15-16. Asir Osmanli Tarih Ve Tezkirelerinde Gördüğümüz
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
15-16. ASIR OSMANLI TARİH VE TEZKİRELERİNDE GÖRDÜĞÜMÜZ VE GÜNÜMÜZDE SADECE YABANCILARIN YAPABİLECEĞİ DİL HATALARI (Language Mistakes in the 15th and 16th Century Ottoman Histories and Poet Dictionaries Which Today Only Can Be Made By Foreigners) Menderes COŞKUN* Öz Osmanlı tarih ve edebiyat araştırmacılarının tarihilik iddiasında olan bir eserde karşılaştıkları dil hatalarını hemen tevil ve tefsir etmeye çalışmaları doğru değildir. Bu tavır ilmin gelişmesini, hakikatlerin ortaya çıkmasını engeller. Tanzimattan sonra yerli ve yabancı Oryantalizmin rehberliğinde Osmanlı toplumuna sunulan ve İslam ve Osmanlı tarihini karalayan eserler, hem “zihniyet” hem “dil” bakımından Osmanlıya uzak, Oryantalizme yakın eserlerdir. Farklı asırlarda yaşamış insanlara atfedilen bu eserlerde birçok bakımdan kurgusal bir bütünlük göze çarpmaktadır. Birçoğu sanki aynı masa etrafında yazılmış gibidir. Bu durum, üslup araştırmacılarına geniş bir çalışma alanı sunmaktadır. Biz bu çalışmada söz konusu eserlerden bazılarını ana dil kriterini kullanarak tenkit etmeye çalıştık. Dil olarak da Sultan Murad Hüdavendigar, Necati, Fuzuli, Yavuz Sultan Selim, Sultan I. Ahmed, Nabi ve Yahya Kemal’in kullandığı Türkiye Türkçesini esas aldık. Bize göre ne tarihte ne de günümüzde ana dili Türkiye Türkçesi olan birisi “Ali öldü.” yerine “Ali nakl etti.” veya “Ali intikal etti.” diyemez. “Şairler arasında” yerine “şairler esnasında” diyemez. “Bu şiir veya bu kitap güzel vaki olmuş.” diyemez. “Sivas beylerbeyisi” veya “Ali hocası gelmiş.” diyemez. Bugün ancak yabancıların yapabileceği bu tür hataları eskiden herkesin, özellikle de şair ve ediplerin yaptığını söyleyemeyiz. Söz konusu dil kullanımlarının doğru ve güzel olduklarını söyleyebilmemiz için önce onların doğru ve anlamlı olduğu şive veya lehçeyi bilmemiz gerekir. Bu lehçe Fuzuli’nin, Karacaoğlan’ın, Nabi’nin ve bizim bildiğimiz Türkiye Türkçesi değildir. Anahtar Kelimeler: Şuara Tezkireleri, Osmanlı Tarihleri, Dil tenkidi, Kaynak Tenkidi, Uydurma Eserler Abstract It is not suitable that the researchers of Ottoman history and Ottoman culture should immediately try to interpret the language mistakes they have encountered in a work of historical significance. This attitude will prevent the development of knowledge and the emergence of truths. The works that were presented to the Ottoman society under the guidance of local and foreign Orientalism and which devaluate the Islamic and Ottoman history are far away from Ottoman realities but close to the Orientalism in terms of “mentality” and “language”. These works attributed to the people who lived in different centuries are in close integrity with each other in many respects. They seem to be written around the same table. In fact this situation opens up a wide field of study for researchers of authorship attribution. In this study, we have criticized some of these works using the mother tongue criterion. We have used Turkey/Ottoman Turkish which was used by Sultan Murad, Necati, Fuzuli, Yavuz Selim, Sultan Ahmed, Nabi, Yahya Kemal from the 14th century until today. In