GAZETELERDE YAYINLANMIŞ YAZILARIM

1971-2007 yazımda 36 yıl

Gazetelerde çıkan 36 yıllık yazılarımı zaman içinde bilgisayar ortamına taşındım, sadece yazım hatalarını düzelttim. Kaybolmaması için burada topladım. Yazılarımda inandığım doğruları savunduğumu sanıyorum.

MEHMET BİLDİRİCİ Şişli Aralık 2007 [email protected]

MAKALELERİM

- Bizim Görüşümüz” 05.08.1971 Bağdaş Gazetesi -“Selçuk Üniversitesi’ne doğru” 14.01.1972 Türkiye gazetesi -“Karkas yapılar” 12.05.1972 Akşehir Pervasız gazetesi -“Karaoğlan’ın ardından (Mustafa Özden)” 20.06.1974 Yeni -“Atatürk’ün Konya’ya Gelişleri” 1981 Konya Valiliğine verildi -“Atatürk’ü anma” 10.11.1981 Mimarlık’ta konuşma -“Sanayici Mustafa Bülbül’ün ardından” 25.01.1988 Yeni Konya -“Açıklama” 1991 “Konya Lisesi Tarihi” içinde -“Konya Lisesi Tarihi 13.01.1992 Yeni Konya -“Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Şubat 1992 Yeni Konya -“Beyşehir Tarihi-Yatağan Mürsel” 10.06.1992 Beyşehir -“Konya Lisesi 1957 mezunlarının mutluluğu “ 18.04.1994 Yeni Meram -“Su ve Toprak Kaynakları Konferansı” 19.04.1994 Yeni Meram -“Konya Tarihi Su Yapıları” yayını 20.04.1994 Yeni Meram -“Takkeli Dağı turu” 21.04.1994 Yeni Meram -“Glisıra hakkında ilk bilinenler” 22.04.1994 Yeni Meram -“Eczacı Sibel Güventürk için veda yemeği” 25.04.1994 Yeni Meram -“Şeyh Sadrettin Parkı” 08.06.1994 Yeni Meram -“Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na teşekkür” 18.10.1994 Yeni Konya -“Suat Abanazır’a teşekkür” 18.10.1994 Yeni Konya -“Edip Seviş’e teşekkür” 19.10.1994 Yeni Konya -“The Biblical and Glisıra around Konya 1994

-“106 yaşındaki Konya İdadisi’nden yetişenler” 17, 18, 19, 20, 21 Ocak 1995 Yeni Konya -“Konya Lisesi’nden Güzin Atademir’in mektubu” 03.05.1995 Yeni Konya -“Konya Lisesi’nden Muazzez ve Turgut Kargalık” 09.05.1995 Yeni Konya -“Konya Lisesi’nden Havfi Kendi’nin ardından” 03.07.1995 Yeni Konya -“Hadim antik kenti” 16.09.1995 Yeni Konya Kırkambar -“ Konya’da Müderris ve şair Ömer Kaşif Efendi” 30.09.1995 “ “ “ -“Elengirit Dağı ve Yatağan Mürsel” 07.10.1995 Yeni Konya Kırkambar 28.10.2000 Yeni Gazete Kırkambar Ağustos 2001 ÇAĞRI Haziran 2003 “ “ -“Takkeli dağ hakkında” 14.10.1995 Yeni Konya Kırkambar -“Botsa’da münzevi rahip evi” 21.10.1995 “ “ “ - “Danimarka’da Jutland adası doğası” 11.05.1995 “ “ “ -“Alaaddin Camii’nde bir yazıt” 18.11.1995 “ “ “ -“Altınçeşme’de Balıklı Çeşme” 25.11.1995 “ “ “ -“Konya Lisesi’nden Fehime Birekul” 30.11.1995 Yeni Konya -“Konya Lisesi Müdürü Selman Erdem” 01.12.1995 Yeni Konya -“Deste köyünde (Meram Yeşildere) çeşme 09.12.1995 Yeni Konya Kırkambar -“Konya’da ilk ve tek kadın milletvekili” 06.12.1995 Yeni Konya -“Başhöyük’ten Musa Baypolat usta” 16.12.1995 Yeni Konya Kırkambar -“Bozkır’da Zengibar kalesi” 23.12.1995 “ “ “ -“1995 yılını Uğurlarken” 30.12.1995 “ “ “

-“Aksaray ili tarihi su yapıları” 03.01.1996 Aksaray, Uluırmak gazetesi -“Öğretmenim Zekiye İzgi” 06.01.1996 Yeni Konya Kırkambar -“Hayırsever Firuzan Işık” 27.01.1996 “ “ “ -“Konya Lisesi’nden Mukbil Ertunç, Ayten Özer” 10.02.1996 “ “ “ -“Konya Lisesi’nin eski öğretmenleri” 17.02.1996 “ “ “ -Kazım Karabekir’de tarihi yerler” 23.03.1996 Yeni Konya Kırkambar - “ “ “ 30.03.1996 “ “ “ -“Dineksaray’da 4. yüzyıl şiiri” 06.04.1996 “ “ “ 09.02.2000 (Yeni Gazete Kırkambar) Şubat 2001 ÇAĞRI DERGİSİ -“Danimarka’da çetin kış” 13.04.1996 “ “ “ -“Bir açıklama (Konya su yolları ile ilgili) 27.04.1996 “ “ “ -“Sarayönü Ladik ve çevresi” 11.05.1996 “ “ “ -“ “ “ “ 18.05.1996 “ “ “ -“Emirgazi –Gölören gezisi” 08.06.1996 “ “ “ -“Emirgazi Arısama dağı tırmanışı” 15.06.1996 “ “ “ -“Konya Lisesi’nden Nihal İlaydın” 23.06.1996 “ “ “ -Türk haritacığında bir dev, Said Yasar” .06.1996 Yeni Konya -“ Park ve Bahçelerde Aydın Çavuş” 29.06.1996 Yeni Konya Kırkambar -“Konya Ovası Proje çalışmaları” 13.07.1996 “ “ “ -“Konya Ovası sulamasında - Kurukafa Mehmet” 13.07.1996, Yeni Konya Kırkambar 4say. -“Suudi Arabistan’da vahşi doğa” 27.07.1996 “ “ “ -“Konya’da Nakiboğlu su yolu ve çeşmeleri” 31.08.1996, Yeni Konya Kırkambar 4 say. -“Nakiboğlu cami ve çeşmelerinde gezi” 31.08.1996 “ “ “ -“Konya’da yaşamış Ermeni toplumu” 14.09.1996 “ “ “ -“Devrim gazetesine merhaba” 25.09.1996 Devrim gazetesi, Muğla -“Kaya mezarımı geri istiyorum” 28.09.1996 “ “ “ -“Kırkambar’a Konya dışından Merhaba 28.09.1996 Yeni Konya Kırkambar -“Sedef adasında öğretmen Fehime Birekul” 05.10.1996 “ “ “ -“’te öğretmen Nihal İlaydın” 12.10.1996 “ “ “ -“Marmaris’de öğretmen Nurhayat Evci” 26.10.1996 “ “ “ -“Silifke çevresinde gezi” 17.11.1996 “ “ “ -“Arkadaşım Dr. Teoman Bilge” 28.11.1996 “ “ “ -“Konya’da Ermeni izleri” 20.12.1996 Haftalık Agos gazetesi -“Sille’de Aya Kriyakon kaya kilisesi” 21.12.1996 Yeni Konya Kırkambar -“Tekrar Aydın Çavuş” 28.12.1996 “ “ “

-“Sevgi yemeği” 19.01.1997 Agos gazetesi -“Tacı Vezir türbesi çevresi” 22.03.1997 Yeni Meram Kırkambar -“Sille’de gezi” 29.03.1997 “ “ “ -“Konya Liseli Lütfi Tongur’un anıları” 29.03.1997 “ “ “ -“’da yaşamış Ermeni toplumu” 03.04.1997 Agos gazetesi -“Öğretmen Sıraç A. Taşbaş’ın anıları” 05.04.1997 Yeni meram Kırkambar -Öğretmen C. Ali İmer” 05.04.1997 “ “ “ -“Konya Lisesi ilk bayan öğretmenleri” 05.04.1997 “ “ “ -“Ladik’te bulunan kitabeler” 12.04.1997 “ “ “ -“Konya Liselilerin Korukent toplantısı” 12.04.1997 “ “ “ -“İstanbul’dan Kırkambar’a Merhaba” 14.06.1997 “ “ “ -“Botsa (Meram Güneydere) köyü 14.06.1997 “ “ “ -“Anadolu’nun ülkesi, tanrıları” 28.06.1997 “ “ “ -“Muğla’dan Marmaris’e zaman tünelinde yolculuk” 25.06.1997 Devrim gazetesi Muğla -“Akyaka’da sınanmış bir yer Erendede” 28.06.1997 “ “ “ -“Gökova’nın tarihine katkısı olan Guy Meyer” 30.06.1997 “ “ “ -“Akyaka’da bir kaynak kişi Mustafa Akkaya” 07.07.1997 “ “ “ -“Arkeolog Prof. Dr. Thomas Drew-Bear” 05.07.1997 Yeni Meram Kırkambar -“Beyşehir Eflatun Pınar” 26.07.1997 Yeni Konya Kırkambar -“Beyşehir Gölü adaları” 02.08.1997 “ “ “ -Konya’da ilk inşaat mühendisleri” 16.08.1997 “ “ “ -“Sadrettin Karatay’ın mektubu” 23.08.1997 “ “ “ -“Konya’da kültüre hizmet edenler” 30.08.1997 “ “ “ -Mimar Muzaffer Erdoğan’ın mektubu” 13.09.1997 “ “ “ -“Mimar Kelükyan kimdir? (S.Seropyan ile)” 26.09.1997 İstanbul Agos - “Bozkır Zengibar kalesi” 11.10.1997 Yeni Meram Kırkambar -“Konya Ovası sulaması” 11.10.1997 “ “ “ -“Konya Lisesi’nin tanınmış öğretmenleri” 01.11.1997 “ “ “ -“Faik Soyman’ın tercümei hali” 08.11.1997 “ “ “

-“Konya’da Karamanlıca Türkçe’si” 07.02.1998 Yeni Meram Kırkambar -“Konya’da konuşulmuş diller” 21.02.1998 “ “ “ -“ Valisi Filozof Çiçero” 25.04.1998 “ “ “ Haziran 2001 ÇAĞRI Dergisi -“İlk Konya Mebusu Hacı Rasih Efendi” 16.05.1998 “ “ “ -“Tepeköy, Bulamas, Başarakavak 23.05.1998 “ “ “ -“Konya’da Jenanyan School ” 19.06.1998 Haftalık AGOS -“ antik kenti (Yağlıbayat)” 20.06.1998 “ “ “ -“Kültüre hizmet eden William Calder” 04.07.1998 “ “ “ -“ “ “ “ William Ramsay” 25.07.1998 “ “ “ -“Sarayönü Başhöyük çeşmesinde yazıt” 15.08.1998 “ “ “ Kasım 2000 ÇAĞRI Dergisi -“Muğla-Konya gönül bağları” 17.08.1998 Muğla Devrim gazetesi -“Yeşilyurt (Pisi) hakkında 18.08.1998 “ “ “ -“Muğla ve Gökova’da sarnıçlar” 22.08.1998 “ “ “ -“Şalom gazetesine” 28.10.1998 İstanbul Şalom -“Konyalı Kebapçı Osman” 20.11.1998 Yeni Meram Kırkambar -“Kırkambar’a İstanbul’dan Merhaba” 20.11.1998 “ “ “ -“Gökova’da Nail Çakırhan Mimarisi” 28.11.1998 “ “ “ -“Selçuklu döneminde Gürcüler ile ilişkiler 05.12.1998 “ “ “ Mayıs 2002 ÇAĞRI -“Atina’da Küçük Asya merkezini ziyaret” 26.12.1998 “ “ “ -“Mustafa Akkaya’nın Ardından” 31.12.1998 İşte GÖKOV sayı 7 1998

-“Kültüre hizmet eden Lady 02.01.1999 Yeni Meram Kırkambar -“ Kültüre hizmet eden Piotr Tchihatchef 02.01.1999 “ “ “ -“Müslümanlığı seçen Edip Mavioğlu 16.01.1999 “ “ “ -“Arkadaşım Mustafa Topbaş” 06.03.1999 “ “ “ -“Araştırmacı İbrahim Gündüz” 20.03.1999 “ “ “ -“Müderris İbralalı Mustafa Efendi” 02.04.1999 “ “ “ 28.03.2001 KONYA POSTASI CÖNK -“Lütfi Tongur’un ardından” 10.04.1999 “ “ “ -Değişik Pencereden (Konya’da Ermeniler) 24.04.1999 “ “ “ -“Mühendis Harun Bayer & Sadrettin Kürklü” 15.05.1999 “ “ “ -“Konya Liseliler Korukent toplantısı” 10.07.1999 “ “ “ -“İstanbul’daki Konyalılar” 17.07.1999 “ “ “ -“Fatih döneminde Karaman’dan göçler” 24.07.1999 “ “ “ -“Konya’da Elektriğin tarihçesi” 27.07.1999 Yeni Gazete (Konya) -“ “ “ “ 28.07.1999 “ “ “ -“Isaurapolis kenti (Dinek) 07.08.1999 Yeni Meram Kırkambar -“Konya kervan dergisinde Nail V şiirleri” 06.08.1999 Devrim gazetesi Muğla -“Gökova’da İskele ve Piknik alanı” 17.08.1999 “ “ “ -“Papa (Yunuslar)” 21.08.1999 Yeni Meram Kırkambar -“Tarihçi Osman Özdemir” 04.09.1999 “ “ “ -“Maftirim İlahileri” 18.09.1999 “ “ “ -“Karacadağ’da antik kenti” 20.09.1999 24 sayfalık rapor Müze Müdürlüğüne verildi -“İlk çağlarda Ilgın” 09.10.1999 Yeni Meram Kırkambar Nisan 2001 ÇAĞRI -“Ilgın ve Kadınhan’da Hitit su yapıları” 30.10.1999 Yeni Meram Kırkambar Mayıs 2001 ÇAĞRI -“Japon Bilim adamı Kanasaka” 06.11.1999 Yeni Meram Kırkambar -“Kadınhanı Hanı duvarları” 13.11.1999 “ “ “ -“Nihal İlaydın’ın yayını” 04.12.1999 “ “ “ -“Hüseyin Köroğlu’nun yayını” 04.12.1999 “ “ “ -“Saint Paul’ün Konya ziyaretleri” 11.12.1999 “ “ “ Ekim 2000 Çağrı Konya’da Ermeni Eğitimci Haigazian 1999 Yeni Gazete Cönk s. 35 Kayıp Karamanlılar Cemaati “ “ “ “ s. 83 Konya’da basılmış parada kadın kıyafeti “ “ “ “ s.88 Konya Medreseleri “ “ “ “ s. 93 Loras Dağı “ “ “ “ s. 94 Hatip ile Gödene “ “ “ “ s.107 Lystralı Timothy “ “ “ “ s.115 Karacadağ üzrinde Hyde kenti “ “ “ “ s. 143 -“Konya çevresinde eski isimler” 22.12.1999 Yeni Gazete Cönk .193

-“Lystra antik kenti” 05.12.2000 Yeni Gazete Kırkambar

-Meram’da Eski zamanlarda gezi 02.01.2001 Yeni Gazete Kırkambar Ağustos 2002 ÇAĞRI -İstanbul Yeni Gazete Kırkambar’a Merhaba 16.01.2001 Yeni Gazete Kırkambar - Arkadaşım Enver Erler “ “ “ “ - Roma Gezisinden izlenimler 23.01.2001 “ “ “ Ocak 2003 ÇAĞRI -Afyon ve Konya’da Karabağ köyleri 30.01.2001 Yeni Gazete Kırkambar -“Seydişehir yakınında antik kenti” 13.02.2001 Yeni Gazete Kırkambar Haziran 2002 ÇAĞRI -Glisıra Tarihi I 20.02.2001 “ “ “ -Glisıra Tarihi görülecek yerler II 27.02.2001 “ “ “ - “ “ “ “ III 13.03.2001 “ “ “ - “ “ “ “ IV 20.03.2001 “ “ “ 20.02.2000 Müze Müdürlüğüne verildi -“İbralalı Müderris Mustafa Efendi” 27.03.2001 Yeni Gazete Kırkambar Elmasunlu Mehmet Efendi” 03.04.2001 “ “ “ -“Çaybaşı Yazıları üzerine” 10.04.2001 “ “ “ -“Çaybaşı Yazıları üzerine” 10.04.2001 Konya Postası Cönk -“Konya Lisesi’nden Turgut Kargalık” 17.04.2001 Yeni Gazete Kırkambar Kasım 2002 ÇAĞRI -“Öğretmen Nihal İlaydın’ın yayını” 24.04.2001 Yeni Gazete Kırkambar -“Konya Liseliler Korukent toplantısı” 17.07.2001 Yeni Gazete Kırkambar -“Kudüs’te yapılan su toplantısı” 26.09.2001 “ “ “ (yanlış isimle) 31.07.2001 “ “ “ Eylül 2001 ÇAĞRI -“ 1913 de Konya Lisesi öğretmeni Ahmet Bey 09.10.001 Yeni Gazete Kırkambar Nisan 2003 ÇAĞRI -“Şair, öğretmen Raşit Usman” 16.10.2001 Yeni Gazete Kırkambar -“Paris Louvre müzesinde Listra ile ilgili halı tablo” 23.10.2001 “ “ “ Ekim 2002 ÇAĞRI -“Tarihi sorgulayan bir turist gözü ile Paris” 30.10.2001 Yeni Gazete Kırkambar Nisan 2002 ÇAĞRI -“Ata Karatay’ı ziyaret” Ekim 2001 Çağrı Dergisi Şubat 2005 “ “ -“Gazeteci Namık Ayas” Aralık 2001 “ “ 10.01.2002 Yeni Gazete Kırkambar

-“İMO Genel Kurulunda Konuşma 26.01.2002 Tarihi su yapıları -“Çağrı Dergisine Merhaba” Ocak 2002 ÇAĞRI -“Halk inanışına göre Konya’da peygamberler” Şubat 2002 ÇAĞRI Ağustos 2003 ÇAĞRI Nisan 2005 ÇAĞRI -“Mühendislikte 40 yıl İTÜ Vakıf dergisi, Kasım 2002, s. 61-63 -“Tüccar Zeki Özdemir’i kaybettik” 03.12.2002 Yeni Meram -“Alpay Özdemir’i kaybettik” 03.12.2002 “ “ -“Tarihi ile Sille ilgi odağı” 04.12.2002 “ “ -“İdima’dan Gökova-Akyaka’ya www.akyaka.org/akyaka/idima/idima.htm Akyaka Beledyesi 2000 From to Gökova Akyaka www.akyaka.org/akyaka/idima/idima_eng.htm Von Idyma bis Gökova Akyaka www.akyaka.org/akyaka/idima/Idyma_gr.htm -“İdimalılar Birliği” www.akyaka.org/akyaka/idima_bilgi.htm -“Gökova körfezine Aziz Kosma www.akyaka.org/akyaka/aziz_kozma.htm

-“Çatalhöyük’ü bulan James Melleart” Ocak 2004 Çağrı Dergisi -“Anam Nesibe Bildirici’yi kaybettim” Nisan 2004 “ “ -“İdima’dan Gökova Akyka’ya sergisi 11.08.2004 Muğla Devrim gazetesi

-“1957 yılında öğrenim için İstanbul’a gelişim” Kasım 2005 Çağrı Dergisi

-“Tarihçi İ.Hakkı Konyalı Mezarı” Ağustos 2006 Çağrı Dergisi

- Hocam Hüseyin Köroğlu Konya, Merhaba 02.05.2007

- Ellili Yılların Konya Lisesi Öğretmenleri Yeni Meram 25.05.2007

-Konya Lisesi ile ilgili çalışmalarım “ 26.05.2007

-Tarihi Sorgulayan bir gözle Ürdün gezisi “ 08.06.2007

- Konya Lisesi’nden Hakkı Onul’un anıları “ 02.04.2007

- Lystra kenti “ 04.06.2007 -Yeni Meram Okurlarına Merhaba Yeni Meram 13.07.2007 -Konya Mühendislik Mimarlık Akademisi açılışı “ 14.07.2007 -Harita ve Makine Bölümlerinin açılışı “ 15.07.2007 -Konya’da Patrik Kyrillos “ 16.07.2007 -Konya’da Ermeni Azınlık Okulları “ 17.07.2007 - Uluırmak Burhandede Mesnevi Konutları “ 18.07.2007 - Müderris Haşim Efendi “ 20.07.2007 -Meddahçı Hatça “ 21.07.2007 - Konya’da Bezircizadeler “ 22.07.2007 -Cihanbeyli Böğrüdelik Köyü “ 23.07.2007 - Bir Lise öğrencisinin Sille anıları “ 24.07.2007 - 29.05.2007 de Sille’de inceleme “ 25.07.2007

- Akyaka’da Yaşadığımız Tarihi Çevre Akyaka Sanat Derneği Bülteni 3 Ağus. 2007 -Karia kenti Idima Gokovam.Net - -Akyaka Oktay Akbal Kitaplığı Akyaka Sanat Derneği Bülteni 4 Ekim. 2007

1994 YILINA KADAR YAZILAR

BAĞDAŞ BİZİM GÖRÜŞÜMÜZ

İlhan ÜNSAL Mehmet BİLDİRİCİ Orhan ARDA Avukat İnş. Y. Müh Mimar

Bağdaş’ın Değerli Ortakları Şirketiniz İdare Meclisi Başkanı İsmail Dedeoğlu ile yaptığımız temaslardan sonra kuruluşunuzun nitelikleri ve maksadını öğrenmiş bulunuyoruz. Hakkınızda öğrenmiş bulunduğumuz müspet ve memleketimiz için hayırlı teşebbüsünüz biz son derece sevindirmiştir. Şirketinizin ilk faaliyetlerinden olan arsa alımı için içimizden gelen yardım duygusu ile ve İsmail Dedeoğlu’nun müracaatı üzerine 27 Temmuz 1971 Cuma günü Beyşehir’e gittik. Daha önce Beyşehir Belediye Başkanı Muammer Taşkoy’un verdiği sözlerle umutlanarak arsa yerini görmek ve ön etütlerini yapmayı düşünmüştük. Ancak Belediye başkanı gerekli ilgiyi göstermemiş ve bizi hayal kırıklığına uğratmıştır. Bununla beraber yapmış olduğumuz incelemelerde arsanın satış bakımından ucuza temini mümkün olsa bile fabrika için zaruri bulunan alt yapı hizmetlerinin yüksek bir meblağa ulaşacaktır. Daha sonra Konya’ya döndük ve Konya’da İmar ve İskan Bakanlığı’nın teşviki ile Konya Belediyesi’nce hazırlanmış Organize Sanayi Bölgesi’nde 27.000 m² alanlı arsanın alınmasında büyük faydalar gördük. Konya belediyesi arsa için para almamakta Bakanlıkça tespit edilmiş elektrik su kanalizasyon gibi alt yapı tesisleri için bedel alınacak olup bu bedel 10 yılda taksitle % 4 faizle ödenecektir. Ayrıca burası özel Sanayi bölgesi olduğu için Devlet Planlama Teşkilatınca verilecek teşvik belgesinde büyük kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca Konya Belediyesi başta Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk olmak üzere bütün personeli şirkete çok kolaylık sağlayacaklarını bildirmişlerdir. Gösterdikleri bu alakaya buradan teşekkür etmek isteriz. En iyi dileklerimizi sunar BAĞDAŞ’ın kısa zamanda bacasının tütmesini temenni ederiz.

( 05 Ağustos 1971 – BAĞDAŞ Gazetesi)

1 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ’NE DOĞRU Mehmet BİLDİRİCİ Öğretim Görevlisi Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi

Tarihi Konya’mız bu günlerde eskiden sahip olduğu akademik ve sanat ortamına kavuşmak için mutlu bir çaba içindedir. Şunu ifade etmek istiyorum. Selçuklu Türkleri Anadolu’ya geldiklerinde Konya’yı yurt tutmuş, zamanın ölçüleri içinde üniversitesini kurmuş, sanat ve düşünce hayatını canlandırmasını bilmiştir. Bu ortam Alaaddin Keykubad ve Celaleddin Karatay gibi yöneticileri Mevlana Celaleddini Rumi gibi şair ve düşünce adamlarını çıkarmıştır. Gene bu ortamda sanat hayatı gelişmiştir. İnce Minare ve Karatay Medreseleri gibi çok değerli mimari eserler o günlerin bizlere armağanıdır. Burada önemli olan bu mimari eserleri planlayan ve yapımını gerçekleştirenler Konya’da oluşmuş değerlerdir. Selçuk çağının Mimar Sinan’ı sayılan Mimar Kelük bu ortamda İnce Minare Medresesi’ni ölümsüzleştirmiştir. Bugün Konya’da o günkü sanat ve düşünce hayatına kavuşmak istiyoruz. Konya’nın mühendisini, mimarını, doktorunu, ziraatçısını bu bölgenin kültürü ile olgunlaştırmak itiyoruz. Bu olumlu çalışmaya bugün ikinci eğitim yılında bulunan “Konya Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi”nin açılması ile başlanmıştır. Arzumuz bu kuruluşların çoğalması ve “SELÇUK ÜNİVERSİTESİ” içinde hamur olmasıdır. Bu görev Selçuklu Türklerine sahip olma, tarihsel gelişim içinde teknolojiyi Konya’ya getirme savaşıdır. Bu savaşta yararlı olanlara ne mutlu !!!!

(14 Ocak 1972 – TÜRKİYE Gazetesi) (Bu benim ilk yayınlanmış yazım)

2 KARKAS YAPILAR Mehmet BİLDİRİCİ İnş.Y.Müh.

Akşehir ikinci derece deprem bölgesidir. Onun için burada yapılan binaların iskeletinde çok özen gösterilmeli, binalar betonarme karkas yapılmalıdır. Ancak binaların yapımında çok yanlış bir metot uygulanmaktadır. Bilindiği gibi karkas inşaat kiriş ve kolon sisteminden oluşur. Akşehir’de önce bir katın kolonları kurulmakta beton dökülüp kalıp alındıktan sonra döşeme ve kirişlerin kalıbı kurulmaktadır. Bu yanlış bir uygulamadır, mal sahiplerini uyarmayı bir görev sayıyorum. Deprem halinde yatay kuvvetlerinin kat hizalarında tesir ettiği betonarme hesaplarında esas alındığından kat hizalarında kesit zayıflatılmış oluyor. Buna şu örneği vereceğim. Kolonlar tek başlarına dikilmiş bir ağaç gibi olduğundan oynayabilir. Buna şu bariz örneği verebiliriz. Bir taş kolon dikildiğinde kendini taşımaz, üzerine yük gelip bağlantı yapıldığında dünyayı taşır. Yüksek bir taş duvar boş iken kendini taşımaz bağlantı yapılınca çok yük taşır. İlgilileri uyarır, saygılar sunarım,

(12 Mayıs 1972 –AKŞEHİR PERVASIZ)

3 KARAOĞLAN’IN ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ İnş.Y.Müh.

Bir değerli hocamızı daha kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Hocamıza Konya halkı ve öğrencileri Karaoğlan ismini vermişlerdi. Mustafa Özden'den çok Karaoğlan olarak bilinirdi. Evinde ise İhsan adı kullanılırdı. Hocamız dersine, öğrencilerine iyi öğretmek için çok gayret sarf ederdi. Çok iyi matematik öğretmeni idi. Ömrünü Konya gençliğine sinüs, kosinüs ve tanjant'ı anlata anlata bitirdi. Elips, hiperbol ve parabolü ondan öğrenmek zor değil bir zevk idi. Şimdi hocamızın kısa bir biyografisini sunacağım. Karaoğlan kendisi gibi çok değerli hoca ve bilim adamları yetiştirmiş bir ailenin çocuğu idi. Babası Emin Efendi kendisi 12 yaşında iken ölmüştür, onun babası Konya'nın en ileri gelen din adamlarından Müsevit Kürt Halil Efendi’dir. Annesi İsmet Hanım'ın kardeşi teyzemiz Kanbur Sare Hocahanım Konya'nın en tanınmış kadın öğretmenlerinden idi. Öldüğü 1941 yılına kadar Konya Milli Eğitimine 15 yıl ilkokul öğretmeni olarak hizmet etmiş, pek çok Öğrenci yetiştirmiştir. Bugün öğrencileri doktor, avukat ve mühendis olarak yurda hizmet etmektedir. Anneannesinin babası da Karaman İbrala köyünden Müderris Mustafa Efendidir. Bugünkü İsmet Paşa İlkokulu'nun bulunduğu yerdeki Fevziye Medresesinde 1900 yıllarında ders okutmuştur. Böyle bir ailenin çocuğu Mustafa Özden Konya Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nda öğrenimini tamamlayarak matematik öğretmeni oldu. İlk öğretmenliğini Rize' de yaptı. Daha sonra kısa süre Gazi Eğitim Enstitüsü'nde bulunduktan sonra 1953 yılında Konya Lisesi matematik öğretmenliğine atandı. Uzun yıllar matematik öğretti, bu dönemde bizlerin de hocasıdır. Daha sonra Özel Selçuk Kolejinde çalışmış son olarak Selçuk Eğitim Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak hizmet etmiştir. Özel hayatında çocuklarına çok düşkün iyi bir baba idi. Konya eşrafından Ömer Bey'in kızı Kamuran Hanım ile evlenmiş Ömür, Leyla adında iki kızı ve 4 yaşında çok sevdiği Ömer adında bir oğlu vardı. Mehmet Karacığan ile Karaman Noteri Hasan Küçükalpelli'nin kayınbiraderi ve Necati Özden'in ağabeyi idi. Büyük kızı Ömür'ün düğün hazırlığı içinde iken ve çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Ölümü Konya ve öğrencileri arasında derin bir üzüntü bıraktı. Ayrıca yakın arkadaşı ve kendisi gibi matematik öğretmenimiz Ömer Faruk Mesçi'nin acısını henüz unutmamıştık. Bu onun tuzu biberi oldu. Manevi huzurunda saygı ile eğilir Allah'tan rahmet dilerim. Hocamızın ölümü üzerine 13 Haziran 1974 günü YENİ KONYA'da şu haber yayınlandı. "Selçuk Eğitim Enstitüsü matematik öğretmenlerinden Mustafa İhsan Özden (Karaoğlan) önceki gün akşam geçirmiş olduğu kalp enfaktüsü sonunda hayata gözlerini yummuştur. Şehrimizin tanınmış öğretmenlerinden, herkesin sevdiği ve saydığı, Konya Milli Eğitimine yararlı olan, eski Selçuk Koleji sahiplerinden ve Selçuk Eğitim Enstitüsü matematik öğretmeni Mustafa İhsan özden’in cenazesi dün Kapı Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Musalla Mezarlığı’nda ebedi uykusuna tevdi edilmiştir. Merhuma rahmet, ailesi ve yakınlarına başsağlığı dileriz.”

(20 Haziran 1974 – YENİ KONYA)

4 KONYA’DA ATATÜRK GÜNÜ Mehmet BİLDİRİCİ KDMMA Öğretim Görevlisi –Araştırmacı

“Milli Mücadelede Konya” için önemli ve tören yapmaya değer dört tarihi gün bulun-maktadır. Bunlardan üçü Atatürk’ün Konya’ya gelişleri, biri de Konya’nın fiilen Milli Mücadeleye katıldığı, Mustafa Kemal’i fiilen Kurtarıcı olarak seçtiği gündür. Bunlar sırası ile;

08 EKİM 1919 Ülke büyük bir kargaşa içindedir. Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas kongrelerini yapmış “Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti” Heyeti Temsiliye Başkanıdır. Her ilde bu cemiyetin şubelerinin kurulması ve Vatanın Kurtulması için var gücü ile çalışmaktadır. Konya’da Milli Mücadeleye karşı olan Vali Cemal Beyin olumsuz tutumları karşısında büyük reaksiyon meydana geliyor ve Vali kaçmak zorunda kalıyor. Konyalı toplanıp Hadimli Mehmet Vehbi’yi (Çelik) Vali Vekili seçiyor. Mustafa Kemal ilk defa Konya Vilayetine 30.09.1919 tarihinde telgraf çekiyor ve Konya Vilayetinde “Müdafa-i Hukuk” teşkilatının kurulmasını istiyor. Bu kutsal emir üzerine Konyalı kendi seçtiği Vali Vekili Mehmet Vehbi ve Mustafa Kemal’in görevlendirdiği Refet (Bele) Paşa huzurunda 08 EKİM 1919 tarihinde Hükümet Konağı’nda toplanıyor ve 24 kişiden oluşan “Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Merkez Kurulu”nu seçiyor. Mustafa Kemal düşüncesi bir daha çıkmamak üzere Konya’ya giriyor. 8 EKİM Konya’da ATATÜRK GÜNÜ olarak kutlanacak bir gündür.

03 AĞUSTOS 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Konya ve çevresinde bazı hoşnutsuzlukları sezmesi üzerine aniden trenle Konya’ya geliyor. Konya’ya bu ilk gelişlerinde İstasyon’da büyük bir törenle karşılanıyor. Vilayeti, Belediye’yi ve Kolordu’yu ve Resmi Kuruluşları ziyaret ediyor. 04 Ağustos 1920 günü Hükümet Konağı önünde kurulan kürsüden ilk defa Konyalılara hitap ediyor. O karanlık günlerde ilerideki aydınlığı görebilen tek insan burada gayet kendinden emin, mutlaka Zafer’e ulaşacağız diyor. Yaşa varol sesleri arasında çılgınca alkışlanıyor. “03 AĞUSTOS” Atatürk günü olarak kutlanacak anlamlı bir gündür.

01 nisan 1922 Büyük millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’a hazırlanmaktadır. Ilgın’da Süvari Kolordusu’nu denetledikten sonra yanında yabancı elçiler de olduğu halde trenle Konya’ya geliyor. İlk gelişleri gibi büyük törenlerle karşılanıyor. Vilayeti, Belediye’yi Kolordu’yu ve okulları ve Resmi Kurumları ziyaret ediyor. Konya’da “Halaskarımız” diye karşılanıyor. 01 Nisan günü de Konya tarihinde önemli bir gündür.

20 MART 1923 Büyük Zafer kazanılmış, Muzaffer Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, yurt gezilerine çıkmıştır. Yanında eşi Latife Hanım olduğu halde Konya’ya gelir, İstasyonda törenlerle karşılanır. Konyalı “Halaskarı” coşku ile bağrına basar. 20 Mart da Konya için tarihi bir gündür.

