidar olmasından kaynaklı tavır ve icraatlerine karşıdır. Buna karşın Ahali Fırkası’nın

İttihat ve Terakki Fırkası’na, partinin icraatlerine ve keyfi davranışlarına karşı çok

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 25 ciddi ve sert bir muhalefet yaptığını da eklemeliyiz.

Toparlamak gerekirse eğer, Osmanlı’nın II. meşrutiyet dönemi, (önceki dönemlerine benzer bir şekilde) İstanbul çerçevesinde yaşanmış bir elitler demokrasisi şeklindedir. Yüzyıllardır çok sıkı bir şekilde yapılandırılmış olan merkezi yönetim teşkilatı, merkezi yönetimin başındaki padişahın yetkilerinin

Osmanlı içerisinden yükselen elit kesim tarafından -Avrupa’daki örnekleri gibi- paylaşılmak istenmesi sonucu, padişahın hamlesiyle meşrutiyet rejimi çerçevesinde yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. Ancak bu yapılanma hamlesi Avrupa’daki

örnekleri gibi halktan krala değil de, padişahtan halka doğru gerçekleştiğinden dolayı

Osmanlı meşrutiyet meclisleri, II. Meşrutiyet’te yaşanmış 31 Mart olayı sonrasına kadar padişahın gölgesinde kalmışlardır. Zaman zaman devletin iç güç dengeleri, azınlık meseleleri gibi konular yüzünden meclisin padişahın üstünde olduğu görülse de, temelde padişah hep son sözü söylemiş, yalnızca padişahın özgür, sorgusuz karar alma ve uygulama erki meclise ve iktidar elitlerine aktarılmıştır. Bu aktarım ertesinde, mecliste tek parti olmasından dolayı güç dengesi bir süre padişah ve ona yakın kişilerce dengelenmiş, daha sonrasında ise İttihat ve Terakki’den koparak muhalefet cephesine geçerek ve sert bir duruş sergileyen Ahali Fırkası ile birlikte, meclis içerisinde de bir denge sağlanmaya başlamıştır.

Ahali Fırkası’nın var olduğu dönem, muhalif tarafta padişah yanlıları ve Ahali

Fırkası, iktidar tarafında ise hükumet gücünü ve yeni-elitlerin gücünü elinde barındıran İttihat ve Terakki’nin bulunduğu bir dönemdir. Aslında, Ahali Fırkası dönemi, ateşli İttihat ve Terakki - Hürriyet ve İtilaf Fırkası çatışması dönemine bir hazırlık dönemi gibidir. Ahali Fırkası, meclis içerisinde kısa sürede giriştiği sert ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 26 sürekli muhalefet ile kendisinden sonraki dönemde kurulacak Hürriyet ve İtilaf

Fırkasına ilham vermiştir.

Ahali Fırkası, Hürriyet ve İtilaf Fırkası kadar geniş çaplı bir desteğe sahip olmadığından -temel olarak- muhalefeti meclis çatısı altında ve bireysel çabalar ile sınırlı kalmış ancak, ilham ve cesaret verdiği (ve sonrasında da katıldığı) Hürriyet ve

İtilaf Fırkası, İttihat ve Terakki Fırkası için çok zor bir sınavın başlangıcı olacaktır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 27 1.Bölüm: Ahali Fırkası kuruluşuna kadar II. Meşrutiyet döneminde muhalefet

1.1. İlk Muhalif Adımlar: Ahrar ve 31 Mart

II. Abdülhamit, anayasadaki yetkilerine dayanarak I. Meşrutiyet meclisini kapatması sonrasında, ülkenin de içerisinde bulunduğu durumu da bahane ederek

1880 yılında kurduğu Yıldız İstihbarat Teşkilatı ile Osmanlı tarihinde ilk defa kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütünü de kurmuş oluyordu. Bu teşkilat, İttihat ve

Terakki’nin üyelerinin bir kısmının yurtdışına kaçmasına ve sürülmesine neden olmuş, en önemlisi de cemiyetin çalışmalarını yer altına çekmesine sebebiyet vermiştir. Bundan dolayı da, I. Meşrutiyet’in sonundan, II. Meşrutiyet’in başına kadar yaşanan bu dönem, İttihatçılar tarafından “İstibdat dönemi” olarak adlandırılmaktaydı.

Bu dönem içerisinde tam anlamıyla bir yeraltı örgütü haline gelmiş olan İttihat ve Terakki, bir süre sonra ülke içinden ve dışından saltanat yanlısı, cumhuriyetçi, sosyalist, liberal, Türkçü, hilafetçi pek çok görüşe sahip, ancak ortak bir amaç olarak istibdat idaresini yıkmak hususunda birleşen çok geniş tabanlı bir örgütlenmeye dönüşmüştür (Tunaya, 1959:23). İttihat ve Terakki, I. Meşrutiyet meclisinin feshi ile yarım kalmış meşrutî yönetim ve de özgürlüklerin geri kazanımı için, bu dönemde

“Saray devleti” (Berkes, 2010) ile daha çok Rumeli’de örgütlenerek ve çalışmalarını sürdürerek, bir soğuk savaş içerisine girmiştir. Bu savaşta öncelikle, Abdülhamit’in

İttihatçıları bastırdığı gözlemlense de, İttihatçıların yer altından zamanla, ordu dahil

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 28 pek çok kurumun içerisine sızdıklarını görüyoruz. Hatta Rumeli Ordusu mensuplarının artık saraya karşı tepkilerini alenen ortaya koymaya başladıklarını ve yetkili bir ağızdan da duyulan “ben hariç herkes İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesidir” cümlesiyle ordunun da İttihat ve Terakki tarafında olduğu artık açıkça ortaya konmaya başlanmıştır (Tural, 2009:125). Hatta, Hüseyin Hilmi Paşa kendisi dışındaki bütün subayların cemiyet üyesi olduğuna inanmaktaydı (Çavdar,

2008:109). Bu durum, sarayı siyasi taktikler uygulamaya itmiş ve sadaret makamına

Said Paşa getirilmiş, seraskerlik makamı “Harbiye Nezareti” olarak yeniden isimlendirilmiş ve başına da Rıza Paşa yerine Ömer Rüştü Paşa getirilmiştir. Bu değişikliğin amacı, hem dışarıdan, hem de içeriden gelen baskıları dindirmek ve

İttihatçıların saraya karşı eleştirilerine cevap vermekti. Ancak, istibdat idaresi karşıtları bu yüzeysel değişimi kabul etmediler ve yavaş yavaş kontrolünü ellerine geçirdikleri sokakları, kitlesel denebilecek hareketler ile saray idaresinin gözünü korkuttular (Tunaya, 1959:23).

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden bir yüzbaşı, İngilizler ile Meşrutiyet hükümeti kurulması halinde tutumlarının ne olacağına dair görüşmeler yapması için gönderilmiş ve cemiyet “Abdülhamit’in Alman taraftarlığına karşın geçmişteki gibi

İngiliz dostluğunun taraftarı olduklarını ve diğer konsolosluklar ile görüşme yapılmayacağı”nı ifade ederken, bütün yabancı ülke konsolosluklarına da 1876

Anayasası’nın yeniden yürürlüğe girmesi için bildiriler göndermiştir. Artık

Müslümanlar da Kanun-u Esasi’yi istemek için sokaklara dökülmekteydi (Yerasimos,

1975:1057). Anayasa artık aydınlar ve toplum tarafından bir tutkuya dönüşmüş, tüm sorunların anayasanın ilanı ile çözüleceği düşüncesi hakim olmaya başlamıştı.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 29 Tunaya’nın (2009:163) aktarımına göre, bu olaylar sırasında Manastır Mekteb-i

Harbiye’si müdürü Vehip Bey (Paşa) 23 Temmuz 1909 (10 Temmuz 1325) günü 60 numaralı top arabası üzerine çıkarak anayasayı toplanan kalabalığa şu şekilde tanımlayacaktır:

“Vatanımızın yozlaşmanın baskılarından kurtaracak,

yetimlerimizin gözlerini dindirecek ve kimsenin hakkını kimseye

kaptırmayacak, bizi insan gibi yaşatacak usul-i meşrua-i

müşverettir, ki bu istediklerimizin cümlesini temin eyleyen Kanun-u

Esasi’dir. Ey vatandaşlar, ya Kanun-u Esasi, ya ölüm!”

Ordunun ve sokakların artık tamamen İttihatçıların eline geçmesi ile geri adım atmak zorunda kalan II. Abdülhamit de, baskılara dayanamayarak 24 Temmuz

1908’de Osmanlı anayasasını yeniden yürürlüğe sokmak zorunda kalmıştır. Bu kararla birlikte İstanbul, Beyazıd Meydanı’ndan Yıldız Sarayına kadar oldukça kalabalık gösterilere sahne olmuş, bu gösteriler istihbarat sistemini çökertmiş ve

özellikle kamu binaları da bu gösterilerden nasibini almıştır. Dışarıdan da destek gören bu gösteriler, zamanla devlet dairelerine ve saraya kadar da ulaşmıştır (Tural,

2009:126). Olaylar bir süre sonra İttihat ve Terakki’nin çabasıyla kontrol altına alınmış ve İttihat ve Terakki üyeleri de bu gücü kullanarak saraya, özellikle de genel af konusunda, baskı yapmaya başlamışlardı. İttihat ve Terakki üyelerinin isteği (ve baskısı) üzerine Padişah, Şeyhülislam’ın huzurunda anayasaya bağlılık yemini etmiş, ardından da o gün sevinçle karşılanacak -daha sonraki dönemlerde ise siyasi krizler yaratacak olan- bir Hatt-ı Hümayun’u yayınlamıştır. Çavdar (2008:130), bu Hatt-ı

Hümayun ile aşağıdaki noktalara değinildiğini belirtmiştir:

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 30 • Yurttaşların her biri hangi ırk ve mezhepten olursa olsunlar “Hürriyet-i

şahsiye”lerine malik ve ülkenin hukuk ve sorumluluğunda eşittirler.

• Kanun gereğinden başka bir nedenle kimse sorgulanamaz, tutuklanamaz,

hapsedilemez, benzer bir muameleyle cezalandırılamaz.

• Herkesin konutu saldırıdan masumdur. Kanunun tayin ettiği husustan başka surette

bir adamın konutuna girmek ya da onu gözetlemek caiz değildir.

• Kimse hakkında kanunun tayin ettiği usulden başka bir surette takibat yapılamaz.

• Yurttaşlarımızın gerek ticaret, gerekse gezi amacıyla istediği memlekete gitmeye,

istediği kimselerle toplanmaya hakkı vardır.

• Gazeteler baskıdan önce hükumetin denetimine tabi tutulamaz ve şahsi mektuplar,

yazılı evraklar postalarda alıkonulamaz.

• Eğitim ve öğretim tamamen serbesttir.

• Askerler dışında hiç kimse rızası olmadan herhangi bir memuriyete tayin

olunamaz. Memurlar yasalara karşı olan durumlarda kendilerine verilen emirlere

uymaya mecbur değillerdir.

Kısaca, bu Hatt-ı hümayun ile, seyahat, haberleşme özgürlükleri, kolluk kuvvetlerine karşı birey haklarının önceliğine vurgu yaparken, öte yandan da, memurların rızaları olmadan atamalarının yapılamayacağını, Harbiye ve Bahriye

Nazırlarının saray tarafından atanacağını belirtiyordu (Tural, 2009:127,128).

Sarayın İttihat ve Terakki ile yaşadığı bu taktik savaşına odaklanması, devlet yönetimi konusunda bir otorite boşluğu ortaya çıkartması, İttihat ve Terakki’nin bu boşluktan yararlanarak yeraltı örgütlenmesiyle halkın hareketlerine yön verebilen, güvenliğini sağlayan ve nazırların kim olacağına bile karar verebilen bir mekanizma

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 31 haline gelmesine neden olmuştur. Tural’a göre (2009:128, 21. Dipnot ve 129) bu ortamda Padişaha karşı çıkmamak için Hatt-ı Hümayun’u kabul eden sadrazam

Mehmet Said Paşa da, Hatt’a karşı eleştirilerin odağı haline gelmiş ve bir süre sonra da yapılan yoğun eleştirilere dayanamayan saray yönetimi, Sadrazam Mehmet Said

Paşa konusunda direnç göstermeyi bırakmıştır. Bunun ardından ise, İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin Selanik’teki merkezinden İstanbul’a gelen heyet Kamil Paşa ile görüşmüş, ardından da Mehmet Said Paşa’ya hükümetinden duydukları rahatsızlığı ve yerine getirmeyi planladıkları kişileri belirtmiş, bunun üzerine Sadrazam Mehmet

Said Paşa da sadarettte ısrarcı olmayacağını açıklayarak (Tural, 2009:129), 4 Ağustos

1908’de de istifa etmiştir. Abdülhamit, tüm bu olayların bir İngiliz oyunu olduğunu sanarak, İngiliz yanlısı Kamil Paşa’yı “Said Paşa’nın infisalinden dolayı” sadrazamlığa atamıştır8. 5 ağustos 1908’de İttihat ve Terakki’nin de onayı ile Kamil

Paşa sadrazam olmuş ve hükümet kurma yetkisi de kendisine verilmiştir. Böylece de

İttihat ve Terakki, Mehmet Said Paşa hükümetinin yerine Kamil Paşa hükümetinin kurulmasını sağlamış, ancak Kamil Paşa’nın seçilmesinin, Said Paşa’dan daha iyi olduğundan değil, “kaht-ı Rical”, yani adam kıtlığından dolayı olduğunu da (daha sonraları) itiraf etmiştir. İttihat ve Terakki yayınladığı bildiri ile Kamil Paşa kabinesini çalışmalarında serbest bırakacağını ve hatta destekleyeceğini de açıklamıştır. Kamil Paşa kabinesinin programı ise, yeni bir düzen kurmaktan çok,

Meşrutiyet’in ilanının yarattığı bunalımı çözmeyi öngörüyordu (Yaman, 1999:38).

1908 olayları, İttihat ve Terakki’nin düşündüğünden de hızlı gelişmiştir.

8 Kamil Paşa, Said Paşa’nın en büyük rakibidir ve İngiliz desteği gerektiği dönemlerde Sadarete atanmıştır. (Yaman, 1999:44; Yerasimos, 1975:1057).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 32 Özellikle, II. Abdülhamit’in ani bir şekilde anayasayı yeniden yürürlüğe sokması cemiyeti güç bir duruma sokmuş ve bu hamle cemiyeti görevi bitmiş olarak gösterebilirdi. Ancak Cemiyet, iktidarını kullanmayıp Meşrutiyet’in yeniden ilanı ertesinde yaşanan anarşi olaylarına da ilgisiz görünerek, varoluşunun gerekliliğini göstermek istemiştir. Saray’ın bu hamlesi İttihat ve Terakki’yi hazırlıksız yakalamışsa da İttihat ve Terakki çabuk toparlanmıştır. Bu hamle, İttihat ve

Terakki’nin iktidarı ele geçirmek konusunda çekingen kalmasına neden olmuşsa da bürokrasiyi serbest bırakarak onu dışarıdan kontrol etmeyi tercih etmesine yol açmıştır (Yerasimos, 1975:1058).

Ancak, Kamil Paşa kabinesinin de çok yenilikçi olmayışı, bu yapısıyla birlikte de devlet kademesinde köklü reformlara gitmeye çalışması, özellikle de maaşlar

üzerinde değişikliklere gitmesi, daha henüz parlamento bile açılmadan hükümete karşı güvensizlik sözleri kullanılmaya başlanmasına neden olmuş ve İttihat ve

Terakki’nin de sonradan itiraf ettiği “kaht-ı rical” sözü basında da çokça geçmeye başlayarak hükümetin ve ehil insanların yetersizliğinden dem vurulur olmuştur.

Seçimler yaklaşmaktaydı, ancak hükümetin bu durumu kimseyi memnun edemiyor,

İttihat ve Terakki’nin hegemonal davranışları karşısında hükümetin etkisiz kalması ise bardağı taşırıyordu. Bu ortamda, genel af ile hapishanelerden çıkanlar, sürgünden döndükten sonra meşruti hayata ayak uyduramayanlar, devlet dairelerinden

çıkartılanlar ve seçimlerde mebusluk ümitlerini yitirenler, yani kısaca İttihat ve

Terakki’ye karşı olanlar, başta Prens Sabahattin, Mizancı Murat ve Said-i Kürdi

(Nursi)’nin (Çavdar, 2008:115) görüşleri çatısı altında ve Nurettin Ferruh liderliğinde kurulmuş olan Ahrar Fırkası altında birleşerek seçimlere girmişlerse de (Tural,

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 33 2009:142) hiçbir başarı gösterememişlerdir.

Kamil Paşa hükümeti, seçimlerin ertesinde mecliste çıktığı güven oylamasında tüm meclisin güven oyunu almış, ancak bu başarıya karşın Kamil Paşa ve kabinesi bir ay içerisinde ardı ardına iki gensoru ile birden karşı karşıya kalmıştır. Bunun nedeni olarak ise, İttihat ve Terakki’nin hükümetin icra yetkisini üstlenmiş olan parlamentoyu eline geçirme çabalarına karşın, Kamil Paşa’nın buna yönelik bir girişimde bulunmaması gösterilebilir. Kamil Paşa, 13 Şubat 1909’daki ikinci gensoru görüşmelerine katılmamış ve bu hareketine karşı İttihat ve Terakki’nin de kışkırttığı mebuslar ağır konuşmalarda bulunmuşlardır. Bir süre sonra ise Kamil Paşa’nın bu hareketinin parlamentoyu aşağılamak olarak algılanacağı görüşü ortaya çıkmış ve hükümet hakkında takrir oylamasına gidilerek, parlamento hükümeti 8’e karşı 195 oy ile güvensizlik kararıyla düşürülmüştür.

İttihat ve Terakki, Kamil Paşa’nın özellikle İngiliz hayranlığını, cemiyete ve parlamentoya karşı tutumunu meclis içerisinde cemiyete yakın mebuslar aracılığı ile dile getirerek hükümeti güvensizlik oyu ile devrilmiştir. Yaman (1999:47), bu olayın hemen ardından mühürün, Kamil Paşa’dan alınarak tayin edilmiş olan Hüseyin Hilmi

Paşa’ya “sadâkat ve ehliyetine binaen” verildiğini belirtmiştir. Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi, İttihat ve Terakki’nin resmen bir üyesinin içerisinde bulunduğu ilk kabinedir. Bunun yanında II. Meşrutiyet’in ilanı ertesinde İttihat ve Terakki’nin hegemonyasının da iyice belirdiği, buna karşın İttihat ve Terakki dışında bırakılan

Prens Sabahattin, Said-i Nursi gibi isimlerin -dolaylı da olsa- içerisinde bulunduğu

Ahrar Fırkası ve İttihad-ı Muhammedi fırkalarının desteklediği muhalefet hareketinin de alevlendiği dönemdir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 34 İttihat ve Terakki örgütünün gün yüzüne çıkmasıyla birlikte, daha doğrusu etkin bir örgüt yapısından, etken bir örgüt yapısına geçişiyle birlikte, artık devletin yönetimi neredeyse tamamen İttihat ve Terakki’nin kontrolüne geçmiş olduğu görünüyordu. İttihat ve Terakki, istibdat döneminde kendi çatısı altında toplanan ve

örgütünü, dolayısıyla da tabanını oluşturan kitlenin her zaman kendisiyle birlikte olacağını düşünüyordu. Çünkü, İttihat ve Terakki çok güçlüydü ve bulunduğu dönemin düşünce akımının da getirdiği modernist (aynılaştırıcı) bir yaklaşım ile kendisini, Osmanlı Devleti için vazgeçilmez bir kurtuluş yolu olarak görüyordu. Bu noktada, bir kurum olarak cemiyete baktığımızda, istibdat döneminin sona ermesindeki en önemli etken olduğunu -onların düşüncelerini de doğrulayarak- söyleyebiliriz. Ne var ki, II. Abdülhamit’in istibdat dönemi sonrasında cemiyetin iktidarı ele geçirmesi ve örgütünün de gün yüzüne çıkmasıyla birlikte, cemiyet faaliyetlerinin pek çok defa meşrutiyet zemininden kayarak, parti-örgütü faaliyetlerine dönüştüğünü, bu sefer de Osmanlı’nın yeni bir sivil istibdat dönemine doğru kaydığını görmekteyiz.

Paris Kongresi sırasında Prens Sabahattin’in açıkladığı ilkeler, azınlıklar ve büyük burjuvazinin özlemleriyle çok daha uyumluydu ve İngilizlerin desteğini de sağlamıştı. Bu durum Prens Sabahattin ile Kamil Paşa arasında bir ittifak kurulmasına neden olmuş, İttihat ve Terakki ise yalnızca küçük burjuvazi ve içerisinde barındırdığı milliyetçi aydınlar içerisinde sınırlı bir destek bulabilmiştir.

İttihat ve Terakki’nin özgürlük ve eşitlik sloganları proletarya içerisinde yankı uyandırabilmiş ve grevler başlatmıştır. Ancak İttihat ve Terakki, büyük burjuvazinin desteğini sağlayabilmek ve iktidarını koruyabilecek gücü de sağlamak adına orduya

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 35 sarılacaktır9.

İttihat ve Terakki’nin II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında, önce saray ile yaşadığı mücadele, ardından da yaşadığı egemenlik ve meşruiyet sorunu, cemiyetin yukarıda da belirtilen “kurtarıcı olma” düşüncesi ile ürettiği politikaları yürütmek için, hem

örgütünün etkinliği, hem de meclis içerisindeki gücü ile zaman zaman keyfi

(kanunsuz) davranışlarda bulunmakta, baskı yaratmakta ve zaman zaman da bu baskıyı şiddete kadar vardırarak tepki doğuracak olayların yaşanmasına neden olmaktaydı (Tunaya, 1959:32, 33).

1.2. 31 Mart Ayaklanması

İttihat ve Terakki’nin uygulamalarındaki bu keyfi davranışlar, İttihat ve

Terakki hegemonyası altında çalışan hükümetlerin başarısızlıkları, yaşanan siyasi istikrarsızlık ve meşrutiyet yönetiminin sorunları çözeceğine dair propagandalar yapılmasında karşın, çözümsüzlüklerin daha da artması, bir süre sonra göze batmaya ve de karşıtlık doğurmaya başlamıştı. Bu hoşnutsuzluk ve karşıtlık zamanla cemiyetten kopmalar yaşanmasına neden olacak, dönemin muhalefet kanadı içerisindeki Ahrar ve İttihad-ı Muhammedi Fırkalarının da kışkırtmasıyla birlikte, muhalefet cephesinde büyük bir hareketlenme görülmeye başlanacak ve batılılaşma karşıtı zümrenin sesi her geçen gün yükselecekti. Bu ses gürleştikçe de, İttihat ve

Terakki‘nin karşı eylemleri sertleşmeye başlamış, nihayetinde 6 nisan 1909 günü

9 Ordunun ise emperyalist bir devletin desteği olmadan iktidarın yürütülemeyeceğini ve İtilaf dev- letlerinin ise büyük burjuvaziyi desteklemesi üzerine Almanya’dan destek isteyecek, bu durum da gelecekte Osmanlı’nın nihai çözülüşüne neden olacaktır. (Yerasimos, 1975:1064)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 36 muhalif gazeteci Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi olayı bardağı taşıran olay olmuş ve İstanbul’da İttihat ve Terakki’ye karşı çok büyük bir protesto gösterisine neden olmuştur.

İstibdat dönemi’nde İttihat ve Terakki çatısı altında toplanmış olanlar, istibdat döneminin bitmesi ve meşrutiyet rejiminin yeniden kurulmasıyla birlikte

Osmanlı’nın içerisinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulacağını ve varolan tüm sorunların da çözüleceğini umuyorlardı. Ancak, İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesinin ardından örgütün yönetimi ele geçirme çabası ve Saray’ın da bu duruma karşı çıkmasıyla başlayan çatışmanın yarattığı yönetim boşluğu, günden güne ülkeyi daha kötüye sürüklemekteydi. Öte yandan, ekonomik durumun gün geçtikçe bozulması ve İttihat ve Terakki’nin -dışarıdan da olsa- desteklediği hükümetlerin başarısızlıkları, sokakları ve meclisi de artık iyice hareketlendirmeye başlamıştı.

Sokaklar her ne kadar İttihat ve Terakki yönetiminde olsa da, örgütün baskısının ve elinde bulundurduğu bu güç ile de eylemlerindeki keyfi davranışlarını arttırması,

Ahrar Fırkası başta olmak üzere, İttihat ve Terakki karşıtlarının elini güçlendirmekteydi. Saray üzerinde etkin olan İngilizler de, İttihat ve Terakki’nin

örgütüne söz geçiremiyor ve bir çıkar yol arıyorlardı. İstibdat dönemi sonrasında

İttihat ve Terakki’nin örgütünde yaşanan kopmalar, örgütte yaşanan keyfi davranışlar ve bu durumdan doğan karşıtlık, İttihatçılara muhalif olan Ahrar Fırkası başta olmak

üzere neredeyse tüm muhalif grupların (İngilizlerin de desteği ile) tek vücut haline gelmesine neden olmuştur. Cemiyet’e yönelik muhalefetin neden ve kaynaklarını

Tevfik Çavdar kitabında (2008:122) kısaca şu şekilde sıralamıştır:

• İttihat ve Terakki’nin dış ve iç koşulların zorunlu hale getirdiği merkeziyetçi ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 37 otoriter tutumuna karşı, kaynağı 1902 Jön Türk Kongresi’ne kadar uzatılabilecek

olan, daha liberal ve demokratik bir programın izlenmesinden yana güçlerin

yürüttüğü muhalefet. Özellikle Prens Sabahattin çevresinde toplananlar ve onların

bir sözcüsü durumunda olan Ahrar Fırkası, bu muhalefetin temelini

oluşturmaktaydı.

• Tutucu ve dinci olarak adlandırabileceğimiz grupların muhalefeti. Meşrutiyetin ilk

günlerindeki “Kör Ali”, “Karagöz” ve “Beşiktaş Karakolu” olayları bu karşı

koymaların boyutunu ve ciddiyetini ortaya koymuştur. Unutulmamalıdır ki,

Tanzimattan beri şeriat kurallarının ayaklar altına alındığını söyleyen ve

Batılılaşma çabalarına karşı çıkan bir muhalefet zümresi bulunmaktaydı.

• İttihat ve Terakki’ye karşı koyan, sürekli eleştiren bir başka grup da ayrılıkçı

politikalar güden azınlıklardı. Ermeni, Rum, Bulgar ve Arap ulusçu hareketleri,

İttihat ve Terakki’nin Osmanlıcılık bilinci yaratarak devleti kurtarmaya çalışan,

merkeziyetçi politikalarının karşısında yer alıyorlardı.

• İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmeye çalıştığı bu yıllarda Avrupa’nın neredeyse

bir yüzyıldır süregelen statükosu da bozulmaktaydı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun

paylaşılması da artık ciddi bir şekilde masaya konmuştu. İttihat ve Terakki’nin

Osmanlı bilincini yaratmayı amaçlayan tutumu paylaşımdan pay almayı bekleyen

dış güçlerin, özellikle İngiltere’nin hoşuna gitmiyordu. Bu güçler İstanbul’da genç,

dinamik atılgan bir yönetimden ziyade, Kamil Paşa ile somutlaşan büyük

devletlerin dümen suyundan giden, yorgun ve güçsüz bir hükümet görmeyi tercih

ediyorlardı.

31 Mart’ın önemli aktörleri arasında, Volkan gazetesi’nin (aynı zamanda da

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 38 Volkan Cemiyeti’nin) kurucusu ve başyazarı, ayrıca İttihad-ı Muhammedi

Cemiyet’nin de kurucusu olan Derviş Vahdeti’yi sayabiliriz. Derviş Vahdet, sürgün hayatından sonra ilk olarak Fedakaran-ı Millet Cemiyeti’ne girmiş, ardından bu cemiyetten çıkarak İttihat ve Terakki’ye girmeye çalışmış, ancak başaramamıştır.

Ardından ise, 11 Aralık 1908’de Volkan Gazetesi’ni yayınlamaya başlamıştır. Prof.

Dr. Sina Akşin (1994), bu gazetenin temel niteliklerini, 31 Mart vakasının da nitelikleri hakkında genel bir çerçeve çizebilecek gösterebilecek şekilde şöyle sıralamıştır:

• Gazete, İslamiyetçi bir çizgide,

• Hürriyetçi ve Kanun-i Esasi düzeninden yanadır.

• İnsaniyetçi ve medeniyetçi bir niteliktedir. Vahdeti’nin yazılarında Dreyfüs, Zola,

Darwin’den bahsediyor oluşu, batılı yazar ve bilginlerden haberdar olduğunun

göstergesi olarak görülebilir.

• Prens Sabahattin taraftarı ve İttihat ve Terakki’ye muhalif bir niteliktedir. Vahdeti,

Kamil Paşa’yı tutmakta ve güdülecek en isabetli siyasi politikanın İngiliz siyaseti

olduğunu savunmaktadır.

• Osmanlıcı ve İttihad-ı Anasırcı görüşleri desteklemektedir.

Bu açıdan baktığımızda, Volkan gazetesi ve Derviş Vahdeti’nin görüş ve düşüncelerinin, temel düzeyde, 31 Mart vakası aktörlerinin de görüşlerini yansıttığını söyleyebilmemiz mümkün olacaktır.

Bunun yanında, özellikle Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in

öldürülmesi basın ve üniversiteli gençlerin de tepkisini çekmesiyle artık İstanbul

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 39 iyice ısınmaya başlayacaktır. Hasan Fehmi Bey’in cenaze töreni, 8 nisan günü büyük bir kalabalığın katılımıyla gerçekleşmiş ve Çavdar (2008:125), o günün Serbesti

Gazetesi’nin de şu manşet ile çıktığını belirtmiştir:

“Vatan bu hainlerin pençe-i istibdatından kurtarılmalıdır.

İstibdat bir merkezden kalktı, merkezi müteaddideye geçti… Ey

tercümanı efide-i millet olan matbuat, çalışınız; vatanı Pençe-i

istibdatın kuvve-i muharibesinden kurtarınız!…”

Meclise verilmiş, katilin neden yakalanmadığına dair soru önergesi, büyük tartışmalar ertesinde gündeme alınması kabul edilmiş, ancak müzakereleri dönemin

Meclis Başkanı olan Ahmet Rıza Bey tarafından on gün sonrasına ertelenmiştir. Bu durum ise, Hasan Fehmi Bey’i öldüren kişinin bir İttihatçı olduğu tezini güçlendirir niteliktedir.

Kamil Paşa hükümetinin düşürülmesi ile İngiltere, hem himayesindeki kişiyi, hem de bir türlü diş geçiremediği İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden kurtulmak için yasal imkanı kaybetmiş oluyordu ve bu durumda zor kullanmak dışında çaresi kalmıyordu. Ahrar Fırkası öncülüğündeki liberal muhalefet, İngiliz büyük elçisiyle görüşerek İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı bir müdahalede bulunulması konusunda onu kışkırtmayı deneyeceklerdi. Öte yandan elçilik tercümanı

Fitzmaurice de, bir halk ayaklanması için gerekli havayı yaratabilecek olan gerici basının saldırılarını beslemek amacıyla elinden geleni ardına koymuyordu

(Yerasimos, 1975:1065).

İngilizlerin saraya yakın tutumu ile bu isyan ve isyancılara verdiği destek

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 40 hakkında pek çok yayında bilgi bulunuyorsa da, Uluben’in (1967:83) kitabında yayınladığı Yunan Delegesi Mr. Monos’un Sir F. Cartwright’e gönderdiği, 16 Nisan

1909 tarih ve 11 No.lu vesikaya sahip bir İngiliz gizli belgesinde;

“Genç Türk partisi (Jön türkler - İttihat ve Terakki) bir avuç

enerjik ve kararlı adamdan meydana gelmiştir ve tesadüfen kudreti

ele geçirmiştir. Müslüman toplulukları onları istemezler. Yavaş

yavaş eski rejim gibi çökmeye mahkumdurlar. Hakiki Türkler

müteasıp ve kırtasiyeci (bürokrat) yaratılışta insanlardır, şimdi

küçük Balkan devletleri birleşip İstanbul’daki gelişmeleri takip

etmelidirler10. Yunan ordusu ancak sene sonunda hazır olabilir.

Yunanlıların Selaniği işgali Avusturya’ya ziyan vermez ve onların

ticari işlerine mani olmaz. Arnavutlar, Genç Türkleri

sevmemektedirler ve Arnavutlarla Yunanlılar arasında büyük bir

yakınlık vardır. Genç Türkler, Girit’in Yunanistan’a ilhakına mani

olmaktadırlar, fakat Kayzer de Yunanistan’a sempati

göstermektedir.”

demekte ve böylece de İngilizlerin 31 Mart olayında isyancılara neden destek verdikleri hususunda genel bir düşünceye varılabilmektedir.

İngiltere - muhalefet ilişkisi, muhalif basın alanında da görülmekteydi. 13

Nisan günü yayınlanan Serbesti Gazetesinde Mevlanzade Rıfat, “Bizi bizden ziyade düşünen İngilizler” diyerek şunları önermekteydi:

10 31 Mart isyanının sonuçlarının beklenmesinden bahsediyor.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 41 “Hükümet gibi çalışan cemiyet11 ortadan kaldırılırsa, Kamil

Paşa kabinesi döneminde olduğu gibi Avrupa’nın güvenine nail

olunur, fabrikalar, ticarethaneler açılır, kadrosuz kalanlar

buralarda istihdam edilir ve böylece işler yoluna girer.”

Paralel düşüncedeki Mizan gazetesi ise yine aynı günkü sayısında, “Şeriata göre iki hükümet olamaz. Ulema bu konuda halkı irşat etmeli” diyerek din adamlarını kışkırtmaktaydı (Gazetelerden aktaran Çavdar, 2008:125). Buradan da açıkça görülmektedir ki İttihat ve Terakki karşıtı muhalefet, İngilizlerin de yadsınamayacak yönlendirmesiyle, kabinesi düşürülen, ardından da Rodos’a sürülen ve buradaki

İngiliz elçiliğine sığınan (Yerasimos, 1975:1064) Kamil Paşa’ya bel bağlamıştır.

Henüz tam olarak iktidarını ve hegemonyasını kuramamış olan İttihat ve

Terakki’ye karşı birleşen tüm bu unsurların hareketi sonucu, 1909 yılının 12 Nisan’ı

13 Nisan’a bağlayan gece (31 Mart 1325) Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler12, İttihatçı subaylarına karşı ayaklanarak Mebusan Meclisi önlerinde toplandılar. Askerler, isteklerini Saraya ve Meclis-i Mebusan’a gönderdikleri sırada başka bir grup asker ise İttihatçı subayları aramaya koyulmuştur. Bu ayaklanma süresince yirmiye yakın subayın öldürülmesi, Hüseyin Cahit Bey sanılarak Lazkiye

Milletvekili Arslan Bey’in ve Adliye Nazırı ’in meclis önünde

öldürülmesiyse ayaklanmanın vehametini ortaya koyar nitelikteydi. Tarihe “31 Mart vakası” olarak geçen bu ayaklanma sırasında mecliste yapılan güvensizlik oylaması

11 İttihat ve Terakki’yi kastediyor. 12 İlk ayaklanan birlik, Hamdi Çavuş komutasındaki Taşkışla 4. Avcı taburu olmuş, başlarındaki subayları etkisiz hale getirerek Sultanahmet’teki Meclis-i Mebusan önlerinde toplanmışlardır (Çavdar, 2008:125).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 42 ile Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti istifa ettirilmiş ve de yerine İngilizlerin de desteklediği Tevfik Paşa sadrazamlığında yeni bir hükümet kurulmuştur. Tevfik

Paşa’nın seçilmesi, II. Abdülhamit’in ne Hüseyin Hilmi Paşa gibi İttihat ve Terakki cemiyeti ile bağları olan, ne de Kamil Paşa gibi cemiyete açıkça muhalif olan bir kişiyi tercih etmemesinden dolayıdır (Yaman, 1999:47).

13 nisan (31 Mart) sabahında vekiller can güvenliğinin olmamasından dolayı meclise gitmemiş, bazıları ise İstanbul dışına kaçmışlardır. Haliyle meclis ve hükümet ani başlayan bu olayları bastırmakta etkisiz kalmış, II. Abdülhamit ise ağırlığını koymaya çalışarak isyancıların liderliğine soyunmuştur ve ordunun isyanı bastırmasına izin vermemiştir. Ayaklanmayı başlatan muhalefet üyeleri ise, ellerinde hazır bir plan ve programları bulunmadığından dolayı arka planda kalmışlar ve

önderlik edememişlerdir. Muhalefetin bu durumu ise, yeniden liderliğe soyunan

Abdülhamit’in kendisini yeniden ön plana çıkartmıştır. Hükümetin düşürülmesi, ardından da Tevfik Paşa’nın sadrazamlığa getirilerek yeni bir hükümet kurulması;

Abdülhamit’in de olayları bastırmak konusunda çekimser kalması neticesinde, isyanı bastırmak için İttihat ve Terakki’nin güç merkezi olan Selanik’te, içerisinde Cemal

Paşa, Kurmay önyüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk), Kurmay Binbaşı Fethi

(Okyar)’ın da bulunduğu (Cemal, 1977:5) 3. Ordu bünyesinde “Hareket Ordusu” ismiyle yeni bir ordu kurulmuştur13. Ordunun Ayastefanos’a gelmesinin ardından, yani İstanbul’a girişinden bir gece önce Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan, burada bulunan bir yat kulübünde ortak bir toplantı düzenlemiş ve ordunun bu girişimini

13 Bu ordu bünyesinde düzenli ordu kuvvetlerinin yanısıra, gönüllü milisler de bulunmaktadır (Çavdar, 2008:126).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 43 onaylayan bir karar çıkartmışlardır. Hemen ardından ise Hareket Ordusu, 23 - 24

Nisan gecesi İstanbul’a girerek, hali hazırda örgütlü ve planlı olmayan isyan hareketini -cılız bir direnişe karşın- kolayca bastırmıştır. Böylece İttihat ve Terakki,

Osmanlı’nın son günlerine kadar sürecek olan, yönetimdeki etkisini ve örgütünün gücünü ortaya koyarak kolay kolay iktidarını geri vermeyeceğini bir kez daha göstermiş olacaktır.

Hareket Ordusunun İstanbul’a girerek isyanı bastırmasının ardından

Sultanahmet’te bulunan binasında toplanan Meclis-i Mebusan, oy birliği ile İkinci

Abdülhamit’in yerine “Beşinci Mehmet” unvanıyla Mehmet Reşat Efendi’nin tahta geçirilmesine karar vermişler ve 27 nisan 1909 günü ise, İkinci Abdülhamit tahttan indilerek yerine Beşinci Mehmet Reşat geçirilmiştir. Yeni padişah, kararın kendisine tebliğinin ardından Bab-ı Seraskeriye’ye (Harbiye Nezareti) gitmiş ve meclis başkanlarının huzurunda Kanun-u Esasi hükümlerine ve meşrutiyet usulüne uyacağına, milletin haklarını koruyacağına dair ant içmiştir (Çavdar, 2008:127).

Padişah Beşinci Mehmet Reşat’ın Meclis ve Kanun-u Esasi’ye bağlılığını bildirmesi,

Meşrutiyet rejimini kabul etmiş olması ve kendisini arka plana atmaya hazır olduğunun da bir göstergesiydi. Beşinci Mehmet Reşat ilk önce Tevfik Paşa’yı yeniden sadrazam atamışsa da, İttihat ve Terakki’nin Tevfik paşa ve 31 Mart ilişkisini anlatan telgrafları ve baskısı (Çavdar, 2008:128) ile Sadrazamlığa

“ehliyetin(e) binaen” (Yaman, 1999:47) 5 Mayıs 1909‘da Hüseyin Hilmi Paşa getirilmiştir. Meclis de bunun üzerine 8 ağustos 1909‘da toplanarak, Kanun-u Esasi

üzerinde değişiklikler yapmış ve padişahlık makamını sembolik bir hale getirilmiştir.

Böylece İttihat ve Terakki, kendisini devirmeyi amaçlayan 31 Mart ayaklanmasını

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 44 kendi lehine çevirerek, meşrutiyetin ilanından beri sarayın meclis ile giriştiği iktidar kavgasına da son noktayı koymuş olacaktır. Kanun-u Esasi’de yapılan bu değişiklikler ile Meclis-i Mebusan, artık kendi başkanını seçiyor, meclisin güvenoyu vermediği vekil ve hükümetlerin görevleri sona eriyor ve padişahın meclisi kapatma yetkisi 3 ay içerisinde seçim yapılması koşuluna bağlanarak parlamenter sistem artık sarayın boyunduruğundan kurtulmuş oluyordu. Bu da demek oluyordu ki meşrutiyet meclisi artık, ülkenin tek yönetim ve karar alma merkezi olacaktı.

İttihat ve Terakki’yi devirmeyi amaçlayan 31 Mart ayaklanması, isyancıların

İttihat ve Terakki kadar örgütlü ve planlı olmamasından dolayı, hem İttihat ve

Terakki’yi arzuladığı konuma getirmiş, hem parlamenter sistem üzerindeki padişahın hegemonyasını kaldırmış, hem de muhalefeti sindirmiş oluyordu. Yani, 31 Mart ayaklanması ile hem İttihat ve Terakki karşıtları kendi elleriyle, iktidarı ve devlet

örgütünü, mecliste desteklediği grubuyla birlikte, tek başına İttihat ve Terakki’ye vermiş oluyorlardı.

1.3. 31 Mart’ın Ardından İttihat ve Terakki Baskısı

Bu noktada belirtmeliyiz ki İttihat ve Terakki, yani Jön Türkler hareketinin baskın cemiyeti, II. Meşrutiyet’in ilk hükümetleri olan Hüseyin Hilmi Paşa, İbrahim

Hakkı Paşa ve Sait Paşa gibi saygın kişilere kurdurulmuş olan kabinelerde doğrudan yer almamıştır. Ancak hem bu kabinelerde yer alan pek çok mebusun cemiyet tarafından desteklenmesiyle, hem de cemiyetin halk örgütlenmesiyle, cemiyetin gayrı resmi bir şekilde de olsa parlamentoda (ciddi bir etkinlik ile) yer aldığı ortadadır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 45 İttihat ve Terakki, meşrutiyet dönemi boyunca meşrutiyet rejimin Osmanlı’nın tek kurtuluşu olarak gören ve yürürlükte kalması için de iktidarının zorunlu olduğunu düşünen bir örgütlenme olarak var olmuştur. Muhalif sesleri ise çoğu zaman meşrutiyet rejiminin karşıtları olarak görmüştür. İttihat ve Terakki Cemiyeti, yavaş yavaş eski bürokrasinin yerini almaya başlayacak ve Avrupa emperyalizminin karşısında günden düne Yıldız sarayı ile benzer bir duruma düşecektir. İngilizler ve

Osmanlı elitleri İttihat ve Terakki’yi, II. Abdülhamit’in Alman hayranlığını ortadan kaldıracak bir araç olarak görmekteydiler. Meşrutiyet’in kurulması, padişahın ise geri plana atılması, İngilizler’in Osmanlı içerisinde ikinci bir Mısır yaratma hayallerini daha da canlandırmış, ancak İttihat ve Terakki’nin beklenmedik yükselişi İngiltere

önünde bir engel haline geldiğinden dolayı cemiyet ortadan kaldırılmalıydı. Bu konuda Yerasimos’a (1975:1064) göre, Fransız büyük elçisinin söylemiyle Osmanlı

Duyun-u Umumiye idaresindeki İngiliz delegesi Sir Adam Block “Mısır’ın anısıyla

Mestti” ve kendisine de şu açıklamada bulunulmuştu:

“Biz orada Mısırlı bakanları görev başında bıraktık; ama her

birinin yanına bir İngiliz müsteşar verdik. Bakan elini hiçbir işe

süremez; herşeyi müsteşar yürütür. Burada da aynısını yapmak

gerek.”

Ancak, 31 Mart ile cemiyeti yıkmayı başaramayan ve halihazırda da

Osmanlı’yı, dolayısıyla da Ortadoğu’yu paylaşmak için kendi içerisinde anlaşmalar yapan Avrupa, bağımsızlık taraftarı İttihat ve Terakki’yi yanına çekmeye çalışacak ve

Osmanlı iktidarının Saray’dan İttihat ve Terakki’ye geçiş süreci, zamanla

Osmanlı’nın İngiliz emperyalizminden, Alman emperyalizmi taraftarlığına

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 46 dönüşecektir. Bu noktada İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğunu ikinci bir Mısır haline getirerek tek başına ele geçirme planları İttihat ve Terakki sayesinde suya düşmüş olsa da, 31 Mart olayı Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmaya başlanmasının yöntemlerini ortaya koymuş bir olay olacak ve İngiltere de Osmanlı

İmparatorluğu’nu müttefikleriyle paylaşmak zorunda kalacaktır (Yerasimos,

1975:1065).

Tunaya (2009:55), II. Meşrutiyet dönemi içerisinde İttihat ve Terakki’nin,

ülkenin -kısa kesintilerle de olsa- “Yıldızı gölgede bırakan” fiili bir iktidar ve başvuru makamı olduğunu, ancak kurulmuş olan kabineleri, deneyimsizliğinden dolayı (Tunaya, 2009a:57) dışarıdan denetlemeyi tercih etmiş olduğunu belirtmiştir.

Cemiyetin (deneyimsizlik bir neden olarak gösteriliyor olsa dahi) bu tavrı, 31

Mart ayaklanmasına neden olmuş, ancak bu ayaklanma o zaman kesin bir şekilde bastırılmış olarak görülse de, cemiyetin bu tavrının devamı, aslında çok daha büyük bir muhalefet hareketinin hazırlayıcısı ve tetikleyicisi olacaktır. 31 Mart sonrasında devletin “saygın kişilerince” kurulan iki kabine de İttihat ve Terakki’nin dışarıdan denetiminde olmuş ve bu durum da meclis içerisinde ve dışarısında muhalif hareketleri canlı tutmaya yetmiştir. İ ttihat ve Terakki’nin yenilikçi tutumu, bu yeniliklerin uygulanması için baskı dahil her yolu denemesi ve ülkenin kurtuluşunu da bu yönde görmesi, kendisine muhalif olan tüm kesimleri meşrutiyet rejimi

çerçevesinde kendisine ve icraatlerine karşı değil de, doğrudan meşrutiyet rejimine karşı birer muhalif hareket gibi algılamasına neden olmuş; bu da, cemiyetin muhalif sesleri bastırma yönteminin dönem dönem sertleşmesine ve zaman zaman yine cemiyetin muhalif olarak karşısında örgütlendiği İstibdat Dönemi benzeri bir ortamın

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 47 görülmesine neden olmuştur. Belki de dışarıdan bakıldığında Osmanlı

İmparatorluğunda II. Abdülhamit’ten Meşrutiyet rejimine kadar değişen tek şey iktidar elitleri ve bu elitlerin emperyal seçimleri olarak görülebilecektir.

31 Mart, her ne kadar İttihat ve Terakki’nin kesin zaferiyle sonuçlanmış ve cemiyetin hegemonyasının kabulüne neden olmuş olsa da, Osmanlı meclisi içerisinde ve dışarısında muhalefet hiç bitmemiştir. Yıldız Sarayı, kendi otoritesi kısıtlandığından dolayı, İttihat ve Terakki’ye karşı muhalif bir duruş içerisinde bulunmuş ve parlamento içerisindeki muhalif partileri desteklemiştir. Sarayın yanında, muhalefetin bir diğer büyük destekçisi de, İttihat ve Terakki’nin olağanüstü

örgütlenmesine karşı diş geçiremeyen, ancak Yıldız Sarayını boyunduruğu altına almış olan ülkeler, özellikle de İngiltere, İttihat ve Terakki karşıtı hareketleri -bazen gizlice de olsa- desteklemişlerdir. 31 Mart ayaklanması, bu ayaklanmanın fitilini ateşleyen Saray ve İngiliz yanlısı Ahrar Fırkası’nın etkinliğini yitirmesine, üyelerinin yurt dışına kaçmasına ve de dağılmasına neden olmuş; fırka lideri Nurettin Ferruh

Bey’de, 30 Ocak 1910‘da ülkeye dönüşü sonrasında fırkanın feshini bildirmiştir. 31

Mart sonrasında, günümüz “Milli Görüş” hareketinin ilk belirtileri sayılabilecek olan

İttihad-ı Muhammedi Fırkası (Yücel, 2006:8) kendisini fesh etmiş, 1911 yılı sonlarına doğru Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile başlayacak muhalefet seline kapılacak olan Osmanlı Demokrat, Mutedil Hürriyetperveran ve Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye

Fırkaları ise kendilerini fesh etmemişlerse de, etkinliklerini büyük ölçüde yitirerek ciddi bir muhalif güç olmaktan uzaklaşmışlardır (Yücel, 2006:7).

Padişahlık makamının bir simge olarak kaldığı, İstanbul elitlerinin İ ttihat ve

Terakki aracılığı ile yönetimi tek ellerine aldığı böylesi bir ortamda, İttihat ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 48 Terakki Cemiyeti artık tam bir hegemonâl güç haline gelmiş ve tek parti olarak varlığını sürdürmekteydi. İttihat ve Terakki’nin tek başına kaldığı bu dönemde, 31

Mart öncesinde olduğu gibi yeniden keyfi davranışlarını arttırmış, meclis düzeni, kuralları hiçe sayılmaya başlanmış, keyfi kanun değişiklikleri yapılmaya başlanmış ve dahası, yine 31 Mart’ın nedenleri arasında da olan, parti örgütünün yürütme organı gibi çalışması halk arasında yeniden huzursuzluklara neden olmaya başlamıştı. Ancak 31 Mart deneyimi ve cemiyetin hegemonâl üstünlüğü, yeni bir 31

Mart’ı olanaksız kılıyordu. Böylece, cemiyet ile karşıtları arasında tam anlamıyla bir soğuk savaş başlamaktaydı. İttihat ve Terakki, 31 Mart’tan ders çıkartmış ve kabinenin dışarıdan kontrol edilmesinin zor olduğunu anlamıştı ve bu durum da

İttihat ve Terakki’yi Bab-ı âli içerisinde olmaya fazlasıyla ikna etmişti. İttihat ve

Terakki ile ilişki içerisinde olmayan, hatta Rumeli Umumi Müfettişliğinden beri cemiyetten çekindiği izlenimi veren Hüseyin Hilmi Paşa, konuşmalarında sürekli kabinesinin bir İttihat ve Terakki kabinesi olmadığını vurgulasa da, kabinesinde Talat

Bey Dahiliye, Cavit Bey Maliye nazırı olmuş, cemiyete yakın olan Rıfat Paşa,

Necmettin Molla gibi isimler de kabinede yer bulmuşlardır. Çavdar’a göre

(2008:129) bu durum, bu kabinenin İttihat ve Terakki’nin yoğun olarak yer aldığı ilk kabine olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak, İttihatçı üyelerin mebus olarak mecliste bulunmaları, hükumetlerin değişebilme ihtimalleri karşısında sabit kalacak bir denetim mekanizmasının gerekliliğini ortaya koymuş ve nihayetinde de (uzun tartışmalar sonucunda) “Siyasi Müsteşarlıklar” fikri ortaya atılmıştır. Bu fikir, başta

Tanin gazetesinde (19 Mayıs 1325/1 Haziran 1909) olmak üzere, derin ve entelektüel denebilecek yazılara ve tartışmalara neden olmuş, İttihat ve Terakki’nin nazırlar

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 49 üzerinde kalıcı bir denetim kurma çabası kısa sürede ortaya çıkmıştır.

1 Haziran günü, siyasi müsteşarlıklar hakkındaki anayasa değişikliği teklifi hükümet tarafından hazırlanarak meclise sunulmuş ve kısa sürede de gündeme alınmışsa da, çok sert tepkilerle karşılaşmıştır. Tural’a göre (2009:158), özellikle bu tasarının devleti “çift başlı” bir hale getireceği argümanı büyük oranda kabul görmüş ve tasarı oy çokluğu ile reddedilmiş ve bunun üzerine de İttihatçılar ağırlıklarını koyarak Cavit Bey’i Maliye Nazırlığına getirmişlerdir. Böylece İttihat ve Terakki, muhalefet ile savaşımını meclis çatısı altında gerçekleştirmek üzere planlayacağı sinyallerini de vermiş olacaktır.