our respect neither today nor in the past those who know Turkey/Ottoman Turkish can not say “Ali transported” (Ali nakletti.) instead of “Ali died.” Nobody can say “Ali arrived” (Ali intikal etti.) in the sense that “Ali died.” He can not say “during the poets” (şairler esnasında) instead of “among the poets” (şairler arasında). He can not say “This poem or this book has been occured/happened beautifully.” (Bu şiir veya bu kitap güzel vaki olmuş). He can not say “Sivas beylerbeyisi” or “Ali hocası gelmiş.” in Turkish. After viewing such newly emerged “historical” works, we can not conclude that such mistakes that today only foreigners can make, were done by everyone in the past, especially by poets and writers. Before we make such a comment, we need to know the dialect in which such remarks are meaningful. This dialect is not that of Fuzuli, Karacaoğlan, Nabi or us. Key Words: Biographical Sources of Ottoman, Tazkira, Ottoman Historical Sources, Language Criticism, Resource Criticism, Fake Works * Prof. Dr.; [email protected]; www.menderescoskun.com Eleştirel Bakış Dergisi, 5 (2018): 1-37 Menderes COŞKUN “15-16. Asır Osmanlı Tarih ve Tezkirelerinde Gördüğümüz ve Günümüzde Sadece Yabancıların Yapabileceği Dil Hataları” Giriş Osmanlı sultanlarının ve toplumunun kimliği, ahlak ve adalet anlayışı konusunda “yaşayan kültür”le “yazılı kültür” arasında taban tabana bir zıtlık vardır. Yaşayan kültürden beslenen insanlar, Osmanlı sultanlarını ve toplumunu, asırlarca İslam inanç ve ahlakının hamiliğini yapmış dindar ve ahlaklı kişiler olarak tanımlarlarken, Tanzimattan sonra Oryantalizmin rehberliğinde ortaya çıkan eserlerde, Osmanlı ve İslam büyükleri barbar, vahşi, ayyaş, sefih ve sapkın kişiler olarak tarif edilmektedir. Eski Osmanlı şair ve yazarlarına atfen ortaya çıkan bu eserlerde aldatıcı bir üslup kullanılmakta, Osmanlı ve İslam büyükleri bir yandan klişe ifadelerle övülürken diğer yandan anekdot ve hikayeler vasıtasıyla değersizleştirilmektedir. Osmanlı sarayına hitaben kaleme alındığı iddia edilen bu eserlerde Osmanlı sultanlarının da karalanması dikkat çekici ve şüphe uyandırıcıdır. Muhtemelen başka bir yazıda ayrıntılı olarak anlatılacağı üzere, bize göre Osmanlının kimliği konusunda en dikkate değer tanım ve tarifler, Osmanlının son şahitlerinin yaptıkları tanım ve tariflerdir. Bu tanımlardan birisi, Kudüs müftüsü Emin el- Hüseyni’ye aittir. Ortadoğu’da istilacı İngilizlere karşı istilacı Almanlara destek vermek zorunda kalmış olan el-Huseyni, Berlin’de Hitler’le yaptığı bir görüşmeyi şöyle anlatır: Hitler bana “Osmanlıların idaresi ile İngilizlerin farkı nedir?” diye sormuştu. Ben buna cevabım sırasında Osmanlılardan bahsederken gözüm yaşarmış. Hitler derhal “Müftü Efendi ecdadınız Türk müydü” diye sordu. Hitler bunu sorunca şunları söyledim: “Hayır efendim, ecdadım Türk değildir. Fakat ben bu milleti kendi ecdadımdan fazla severim. Eğer Osmanlı olmasaydı, İngilizler ve diğerleri, beş yüz sene evvel âlem-i İslam’a hakim olurdu. Osmanlı olmasaydı Endülüs’ün başına gelen hazin akıbet, bütün Arap ülkelerinin de başına gelirdi. Bu cihetten, dinimin, imanımın, namusumun, şerefimin hamisi oldukları için Osmanlıları severim. Fakat