5 ATATÜRK’ÜN DİĞER KONYA’YA GELİŞLERİ Gazi Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı sürerken 24 Temmuz 1922 tarihinde gizlice trenle Konya’ya gelip İngiliz General Towsend ile bir görüşme yapar. 20 Ağustos 1922 günü “Büyük Taarruz”dan bir hafta önce otomobili ile Tuz Gölü üzerinden Konya’ya gelir ve gene gizlice Akşehir’e hareket eder. Cumhuriyet kurulduktan sonra Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal 03 Ocak 1925 tarihinde eşi Latife Hanım’la birlikte, 17 Ekim 1925 başında şapka ile gelir. Diğer gelişleri 18 Mayıs 1926, 18 Şubat 1931 tarihinde 25 Ocak 1934 tarihinde ve 06 Şubat 1934 tarihindedir. ATATÜRK Soyadını alan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 07 Ocak 1937 tarihinde ve son olarak da 20 Kasım 1937 tarihinde trenle Konya’dan geçiyor, ve il yetkililerinden bilgi alıyor.

(Bu Rapor Konya Valiliği’nin isteği üzerine hazırlandı ve Sayın Kemal Nehrezoğlu’na verildi.)

6 10 KASIM 1981 ATATÜRK’ÜN ARDINDAN KDMMA MİMARLIK BÖLÜMÜ KONFERANS SALONUNDA MEHMET BİLDİRİCİ TARAFINDAN YAPILAN KONUŞMA

Sayın Akademi Başkanı, konuklar, arkadaşlarım ve sevgili öğrenciler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ulu önderimizi ölümünün 43. yılında saygıyla tekrar anıyoruz. Dünyanın çok az ülkesinde bir devlet adamına bu kadar bağlanılmış ve ilkeleri esas alınmıştır. Bu ise Türk tarihinde bir ilktir. Bugün andığımız ATATÜRK düşmanı yurttan temizlemekle kalmamış, toplumu ve yönetimi çağdaş hale getirmeye çalışmış, uzun yıllar bize ışık tutacak Atatürk ilkelerini armağan etmiştir. Yakın tarihimiz göstermiştir ki bu ilkelerden hareket edildiğinde Türkiye Çağdaş Uygarlık seviyesine ulaşacak, hatta onu geçmeye çalışacak, yurt içi ve yurt dışında barış içinde yaşayan bir millet olacaktır. Eğer Atatürk ilkelerinden ayrılıp yabancı ideolojilere yönelirse bunun acı sonuçları 12 EYLÜL öncesi olacaktır. Bu dev adam, yaptığı bu kadar güç işleri, harikulade zekası ve ileri görüşlülüğü ile yapmış, ve devamlı halk ile iç içe yaşayarak onları kendisine bağlamıştır. Bunlara pek çok örnek vermek mümkündür. Ancak ben bu günlerde basında yer alan bir Amerikalı gazetecinin yazdıkları ile Atatürk’ün Konya’ya gelişlerini büyük heyecanla hatırlayan Konyalı üç yakınımın anılarını aktaracağım. Mustafa Kemal ile röportaj yapan “ Public Leger” gazetesi muhabiri ve bugün hayatta olan Clarence Streit şunları yazıyor. 1921 yılı sonlarında, Büyük Lider Mustafa Kemal ile röportaj yapmak istedim. Aracılık yapan Halide Edip (Adıvar) Hanım sorularımı yazılı olarak vermemi istedi. Mustafa Kemal cevapları Fransızca olarak verdi. “Ulusunun karşılaştığı güçlükleri, Müttefik kuvvetlere karşı her türlü imkandan yoksun halkını nasıl birleştirip askeri sorunları çözeceğini ve ileriye dönük görüşlerini son derece değerli buldum”. Ama röportajı gazeteme göndermem son derece zor oldu. Zira İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri sansür uyguluyordu. Şimdi de Atatürk’ün Konya’ya gelişlerinde onu görmüş ve o anı büyük heyecan içinde hatırlayan üç yakınımın anılarını anlatacağım. Mustafa Kemal’in 1925 yılında Konya’ya gelişinde Türk Ocağı’nı ziyaret etmiştir, burada bugün ileri yaşta olan Hamdi DOYURAN kendisine çay ikram etmiştir. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen Ata’nın o günkü kıyafetini heyecan içinde şöyle açıklamaktadır. Başında Panama şapka, yerli kumaştan golf pantolon, cepleri dışarıda avcı ceket, üzerinde pelerin vardı… Mustafa Kemal’in Konya ziyaretlerinde Konyalı onu ağırlamak için yarışmıştır. En güzel yemekler ikramlar onun için yapılmıştır. Ancak o bunlara pek düşkün değildir. Yemekler sonra hep çevreye dağıtılırdı. Şimdiki Atatürk Müzesi karşısında evleri olan Avukat Mehmet Ali Apalı küçüklüğünde bu yemeklerden çok yediğini söylemektedir. Mustafa Kemal 1923 yılında Konya’ya eşi Latife Hanım ile gelmiştir. Belediye Başkanı Muhlis Koner misafirlere evinde bir yemek vermiştir. Gazi Mustafa Kemal ve Latife Hanım yemek salonuna girerken sekiz Kız Muallim Mektebi öğrencisi piyano eşliğinde şarkı söylemiştir. Bunlardan biri de benim kayınvalidem Şerife (Özdemir) dir. Sonradan yaptığım araştırma sonucu söyledikleri parça Sakarya Marşıdır. Bugünde aynı parçayı aynı heyecanla söylemektedir. Saygı ile anıyoruz.

7 MUSTAFA BÜLBÜL’ÜN ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ

Değerli bir sanayici ve Konya’nın Sosyal ve Spor hayatında etkin bir kişi olan Mustafa Bülbül’ü (1937-1988) genç yaşta kaybetmiş bulunuyoruz. Bugünkü durumu ve iş hayatındaki başarısı herkesin gözü önündedir. Mensubu olmakta gurur duyduğu Yatağan köyünde fakir bir ailenin çocuğu, çalışma ve azmi ile bugünkü Mustafa Bülbül olmuştur. Bunu bizzat kendisinin, Yatağan köyünün tarihi hakkında yaptığım araştırma sırasında bana verdiği dokümanlara dayanarak ortaya koyacağım. Bu vesile ile ataları ile birlikte hayır duası almasına vesile olursam mutluluk duyacağım. Dedesi Hacı Veyiszade’nin medrese arkadaşı Tahir Efendi’dir. Yatağan köyünde hocalık yapmış, bilgin ve müteşebbis birisidir. Hoca iken Yatağan köyünde medrese açmak için çaba sarf etmiş, ve medrese için yeterli odaları sağlamıştır. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine medresenin açılışı gerçekleşememiştir. Babası Hacı Mustafa Bülbül aynı köyden Fatma Hanım’la evlenmiş ve bu evlilikten dört erkek evladı dünyaya gelmiştir. Tahir, Mustafa, Ali ve Ahmet. Hacı Mustafa Bülbül 1949 yılına kadar Yatağan’da Köy Katibi, İmam ve Hatip olarak görev yapmıştır. Muhitinde kendisine akıl danışılan, fikirlerinden yararlanılan, herkesin yardımına koşan ve herkes tarafından sevilen bir kişi olarak tanınmıştır. Ne var ki kırsal kesimin imkansızlıkları, Tahir isimli oğlunun ölümü, ve çocuklarının istikbal endişesi onu köyünden ayrılmaktan alıkoyamamıştır. Bu münasebetle 1948 yılında Konya’ya göç etme hazırlığına başlamış, köylülerinin karşı çıkmaları üzerine göç 1949 yılına ertelenmiştir. Konya’da ufak bir bakkal dükkanı açarak geçimini temin etmiştir. Hacı Mustafa Bülbül üç oğlundan en büyüğü Mustafa Bülbül’ü kendi isteği ile tornacılık öğrenmek için bir atölyeye vermiştir. Bu arada kendisi de “Küçük Yatağanlı Oteli” isimli bir otel kiralamış ve otel işletmeciliği yapmıştır. 1952 yılında oturdukları evin üstlerine çökmesi ile eşi Fatma ile oğlu Ahmet’i yıkıntıda kaybetmiştir. Oğul Mustafa Bülbül 1957 yılında asker olmuş, askerliğinden sonra 1959 yılında babası oğluna bir atölye açarak sanayiye yönelmesini sağlamıştır. Baba Mustafa Bülbül (1908-1974) 28 Mart 1974 tarihinde ölmüş ve Üçler mezarlığında toprağa verilmiştir. 1959 yılında açılan küçük atölye zamanla “ÖZYATAĞANLI” ismi ile Kollektif Şirkete, daha sonra da “ÖZYATAĞANLI ANONİM ŞİRKETİ”ne dönüşmüştür. Fabrika Organize Sanayi Bölgesi’nde büyük çelik konstrüksiyon bir yapıdır. Bugün binlerce kişinin ekmek yediği bu müessesenin Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalışmalarını devam ettirmiştir. Mustafa Bülbül daima zor şartlarda zor işleri başarmış, SANAYİ ODASI, ve KONYASPOR Kulübü Başkanlığını başarı ile yürütmüştür. Bülbül, yılda 10 milyon dolara yaklaşan ihracatı ve miyarları aşan iç tüketim cirosu ile Türkiye’nin önde gelen Ziraat aletleri fabrikasının sahibi olmuştur. Yatağan köyünden çıkan bu insanlarla ne kadar öğünsek yeridir. Nur içinde yatsınlar.

(25 Ocak 1988 – YENİ KONYA)

8 KONYA LİSESİ TARİHİ İÇİNDE AÇIKLAMA Mehmet Bildirici 1957 Mezunu

Konya Lisesi Tarihi, 1989 yılı Haziran ayında Okulun 100. Yıl kutlamaları için bastırılmaları planlanmış idi. Kitabın yazarı değerli hocam Hüseyin Köroğlu bunun için Bodrum Turgut Reis’deki yazlık evine kapanarak eşi Sevim Hanım’ın ifadesi ile uzun bir çalışmayla fotoğrafları, belgeleri, daha önce Yeni Konya’da çıkan yazı dizilerini incelemiş ve kitabı basılacak hale getirmiştir. Ancak Okul idaresi ve Tertip Komitesi bu anlamlı törenin hazırlıkları arasında buna fırsat bulamamış ve törende yaşlı mezunlar adına konuşan Sayın Rüştü Özal’ın ağzından Sayın Köroğlu’nun okulumuzun tarihini yazdığını ve kısa sürede basılacağı müjdesinin vermiştir. Törenden sonra Okul yönetimi, çeşitli görüşmelerde konuyu ele alacağını ve gerekenin yapılacağı defalarca bildirildiği halde, gerçekleştirememiştir. Bu gecikmeden kusurlu olmayan biri varsa o da Sayın Hüseyin Köroğlu’dur. Sonuçta okul yönetiminde değişiklik olmuş, ve yeni atanan Müdür Sayın Zeki Kara ile görüşülmüş, ve Okul Aile Birliği’nin bunu yapacak imkanları olmadığı anlaşılmıştır. Hocam bu kitabı madde için hazırlamamıştır. Bir hizmet ve Konya Lisemizi yüceltme, ve tarihteki yerini gösterme gereğini bir aydın olarak duyduğundandır. Sonuçta YENİ KONYA gazetesinin değerli yöneticileri Adil ve Ünal Gücüyener, Konya ile bu kadar iç içe olan bu konuya ilgi duymuşlar ve kitabın basımını üstlenmişlerdir. Kendilerine teşekkürü bir borç bilirim. Kutsal yuvadan mezun olmuş binlerden biri olarak böyle bilimsel bir araştırma sonucu ortaya çıkan “KONYA LİSESİ TARİHİ”ni yazan Konya Lisesi’nin öğrencisi ve öğretmeni Sayın HÜSEYİN KÖROĞLU’na teşekkür eder , bundan sonraki yaşamlarında kendilerine mutluluklar dilerim.

(01 Nisan 1991 – Kitap içinde sayfa 135)

9 KONYA LİSESİ TARİHİ Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi Tarihi’nin 1989 yılı Haziran ayında lisenin 100. yıl kutlamaları için basılması planlanmış idi. Kitabın yazarı değerli hocam Hüseyin Köroğlu bunun için Bodrum Turgut Reis’teki yazlık evine kapanarak eşi Sevim Hanım’ın ifadesi ile uzun bir çalışma sonucu kitabı basılacak hale getirmiştir. Yeni Konya gazetesinin değerli yöneticileri Adil ve sınıf arkadaşım Ünal Gücüyener kardeşler konuya ilgi duymuşlar ve “KONYA LİSESİ TARİHİ”nin basımını bugün gerçekleştirmişlerdir. Bu eserin hazırlanması sırasında inceleme ve yardım etme fırsatını bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Burada bazı gözlemlerimi ekleyeceğim. Konya Lisesi Tarihi içinde kendi dönemi ve arkadaşlarını görmeyi düşünenler aradığını bulamamış olabilirler. Ama durum öyle değildir. Bir eğitimci gözüyle yazar, okunan dersleri, ders saatlerini, derslerin konularını, okulun yönetici ve öğretmenlerini titizlikle incelemiştir. Yüz yılın yönetici ve eğitim kadrosu ortaya çıkarılmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesinde okulun bünyesinde Hıristiyan öğrenci ve öğretmenlerin bulunduğu ve öğrenimin bir bütünlük içinde yürütüldüğü görülecektir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında klasik öğretmen kadrosu yetişene kadar, politika, edebiyat ve sanat ve bilim dünyasında gördüğümüz pek çok isim yapmış kimselerin bir zamanlar Konya Lisesi’nde öğretmenlik yaptığı görülecektir. Abdülbaki Gölpınarlı, Halit Fahri Ozansoy, ressam Şefik Bursalı ilk akla gelen örneklerdendir. Bir yüzyıl boyunca, değişen zamana uygun çok çeşitli yabancı dillerin okunduğu, bunların ders saatleri ve öğretmenleri ile karşımıza çıkacaktır. Konya’nın spor geçmişinde çok önemli yer tutan Konya Lisesi’nin diğer okullarla maçları ve sporcuları anımsanacaktır. Sonuç olarak bu kutsal yuvadan 1957 yılı mezunu olan biri olarak, büyüklerime, küçüklerime ve arkadaşlarıma “Konya Lisesi Tarihi’ni okumalarını ve kütüphanelerinde bulundur- malarını tavsiye ediyorum.

(YENİ KONYA 13.01.1992)

10 ESKİ KONYA LİSESİ ÖĞRENCİSİ HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU’NUN ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ

Şubat 1992 de Türkiye büyük bir hukukçusunu yitirmiş bulunmaktadır. Bu kişi 88 yaşındaki Ordinaryüs Profesör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’dur. (1904-1992) Hıfzı Veldet 1921-1922 yılında Konya Sultanisi öğrencisi olmuş, 1971 yılında “Bir Lise öğrencisinin anıları” isimli kitabı yayınlamıştır. Hıfzı Veldet’in hukukçu kişiliği benim yetki alanım dışındadır, ben burada sözü edilen yayından Konya Lisesi’nde öğrencilik günlerindeki izlenimlerini buraya koyacağım. Anılarında Sultani Müdürü’nün Nuri Bey, matematik öğretmeninin Hüsnü Uluğ, fizik öğretmeninin Salih Şevket, ve geometri öğretmeninin Hilmi Erdim olduğu ve kendilerinin yetişmesinde önemli katkıları olduğunu vurgular. Sınıf arkadaşlarının eski başbakanlardan Sadi Irmak, Nuri Karahüyüklü ve Tahir Mıhçızade olduğunu belirtir. Konya’ya sürgün edilmelerinin ilginç bir hikayesi vardır. “Ankara Lisesi’nin dik başlı öğrencilerinden Mustafa Hıfzı’nın okul yönetimi hakkında şikayetleri vardır. Bunları 8 maddelik bir dilekçe ile okul yönetimine bildirir. Kendisi ile 12 öğrencinin imzaladığı dilekçeyi Milli Eğitim Bakanlığı’na verir. Bir sonuç alınamaması üzerine bu defa 50 öğrencinin imzaladığı bir dilekçeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına sunar ve Milli Eğitim Bakanı’nın konuya ilgisiz kaldığını da belirtir. Milli Eğitim Bakanı Rıza Nur’dur. Rıza Nur telaşla okula gelir, ve öğrencileri sorguya çeker. Sorduğu sorular ne zamandan beri BOLŞEVİK siniz? gibi sorulardır. Sonuçta 6 öğrenci okuldan atılır, Hıfzı Veldet’in aralarında bulunduğu 6 öğrenci Bolşevik suçlaması ile Konya Sultanisi’ne sürgün edilir.

(YENİ KONYA Şubat 1992)

11 BEYŞEHİR TARİHİ ve YATAĞAN MÜRSEL Mehmet BİLDİRİCİ

İbrahim Hakkı Konyalı tarafından hazırlanan “BEYŞEHİR TARİHİ” yazarın ölümünden sonra Beyşehir Belediyesi tarafından bastırılmıştır. Yayınlanan bu eser Beyşehir tarihine pek çok noktalardan ışık tutacağından önemli bir kaynak olacaktır. Bu kitapta mutlu bir tesadüf eseri dedem Yatağan Mürsel torunlarından Mehmet Bildirici’nin (1875-1948) tam sayfa kara kalem ile yapılmış fotoğrafı yayınlanmıştır. Bu beni çok mutlu etmiştir. Rahmetli İbrahim Hakkı Konyalı ile İnşaat Yüksek Mühendisi olmama rağmen tarihe meraklı olduğumdan tanışmış ve dedemin arkadaşım Polat Uğur tarafından elle çizilmiş güzel portresini vermiştim. Geçen yıllar içinde kaybolmamış ve bu kitaba girmiş. İbrahim Hakkı Konyalı’yı İstanbul Üsküdar Harem’deki evinde ziyaretimde evinde bu kitabın basılmamış halini göstermiş ve “senin secereni Yatağan Mürsel’e bağlayacağım” demişti. Ancak yayınlanan kitapta Yatağan Mürsel hakkında dahi fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu vesile ile soyundan geldiğim bu ermiş insanı tanıtmayı bir görev saydım ve kısa hayat hikayesini vereceğim. Daha fazla bilgi yayınladığım ve hemşerilerime dağıttığım “Yatağan Köyü, dünü, bugünü” kitabında bulunmaktadır. Yatağan Mürsel 15. yüzyıl başlarında Timur orduları ile Konya civarına gelmiştir. Afganistan’ın Horasan bölgesinden olduğu bilinmektedir. Yatağan Mürsel ve yakını Dediği Sultan, Turgutoğulları ile birlikte Anadolu’ya gelmişler Konya-Beyşehir arasında bulunan kutsal kabul edilen Elengirit (Melengürit) dağına gelmişler, burada bir süre kaldıktan sonra Dediği Sultan Ilgın’ın Mahmuthisar köyüne yerleşmiş, kendisi de bugün Kızılören Bucağı’na bağlı Yatağan köyünün o zaman boş olan arazisini yurt edinmiştir. Yatağan Mürsel tarafından kurulmuş olan köyün o zamanki adı Söbüçimen’dir. Köyün ilk sakinleri kendisi, iki kızı ve onların kocalarıdır. Esas mesleği dokumacılık olan Yatağan Mürsel çeşitli kerametler göstermiş, Sultan Alaaddin olarak babasının adı ile tanınan Karamanoğlu II. Mehmet’in dikkatini çekmiştir. Sultan II. Mehmet H 810, Miladi 1407 tarihli vakfiyesi ile Söbüçimen ve Kavaklı mezralarını Yatağan Mürsel ve zaviyesine vakfetmiştir. Söbüçimen köyü o zamanlar Beyşehir sınırları içinde yer alıyordu. Yatağan Mürsel’in hocası Dediği Sultan’ın Anadolu’ya gelişleri hakkında yazılmış menakipnameler elimizdedir. Bu menakipnamelere göre Dediği Sultan Türkistan’da AHMET YESEVİ neslinden ve Hacı Bektaş ile akrabalıkları vardır. “Beyşehir Tarihi” isimli eserde Beyşehir Gökçimen köyü arasında bir başka Yatağan köyü daha bulunmakta, bu köy ile ilgili de Karamanoğlu II. Mehmet’in H 830, Miladi 1426 tarihli vakfiyesi vardır. Bu köyün bugün Kızılören’e bağlı Yatağan köyü ve Yatağan Mürsel ile bir alakası yoktur. Yatağan Mürsel’in kurucusu olduğu köyün eski kaynaklarda ismi Söbüçimen daha sonra ise Yatağan olarak geçmektedir. Bugün bu köyden Konya’ya gelmiş pek çok sanayici bulunmaktadır. Durumu tüm Beyşehirlilere saygı ile duyururum.

(10 Haziran 1992 BEYŞEHİR)

12 KONYA LİSESİ 1957 YILI MEZUNLARININ MUTLULUĞU Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi 1957 yılı mezunları olarak 9 Nisan 1994 günü 12 saat bir arada olduk. Hocalarımız ve çeşitli illerden gelen arkadaşlarımızla hasret giderdik. Önce Meram'da Dr. Kamil ve İsmail Uğurlu kardeşlerin şahane bahçeli evlerinde etli ekmek partisi ve 37 yıl sonraki görüşmeler. Toplantıya Konya'da yaşamını sürdüren öğretmen- lerimizden Hüseyin Köroğlu eşi Sevim Hanımla, Sabahattin Şengün kızı ile katıldılar. Üçüncü hocamız Havfi Kendi hastalığı dolayısıyla katılamadı, ona da acil şifalar dileriz, İstanbul'dan Prof. Dr. Ömer Alptekin eşi Meral Hanımla, Dr. Azmi Dinçer eşi Zühal Hanım’la, Ahmet Habip Sandıkçı, Rıza Durakbaşı, İsmail Uğurlu katıldılar. İzmir'den Dr. Üzeyir Kırca ve Av.Sümer Uğur'un aramızda bulunuşu, kendilerini ve bizi zevk içinde bıraktı. Ankara'dan Prof. Dr. Attila Taçoy, Prof. Dr. Azzem Aydınöz, Hilmi Özküçük, Atalay Tarhan, Aslan Arı, Tuncay Orhan, Tayyar Çimen, Dumrul Yavaş, Yaşar Dinekli, Birol Yüksel yalnız katıldılar. Ankara'dan gelen arkadaşlarımız bir yanlış anlama sonucu eşlerini getirmediler. Karaman'dan Sami Demir ve Cevdet Önal eşleri ile Adana'dan Enver Erler aramızda idi. Konya'dan DSİ'den Ahmet Aklaş, İlhami Çörekçioğlu, Fehmi Ersoy ve ben Mehmet Bildirici ve eşim aynı yıl mezunu Düzay Bildirici, Ali Akkaya, Mustafa Topbaş, Kadir Soyhan, Erşan Erdem, Sadrettin Gülsaçan, Eray Özdemir, Ali Osman Kösembay. Mustafa Gür ve YENİ MERAM'ın sahibi Mustafa Yalçın Bahçıvan eşleri ile katıldılar. Oğlu, kızı ve damadı 1957 mezunu olan Zeki Özdemir ile üçüncü kuşak temsilcisi kızım Sibel'in aramızda bulunuşu çok ilginç idi. Akşam ise grup halinde Ankara Yolundaki Horozluhan'a yemeğe gidildi. Tarihi bir ortam içinde, eski bir Selçuklu yapısında yemek çok keyif verici idi. Müzik ve fasıla arkadaşlardan da katılanlar oldu. Eski arkadaşlarımızın bu bağlılığı, hocalarımızla kaynaşmamız yanında bazı çalışmalar da başlatmaya karar verdik. Bu sevgi bağını kuvvetlendirmek için o yıllarda bizi yetiştiren ve bugün minnettar olduğumuz hocalarımızın aramızdan ayrılanları rahmetle andık, yaşayanlarla diyalog kurmaya karar verdik. Hocalarımız, arkadaşlarımız ve anılarımızı kapsayan bir kitap çıkarmayı karar altına aldık. Daha şimdiden ilginç anılar elimize ulaştı. Yazımı bitirmeden önce bize mükemmel ev sahipliği yapan Kamil Uğurlu ve eşi Hilal Hanıma, ablası Ulviye Hanıma, ev sahiplerine yardımcı olan Hale ve Mustafa Gür'e, Yaşar ve Fehmi Ersoy’a, İsmail Uğurlu'ya ve eşim Düzay Bildirici'ye, her türlü desteğin yanında bize gazetesinde sayfa ayıran Mustafa Bahçıvan'a tüm arkadaşlarım adına teşekkür ederim.

(18.Nisan .1994 YENİ MERAM)

13 ARAŞTIRMACI KÖŞESİ SU VE TOPRAK KAYNAKLARI GELİŞTİRME TOPLANTISI Mehmet BİLDİRİCİ

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, kuruluşunun 40. yıldönümünde 12-14 Nisan 1994 tarihleri arasında 3 gün süren bilimsel bir toplantı düzenlemiştir. Çok başarılı geçmiş olan bu toplantı hakkında izlenimlerimi sunacağım. Toplantı 12 Nisan 1994 günü, Devlet Su İşleri Genel Müdürü Özden Bilen’in açılış konuşması ile başlamıştır. İkinci olarak Bayındırlık Bakanı Onur Kumbaracıbaşı konuşmuş ve arkasından Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel en büyük DSİ’li olarak uzun bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmaların ardından teknik düzeydeki konferans başlamıştır. Benim değerlendir- melerime göre Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bu konferansla Uluslar arası düzeyde çok büyük bir kuruluş olduğunu göstermiştir. Her oturumda 6 konuşmacının katıldığı 6 oturum gerçekleştirilmiştir. Oturumlar da inşaat, makine, elektrik, jeoloji, ziraat, kimya ve çevre mühendisliği, hukuk, tarihi su yapılarını kapsayan konularda tebliğler verilmiş ve tartışmalar yapılmıştır. Konuşmacılar İstanbul Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Adana Çukurova Üniversitesi, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinden profesörler, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Köy İşleri Bakanlığı ve Çevre Bakanlığından üst yöneticiler, önde gelen tatbikat firmalarının temsilcileridir. Konferansta verilen tebliğler 3 cilt halinde (1450 sayfa) DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanmıştır. Bu konferansın ilk bölümü tarihi su yapılarına ayrılmıştır. Benden önceki konuşmacılar, yabancı bilim adamlarının ardından tarihi su yapılarını Türkiye’de gündeme getiren hocam emekli Prof. Dr. Kazım Çeçen ile Prof. Dr. Ünal Öziş idi. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tüm yurt sathında araştırma yapmak üzere görevlendirilmiş bir kişi olarak hocalarımla görüşmek ve onların desteği ve rehberliği konusunda söz almamın bu çalışmalara daha da ivme katacağına inanıyorum. Benim tebliğim “Konya Selçuklu Dönemi Sulaması” idi. Çok ilgi çektiğini gördüğüm bu tebliğ ile “Konya Tarihi Su Yapıları” isimli Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından bastırılan kitabımdan da yarın söz edeceğim.

(19 Nisan 1994 – YENİ MERAM)

14 ARAŞTIRMACI KÖŞESİ KONYA TARİHİ SU YAPILARI Mehmet BİLDİRİCİ

1991 yılından beri hazırlamakta olduğum “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı çalışmam Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla yayınlanan 5 kitap arasında yer aldı. Diğer yörelere ait olanlar ise “Antalya Tarihi Su Yapıları”, “Samsun Tarihi Su yapıları”, ve “Su mühendisliği açısından Türkiye’deki Eski Su Yapıları”dır. Önce bu çalışmalarımda bana her türlü desteği sağlamış bulunan DSİ IV. Bölge Müdürü Feyyaz Akalın ile eski Genel Müdür Raif Özenci ile DSİ Genel Müdürü Özden Bilen’e teşekkürlerimi sunuyorum. Kitabımın kapsamında geniş bir alanı tarama cesaretini gösterdim. Başta Konya olmak üzere Karaman, Niğde, Aksaray, Silifke, Mut, Yalvaç ve ’yi inceleme alanı olarak seçtim. Çeşitli kültürlerin izlerini taşıyan ve karşımıza eşsiz bir kültür mozaiği olarak karşımıza çıkan bu sahadaki eski ve yeni kentleri ortaya koyarak onların tarihi su yapılarını incelemeye çalıştım. Çalışmalarım sırasında şunu gördüm. Çevremiz ile ilgili çeşitli konularda yayınlar olmasına karşı, tarihi su yapıları konusuna mühendis gözü ile bakan araştırmalar çok sayıda değildi. Daha önce proje yapma alışkanlığından olacak olaya bir proje tasarımcısı gibi girdim. Bir takım önceden gelen bilgilerin bu projede gereksiz olduğu, bunun yanında tasarım için bir takım donelere ihtiyaç olduğunu gördüm. Ben bu boşlukların bir kısmını doldurmaya çalıştım. Kitabımın yayınlanmasından sonra Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü diğer bölgelerde de ön çalışma yapmak üzere görevlendirdiğinde de çalışmalarıma ara vermedim, devam etmekteyim. Kitap satılmamakta olup ancak yayın sahibi DSİ Genel Müdürlüğünce konu ile ilgili kuruluşlara verilmektedir. Yayınlanan bu kitabım Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ilan panosuna konulmuştur. Konya IV. Bölge Müdürlüğüne 30 adet gönderilmiş olup depoda beklemektedir. Bana telif hakkı karşılığı verilen 50 adet kitap dostlarıma ve konuya ilgi duyanlara dağıtılmaktadır.

(20 Nisan 1994 – YENİ MERAM)

15 TAKKELİ DAĞ TURU Mehmet BİLDİRİCİ

Tarih doğa tutkusu beni dağcılarla birleştirdi. Konya Dağcılık İl Temsilcisi sınıf arkadaşım Recai Kıcıkoğlu ile çeşitli dağ turları yaptık. Pırıl pırıl gençlerle bir arada temiz havada araştırmalarda bulundum. 20.Mart 1994 Pazar günü Takkelidağ’da iken Spor İl Müdürü Necati Yeğenoğlu ile dağda buluştuk ve SUN TV ye dağda bazı açıklamalarda bulundum. Şimdi ise dağ hakkında bazı bilgiler sunacağım. Dağın çeşitli isimleri bulunmaktadır. Çevre köyler Karaburga, Sille tarafında bulunan diğer dağa Gevele adını vermektedirler. Vakıf kayıtlarında ise dağın ismi Gevale olarak geçmektedir. Roma ve Bizans dönemlerinde dağın ismi Semavi Eyice’ye göre Saint Philip dağıdır. Konyalı ise gördüğü şekliyle Takkelidağ ismini vermiştir. Bu şekilde yan yana olan iki dağın ismi birbirine karışmıştır. Dağın yüksekliği 1600 metredir. Volkanik bir dağ olup tepesinde bir volkan olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmiştir. Ancak çukurun içi dolu oluğu için durum yerinde görülememektedir. Takkelidağ Roma döneminde Konya (Iconium) ve Pappa Tiberiopolis (Beyşehir-Yunuslar) ve Beyşehir (Mistea) kentlerini bağlayan yol üzerinde idi. Askeri önemi ve Kale olan dağ, Roma döneminden Osmanlı dönemine kadar savunma amaçlı olarak kullanılmıştır. Üzerinde bulunan ve her geçen gün bir parçası uçan kale ve burçları görmek mümkündür. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın ve Karamanoğlu İbrahim Bey’in belirli süreler burada yaşadığı kaynaklarda belirtilmektedir. Konya’nın alınışı sırasında Fatih Sultan Mehmet tarafından yıktırılmış ve önemini kaybetmiştir. Dağda görülebilen de şöyledir. 1. Kale duvarları ve burçlar 2. Yirmisekiz civarında oyulmuş ve çeşitli maksatlarla kullanılmış odalar, bunların içleri dolu olduğu için dini semboller görülememektedir. 3. Kalenin 70 m kadar altında Konyalı’nın Kibele Tapınağı, köylülerin ise KOCAİN olarak bildiği dört köşe oyulmuş mağara bulunmaktadır. Konyalı’nın tezi sadece Gevele ve Kibele arasındaki benzerliğe dayanmaktadır. 4. Kocain’in hemen batısında içinde hala bir miktar su bulunan şahane üstü kapalı bir sarnıç yer almaktadır. Sarnıca üstten inilmektedir. Daha yukarıda yaklaşık 50 m galeriden alınan su, açık kayaya oyma kanallarla sarnıca aktarılmaktadır. Suyunun kükürtlü ve uyuz hastalığına iyi geldiğine çevre halkından inanılmaktadır. Geçen yüzyıl burayı ziyaret etmiş İngiliz gezgin W. Hamilton bu sarnıcın bir Ayazma olduğunu ve çevredeki Hıristiyan halk tarafından kutsal kabul edildiğini ve belirli zamanlarda ziyaret edildiğini yazmaktadır. Dağa verilen Saint Philip isminin buradan kaynaklandığı sanılmaktadır. Dağcılığa gönül vermiş arkadaşım Recai, bir öğle yemeği arasında bile uzmanları buraya getirmeye hazırdır. !!!! (21 Nisan 1994 YENİ MERAM)

16 GLİSIRA TARİHİ HAKKINDA İLK BİLİNENLER Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün Gökyurt olarak bilinen köyün eski adı Glisıra’dır. Bu isim bu çevrede bulunmuş bir yazıtta “KLISTREA” olarak geçmekte ama ne anlama geldiği bilinmemektedir. Benzer isimler Kbistra (Ereğli), (Karaman-Yollarbaşı) ve Lystra’dır (Hatunsaray) Glisıra Beyşehir üzerinden gelen ve Lystra’ya giden yol üzerinde kurulmuştur. Lystra hakkında pek çok bilgiye sahip olduğumuz halde, Glisıra hakkında hiç bilgi bugüne gelmemiştir. Hiçbir antik yazar tarafından bahsedilmediği gibi, hiçbir dini meclislerde ismine rastlanılmamaktadır. Ancak bölgede yapılan araştırmalarda Roma döneminde ve özellikle 6-10 yüzyıllarda geniş bir alanda mağara yaşamı görülmektedir. Yer üstü yapıları bugüne gelmemiştir. Mağaralar kazılarak kilise, şapel, mezar ve hatta mesken olarak kullanılmıştır. Meryem Ana’nın Hazreti İsa’yı mağarada doğurması insanları bu yaşama yönelttiğini düşünüyorum. Tabii bu maksatla kazılmış mekanlar daha sonraları aynı zamanda sığınma yerleri olmuştur. Bu yapılar öyle sanatkarca yapılmışlardır ki bir mühendis gözü ile yer üstü yapısının yapılması daha kolay diye düşünüyorum.