31 Mart’a kadar, Osmanlı Meşrutiyet rejimi daha çok kendi kimliğini arar bir vaziyetteydi. Sistem henüz padişahın hegemonyasından kurtulamamış, İttihat ve

Terakki dahil siyasal zeminde bulunan zümreler cemiyetleşme süreçlerini yeni yeni tamamlamaktaydı. 31 Mart ise bu noktada bir dönüm noktası olmuş; Meşrutiyetin artık değiştirilmesine izin verilmeyecek bir rejim olduğu ortaya konmuş, cemiyetler düzeni olgunlaşmaya başlamış ve de padişahlık makamının da artık meşrutiyet rejimi içerisine kendisini uyarlamış olduğu yeni bir döneme girilmekteydi. Padişah Beşinci

Mehmet Reşat’ın, tahta çıkmadan önce Kanun-u Esasi ve Meclis’e bağlı olacağını belirtmesi ise, meclis ve anayasanın artık sarayın hegemonyası altında olmayacağının bir göstergesiydi. Abdülhamit’in 1908’de meşrutiyetin kuruluşu sırasında yayınladığı

Hattı-ı Hümayun, meclisin II. Meşrutiyet döneminde 1876 anayasasını hemen değiştirmesine engel olmuş, ancak 31 Mart ertesinde II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve meşrutiyet rejiminin de artık sarayın hegemonyasından kurtulmasıyla birlikte yapılacak değişiklikler önünde de engel kalmamış oluyordu. Hüseyin Hilmi

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 50 Paşa kabinesi, 8 ağustos 1909’da14 Kanun-u Esasi üzerinde oldukça geniş kapsamlı bir değişikliğe gitmiştir. Çavdar’a göre (2008:131) bu değişiklikte ele alınan maddeler (değiştirilmiş halleriyle) şu şekildedir:

• Madde 3: Bu maddede saltanat ve hilafetin eski kurallara göre değişeceği, fakat

padişahın tahta çıkışlarında meclis önünde şeriat ve Kanun-u Esasi ahkamına

uyacağı ve vatan millete sadakat edeceğine dair yemin etmesi öngörülmektedir.

• Madde 6: Padişahın hukukunun, mal varlığının korunması bu maddeyle güvence

altına alınmıştır.

• Madde 7: Bu maddede padişahın görevleri ve yetkileri ayrı ayrı sayılmaktadır.

Temelde yetkiler kısıtlanmış ve bütün yetkiler Meclis-i Mebusan’a verilmiştir

(Hakimiyet-i Milliye ilkesi).

• Madde 10: Bu maddede bireysel özgürlüğün her türlü saldırıdan masun olduğu

belirtilmiştir.

• Madde 12: Basının kanun çerçevesinde serbest olduğu vurgulandıktan sonra sansür

de bu maddeyle yasaklanmaktadır.

• Madde 27: Bakanlar Kurulu’nun sadrazam tarafından atanacağı ve padişahın

onayına sunulacağı bu maddede düzenlenmektedir.

• Madde 28: Bakanlar Kurulu sadrazamın başkanlığında toplanıp karar alınır

dedikten sonra, bu kararın padişahın onayına sunulacağı da aynı maddede yer

almaktadır.

• Madde 30: Bu maddede hükumetin genel politikasından ötürü bakanların

müştereken ve bakanlıklara ait işlemlerden ötürü de teker teker Meclis-i

14 Tunaya kitabında bu tarihi 21 Ağustos olarak vermiştir (Tunaya, 1959:89).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 51 Mebusan’a karşı sorumlu oldukları yer almaktadır.

• Madde 35: Bu madde ile, Bakanlar Kurulu ile Meclis arasındaki anlaşmazlıkların

nasıl çözüleceği hükme bağlanmıştır. maddeye göre herhangi bir anlaşmazlık

durumunda bakanlar kendi kararlarında ısrar edip, Meclis’in de bu kararaı kesin

olarak reddettiği durumlarda Bakanlar Kurulu ya Meclis’in kararını kabul eder ya

da istifaya etmeye mecburdur. Yani Bakanlar Kurulu eski kurulun kararında ısrar

ederse ve Meclis de gene bu kararı reddederse Padişah seçime gitmek üzere

Meclis’i fesh edebilir.

• Madde 36/38: Meclisin çalışmalarıyla ilgili düzenlemeleri yapmaktadır.

• Madde 43/44: Bu maddelerde Meclis’in her sene Kasım ayı başında davetsiz olarak

toplanması ve Mayısın başında da yine padişah oluru olmadan tatile çıkması

hükmü getirilmektedir. Eğer milletvekillerinin çoğunluğu tarafından istenirse

padişah Meclis’i vaktinden önce de açabilir ve yine genel kurul kararıyla içtima

süresini uzatabilir.

• Madde 53: Kanunların milletvekilleri ve ayan üyeleri tarafından ya da hükumetçe

önerilebileceği söylenmektedir. Yasalaşma her iki meclisin kabul etmesiyle

mümkündür.

• Madde 54: Kanunların tasdiki ve yürürlüğe girme sorunu, onaylanma için

çoğunluğun belirlenmesi konusu ele alınmıştır.

• Madde 76: Milletvekillerine her toplantı dönemi için otuz bin kuruş maaş

verileceği ve her ay beş bin kuruş maaşlı memurların harcırahına eşit bir yolluk

verileceği hükmedilmektedir. eğer toplantı süresi uzarsa, uzadığı her ay için beş bin

kuruş ek tahsisat verilecektir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 52 • Madde 77: Meclis Başkanlık Divanı’nın seçimi bu maddede belirlenmektedir.

• Madde 80: Bütçe Kanunu’nun düzenlenmesi ele alınmaktadır.

• Madde 113: Sıkıyönetim koşullarını belirlemektedir.

• Eski anayasanın 119. maddesi bütünüyle kaldırılmış, ama yeni üç madde

eklenmiştir. Bunlardan Madde 119, postanelerdeki mektupların mahkeme kararı

olmadıkça açılamayacağını; Madde 120, Osmanlıların toplanma özgürlüğüne sahip

olduğun ve bu özgürlüğün nasıl kullanılacağını; Madde 121 ise, Ayan meclisinin

tartışmalarının açık ve aleni olduğunu, ancak beş üye tarafından gizlilik teklifi

verilebileceğini, bu teklifin ise çoğunlukla kabul edilmesi gerektiğini

düzenlemektedir.

Kanun-u Esasi üzerinde 1909’da yapılmış olan bu ilk değişiklik, Anayasa’nın ve siyasal rejimin yapılarını değiştirmiştir. Tekçi bir otoriter rejim (istibdat), kağıt

üzerinde de olsa, yasamanın ağır bastığı bir parlamenter rejime dönüştürülmüştür.

Midhat Paşa’yı sürdüren 113. madde kaldırılmış, yeni hürriyetler ile birlikte, eskileri

üzerindeki baskılar da atılmıştır. Fakat gelişme şeması, hayallerin değil gerçeklerin

çizdiği yönde oluşmuş ve önceleri “Cemiyet-i Mukaddese” olarak adlandırılan İttihat ve Terakki, yürütmeyi ele geçirerek ve Meclis-i Mebusan’da gittikçe büyüyen muhalefeti de denetim altına alma yoluna giderek, ikinci parlamenterizme de tekçi bir yapı vermek istemiştir.

Kabine, başlıcaları gösteri ve toplantılarla ilgili yasa, grev yasası, Müslüman olmayan yurttaşların askere alınmalarıyla ilgili yasa, dernekler kanunu, eşkıyalık ve fesatçılığın önlenmesiyle ilgili kanun olmak üzere pek çok yasa çıkartmış, Meclis

Başkanı Ahmet Rıza Bey’in yapılan çalışmaları özetleyen konuşmasında, hükümetin

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 53 meclise bu dönem içerisinde toplam yetmiş üç yasa teklifi getirdiğini, elli üçünün kabul edildiğini ve kalanının ise komisyonlara gönderildiğini belirtmiştir (Çavdar,

2008:133). Buradan da görüldüğü üzere son derece başarılı bir dönem geçiren bu kabinenin sonunu, “Lynch imztiyazı” ve “İspirto yasası” getirecektir.

Aralık ayının son haftasına gelinirken kabine, kapsamlı bir Osmanlı tarihi yazdırılması için kurulacak olan komisyona ödenek sağlanması ve “Devr-i İstibdat” dönemi memur sürgünlerinin mazluyet kapsamına alınması gibi maddeler üzerinde

çalışmayı planlamaktaydı (Tural, 2009:171). Lynch yasası, Hükümetin Fırat ve Dicle nehirleri (Şat-ül Arap) üzerinde vapur işletme imtiyazını, meclise sormadan Lynch biraderlere vermesi konusudur ve ağır eleştirilerin hedefi olmuştur. Bağdat milletvekili Babanzade İsmail Hakkı Bey’in meclise verdiği soru önergesi ile tartışmaya başlanmış ve tartışma devleti mali yük altına sokan bütün anlaşmaların meclis onayına sunulması gerekliliği noktasına gelmiştir. İspirto yasası ise, hükümetin ithal edilen ispirtonun kullanım alanlarının denetlemeye yönelik bir yasayı geçirmesi sonrasında, dış baskılardan dolayı bu yasanın uygulanmasının ertelemesini istemesi de ayrıca tartışmalara neden olmuştur. Bu son tartışmalar sonucunda meclis içerisinde, İttihat ve Terakki Fırkasının çoğunluğunun bir kısmı,

Mutedil Hürriyetperveran Fırkası, bazı Rum milletvekilleri, bazı Ermeni milletvekilleri, Ahrar fırkasından ve tarafsız vekillerden de bazıları kabineye muhalif

çıkmış ve Çavdar’a göre (2008:134) Hüseyin Hilmi Paşa “camdan atlamaktansa kapıdan çıkmayı yeğlediğini, bunun meşrutiyette normal olduğunu” söyleyerek 28

Aralık 1909 günü istifa etmiştir (Yaman, 1999:184).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 54 1.4. İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi ve Muhalefetin yükselişi

Trablusgarb savaşının yakınlaştığı günlerde yaşanan Hüseyin Hilmi Paşa’nın istifası üzerine, İtalya ile dostane ilişkilerin geliştirilmesi adına (Yaman, 1999:48)

Roma büyük elçiliği görevinde bulunan; Mülkiye mezunu, Hariciye Nezareti’nin ilk

Türk hukuk müşaviri ve de çekirdekten yetişme bir bürokrat olan (Tural, 2009:172)

İbrahim Hakkı Paşa, Hüseyin Hilmi Paşa’nın yerine 12 Ocak 1910 günü15 sadrazam olarak atanmıştır (Tural, 2009:172; Tunaya, 1959:71; Çavdar, 2008:134).

İbrahim Hakkı Paşa, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Hukuk ve Hamidiye Ticaret

Mektebi’nde, özellikle de sosyal konularda verdiği derslerde, Abdülhamit baskısına karşın özgür düşünceyi savunan tavrı nedeniyle genç kuşaklarca sevilmekteydi ve sadarete atanması da o güne kadar görülmeyen bir ilgi gösterisine neden olmuş, coşkuyla karşılanmıştır. Kabinesinde İttihatçıların Talat, Cavit gibi önde gelenlerinin yanında, ilk kez Mahmut Şevket Paşa da Harbiye Nazırı olarak görev almıştır

(Çavdar, 2008:134). İbrahim Hakkı Paşa, 24 Ocak 1909 (11 Kanunusanî 1325) pazartesi günü (Tunaya, 1959:89; Çavdar, 2008:134)16 parlamento kürsüsüne

çıkarak, içeriğinde, 31 Mart’a atıf ile iç güvenlik konusunda sıkıntılar, Kanun-u

Esasi’ye atfen, güçler ayrılığı ilkesinin korunması amacıyla yeni bir Tenkisat

Kanunu, Osmanlılık ilkesine atfen ise, cemaatler arası diyalogların geliştirilmesi ve bu amaçla da Müslüman olmayanların da orduya kabulunün sağlanması için Vilayat

Kanunu, Daire Tenkisatı ve Teşkilat Kanunlarının çağa uydurulması alanlarında

15 Çavdar, bu tarihi 10 Ocak olarak belirtmiştir. 16 Çavdar, 25 Ocak olarak belirtmiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 55 çalışacaklarını belirtmiş; devamında ise, meşrutiyet rejimine atıf ile, imparatorluğun kanunlar ile kalkınabileceğini, ancak kanunları uygulayacak Meşrutiyet prensiplerini idrak etmiş kişilere sahip olabilmenin daha önemli olduğuna işaret etmiş; önceki bütçeye riayet edeceklerini ancak devletin şanına dokunacak veya kara ve deniz kuvvetlerinin ihtiyacı olduğunda yeni arayışlara girebileceklerinin sinyalini vermiştir.

İlgi çekici bir şekilde kapitülasyonlardan kurtulmak ve yabancılara verilen imtiyazlar ile ilgili özel bir kanun yapılması gerektiğini de belirtmiş ve son olarak ise, dış işlerinde şimdiye kadar sürdürülen barışçıl politikaların devam ettirileceğini ifade ederek, “(...) bir buçuk senedir nail-i hürriyet olan memleketimizde yapılacak işlerin

çokluğu en âli himmetleri bile düşündürebilecek derecede” bulunmasına karşın zorlukların aşılacağını belirterek konuşmasını tamamlamıştır (MMZC,

1985a:617-620).

İbrahim Hakkı Paşa’nın konuşmasındaki kapitülasyonlara dair, “Yapılacak işlerin başında memleketin terakkiyatını yasaklayan kapitülasyonlardan kurtulmak, yabancılara verilen imtiyazlar hakkında özel bir kanun yapmak gibi önlemler geliyordu” anlamına gelecek bölüm ise konuşmasının belki de en ilgi çekici bölümlerindendir.

İbrahim Hakkı Paşa’nın kabinesi Meclis-i Mebusan’ın kuruluşundan bugüne, programının parlamenter yöntemler ile tartışılabildiği ilk meclis olmuştur. Nezarete getirilmiş Cavit ve Talat Beyler’in makamlarını koruduğu, Ticaret ve Nafia

Nezaretine Ermeni bir İttihatçı olan Hallaçyan Efendi’nin getirildiği kabinenin

Programı meclis içerisinde çok sert tartışmalara neden olmuştur. En büyük tepkinin nedeni ise, programdan bağımsız olarak, kabinenin İttihat ve Terakki Cemiyetince

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 56 oluşturulduğu iddiasıdır. İbrahim Hakkı Paşa’nın beyannamesini okumasının ardından her ne kadar meclis içerisinde büyük alkış almış olsa da, meclis başkanının

“söz isteyen var mı?” sorusu üzerine pek çok söz isteyen olmuş ve oturuma ara verilmiştir. İkinci celsede programın tartışılması sırasında söz alan Dersim Mebusu

Lütfü Fikri Bey,

”(...)Daha açık suretle söylemek lazım gelirse derim ki, meclisin

itibadı celbolunmak isteniyorsa, maatteessüf bir kabinenin mevkii

için meclisin itibarının hiç dahli olmuyor. Çünkü bundan bir kaç

hafta mukaddemsekiz reye karşı -ki onlardan bir rey de benimdir.-

Hüseyin Hilmi Paşa hazretlerine yüzaltmış sekiz rey ile itimat

gösterdiler. O itimat üzerine müşarünileyhin ne kadar müteessir

olarak bundan böyle istikbalde ne kadar vatanperverane

çalışacaklarını vaadettikleri vakit hala o sözler bendenizin

kulağındadır. Öyle iken kendileri infisal etti. Ve yerlerine de

kabineyi teşkil için Paşa hazretleri celbolundu. Demek istiyorum ki

kendilerini kim celbettiyse Hüseyin Hilmi Paşayı kim azlettiyse bu

programın onların yanında okumak onların itimadını celbetmek

lazımdır.” (MMZC, 1985a:621)

sözleriyle sert bir şekilde, programdan ziyade programın ve kabinenin arkasında İttihat ve Terakki olduğunu düşüncesini açıkça ortaya koymuştur. Bu düşünce, mecliste hem karşılık, hem de karşıtlık bulmuş ve ardından da 2 saati geçkin bir tartışma yaşanmıştır (MMZC, 1985a:637)17.

17 Oylamadan hemen önce söz alan İbrahim Hakkı Paşa belirtmiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 57 1.4.1. Hükümet Programı, Oylanması ve Sonrası

Bu tartışmanın ardından, dört tanesi toplam altmış dört imza ile, oylamanın ismen yapılması için, bir tanesi ise otuz altı imza ile takriri veren mebusların

“oylamada itimat oyu veremeyeceklerine” dair olmak üzere altı adet takrir verilmiştir. otuz altı imzalı “itimat oyu verilmeyeceğine” dair verilmiş olan takrir dikkat çekicidir ve takrirde (MMZC, 1985a:638) şunlar yazılıdır:

“Heyeti Vükela tarafından kıraat olunan iş bu programın tetkiki

akabinde itimat veya ademî itimat reyi verilebileceği hakkındaki

talep ve mantıka muvafık mütalaamızın mazharı kabul

olunmamasına binaen huzur ve selameti fikir ile tetkik

edemediğimiz, Heyet-i müşarünileyhaya alelamyâ itimat vermekte

mazuruz.”

Bu takririn altındaki imzalar da önemlidir; imzası bulunan mebusların, çoğu

Arap ve Arnavut olmak üzere, Ahrar Fırkası kurucularından ve üyelerinden, Mutedil

Hürriyetperveran Fırkasının önemli kurucularından, üyelerinden ve daha sonraki dönemde de Hürriyet ve İtilaf’ın kuruluşunda önemli rol oynayacak kişilerden, bağımsız mebuslardan ve en önemlisi ise, iki İttihat ve Terakki Mebusunu da barındırdığını görmekteyiz (Bkz. Ek-1). Öte yandan (zabıtlarda bulunan listede ismi geçmeyen kişiler haricinde) verilen oylara baktığımızdaysa, takriri veren mebuslar içerisinden üç mebusun itimat oyu verdiğini görmekteyiz. Bu mebuslardan, birisinin bağımsız, birisinin ise İttihat ve Terakki üyesi olmasının yanında, birisinin ise

Mutedil Hürriyetperveran Fırkası kurucusu olması dikkat çekicidir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 58 Oylama sonuçları için elimizde üç farklı veri bulunmaktadır: Birincisi, meclis başkanının da oylama sonrasında okuduğu gibi 178 itimat, 31 ademi itimat oyu verildiği yönünde, ikinci olarak ise, Meclisi Mebusan zabıt ceridesinde oy veren mebusların isimlerinin listesini saydığımızda ise 181 itimat, 32 ademi itimat oyu olduğunu görmekteyiz. Ne var ki, ertesi günün oturum açılışında okunan (ardından da itiraz edilmeden kabul olunan) zaptı sabık hulasasında ise bu sayıların 187 itimat,

34 ademi itimat oyu olduğu görülmektedir (MMZC, 1985a:640,641,642,643,646).

Bu durumda sayıların değişkenliği sonucu etkilemiyor olsa da, verilen takrirler

üzerine ismen yapılması kararlaştırılmış oylamada kimlerin itimat, kimlerin ademi itimat oyu verdiğini kesin olarak bilmemiz güçleşmektedir. Ancak, zabıtlarda oylama ertesinde yazılmış olan itimat ve ademi itimat reyi verenlerin listesi (sayıldığında 181 itimat, 32 ademi itimat reyi görülen) bizlere bu konuda fikir verebilecektir.

İbrahim Hakkı Paşa kabinesi dönemini, Osmanlı Meşrutiyeti’nin yeni bir döneme geçişi olarak görebiliriz. Bu kabine ile İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet döneminde ilk defa bu kadar etkin olacak ve Bab-ı Âli’yle ilişkisini de kuvvetlendirecektir. Geçmişte izlediği parlamentoyu dışarıdan denetleme politikasını tam olarak bırakmış olmasa da, 31 Mart sürecinde salt olarak bu politikanın yararlı olmadığını anlamış ve ertesinde kurulan 2. Hüseyin Hilmi Paşa hükümetiyle de kısmen meclise giriş yapmıştır. Bu kabine döneminde hükümetleri denetim altına almalarına yarayacak olan “müsteşarlık sistemi”ni hayata geçirmeye çalışmışsalar da, meclis bunu reddetmiştir. Bu durumun ardından İttihat ve Terakki, İbrahim Hakkı

Paşa kabinesiyle birlikte meclis içerisindeki etkinliğini arttırma yoluna giderek, cemiyetin önde gidenlerinden bir grubu kabineye sokmuştur. Cemiyetin bu hareketi

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 59 meclis içerisinde tepkiye neden olmuş ve Hilmi Paşa’nın ani istifasının da önemli etkisiyle, İttihat ve Terakki’yi artık kabineleri istediği gibi yıkıp, kurduğu iddiasıyla karşı karşıya bırakmıştır. Daha kabinenin kurulduğu ilk gün ortaya atılan bu iddia, yeni kabinenin bir İttihat ve Terakki hükümeti olarak algılanmasına neden olacak,

İttihat ve Terakki de bunu yalanlamayacaktır. Cemiyete yakın basın organları ise daha çok, kabinede bulunan genç nazırlara göndermede bulunarak, devlet kadrolarındaki gençleşme ile reformların hızlanacağına işaret etmişlerdir. Bunun yanında da saray merkezli devlet yapılanmasının yerini kariyer ve liyakat merkezli, seçkinci bir anlayışın aldığını ve Avrupa’nın bile bu kadar gelişmeyi beklemediğinden bahsetmekteydiler (Tural, 2009:173).

İttihat ve Terakki ile cemiyetin destekçisi olan basın, yeni kabineyle birlikte artık meşrutiyet ve kanunların herşeyin üzerinde olduğunu söylerken, meclis içerisinde cemiyetin hegemonyasına karşın yeni bir hareketlenmenin görüleceği, güven oylamasında verilen (en az) 31 red oyu ile gün yüzüne çıkmıştır. Bu da demek oluyordu ki, 31 Mart öncesinde Meşrutiyet rejiminin Ahrar Fırkası ile cılız ve meclis

çatısının uzağında yaşadığı muhalefeti, İbrahim Hakkı Paşa kabinesi’nin beraberinde getireceğini ifade ettiği meşrutiyet ve kanun üstünlüğü düşüncesiyle birlikte meclis

çatısı altında yeniden yeşermeye başlayacaktır.

İbrahim Hakkı Paşa Kabinesine oylamanın hemen öncesinde “adem-i itimat” oyu vereceklerini açıklayan ve çoğu Ahrar Fırkası’nın ardılı olarak kasım 1909’da kurulmuş olan Mutedil Hürriyetperveran Fırkası’nın üyeleri arasında bulunan mebusların, İttihat ve Terakki’ye ve dolayısıyla Cemiyet’in desteklediğini açıkça ifade ettikleri kabineye karşı muhalif bir duruş sergileyecekleri açıktır. Ancak, 21

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 60 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) günü yaşanmış istifalar, Meclis-i Mebusan için yeni bir dönüm noktası olmuş; 3. içtima senesinin (1326) henüz başında İbrahim Hakkı Paşa kabinesi için yapılacak itimat oylamasında ise adem-i itimat oyları 61’e kadar çıkmış ve bu oylar içerisinde, 12 Şubat 1910’da istifa eden isimler de bulunmaktadır

(MMZC, 1986d:505,506).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 61 2.Bölüm: Osmanlı Meşrutiyetinde Yeni Bir Dönemin Başlangıcı: Ahali Fırkası

2.1.Ahali Fırkası’nın Kuruluşu

Pek çok kaynak18, Ahali Fırkası’nın kuruluş tarihi olarak İbrahim Hakkı Paşa

Kabinesi’nin güven oylamasından yaklaşık olarak bir ay sonra, 21 Şubat 1910 (8

Şubat 1325) tarihini kabul etmektedir. Kuruluş tarihinin kesin olarak bilinememesinin nedeni olarak ise, 21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) tarihli Yeni

Gazete’de (Bkz. Ek-3) yayınlanmış olan istifa haberi ile partinin programı ve 22

Şubat 1910 (9 Şubat 1325) tarihli İkdam gazetesinde “Yeni Fırka” başlığı ile yayınlanmış olan yazı dışında, partinin kuruluşu hakkında kesin bir bilgi bulunmaması gösterilmektedir19. Tunaya da, kitabında (2009:266) “kuruluş tarihi olarak benimsenebileceğini” belirtmiş ve Ziya Şakir’in Tan gazetesindeki Hürriyet ve İtilaf yazı dizisinden yaptığı alıntıda ise “Fırka bir gün içinde kurulmuştur.” denmektedir.

Tarık Zafer Tunaya her ne kadar, “kesin olarak bu tarihte kurulmuştur” tarzı bir ifadeden kaçınmış olsa da, İkdam gazetesinde “Yeni Fırka” adıyla yayınlanmış olan yazının giriş bölümü (Bkz. Ek-2) fırkanın kuruluşu hakkında önemli bilgiler içermektedir. Yazıda “Ekserisi İttihat ve Terakki Cemiyetinden ayrılmış otuz meb'us

18 İncelenmiş olan hemen tüm kaynaklar, Ahali Fırkası’nın kuruluş tarihi hakkında Tarık Zafer Tu- naya’nın Türkiye’de Siyasal Partiler kitabını referans göstermişlerdir. 19 3, 6, 8, 9 ve 10 Şubat 1325 Meclisi Mebusan Zabıt Cerideleri incelendiğinde de, mebusların istifa- larına dair herhangi bir belge, bilgi ya da bir belirtiye rastlanmış değildir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 62 (Ahali fırkası) namı altında yeni bir fırka teşkil etmişlerdir.” denmektedir. Burada yazan “teşkil etmişlerdir” cümlesine dikkat gereklidir. Çünkü, bu yazının 22 Şubat

1910 (9 Şubat 1325) tarihli gazetede yayınlanmış olduğunu da göz önüne alırsak eğer, bu cümleden fırkanın, yazıdan daha önceden kurulmuş olduğunu çıkartabiliriz.

Bunun yanında Yeni Gazete’nin 21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) günü, mebusların

İttihat ve Terakki’den ayrıldıklarını belirten istifa haberi yanında parti programını da

(Bkz. Ek-3) yayınlamış olması, istifaların en erken 20 Ş ubat 1910 (7 Şubat 1325) günü gerçekleştiğini göstermektedir. Haftanın son inikad günü olan ve yoklama konusunda, istifalarda adı geçen, Karahisar-ı Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi’nin de adının geçtiği bir tartışmanın yaşandığı cumartesinden sonra, 20 Şubat 1910 (7

Şubat 1325) günü, yani meclisin toplanmadığı pazar günü istifaların yaşandığını söyleyebiliriz. Ancak İkdam gazetesi, 22 Şubat 1910 (9 Şubat 1325) tarihli haberinde, “Ma'ahaza dün İttihad ve Terakki fırkasından istiğna eyledikleri ilan ediliyor ki...” şeklindeki ifadesinde dün kelimesini kullanmıştır. Bu da demektir ki, istifalar kesin olarak 21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) Pazartesi gerçekleşmiştir. Bunun yanında istifalar ile aynı gün Yeni Gazete’de hem istifanâmenin, hem de parti programının aynı gün yayınlanmış olması ise, fırkanın kuruluşu için daha önceden bir hazırlık yapılmış olduğu izlenimi yaratmaktadır. Yeni Gazete, Ahali Fırkası’na en yakın gazete olacağından (Tunaya, 2009a:271) dolayı da, muhtemelen haberin ilk yayınlandığı yer de bu gazete olmuştur. Yine partiyi destekleyen bir diğer gazete

İkdam ise20, fırkanın haberini bir gün sonra istifa eden kişilerin isimleriyle birlikte

20 Bkz. EK-2: İkdam’daki yazı “Fırkanın teşkiliyle meclis-i meb'usan riyasetinin bir yandan vezaifi ehemmiyet peyda ediyor. Bir yandan da maharetinin terbiyetine lüzum görülüyor. Ba'dema müzaker- atın idaresi hakikaten güçlenecektir. Tesadüm-i efkar bazen şiddetle vaki olabilir. Bu şiddetli cereyan- ları sevk u idare edebilmek ise deha işidir.” cümleleriyle sonlandırılmıştır (9 Şubat 1325).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 63 programını inceleyerek verecektir. Bu durum ise, istifaların ilk olarak Yeni Gazete ile duyurulduğunu kesinleştirmektedir.

İstifaların 21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325)’da gerçekleşmesinden ve İkdam’ın da

22 Şubat 1910 (9 Şubat 1325)’da fırkanın kurulmuş olduğunu duyurmasından yola

çıkarak, partinin kesin kuruluş gününü 21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) günü olarak kabul etmemiz konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. 21 Şubat 1910 (8

Şubat 1325) günü Yeni Gazete’de yayınlamış programın ilk maddesinin sonunda

“(...) Ahali Fırkası namında Meclis-i Mebusan-ı Osmanide tevfikat-ı ilâhiyeye müsteniden bir fırka teşekkül etmiştir.” yazılarak bu program ile partinin resmen kuruluşu duyurulmaktadır ve Ahâli Fırkası kesin olarak, 21 Şubat 1910 (8 Şubat

1325) pazartesi günü kurulmuştur.

Partinin kesin olarak kuruluşu, istifalar ile aynı gün içerisinde olmuş olsa da,

İkdam’da yayınlanan yazıda (Bkz. Ek-2) “(Ahali Fırkası) tabirini bazı kimseler bir vakitten beri ismi yad olunan (Fırka-i İbad) diye tabir etmişler ve Fransızca

(Demokrat) kelimesinin tercümesi olması mütala'asında bulunmuşlardır.” şeklinde yazılmıştır. Bu demek oluyor ki, “Fırka-i İbad” adıyla bir süredir istifaların ve yeni kurulacak olan partinin de hazırlıkları yapılmaktaydı ve dolayısıyla da partinin kuruluşu bir gün içerisinde gerçekleşmiş olsa da, bu tarihten öncesinde yeni bir fırka hazırlığının yapıldığı da ortadadır21. Bu konuda Yeni Gazete de (Bkz. Ek-3) partinin programının hemen öncesine yerleştirmiş olduğu yazıda, gerek meclis içerisindeki bağımsız vekillerden bir gruplaşma, gerekse, içerisinde her fikirden kişileri

21 Bu ile ilgili olarak Hacı Mustafa Efendi yazısında, “Ahali Fırkası, bundan altı ay mukaddem hisse- dilen lüzum-ı kat’î üzerine intizâr olunan vakt-i merhunun hulûluyla tevfikât-ı ilâhiyeye müsteniden bir mücâzebe-i sa’y neticesi olarak...” demiştir. (Bkz. EK-8)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 64 barındıran İttihat ve Terakki’den de bu tür bir ayrışma yaşanmasının zaten gerekli olduğunu ve de beklenildiğini, belirttikten sonra:

“(...)ekseri İttihat ve Terakki fırkasına mensup bulunan bir çok

meb'uslarımızın ahval ve menafi'-i memleket hakkında devr-i dıraz-

ı tedkikat ve müzakeratta bulunduktan, fikirlerinin her noktasında

kat'iyyen ve tamamen iştirak ve itilaf mevcut olduğunu anladıktan

sonra büsbütün ayrı bir fırka teşkiline teşebbüs eylediklerini işitmiş

idik. Bu fırkayı teşkil edecek olan zevatın pek esaslı bir surette

müştereken ve müttehiden hareket edeceklerini haber alıyorduk.

Dün matba'amıza irsal edilen programdan bu teşebbüs-i

vatanperveanede muvaffakıyet hasıl olduğunu ve fırkanın (Ahali

Fırkası) namı altında teşekkül ettiğini gördük.”

sözleriyle hem yeni bir partinin kuruluşu hakkında, muğlak da olsa seslerin

çıktığını, hem de böyle bir parti kuruluşunun hazırlıksız olmadığına dair bilgiler vermiştir. Buradan çıkarımla da, Ahali Fırkası’nı kuran kişilerin yalnızca yeni fırkayı kurmaya kesin olarak karar verdikleri gün istifanâmelerini prosedür gereği verdiklerini söyleyebiliriz. Yani, Ahâli Fırkası istifanâme üzerine kurulmuş değil, yapılmış olan bir hazırlık ardından verilen bir istifâname ile kurulmuştur.

Tanin Gazetesi (24 Şubat 1910/11 Şubat 1325, s.3), Gümülcine mebusu İsmail

Hakkı Bey’in istifasının Şehremaneti istikrazı tartışmalarında yaşanan sorunlardan dolayı olduğunu iddia etmektedir. Tanin gazetesinin, İttihat ve Terakki’ye olan yakınlığı göz önüne alındığında böylesi bir iddia ile İkdam gazetesinin bahsettiği

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 65 “Fırka-ı İbad” söylentileri bir kenara atılıyor ve Ahali Fırkası da Meclis-i

Mebusan’da kurulmuş bir “küskünler partisi” haline geliyordu. Bu noktada Tanin gazetesinin bu iddiasını, Ahali Fırkası’nın olası muhalif yönünü örtbas etmek için yayınladığını düşünebiliriz. Buna karşın, Mebusan Meclis zabıtlarından konuyu incelediğimizde, Tanin Gazetesi’nin bu iddiasının tamamen yersiz olmadığını söyleyebilsek de, burada yaşanan tartışmalar, istifaları tetikleyen bir olay olmaktan

öte değildir. Öte yandan, yine Tanin’in bahsettiği gibi, bu Şehremaneti istikrazı tartışması yalnızca İsmail Hakkı Bey’in istifasına yol açmamış, konu incelendiğinde, tartışmalar sırasında açıkça görülen gruplaşma çerçevesinde, yaşanan İstifalarda ismi geçen kişilerin de bu istifa konusunda gruplaştıkları açıkça görülmektedir.

Ahali Fırkası’nın kuruluşuna dair istifanâme ve altında bulunan imzalar aşağıdaki şekildedir22:

• İttihat ve Terakki Fırkası Reis-i Sânisi, Gümülcine Mebusu İsmail,

• İttihat ve Terakki Fırkası İdare Memuru, Karesi Mebusu Vasfi,

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından, Trablusgarb Mebusu Ferhad,

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından, Beyazid Mebusu Süleyman Sûdi,

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından, Burdur Mebusu Ömer Lütfi,

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından, Erzurum Mebusu Şevket

22 Bkz. EK-2 (Tarık Zafer Tunaya, kitabında bu istifanemenin Sabah gazetesinin 9 Şubat 1325 tarihli nüshasında da yayınlanmış olduğunu belirtmişse de, bu nüshayı incelediğimizde istifa haberine rastlanamamıştır.)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 66 2.1.1.Şehremaneti İstikrazı

Konu 6 Aralık 1909 (23 Teşrinisani 1325) günü “Şehremanetince akti karargir olan bir milyon yüz bin liralık istikraz hakkında sadaret tezkiresi” adıyla meclise gelir (MMZC, 1985a:208). Tezkirenin konusu, İstikraz Kanunu’nu tanzim edilerek

1.200.000 lira istikraz edilmesi ve Maliye Nazırı’nın da kefil edilmesidir. Tezkire,

Muvazene-i Maliye ve Dahiliye Encümenlerine havale edilir. Ardından, 10 Ocak

1910 (28 Kanunuevvel 1325) Pazartesi günü (MMZC, 1985a:482) tezkire encümenden döner ve Muvazene-i Maliye mazbatası okunur ve pazartesi günkü

Takvim-i Vakayi’de neşredilmek üzere ruznameye konması kabul edilir. Mazbatanın da eklenmiş olduğu, 2 Şubat 1910 (20 Kanunusani 1325) günü (MMZC, 1985b:92)

öncelikle, yine Muvazene-i Maliye encümeni mazbatası okutulur, ardından ise,

Cemiyet-i Umumiye-i Belediye Resi ve Dahiliye Encümeni mazbatası okutulur ve müzakereye başlanır.

İlk celsede lehte yapılan konuşmaların sonrasında, İsmail Hakkı Bey, ikinci celsede aleyhte söz alarak konuşmasına başlar (MMZC, 1985b:108). Sanki

“şehremanetin istikrazı akda mecbur olduğu” havası yaratılarak aceleyle kabul ettirilmeye çalışılmasına karşı çıkar ve müzakere yapılmadan kabul edilemeyeceğini ifade eder. Konuşmasını alkışların böldüğü sırada meclis içerisinden ıslıklar duyulur ve bunun üzerine Ömer Feyzi Efendi, “Bir mebusun sözlerine karşı meclisimizde

ıslık ilk defa işitiliyor, teesüf ederim.” der, İsmail Hakkı Bey ise, “Feyzi Efendi teesüf etme. Daha müzakerenin iptidasında kifayetini ortaya koymak isteyenler bunu da yapabilirler. Bu onun yanında pek zayıf kalır.” diyerek bir noktada küskünlüğünü ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 67 tepkisini de ortaya koyar. Yaşanan bu ikili konuşma bir bakıma, daha sonra yaşanacak olan tartışmaların ve kopuşun hazırlığı gibidir. İsmail Hakkı Bey, köprülerin o güne kadarki durumunu;

“Şimdi burada siz adeta bir kanun yaparcasına, köprüler

belediyenindir, yolunda bir karar verecek olursanız, bütün o gibi

köprülerin de belediyeye ait olması lazım gelir. Belediyeyi köprü

yapmaktan kimse men edemez Nitekim Şehremanetini de Halice

ikinci bir köprü yapmaktan kimse men edemez. Bunu Hükümet

inhisar altına alamaz. Başka köprü yaptıramazsın diyemez.

Belediye de yapabilir. Fakat bânisine ait olan köprüyü belediye

alamaz.”

sözleriyle tezkireye tepki gösterir ve bir milyona köprü yapılacağına, mevcut diğer sorunlara kaynak ayrılmasını talep eder. Sonrasında, İstanbul mebusu Zöhrap

Efendi’ye yüklenir ve istikrazın nedeninin kötü yönetimden kaynaklandığını iddia eder. Şehremanetinin sene içerisinde yaptıracağı tesisler için düzenlenen bütçeye ve sene sonuna da yaklaşılmasına karşın, neden henüz hiçbir tesisin yapılmadığını sorarak Şehremanetinin zaten var olan projelerini bile bitirmediğini, dolayısıyla da böylesi bir durumda akdolunacak istikraz için de Maliye Nazırı’nın kefaletini “gayr-ı caiz” bulduğunu ifade etmiştir.

Ardından söz alan Tokat Mebusu Mustafa Sabri Efendi de, İsmail Hakkı Bey’i referans göstererek yapılmaya çalışılan işin yanlışlığına dikkat çeker ve akdolunacak olan istikrazın bir kısmının masraf adı altında belediyenin başka kanallarına

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 68 aktaracağını ortaya koyar ve İstanbul’da yaşanan sorunlar üzerine fikir belirtir.

Ardından ise, bugüne kadar yapılmamış işlerin yanında bir de bu iş için istikraza gidilmesi, bir de üzerine Maliye Nazırı’nın kefil gösterilmesinin mümkün olamayacağını ifade etmiştir. Sonrasında yapılan konuşmaların ardından müzakere cumartesi gününe ertelenmişse de, ancak 7 Şubat 1910 (25 Kanunusani 1325)

Pazartesi günü gündeme alınabilmiştir.

7 Şubat 1910 (25 Kanunusani 1325) tarihinde (MMZC, 1985b:166) müzakereye kaldığı yerde devam edilerek önceki oturumda söz istemiş mebuslar konuşmalarına başlamışlardır. Bu oturumda söz alan Karesi Mebusu İbrahim Vasfi

Efendi konuşmasına, İsmail Hakkı Bey ve Mustafa Sabri Efendi ile paralel bir

şekilde, “Şehremaneti istikrazının esasen bu meclise katiyyen taallûku yoktur. Sonra maksat, şu istikrazın tasdiki, kabulü değildir. Maksat, en mühim olan bir varidat-ı milliyeyi terketmektir.” sözleriyle konuşmasına giriş yapar ve bu istikraz meselesiyle de önceki sene Yıldız ve tetimmâtının Şehremanetine terkinin kabul edilmesiyle başlayan usulsüzlüğün bir gelenek haline getirilerek devam ettirilmeye çalışıldığını savunur. Konuşmasının ilerleyen bölümlerinde akdolunması istenen istikrazın oldukça yüksek olduğunu ifade etmiş, Maliye Nazırı Mahmet Cavit’in “Usûl ve ahkâmı esasiye itibariyle bu miktar para (120) milyon borcu olan bir devletin itibarı mâlisine zerre kadar halel getirmez.” cevabı üzerine de İbrahim Vasfi Efendi, “O halde, kefaletin hiç manası yoktur.” demiş ve salonda bir gürültü kopmuştur.

Sonrasında köprü meselesine değinen İbrahim Vasfi Efendi, “Esasen mevcut olan köprüler hazinei milletin parası ile yapılmıştır, o yolda vücuda gelmiştir. Bunun hakkı mürür ile mezcederken hakkı mürurun Şehremanetine aidiyetini kabul etmeyi

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 69 hiçbir akıl ve mantık teslim etmez. Hakkı mürur başkadır.” diyecek ve “Şehremini

Hükümet tarafından intihap edildiği için bütün ahalinin hukuku esasiyesi ile müntehap olan belediye reislerine de müdehale ediyor.” sözü ile belediyeler üzerinde hükümetin baskı kurmaya çalıştığını ifade edecektir. Hemen ardından söz alan

Konya Mebusu Hacı Mustafa Efendi,

“(...)1293 tarihinde yolsuz, haksız, adaletsiz tanzim olunup,

Meclisi Umuminin tasdikine iktiran eden bir kanunu, ilân-ı

Meşrutiyeti müteakip bir şiddet ve nefretle reddetmişiz. İşte şimdi

biz de bugün meclisi Umumii Millii Mebusanız diyerek,

bulunduğumuz sıfat ve selahiyeti tecavüz ederek, milletin bu

hukukunu devri istibdada imtisalen yahut şereflerimiz 1293

tarihindeki mebusana ittihaben bu yolsuz kanunu, adaletsiz olarak

verecek olursa, lütfen burası düşünülmelidir. Acaba bu kanun ebedi

payidar olur mu, olmaz mı?”

sözlerine Maliye Nazırı Cavit Bey cevap vermek zorunda kalmış, ancak

“Verdik, bitti. o şimdi mevzubahis olamaz.” diyerek geçiştirmiştir.

Müzakerenin sonraki bölümlerinde söz alan ve yine istifalarda ismi geçen

Konya Mebusu Zeynelabidin Efendi, belediye ve maliyenin ayrı olduğunu ifade eder ve burada ikisinin birleştirilme çabasına girildiğini ve meclisin şehremaneti bütçesiyle maliyeyi karıştırmaması gerektiğini, köprülerin hazineden (beytülmal)

şehremanetine verilmesinin yanlış olduğunu şu sözlerle ifade eder:

“Eğer belediye bütçesi ile Maliye Bütçesini tevhide karar

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 70 veriyorsanız, hiçbirşey demem. Sair vilayet belediyelerinin de

iştirak etmesi icabeder. Eğer ayrı ise, Beytülmalin birinden alınıp

da diğerine nakletmek için bir hükmü hakime muhtaçtır. (...)

Beytülmal, Maliyedir. Maliyetime izafetle kefalet sahih değildir.

Maliye Nazırının da Beytülmale muzaf olarak kefaleti sahih

değildir. (...) Eğer Şehremaneti bütçesiyle Maliye bütçesinin

tevhidini Meclis kabul ediyorsa birşey diyemem. (...) Beytülmalden

alınıp oraya verilmesi caiz değil. Yok, belediyeyi de Beytülmal

diyorsak, vilayetleri de müsavi tutalım.”

Müzakere ardından verilen takrirler okutulur ve (esâmî oylama yapılması için verilen bir takririn de kabülü ile) Hükümeyin teklifi için ismen oylama yapılmış ancak, 57 oya karşı 112 oyla kabul edilmiştir23. Oylamada, istifa listesinde ismi bulunan Trablusgarb Mebusu Ferhad Efendi ve Beyazıt Mebusu Süleyman Sudi

Efendi dışındaki Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey, Erzurum Mebusu Hacı

Şevket Efendi, Burdur Mebusu Ömer Lütfü Efendi, Karahisar-ı Şarki Mebusu Ömer

Fevzi Efendi, Karesi Mebusu İbrahim Vasfi Efendi, Tokat Mebusu Mustafa Sabri

Efendi24 ve bir gün sonra istifa edecek olan Konya Mebusu Zeynelabidin Efendi red oyu kullanmışlardır.

Konu 19 Şubat 1910 (6 Şubat 1325) günü yeniden meclise geldiği görülmektedir (MMZC,1985b:375) ve Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey’in

23 İsmen oylama listesinin başında bu sayılar 112 kabul, 55 red şeklindedir. Mebuslar sayıldığında ise yine 57 red oyu bulunmaktadır (MMZC, 1985b:184,185). 24 Mustafa Sabri Efendi’nin oyu esami oylama listesinde bulunmamaktadır. Ancak, sonraki dönemde meclis kâtipleri hakkındaki bir tartışma sırasında verdiği oyu belirtmiştir (MMZC, 1986a:518,519).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 71 yarıda kesilen konuşmasıyla başlamıştır25. İsmail Hakkı Bey’in sözünü kesen meclis başkanı;

“Bu kağıt için ayana gitti deniliyor? O günkü müzakereden

sonra öyle hatırımdadır ki, Encümene gönderdik. 3-4 gün sonra

hükümet tarafından, tabii, bir an evvel Heyet-i Ayan’da çıkması

için böyle bir kağıt gelmedi denilmiş. Bunun üzerine Hükümet

tarafından bize ‘Encümene gidecek değildi. Âyan’a gelecekti.

Çünkü Hükümetin teklifi kabul olunmuştu. Niçin Ayan’a gelmedi?’

diye bir sual varid oldu (...) Hükümetin teklifi umumen kabul

olunmuştu. Yalnız teferruat kalmıştı. Esas belki Ayanca’da kabul

edilir dedim. Encümenden kağıt aldım Ayan’a gönderdim. Hata

varsa tekrar ayandan alır burada müzakere ederiz.”

diyerek tepki gösterilen durumu açıklamış, ardından ise çetin bir usul tartışması başlamıştır.

Söz alan Karahisar-ı Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi, meclisin yalnızca

Maliye Nazırı’nın kefaleti ile köprülerin Şehremanetine terki konularını tartıştığını belirtmiş, ayrıca 5 maddelik layihanın mecliste okunmadığını ifade etmiştir. 26

Ardından ise, nasıl doğrudan encümene gittiğini sormuş ve meselenin oylanması gerektiğini belirtmiştir. Sonrasında söz alan Karesi mebusu İbrahim Vasfi Efendi,

25 Zabıtlarda evveliyatının 24 ve 39. inikat zaptında olduğu yazsa da, bu inikatlarda bu konuda bir bilgi görülmemektedir. Buna karşın konu 11, 23, 34 ve 36. inikatlarda bulunmaktadır ve de İsmail Hakkı Bey’in söze bu şekilde nasıl ve neden girdiği zabıtlardan anlaşılamamıştır. 26 Zabıtlardan da görüleceği üzere gerçekten de okunmamıştır, yalnızca ek olarak sunulmuştur (MMZC, 1985b:379).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 72 (madde madde tartışılamayacağı iddiası üzerine) nereden bakılırsa bakılsın layihanın madde madde oylanması gerektiğini ifade etmiş ve esasa girerek “Bugün

Şehremaneti hakikaten kendi kendine her veçhile ile istikraz eder, bu meclise de sormaz, sormaması lazım gelir. Fakat bu istikraza Maliye Nazırı’nın kefil olması itibariyle bütün millet namına bu zamanı taahhüt etmek esasıyla biz bu istikrazın esasını tetkike selâhiyatdarız; zira bir mes’elei maliyyedir.” şeklide istikrazın neden

Mecliste tartışılması gerektiğini ifade etmiştir (MMZC, 1985b:380).

Söz alan Gümülcüne Mebusu İsmail Hakkı Bey, bu konunun “bazı rüfekayı kirâmın geçiştirdikleri gibi” geçiştirilecek bir konu olmadığını ifade eder ve “bu mesele, hem Kanunu Esasi’nin tamamîi ahkâmına taalluk eder ve hem de öteden beri ahkâmına riayet etmekte olduğumuz Nizamnamei Dahili’nin sarahatine tâbidir.” sözleriyle konunun basit gösterilerek geçiştirilmeye çalışıldığını, ancak geçmişten gelen sorunların devamı niteliğinde ve önemli bir konu olduğunu ifade eder. İbrahim

Vasfi Efendi ve İsmail Hakkı Bey’e destek veren sonraki konuşmalar ile tepkinin artmasıyla birlikte Meclis Başkanı “Eğer arzu ederseniz, tetkik olunmayan maddelerin yeniden müzakeresi için Âyandan lâyihayı getirtiriz.” der ve meclis tarafından kabul edilir.

Bu noktada söylemek gerekir ki, İsmail Hakkı Bey başta olmak üzere istifa mektubunda ismi geçen mebuslar, İttihat ve Terakki Fırkası üyelikleri altında bu konuda oldukça çetin bir muhalif duruş sergilemişlerdir. Aslında bir kaç gün sonra yaşanacak istifanın belirtilerini Hükümet teklifinin oylanmasından beri yaşanan

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 73 süreçte görmekteyiz.27

21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) günü ilk celsenin başında, kısaca, bir an önce sonuca varılmasının istendiğine dair “Şehremaneti istikrazına dair layihai kanuniye hakkında Sadaret tezkiresi” okunur (MMZC, 1985b:425). Meclisten “Pek münasip” sesleri yükselirken İsmail Hakkı Bey bu konunun meclis programı gereğince

çarşamba gününe alınmasını teklif eder, ancak acele edilmesi gerektiği gerekçesiyle karşı çıkılır ve konunun ikinci celsede müzakere edilmesine karar verilir.

İkinci celse başında layiha madde madde okutulur ve 1. maddenin müzakeresi sırasında Menteşe Mebusu Halil Bey’in “İki maddesi hakkında zaten tâyini esâmi ile rey verdik, bu bitti.” diyerek üçüncü maddeye geçilmesini istemiş, bunun üzerine de

Karahisar-ı Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi söz alarak tekrar müzakere edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ancak Meclis Başkanı “İş görelim efendim” diyerek tartışmayı göz ardı etmiş ve hemen birinci maddeyi oylamaya sunmuş, kabulu ertesinde de “ikinci ve üçüncü madde evvelce kabul edilmiştir.” diyerek dördüncü maddeye geçmiştir. Karesi Mebusu İbrahim Vasfi Efendi dördüncü maddeye itiraz ederek Maliye Nazırıyla tartışmışsa da, meclis başkanının da geçiştirmesiyle birlikte bu madde de kabul edilmiştir. Meclis zabıtlarından oldukça hızlı bir şekilde ve maddeler üzerindeki tartışmaların dikkate alınmadan geçiştirilerek kabul edildiği görülen oylama sonrasında Meclis Başkanı “Herhalde bu iş bitti. Ayanda da olsaydı bu kadar çabuk çıkmazdı.” demiş ve konuyu kapatmıştır.

27 Örneğin, Hükümet teklifinin oylanması ertesindeki “Dairei Sadaret ve Dahiliye Nezaretine ait bazı muhassesatın ademi kifayet sebebiyle yeni tahsisat ilavesine dair maddei kanunniye” (ismen) oyla- masında 2 kişi red oyu vermiştir ve bu oylardan birisi Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey’indir ve İsmail Hakkı Bey’in fırkasına ve icraatlerine tepkisi açısından da önemli bir örnektir (MMZC, 1985b:147).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 74 Özellikle müzakerenin son günü gelen bir Sadaret Tezkiresi’nin meclis başkanı ve istikrazı destekleyen mebusları böylesine etkisi altına almış olması, meclis başkanının mebusların tartışmalarını göz ardı ederek hareket etmesi (ileriki bölümlerde üzerinde durulacağı üzere), başta İsmail Hakkı Bey olmak üzere, istifada ismi geçen mebusların nizam ve Meşrutiyet görüşüyle zıt düşmektedir.

Şehremaneti istikrazı tartışmasına baktığımızda, Tanin gazetesinin iddialarında haksız olmadığını söyleyebiliriz. Ancak, kesin bir şekilde bu olaydan dolayı ayrıldılar diyebilmemiz ise, elimizde herhangi kesin bir bilgi ya da belge olmadığından dolayı imkansızdır. Buna karşın Tanin gazetesinin dönemde siyasal nabzı tutan ve adı geçen bir gazete olmasından dolayı; Şehremaneti İstikrazı konusunu da incelediğimizde, gazeteye hak vermememiz de pek elde değildir. İttihat ve Terakki Fırkası ile istifa edecek kişiler arasında ise açık bir kamplaşma yaşanmış olduğu bu olayda açıkça bellidir. Haliyle de, Şehremaneti İstikrazı meselesini, Tanin

Gazetesini de doğrulayarak, istifaların bir nedeni olarak ortaya koymamız sanırım yanlış olmayacaktır. Ancak, bunun dışında istifalar hakkında neden aramamız, elimizde herhangi bir bilgi ve belge olmadığından dolayı, şu an için ne yazık ki tahminden öteye gidemeyecektir.