biz ne yazık ki hayırsız evlat çıktık. Onlar hayırsız evladına bakan baba gibiydiler. Arap âleminden bir kuruş istifadeleri yoktu. Bilhassa Hicaz ülkesine asırlar boyu hayrat götürdüler. Oraların geçimini temin ettiler. Biz ne yazık ki o nimetin kadrini bilemedik, nankörlük ettik. O yüzden de Filistin, korkarım ki İngilizlerin [Yahudilerin] eline düşecek.”1 Son Kudüs müftülerinden Hüseyni’ye atfedilen bu Osmanlı tanımı, haddizatında, Osmanlı ve İslam tarihi konusunda bilimsel dezenformasyona maruz kalmayan bütün Arapların ortak tanımıdır. Biz aynı tanımı Türk, Boşnak, Arnavut, Pakistanlı, Hintli, Orta Asyalı, Afrikalı ve Endonezyalı Müslümanlar da görürüz. Nitekim Nuri Topbaş’ın anlattığı şu hatıra, mesaj ve içerik bakımından Kudüs müftüsünün tanımını tamamen desteklemektedir: “Otuz sene önce ilk hacca gidişimde yaşlı bir Afrikalı ile karşılaştım. Bana nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince esefle başını sallayarak “Hey gidi şevketlü Devlet-i Osmani” dedi. Bu, bir Afrikalı’nın Osmanlıyı hasretle hatırlayıp ondaki güzellikleri hissetmesinin bir ifadesiydi. Yine o sene Arafat’ta karşılaştığım bir Endonezyalı, Türk olduğumu öğrenince: “Bizler Endonezya’da hutbelerimizi Osmanlı padişahları adına okuturduk” demişti.”2 Yavuz Bülent Bakiler, Üsküp’ten Kosova’ya adlı eserinde, Arnavutluk’ta yolunu kaybettiği bir sırada karşılaştığı bir Arnavut vatandaşının bir Osmanlı torunu olarak kendisine gösterdiği ilgiyi şöyle anlatır: “Arnavut, bildiği beş-on kelimelik Türkçe ile 1 Ali Ulvi Kurucu, hzl. Ertuğrul Düzdağ (2013), Hatıralar, 2, İstanbul, s. 245-246. 2 Osman Nuri Topbaş (1999), Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, İstanbul: Altınoluk, s. 546-547. 2 Eleştirel Bakış Dergisi, 5 (2018): 1-37 Menderes COŞKUN “15-16. Asır Osmanlı Tarih ve Tezkirelerinde Gördüğümüz ve Günümüzde Sadece Yabancıların Yapabileceği Dil Hataları” yüreğinin sıcaklığını ortaya koyuyordu. Anlaşabiliyorduk. Bir yandan pedal çeviriyor, bir yandan da kesik kesik anlatıyordu: “-Sen Türk! Ben Arnavut! Allah bir! Kitap bir! Peygamber bir! Osmanlı muhteşem!... Eşhedü en la ilahe illallah! Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü!”3 Bakiler’in anlattığı bu hatıranın içinde sadece bir kişinin değil, bütün Arnavut halkının Osmanlı tanımı gizlidir.4 Cumhuriyet döneminde yetişmiş olan Necip Fazıl, Arif Nihat Asya, Cemil Meriç gibi şair ve yazarların da Osmanlı tanımı çok temizdir. Mesela Cemil Meriç, farklı ırklardan oluşan insanların Osmanlı kimliği altında nasıl uyumlu, samimi ve kuvvetli bir bütünlük oluşturdukları hususunu şöyle ifade eder: “Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslamiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili ister sarı… inananlar kardeştir. Ayn şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç. Gazaya yani irşada. Altı yüz yıl beraber ağlayıp, beraber gülmek.”5 Meriç’in bu özlü Osmanlı tanımı ile el-Hüseyni’nin, Topbaş’ın ve Bakiler’in anlattıkları arasında mesaj bakımından hiçbir fark yoktur. Yahya Kemal, özellikle Milli Mücadele’yle ilgili yazılarında kendisinin ve neslinin Osmanlı tanımının ne olduğu konusunda dolaylı bilgiler verir. Mesela “Düşüncelerimiz” başlıklı yazısında