GLİSIRA’DA NELER GÖRÜLEBİLİR Birkaç gün süren Glisıra gezimizde bütün görülebilecek yerlere ulaşmış değiliz. Bir günlük gezi de ise imkansızdır. Burada yapılacak Konya valiliğinin gezisinde ise bazı yerleri öneriyorum. Roma yolu ve köprüsü: Bence en harika olanı budur. Köprü çok az onarım görerek bugüne gelmiş, taş kaplama yolu ile köyün güneyinde hala ayaktadır. Şaraphaneler: Başka yerlerde rastlanılması çok zor olan yapılar köyün kuzey batısındadır. Katır İnleri : Yer üstü yapılan hanlar tarzında kolonlu kaya içine oyulmuşlardır. Glisıra su kemeri : Bugün köy içindeki çeşmenin sol tarafında kanalı taşıyan duvar ve kanal izleri görülmektedir. Çeşme ile köy arasında İstanbul Saraçhane’de (Valens kemeri) benzeyen tek gözlü kemerler bulunuyordu. Aynı zamanda köyün giriş kapısı idi. Geçiş güçlüğünden yıkılmış taşları Cumhuriyet dönemi yapılan okulda kullanılmıştır. Sandıkkaya Haç Kilise: İçi ve dışı haç şekline getirilmiş benzeri çok zor rastlanır küçük kilise veya şapel Şapeller : Köyün her tarafında kaya içine oyulmuş şapeller Sarnıçlar : Köyün her tarafında sarnıçlar Sonuç olarak araştırmalar sürdükçe bilgiler ve bulgular ortaya çıkacaktır. Ancak bu yapılarda resim ve yazıya çok nadir hallerde rastlanılmaktadır. Böyle bir yazılı kolon parçasına köy içinde bir evin bahçesinde rastlanılmıştır. 24 Nisan 1994 tarihinde Konya Valisi Attila Vural katılacağı, Konya Valiliği’nce düzenlenecek “Yediden Yetmişe Halk Yürüyüşü”nde korumasız mezar kazıcılarının kol gezdiği, doğal ve tarihi zenginlikleri ile Glisıra’da görüşmek dileğiyle yazıma son veriyorum.

(22 Nisan 1994 – Yeni Meram)

17 ECZACI SİBEL ve DR. HASAN GÜVENTÜRK’E VEDA YEMEĞİ Mehmet BİLDİRİCİ

Sosyal Sigortalar Bölge Müdürlüğü üst katında, yeni açılan sosyal amaçlı salonda, Meram yolundaki Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi elemanlarından Eczacı Sibel ve Dr. Hasan Güventürk onuruna 17 Nisan günü akşamı bir veda yemeği verildi. Dr. Hasan Güventürk, Adana Çukurova Tıp Fakültesi’ni bitip Konya Sosyal Sigortalar Hastanesi’nde doktor olarak göreve başlamış, burada Sibel ile tanışıp evlenmiştir. Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji dalında doktora sınavını kazanması üzerine Adana Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi’ne atanmıştır. Genç çiftin Konya’dan ayrılması dolayısıyla verilen veda yemeğine, başta Başhekim Dr. Hüsnü Bozkurt, Başhekim yardımcısı Dr. Fikret Büyükkökten, Başeczacı Hatice Sandıkçı olmak üzere Sosyal Sigortalar Kurumu doktor ve eczacılarının büyük bölümü katılmıştır. Başhekim Hüsnü Bozkurt, Başhekim Yardımcısı Dr. Fikret Büyükkökten, Başeczacı Hatice Sandıkçı tarafından genç çifte üstün başarı belgesi ve hediyeler verilmiştir. Daha sonra müzik eşliğinde dans ve eğlence başlamış gece geç saatlere kadar devam etmiştir. Başhekim Hüsnü Bozkurt’un genç çiftin nişan töreninde de bulunması Meram Opera Salonlarında yapılan nişan töreninin hatırlanmasına vesile olmuştur. Eczacı Sibel benim kızımdır. Onları Adana’ya yeni görevlerine uğurlarken böyle anlamlı, unutulması mümkün olmayan ve insan ilişkilerine artı boyutlar katan bu toplantıyı düzenleyen başta Hüsnü Bozkurt olmak üzere tüm katılanlara ve işin organizasyonunu üstlenen Dr. Süleyman Töke ve Dr. Arif Usman’a Güventürk ve Bildirici ailesi adına şükranlarımı sunarım.

(25 Nisan 1994 – YENİ MERAM)

18 KONUK YAZAR ŞEYH SADREDDİN PARKI Mehmet BİLDİRİCİ

Şeyh Sadreddin mahallesinde, Şeyh Sadreddin ve Turgutoğlu türbeleri arasında kalan park Askeriye’nin 1993 yılında duvarını beton duvar olarak yenilemesi üzerine bozulmuştu. Meram Belediyesi tarafından Park yeniden düzenlenmiş ve mahalle sakinleri tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Bu Park çevre sakinleri tarafından dinlenme yeri olarak kullanılmaktadır. Yakında bulunan dershanenin kızlı erkekli gruplarının buraya gelmesi cami cemaatini rahatsız ettiği izlenimi elde edilmiştir. Bunu önlemek yada başka maksatla 28 Mayıs 1994 günü izinsiz kavak ağaçlarının kesildiği görülmüş, ben ve başka mahalle sakinlerinin müdahalesi ile ağaç kıyımı durdurulmuştur. Ağaçların imam evi onarımı ihtiyacı için kesildiği öğrenilmiştir. Meram Belediyesi’nce konunun incelenerek bu çevre için en güzelinin yapılmasını dilerim.

(08 Haziran 1994 –YENİ MERAM)

19 ARAŞTIRMACI KÖŞESİ PROF. DR. SAİM SAKAOĞLU’NA TEŞEKKÜR Mehmet BİLDİRİCİ

Saim sakaoğlu benim ilkokuldan arkadaşım. Hakimiyeti Milliye İlkokulu birinci sınıfta başladığımızdan , yani 48 yıldan bu yana arkadaşlığımız sürmektedir. Doğum tarihlerimiz arasında annelerimizin ifadesine göre dört günlük bir fark bulunmaktadır. İlkokul’da öğretmenimiz Zekiye İzgi ve başöğretmenimiz Baha Gönenç idi. Onun numarası 50 benimki 25 idi. Aynı öğretmenlerden, aynı yıllar şekillendirilmemize rağmen hayatta farklı mesleklere yöneldik. Sakaoğlu Halk Edebiyatı’nı, ben ise inşaat mühendisliğini seçtim. Ben Konya’da çalıştım, kendisi uzun yıllar Konya dışında görev yaptı. Ancak Konya sevgisinden, Konya kültüründen ve yazarı olduğu YENİ KONYA’dan hiç kopmadı. Erzurum’da çalışırken, Amerika Birleşik Devletleri’nde görevli bulunduğu zamanlarda rahmetli babası Mehmet Sakaoğlu, Yeni Konya gazetelerini daima göndermiş ve Konya’da olan bitenden haberi olmuştur. Sakaoğlu yabancı ülkelerde görevli veya kongreler dolayısıyla bulunduğunda İngilizce yayınların KONYA ile ilgili kısımlarının fotokopisini toplamış, elinde geniş bir koleksiyonu bulunmaktadır. Dostları ve onların ailelerine daima iyi niyet ve sevgiyle yaklaşan Sakaoğlu ile 48 yılda temasımız hiç kaybolmamıştır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı kitabımın basılmasından önce ve sonra en büyük desteği de Sakaoğlu’ndan görmüş bulunuyorum. Hazırlık safhasında görüştüğümüz hafta sonu pikniklerinde, uzun yıllar uluslar arası bilimsel toplantılarda bulunmanın verdiği engin deneyimleri ile bana yol gösterdi, ve yukarıda bahsettiğim İngilizce topladığı yayınların fotokopilerini bana verdi. “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” yayınlandıktan sonra akademik çalışmaları ve Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevleri dolayısıyla zamanı çok kısıtlı iken bana zaman ayırarak kitabımı bir bilim adamına yakışır şekilde incelemiş ve YENİ KONYA gazetesinde 05 Mayıs 1994 tarihinde “MEHMET BİLDİRİCİ ve ESERİ” adlı uzun bir makale yazmıştır. Bu kitabımın tanıtılmasında çok etkili olmuştur. Bu yazımda kendisine teşekkürlerimi sunuyor. Daha uzun yıllar akademik ve yöneticilik hayatında başarılarının artarak devam etmesini diliyorum.

(18 Ekim 1994 – YENİ KONYA)

20 ARAŞTIRMACI KÖŞESİ YENİ KONYA ve SUAD ABANAZIR’A TEŞEKKÜR Mehmet BİLDİRİCİ

1994 Nisan ayında Devlet Su İşleri genel Müdürlüğü tarafından kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” kitabım yayınlanmış bulunmaktadır. Üç yıldan bu tarafa yaptığım bu çalışmalarda KONYA ile her soruna eğilen, ilgi gösteren Adil ve sınıf arkadaşım Ünal Gücüyener ile daima temas halinde oldum. Onların görüşlerinden devamlı yararlandım. Kendileri de kitabım yayınlanınca, gazetede bunu haber olarak verdiler, konu ile ilgili makalelerime gazetelerini açtılar. Gene YENİ KONYA’nın değerli başyazarı Avukat Suad Abanazır yoğun işleri yanında zaman ayırarak “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” kitabımı inceledi ve 15 Temmuz 1994 tarihinde “KONYA OVASI ve BİR ESER” adlı baş yazısını yazdı. Burada geleceğimiz ve bunun çok önemli bir bölümü olan su sorununun, Konya’nın ve hepimizin bir sorunu olduğunu burada vurguladı. Coğrafyamızı su konusunu anlamak için işi başından yani tarihinden başlamamız gerektiğini yazısında belirtmektedir. Suad Abanazır, 1965 yılında Alaaddin Torance Gazinosu salonlarında il başkanı olarak eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü onuruna verdiği yemekten bu yana tanıdığım, yazılarını okuyup takdir ettiğim, bir kişidir. YENİ KONYA’nın sahipleri Sayın Adil ve Ünal Gücüyener ile değerli başyazarları Sayın Avukat Suad Abanazır’a teşekkürlerimi sunuyorum. Bu desteklerinin aynı konularda devam eden çalışmalarıma güç verdiğini beyan ediyorum.

(18 Ekim 1994 – YENİ KONYA)

21 ARAŞTIRMACI KÖŞESİ EDİP SEVİŞ’E TEŞEKKÜR Mehmet BİLDİRİCİ

YENİ MERAM gazetesinin değerli yazarı Edip Seviş’i tanırız, severiz, sayarız. İleri yaşına rağmen kültür ve fikir çalışmalarını bırakmamış, bize örnek olarak da devam etmektedir. Edip Seviş’i bazılarımız gazeteci, çoğumuz çok değerli bir müzik adamı olarak bilir. Edip Seviş1912 yılında İstanbul’da doğmuş ve o zamanki adı ile Yüksek Mühendis Mektebi’ni bitirerek İnş.Y. Mühendisi olmuş uzun yıllar Bayındırlık Bakanlığı’nda Bayındırlık Müdürlüğü görevlerini yüklenmiş değerli bir bürokrattır. Konya’da emekli olduğundan bu yana Mevlana sevgisi onu Konya’mızda alıkoymuştur. Konya’da mühendis meslektaşlarımızın tümünün ağabeyidir. Tabii mühendislik yanında müzik yaşamını amatör bir ruhla bugüne gelmiştir. Edip Seviş ile bir araya geldiğimizde ve yaptığımız uzun sohbetlerde daima yeni bir şeyler öğrenmişimdir. Kendi dönemindeki mühendislik ve müzik dolu yaşamı hakkında anlattıkları hep ilgimi çekmiştir. Bu defa DSİ Genel Müdürlüğü tarafından kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla yayınlanan “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı kitabımı kendisine armağan ettiğimde, kitabımı bölüm bölüm incelediğine tanık oldum. Bu da beni çok mutlu etti. Lütfederek hazırladığı “TARİHİ SU KAYNAKLARI” adlı güncel yazısı 16 Mayıs 1994 tarihinde YENİ MERAM’da yayınlandı. Kendisine bu zahmetleri için teşekkür ediyor, kendisinden daha çok öğreneceğimiz şey olduğunu beyan ediyor, müzik ve kültür dolu çalışmalarının devamını diliyorum.

(19 EKİM 1994 – YENİ MERAM)

22

THE BIBLICAL LYSTRA AND GLISIRA IN KONYA REGION By Mehmet BİLDİRİCİ

He was born in Konya in 1939 and graduated from Civil Engineering Faculty of Istanbul Technical University in 1962. He has been studied on historical water supply systems since 1991. His work “Konya Tarihi Su Yapıları” was published by DSİ (State Hydraulics Works) in Ankara in 1994.

Konya, the capital of Seljuk Empire, the home of Mevlana Celaleddin and the birth place of Mevlevi order is very important in Turkish Culture and civilization that began to spread around in 13th century. On the other hand Konya than ICONIUM is very important and cradle of civilizations from Neolithic time to Seljuk and Ottoman era. In this article we will recover the Biblical city LYSTRA and Glisıra.

Lystra, now a deserted city near Hatunsaray is 38 km far from Konya in the South. When we reach to Hatunsaray on the Konya-Akören highway ZOLDERA Höyük can be seen on the west. Now nothing can be seen on the site, all inscriptions in Greek and Latin had been found around can be seen Konya Archaeological Museum. Lystra has been founded around 6 BC by the first Roman Emperor Augustus as a Roman Colony to pres the tribes living around who had been settled the area before Greek-Roman era. Lystra appears as the birth place of Saint TIMETHIUS, the disciple of Saint Paul. He seems like his son. The father of Timothius was a native, but his mother, the daughter of Jew, whom is probably a Roman officer. Probably with the invitation of Timothius the cities Iconium and Lystra had been visited Saint Paul and his friend Barnabas in the fist century. We read these lines from Bible (The Acts 14) “And at Lystra there was a certain man who from the birth had been without the use of his feet, never having had the power of walking. This man was giving ear to the preaching of Paul who looking at him and seeing he had faith to be made well. He said a loud voice. Get out on your feet. And jumping up, he went walking around. And when the people saw what Paul had done, they said in loud voice in the language of , the gods have come down to us in the form of men. Lystra was very important city in the Byzantine era too. Then she had been deserted, but we don’t know when it had been occurred and what was the reason? In the 19th century archaeologists wanted to fix the site of Lystra. At first some other sites as Ilıstra and Glisıra had been supposed to be Lystra. In 1885 American Archaeologist F. Sterret found a Latin inscription in Zoldera Höyük in Hatunsaray and fixed the site. This Latin inscription is “DIVIUM AUGUSTUM COLONIA JULIA FELIX GEMİNA LUSTRA”. In English “With the order of the officer wealthy colony Lystra, two oxen were sacrificed to the honor of Sacred Augustus” With the beginning of archaeological excavations the visitors will see very interesting Monuments.

GLISIRA, mediaeval KLISTREA, now Gökyurt is 16 km from Lysra in the Northwest. The similarity of the names is attractive but we know nothing about their meaning. Glisıra is on the Roman road running from Lystra to Pappa Tiberiopolis that is another Roman city had been founded by the next Roman Emperor Tiberius on the Konya-Beyşehir highway (Now Yunuslar village).

23 In the 6th- 10th centuries the people of Glisıra had houses, churches, and tombs digging hart rocks like at the Cappadocia. On the contrary Glisıra had never been seen in history, only a few inscriptions had been found. But the monuments and the geography are very interesting and she is going to be a second Cappadocia. With the organizations of Konya Govern in April 1994, hundreds of people visited Glisıra, and began to be explored. Here some photographs of the monuments of Glisıra. -Roman bridge and paved road on it. -Mediaeval rock-cut Church -Sandıkkaya Chapel in the form of Cross both inside and outside

(Bu yazı Daily News için hazırlandı, yayınlanmadı)

24 MEHMET BİLDİRİCİ YAZILARI 1995

KONYA İDADİSİ’NDEN SULTANİSİ’NDEN YETİŞENLER Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’nın en eski öğretim kurumu, Osmanlı yönetiminden bugüne gelebilen iki kurumdan biri olan Konya İdadisi 1889 yılında kurulmuş, daha sonra Konya Sultanisi, Konya Lisesi, Gazi Lisesi olarak öğrenimine devam etmektedir. Konya İdadisi 1889-1913 yılları arasında hizmet vermiştir. İdadi’de okunan dersler, öğretmen ve öğrencileri hakkında Konya Lisesi öğrencisi, daha sonra aynı yerde Fizik öğretmeni HÜSEYİN KÖROĞLU tarafından yayınlanan “KONYA LİSESİ TARİHİ” bulunmaktadır. Burada bu kurum hakkında toplu bilgiler yer almaktadır. Ben ise Konya Lisesi’nin 1957 yılı mezunuyum. Yani kurumun meyvesiyim. Konuya bu açıdan bakıp, Konya İdadisi mezunları kimlerdir?, ülkeye ne gibi hizmetler vermişlerdir?. Bu yazı dizisi ile onu irdelemeye çalışacağım. Tespit edebildiğim önemli mezunların kısa hayat hikayelerini buraya koyacağım. Şüphesiz bunlara tümü değildir. Konya İdadisi Fransa’daki okullar model alınarak açılmış bugünkü ortaokul lise seviyesi arasında bir okuldur. Fen dersleri yanında, dini dersler gene ağırlıklıdır. Konya İdadisi önceleri Alaaddin tepesinin doğusunda bugün mevcut olmayan bir binada açılmış, daha sonra bugün Karma Ortaokul olarak bilinen binaya taşınmıştır. İdadi’nin açıldığı yıllarda Konya’da 50 civarında dine dayalı derslerin okutulduğu medreseler, Sanat ve Öğretmen okulları, azınlıkların dini okulları, ve Protestan Jenanyan okulu bulunuyordu. Müfredatını, ders saatlerini, öğretmenlerini bildiğimiz İdadi’de bunların ne ölçüde okutulduğu konusunda fazla bilgimiz bulunmamaktadır. Ama pek çok yabancı dil okutulduğunu biliyoruz. Fransızca, Osmanlıca, Arapça ve Farsça bu kurumda okutulmuştur. Öğrenci bu dillerden birini veya bir kaçını bir metin okuyacak kadar öğrenmiş midir?. Kitap ve Laboratuar imkanları ne idi?, fen dersleri ne derece anlaşılmıştır? Ama çok çarpıcı olarak görülmektedir ki Konya İdadisi’nden yetişenler Konya ve civar illerde hatta Türkiye’nin pek çok yerinde çok önemli görevler üstlenmişler, ülkeye büyük hizmetleri olmuştur. Konya İdadisi’nin kayıtlarına göre 1889-1913 yılları arasında 278 mezun vermiştir. Bugün Gazi Lisesi’nden bir yılda mezun olanlar ile karşılaştıracak olursak çok küçük bir rakam olduğu görülecektir. Bu yıllarda ki mezun sayıları şöyledir. 1893 yılında 7 mezun 1904 yılında 21 mezun 1894 “ 7 “ 1905 “ 13 “ 1895 “ 3 “ 1906 “ 14 “ 1896 “ 5 “ 1907 “ 13 “ 1897 “ 2 “ 1908 “ 13 “ 1898 “ 8 “ 1909 “ 23 “ 1899 “ 8 “ 1910 “ 28 “ 1900 “ 8 “ 1911 “ 28 “ 1901 “ 4 “ 1912 “ 27 “ 1902 “ 5 “ 1913 “ 23 “ 1903 “ 18 “ Toplam 278

KONYA İDADİSİ’NİN İLK 40 MEZUNU Konya 1317 (1901) yılı Salnamesi’nde (Yıllık) İdadi’den mezun ilk 40 kişinin ismi ve o andaki mesleki durumları verilmektedir. Parantez içindeki değerler tarafımızdan yapılan açıklamalardır.

1

Yılı Sıra İsmi Mesleği açıklama 1893 1 Hazım (1875-1896) - İlk öğrenci “ 2 FAİK SOYMAN Öğretmen (1876-1960) “ 3 Mehmet Akşehir’de öğretmen “ 4 Osman Baytar “ 5 Tahir Mahkeme Başkatip “ 6 İbrahim Baytar “ 7 Şemsettin Baytar 1894 8 Sarafin (ölü) Hıristiyan “ 9 Ali Beyrut’ta katip “ 10 Vasil Baytar Hıristiyan “ 11 İlyas (ölü) - Maruni, Hıristiyan “ 12 Ganyanos Ziraat Hıristiyan “ 13 Rıza “ 14 Hüsnü Harbiye 1895 15 Yuvan Tüccar Hıristiyan “ 16 İspiro Harbiye Hıristiyan “ 17 Nüzhet 1896 18 Abdülkerim Maruni, Hıristiyan “ 19 Bekir Öğretmen İdadi resim öğretmeni “ 20 Rıfkı “ 21 Halil Baytar “ 22 Mustafa 1897 23 Davud öğretmen “ 24 Basri Aksaray’da öğretmen 1898 25 M. FERİT UĞUR 1880-1942 Milli Eğitim Müdürü “ 26 Filip Antalya’da öğretmen “ 27 HİPOKRAT Doktor (1880-1920) “ 28 GALİP (TEZÖREN) İnşaat Mühendisi 1880-1963 “ 29 Cemal Nahiye Müdürü “ 30 Ömer öğretmen “ 31 Hüseyin Koçhisar’da katip “ 32 Osman 1899 33 Nihat “ 34 Rıza

2 “ 35 Hüsamettin “ 36 MAZHAR BABALIK 1881-1930 Gazeteci “ 37 SAİT KORU 1881-1934 Hacı Bahrizade “ 38 Nuri (Mendi) 1879-1973) Hacımindizade “ 39 Teodor Hıristiyan “ 40 Pertev

İdadi’nin çok rağbet gördüğü ve azınlık çocuklarının da devam ettiği görülmektedir. Rum, Ermeni yanında Hıristiyan Arap’ların (Maruni) olduğu dikkat çekicidir. Şimdi bu 278 kişiden önemli görevlerde bulunmuş, hayat hikayelerine ulaşılabilmiş kişileri inceleyelim. HAZIM (1875-1896) Konya Sipahi Kumandanı Ali Esat Bey’in oğludur. İdadi’nin ilk öğrencisi ve ilk mezunudur. Öğrenim için gittiği İstanbul’da genç yaşında öldü. Faik Soyman’ın ağabeyidir.

FAİK SOYMAN (1876-1960) Konya’da doğdu. Sipahi Kumandanı Ali Esat bey’in küçük oğludur. 1893 yılı mezunudur. İdadi’den sonra öğrenimine devam etmedi. İdadi’de katiplik, Kız Öğretmen Okulu ve azınlık okullarında Türkçe öğretmenliği, Halkevi başkanlığı görevlerinde bulundu. Konya Lisesi tarihi için kaynak kişi olmuştur. “Konya Rehberi- 1921”, “Eski Eserler Kılavuzu-1944” adlı yayınları hazırlayanlardan biridir. Ayrıca hazırlanmış yayınlanmamış eserleri bulunmaktadır. Kızı tarafından Fenni Fırın arkasında oturduğu evinin altı Halk Kütüphanesi olarak açılmıştır. Soyman kendi el yazması kitaplarını ise Yusuf Ağa kitaplığına bağışlamıştır. Oğlu Esat Soyman (1915-?) ve kızı ise Kız Muallim Mektebi mezunu Sıdıka İzmirligil’dir (Mustafa İzmirligil eşi).

BEKİR BEY (1878-?) Akşehir’de doğmuştur. 1896 yılında Konya İdadisi’ni bitirmiş, aynı idadide resim öğretmenliği görevini sürdürmüştür.

NURİ MENDİ (1879-1973) İdadi’den mezun olduktan sonra ticaret ile uğraştı. Halk filozofu Tayip Ağa’nın kız kardeşi ile evlendi. Oğlu muhasebeci Azmi Mendi.

MEHMET FERİT UĞUR (1880-1942) Konya’da doğdu. 1898 yılında Konya idadisi’ni birincilikle bitirdi. Yüksek öğrenime devam etmedi. Konya İdadisi’nde Müdür Yardımcılığı (1901-1908), ve uzun yıllar Konya Milli Eğitim Müdürlüğü görevini sürdürdü. 1924 yılında emekli oldu. Emekli olduktan sonra Konya Lisesi’nde Tarih öğretmenliği ve Halkevi Başkanlığı görevlerinde bulundu. Mesut Koman ile birlikte “SAHİP ATA, HAYATI ve ESERLERİ- İstanbul 1934” adlı kitabı yayınladı. Konya Dergisi’nde yazıları çıktı. Doktor Fethi Ferit Uğur’un babasıdır.

GALİP TEZÖREN (1880-1963) Konya’da doğdu. Konya İdadisi’nden 1898 yılında mezun olduktan sonra İstanbul’da “HENDESE-İ MÜLKİYE” okulunda öğrenim gördü ve 1905 yılında İnşaat Mühendisi oldu. Konya’da orta öğrenimini tamamlayıp ilk İnşaat Mühendisi olan kişidir. Uzun yıllar Haydar

3 Paşa- Bağdat Demiryolları işinde Mühendis olarak çalıştı. Bir defasında Bedevi Araplar tarafından kaçırıldı ve çölde bırakıldı. Kıl payı ölümden döndüğünü yakınlarına anlatmıştır. Emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşti. 1963 yılında İstanbul’da öldü. Sabiha Hanım ile evlendi. İki oğlu vardı. Konya’nın ilk müteahhitlerinden Rifat Oturanç’ın dayısı idi.

HİPOKRAT (1880-1920) Konya’da uzun yıllar hekimlik yapan Hekim Sava’nın oğlu, yada yeğenidir. Hekim Sava Konya İdadisi’nin 1901 yıllarında doktorudur. Çok sevilen efsanevi bir kişiliği olmasına karşı, tıp öğrenimini nerede yaptığı ve nereli olduğu bilinmemektedir. Hipokrat Konya’da orta öğrenimini yapan ve doktor olan ilk kişidir. İsminin doktorluğun kurucusu kabul edilen Hipokrates ile aynı oluşu dikkat çekicidir. Doktor olarak Konya’da çalıştı ve 1920 yılında Delibaş olayına karışığı savı ile idam edildi ve bugün mevcut olmayan Zindankale’deki Rum mezarlığında toprağa verildi.

MAZHAR BABALIK (1881-1930) Konya’da doğdu. Nedim Bey’in oğludur. 1910 yılında Konya’nın ilk günlük gazetesi BABALIK’ı çıkarmaya başladı. Gazete zamanın valisinin isteği üzerine 1917-1918 yılları arasında TÜRK SÖZÜ ismini aldı, sonra eski ismi ile yayınına devam etti. Matbaası şimdiki Selçuk Oteli’nin yerinde idi. Babalık gazetesi Kurtuluş Savaşı’nda verdiği haberlerle halkın moral kaynağı oldu. 1930 yılında öldü ve Yediler mezarlığında toprağa verildi. Ailesi gazeteyi 20 yıl daha yayınlamaya devam etti.

SAİT KORU (1881-1934) Nakiboğlu Hacı Bahri Efendi’nin oğlu, Mümtaz Koru’nun kardeşidir. İdadi mezunu. Ticaret ile uğraştı. Konya’da öldü, Üçler mezarlığında toprağa verildi. Avukat Verem Savaş Derneği Başkanı Erbil Koru’nun babasıdır.

İSA RUHİ BOLAY (1880-1954) Konya’da doğdu. Konya İdadisi ve İstanbul Darülfünun İlahiyat Bölümü’nde öğrenim gördü. 1903 yılında Üsküdar İdadisi’nde göreve başladı, daha sonra Konya İdadisi Arapça öğretmenliğine atanmış, Arapça dersleri kaldırılana kadar bu görevi sürdürmüştür. 1927 yılında emekli olmuş, ölümüne kadar vaizlik yapmıştır. Avukat M. Hulusi Bolay’ın babasıdır.

İBRAHİM ACZİ KENDİ (1882- 1965) Konya’da doğdu. Konya İdadisi’nden sonra Mülkiye’ye kaydoldu. Ancak üzerinde Namık Kemal’in şiiri bulununca ayrılmak zorunda kaldı. Isparta Barla’da Nahiye Müdürlüğü, ve Konya’da öğretmen olarak görev yaptı. Şair ve yazardı, Konya’da çeşitli dergilerde yazıları çıktı. Kitapları Yusuf Ağa kitaplığına bağışlandı. Hocası “Ayaşlı Şakir” ile ilgili yazı dizisi vardır. 1965 yılında Konya’da öldü ve Üçler mezarlığında toprağa verildi. Tarık Kendi, Cenap kendi, Coğrafya öğretmenimiz Havfi Kendi oğulları, Prof Dr Sezer Kendi, torunudur.

HÜSEYİN AVNİ (1884-1928) Karaman’da doğdu. Konya İdadisi mezunudur. 1920-1928 yılları arasında Karaman Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuştur.

SAMİ BAŞBUDAK (1885-1959) Konya Ereğlisi’nde doğmuştur. İdadi’de öğrenimin ardından, İstanbul’da Eczacılık öğrenimi görmüştür. Önce İstanbul Fatih’te Eczane açmış, 1922 yılında Eczanesi’ni Ereğli’ye

4 taşımıştır. Ereğli’de açılan Sümerbank Ereğli Bez Fabrikası’nın açılma safhalarında yardımı olmuştur. 1955 yılında tekrar İstanbul’a taşınmış, 1959 yılında İstanbul’da ölmüş Karacaahmet mezarlığında toprağa verilmiştir.

ABDULLAH SALİM OĞUZER (1885-1950) Konya’da doğdu, İdadi mezunu, İstanbul’da öğrenim gördü, Doktor oldu. Savaşlara katıldı. Konya Devlet Hastanesi’nde görev yaptı. Emeklilikten sonra Konya Belediyesi doktoru oldu. Kız kardeşi Nimet Uzluk’tur.

CELALEDDİN ALİ İMER (1885-1955) Konya’da doğdu. Mevlevi sülalesinden Ali Çelebi’nin oğludur. Bir süre İdadi ve Hukuk Mektebi’nde okumuştur. Birinci Dünya savaşı’na katılmış, dönüşte önce Askeri İdadi’de, daha sonra Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yapmış, Öğretmen Okulu’nun 1936 yılında Adana’ya taşınınca öğretmenliğini 1950 yılına kadar Konya Lisesi’nde tarih öğretmeni olarak sürdürmüştür. Vatansever Celal bey olarak tanınırdı. 1955 yılında öldü, Üçler mezarlığında toprağa verildi. Dört oğlu iki kızı vardı. Sabahaddin İmer, Oğuz İmer, Kubilay İmer, Vedia Sinangil ve Güzin Atademir’in babalarıdır.

MEHMET MUHLİS KONER (1886-1957) Konya’da doğdu. Rüştü Efendi’nin oğludur. 1904 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. Bir ara Konya’da açılan Hukuk Mektebi’ne devam etti, bıraktı. Konya İdadisi’nde katiplik (1907- 1916), Fransızca öğretmenliği yaptı. Adana Milli Eğitim Müdürü oldu. Çok yönlü bir kişi olan Koner 3 defa Konya Belediye Başkanlığına getirildi. İlki 1917-1918, ikincisi 1922-1923 ve sonuncusu 1946-1950 yıllarıdır. İkinci Belediye Başkanlığında Konya’yı ziyaret eden Mustafa Kemal ve eşi Latife Hanımı evinde ağırladı. İlk belediye başkanlığında Konya’da atlı tramvay kuruldu. İkinci belediye başkanlığında Alaaddin tepesi üzerindeki tarihi Bizans kilisesi yıktırıldı.! Son belediye başkanlığında, Alaaddin tepesinin çevresine duvar örüldü. Halkevi başkanlığı görevinde bulunan Koner 1945-1947 yılları arasında SELÇUK gazetesini çıkardı. Fransızca, Farsça bilen Koner, 1961 yılında Konya Belediyesi’nce yayınlanan “MESNEVİ’NİN ÖZÜ” isimli kitabı yayınlandı. Avukat Özgen Küçükkoner kızının oğludur.

MÜMTAZ BAHRİ KORU (1888-1962) Konya’da doğdu. Babası Nakiboğlu Nazif Efendi’nin oğlu Hacı Bahri, annesi Hatice Hanım 1. Meşrutiyet dönemi Konya Mebusu Hacı Fasıh Efendi (ölümü 1914) kızıdır. 1905 yılında Konya İdadisi’nden birincilikle mezun oldu. Bir süre Fransa’da ekonomi öğrenimi gördü. İdadi’den mezun Avrupa’da öğrenim gören ilk kişidir. Dönüşte 1910 yılında Konya İdadisi’nde Matematik öğretmenliğine atandı. Bu arada Konya’da açılan Hukuk Mektebi’ne devam etti ve oradan da diploma aldı. Bir siyasi parti okulu olan “İTTİHAT TERAKKİ İDADİSİ”nde Müdürlük görevini yürüttü. 1925 yılına kadar özel “İNTİBAH” okulunu açtı ve yönetti. Bu arada Konya İdadisi’nde Ekonomi ve İktisat derslerini okuttu. Daha sonra Konya Ziraat Bankası Müdürlüğü’ne atandı. Ankara’da Ziraat bankası Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. Emekli olunca Konya’ya döndü. Konya’da öldü ve Üçler Mezarlığında aile mezarlığında toprağa verildi. Emekliliğinde o zamanlar gençliğe öldürücü darbeleri olan Verem hastalığına karşı kolları sıvadı. Halen görevlerini sürdüren aşağıdaki sağlık kurumlarını kurdu. Mümtaz Bahri Koru Dispanseri 1948 Devlet Hastanesi karşısı Güzide Koru Dispanseri 1954 Eski Buğday Pazarı civarı Veremle Savaş Derneği 1960 Alaaddin Caddesinde Göğüs Hastalıkları Hastanesi 1961 Meram Dere yolunda

5 Mümtaz Koru İlkokulu 1954 Atatürk Heykeli yanında Ölümünden sonra eşi Güzide Koru (1890-1971) eşinin ölümünden sonra Verem Savaş Derneği’nin başkanlığını yürütmüştür. Halen yeğeni Avukat Erbil Koru bu görevi yürütmektedir. Erbil Koru, Tıp Fakültesi Hastanesi’ne Göğüs hastalıkları için bir bina yaptırıp teslim etmiştir. Bu bilgiler yeğeni Erbil Koru’dan alınmıştır.

AHMET BEY (1889-1925) Konya’da doğdu. Konya İdadisi’nden sonra Baytarlık Okulunu bitirip Veteriner oldu. Ordu’ya katıldı, Ankara ve İstanbul’da görev yaptı. Laboratuar çalışmaları sırasında ruam hastalığına yakalandı ve bilim şehidi olarak can verdi. İstanbul Edirnekapı Mezarlığında toprağa verildi.

SAİT SÖNMEZ (1889-1945) Seydişehir’de doğdu. Konya İdadisi’nden sonra hukuk öğrenimi gördü. 1938-1941 yılları arasında Seydişehir Belediye Başkanlığı görevinde bulundu.

ALİ HAYDAR ÖZKENT (1890-1961) Konya’da doğdu. İdadiyi pekiyi derece ile bitirdi. İstanbul’da Hukuk öğrenimini gördü. Avukat oldu. Katıldığı 1. Dünya Savaşı’nda Ruslara esir düştü, uzun yıllar Kazan’da kaldı. Daha sonra Moskova’da Türkiye Büyükelçiliği’nde görev yaptı. İstanbul’a dönünce Avukat olarak çalıştı. Konyalı Avukat olarak tanındı.