2.1.2.İstifaların ötesinde... “Fırka-ı İbad” ve Ahali Fırkası

31 Mart’ın dalgalandırdığı suların durulduğu İkinci Hüseyin Hilmi Paşa

Kabinesi, fırtına öncesi sessizlik gibidir. Muhalefetin suskun kaldığı ve dağıldığı, iktidarın ve İttihat ve Terakki’nin ise bir adım geri çekilerek, yeni bir 31 Mart’ın

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 75 korkusunu yaşadığı bir dönemdir. Ancak, özellikle İttihat ve Terakki’nin “Siyasi

Müsteşarlıklar” tasarısı, siyasetin durulmuş sularını yeniden harekete geçirecek ve böylece hem muhalefet, hem de İttihat ve Terakki yeniden harekete geçecektir.

Nihayetinde de, İkinci Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesi, muhalefetin de İbrahim Hakkı

Paşa kabinesinin güven oylaması sırasında iddia ettiği üzere, İttihat ve Terakki’nin baskılarına dayanamayarak istifa edecektir.

İbrahim Hakkı Paşa Kabinesinin güven oylamasında yaşanan tartışmalar,

İttihat ve Terakki - muhalefet çatışmasının bu döneminde çok daha çetin bir hal alacağını çoktan ortaya koymuştur. Çünkü, İ ttihat ve Terakki II. Abdülhamit’in siyasal manevrası ile aniden karşılaştığı “iktidar rolünü” henüz daha yeni yeni benimseyebilmiş ve 31 Mart ile de kendine güvenini kazanmış; muhalefet ise, 31

Mart ile birlikte karşıt kesimin ne kadar kalabalık olduğunu görerek, İttihat ve

Terakki’nin attığı adımlara daha cesur karşılıklar vermeye başlamıştır.

31 Mart, Osmanlı’nın Meşrutiyet yönetimi için büyük önem arz etmektedir. 31

Mart öncesinde II. Abdülhamit’in manevraları ve İttihat ve Terakki ile çekişmeleri nedeniyle Meşrutiyet rejiminin kuruluş dönemi yaşanmış, yaşanan 31 Mart Vakası ve hemen ardından meşrutiyet yandaşlarının baskı ve gücüyle II. Abdülhamit’in tahttan indirilerek, yerine meşrutiyet rejimine bağlılığını bildiren V. Mehmet Reşat’ın tahta

çıkmasıyla ve Kanun-u Esasi’de yapılan değişiklikler ile birlikte de artık geçmişe dönüş yolunun kapalı olduğu genel kabul görmüştür. 31 Mart’ın ertesinde, yine aynı kabine ile yola devam edilmesi kararı ile, hem 31 Mart ayaklanması yok sayılmış, hem de artık resmen Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi rejiminin meşrutiyet olduğu ve geri dönüş yaşanmayacağı açıkça ortaya konmuştur. Ancak, II. Abdülhamit’in

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 76 İstibdat rejiminden kurtulmak ve özgürlük için İttihat ve Terakki çevresinde

örgütlenen pek çok görüş, II. Abdülhamit’in ani Meşrutiyet rejimi hamlesi karşısında bir iktidar boşluğuna düşen cemiyetin artan baskısı karşısında, daha 31 Mart

öncesinde kopmaya başlamış ve bu baskı da 31 Mart’ın hazırlayıcısı olmuştur.

Ancak, İttihat ve Terakki’nin “siyasi müsteşarlıklar yasası”, 31 Mart sonrasında da baskı ve hegemonyanın bitmeyeceğinin, aksine artacağının bir işareti olmuştur.

İttihat ve Terakki’nin hükümetleri dışarıdan denetlemek yerine, İkinci Hüseyin Hilmi

Paşa Kabinesiyle Bab-ı Âli içerisine giriş yapmış olması, İttihat ve Terakki

Cemiyeti’nin iktidara doğrudan ortak olması anlamına geliyordu. İttihat ve

Terakki’nin hükümetleri dışarıdan kontrol politikası çerçevesinde ortaya attığı siyasi müsteşarlıklar fikrinin muhalefet ve Meclis-i Mebusan tarafından kesin olarak reddedilmesi ertesinde girişilmiş bu hareket, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni doğrudan

Meclis çatısı içerisine sokmuş ve böylece de siyasal mücadelenin artık meclis çatısı altında yaşanacağı kesinleşmiştir.

İttihat ve Terakki’nin, İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi içerisindeki baskın konumu ise, 31 Mart ve İkinci Hüseyin Hilmi Paşa kabinelerinden cemiyetin aldığı dersin bir göstergesidir ve bu kabine döneminin meclis içerisinde hararetli geçeceği, henüz güven oylamasında ortaya çıkmıştır.

Hararetli geçen Hakkı Telif Kanun Layihâsı müzakerelerinde 14. maddenin oylanması ertesinde İbrahim Hakkı Paşa hükumet programını okunmuştur (MMZC,

1985a:617). Programa muhalefet olan kesimin büyük çoğunluğu Ahrar ve İttihad-ı

Muhammedi Fırkası üyeleriydi (Bkz. EK-1) ve Ahali Fırkası’nın kuruluşuna neden olan istifalarda ismi geçen kimse bu güven oylamasında red oyu vermemiştir. Hatta,

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 77 Konya Mebusu Zeynelabidin Efendi ve Tokat Mebusu Mustafa Sabri dışındaki tüm

üyelerin kabul oyu verdikleri zabıtlarda görülmekte, ancak bu iki mebusun isminin ne itimat, ne de adem-i itimat listesinde bulunmamasından dolayı oylamaya katılmadıkları düşünülebilir. Zabıtlara baktığımızdaysa, o gün için, yalnızca oylamaya geçilirken Tokat Mebusu Mustafa Sabri Efendi’nin bir takrir altında imzası olduğu görülmekte, Konya Mebusu Zeynelabidin Efendi’nin ise hiç ismi geçmemektedir. Tokat Mebusu Mustafa Sabri Efendi’nin yalnızca oylamanın esâmi yapılması yönündeki takrirde imzası bulunmakta, takrirdeki diğer imzalara baktığımızdaysa da hepsinin kabul oyu verdiğini görmekteyiz. Buradan hareketle

Tokat Mebusu Mustafa Sabri Efendi’nin de kabul oyu verdiğini söyleyebileceğimizi düşünüyorum. Ancak, esâmi oylama sonuçları ile ertesi gün okunan sonuçlar arasında farklılık olduğunu da göz önüne alırsak eğer, bu iki mebusun oylarının renklerini kesin olarak bilmemiz de pek mümkün değildir. Ayrıca tamamen tesadüf olduğunu düğündüğüm bir şekilde, bu iki isim, istifalarını 6 kişilik grubun ertesinde,

23 Şubat 1910 (10 Şubat 1325) tarihinde vermişlerdir. Aynı dilekçe ile istifalarını duyuran altı mebus ise, bu oylamada itimat oyu vermişlerdir.

Meclis içerisinde bahsi geçen mebusların özellikle Şehremaneti İstikrazı konusunda bir kamplaşma yaşadıkları önceki incelemede de ortadadır. Haliyle, böyle bir hizbin var olmadığını söylememiz olanaksızdır28 ve bu hizbin -Tanin’in iddia ettiği gibi- bir istifa neticesinde oluşmadığı da açıktır. İkdam gazetesinin bahsetmiş olduğu “Fırka-i İbad” ismi ise, muhtemelen Ahali Fırkası’nı oluşturacak olan

28 Partinin kuruluşu başlığı altında da verilmiş olan Hacı Mustafa Efendi’nin “Ahali Fırkası, bundan altı ay mukaddem hissedilen lüzum-ı kat’î üzerine intizâr olunan...” cümlesi de bu durumun bir kanıtıdır. (Bkz. Ek-8).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 78 mebuslar tarafından, bu var olan hizbin istifa ertesinde kuracakları fırkayı saklamak için kullanılmıştır. Çünkü, İkdam Gazetesi’nin yayınladığı yazıda geçen “Fırka-ı

İbad” aynı zamanda 1908 yılında kurulmuş olan ve bir dönem Ahali Fırkasıyla birleşmeyi düşünmüş, ancak fırka lideri İsmail Hakkı Bey’in “haris şöhreti”nden dolayı bundan vazgeçmiş (Birinci, 1990:39) olan Osmanlı Demokrat Fırkası’nın da ismidir29 . Osmanlı Demokrat Fırkası’nın Meclis içerisinde hiç mebusu bulunmamamışsa da, meclis çatısı altında adından da söz ettirmeyi başarmıştır. Hatta

İsmail Hakkı Bey, “Demokratların tevkifi hakkında istizah takriri” vermişse de, uzun tartışmalar neticesinde 50’ye karşı 53 oy ile takrir reddedilmiştir (MMZC,

1986d:697). Halihazırda böyle bir partinin varoluşu da, muhtemelen Ahali Fırkası mebuslarının bu ismi kullanmamalarında bir etken olmuştur. İkdam bu konuda,

Fransızca demokrat anlamında mütalaa edilen “Fırka-i İbad” isminin bir süredir duyulduğunu, ancak Meclis-i Mebusanda temsil edilecek bu fırkanın, bu güne kadar

“Fırka-i İbad” şeklinde geçen bu isminin, “Ahali Fırkası” olarak değiştirilmiş olmasında bir anlam olmadığını belirtmiştir. İkdam, bunun yanında zaten Ahali fırkasının bir “Fırka-i İbad” da olmadığını ifade ederek “Bu fırka Avrupa’da Radikal

Sosyalist denilen fırka aksamındandır” demiştir (Bkz. Ek-2).

2.2.Ahali Fırkası Üyeleri

Ahali Fırkası’nın bilinen üyelerinin İttihat ve Terakki Fırkası’ndan olduklarını,

29 Osmanlı Demokrat Fırkası, 1908 - 1910 yılları arasında adını duyurabilmiş ve 31 Mart’ta ayaklan- macılar arasında yer almış, ancak sonraki dönemlerde arka planda kalmış bir fırkadır (Tunaya, 2009a:207).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 79 istifanâmeden ve İkdam’ın haberindeki istifa listesinden görmekteyiz. Bilinen

üyelerinden 2 kişi ise Ahrar Fırkasından geçiş yapmışlardır. Aynı yazıda, istifanâme haricinde otuz mebusun ayrıldığını belirtmiştir30. Ancak, bu mebusların isimleri hiçbir yerde yayınlanmamıştır. Dolayısıyla da, kesin olarak kaç tanesinin ve hangilerinin fırkaya katıldığı bilinmemekle birlikte, İkdam gazetesi aynı yazıda fırkaya bağlı mebus sayısının yirmiyi geçmediğini belirtmiştir. Buna karşın İştirak gazetesi meclis içerisinde 42 mebusu bulunduğunu (Aktaran: Birinci, 1990:40), Yeni

Gazete ise fırkanın mebus sayısını 40 olarak belirtmiştir (Bkz. Ek-4).

İkdam istifaları yayınladığı yazıda, istifanâmede ismi bulunan kişilerin dışında kimsenin isminin geçmemiş olmasını haklı olarak

“Fırkadan inşikak eden diğer zevatın dahi isimlerini ilan

ettirmeleri pek tabiî idi. Çünkü mü'ekkeller yani Ahali vekilleri

tarafından verilen böyle mühim fırkada matla' olmak isterlerdi.

Meclis-i Meb'usan müzakeratında bu yeni teşekkül eden fırka

azasının ne gibi da'ilerde bulunmuş olduklarını herkes anlamalı

idi.”

sözleriyle eleştirmiştir. Zira, yazıda da belirtildiği gibi isimlerinin yayınlanmamış olması ve meclis zabıtlarında da fırka isimlerine dair bilgi bulunmadığı için, Ahali Fırkası’nın üyelerinin tamamının kim olduğunun bulunması neredeyse imkansız bir duruma düşmüştür.

30 İştirak, 27 Mart 1326 ve Fransızca yayınlanan Le Moniteour Oriental gazetesi 20 mebus, Dr. Rıza Nur ise, “Hürriyet ve İtilaf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü?” isimli kitabında bu sayıyı 17 olarak belirt- miştir (Aktaran: Tunaya, 2009:272, 24. dipnot).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 80 İstifanâmeden ve çeşitli kaynaklardan yola çıkarak ulaşılabilen fırka üyeleri ve haklarında edinilebilen bilgiler ise oldukça kısıtlıdır. Buna karşın ulaşılan bilgiler

ışığında, Ahali Fırkası’nın modern muhalif çizgisinin nasıl oluştuğunu ve daha sonraki dönemde ise nasıl bozulduğunu görebiliyoruz.

Fırkanın ulaşılabilmiş üyeleri şunlardır31:

1.Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey

2.Karesi Mebusu İbrahim Vasfi Efendi

3.Trablusgarb Mebusu Ferhad Efendi

4.Beyazid Mebusu Süleyman Sûdi Efendi

5.Burdur Mebusu Ömer Lütfü Efendi32

6.Erzurum Mebusu Şevket Efendi

7.Konya Mebusu (Şeyhzade) Zeynelabidin Efendi

8.Tokat Mebusu Mustafa Sabri Efendi

9.Karahisar-ı Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi33

10. Sivas Mebusu Ahmet Şükrü Efendi34

11. Antalya Mebusu Mehmet Hamdi (Yazır)35

12. Konya Mebusu (Kürdzâde) Hacı Mustafa Efendi36

31 İlk altı üye istifanâme ile, sonraki iki üye kuruluş ardından ikinci bir istifanâme ile, ardından gelen üyelerin ise çeşitli kaynaklardan yola çıkılarak parti üyesi oldukları tespit edilmiştir. 32 Tunaya kitabında parti üyeleri bölümünde Ömer Lütfü’nün adını yazmamıştır, ancak istifanâmede ve diğer kaynaklarda ismi geçmektedir (Tunaya, 2009a:266). 33 Tunaya, 2009a:266; Yücel, 2006:8; Kansu, 1995:400. 34 Kansu,1995:400, 315; Yücel, 2006:8. 35 Kansu, 1995:390, 310. 36 Aydın, 2007.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 81 1- Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey: İsmail Hakkı Bey, İttihat ve

Terakki Fırkasının ikinci başkanlığından ayrılarak Ahali Fırkasını kurmuştur. İsmail

Hakkı Bey, başkanı olduğu partinin en aktif, mecliste sözü geçen, dinlenen ve de kanunlara en bağlı üyesidir37. Daha önceki dönemlerde meclis başkanlığı için aday olmamış olan İsmail Hakkı Bey, 3. İçtima dönemi başında da adaylığını koymamasına karşın, 26 Ocak 1911 (13 Kanunusani 1326) günü yeniden yapılmış olan ve aday olduğu reisvekili seçimlerinde 52 oy almasına karşın seçilememiştir

(MMZC, 1986e:330,331). Bir müzakere sırasında sözünün kesilmemesini istemesi

üzerine Meclis başkanı “Zannederim ki, sizi dinledikleri kadar kimseyi dinlememişlerdir.” diyerek38 İsmail Hakkı Bey’in meclis içerisinde sözünün ne kadar dinlendiğini de ortaya koymuştur. Gerçekten de İsmail Hakkı Bey, çoğu Ahali Fırkası

üyesi gibi, gerek Kanunu Esasi’ye, gerekse Meclisin Dahili Nizamnamesine oldukça hakimdir ve dolayısıyla da bu konudaki çıkışları da pek itiraz görmemiştir. İsmail

Hakkı Bey’in Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kuruluş dilekçesi verilene kadar bu partiden haberi olmamış, ancak Hürriyet ve İtilaf’ın bir toplantısında İsmail Hakkı

Bey’in katılımının kabul görmesi ertesinde, biraz da zorunlu kalarak, yayınladığı 23

Kasım 1911 (10 Teşrinisani 1327) tarihli beyanname (Bkz. Ek-11) ile fırka olarak

Hürriyet ve İtilaf Fırkasına katıldığını ilân etmiş ve ilk yöneticileri arasında ismi geçmiştir.

37 Rıza Nur Bey’in konuşması sırasında terini silmek için fesini çıkartıp, konuşmasını da fesini giy- meden devam ettirmesi üzerine “Fesini giy” şeklinde uyarmaya kadar bu bağlılığını göstermiştir. Normal şartlarda bu uyarıyı meclis başkanının yapması gerekmektedir (MMZC, 1991b:335). 38 Esasen meclis başkanı, İsmail Hakkı Bey’in sözünün kesilmediğini ifade etmeye çalışmıştır. Ancak, İsmail Hakkı Bey, meclis içerisinde yaptığı uzunca konuşmalara karşın sözü en az kesilen mebuslar- dan birisidir (MMZC, 1985b:590).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 82 İsmail Hakkı Bey, İttihat ve Terakki Fırkası içerisindeyken fırkanın faaliyetlerine karşı, Ahali Fırkası adıyla bir hizip yaratıp bu yolla muhalefet yapmayı seçmiş; ancak Hürriyet ve İtilaf’a geçtikten sonra da muhalefetin rüzgarına kapılıp, muhalefetin en aşırı unsuru olmuş (Birinci, 1990:334); ismi Mahmut Şevket Paşa’nın vurulması olayı (Cemal, 1977:36-38) dahil pek çok olayda geçmiş ve hakkında idam kararı çıkartılmış, Hürriyet ve İtilaf Fırkasını bir dönem resmen ele geçirmiş (Birinci,

1990:196,334), İngiliz, Fransız ve Yunanlılar adına casusluk hareketlerinde bulunmuştur (Birinci, 1990:219). İttihat ve Terakki’ye olan karşıtlığı hiç bitmemiş,

Bursa Valisi olduğu sırada, Mustafa Sabri Efendi ile birlikte, yüzellilikler olarak bilinen gürûhta ismi en önlerde geçmiş ve hatta kendisinin sadrazam olduğu bir kabine planı bile yayınlamıştır (İnkılâp, 1 Ağustos 1930, Nr. 26).

Cemal Paşa hatıralarında (1977:36), Gümülcineli İsmail Hakkı Bey için “Pek cüretkâr olan bu zatın ahlâken düşkün olduğuna tamamen kaniim. Memleketin başına en büyük belâ bu adam yüzünden geleceğine imanım vardır.” demiştir.

Gerçekten de İsmail Hakkı Bey’in meclis konuşmalarına bakıldığında, oldukça gözüpek ve sözünü geçiren bir kişiliğe sahiptir. Bu noktada şunu eklemek gereklidir ki, İsmail Hakkı Bey’nin muhalefeti, İttihat ve Terakki Fırkası ikinci başkanıyken fırkanın icraatlerine karşı bir tepki olarak başlamış, Ahali Fırkası başkanlığı döneminde ise bu tepkisi sertleşmiş; Hürriyet ve İtilaf döneminde ise Osmanlı içerisinde genel olarak sertleşen muhalif hareket ile birlikte kendi muhalif duruşu da, topyekun ve körükörüne bir İttihat ve Terakki karşıtlığına dönüşmüştür. Haliyle de

İsmail Hakkı Bey’i İttihat ve Terakki Fırkası ikinci başkanı olduğu ve Ahali Fırkası başkanıyken ki duruşu ile Hürriyet ve İtilaf’a katıldıktan sonraki hırs dolu duruşu

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 83 arasındaki farklılığı gözden kaçırmamamız gerekmektedir. Zira İsmail Hakkı Bey, her zaman sivri bir siyasetçi olmuş olsa da, Ahali Fırkası dönemindeki muhalefeti

İttihat ve Terakki’nin varlığına değil, hükûmetin icraatlerine, İttihat ve Terakki’nin baskısına ve de kanunsuzluklara karşıdır. Ancak bundan sonraki dönemde, İttihat ve

Terakki Fırkası’nın da artan baskısıyla birlikte, doğrudan fırkaya karşıt bir duruş sergileyecektir.

2- Karesi Mebusu İbrahim Vasfi Bey: İbrahim Vasfi Bey de, İttihat ve

Terakki Fırkasının idare memurluğu görevinden ayrılarak Ahali Fırkası’nın kurucuları arasında yerini almıştır. Sonraki dönemde Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ilk yönetim kurulu arasında ismi geçecek olan İbrahim Vasfi Efendi, bir süre sonra

İsmail Hakkı Bey ile Hürriyet ve İtilaf içerisinde ayrı düşmüş, hatta İsmail Hakkı

Bey’in grubu, İbrahim Vasfi Bey’in içerisinde bulunduğu grubu “Dinsizler” olarak bile addetmiştir (Birinci, 1990:94). İbrahim Vasfi Bey’in meclis konuşmalarına baktığımız zaman, partinin en aktif üyelerinden birisi olduğu görülmektedir (Bkz.

Ek-15). Partinin kuruluşu ertesinde, mecliste müzakere edilen Sicilli Nüfus Kanun

Layihası konusunda bir kanun teklifinin meclis başkanı tarafından geçiştirilmesi

üzerine “İşi kapatmaktan maksat nedir? Meclisimize istibdat girdi, yeter artık.” diyerek isyan etmiş (MMZC, 1985a:504) ancak destek görmediğinden konu kapatılmıştır39. İbrahim Vasfi Bey, hemen her konuda söz alarak fikir belirten ve

çoğu zaman da bu fikirleriyle meclis tartışmalarına yön veren bir mebustur. Usul-ü

Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu, Ahz-ı Asker (Daha sonra Mükellefiyet-i Askeriyye)

39 Ahali Fırkası üyeleri başta olmak üzere, meclis içerisindeki muhalif vekillerin bu tür çıkışları özel- likle 3. dönem sonunda ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kurulduğu 4. dönem başlarında oldukça artış göstermiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 84 Kanunu ve Ceza Kanunu gibi konuların müzkerelerinde ön plana çıkmıştır.

3- Trablusgarb Mebusu Ferhad efendi (Arap): Ferhad Efendi, İttihat ve

Terakki üyeliğinden istifa ederek Ahali Fırkası kurucu ve yöneticileri arasına katılmıştır. Ahali Fırkası’nın (bilinen üyeleri arasından) tek Türk olmayan (Arap 40)

üyesidir. Bunun yanında, meclis konuşma zabıtlarında hiçbir konuşmasına rastlanmamış (Bkz. Ek-15), yalnızca oylamalarda ismi geçmektedir.

4- Beyazid Mebusu Süleyman Sûdi Efendi (Acarbay): Süleyman Sudi

Efendi, İttihat ve Terakki üyeliğinden istifa ederek Ahali Fırkası kurucularından olmuştur. Ahali Fırkası’nın Hürriyet ve İtilaf’a katılma kararı sonrasında ise İttihat ve

Terakki Fırkası’na geri dönmüş ve cumhuriyetin kuruluşu sonrasında da Birinci

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasında Beyazıt mebusu olarak ismi geçmektedir. Kendisinin gönderdiği mektupların açıldığı iddiasıyla, İsmail Hakkı

Bey ve Nâfi Paşa ile birlikte verdikleri “Erzurum Vâlisinin küşâd eylediği iddia olunan mektup keyfiyetinin Dâhiliye Nezâretinden istizahına dair takrir” (MMZC,

1986b:332) müzakereleri sırasında ciddi tartışmalarda bulunmuş ve bu dönemden sonra, -oldukça az olan- kürsü konuşmalarındaki üslûbunda belirgin bir sertleşme göze çarpmaktadır.

5- Burdur Mebusu Ömer Lütfü Efendi: Ömer Lütfü Efendi, İttihat ve

Terakki üyeliğinden istifa ederek Ahali Fırkası’nın kurucuları arasında bulunmuştur.

II. Meşrutiyet öncesinde Antalya Belediye Reisidir. Devrim sonrasında azledilmiş, ancak halkı örgütleyerek, kendisini azleden Mutasarrıfı görevinden aldırmıştır

40 Kansu (1995:426), Ferhad Efendi’nin Ahali Fırkası öncesinde Ahrar fırkası üyesi olduğunu belirt- mişse de, Ferhad Efendi İttihat ve Terakki’den istifa etmiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 85 (Kansu, 1995:305,310). Meclis içerisinde Sicil-i Nüfus Kanunu, Pasaport Kanunu,

Usul-ü Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu gibi önemli konular başta olmak üzere

önemli konularda söz almıştır. Lâyiha Encümeni üyesidir (MMZC, 1986g:392).

6- Erzurum Mebusu (Hacı) Şevket Efendi: Şevket Efendi, İttihat ve Terakki

üyeliğinden istifa ederek Ahali Fırkası’nın kurucu ve yöneticisi olmuştur. 1906’da

Erzurum vergi ayaklanmasında liderlerdendir ve tutuklanmıştır. Erzurum Devrimci

(Meşrutiyet) hareketinde etkin bir rolü vardır ve liberal görüşlü bir ulema olarak görülmüştür. 1907 yılında İ ttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olmaktan dolayı tutuklanarak, müebbed kalebendlikle Sinop’a sürgün edilmiştir. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında serbest kalmış ve Erzurum’a döndüğünde ise bir kahraman gibi karşılanmıştır. Ardından seçimlerde Bağımsız katılmış (Kansu, 1995:319), İttihat ve

Terakki üyeliği ardından ise Ahali Fırkasına katılmıştır.

7- Konya Mebusu (Şeyhzâde) Zeynelabidin Efendi: Zeynelabidin Efendi,

İttihat ve Terakki’den altı mebusun istifasından daha sonra, 23 Şubat 1910 (10 Şubat

1325) tarihinde Ahali Fırkasına katılmıştır (Bkz. Ek-4). Konya’da oldukça nüfusludur ve buradaki Nakşibendiye-i Halidiye Zâviyesi’nin şeyhidir (Aydın,

2007:40). Ahali Fırkası’ndan Hürriyet ve İtilaf’a İsmail Hakkı Bey’in etkisinde kalarak, partinin kuruluşu sonrasında geçecek ve idare heyetinde görev alacaktır.

Meclisin ve de partinin en çok konuşan, heyecanlı vekillerindendir41 ve Ahz-ı Asker

(daha sonra Mükellefiyet-i Askeriyye) Kanunu, Ceza Kanunu başta olmak üzere,

Musakkafat vergisi kanunu, 1326 senesi Muvazene-i Umumiye Kanun Lâyihası,

41 Mektupların açılmasıyla ilgili bir tartışma sırasında Menteşe Mebusu Halil Bey’in ısrarla söze girme çabası karşısında Meclis Başkanı; “Halil Bey! En ziyade sizin için yoruluyorum. İkincisi Zey- nelabidin Efendiden.” (MMZC, 1986b:333) ve EK-15.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 86 1327 senesi İlmiyye bütçesi (bu dönemde mecliste İlmiyye Encümeni Başkanlığı yapmıştır) (MMZC, 1991b:267), 1327 senesi Maliye Nezareti bütçesi, 1326 senesi

Muvazene-i Umumiye Kanun Lâyihası, Evkaf Nezareti 1327 senesi Bütçe Kanunu lâyihası konularında ön planda olmuştur.

8- Tokat Mebusu (Hoca) Mustafa Sabri Efendi: Mustafa Sabri Efendi, ilk altı kişiden daha sonra Zeynelabidin Efendi ile birlikte, İttihat ve Terakki’den ayrılacak ve hem Ahali Fırkası’nın mecliste en çok konuşma alan, hem de hemen her konuda söz söyleyen vekillerinden birisi olacaktır. Ahali Fırkasından sonrasında ise

Hürriyet ve İtilaf’ın kurucularından olup, reis-i sâniliğe seçilecek (Birinci, 1990:66),

İsmail Hakkı Bey ile isimleri çoğu zaman birlikte anılacak ve hatta “Bu sıralarda hitabeti ve kitabeti ile İttihat ve Terakki’nin çok ürktüğü bir kaç muhaliften biri”

(Birinci, 1990:238) olacaktır. Mahmut Şevket Paşa suikastı ve Hürriyet ve İtilaf’ın

Ahali Fırkası üyelerinin eline geçmesinde İsmail Hakkı Bey ile birlikte anılmışlardır

(Birinci, 1990:87,91,110,191,195,238). Bab-ı Âli baskını ardından yurt dışına kaçmıştır. I. Dünya Savaşı ertesinde önce Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye üyesi olmuş, ardından I. ve II. Dâmad Ferid Paşa kabinelerinde şeyhülislamlığa atanış ve Paris

Konferansı sırasında sadrazama vekalet etmiştir. I. Dâmad Ferid Paşa kabinesinin düşüşü sonrasında Âyan Meclisine girmiştir. Anadolu Milli hareketine karşı tavır almış, oğlu ile birlikte yüzellilikler listesine alınınca ise, yeniden yurt dışına çıkmış ve de geri dönmemiştir.

Mustafa Sabri Efendi, İsmail Hakkı Bey gibi, Ahali Fırkası döneminde muhalefetini meclis çatısı altında tutmuştur. Ahz-ı Asker Kanunu (mükellefiyet-i

Askeriyye), Dersim Mebusu Lütfi Fikri Bey’in tevkifi, 1326 Senesi Maliye Nezareti

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 87 Bütçesi, Tenkisat kanunu ve Musakkafat Vergisi müzakerelerinde ön planda olmuştur. Sonraki dönemin rüzgarıyla birlikte, yine İsmail Hakkı Bey gibi ve genellikle de onunla birlikte, Hürriyet ve İtilaf’ın topyekun muhalefetine katılmıştır.

Mustafa Sabri’nin ulema sınıfından oluşu, muhtemelen İsmail Hakkı Bey kadar sivrilmemesine neden olmuşsa da, fikirleri İsmail Hakkı Bey’den daha keskin ve amaca yönelik olmuştur. Yine İsmail Hakkı Bey gibi Mustafa Sabri Efendi de, Ahali

Fırkası dönemindeki siyasi hava çerçevesinde, sert muhalefeti, İttihat ve Terakki eylemlerine karşı olarak, meclis içerisinde kalmış, ancak Hürriyet ve İtilaf içerisine girdikten sonra bir İttihat ve Terakki karşıtlığına dönüşmüştür.

9- Karahisâr-ı Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi: Ömer Feyzi Efendi, Ahrar

Fırkasından Ahali Fırkası’na kurucu ve yönetici olarak geçmiştir (Kansu, 1995,400;

Tunaya, 2009:266). Meclis içerisinde en çok bütçe görüşmelerinde söz almıştır ve parti içerisinde, İsmail Hakkı Bey’den sonra, kürsüye en çok laf atan kişidir.

Özellikle, Ahz-ı Asker Kanunu (mükellefiyet-i Askeriyye), Dersim Mebusu Lütfi

Fikri Bey’in tevkifi, 1327 Evkaf Nezareti bütçesi, 1327 Senesi Meclis-i Umumi

Bütçesi ve Sicil-i Nüfus kanunu müzakerelerinde ön planda olmuştur.

10- Sivas Mebusu Ahmet Şükrü Bey (Efendi): Ahmet Şükrü Bey, Ahrar

Fırkasından ayrılarak (Kansu, 1995:400) Ahali Fırkası kurucularından olmuştur.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ilk Mebusan İdare Heyeti’nde yer almış (Kansu,

1995:315), Meclis içerisinde bütçe müzakerelerinden ziyade, Ahz-ı Asker Kanunu

(mükellefiyet-i Askeriyye), Muhasebe-i Umumiye Kanunu gibi konularında söz almıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 88 11- Antalya Mebusu Mehmet Hamdi Efendi (Yazır): Mehmet Hamdi

Efendi, Ahali Fırkası’nın kuruluşundan bir kaç gün sonra İ ttihat ve Terakki

Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkasına fırkaya katılmıştır. Bu geçişi neredeyse diğer tüm üyeler gibi oldukça sert tepkilere neden olmuştur (Kansu, 1995:310). Ahali

Fırkasından sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkasına geçmiş ve ilk yöneticilerinden olmuştur. Damat Ferid Paşa kabinesinde Evkaf Nazırlığı yapmış, sonraki dönemde de Âyân meclisine seçilmiştir. Mehmet Hamdi Yazır bugün, Elmalılı Hamdi Yazır olarak da bilinmektedir. Ahz-ı Asker (Mükellefiyet-i Askeriyye) Kanununın, özellikle de ikinci müzakeresinde, konu ile ilgili encümene de dahil olduğundan dolayı, oldukça etkin olmuştur. Başta Ahz-ı Asker Kanunu (Mükellefiyet-i Askeriyye) olmak

üzere, Dersim Mebusu Lütfi Fikri Bey’in tevkifi, 1326 Senesi Maliye Nezareti

Bütçesi, Usul-ü Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu konularında konuşmuştur.

12- Konya Mebusu (Kürdzâde) Hacı Mustafa Efendi: Mustafa Efendi,

Zeynelabidin Efendi ile birlikte İttihat ve Terakki’den istifa ederek Ahali Fırkasına katılmıştır (Aydın, 2007:43). Hakkı Telif Kanun Lâyihası, 1327 Adliye ve Mezahip

Bütçesi konularında söz almıştır.

Fırkanın kuruluşu, henüz olgunlaşmamış olan meşrutiyet için bir kriz yaratmış, henüz anayasa hukukunda çözülmemiş bir sorun ortaya çıkartmış ve seçimi kazandıkları partilerden istifa ederek başka partiye geçiş yapmaları büyük tepkiyle karşılanmıştır. İttihat ve Terakki’de yaşanan bu istifalar, dönemde oldukça ses getirmiştir. Edirne İttihat ve Terakki Kulüplerinin (Bkz. Ek-5), Konya İttihat ve

Terakki kulüpleri (Bkz. Ek-6) ve Gelibolu, Erzurum gibi yerlerin Heyet-i Merkeziye, kulüp ve müntehib-i sanileri tarafından da oldukça sert bir şekilde istifaları protesto

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 89 eden telgraflar yayınlanmıştır (Tunaya, 2009a:270, dipnot 15). İsmail Hakkı Bey

(Bkz. Ek-7), Zeynelabidin Efendi (Bkz. Ek-8) ve Hacı Mustafa Efendi (Bkz. Ek-9)

çeşitli basın organları aracılığı ile bu protestolara aynı sertlikte cevaplar vererek, yaşanan durumun hukuksuz olmadığını anlatmışlardır.

2.3. Ahali Fırkası’nın Yapısı

Ahali Fırkası, Osmanlı Meşrutiyeti’nin ilk hizip partisidir. Kendisinden önceki tüm partiler, Ahrar, İttihad-ı Muhammedi, Mutedil Hürriyetperveran fırkaları meclis dışarısında, kapanmış ya da etkinliğini yitirmiş partilerin mebusları tarafından kurulmuşlardır. Ahali Fırkası ise, dönemin en güçlü partisi olan, İttihat ve Terakki

Fırkası’ndan ayrılan mebuslarca kurulmuş, bu istifaların ve kuruluşun yankıları ise uzunca bir süre devam etmiştir. İttihat ve Terakki Fırkasından istifa eden kişiler parti için önemli kişilerdi. İsmail Hakkı Bey fırkanın ikinci başkanı, İbrahim Vasfi Efendi fırkanın idare memuruydu ve Ahali Fırkası’na geçmiş olan hemen tüm mebuslar seçim bölgelerinde oldukça etkinlerdi ve çoğu da bölgelerinde İttihat ve Terakki’nin tek mebuslarıydılar (Bkz. Ek-10). Dolayısıyla da, bu kişilerin İttihat ve Terakki’den ayrılmaları fırka için oldukça düşündürücü bir durumdu ve dönemde yaşanmış bu ilk hizipleşmenin yasal dayanaklarının da henüz bulunmayışı, fırkanın kurulduğu ilk dönemlerde cemiyetçe oldukça sert tepkilere neden olmuştur.

Ahali Fırkası’nın kuruluşuna dair resmi bir belgeye ulaşılamamıştır. Yalnızca, yaşanan istifalara ve istifalar sonrasında yeni fırkanın kuruluşuna dair gazete yazıları mevcuttur. Parti gerçekten de bir gün içerisinde kurulmuştur. Bu bir gün içerisindeki

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 90 kuruluş, Tanin gazetesi’nin aktardığı gibi Şehremaneti İstikrazı konusuyla bağdaşık olsa da, İkdam, Yeni Gazete’nin belirttiği ve bir süredir konuşulduğu bilinen “Fırka-i

İbad” görüşünden de anlaşılmaktadır ki, bu fırkanın kurulmasına dair söylentiler bu istifalardan öncesine dayanmaktadır. Bu durumda ise, Ahali Fırkası için, Tanin gazetesi’nin iddiasına dayanarak “küskünler partisi” sıfatı kullanmamız hatalı olacaktır. Ahali Fırkası, ilk olarak İttihat ve Terakki Fırkası içerisinde görüş farklılıklarından dolayı bir hizip haline gelmiş olan bir grubun, Şehremaneti İstikrazı müzakereleri neticesindeki istifaları sonrasında partileşmesiyle kurulmuştur. Ahali

Fırkası, bulunduğu dönemde meclis içerisinde, sözü geçen ve saygın bir parti konumundadır. Özellikle İsmail Hakkı Bey’in “karizmatik” liderliği42 ve bilgisi, çoğu zaman parti dışındaki mebusları bile etkileyebilmiş, diğer üyelerinin etkinliği ise, partinin adının gündemden hiç düşmemesine sebep olmuştur. Bunun yanında, “Ahali

Fırkası” isminin de boş yere seçilmediği ve fırkanın bunu ciddi bir şekilde savunduğunu meclis konuşmalarından görülmektedir. Örneğin, Sulh mahkemeleri

(Mehâkim-i sulhiyye) kanunu tartışmalarında, pek çok sefer olduğu gibi yine ilk sözü alan İsmail Hakkı Bey, bu kanunu çok önemsediğini ve “Encümen-i Adliyyenin tadilen kabul ettiği şekl-i kanunînin muhafazasına” itiraz etmeksizin kabul edilmesi gerektiğini söyledikten sonra, meclisin zamanının az ve de bu kanunun uygulamaya girişinin en az iki seneyi bulacağının -Adliye Nazırının da kendisiyle ittifak ettiğini belirterek- bilinmesi ile, bu müzakerenin bütçe kanunu gibi öncelikli kanunlardan sonraya ertelenmesi talebinde bulunmuştur (MMZC, 1985c:338). Ancak İsmail

Hakkı Bey’in bu talebi, özellikle de İttihat ve Terakki Fırkası cephesinden, Ahali

42 Karizmatik liderliğin (otorite) sosyolojik tanımı için bkz. Weber, 2004.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 91 Fırkası’nın bu kanunu reddettiği şeklinde algılanmıştır. Mutedil Hürriyetperveran

Fırkası’ndan İsmail Sıtkı Bey ise Ahali Fırkası’nı tenkit etmek için:

“(...) Demin Mazbata Muharriri Beyin izah etmiş olduğu veçhile şimdiye kadar tanzim edilmiş olan kanunlar içinde ahalinin menafii noktai nazarından yegâne bir kanun olduğundan ve Ahali Fırkasına mensup bir heyeti muhteremenin reisi, o kanun için ilk sözü söylemek üzere kürsüye geldiğinden dolayı bendeniz kanunun heyeti umumiyesi hakkında, hattâ hiçbir müzakere icra edilmeden hemen esasa girişileceği berâati istihlâl addediyorum...” (MMZC, 1985c:345)

diyerek Fırkayı kanuna muhalefet ile suçlamış, ancak bir yandan da Ahali

Fırkası’nın meclis içerisindeki konumunu da ortaya koymuştur43.

İttihat ve Terakki ile Ahali Fırkası arasındaki siyasi görüş farklılıkları açıktır.

İkdam gazetesi, Ahali Fırkası için “Fakat Ahali Fırkasının Fırka-i İbad olmadığı muhakkaktır. Bu gibi fırka-i garîbuyyunun (Parti De Poyil) dedikleri fırkanın mukabili olacaktır. Parti De Poyil denilen fırka Avrupa’da Radikal Sosyalist denilen fırkanın aksamından biridir.” tanımını kullanmıştır (Bkz. Ek-2). Bu tanımlama için de parti programının 9 ve 10. maddelerini dayanak göstermiştir. Sonraki bölümde detaylıca inceleyeceğimiz bu maddelerin, sermaye - işçi ve çalışanların haklarının korunmasına ve zenginliğin adaletli paylaşımına dair maddeler olduğu

43 Bu konuda Mutedil Hürriyetperveran Fırkası, Ahali Fırkası’nın bu çıkışını hem tenkit ederek öne çıkmak, hem de kendi tarafında göstererek kanuna olan muhalefetlerini güçlendirmek istemişlerdir (Yalnız Esat Efendi refiki muhteremimiz ve ondan sonra İsmail Kemal Bey biraderimiz dediler ki, adali bu kanunu lisânı hâl ile reddediyor. (MMZC1985c:353). İleriki bölümlerde, Ahali Fırkası’nın programından, icraatlerine kadar pek çok konu üzerinden fırkanın duruşu eleştirilerek, mebuslarda oluşturulan Ahali Fırkası’nın bu kanuna karşı çıkıyor sanrısı, konuyu bir anda Ahali Fırkası’nın tenkit edilmesine dönüştürmüştür. Ancak, Ahali Fırkası kendisini aynı sertlikte savunması neticesinde fırkanın duruşu anlaşılmıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 92 görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında fırka programının “dönem siyaseti

çerçevesinde” sosyalist bir yapısının olduğu söylenebilir. Pasaport Layihası müzakerelerinde üçüncü maddenin tartışılması sırasında önce İsmail Hakkı Bey

(yaptırmış olduğu araştırmadan yola çıkarak) bu maddede geçen harc ücretlerinin yüksek olduğunu ve kapsamı itibariyle de, yıllık erzakını karşılamak için sıkça yurt dışına gidip gelen işçi (amele) ve fukaranın mağdur olmasına neden olacağını belirtmiş ve teklifte bulunmuştur (MMZC, 1985b:523). Teklifi Dahiliye Encümeni

İsmail Sıtkı Bey tarafından da olumlanmış, Ömer Feyzi Efendi de, “İsmail Beyin fikrine ve takririne iştirak ediyorum.” diyerek desteklemiştir. Ardından söz alan

Burdur Mebusu Ömer Lütfi Efendi, “Meşrutiyet içinde idare olunan bir Hükümet, tariki terakki ve tekamülde hatveendâz olmak için, herhalde ahalinin menafiini, makasıdını teshil edecek bir kanun tanzim etmelidir. Halbuki bu kanun, bil’akis ahalinin hem menfaatini, hem makasıdını teshil değil, tamamiyle tas’ip ve işkâlden ibarettir.” diyerek ağır bir eleştiri getirmiştir (MMZC, 1985b:527). Kendisinde sonra söz alan Hasan Fehmi Efendi’nin “Sühefaya para vermeyi tecviz etmek şer’an doğru değildir.” cümlesi Ömer Lütfü Efendi’yi yerinden sıçratmış ve sinirlendirmiş olacak ki “Sözlerinizi şiddetle reddederim. Ahali süfeha değildir! Reddederim.” demiş, ardından bir gürültü kopmuş, bunun üzerine de Meclis Başkanı, Ömer Lütfü

Efendi’ye “Ömer Lütfü Efendi! 2 seneden beri Mecliste sükût ederken, bugün niçin bu kadar patırtı ediyorsunuz?” demiştir (MMZC, 1985b:528). İsmail Hakkı Bey,

Ömer Feyzi Efendi ve Ömer Lütfi Efendilerin bu çıkışlarını “sosyalistliğe” yormamız zor olsa da, partinin halkçı ve hümanist yönünün oldukça kuvvetli olduğu sonucunu çıkartabiliriz.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 93 Ömer Lütfü Efendi’nin bu çıkışı üzerine meclis başkanının söylevi de ilgi

çekicidir. Tartışmanın yaşandığı gün, 28 Şubat 1910 (15 Şubat 1325), yani Ahali

Fırkasının kuruluşundan yaklaşık 1 hafta sonrasıdır. İki senedir suskun Ömer Lütfü

Efendi’nin, parti kuruluşu ertesinde böylesi sert bir çıkış yapıyor olmasıyla, Ahali

Fırkası’nın kurulması sonucu mebusların İttihat ve Terakki Fırkası içerisindeyken

üzerlerinde hissettikleri baskıyı da kenara attıklarını söyleyebiliriz. Bu durum da aslında fırkanın kuruluş amacını ana hatlarıyla ortaya koymaktadır.

31 Mart öncesi muhalefet partisi olan Ahrar Fırkası, liberal bir duruş, adem-i merkeziyet ve İngiliz taraftarlığını savunmaktaydı. Fırkanın İngiliz mandasını desteklemesinin yanında, İngilizlerin de onlara destek verdiğinden bahsetmiştik.

İttihat ve Terakki, ise daha çok Türkçü ve milli ekonomik düzenden yana politikalar gütmekteydi ve bir Alman taraftarlığı olduğu bilinmekteydi. Bu ayrım aslında 1902 yılında Paris’te yapılmış olan I. Jön Türk kongresine kadar dayanmaktadır. Prens

Sabahattin önderliğindeki liberal ve daha milliyetçi kesimler burada ayrılmış ve liberal kanat Ahrar Fırkası çevresinde örgütlenmiştir. Ancak Ahrar Fırkası, liberal görüşlerin yanında, İngiliz destekçisiydi ve İngilizler de II.Abdülhamit’i desteklemekteydi. İngilizler II.Abdülhamit’i hem İttihat ve Terakki’ye söz geçiremediklerinden, hem de İttihat ve Terakki’nin başı çektiği meşruti sistemden

çok daha kolay ellerinde tutabileceklerinden dolayı desteklemekteydiler. İngiltere aynı zamanda Ahrar Fırkası’nın hem İngiliz mandası sevdasını, hem de II.

Abdülhamit’den kaynaklı olarak eski rejimi destekleyişlerini kullanmak isteyerek

İttihat ve Terakki karşısında fırkayı destekleme kararı aldı. İttihat ve Terakki’nin de iktidarını kurmak için baskı yapmaya başlaması, görülen ikinci bir istibdat dönemine

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 94 doğru gidiş, Ahrar Fırkası ve İngilizlerin ekmeğine yağ sürmüş, neticesinde 31 Mart olayı yaşanmıştır. Ardından, hem İngilizler İttihat ve Terakki olduğu sürece

Osmanlı’yı içeriden yönetemeyeceklerini anlamışlar, hem de Ahrar Fırkası dağılmıştır.

Ahali Fırkası ise, 31 Martın ardından, böylesi bir ortamda, İttihat ve Terakki’ye muhalefet olarak ortaya çıkacaktır. Haliyle, genel görüş de Ahali Fırkası’nın, barındırdığı tutucu mebusların da etkisiyle, Ahrar Fırkası’nın bir devamı olarak monarşist güçleri destekleyen bir fırka olduğu yönündedir (Tunaya, 2009a:272;

Kansu, 1995:305; Çavdar, 2008:135). Ancak, öncülü kabul edilen Ahrar ve Ahali

Fırkalarının tek ortak olabilecek noktası, İttihat ve Terakki’nin istibdatvâri yönetimine karşı çıkmalarıdır. Bunun dışında, programı bakımından Ahali Fırkası, ne

İngiliz yanlısı bir tutum içerisindedir, ne de II.Abdülhamit’i ve dolayısıyla da eski rejimi desteklemektedir. Fırkanın bir hizip olarak İttihat ve Terakki’den ayrılmış olması, 31 Mart öncesi, sürecinde ve sonrasında fırka üyelerinin neredeyse tamamının İttihat ve Terakki içerisinde oluşu, hatta kurucu İsmail Hakkı Bey’in

İttihat ve Terakki Fırkasının ikinci başkanı olması Ahali Fırkası ile Ahrar Fırkasının

(ya da Mutedil Hürriyetperveran Fırkası ve İttihad-ı Muhammedi Fırkası) ile benzer

çizgide olmadığını gösterir niteliktedir.

Bilindiği gibi Âyân Meclisi, Osmanlı seçkinlerinin oluşturmuş olduğu bir meclistir ve halkın iradesi bu mecliste çok da geçerli değildir. Ahali Fırkası da bu konuda, Meşrutiyet rejimi ve de İttihat ve Terakki’nin çizgisi muhafaza etmiş ve bu konuya dair Mehmet Hamdi Efendi, meclisin en önemli gündem konularından olan bütçe konusunda Âyân Meclisinin ve Mebusan Meclisi’nin ayrımına dair (Meclisi

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 95 halkın iradesi olarak addettikten sonra) şu sözleri sarfetmiştir:

“(...) bütün mesaili maliyede söz Meclisi Mebusanındır. Hepsini bizim Meclis müzakere eder. Âyân da müzakere eder, fakat neticesinde yine hakkı takaddüm

Meclisi Mebusanındır. Şu halde Meclisi Mebusan ve Âyânın bütçeleri ve her ikisinin müfredatı iki mecliste de müzakere edilir. Lâkin neticei kelam Meclisi Mebusanın olur.” 44

Ayrıca, Ahrar ve ardılı diğer partiler ile yakınlığı bulunmayan Osmanlı

Demokrat Fırkası’nın bir dönem Ahali Fırkası ile birleşmeyi düşünmüş olması da yine bu tezi destekler niteliktedir. Bunun yanında meclis konuşmalarına bakıldığında da, Mutedil Hürriyetperveran Fırkası ile Ahali Fırkası arasında birbirinden bağımsız bir İttihat ve Terakki muhalefeti mevcuttur45 ve Ahali Fırkası üyelerinin muhalefeti

İttihat ve Terakki’ye karşı değil, onun kuralsız ve yasa tanımaz eylemlerine karşıdır.

Fırkanın “monarşist” bir parti olarak görülmesinin esas nedeni ise, Hürriyet ve İtilaf

Fırkasına katılış sonrasında başta İsmail Hakkı Bey olmak üzere, Ahali Fırkası içerisinde adı geçen bazı mebusların sonraki dönemlerde46 gerek İttihat ve Terakki

Fırkasının ortadan kaldırılması, gerekse İngiltere, Fransa, Yunanistan gibi ülkeler ile işbirliği yaparak ajanlık yapmaları, I. Dünya Savaşı, milli mücadele ve cumhuriyet dönemlerinde vatan hainliği denilebilecek işlere girişmiş olmaları, Ahali Fırkasını da bu çerçevede değerlendirilmesine neden olmaktadır. Oysa ki Ahali Fırkasının var

44 Mehmet Hamdi Efendiden sonra söz alan Mehmet Talat Bey “Hamdi Efendi Hazretlerinin sözü üzerine söz söylemek abes birşey olmakla beraber...” diyerek sözüne başlayacaktır (MMZC,1986f:253) (Bu konudaki tam metin için, MMZC, 1986:249 - 253). 45 Zeynelabidin Efendi Mutedil Hürriyetperveran Fırkası Mebusu İsmail Sıtkı Bey’e ithafen, “Çek- tiğiniz muharebe telgrafları bitmedi mi?” (MMZC,1985c:345). 46 Hürriyet ve İtilaf mebusu oldukları dönemler ve daha sonraki dönemlerde.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 96 olduğu, ancak Hürriyet ve İtilaf Fırkası fikrinin bile henüz var olmadığı dönem içerisinde, parti mebuslarının görüş ve eylemleri, sonraki dönemden oldukça farklıdır.

Bu farklılığın bir diğer nedeni de, 31 Mart öncesinde İngiltere ve gerici siyaseti destekleyen kişilerden destek alan muhalefetin, 31 Mart ile parçalanması ve bu parçalanma ardından da yalnız kalmış olan İttihat ve Terakki’nin ülkeyi yeni bir istibdat dönemine doğru götürmesi karşısında; hem bu duruma karşı olan, hem de doğrudan İttihat ve Terakki’ye karşı olan partilerin hepsi, II. Abdülhamit dönemi istibdatına karşı olan tüm unsurların İttihat ve Terakki Cemiyeti altında birleştiği gibi, yeni istibdat tehlikesine karşı da, İttihat ve Terakki’ye karşıt tüm unsurların bir fikir birliğinden çok, bir ülkü birliği çerçevesinde, aynı çatı altında, yani Hürriyet ve

İtilaf çatısı altında, birleşecek olmalarıdır.