TEYFİK FİKRET SILAY (1890-1959) Konya Sille’de doğdu. Konya İdadisi’nden mezun olduktan sonra Hukuk öğrenimi gördü. Politikaya atıldı. Yedi dönem (1923-1950) Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) Konya milletvekili seçildi. Başbakan Celal Bayar ve Refik Saydam kabinelerinde Adalet Bakanlığı (03 Ocak – 03 Nisan 1939) görevinde bulundu. C.H.P Genel Sekreteri oldu (1947-1950) 1950 yılında politikadan çekildi. Ankara’da öldü. Sılay Konya İdadisi mezunu ilk bakan olan kişidir.

ARİF BUDAK (1891- ?) Konya’da doğdu. İdadi’nin ardından Fransa’da Besancon Öğretmen Okulu’nda öğrenim gördü. Konya Lisesi’nde Fransızca öğretmeni oldu. (1919-1935), bir ara Bursa Lisesi Müdürlüğüne getirildi, tekrar Konya Lisesi’ne döndü, 1942 yılında emekli oldu.

NACİ FİKRET BAŞTAK (1891-1948) Konya’da doğdu, 1911 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. Çok çalışkan bir öğrenci idi. Öğrenimine devam etmedi. Daha öğrenci iken ŞAHAP dergisinde yazıları çıktı. Kendi kendine Fransızca öğrendi. 1920-1922 yıllarında Konya Sultanisi’nde Türkçe derslerine girdi. Konya Müze Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi Kütüphane Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1925-1929 yılları arasında Konya’da yayın yapan YENİ FİKİR dergisinde tarih, edebiyat ve felsefe konularında yazıları vardır. O yıllarda ortaya çıkan ENERJİTİZM adlı felsefe akımını arkadaşı Namdar Rahmi Karatay ile savundu. Konya’nın ilk çağlarına ait Türkçe ve Fransızca pek çok yazısı vardır. Konya’nın ilk çağları ile ilgili bir kitap hazırladı ama bastırılmadı. Hiç evlenmedi, yoksulluk içinde öldü.

CEVDET ARIKUT (1891- ?) Konya’nın zengin ailelerinden Tahir Paşa’nın oğludur. Konya İdadisi 1911 yılı mezunudur.

6 İSMAİL ZÜHTÜ (1892-1928) Konya’da doğmuştur. 1905 yılında girdiği Konya İdadisi’nden 1912 yılında mezun olmuş, Konya’da İttihat Terakki İdadisi, İntibah özel okulu, Sanat Enstitüsü’nde Türkçe öğretmenliği (1924-1926) yapmıştır. Folklor çalışmaları ile dikkati çeken Zühdü, genç yaşta kendini alkole vermiş, ölmüştür. Namdar Rahmi ve Naci Fikret’in arkadaşıdır. (Kaynak Yeni Fikir dergisi- 1928) Kaynak: Konyalı Folklorcu İsmail Zühtü, Safa Odabaşı, (Yeni Konya Kırkambar, 02.03.1996)

AHMET BEY (1894- ?) Kayseri’de doğdu. Konya İdadisi’nden mezun oldu. 1921 yılında Konya Sultanisi Almanca öğretmenliği görevinde bulundu.

TEYFİK BEY (1895-?) Konya’da doğdu. İdadi mezunu. Almanya’da Bonn Üniversitesi’nde Ziraat Bölümü’nde okudu. 1924-1925 yıllarında Konya Lisesi Almanca öğretmenliği yaptı.

NAMDAR RAHMİ KARATAY (1896-1953) Selçuklu veziri Celaleddin Karatay soyundan Rahmi Bey’in oğludur. Babasının görevli olduğu Kütahya’da doğdu. 1912 yılında İdadi’den mezun oldu. Konya Sultanisi’nde 1920-1922 yılları arasında edebiyat ve felsefe derslerine girdi. Milli Eğitim Bakanlığı Orta Öğretim Şube Müdürlüğü görevinde bulundu. Afyon ve Bursa liselerinde felsefe öğretmenliği yaptı. 1948 yılında felç geçirdi, 1953 yılında İzmir’de öldü. Arkadaşı Naci Fikret ile ENERJİTİZM adlı felsefe akımını savundu. Basılmış çeşitli eserleri vardır. “Felsefe Meslekler Vokabüleri”, “Paris Mektupları”, “Geçti Bor’un Pazarı”, bu şiiri çok tutuldu. SALİH ZEKİ AKTAY (1896-1971) Isparta Şarkikaraağaç’ta doğdu. 1912 yılında İdadi’den mezun oldu. Edebiyat öğretmeni olarak çeşitli liselerde görev yaptı. Mitolojiden esinlenerek şiirler yazdı, ve şiirleri çok tutuldu. “Asya Şarkıları-1933”, Mine Çiçekleri- 1944”, “Laton-1964”, gibi yayınlanmış kitapları vardır.

AGAH SIRRI LEVENT (1894-1978) Rodos Adası’nda doğdu. 1913 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. Edebiyat öğretmeni oldu, çeşitli liselerde edebiyat öğretmeni oldu. 1943-1946 yılları arasında CHP Aydın milletvekili oldu. Türk Dil Kurumu’nda yazmanlık yaptı. Yayınlanmış eserleri “Divan Edebiyatı Dersleri”, Divan Edebiyatı”, “Ali Şir Nevai”

MUZAFFER HAMİD (1896-1934) Konya’da doğdu. İdadi mezunu. Diş Tabii oldu. Babalık gazetesinde baş yazarlık yaptı, Konya Mecmuası’na yazıları çıktı. Askeri Ortaokulda Biyoloji öğretmeni iken genç yaşta öldü. Nazif Yardımcı’nın amcasıdır.

RAŞİT USMAN (1897-1977) Konya’da doğdu. Arif Efendi’nin oğludur. İdadi mezunu. Konya Lisesi Orta kısmında, Askeri Orta Okulda Türkçe öğretmenliği görevlerinde bulundu. Şair ve yazar olan Usman Halkevi’nde çalıştı. “Konyalı Genç Kalemler” isimli kitabı yayınlandı. Avukat Fakir Usman oğludur.

7 AFİF EVREN (1897-1977) Karapınar’da doğdu. İdadi mezunu. Babalık ve diğer Konya basınında yazıları çıktı. Babalık gazetesi sahibi Mahzar Bey’in kayın biraderi idi. Son dönemlerinde kendini alkole kaptırdı ve yoksulluk içinde öldü.

EDİP ÖYMEN Konya İdadisi mezunu, ilk kadın milletvekili Fakihe Öymen’in eşi, CHP Başkanı Altan Öymen’in amcasıdır.

KONYA SULTANİSİ’NDEN YETİŞENLER Konya İdadisi, 1914 yılından itibaren dersleri daha da yoğunlaştırılarak Konya Sultanisi olmuştur. Konya Sultanisi Cumhuriyet dönemine kadar devam ve 1924 yılında yeniden düzenlenerek Konya Lisesi haline dönüşmüştür. 1922 yılında Mustafa Kemal Konya ziyaretinde Sultani’yi ziyaret etmiştir. Sultani savaş içinde geçen bu yıllarda sadece 48 mezun verebilmiştir. 1914 yılında 0 1920 yılında 0 1915 “ 25 1921 “ 2 1916 “ 2 1922 “ 9 1917 “ 2 1923 “ 8 1918 “ 0 Toplam 48 1919 “ 0

FEHMİ AKSU (1898-1957) Isparta’da doğdu. Sultani mezunu. Isparta’da çeşitli görevlerde bulundu.

SADREDDİN KARATAY Namdar Rahmi Karatay’ın küçük kardeşidir. 1916 yılında Sultani’de öğrenci iken Macaristan’a gönderilmiş orada ziraat öğrenimi görmüştür. Yurda dönüşünde çeşitli görevlerde bulunmuş, özellikle Macarca’dan pek çok kitabi Türkçe’ye çevirmiştir. Bu bilgiler kendisinin Hüseyin Köroğlu’na yazdığı mektuptan alınmıştır.

MUSTAFA İZMİRLİGİL Aslen Meram ilçesi Detse köyündendir. Sultani’de okumuştur. Birinci Dünya savaşına katılmış, Şam’da İngilizlere esir düşmüştür. Dönüşte Konya’da ticaret ile uğraşmış otomobil acantacılığı ve petrol bayiliği yapmıştır. Faik Soyman’ın kızı ile evlenmiştir.

ŞAHABEDDİN UZLUK (1900-1989) Konya’da doğdu. Babası Ahmet Hamdi Bey annesi Sıdıka Hanımdır. Küçüklüğü Ereğli’de geçer. Babası Yemen’de şehit olur. Prof. Feridun Nafiz Uzluk’un ağabeyidir. Sultani’den 1919 yılında mezun olduktan sonra Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümünde öğrenim gördü ve 1923 yılında mezun oldu. Yüksek Mimar oldu. Daha sonra mimari öğrenimi için Almanya’ya gitti. Ankara İmar planını hazırlayan Jansen’in asistanı oldu. 1935 yılında döndü. Mimarlık yapmayıp Karma Orta Okulu’nda Almanca öğretmenliği yaptı. Aynı zamanda Ressam ve yazar olan Uzluk’un yayınlanmış çeşitli eserleri vardır. Anneler Derneği Başkanı Nimet Uzluk ile evli idi. Konya’da öldü ve Üçler mezarlığında toprağa verildi.

8 Uzluk kardeşinin arzusu ile 1952 yılında ”Konya Anıtları Koruma Derneği’nin Konya Şubesi”ni açar. 1946 yılında Mevlana törenlerinin başlaması için çaba harcar. Mimari, resim ,ile ilgili çeşitli yayınları vardır. Bunlardan bazıları; “Türk Resim Sanatı, 1931”, “Konya Abideleri, 1939”, “Konya Selçuklu Sarayı”, “Mevlana’nın Ressamları, 1946”, “Konya Köşkü” “Kelük bin Abdullah”…vs (Yeni Konya 24.Nisan 1993) Dernek üyesi olarak tanımıştım, daha sonra eşi ile birlikte dernek toplantılarına katıldım.

1922 YILI MEZUNLARI (9 Kişi) PROF. SAİP RAGIP ATADEMİR (1903-1970) Konya’da doğdu. Hamdizade Ragıp Efendi’nin büyük oğludur. Konya Sultanisi’ni birincilikle bitirdi. Öğrenimine Almanya’da devam etti. Giesen, Heidelberg ve Bonn üniversitelerinde 10 yıl boyunca, tıp ve kimya öğrenimi gördü. Yurda dönünce İstanbul Tıp Fakültesi ve Gureba Hastanesi’nde çalıştı. Profesörlüğe yükseltildi. Öğretim üyesi olarak bir süre (1937-1943) Afganistan’da ders verdi. Emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşti. Hiç evlenmedi, Piyer Loti caddesindeki kitaplarla dolu evinde yaşadı, politikaya atılmak istedi, gerçekleşmedi. Çeşitli mesleki yayınları olan Atademir tüm kitaplarını Konya Selçuk Üniversitesi Kütüphanesi’ne bağışladı. Almanya’da bir gezi sırasında öldü, Konya’da Hacı Fettah mezarlığında toprağa verildi. Tıp ve şifalı sular konusunda çeşitli mesleki yayınları vardır. (Kaynak: Aday olması sebebiyle bastırdığı broşür) Kendisi ile tanışmıştık. Evinde ziyaret ettim, annesi Horozluhan Sitesi’nde otururdu. Çeşitli defalar görüştük. Çok çabuk kızan sinirli bir kişi idi.

TAHİR MIHÇIZADE (1902-1964) Konya’da doğdu. Öğretmen Mustafa Lütfi Mıhçı’nın oğludur. Konya Sultanisi’nden sonra İstanbul’da hukuk öğrenimi gördü. Cumhuriyet savcılığı, hakimlik ve Avukatlık yaptı. Uzun yıllar Konya Baro Başkanı idi. Edebiyat, tasavvuf ve eski eserlere düşkün bir kişi olan Mıhçızade, Eski Eserleri Koruma Derneği’nde çalıştı, pek çok Selçuklu eserinin onarımını gerçekleştirdi. Konya’da bir fikir ve sanat dergisi olan ANIT’ı yayınladı. 1964 yılında Avukat olarak çalışırken Ereğli yolunda bir trafik kazasında öldü. Hacı Fettah mezarlığında toprağa verildi. Eşi Emine Hanım ve çocukları İstanbul’a yerleşti.

REŞAT (FUAT BARANER) (1900-1968) Selanik’te doğdu. Mustafa Kemal’in teyzezadesi veya halazadesidir. Sultani mezunudur. Sultani sonrası Almanya’da Berlin Üniversitesi’nde Kimya Mühendisliği öğrenimi gördü. Oradan Moskova’ya geçti, Lenin Akademisi’nde öğrenimine devam etti. Komünist düşünceleri benimsedi. Yurda dönünce bu yönde faaliyetlere katıldı. Yasa dışı Türkiye Komünist Partisi’ne katıldı, 1932 de partinin Genel Sekreteri oldu. 1930-1960 yılları arasında hep soruşturma geçirdi, çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı. Yazar Suat Derviş ile evli olan Baraner son yıllarında çeviri bürosu açtı. Takma isimlerle çeşitli kitapları yayınlandı. “Çin Kurtuluş Savaşı”, “Fransız İhtilali”, İstanbul’da öldü.

LÜTFÜ ERÇİN (1902-?) Bulgaristan Tırnova’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğrenim görmüş, biyoloji öğretmeni olmuştur. Önce Adana Lisesi daha sonra Konya Lisesi’nde biyoloji öğretmeni oldu (1931-1937). Buradan Milli Eğitim Bakanlığı’nda müfettiş olarak görev yaptı.

HAKKI Adanalı, Sultani’den sonra, Fransa’da kimya öğrenimi gördü.

9 ŞÜKRÜ Romanya doğumlu, Adana Öğretmen Okulu’nda öğretmenlik yaptı

ALİ Seydişehirli, Çalışma Bakanlığında müfettiş olarak çalıştı.

FARUK Mersinli, Almanya’da tıp öğrenimi gördü, Doktor.

AHMET Konya Ereğlili,

SADİ IRMAK (1904-1990) BAŞBAKAN Seydişehir’de doğdu. 1923 yılında Sultani’den mezun oldu. Tıp öğrenimi için Berlin’e gönderildi, yurda dönüşte İstanbul Tıp Fakültesi’nde Doçent olarak görev yaptı. Politikaya atıldı. CHP Konya milletvekili seçildi (1943-1950), 1945 yılında Çalışma Bakanlığı’nın kurulması ile ilk Çalışma Bakanı oldu. Bakanlığı 1947 yılına kadar sürdü. 1950 yılında seçimleri kaybedince Almanya’da üniversitede Profesör olarak çalıştı (1950-1952). 1952 yılında tekrar İstanbul’a döndü. Emekli olduktan sonra 1974 yılında Fahri Korutürk tarafından Kontenjan Senatörü olarak seçildi. 17 Kasım 1974 tarihinde Başbakan oldu. Küçük bir parti ve bağımsızların desteği ile hükümet kurdu. Güven oyu alamadı. Yenisi kuruluncaya kadar 31.Mart 1975 tarihine kadar hükümet devam etti. 12 Eylül ihtilalinin ardından kurulan Danışma Meclisi’ne Konya üyesi olarak atandı. Danışma Meclisi Başkanı oldu.

PROF HÜSEYİN AVNİ GÖKTÜRK (1901-1983) Niğde’de doğdu. Sultani’den mezun olduktan sonra hukuk öğrenimi gördü, 1940 yılında Hukuk Profesörü oldu. 1954-1957 yıllarında Demokrat Parti’den Niğde milletvekili seçildi. 4. Adnan Menderes kabinesinde Adalet Bakanı oldu (30.11.1955- 01.11.1957). 1966 yılında ise Adalet Partisi’nden Niğde Senatörü olarak seçildi. Hukuk konusunda çeşitli eserleri vardır. “Miras Hukuku, Şahsın Hukuku”

PROF NURİ KARAHÜYÜKLÜ (1902-1981) Konya’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra Matematik öğrenimi gördü. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) öğretim görevlisi olarak Matematik dersleri verdi. Daha sonra Profesör oldu. Emekli olduktan sonra Ege Üniversitesi’nde görev aldı. İstanbul’da öldü.

FAİK ÜREL (1902-1963) Konya’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra Yüksek Öğretmen Okulu’nda okudu ve Matematik öğretmeni oldu. Bir süre Kandilli Rasathanesi’nde ve samsun Lisesi’nde çalıştıktan sonra Konya Lisesi’ne atandı ve emekli olana kadar 33 yıl Matematik öğretmeni olarak görev yaptı (1930-1963). Emekli olduğu yıl öldü ve Konya Musalla mezarlığında toprağa verildi. Diş Hekimi Uğur Ürel oğludur.

10 MUHSİN ADİL BİNAL (1903-1972) Konya’da doğdu. Konya Sultanisi’nden sonra, İstanbul Darülfünun Fen Bölümü’nden mezun oldu. Sivas Lisesi ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Jeoloji derslerini yürüttü. Bakanlık müfettişi oldu. CHP den Konya milletvekili seçildi (1943-1950). Kadıköy’de bir devlet okuluna ismi verildi.

ZİYA APAK (1903-1981) Seydişehir’de doğdu. Sultani’den mezun olduktan sonra Ordu’ya katıldı. Tuğgeneral-liğe kadar yükseldi. SELAMİ ACAR (1902-1990) Saraybosna’da doğdu. Sultani’den mezun olduktan sonra İstanbul’da Askeri Tıbbiye’yi bitirip Doktor oldu. Konya’da açılan İdman Yurdu’nun ilk futbolcularındandır. Urfa, Siirt ve Afganistan’da Doktor olarak görev yaptı. Selçuk Acar’ın amcasıdır.

KEMAL TURAN Isparta milletvekili oldu. Sultani mezunu.

Bunlar mezun olan sekiz kişidir. Bunun yanında Sultani’ bir süre okuyan öğrenciler de vardır.

PROF HÜSEYİN NAİL KUBALI (1903-1981) Niğde’de doğdu. Konya Sultanisi’nde bir süre okudu. İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenim gördü ve aynı yerde çalıştı ve 1940 yılında Profesörlüğe yükseltildi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra kurulan Anayasa Hazırlama Komisyonu’na seçildi. Emekli olduktan sonra Kontenjan Senatörü olarak seçildi.

PROF HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU (1904-1992) İstanbul’da doğdu. Ailesi Çorumludur. Ankara’da lise öğrencisi iken Milli Eğitim Bakanı tarafından Konya’ya sürgün edildi. Bir süre Sultani’de okudu. Bunu “BİR LİSE ÖĞRENCİSİNİN MİLLİ MÜCADELE ANILARI” olarak yayınladı. Burada Sultani’nin o günlerine ait bilgiler bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde katip olarak çalıştı. Hukuk öğrenimi için Berlin ve İsviçre’de Neuchatel’e gönderildi. Dönüşte İstanbul Hukuk Fakültesi’ne girdi. 1942 yılında Medeni Hukuk Profesörü oldu. 1961 Anayasasını Hazırlama Komisyonu’na seçildi. Emekli olduğu 1942 yılından ölümüne kadar Cumhuriyet gazetesinde laikliği savunan yazılar yazdı. (Ölümü üzerine Cumhuriyet gazetesince özel sayfa hazırlandı. Bu bilgiler oradan derlendi)

OSMAN NURİ TONGUR Sultani’de okurken terk ederek Öğretmen Okulu’na geçti, oradan mezun olup öğretmen olmuştur. Fotoğrafçı İbrahim Tongur’un oğludur. (Lütfi Tongur ile görüşmeden)

(17,18,19,20,21 OCAK 1995 YENİ KONYA)

11 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR GÜZİN ATADEMİR’İN MEKTUBU Mehmet BİLDİRİCİ

Güzin Hanımefendi, Konya Lisesi’nin yaşayan en eski öğretmenlerinden olup, Ankara’da emeklilik yaşamını sürdürmektedir. Kendileri Konya’nın seçkin bir ailelerinden birinin kızı, ve Konya Lisesi’nin ilk kız öğrencilerindendir. Güzin Hanıma mektup yazarak o günler hakkında bilgiler sordum. Konuya gayet önem vererek tüm sorularıma nazik bir mektupla karşılık vermişlerdir. Bu bilgiler pek çok konuda Konya’nın ve Konya Lisesi’nin bazı bilinmeyen noktalarına aydınlık getirdiğinden bir özetini yazmayı faydalı olur diye düşünüyorum. Güzin Hanım, ailesi, öğrencilik yılları için şunları yazmaktadır. Babam Celaleddin Ali İmer Konya Lisesi’nde öğretmen idi. Ben ağabeylerim Yüksek Ziraat Mühendisi Sabahaddin İmer (Sencer İmer’in babası), Makine Kimya Kurumu Sağlık Dairesi başkanı Dr Oğuz İmer, kardeşim eski Konya Milletvekili Kubilay İmer hep Konya Lisesi mezunlarıyız. Konya Lisesi’ne ilk kız öğrencilerin ilk 1935-1936 yılında alındığını sanıyorum. Ben okurken kız öğrenciler vardı. Ben lisenin 1942 yılı mezunuyum. Yüksek Elektrik Mühendisi Sırrı Sandıkçı, Diş Hekimi Seyit Birlik, Dr. Süleyman Şeker, Eczacı Adil Karaağaç hatırladığım sınıf arkadaşlarım. 1934-1935 yıllarında babam Celaleddin Ali İmer yanında, coğrafya öğretmenim Müzeyyen Erensoy, tarih öğretmenimiz Nezahat Hanım, kimya öğretmenimiz İhsan Hanım Konya Lisesi’nin ilk bayan öğretmenleri idi. O yıllarda Avrupa’ya öğrenci göndermek için açılan imtihanlarda en başarılı Konya Lisesi öğrencileri idi. Ben Konya Lisesi’ni 1942 yılında bitirdikten sonra, 1943-1946 yıllarında aynı okulda Fransızca öğretmenliği yaptım. Daha sonra Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Fransız Filolojisi’ni bitirdim. Eşim Prof. Dr. Hamdi Ragıp Atademir, ağabeyleri Prof Dr. Saip Ragıp Atademir eski Konya Lisesi Müdürlerinden Samih Ragıp Atademir hep Konya Lisesi mezunlarıdır. Eşim Hamdi Ragıp Atademir medresede okurken, medreselerin kapanması üzerine liseye nakledilmiş ve Konya Lisesi’ni 1928 yılında bitirmiştir. Devletin açtığı sınavları kazanarak Fransa’ya gönderilmiş, orada felsefe öğrenimi görmüştür. Üniversiteye intisap etmeden önce 1935-1939 yılları arasında Konya Lisesi felsefe öğretmenliği yapmıştır. 1942 yılında Doçent ve 1949 yılında Profesör olan Atademir, öğretim üyeliği yanında 1950-1960 yılları arasında Demokrat Parti’den Konya Milletvekili seçilmiştir. Telif ve tercüme pek çok eseri vardır. Ben ise 9 yıl Hacettepe Üniversitesi Temel Fransızca Bölümü başkanlığı yaptıktan sonra eşimle aynı üniversitede olmak için Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne geçtim, 1985 yılında emekli oldum. Kendilerine verdiği bu bilgiler için teşekkür ediyor. Sağlıklı yaşam diliyorum.

(YENİ KONYA 03.05.1995)

12 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR

MUAZZEZ VE TURGUT KARGALIK’I ZİYARET Mehmet BİLDİRİCİ

Muazzez ve Turgut Kargalık, Konya Lisesi’nin en parlak ve geniş bölgeye hizmet verdiği önemlerde bizleri yetiştirmiş iki değerli öğretmenimizdir. Yaşları ellinin altında olanlar için kendilerini tanıtmanın uygun olacağını düşünüyorum. Muazzez Hanım, İstanbul’da doğdu. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünden 1946 yılında mezun oldu. Konya Lisesi Müdür Yardımcısı Turgut Kargalık’ın eşidir. Turgut Bey ile Ankara’da öğrenci iken 1943 yılında evlendi. İlk öğretmenliğine Konya Lisesi’nde başladı ve 1962 yılına kadar devam etti. Daha sonra 1962-1967 yıllarında Ankara Gazi Lisesi’nde, 1967-1977 yıllarında da Bahçelievler Cumhuriyet Lisesi’nde öğretmenliği sürdürdü. 1977 yılında emekli oldu. Kargalık çiftinin 1946 doğumlu Behçet ve 1952 doğumlu Ayşegül isimli kızı bulunmaktadır. Eşini 2000 yılında kaybettikten sonra kışları Ankara Bahçelievler, yazları İstanbul Kartal’da emeklilik yaşamını sürdürmektedir. Uzun yıllar sonra 1995 yılı Nisan ayında Ankara’da ki zevkle döşenmiş evlerinde kendilerini eşim ile ziyaret ettik. Bize yakın ilgi gösterdiler. Eski günlere ait anılarını anlattılar, çeşitli liselerde görev yaptığım halde Konya Lisesi öğrencilerinin ilgisini diğerlerinden görmediğini belirtti. Eski fotoğrafları gösterdiler. Hocam eşimin Fransızca öğretmeni idi, eşime iki kardeş derse hep geç geldiklerini de belirtti!!! Unutamayacağımız bu ziyarette, Muazzez Hanım’ın biz öğrencileri çok sevdiğini öğrendik, bizlerin aramızda toplandıklarımı duydu ve bizlere hiç unutamayacağımız aşağıdaki öğüdü verdi. “BİRBİRİNİZE SOKULUN, BİRBİRİNİZDEN AYRILMAYIN, BİRBİRİNİZE YARDIMCI OLUN” Bu iki değerli öğretmenimizin bu sözlerini selamlarını yaşı 50 civarında olan eski öğrencilerine aktarıyor, sağlıklı yaşam diliyoruz.

(YENİ KONYA 09.05.1995)

13 HAVFİ KENDİ’NİN ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi’nde uzun yıllar görev yapmış Coğrafya öğretmeni Havfi Kendi’yi 28 Haziran 1995 günü kaybetmiş bulunuyoruz. Havfi Kendi, öğretmen, araştırmacı yazar İbrahim Aczi Kendi’nin oğludur. Babasının görevli bulunduğu Isparta Barla’da dünyaya geldi. Konya Lisesi mezunudur. 1935 yılında yeni açılan Ankara Dil Tarih ve Coğrafya fakültesinin ilk öğrencilerindendir. Buradan mezun olup Coğrafya öğretmeni olmuştur. 1942-1960 yılları arasında Coğrafya derslerini yürütmüş, 1960 yılında Ankara Balkiraz Lisesi’ne atanmış, Ankara’da emekli olmuştur. Derslerinde çocuklar hareketli CEVVAL olun sözünden, esinlenerek öğrencileri tarafından ona CEVAL ismi takılmıştır. Havfi Kendi’nin, babası İbrahim Aczi Kendi (1882-1965) Konya İdadisi’nin 1900 yada 1901 yılı mezunudur. Oğlu Sezer Kendi’de Konya Lisesi 1956 yılı mezunu olduğuna göre, üç nesil Konya Lisesi mezunudur. Son yıllarını Konya’da bağ evinde geçiren öğretmenimizi zaman zaman ziyaret ettim. Bir defasında hocam konuşmadan yanımızda oturuyordu, biraz rengi kızarmış olacak ki gayri ihtiyarı elimi yüzüne sürdüm, alev alev yanıyordu. Eşim hemen derece koydu, ateş 39 derece, tesadüfen o akşam kızım Konya SSK hastanesinde nöbetçi eczacı idi. Hemen gidip iğne getirdim, komşusu iğne yaptı, hocam rahatladı. Son bayram ziyaretimde hocama pijama yerine takım elbiseleri giydirilmiş, o şekilde yatağa yan odada uzanmış yatıyordu. Önce girdim ve hocanın kulağına Bildirici diye bağırarak seslendim. Sonra salonda oturduk pişirilen kahveleri içtik. Ayrılırken tekrar odaya girdim ve gideceğimizi söyledim. Çok hasta idi bu arada bir şeyler kurmuş konuşmaya başladı. “ben seni iyi yetişsin, iyi çalışsın diye zayıf verdim, iyi öğrenciydin gibi ağzının içinden bir şeyler daha söyledi, anlayamadım” son görüşümüz imiş !!!! Havfi hocamız 28 Haziran 1995 günü aramızdan ayrıldı ve Üçler mezarlığında babası yanında toprağa verildi. Merhuma Tanrı’dan rahmet eşi emekli öğretmen Kadriye Kendi ve ailesine başsağlığı dilerim.

(YENİ KONYA 03.07.1995)

14 HADİM’DE ANTİK ASTRA KENTİN BULUNDUĞU İSTANBUL TEPESİ Mehmet BİLDİRİCİ

Hadim’in kuş uçuşu 8 km batısında, Roma kentlerinden Astra’nın olduğunu biliyordum, ama gidip görmemiştim. Arkadaşım Arkeolog Osman Ermişler burada üç yıldan beri kazı yapıyordu. Beni davet etti, ben de 18 Ekim 1994 günü bu daveti yerine getirdim. Bir gün önce gidip Hadim’de kaldım ve ertesi sabah erkenden yola koyulduk. Önce toprak yoldan Hadim’den yaklaşık 6 km uzaklıkta Çataloluk denilen mevkie kadar araba ile gittik. Hadim’in suyunun geldiği Çataloluk çok güzel bir mesire yeri. Buradan bir saat yaya olarak dağların ve çam ormanlarının içinden geçerek Büyükoba Yaylası’na vardık. Büyükoba Bolat köylülerinin yazları bir ay kalıp hayvan otlattıkları bir yer, burada çok basit tek gözlü taştan yapılmış yaz evleri bulunmaktadır. Bu Yayla evlerine su, Soğukoluk’tan geliyor. Bu yörede çeşmelere ve onun önünde hayvanların su içtikleri yerlere hep oluk denilmektedir. Zira hep çam ağaçları içleri oyularak oluk haline getirilmiş. O kadarki çeşmelerin başlarında su içmek için konan taslar bile çam ağacından yapılmış. Atasözünde söylendiği gibi “Eski çamlar bardak oldu” Astra antik kenti Büyükoba’nın hemen yakınında Temaşalık veya İstanbul Tepesi olarak bilinen 1750 m kotunda bir tepenin üstündedir. İsmi de çok güzel İstanbul Tepesi, ne sebeple verildi bilinmemektedir. Astra antik kentinde Hadim’in çalışkan Belediye Başkanı Mürsel Ayrancı’ın girişimleri ile Konya Arkeoloji Müzesi tarafından üç yıldır kazılar yapılmaktadır. Kazıları Arkeolog Osman Ermişler yönetmektedir. Bir küçük tiyatro, bir bazilika binası ortaya çıkarılmaktadır. Zeus tapınağı olduğu sanılan bir yapının büyük taşlardan oluşan kalıntıları bulunmaktadır. Nekropolde pek çok anıt mezar yer almaktadır. Roma döneminde bu bölgenin en büyük kenti olan Astra’nın yeri 1885 yılında Amerikalı Sterret tarafından burada bulunan bir yazıtın okunması ile belirlenmiştir. Bolat köylüleri eşek sırtında Sterret’in buraya geldiğini dedelerinden duyduğunu söylemişlerdir. Bu gezim sırasında Fransa’dan gelmiş Thomas Drew Bear Astra’da yazıtları okuyordu. Kendisi ile burada Astra kentinde tanıştık. Birlikte tarih ve doğa cennetinde güzel bir gün geçirdik. Çevre doğa güzellikleri yanında, yaşam şartları bakımından oldukça fakir bir bölge, nasıl oldu da bundan 17-18 yüzyıl önce burada bu büyüklükte bir kent kuruldu? düşündürücüdür. Ekonomik imkanları ne idi? Yollar üzerinde mi? idi. Ekonomik kaynakları ağaç ve maden. Maden ürettikleri düşünülebilir. Nitekim burada yapılan kaçak kazılarda bronz bir heykelin bulunduğu söylenmektedir. Kentin su kaynakları ise Büyükoba’daki su olduğu görülmektedir. Ancak kent su seviyesinden yaklaşık 30 m daha yukarıdadır. Belki kent içinde sarnıçlar bulunuyordu. Bunun yanında İstanbul Tepesi’nin çok çeşitli ağaç zenginliği bulunmaktadır. Çam, ladin, köknar,… Bu tarih ve doğa cennetine Konya dağcıları ile tekrar gelmek dileğiyle..

(16 Eylül 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR- İLK YAZIM)

15 KONYA MEDRESELERİNDEN BİR ŞAİR ÖMER KAŞİF EFENDİ (1830-1878) Mehmet BİLDİRİCİ

Ömer Kaşif Efendi, Meram ilçesi sınırları içinde Yatağan köyünde ermiş insan kabul edilen YATAĞAN MÜRSEL soyundandır. Konya’da Hacı Hasanbaşı mahallesinde doğmuştur. Esas adı Ömer olup Kaşif mahlası derslerinde gösterdiği başarıdan dolayı hocası tarafından verilmiştir. Babasını küçük yaşta kaybeden Ömer Kaşif, Sarıhafız Vehbi Efendi’den ders almış, Müderrislik unvanını kazanarak Nakiboğlu ve Molla Efendi medreselerinde ders vermiştir. Adliye teşkilatının kurulmasından önce Divan-ı Temiz ve kuruluşundan sonra ise Hukuk mahkemesi üyesi olmuştur. Konya Valisi Akif Paşa’nın dostluğunu kazanmıştır. Aynı zamanda şair de olan Kaşif Efendi’nin 1926 yılında Sadettin Nüzhet tarafından yayınlanan “Konya Halkiyat ve Harsiyatı” isimli kitabından bir şiiri buraya alınmıştır.

Kadd-i ar’ar kameti balaya söylen tez gele Hüsnüne mağrur olan dibaya söylen tez gele Derdi hasretle bu dil yanar ağlar gezer Bir per-i peyker, melek simaya söylen tez gele Öyle bir ahu bakış, keklik sekiş, ince meyan Dişleri inci, leb-i kimyaya söylen tez gele Derim ki KAŞİF valsına yoktur medar ancak sabır Sabra sermaye olan sevdaya söylen tez gele

Kaşif Efendi genç yaşta ölmüş, Şems Mezarlığı’na gömülmüştür. Mezarlığın kaldırılması üzerine mezartaşı “Sırçalı Medrese Müzesi”ne kaldırılmış olup üzerinde yazılanlar şöyledir. Huuu Müderris-i kiramdan El merhum vel mağfur KAŞİF Efendi ruhuna fatiha 1296 Müderris Haşim Efendi’nin amcaoğlu olan Kaşif Efendi’nin üç oğlu ve üç kızı olmuştur. Kızlarından soyu devam etmektedir. Konya’da ilkokul yaptırmış, hayırsever, politikacı Samet Kuzucu’nun eşi Fazilet Kuzucu torunlarındandır. Bu bilgiler aynı soydan gelen Mehmet Bildirici tarafından derlenmiştir.

(30 Eylül 1995 –YENİ KONYA KIRAMBAR)

16 ELENGİRİT DAĞI ve YATAĞAN MÜRSEL Mehmet BİLDİRİCİ

Erenler dağı olarak da bilinen Elengrit dağının ismi vakıf kayıtlarında MELENGÜRİT olarak geçmekte ve ne anlama geldiği bilinmemektedir. Konya’ya 46 km uzaklıkta Konya-Beyşehir arasında bulunan dağa iki yoldan çıkış sağlanmaktadır. Birinci yol Yatağan köyü üzerinden ikinci yol ise Doğanbey üzerindendir. Zirveye 200 m kala insan eli ile yapılmış merdivenler ve zirve üzerinde yapı kalıntıları bulunmaktadır. Zirveden görünen en yakın tepe Anakız tepesidir. Zirve üzerinden Yatağan köyü ve Beyşehir Gölü çok güzel görünmektedir. Dağların zirvelerinde münzevi yaşamış insanların manastırları ve gözetleme maksadı ile kaleler bulunmaktadır. Zirvede bir bazilika kalıntısı bulunduğu Tabula Imperini Byzantini isimli Almanca kitapta belirtilmektedir. Erenler dağı veya Elengrit dağı aynı zamanda Müslüman Türklerinde yaşadığı nadir dağlardan biridir. Yatağan köyünün kurucusu Yatağan Mürsel ve yakını Dediği Sultan 15. yüzyıl başlarında Anadolu’ya geldiklerinde bir süre burada kalmışlar, daha önceki dönemlerden kalma yapı kalıntılarından kendilerine odalar ve ibadet edecek mihraplar yapmışlardır. Erenler isminin buradan geldiği kabul edilebilir. Bugün çevre köyler tarafından Erenler dağı kutsal kabul edilmekte, adak için buraya çıkılıp kurban kesilmekte ve ibadet edilmektedir. Yatağan köylülerince burada koyunlar yayıldığı halde hiç koyun kığına rastlanılmadığına inanılmaktadır. Bu kısımda da bir süre burada yaşamış ermiş insan Yatağan Mürsel’in hayat hikayesine yer verilecektir.

YATAĞAN MÜRSEL Yatağan Mürsel 15. yüzyıl başlarında Timur orduları ile Konya civarına gelmiştir. Afganistan’ın Horasan bölgesinden olduğu bilinmektedir. Yatağan Mürsel ve yakını Dediği Sultan, Turgutoğulları ile birlikte Anadolu’ya gelmişler Konya-Beyşehir arasında bulunan kutsal kabul edilen Elengirit (Melengürit) dağına gelmişler, burada bir süre kaldıktan sonra Dediği Sultan, Ilgın’ın Mahmuthisar köyüne yerleşmiş, kendisi de bugün Kızılören Bucağı’na bağlı Yatağan köyünün o zaman boş olan arazisini yurt edinmiştir. Yatağan Mürsel tarafından kurulmuş olan köyün o zamanki adı Söbüçimen’dir. Köyün ilk sakinleri kendisi, iki kızı ve onların kocalarıdır. Esas mesleği dokumacılık olan Yatağan Mürsel çeşitli kerametler göstermiş, Sultan Alaaddin olarak babasının adı ile tanınan Karamanoğlu II. Mehmet’in dikkatini çekmiştir. Sultan II. Mehmet H 810, Miladi 1407 tarihli vakfiyesi ile Söbüçimen ve Kavaklı mezralarını Yatağan Mürsel zaviyesine vakfetmiştir. Söbüçimen köyü o zamanlar Beyşehir sınırları içinde yer alıyordu. Yatağan Mürsel ve yakını, Dediği Sultan’ın Anadolu’ya gelişleri hakkında yazılmış menakipnameler elimizdedir. Bu menakipnamelere göre Dediği Sultan Türkistan’da AHMET YESEVİ neslinden ve Hacı Bektaş Veli ile akrabalıkları vardır. “Beyşehir Tarihi” isimli eserde Beyşehir Gökçimen köyü arasında bir başka Yatağan köyü daha bulunmakta, bu köy ile ilgili de Karamanoğlu II. Mehmet’in H 830, Miladi 1426 tarihli vakfiyesi vardır. Bu köyün bugün Kızılören’e bağlı Yatağan köyü ve Yatağan Mürsel ile bir alakası yoktur. Yatağan Mürsel’in kurucusu olduğu köyün eski kaynaklarda ismi Söbüçimen daha sonra ise Yatağan olarak geçmektedir.

17 1869 yılında Konya’da çıkan salnamede (yıllık) ermiş kişiler arasında gösterilmektedir. Konu hakkında daha geniş bilgi M. Zeki Oral’ın Vakıf dergisinde yayınlanmış Turgutoğulları ve Eserleri” adlı makalede ve soyundan gelen Mehmet Bildirici’nin “ Yatağan Köyünün Dünü- Bugünü” adlı yayınında bulunmaktadır. Yatağan Mürsel köyde kara yapı bir türbede gömülüdür. Yanında yatanların kimliği hakkında bilgi yoktur. Bu gün Konya’da büyük çapta sanayide yer alan Yatağanlılar onun soyundandır.

(07 Ekim 1995- YENİ KONYA KIRKAMBAR) (28.10.1995 – YENİ GAZETE KIRKAMBAR) (ÇAĞRI DERGİSİ Ağustos 2001) (ÇAĞRI DERGİSİ Haziran 2003)

18 TAKKELİ DAĞ’I HAKKINDA Mehmet BİLDİRİCİ

(Aynı konu ile ilgili önceki yazı 21.04.1994- Yeni Meram’da)

Konya’nın bir sembolü haline gelen ve tarihi dönemlerde bir askeri kale olan Takkeli Dağ hakkında yakın zamanda elime geçen Tabula Imperini Byzantini 4 adlı yayının 182-183 sayfalarında çok ilginç bilgiler bulunmaktadır. Almanca olan bu metinleri Araştırma Görevlisi oğlum Öztuğ Bildirici ile tercüme edip bir özetini buraya alıyoruz. 10. yüzyıl başlarında Tarsus Müslüman Arapların elindedir. Buradan Anadolu içlerine akınlar yapılmaktadır. Konya ve çevresindeki kentlere kadar bu akınlar uzanmaktadır. 900 yılında Tarsus Emiri Ebu Tabit, Bizans’ın eline esir düşmüş, bir süre Takkeli Dağ’daki Kevele kalesinde hapsedilmiştir. Gene 905 yılı sonbaharında Bizans İmparatoru 6. Leon’a karşı ayaklanan ve tanınmış bir aileden gelen Andronikas Dukas, Kevele kalesini zaptetmiş, adamları ile kışı burada geçirmiştir. Dukas Tarsusu Emiri Rüstem bin Barudi ile temas halinde olup onunla dostluk kurmuştur. İmparator durumu bildiği için Dukas’ı affedip durumu kapatmak ister. Dukas şartlarında direnir. Bunun üzerine G. Iberitsez komutasında bir Bizans Ordusu Kevele Kalesi’ne gönderilir. Dukas Tarsus Emirinden yardım ister. Arap Ordusu Konya önlerine kadar gelir, Konya’nın bir kısmı bundan büyük zarar görür… Malazgirt Zaferi’nden önce ilk defa bir akıncı grubu 1069 da Konya’ya kadar gelir. Batılı kaynaklara göre Kevele Kalesi en geç 1084 yılında Süleyman Şah tarafından fethedilir, ve sonuna kadar Türklerin elinde kalır. Bu bilgilerin yer aldığı kitapta 25 civarında batılı ve Arap kaynakları referans olarak verilmiştir. İbrahim Hakkı Konyalı’nın “Konya Tarihi” isimli eserinde dağın isminin Anatanrıça Kibele’den geldiği belirtilir.Yukarıda belirtilen kaynakların hiç birinde bu durum doğrulanmaz. Konyalı’nın kabulü tamamen bir isim benzerliğine dayanmaktadır. Anatanrıça’nın Konya Ladik, Ladik ve Sızma’da heykellerine ve isminin geçtiği yazıtlara rastlanılmıştır. Anatanrıça’nın adı bu yazıtlarda Kibele olarak değil Zizimmene Ana olarak geçmekte ve tanrıçanın ismi SIZMA beldesinin isminde yaşamaktadır.

(14 Ekim 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

19 BOTSA’DA MÜNZEVİ YAŞAMIŞ RAHİBİN EVİ Mehmet BİLDİRİCİ

08 Ocak 1995 Pazar günü, Konya Dağcılık Federasyonu Başkanı Recai Kıçıkoğlu öncülüğünde Mehmet Gündoğdu, Fehmi Ersoy, Veli dayı (Akpınar) eski adı Botsa olan Güneydere köyüne bir kış yürüyüşü gerçekleştirdik. Doğa ve kış günündeki güneşli temiz hava harika idi. Güneydere Meram ilçesinin güneyinde Glisıra’ya yakın bir köy. Bu gezi sırasında köyde “Bayram İni” olarak bilinen ve benim daha önceki gelişimde fotoğrafını alıp “Tarihi Su Yapıları” kitabına koyduğum kayaya oyma bu evin duvarlarında çeşitli Grekçe yazılar vardı. Bu yazıların bir kısmını kopya ettim, fotoğraflarını aldık, Recai videoya kaydetti. Ben bu yazıları okuyan dünyadaki nadir adamlarından biri olan dostum Prof. Dr. Thomas Drew-Bear’e gönderdim. Kendisinin çok ilgisin çekti ve hiçbir yerde yayınlanmamış bu yazıları Konya’ya geldiğinde yerinde görmek istediğini bana yazdığı mektupta bildirdi. 29 Ağustos 1995 günü Thomas bey, Afyon Müze Müdürlüğü’nden görevli Mevlit Üyümez ile birlikte günü birliğine Konya’ya geldiler ve misafirim oldular. Birlikte hemen doğru Botsa’ya gittik, Muhtar Mustafa Özdeniz ile birlikte “Bayram İni” olarak bilinen ve memnuniyetle Kültür ve Tabiat varlıkları Koruma Müdürlüğü tarafından koruma altına alınan bu yere gittik. Elle oyulmuş ve ev olarak kullanılan mağara iki katlı ve cephesindeki kaya elle düşey duvar haline getirilmiş, yanında müştemilat olarak kullanılmış iki küçük oda bulunmaktadır. Duvar yüzünde ve yan duvarlarda haçlar ve çeşitli büyüklükte yazılar bulunmaktadır. Thomas Hoca iki saate yakın hava kararıncaya kadar bu yazıları inceledi ve kopya etti ve fotoğraflarını aldı. Devletin görevlendirdiği Müzeci köylülerle sohbet ederken ben onun yanından ayrılmadım. Muhtar Mustafa Özdeniz geleneksel Türk konukseverliğini gösterip bizi akşam yemeğine alıkoydu. Burada Thomas Hoca 5-6. yüzyıla tarihlenen bu yerin THEFILOS (QEOFHLOU) adına münzevi yaşamış bir rahibin evi olduğunu, burada yaşadığını, önceleri hizmetli iken rahipliğe kadar yükseldiğini ve Theofilos isminin Tanrısever adına geldiğini belirtti. Thomas Drew-Bear sonra bana bu gezi için hazırladığı 1995 yılı “Konya ili Araştırma Raporu”nu gönderdi. Theofilos evinde okudukları şöyle: Tanrım senin kölen Theofilos’u unutma Rahip Theofilos’un manastırı, Tanrım bütün arkadaşlarımın günahlarını affet Tanrım kilisenin hizmetlisi Thefilos’u unutma Rahip Theofilos’un odası Botsa köyü, Tabula Imperini Byzantini adlı kitapta gösterilmemiştir. Yerinde yaptığım incelemede Glisıra’ya giden Roma yolu buradan geçmektedir. Köyün batısında biri genişletilmiş ve birinin üzerine yeniden yapılmış iki eski bulunmaktadır. Köyün ortasında Akropol olabilecek yüksek bir tepe üzerinde oyma kaya mezar ve sarnıçlar görülmektedir. Köyün içinde bir evde kilise ve manastır olabilecek yapı kalıntısı bulunmakta, 4 m x 6 m ebadında çok düzgün kazılmış bir oda dikkat çekicidir. Köyün kuzey batısında dereye bakan vadide Pir Ahmet inleri vardır. Kuyu merdiven ile çıkılan bir salon ve buraya açılan tümü soyulmuş mezar odaları bulunmaktadır. Çevrede çeşitli haçlar, Malta Haçı, Gamalı Haçlar (Almanya’da Nazi döneminde bayraklarında görülen) doğal kayalara oyulmuştur. İlgi çekici bir yapı da kayaya oyulmuş güvercinliklerdir. Bayram İni köyün batısında Gavur Gölü yolu üzerindedir. Gavur Gölü sulama amaçlı yapılmış bir göl, barajdır. Su taş duvarlar ile yapılmış bir bent ile tutulmuştur. Konu “Tarihi Su Yapıları” isimli kitabımda incelenmiştir.Köyün çeşmelerine Keklik pınarından toprak künkler ile getirilmiştir. Yol üzerinde bu künk borular görülmektedir. (21.10. 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR) (14.06.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

20 JUTLAND ADASI DOĞASI Mehmet BİLDİRİCİ

Doğa yürüyüşleri, doğal güzelliklerin belgelenmesi ve dağcılık konularında Konya’da önemli gelişmeler olmaktadır. Doğa gezilerine gönül vermiş, her yaştaki kişiler “Konya Dağcılık Grubu”nu oluşturmuştur. Ben bu yazımda Kopenhag’ta (Copenhagen) öğretmen, ailecek arkadaşımız Helga Okkels’in yazdığı ilginç bir doğa ve coğrafya gezisinden söz edeceğim. Yaz tatillerini genellikle Gökova’da geçiren ve Gökova’yı seven Helga bu yaz tatilinde Danimarka’nın Jutland adasında gezi yapmış izlenimlerini yazmıştır. Jutland Adası Danimarka’nın batısında Kuzey Denizi’ne sahili olan bir ada olup Kuzey Denizi’ndeki en üst yerleşim Skagen’dir. Jutland Adası’nın orta ve kuzeyinde çeşitli yerlerde ve bu arada Silkeborg civarında çok güzel bir göl kıyısında kaldım. Daha sonra Skagen’e kadar kuzey kısımları gezdim. Jutland Adası vahşi doğal güzellikleri yanında çok az nüfusun barındığı bir ada. Yaz aylarında bu doğal güzellikleri görmek için turistler, en fazla Alman turistleri görülür. Kışları ise tenhalaşmaktadır. Adanın kuzey denizindeki sahillerinde eşsiz güzellikte kilometrelerce uzanan ince kumlarla kaplı plajlar yer almaktadır. Adanın doğası, çıplak ve çöl görünümündedir. Kışları bol rüzgarlıdır. Bu rüzgarlar denizden tuz getirerek savurmakta ve ağaç ve bitki oluşumunu engellemektedir. Kuzey denizinin sahilleri gemiler için çok tehlikeli olduğundan sahil boyunca yer yer “Gemi Kurtarma İstasyonları” bulunmaktadır. Meydana gelen kum fırtınaları kumların yerini değiştirip yeni kum tepeleri oluşturmaktadır. Bu kum fırtınaları sahildeki evleri, deniz fenerlerini kum içine gömmektedir. Eski dönemden kalma bazı köyler tamamen kum tepecikleri altında kalmıştır. Pek çok yerde sadece çan kulesi kalmış kiliselere rastlanılmaktadır. Kum tepeleri altında kalmış Mısır tapınakları olduğunu, Sahra’da Arap çöllerinde kum fırtınaları olduğunu biliyordum. Avrupa’nın göbeğinde Jutland Adası’nda benzer vahşi bir doğanın bulunduğu çok çok ilgimi çekti.

(11 Kasım 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

21 KONYA ALAADDİN CAMİİ’DE KULLANILAN MALZEME ZENGİNLİĞİ ve BİR YAZIT Mehmet BİLDİRİCİ

Alaaddin Camii’nin yapımına Selçuklu Sultanı Mesut zamanında başlanmış, Sultan Alaaddin döneminde tamamlanmıştır. Selçuklu’nun bölgemizde ilk eseri olarak, tarihi kutsal değeri her türlü tartışmanın üzerinde çok değerli bir mabettir. Ben bu yazımda camiin bir başka yönüne değineceğim. Alaaddin Camii’nin ilk defa orta kısmının, yanlarının ise sonradan yapıldığı anlaşılmaktadır. Burada Konya ve çevresinden toplanmış çok çeşitli mimari parçalar kolonlar, Selçuklu tuğlaları ile birlikte ahenk içinde bir arada kullanılmıştır. Kullanılan malzeme yönünden adeta bir müze görünümündedir. Selçuklu türbesi ve camide kullanılan taşlar değişik kültürleri yansıtmaktadır. Mühendisler, sanat tarihçileri ve jeoloji mühendislerinin bu zenginliği incelemeleri gerektiğine inanıyorum. Klasik çağlarda kullanılmış İyon (Koç boynuzu), Korinth ve Dor nizamında kolon başları, ortaları işlemeli, başlıkları yuvarlak geniş kolonlar burada bir aradadırlar. Selçuklu’nun bu eserinde çok çeşitli yerlerden kolonların ve işlemeli taşların buraya taşındığı söylenmektedir. Niğde Bor Kemerhisar antik kentinden taşındığı çeşitli yayınlarda geçmektedir. Ancak bunu kanıtlayan belge ve yazıt yoktur. Camiin batı bölümünde aynı yapıdan getirilmiş ve birbirine benzeyen başları yuvarlak geniş, boz renkte kolonlar görülmektedir. Bunlardan kuzey avluya bakan bir kolonun altında bir yazıt bulunmaktadır. Prof. Dr. Semavi Eyice’nin “Karadağ ve Karaman’da Arkeolojik İncelemeler” adlı eserinde bu yazıt yayınlanmış, Ekim 1994 de burada inceleme yapan Prof. Dr. Thomas Drew Bear tarafından benim de bulunduğum sırada yeniden okunmuştur. Türkçe’si şöyledir. “Isaurapolis rahibi Nisios Publios oğlu Diyakon Moisis,kendisi ve ailesi için dua edip bu sütunu Aya Mannis’e vakfetmiştir” Bu kısa yazıttan çok şey öğreniyoruz. Isaurapolis Dinek Aydoğmuş civarında eski bir kent, pek araştırma olmadığı gibi yeri de tam belirlenmiş değil. Bozkır Zengibar Kalesi’ndeki kent eski Isaura (daha sonra Leontopolis), burası ise Yeni Isaura esas ismi ile Isaurapolis’tir. Bu yazıttan bu kolonların Dinek civarlarından taşındığı anlaşılmaktadır. Bu sütunda sütun vakfedilen Aya Mannis kimdir? Bu konuda elimizde bilgi yoktur. Ancak Konya’nın güneyinde bugün mahalle eskiden köy olan AYMANAS veya AYMANOS bu kişinin ismini taşımaktadır. Yapılan incelemelerde bu semte bir mabetten gelebilecek kolon ve mimari parçaların bulunduğunu belirlenmiştir. İşin daha ilginç yanı vakıf geleneğinin Anadolu’da çok eski olduğudur. Prof Dr. Thomas Drew Bear Ekim 1994 okuduğu kitabelere ait tuttuğu raporun bir kopyasını da lütfedip bana vermiştir. Bu raporda Alaaddin Cami duvarında kullanılmış Roma dönemi bir mezar taşı daha vardır. Bunun Türkçe’si de şöyledir. “Demetrios hayatta olan babası Ploution ve annesi, kız kardeşi Dedis’in anısına” (bu mezarı yaptırdı) Türbe duvarlarında da başka bir taştaki yazılar taş düzeltilirken silinmiş ve sadece “emekli asker” okunabilmiştir. Ayrıca hem cami ve türbe duvarlarında tek harfli taşçı işaretleri görülmüştür. Μ, Λ, ∆ gibi. Bu harflerin burada çalışan taşçı ustalara ait olduğu ve cami inşaatında Hıristiyan ustaların çalıştığı kanısına varılmıştır.

(18.11.1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

22 BALIKLI ÇEŞME Mehmet BİLDİRİCİ

Konya kent merkezinde 16. yüzyıldan bu tarafa yapılmış, gerek mimarileriyle ve gerekse kitabeleri ile çok değişik çeşmeler görülmektedir. Buna karşılık Selçuklu döneminden bugüne gelen çeşme yoktur. Bu yazımızda çok değişik özellikleri olan, Cumhuriyet dönemine kadar Rumların yaşadığı Altınçeşme mahallesindeki Balıklı Çeşme’yi inceleyeceğiz. Altınçeşme mahallesi Alaaddin tepesinin güneyinde en az Roma döneminden gelen eski bir yerleşim alanıdır. Burada Karamanoğlu döneminden gelen Darülhuffaz’ın yapısında kullanılan büyük mermer blokların bir Roma tapınağından geldiği çok net olarak anlaşılmaktadır. Bu yapı bazı kaynaklarda Ayasofya Mescidi olarak geçer. Altınçeşme’deki Balıklı Çeşme’nin mimarisi diğer çeşmelere benzemektedir. Ancak burada kitabe yerinde iki balık figürü yanında απα kelimesi görülmektedir. Türkçe okunuşu APA olan bu isme Konya’da pek çok yerde rastlanılmaktadır. Apa köyü ve barajı, Altınapa, Apasaray ..vs. Apa su anlamına da gelmektedir. Daha sonraki araştırmalarımda Katolik Kilisesi’nde Rahibe Sofiya ile tanıştım. Bunun su anlamına geldiğini ve tarih belirlediğini söyledi. Gerçekten de π harfinin bir ayağının altında, diğerinin üstünde nokta olduğunu gördüm. Rumlarda da Ebced hesabına benzer bir tarihleme oluğunu ve buna göre bu harfin 1901 yılını gösterdiğini öğrendim. Apa kelimesi hem su anlamına geliyor ve hem de çeşmenin 1901 yılında açıldığını gösteriyor. Konyalı’nın “Konya Tarihi”nde çeşmeden bir taşın müzeye kaldırıldığı belirtilmektedir. Gerçekten İnce Minare Müzesi 873 kayıt numarasında gene iki balık figürü arasında tek satır Arapça yazı bulunmaktadır. Konyalı’nın kitabında fotoğrafı bulunan yazıyı değerli yazar Edip Seviş “Senet-i seman uşur ve setemaye (sittemiye)” olarak okumuştur. Bu ise H 708 tarihini ifade etmektedir. Bunun miladi karşılığı 1308 yılıdır. Buradan burada oturan Rumların bu kitabeyi buradaki çeşmeye yada bir kale burcuna koyduğu kabul edilebilir. Burada iki farklı dönemlerde farklı alfabe ile yazılmış balık figürlerinin erken Hıristiyanlık geleneğinde önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten çeşmenin üzerine dikkatli bakıldığında ΙΧΘΥΣ şeklinde tek kelime görülmektedir. Balık anlamına gelen bu kelimenin baş harflerinin ise kutsal bir cümle oluşturduğunu Prof. Dr. Thomas Drew Bear açıklamıştır. Ι isa Χ Krist Θ Theos (Tanrının) Y oğlu Σ kurtarıcı Araştırılınca bir çeşmeden neler geliyor !!!!

(25.11.1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

23 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR BİYOLOJİ ÖĞRETMENİMİZ FEHİME BİREKUL Mehmet BİLDİRİCİ

1995 yılı Kasım ayının başlarında, İstanbul’da yaşayan Konya Lisesi 1957 yılı mezunları olan eşleri ile 20 arkadaşımız bir arada olduk. Bu toplantıya aynı dönem mezunu eşim Düzay Bildirici ile katıldım. Benim yardımlarım ile İsmail Uğurlu’nun davetlisi olduğumuz Kumkapı’da bir lokantada gerçekleşen toplantıda en dikkat çeken isim 40 yıl öncesinin biyoloji öğretmeni Fehime Birekul idi. Uzun yıllardan sonra bizi yetiştiren öğretmenlerimize olan minnettarlığımız ve onların bizi olan sevgisi bizi bir araya getirdi. Fehime Birekul 1950-1958 yıllarında Konya Lisesi biyoloji ve jeoloji öğretmeni idi. Halen kışları Kızıltoprak (Kadıköy), yazları ise Sedef Adası’nda emeklilik günlerini geçirmektedir. Biyoloji ve jeoloji o yıllarda zorlandığımız derslerdi. Hocamıza bunu hatırlattığımda: “Sizleri kendi çocuklarım gibi seviyor, hepinizin doktor olmasını istiyordum” diye yanıt verdi. Hocamız biz öğrencilerin görgü ve bilgisini artırmaya çok önem verir ve bunun için geziler düzenlerdi. 1956 yılında onun düzenlediği Ankara gezisine katıldım. Ankara’ya ilk gidiyordum. Hocamız iki gün içinde o kadar yer gezdirdi ki bunların nasıl iki güne sığdığına bugün bile hayret ediyorum. Bu gezide Devlet Opera binasında operaya bile gittik. Ama bir arkadaşa uyarak operadan kaçtık!!! Fehime Hanım en sevdiği hocası Curt Cosswig’in üniversite için yazdığı kitaplarından ders anlatırdı. Biz de Türkiye’ye çok hizmetleri olmuş bilim adamını hiç unutmadık. Curt Cosswig’in en sevdiği öğrencilerin başında Fehime Hanım geliyordu. Onun asistanı olmak istemiş, ancak bu ailevi sebeplerden dolayı mümkün olamamıştır. Türk bilim adamları da Cosswig’i unutmamışlar, Beyşehir’in bir adasındaki ilk defa görülen küçük bir canlıya onun adını vermişler onu ölümsüzleştirmişlerdir. Zooloji Profesörü Cosswig ve eşi Leonore Türkiye’yi çok sevmişler ve İstanbul Aşiyan mezarlığında toprağa verilmişlerdir. Çok ilginçtir, eşinden sonra ölen ve onun yanında toprağa verilmek isteyen Cosswig vasiyetnamesinde cenazesinde bulunmasını istediği kişileri de yazmıştır. Çok az sayıdaki bu kişilerden biri de Fehime Birekul’dur.

(YENİ KONYA 30.11.1995)

24 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR ESKİ LİSE MÜDÜRÜ SELMAN ERDEM TARAFINDAN YAZILMIŞ FELSEFE, SOSYOLOLİ, PSİKOLOJİ DERS KİTAPLARI Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi’nin 1954-1959 yılları arasında müdürü olan ve daha sonraki yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu üyesi, Öğretmen Okulları Genel Müdürü olan Selman Erdem’in emeklilik yaşamını İstanbul’da geçirdiğini biliyor, yılbaşı telefonla görüşebiliyordum. Bu defa İstanbul’a gidişimde, eşim emekli öğretmen Düzay Bildirici ile kendilerini ziyaret ettik. Konya Lisesi 1957 mezunlarının İstanbul’daki toplantısına davet ettik. Ancak daha önceden belirlenmiş programları olduğu için katılamamışlardır. Eşi gene Konya Lisesi’nin fizik öğretmenlerinden Nezahat Hanım ile birlikte, biz eski öğrencilerini İstanbul Erenköy’deki zarif döşenmiş evlerinde kabul ettiler. Uzun yıllar sonra yapılan sohbet bizlere derin haz verdi. Değerli felsefe ve sosyoloji öğretmenimiz kibar ve zarif hareketleri ile o yılların öğrencileri arasında derin etkiler bırakmıştı. Öğretmenimiz son yıllarda liseler için FELSEFE, SOSYOLOJİ, PSİKOLOJİ kitaplarını yayınladı. Ben daha önce bunları alıp tek tek okumuştum. Çünkü daha önce bana Felsefe kitabını imzalayıp armağan olarak göndermişti. Bunlardan lise öğrencileri yanında biz yetişkinlerin de öğreneceği çok şeyler vardır. İçinde öyle paragraflar var ki sanki bir kitap orada özümlenmiş. Bu ziyaretimizde hocam bakanlığa sunduğu özgeçmişini verdi. Düşünmeyi sevenlere ve eski öğrencilerine mutlaka okumalarını öneririm. Ayrıca eski öğrencilerinin hocamızın 1974 yılından bu yana İstanbul’da emeklilik yaşamını sürdürdüğünü öğrenmelerinin onları mutlu edeceğini düşünüyorum.

(YENİ KONYA- 01 Aralık 1995)

25 DETSE KÖYÜ GEZİSİ ve ÇEŞME KİTABESİ Mehmet BİLDİRİCİ

18 Kasım 1995 Pazar günü, Dağcılık İl temsilcisi, Recai Kıcıkoğlu, Araştırmacı Yazar Mehmet Gündoğdu, Osman Tekin ile birlikte, Gödene (Dikmeli), Deste (Yeşildere), Girvat (Kayadibi) köylerine bir gezi düzenledik. İyi havada geçen bu gezinin değerlendirilmesi, KIRKAMBAR sayfasını hazırlayan Mehmet Gündoğdu tarafından yayınlandı. Gerçekten Mehmet Gündoğdu’nun hazırladığı Kırkambar çeşitli yazı ve şiirleri bir araya topladığından kutlanacak bir kültürel olaydır. Ben bu gezide Kayadibi köyünde “Dokuz Direkli” olarak isimlendirilen kilisenin kaba bir krokisini aldım. Yapının Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’na koruma altına alınması için başvurmaya karar verdim. Deste köyünde ise gördüğüm tarihi çeşmenin ve kitabesinin fotoğrafını çektim. Deste köyünün tarihi hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. İsminin anlamı da bilinmemektedir. Muhtemelen Anadolu’nun bu yöresinde yaşamış yerli halkların dilinden bozularak gelme bir kelimedir. Köyün içindeki tarihi Cumalık camiinin minaresi, ve bu minare üzerinde gayri islami motifler dikkat çekicidir. Bu cami yanında bulunan ve burada kitabesi verilen çeşmede kullanılmış taşlarda da aynı durum vardır. Bu tarihi çeşmenin kitabesi fotoğraf üzerinden değerli yazar Edip Seviş tarafından okunmuştur. Sekiz satırlık kitabe şöyledir. İki alemde şad eyle ilahi ehl-i hayatı Sofra-i zevk, ahkam olup Cennet Makam Bu çeşme banisi ALİ AĞA hem mütevellisi Sala ve cümle ateşnarı içer ab-ı hayatı Hasan ile Hüseyin aşkına oldu bu çeşme Nezaretçi ki Abdullah Efendi’ye vire Mevla imkanı Tam oldu dedi ve hidayetle Yarın Cennet’te göster cemal ile kemalatı.. Sene 1277 Bu kitabeden çeşmenin 1861 yılında Ali Ağa tarafından yaptırıldığı ve yapım işlerinin de Abdullah Efendi tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Konya’nın Cumhuriyet dönemi tüccarlarından Mustafa İzmirligil’in bu köylü olduğunu ve kızı öğretmen Firuzan Işık’ın (İzmirligil) köy içinde çok güzel bir ilkokul yaptırdığını görüyoruz. (09 Aralık 1995 – Yeni Konya KIRKAMBAR)

26 KONYA’DA VE DÜNYADA İLK KADIN MİLLETVEKİLİ Mehmet BİLDİRİCİ

Bu seçim döneminde Konya’da hanımların milletvekili aday adayı olmalarını gururla izledim. Partisi önemli değil aydın bir hanımın Konya’dan TBMM ne girmesini bekledim. Özellikle bunun yanlış görüntülenen Konya imajının silinmesinde önemli olacağına inanıyordum. Ama olmadı hanımlar milletvekili olabilecek basamaklara gelemediler. Böylece Konya milletvekilleri arasında tek kadın milletvekili gene yalnız kaldı. Kim di bu kadın milletvekili ? Cumhuriyetimizin kurucusu büyük ATATÜRK döneminde yapılan 5. dönem milletvekili seçimlerinde BAHİRE BEDİZ MOROVA (1897- ?) Konya’dan seçilmiştir. 1935-1939 yılları arasında bir dönem bu görevi yürüttü. Bahire Hanım ilk dönem seçilen 18 kadın milletvekillerinden biridir. Bosna doğumlu olan ve Konya’da oturmamış olan Bahire Hanım’ın hayatı hakkında bilgi sahibi değiliz.

Dünya’da ise ilk kadın milletvekili ve bakanın İngiltere’den çıktığı bilinir. Kadınlara demokratik hakların verilmesinde öncü ülkelerden birinin Danimarka olduğu bir dergide çıkan yazıdan anlaşılmaktadır. Danimarka dilinde çıkan bu yazının kısa bir özeti ailecek arkadaşımız Helga Okkels tarafından özetlenmiştir. Dünya’nın ilk kadın milletvekili ve bakanı olan bu hanım NINA BENG (1866-1928) olmaktadır. 1903 yılında Sosyal Demokrat Parti’de politik çalışmalarına başlamış, daha sonra Belediye Meclisi’ne ve Danimarka Parlamentosu’na üye seçilmiştir. 1924 yılında Bakanlık makamına gelen ilk bakandır.

Herhalde Konya’da ikinci bir kadın milletvekili için milenyumu bekleyeceğiz ???

(06 Aralık 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

27 BAŞHÖYÜK’TE BİR GEZİ- MUSA BAYPOLAT USTA Mehmet BİLDİRİCİ

1995 yılı Eylül ayında bir Pazar günü, dünürüm Sedat Alakay’ın konuğu olarak Sarayönü ilçesi Başhöyük beldesi’ni görmeye gittik. Başhöyük Sarayönü’nün 6 km güney doğusunda, Kafkasya’dan gelen Karaçay Türkleri için 1903 yıllarında boş bir alana planlı olarak kurulmuştur. Bu yönü ile diğer köylerden farklıdır. Evler birbirini dik kesen eşit alanlı parseller üzerinde tek katlı olarak inşa edilmiştir. Sonraları evlerin üzerine çıkılmış, yada yıkılarak yenileri yapılmıştır. Ancak orijinal hali ile duranlar da vardır. Planlamanın kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Günün özelliklerine bakarak bir Alman veya Türk Mühendisi… Başhöyük isminden de anlaşılacağı gibi eski bir höyük yanına kurulmuştur. Çok eski çağlarda yaşanmış olduğu buluntulardan anlaşılan höyük, maalesef evlerin kerpiç kesiminde kullanılmış, büyük çapta yok olmuştur. Köyün yakın zamanda kurulmasına karşı, çevrede antik Ladik kenti (Laodicea) ve onun uydu yerleşimlerinden gelen yazılı, işlemeli, üzerinde Malta Haçı bulunan taşlar görülmektedir. Gelin adayımız Banu Alakay çocukluğunda oynadıkları çeşmeyi ve üzerindeki yazıtı göstermek istedi. Çeşmenin başına gittiğimizde hayretler içinde !!! bir kitap sayfasını dolduracak bir yazıtın olduğunu gördüm. Yazıtın bir yerde yayınlanıp yayınlanmadığını araştırmaya koyuldum. Kısa bir süre sonra İngiltere’den Stephen Mitchell’in “Land, Man, and Gods of Asia Minor” adlı eserinin ilk cildi içinde bu yazıtın fotoğrafını ve İngilizce çevirisini gördüm. O dönemin inanç farklılıklarını belgeleyen yazıtı ayrı bir makalede incelenecek önemdedir. Dünürüm Sedat Bey Başhöyük’ün hemen 3 km kuzey doğusunda Altınhisar mevkiinde yapı kalıntıları (kilise yıkıntısı?) olduğunu belirtiyor. Beldede görülen eski taşların muhtemelen oradan geldiğini açıklıyor. Amcası Kadir Alakay’ın evini ziyaret ediyoruz. Bahçesinde atılı Grekçe yazılı bir mezar taşı görüyoruz. Bu iki taşın fotoğrafını incelemesi için Prof. Dr. Thomas Drew-Bear’a gönderiyorum. Okununca yeni bilgilerin ortaya çıkacağına inanıyorum.