Ahali Fırkası üyelerinin ayrılış dönemi ve mecliste bulundukları sürece yaptıkları muhalefet her ne kadar oldukça sert olmuş olsa da, aynı zamanda da dönemin öncesi ve sonrası göz önüne alındığında modern ve çağdaştır. Partinin kuruluşunun ertesi günü, İsmail Hakkı Bey ile Dahiliye Encümen Mazbatası

Muhariri İsmail Sıtkı Bey arasında geçen diyalog, Ahali Fırkası’nın duruşunu ve muhalefet tarzını gösterir nitelikte olacaktır: İsmail Hakkı Bey, Sicil-i Nüfus

Layihası müzakereleri sırasında bir madde hakkında detaylı bir teknik açıklama getirdikten sonra “(...)Bunun, encümene bu maddelerin tekrar pazarı mütalaaya alınmasını talep ediyorum ve bu babda arîz ve amîk izahatını da, arzu buyururlarsa,

Encümene vereyim. Kabul buyururlarsa kabul ederler, etmedikleri surette Hey’ete bildireyim.” sözlerine, ardından yeniden söz alan İsmail Sıtkı Bey ise “İsmail Bey

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 97 biraderimiz maddei kanuniyyenin münderecatına itiraz etmiyor. Her kanunda bazı nevâkıs mevcuttur. (...) Bendeniz böyle Encümen nâmına böyle bir ihtar vaki olduğundan dolayı beyânı teşekkür ederim. Mütalaalarını bildirsinler, tetkik edelim.”

(MMZC, 1985b:472) sözleriyle karşılık vermiştir. Ayrılıkların henüz yaşandığı günlerde geçen bu diyalog, Ahali Fırkası üyelerinin ve özellikle de İsmail Hakkı

Bey’in meclis zabıtlarına geçmiş genel üslûbu olarak karşımıza çıkacaktır. Ahali

Fırkası bu üslûbu ile bir nevi, 31 Mart ile sönen muhalefeti, Hürriyet ve İtilaf

Fırkasının kuruluşuna kadar yeniden canlandırma görevi görmüştür. Ancak Ahali

Fırkası, ne 31 Mart öncesi Ahrar Fırkası gibi sokaklara taşınacak bir muhalefeti ve

İngiliz aleyhtarlığını ön görmüştür, ne de sonradan katılacağı Hürriyet ve İtilaf

Fırkası’nın muhalefeti gibi kanlı ve topyekun olmuştur. Tabii ki muhalefetin bu evrimini İttihat ve Terakki’den bağımsız düşünmemiz de olanaksızdır. Ahali Fırkası, muhalefetini meclis içerisinde gerçekleştirmiş, sürekli olarak meşrutiyet rejiminin kurallarına, kanunlara ve halkın çıkarlarına vurguda bulunmuştur. Meclis zabıtlarından görüldüğü kadarıyla, fırkanın ne Ahrar Fırkası gibi İngiliz ve padişah taraftarlığı, ne de Hürriyet ve İtilaf Fırkası gibi İttihat ve Terakki’yi ortadan kaldırmaya yönelik bir çabası bulunmamaktadır. Fırkanın muhalif duruşu İttihat ve

Terakki’yi hedef almaktaysa da, İttihatçıların içeriden ve dışarıdan destekleri kabine de bu muhalefetten nasibini almıştır47. İttihat ve Terakki’nin ülkeyi II. Abdülhamit’in istibdatından kurtarıp, muhalif hareketin etkinliğinden dolayı sürekli kurmakta güçlük çektiği hegemonyayı, yeni bir istibdat rejimiyle kurmaya çalışmasından dolayı, Ahali Fırkası’nın muhalefeti zamanla cılız kalmış ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası

47 İsmail Hakkı Bey, “(...) yoksa kuşkulandıkları gibi Hükümeti derhal mesul tutmak veyahut hükümeti muaheze etmek maksadıyla o takrir verilmemiştir” (MMZC, 1985c:656).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 98 ile birleşerek topyekun bir muhalefete katılmayı seçmişlerdir. İleriki bölümlerde de inceleneceği üzere, Ahali Fırkası’nın programı ile Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın programları farklılıklar arz etmekte ve dolayısıyla da bu birleşmenin, bir fikir birliğinden çok, fırkalar arasında İttihat ve Terakki’ye karşı bir ülkü birliğinden dolayı yaşandığını düşünmemiz daha doğru olacaktır.

Konya Mebusu Hacı Mustafa Efendi’nin Şehremaneti İstikrazı tartışmalarında söylediği;

“(...)1293 tarihinde yolsuz, haksız, adaletsiz tanzim olunup,

Meclisi Umuminin tasdikine iktiran eden bir kanunu, ilân-ı

Meşrutiyeti müteakip bir şiddet ve nefretle reddetmişiz. İşte şimdi

biz de bugün meclisi Umumi-i Milli-i Mebusanız diyerek,

bulunduğumuz sıfat ve selahiyeti tecavüz ederek, milletin bu

hukukunu devri istibdada imtisalen yahut şereflerimiz 1293

tarihindeki mebusana ittihaben bu yolsuz kanunu, adaletsiz olarak

verecek olursa, lütfen burası düşünülmelidir. Acaba bu kanun ebedi

payidar olur mu, olmaz mı?” (MMZC,1985b:172)

sözleri esasen Ahali Fırkası’nın kuruluş nedenini ortaya koymaktadır.

2.3.1.Ahrar Fırkası ile İlişkisi

Ahrar Fırkası Osmanlı siyasetinde, birinci bölümde de detaylıca incelendiği

üzere, Jön Türk’lerden kopmuş, Prens Sabahattin’in -gizli- liderliğinde, İngiliz mandasını ve “adem-i merkeziyete” dayalı bir siyasal düzeni savunan, ideolojisini ise

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 99 liberal olarak isimlendirmiş bir partiydi. Ahrar Fırkası, İttihat ve Terakki Fırkasına karşı olarak kurulmamıştır, 1904 Jön Türk kongresine dayalı siyasal görüş ayrılığından dolayı İttihat ve Terakki Fırkasına alternatif olarak kurulmuş48 ve seçimlere girmişlerdir. Seçimlerde ise partiden herhangi bir mebus seçilmemiş, dolayısıyla da kendi listelerinden hiçbir mebus ile mecliste temsil edilememişlerdir.

Ancak, daha sonra meclis içerisindeki mebusların bu partiye geçişiyle birlikte, meclis içerisinde de temsil edilmeye başlanmışlardır. Ne var ki Ahrar Fırkası’nın gerek

İngiltere ile olan ilişkileri ve gerekse 31 Mart sürecinde gerici bir parti olan İttihad-ı

Muhammedî Fırkası ile kurmuş olduğu ittifak, fırkanın İttihat ve Terakki

Karşısındaki liberal ve bu fırkaya alternatif görüntüsünü silerek, hem İttihat ve

Terakki, hem de meşrutiyete karşıt bir duruşta olduğu izlenimini yaratmıştır.

Ahali Fırkası’nı kuracak olan (ulaşılabilen) üyeler, bu dönemde İttihat ve

Terakki üyesidirler ve Ahrar Fırkası’nın görüşlerine yakın olsalardı, muhtemelen fırkanın güçlü olduğu 31 Mart öncesinde fırkaya geçiş yapmış olacaklardı şeklinde düşünülebilir. Bunun yanında Ahrar Fırkası’nın İngiliz taraftarlığı ve Osmanlı içerisindeki hemen tüm etnik kimlikleri de fırka içerisinde barındırması ve desteklemesi, Ahali Fırkasıyla örtüşmemektedir. Ahali Fırkası’nın tüm mebusları

Türktür ve mandacı görüşleri bulunmamaktadır. Ahrar Fırkası ile Ahali Fırkası’nın ayrı düştükleri temel noktalar ise şunlardır: Ahrar Fırkası, çalışmalarını daha çok meclis dışında yoğunlaştırmış, İngiltere ve II. Abdülhamit ile bağlantılarını hiç koparmamış ve de seçmenleri olan bir kitle partisi şeklinde örgütlenmiştir. Buna

48 Prens’in çevresindeki gençler, onun Bebek Bahçesinde verdiği bir konferanstan esinlenerek, İttihat ve Terakki karşısında, bir ağırlık kurmayı düşünmüşlerdir (Tunaya, 2009a:176).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 100 karşın Ahali Fırkası ise, hemen tüm çalışmalarını meclis içerisinde gerçekleştirmiş, meclis konuşmalarında padişahlık makamına dair bir görüş belirtilmemiş, aksine meşrutiyet ve yasaların gücü (İttihat ve Terakki benzeri bir şekilde) sürekli olarak yüceltilmiş, muhalefetinin temel argümanları İ ttihat ve Terakki’nin usulsüzlükleri

üzerine yoğunlaştığından dolayı, bu fırkanın ortadan kaldırılması yolunda bir muhalefete girişmemişlerdir. Son olarak ise, Ahali Fırkası bir kitle partisi olma yolunda çalışmalarda bulunmuşsa da49, kısa siyasal hayatında buna fırsat bulamamıştır.

Ahrar Fırkası, programının 13. Maddesinde devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu, 20. maddesinde ise, resmi dilin Türkçe olmasından dolayı da “bilcümle mekâtip-i resmiye ve hususiyede” Türkçe’nin mecburi, bölgesel dillerin ise seçmeli olabileceğini, cemaatlerin ise kendi okullarında Türkçe yanında kendi dillerini okutabileceklerini belirtmiştir (Tunaya, 2009a:190). Ahali Fırkası da yine devletin resmi dili Türkçe olduğundan dolayı “mekâtip ve medariste lisan-ı Türkinin” mecburi olduğunu belirtmiştir ve Osmanlı’nın diğer unsurlarının kendi dillerini serbestçe öğretebileceklerini belirtmiştir (Bkz. Ek-11).

Kısaca, Ahali Fırkası Ahrar Fırkası gibi bir kitle partisi olmamasının yanında,

İttihat ve Terakki’ye alternatif olacak bir parti olarak değil, fırkanın usulsüzlüklerine karşı muhalif bir hareket olarak kurulmuştur. Görüşleri açısından baktığımızdaysa,

Ahali Fırkası ile aynı dönem içerisinde mecliste bulunan ve Ahrar Fırkası’nın devamı niteliğinde olan Mutedil Hürriyetperveran Fırkası ile usulsüzlüklere karşı çıkılması

49 Yeni Gazete’nin 8 Mart 1326 sayısındaki fırka hakkında yazılmış olan haberde fırkanın bir gazete çıkartmak için hazırlık yaptığından bahsedilmekteyse de, bu hiç gerçekleşmemiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 101 dışında belirgin bir görüş birliği görülmemektedir. Öte yandan bu partiyle herhangi bir ilişkiye girilmemiş, bunun yerine bu partiden hayli farklı olan Osmanlı Demokrat

Fırkası bir dönem Ahali Fırkası ile birleşmeyi düşünmüştür. Ahali Fırkası üyeleri için meclisin ve meşrutiyetin üzerinde bir güç yoktur. Henüz partinin yeni kurulmuş olduğu günlerde bir encümen mazbatasının müzakere edildiği sırada, Mustafa Sabri

Efendi’nin konuşması ardından Meclis Başkanının (encümene yönelik olarak) “Her halde meclisin böyle vakit zıya etmesinden dolayı beyânı teessüf ederim.” sözü

üzerine İbrahim Hakkı Bey bir hışımla “Bizim kabahatimiz değil, teessüfünüz Evkaf

Nezaretine ait olmalıdır.” şeklinde karşılık vermiş, Meclis Başkanı ise, “Anlamadan sözümü neden tashihe lüzum gördünüz? Ben de Nezaret hakkında söylüyorum.” demiş ve İsmail Hakkı Bey’de “Yani, müsebbip Meclis değildir demek istedim”

şeklinde karşılık vermiştir (MMZC, 1985b:548). Bu örnekten de anlayacağımız

üzere, Özellikle Mebusan Meclisi’ni halkın iradesi olarak görmelerinden dolayı, fırka üyeleri buraya yapılan -neredeyse- hiçbir eleştiriyi kabul etmemişler ve sert dille de eleştirmişlerdir. Haliyle, Mebusan meclisini ve halkın haklarını böylesine savunmuş bir partiyi Ahrar Fırkasının devamı niteliğinde görmemiz son derece hatalı olacaktır.

2.3.2. İttihat ve Terakki’ye Olan Karşıtlıkları

Ahali Fırkası’nın İttihat ve Terakki’ye olan muhalefetinin bir “fırka karşıtlığı” düzeyinde olmadığına değinmiştim. İttihat ve Terakki kendi görüşlerine sahip olsa da, köken olarak II. Abdülhamit istibdatına karşıt olarak kurulmuş bir çatı

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 102 örgütüdür50. İçerisinde barındırdığı unsurların, meşrutiyetin ilânı sonrasında, İ ttihat ve Terakki’nin görüşlerini ortaya koyması ile cemiyetten kopmaya başlamaları ve cemiyetin de fırkalaşma çalışmaları sonucunda, nihayet 31 Mart ertesi dönemde

İttihat ve Terakki Fırkası’nın görüşleri netleşmeye başlamıştır. Farklı kökenlerden de geliyor olsalar, bu görüşleri paylaşan herkes -fırkanın da gücünün etkisiyle- içeride kalmayı yeğliyorlardı. Ancak, ortada göz ardı edilemeyecek bir gerçeklik bulunuyordu: İttihat ve Terakki aniden gelen Meşrutiyet ve kendi hakimiyeti karşısında bocalıyordu. Bu bocalama ise, kontrolü kaybetmemek için zamanla “yeni bir istibdat dönemi”ne doğru gidişe neden olmaktaydı.

İttihat ve Terakki, her ne kadar İkinci Hüseyin Hilmi Paşa kabinesiyle meclise ağırlığını koymuş görünse de, II. Meşrutiyet’in başından beri arka planda kalarak hükümetleri ve siyaseti sürekli kontrol altında tutmuş, görüşlerine aykırı tüm eylemler karşısında ağırlığını koyma ihtiyacı hissetmiştir. İşte hem meşrutiyetin, hem de siyasetin bu kadar İttihat ve Terakki denetimi ve baskısı altında oluşu, günden güne fırka içerisinde klikleşmelerin önünü açacaktır. Ahali Fırkası ise, tam olarak, bu klikleşmelerden kendisini açığa çıkartabilmiş olanlardan bir tanesidir51. Fırka ve

üyelerinin, Ahrar Fırkası’na, Osmanlı Demokrat Fırkasına, İttihad-ı Muhammedi

Fırkasına ve Mutedil Hürriyetperveran Fırkasına geçen, destekleyen ya da kuran mebuslardan farkı ise, bir görüşü savunmaktan çok, bir muhalefet yaratma amacı gütmüş olmalarıdır. II. Abdülhamit’in istibdat dönemi sonrasında, II. Meşrutiyet

50 Bu konu “Ahali Fırkası kuruluşuna kadar II. Meşrutiyet döneminde muhalefet” bölümünde ince- lenmiştir. 51 Bir diğeri olan “Hizb-i Cedit” ise Ahali Fırkasının kurulmasıyla istifadan vazgeçmiştir (Tunaya, 2009a:271).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 103 döneminde de İttihat ve Terakki tarafından (bilerek ya da bilmeden) ortaya çıkan bu

“istibdatvâri” dönem, “Fırka-ı İbad” söylentisine neden olmuş ve neticesinde Ahali

Fırkası, Şehremaneti İstikrazı meselesi sonrasında kurulmuştur. İttihat ve Terakki, bu grubun kopuşuna, yasalardaki bu konudaki boşluktan dolayı, öncesinde -kulüpleri aracılığıyla- sert bir şekilde tepki göstermişse de, kendileriyle türdeş bir muhalefetin oluşması bakımından bu durumu olumlu karşılamışlardır (Tunaya, 2009a:271).

Bir başka açıdan ise, İttihat ve Terakki Fırkası, konumu gereği güçlü olanların tarafındaki fırkadır. Fırka, hem ayakta kalabilmek, hem kendisini var edebilmek, hem de kendi boyunduruğu altına indirgemiş olduğu dönem aristokrasisi karşısında durabilmek için, dönemin burjuvazisiyle güç birliği oluşturmak zorundaydı. Ancak zaten Osmanlı ticaretinde söz sahibi olan Ermeni ve Musevi unsurlar da, meşrutiyetin başından beri istibdat yönetimine karşı İttihat ve Terakki çatısı altında birleşmişlerdi. Musevilerin en baştan beri İttihat ve Terakki’yi desteklediklerini,

Hürriyet ve İtilaf Fırkası döneminde meclis içerisinde yaşanmış olan şu diyalogdan da çıkartabiliriz: İsmail Hakkı Bey’in “(...) her fırkada muhtelif unsurlar var. Ben,

Abdülhamit Zehravi Efendinin ifadesini ikmal için bizde de her unsur var, Musevi unsur yoktur dedim” demesi üzerine Nizim Mazelyan Efendi “Musevi mebuslar, meslek sahibidirler, iptida İttihat ve Terakki Fırkasında bulundular, oradan ayrılmazlar” diyerek İttihat ve Terakki içerisindeki Musevi unsurların desteğini açıkça ortaya koymuştur (MMZC, 1991d:404). Ayrıca, Musevi unsurlar Hürriyet ve

İtilaf Fırkası’na hiç yakınlık göstermemişlerdir (Birinci, 1990:51). İttihat ve

Terakki’nin bu güç dengelerinden dolayı, meşrutiyeti ayakta tutmak için çabalaması ve daha da önemlisi, ülkenin içerisine düştüğü ekonomik sıkıntıya karşın ayakta

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 104 durabilmesi için burjuvaziyle iyi geçinmesi gerekiyor, dışarıya da bazı tavizler vermesi gerekiyordu. İsmail Hakkı Bey bu konuda İttihatçıların, özellikle de maliye ve dış borçlanmalar konusunda siyonistlerin baskısı altında olduğunu söyleyecektir

(MMZC, 1986f:333)52. İttihat ve Terakki’nin halktan çok sermayeden yana olan bu konumu, Ahali Fırkası üyelerinin savunduğu tezlere ters düşmektedir. Fırka, programında da53 sürekli olarak tekrar edildiği gibi, “halk”ın tarafındadır ve halkın iradesi ve yararı herşeyin üzerindedir. Örneğin, İttihat ve Terakki, 1910 (1325) tarihli siyasi programının (Tunaya, 2009a:115) 11. maddesinde “Amele ile sermayedarların münasebat-ı mütekabilesine müteallik ahkâm-ı kanuniye vaz’ı teklif olunacaktır.” diyerek yalnızca bu ilişkinin düzenlenmesi yönünde adımlar atılacağı belirtilmiş, buna karşın Ahali Fırkası’nın programının 9. maddesinde ise54, “Sermayedaran ile amelenin münasebat-ı mütekabilesi hakkındaki kanunun, amelelerin hukuk-ı esasiyesini bihakkın temin edebilecek bir hale ifrağ için tadili teklif edilecektir.” denilerek (Bkz. Ek-10), kanunun işçilerden yana bir hale getirilmesinin teklif edileceği belirtilmiştir.

İttihat ve Terakki Fırkası’nın aynı programının 10. Maddesinde, “Mekâtib-i iptidaiyede lisan-ı tedris her kavmin kendi lisanı olacaktır; fakat sübyan sınıflarından mâada olan sunuf-u iptidaiyede Türkçe talim olunmak mecburidir.”

52 Ayrıca İsmail Hakkı Bey’in Maliye Nazırı ile tartışmaları konusu için tezin Ahali Fırkası İdeolojisi ve Programı bölümü incelenebilir. 53 Bkz. EK - 10: Parti Programı Madde-1 - “Hâkimiyet-i Milliye, bir memlekette ahali tabir olunan ve bihakkın efkâr-ı umumiyenin mümessili bulunan ekseriyetin, emzice ve ahval-i ruhiyesinden nebean eyleyen ve arzunun muhassalasından mütecelli olmak lazım gelip, milletin bilâ tefrik-i cins ve mezhep ahali namile yâd olunan bu kısm-ı mühimme hakk-ı meşrutiyetleri olan sâlahiyet-i hakimelerini temin etmek (...)” 54 Maddenin giriş bölümünün yazılışının neredeyse birebir aynı şekilde oluşu, bu maddenin büyük ihtimalle İttihat ve Terakki programına bir göndermede bulunduğunu söyleyebiliriz.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 105 denilmiş ve partinin Osmanlıcı tutumuyla birlikte çok dilli eğitimin destekleneceği vurgulanmış ve 16 maddesinde de, “Devletin lisan-ı resmisi Türkçedir ve her nevi muhaberat ve müzakerat-ı resmiye Türkçe icra edilecektir” denmiştir. Buna karşın

Ahali Fırkası da programının 16. maddesinde;

“Devletin lisan-ı resmisi Türkçe olduğu cihetle mekâtip ve

medariste lisan-ı Türkinin tahsiline mecburi olarak itina ile

beraber devletin din-i resmisi islâm olmak ve ulümu islâmiyenin

lisan-ı tedvini arabi bulunmak itibariyle Arapçaya dahi

ehemmiyet-i mahsusa atfedilecek ve anasır-ı saire-i Osmanliye

lisanlarının serbesti-i tahsil ve tedris esası muhafaza olunacaktır.”

denilerek (Bkz. Ek-10), İttihat ve Terakki gibi, devletin resmi dili ve eğitimin de Türkçe yapılacağı belirtilmiştir. Bunun yanında, “lisan-ı Türkinin” denilerek de,

Türkçü bir yaklaşımın benimsendiği sezilmektedir. Ayrıca diğer dillerin de eğitiminin serbest olacağı ortaya konmuştur.

Özetlemek gerekirse eğer Ahali Fırkası, İttihat ve Terakki’nin II. Meşrutiyetin başında düştüğü boşluktan kurtulmak, hegemonyasını kurabilmek ve de siyaseti yönetebilmek için giriştiği “İstibdatvâri” yöntemler karşısında, halihazırda 31 mart ile bastırılmış muhalefet sesini çıkartamıyor, İttihat ve Terakki’de kendisine karşı

çıkan herşeyi -meclis içerisinde ya da dışarısında- ezip geçiyordu. Ahali Fırkası

üyeleri de bu grubun içerisindeydi ve özellikle İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi döneminde “Fırka-ı İbad” ismiyle başlamış bu klikleşme, Şehremaneti İstikrazı müzakerelerinde artık ayrılma zamanının geldiğinin işaretlerini vermişler ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 106 nihayetinde de, “Fırka-ı İbad” ismiyle olmasa da, benzer denilebilecek bir isim olan

Ahali Fırkası olarak mecliste yerlerini almışlardır. Fırka, programı, söylemleri ve eylemleriyle, hem İttihat ve Terakki’nin gerek meclis içerisinde, gerekse meclis dışındaki istibdatvâri hareketlerine, hem de meclisten çıkartılmaya çalışılan hukuksuz ve yanlı kanunlara karşı bir duruş belirlemiş, bu duruş ise meclis içerisinde bulunmayan ve İttihat ve Terakki’nin meclis dışında çokça karşı karşıya geldiği

Osmanlı Demokrat Fırkası’nın kendileriyle birleşme düşüncesine kadar belirginleşmiştir.

2.3.3.Hürriyet ve İtilaf ile İlişkisi

Hürriyet ve İtilaf Fırkası, dönemin İttihat ve Terakki’ye muhalif tüm unsurların altında toplandığı bir çatı partisi konumundadır. Meclis dışındaki Osmanlı Demokrat

Fırkası üyeleri ilk katılanlardan olmuşsa da, parti olarak ilk katılım Mutedil

Hürriyetperveran Fırkasınca 23 Kasım 1911 (10 Teşrinisani 1327) tarihinde olmuştur

(Birinci, 1990:52; Yücel, 2006:8; Tunaya, 2009:250). Osmanlı Demokrat Fırkası ise, parti olarak katılımını (Ahali Fırkası’nın da ortak nedeni olacak olan) “ilmî ve içtimai faaliyetlerin bir fayda vermeyeceği” gerekçesiyle verilen karar ile 5 Aralık 1911 (23 teşrinisani 1327) günü açıklayacaktır (Birinci, 1990:52; Yücel, 2006:7; Tunaya,

2009:212).

Ahali Fırkası tarafında ise, durum biraz farklılık göstermiştir. Parti başkanı olan İsmail Hakkı Bey, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kuruluş dilekçesi verilene kadar fırkadan bihaberdir, yani fırkanın kuruluşu konusunda hiçbir etkisi bulunmamaktadır

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 107 (Birinci, 1990:52). Bu durum muhtemelen -aynı zamanda Osmanlı Demokrat

Fırkasının Ahali Fırkasına katılmak konusundaki fikirlerini de değiştiren- İsmail

Hakkı Bey’in oldukça etkin ve hırslı olmasından dolayıdır. İbrahim Vasfi Efendi,

Mustafa Sabri Efendi ve Hamdi Efendi, Ahali Fırkası’ndan Hürriyet ve İtilaf

Fırkası’na ilk adım atanlardan olmuşlardır. Ancak, Hürriyet ve İtilafçılar özellikle

-Konya’da son derece etkin bir isim olan- Zeynelabidin Efendi’nin gelmesini istiyorlar, ancak Zeynelabidin Efendi İsmail Hakkı Bey’in engellemesinden dolayı gelemiyordu. Bunun üzerine Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İsmail Hakkı Bey’in de katılımının onaylandığı bir toplantısı sonucunda, Ahali Fırkası resmen Hürriyet ve

İtilaf Fırkasına katılmıştır (Bkz. Ek-12). Buradan çıkarımla, Hürriyet ve İtilaf

Fırkası’nın Ahali Fırkası ile “muhalif bir bileşke” olması dışında bir bağı yoktur.

Hatta, Ahali Fırkası’nın, tıpkı Osmanlı Demokrat Fırkası örneğinde olduğu gibi,

Hürriyet ve İtilaf’a sonradan ve zorunlu kalarak katılıyor olması da bu görüşü desteklemektedir.

Ancak, İsmail Hakkı Bey gerçekten de hırs dolu ve meclis içerisinde de etkin bir kişidir ve bir süre sonra da Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nda oldukça etkin olacak, hatta partiyi eline geçirecektir55.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın temel görüşleri, Ahrar Fırkası’na, dolayısıyla da

Prens Sabahattin’e dayanmaktaydı (Birinci, 1990:56). Ancak, bu görüşlerin ötesinde amaçları öncelikle İttihat ve Terakki’ye karşı siyasal bir üstünlük yaratmaktı ve içerdiği unsurların da zaten esas amaçları, parçalar halinde başa çıkamadıkları İttihat ve Terakki’ye karşı, birleşerek muhalefet etmekti. Ahali Fırkası, katılım sağlayan

55 Konu tezin Ahali Fırkası Üyeleri bölümünde incelenmiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 108 diğer partilerden farklı olarak yalnızca meclis içerisinde etkinliği bulunan bir partiydi ve burada da etken olamasa da son derece etkin bir partiydi. Barındırdığı güçlü mebuslar ile muhalefet ettiklerinde kolayca meclis içerisinde destek bulabiliyorlar, ancak İttihat ve Terakki mebusları ve destekçileri karşısında sayısal azınlıkları nedeniyle etkenlikten uzak kalıyorlardı ve dolayısıyla onlar da Hürriyet ve İtilaf’a katılmışlardı. Ahali Fırkası, nihayetinde bir siyasi partiydi ve doğası gereği de elbette

İttihat ve Terakki’nin yerinde de gözü vardı.

Ahali Fırkası, kuruluşu, programı ve gözettiği değerler bakımından, Ahrar

Fırkası gibi İttihat ve Terakki’nin yok olmasını ya da yerine geçmeyi ummuyordu; ayrıca Hürriyet ve İtilaf gibi Prens Sabahattin taraftarı da değildi. Ancak, İttihat ve

Terakki’nin “istibdatvâri” baskı rejimini reddediyordu. Tek başına buna karşı durması ise imkansızdı, ki zaten yalnızca mecliste ve yasalar nezdinde buna karşı

çıkabilmeye gücü yetiyordu. Kendisini destekleyen basın organları aracılığıyla da kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. Bu çabalarının neticesinde, tarihsel sürece baktığımızdaysa, Hürriyet ve İtilaf’ın kuruluşunun bir nedeni de Ahali Fırkasıdır.

Çünkü Ahali Fırkası, Ahrar’ın başlattığı ve 31 Mart ile bitme noktasına gelen İttihat ve Terakki karşıtlığını, 31 Mart sonrasında, daha yasal ve meşrutiyete uygun bir biçimde, meclis içerisinde gerçekleştirdiği muhalefet ile yeniden canlandırmayı başarmıştır. Hürriyet ve İtilaf Fırkası, meclis dışına taşacak bir muhalefeti de beraberinde getirecek olsa da, kuruluşu bir siyasal parti şeklinde olmuş ve meclis içerisinde bir muhalif hareket olarak ortaya çıkmıştır (Birinci, 1990:45-47). Henüz

1909 (1325) yılında eski rejime dönüş için 31 Mart ayaklanmasını yaşamış olan

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 109 Osmanlı siyaseti, 1911 (1327) yılında 31 Mart’ı hazırlayan görüşlerin,56 bir meşrutiyet rejimi fırkası çevresinde toplanmasına şahit olmaktaydı ve bu da demek oluyordu ki, Hürriyet ve İtilaf’ın kurulduğu dönemde, Osmanlı siyaseti artık meşrutiyeti oldukça içselleştirmiştir. Ahali Fırkası ise, işte 31 Mart ile Hürriyet ve

İtilaf Fırkası’nın kuruluşu arasındaki kısa dönemde Osmanlı siyaseti içerisindeki en etkin muhalif fırka olacaktır ve aslında bu geçişinde sembolü sayılabilecektir.

Ahali Fırkası, Osmanlı meşrutiyet rejimleri çerçevesinde, meclis içerisinde ilk defa iktidar - muhalefet ilişkisini kurmuş olan partidir57 ve gerek bu ilişkinin kurulacak olması, gerekse İttihat ve Terakki’den ayrılanların bu partiyi kurmuş olmaları nedeniyle İttihat ve Terakki, bu muhalefete olumlu yaklaşmıştır. Çünkü, meşrutiyet ve meclis yönetimi sistemi, felsefesi gereği bu tür bir karşıtlığı gerektiriyordu ve dahası, meşrutiyet rejiminin Osmanlı siyasetine yerleşmesi için bu tür bir oluşum son derece gerekliydi. Bu hareketin ise İttihatçılardan oluşmuş bir grup olması ise, elbette İttihat ve Terakki için olumlu karşılanacak bir durumdur.

Ancak, Ahali Fırkasının bu muhalefet hareketi, zamanla İttihat ve Terakki’nin

çıkarttığı yasalar ve meclis içerisindeki baskısı çerçevesinden çıkıp da, cemiyetin

özellikle İstanbul ve ülke çapındaki “istibdatvâri” yönetimine58 ve dahası politikalarına karşı çıkmaya başlayınca, Ahali Fırkası da İttihat ve Terakki’nin politik

56 Prens Sabahattin ve Adem-i Merkeziyet, Ahrar Fırkası ve Liberalizm, İngiliz mandası ve dolayısıyla da II. Abdülhamit destekçiliği görüşleri. 57 Aynı görüş için bkz. Tunaya, 2009:270. 58 Bu konuda oldukça çok sayıda örnek mevcuttur: Meclisin 3. dönemi sonları ve 4. döneminde yaşananlar, Demokrat Fırka üyelerinin gözaltına alınmaları (MMZC, 1986d:722), Dersim Mebusu Fikri Bey’in Divanı Harbi Örfice tevkifi meselesi (MMZC, 1991c: İnikad 10,11,12,13); Süleyman Sûdi Bey’in mektuplarının açılması (MMZC, 1986b:326) gibi konular ise oldukça çarpıcı örnekler olacaktır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 110 baskısından nasibini alacak ve son dönem meclis konuşmalarında da görüleceği

üzere, iki parti üyeleri arasındaki konuşmalar, ilk dönemlerin aksine son derece sertleşmeye başlayacaktır. Ancak bu yaşanan sertlik de Ahali Fırkasının diş geçirmesine yaramayacak ve büyük bir çatı olacak olan Hürriyet ve İtilaf’a katılım kaçınılmaz olacaktır.

Programlarını karşılaştırdığımızda, Ahali Fırkası programında, devlet dilinin

Türkçe olduğunu ve okullarda Türkçe eğitimin zorunlu olduğunu, ancak ülke içerisinde diğer unsurlarca kullanılan dillerin de eğitim ve öğretiminin serbestçe yapılabilineceğini savunmuştur. Resmi dinin ise İslâm olduğunu belirtmiştir (Bkz.

Ek-11, Md.16). Buna karşın Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, Ahali Fırkası’nın Türkçü görüşüne karşın, Ahrar ve İttihat ve Terakki gibi, “ittihad-ı anasır” (Osmanlıcı) bir görüş içerisinde olduğunu ve bu görüşü savunan diğer partilerin aksine programlarında da (Tunaya, 2009a:317-325) resmi dil ibaresinin olmadığını görüyoruz. Ancak, 14. maddelerinde, Ahali Fırkası gibi, bu fırka da Devlet-i

Osmaniyenin dininin İslâm olduğunu belirtme ihtiyacı hissetmiştir. 17. ve 33. maddelerinde ise, ülke içerisindeki tüm unsurların kendi din, dil, bilim ve ekonomik alanlarında tamamen özgür oldukları belirtilerek, Ahrar Fırkasının görüşleri yenilenmiştir. Ahali Fırkası bu özgürlüğe karşın programında herhangi bir ekonomik model belirlememiş, yalnızca halkın ve çalışanların çıkarına kanunların çıkartılması için uğraşılacağı belirtilmiştir. Ahali Fırkası programının 17. Maddesinde geçen

“Memlekette bihakkın neşr-i irfan ve umran için çare-i yegâne olmak üzere maarif ve menfai ianeleri ihtiyacat-ı mahalleliye terkolunacak...” ifadesi hakkında Mustafa

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 111 Sabri Efendi, İttihat ve Terakki ile aynı görüşte olduklarını belirtmiştir59.

Netice olarak, Ahali Fırkası ile Hürriyet ve İtilaf ilişkisi, özellikle İsmail Hakkı

Bey’in, Zeynelabidin Efendi’nin Hürriyet ve İtilaf’a katılmak istenmesi nedeniyle, biraz da zorunluluktan alınmış olması, üyelerinden bir kaç tanesi haricinde

çoğunluğun, kuruluş sonrasında partiye geçmiş olmaları ve en önemlisi de, tıpkı

Osmanlı Demokrat Fırkası gibi, Hürriyet ve İtilaf’a bir fikir birliğinden dolayı değil de, İttihat ve Terakki’ye karşı birlik olma güdüsü ile katılmış olmalarından dolayı; fikirsel bağlamda ise, Ahali Fırkası’nın İttihatçı gelenekten geliyor olması yanında

Hürriyet ve İtilaf’ın daha çok Prens Sabahattin ve Ahrar geleneğinden geliyor oluşu, iki parti arasında İttihat ve Terakki’ye muhalif olmak dışında bir ortak yön aramanın pek de doğru olmayacağı sonucunu ortaya çıkartmaktadır.

2.4.Ahali Fırkası’nın İdeolojisi ve Programı

Ahali Fırkası hakkında kesin yargılar çerçevesinde bir ideolojik belirleme yapma şansımız pek yoktur. Çünkü, Ahali Fırkası, hem ideolojik bir parti değildir, hem de doğrudan ideolojilerini ortaya koyan bir görüş bildirimi ya da bir belgeye rastlanamamıştır. Ancak, meclis söylemleri, programı ve gazete haberlerinden

çıkarımlar yapılarak belirli düzeyde bir ideoloji tespiti yapılabilecektir.

Önceki bölümlerde de ortaya koyduğumuz gibi, Ahali Fırkası seçimlere

59 Maarif hisselerinin ihtiyacatı mahalliyeye terkedilmesi hususunda, “(...) Gerek meclisimizde müteşekkil İttihat ve Terakki Fırkası programında ve gerek Ahali Fırkası programında bu kayıtlar bâkidir.” (MMZC,1985c:206).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 112 katılmamıştır ve dolayısıyla da bir kitle partisi değildir. Programları dolayısıyla da zaten bir meclis içi muhalif parti olacaklarını kendileri de ifade etmişlerdir 60 .

Muhalefetleri meclis içerisinde de olsa, Süleyman Sûdi Bey’in mektuplarının

Erzurum Valisince açılması ve Dahiliye Nazırının eline geçmesi olayı (MMZC

1986b: 326-333; 494-516), meclis içerisinde oldukça ciddi tartışmalara neden olmuş ve aynı zamanda da, bu konuyu örtbas etmeye çalışan hükümetin de (dolayısıyla da

İttihat ve Terakki’nin de) Ahali Fırkası’nın meclis dışına çıkmasından çekindiğini gösterir niteliktedir. Tunaya kitabında, Ahali Fırkası’nın kendisini gösterdiği ilk olay olarak, mecliste yaşanmış bir Arnavutluk - Türklük çatışmasındaki “kışkırtıcı rolünü”

örnek gösterdiyse de, böyle bir durum yaşanmamıştır61. Ancak belirtmek gerekir ki,

Ermeni ve Musevi mebusların mecliste geçmişte yaşanmış olaylara dair sözler sarfederken halk kesimlerini suçlamaları üzerine parti üyelerinde bir tür Türklüğü savunma mekanizması belirmiştir62. Nihayetinde, bu örneğin yanlışlanması ile, Ahali

Fırkasının özellikle ilk dönemlerinde, topyekun bir İttihat ve Terakki karşıtı olmadığı, amacının meşrutiyet yönetimi çerçevesinde bir muhalefet hareketi olduğu ve de bu tartışmalar sırasında ortaya koydukları tutum ile de, meclis içerisinde iktidar

- muhalefet ilişkisinin kuvvetlenmesi açısından ne kadar önemli bir noktada oldukları

60 Arnavutluk’ta yaşanan bir olay hakkında İsmail Hakkı Bey’in verdiği “Makam-ı Sadaretten istizah takriri” ardından bir başka muhalif grup olan Mutedil Hürriyetperveran Fırkasının da benzer yönde bir takrir vermesi karşısında iktidar mebusları bu olayın bir gensoru halie geleceğinden çekinmişler, bunun üzerine ise İsmail Hakkı Bey ve Ömer Feyzi Efendi böyle amaçlarının olmadığını, sadece bilgi almaya çalıştıklarını ifade etmişlerdir (Bkz. Ek-12). 61 Bu konudaki düzeltme için bkz. EK-14: Bu konuda Tunaya, Ahali Fırkası’nın, beklenen Osmanlıcı bir tutum yerine, Arnavut - Türk çatışmasında “olanca korkunçluğu ile kışkırtıcı” bir şekilde davrandığını belirtmesine karşın, bu görüşü hatalıdır. 62 Ömer Feyzi Efendi: “Yok, yok; Türkler o kadar vahşi değil.”, “Ben söz anlarım, sen eski şeylerle Türkleri itham etmek istiyorsun.” ve İsmail Hakkı Bey: “Boşo Efendi, Türkler hakkındaki fıkranızı umûmî surette kabûl edemeyiz.” (MMZC, 1991a:559,560;566).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 113 görülmektedir. İsmail Hakkı Bey, bu durumu aşağıdaki konuşmasıyla ortaya koymuştur:

“Bendenizin maksadı, yani Ahali Fırkası namına olarak şu

takriri vermekten maksadım, meselenin sureti hudûsunu, menşeini

anlamaktan ibarettir, yoksa kuşkulandıkları gibi Hükumeti derhal

mesul tutmak veyahut Hükumeti muaheze etmek maksadıyla o

takrir verilmemiştir. bugün efkârı işgâl etmekte olan ve kısmen de

meçhuliyette kalan mesailin tamamen Meclisçe anlaşılması için

verilmiştir.” (MMZC, 1985c:656)

Hemen ardından söz alan Ömer Feyzi Efendi de İsmail Hakkı Bey’i doğrulayarak şunları söylemiştir:

“Böyle istizah takriri verilince, bunun neticesinde hemen

suiniyete müstenit olduğu telakki edilmesin. Bazı efkârca böyle

telakkî ediliyor. Bu, kabili inkâr değildir. Bendeniz, istizahtan,

böyle, hemen kabineyi düşürmek üzere bir netice tevellüt edeceğini

tasavvur etmiyorum. (...) Neden bu istizaha bu kadar şey (* tepki)

veriliyor ki, bir istizah tabiri girince hemen kuşkulanıyoruz.”

Bu söylenen iki söz, aslında Ahali Fırkası’nın da amacını ortaya koymaktadır.

İttihat ve Terakki’nin önceki dönemde meclise gelen her takriri doğrudan hükumete ve İttihat ve Terakki’ye karşı bir hareket olarak addederek muhalefete yüklenmesi ve

İsmail Hakkı Bey’in bir olay hakkında bilgilendirme isteği için verdiği bu takrir karşısında da aynı tutumun oluşması nedeniyle bu açıklama yapılmıştır. Açıklamanın

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 114 önemli noktası ise, İttihat ve Terakki’nin artık bu takrirlerden “korkmaması” gerektiği, bunların meclis ve meşrutiyet düzeninin bir parçası olduğunu ve en

önemlisi de, amaç olarak hükümete ve İttihat ve Terakki’ye karşı bir saldırı olmadığının anlatılmaya çalışılmış olmasıdır. Bu anlatım ise, zamanla sonuç verecek ve her ne kadar gürültülü ve gergin geçecek olsa da, İbrahim Hakkı Paşa kabinesi dönemi Osmanlı’da Meşrutiyetin en gelişkin olduğu dönemlerden birisi olacaktır.

Ahali Fırkası da zaten kuruluş amaçlarından birisinin bu olduğunu programında belirtmiştir. Mustafa Sabri Efendi’nin meclis içerisinde dönemin Maliye Nazırı

Mehmet Cavit Bey ile aşağıdaki diyaloğu, Ahali Fırkası’nın meşrutiyet ve kanunlara bağlılığı konusunda, dönem hükümetleri ve belki de İttihat ve Terakki’den bile bir adım önde olduğunu gösterebilecek niteliktedir:

Mustafa Sabri Efendi: “Devlete ait bilcümle müsakkafat meyanında gerek Zâtı

Hazreti Pâdişâhî ve gerek Hânedanı Hükümdarî âzâsının ikametgâhlarına mahsus olan bu gibi sarayların istisnasına bendeniz lüzum görmüyorum.”

Mehmet Cavit Bey: “Zâtı Hazreti Pâdişâhî, kendilerine mahsus olarak

İstanbul’da hangi bir tarafta bir köşk bina edecek olurlarsa ondan vergi alacakmısınız?”

Mustafa Sabri Efendi: “Almalısınız.”

Mehmet Cavit Bey: “Dünyanın hiçbir memleketinde hükümdarın bu suretle olan emlâkinden vergi alınmaz.” (MMZC, 1985c:214)

Daha sonra söz alan İbrahim Vasfi Efendi ise, sarayların devlet malı olduğunu,

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 115 ancak padişahın şahsi mülklerinden de vergi alınması gerektiği konusunda konuşmaya başlamasıyla meclis başkanı, “Efendim, burada buna dair söz söylemek bile çirkin oluyor.” demiş ve İbrahim Vasfi Efendi de bunun kanunların üstünlüğü ve meşrutiyetin bir gerekliliği olduğunu ifade etmiştir63.

Bunun yanında, Ahali Fırkası, başta lideri İ smail Hakkı Bey olmak üzere, oldukça ciddi bir şekilde meclis konularıyla ilgilenmiş, her konuda söz söylemeye gayret etmişler ve hatalı buldukları konularda sertleşmekten hiç çekinmemişlerdir.

İsmail Hakkı Bey, 1327 Bütçe müzakereleri sırasında, Maliye Bakanı Cavit Bey’i istifaya davet ettikten sonra, meclise yönelik olarak;

“(...)Meclisi Mebusanın, kabinenin mesaili maliyeye müteallik

mutalebatını gelişi güzel kabul etmemesi ve teklif olunan tahsisatın

bir santimine kadar hesap ederek tetkik eylemesi ve bu suretle

hükümetin dilbestesi olmaktan kurtulmasıdır.” (MMZC, 1986f:338)

sözleriyle hem muhalefetlerinin nedenini, hem de arzu ettikleri meclisi tasvir etmişlerdir. Bir başka örnek ise, Sinop Mebusu Rıza Nur’un gözaltına alınması ve işkence gördüğü iddiaları ile muhalefetin son derece sert bir şekilde hükümeti yıpratacağı tartışmaları başlatan ilk takrirde İsmail Hakkı Bey’in imzası ikinci sıradadır (MMZC, 1986d:588). Tartışma boyunca Ahali Fırkası ve muhalefetin

63 “Bu mesail burada söylenirse, öyle zannolunduğu gibi onların şeref ve haysiyetlerini tenkis değil, bütün milletin üzerine hâkim olan bir kanuna riayet noktasından Zâtı Hazreti Pâdişâhînin ve hânedânının haysiyet ve kudsiyetini daha ziyade ilâ etmiş olur. (...) Bunlar meşrutiyetin esasını teşkil eder, burada en mühim bir meseledir. Bugün gerek Zâtı Hazreti Pâdişâhînin, gerek Hânedânı Celîlül ünvanın hak noktai nazarından, bu vergi meselesinde diğer insanlardan farkı olmamak, dolayısıyla onların emlâkinden dahi bir vergi almak iktiza eder. Binaenaleyh bu kanuna bütün milletin itaat ettiği gibi , Hânedânın dahi itaat etmesi bir kat daha kanunun kuvvetini gösterir. Madem ki öteye beriye bey ve ferağ ediliyor, binaenaleyh vergi alınmalıdır.” (MMZC, 1985c:216).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 116 hükümete karşı sert tavır hiç dinmemiş, ancak özellikle Rıza Nur Bey ve Sadrazam

İbrahim Hakkı Paşa’nın çabalarıyla gergin ortam giderilmiş, Rıza Nur Bey’in iddia edildiği gibi bir muamele görmediği anlaşılmıştır64. Bir diğer örnek ise, bütçe konusundaki bir tartışma sırasında Maliye Mehmet Nazırı Cavit Bey ile tartışmış,

Mehmet Cavit bey’in İsmail Hakkı Bey’in itirazları karşısında “(...) para sarfetmeye selâhiyetim vardır, işte bu kadar!” demesi üzerine sinirlendiği anlaşılan İsmail Hakkı

Bey, Mehmet Cavit Bey’e yönelik olarak ve özellikle zabıtnâmeye de alınmasını isteyerek;

“Zabıtnameye dercediniz ki: Maliye Nazırı bunun hesabını

veremeyecektir. Nerede kaldı ki bu parayı kapatsın, nerede kaldı ki

nazarı itibara alınsın. Bunu hatırınızda tutunuz, kaydediniz ki,

Maliye Nazırı günün birinde her dairenin hesabatını verecektir.”

(MMZC, 1985c:172)65

sözleriyle oldukça bir sert tepki vermiştir. Bu cümleler aynı zamanda, İsmail

Hakkı Bey’in nasıl bir muhalefet çizgisinde olduğunun da göstergesi niteliğindedir.

1326 yılı bütçe müzakerelerinde bu şekilde Maliye Nazırı ile tartışan İsmail Hakkı

Bey, 1327 yılı Muvazene-i Umumiye Kanunu müzakerelerinde de Maliye Nazırı

Mehmet Cavit Bey’in iki celselik konuşmasından sonraki ikinci müzakere gününde

64 Buna karşın, mebusların aralarında hallettiği bu olay ertesinde, Dersim Mebusu Lütfü Fikri Beyin meclis kürsüsünden detaylı bir şekilde anlattığı işkenceler ve bu işkencelerde kullanıldığını iddia ettiği kanlı bir sopa, kırbaç ve işkence görmüş bir kişinin tırnağı akıllarda kalacaktır. (MMZC, 1986d:723) Konunun tamamı için bkz. MMZC, 1986d:716 - 747. 65 1327 bütçesi görüşmelerinde ise, İsmail Hakkı Bey haklılığını uzunca bir konuşmayla ortaya koyarken, Mehmet Cavit Bey bu sefer geçen seneki bütçe görüşemeleri kadar katı olamayacaktır. İsmail Hakkı Bey “(..)Sözümü kesmeyin, biz sizi iki gün mütemadiyen beyhude yere dinledik.” (MMZC, 1986f:314).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 117 söz almış ve Meclisin o günkü açılışından, kapanışına kadar (yaklaşık olarak saat

11’den, akşam 17’ye kadar66) iki celsede yaptığı konuşması sırasında, öncelikle yeni bütçenin olumsuzluklarına değinmiş, ardından da “bugün en mühim mesele” dediği

Reji konusunda “işgüzâr” Maliye Nazırı ve hükümetçe verilmiş sözlerin tutulmadığını belirtmiş ve “muktedir bir nazır” bulunması gerektiğini ifade etmiştir.

Konuşması sırasında, bir başka konu olan, istikraz meselesine de değinerek, bu konunun bir “siyonist âmâli meselesi” olduğunu ifade etmiş ve “İstikraz meselesinde bir Siyonist sevki ve parmağı vardı demiştim” (MMZC, 1986f:331) sözlerini sarf etmiştir. Böylece, hem bu konuyu ilk defa meclise taşımış, hem de hükümete karşı oldukça ciddi bir suçlama getirmiştir (Bkz. Ek-13). Tarık Zafer

Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler kitabında (2009:268,269) bu konu için

“Gümülcineli İsmail Hakkı Bey, açıkça Yahudi düşmanı olduğunu, bu milletin

Osmanlılar ve Türkler için büyük bir tehlike olduğunu ileri sürerken (...)” demiş, ancak İsmail Hakkı Bey’in burada bahsettiği nokta, Yahudilerin Siyonizm adı altında

Filistin bölgesinde bir ülke kurmak maksadıyla “Hükümeti Osmaniyeyi bazı müşkülata düşürüp kucaklarına düşürmek ve kendilerine ilticaya mecbur bir vaziyette bulundurarak maksatlarını terviç ettirmek istemelerine” (MMZC,

1986f:333) karşı hükümeti uyarmaktır. Tunaya, aynı bölümün dipnotlarında ise,

İsmail Hakkı Bey’in Yahudi düşmanlığına örnek olarak “Yalnız Musevi noktasandır, bizde yoktur.” cümlesini göstermiştir. İsmail Hakkı Bey bu sözü, Hürriyet ve İtilaf

Fırkasına katıldıktan sonraki dönemde, 9 Ocak 1912 (27 Kanunuevvel 1327) günü sarf etmiştir ve zaten bu sözü üzerine de “Olmadığından dolayı iftihar mı

66 Tüm konuşma metni için bkz. MMZC, 1986f:311-347.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 118 ediyorsunuz?” diyen Meclis Başkanına da sözünün nedeni hakkında;

“Müsade edin tefsire mahal kalmaksızın tekrar edeyim ki,

maksadım tahkir değildir. Denildi ki, her fırkada muhtelif unsurlar

var. Ben Abdülhamit Zehravi Efendinin ifadesini ikmal için bizde

de her unsur var, Mûsevî unsuru yoktur dedim.”

şeklinde bir açıklama yapmıştır. Buna karşı, İzmir Mebusu Nisim Mazelyan

Efendi’de, “Musevi mebuslar, meslek sahibidirler, iptida İttihat ve Terakki

Fırkasında bulundular, oradan ayrılmazlar, kendileri gibi değildirler (...)” diyerek

İsmail Hakkı Bey’in söylemine katkıda bulunmuşlardır (MMZC, 1991d:403,404).

Diğer bir taraftan ise, bu iki olaydan yapacağımız bir çıkarım ile, İsmail Hakkı

Bey’in İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti hakkında, Musevi baskısı altında olduğu ve bir

İsrail devleti kurulması için de dönemde çalışmalar yapıldığı öngürüsünün haksız olmadığını söylememiz, gerek Musevilerin en baştan beri İttihat ve Terakki içerisinde bulunmalarından, gerekse bugün gerçekten bahsi geçen bölgede bir İsrail

Devleti olmasından dolayı, muhtemelen hatalı olmayacaktır. Bir Osmanlı Devleti mebusu olarak İsmail Hakkı Beyin de bu durumu, Osmanlı Devleti için bir tehlike

şeklinde arz etmesini ise bir düşmanlık olarak addetmemiz hatalı olacaktır. Önceki

Türklük - Arnavutluk, şimdiki Musevi düşmanlığı konularından da anladığımız

üzere, ne Ahali Fırkasının, ne de İsmail Hakkı Bey’in bu tür kutuplaştırıcı tutum ve görüşlerinin bulunmadığını ifade etmemiz ise, aksi yönde elimizde herhangi bir kanıt bulunmadığından dolayı doğru olacaktır görüşündeyim.

Ahali Fırkasının ideolojisinin çoğu zaman, liberal ve İngiliz mandası taraftarı

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 119 olan Ahrar Fırkası ve devamı olan partiler ve/veya İttihat ve Terakki’ye topyekun karşıt, aynı zamanda da dinci olan Volkan Cemiyeti (daha sonra İttihad-ı

Muhammediye Fırkası olmuştur) ile paralel görüldüğü bilinmektedir. Oysa ki, tüm incelemeler göstermiştir ki, Ahali Fırkası ideolojisi, iki grup ile de örtüşmemektedir.