Birazda Başhöyük’te yaşamış, yaşam tarzı diğer hemşerilerinden farklı Demirci Ustası Musa BAYPOLAT’tan bahsedeceğim. Musa Usta Kafkasya doğumlu olup köyde demircilik yapmıştır. Teknik ve ustalıkta döneminde kimsenin başaramayacağı işler gerçekleştirmiştir. Başhöyük’e su getirilmesinde kendi yaptığı üçgen basit bir aletle kanalın tabanına koy vermiştir. Aynı Köyden DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nde çalışan arkadaşım Altan Malkondu bu aletin fotoğrafını getirmiş ve DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan “Konya Tarihi Su Yapıları” kitabıma konulmuştur. Daha sonra Musa Usta’nın kendisi gibi Demirci Ustası Yatağanlı Hacı Ahmet Özdemir ile ortaklık yaptığını öğrendim. Ağaçtan yapılma ağaç tekerlekleri dışına konan ve ŞINA tabir edilen demir bir lama ile kaplanıyordu. Ekli yapılan bu demir şerit ek yerinden kolayca açılıyor ve araba giderken ses yapıyordu. Musa Usta demiri döğe döğe bunu tek parça olarak yapmayı başardı. Diğer bir önemli işi kaynağın olmadığı o dönemde boruyu ısıtıp döğerek borunun ucunu kapatabiliyordu. Kendi kendini yetiştirmiş ve topluma hizmet etmiş Musa Usta’nın unutulmaması gerektiğine ve unutulmayacağına inanıyorum.

(16 Aralık 1995- YENİ KONYA KIRKAMBAR)

28 BOZKIR ZENGİBAR KALESİ Mehmet BİLDİRİCİ

Zengibar Kalesi, Konya Bozkır yolu üzerinde, Bozkır’a varmadan Ulupınar köyü yakı- nındadır. Zengibar Kalesi 1750 m yüksekliğinde antik kent yerleşim alanıdır. Bu antik kent ISAURA olup bu isim zamanla Zengibar’a dönüşmüştür. Dağcılık Federasyonu Başkanı Recai Kıçıkoğlu’nun özverili ve güzel organizasyonu ile 28 Ağustos 1994 Pazar günü Zengibar Kalesi’ne kalabalık bir grupla gezi düzenlendi. Kentin kalıntılarını, kaya mezarlarını, kentin duvarlarını, Roma İmparatoru Hadrianus adına yapılmış takını eşsiz doğal güzellikler içinde gezdik. Bugün Zengibar Kalesi’nin yolu bulunmamaktadır. Ulupınar ve Acılar köylerinden yürüyerek tırmanılmaktadır. Eski zamanlarda böyle değildi. Isaura yol ağının kesiştiği noktada bulunuyordu. Hatunsaray (Lystra) üzerinden Konya’dan gelen yol ile Akkise üzerinden Beyşehir’den gelen yol Isaura kentinde birleşiyordu. Bozkır, Hadim ve Ermenek çevresinde yaşamış en eski halk Isaura’lılar olarak bilinmektedir. Isaura’lıların en büyük ve en önemli kentleri Isaura olup, diğer önemli kentleri arasında Hadim civarında Astra, Göksu Yerköprü’de Astranada (Dülgerler) bulunmaktadır. Hadim, Bozkır ve Ermenek antik çağlarda Isaura Bölgesi olarak tarihe geçmiştir. Isaura’lılar sert ve savaşçı insanlardı. Kendi kültürleri, gelenekleri ve dilleri vardı. Ancak Isaura dilinde bu güne gelen bir yazıt olmadığı için bu dil hakkında bilgimiz yoktur. Eski köy isimlerinden bir kısmının bu dilden geldiği kabul edilebilir. Çok savaşçı olan Isaura’lılar kentlerini işgal edip kendilerini esir almak isteyen Büyük İskender’in generallerinden Perdikkas emrindeki kuvvetlere karşı kahramanca bir savunma yapmışlardır. Kenti kaybedeceklerini anlayınca tarihçi Diodorus Sicilus’a göre kenti ateşe verip çocuk ve kadınları öldürmüşler, sonra intihar ederek kenti boş ve yanık olarak düşmana bırakmışlardır. Roma döneminde önemli bir kent haline gelen Isaura’da kalıntılar ve yazıtlar bu dönemden kalmadır. 325 yılında İznik’te ilk defa toplanan dini Konsül’de Isaura’dan Silvanus katılmıştır. 354 yılında Konya Amfitiyatrosu’nda (Tabula Imperini Byzantini s. 176) Isaura’lı esirlere çok kötü davranılır ve Isaura bölgesinde büyük isyan çıkar. Isaura Valisi Cestiricus isyancıları Silifke’de sıkıştırır ve ayaklanmayı bastırır. Ancak olaylar zaman zaman devam eder ve Isaura önemini kaybeder. Daha sonra bölgeden Bizans İmparatoru olan Zenon, bölgede beliren sorunları çözmek için bir emir çıkararak Isaura’yı Yeni Isaura’ya (Isaurapolis) bağlar. Eski Isaura’nın adı Leontopolis olarak değiştirilir. 617 yılında Silifke’nin Pers’ler (İran) eline geçmesi üzerine Leontopolis‘de askeri bir karargah kurulur. Yedinci yüzyılda Leontopolis’de tekrar Isaura bölgesinin piskoposluğu kurulur. 680- 692 tarihlerinde Zaharias adlı bir rahibin görev yaptığı, 787 yılında ikinci defa toplanan konsülde Leontopolis temsilcisi de bulunmaktadır. Selçuklu döneminde Hıristiyan halkın yaşamını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. 1315 yılında sürgün edilen Sinop Metropoliti’nin Leontopolis’de görev yaptığı görülmektedir. 14. yüzyıldan sonra bilgi gelmemektedir. (Tabula Imperini Byzantini– Isaura maddesi) Kentte arkeolojik kazıların başlaması ve Prof. Thomas Drew Bear’in burada yazıtları okuması sevindiricidir. Zengibar Kalesi, aslanlı mezarlar, kaçak kazılarla parçalanmış lahitler bizden ilgi beklemektedir. !!!! (23.12.1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

29 1995 YILINI UĞURLARKEN Mehmet BİLDİRİCİ

Bu yıl içinde çok tutulan, çevre kültürüne büyük katkısı olduğuna inandığım KIRKAMBAR’da çeşitli yazılarım çıktı. Yeni bir yıla girmek üzereyiz. 1996 yılının ülkemize ve tüm insanlığa güzellikler getirmesini diliyorum. Bu yıl içinde hobi olarak araştırma yaptığım konularda yazılarıma devam etmek istiyorum. Bu konular toplum yaşantısı ve kültürü üzerine derin etkileri bulunan tarihteki insanı su ile serüveni, çevremizdeki eski kent ve yapıları.. vs. Bir mühendis gözü ile belgelediğim ilginç yazıları buraya taşıyacağım. Ayrıca bizleri eğitmiş olan Konya Lisesi’nin değerli öğretmenlerini, çevremizde kendi çabası ile teknoloji üretmiş halk kahramanlarını ortaya kaymaya çalışacağım. Yılın bu son yazısını, bu yıl aramızdan ayrılan Konya için önemli kişileri buraya döküp yazımı bağlayacağım. -Konya Lisesi’nin eski Müzik öğretmeni, Konya Lisesi Marşı’nın bestecisi Arif Şahap Ökten (1904-1995) Ocak ayı içinde İstanbul’da aramızdan ayrıldı. -Dağcılık Federasyonu Genel Başkanı Dr. Tayfun Tercan (1952-1995) genç yaşta dağ tırmanışında bir kaza sonucu yaşamını yitirdi. -Eski gelirler Genel Müdürü hemşerimiz Altan Tufan bu yıl içinde aramızdan ayrıldı. -Konya Lisesi eski Coğrafya öğretmeni Havfi Kendi (1912-1995) Haziran ayında Konya’da öldü. -Konya’nın fahri hemşerisi Yunanistan Türklerinin idleri Dr. Sadık Ahmet yıl içinde öldü. -Tarihçi, bilim adamı Bozkırlı Prof. Dr. Faruk Sümer yıl içinde aramızdan ayrıldı. -Eski SSK Genel Müdür Yardımcısı, Konya SSK Müdürü Avni Yazıcı Ankara’da yaşamını yitirdi. -Selçuk Üniversitesi Fahri Doktoru, Türkistan Türklerinin lideri İsa Yusuf Alptekin (1901-1995) aramızdan ayrıldı.

(30 Aralık 1995 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

30 1996 YILI YAZILARIM

AKSARAY İLİNDE TARİHİ SU YAPILARI Mehmet BİLDİRİCİ

Aksaray ilinde, Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi, çok çeşitli ırklar ve uygarlıklar geçmiş ve onların izleri bugünlere gelmiştir. Özellikle Aksaray Selçuklu döneminde önemli gelişme göstermiştir. Bunu o günlerden gelen yapılar belgelemektedir. Aksaray’da çeşitli dönemlerden gelme zengin tarihi su yapıları bulunmaktadır. Halen çalışmakta bulunduğum DSİ IV. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan görevlendirilme ile 1991-1994 yılları arasında araştırma yaptım. Konya, Aksaray, Karaman ve Niğde yörelerinde yaptığım çalışmalar 1994 yılında “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” olarak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanmıştır. Bu yayın içine Aksaray da dahil edilmiştir. Bu çalışmalarım sırasında DSİ 44. Şube Müdürü Mustafa ÖZATEŞ’in daima yardım ve teşviklerini görmüş bulunuyorum. Aksaray çevresinde tarihi su yapıları nelerdir? Kısaca özetleyelim. 1.) Aksaray şehir içi arkları : Uluırmak’tan su alan sağ sahilde 3 ve sol sahilde 2 olmak üzere toplam 5 ark Selçuklulardan bu güne şehrin içme ve kullanma suyunu sağlamıştır. Sağ sahildeki arklar: Kızılark – Urumdüğün – Tavşancıl Sol sahildeki arklar : Coğlaki – İğneci

2.) Aksaray Eskil Böğet köyünde Roma Barajı: Böğet köyünde Höyük ile birlikte Kültür Varlığı olarak tescil edilmiştir. Anadolu’da o dönemden kalan üç barajdan biridir.

3.) Aksaray Sultanhan’da Kırkdelik Su Tüneli: Sulama amaçlı Selçuklu öncesi açılmış olan tünel tarihi Sultanhan’a da su vermiştir. Bugün de çalışır durumdadır.

4.) Aksaray Helvadere ve Gine (Elmacık) köylerinde su toplama (gölet) için yapılmış eski bentler. Helvadere’deki bent şimdi DSİ tarafından yapılan göletin içinde kalmıştır. Elmacık’ta YAPI olarak bilinen yapı bugüne gelmiştir.

5.) Aksaray Ihlara’da sarp kayalara değirmen döndürmek amacı ile açılmış su kanalı ve tüneller.

6. Aksaray Güzelyurt : Eski adı Gelveri olan kent, yer altı kentleri ve oyma yapıları ile “Açık Hava Müzesi” görünümündedir. Kente su getirilmesi için son devirlerde yapılmış su kemeri ve bugün cami olan İlahiyatçı Gregorios adına yapılmış kilisenin merdivenlerle inilen ayazması bunlardan bazılarıdır.

Bütün bu yapılar hakkında detaylı bilgiler ve yapıların planları yukarıda bahsedilen yayında bulunmaktadır. Ben bu konuya ilgi duyacaklarla diyalog kurmayı bekliyor. Aşağıda adresimi veriyorum. Bu şekilde konuşarak tartışarak Aksaray’ın zengin su kültürünün ortaya çıkacağına inanıyorum. Adresim: Şeyh Sadrettin Mah. Turgutoğlu sok. 44/15 Konya

(ULUIRMAK- Günlük Siyasi Gazetesi- 03.01.1996)

1 CUMHURİYET DÖNEMİNİN İLK ÖĞRETMENLERİNDEN ZEKİYE İZGİ Mehmet BİLDİRİCİ

Cumhuriyet döneminin ilk bayan öğretmenlerinden Zekiye İzgi benim ilkokul öğretmenim. Uzun yıllar Eski garaj civarındaki Hakimiyeti Milliye İlkokulu’nda öğretmenlik yapmış, pek çok değerli öğrenci yetiştirmiştir. 1989 yılında İstanbul’da öldüğünü yakın zamanda öğrendim. Zekiye İzgi, 1909 yılında Drama’da (Selanik) doğdu. Babası Abdullah İzgi, Balkan bozgununun ardından Türkiye’ye göçmen olarak geldi. Zekiye 5 yaşında idi. Bir süre Sivas’ta kaldılar. Tek kız kardeşi Şadiye Sivas Divriği’de doğdu. Zekiye İzgi Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Konya Kız Öğretmen Okulu’nda okudu ve öğretmen oldu. Uzun yıllar Hakimiyeti İlkokulu’nda öğretmenlik yaptı. Zekiye Hocanım ilk sınıftan alıp bir sınıfı alır mezun ederdi. Benim de 1946-1951 yılları arasında öğretmenim oldu. Annem üzerinde derin etki sağlayarak benim okumamı sağladı. Aynı dönem sınıf arkadaşlarım ise Selçuk Üniversitesi’nde Halk Edebiyatı öğretim üyesi Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Ömer Alptekin, İstanbul’da Tüccar İşadamı Hasan Yeşilkaya, Konya’da Dağcılık Temsilcisi, Gözlükçü Recai Kıcıkoğlu, Sanayici Süleyman Şakalak, Sanayici Niyazi Ildırar, Emin Göz, İTÜ Mezunu İnş.Y.Müh Nizamettin Ertekin. Kız arkadaşlarımdan Nurtop Akıncı (Var), akrabam Süheyla Özkunduracı, Şerife Şener hatırlayabildiklerim. Nurtop İstanbul Kadıköy’de oturuyor. Zekiye İzgi 1950 yılında emekli oldu. Muhacir Pazarı’nda olan evinde oturdu. Bu sıralar ziyaretine giderdim. Zekiye Hocanım hiç evlenmedi. Tek kız kardeşi Konya Lisesi’nde Müzik öğretmenimiz Şadiye Akın idi. Zekiye Hocanım daha sonra kardeşi ile birlikte İstanbul’a taşındı. 1989 yılında İstanbul’da öldü, Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Bu bilgiler halen İstanbul’da emeklilik yaşamını sürdüren kardeşi Şadiye Akın’dan alınmıştır. Biz eski öğrencileri hiç unutmadığımız Zekiye İzgi’ye tanrı’dan rahmet, kardeşine sağlıklı yaşam dileriz. (6 Ocak 1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

2 KONYALI BİR HANIMEFENDİNİN ARDINDAN FİRUZAN IŞIK İZMİRLİGİL Mehmet BİLDİRİCİ

Araştırmacı Yazar Mehmet Gündoğdu, Dağcılık İl Temsilcisi Recai Kıçıkoğlu, kameraman sanayici Osman Tekin be ben güzel bir ekip oluşturduk. Pazar günleri çevreyi geziyor, tarihi yapıları kameraya kaydediyor, ben de yerli ve yabancı yayınları inceleyerek çevrenin tarihini aydınlatmaya uğraşıyorum. 19 Kasım 1995 Pazar günü yaptığımız gezinin bir durağı şimdiki ismi Yeşildere olan DETSE köyü idi. Bu köy hakkında daha önce KIRKAMBAR’da Mehmet Gündoğdu ve benim yazılarım çıkmıştı. Bu gezi sırasında eski evler, eski kültürlerden gelen çeşitli kalıntılar yanında yepyeni pırıl pırıl bir bina karşımıza çıktı. Bir hayırseverin yaptırdığı bir ilkokul. Bu bina Detse içinden pek görünmüyor. Ama Avalama (İkizpınar) köy yoluna sapınca vadinin yamacında bir anıt gibi karşımıza çıkıyor. O gün bu okulu yaptıran hayırseverin FİRUZAN IŞIK İZMİRLİGİL olduğunu öğreniyoruz. Kısa bir süre sonra Hürriyet Gazetesinde çıkan bir ölüm ilanında Firuzan Hanım’ın 1996 yılının ilk günü aramızdan ayrıldığı ve takip eden gün Konya Üçler Mezarlığı’nda toprağa verileceği bildiriliyordu. Cenazeye katılıp, Hanımefendi’nin kim olduğunu araştırdığımda gerçek Konyalılarla karşılaşıyorum. Yüzyılların kültür birikimlerini toplamış, kültürlü, asil ve aydın Konyalılar.. Şimdi de bu Hanımefendi’nin ailesini tanıyalım. Firuzan Işık, Prof. Dr. Makine Yüksek Mühendisi Orhan Işık’ın eşi. Orhan Işık (1920-1982) Konya’da doğdu. Konya Lisesi’ni bitirdikten sonra devletin açtığı sınavları kazanarak Almanya’ya gönderildi. Makine Yüksek Mühendisi olarak yurda döndü. İstanbul Teknik Üniversitesi ve Sakarya Mühendislik Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Daha sonra Makine ve İmalat Sanayinde iş hayatına atılan Orhan Işık Ankara Sanayi Odası Başkanı, Türk Hava Kuvvetleri Güçlendirme Kurulu Üyeliği görevinde bulundu. 1982 yılında vefat eden Orhan Işık Konya Üçler Mezarlığı’nda toprağa verildi. Firuzan Hanım’ın babası Detse köyünden Mustafa İzmirligil, küçük yaşta köyden ayrılmış İzmir ve Konya’da ticaretle uğraşmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda Şam’da İngilizlere esir düşmüştür. Konya Lisesi mezunlarından idi. Bu şartlarda Firuzan iyi şartlarda yetişmiş, piyano çalmayı öğrenmiştir. Babası tarafından tanınmış Mimar Şevki Vanlı, Mimar-Arkeolog Ülkü İzmirligil kuzenleri. Ülkü İzmirligil benim gibi tarihi su yapıları konusunda araştırma yapan bir kişi, Side ve Samasota eski su yolları konusunda yayınları bulunmaktadır. Kendisini gıyaben tanıyordum, ama Konya’nın köklü bir ailesinden olduğunu duyunca doğrusu şaşırdım !! Annesi Sıdıka İzmirligil, Konya’nın ilk öğretmenlerinden ve tanınmış yazar, Konya İdadisi’nin ilk mezunu Faik Soyman’ın kızı. Firuzan Hanım anne tarafından eski Belediye Başkanlarından Avukat Özgen Küçükkoner’in dedesi Muhlis Koner ile akraba oldukları ortaya çıkmaktadır. Öğretmen olan ve 67 yaşında hayata gözlerini kapayan ve Konya Üçler Mezarlığı’nda toprağa verilen Firuzan Işık İzmirligil, Türk Kadınları Kültür Derneği Yönetim Kurulu üyesi idi. Kendisine Tanrı’dan rahmet diliyorum.

(27.01.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

3 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR KONYA LİSESİ’NİN İLK İNGİLİZCE ÖĞRETMENLERİ MUKBİL ERTUNÇ, AYTEN ÖZER Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi, Konya İdadisi olarak 1989 yılında öğrenime açıldı. Bu eğitim kurumunda çeşitli yabancı diller okutulmuştur.Kuruluş yıllarında Fransızca ve Arapça bulunurken zaman zaman Farsça’ya da yer verilmiştir. İkinci Dünya savaşı öncesi Almanca’ya yönelim olmuştur. Bugün çok yaygın olan İngilizce diline o yıllarda rastlamak mümkün değildir. İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen ekonomik ve politik dengelere bağlı olarak bütün liselerde ve arada Konya Lisesi’nde İngilizce hızla ortaya çıkmış ve bugün hemen hemen tek okutulan yabancı dil haline gelmiştir. Konya Lisesi’nin ilk İngilizce öğretmenlerinden biri Mukbil Ertunç’tur. Bizlerin öğretmenleri olan Mukbil Ertunç ve Ayten Özer bu konuda öncü öğretmenlerdir. Halen İstanbul Kadıköy’de emeklilik yaşamlarını sürdüren bu öğretmenlerimizin kısa hayat hikayelerini sunacağım. Mukbil Ertunç 1925 yılında Denizli’de doğdu. Denizli Lisesi’nden ve 1948 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nden mezun oldu. Konya Lisesi’nin ilk kadrolu İngilizce öğretmenidir. Felsefe öğretmeni Semahat Hanım ile evlendi. 1962 yılında Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi’ne atandı ve Devlet tarafından Amerika’da Georgetown Üniversitesi’ne öğrenim için gönderildi. 1965 yılında buradan mezun oldu ve yurda döndü. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’ne öğretim elemanı olarak atandı, İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde çalıştı. Daha sonra Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Ana Bilim dalında görev yaptı ve buradan 1983 yılında emekli oldu.

Diğer İngilizce öğretmenimiz Ayten Özer, 1929 yılında İstanbul’da doğdu. Lise öğrenimini, İstanbul Fatih ve Eskişehir’de tamamladı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce bölümünü bitirdi. İlk olarak Konya Lisesi’ne öğretmen olarak atanmıştır. Daha sonra 1959-1965 yılları arasında Konya Atatürk Kız Lisesi’nde görev yapmıştır. Buradan İstanbul’a atanmış Göztepe Deneme Lisesi’nde çalışmış, buradan 1975 yılında emekli olmuştur. Konya Sanat Okulu Matematik öğretmeni İbrahim Özer ile evli idi. İki kızı olan Ayten Özer Kadıköy’de emeklilik yaşamını sürdürmektedir. Kendilerinden çok şey öğrendiğimiz değerli öğretmenlerimizi saygı ile anıyor, yaşamlarını sağlıklı sürdürmelerini diliyorum.

(YENİ KONYA KIRKAMBAR 10.02.1996)

4 KONYA LİSESİ’NİN HAYATTA OLAN ESKİ ÖĞRETMENLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

1940’lı ve 1950’li yıllarda Konya Lisesi’nden çok başarılı öğrenciler yetişmiş ve önemli görevler üstlenerek ülkeye hizmet etmişlerdir. Bu başarının elde edilmesinde eğitim kadrosunun büyük özverisi olduğu açıktır. Konya Lisesi eski öğretmenlerimiz hakkında, değerli hocam Hüseyin Köroğlu’nun “Konya Lisesi tarihi” adlı eserinde kısa bilgiler bulunmaktadır. Ben bu yazımda 1950 yılı öncesi görev almış ve bugün hayatta olan öğretmenlerimizin kısaca kim oldukları ve nerede yaşadıklarını inceleyeceğim. Bu değeli kişiler şöyle;

PERTEV NAİLİ BORATAV (1907) 1931-1936 yılları arasında Edebiyat ve Türkçe öğretmenidir. Tanınmış folklor araştırmacısı olan Boratav halen Paris’te yaşamaktadır.

MUSTAFA ÇETİNER (1913) 1937-1943 yılları arasında Edebiyat ve Türkçe öğretmenidir. Arkadaşımız Sezer Çetiner’in babasıdır. İstanbul Yeşilyurt’ta yaşamını sürdürmektedir.

GÜZİN ATADEMİR (1923) 1942-1946 yıllarında Fransızca öğretmenidir. Mevlana soyundan Konya Lisesi öğretmeni Celaleddin Ali İmer’in kızı, Prof Dr. Hamdi Ragıp Atademir’in eşidir. Ankara’da yaşamını sürdüren Atademir ile haberleşmemiz devam etmektedir.

NİHAL İLAYDIN (BARUTÇUOĞLU) (1923) 1945-1955 yılları arası Fransızca öğretmeni olan İlaydın, daha sonra eski Konya Lisesi Müdürü Hikmet İlaydın ile evlenmiştir. Kışları Ankara’da yazları Marmaris’te emeklilik yaşamını sürdüren Nihal Hanım ile haberleşmemiz devam etmektedir.

MUAZZEZ KARGALIK (1923) 1946-1962 yılları arasında Fransızca öğretmenimi olan Muazzez Hanım, aynı yerde Fransızca öğretmeni ve Müdür Yardımcısı Turgut Kargalık ile evlidir.

TURGUT KARGALIK (1915) 1947-1961 yılları arasında Fransızca öğretmeni ve Müdür Başyardımcısı’dır. Kargalık çifti Ankara’da yaşamlarını sürdürmektedir. Kargalık çifti ile haberleşmemiz devam etmektedir.

MUKBİL ERTUNÇ (1925) 1948-1962 yılları arası İngilizce öğretmenidir. Eşi felsefe öğretmeni ile İstanbul’da yaşamlarını sürdürmektedirler. Ertunç çifti ile haberleşmemiz devam etmektedir.

Eski öğrencileri olarak hepsine sağlıklı yaşamlar diliyoruz.

(YENİ KONYA KIRKAMBAR 17.02.1996)

5 KAZIM KARABEKİR İLÇESİNDE TARİHİ YERLEŞİM YERLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Dağcılık Federasyonu’ndan üç arkadaşım, Recai Kıcıkoğlu, Osman Tekin ve Arif Solmaz, Kurtuluş Savaşı’nın eşsiz Komutanı Kazım Karabekir Paşa (1882-1948) adına aynı ilçe dahilinde Hacıbaba (Pusula) dağına 25 Şubat 1996 günü bir kar tırmanışı yaptılar. Bu çıkıştaki çektikleri belgeseli 01 Mart 1996 günü akşamı benim de katıldığım bir programda SUN TV’de yayınladılar. Ben de bu vesile ile bu çevredeki yerleşim yerleri hakkında daha önceki çalışmalarımdan ve sonra elime geçen Almanca metinleri oğlum Araştırma Görevlisi Öztuğ Bildirici Türkçe’ye çevirdi. Bütün bu bilgiler ışığında bu yerleşim yerleri hakkında bir özet sunacağım. Bugün Karaman’ı Konya’ya bağlayan ve kuzeye doğru devam eden yeni yol eski yerleşim yerlerinin doğusundan geçmektedir. Bu çevrede bulunan eski antik yol ise bugünkü modern yolun batısından geçiyordu. Karaman’dan (Laranda) başlayan yol Yollarbaşı (Ilistra), Kazım Karabekir, Özyurt (Bosala- ), Akarköy (Zosta), ve Güdelisin’den geçmekte idi. Bu beş yerleşim yerinden Ilistra, Posala, ve Laranda 372 yılında kurulan ve merkezi (Başpiskoposluk) Iconium (Konya) Lycaonia eyaletinin piskoposluk merkezleridir. Şimdi güneyden kuzeye doğru bu beş antik yerleşim yerlerine kısa bilgiler sunulacaktır.

YOLLARBAŞI (ILISTRA – İLİSIRA) Antik kent Roma döneminden beri Ilistra olarak bilinmektedir. Bu isim günümüze İlisıra olarak gelmiştir. Yeni ismi ile Yollarbaşı, eski kentin Akropol’ü olan Höyük ve çevresi üzerindedir. Höyükte bulunmuş üzerinde öküz başı ve üzüm kabartmalı kolon (en. 2847) Karaman Müzesi’ndedir. Ilistra’nın 325 yılında İznik, 431 yılında Efes, 451 yılında Kadıköy (Kalkedon) dini meclislerinde temsil edildiği anlaşılmaktadır. 372 yılında kurulan Lycaonia eyaletinin 18 adet piskoposluk merkezinden biridir. 15. yüzyıl vakıf kayıtlarında köy olarak görülen İlisıra’da bir kilisenin kalıntıları 19. yüzyıla kadar gelmiştir.

KAZIM KARABEKİR (PYRGOI- GAFERİYAT –KASABA) Bugün ilçe merkezi olan Kazım Karabekir’in 10. ve 12. yüzyıl kayıtlarında ismi Pyrgoi olarak geçmektedir. İlçe eski kentin Akropol’ü etrafında kuruludur. 19. yüzyıla kadar kent surlarının kalıntıları gelebilmiştir. İlçe parkını bu kentten veya çevreden gelen iki aslan heykeli süslemektedir. Sonraki dönemlerde Gaferiyat ve Kasaba adı verilen yere Kurtuluş Savaşı Komutanlarından Kazım Karabekir Paşa’nın (1882-1948) ismi verilmiştir. Paşa İstanbul doğumlu olup aile kökeni buralıdır. Paşa adına yol kenarına bir Park düzenlenmiş ve Paşa’nın heykeli dikilmiştir.

ÖZYURT (BOSALA- POSALA) İstanbul’da 381 yılında Aya İrini’de toplanan dini konsülde kentin ismi Posala olarak geçmektedir. Konya’ya bağlı bir piskoposluk merkezidir. Kentin antik ismi bugüne Bosala olarak gelmiştir. Kent Hacıbaba dağı eşiğindedir. Dağın diğer bir adı antik isminden Pusula dağıdır. 15. yüzyıl kayıtlarında ismi geçen Bosala’da bir kilise kalıntısı bulunmaktadır.

Üç dağcı arkadaşımın tırmanışlarında Akarköylü kılavuzları çıkış yolu üzerinde iki sarnıç kalıntısı göstermişlerdir. Şimdiye kadar haberdar olmadığımız bu sarnıçlar kuyu şeklinde kenarları düzgün ve iri taşlarla örülmüştür. Arkadaşlarını verdiği bilgiye göre çıkışta gördükleri sarnıç yaklaşık 10 m çapında ve 25 m derinliğindedir. Dönüşte gördükleri sarnıç daha büyük yaklaşık 15 m çapında, 40 m derinliğindedir. Yaklaşık 2000 m yükseklikteki sarnıçlardan ilki yaklaşık 1800 m³, ikincisi yaklaşık 6700 m³ hacmindedir. Tabii ki bunlar gözle yapılan ölçülerdir. Konya çevresinde bu büyüklükte dağda ilk defa bu büyüklükte sarnıç görülmektedir. Böyle harika iki su yapısını ortaya çıkaran dağcı arkadaşlarıma teşekkür edilmelidir.

6 AKARKÖY (ZOSTA – LOSTA) Kalıntı ve yazıtlardan Roma döneminde olduğu bilinen kentin ismi kayıtlarda geçmemektedir. Kentin ismi Zosta veya Losta olarak bugüne gelmiştir. Tarafımızdan yapılan inceleme köyün evlerinin duvarlarında işlemeli taşlar ve kolonlar görülmüştür. MAMA cilt 8 de burada okunmuş yazıtlar yer almaktadır. Bunlar arasında ilginç bir mezar taşı bulunmaktadır (MAMA cilt 8-192). Bu mezar taşı Hıristiyanlığın yasaklandığı dönemde dini inancından dolayı öldürülmüş ve şehit (martir) kabul edilmiş Paulus’a aittir. Dördüncü yüzyıla tarihlenmektedir. Yazıt Akarköy’ün hemen yakınında Çürük Ümü Ören’de bulunmuştur. Bir diğer ilginç yazıtta gezi sırasında bir bahçe duvarında görülmüş ve fotoğrafı Prof. Dr. Thomas Drew Bear tarafından okunmuştur. I.O.M / Annius / Maximus / Leg(ionis) / XV Fe(rrate) XV. Roma Lejyonunda görev yapmış bir askerden söz edilmektedir. Akarköy’de çok az rastlanan mühendislik şaheseri su yapıları bulunmaktadır. Burada kehriz sistemi ile yer altı suyu çeşmelere verilmektedir. Böyle bir sistemin Konya’da bir örneği yoktur. Bu sistem ve Yollarbaşı bulunan su yapılarına ait geniş bilgi müellifi bulunduğum “Konya Tarihi Su Yapıları 1994)” adlı kitapta bulunmaktadır.

GÜDELİSİN (KODYLESSOS) Burada bulunup okunan yazıtlardan kentin isminin Kodylessos olduğu belirlenmiştir. Bu isim bugüne Güdelisin olarak gelmiştir. Bir höyük etrafında kurulmuş kentten çeşitli yapı kalıntıları bugüne ulaşmıştır. Kent surlarının kalıntıları 19. yüzyıla kadar gelmiştir. MAMA cilt 8 de okunmuş çeşitli yazıtlar bulunmaktadır. Bunlardan 186 numaralı olanı ilgi çekici ve tarih belirleyicidir. Bu yazıtta İmparator Diocleitanus’un (İmp 284-305) ve Maximiano (İmp. 286-305) isimleri geçmektedir.

Ben bu yazımda bu beş yerleşim yeri (önceleri antik kent, sonraları köy) hakkında özet bilgiler vermeye çalıştım. Bu kentlerle bağlantılı daha pek çok küçük yerleşim birimlerinin kalıntıları, su yapıları bulunmakta ve araştırma beklemektedir. Çevrenin zengin tarihi dokusu bugüne kadar anlaşılamamış ve korunamamıştır. Hiç olmazsa bugüne gelenler korunmalıdır.

Bende bu yazımı çevrenin en büyüğü Kazım Karabekir Paşa’nın atalarının anısına adıyor, kendisini saygı ile anıyorum.

(23 Mart 1996 – YENİ KONYA KIRK AMBAR) (30 Mart 1996 – YENİ KONYA KIRK AMBAR)

7 DİNEKSARAY’DA (ISAURAPOLIS) BULUNMUŞ DÖRDÜNCÜ YÜZYILA AİT ŞİİR Mehmet BİLDİRİCİ

Bu şiir, Konya’nın güneyinde Dineksaray’da bulunmuş bir yazıttan Türkçe’ye çevrilmiştir. Bugün nerede olduğu bilinmeyen bu uzun yazıtın Grekçe orijinali ve İngilizce çevirisi “Buckler-Calder- Cox. Asia Minor 1924, 57 nolu yazıt) adlı eserdedir. Dördüncü yüzyıla tarihlenen ve mezar taşına kazınan şiir, çevrede o dönemde yüksek bir kültürün olduğunu kanıtlamaktadır. İngilizce metine manaya sadık kalarak şiir şekline dönüştürülmüştür.

Hey yabancı, sana söylüyorum Geçip giden kişi, dinlemelisin Kimsin? Ben uzun yıllar içinde gelişen İSA adlı asmanın bir yaprağıyım Öbür dünyada sevinç seninle olsun Yanlış bir şey anlatmıyorum Emin olmasın ki, NESTOR Bir rahip burada yatıyor Erdemli dulların yardımcısı Oğlu PANCRATIAS ile birlikte Çok iyi hizmetkarlardı NESTOR, tüm ülkenin seçilmiş hazinesi Gençlerin ilahi doktrin öğretmeni İnsanlar arasında akıllı, inançlı ve yargı sahibi Vali ve yöneticilere yol gösterici Halkın tümü bunu böyle bilirdi Benim iyilikleri sevmem Doğru düşüncemin bilinciyle Oğlum PANCRATIAS Tanrı’ya adanmış kutsal sıvıyı, Gözyaşlarını üzerime boşalttı Tarifsiz özlem ve üzüntüler çekerek Evlenmeyi bir tarafa bırakarak Tüm zamanını sevgime adadı Benim güzel ve iyi eşim MAMMEIS Bütün rahipler arasında öne geldi Din kardeşlerini seven bir Telephid Dünya zevklerine gem vuran Bunu inançla savunan, İSA’nın hizmetçisi Burada eşi ve oğlu ile aynı saygıyı görüyor İlahilerle en yüksek düzeyde Sanatı ile bizi onurlandırarak Zaman aktıkça bu sözlerimi insanlar Ve daha henüz doğmamış olanlar işitsin

(6 Nisan 1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

8 DANİMARKA’DA ÇETİN KIŞ Mehmet BİLDİRİCİ

Aile dostumuz, Kopenhag’ta öğretmen Helga OKKELS 17.03.1996 tarihli mektubunda bu yıl çok çetin bir kış geçirdiklerini ve geçirmeye devam ettiklerini belirtmiş ve detaylı gözlemlerini mektubunda açıklamıştır. Bende bu ilginç yazıyı aynen Türkçe’ye çevirerek buraya alıyorum. Yazı dikkatli okunursa Kuzey Avrupalı turistlerin Türkiye tatili için ne kadar can attıkları ortaya çıkacaktır. “Son on yıldır kar buz, az olan ılıman kışlar geçirmekte idik.Ocak ayı başında bahçemizde çiçekler açmaya başlıyordu. On yıl sonra 1996 yılında gerçek soğukları kar ve buz ile gelen sert bir kışı yaşadık. 19 Kasım’da kısa zamanda eriyen kar ile ülke kaplandı. 24 Aralık (Noel) dolaylarında hakiki soğuklar kar ile birlikte geldi. Bu kar 14 günde eridi. Ben bu arada evimin bahçesinde kayak yapma imkanı buldum. Zamanla göllerimiz ve denizlerimiz donmaya başladı, çevreyi buz kapladı, Şubat ayı başında halk donmuş göller üzerinde patinaj sporu yapmaya başladı. Denizlerin de donması ile 400 yolcusu olan feribotlar buza saplandı. Özel olarak inşa edilen buz kırıcı tekneler tarafından kurtarıldılar. Buz kırıcılar her kış hazır olarak beklerler, ama 1986 yılından bu yana ilk defa kullanıldılar. 18-19 Şubat günü meydana gelen kar fırtınasından dolayı tüm ulaşım durdu. Arabalar hatta evler kar altında kaldı. Askeri birlikler alarm durumuna geçti. Hastaları ve hamile kadınları hastanelere taşıdı. Daha sonra arabalar içinde mahsur kalan ve donma tehlikesi geçiren insanlar kurtarıldı. Yollar açılana kadar kurtarılanlar okullara yerleştirildi. Soğuklar hala etkisini devam ettirmektedir. Denizlerin donması eskiden de görülürdü, insanlar donan denizler üzerinde yürür, Danimarka’dan İsveç’e yürüyerek giderlerdi. Neyse ki günler uzuyor. Aralık-Ocak ve Şubat aylarında karanlık soğuktan da beter. Halkı strese ve yorgunluğa itiyor. 21 Aralık’ta güneş 9.00 da doğuyor, öğleden sonra 3.00 de batıyor. Mesela ben 8.00 de okula gece karanlığında gidiyor, öğleden sonra 3.00 den sonraya kalırsam gece karanlığında dönüyorum….

(13.04.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

9 KONYA İÇMESUYU İLE İLGİLİ AÇIKLAMA SEFA ODABAŞI’NIN YAZISI DOLAYISIYLA Mehmet BİLDİRİCİ

Sayın Sefa Odabaşı’nın 23.03.1996 günü “Yeni Konya-Kırkambar’da” “Konya’dan Çizgiler” isimli yazısında Konya İçmesuyu Tarihi ile ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır. Sayın Odabaşı Anıtlar Kurulu toplantısındaki konuşmaları banda almış ve onları yazısında bize aktarmaktadır. Konu hakkındaki sohbetleri koruyarak bizlere taşıması her türlü övgüye değerdir. Ben de dikkatlice okudum. Konu benim de ilgi alanıma girdiğinden görüşlerimi açıklayacağım. 1988 yılında Lalebahçe yolunda, Aksarnıç yanında yapılan temel kazılarında zeminden 1,5 m aşağıda toprak künkler görülmüştür. Konu Anıtlar Derneği’nin aylık toplantısında görüşülmüş, Konya hakkında köklü bilgileri Sayın Şahabettin Uzluk ve Mehmet Ali Apalı görüş bildirmişlerdir. Toplantıda Şahabettin Uzluk “Selçuklular döneminde Dutlu suyunu bütün Konya içiyordu” diye beyan etmiştir. Avukat Mehmet Ali Apalı ise; “Dutlu suyunun Yavuz Selim’e ait olduğunu Pirebi Tekkesi yanında bağ komşuları Kalkancı Ahmet Efendi’nin evinde 3-4 basamakla inilerek borudan su alındığını ve bu suyun dergaha aktığını” ifade etmiştir. Sayın Mehmet Ali Apalı’nın anlattıkları tarihi gerçekleri doğrulamaktadır. Selçuklu döneminde Şehir Irmağı’ndan su alan Havzan sistemi Konya’ya su veriyordu. Muhtemelen bu sistemin bozulması üzerine Konya’nın su sıkıntısına girmesi üzerine, Yavuz Sultan Selim tarafından Dutlu suyu Mevlana Dergahı’na getirilmiştir. “Konya Tarihi Su Yapıları” isimli yayınımda plana ve belgelere dayanan bilgiler bulunmaktadır. Dutlu su hattı Lalebahçe yolu üzerinden geçerek Mevlana Dergahı’na ulaşıyordu. Hat üzerinde çeşme yapılmamış,boru üzerinde delikler bırakılmıştır. Hem buralardan hat temizlenir ve hem de inilerek buradan su alınırdı. Kovanağzı eski sakinlerinden bağ komşum ve ahbabım, Mustafa KARNIBÜYÜK inilip su alınan bu çukurların hat üzerinde 3 tane olduğunu, bunlardan birinin Lalebahçe yolu üzerinde ikinci köprünün (Deleğin Arif’in Camii ), yanında olduğunu araştırmalarım sırasında bana söylemiştir. Dutlu suyundan Mevlana Dergahı Şadırvanı’ndan başka 7 çeşmeye daha su verilmiştir. Ayrıca Sayın Mehmet Ali Apalı; “Sahibin Irmağı (Sahip Ata) Havzan’a gider, Kovanağzı’na gitmez” ifadesini kullanmaktadır. Konu üzerinde araştırma yapmış bir mühendis olarak konuya açıklık getirmek istiyorum. “Sahibin Irmağı” Meram Çayı sağ sahilden (Konya kenti sol sahilde) ilk olarak su almakta, Tavus Baba’nın önünden geçmekte, Meram’ın üst kısımlarını sulayıp Ana Sultan Mezarlığı’nda son bulmaktadır. Karahüyük ve Lalebahçe ırmakları sağ sahilden su almakta adı geçen semtleri sulamaktadır. Sahip Ata’nın buzhaneleri, Selçuklu döneminde Konya’ya su taşıyan ”Şehir Irmağı”ndan su almaktadır. Kovanağzı, Arapöldüren, Çaybaşı ve Mengene’ye su taşıyan iki ırmak Müftü Gediği”nden su almaktadır. Lalebahçe yolu üzerinde bulunan Aksarnıç Gümüş Irmağı üzerinde yer almaktadır. Sahip Ata’nın camii ve türbesi karşısında bulunan hamamı bu ırmaktan su almaktadır. Diğer ırmak olan benim de bağımın (annemin deyişi ile çaylı bağ) bulunduğu Koğanazı’nın aşağı kısımlarını sulamaktadır. Bu iki ırmak Lalebahçe ve Karaman yollarını kesmektedir. Bunlar üzerinde Selçuklu dönemi menfez köprüler yer almaktadır. Bu bilgiler harita ve belge çalışmalarına ve yöredeki gezilere dayanmaktadır. Kızım Sibel’in sürücü belgesi alması için hem onu çalıştırmak ve hem de yöreyi tanımak için tüm ırmaklar tek tek dolaşılmıştır. Bir taşta iki kuş….. (27.04.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

10 SARAYÖNÜ LADİK ve YAKIN ÇEVRESİ Mehmet BİLDİRİCİ

Ladik, Konya’nın kuzeyinde Konya-İstanbul karayolunun çok yakınında Sarayönü ilçesine bağlı halıları ile ünlü şirin bir beldemizdir. Tarihi bir höyük ve çevresinde kurulmuştur. Çok önemli ve eski bir yerleşim yeri olduğu halde, hakkında hemen hemen hiç Türkçe yayın bulunmamaktadır. Çevremizde araştırma yapmış yabancı bilim adamlarının yayınları incelendiğinde zengin bir tarih ve eşsiz bilgiler ortaya çıkmaktadır. Ladik’de kurulduğundan bu yana geçen 23 yüzyıl içinde sürekli yaşam devam ettiğinden bugüne sağlam yapılar gelememiştir. Eski yapıların elemanları ve taşları daima yenilerin yapımında kullanılmıştır. Tarihi hakkında bilgiler burada çokça görülen yazıtlardan gelmektedir. Klasik dönemlerden gelen kitabeler yönünden Ladik ve çevresi Konya’da en zengin bölgesidir denilebilir. Ladik ne zaman kurulmuştur? İsmi nereden gelmektedir? Geleneksel olarak Ladik M.Ö. 3. yüzyılda başkentleri Antakya olan Selefkos Krallığı hanedanından Laodice adlı bir kraliçe adına kurulduğu bilinmektedir. Kentin ismi 2000 yıl önceki Strabo’nun Coğrafya isimli kitabında geçmektedir. Laodice adlı kraliçeler adına başka Ladik kentleri de kurulmuştur. Bunlar Denizli Pamukkale yolu üzerinde Laodikya, Suriye’de Lazkiye, Lübnan’da başka bir kenttir. Başka bir hanedan tarafından kurulmuş Samsun Ladik’de başka bir kenttir. Helenistik dönem hakkında bilgi gelmemektedir. Konya’da M.Ö 1. yüzyılda bağımsız bir krallık kuran Galata Kralı Amyntas’ın yönetiminde bulunan Ladik daha sonra Roma İmparatorluğu topraklarına katılmış, 1., 2., ve 3. yüzyıllarda çok büyük ve önemli bir kent haline gelmiştir. Ladik (Laodice) altın çağını bu dönemde yaşamıştır diyebiliriz. Bu dönemde güneybatıda Kındıras (Demiroluk), Ketsel, Şahören, kuzeybatıda Kadınhan, doğusunda Sarayönü, Başhöyük, güneydoğuda Bahçesaray (Nevinne), Dağdere, Meydan, ve daha pek çok yerleşim yeri bu kentin mahalleleri konumunda idi. Bu yerleşim yerlerinden dördünün antik isimleri bugüne gelmiştir. Ladik, Nevinne, Kestel, Kındıras. Sarayönü ve Kadınhan isimlerinin verilmesinde ise eski kalıntıların etkisi olduğu görülmektedir. Bizans döneminde parlaklığı yavaş yavaş sönen Ladik, Selçuklu döneminde de önemini korumuştur. Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali’nin kızından bir torununun 1291 yılında Ladik Emiri olduğu bilinmektedir. Selçuklu döneminde 13. yüzyılda Raziye Hatun tarafından yaptırılan ve sonra ilçeye adını veren Selçuklu Hanı’nda bol miktarda Ladik’ten getirilmiş taşlar kullanılmıştır. Güneydeki giriş kapısı ve kırkın üzerinde yazılı taş aynı zamanda burada korunmaktadır. Ladik’in gerilemesi üzerine önce Sarayönü ve sonrada Kadınhan gelişme göstermiş, Ladik küçülerek bir köy haline dönüşmüştür. LADİK’TE YAZITLAR ÜZERİNE ÇALIŞMALAR Ladik’de (Laodice) ilk epigrafik çalışmalar (yazıtların incelenmesi) İngiliz William Ramsay tarafından yapılmış ve 1888 yılında yayınlanmıştır. Daha sonra gene İngiliz W. Calder ve arkadaşlarının çalışmaları MAMA (Monumenta Asia Mineure Antiqua) cilt 1 ve cilt 8 de yayınlanmıştır. Yazıtların toplamı 400 civarındadır. Evet yanlış okumadınız dörtyüz. Çevrede yaptığım araştırmalarda bunlar arasına girmeyen ve sonradan ortaya çıkan çıkanlar olduğunu bizzat görmüş bulunuyorum. Büyük bölümü mezar taşlarıdır. Bu yazıt zenginliği bize sayısız dini, sosyal, ekonomik ve tarihi bilgileri ortaya koymaktadır. Bunlara da kısaca değinilecektir. Ladik ve çevresinde Roma döneminde yazıtlarda Grekçe, Latince ve Frikçe dillerinin kullanıldığı görülmektedir. İlk ikisi pek çok yerde görülmektedir. Az da olsa Frikçe dili, Grek alfabesi ile yazılmış mezar taşlarındadır. Son derece ilgi çekicidir. Roma dönemi tanrı ve tanrıçaları adına adaklar görülmektedir. Çatalhöyük’ten gelen Ana Tanrıça burada Zizimmene Ana olmuş ve önemli bir yere sahiptir. Tanrıça’nın ismi bugün yakınındaki Sızma isminde yaşamaktadır. Şahören’de okunmuş bir taşta (Vol.1,5) İvriz’de Hitit anıtında görülen, sakallı elinde üzüm salkımı ve buğday başağı tutan Tanrı (Tarhundas) burada ZEUS olarak görülmektedir. Burada

11 çeşitli dillerin, dini kültlerin harman olduğu ve önemli kültürel gelişmelere sahne olduğu anlaşılmaktadır. Hıristiyanlığın yasak olduğu 313 yılı öncesine ait az da olsa bu inancı taşıyan kimselerin mezar taşlarına da rastlanıyor. Hıristiyanlık serbest olunca Eugenius adlı bir rahibin 315-340 yılları arasında görev yaptığı görülmektedir. Bu konuda günümüzde yaşamış ve İslam ermişi kabul edilen Ladikli Ahmet Ağa’da unutulmamalıdır. Yazıtlardan sosyal ve ekonomik hayat hakkında da bilgiler gelmektedir. Çok sayıda Roma imparatorlarının ismi geçen yazıtlar bulunmaktadır. Bu dönemde imparatorların azat ettiği kişiler tarafından kurulan ve yönetilen tarım işletmeleri olduğu anlaşılmaktadır. Bizans döneminde Bardas Fokas ismi geçen ve 10. yüzyılın sonlarına tarihlenen bir yazıtta Höyük üzerinde kilise kalıntısında görülmüştür. Çevrede çok az rastlanan cinstendir (Vol. 1,257 ve 258). Bu yazıtlardan o dönemdeki meslekler hakkında da bilgiler gelmektedir. Bazı kadın mezar taşlarında ip ve ağırşak taşa resmedilmiştir. İp üreten usta kadınlar. Buradaki halıcılığın köklerinin çok derinlerde olduğunu göstermektedir. Erkek mezar taşlarında ise bolca bağ budama aleti görülmektedir. Bunların ise tarım ve meyvecilik konusunun uzmanı olduğu belirtilmektedir. LADİK’TE BULUNAN ESERLER Kentin merkezindeki höyük ve kuzeyindeki Nekropolis’in (Mezarlık) Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınmıştır. Bu memnuniyet vericidir. Ama yeterli değildir. Höyük üzerindeki tarihi camiin kitabesi okutulmalıdır. Ladik’in güneyinde Kurşunlu köyünde bir AYAZMA kalıntısı bulunmaktadır. Güneydeki su kaynaklarından en az 3 su yolu ile kente su verilmiştir. Konu tarafımdan araştırılmaktadır. Ladik, Sarayönü ve Kadınhan’ın pek çok yapısında ve özellikle çeşmelerde eski taşlar bolca kullanılmıştır. Bu şekilde işlemeli taşlar bir şekilde koruma altına alınmıştır. Çevre halkı tarafından pek bilinmeyen ve büyük bir tarihin etrafa saçıldığı bu antik kente gerekli ilginin gösterildiğini söylemek güçtür. Bir ziyaretimde kentin içinde devletin yaptırdığı bir binanın bahçesine taşların gelişigüzel atıldığını görmüş, ve korunması için Sarayönü Kaymakamlığı’na bir dilekçe ile başvurdum. Kaymakamlık lütfedip bana yazdığı yazıda bunların koruma altında olduğunu yazmıştır. Keşke yazılanlar gerçeğe uysa!!!! (11 Mayıs 1996- YENİ KONYA KIRKAMBAR) (18 Mayıs 1996- YENİ KONYA KIRKAMBAR)

12 KARACADAĞ ÜZERİNDE EMİRGAZİ- GÖLÖREN’DE ANTİK GEZİ Mehmet BİLDİRİCİ

Emirgazi ilçe olmadan önce Gölören’e, her ikisi de Karapınar’a bağlı idi. Karapınar denince susuz volkanik arazi, kum akla gelir. Halbuki biz 12 Mayıs 1996 günü Gölören çevresinde yeşermekte olan meşe ormanları arasında , eşsiz bir doğa yürüyüşü yaptık. Gölören’in hemen güneyindeki 1725 m kotundaki yeşillikler içinde “Kanlı Kale”ye çıktık. Bu gezi yöreyi tanıtmak amacı ile ilgili “Karacadağ Havalisi Kültür ve Dayanışma Derneği” tarafından organize edildi. Gezide, derneği temsilen Ethem Argun ve arkadaşları, buraya çok yakın köy olan Kayalı’dan Öğretmen-Yazar İbrahim Gündüz, Konya SUN TV’den çekim için gelen dağcı arkadaşım Recai Kıçıkoğlu, Osman Tekin ve ben Mehmet Bildirici bulunuyordu. Köyde Muhtar Sait Özalp hepimizle ilgilendi, bizleri ağırladı ve güzel bir gün geçirmemizi sağladı. Gölören aşağıda açıklayacağım şekilde büyük bir antik kentin bir parçasıdır. Önceleri yörenin idari merkezi iken, Emirdağ’ın ilçe olması üzerine bir duraklama ve gerileme sürecine girmiştir. Bu yönden yöreyi kalkındırmak gayesi ile kurulmuş derneğin çabaları çok yerindedir. Bu zor ve hayırlı işte kendilerine başarılar diliyorum. Ben de bu yazımda çevrenin tarihi dokusu ve yapılarını incelemeye çalışacağım. Karapınar çevresinde en eski kent HYDE (İde okunur) olarak bilinmektedir. Roma döneminde çok önemli bir kent olan Hyde’nin tarihi Roma öncesine de gitmektedir. Yüzyılın başlarında yapılan araştırmalarda Hyde kenti Karapınar yerinde sanılmış ve bütün yayınlara böyle geçmiştir. Öncekilere sonraki araştırma ve belgeleri katarak ortaya çıkan “Tabula Imperini Byzantini cilt 4” adlı Almanca kitapta ve içindeki haritada Hyde kenti Gölören ve çevresine yerleştirilmiştir. Gerçekten Emirgazi ilçesinin bu yöresinde yüzyıllardan gelen tahribata rağmen çok büyük bir kentin izleri görülmektedir. Gölören, hemen güney doğusunda Bilören, batısında Karaören, bu önemli kentin yerleşim yerleridir. Gölören merkezli olmak üzere yaklaşık 10 km yarıçaplı bir dairenin içinde 70 civarında eskiden yaşanmış bugüne ören yeri olarak gelmiş yerleşim yeri bulunmaktadır. HYDE kentinin Gölören çevresinde olduğunu ilk defa yazan benim, bunu savunuyor ve bundan da mutluluk duyuyorum. Hyde kenti hakkında bilinenler şöyledir. Hyde ismi ilk defa Pliny’nin (M.S 29-79) “Tarih” adlı eserinde Lycaonia bölgesi (Konya) kentleri arasında görülmektedir. 381 yılında İstanbul’da yapılan dini konsüle bu kentten Theodosius adlı bir rahip katılmıştır. 451 yılında Kadıköy’de yapılan toplantıya katılan ise Rufus’tur. 518 yılında ise Ioannis isimli bir rahibin ismi geçmektedir. Kent 8. ve 9. yüzyıllarca gerçekleşen Arap akınları sonucu gerilemiş ve zamanla terk edilmiştir. Bunun sonucu gene Karacadağ üzerinde Kesmez, Se Kalesi ve çevresinde 9.-12. yüzyıllar arasında THEBASA kenti kurulmuş ve önem kazanmıştır. Bu kentte Gölören’e 15 km uzaklıkta ve onun eskiden bir parçası olduğu sanılmaktadır. Karacadağ üzerinde bütün yerleşim ve ören yerleri hakkında bilgiler değerli tarihçi yazar arkadaşım İbrahim Gündüz’ün “ Bütün Yönleri ile Karapınar” adlı kitabında yer almaktadır. Ben bunlara çarpıcı birkaç cümle ekleyeceğim. Gölören’de daha önce bulunmuş ve yukarıda ismi verilen Almanca kitapta yayınlanmış işlemeli taşları gösterir 7 kolon başı Hyde kentinin bütün haşmetini ortaya koymaktadır. Bilören için arkadaşımız Ethem Argun’un 94 yaşında ölmüş Ümmühan adlı nenesinin naklettiği ve bir Rum’un sorduğu aşağıdaki soru her şeyi anlatmaktadır. NEREDE BENİM SOĞUK SULU DÜZME TAŞLI BİLÖREN’İM ?

13 Kanlı Kale’de çevreyi çok iyi bilen yazar İbrahim Gündüz ile Roma duvarlarına benzemeyen çok iri harçsız taşlardan yapılmış duvarları inceledik. Vardığımız sonuç bu kalenin Roma’dan çok daha eski olduğu ve hala kalenin bize sırrını vermediği oldu. Ormanı büyümüş, kalkınmış bir GÖLÖREN’in güzel havası ve manzarası, çok azı kalsa da tarihi kalıntıları ve tarihi zenginliği ile aranan sakin bir yaşam yeri olacağına inanıyorum. !!!!

(8 Haziran 1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

14 EMİRGAZİ İLÇESİ ARISAMA DAĞI TIRMANIŞI ve HARİKA TAŞ EVLER Mehmet BİLDİRİCİ

Emirgazi ilçesi Karapınar’ın kuzeyinde ovada kurulmuş, gelişmekte olan bir ilçemizdir. 12 Mayıs 1996 Pazar günü çevreyi tanıtmak için gelen ekiple Emirdağı’na Gölören ile aynı gün bir gezi yaptık. Belediye Başkanı Ali Rıza Bey bizi evinde kahvaltıya davet etti. O gün bir köy düğününe katıldık. İlçeye ismini veren Emir Gazi’nin türbesini ziyaret ettik ve ilçenin hemen kuzeyindeki Arısama dağına bir yaz çıkışı gerçekleştirdik. Arısama dağı, Emirgazi’nin kuzeyinde Kötüdağ, Keldağ olarak da bilinir. Gerçekten Arısama’nın başı keldir, çıplaktır, yolunmuştur. Ama kelliğin çaresi bilinir, ağaçlandırılarak Yeşil Arısama olabilir. Arısama dağı zirvesinde bir kale bulunmaktadır. Elimizde bulunan kalenin planına göre her tarafını inceledik. Çepeçevre bir sur ile çevrilmiş, yer yer duvar ve temelleri görülmektedir. Kalenin kuzey güney yönde uzunluğu 120 m, genişliği 90 m kadardır. Kalede üç büyük yapı ve bir sarnıcın temelleri görülmektedir. Kalede tarih belirleyen işaretler ve yazıtlar yoktur. Duvarlarındaki taşlar çok düzgün kesilmiş ve çok sağlam bir harçla (Horasan harcı değil) çok düzgün örülmüştür. Çevrenin tarihinden çevrede çıkan Roma küplerinden ve düzgün duvar işçiliğinden Roma döneminden geldiği anlaşılmaktadır. Çevrenin tarihi hakkında yerli ve yabancı kaynaklardan derlediğim bilgiler de şöyledir. Yöre için en değerli kaynak İbrahim Gündüz’ün “Bütün Yönleri ile Karapınar” adlı kitaptır. Arısama bugün Belkaya olarak bilinen köyün eski adıdır. Eski çağ tarihçilerinden Ptolemius yörede Ardistama adlı bir yerleşim yerinden söz etmektedir. Ardistama antik kentinin ismi bugüne Arısama olarak gelmiştir. Bu yörede antik ismi bugüne gelen tek yerleşim yeri Arısama’dır. Yüzyılın başında yörede araştırma yapmış W. Ramsay burada Hitit eserlerinden ve yazıtlarından söz etmektedir. Belkaya (Arısama) ile Arısama dağı arasında Küplük Öreni’nde, Sarnıç Öreni’nde Roma döneminden kalıntılar bulunmuştur. Halen sarnıçların bir kısmı kullanıl- maktadır. Arısama dağının doğusunda Dikilitaş mevkiinde de örenler görülmektedir. Arısama Kalesi ve saydığımız bu ören yerlerinde Roma döneminde önemli yaşam olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Arısama ayrı bir kent midir? Bunu destekleyen bir bilgi yoktur. Bana göre Hyde kentinin bir bölümüdür. Aradaki uzaklık 10 km kadardır. Arısama kalesi ileri ovalara hakim olmak için bir ileri karakol idi. Emirgazi ilçesinde beni büyük bir hayranlığa ve şaşkınlığa uğratan ise bu yörede gördüğüm harika taş evler oldu. Konya civarında çok gezdim ama Konya’nın tanınmamış bu bölgesinde bu harika taş evleri göreceğim aklımın ucundan geçmezdi. Evlerin girişinde kemerler, kolonlar ve duvarlar çok düzgün kesme taşlardan yapılmış, üzerleri ağaç kirişlerle örtülü, üstleri toprak. Bu evler son 100-150 yıl içinde çevredeki ören yerlerindeki binalardan sökülerek getirilmiş ve bu evler inşa edilmiş. Bunlardan ilki Emirgazi içinde Yakup Ağa Konağı, varisleri evi terk etmiş ve ev yıkılmaya yüz tutmuş ilgi bekleyen bir yapı !!!! Bir diğeri Mustantik Dede’nin Gölören’deki evi (DSİ de Jeolog Sami Aydın’ın dedesi) Ama en muhteşemleri Işıklar köyünde gördüğümüz 8-10 civarında şahane evler. Çevredeki kilise ve diğer yapılardan sökülerek taşınmış ve yeniden kurulmuş. Bunların korunması gerektiğine inanıyorum ve durumu Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kuruluna ulaştırmaya çalışacağım. (15.06.1996 –YENİ KONYA KIRKAMBAR)

15 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR NİHAL VE HİKMET İLAYDIN Mehmet BİLDİRİCİ

Elli yıl öncesi Konya Lisesi, Türkiye’nin saygın ve sayılı eğitim kurumları arasında idi. Bu ise iyi bir eğitim kadrosuna sahip oluşundan kaynaklanıyordu. Bu yazımı o yıllarda hizmeti bulunan Fransızca öğretmeni Nihal İlaydın (Barutçuoğlu) ile değerli eşi Konya Lisesi’nin eski Müdürü Hikmet İlaydın’a ayırmış bulunuyorum. Burada sunacağım bilgiler hocamız Nihal İlaydın’ın lütfedip gönderdiği mektuptan alınmıştır. Hikmet İlaydın 1914 yılında Muğla’da doğmuştur. Konya Öğretmen Okulu mezunudur. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden 1936 yılında mezun olmuştur. Önce Gaziantep ve İzmir’de öğretmenlik yapmış, 1948 yılında Konya Lisesi’ne atanmıştır ve 1948-1949 yıllarında kısa bir süre Konya Lisesi Müdürü olmuştur. Konya Lisesi’nden Milli Eğitim Bakanlığına Müfettiş olarak atanmıştır. Talim Terbiye Kurulu üyesi ve Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı olmuştur. Bir süre Almanya’da bulunan İlaydın, dört yılda (1960-1964) İran’da kültür ateşeliği görevinde bulunmuştur. 1967 yılında emekliye ayrılmış ve 1991 yılında hayata gözlerini yummuştur. Farsça, Almanca dillerini bilen İlaydın, Divan Edebiyatının en önde gelen uzmanlarından idi. İran edebiyatının tanınmış şairlerinden SADİ’nin Gülistan ve Bostan adlı eserlerini Türkçe’ye çevirmiştir. Ayrıca Türk edebi sanatları ile ilgili el kitabı (manuel) niteliğinde “Nazım” adlı yayını bulunmaktadır.

Nihal İlaydın hakkındaki bilgiler şöyledir. 1922 yılında Antakya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romanoloji grubunun, İspanyolca Bölümü’nde eğitim görüyor. 1945-1955 yılları arasında Konya Lisesi Fransızca öğretmenliğine atanıyor. 1955 yılında Ankara’ya gidiyor, Milli Kütüphane’de kısa bir süre çalışıyor. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nda mütercimlik ve müdürlük görevlerinde bulunuyor. Yedi yıl Turizm Yüksek Öğretmen Okulu’nda Fransızca derslerini yürütüyor, kurslara katılıp İtalyanca öğreniyor, gerekli sınavları geçip belge alıyor ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde “İtalyan Dili ve Edebiyatı” derslerine giriyor. 1965 yılında edebiyatçı Hikmet İlaydın ile evleniyor. Aynı zamanda Farsça’da öğreniyor. 1976 yılında emekli oluyor. Eşinin 1991 yılında ölümünden sonra kışları Ankara’da, yazları Marmaris’te emeklilik günlerini geçirdi. Pirandello’nun iki tiyatro eserini Türkçe’ye çevirdi. Ayrıca çeşitli tercümeleri de bulunmaktadır. Kendilerini tanımak bu değerli bilgileri yaşı 60 civarında olan eski öğrencilerine aktarmak cidden keyif verici bir uğraş…

(YENİ KONYA KIRKAMBAR 23.06.1996)

16 TÜRK HARİTACILIĞINDA BİR DEV SAİD YASAR Mehmet BİLDİRİCİ

İnşaat Mühendisliği ve Harita Mühendisliği’nin önemli derslerinden biri Topoğrafya’dır. Topoğrafya dersinin Türkiye’de gelişmesinde büyük emekleri olan bu bilim dalının kurucularından Prof. Said Yasar’ın ölümünü Hürriyet Gazetesi’ndeki ilandan öğrenmiş bulunuyorum. Elli yıl önce İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bu dersi Said Yasar yürütüyordu. İki cilt halindeki “Topoğrafya” kitapları tek kaynaktı. Onun içindeki tablolar yardımı ile arazi ölçüm hesapları yapılırdı. Said Yasar 1958-1959 yılları arasında bizlerin de hocası olmuştu. O yıllarda Topoğrafya en zor derslerden biri idi. Topoğrafya konusunda çok hizmetleri geçmiş olan hocamızın biyografisi de şöyle: Said Yasar 1907 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Rusya İdil-Ural Bölgesi Kazan Türklerinden Mehmet Rasih’tir. Orta öğrenimini İstanbul’da yapmış, 1926 yılında İstanbul Yüksek Mühendislik Mektebi’ne girmiş 1932 yılında buradan mezun olmuştur. 1935 yılında Yüksek Mühendislik Mektebi’ne asistan olarak atanmış, daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüşen kurumda profesörlüğe yükselmiştir. Doçentliği sırasında Amerika ve Fransa’da konusu ile ilgili teorik ve pratik çalışmalar yapmıştır. Yasar’ın telif kitaplarından ayrı olarak pek çok teknik makaleleri bulunmaktadır. 1969 yılında emekli olan Said Yasar’ın üç oğlu bulunmaktadır. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’inde hocası olan Said Yasar 09.06.1996 tarihinde vefat etmiş ve ertesi gün Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verilmiştir. Kendisine Tanrı’dan rahmet diliyorum.