Hatta, Konya mebusu ve dönemin Nakşibendi Tarikatı lideri olan Zeynelabidin

Efendi, Meşrık-ı İrfan gazetesinde partiye yöneltilen suçlamalara karşı kaleme aldığı metinde “Hatta fırkanın namına avâm-pesendâne tabiriniz ile marîz etmek istediğiniz cihet dahî boş bırakılmadı. Ahali Fırkası namını Volkan Cemiyeti namına kıyas edecek mu’terizler, muharrirler bile zuhûr etti.” (Bkz. Ek-8) diyecektir. Bu da Ahali

Fırkası’nın Volkan Cemiyeti ile hiç bir ilişiğinin olmadığının en açık kanıtlarından bir tanesidir. Ayrıca, Sulh Mahkemeleri kanunu müzakereleri sırasında Zeynelabidin

Efendi, Ahrar Fırkası’nın devamı niteliğinde olduğu bilinen Mutedil

Hürriyetperveran Fırkası mebusu İsmail Sıtkı Bey ile tartışmasında, İsmail Sıtkı

Bey’in Ahali Fırkası’nı tenkit etmesi üzerine “Çektiğiniz muharebe telgrafları bitmedi mi?” sözü (MMZC, 1985c:344), iki parti arasında bir ihtilaf olduğu gerçeğini de ortaya koymaktadır.

Ahali Fırkasının kuruluşu sonrasında, özellikle İttihat ve Terakki Fırkası cephesinden, gerek kulüplerinden gelen telgraflar, gerekse basın organlarında yazılan yazılar ile partinin programını, kurucularını ve de İttihat ve Terakki’den ayrılışlarına, yer yer ağır denebilecek eleştiriler gelmiştir. İsmail Hakkı Bey, İkdâm ve Yeni Gazete aracılığıyla (Bkz. Ek-7), Zeynelabidin Efendi ve Hacı Mustafa Efendi ise Meşrık-ı

İrfan aracılığı ile67 bu protesto ve eleştirilere cevaplar vermişlerdir. Özellikle Hacı

67 Zeynelabidin Efendi’nin cevabı için bkz. Ek-8; Hacı Mustafa Efendi’nin cevabı için ise bkz. Ek-9.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 120 Mustafa Efendi’nin dört bölüme ayırdığı cevap metninin ikinci bölümünde, programa getirilen eleştiriler detaylıca cevaplanmıştır.

Ahali Fırkasının programını incelememiz gerekirse eğer68;

1. Madde, partinin kuruluş amacını anlatmaktadır. Bu maddeye göre parti,

Ahali Fırkasının kuruluşu başlığı altında da detaylıca incelendiği gibi “memleketin uruk-u itiyadına yerleşmiş bulunan tagallüb-ü müteneffizanenin akıl ve hikmet dairesine ref-u izalesine çalışmak üzere” kurulmuştur.

2. Madde, Fırka programının bu maddesi, şartsız bir eşitlik vaadetmesi bakımından önemlidir. Liberal bir görüş bu şekildeki bir eşitliği savunmayacaktır ve partinin “Fırka-ı İbad yönü” ilk bu madde ile göze çarpmaktadır.

3. Madde, Dönemin belki de en gözde konusu olan memurların keyfi görevden alınmaları ve memurların da keyfi davranışları konuları bu maddede ele alınmış; bu konuda ise ikisinin de önlenmesi açısından özenle çalışılacak denilerek, çözümden uzak ve biraz da ucu açık bir ifade kullanılmıştır.

4. Madde, kanun ve meşrutiyetin herşeyden üstün tutulacağını ifade etmesi yönünden önemlidir. Çünkü, partinin İttihat ve Terakki’ye yönelik muhalefeti dolayısıyla, addedildiği gibi bir “monarşist” olmadığını göstermektedi. Dahası, bu konuda İttihat ve Terakki ile paralel düşüncededir. Bu konu hakkında, hemen her mebusun meclis konuşmasında bir atıf bulabiliriz. Mecliste partinin muhalif olduğu hemen tüm kanunlarda, parti üyelerinin ilk itirazı bu açıdan olmuştur. Bunun yanında

68 Programın tamamı Ek-11’de, İkdam gazetesinin program incelemesi ise Ek-2’de bulunmaktadır. Bu programı ilk yayınlayan Yeni Gazete’nin nüshası ise Ek-3’de bulunmaktadır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 121 özellikle İsmail Hakkı Bey başta olmak üzere neredeyse tüm fırka üyeleri,

Mehakim-i Sulhiye teşkilatı69 , Usulü Muhakematı Hukukîyye kanunu70 gibi

Meşrutiyet kanunlarının üstünlüğünü sağlayacak kurumlar hakkında düzenlenen kanunların müzakerelerinde, hem bu kanunlardan duyulan memnuniyetlerini belirtmiş, hem de en doğru olduğunu düşündükleri gibi şekillenmesi için de,

-önemsedikleri oldukça belli olacak bir şekilde- muhalif denilebilecek kıvamda değerlendirmeye girişmişlerdir.

5. Madde, Kanun-u Esasi’nin korunmasına son derece önem verileceğini ve milletin hakimiyetinin kuvvetlendirilmesi amacıyla, Âyan Meclisinin de bir kısmının millet tarafından seçilmesi için çalışılacağı ifade edilmektedir. Seçkinlerin oluşturduğu Âyan Meclisinin, bir kısmının da olsa, Mebusan Meclisi gibi millet halk tarafından seçilmesinin savunulması, partinin seçkinlerden değil halkın tarafında olduğunu ortaya koymaktadır.

6. Madde ile, Meclis-i Mebusandaki siyaset akımlarının Âyan Meclisini etkilememesinin sağlanmasına çalışılacağı belirtmektedir. Bu da muhtemelen, meclis içerisinde sürekli olarak şikayet edilen İttihat ve Terakki baskısını Âyan meclisi

üzerinden kaldırarak, bu meclisin bağımsız ve (önceki maddenin de etkisiyle) halkın tarafına çekmeyi amaçlamaktadır.

Programın beşinci ve altıncı maddeler hakkında, Kanunu Esasi’nin 64. maddesinde yapılacak değişiklik ile Âyân Meclisi ile Mebusan Meclisi’nin bir takım yetkilerini paylaşmasının istenildiği müzakerelerde söz alan fırka üyeleri, bu

69 Konu hakkında bkz. MMZC, 1985c: 61 ve 62 İnikad. 70 Konu hakkında bkz. MMZC, 1986d: 8 - 18 İnikad.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 122 değişiklik ile Âyân Meclisinin “iş yapma bahanesiyle” Mebusan Meclisinin yetkilerini kısıtlamaya çalıştığını, dolayısıyla da maddenin kabul edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. İbrahim Vasfi Efendi’nin konu hakkındaki, “Millet tarafından intihab olunmadıkça, hiçbir vakit kuvvetli olamaz. Bütün milletin hakimiyeti esasiyesine merbut olan mesaili reddediyorlar, sonra millet tarafından müntehab olan bir heyeti teşriiyenin istimal edebileceği hukuk ve selahiyeti doğrudan doğruya alıyorlar.” (MMZC, 1986f:27) sözleri Meclis tarafından alkışlanmış, Mustafa Sabri

Efendi ise, yine aynı konuda, “(...) Hâsılı, Âyânın hâkimiyet-i milliyyeden nasibi yoktur, onun da sebebi, intihapsız olduklarındandır. (...) Müntehap olmayan azâda istiklâl olmaz. Malum-u âliniz, istiklâl, intihabın asârındandır.” (MMZC, 1986f:88) diyerek Âyan ile ilgili programlarındaki görüşlerini meclis kürsüsünden de belirtmişlerdir. Müzakere neticesinde yapılan esami oylamada ise Süleyman Sûdi

Efendi ve Hacı Şevket Efendi haricindeki tüm Ahali Fırkası üyeleri, meclis iradesi ile aynı yönde, Âyân teklifine red oyu kullanmışlardır. Öte yandan, bütçe görüşmeleri sırasında, Âyân Meclisi Başkanlığı maaşlarının, Âyân üyeleri seviyesine indirilmesi hakkında bir takrir vermişlerse de, bu teklif 37 oya karşı 55 oy ile reddedilmiştir

(MMZC, 1991a:178)71. Ardından, Meclis-i Mebusan Başkanlığı maaşının da

Meclis-i Mebusan üyeleriyle aynı maaş seviyesine indirilmesi hakkına on beş imzalı bir takrir vermişlerse de, bu takrir de dokuz kabule karşı, 107 oy ile reddedilmiştir

(MMZC, 1991a:236;260).

7.Madde, seçim kanununda yapılması öngörülen yenilikler hakkındadır. Bu

71 İlk oylamada ekseriyet olmadığı için ikinci oylama yapılmış, bunda ise 42 kabul, 88 red oyu çıkmıştır (MMZC, 1991a:262).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 123 maddenin de, öncekiler gibi, hem meşrutiyet ile halk arasındaki bağı güçlendirmek, hem de daha doğru bir seçim sistemi için öngörülmüş olduğu açıktır.

8. Madde, “Matbuat kanunu” ile ilgilidir. Dönemde tartışmaları yaşanmış olan ve “lisan-ı millet” olarak ifade edilen bu kanunda, özgürlüğün artması için kanunda değişiklik talep edileceği öngörülmüştür. Bu madde, partinin basını ne kadar

önemsediğinin de bir göstergesi olmakla birlikte, meclis içerisindeki kısıtlı imkanlarda gerçekleştirdikleri muhalefeti, halka duyurmak için de kullanmayı planlamış olduklarını gösterebilecek niteliktedir. İkdam gazetesi (Bkz. Ek-2) bu madde için, “Sekizinci madde matbuata dairdir. Fırka-i Hürriyet matbuatta hizmet edeceğini vaad eyliyor ki suret-i mahsusada cazibedar bir vaaddir.” demiştir.

İsmail Hakkı Bey, Meclisin ikinci içtima döneminde, Matbuat Kanununda değişiklik yapılmasına dair bir teklif vermiş ve teklif doğrudan Lâyiha Encümenine gönderilmiştir72. Yeni İkdam gazetesi ise, aynı gün “Matbuat kanununun muhtevi olduğu mevaddın serbesti-i makyit eylediği nazar-ı dikkate alan Ahali Fırkası, tadilâtı mutezammın bir lâyihayı Mebusan Riyasetine tevdi etmiştir.” sözleriyle bunu okuyucularına duyurmuştur73. Teklif encümenden meclise yaklaşık 3 ay sonra geri gelmiş, Encümen mazbatasında ise bu değişikliklerin onaylandığı belirtilmiş ancak incelenmesi için Dahiliye Encümenine gönderilmesi gerektiği belirtilmiş (MMZC,

1986c:414) ve yapılan oylama ile de Dahiliye encümenine gönderilmiştir. Bu tarihten sonra ise teklif meclis gündemine bir daha gelmemiş ve İsmail Hakkı Bey de, ertesi

72 Meclis zabıtlarında, İsmail Hakkı Bey’in vermiş olduğu teklifin bulunamadığı yazmaktadır ve bu nedenle de teklifin içeriğine dair bir bilgi bulunmamaktadır (MMZC, 1986a:126-127). 73 Yeni İkdam, 3 Nisan 1326 (16 Nisan 1910), s. 4-5.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 124 dönem meclis başkanlığına teklifin kaybolduğunu kürsüden durumu belirtmiş,

Meclis Başkanı ise, “Takip edelim efendim. Lütfen bunu bendenize hususi olarak söyleyeydiniz arattırırdım.” şeklinde cevap vermiş, İ smail Hakkı Bey ise

(muhtemelen meclis zabıtlarına da geçmesi için), “Burada resmen söylüyorum,

Lâyiha meydana çıksın.” demiştir (MMZC, 1986g:392). Ancak buna karşın Ahali

Fırkası döneminde, bu lâyiha meclis gündemine hiç gelememiştir.

Bir başka örnek ise, bazı Demokrat Fırkası üyelerinin tutuklanması ve bu kişilerin gazetelerinin de kapatılması hakkında, İsmail Hakkı Bey’in verdiği takririn müzakereleri sırasında verilen takririn hükümet ve İttihat ve Terakki Mebuslarınca reddedilme çabası karşısında İbrahim Vasfi Bey;

“(..) Kapanan gazeteler neden kapanmış? Kabineden bazılarının

aleyhinde bulunmuş. Size soruyorum, bugün, gerek Muaheze

Gazetesi, gerek diğer demokrasi mesleğine hâdim gazetelerin Talat

Beyin aleyhinde yazdığı makale ile Tanin Gazetesinin, Lütfi Fikri

Bey hakkında yazdıkları beyninde ne fark görüyorsunuz?(...) Bir

mebus da, bir Nazır da milletin şeref ve haysiyeti temessül eder ve

o şerefe vuku bulan taarruzdan dolayı herkesin kanun dairesinde

hapsedilmesi, tevkif olunması lazım gelir. Lütfi Fikri Bey Meclisi

Mebusan kürsüsüne çıkmış da komedya oynamış diye gazeteyi niçin

kapamadınız? (...) ‘Talat Beyin seviyei idrâki Dahiliye Nezaretine

münasip değil’ sözüyle, ‘komedya oynuyor’ sözünü mukayese edin.

Sonra, böyle mühim bir takriri, hürriyeti mesakinin taarruz

olunduğundan dolayı istizah edilmesini reddedersiniz. Bu meclisin

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 125 şerefine, haysiyetine acırım.” (MMZC, 1986d:697)

diyerek hükümetin ve fırkasının basına karşı tutumunu kısaca özetlemiştir.

Ancak, bu sözler üzerine devam eden tartışmanın neticesinde verilen takrir, 50 kabul oyuna karşı 53 red oyu ile reddedilmiştir. Bu tutuklamalara ve burada yapılan işkencelere dair daha sonra yeni bir takrir verilmişse de, bu takrir de reddedilmiş, ancak meclis kürsüsünden gösterilmiş olan kanlı sopa ve tırnaklar ise (MMZC,

1986d:722), uzun süre etkisini göstermiştir.

9. Madde, sermaye - çalışan ilişkisinin düzenlenmesine dairdir ve sermaye -

çalışan ilişkisini düzenleyen kanunun, çalışanların haklarını koruyacak yönde dönüştürülmesi teklif edilmesi öngörülmektedir. İkdam gazetesinin de öncelikli olarak üzerinde durduğu bu madde, yine hem “Fırka-ı İbad” görüşünü, hem de Ahali

Fırkasının “Avrupa’daki radikal sosyalist fırkanın bir aksanı” olduğu görüşünü son derece destekler niteliktedir. Bunun yanında, işçi - işveren çatışmasında partinin işçilerin yanında görülmesi, halktan da destek görmesine neden olacak ve meclis içi muhalefetin sokaklara taşınması yönünde de önemli bir adım olacaktır. Ahali

Fırkası’nın programında bulunan bu madde, partinin aynı zamanda Ahrar Fırkası ve onun liberal görüşlerinden de tamamen bağımsız olduğunun bir başka kanıtı niteliğindedir.

10. Madde ile, çiftçi, işçi, küçük esnaf ve köylülerden alınan vergiler açısından bir düzenleme öngörmekte, hayvanlardan alınan ağnam vergisi gibi bazı vergilerden

“tenzilat-ı mümkine”, mallardan ve emlaktan sahiplerinin yararlanma oranları dikkate alınarak, fakirlerin ve fakir çiftçilerin evlerinin bu vergiden muaf olmasına

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 126 çalışılacağı yönünde bir ifadede bulunulmuştur. Bu madde de önceki madde gibi, partinin halkçı ve sosyalist denebilecek yönünü ortaya koymaktadır. Konya Mebusu

Hacı Mustafa Efendi, protestolara cevap metninde (Bkz. Ek-9) bu konu hakkında

şöyle yazacaktır:

“(...) Ahali Fırkası köylülerden ve fukara-yı ahâlîden alınmakta

olan vergilerden tenzilât-ı müsekkine icrasını programlarına idhâl

etmeseler de muharrir efendi bu cihetin İttihat Programına muhalif

olduğunu iddia etmektedir. Efendi-i mûmâ-ileyh, bâr-ı girân tekâlif

altında ezilmesini mi arzu ederler? Memlekette sanayi, servet ve

vâridâtın tezyîdiyle fukara âhalîden bâr-ı tekâlifin tahfîf ve

teheyyün-i ihtiyaçlarını istemezler mi? Ümit etmem. Öyle ise

teessüf.”

Hacı Mustafa Efendi, bu sözleriyle programda bulunan maddeyi, eleştirilere karşı savunmuş, ancak ardından da aşağıdaki satırları eklemiştir:

“Müsakkafât Kanunu’nda da rağmen lil-muhalifîn fukara âhalî

ve bâ-husus zira’dan tenzîlat-ı mümkine icra olunarak ikinci

cihetin bil-fiil kabul olduğunu görecek. Şimdi buna bir çuval sual:

İşte Ahali Fırkası bir ekalliyet-i kalîle oldukları halde evâil-i

teşekkülünde programlarının ekseriyet programına muhalif olan

noktalarında nasıl galebe etmiş, nasıl ispat-ı muvaffakiyet etmiş,

ekseriyet niçin kabul etmiş, ekseriyet programlarını niçin muhafaza

etmemişler? Bilerek mi, bilmeyerek mi? Kabil-i tatbik olmadığı

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 127 halde, hata olduğunu iddiada hala ısrar ediyorsanız o hata

ekalliyetden mi, ekseriyetten mi mebusândan mı, â’yândan mı

yoksa zât-ı âlilerinden mi? Lütfen tayin buyurunuz da itiraf

edelim.”

Hacı Mustafa Efendi, Ahali Fırkası’nın meclis kayıtlarından da görüleceği

üzere, hükümetçe çıkartılan bu maddelere muhalif olduğunu, ancak yukarıda da sayılan nedenlerden dolayı, maddelerin meclisten geçmiş olduğunu ifade etmiş ve devamında da suçlamaların haksız olduğunu belirtmiştir. Meclis konuşmalarına baktığımızda, Hacı Mustafa Efendi’nin haksız olmadığını görmekteyiz. “1325 senesi

Mart ve Nisan aylarına ait muvakkat bütçe” oylaması sırasında, özellikle ağnam vergisinin ertelenmesi yönünde ciddi bir muhalefet yapılmasına ve oylamada da iki mebus dışında tüm partinin red oyu kullanmasına karşın 134 kabul oyuna karşı, 16 red oyu ile bütçe kabul edilmiştir (MMZC, 1985c:74-112).

Yine sonraki günlerde müzakere edilecek olan Musakkafât Vergisi Kanununun, birinci maddedenin tartışması sırasında İsmail Hakkı Bey (yine) ilk sözü almış ve

“(...) bu maarifi umumiyeye ait bir vergi değildir, ahali mahalliyeye ait bir vergidir deniliyor. Mademki bir vergidir, harç ve terkip esasına dahil olan fikre münafi bir harekettir. Şu halde bu fıkranın kat’iyyen yeri yoktur.” (MMZC, 1985c:205) sözleri sonrasında bir takrir vermişse de74 kabul görmemiştir. Sonrasında söz alan Mustafa

Sabri Efendi ise, Maarif hisselerinin ihtiyacatı mahalliyeye terkedilmesi konusunun,

İttihat ve Terakki Fırkası’nın programında da, kendi fırka programlarında da

74 İsmail Hakkı Bey’in teklif metni: “Birinci maddeden (Ancak Maarif ve Menafii Mahalliye için işbu verginin aslına haddi âzamisi her sene bütçe kanunuyla tayin edilmek üzere zamâim icraası cazi ola- caktır) fıkrasının tayyını teklid ederim” (MMZC, 1985c:211).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 128 bulunduğunu belirttikten sonra, “Eski emlâk vergisiyle hissei Maarif birleşiyor.

Ondan sonra ihtiyacatı mahalliyyeye karşılık kalmıyor. İhtiyacatı mahalliyesi için vilayetler, ayrıca varidat düşünsün gibi birşey çıkıyor.” demiş ve ardından da bu konuda Maliye Nazırı Mehmet Cavit Paşa ile bir tartışma yaşamıştır (MMZC,

1985c:206). Dördüncü maddenin tartışılması sırasında75 İsmail Hakkı Bey’in bazı emlakların vergiden muafiyeti konusunda getirdiği öneri Mehmet Cavit Bey tarafından kabul edilmiş ve maddenin bu fırkası encümene gönderilmiştir. Bundan sonraki maddelerin görüşmelerinde, otuzaltıncı madde haricinde, muhalefet göstermemişler ve maddeler kabul olunmuştur. Otuzaltıncı madde ise encümene gönderilmiştir76.

11. Madde ile, parti kuruluşu döneminin gündemdeki konularından birisi olan yüksek maaşlar ve gereksiz memuriyetler ile devlet kadrolarının şişirilmesine dâirdir.

İkisine de izin verilemeyeceği, önceki dönemde millet mallarını “garetle kesb-i gına ettiği” belirlenenler ve memurlara emeklilik hakkı verilmesine dair bir kanun teklifi verileceği öngörülmektedir. Bu konuda İsmail Hakkı Bey, var olan Tensikat

Kanununa yapılmak istenen ekleme hakkındaki müzakerelerde, konuya dair ilk sözü alarak, uzun denilebilecek konuşmasında hem bu kanuna karşı çıkmış77, hem de işlevsiz olacağını belirtmiştir. Yapılan esami oylama sonuçlarına bakıldığındaysa,

Ahali Fırkası’nın bu yasayı firesiz bir şekilde reddettiği görülmektedir (MMZC,

75 Aynı konuda geçen padişaha ait mülklerin vergilendirilmesi konusundaki tartışma için tezin Ahali Fırkasının İdeolojisi ve Programı başlığı incelenebilir. 76 MMZC, 1985c:İnikad 57, 58, 60 ve 62; Otuzaltıncı madde ise, MMZC, 1985c:497, 499 ve 501. 77 “Kendisi tekaüt müddetine, yani kanunda mecburi tekaüdü intihap eden esbaba düçar ile tekaüde sevk edilenler, aciz ve ehliyetsizliklerinden dolayı kezalik kadro harici kalanların sui ahvâl ile müşte- hir olanların ve şu dairede olarak bunlara müteferri’ açığa çıkarılanların mağduriyetlerini bu kanunda bulunan iki madde kat’iyyen temin etmez.” (MMZC, 1985c:455).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 129 1985c:482). Ek yapılması istenen maddelerden ikincisinin görüşülmesi sırasında

Mustafa Sabri Efendi söz alarak, bu maddenin Tenkisat kanununun değiştirilmesi

önem arzeden 15. maddesini78 değiştirmek yerine, “her maddesinde 15. maddeyi teyit edecek cümleler sıkıştırıldığını” ifade etmiştir (MMZC, 1985c:594). Bu maddeye ilave edilmesi için bir teklif vermiş79 ve bu öneriyle birlikte de meclisin ilgisini bu bölüme çekerek, bu konuda uzun bir tartışma başlatmıştır. Mustafa Sabri

Efendi ve İbrahim Vasfi Efendi, teklife karşın yoğun bir muhalefete girişmişler, nihayetinde ise, ikinci madde encümene gitmiş, üçüncü madde kabul olunmuş, dördüncü madde ise esami oylama sonucu kabul edilmiştir (MMZC,

1985c:609-628). Ahali Fırkası mebuslarının hepsi red oyu vermiştir. Ancak sonraki inikadde yapılan diğer maddelerin oylamaları sırasında hiç konuşma yapmamışlar ve bu maddeler de kabul olunmuştur.

1326 Senesi Muvazene-i Umumiye kanunu müzakereleri sırasında “Maliye

Nazırının maaşı müstesna olmak üzere, diğer bilimum memurin maaşatının %10 nispetinde tenziline dair”80 verilen takrir için yapılan Esami oylamada Ahali Fırkası

üyelerinin tamamı kabul oyu kullanmış, ancak oy çokluğu ile takrir reddedilmiştir

(MMZC, 1986a:619).

12. Madde, (toprak kayıpları neticesinde) halkın talan edilen mallarının her

78 Mustafa Sabri Efendi 15 Maddeyi şu şekilde ifade etmiştir: “Bunlarla tekaüdü icra edilen ve bilâ tazminat ihraç olunanların, karârı vâkiden dolayı mehâkime ve Nezaretlere şikayetleri mesmû’dur.” (MMZC, 1985c:594). 79 Teklif metni şu şekildedir: “Gerek Tensikat Kanununun ve gerek kanunu mezkûra zeyl işbu kanunun tatbikinden, her ne suretle olursa olsun mağduriyet iddia eden memûrin, işbu kanunda tayin olunan mecie şikayet hakkını hâizdirler.” (MMZC, 1985c:596). 80 Takrir, müsteşar, müdür ve mümeyizleri kapsamaktadır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 130 kimin elinde olursa olsun, geri alınacağına ve hazineye devredileceğine dair bir kanun teklifi verileceğine dairdir.

13. Madde, “Memalik-i Osmaniye”deki tüm dinlerin korunacağını, her unsurun da dinini yaşamakta özgür olacağını ve “ittihad-ı anasır”ın da korunacağını ifade etmektedir.

14. Madde ile, Ziraat Bankası’nın çiftçilerin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için bağımsız ve geniş bir milli banka haline dönüştürülmesi için çalışılacağı ifade edilmektedir. Ancak bu madde, 1888 yılında kurulmuş olan Ziraat Bankası’nın esas sorunu olan kredilerin toprak ağalarından çiftçilere ulaşamaması konusuna bir çözüm getirebilecek düzeyde görünmemektedir81.

15. Madde, yüksek dereceli okul mezunlarının hakları saklı olmak ile birlikte, memur alımlarında “ehliyet”in dikkate alınacağına dairdir. Kabinelerin de var etmek için çabaladıkları liyakat sistemi açısından önem arz eden bir maddedir. Ayrıca, partinin meşrutiyet felsefesiyle bağını da gösteren maddelerden birisidir.

16. Madde ile, devletin resmi dili ve okullarda okutulacak dile ilişkindir.

Madde içerisinde devletin resmi dilinin Türkçe olduğundan dolayı okullarda ve medreselerde de Türkçe’nin mecburi olarak okutulmasına özen gösterileceğini, devletin resmi dininin de İslâm olmasından ve İslâm bilimlerinin de Arapça düzenlenmiş olmasından dolayı Arapçaya da önem gösterileceğini; Osmanlı içerisindeki diğer tüm dillerin ise, serbestçe öğretilebileceği belirtilmiştir. Bu konuda

81 Ziraat Bankası ve Osmanlı çiftçilerinin krediye ulaşamamaları konusunda geniş bilgi için bkz; GÜRAN, 1998:152-159).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 131 İkdam gazetesi de “Lisan meselesinde de umumu memnun etmeye müncer bir madde vaz' olunmuştur. Hem Türkçe, hem Arapça hem de sair Osmanlı anasırı lisanlarının serbesti-i tahsil ve tedrisi muhafaza olunacaktır. Demek ki bu madde Türk, Arap,

Rum, Arnavut, Ermeni, Bulgar meb'uslarının bu fırkaya iştirak edebilmeleri için vaz' olunmuştur.” yorumunda bulunmuştur. Siyaseten bu şekilde düşünülmesi doğru olsa da, politika açısından Ahali Fırkası, Ahrar Fırkası’nın bu derslerin seçmeli ders olarak okutulması yönündeki görüşünü bir adım ileri götürerek tamamen serbest bırakacağını belirtmiştir.

17. Madde ile, eğitim ve öğretimin geliştirilmesi için, taşra bölgelerindeki

çocukların da yüksek öğretimden yararlanabilmeleri için İstanbul ve il merkezlerindeki gece okullarının yaygınlaşması için çalışılacağı belirtilmiştir. Bu madde, eğitim ve öğretimin yurda yayılması çabası açısından önem arz etmektedir.

18. Madde, Vakıflar ve medreselerde yapılacak iyileştirmeler ile alakalıdır.

Evkaf Nezareti’nin 1327 senesi Bütçe Kanunu müzakereleri (MMZC,

1986e:559-594), Zeynelabidin Efendinin de yoğun çabasıyla, önceki, sonraki ve bu maddeye değinecek bir şekilde, yönlenmiştir. Zeynelabidin Efendi, yaptığı uzunca konuşma ile her vakfın kendi bütçesinin olduğunu, bu bütçenin ise Devr-i

İstibdat’tan kaldığını iddia etmiş ve bu bütçenin geri iade edilerek ıslah edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Nedeni olarak ise, Evkaf Nezaretinin böylesi bir bütçe ile vakıfların kendi bütçelerini “hercümerc” etmesini göstermiştir ve “(...) bu gibi yerlerde, bu gibi işlerde merkeziyet takip etmek, usulü meşrutiyete mugayyirdir. (...)

Niçin buraya gelsin de bu paralar merkezden sarf olunsun?” diyerek (MMZC,

1986e:566) hem il idarelerinin güçlenmesi, hem de vakıfların özerkleşmesi

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 132 konusunda fikirlerini ileri sürmüştür.

19. Madde, vilayet yönetimlerine dâirdir. İl idarelerinde “tevsi-i mezuniyet-i idari” uygulanacağı, beraberinde de “taksimat-ı mülkiye-i idariyesi” için ayrı bir kanun çıkartılmasının da isteneceği ve işlemlerin hızlanması için vilayetlerin bağımsızlığının82 arttırılmasına çalışılacağı belirtilmiştir. Bu madde, Ahrarcıların

“adem-i merkeziyetçilik” görüşlerine benzemekte, ancak düzenleme isteği,

Ahrarcılardan farklı olarak, “merkezi yönetimlerin güçlendirilmesi” düzeyinde kalmaktadır. İsmail Hakkı Bey’in, Ahali Fırkası kurulmadan önce de bu konuda benzer düşündüğü görülmektedir83.

20. Madde, ticarette öngörülen düzenlemeler üzerinedir. Kara ve deniz ticareti ile tarımının gelişmesi için ziraat odalarının kurulması ve yetkilendirilmesi ile hayvan koruma derneklerinin kurulması için çalışılacaktır denmektedir. Dönemin oldukça tartışmalı konularından birisi olan Reji şirketinin düzenlemesine dair, Ahali

Fırkası üyelerinin de imzalarının en başlarda bulunduğu bir takrir verilmiş ve bandrol uygulamasına geçilmesi istenmiştir (MMZC, 1986g:471-474).

21. Madde, bu programın partinin üçte birinin çoğunluk kararı ile değiştirilebileceği belirtilmiştir.

Görüldüğü gibi partinin programı, detaysız, madde madde popülist denilebilecek düzeyde, ancak muhalefet amacı için klikleşmiş bir partiye göre de ağır

82 Programda, “elviye-i müstakile” yazmaktadır. 83 “İsmail Bey (Gümülcine) ise merkez teşkilatı harcamalarını eleştirerek, Hamid dönemindeki alışkanlıklara aynen devam edildiğinin altını çizmiş, ‘merkez maaşatının bütünü israfattan ve devr-i sabıkta olduğu gibi fazla, bi-lüzum iş görmeyecek tahkikattan ibaret olduğunu’ söylemişti.” (Aktaran Tural, 1999).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 133 bir programdır. Bu program için İkdam gazetesi (Bkz. Ek-2) şu şekilde bir yorum getirmiştir:

“Bir fırka bütün bu meva'idi ifa edebilmek için hayliden hayli

kuvvetli olmak lazım gelir. Biz bu kuvveti adeten ziyade te'yid-i

efkarda ibraz olunacak maharet ve liyakatte ararız. Bir fırka

efradının kesreti vakıâ büyük bir kuvvet ise de manen o kesviyet

ibraz-ı iktidar edemediği surette pek çabuk münhal olabilir. Fakat

programını iyi tanzim ile beraber bütün müdafaasında iltizam-ı

şiddet eden bir fırka efradı, ne kadar kalil olursa olsun boş boş

terakki edebilir.”

Programın içeriği ve amaçladığı yenilikler dolayısıyla da haksız olduğunu söylememiz pek de mümkün değildir. Özellikle, dokuz ve onuncu maddelerinin icrası için topyekûn bir sistem değişikliğine gidilmesi gerekliliği, İttihat ve

Terakki’nin desteğine karşın hükümetlerin bir türlü çözüm bulamamış oldukları memurluk sorunları konusundaki vaatleri, dönem açısından gerçekten de havada görülmesi muhtemel bir programdır. Buna karşın fırka üyeleri, meclis konuşmalarında ahali lafını ağızlarından hiç düşürmemişlerdir. İ smail Hakkı Bey, neredeyse tüm bütçe görüşmelerinde gösterdikleri muhalif duruşa karşın Defter-i

Hâkani bütçe müzakerelerinde, İbrahim Efendi’nin bu bütçeye muhalif duruşu karşısında, yine ahali vurgusu yaparak;

“(...)Gerek bundan evvelki bütçelerde, gerek bundan sonra,

gerek bütçelerde Dahiliyye ve sair bütçelerde tahsisât-ı mestûre

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 134 namıyla binlerce liraya itiraf ederlerse, biz de buna iştirak ederiz;

fakat böyle Defter-i Hâkani bütçesi gibi, bahusus ahalinin

muamelat-ı hakikiyyesiyle meşgul olan ve ahaliyi Meşrutiyetten

haberdar ve behredâr edecek olan bir dairede zammiyâta

muhalefet etmeyi yine ahali namına muvafık görmüyorum.”

(MMZC, 1991a:281)

diyecek ve hem partinin hem de kendisinin hem muhalefet çizgisini, hem de ahali anlayışını ortaya koyacaktır.

Partinin İttihat ve Terakki’den klikleşerek ayrılmış olması ve amacının ise meclis içerisinde bir muhalif hareket olmasından çıkarım ile, Ahali Fırkası’nın programını kısmen de olsa, bugünün deyimi ile, bir nebze “popülist” olarak addedebiliriz. Ancak program, genel bağlamda oldukça somuttur ve okunduğunda partinin çözüm yöntemlerinin de var olduğunu ifade eden bir metindir. Bu noktada, partinin programından da kaynaklı olarak, meclis içerisindeki bir icraatine dair bir

örneğe değinmemiz yerinde olacaktır.

İsmail Hakkı Bey, 1326 kışının oldukça sert geçmesinden dolayı, “muhtacine tevzi edilmek üzere Dahiliye Bütçesine ikiyüz bin lira ilavesi ile sarfına mezuniyet itâsı hakkında” bir kanun teklifi vermiştir (MMZC,1986e:678). Bu teklifin olumlu yanları ilk önce diğer mebuslarca onaylanmışsa da sonrasında isteğin, vahî olduğu mebuslarca belirtilmiş ve son sözü alan Maliye Nazırı Cavit Bey’de bu konuda hükümetin halihazırda yapmış olduğu planları anlatarak konuyu nihayete erdirmiştir.

İsmail Hakkı Bey’in bu girişimi her ne kadar olumlu görülse de, karşı çıkılan ilk

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 135 noktalardan birisi, istikraz edilecek paranın bu şekilde heba edilmesi ve de bu ayrılacak olan paranin bölgedeki ihtiyacı olmayan insanların ellerine geçip, ihtiyacı olanlara ulaşamayacak oluşudur. İsmail Hakkı Bey (ya da fırka üyesi herhangi birisi) ise, bu noktada herhangi bir görüş bildirmemişlerdir ve dolayısıyla da bu teklife karşı

çıkışların haklı oldukları açıktır. Ancak, dışarıdan bakıldığında görülmüş olan, İsmail

Hakkı Bey’in bu olumlu teklifinin hükümetçe reddedilmiş olmasıdır. Bu da tam olarak “popülist” politika kavramını karşılamaktadır. Tabii ki bu noktada, “Fırkanın tüm icraatları bu şekildedir.” şeklinde bir genelleme yapmamız mümkün değildir, yalnızca fırkanın programında da bulunan bazı maddelerin bu kavrama ne kadar uyduğu konusuna atfen bu örnek verilmiştir.

2.5.Ahali Fırkası’nın Örgütlenmesi ve Basın ile ilişkisi

Ahali Fırkası’nın örgütüne dair elimizde herhangi bir belge bulunmamaktadır.

Ancak, partinin çoğunluğunun İttihat ve Terakki’den istifa etmiş mebuslardan oluştuğunu biliyoruz. Meclis içerisinde ise, İkdam gazetesi (Bkz. Ek-2) fırkaya bağlı mebus sayısını yirmiyi geçmediğini belirtmiş, buna karşın İştirak gazetesi meclis içerisinde 42 mebusu bulunduğunu (Aktaran: Birinci, 1990:40), Yeni Gazete ise 40 mebusu bulunduğunu belirtmiştir (Bkz. Ek-4). Buna karşın, fırka üyeleri bölümünde belirtilen kişiler dışında ise, kesin olarak fırka üyesi olan diğer mebuslara, dolayısıyla da tam sayıya ulaşılamamıştır.

Partinin resmi bir yayın organı bulunmamaktadır. Yeni Gazete’nin 21 Mart

1910 (8 Mart 1326) tarihli sayısında fırka hakkında yazılmış olan yazıda, fırka

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 136 üyelerinin bir gazete çıkartmak için hazırlık yaptığından bahsedilmekteyse de, bunun hiç gerçekleşmediği görülmektedir. Ancak partiyi destekleyen gazeteler mevuttur.

Özellikle Yeni Gazete, İkdam, Yeni İkdam, Sada-yı Millet (Tunaya, 2009a:271) ve

Konya’da yayınlanan Meşrık-ı İ rfan gazetesinin (Aydın, 2007) partiyi desteklediklerini görmekteyiz.

Partinin bir yayın organının bulunmayışı, ancak buna karşın basın özgürlüğü alanında, programında ve meclis içerisinde yaptığı çalışmalar84 ile özellikle İttihat ve

Terakki’ye muhalif duruştaki basının dikkatini çektiği açıktır 85. Bu nedenle, partinin halka çok uzakta olduğunu söyleyemeyiz, ancak bununla birlikte de, elimizde herhangi somut bir delil olmadığından dolayı, partinin halk ile yakın olduğunu söylememiz de mümkün olmasa da, partinin görüşlerini ve çalışmalarını bu gazeteler ile meclis dışarısına taşımış olduğunu düşünmemiz daha yerinde olacaktır. Ancak, partinin önceki bölümde incelediğimiz programından ve Hacı Mustafa Efendi’nin de belirttiği86 gibi, partinin esas amacı halkla bütünleşmek değil, daha çok meclis içerisinde çalışmalar yapmaktır. Dolayısıyla da, basını yalnızca meclis içerisindeki

çalışmaları ve muhalefetlerini halka duyurmak amacıyla kullanıklarını söyleyebiliriz.

Ahali Fırkasının kuruluşu hakkında, Hacı Mustafa Efendi’nin Meşrık-ı İrfan gazetesinde yayınlanmış yazısındaki;

84 İsmail Hakkı Bey Matbuat Kanununda yapılacak değişiklikler hakkında meclise bir teklif sunmuş, ancak bu teklif, Ahali Fırkası’nın siyasi yaşamı boyunca, meclis gündemine bir türlü gelememiştir. Bu konu hakkında bilgi için bkz. Ahali Fırkası İdeolojisi ve Programı, Madde-8. 85 “Fırka-i Hürriyet matbuatta hizmet edeceğini vaad eyliyor ki suret-i mahsusada cazibedar bir vaaddir.” (Bkz. Ek-2). 86 “Fırkamızın şimdilik hariçle münasebeti olmayıp maksadı, sırf Meclis-i Mebusan’da bir meslek-i müstakîmâne ile çalışmaya münhasır olunup hâricen cemiyet teşkili hakkında henüz bir karar ittihaz olunmadığından...” (Bkz. Ek-9).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 137 “Hülasa umum hükûmât-ı meşrutada olduğu gibi Meclis-i

Mebusan-ı Osmâniye’de dahî bir fırka-i muhalifenin teşkîline

lüzum-ı kat’î olduğundan birinci devre-i intihâbiyenin ikinci sene-i

ictimâiyesi evâsıtında tam mevsim-i hulûl ederek mütecânis-ül-

efkâr zevat-ı ma’lûmeden mürekkeb olmak ve sırf menfaat-i vatan

namına hareket etmek maksadıyla Ahali Fırkası teşkil etmiş ve otuz

vilâyette namzetlik vaz’ ederek sırf kuvve-i bâzu ile te’mîn-i menâfi-

i şahsiye edebilmek gibi agrâz-ı habîseye set çekmiş ve her türlü

taarruzât ve teheccümâta da rağmen muhalifîn dirig-i derun

olabilecek derecede peyderpey muvaffakıyet ve ispat-ı mevcudiyet

etmiş ve menâfi-i vataniyeye hasr-ı mesâî eylediği sâbit olmus...”

bölümü önem arz etmekte ve partinin kuruluşu hakkında bizlere fikir vermektedir. Öncelikle Ahali fırkası’nın “mütecânis-ül-efkâr zevat-ı ma’lûmeden mürekkeb olmak ve sırf menfaat-i vatan namına hareket etmek maksadıyla” kurulduğunu, sonrasında ise, “otuz vilâyette namzetlik vaz’ ederek” cümlesiyle de partinin otuz vilayette temsil edildiğini öğrenmiş oluyoruz87. Buradan da anlaşılmaktadır ki, partinin, meclis içerisindeki kadar güçlü olmasa da, meclis dışarısında da hiç var olmadığı gibi bir kanıya varmamızın hatalı olacağı açıktır.

87 Ne var ki, bunun dışında, özellikle de parti örgütüne dair, başka bir belgeye henüz ulaşabilabilmiş değildir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 138 2.6.Ahali Fırkası’nın Sonu

Ahali Fırkası da (neredeyse diğer tüm muhalif partiler gibi), Hürriyet ve İtilaf

Fırkası’na katılarak siyasi hayatını nihayete erdirmiştir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası kitabının yazarı Ali Birinci’ye göre (1990), Ahali Fırkası da diğer partiler gibi, bölünmüş ve ilk olarak da İ brahim Vasfi Efendi, Mustafa Sabri ve Ahmet Hamdi

Efendi Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na geçmiştir. İsmail Hakkı Bey’in ise, partinin kuruluşundan kuruluş beyannamesi verilene kadar haberi olmamış ve Zeynelabidin

Efendi gibi önemli isimlerin partiden ayrılarak Hürriyet ve İtihaf Fırkası’na katılmalarına da engel olduğunu; İsmail Hakkı Bey’in ise daha sonrasında fırkaya kabul edildiğini, böylece de İsmail Hakkı Bey’in tüm fırka üyeleriyle birlikte

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na dahil olduğu belirtmiştir.

İsmail Hakkı Bey, bu katılış tebliğini 23 Kasım 1911 (10 Teşrinisani 1327) günü yayınlamış, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ise 21 Kasım (8 Teşrinisani) günü resmi olarak kurulmuştur. Bu durumda, İbrahim Vasfi Bey’in 23 Kasım (10

Teşrinisani)’dan önce Hürriyet ve İ tilaf Fırkası’na katılmış olması gerekmektedir.

Ancak, 22 Kasım (9 Teşrinisani) günü meclis toplanmış ve metni yazan encümen içerisinde İsmail Hakkı Bey’in de bulunduğu, Arızai Cevabiyye müzakerelerinde bulunmuştur. Metin hakkında çetin bir muhalefet sergileyen İbrahim Vasfi Efendi’ye karşılık veren Manastır Mebusu Trayan Nali Efendi “Bu arızai cevabiyyenin kaleme alındığı encümende mensup olduğunuz Fırka reisi de vardı.” demiş (MMZC,

1991d:6) ve İbrahim Vasfi Efendi’de buna karşı çıkmamıştır. Sonrasında söz alan

İsmail Hakkı Bey de, “Arkadaşlarımdan Vasfi Efendinin (...) ve rüfekamdan Sabri

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 139 Efendinin...” şeklinde konuşmasına başlamıştır. Buna göre, elimizde aksi yönde de bir kanıt olmadığından dolayı, İbrahim Vasfi Efendi ve de Sabri Efendi 22 Kasım (9

Teşrinisani) günü halen Ahali Fırkası üyesidir. Ertesi gün, yani 23 Kasım (10

Teşrinisani) günü de zaten, İsmail Hakkı Bey yayınlayacağı tebliğ ile “esasen teessüsüne iştirak ettiği Hürriyet ve İtilaf Fırkasına -neşrolunmuş olan programı takip etmek üzere” (Bkz. Ek-12) Hürriyet ve İtilaf Fırkasına katıldıklarını duyuracaktır. 22 Kasım (9 Teşrinisani) günü meclis konuşmalarını incelediğimizde ise, tıpkı kuruluşunda olduğu gibi, Hürriyet ve İtilaf’a katılıma dair bir konuşmaya rastlanılmamıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 140 3.Bölüm: Mebusan Meclis’i içerisinde Ahali Fırkası

Ahali Fırkası özellikle, kuruluşundan kısa süre sonra başlayan ve ertesi dönem de tekrarlanan bütçe görüşmelerinde sürekli ön planda olmuşlardır. Bölümlere ayrılmış olan bütçe görüşmelerinde ise özellikle, 1326 senesi Maliye Nezareti

Bütçesi, 1327 senesi İlmiyye bütçesi, 1327 senesi Maliye Nezareti bütçesi, 1327 senesi Bahriye Nezareti bütçesi, 1327 senesi Meclis-i Umumi bütçesi konularında ön plana çıkmışlar ve partinin hemen tüm mebusları, bütçe görüşmeleri sırasında defalarca söz alarak, oldukça çetin bir muhalefette bulunmuşlardır. Ancak bu alandaki muhalefetleri, partinin ideolojisi ve yapısı konularına da bahsedildiği üzere,

(yer yer yıpratıcı tartışmalar yaşanmış olsa da) yıpratıcı bir muhalefet değil, tüm bütçe kalemlerinin detaylı incelenmesi isteklerine dairdir. Üzerinde özellikle yoğunlaştıkları ise, zaten açığı oldukça büyük olan bütçenin daha da açık vememesi ve dolayısıyla da istikraz konularıdır.

Bütçe konusunun dışında ise, özellikle Ahz-ı Asker (Daha sonra Mükellefiyet-i

Askeriyye olarak adlandırılmıştır) Kanunu, Usul-ü Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu,

Ceza Kanunu (Kanun-u Ceza), Musakkafat Vergisi Kanunu, Dersim Mebusu Lütfi

Fikri Beyin Divân-ı Harb-i Örfice tevkifi konusu, Tensikat Kanunu, Sicil-i Nüfus

Kanunu, Teşvik-i Sanayi Kanunu, Mehakim-i Sulhiye Teşkilatı Kanunu, Pasaport

Kanunu gibi konularda oldukça ön planda olmuşlar ve ciddi bir muhalif duruş sergilemişlerdir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 141 Sonuç: Ahali Fırkası’nın Osmanlı Siyaseti İçerisindeki Konumu ve Etkileri

Ahali Fırkasının kuruluş dönemi, tam olarak Osmanlı siyasetinin İttihat ve

Terakki’nin tekeline geçmeye başladığı bir döneme rast gelmektedir. 31 Mart olaylarının askeri kuvvetlerce bastırılmış ve muhalefetin de ağır bir bozguna uğramış olduğu manzara karşısında olanca gücüyle duran ve günden güne de devleti ele geçirmeye çalışan İttihat ve Terakki’ye karşı, bu dönemde yeni bir parti kurmak gerçekten zordur. Ancak İttihat ve Terakki’nin, hem tek bir ülkü ve düşünce

çerçevesinde toplanarak kurulmuş olmayışı, hem de meşrutiyet fikrinin gelişimiyle paralel bir şekilde artan fikrî akımların etkisi, İttihat ve Terakki Cemiyetinden zamanla kopuşların başlamasına neden olmuştur. Ahali Fırkası, İttihat ve Terakki’den kopan ilk klik olacak ve bu kopuşun ardından da istifa etmiş mebusların bir parti ile mecliste var olacak olmaları, İttihat ve Terakki içerisinden bir yandan protestolar ile diğer yandan ise meşrutiyetin çok partili rejiminin korunması açısından olumlu görüşlerle karşılanacaktır ki, bu durum bile İttihat ve Terakki örgütü içerisindeki kararsızlığı ortaya koymaktadır.

İkinci içtima senesinin üçüncü ayına girilirken sadrazamlığa getirilen

Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, 24 Ocak 1910 (11 Kanunusani 1325) tarihinde mecliste kabine programını okuduğunda, muhalefetin elindeki en güçlü koz kabinesinin bir “İttihat ve Terakki Fırkası kabinesi” olduğu eleştirisi olacak ve güven oylaması öncesinde meclis içerisindeki tüm muhalefet bu noktaya yüklenecektir.

Ancak buna karşın, İbrahim Hakkı Paşa’nın kendisi, vaatleri ve tabii ki İttihat ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 142 Terakki tarafından destekleniyor oluşu, muhalefeti bastırmış ve farklı bir şekilde kabine güven oyu almıştır. Bu güven oylamasında Ahali Fırkasına katılacak olan mebusların da tamamı itimat oyu kullanmışlardır. Bu noktada, başlı başına bu örnek bile Ahali Fırkası’nın muhalif çizgisini ve siyasal duruşunu ortaya koyar niteliktedir.

Çünkü, kabinenin arkasındaki İttihat ve Terakki desteğinin aleni olduğu bir ortamda, bir ay sonra partiden ayrılacak bir klik, muhtemelen böyle bir muhalefet şansını kaçırmazdı. Ancak, muhalefetin aksine itimat oyu kullandıklarını görmekteyiz. Bu da

Ahali Fırkası’nın önceki muhalifler gibi, problemlerinin İttihat ve Terakki Cemiyeti ve sistemi ile değil, daha çok hükumetin ve İttihat ve Terakki’nin “keyfi” eylemleri ile olduğunu ortaya koymaktadır. Yani, bu da demek oluyor ki, Ahali Fırkası,

Osmanlı parlamenter meşrutiyet rejiminin, ilk parlamenter muhalefet partisi olarak siyasal hayatına başlamıştır.

Böyle bir ortamda kurulmuş olan Ahali Fırkası, ilk önce partiye yönlenecek olan eleştiriler ve protesto telgraflarına karşı durmak için çabalayacaktır. Ancak aynı dönem içerisinde mecliste de etkin olmaya çalışacak ve bütçe görüşmeleri başta olmak üzere hemen her konuda kendilerini göstereceklerdir. Bu muhalif duruş

üçüncü dönemin başlarında bir nebze düşüşe geçecek olsa da, Demokrat Fırka

üyelerinin tutuklanması ve gazetelerinin kapatılması, Sinop Mebusu Rıza Nur Bey’in tutuklanması ve işkence görmesi söylentileri, Süleyman Sûdi Efendi’nin mektuplarının açılması gibi olaylar, Ahali Fırkası başta olmak üzere meclis içerisindeki tüm muhalefeti ayaklandırmaya yetmiştir. Ancak, muhalefetin bu yükselişi karşısında İttihat ve Terakki Fırkası ve Hükümet, ellerinde bulundurdukları kuvvetlere ve meclis çoğunluğu güçlerine dayanarak oldukça soğuk kanlı davranmış

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 143 ve çoğu zaman meclis başkanını da yanlarına çekerek muhalefeti görmezden gelmeye kadar işi götürmüşlerdir. İktidar, muhalefete karşı bu dönemde oldukça ciddi bir baskı uygulayacak ve üçüncü içtima döneminin ortalarını geçerken başlayacak olan bütçe görüşmeleri, meclisin iyiden iyiye karışmasına neden olmacak, hatta türlü tartışmaların ve kavgaların yaşandığı olaylara, kürsüye çıkan mebusların indirildiğinin görülmesine bile yol açacaktır. Mecliste yaşanan bu durum, sonraki dönemde muhalif bir çatı partisi olacak olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın da doğuşunun nedenleri arasında olacaktır. Ahali Fırkası, Mutedil Hürriyetperveran

Fırkası ve bağımsız muhalif mebusların etkin muhalif duruşlarına karşın, sayıca az olmaları ve aralarındaki görüş farklılıklarından dolayı birbirlerine karşı destek vermek konusunda çekingen kalmaları, çoğu zaman önerilerinin meclis gündemine alınmamasına, itirazlarının yok sayılmasına neden olmuş, yalnızca zaman zaman ortak bir duruş sergileyebildiklerinde etken olabilmişlerdir. Özellikle Ahali Fırkası açısından, diğer muhalif mebuslar ve de muhalif partiler arasında ciddi görüş farklılıklarının olması, bu ortak duruş gösterme konusunda çoğu zaman zorluk

çıkartmış ve partinin çoğu eyleminde yalnız kalmasına neden olmuştur. Ahali

Fırkasının siyasal duruşu, diğer partilere nazaran İttihat ve Terakki’ye daha yakın olmasına karşın, aralarında temel görüş farklılıkları da mevcuttur. Osmanlıcılık ile

Türkçülük görüş farklılıkları ve halk - sermaye çatışmasında Ahali Fırkasının -bir muhalif partiye yaraşır bir şekilde- halkın yanında yer alıyor oluşu, iki partinin temel farklılıkları arasında sayılabilecek düzeydedir. Buna karşın Ahali Fırkasının -sınırlı- halkçı duruşu sosyalist mebuslar ile, Türkçü duruşu ise Mutedil Hürriyetperveran gibi partiler ile çoğu zaman ayrı düşmesine neden olmuştur. Parti üyelerinin

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 144 çoğunluk kısmının ilmiye sınıfından kişilerden oluşması ve bu kişilerin de topyekûn bir şekilde İttihat ve Terakki’ye karşı muhalefet yapmaları, onların “gerici” olarak nitelendirilmelerine neden olmuşsa da, yaptıkları işlere ve meclis konuşmalarına baktığımızda bazı konularda İ ttihat ve Terakki’den daha çok meşrutiyet savunucusu olmuşlar, bazı konularda ise en az sosyalist vekiller kadar halkçı tutum içerisinde bulunmuşlar ve bazı konularda ise en az liberal görüşlü vekiller kadar da özgürlüğün savunucusu olmuşlardır. Ahali Fırkası, merkezi yönetimlerin güçlendirilmesi konusunda dönemin liberalleri ile paralel düşünceler içerisinde olmuş, -özellikle- vergiler konusunda dönemin sosyalistlerine yakın düşmüş ve de padişahtan bile vergi alınmasını teklif edecek kadar da İttihat ve Terakki’den daha çok meşrutiyet sistemini destekleyen bir ideolojik yapıya sahip olmuştur. Partinin “sarıklı” denen

üyeleri bile, II. Abdülhamit’in istibdat döneminde bu yapıya karşı çıkarak meşrutiyeti savunmuş, hatta bazıları bundan dolayı hapse bile atılmış kişilerden oluşmaktadır.

İsmail Hakkı Bey, İttihat ve Terakki Fırkası’nın ikinci başkanlığından, İbrahim Vasfi

Efendi ise idare memurluğundan istifa etmişler, Zeynelabidin Efendi ise Konya’da oldukça nüfuslu bir kişi olarak, burada Nakşibendi tarikatının şeyhi de olmasına karşın, meclis içerisindeki konuşmalarına bakıldığında, kanunlara ve meşrutiyete bağlılığı en az İsmail Hakkı Bey kadar olduğu görülmektedir. Ömer Lütfü Efendi, istibdat döneminde Antalya Belediye Başkanıdır ve bölgesinde oldukça etkindir.

Ahmet Şevket Efendi, Erzurum’da istibdata karşı İttihat ve Terakki’nin desteklediği ayaklanmalarda baş rol oynamış, sürülmüş ve ömür boyu hapse çarptırılmış, ismi ise devrimci (ve liberal) ulema şeklinde anılmıştır.

Öte yandan, Ahali Fırkası’ndan sonraki dönemlerinde örneğin, İsmail Hakkı

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 145 Bey, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı ele geçirmiş, sonraki dönemde Bursa valisi olmuştur. Parti üyelerinden, (bugün Elmalılı Hamdi Yazır olarak bilinen) Ahmet

Hamdi Efendi, Evkaf Nazırlığı yapmış ve sonrasında Âyân Meclisi mebusu olmuş ve yazmış olduğu Kur’an tefsiri ise Atatürk tarafından kabul görmüş, bugün bile geçerliliğini yitirmemiştir. Mustafa Sabri Efendi, Ferit Paşa kabinesinde iki dönem

Şeyhülislamlık yapmış, Âyân Meclisi mebusu olmuş ve de Osmanlı’nın son

şeyhülislamı olmuş, Süleyman Sûdi Efendi ise, cumhuriyetin kuruluşu ertesinde kurucu mecliste de mebus olarak bulunmuştur. Ahali Fırkası mebusları, parti ve partinin siyasal duruşu açısından Osmanlı siyasetinin, kısa ömrüne karşın, önemli partilerinden birisidir.

Ahali Fırkası, barındırdığı ulema sınıfı mebuslardan dolayı gerici olarak addedilmiş olsa da, Osmanlı meşrutiyeti ve parlamenter sisteminin gelişimi açısından son derece önemli bir yere sahiptir. 31 Mart önceki dönemde meclis dışında yaşanan

çatışmaların bir askeri darbe ile sonlandırılmış olması meşrutiyete bir darbe vurmuş olsa da, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve V. Mehmet Reşat’ın da tahta

çıkmadan önce meclise bağlılığını bildirmesi ile meşrutiyet rejimini yeniden canlandırmıştır. Ancak, bu sefer de padişahın istibdat yönetiminden, İttihat ve

Terakki’nin istibdâtına doğru sürüklenen Osmanlı Devleti, Ahali Fırkası’nın kurulmasıyla birlikte parlamentarizmi yeniden hatırlamış ve dönemin Sadrazamı

İsmail Hakkı Paşa’nın yönetim anlayışının da etkisiyle, Osmanlı’da meclis tarihinde ilk defa gerçek bir iktidar - muhalefet ilişkisine sahne olmuştur. Ahali Fırkası

üyelerinin, Meşrutiyet ve onun kanunlarına olan bağlılığı sayesinde, mecliste bulunan muhalif gerici mebuslar dahi, artık bu sistemi kabul etmişlerdir. Bunun

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 146 yanında, Ahali Fırkası üyelerinin, mecliste “tayin-i esâmi” yönteminin kullanılması için -diğer muhalif mebusları da içerisine katarak- yaptığı baskıların sonuçlarını, partinin kurulmuş olduğu ve meclisin daha çok ellerin kaldırılıp indirilmesiyle oylama yapılan ikinci dönemi ile neredeyse tüm önemli kanunların tayin-i esâmi yöntemi ile oylandığı dördüncü dönemi arasındaki farklılıktan yola çıkarak olumlu addedebiliriz.

Ne var ki, İttihat ve Terakki Fırkası’nın meclis içerisindeki çoğunluk durumu ve İbrahim Hakkı Paşa hükumetinin de bu çoğunluktan aldığı destek ile Ahali

Fırkası’nın son dönemi olan üçüncü içtima senesinin sonlarında, muhalefet ne kadar sert olursa olsun, iktidar ile baş edemez duruma gelmiştir. Özellikle bu son dönemde, mecliste muhalefetin verdiği teklifler kaybolmakta ya da gündeme bile alınmamakta, meclis başkanı söz verirken ya da oylama yaparken keyfi davranışlarda bulunmakta, kürsüde konuşan kişinin sözünün kesilmesi konusunda uygulanacak içtihat konusunda taraflı davranmakta88 ve muhalefet kendi içerisindeki dağınıklıktan dolayı

-yaptığı uzun konuşmalar ile ön plana çıksa da- oylamalarda İttihat ve Terakki’ye

üstünlük sağlayamamıştır. Bu duruma karşı, Ahali Fırkası Reisi İsmail Hakkı Bey başta olmak üzere muhalif mebuslar bir yöntem geliştirmişlerdir; İsmail Hakkı Bey zaman zaman konuşmalarında söylediklerinin zapta geçmesini özellikle belirtmektedir. Bu, meclis konuşmalarının Takvim-i Vekayi’de yayınlandığını bilen

İsmail Hakkı Beyin ve ardından da diğer mebusların halkı bilgilendirme yöntemi olacaktır. Meclis dışında yaşanmış olaylar (Dersim Mebusu Lütfi Fikri Beyin

88 Bu konuda Zeynelabidin Efendi, Ömer Feyzi Efendi ve Meclis Başkanı arasında yaşanmış bir tartışma için bkz. MMZC,1986g:352.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 147 çıkarttığı bir gazete nedeniyle göz altına alınması çabası, Süleyman Sûdi Efendinin mektuplarının açılması, Demokrat Fırka üyelerinin gözaltına alınmaları...vb. ) sürekli meclis içerisine taşınmakta ve gündeme alınması için çaba sarf edilmekte, böylece de

İttihat ve Terakki ile hükumetin giriştiği tüm bu istibdatvâri eylemler, Takvim-i

Vekayi üzerinden halka duyurulmaktaydı. Bu yöntem her ne kadar muhalefetin halkı bilgilendirmek için kullandığı bir yöntem olsa da, aynı zamanda da meclisin kanun yapmak dışında, hükumet üyelerinin sorgulandığı, hükumetin ve İttihat ve

Terakki’nin eylemlerinin tartışıldığı bir siyasal alan haline gelmesine neden olmuştur.

Özellikle hükûmet üyelerinin, yani bakanların, meclis içerisinde zabıtlara geçen sorulara muhatap olmaları ve yine bu sorulara zabıtlara geçecek cevaplar vermeleri, hükumetin eylemlerinin, bu eylemden sorumlu olan bakan ile birlikte -sert bir şekilde de olsa- mebuslar arasında tartışılır bir hale gelmesi ve de bu durumun “sıradan” bir uygulama haline gelmesi konusunda, bunların Ahali Fırkası’nın birer başarısıdır dememiz hata olmayacaktır. Tez içerisinde de değinildiği üzere, İsmail Hakkı Bey,

Ahali Fırkası’nın kuruluşundan bir süre sonra, hükumetten bir konu hakkında bilgi edinmek için verdiği bir takrir karşısında İttihat ve Terakki Fırkası mebuslarının bunu bir “saldırı” olarak addetmeleri ve takririn içerisinden çok neden verildiğini tartışmaya başlamaları üzerine İsmail Hakkı Bey ve Ömer Feyzi Efendi, bu takrir ile amaçlarının hükumeti düşürmek çalışmak ya da İttihat ve Terakki Fırkası’na saldırmak olmadığını, bu durumun ise meşrutiyetin bir gerekliliği olduğunu ve ne hükumetin, ne de İttihat ve Terakki’nin bunlardan çekinmemesi gerektiğini kürsüden anlatmışlardır. Bu olay sonrasında ise, bu tür takrir ve sorular artık meclisin sıradan gündemi haline gelmiş ve bu takririn neden verildiğinden çok içerikleri üzerinden

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 148 tartışmalar yaşanmaya başlanmıştır. Bu da yine Ahali Fırkası’nın kısa yaşantısında

Osmanlı siyasetine katmış olduğu en önemli yeniliklerden birisidir. Osmanlı meşrutiyet rejiminin parlamenter yaşantısı içerisinde, Ahali Fırkası’nın Osmanlı siyasal yaşamına en büyük etkileri olarak, siyasal çekişmeleri ve gündemi meclis içerisine taşıması, meclisin en üst kurum olduğu fikrini -İttihat ve Terakkiyi de destekleyerek- kabul ettirmesi ve hükumetlerin ve İttihat ve Terakki’nin de buna biat ederek devleti ilgilendiren her karar için meclise danışması konusunda zorlamalarını saymamız yerinde olacaktır.

Ahali Fırkası, ortak bir düşünce (Fırka-ı İbat) etrafında birleşen bir klik olarak başladığı siyasal yaşamını, en başta bütçelerin, gerek yenilenen, gerekse yeni kurulan devlet teşkilatlarının, kabine ve İttihat ve Terakki’nin yolsuzluk ve usûlsüzlüklerinin,

-bütçe görüşmelerinden de kaynaklı bir şekilde- vergiler konusunda, halkın yanında duran; meşrutiyet düşüncesini önemseyen ve yücelten, Meclis-i Mebusanı padişahın bile üstünde bir üst kurum olarak gören, meclis içerisinde güçlü ve söz geçen bir parti yapısına bürünmüştür. Ancak, kanunlara ve meşrutiyet rejiminin üstünlüğüne dayandırdığı muhalefetinin, güçlü bir ideolojik arka plana sahip olmamasından ve de içerisinde barındırdığı ilmiye sınıfı mebuslardan dolayı, muhalefeti sırasında İttihat ve Terakki mebusları tarafından da -yıpratma amaçlı olarak da olsa- zaman zaman gerici olarak itham edilecektir.

Osmanlı devleti, Ahali Fırkası’nın kısa yaşantısı sırasında, yani İbrahim Hakkı

Paşa hükumeti döneminde ciddi bir dönüşüm yaşamaktaydı. Hükumetin bütçeyi kalemlere ayırarak meclise göndermesi, yeni teşkilatların kurulması için girişilen

çabalar, var olan kanunların ve teşkilatların güncellenmesine bu dönemde

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 149 başlamıştır. Ahali Fırkası üyelerinin de, böylesi bir dönemde meclis içerisindeki en güçlü muhalefet partisi olarak, tüm bu kanunlar üzerinde ciddi etkileri olmuştur.

Gerek encümenler içerisinde, gerekse kanunların genel kuruldaki müzakerelerinde kanunlar hakkında eklemeler, düzeltmeler için tekliflerde bulunmuşlar ve bunların pek çoğu da kabul görmüştür. Bu yeni ve de güncellenen teşkilatların başında gelen

Askerlik Kanunu, Ceza Kanunu, Sulh Mahkemeleri Kanunu, Pasaport Kanunu,

Musakkafat Vergisi Kanunu gibi pek çok konuyla yakından ilgilenmişler ve neredeyse her maddesi için de, başta İsmail Hakkı Bey, Zeynelabidin Efendi, İbrahim

Vasfi Efendi, Mustafa Sabri Efendi ve Ömer Feyzi Efendi söz almışlar, takrirler vermişlerdir.

Ahali Fırkası’nın kurulduğu dönem olan Meclis-i Mebusan’ın ikinci döneminin ortası ve sonları daha çok bütçe görüşmeleri ağırlıklı geçmiş, ancak üçüncü dönemi sert tartışmalar ile başlamıştır. Yeni ve güncellenen teşkilatların kanun tasarıları ile devam eden tartışmalar ve nihayetinde dönem ortalarına doğru gelecek dönemin bütçesinin de hükumet tarafından, önceki dönemlerden farklı bir şekilde detaylandırılmış ve madde madde incelenmesi gerekecek bir şekilde meclise gönderilmesiyle iyice sıkışan ve gerilen meclis içerisinde, artık mebusların üslûpları oldukça sertleşmiş, muhalefet - iktidar arasında yaşanan tartışmalar sürtüşmelere, kavgalara dönüşmüş ve -bu durumdan da bıkmış olan- meclis başkanının da “laf değil iş üretelim” minvalindeki davranışları neticesinde, muhalefet de artık bu

şekilde işlerin yürümeyeceğine kanaat getirmiş ve nihayetinde İttihat ve Terakki karşısında birleşerek Hürriyet ve İtilaf Fırkasını kurmuştur. Bu noktada, İbrahim

Hakkı Paşa kabinesinin programı okunduktan sonra yapılan güven oylamasında

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 150 Ahali Fırkası üyelerinin tamamının itimat oyu kullandıklarını, ancak üçüncü dönem bütçe görüşmelerine gelindiğinde, özellikle başta İsmail Hakkı Bey olmak üzere, tüm parti üyelerinin bu hükümete karşı tavır aldıklarını da belirtmemiz gerekmektedir.

Bunun nedeni, -tez içerisinde bahsedilmiş de olsa- İbrahim Hakkı Paşa istibdat döneminde ve sonrasındaki fikrî hayatı neticesiyle meşrutiyet düşüncesinde yaraşır bir sadrazam görünümünde olmasına karşın, İttihat ve Terakki Fırkası “destekli” kabinesi çalışmalarına başladıktan sonra, gerek maliyenin kötü durumundan dolayı sıkışması, gerekse İttihat ve Terakki Fırkası’nın kabine üzerindeki baskıları nedeniyle tüm muhalefetin tepkisini çekmeye başlamış; nihayetinde de Ahali Fırkası reisi İsmail Hakkı Bey, üçüncü dönem bütçe görüşmelerinin son günlerinde, bu kabine yerine (en başta kendisinin muhalif olduğu) eski kabineleri arar durumda olduklarını ifade etmiştir.

Ahali Fırkası mebusları, bölgelerinde güçlü vekiller barındırması dolayısıyla, yaklaşan seçimlere katılacak olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın ilgisini çekmiş, öte yandan da Ahali Fırkası mebusları da, halihazırda uyguladıkları muhalif duruş ile

İttihat ve Terakki ile başa çıkamayacaklarını üçüncü dönem sonunda fark etmişlerdir.

Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kuruluşu ertesinde de zaten Ahali Fırkası mebusları kendilerini bu çatı altında bulacaktır. Ancak bu birleşmeden sonra, başta İsmail

Hakkı Bey ve Mustafa Sabri Efendi, Ahali Fırkası döneminde olduklarından farklı bir muhalefet tarzına bürüneceklerdir.

Sonraki dönemlerde, başta İsmail Hakkı Bey olmak üzere, bu iki isim Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı da ele geçireceklerdir. Bunun yanında, Mahmut Şevket Paşa suikastı olayında isimleri geçecek ve bu konuda İsmail Hakkı Bey’i suçlu olarak

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 151 gören Cemal Paşa, hatıralarında, İsmail Hakkı Bey için “Pek cüretkâr olan bu zatın ahlâken düşkün olduğuna tamamen kaniim. Memleketin başına en büyük belâ bu adam yüzünden geleceğine imanım vardır.” şeklinde yazacaktır. İsmail Hakkı Bey’in, kurtuluş savaşı öncesinde ve sırasında İngilizler, Fransızlar ve de Yunanlılar adına casusluk yaptığı söylenmekteyse de, kurtuluş savaşı ertesinde adının yüzellilikler listesinde geçtiği sırada İsmail Hakkı Bey, Bursa Valiliği görevindedir. Mustafa Sabri

Efendi, Şeyhülislamlık görevindeyken Milli Mücadele ve Anadolu Hareketine karşı

çıkmıştır ve Kurtuluş Savaşı sonrasında, İstanbul Hükümetine yardım ettiklerinden ve de Ankara hükumetini yok saydıklarından dolayı, vatandaşlıktan çıkartılmak üzere yayınlanmış “yüzellilikler listesi”nde İsmail Hakkı Bey ve oğluyla birlikte de

Mustafa Sabri Efendi’nin isimleri geçmektedir.

Ahali Fırkası dönemi, fırka mebuslarınca iktidar - muhalefet ilişkisi

çerçevesinde gerçek bir parlamenter süreç olarak yaşanmıştır. Ancak, fırka dönemi boyunca gerek meclis içerisinde, gerekse dışarısında yaşanan olaylar nedeniyle mebusların, tıpkı diğer muhalifler gibi, bölünmüş bir şekilde muhalefet etmenin işe yaramayacağını anlamaları, Hürriyet ve İtilaf Fırkası içerisine girmelerine neden olmuştur. Bu parti içerisinde önemli yerlere gelmişler ve partiyi ele geçirmişlerdir.

Ancak, özellikle İsmail Hakkı Bey’in siyasal hırsı ve meşrutiyete bağlılığı Hürriyet ve İtilaf Fırkası döneminde nefrete dönüşmüş ve bir süre sonra da İttihat ve

Terakki’ye olan muhalif duruşunun bir gericilik hareketine dönüştüğünü fark edememiştir. Mustafa Sabri Efendi ise, hem dine bağlılığı, hem de meclis içerisinde de belirtmiş olduğu gibi, ortada böyle bir fikir olmadığı dönemden beri cumhuriyet fikrine karşı durmaktadır ve İttihat ve Terakki’nin de bu yönde attığı adımlar onun

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 152 gerilemesine yol açmıştır. Mehmet Hamdi Efendi, Damat Ferit Paşa kabinesinde

Evkaf Nazırlığı yapmış, ardından da Âyân Meclisine seçilmiş ve cumhuriyet sonrasında ise çıktığı mahkemede aklanması üzerine siyasetten çekilmiştir. Süleyman

Sûdi Efendi ise, Ahali Fırkası üyeleriyle birlikte Hürriyet ve İtilaf Fırkasına geçmeyerek yeniden İttihat ve Terakki Fırkası’na dönmüş ve cumhuriyetin kuruluşu sonrasında ise, ilk mecliste mebus olarak yer almıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 153 Kaynakça

GAZETELER

• İkdam

• Tanin

• Yeni Gazete

• Yeni İkdam

• İnkilap

MECLİS-İ MEBUSAN ZABIT CERİDELERİ

• MMZC, (1985a) Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt-1 • MMZC, (1985b) Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt-2 • MMZC, (1985c) Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt-3 • MMZC, (1986a) Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt-4 • MMZC, (1986b) Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt-5 • MMZC, (1986c) Devre 1, İçtima Senesi 2, Cilt-6 • MMZC, (1986d) Devre 1, İçtima Senesi 3, Cilt-1 • MMZC, (1986e) Devre 1, İçtima Senesi 3, Cilt-2 • MMZC, (1986f) Devre 1, İçtima Senesi 3, Cilt-3 • MMZC, (1986g) Devre 1, İçtima Senesi 3, Cilt-4 • MMZC, (1990) Devre 1, İçtima Senesi 3, Cilt-5 • MMZC, (1991a) Devre 1, İçtima Senesi 3, Cilt-6 • MMZC, (1991b) Devre 1, İçtima Senesi 3, Cilt-7 • MMZC, (1991c) Devre 1, İçtima Senesi 4, Cilt-1 • MMZC, (1991d) Devre 1, İçtima Senesi 4, Cilt-2

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 154 GENEL ARAŞTIRMA ESERLERİ

- Akşin, Sina (1994). Şeriatçı Bir Ayaklanma, 31 Mart Olayı, 3. basım, Ankara, İmge Kitabevi Yayınları.

- Althusser, Louis (2003). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, 1. basım, İstanbul, İthaki Yayınları.

- Avcıoğlu, Doğan (1969). Türkiye’nin Düzeni (Dün, Bugün, Yarın), Ankara, Bilgi Basımevi.

- Aydın, Hakan (2007). II. Meşrutiyet Döneminde Konya’da İslamcı Muhalefetin Sesi: Meşrık-ı İrfân, Selçuk üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü dergisi, Sayı: 17.

- Berkes, Niyazi (2010). Türkiye’de Çağdaşlaşma, 15. basım, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

- Birinci, Ali (1990). Hürriyet ve İtilaf Fırkası, 1. basım, İstanbul, Dergâh Yayınları.

- Cem, İsmail (1971). Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, 2. basım, İstanbul, Cem Yayınevi, 1971.

- Cemal, Behçet (1977). Cemal Paşa - Hatıralar, İstanbul, Çağdaş Yayınları.

- Çadırcı, Musa (2007). Tanzimat Sürecinde Türkiye - Ülke Yönetimi, 1. basım, Ankara, İmge Yayınevi.

- Çavdar, Tevfik (2008). Türkiye’nin Demokrasi tarihi 1839 - 1950, 4. basım, Ankara, İmge Yayınevi.

- Ergun, Doğan (1973). Sosyoloji ve Tarih, 1. Basım, İstanbul, Yar Yayınları.

- Gökçe, Birsen (2004). Toplumsal Bilimlerde Araştırma, 4. basım, Ankara, Savaş Yayınevi.

- Gökçe, Birsen (2007). Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar, 3. basım, Ankara, Savaş Yayınevi.

- Güran, Tevfik (1998). 19.yy Osmanlı Tarımı, İstanbul, Eren Yayıncılık, 1998.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 155 - Haydaroğlu, İlknur Polat (1993). Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, 1. basım, Ankara, Ocak Yayınları.

- İba, Şeref; Bozkurt, Rauf (2006). 100 Soruda Türk Parlamento Hukuku, 3. basım, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım.

- İnal, Halil İbrahim (2007). Osmanlı Tarihi, 1. basım, İstanbul, Nokta Kitap.

- Kansu, Aykut (1995). 1908 Devrimi, 1. basım, İstanbul, İletişim Yayınları.

- Kışlalı, Ahmet Taner (2006). Siyasal Sistemler - Siyasal Çatışma ve Uzlaşma, 7. basım, Ankara, İmge kitabevi.

- Kurmuş, Orhan (2007). Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, 3. basım, İstanbul, Yordam Kitap.

- Lewis, Bernard (1970). Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları.

- Ortaylı, İlber (1979). Türkiye İdare Tarihi, Ankara, TODAİE yayınları.

- Pamuk, Şevket (2005). Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme (1820 - 1913), 3. basım, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

- Quartaert, Donald (2009). Osmanlı İmparatorluğu 1700 - 1922, 6. basım, İstanbul, İletişim Yayınları.

- Sencer, Muammer (1977). Türkiye’nin Mali Tutsaklığı, 1. basım, İstanbul, May Yayınları.

- Tunaya, Tarık Zafer (2009a). Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt 1: İkinci Meşrutiyet Dönemi, 3. basım, İstanbul, İletişim Yayınları.

- Tunaya, Tark Zafer (2009b), Türkiye’de Siyasal Gelişmeler (1876 - 1938), 3. basım, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları.

- Tunaya, Tarık Zafer (1959). Hürriyetin İlânı - İkinci Meşrutiyetin siyasi Hayatına bakışlar, İstanbul, Baha Matbaası.

- Tural, Erkan (1999). II. Meşrutiyet Döneminde Maârif-i Umumiye Nezaretinde Bürokratik Reform, OTAM dergisi, Sayı: 22.

- Tural, Erkan (2009). Son Dönem Osmanlı Bürokrasisi - II. Meşrutiyet Dönemi’nde Bürokratlar, İttihatçılar ve Parlamenterler, 1. basım, Ankara, TODAİE yayınları.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 156 - Uluben, Erol (1967). İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul, Yaylacık Matbaası.

- Uzunçarşılı, Ord. Prof. İsmail Hakkı (1988). Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, 3. basım, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi.

- Üçok, Prof. Dr. Coşkun; Mumcu, Prof. Dr. Ahmet; Bozkurt, Prof. Dr. Gülnihal (2006). Türk Hukuk Tarihi, 11. basım, Ankara, Turhan Kitabevi.

- Weber, Max (2004). Sosyoloji Yazıları, 6. basım, İstanbul, İletişim Yayınları.

- Yaman, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin (1999). Osmanlı İmparatorluğu’nda Sadr-ı Azamlık (1876 - 1922), Ankara, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi.

- Yeliseyeva, N.V. (1975). Yakın çağlar tarihi (Histoire Moderne), 1. basım, İstanbul, Konuk Yayınları.

- Yerasimos, Stefanos (1975). Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, Cilt - 2, İstanbul, Gözlem Yayınları.

- Yücel, M. Serhan (2006). Türkiye’nin Siyasal Partileri (1859 - 2005), 1. basım, İstanbul, Alfa Yayınları.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 157 EKLER BÖLÜMÜ

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 158

eden mebusların listesi. mebusların eden EK-1 - EK-1

Oyu bulunamadı

Oyu bulunamadı

Oyu bulunamadı Oyu bulunamadı

Adem-i İtimat Adem-i İtimat

Adem-i İtimat

Adem-i İtimat Adem-i İtimat

Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat

Adem-i İtimat

Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat

Adem-i İtimat

Verdiği oy

İtimat

İtimat

İtimat

ini ilan ilan ini ğ verece oyu timat İ Adem-i ile takrir verdikleri öncesi oylanması programının Kabinesi şa Pa Hakkı brahim İ

Seçim bölgesi Lazistan Cebelibereket (Adana) İçel (Adana) Berat Halep Zor Halep Bağdat Kerak (Kerk) (Suriye) Amasya Beyrut Akka Maraş Berat Havran Musul Ergiri Süleymaniye Basra Müntefik Halep Suriye (Şam) Hama (Suriye) Priştine Kerbela Divaniye

İsmi İbrahim Ferid Efendi Mehmet Reşit Efendi Mahmut Bayram Efendi İsmail Kemal Bey Emrizade Mehmet Baheaddin Hızır Lütfi Efendi Cebrizade Abd al-Nafi Paşa Cebrizade İsmi okunamamış, ancak bölgedeki ITC’nin iki mebusundan birisidir. Tewfiq Efendi (Tevfik Efendi) Efendi (Tevfik Tewfiq Miralay İsmail Hakkı (mumcu) Rıza Es-Sulh (Rida al-Sulh) eyh As’ad Efendi Shuqoir Şeyh Mehmet Şükrü Efendi Aziz Paşa Vrione Sadettin Efendi Davud Yusfâni Davud Müfid Bey Hacı Said Efendi Talip bey (Seyyid Talib İbn receb) Talib bey (Seyyid Talip Hızır Efendi Bereketzade Mehmet Rıfat Bey Şefik El-Müeyyet (Shafiq Mu’ayyad al-Azm) Halit El-Berazi Efendi (Khalid al-Barazi) Volçetrinli Hasan Bey Volçetrinli Abd al-Mehdi Efendi Şevket Paşa (Mehmet Şevket)

Milliyeti Türk Türk Türk Arnavut Arap Türk Arap

Arap Türk Arap Arap Türk Arnavut Arap Arap Arnavut Arap Arap Türk Türk Arap Arap Arnavut Arap Arap

Fırkası Bağımsız Bağımsız Bağımsız AF Bağımsız AF AF

MHF AF AF AF Bağımsız AF Bağımsız AF AF ITC AF Bağımsız AF AF AF AF MHF(1) Bağımsız

Fırkası

MHF (1)

MHF (1) MHF (1)

MHF MHF

HİF HİF HİF MHF HİF

MHF

MHF MHF (1)

MHF (1)

HİF(2)

Fırkası

HİF (1)

HİF

HİF (2)

HİF (1)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 159 * - -

TUNAYA, TUNAYA, KANSU, Aykut, Aykut, KANSU,

Bilgiler aşağıdaki kaynaklardan derlenmiştir.

Oyu bulunamadı Oyu bulunamadı

Oyu bulunamadı

Oyu bulunamadı

Adem-i İtimat

Adem-i İtimat

Adem-i İtimat Adem-i İtimat Adem-i İtimat

Verdiği oy

Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt - 1, Türkiye’de Siyasal Partiler, Zafer, Tarık

Seçim bölgesi Hama (Suriye) Yemen Konya Kudüs Kudüs Musul Bağdat Suriye (Şam) Seniçe

ttihat ve Terakki ITC: İttihat ve MHF: Mutedil Hürriyetperveran Fırkası AF: Ahrar Fırkası AF: HİF: Hürriyet ve İtilaf Fırkası

1908 Devrimi

, 1. Baskı, 1995.

İsmi Abdülhamit Zehravi (Abd al-Hamid al-Zahrawi) İsmi okunamamış ve bölgede 12 mebus varken oylamada yalnızca 3 mebus oy kullanmıştır. Kürdzade Hacı Mustafa Efendi Hafız al-Said Bey Said al-Husseini Bey Mehmet Ali Fazıl Efendi Mehmet Hacı Ali Efendi Hacı Rüştü Bey (Rushdi al-Sham’a) Hasan Muhiddin Bey

3. Baskı, 2009.

Milliyeti Arap

Türk Arap Arap Arap Arap Arap Arnavut

(1) Kurucu (2) Önemli üyelerinden

Fırkası AF

Bağımsız AF AF Bağımsız Bağımsız AF AF

Fırkası HİF(1)

MHF HİF(2)

HİF MHF (1) HİF

Fırkası

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 160 EK-2 - İkdam Gazetesi - 9 Şubat 1325 (22 Şubat 1910).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 161 Yeni Fırka

Ekserisi İttihat ve Terakki Cemiyetinden ayrılmış otuz meb'us (Ahali fırkası) namı altında yeni bir fırka teşkil etmişlerdir.

Program münderecatından ziyade fırkayı teşkil eden zevatın şahsiyet-i maddiye ve maneviyelerini bilmek ister idik, çünki programla beraber o programı icra edecek zevatın teşahhusat-ı hususiyeleridir ki serd-i efkara vesile-bahş olur. Bu uzun zat kendilerini bir beyanname ile matbuata bildirmediler. Binaenaleyh ağızdan işitilen sözlere istinaden kayd-ı esasi kabil olamayacağından o hususta iltizam-ı meskun etmek mecburidir.

Ma'ahaza dün İttihad ve Terakki fırkasından istiğna eyledikleri ilan ediliyor ki isimleri ber vech-i atidir:

• İttihat ve Terakki Fırkası Reis-i Sanisi Gümülcine meb'usu İsmail Bey.

• İttihat ve Terakki Fırkası idare memuru Karesi meb'usu Vasfi Bey.

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından Trablusgarp meb'usu Ferhat Efendi.

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından Bayezid meb'usu Süleyman Sudî Efendi.

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından Burdur meb'usu Ömer Lütfü Efendi.

• İttihat ve Terakki Fırkası azasından Erzurum meb'usu Şevket Efendi.

Fırkadan inşikak eden diğer zevatın dahi isimlerini ilan ettirmeleri pek tabiî idi.

Çünkü mü'ekkeller yani Ahali Vekilleri tarafından verilen böyle mühim fırkada matla' olmak isterlerdi. Meclis-i meb'usan müzakeratında bu yeni teşekkül eden fırka azasının ne gibi da'ilerde bulunmuş olduklarını herkes anlamalı idi.

"Ahali Fırkası" tabirini bazı kimseler bir vakitten beri ismi ismi yad olunan

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 162 (Fırka-i İbad) diye tabir etmişler ve Fransızca (Demokrat) kelimesinin tercümesi olması mütala'asında bulunmuşlardır.

Halbuki bu ana kadar Fırka-i İbad diye yad olunan ve meclis-i meb'usanda mümessil addedilecek fırkanın mümessil addedilecek fırkanın olması değiştirmesinde bir mana yoktur.

Fakat Ahali Fırkasının Fırka-i İbad olmadığı muhakkaktır. Bu gibi fırka-i garîbuyyunun (Parti De Poyil) dedikleri fırkanın mukabili olacaktır. Parti De Poyil denilen fırka Avrupada Dar-ı Hayal Sosyalist denilen fırkanın aksamından biridir.

El-Âli fırkasının programının dokuzuncu ve onuncu maddeleri o temayülü gösterir.

Programın dördüncü maddesi, fırkanın maksad-ı teşekkülünü pek vazıh surette

şerh etmektedir. Ahali fırkası, memlekette hükümran olacak kuvvetin yalnız kanun kuvvetinden ibaret olmakla beraber ilzam edemeyeceğini ve icab-ı muamelat temayülatına kat'iyyen meydan vermeyeceğini ispat ediyor. Üçüncü maddede

"Öteden beri adet olan muamelat" a nihayet verileceğinin beyanı kuvvetli bir tarifi müştaktır.

Hakimiyet-i milliye esasının muhafazasına itina edileceği hakkındaki beşinci madde pek manidar olup azanın kısmen taraf-ı milletten intihab ettirileceğinin tasrihi de Ferid Paşa layihasındaki mütala'atın katiyyen ve alenen derci mutazammındır.

Bundan başka yine hakimiyet-i milliyeyi ahkam için usul-i intihabatın ta'diline

çalışılacağı vaad ediliyor. Bu da mühim bir esastır. Çünkü intihabat meseleleri bir müddetten beri hayliden hayli tenkid edilmiş ve intihabatın daha daha ziyade arzu-yı ahali nazar-ı itibara alınması şartıyla icrasının temini düşünülmüştür.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 163 Sekizinci madde matbuata dairdir. Fırka-i Hürriyet matbuatta hizmet edeceğini vaad eyliyor ki suret-i mahsusada cazibedar bir vaaddir.

Bu sözlerin her biri menafi-i memleket mülahazasıyla yazılmış olacaklarından elbette şayan-ı dikkattir. Fakat fiiliyat ile icraat arasında pek büyük mesafe olmadığını da matbuat nazar-ı dikkatinden dûr tutamaz.

Bu fırka programını tanzim ettiği sırada ahalinin efkar ve temayülatını ne derecenazar-ı dikkate aldığını maddelerin mevzularını ta'ayyün ve tertibde pek vasi' olarak göstermiştir. Yani bu maddelerde ahalinin temenniyatı iyice hülasa edilmiştir.

Binaenaleyh öyle zannederiz ki bu fırkaya ahaliden muzahir olacaklar çok bulunur.

Hele bazı vergilerin tenzili maddesi, bu programın ruhunu teşkil eder. Kezalik me'mûrine bî-lüzum olarak fazla maaş verilmesinin önü alınacağı vaadi vilayat ahalisinin pek hoşuna gidecektir.

Tevsi'-i mezuniyet maddesi fırkanın nazar-ı dikkatinden kaçmamış ve daha

şimdiden ulviye-i müstakbelenin terbiyetine çalışılması lüzumu beyan olunmuştur.

Lisan meselesinde de umumu memnun etmeye müncer bir madde vaz' olunmuştur. Hem Türkçe, hem Arapça hem de sair Osmanlı anasırı lisanlarının serbesti-i tahsil ve tedrisi muhafaza olunacaktır. Demek ki bu madde Türk, Arap,

Rum, Arnavut, Ermeni, Bulgar meb'uslarının bu fırkaya iştirak edebilmeleri için vaz' olunmuştur.

Bir fırka bütün bu meva'idi ifa edebilmek için hayliden hayli kuvvetli olmak lazım gelir. Biz bu kuvveti adeten ziyade te'yid-i efkarda ibraz olunacak maharet ve

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 164 liyakatte ararız. Bir fırka efradının kesreti vakıâ büyük bir kuvvet ise de manen o kesviyet ibraz-ı iktidar edemediği surette pek çabuk münhal olabilir. Fakat programını iyi tanzim ile beraber bütün müdafaasında iltizam-ı şiddet eden bir fırka efradı, ne kadar kalil olursa olsun boş boş terakki edebilir.

Bir fırkanın teşekkülü, İttihat ve Terakki Fırkası için vekayi'-i mühimmeden ma'duddur. Evvela yeni fırka azasının ekseriyetini İttihat ve Terakkiye mensub olan teşkil ediyor. Saniyen fırkanın programı yukarıda dediğimiz vecih ile temsilat-ı ahaliye tevfik ediliyor. Şimdi ezici bir kuvvete ihtiyaç vardır ki o da, mevzu'un meclis-i meb'usanda müdafaasıdır. Hem iktidar-ı nazari ister, hem de iktidar-ı tahrik.

Bu iktidarı temessül ettirecek güzel sözlü hatipler de mevcut ise meclis-i meb'usanın müzakeratı bundan bundan sonra daha ziyade ehemmiyet peyda edecektir.

Fırkanın teşkiliyle meclis-i meb'usan riyasetinin bir yandan vezaifi ehemmiyet peyda ediyor. Bir yandan da maharetinin terbiyetine lüzum görülüyor. Ba'dema müzakeratın idaresi hakikaten güçlenecektir. Tesadüm-i efkar bazen şiddetle vaki olabilir. Bu şiddetli cereyanları sevk u idare edebilmek ise deha işidir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 165 EK-3 - Yeni Gazete, 8 Şubat 1325 (21 Şubat 1910)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 166 Ahali Fırkası

Biz de hükümet-i meşruta tesis ettikten, meclis-i meb'usan hayat ve müzakeratı başladıktan sonra herkesin enzar ve efkarı bir noktaya teveccüh etmekte, adeta her ağızda aynı söz dolaşmakta idi: Biz de fırka teşkilatı ne şekilde olacak, aynı fikir ve içtihada malik bulunan meb'uslar ne yolda ayrılacaklar" meclisin ilk devre-i ictima'ında, mütebeddillik ve sefahat vukuat hey'et-i milliyi terkib eden zevatın başlıca fırkalar te'sisine mani olmuştu. Fakat, ikinci devre-i müzakerat daha hulul etmeden, herkes, bu fırka teşkilatının ne gibi safhalar göstereceğini, bu sene buna muvaffakiyet hasıl olup olamayacağını düşünmeye başladı. Gazeteler bu mevzuyu tekrar ederek fırkaların lüzum-ı teşkilatından bahs ettiler ki bu da pek tabi'i idi. Zira içinde fırkası olmayan, her azası başlı başına bir fırka addedilmek lazım gelen meb'usan meclislerinin ne müzakeratında lazım geldiği kadar bir intizam, ne netice mukarreratında fevaid-i hakikiye görülür. Bunun en yakın misalini işte bizde ma'amafih bu sene meclis-i milliyemiz küşad edildiği vakit, bir ekseriyet fırkası ile bir de muarız fırkanın mevcudiyeti hakkında bazı emareler görüldü. Fakat bunlar da hemen parlayıp birden bire sönen alevler gibi tesirsiz, neticesiz kaldı. Hatta o derece ki, bir vakit bu fırkalara, fırka değil mecmu'a) namı verildi.

Hatta bu namı verenler yine fırkalara mensup olanlar idi. Zira onlar fırkaların hususi müzakeratını da görüyor, ve fırkayı teşkil eden aza arasındaki muhalefet-i efkarın derecesini daha yakından anlıyorlardı. Halbuki fırkaların teşekkülünden maksat müşareket-i fikriye ashabının bir yere gelip bir program takip etmesinden ibaretti. Meclis-i milliyemiz de işte buna imkan hasıl olamamasına te'essüf ediliyordu. Nihayet meziyat-ı fiiliye ve kavliyeleriyle hey'et-i muhtereme-i meb'usan

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 167 arasında temeyyüz etmiş olup, ekseri İttihat ve Terakki fırkasına mensup bulunan bir

çok meb'uslarımızın ahval ve menafi'-i memleket hakkında devr-i dıraz-ı tedkikat ve müzakeratta bulunduktan, fikirlerinin her noktasında kat'iyyen ve tamamen iştirak ve itilaf mevcut olduğunu anladıktan sonra büsbütün ayrı bir fırka teşkiline teşebbüs eylediklerini işitmiş idik. Bu fırkayı teşkil edecek olan zevatın pek esaslı bir surette müştereken ve müttehiden hareket edeceklerini haber alıyorduk. Dün matba'amıza irsal edilen programdan bu teşebbüs-i vatanperveanede muvaffakıyet hasıl olduğunu ve fırkanın (Ahali Fırkası) namı altında teşekkül ettiğini gördük. Mezkur programı

şimdilik aynen derc ediyoruz. Pek mühim olan mevadd-ı mahsusası hakkında ayrıca beyan-ı fikr edeceğiz, hemen Cenab-ı Hak fırkanın erkan-ı muhteremesini hidemat-ı vatanperverane ve halisanelerinde nail-i muvaffakiyet etsin,ve mina'llahi't-tevfik.

Yeni Gazete

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 168 EK-4: Yeni Gazete, 10 Şubat 1325 (23 Şubat 1910) ve Küçük Resim - Aynı gazete- den Zeynelabidin Efendi ile Sabri Efendi’nin istifaları

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 169 Ahali Fırkası Alem-i medeniyet ile aramızda mevcut kalın duvarlar yıkıldıktan sonra, mem- leketimizde az çok hürriyet-i fikriye tesis ettikten sonra tekamül-i beşer cereyanlarına tabi olmamak elimizde değildi. Aradaki manialar kalkınca bu cereyanlar bizi hiç haberimiz olmadan ayağına aldı. Sair insanlar gibi bizi de uzak bir gayeye doğru sevke başladı. Bizi ileriye sevk eden cereyanları gözümüzle görmek iktidarını haiz değiliz. Bunun için günün birinde gözümüz önünde tekamülümüzün sarih bir eseri tecessüm edince, bunu meydana getirmek için ne gibi gayrı mer'i kuva-yı ictimaiy- enin kemal-i ıttırad ile çalıştığını, ne kadar küçük küçük tesadüflerin bir araya yığıldığını anlayamıyoruz. "Yeni bir hadise" deyip geçiyoruz.

Meclis-i meb'usanda (Ahali Fırkası) namı altında yeni bir fırka teşekkül ettiği işitilince ihtimal ki pek çoklarımız, karşımızda birkaç meb'usumuz tarafından vukua getirilmiş iyi veya fena bir teşebbüsten başka bir şey olmadığına hükm etti. Halbuki düşünülecek olursa, meb'uslarımızın bu hususta ifa eyledikleri vazife memleketi- mizdeki tekamül-i ictimaiyenin icabatına alet olmaktan ibarettir. Bunun için mürur-ı zamanla ve kavanin-i mahsusaya tab'an icra-yı hükm eden bu icabat-ı ictimaiyenin

(Ahali Fırkası) şeklinde ortaya koyduğu eserden tekamül cereyanlarının bizi hangi yollara sevk ettiğini istidlal edebiliriz. Ahali fırkasının programını bu nokta-i nazar- dan tedkik edecek olursak, çıkaracağımız neticelerden, hey'et-i ictimaiyemizin me- nafi'i namına kemal-i samimiyetle sevinmemek elimizde değildir. Çünkü fırkanın

şahsi sebeplerle teşkil edilmiş olmadığına ve hakiki bir ihtiyac-ı sema'inin mahsülü bulunduğuna kana'atimiz vardır. Bu fırkanın mahiyet-i teşekkülünü, bila tereddüt seyr ve şekl-i tekamülümüze mikyas tutabiliriz. Bu cihetle fırkanın göz önünde bulu-

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 170 nan bir programı bizi sevindirecek bir mahiyette bulununca tekamül-i Osmaninin de

şayan-ı memnuniyet tarikler takip ettiğine hükm edebiliriz.

Hissiyatımızı mübalağalı görenler bulunabilir. Lakin memleketimizin ahval-i fikriyesi düşünülür ve esbab ve garaz-ı şahsiyenin tesiri olmaksızın kırk meb'usun müstakil fikirlerle bir araya gelerek memleketimizin ihtiyacat-ı hakikiyesi sevkiyle yeni bir fırka teşkil etmelerindeki mana ve ehemmiyet nazar-ı dikkate alınırsa karil- erimizden pek çoklarının efkar ve hissiyatımıza iştirak edecekleri şüphesizdir.

Meclis-i meb'usandaki ekseriyet fırkasının eski halde kalması mantıken im- kansızdı. Aralarında hiç bir rabıta-i fikriye bulunmaksızın bir araya cem edilen yüzlerce zevat-ı mutlaka günün birinde bir inkısam-ı tabi'î ve içtihadiye uğrayacak ve meclis-i meb'usanımızda hakiki fırka hayatı ondan sonra başlayacaktı. Herkes gibi biz de bu netice-i tabi'iyeyi bekliyorduk. Lakin bu kadar çabuk ve bu şekilde vuku bulmasını ümide cesaret etmiyorduk.

(Ahali Fırkası)'nın programı karilerimizce elbette nazar-ı mütala'adan geçir- ilmiştir. Bunun için hey'et-i umumiyesini mucib-i takdir gördüğümüzü ve mevadd-ı muhtelifesi hakkında hiç bir itirazımız olmadığını burada ayr ayrı izah etmeyi lüzumsuz buluyoruz. Zaten programın muhtelif nokatı hakkında yakında ayrı ayrı makaleler yazacağız. Şimdilik şu kadarını söyleyelim ki yeni fırkanın hiç bir mes'e- lede garazkarlık ve su-i niyet göstermeyerek amal ve içtihadatını müdafa'a ve ve tez- vice çalışmakla iktifa edeceğini ve hiç bir zaman körükörüne hilafgirane tavırlar alınacağını programında kemal-i memnuniyetle istidlal ediyoruz. Meclis-i meb'u- sanımız ve memleketimiz en ziyade böyle bir fırkaya muhtaçtır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 171 Çünkü bu halde bulunan bir memleket hüsn-i niyet ve safvetten başka hiç bir vasıta ile idare olunamaz.

Program, muharrirlerinin efkarına bittabi bir ma'kesdir. Bunun için programda gördüğümüz asar-ı azm ve kat'iyetten fırka erkanının fikirlerini kağıt üzerinde bırakmayarak azm ve ciddiyetle hareket edeceklerini de istidlal edebiliriz. Bununla beraber fırkayı teşkil eden mab'uslar, bilhassa fırkanın ibtidaî teşkiline tesadüf eder bu sıralarda ihtiyattan ayrılmaya çalışmalarını menafi-i hakikiye-i memleket namına

şiddetle tevsid ederiz. Bu sırada takviye-i vücut için yapılan bir hata fırkanın esasını sarsabilir. Ahali fırkası azasının miktarını tezyide çalışmamalıdır. Mevcudu az olursa azası beyninde o derece sıkı bir rabıta mevcut kalır ve fırka efkar-ı umumiyeye karşı deruhte ettiği ağır vazifeleri o nisbette muvaffakiyetle ifa edebilir. Zira her şeyden evvel düşünülecek şey fırkayı teşkil eden zevat beyninde bir irtibat-ı kavi bulun- masıdır. Bir fırkanın kuvveti azasının miktarında değil, bunların arasındaki irtibat fikrinin derecesindedir.

Yeni fırkadan ikinci ricamız efkar-ı umumiye ile mümkün olduğu kadar çok münasebette bulunması ve her işini enzar-ı umumiye önünde koymasıdır. Pro- gramındaki vaadleri mümkün mertebe ifa etmekle beraber bu iki şarta da riayet ed- erse memlekette ifa edebileceği hizmetlere nihayet yoktur.

Küçük Resim: İstifa Zirde isimleri muharrer meb'uslar meclis-i meb'usanda İttihad ve Terakki

Fırkasından İstifa eylediklerini matbaamıza bildirmişlerdir:

Konya Meb'usu: Zeynelabidin Efendi

Tokat Meb'usu: Mustafa Sabri Efendi

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 172 EK-5: İttihat ve Terakki Cemiyeyi Edirne kulüpleri protesto telgrafı

“Otuz üç sene devam eden bir mücahede-i cansiperane ile vatanı izmihlâlden, Os- manlılığı zulüm ve istibdattan avn-ü hakla kurtarmaya muvaffak olan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyet-i muhteremesinin Meclis-i Milli’mizde selâmet ve saadet-i vatan namına ifa-yı vazife etmekte olan fırka-i siyasiyesi aleyhine fırka vücuda getirmek ve Osmanlılığı saklayan kuvvei galibeyi dağıtmak neticesini düşünmeyerek

Gülümcine Meb’usu İsmail, Erzurum Meb’usu Şevket ve Beyazıtlı Süleyman Sûdi ve Burdurlu Ömer Lütfi ve Antalyalı Hamdi ve Balıkesirli Vasfi Efendilerin

Fırka’dan istifa ettiklerinden dolayı teessüfler eder ve evvelce Cemiyetimize ancak meb’usluk mevkiini temin etmek için dahil oldukları bugünkü hareketleriyle taayyün ettiğinden bu hakikatın dahi efkâr-ı umumiye muvacehesinde alenen beyanını vazife- i vatanperveriden addeyleriz.”

Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Edirne’de Birinci Kulüp Heyet-i İdaresi

Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin İkinci Kulüp Heyet-i İdaresi

(Yeni Tasvir-i Efkâr, 27 Şubat 1910 - Yeni İkdam, 11 Kanunusani 1326, s.3)*

(*) Aktaran; TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt-1, İstanbul, 2009, s.276.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 173 EK-6: İttihat ve Terakki Cemiyet Konya Kulüpleri protesto telgrafı

“Şu sıralarda milletin dest-vifak olarak sükûn-ı tam ile çalışması ve gavâil-i dâhiliye ihdâsından ictinâb eylemesi lüzumu, her ferd-i hamiyet-mend nazarında malum bir kazıye iken mebuslarımızdan Gümülcineli İsmail, Erzurumlu Şevket, Bâyezidli

Süleyman Sudi, Burdurlu Ömer Lütfi, Antalyalı Hamdi, Balıkesirli Vasfi Efendilerle bazılarının mücerret âmâl ve efkâr-ı hususiyelerini tervîc ettirememekten mütehassıl iğbirâr neticesi olarak yeni bir fırka vücuda getirmeye ve şu suretle millet ve vükelâ- yı millet arasında tefrika ihdâsına teşebbüsle fırka-i siyâsiyemize karşı verdikleri yeminde hulf eylemeleri, vatanını seven her Osmanlıyı dil-hûn edecek vekâyi-i müessifedendir. Fil-hakika Meclis-i Mebusan’ımızda mebuslarımızın mesaliğine göre sırf menâfi-i vataniye noktasından fırkalar tesisini cümlemiz arzu ederiz. Fakat henüz ikinci devre-i hayatında bulunan meşrutiyetimizin ve ahval-i hâzıramızın buna müsait olmadığını acaba mebuslarımız takdir edemiyor mu? Yoksa ihtirâsât-ı nef- sâniyeleri bu ciheti teemmüle meydan bırakmıyor mu? El-hâsıl vekillerimizin her noktadan vatan için tehlikeli addettiğimiz şu hareketlerini kuvvetimizle protesto et- meyi vazîfe-i hamiyet biliriz”

(Meşrık-ı İrfan, 22 Şubat 1325)*

* Aktaran: AYDIN, Hakan, II. Meşrutiyet Döneminde Konya’da İslamcı Muhalefetin Sesi: Meşrık-ı İrfan, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2007, sayı 17.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 174 EK-7: Yeni Gazete’nin 15 Şubat 1325 (28 Şubat 1910) tarihli nüshasında bulunan ve Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey imzasıyla yayınlanmış olan protestolara cevap metni.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 175 Efkar Edirne İttihad ve Terakki birinci ve ikinci kulüp hey'et idareleriyle İskeçe müntehab naiblerinden ma'lumu'l-esami zevata.

Tasvir-i Efkar ve Tercüman gazetelerinin 14 Şubat 325 tarihli nüshalarında münderic beyanname ile telgrafnameyi mütala'a ettim.

Beyannameniz muhteviyatı hakikatperverliğin lüzumundan olan tefekkürat ve tefahhusat-ı amika ve mu'tedile mahsülü olmak üzre telakki edemeyeceğimi ma'a't- te'essüf beyan ederim. Hakayık-ı mühimme muvacehesinde irae ve izhar olunacak etvar ve sarf olunacak elfaz ve ta'birat şiddeti nisbetinde kuvvetini kaybedeceği gibi isbat-ı müdde'a için hakikatin ma'kusu olarak serd olunacak esbab ve delail-i muvak- kata isbat-ı müdde'aya kafi gibi görünse dahi neticede kuvvet ve ehemmiyetini zayi' ederek maksadın husulüne mani olur.

Bilinmeyen şeyin mahiyet ve keyfiyetine hükm nasıl caiz değilse yalnız işitil şeyin mahiyet ve keyfiyetine hüküm de öyle caiz değildir. Hakka'l-gayra ta'allauk eden ri- vayatta yalnız inanmak sıhhat-i rivayete kifayet etmediği gibi ravi hakkında besleni- len itimad-ı mücerred dahi telkinatın sıhhatini ispata kafi gelmez.

Teessüfden kendimi alamam ki Edirne'nin iki kulübü namına vaz'-ı imza eden iki hey't-i idare meclis-i meb'usandaki İttihad ve Terakki fırkasının tarz-ı teşekkülüne ve cem'iyetle münasebetine ve her ikisinin vaz'iyet-i mütekabilesine hiç de vakıf değildir.

Her iki kulübün bilmesi ve öğrenmesi lazım gelir ki: Geçen sene İttihad ve Terakki

Cem'iyeti merkez-i umumisi "Meb'uslar nüfuz ve te'sir altındadır; serbesti-i harekata malik değildir" yolunda bazı bedhahan tarafından hilaf-ı hakikat neşr olunan ercif

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 176 üzerine şifahi ve tahriri mükerreren fırkaya beyanatta bulunarak cem'iyetin fırka efradına asla müdahalede bulunmadığını ve azanın serbesti-i harekata malik olduk- larını ve hatta fırkanın dilediği gibi program tanzimiyle istediği tarzda çalışabile- ceğini beyan ve ilan eylemiştir.

Beyanat-ı mezkure üzerine İttihad ve Terakki Cemiyetinin geçen sene kongresinde tanzim ve gazetelerle ilan eylediği program bir tarafta kalarak fırkaca yeniden bir program tanzim olunmuş ve programı kabul eden aza zirine vaz'-ı imza edip birkaçı da imzadan istinkaf ve yalnız çalışmış idi.

Yine programın tanzimi sırasında ve nisan zarfında hatta fırkanın ismi bile değiştiril- erek "Terakkiperveran Fırkası" namı verilmiş ve matbu programın üzerine de bu ün- van vaz' olunmuş ve bir müddet sonra yine tebdil edilmiştir.

Pek şayan-ı dikkattir ki bu sırada tanzim kılınan fırka nizamname-i dahiliyesine

"Cemiyete mensup olsun olmasın fırka programına imza vaz' eden her meb'usun fırkaya dahil olabileceği" kaydı da derc olunmuştur.

Her sahib-i fikir ve muhakemenin şu tafsilattan anlayacağı hakikat şudur ki İttihad ve

Terakki Cemiyeti merkez-i umumisi kendi unvanının tebdiline dahi rıza vererek fırka efradının hareket-i mesleğine müdahale etmediğini ispat eylemiş ve fırka efradı un- van ne olursa olsun fırka şerait-i ... dahilinde vicdanın telkinat ve temayülatına te- be'an icra-yı harekatta serbest kalmıştır. Ve bu serbesti-i hareketin netice-i tabi'iyesi olarak her ferdin fırkada kalmak o programla çalışmak veya istifa etmek hakkı zahir olmuştur.

Benabirin fırkadan istifa eden bir meb'usu tahtı'e ve muahezeye kıyam etmek pro- gramını takip ve adem-i takip hususundaki hakk-ı ihtiyarını ihlal ve hukuk vekaletine

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 177 müdahale manasını tazammun eder ki Edirne kulüpleri iyice muhakeme ettiği halde bu beyanname ile nasıl mühim bir hatada bulunduklarını itirafa vicdanen mecbur kalırlar.

İskeçe müntehap naiplerinin telgrafına gelince;

Ben bu gibi boş ve gülünç şeylerin vuku'unu evvelce hem de fırkadan istifa ettiğim dakikada keşf ve tahmin ettiğim ve buna kimin tarafından çalışıldığına pek iyi vakıf olduğum ve daha doğrusu menabi' ve muharrikleri pek mükemmel tanıdığım için bu telgrafı okurken hiç de müte'accib olmadım. Çünki bunlar iğfal ve ikna esasına müs- tenid şeylerdir.

Evvela: Telgrafa vaz' eden İskeçe müntehap naipleri şunu bilsinler ki Gümülcine meb'usu yalnız onların emel ve arzularına hadim bir meb'us olmayıp bir mantık kanun-ı esasi umum millet-i Osmaniyenin meb'usudur. Hiçbir kimsenin emaline tab'iyet etmeyeceği gibi amal ve ef'alinden beri yalnız cenab-ı Allaha saniyen kanun ve umum millet-i Osmaniyeye karşı mes'ul olduğunu da bilir.

Fikir ve vicadanın telkinatı dairesinde menafi-i umumiye-i Osmaniyeyi muhafaza ile mükellef olduğunu ve hiç bir şahıs ve hey'etin taht-ı esaretinde bulunmadığını hatırından çıkarmaz.

Saniyen: Telgrafta yeminden nukulüme ve verdiğim sözde durmadığıma dair olan med'iyat adem-i vuku'a müstenid bir kizb-i sarihdir. Benim verdiğim yemin cem'iyete yani meşrutiyetin muhafazasına bir yemindir.

İttihad ve Terakki fırkasından istifa meşrutiyete muhalefet demek midir?

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 178 Meclis-i meb'usandaki fırka azası hakkında yemin usulü yoktur. Ve fırkaya giren imza tahlif olunmaz. Ve bu günkü fırkanın programı vaktiyle cem'iyet tarafından tan- zim olunan programı değildir.

Ve cem'iyetin tahlifnamesinde meclisdeki fırka programına teb'iyet edileceğine dair bir fıkra yoktur.

Hülasa-i kelam: Bir meb'usun meclisin esna-yı müzakeresindeki mütala'at ve bey- anatıyla anlaşılır. Ve bu mütala'at her vatanperver tarafından tenkid olunabilir.

Fırkadan çıkmış, fırkaya girmş dedkoduları mahsül-i acz ve müsekkenettir.

Ben ahali fırkası azasındanım kanun-ı esasi ile kavanin-i saire-i Osmaniyeden ve va- tan ve milletimin menafi'inden başka bir kayd ile mukayyed değilim. Ve hiçbir mani'aya ehemmiyet vermeyerek çalışırım. Ef'al ve akvalim mahiyetimdir.

Gerek millet-i necibe-i Osmaniye ve onların vekilleri olan meb'uslar vasiye muhtaç değiliz müstakil ve hürüz.

Cehd ve ikdam bizden, muvaffakiyet Cenab-ı Haktan.

12 Şubat Sene 325 Ahali Fırkası Azasından Gümülcine Meb'usu İsmail

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 179 EK-8: Meşrık-ı İrfan’ın, 9 Ağustos 1326 (22 Ağustos 1910) tarihli nüshasında bulu- nan ve Konya Mebusu Zeynelabidin imzasıyla yayınlanmış olan protestolara cevap metni.

“Hakem gazetesinin 103 numaralı nüshasında yine Ahali Fırkası aleyhine kısmen de programının tenkidine dair sözleri okudum... Şu ibârâtı hulâsa edersek üç

şey görürüz. 1. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin programına ahd ü mîsâk edildiği halde sebat edilmeyerek i’tizal (hak mezhepten ayrılıp hakka aykırı başka yola sapmak) edilmesi. 2. Devâir-i intihâbiyeden gelen protestolar ile yüzleri kızarmaması. 3. Menâfi-i husûsiyelerini te’mîn edemeyenlerin, kendilerini göstermek, kendilerine mâhiyet-i husûsiye atfettirmek gibi bir hırsa düşeceklerinin tabii olmasıdır. Şu sözler bundan çok evvel matbuat üzerinde tekrar tekrar îrâd edildi.

Cevapları da verildi. Hatta fırkanın namına avâm-pesendâne tabiriniz ile marîz etmek istediğiniz cihet dahî boş bırakılmadı. Ahali Fırkası namını Volkan Cemiyeti namına kıyas edecek mu’terizler, muharrirler bile zuhûr etti. Cümlesinin de lüzumu kadar cevapları verildi. O cevaplara karşı sizin için bir hak bir vazife var. Fakat bir lüzuma mebnî olmalıdır ki tekrar edilmek ciheti ilzâm edilmiş, tekrar da edilmiş. Ben de cevap vermeye, bu vesile ile îfâ-yı vazifeye mecbur edildiğime memnun oldum.

Bîrâder birinci kısımda bir program var bir de o programa ahd ü mîsâk var. Sonra ahd ü mîsâktan tabiriniz vechile bir de i’tizal var. Şimdi sözünüzü bütün ahalimizin anlayabilmesi için münderecâtına ahd ü mîsâk edilen programı neşretmek lazım.

Nasıl programdır, ne mahiyettedir, umum halk görsün, okusun, okutsun, anlasın ve münderecatına edilen ahd ü mîsâk ne surettedir, hangi tarihte vâki’ olmuştur, mebusluktan evvel midir, sonra mıdır, nerede ihrâz edilmiştir, niçin ahd ü mîsâka mecburiyet hâsıl olmuştur; izah ve tafsîli pek mühimdir, umûma bir vukuf hâsıl olsun

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 180 ben de bileyim hakikatleri. Söylemeye beni mecbur ettiğiniz esbâb-ı mûcibeyi beyân ederim, mesele gergi gibi açılsın, ikide bir de fırka meseleleriyle -biçare efkâr-ı umûmiye- taglîz olunmak musibetinden kurtulsun, herkes anlasın, hakkı hak bilsin, hatayı hata bilsin, beyhude artık aldanılmasın. Gerçi ikinci kısmı teşkil eden itirazdan, protestonun vârid olup olmayacağı hakkında söylenecek sözler, tarafınızdan alınacak cevaba ta’lik edilmiş ise de, protestonun şekline, hükmüne dair

şimdilik bir iki söz söylemekten kendimi alamayacağım. Devâir-i intihâbiyelerinden mebuslar aleyhine protesto yapmak bir hakk-ı kanûnî midir? Değil midir? Yalnız müntahib-i sânîlere mi ait yoksa dedelere, dervişlere, belediye reislerine, müderrislere ait midir? Netice-i kanûniye istihsâline imkân-ı kanûnî var mıdır?

Protesto etmek hakkını bunlara bahşeder bir madde-i kanûniye mevcut olmamasına göre, bunların mebuslara karşı böyle bir vazıyet almaları Kavânîn-i Osmâniyeye nazaran hilâf-ı kanûndur. Netice istihsâli imkân-ı kanûnî haricinde olmak zaruridir.

Müntahiblerin kendilerine verdikleri sözden -eğer vermişlerse- mebusların nükûl etmeleri üzerine yaptıkları protestolar sitem kabilinden addolunacak, o mebus da bu suretle istifaya mecbur edilecekse, hangi mebusun hangi program üzerine intihâb edildiğini arîz ve amik tetkik, tahkik etmeli ona göre muamele yapmalı idi. Heyhat!

Acaba protesto edenler, müderrisler, dedeler, dervişler, belediye reisleri, bu gibi tahkikatta bulundular mı? Düşünecek kadar zaman geçirebildiler mi? Hâşâ sümme hâşâ! Öyle zannederim ki rüesâsı, ekser azası memurînden, belki tatbikât-ı kanûniyede mülke peyda etmiş olmaları lazım gelen memurîn-i adliyeden müteşekkil kulüp heyetleri bile cihet-i kanûniyesini düşünmek şöyle dursun, bu babda yapılması lazım gelen tahkikata, vicdanı te’mîn edebilecek tetebbuâta kifâyet edecek kadar

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 181 vakit ızâa etmeksizin barut gibi ateşlenmek, derhal protestoya yeltenmek cüretinde bulundular. Hemen bu fırkaya neye itaat etmediniz demeye kadar yürüdüler veya yürütüldüler. Zaman-ı istirâhatinden başka zamanlarını milletin hizmetine hasretmesi lazım gelen memurların kulüp bucaklarına hilâf-ı salâhiyet gizlenerek mebuslara karşı protestoya cür’et etmeleri, kuvve-i icrâiye kitlesinden olmaları dolayısıyla ne kadar çirkin, ne kadar makdûh ise bir o kadar da meşrutiyete darbedir. Kulüplerin kanûn dâiresinde muayene ve teftisolunması icab ederse acaba kim kimi teftiş edecek bunu sen de düşün ben de. Şu suretle vuku’ bulacak protestoların neticesi, mebusları bir talimat ile tenkid, re’y-i mütâlaalarını tahdîd etmek veyahut istifaya mecbur olmak için vaatler, tehditler yapmak olmasına göre Kanûn-ı Esasîmizin 47. maddesinin fıkra-i evvelinde ‘Meclis-i Umumî azası re’y ve mütâlaa beyânında muhtar olarak bunlardan hiç biri bir gûne va’d ü vaîd ve talimat kaydı altında bulunamaz’ ibaresiyle görülmekte olan sarâhatine muhaliftir. Meşrutiyet ile idare olunan Avrupa hükümetlerinden bazısında böyle bir usul olsa bile şu sarâhat-i kanûniyeye karşı ne demek imkânı var? Farz edelim ki düvel-i meşrutiyeden, meşrutiyete ait bazı kavâidi almamız lazım geliyor, bu usulü kabul etmeyenlere kabul edenleri tercihte bir müreccahın lüzumu dahî aşikârdır. Bu müreccahı nerede bulacağız? Kanûn-ı Esasîye vuku’ bulan şu muhalefetin tasvîbi kanûnî bir hak sayılması bir buçuk senelik taze meşrutiyetimize, devre-i saadetimize darbe değildir de ya nedir? Bunun onda biri raddesinde fırak-ı muhalifeden, muhalif-i meşrutiyet kavlden, fiilden bir şey-i kalîl zuhur etse neler yapılmazdı? Bırakalım şu cihetleri, yapılan protestolardan ne fayda hâsıl oldu? Daha ayrılacak mebus var ise onları tehdid, madde-i mezkûre hükmünce sebesti-i ictihâdı, hürriyet ve vicdanı haiz olması

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 182 lazım gelen mebuslara reva görülen ahvâle şu suretle halk beynine ihtilaflar, nifaklar ilkâ edildi. Bir millet-i Osmâniye yekdiğerine karşı silah iktisadı isti’mâline kadar vardırıldı. Müdafaada bulunan gazeteye bi-hakk müdafaa edilmeyerek boykotlar yapıldı. Müftehir-âne ittihaz edilen ittihat mukaddemeleri büyük ihtilaflar intac etti.

Bî-çâre masum halkı bu yola delâlet edenlerin yürekleri acaba rahat mıdır? Ey aşık-ı hürriyet! İşte itiraz olmak üzere fırlattığın sözler, meşrutiyete, kanuna bir darbe olduğu gergi gibi tayin etti. Kızaracak hangi yüz olduğunda da iştibah kalmadı.“ *

(*) Aktaran: Aydın, 2007.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 183 EK-9: Meşrık-ı İrfan’ın, 12 Ağustos 1326 tarihli sayısında Ahali Fırkası’ndan Konya Mebusu Hacı Mustafa Efendi imzasıyla yayınlanan cevap metni.

“...Makale-i mezkûresinin fırkamıza ve programına, azalarına ve maksatlarına müteallik olup câlib-i nazar-ı dikkat vacib-ül-mukabele olan mevâdd-ı mühimmesinden: 1. ‘Ahali Fırkası’nın teşkîli ve onu teşkîl eden zevat hakkındaki mütâlaaları.’ Cümlenin malumu olduğu üzere Ahali Fırkası, bundan altı ay mukaddem hissedilen lüzum-ı kat’î üzerine intizâr olunan vakt-i merhunun hulûluyla tevfikât-ı ilâhiyeye müsteniden bir mücâzebe-i sa’y neticesi olarak Kanûn-ı Esasî ve program-ı mahsusaları ahkâm-ı münîfelerini bi-hakk hüsn-i muhafaza etmek niyet-i hâlisesiyle mütecânis-ül-efkâr zevat-ı ma’lûmeden teşkîl etmiş. Ve o zamanlarda matbuat uzun uzadıya leh ve aleyhinde idâre-i kelâm ve beyân-ı mütâlaat ederek netîce-i muhakemâtta ‘bil-umum memâlik-i mütemeddine ve hükümât-ı meşrutada olduğu gibi Meclis-i Mebusan’da fırak-ı siyasiyenin teşkîl ve taaddüdü levazım-ı meşrutiyetten olmakla beraber her türlü istibdada set çekmek ve menâfi-i mülk ve devlete hizmet etmek esasına müstenid olduğu anlaşılmış. Ve o fırkalardan her hangisine girip çıkmak kavâid-i meşrutiyetten hiçbir esası ihlâl etmeyeceği cihetle

Meclis-i Mebusan aza-yı kirâmından hiçbir zatın hürriyet-i fikriye ve ictihâdiye ve hâkimiyet-i vicdâniyesine hiçbir kimse tarafından taarruz edilemeyeceği de esas ittihaz olunmuş. Ve o zamandan bu ana değin kanûn- şikenâne vecd-ül-cûyâne vuku’ bulan protestolar ve tecavüzât-ı saire ile mahza bir fikr-i garazkârî ve had na-şinasî beliyesiyle olduğu tayin ederek mesele hüsn-i netice-yi kat’iyeye iktirân etmişti.’

Binaen aleyh her fırka belki her bir mebus, programı ve meslek-i mahsus dairesinde menâfi-i vataniye ve terakkiyât-ı memlekete hizmet etmek üzere çalışmaya

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 184 koyulmuşlar idi. Mürûr-i zemânla, müddet-i itiraz ve istinaf ve temyîzi geçerek kat’iyet halini kesbedip ammece kabul ve tasdîk olunan bir hakikate karşı hüsn-i niyetle kabil-i telif olunmayan münâkaşât ve mücâdelâtın tecdîdine hiçbir sebeb-i hakikî zahirî olmadığı halde makale-i mezkûrenin ne gibi makâsid-i hafiye ve esbâb-ı zımniye ilcââtıyla sutur-u mefharet edildiği ahâlîce anlaşılacak hakâikten değildir. 2. ‘Programın tetkiki meselesi’: Muharrir Efendi Ahali Fırkası programını iki kısma tefrîk ederek bir kısmı İttihat Fırkası programı münderecatına muvafık olmakla beraber bâdi-i tefrika olamayacağını ve diğer kısmı İttihadın programına muhalif olmakla beraber kabil-i tatbik olamayacağını iddia etmektedir. Kısm-ı evvel buyurdukları vecih üzere bir fırkadan infikâkı îcâb etmez ise de tatbikat hususundaki takip edilecek meslek itibarıyla infikâkı îcâb edebileceği de inkâr olunamaz. Çünkü

Meclis-i Alî-yi Milliye’de ve Huzur-ı Padişahî’de Kanûn-ı Esasî ahkâm-ı mecellesini hüsn-i muhafazaya yemin eden aza-yı kirâm için bi-hakk îfâ-yı hüsn-i hizmet edebilmek üzere bir meslek-i metînâne ve sebatkârâne ile müttefikan çalışabilecek mütecânis-ül- efkâr arkadaş aramak mecburiyeti ve vakt-i merhûnenin hulûl eylediği kabil-i inkâr değildir. Kısm- ı sânî iki noktaya münhasır bulunuyor ki birincisi umum ahalinin hukuk-ı sarîha-i hürriyetlerinden ve ammenin matmah-ı nazarı olan intihâb-ı mebusanda Kanun-ı esasinin nass ve tasrih etmiş olduğu ‘vilâyet ahalisinden’ ibaresindeki ahalisinden maksat nedir? Mesela Basra vilâyetinden mebus intihâb olunmak için Basra’da doğmuş ve büyümüş ve hiç olmazsa üç veya beş sene o vilâyet dâhilinde ikamet etmekle emzice-i nahiye ve ihtiyacat-ı mahalliyeye vukuf ve itla’ peyda ederek fazilet ve meziyet-i meşhudesine itimaden teveccühât-ı umûmiye mazhar olarak ahvâl-i etvârı cümlenin ma’lûmu olan bir adam mı olmalı yoksa

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 185 Memâlik-i Osmâniye’nin herhangi köşesinden olursa olsun ve ahvâl-i ahlakı nasıl olursa olsun sırf bazı eşhâs tarafından vuku’ bulacak telkinât ile meçhul-ül-ahvâl olan bir adam mı olmalı? İşte bu meselede İttihat Fırkası’nın programı şıkk-ı sânîyi Ahali

Fırkası şıkk-ı evveli ihtiyar etmiştir. İkincisi Ahali Fırkası köylülerden ve fukara-yı ahâlîden alınmakta olan vergilerden tenzilât-ı müsekkine icrasını programlarına idhâl etmeseler de muharrir efendi bu cihetin İttihat Programına muhalif olduğunu iddia etmektedir. Efendi-i mûmâ-ileyh, bâr-ı girân tekâlif altında ezilmesini mi arzu ederler? Memlekette sanayi, servet ve vâridâtın tezyîdiyle fukara âhalîden bâr-ı tekâlifin tahfîf ve teheyyün-i ihtiyaçlarını istemezler mi? Ümit etmem. Öyle ise teessüf. Her ne ise muharrir-i mûmâ-ileyh bu iki cihetin de kabil-i tatbik olmadığını iddia ediyor. Bu cihet cây-ı taaccüp ise de ne çare ki muharrir efendi Meclis-i

Mebusan müzakerâtını takip etmediği anlaşılmakla kendisini mazur görmek mecburiyetindeyiz. Yalnız kendilerine tedarik-i ma-fat olmak üzere Meclis-i Ali-yi

Umûmiye’nin her ikisini de tasdîk-i kabul ve İrade-i Seniyye’ye iktirân ederek derd-dest-i neşr ve ta’mîm bulunan Nüfus Kanunu ile Müsakkafât Kanunu’na atfen nazar buyurmalarını tavsiye ederim. Çünkü Nüfus Kanunu’nda birinci cihetin ve

Müsakkafât Kanunu’nda da rağmen lil-muhalifîn fukara âhalî ve bâ-husus zira’dan tenzîlat-ı mümkine icra olunarak ikinci cihetin bil-fiil kabul olduğunu görecek. Şimdi buna bir çuval sual: İşte Ahali Fırkası bir ekalliyet-i kalîle oldukları halde evâil-i teşekkülünde programlarının ekseriyet programına muhalif olan noktalarında nasıl galebe etmiş, nasıl ispat-ı muvaffakiyet etmiş, ekseriyet niçin kabul etmiş, ekseriyet programlarını niçin muhafaza etmemişler? Bilerek mi, bilmeyerek mi? Kabil-i tatbik olmadığı halde, hata olduğunu iddiada hala ısrar ediyorsanız o hata ekalliyetden mi,

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 186 ekseriyetten mi mebusândan mı, â’yândan mı yoksa zât-ı âlilerinden mi? Lütfen tayin buyurunuz da itiraf edelim. Makalenizin sadrında merba’- nişin-i azîmet olarak mestûr bulunan ‘Ahali Fırkası, nâ-behengâm doğmuş ve henüz kendisine bir mecra-yı hayat tayin etmemiş ve hayat-ı siyasiyesi ve muvaffakıyâtı pek şüphelidir’ fikrinizi gazetenizin hangi nüshasında gizleyebileceksiniz eski koca kafalar ‘büyük lokma ye de büyük söz söyleme’ demişler azizim. 3. ‘Güya hulâsa edilerek Ahali

Fırkası kendilerine ayrı bir fırka süsü vermeye kalkışmaları ya programlarına idhâl edemedikleri bir gayeyi takip etmek veyahut sırf İttihat Fırkası’ndan bazı zevâta karşı esbab-ı şahsiyeden mütevellid iğbirâr neticesi’ olduğunu iddia ediyor. Fırkamız; programı, erkânı, meslekleri, ahvâl-i ruhiyeleri ammece ma’lûm olduğu halde tahrik

âmiz ve mahza su-i fiilin neticesi olan su-i zanna ve vehm-i bî-suda binâen beyân-ı mütâlaa edilmesi nezd-i ukalâda şâyân-ı kabul görülemeyeceği gibi bu ma’kule mütâlaanın menâfi-i mülk ve millet mülahazasıyla te’vîli de gayr-i kabil olduğundan iddialarını kemâl-i şiddet ve nefretle reddederim. Ve fırkamızın maksad-ı hakikatini daha henüz anlamayan zevât var ise onlara da Meclis-i Mebusan müzâkerâtını

Takvim-i Vekayi’den kemâl-i insafla mütâlaa buyurmalarını tavsiye ederim. 4.

‘Zeynelabidin Efendi kendilerine istinatgâh olacak bir Ahali Cemiyeti tesisine sa’y ve gayret etmekte ve siz bana tabi olun da...’ demekte olduğu iddia olunuyor.

Müşârün-ileyh Faziletli Zeynelabidin Efendi Hazretleri asâlet ve necâbet-i fıtrîyesiyle halkaten mümtaz bir zât-ı sütude simat olduğu gibi kemâl-i sa’y ve gayretiyle ilmen, amelen, edeben, siyaseten tekemmül etmiş bir fazilet-i muhassine olduğu bütün vilâyetimiz ahâlîsince tasdîk ve kabul olunup hemen ittifaka karîb bir ekseriyet-i azîme ile teveccühât-ı umûmiyeye mazhar olarak birinci derecede mebus

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 187 intihâb edilmiş idi. Fırkamızın şimdilik hariçle münasebeti olmayıp maksadı, sırf

Meclis-i Mebusan’da bir meslek-i müstakîmâne ile çalışmaya münhasır olunup hâricen cemiyet teşkili hakkında henüz bir karar ittihaz olunmadığından müşârün- ileyh Zeynelabidin Efendi Hazretleri’nin hôd-be-hôd cemiyet teşkîline kıyam etmeyeceği tabii olduğu halde istihbârât-ı vâhiye-i mevhûmeye binaen iddia olunan teşebbüsât, bî-asıl ve esas olmakla beraber agrâz-ı şahsiye sâikasından da hiçbir vecihle kurtulamaz. Binaenaleyh Mebus-u Muhterem müşârün-ileyh Zeynelabidin

Efendi Hazretleri’nin hakkında muharrir efendinin îrâd etmiş olduğu makaleden, maksad-ı hakikatlerine nail olabilmek şöyle dursun belki müşârün-ileyh hazretlerinin nezd-i ahâlîde kadir ve meziyeti bir kat daha tezyîd edeceğinde iştibah olunmaz.

Hülasa umum hükûmât- ı meşrutada olduğu gibi Meclis-i Mebusan-ı Osmâniye’de dahî bir fırka-i muhalifenin teşkîline lüzum-ı kat’î olduğundan birinci devre-i intihâbiyenin ikinci sene-i ictimâiyesi evâsıtında tam mevsim-i hulûl ederek mütecânis-ül-efkâr zevat-ı ma’lûmeden mürekkeb olmak ve sırf menfaat-i vatan namına hareket etmek maksadıyla Ahali Fırkası teşkil etmiş ve otuz vilâyette namzetlik vaz’ ederek sırf kuvve-i bâzu ile te’mîn-i menâfi-i şahsiye edebilmek gibi agrâz-ı habîseye set çekmiş ve her türlü taarruzât ve teheccümâta da rağmen muhalifîn dirig-i derun olabilecek derecede peyderpey muvaffakıyet ve ispat-ı mevcudiyet etmiş ve menâfi-i vataniyeye hasr-ı mesâî eylediği sâbit olmuş.

Zeynelabidin Efendi Hazretleri gibi bir mebus-u muhtereme mâlik bulunmuş olmakla fırkamızı ve umum ahâlîmizi tebrik ve dâimâ hüsn-i muvaffakıyetlerini eltâf-ı ilâhiyeden temennî ederiz.” *

(*) Aktaran: Aydın, 2007.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 188 EK-10: Ahali Fırkası’na geçen mebuslar ve bölgelerindeki durumları.

1908 seçim sonuçlarına göre, İttihat ve Terakki Fırkasından ayrılarak Ahali

Fırkası’na katılanların seçim bölgelerindeki mebusların durumu

İsmail Hakkı Bey - Gümülcine: Bölgesinde bir bağımsız, iki İ ttihat ve

Terakki Fırkası mebusu bulunmaktadır. İsmail Hakkı Bey, İttihat ve Terakki

Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkasının kurucuları arasına katılmıştır.

İbrahim Vasfi Efendi - Karesi: Bölgesinde beş bağımsız, bir İttihat ve

Terakki mebusu bulunmaktadır. İbrahim Vasfi Efendi, İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkasının kurucuları arasına katılmıştır.

Ferhad Efendi - Tablusgarb: Bölgesinde iki bağımsız, bir İttihat ve Terakki mebusu bulunmaktadır. Ferhad Efendi, İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek

Ahali Fırkasının kurucuları arasına katılmıştır.

Süleyman Sûdi Efendi (Acarbay) - Beyazid: Bölgesinin tek mebusudur.

İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkası kurucuları arasına katılmıştır.

Ömer Lütfü Efendi - Burdur: Bölgesinin tek mebusudur. İttihat ve Terakki

Fırkası’ndan istifa ederek Ahali Fırkası kurucuları arasına katılmıştır.

Şevket Efendi - Erzurum: Bölgesinde üç bağımsız, bir sosyalist, bir İttihat ve

Terakki Fırkası mebusu bulunmaktadır. Şevket Efendi, İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkası kurucuları arasına katılmıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 189 Şeyhzâde Zeynelabidin Efendi - Konya: Bölgesinde iki bağımsız, iki İttihat ve Terakki Fırkası ve bir Ahrar Fırkası mebusu bulunmaktadır. Zeynelabidin Efendi,

İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkasına katılmıştır.

Mustafa Sabri Efendi - Tokad: Bölgesinde iki bağımsız, bir İttihat ve Terakki

Fırkası mebusu bulunmaktadır. Mustafa Sabri Efendi, İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkasına katılmıştır.

Ömer Feyzi Efendi - Karahisar-ı Şarkî: Bölgesinde bir bağımsız ve bir Ahrar

Fırkası mebusu bulunmaktadır. Ömer Feyzi Efendi, Ahrar Fırkası ndan istifa ederek

Ahali Fırkasına katılmıştır.

Ahmet Şükrü Efendi - Sivas: Bölgesinde üç bağımsız, bir Ahrar Fırkası ve bir

İttihat ve Terakki Fırkası mebusu bulunmaktadır. Şükrü Efendi, Ahrar Fırkasından ayrılarak Ahali Fırkasına katılmıştır.

Mehmet Hamdi (Yazır) - Antalya: Bölgesinde iki İttihat ve Terakki Fırkası mebusu bulunmaktadır. Mehmet Hamdi, İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek

Ahali Fırkasına katılmıştır.

Kürdzâde Hacı Mustafa Efendi - Konya: Bölgesinde iki bağımsız, iki İttihat ve Terakki Fırkası ve bir Ahrar Fırkası mebusu bulunmaktadır. Kürdzâde Hacı

Mustafa Efendi, İttihat ve Terakki Fırkasından istifa ederek Ahali Fırkasına katılmıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 190 EK-11: Ahali Fırkası Programı89.

Meclis-i Meb'usanda Müteşekkil Ahali Fırkasının Programıdır

Birinci Madde - Hakimiyet-i milliye, bir memlekette ahali tabir olunan bi-hakkın efkar-ı umumiyenin mümessili bulunan ekseriyetin mezce ve ahval-i ruhiyesinden tebean eyleyen fikir ve arzunun muhassalasında mütecelli olmak lazım gelip milletin bila tefrik cins ve mezheb ahali namıyla yad olunan bu kısm-ı mühimmine hak meşrutileri olan salahiyet-i hakimelerini te'min eylemek ve devr-i sabık-ı yadigari olarak memleketin uruk-ı itiyadına birleşmiş bulunan tegallüb-i minnetfezanenin akıl ve hikmet dairesinde ref' ve izalesine çalışmak üzre Ahali

Fırkası namıyla meclis-i meb'usan-ı Osmanide tevfikat-ı ilahiyeye müsteniden bir fırka teşekkül etmiştir.

İkinci Madde - Fırkanın üssül-esas harekatı efrad-ı milleti bila-tefrik hukukça müsavat-ı kamileye mazhar eylemek kaziyye-i mu'tena-bahası olup meşrutiyetin bu esas-ı mühimmi bütün dekayıkıyla takip olunacaktır.

Üçüncü Madde - Büyük ve küçük bilcümle me'murinin ifa-yı vazifede mugayir kanun-ı ahvale cür'et ettikleri görüldüğü takdirde kavanin-i mevzua dairesinde taleb-i mes'uliyetleri meselesi sözde bırakılmayarak hakk-ı murakabe gayet ciddi bir surette istimal olunacağı ve ötedenberi adet olan müsamahata nihayet verdirilmeye teşebbüs edileceği gibi buna mukabil me'murenin kanun dairesinde serbesti-i temsiliyetini teminen hiçbir memurun bila-sebep kanunu azline mesağ gösterilmeyerek hukuk memurunun dahi muhafazasına itina olunacaktır.

89 Ek-3‘de bulunan 8 Şubat 1325 (21 Şubat 1910) Tarihli Yeni Gazete nüshasında yayınlanmıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 191 Dördüncü Madde - Memlekette hükümran olacak kuvvet münferiden ve münhasıran kanun kuvvetinden ibaret olup her şeyde ve bilhassa meclis-i meb'usan ile kabinenin vaziyet-i mütekabilesinde tamamen ve kemalen kanuniyet ve meşrutiyet icabatı nazar-ı dikkate alınacak ve şekle atf-ı ehemmiyet etmemekle icab-ı maslahata teb'iyet gibi temayülata kat'iyyen meydan verilmeyerek her hususta şekl-i kanuni vacibü'r-re'aya tutulacaktır.

Beşinci Madde - Kanun-ı Esasinin muhafaza-i ahkamına son derecede dikkat ve ihtimam olunacak ve hakimiyet-i milliyeyi tahkime medar olmak üzre ayanın kısmen taraf-ı milletten intihab ettirilmesi için sarf-ı mesaî edilecektir.

Altıncı Madde - Usul-i intihab ayana dair yapılacak kanunnamede hey'et-i ayanın meclis-i meb'usandaki siyasi hezeyanlardan birine mağlup olmayacak bir tarzda intihabları esasının vaz'ına çalışılacaktır.

Yedinci Madde - İntihab-ı meb'usan kanununun hıyn-i ta'diline hakimiyet-i milliyeyi daha vasi' bir mikyasta gösterebilecek usul-i intihabın vaz'ına çalışılacak ve meb'uslar zaman-ı intihablarından la'akal beş sene mukaddem daire-i intihabilerine nüfusunu nakl ettirerek orada mutavattın bulunmuş olmak ve veli ve mutasarrıf ve kaymakam ve hükkam gibi rüesa-yı me'murin-i mahliyeden olmamak şartı nazar-ı itia alınacaktır.

Sekizinci Madde - Lisan-ı millet olan matbu'anın hürriyet-i hukukiyesinin bir kat daha te'yidi için matbu'at kanununun ta'dili talep olunacaktır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 192 Dokuzuncu Madde - Sermayedaran ile amelenin münasebat-ı mütekabilesi hakkındaki kanunun, amelenin hukuk-ı esasiyesini bihakkın temin edebilecek bir hale ifrağı için ta'dili teklif edilecektir.

Onuncu Madde - Çiftçi, amele, fukara-yı esnaf ve köylülerden alınan ağnam ve emsali bazı vergilerden tenzilat-ı mümkine ve akarat vergileriyle sefahet ve mükeyyifata sarf olunan servetlere ait vergilere zama'im-i münasebe icrası talep olunacağı gibi emval ve emlakden ashabının teşebbüs-i istifadeleri nazar-ı itibara alacak ve fukara ile aceze-i zira' meskenlerinin vergiden istisna ettirilmesine

çalışılacaktır.

On birinci Madde - Daima ve ale'l-husus bütçede tevazün hasıl oluncaya kadar yüksek maaşlarla ve bi-lüzum me'muriyetlerle hazine-i milletten vuku' bulacak masarif-i müsrifaneye müsade edilmeyecek ve devr-i sabıkta emval-i milleti garetle kesb-i gına ettiği tebeyyün eden rical ve me'murinin hakk-ı teka'utten ıskatı hakkında kanun layihası teklif olunacaktır.

On ikinci Madde - Emval-i mağsube-i millet her kimin yedinde bulunursa bulunsun aynen veya zamanen bil-hakime istirdadıyla müstehakkı bulunan hazine-i millete terki hakkında kanun layihası teklif olunacaktır.

On üçüncü Madde - Memalik-i Osmaniye'de ma'ruf olan edyanın serbesti-i icrası mahfuz olmakla beraber her unsurun mensup olduğu dine ait hissiyatın ta'arruzdan musun kalmasına ve memleketin ahval-i ruhiyesi üzerine mü'essis olan adab ve terbiye-i umumiyenin muhafazasına ve ittihat anasırın te'sis ve takririne tevessül olunacaktır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 193 On dördüncü madde - Emlak ve arazinin hukuk-ı tasarrufiye ve intikaliyesi mümkün olduğu kadar tevsi' ve teshil olunacak ve zira'ın tehvin ihtiyacı için ziraat bankasının müstakil ve vasi' milli bir banka haline ifrağı suretiyle ıslahına

çalışılacaktır.

On beşinci Madde - Mekatib-i aliye me'zunlarının hukuk-ı muhafaza olunmakla beraber memuriyetlerin tevdi'inde ehliyet nazar-ı itibara alınacaktır.

On altıncı Madde - Devletin lisan-ı resmisi Türkçe olduğu cihetle mekatib ve medariste lisan-ı Türkinin tahsiline mecburi olarak itina ile beraber devletin din-i resmisi islam olmak ve uluvv-i İslamiyenin lisan-ı tedvini arabi bulunmak itibarıyla

Arapça'ya dahi ehemmiyet-i mahsusa atf edilecek ve anasır-ı saire-i Osmaniye lisanlarının dahi serbesti-i tahsil ve tedrisi esası muhafaza olunacaktır.

On yedinci Madde - Memlekette bi-hakkın neşr-i irfan ve ümran için çare-i yegane olmak üzre olunacak ve taşra evladının tahsil-i âlî ve idadiden hisse-mend olabilmelerini teshil için Dersaa'adette ve merakiz-i vilayatda mekatib-i leyliyenin teksirine çalışılacaktır.

On sekizinci Madde - Evkafın su'-i istimaline badi olan usul ve kava'idin ref' ve ıslahı ve galatının meşrut lehine sarfı ve hukuk ve menafi-i vakfiyenin bi-hakkın muhafazasıyla beraber memleketin terakki-i servet ve ma'muriyeti nazar-ı dikkatte bulundurulacak ve medarisde ulum-ı diniye tedrisatına bir kat daha ehemmiyet ve intizam vermekle beraber ihtiyacat-ı asra göre fünun-ı lazımenin ilavesine dahi sarf-ı mesaî olunacaktır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 194 On dokuzuncu Madde - İdare-i vilayatda tevsi-i me'zuniyet-i idari tatbik olunmakla beraber taksimat-ı mülkiye ve idaresi hakkında kanun-ı mahsus talep olunacak ve tesri'-i mu'amelata edar olmak üzre elviye-i müstakilenin tezyidine

çalışılacaktır.

Yirminci Madde - Usul-i ticaret berriye ve bahriyenin ve emr-i mühim zira'atın ve sanayi'-i medeniyenin himaye ve terakkisi için her tarafta ticaret ve zira'at odalarının teşkil ve ta'mimi ile bunlara salahiyet-i kafiye tevzi'ine çalışılacak ve bir de himaye-i hayvanat cem'iyetleri te'sisine sarf-ı gayret edilecektir.

Yirmi birinci Madde - İşbu program icabı halinde fırkanın nişan-ı ekseriyeti kararıyla ta'dil olunabilecektir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 195 EK-12: Ahali Fırkası’nın Hürriyet ve İtilaf Fırkasına Katılışını bildiren tebliğ.(23 Kasım 1911 - 10 teşrinisani 1327) (Aktaran; Tunaya, 2009a:277)

“Ahali Fırkası esasen teessüsüne iştirak ettiği Hürriyet ve İtilaf Fırkasına - neşrolunmuş olan programı takip etmek üzere- heyet-i mecmuasile dahil bulun- duğunu beyan ve ilân eyler.”

10 Teşrinisani 1327 Ahali Fırkası Reisi Gümülcine Mebusu İsmail

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 196 EK-13: Düzeltme-1 - İsmail Hakkı Bey ve Siyonizm

Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler kitabının birinci cildindaki

Ahali Fırkası bölümünde,

“Ahali Fırkası, yine ilk kez, siyonizm sorununu ve Yahudi

aleyhtarlığını sert biçimde ortaya çıkarmıştır. Gümülcineli İsmail

Bey, açıkça Yahudi düşmanı olduğunu, bu milletin Osmanlılar ve

Türkler için büyük tehlike oluşturduğunu ileri sürerken,

İttihatçıların özellikle maliye ve dış borçlanmalar alanlarında,

Siyonistlerin baskısı altında olduğunu belirtmek istemiştir. Aslında

oklarını -Selânikli ve dönme olmasından ötürü- Cavit Bey’e

çevirmiştir.” (Tunaya, 2009a:268)

Bu ifadenin İsmail Hakkı Bey’in Yahudi düşmanı olması konusunda şu dipnotu eklemiştir: “Gümülcine Mebusu İsmail Bey, Yahudi aleyhtarı olduğunu her fırsatta tekrarlamıştır. Örneğin, bir keresinde, kuruluşunda kendi fırkasında da Musevilerin bulunduğu sözü üzerine “Yalnız Musevi yoktur.” cevabını vermiştir ve Nesim

Nasliyah efendi ile tartışmıştır (MMZC, D.1, Si.4, 34. İçt., s.715) - Başka bir birleşimde Gümülcineli İsmail Bey Siyonizmi Filistin’de Şattelarap (Mezapotamya) vadisinde, bir İsrail hükumetinin kurulması olarak tanımlayınca, Masliyah Efendi ‘... bendeniz bunu kat’iyen redederim. İsrailiyet nâmına cevap veriyorum.’ demiş ve alkışlanmıştır. (MMZC, D.1, Si 4, 49. İçt, s.1380).” (Tunaya, 2009a:267, 10. dipnot)

Sonrasında Maliye Nazırı Cavit Bey’e eleştirisi için ise şu dipnotu eklemiştir:

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 197 “İsmail Bey’e göre Maliye Nazırı Câvit Bey, dış borçlanma

sonunda, siyonizmin yönettiği akımlara sürükleniyordu. İsrail

hükümetini kurmak amacını güden bir cemiyette, yüksek makamları

işgal eden ‘memleketimizin muteber kişileri vardı’. İ lk sızma

Kasel’in Milli Bankası ile olmuştu. Basında da Salem vardı.

Fransız bankalarının etkileri altındaydı. Başta Sadr-ı âzam Hakkı

Paşa olmak üzere birçoklarını İsmail Bey ‘birşey bilmemekle’

nitelemiştir. ‘Çare gösterin’ diyenlere, İsmail Bey ‘muktedir bir

Maliye Nâzırı’ bulmak gerektiğini söylemiştir.(MMZC, D.1, Si 4,

49. İçt. s.1379- 1380, 1381, 1385).” (Tunaya, 2009a:269, 11.

dipnot)

Öncelikle tarihlerden başlamak gerekirse, İsmail Hakkı Bey’in Siyonizm konusunu ortaya attığı ve de Cavit Bey’i suçladığı dönem Meclisin üçüncü içtima senesindeki 1327 Senesi Muvazenei Umumiye Kanunu Lâyihası müzakerelerinde

(MMZC, 1986f:311-347), İsmail Hakkı Bey’in kürsüden yaptığı oldukça uzun bir konuşma sırasında Maliye Nazırı Cavit Bey ile tartışmış ve de konuşmasının daha sonraki bölümünde de sözü buraya getirmiştir. “Musevi noksandır” lafı ise, dördüncü içtima senesinde, İsmail Hakkı Bey Hürriyet ve İtilaf Fırkasına geçtikten sonraki dönemde gerçekleşmiştir.

Konuları irdelemek gerekirse eğer, ilk olay olan, İ smail Hakkı Bey’in

Siyonizm konusunu ilk gündeme getirdiği dönemde, 1327 Muvazenei Umumiye

Kanunu Layihası’nın müzakerelerinin dördüncü gününde, söz İsmail Hakkı Bey’e gelmiş ve bütün bir gün de zaten kürsünden yalnızca kendisi konuşmuştur. Önceki

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 198 dönem bütçe görüşmelerinde de Cavit Bey ile tartışmış olan İsmail Hakkı Bey, bu sefer hem Maliye Bakanı’nın ikinci senesi, hem de bütçenin kötü durumda bulunmasından dolayı oldukça sert bir şekilde yüklenmiş ve karşılığında ise Cavit

Bey önceki sene olduğu gibi İsmail Hakkı Bey’e karşılık verememiştir. İsmail Hakkı

Bey, konuşmasına bütçenin ne kadar kötü durumda olduğundan bahsederek konuşmasına başlamış ve ilk oturum boyunca bütçe konusunda giriş yaptığı konuşmasını, ikinci oturumda detaylandırmaya başlamıştır. Öncelikle bütçe hakkında rakamlardan bahsetmiş, ardından ise istikraz ve Reji meselelerine değinerek bütçe hakkındaki değerlendirmelerini noktalamıştır. Bu noktadan sonra ise konuşmasına, tüm bu anlattığı olumsuzlukların nedenlerini anlatarak devam etmiş ve konu istikraz meselesi üzerinden Siyonizm’e gelmiştir. İsmail Hakkı Bey, bu sırada Siyonizm konusunda şöyle bir açıklama getirmiştir:

“(...)bu Siyonizm, bizim dahilimizde bir marazı müzmin, bir

marazı siyâsi ve müthiş gibi teshirat icra etmeye başlamıştır. Bunu,

böyle ehemmiyetsiz surette geçiştirmek lazım gelmez. Çünkü

bunlar, aynı suretle edvâr-ı sabıkâda da mevcut idi ve edvâr-ı

sâbıkada da aynı o meslek sahibi adamlar tarafından aynı emeller,

aynı tedbirler ihtiyar olunuyordu. Gayet açık, gayet vazıh târifiyle,

Siyonistlik demek; arz-ı Filistin’de Şattülarap vâdisinde

Kudüsüşerif ve havalisinde mümkün mertebe ecnebi musevilerin

tezyid ve teksir ederek orada nüfusun kesâfetinden bilistifade bir

hükümet İsraili’ye teşkil etmektir.” (MMZC,1986f:331)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 199 Böylece meclis içerisinde ilk defa bu konu ortaya çıkmıştır. İsmail Hakkı

Bey’in bu sözleri üzerine İzmir Mebusu Nisim Mazelyah Efendi “(...)Bendeniz bunu katiyyen reddederim. İsrâiliyet nâmına cevap veriyorum.” demiş ve alkış almışsa da ardından İsmail Hakkı Bey sözüne devam ederek:

“Bu cemiyet, Siyonistler cemiyeti daha şimdi değil, ötedenberi,

Meşrutiyetten çok evvelden beri bu mesleği takip ettiler ve bu

mesleği takip ettiklerini bize alenen ve maddeten gösterecek bâzı

ef’âl ve harekâtta bulundular. Ezcümle bunlar Kudüs civarında,

Şam civarında, Hayfa civarında büyük akçeler vasıtasıyla arazi

istimlâk etmek istediler. Ve istimlâk ettikleri araziye de Avrupa’dan

hicret edecek ve gelecek olan Musevîleri yerleştirmek istediler,

hatta bunların doğrudan doğruya oraya yerleşmesi için kırmızı

pasaport usulünü çıkarttılar ve kırmızı pasaport usulüyle orada

yerleşmeye çalıştılar. (...)90 ’de teşekkül eden cemiyetin

mukarreratından bâzı fıkaratını arz edersem, okursam, maksatları

tamamen anlaşılmış olacak ve mesele de artık tavzih edilmekten

müstağni kalacaktır: ‘Devleti Aliyyei Osmaniyede idarei

meşrutanın şanlı surette teessüsünden beri Meclisi Mebusan âzayı

kiramından bazılarıyla genç Türkler (Jön Türkler) ve onların

mürevvici efkârı olan resail bilittifak berveçhiâti rey ve fikir

dermeyan etmişlerdir.’(...)”

90 Sözün arasında giren Sait El-Hüseyni Bey: “Kırmızı pasaport usulünü vazeden Hükumettir.” der ve İsmail Hakkı Bey bunu onaylayarak sözüne devam eder.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 200 Bu sözleri üzerine Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ve Dahiliye Nazırı Mehmet

Talat Bey araya girmişler ve özellikle önceki tartışmalarda İsmail Hakkı Beye karşı

çıkan ve tartışan Mehmet Talat Bey “Herkesin namusu ile oynamayınız.” diyerek konuyu kapatmaya çalışmış, ancak İsmail Hakkı Bey sözlerine devam etmiştir:

“(...)cemiyetin mukarreratının bir maddesinde diyor ki,

‘Türkiye’nin teşebbüsümüze en münasip görünen havalisi

şunlardır: Sattülarap, Suriye, Filistin, Musevi nüfusunu bir sureti

mâkulede tevsi, teksir etmek kaziyesi ise son derece haizi

ehemmiyet görünüyor. Devleti Osmaniye Musevi muhacirlerine

kapılarını küşâde bulundurduğu takdirde makamatı âliyyeyi işgal

etmekte bulunan hem mezheplerimiz bütün nüfuzlarına Hükümeti

Osmaniye’nin siyasi ve iktisadî taâlisi için sarfedileceklerdir. Bu

suretle Devleti Aliyyeye emin ve haizi nüfuz ittifaklar yolu

açılacaktır. Şüphesiz bu ittifakları tesis edecek ricali Osmaniye

ilâahir. (...)91 Ricali Osmaniye bundan müstefit olacaktır diyor.”

(MMZC, 1986f:332)

Bu sözü üzerine Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, “Yani para kazanacaklardır.”

şeklinde anladığını ifade etse de İsmail Hakkı Bey konuşmasına şu sözlerle devam etmiştir:

“Hayır, o demek değildir. İmar-ı bilâddan bahsetmek istiyorlar.

Çünkü ziraaı ihya edecekler, imar edecekler. İrattan âşârca istifade

91 Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, devamını da okumasını ister ve İsmail Hakkı Bey devam eder.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 201 edecekler demek istiyor. (...) Bunların maksadı bu. Bunlar Talat

Beyin şimdi söylediği veçhile, bu defa Hükumete müracaat etmişler,

fakat bunların gayet fettan adamlar ve hem de akçalı adamlar

oldukları için başka tarzda Hükümeti Osmaniyeyi bazı müşkilata

düşürüp kucaklarına düşürmek ve kendilerine ilticaya mecbur bir

vaziyette bulundurarak maksatlarını terviç ettirmek istemişlerdir.

(...)”

İsmail Hakkı Bey, bu sözleri sonrasında da, hükümetin bankalar ile ilişkileri ve bankaların da Siyonist sermaye ile ilişkisini anlatmaya çalışmıştır. Ancak, ardından söz alan Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, İsmail Hakkı Bey’in bu sözlerini “İsmail

Beyefendinin zihninde hakikaten bu memlekette umûru hafiye ve muzırrai azime olduğu ve bir takım eşhasın büyük roller oynadığı gibi fikirler hasıl olmuş. Yani bu memleket pek yakında bir devleti İsrailiyye haline girecek veyahût buna benzer birşey olacak.(...)” (MMZC, 1986f:333) şeklinde anladığını ifade etmiş ve İsmail

Hakkı Bey’i de tüm bunları ‘uydurmakla’ suçlamıştır. Sonrasında yeniden söz alan

İsmail Hakkı Bey’de böyle bir şeyi ifade etmediğini ve böyle bir ihtimal de olmadığını, ancak söylediklerinin de hayal ürünü olmadığını ifade etmiş ve bunun

üzerine Berat Mebusu İsmail Kemal Bey de “Eski devirde de bu masallar söylenmiş ve doğru çıkmıştı. Sadrazam paşa nasıl inkar ediyor?” diyerek İsmail Hakkı Bey’i onaylamıştır. Ardından ise, İsmail Hakkı Bey konuşmasında konuyu biraz daha açıklamış, ancak sonrasında söz alan Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, İsmail Hakkı

Bey’in tüm söylediklerini yalanlayan bir konuşma yaparak “Bu istikraz meselesinin

Siyonizm meselesi ile katiyen münasebeti yoktur.” diyecektir. Ardından yeniden söz

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 202 alan İsmail Hakkı Bey, bu sene istikrazın gizli yapıldığını söylemiş ve bu konu hakkında açıklamalarda bulunarak, Siyonizm konusunda bu söylediklerine hayal dense de, elindeki belgelerden yola çıkarak bu konunun araştırılması gerektiğini belirtir. Ardından ise, Maliye Nazırının öneri teklifine dair, yapılması gereken ilk işin

“muktedir bir Maliye Nazırı bulmak” olduğunu söylemiştir.

Görüldüğü gibi, İ smail Hakkı Bey, Siyonizm konusunu açmasındaki neden istikrazlardan dolayıdır ve İsmail Hakkı Bey’in esas karşı çıktığı nokta bütçede bulunan istikrazların çok yüksek meblağlara ulaşmış olmasıdır. Maliye Bakanı Cavit

Bey’i de bu açıdan suçlamış, ancak bu istikraz meselesiyle bağlantılı olduğunu söylediği bu Siyonizm meselesinin de, elindeki belgelere ve bilgilere dayanarak, araştırılmasının gerekli olduğunu ifade etmiştir. Ancak başta Sadrazam İbrahim

Hakkı Paşa’nın karşı çıkmasıyla, İsmail Hakkı Bey’in bu söylemlerinin üzeri kapatılmış olsa da, bu konunun tartışması oldukça uzunca bir süre devam edecek, bazı mebuslar daha sonraki günlerde bu konu açıldıkça, İsmail Hakkı Bey’in böyle bir suçlama yöneltmesinin ve bu konu üzerine gidilmesinin halkın arasında huzursuzluk çıkartacağını, zamanında Ermenilere yapılan zulümler gibi, Musevilere karşı da bu tür eylemlere neden olabileceğini belirtmişlerdir.

İsmail Hakkı Bey, konuşmasını “mutedir bir maliye nazırı bulmak” ve Meclisi

Mebusan’ın bütçeyi büyük bir özenle tetkik etmesi ve “bu suretle de hükümetin dilbestesi olmaktan kurtulması” şeklinde iki öneri getirerek bitirdiği konuşması sonrasında alkışlarla kürsüden inmiştir. Ancak, ondan sonra söz alan Bağımsız Aydın

Mebusu Ubeydullah Efendi’nin ekseriyet fırkasının haklı olduğunu söyleyip, meclisin muhalif kanadını ise “(...) ötekilerinki garezden başka birşey değildir”

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 203 (MMZC, 1986f:339) sözleriyle yermesi üzerine, gün sonuna kadar, başta Dersim

Mebusu Lütfi Fikri Bey başta olmak üzere pek çok mebus arasında sert tartışmalar yaşanmıştır.

Kısacası, İsmail Hakkı Bey, tüm gün kürsüden konuşmuş ve zaman zaman

Sadrazam ve Maliye Nazırı ile anlattığı konulara dair tartışmış da olsa, mecliste ciddi bir tepki çekmemiştir. Söylediği sözlerin genel çerçevesi bütçe ve istikraza dair olmuş ve Tarık Zafer Tunaya’nın bahsettiği şekilde bir Yahudi karşıtlığı boyutunda bu konuyu dillendirmemiştir. Aksine, bir kaç kez ülke içerisindeki Yahudi vatandaşları bu konunun dışında tuttuğunu, istikrazlar üzerinden bu tür bir politika izlenmeye çalışıldığını anlatmaya çalışmıştır. Tarık Zafer Tunaya’nın bahsettiği

“birşey bilmemekle” niteleme konusunda ise, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ve

Maliye Nazırı Cavit Bey, İsmail Hakkı Bey tarafından ‘farkında olmamak’ ile nitelenmişlerdir, birşey bilmemek ile nitelenen ise özellikle Siyonizm konusundaki sözleri nedeniyle İsmail Hakkı Bey’dir. Ancak, bu noktada belirtmemiz gerekiyor ki,

İsmail Hakkı Bey’in o gün alkışlar arasında reddedilen, Sadrazam İbrahim Hakkı

Bey tarafından “hayal ürünü” olarak addedilen Siyonizm’e dair tüm anlattıkları, bugün gerçekleşmiş durumdadır.

Tarık Zafer Tunaya’nın İsmail Hakkı Bey’in Yahudi karşıtı olduğuna dair ikinci bir örnek olarak, gösterdiği “bizde Musevi yoktur” sözünü incelemek gerekirse;

Ahali Fırkası 23 Kasım 1911 (10 Teşrinisani 1327) günü bir gün önce resmen kurulmuş olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na İsmail Hakkı Bey’in tebliği ile katılmıştır.

Tarık Zafer Tunaya’nın bahsettiği söz ise, 9 Ocak 1912 (27 Kanunuevvel 1327)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 204 günü, yani Ahali Fırkası’nın kapanışından yaklaşık olarak iki ay sonra sarfedilmiştir.

Tarihten sonra, sözün geçtiği günün meclis zabıtlarına bakacak olursak eğer,

İsmail Hakkı Bey’in bu lafı gerçekten de Hürriyet ve İtilaf Fırkası içerisinde Musevi unsur olmadığını belirtmek için sarfettiğini görüyoruz.

Kanunu Esasi’nin 65. maddesinin tadili konusu mecliste müzakere edilirken

Hürriyet ve İtilaf Fırkası mebusu Abdülhamit Zehravi Efendi’nin sözünün partilerin barındırdığı unsurlara gelmesi üzerine İttihat ve Terakki Fırkası Mebusu Halil Bey,

İttihat ve Terakki Fırkası’nın “bütün anasırdan” meydana geldiğini ve hiçbir unsuru dışlamadığını belirtmiş, Zehrevi Efendi de, zaten İ ttihat ve Terakki Fırkası’nı bir

Türk fırkası olmakla suçlamadığını, ancak 3 yıl öncesinde, partilerin unsurlar etrafında öbeklenmiş olduğunu92, ancak bu sene bu şekilde olmadığını belirtmiş ve

“İlk Mutedil Hürriyetperveran Fırkası teşkil edildiği zaman Türk’ü var, Arnavut’u var, Arap’ı var, Ermenisi de var idi.” demesi üzerine İsmail Hakkı Bey (muhtemelen oturduğu yerden) “Yalnız Musevi Noksandır, bizde yoktur.” demiş ve ardından da salondan gülüşmeler geldiği meclis zabıtlarına kaydedilmiştir. Meclis başkanının, bu söz üzerine “Olmadığından dolayı iftihar mı ediyorsunuz?” demesi üzerine İsmail

Hakkı Bey de,

“Müsaade edin, tefsire mahal kalmaksızın tekrar edeyim ki,

maksadım tahkir değildir. Denildi ki, her fırkada muhtelif unsurlar

var. Ben, Abdülhamit Zehravi Efendiʼnin ifadesini ikmal için bizde

92 Örneğin Ahali Fırkası, tamamı Türk mebuslardan mevcuttur. Bu konuda Mütareke döneminde Şey- hülislam olan Mustafa Sabri Efendi, Fransızca Le Moniteur Oriental gazetesine verdiği demeçte “Bu fırkanın ekseriyetini halis Türkler teşkil ediyordu...” demiştir (İkdam, 8 Mayıs 1335) (Aktaran: Tu- naya, 2009:273, 29. Dipnot).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 205 de her unsur var, Musevî unsuru yoktur dedim.” (MMZC,

1991d:403).

diyerek sözlerine açıklık getirmiştir.

İsmail Hakkı Bey’in bu sözü üzerine de -önceki konuda da İsmail Hakkı

Bey’in ifadesine karşı çıkmış olan- Nisim Mazelyan Efendi de:

“Musevî Mebuslar, meslek sahibidirler, iptida İttihat ve Terakki

Fırkasında bulundurlar, oradan ayrılmazlar, kendileri gibi

değildiler. Kendileri (İsmail Hakkı Beyʼi kastederek) evvelce başka

fırkada idi, bugün başka fırkadadır, yarın da başka fırkaya geçer,

biz geçmeyiz. O, meslek sahibi değildir.”

sözleriyle hem neden Musevilerin tamamının İttihat ve Terakki içerisinde olduklarını ifade etmiş, hem de İsmail Hakkı Bey’in ifadesini doğrulamıştır. Haliyle,

İsmail Hakkı Bey’in de bu sözü ile bir Yahudi düşmanlığı yapmadığı ortadadır.

Ancak, özellikle bunu belirtmesinin altında yatan nedenler hakkında yorum yapabiliriz. Nisim Mazelyan Efendi’nin bu sözüyle, önceki konuyu da karşılaştıracak olursak eğer; Nisim Mazelyan Efendi’nin bu sözleri, İsmail Hakkı Bey’in İbrahim

Hakkı Paşa kabinesi ve İttihat ve Terakki Fırkası’nı Siyonizm ve istikraz meselesi arasındaki ilişki hakkındaki uyarısı karşısında, hem İttihat ve Teraki Fırkası mebuslarının, hem de dönemin Sadrazamı İbrahim Hakkı Paşa’nın İsmail Hakkı

Beyi “hayal üretmekle” itham etmelerinin, yalnızca muhalif bir mebusu susturmak için söylenmiş sözlerden ibaret olmadığını ortaya koymaktadır. Dönem içerisinde,

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 206 milliyetçi diyebileceğimiz bir siyasal duruşa sahip, Meşrutiyet ve kanunlara son derece bağlı olduğunu bildiğimiz İsmail Hakkı Bey açısından duruma baktığımızda ise, O’nun yaptığı bu uyarıyı bir çeşit Yahudi karşıtlığı ya da düşmanlığı olarak atfetmemiz hatalı olacağı kanaatindeyim.

Zira, mebusu olduğu bir devletin mebusunun, meclisini ve hükumetini bir dış tehdide karşı uyarmak, oldukça vatanperverâne bir yaklaşımdan öte değildir ve

İsmail Hakkı Bey’in sözleri içerisinde, yukarıda da özetlediğimiz gibi, düşmanlık içeren bir ifade bulunmamaktadır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 207 EK-14: Düzeltme-2: Tarık Zafer Tunaya’nın kitabının 268. sayfasında Ahali Fırkası hakkında verdiği bilgilerin düzelmesi hakkında.

Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler kitabının (2009a:268) ikinci cildi içerisinde anlattığı Ahali Fırkası hakkında, 268. sayfada aşağıdaki satırları yazmıştır:

“Örneğin, Arnavutluk’la ilgili tartışmalarda Ergiri Meb’usu

Müfit Bey, Arnavutluk’taki harekâtın komutanı Cevat Paşa’yı

“hunharhane ve gaddarane surette yaptığı icraat” dolayısıyla

düelloya çağırmıştır. Gürültüler arasında, Tâlât Bey (Paşa)

düelloyu kendisinin kabul edeceğini belirtmiştir (8. dipnot). Ahali

Fırkası, Türklük - Arnavutluk çatışmasında ilk kez tüm korkunçluğu

ile kışkırtıcı bir rol oynamıştır (9. dipnot).”

“8. Dipnot: MMZC, D.1, Si 1, 61. İçt., s.1035, 1075, 1077.”

“9. Dipnot: Osmanlıcı bir görüşün hakim olması gereken

Meclis’te, Arnavut - Türk çatışması ilk kez açıkça bu önergenin

görüşülmesi sırasında çıkmıştır. Priştine Mebusu Hasan Bey ve

öteki Arnavut Mebuslar, Ahali’ci önergeyi desteklemişlerdir. Sadr-ı

âzam Hakkı Paşa, “Arnavutluk Mebusuyuz” sözü üzerine dikkati

çekmiş, Arnavut Mebuslar, Debre Mebusu Basri Bey’e “Sen

Arnavut değilsin, sus” demişlerdir. Düello olayı da bu tartışmalar

sırasında ortaya çıkmıştır. (MMZC, D. 1, Si 1, 70. içt. s. 1078 -

1085)”

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 208 Öncelikle kaynakça açısından dönemin meclis zabıtlarını incelediğimizde, 1.

Devre (D.1) ve 2. İçtima senesinde (Si 2) geçmekte olan bu olayların konuşmalarının kayıtları bulunan Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi cildi, MMZC D.1, İçt. 2 dir.

İnikad (içtima) numarsı ise 70’dir. 8. dipnotta belirtilen MMZC kaynakçası tamamen hatalı, 9. dipnotta bulunan MMZC kaynakçasında ise İçtima senesi (Sene-i İçtima) hatalıdır.

Ciltlerdeki konuşmalara baktığımızda ise, bu konu aynı dönem (D.1, İçt.2) 69. inikadda başladığını görmekteyiz. Bu inikadın ikinci celsesi “Gümülcine Mebusu

İsmail Hakkı Bey ile Priştine Mebusu Hasan Bey ve rüfekasının; Arnavutluğun bazı mahallelerinde zuhur eden ahvali müessifenin menşe ve mahiyetinden Vükelayı milleti haberdar etmek üzere Makamı Sadaretten istizah takrirleri” konusuyla açılmıştır. Ahali Fırkası reisi İsmail Hakkı Bey, hem gündemde başka bir konu olmasından, hem de Sadrazam Hakkı Paşa’nın meclise gelememiş olmasından dolayı bu konunun ertelenmesi talebine karşın, “müstacel addi ile” takdiri vermiş ve gündeme alınmasını kabul ettirmiştir. (MMZC, 1985c:654) Ardından meclis başkanı

önce “Ahali Fırkası adına” İsmail Hakkı Bey’in takririni, ardından ise aynı konuda

12 imzalı bir takrir daha okutmuştur. Takrirler ise şu şekildedir:

“Şu günlerde Arnavutluk’un bazı mahallelerinde serzedei zuhur

olarak sefki dimayı intaç eylemekte olduğu işitilen ahvali

müessifeye karşı meclisi Mebusanın lakayt kalması caiz

olamayacağından, ahvali mezkûrenin menşe ve mahiyetinden

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 209 Vükelâyi melleti haberdar etmek üzere meselenin Makamı

Sadaretten istizahını teklif eylerim.”

Ahali Fırkası namına Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı

“Arnavutluk’da vukuu gazetelerde görülen ve bir çok tevilata

uğratılan ahvali müellime ve sevkiyatı askeriye esbabının ve buna

karşı hükümetçe ittihaz buyurulan tedabirin, Kabine Reisi

Sadrazam Paşa Hazretlerindan istizâhı hususunun tahtı karara

aldırılması mercudur.”

Priştine Mebusu - Hasan; Priştine Mebusu - Hüseyin Fuat, Üsküp Mebusu -

Sait; Üsküp Mebusu Necip Draga; Senice Mebusu - Hasan Muhittin; Görice Mebusu

- Şahin Naki; Priştine Mebusu - Şaban; Preveze Mebusu - Hamdi; Berat Mebusu -

Aziz; Berat Mebusu - İsmail Kemal; Ergiri Mebusu - Müfit; İpek Mebusu - Ahmet

Hamdi.

Görüldüğü üzere iki takrir bulunmaktadır ve ilk takrir Ahali Fırkası adına,

Sadrazam Hakkı Paşa’dan yaşanan olay hakkında açıklama istemektedir. İkinci takrir ise tamamı Arnavut kökenli on iki Mebusun imzasıyla yine benzer bir neden için verilmiştir. Bu mebusların profilleri ise oldukça dikkat çekicidir:93

- Priştine Mebusu Hasan Bey, Ahrar kökenlidir ve dönemde de Ahrar Fırkası

kökenli olan Mutedil Hürriyetperveran Fırkası üyesidir.

93 Dipnot ile ayrıca belirtilmeyen fırka bilgilerinin kaynakçası için bkz. Kansu, 1995:359-370.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 210 - Priştine Mebusu Hüseyin Fuat (ya da Hasan Fuat) 94 , Ahrar Fırkası

kökenlidir.

- Üsküp Mebusu Sait Efendi, Ahrar kökenlidir.

- Üsküp Mebusu Necip Draga, İttihat ve Terakki Mebusudur.

- Senice Mebusu Hasan Muhittin, Ahrar Kökenlidir.

- Görice Mebusu Şahin Naki (ya da Şakir Taki)95, Osmanlı Demokrat Fırkası

yanlısıdır ve 1911 Arnavut ayaklanmasında önemli rol oynamıştır (Kansu,

1995:368, 43. Dipnot).

- Priştine Mebusu Şaban Paşa, Bağımsız mebustur.

- Preveze Mebusu Hamdi Bey, İttihat ve Terakki Mebusudur, ancak 1910

yılında partiden istifa etmiştir.

- Berat Mebusu Aziz Paşa, Ahrar kökenlidir.

- Berat Mebusu İsmail Kemal Bey, Ahrar kökenlidir ve Mutedil

Hürriyetperveran Fırkası’nın da kurucusu ve lideridir (Tunaya, 2009a:246).

- Ergiri Mebusu Müfit Bey, Ahrar kökenlidir ve bu tartışmadaki bahsi geçen

düello davetini yapan kişidir.

- İpek Mebusu Ahmet Hamdi, yalnızca daha sonra Hürriyet ve İtilaf’a katıldığı

bilgisi mevcuttur, konu içerisinde konuşması da bulunmamaktadır.

94 Meclis zabıtlarında Hüseyin Fuat isimli bir konuşma geçmemekte, Kansu’nun 1908 devrimi kitabında geçen mebus listesinin Priştine Mebusları bölümünde (1995:360-361) ise Hüseyin Fuat ismi geçmemekte, yalnızca Hasan Fuad Paşa’nın ismi geçmektedir. Takririn tartışmalarındaysa Hasan Fuat Bey olarak geçmiş ve söz almıştır. 95 Meclis zabıtlarında ismi Şahin Naki olarak geçmekte, konuşması bulunmamaktadır. Ancak, Tunaya, Türki- ye’nin Siyasi Partileri kitabının Osmanlı Demokrat Fırkası bölümünde parlamentoda Priştine Mebusu Şakir Tâki Bey’in destek verdiğini yazmış (2009a:207), ancak Şakir Bey Görice mebusudur (Kamsu, 1995:367; MMZC kayıtları).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 211 Görüldüğü gibi, neredeyse hepsi Ahrar kökenlidir ve Ahali Fırkası nâmına verilmiş ilk takrirden bağımsız olarak, ikinci bir takrir vermişlerdir. Yani buradan bu kişilerden hiçbirisinin Ahali Fırkası üyesi olmadığı çıkarımını kolayca yapabiliriz.

Tunaya, kitabında Müfit Bey’in “harekatın komutanı Cevat Paşa’yı” düelloya davet ettiğini belirtmiş,96 ardından ise bu konuyu Ahali Fırkası ile bağlayarak, Ahali

Fırkası’nın Türk - Arnavut çatışması çerçevesinde kışkırtıcı bir rol üstlendiğini belirtmiştir. Konuşmalara baktığımızda ise, iki oturumda da (69 ve 70. inikad) Ahali

Fırkası üyelerinden yalnızca İsmail Hakkı Bey ve O’na destek vermek için daha çok usul ve (takririn konusundan bağımsız olarak) istizah takririne verilen tepki hakkında konuşan Karahisar-ı Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi konuşma yapmışlardır. İsmail

Hakkı Bey ise, 69. inikadde, “verdiği takririn bir sual mi, yoksa bir istizah şeklinde mi” değerlendirileceği tartışmasında konuşmuş ve; “İster sual şeklinde olsun, ister istizah şeklinde olsun. İzahati burada verilsin de hangi şekilde olursa olsun, ne yolda verilirse verilsin” diyerek fırkası adına verdiği takririn önemli olan kısmının verilecek olan “izahat” olduğunu belirtmiş, “sual” olarak gündeme alınmasının kararlaştırılması sonrasında ise, konunun görüşülmesini öne çekmek için önemini anlatan sözler söylemiştir. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa’nın da cevap vermek için hazır bulunduğu 70. inikade geçildiğinde ise (MMZC, 1986a:5), meclis başkanının suallerin tekrar edilmesini istemesi üzerine, İsmail Hakkı Bey, bir kaç cümle ile fırkası adına “sual”ini özetlemiş ve ardından da cevap istemiştir. Ancak, meclis başkanı Sadrazamdan cevap istemek yerine Hasan Bey’den de “sual”ini

96 Ancak, Meclis zabıt ceridelerinde bu isim Cavit Paşa olarak geçmektedir (MMZC, 1986a:13).

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 212 tekrarlamasını istemiş, ancak Hasan Bey bulunmadığından, Üsküp Mebusu Necip

Draga Bey’e söz vermiştir. Tam olarak bu noktada karşıklık başlamıştır.

Necip Draga Bey “En evvel Sadrazam Paşa Hazretleri söyleseler daha iyi olur.” demiş, ancak meclis başkanı suallerin aynı olduğunu belirterek devam etmesini istemiştir. Ancak Necip Draga Bey konuşmaya başladığında, bu suali hükumete karşı kullanacakları şekilde büyütecekleri belli olmuş ve İsmail Hakkı Bey de sinirlenerek

“Reis Beyefendi! Bendenizin sualine cevap versinler, sonra Necip Draga Bey söylesin.” diyerek çıkışmıştır. Ancak, meclis başkanı riayet etmemiş ve bunun

üzerine de Necip Draga Bey;

“Efendim mesele İsmail Beyin dediği gibi ikiye inkısam ediyor.

Birisi İpek’de İdari örfiyenin ilânı, diğeri Priştine’ye sevkiyatı

askeriyye icraası meselesidir. Şu iki mesela hakkında eğer müsaade

ederseniz evvelâ Reisi Vükelâ izahatı lâzımeyi versin. Sonra biz de

malumatımızı söyleyelim. Efkârı Umumiyede Meclisin Efkârını

anlasın. Zannederim en muvaffakı budur.”

demiş ancak bu sefer de Sadrazam İbrahim97 Hakkı Paşa “Evvelâ siz sualinizi sorunuz.” diyerek bu öneriyi kendisi reddetmiştir (MMZC,1986a:5).

Burada muhtemelen Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, ya iki takrire ayrı zaman ayırmak istemediğinden, ya da tek bir cevap ile her iki “sual”i de geçiştirme gayretindedir. Çünkü, 69. inikadde bu konu hakkında İttihat ve Terakki Mebuslarınca ilk karşı çıkış, İsmail Hakkı Bey’in bu takrirlerin öncelikli olarak gündeme alınmasını istemesi ve de gündeme alınmasını sağlamasından dolayı, hükümeti

97 MMZC’de sadrazam ismi “İsmail Hakkı Paşa” olarak yazılmış, oysa ki İbrahim Hakkı Paşa’dır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 213 suçlamak amacıyla verdiği yönünde olmuş, dolayısıyla da ikinci takrir pek dikkate alınmamıştır. Oysa ki İsmail Hakkı Bey, yine 69. inikadde;

“Bendenizin maksadı, yani Ahali Fırkası namına olarak şu

takriri vermekten maksadım, meselenin sureti hudûsunu, menşeini

anlamaktan ibarettir, yoksa kuşkulandıkları gibi Hükumeti derhal

mesul tutmak veyahut Hükumeti muaheze etmek maksadıyla o

takrir verilmemiştir. bugün efkârı işgâl etmekte olan ve kısmen de

meçhuliyette kalan mesailin tamamen Meclisçe anlaşılması için

verilmiştir.” (MMZC, 1985c:656)

sözleriyle, ardından Karahisarı Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi de, İsmail

Hakkı Bey’i doğrulayarak;

“Böyle istizah takriri verilince, bunun neticesinde hemen

suiniyete müstenit olduğu telakki edilmesin. Bazı efkârca böyle

telakkî ediliyor. Bu, kabili inkâr değildir. Bendeniz, istizahtan,

böyle, hemen kabineyi düşürmek üzere bir netice tevellüt edeceğini

tasavvur etmiyorum. (...) Neden bu istizaha bu kadar şey (* tepki)

veriliyor ki, bir istizah tabiri girince hemen kuşkulanıyoruz.”

(MMZC, 1985c:656)

sözleriyle, hükümet mebuslarının tepkisinin anlamsızlığını ve Ahali Fırkasının takririnin amacının da suçlamak olmadığını ifade etmiştir. Ne var ki, 70. inikade geldiğimizde, Necip Draga Bey’in bu “sual” fırsatını kullanarak hükümete yüklenmeye başlaması, Ahali Fırkası ve İsmail Hakkı Bey’in verdiği takririnin de

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 214 aynı amaçta olduğu hissiyâtını yaratmış ve bunun için de Sadrazam İbrahim Hakkı

Paşa da, ikisini tek bir sual olarak ele almayı seçmiştir.

Ancak, Necip Draga Bey, ilk konuşması ile “sual”ini bitirdikten sonra takrirde isimleri en önde geçen mebuslar Hasan Bey ve Fuat Paşa’da, Necip Draga Bey’i onaylamışlar, ardından ise Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, olayın basit bir sualden

çıkıp bir istizaha döneceğini farketmiş ve söz alarak;

“Efendim bir yanlışlık oluyor. Şimdi zatı âlileri suallerini her ne

şekilde vaz’ ediyorlarsa, o sonra söyleriz dedikleri malumat ile

beraber söylerler. Bendeniz de ona cevap veririm ve cevap

verdikten sonra müsaadei aliyyeleri ile gideceğim. Çünkü, bu

istizah değil, sualdir.”

demiştir. bunun üzerine ise Necip Draga Bey yeniden söz alarak konuyu açıklığa kavuşturmuştur:

“Arnavutluk’ta bugünlerde iki vak’a hâdis oluyor. Bunlardan

birisi İpek’de, diğeri de Priştine de. İpek’de hâsıl olan vukuat bir

kaatil tarafından İsmail Hakkı Beyin cerhi ve diğer bir binbaşının

şehit edilmesidir. Priştine’de hâdis olan vukuatta asker ile asker

arasında müsedermat vukuudur. İpek meselesinden hepimiz

müteessiriz ve katilin cezâyı sezâsına düçar edilmesi hepimizde

mültezemdir. Fakat öyle zannediyoruz ki orada İdarei Örfiyye ilân

edecek hiçbir sebep yoktur. Çünkü mesela yalnız bir iki zatın cerh

ve katli olduğunu için umum ahaliye hiç bir şümul ve taalluku

yoktur. Hattâ öyle itikat ederim ki, mecruh olan İsmail Hakkı Bey

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 215 ahvali memlekete vakıf olduğu için kendisinin rey ve mütalaasını

bazı esbabı mucibe serdiyle almış olsaydı öyle zannederim ki o da

İdarei Örfiyyenin hiçbir muhassenatı olamayacağını bize temin

ederdi.”

Ardından ise, Necip Draga Bey, İsmail Hakkı Bey ve Ahali Fırkası’nın takririnde bulunmayan Priştine’deki olay hakkında uzunca bir konuşma yaparak,

İsmail Hakkı Bey’in fırkası adına vermiş olduğu takriri, kendi takrirlerinin arkasına itmiştir. Bu noktadan sonraki tüm konuşmalar da, Necip Draga Bey’in bahsettiği

Priştine’deki ikinci olay hakkında konuşulmuş ve konuda konuşanların tamamı da ikinci takrirde isimleri geçen Arnavut mebuslar ve özellikle de Mutedil

Hürriyetperveran Fırkası üyeleri ve başkanıdır. Bilinen Ahali Fırkası üyelerinden tek bir isim bile bu bölümde konuşmamıştır. Dolayısıyla da, bölümde söylenen sözlerin

Ahali Fırkası ile ilgisi bulunmamakta, buna karşın daha çok Mutedil

Hürriyetperveran Fırkası ve eski Ahrarcıların bir muhalif hareketi olarak görülebilecek niteliktedir.

Netice olarak, Ahali Fırkasının izahat istediği takriri, eski Ahrarcı ve Arnavut mebusların hükümete yüklenme fırsatı olarak kullanılmıştır. Bu tartışma içerisinde ne

Ahali Fırkası üyeleri Tunaya’nın belirttiği gibi “tüm korkunçluğu ile kışkırtıcı bir rol” oynamış, ne de bir Arnavut - Türk çatışması yaşanmasına neden olmuştur.

Arnavut - Türk çatışması konusu ise, önce eski Ahrar Üyesi, dönemin ise

Mutedil Hürriyetperveran Fırkası üyesi olan Hasan Bey’in “Bendeniz de

Arnavutluk’daki islahatı bütün mevcudiyetimle alkışlarım ve fakat Cavit Paşa’nın

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 216 Lome’de hunharhane, gaddarane (...)98 bir surette yaptığı icraati kat’iyen arzı etmediğimizi Meclisi Millinin huzurunda ve bu kürsü hitabette söylüyorum.” demiş, ardınan Sait Efendi ve Mutedil Hürriyetperveran Fırkası başkanı İsmail Kemal Bey yaptıkları uzunca konuşmalar ile tansiyonu arttırmış, bu sırada Ergiri Mebusu Müfit

Bey önce İsmail Kemal Bey’in lafının arasına giren Basri Bey’e bir Arnavut olmasına karşın kendi takrirlerinde imzasının bulunmadığından dolayı “Sen Arnavut değilsin sus.” demiş ve devamında da söz alarak “Geçen kış bu mesail hakkında erkânı hükûmetle teatii efkâr ettik ve Cavit Paşanın hunhar, canavar, zâlim, gaddar olduğunu söyledim” demesi üzerine önce Talat Bey reddederim demiş, ancak Müfit

Bey’in yeniden “Talat Bey kendisi tasdik etti ve kendisi dedi ki zabitandan bir mektup aldım, Cavit Paşa bu dediğim hiyanetleri irkitap etmiştir.” demesi üzerine

Talat Bey şiddetle bağırarak bunların yalan olduğunu ifade etmiş, Harbiye Nazırı

Mahmut Şevket Paşa’da yalan olduklarını onaylamıştır ve alkış almıştır. Ancak,

Müfit Bey’in bu sefer şiddetle bağırarak (Cavit Paşa için) “Canavardır, kaatildir. Ben mebusum bildiğimi söyleyeceğim.” demesi meclisteki tansiyonu son raddeye

çıkartmıştır. Müfit Bey’in bu sözleri üzerine takrirde imzası bulunan Preveze

Mebusu Hamdi Bey bile “Asker mukaddestir, buna kimse iştirak etmez.” demiş, ardından ise Müfit Bey “Ben ellibin kişinin oyu ile buraya geldim” diyerek devam etmek istediği konuşması, in aşağı, sus laflarıyla kesilmiştir. Menteşe Mebusu Halil

Bey ise, böylesine delil olmadan bir Osmanlı generaline canavar denilemeyeceğini ve eğer suistimal mevcut ise, Meclisi Mebusan’ın tahkik etmek için hazır olduğunu belirtmiş, bu sefer de Müfit Bey “İsterse Cavit Paşa benimle düello eder” demiş ve

98 Araya Dahiliye Nazırı Talat Bey girmiş ve bu tabirleri reddederim demiştir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 217 son olarak Talat Bey “Seninle ben düello ederim. İstediğin yerde hazırım.” demiştir ve Ardından Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa suallere cevap vermek için kürsüye

çıkmış, ancak konuşması defalarca Mutedil Hürriyetperveran Fırka Reisi İsmail

Kemal Bey tarafından kesilmiştir.

Buradan da anlayacağımız üzere, Türklük - Arnavutluk konusunda da Ahali

Fırkası’nın hiçbir etkisi olmamış ve hükümeti böylesine sert ve acımasızca eleştirenlerin de Ahrar Kökenli ve Mutedil Hürriyetperveran Fırkası üyeleri olduğu da açıkça ortadadır. Önceki inikade dönersek de zaten İsmail Hakkı Bey ve Ömer

Feyzi Efendi, bu “sual” ile amaçlarının hükümeti suçlamak, kötülemek değil, yalnızca olay hakkında doğru bir şekilde bilgilenmek olduğunu ifade etmişler, yetmişinci inikadde müzakere başlarken de İsmail Hakkı Bey bu düşüncelerini tekrar etmiş ve bunun için Sadrazamın öncelikle kendi sorularına cevap vermesini istemiştir. Ancak diğer takririn araya girmesiyle birlikte İsmail Hakkı Bey dahil hiçbir Ahali Fırkası Mebusu, konuşmalara katılmamıştır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 218 10% 15% 20% 25% 30% = 999) sayısı konu şma toplam Mebusları (Fırka sayfadadır. sonraki açıklaması Tablo (*) 0% 5% EK-15: EK-15: 273 ma oranı (%) Konu oranı şma İ smail 27 94 ğ i KonuGrafi ş - Mebusların ma Tablo-1 130 Vasfi 13 73 Ferhad 0 0 0 toplam konu sayısı Konuş ş toplam ulmu 13 Sûdi 2 7 28 Lütfi 3 18 Ş evket 0 0 0 Zeynelabidin 174 17 67 102 ma sayısı konu şma Toplam Sabri 10 44 141 Feyzi 14 67 79 Ş ükrü 8 43 77 Hamdi 8 28 Mustafa 7 1 5 100 150 200 250 300 50 0

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 219 EK-15 Tablo açıklamaları

Kişiler: İsmail - Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey, Vasfi - Karesi Mebusu İbrahim Vasfi Efendi, Ferhad - Trablusgarb Mebusu Ferhad Efendi, Sûdi - Beyazid Mebusu Süleyman Sûdi Efendi, Lütfi - Burdur Mebusu Ömer Lütfi Efendi, Şevket - Erzurum Mebusu (Hacı) Şevket Efendi, Zeynelabidin - Konya Mebusu Zeynelabidin Efendi, Sabri - Tokat Mebusu Mustafa Sabri Efendi, Feyzi - Karahisar-i Şarkî Mebusu Ömer Feyzi Efendi, Şükrü - Sivas Mebusu Şükrü Efendi, Hamdi - Antalya Mebusu Hamdi Efendi, Mustafa - Konya Mebusu (Hacı) Mustafa Efendi,

Tabloda bulunan; Konuşma oranı (%) - İlgili mebusun konuşmalarının, Ahali Fırkası mebuslarınca parti dönemi boyunca yapılmış olan kürsü konuşmaları toplamı içerisindeki yüzdelik oranıdır. Formül: ( İlgili mebusun toplam konuşma sayısı × 100 ) Konuşma oranı = ───────────────────────────── Fırka mebuslarının toplam konuşma sayısı(999)

Konuşulmuş toplam konu sayısı - İlgili mebusun, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceride- lerinde kaç adet konu içerisinde konuşma yapmış olduğu bilgisidir. Toplam konuşma sayısı - İlgili mebusun, Meclis-i Mebusan Zabıt Cerideleri içeris- indeki toplam konuşma sayısı bilgisidir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 220 MMZC C.1 D.1, İ çt.4, MMZC C.7 D.1, İ çt.3, MMZC C.6 D.1, İ çt.3, MMZC C.5 D.1, İ çt.3, MMZC C.4 D.1, İ çt.3, MMZC C.3 D.1, İ çt.3, MMZC C.2 D.1, İ çt.3, MMZC C.1 D.1, İ çt.3, MMZC C.6 D.1, İ çt.2, MMZC C.5 D.1, İ çt.2, MMZC C.4 D.1, İ çt.2, MMZC C.3 D.1, İ çt.2, MMZC C.2 D.1, İ çt.2, 0 EK-16: EK-16: 10 11 ğ i grafi konu şma Cerideleri Mebusan Zabıt - Meclis-i Tablo-2 20 21 25 26 30 31 33 33 35 37 40 38 39 50 60 58 59 AHAL İ FIRKASI KURULU Ş U: • • • • • • • • • • • • • MMZC D.1, İ çt.4, C.1 - MMZC D.1, İ çt.3, C.7 - MMZC D.1, İ çt.3, C.6 - MMZC D.1, İ çt.3, C.5 - MMZC D.1, İ çt.3, C.4 - MMZC D.1, İ çt.3, C.3 - MMZC D.1, İ çt.3, C.2 - MMZC D.1, İ çt.3, C.1 - MMZC D.1, İ çt.2, C.6 - MMZC D.1, İ çt.2, C.5 - MMZC D.1, İ çt.2, C.4 - MMZC D.1, İ çt.2, C.3 MMZC D.1, İ çt.2, C.2 Ş I: AHAL İ FIRKASI KAPANI - 16 Kanunusani-25 Ş ubat 1325 (6 ubat-10 Mart 1910) - 24 Ş ubat 1325-27 Mart 1326 (9 Mart-9 Nisan 1910) 27 Mart-13 Nisan 1327 (9 Nisan-26 1911) 28 Ş ubat-21 Mart 1327 (13 Mart-3 Nisan 1911) Nisan-7 Mayıs 1910) 29 Mart-24 Nisan 1326 (11 ş rinievvel-7 te rinisani 1327 (15 Ekim-20 Kasım 1911) Te 2 8 Mayıs-21 Mayıs 1327 (21 Mayıs-3 Haziran 1911) 16 Nisan-7 Mayıs 1327 (29 Nisan-20 1911) Mart 1911) 2 Ş ubat-26 ubat 1326 (15 ubat-11 20 Kanunuevvel-31 Kanunusani 1326 (2 Ocak-13 Ş ubat 1911) Aralık 1910) ş rinisani-18 Kanunuevvel 1326 (14 Kasım-31 Te 1 24 Mayıs-15 Haziran 1326 (6 Haziran-28 1910) 26 Nisan-22 Mayıs 1326 (Mayıs-Haziran 1910) UBAT 1910) 1325 (21 Ş UBAT 8 Ş UBAT Ş R İ N TE İ SÂN İ 1327 (23 KASIM 1911) 10

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 221 EK-17:

Ahali Fırkası’nın Meclis İçerisinde Etkin Olduğu Konuların Kısa Kronolojisi (1909 ~ 1912)

- 13 Nisan 1909 (31 Mart 1325) - Ahrar Fırkası öncülüğündeki İttihat ve Terakki karşıtlarının İstanbul’da bir isyan başlatmaları.

- 24 Nisan 1909 (11 Nisan 1325) - Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişi. - 27 Nisan 1909 (14 Nisan 1325) - II. Abdülhamit’in tahttan indirilişi ve V. Mehmet Reşat’ın tahta çıkışı. - 5 Mayıs 1909 (22 Nisan 1325) - Hüseyin Hilmi Paşa’nın Sadarete atanması.

- 1 Haziran 1909 (19 Mayıs 1325) - İttihat ve Terakki Fırkası mebuslarınca Siyasi Müsteşarlıklar hakkındaki Anayasa değişikliği teklifinin meclise getirilişi

- 17 Haziran 1909 (4 Haziran 1325) - Siyasi müsteşarlıklar teklifinin reddedilişi (Ardından ise, Cavit Bey Maliye Nazırlığına atanmıştır).

- 8 Ağustos 1909 (26 Temmuz 1325) - Kanun-u Esasi’de yapılan değişiklikler ile padişahlığın sembolik bir makam haline getirilişi.

- 14 Kasım 1909 (27 Teşrinievvel 1325) - Meclisin 1. Devre, 2. İçtima senesi açılışı. - 6 Aralık 1909 (23 Teşrinisani 1325) - Şehremaneti İstikrazi konusunun meclise gelişi.

- 28 Aralık 1909 (15 Kanunuevvel 1325) - Hüseyin Hilmi Paşa’nın istifası. - 12 Ocak 1910 (30 Kanunuevvel 1325) - İbrahim Hakkı Paşa’nın sadarete atanması.

- 24 Ocak 1910 (11 Kanunusâni 1325) - İbrahim Hakkı Paşa kabinesinin programının mecliste okunması ve kabineye güven oyu verilmesi.

- 30 Ocak 1910 (17 Kanunusâni 1325) - Yurda dönen Nurettin Ferruh Bey tarafından, Ahrar Fırkası’nın resmen kapandığına dair bildirisi.

- 12 Şubat 1910 (30 Kanunusâni 1325) - Sicilli Nüfus Kanun Lâyihası’nın meclis gündemine gelişi. - 21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) - Şehremaneti İstikrazı kanununun mecliste kabul edilişi.

- 21 Şubat 1910 (8 Şubat 1325) - İttihat ve Terakki Fırkası’nda yaşanan istifalar ve Ahali Fırkası’nın kuruluşu

- 23 Şubat 1910 (10 Şubat 1325) - Zeynelabidin Efendi ve Mustafa Sabri Efendi’nin İttihat ve Terakki’den istifası.

- 26 Şubat 1910 (13 Şubat 1325) - Pasaport Kanun Lâyihası’nin meclis gündemine gelişi. - 27 Şubat 1910 (14 Şubat 1325) - (Yeni Tasfir-i Efkâr’da yayınlanış tarihi) İttihat ve Terakki Cemiyeyi Edirne kulüpleri protesto telgrafı.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 222 - 28 Şubat 1910 (15 Şubat 1325) - (Yeni Gazete’de yayınlanış tarihi) İsmail Hakkı Beyin protestolara cevabı.

- 7 Mart 1910 (22 Şubat 1325) - (Meşrık-ı İrfan gazetesinde yayınlanış tarihi) İttihat ve Terakki Cemiyeti Konya Kulüpleri protesto telgrafı.

- 16 Mart 1910 (3 Mart 1326) - Musakkafat vergisi kanunu lâyihasının Meclis gündemine gelişi. - 26 Mart 1910 (13 Mart 1326) - Mehakimi Sulhiyye Teşkilâtı Kanunu’nun Meclis’te müzakerelerine başlanması. - 30 Mart 1910 (17 Mart 1326) - Tensikat Kanununa Zeyl Layihâ-i Kanununiye’nin Meclis gündemine gelişi. - 4 nisan 1910 (22 Mart 1326) - Umur-u Nafiâya müteallik İmtiyazat Kanunu lâyihası’nın Meclis gündemine gelişi. - 9 Nisan 1910 (27 Mart 1326) - Ahali Fırkası adına İsmail Hakkı Bey tarafından, Arnavutluğun bazı mahallelerinde yaşanan olaylar hakkında Sadaret Makamı’ndan istizah takriri verilmesi.

- 9 Nisan 1910 (27 Mart 1326) - Muhasebe-i Umumiyye Kanun Lâyihası’nın Meclis gündemine gelişi. - 16 Nisan 1910 (3 nisan 1326) -Ahz-ı Asker (daha sonra Mükellefiyet-i Askeriyye) Kanunun Meclis gündemine gelişi. - 16 Nisan 1910 (3 Nisan 1326) - Ahali Fırkası Reisi İsmail Hakkı Bey’in Matbuat Kanununda yapılmasını teklif ettiği değişiklikler hakkındaki takriri Meclis riyasetine sunması. - 23 Nisan 1910 (10 Nisan 1326) - 1326 Senesi Muvazene-i Umumiyye Kanun Lâyihası’nın Meclis gündemine gelişi. - 11 Mayıs 1910 (28 Nisan 1326) - 1326 Senesi Maliye Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

- 18 Mayıs 1910 (5 Mayıs 1326) - 1326 Senesi Posta, Telgraf ve Telefon Nezareti Bütçesi’nin meclis gündemine gelişi.

- 18 Mayıs 1910 (5 Mayıs 1326) - 1326 Senesi Rüsûmat Müdiriyet-i Umumiyesi Bütçesi’nin meclis gündemine gelişi.

- 19 Mayıs 1910 (6 Mayıs 1325) - Süleyman Sûdi Efendi ve İsmail Hakkı Bey’in Erzurum Valisinin kûşad eylediği iddia olunan mektup leyfiyetinin Dahiliye Nezaretinden istizahına dair takrir verilmesi. - 30 Mayıs 1910 (17 Mayıs 1325) - 1327 Senesi Adliye Nezareti Bütçesi’nin meclis gündemine gelişi. - 1 Haziran 1910 (19 Mayıs 1325) - 1327 Senesi Evkaf Nezareti Bütçesi’nin meclis gündemine gelişi. - 2 Haziran 1910 (20 Mayıs 1325) - 1327 Senesi İlmiyye Bütçesi’nin meclis gündemine gelişi.

- 22 Ağustos 1910 (9 Ağustos 1326) - (Meşrık-ı İrfan gazetesinde yayınlanış tarihi) Konya Mebusu Zeynelabidin Efendi imzasıyla yayınlanan protestolara cevap metni.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 223 - 25 Ağustos 1910 (12 Ağustos 1326) - (Meşrık-ı İrfan gazetesinde yayınlanış tarihi) Konya Mebusu Hacı Mustafa Efendi imzasıyla yayınlanan protestolara cevap metni.

- 28 Kasım 1910 (15 Teşrinisâni 1326) - Usul-ü Muhakemat-ı Hukukiyye Kanunu muvakkatına zeyl mevad-ı kanuniyye lâyihasının Meclis gündemine gelişi.

- 28 Aralık 1910 (15 Kanunuevvel 1326) - Ahali Fırkası Reisi İsmail Hakkı Bey’in Demokratların Tevkifi hakkındaki istizah takriri.

- 6 Şubat 1911 (24 Kanunusâni 1326) - 1327 Senesi Bütçe Kanunu Layihâsı’nın Meclis gündemine gelişi.

- 22 Şubat 1911 (9 Şubat 1326) - 1327 Senesi Muvazene-i Umumiye Kanunu Lâyihası’nın Meclis gündemine gelişi.

- 1 Mart 1911 (16 Şubat 1326) - İsmail Hakkı Bey’in 1327 Senesi Muvazene-i Umumiye Kanunu müzekerelerindeki bir günlük kürsü konuşması sırasında Siyonizm tanımı yapması.

- 2 Mart 1911 (17 Şubat 1326) - Kanun-u cezanın bazı mevaddı makamına kaim kanun lâyihasının Meclis gündemine gelişi.

- 21 Mart 1911 (8 Mart 1327) - Teşvik-i Sanayi Kanunu Lâyihası müzakerelerinin Meclis’te başlaması.

- 25 Mart 1911 (12 Mart 1327) - 1327 Senesi Bahriye Nezareti Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi. - 10 Nisan 1911 (28 Mart 1327) - 1327 Senesi Posta, Telgraf ve Telefon Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi. - 12 Nisan 1911 (30 Mart 1327) - 1327 Senesi İlmiyye Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

- 29 nisan 1911 (16 Nisan 1327) - 1327 Senesi Orman ve Maaddin ve Ziraat Nezareti Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

- 3 Mayıs 1911 (20 Nisan 1327) - 1327 Senesi Meclis-i Umumi Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi. - 9 Mayıs 1911 (26 Nisan 1327) - 1327 Senesi Nâfia Nezareti Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

- 16 Mayıs 1911 (3 Mayıs 1327) - 1327 Senesi Dahiliye Nezareti Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

- 23 Mayıs 1911 (10 Mayıs 1327) - 1327 Senesi Maliye Nezareti Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

- 12 Haziran 1911 ( 30 Mayıs 1327) - 1327 Senesi Adliye Nezareti Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

- 4 Ocak 1912 (22 Teşrinievvel 1327) - Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey ve rüfekasının; Dersim Mebusu Lütfi Fikri Beyin Divân-ı Örfice tevkifi münasebetiyle istizah takriri’nin meclis gündemine gelişi. - 29 Mayıs 1912 (16 Mayıs 1327) - Varidat Bütçesi’nin Meclis gündemine gelişi.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 224 ÖZET

Ahali Fırkası, 31 Mart ayaklanmasının (sivil bir darbe şeklinde) askeri güçlerce bastırılması sonrasında, Meclis-i Mebusan içerisinde tek parti olarak kalmış olan

İttihat ve Terakki Fırkası’ndan istifa etmiş 6 mebus tarafından kurulmuştur. İstifa nedenleri ise, II.Abdülhamit’in istibdat dönemi sonrasında, kendi hegemonyasını kurmaya çalışan İttihat ve Terakki Fırkası’nın giriştiği, yasalara uygun olmayan ve keyfi davranışları çerçevesinde yarattığı baskı ortamına karşı bir muhalefet oluşturmaktır.

İttihat ve Terakki içerisinde zaten “Fırka-i İbad” adı/görüşü altında örgütlenmiş olduğu görülen zümre, mecliste tartışılmış olan şehremaneti istikrazı konusu sonrasında istifalarını yayınlamışlardır. Bu istifa sonrasında kurulmuş olan parti için dönemin gazeteleri, “Avrupa’daki radikal sosyalist aksanında bir parti” şeklinde yazmışlardır. Parti programı incelendiğinde ise, dönemin Osmanlı siyaseti içerisindeki diğer fikirlerin derinliği kadar, Ahali Fırkası’nın da sola yakın görüşlü bir parti olduğunu söylememiz mümkündür. Ancak, bu noktadaki ilginç görülen nokta, Ahali Fırkası üyelerinin ağırlıkla ilmiye mensubu olmalarıdır.

Tez içerisinde incelenmiş olan partinin Meclis içerisindeki muhalefetinin,

özellikle bütçe görüşmeleri ve Meşrutiyet dönemi Osmanlı devlet teşkilatındaki yenilenen veya yeni kurulan örgütlenmeler üzerine yoğunlaştığı görülmektedir.

Bunun dışında ise, meclis üyeleri ve hükümetin, başta Kanun-u Esasi ve Meclis iç tüzüğü olmak üzere kanunlara sadık kalmaları için oldukça çaba sarfetmişlerdir.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 225 Ahali Fırkası, bu yeni veya güncellenen teşkilatlar ile ilgili görüşleri, bütçe görüşmelerindeki muhalefeti ile bu kanun ve kurumlara sağladığı katkılar ve meclisin çalışma yöntemleri konusunda dayatmaya çalıştığı düzenlemeler açısından,

Osmanlı siyaseti için önemli bir partidir. İttihat ve Terakki Fırkası, halihazırda bütçenin durumu ve bir türlü hegemonyası kurmayı başaramadığından dolayı sıkıntı

çekerken, meclis içerisinde de Ahali Fırkası’nın oldukça katı bir muhalefet yapması,

İttihat ve Terakki’nin muhalefete olan baskısını daha da arttıracak ve bu baskı da daha sonra, Ahali Fırkası’nın da katılacağı, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın kuruluş nedenlerinden birisi olacaktır.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 226 Abstract

Folks Party (Ahali Fırkası), established by six member of parliament who resigned from the Party of Union and Progress (Ittihat ve Terakki Partisi) that singly remained in the Ottoman parliament, after the quelling the continuance of the March

31 Riot, by (as a civilian coup) military forces. The reason for their resign was, simply being against the repression of the Party of Union and Progress, that was outlawed and arbitrary behaving for trying to establish self-hegemony after the II.

Abdülhamit’s tyranny, that was called as “istibdat” in this period.

Apparently, already there was a clique within the Party of Union and Progress, under the name of "Fırka-i İbad", before the establishment of the Folks Party; and this clique have published their resignations, after the deliberations about the

Şehremaneti Loan. The newspapers of the period, wrote about the party, which was established after that resignation, that "This party, is at the side of the European radical socialist opinion". If the party program examined, may say that, it's close to the leftist political view of Europe, but, just as superficial as the other political ideas within The , in this period. The interesting point here is that, party's members were -mostly- "ilmiye" members.

As also explained in thesis, it seems that, the party's oppositional especially has focused on these subjects: Budget discussions and new or updated organizations of the states of Ottoman. Apart from that, primarily, they has made much effort on the deputies and government to be loyal with the constitution (as called Kanun-u Esasi)

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 227 and council internal regulations.

The Folks Party, is the one of the important party with opinions about new or updated organizations of states, with the opinions about the budget discussions and also opinions for the arrangement of parliament's work methods, in Ottoman politics.

The Folks Party’s strong opposition, while the Party of Union and Progress was experiencing difficulties with the bad situation of the state's budget and about the work of the establish of hegemony, cause the enhance the repression of Party of

Union and Progress and in the near future, that repression would be the one of the reason for the Freedom and Agreement party’s (Hürriyet ve İtilaf) (which Folks Party would join in) establishment.

Mustafa Akdağ / Ahali Fırkası - 228