(YENİ KONYA Haziran 1996)

17 KONYA PARK VE BAHÇELERİNDE 44 YILLIK İMZA AYDIN ÇAVUŞ Mehmet BİLDİRİCİ

Cumhuriyet döneminde Konya Belediyesi’nin park ve bahçelerinin oluşmasında Aydın Çavuş’un emeği imzası bulunmaktadır. Kendisini yıpratırcasına çalışan ve bugün Meram’da ağaçlandırdığı tepeye ismi verilen Aydın Çavuş kimdir? Ne gibi işler yapmıştır. Bu yazımızda bunlar incelenecektir. AYDIN ÇAVUŞ esas adı ile Aydın Aydınöz’ün (1896-1969) oğullarından Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Azzem Aydınöz Konya Lisesi’nden benim çok yakın arkadaşım. Arkadaşıma Konya’ya çok hizmet eden Aydın Çavuş’un çalışmalarının unutulmaması için hakkında bir yazı yazmayı önerdim. Beni kırmadı, babasının hayat hikayesini gönderdi. Şimdi oğlunun kaleminden bunu okuyacağız. Arkadaşıma teşekkürlerimi sunuyorum. Aydın 1896 yılı Kasım ayında Bosna Eyaleti, Kosova Sancağı, Taşlıca kentinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası Hacıbey’dir. Toprağa bağlı çiftçi bir ailenin çocuğudur. Ailenin önemli sayılacak miktarda toprakları vardır. Aydın ilköğrenimini gördükten sonra bir süre Avusturya Graz kenti Ziraat Okulu’nda okumuştur. O yıllarda Taşlıca’daki Müslümanlar tedirgindir. Taşlıca önce Avusturya-Macaristan İmparator- luğu’na, sonra Karadağ Krallığı’na, daha sonra da Sırbistan Krallığı’na geçer. Müslümanlar üzerine baskılar artar!!! 1921 yılında Karadağlılar Müslüman katliamını gerçekleştirir. Bir gün bir gece süren katliamda Tuna nehrinin bir kolu olan Drina Müslüman kanı ile kırmızı akar. Müslüman erkeklerin büyük kısmı öldürülür. Kadın ve çocuklar vaftiz edilmek üzere silah zoru ile kiliselere götürülür. Aydın’ın ağabeyi Abdullah da öldürülenler arasındadır. Kaçıp kurtulanlar İslam Direniş Komitesi’ni kurarlar. AZZEM Bey’in komutasındaki direniş örgütüne katılan Aydın, üç yılı aşkın bir süre Sırp ve Karadağlılar ile savaşırlar. Bu örgüt Sırbistan Genel Valisi BOSKO BOSKOVİÇ’i öldürür. Sırbistan Krallığı Aydın dahil yakalayamadığı tüm örgüt mensuplarını gıyaben idam cezasına mahkum eder. Sırpların çok tehlikeli gördüğü bu örgütün mensuplarının çoğu sıkı bir takip sonucu öldürülür. Aydın Yunan Krallığı’na iltica eder. 1924-1925 yıllarında Sırbistan ve Yunan Krallıkları arasında Makedonya üzerinde anlaşmazlıkları vardır. Bu sebeple Aydın serbest bırakılır. Taşlıca’daki arazilerinin büyük kısmının devrini yapar. O dönem için eline küçümsenmeyecek bir para geçer. 1925 yılında İstanbul’a gelir. İstanbul’da iskan edilir. Serbest muhacir olarak gelen anne babası ve akrabaları ile İstanbul’da buluşur. Aydın’ın niyeti elindeki para ile toprak satın alıp baba mesleğini sürdürmektir. Verimli toprakların Adana’da olduğunu öğrenir. Bir arkadaşı ile Adana’ya trenle giderler, kendilerine gösterilen toprakları çok beğenir. Pazarlık yapılır, kaparo bile verilir. Gece arazilerin durumlarını görmek için giderler, arazi sahiplerinin topraklarını silahla korumaları kendisini rahatsız eder, daha güvenli bir yerden almak için Adana’dan vazgeçer. Trene binip İstanbul’a giderken, tren Konya’ya gelince 2. Ordu’da Kurmay Başkanı olan Rumeli kökenli paşayı ziyarete karar verirler. Paşayı ziyaretleri sırasında orada bulunan ve daha sonra Belediye Başkanı olduğunu öğrendikleri bir kişi daha vardır. Bu kişi Kazım Gürel’dir. Bahçıvan Rum Kosta ustanın Yunanistan’a gitmesi ile nasıl bir ehil kişi bulacağı konusunda paşaya dert yanmaktadır. Paşa bu konu için Aydın Çavuş’u önerir. Aydın Çavuş hiç memurluk yapmadığı için öneriyi kabul etmez. Kendisine altı ay için bahçıvan yetiştirip gitmesi için ara çözüm önerirler ve kendisini ikna ederler. Konya belediyesi’nde göreve başlar, altı ay sonra gitmeye karar verdiğini söyler, teklifi kabul edilmez ve kalması için kendisine baskı yapılır. !!! Böylece 1925 yılında başlayan hizmeti 44 yıl devam eder ve 12 Aralık 1969 tarihinde görevi başında vefat eder. Almanca bilen Aydın Çavuş Konya’da Musalla Mezarlığı’nda toprağa verilir. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Yüksek Mühendis Mimar olarak mezun olan arkadaşım Azzem Aydınöz’ün babası hakkında izlenimleri şöyle; “Babam bir ömrü usanmadan yılmadan Konya için verdi. Değerli hemşerilerim Konyalılar da kadirşinastlık örneği gösterdiler, Meram’da adını ebedileştirdiler. Kendilerine Aydınöz’ler ve şahsım adına ne kadar teşekkür etsem azdır. Rahmetli babam Aydın Çavuş’un gözünde ve gönlünde Konya’ya çok güzel ve kalıcı eserler vermek yatardı. Yapılan her şeyi az görürdü. 18 Çünkü Konya kendi tabiri ile Selçukluların pay-ı tahtı, İslam ve Türk dünyasının muhteşem abidesi idi. Belki de ilk oğluna Selçuk ismini bu sebepten koydu. Bu vesile ile bir hatıramı nakletmek isterim. Konya Lisesi’nde okuduğum yıllarda kendisini paralarcasına çalışmasının sebebini sordum. Bana kesin ve kararlı bir ifade ile şunları söyledi; “Ben güzel Konya’mız için hizmet için yaşıyorum. Selçuklu pay-ı tahtı çok fazla güzel eserleri kısa ömrüme sığdırmam lazım..!!! Benim beş evladım var, ama her ağaç ve her çiçek de benim bir evladım..!! Acaba bu kadar çalışmakla aldığım maaşı hak edebiliyor muyum? Beş vakit namazını kılan Aydın Çavuş bize haram lokma yedirmedi. Bizlere hep bunları telkin etti ve terbiye ile büyüttü. Yaptığı tüm hizmetlerini Konya ve Konyalılara helal etti. Biz de onun evlatları olarak Konyalılığımızla her zaman ve her yerde gurur duyduk. Aydın Çavuş’a layık evlat olmanın gururu ve bilinci içinde yaşadık… Daha fazlasını Aydın Çavuş’un hala yaşayan eserleri anlatacak….

(29.06.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

19 KONYA OVASI SULAMASINDA BİR ÖNCÜ KURUKAFA MEHMET Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’nın Hayıroğlu isimli ova köyünden olan Kurukafa Mehmet 1908-1913 yılları arasında gerçekleştirilen Konya Ovası Sulama Projesi’nden önce yaşamış, ovanın sulanabileceğine inanmış ve bu işe gönül vermiş bir büyük halk önderidir. Konya’nın ova köylerinden topladığı adamlarla Beyşehir’den Konya Ovası’na su getirmek için kanal kazısını başlatmış, ancak teknik bilgi ve proje gerektiren bu dev işi başaramamıştır. Bu yazımızda Kurukafa Mehmet’in aynı köyden bir yakını tarafından kaleme alınmış hayat hikayesi, önemli bir belge olduğu için aynen alınacak, ardından Konya Ovası Sulaması için 19. yüzyıl sonlarında Konya Vilayeti tarafından yapılmış ön çalışmalar ve bunlar üzerinde Kurukafa Mehmet’in rolü nedir? incelenecektir. Burada aynen yayınlayacağımız makale, Atatürk dönemi 1931-1938 dönemi Konya milletvekillerinden olan Mustafa Eken (1901-?) tarafından kaleme alınmıştır. Kendisi Hayıroğlu köyünden olup köylü milletvekili olarak bilinir. Atatürk’ün isteği üzerine köylüyü temsil etmek için Konya’da bulunan Fahrettin Altay tarafından seçilmiş ve Atatürk’e önerilmiştir. Mustafa Eken’in babası Nurullahzade Hasan Ağa, Kurukafa Mehmet’in oğlu Ali Efendi’nin yakın arkadaşıdır. Eken babasından duyduklarını bize aktarmıştır. Bu önemli belge ise Konya Ovası Sulamasına büyük ümit bağlayan ve bunu kalemi ile savunan Avukat Suat Abanazır tarafından incelenmek ve yayınlanmak için bana verilmiştir. Kendisine teşekkürü bir borç bilirim. Onun hayatını ve çalışmalarını özetleyen Mustafa Eken’in yazısı sadeleştirilerek aşağıdadır.

KURUKAFA MEHMET KİMDİR? Aslen Türkmen olup, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra Horasan taraflarından gelerek Ereğli, Aksaray ve Cihanbeyli hudutları dahilinde meskun olan Atçeken Beyleri diye adlandırılan kalabalık bir aşiretin mensuplarından Hacı Ali Bey’in oğludur. Babasının evi Konya’nın Şeyh Alaman semti Tekke sokağındadır. Hacı Ali Bey Konya merkezine 40 km uzaklıkta bulunan ve o sıralar 8-10 hane olan Hayıroğlu köyüne yerleşerek ziraat ve hayvancılıkla meşgul olmuştur. Yaz mevsimlerini köyde, kışları ise Konya’da geçiren Ali Efendi oğlu Kurukafa Mehmet’i medreseye göndererek tahsilini tamamlattırmıştır. Tahsilinin ardından, babasının çiftliğinde ziraatla uğraşmış, daha sonra toprağını genişleterek servet sahibi olmuştur. Yaratılıştan ileri bir zekaya sahip olan Kurakafa Mehmet kısa bir sürede temayüz ederek şehirde ve köyde halkın ilgisini çekmiş, bir süre Meclis-i İdare üyeliği ve bir sürede Karaman Kaymakam vekilliğinde bulunmuştur. Yakın bir zaman içinde köyün yakın çevrelerinde dağınık olarak yaşayan, hayvancılık ve ziraat ile geçinenleri bir araya toplamayı başaran Mehmet Efendi, bilgi ve dirayeti sayesinde onları kendisine bağlamasını bilmiştir. Bozkır Çarşamba deresinden akıp gelerek suğla (sulanabilir) köyleri olarak bilinen Karkın, Ovakavağı, İsmil, Hayıroğlu, Bakırtolu, Şatır, Abditolu, Dedemoğlu, Alemdar, Küçükköy gibi köylerin arazilerin bir kısmını sulayan ve bazı seneler sazlık ve batak haline getiren bu sudan daha fazla faydalanmayı kafasına koymuştur. Bunun için çevre köyün ileri gelenlerini köyüne davet edip bir toplantı düzenlemiş, lüzumlu kanalların açılması, ve Alemdar köyü yakınına bir TAKSİM Bendi yapılması teklifinde bulunmuş ve teklif uygun görülmüştür. Bütün köylerin sakinleri seferber edilerek Kurukafa Mehmet nezaretinde Çumra istikametinden hafriyata başlanmış, geniş bir kanal kazılarak, Gödene köyünden kağnılarla taşlar getirilerek, ve Konya’nın en iyi ustaları temin edilerek, günümüz adamlarının da takdirini kazanan TAKSİM Bendi inşa edilmiştir. Bentten itibaren her köy kendi arazileri dahilinde lüzumlu kanalları Kurukafa Mehmet nezaretinde açarak, kanal şebekelerini ikmal etmişlerdir. Bu suretle ovanın kıymetli arazileri bataktan kurtulmuş ve sulanmak suretiyle büyük menfaatler sağlanmıştır. Bu arada yaşı hayli ilerleyen Mehmet Efendi hac görevini de yerine getirmiştir.

20 1300, 1303 yılları (1884, 1887) yılları, Konya’da başlayan kuraklık kıtlık halini almış, ova köylerini perişan etmiş onları civar yerlere göç etmeye zorlamıştır. Çarşamba deresinden akıp gelen sular kesilmiş, yeşil ova çöl haline gelmiştir. Bu hali gören Kurukafa Hacı Mehmet Efendi, Beyşehir Gölü’nden Karaviran istikametinde Saray Boğazı’ndan gelen suyun Çarşamba deresinden gelen su ile birleştirildiği takdirde ovanın kuraklıktan kurtulacağını kafasında tasarlamıştır. Bunun için Hayıroğlu köyünde çevrenin en ileri gelenlerini toplayarak Beyşehir Gölü’nden bir kanal açılarak Çarşamba deresine bağlanmasını ve böylece ovanın kuraklıktan kurtulacağına inandığını ifade etmiştir. Bir hayli görüşme ve tartışmanın ardından alınan karar gereğince köy ahalileri harekete geçirilerek bel, kürek, kazma, yiyecek, ve yatacak eşyalar kağnılara yüklenilerek yola çıkılmıştır. Yaklaşık 1000 kadar köylü Mavi Boğaz’da toplanarak kanalın açılmasına başlanılmıştır. Hafriyata hummalı bir şekilde devam edilmiş kanal Beyşehir Gölü’ne bağlanmaya muvaffak olunmuştur. Bu arada Konya’ya giden Kurukafa Mehmet Efendi, vilayet ileri gelenlerine Beyşehir Gölü’nden kanal açtığını söylemiş, onları açılış merasimine davet etmiştir. Beyşehir’de yapılan törende önce dualar okunmuş, kurbanlar kesilmiş ve Beyşehir Gölü’nden su kanala verilmiş, Çarşamba deresine ve ova köylere doğru su hızla akmaya başlamıştır. Bu sırada merasim düğün bayram havasında devam ederken Karaviran köyü sırasında kanal patlayarak su Suğla Gölü’ne doğru akmaya başlamıştır. Bunun üzerine Mehmet Efendi’yi kıskananlar bunu fırsat bilerek, bilgisiz kafa ile yapılan iş bu kadar olur, fakir fukaranın emeğine yazık diye konuşmaları üzerine çalışan köylüler de işi bırakıp köylerine dönmüşlerdir. Mehmet Efendi'nin yapmayın ağalar patlayan yer 5-10 m, onunda tahkimi mümkündür diye yakarmaları sonuç vermemiş, çabaları sonuçsuz kalmıştır. Bunun üzüntüsü de eklenince zaten yaşlı olan Kurukafa Mehmet vefat etmiştir. (Vefatı yaklaşık 1889 ?) Aradan yaklaşık 15 yıl geçiyor, AVLONYALI FERİT PAŞA Konya’ya vali tayin ediliyor. Kendisi kısa sürede içme suyu, mektep gibi önemli konuları ele alıyor. Halk tarafından hoşnutlukla karşılanıyor. Bundan cesaret alan Kurukafa Mehmet’in oğlu Ali Efendi, babam merhum Nurullahzade Hasan Ağa’ya (Mustafa Eken’in babası) valiyi ziyaret etmeyi ve Kurukafa Mehmet’in akim kalan projesinden bahsetmek ister. Belki Vali konu ile ilgilenir ve ova kuraklıktan kurtulur. Ali Efendi ve Hasan Ağa valiyi ziyaret ederler, Vali kendilerinden Kurukafa Mehmet’in yaptıklarını dikkatli dinler. Sancak ve kazalara teftişe çıkacağını, Beyşehir’e uğrayıp konuyu inceleyeceğini söyler. Ferit Paşa’nın dönüşünde Ali Efendi ve Hasan Ağa tekrar Valiyi ziyaret ederler, Ferit Paşa; “Beyşehir’e uğradığımda Kurukafa Hacı Mehmet Efendi’nin teşebbüslerini yerinde gördüm. Bilgisine hayran kaldım. Teşebbüsün akim kaldığına ben de onun kadar üzüldüm. Ben şimdi Sadrazam olarak tayin edildim. İstanbul’a gidince babanızın akim kalan teşebbüsünü gerçekleştirmek için elimden geleni yapacağım der. İstanbul’a gidince Sadrazam Ferit Paşa sözünde durur, Proje ve yapımını Alman Höknem Şirketine (?) verir. Alman Höknem Şirketi 1.500.000 altın liraya bu işi gerçekleştirmek için harekete geçer. Kurukafa Mehmet Efendi’nin, gerek açtırmaya teşebbüs ettiği kanal ve gerekse Alemdar köyünde açtırdığı Taşbent adıyla bilinen yapı yarım asırdan beri burada inceleme yapan fen ve bilim adamları tarafından kayranlıkla karşılanmış, “bu zat Kurukafa değil Yaşkafa imiş” eğer teknik bilgilere sahip olsaymış tarihteki önde gelen bilginleri arasında olacakmış” demişlerdir. Bu tarihi eser ve hadiseleri rahmetli pederimin (Hasan Ağa) anlattığı şekilde kayıt ettim. Kurukafa Hacı Mehmet Efendi’ye Allah’tan rahmet dilerken, rahmetli pederim Nurullahzade Hasan Ağa ile Kurukafa Mehmet Efendi’nin oğlu Ali Efendi’nin bu hususta yaptıklarını hayırla yad etmek yerinde olur.

21 Devlet hizmetinde bir çok unutulmaz hizmetleri yanında Konya Ovası’nın irva (sulama) ve iskası (kurutma) hususunda hayırlı ve başarılı hizmetlerinden dolayı Konya Valisi ve Sadrazam Ferit Paşa’yı rahmetle yad etmeyi ahlaki bir vazife sayarım. Allah gani gani rahmet etsin. Cümlesi nur içinde yatsınlar. 21.01.1986 Konya Eski milletvekillerinden, Hayıroğlu köyünden Mustafa Eken

KONYA OVASI SULAMASI PROJESİ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR VE KURUKAFA MEHMET’İN ROLÜ Bundan önceki bölümde Kurukafa Mehmet’in hayat hikayesi ve yaptıkları yakınlarının ifadesi ile verilmiştir. Kurukafa Mehmet’in doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. 1884 ve 1887 yılları arasında Konya’da görülen kıtlığın ardından yaklaşık 1889 ? tarihlerinde vefat etmiştir. Kendisi Konya Ovası’nın sulanabileceğini sezmiş, halkın sıkıntı ve özlemlerini devletin yetkililerine ulaştırmış bir halk önderidir. Ancak konu devletinde gündemindedir. Proje öncesi ve sonrası yapılan çalışmalar DSİ Genel Müdürlüğü’nce yayınlanan “KONYA TARİHİ SU YAPILARI” adlı kitabımda detaylı incelenmiştir. Daha sonra Hocam Hüseyin Köroğlu “Konya Ovası Sulaması” adlı Yeni Meram’da çıkan bir makalesini bana vermiştir. Burada da ilginç bilgiler yer almaktadır. Bunları nereden aldığını sorduğumda, Konya Salname’lerinden (yıllık) aldığını belirtmiştir. Toplanan bu tüm bilgilere göre 1870’li yıllarda Konya Valileri Çerkez Hafız Paşa ve İzzet Paşa zamanında Konya Ovası Sulaması ile ilgili teknik çalışmalar başlamış, Suğla Gölü’ne akan Beyşehir Çayı’nın mecrası değiştirilerek Suğla Gölü’nün kurutulması düşünülmüştür. 1888 yılında Vilayet Başmühendisi İzidor Efendi bu işin etüt ve keşfini yapmıştır. Daha sonraları Antuan Rati adında bir Alman Mühendisi, madencilik amacı ile 5-6 yıl Konya’da kalmış, Beyşehir Gölü’nden faydalanarak Konya Ovası’nın sulanmasını etüt etmiş ve bir keşif hazırlamıştır. Ancak devletin ilgi ve desteğini sağlayamamıştır. Konya Ovası’nın sulanması 1898-1903 yılları arasında Konya Valiliği ve 1903-1908 yılları arasında Sadrazamlık görevinde bulunan Avlonya’lı Ferit Paşa’nın (1847-1914) konuya sahip çıkması ile gerçekleşmiştir. Arnavut kökenli Paşa Arnavutluk’ta bulunan Avlonya kentindendir. Köylerden adam toplayıp, kazma, kürek, bel ile yapılabilecek bir iş değildir. Ayrıca bir kişinin devlete haber vermeden ve onun iznini almadan kanal kazmaya başlaması bugün olduğu gibi o gün de mümkün değildir. Kurukafa Mehmet’in yaptıklarını anlatan yakınları, konunun uzmanı değildir. Konular abartılmıştır. İhaleyi alan Alman şirketinin adı ve ihale bedeli doğru değildir. Konya Ovası sulamasında uzun yıllar çalışmış ve Konya DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nden emekli Muzaffer Özdemir’in tespitine göre Kurukafa Mehmet’in dolguda açtırdığı kanal Suğla Gölü’nün kuzeyinde Gökhöyük-Kuran köyleri arasında 300-500 m uzunluğundadır. Kurukafa Mehmet’in Alemdar köyünde yaptırdığı TAŞBENT bugün yerinde olmayıp yeni yapılan tesisler altında kalmaktadır. Burada çok eski bir bendin olduğu kayıtlarda geçmekte, ancak bunun Kurukafa Mehmet tarafından yapıldığı konusunda bilgilere ulaşamamış bulunuyorum. Bununla birlikte, KURUKAFA MEHMET bir türlü sonuca ulaştırılamayan Konya Ovası Sulaması’nda bir EFSANE, bir ön isimdir. Unutulmamalıdır. Bir ara Çumra’da bir parka onun ismine büyük bir taş konulmuştu. Duruyor mu? bilmiyorum. İsmi bir yerlere verilmeli, onun için bir anıt yapılmalıdır. Bu bilgileri bize taşıyan ve yakın zamanda aramızdan ayrılan Atatürk dönemi Konya Milletvekili Mustafa Eken’e de şükran borcumuz olduğu açıktır. Nur için de yatsın.

(13.07.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

22 SUUDİ ARABİSTAN’DA VAHŞİ DOĞADA KURULAN SANAYİ ŞEHRİ Mehmet BİLDİRİCİ

1983 yılında Suudi Arabistan’ın zengin petrol yataklarının bulunduğu JUBAIL kentinde beş ay çalıştım. Basra Körfezi kıyısında uçsuz bucaksız kumsallar üzerinde yepyeni bir Sanayi Kenti kuruluyordu. Tamamen yeniden planlanarak ortaya çıkan bir Sanayi Kenti, fabrikaları, parkları, yolları ve meskenleri ile birlikte. Parsel oluşunu engelleyen hiçbir hukuki ve tarihi eser engeli bulunmuyordu. Her ulustan mühendisin ve işçinin emeği geçen bu kentin yanında daha önce çok küçük bir balıkçı köyü bulunuyordu. Türkiye’de o yıllarda Sanayi Çarşıları inşa ediyorduk. Sadece işyerleri olarak düşünülen ve tip projeye dönüşülen dükkan inşaatları. Doğrusu Sanayi Çarşısı ve Sanayi Şehri projeleri oldukça birbirinden farklı idi. Tatil olan Cuma günlerini gezi için ayırmıştım. Suudi sürücü ehliyeti de almıştım. Hizmet için verilen soğutmalı Japon arabaları mükemmeldi. Benzin ise sudan ucuzdu.! Bu şekilde uçsuz bucaksız kumsalları inceleme ve denize girme fırsatı buldum. Biz doğal güzellik olarak yeşile şartlandırılmışız. Vahşi doğanın verdiği haz da bir bambaşka. Uçsuz bucaksız kumsallar,.. kumların üçte biri çeşitli deniz hayvanlarının kabukları. Çeşit çeşit… Türkiye’de deniz kıyısı deyince bir çizgi düşünürüz. Arabistan’da deniz görünür yaklaşamazsınız. Beşyüz veya bin metre 10 cm derinliğinde su, deniz desen deniz değil, kara desen kara değil, batak desen batak değil. Çok zaman denizde 200 yürürsünüz su dizinizde.. Tabii tehlikeli ayağınıza bir şey batabilir. Ancak düzeltilmiş ve derinleştirilmiş gölcüklerde yüzmenin zevkine doyulmuyor. Jubail’de yeni yapılan lüks meskenler yanında böyle denizden özel olarak ayrılmış bir havuz-gölcük vardı. Deniz suyu daha tuzlu olduğu için çok rahat yüzülüyordu. Su ise ılık, sabah akşam günün her saatinde rahatça girilebiliyordu. Uzun süre denizde kalmak, hatta uyuklamak mümkündü. İşin ilginç yanı yüzmenin tadını çıkaranlar, Araplar değil hep yabancılardı. Bu havuzda eşi Norveçli, Amerikalı mühendisle tanıştım. Beni evlerine davet ettiler. Hanım Nescafe ve kendi yaptığı pastayı ikram etti. Bu aile ortamı bani o kadar rahatlattı ki anlatamam, ertesi gün firmanın sahibi en lüks International otelinde davet verdi. Alkol hariç kuşun sütü eksikti. Tabii kadın yok, erkek erkeğe, hizmetliler dahil… Bu muhteşem ziyafetten ev ortamındaki pastanın zevkini alamadım…

(27.07.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

23 NAKİBOĞLU CAMİ VE ÇEVRESİNDE GEZİ Mehmet BİLDİRİCİ

Nakiboğlu Camii, Konya’nın kuzey doğusunda Ahmet Fakih mahallesindedir. Nakiboğlu Camii’nin minaresi eski, Cami ise eski camii yerine yeni yapılmış bir yapıdır. Nakiboğlu Seyid İbrahim Efendi’ye ait medrese, konaklar, havuz ve fıskiye buradadır. İbrahim Efendi ve oğlu Mehmet Emin hemen camiin batısında gömülüdür. Eşi Rabia Hatun mezar taşına göre kendisinden sonra ölmüş, mezar taşına göre Mevlana sülalesindendir. Çevrede eski kültürlerden pek çok izler görülmektedir. Bahçede çok muntazam yapılmış bir mermer havuz görülmektedir. Kenar pahları ve açısal ek yerleri çok hassas hesaplanmıştır. Bunun eski dönemlerden kaldığını sanıyorum. Çünkü eğer sonradan yapılsa ise taşçı usta havuza göstereceği özenden fazlasını camiye gösterirdi ve cami yeniden yapılmazdı. Çevrede daha önceki dönemlerden kolon, paye taşları (kilise pencere taşı) görülmektedir. Seyid İbrahim Efendi’nin mezar taşı da eskiden gelen düzeltilmiş bir kolondur. Cami içinde abdest almak için kullanılmış işlemeli bir kolon başı da dikkat çekicidir. İbrahim Efendi’nin mezar sandukasının yanlarındaki işlemeler daha da ilgi çekicidir. Her iki yanda çiçekler arasında Mühr-ü Süleyman (İsrail bayrağındaki David yıldızı, birbirine geçme iki üçgen) görülmektedir. İbrahim Efendi günündeki konaklardan biri bugün yıkıntı halindedir. Yakın zamanda yapılan diğer konakta büyük ebatlı düzeltilmiş eski taşların kullanılması ilgi çekicidir. Biri cami içinde biri bahçede iki doldurulmuş kuyu bulunmaktadır. Bu kuyulardan ötürü camide hafif bir çatlama bulunmaktadır. Nakiboğlu İbrahim Efendi’den önce bu civarda önemli bir eski yapı grubu olduğu anlaşılmaktadır. Nakiboğlu İbrahim Efendi çevrede su şebekesi ve üzerinde çeşmeler yaptırmıştır. Çok değişik ve ilginç olan bu konu ayrıca incelenecektir.

(31 Ağustos 1996 – YENİ KONYA KIRK AMBAR)

24 KONYA’DA YAŞAMIŞ ERMENİ TOPLUMU Mehmet BİLDİRİCİ

Bizans döneminde Konya ili dahilinde Ermenilerin yaşadığı konusunda bilgiler bulunma- maktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın Konya Tarihi’nde Alaaddin Keykubad döneminde saray işlerinde kullanılmak üzere getirildiklerinden bahsedilmektedir. Ancak bu konuda hiçbir belge yoktur. Osmanlı döneminde Alaaddin tepesinin kuzeyinde Ermeni mahallesi, Alaaddin tepesi üzeri kiliseleri, dini okulları ve mezarlıkları vardı. Zengin Ermenilerin Lalebahçesi yanında Gümüş Irmağı yakınında bağları vardı (Panos Özararat’a göre) İkinci Meşrutiyet’ten sonra Konya’da açılan idadilerin sayısı artmıştır. Bunlardan biri de bir Ermeni Protestan Okulu olan JENANYAN Okulu’dur. Konya’da yayınlanmakta olan BABALIK Gazetesinde 1912 yılında yapılmış ödül törenine ait haber vardır. Burada Okul Müdürü Haygazyan Efendi’dir. Bu okula ait İngilizce kitaplar, yüzyıllık Britannica ansiklopedileri Konya’da Anıt Alanı’ndaki El Yazmaları Kütüphanesi’ndedir. Kitapların üzerindeki mühürlerde okulun adı “Asia Minor Apostolic Institute, Jenanyan School- Iconium” olarak görülmektedir. O yıllarda Konya’da hastane açmış bulunan Amerikalı Dr. Dad’ın da bu okul ile ilgili olduğunu sanıyorum. Konya İdadisi’nde öğretmen ve öğrenci olarak Ermenilere rastlanılmaktadır. Ermeni toplumunun Konya ilinde karıştığı hiçbir siyasi olayda yoktur. Sanatçılıkları ile tanınmışlardır. Bunlara bazı örnekler vereceğim. İlk Meşrutiyette Konya Mebusu Simonaki Efendi (Rum da olabilir) Konya’da ilk fotoğrafhaneyi açan Garabed Solakyan Konya İdadisi’nde Makine öğretmeni İstepan Konya İdadisi’nde resim öğretmeni Kirkor Konya’da tanınmış kundura ustası Camesk Karacadağ Kutören’de Yel değirmeni çalıştıran Sinbad bunlardan bazılarıdır. Cumhuriyet döneminde birkaç Ermeni aile Konya’da yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bunların mezarları Musalla Mezarlığı’nın kuzey batısında ayrı bir yerdedir. Burada bazı ilginç mezar taşları vardır. Bunlardan biri 1944 yılında Konya’da 30 yaşında ölen Konya’nın eski eczacılarından Hrant Ohanyan’a aittir. Dokunaklı bir şiir mezar taşına kazılmıştır. Ciğerimde açıldı pek derin yare Herkesin derdine bulunur çare Yaptığım ilaçlar olmadı çare Eczacılık nene lazım biçare Eremedim muradıma, yazık genç yaşıma Henüz girmişken otuz yaşıma Bir zalim dert kıydı tatlı canıma (kalanı toprak içine gömüldüğü için okunamadı) Bir diğer mezar taşı Ekmekçi Hayk’ın eşine aittir. Ekmekçi Hayk yıllarca at arabası ile evlere ekmek dağıtarak geçimini sağlamıştır. Mezar taşı şöyledir. “Ekmekçi Hayk’ın sevgili eşi Yeranuhi Buğdaycı’ya Allah rahmet etsin (1910-1987). Yeranuhi son günlerini Konya Huzurevi’nde geçirmiştir. Konya’da bu toplumun en tanınmış kişisi 1985 yılında ölen Panos ÖZARARAT (1919-1985) idi. Dokumacı ve şair olan ve Konya ile iç içe yaşayan Panos’un sık sık gazetelerde şiirleri yayınlanırdı. Halk şairi idi. 1985 yılında Konya’daki Fransız Kilisesi’nde benim de bulunduğum dini törenden sonra Konya’da Musalla Mezarlığı’nda toprağa verildi. Bugün Konya’da sadece kardeşi Kirkor Özararat ve karısı yaşamaktadır. Yazımı 1973 yılında Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nin ek bölümlerinin (Makine- Harita) açılış törenlerinde o an yazıp orada okunan ve bende bulunan şiiri ile bitirmek istiyorum

25 ÜNİVERSİTEMİZ Tarihi kararların arifesinde Memleket büyükleri meraka sardı Kulak hocaların evet sesinde Konya’da heyecan son haddine vardı Üniversitemiz kurulsun diye Koca araziler oldu hediye Sağ olsun Vilayet ve Belediye Lüzumlu her tedbiri aldı Dernekler kuruldu, heyetler gitti Parlamenterler de hayli seğirtti İlgilileriyle temaslar etti Olumlu müjdeli haberler saldı Ha bugün ha yarın öbür gün diye Yıllarca bekledik, kaldık geriye Kültür merkezidir Konya’mız diye Öğüne öğüne bu günü buldu Harpler çoktan girdi laboratuara Kılıçlar asıldı artık duvara Cahil milletler oldu fukara Kültürsüz kafayla yaşamak öldü Üniversiteye temel atması Bütün Konya’yı mutlu yapması Karanlık günlere ışık tutması Sayın hocaların emrine kaldı 28.02.1973 Panos Özararat

Yakın zamanda Konya’da Şair Panos’un Özararat’ın kardeşi Kirkor Özararat ile karşılaştım. Konya’yı çok sevdiğini, burada küçüklüğünden beri huzurlu yaşadığını ve kendisi ile eşi dışında akrabasının ve Ermeni’nin kalmadığını belirtti.

( 14.09.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

26 MUĞLA DEVRİM GAZETESİ’NE MERHABA Mehmet BİLDİRİCİ

Bu benim Devrim Gazetesi’nde ilk yazım, bu yazım ile AKYAKA’DAN MERHABA diyorum. Önce kendimi tanıtmayı uygun buluyorum. Yüksek İnşaat Mühendisiyim, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi 1962 mezunuyum. Konyalıyım, Atatürk düşünce ve Devrimlerine bağlıyım. Otuz yılın üzerinde Konya’da çalıştıktan sonra, onbir yıldan bu yana evim olan Akyaka’da yazlarımı yaşamak istiyorum. Tarihi konularda araştırma yapmayı çok seviyorum. Mühendis olmam dolayısıyla, eski döşeme yollar, eski kentlerin yapıları ve yerleşim şekilleri daha da ilgimi çekiyor. Bugüne kadar bunları Konya’da gerçekleştirmiş bulunuyorum. Akyaka’da Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinden pek çok değerli insanların evleri bulunmaktadır. Bu değerli kişilerin katkısı ile başka yerlere örnek olacak şekilde Akyaka’nın tarihi ve ekolojisi konusunda tüm yerli ve yabancı yöreye ait dokümanlar elimize ulaşmaktadır. Gökova-Akyaka, Muğla’nın gözünün bebeği, 21 yıldan bu yana tanıdığımdan, onbir yıldan bu yana evim olduğumdan ve burada sürekli yaşayacağımdan mutluluk duyuyorum. Bana bu imkanı verdiği için Devrim Gazetesi Sahibi Sayın ÜNAL TÜRKEŞ’E bu ilk yazımda teşekkür etmek istiyorum.

(25.09.1996 – MUĞLA DEVRİM) (İlk sayfa alt köşede KÖŞEMDEN başlığı ile)

27 KAYA MEZARIMI GERİ İSTİYORUM Mehmet BİLDİRİCİ

31.08.1996 günü Akyaka Belediyesi ile Gökova-Akyaka’yı Sevenler Derneği tarafından birlikte düzenlenen “AKYAKA TURİZM ve SANAT ŞENLİĞİ” kapsamında Dedegil Otel’inde bir panel düzenlendi. Aydın Turunç’un yönettiği panelde ben de “İdima’dan Gökova-Akyaka’ya” adlı, Akyaka’nın tarihi ile ilgili bir bildiri sundum. Tarih konusunda bir diğer konuşmacı Arkeolog Şevki Bardakçı idi. Şevki Bardakçı, Karia kenti İDİMA’NIN kaya mezarlarını tanıttı ve slayt ile onları gösterdi. Akyaka’dan Marmaris’e giden alt yolda iki adet cephesi işlemeli kaya mezardan birinin görülebileceğini, diğerinin Muğla-Marmaris yolunun molozları altında olduğunu ve bu kaya mezarın kurtarılmasını önerdi. Adı geçen ve toprak altında olan bu kaya mezarın fotoğrafı Zekai Eroğlu’nun “Muğla Tarihi” isimli kitabında da yer almaktadır. Sanat değeri yüksek olan bir anıt yapıdır. Ben de bu öneriyi desteklemek için bu yazıyı yazıyorum. KAYA MEZARIMI GERİ İSTİYORUM Devletin izni ile Berlin’e götürülmüş,Bergama’nın Zeus Tapınağı’nı geri istiyoruz. Kaçak olarak yurt dışına kaçırılmış, Karun’un hazinelerini geri istiyoruz.!!! “ Kaya mezarımız yurt dışına mı kaçırılmış ? Hayır Anadolu’nun her tarafında ve yöremizde defineciler, kaçak kazıcılar, bilerek bilmeyerek kazarlar, kırarlar, yok ederler... !!! Kaya mezarımızı defineciler mi dağıtmış ? Hayır Kaya mezarımız devletin kendi eliyle gömülmüş, yok edilmiş. Onu geri istiyorum. Biliyorum zor bir iş, ama başarabilirsek tarihi kalıntıların değeri anlaşılacak, yarı gömülü olanlar da kurtulacak... KAYA MEZARIMI GERİ İSTİYORUM !!! (28.09.1996 - Muğla Devrim )

28 KIRKAMBAR’A KONYA DIŞINDAN MERHABA Mehmet BİLDİRİCİ

1996 yılı başında emekli olduğum olduğumdan bu yana, Adana ve İstanbul’da kızlarımın yanında bulundum. Yaz boyu da Gökova Akyaka’daki yazlığımda idim. Bir süre daha Konya dışında bulunacağım. Konya dışından KIRKAMBAR’A MERHABA diyorum. Kırkambar’ı seviyor ve beğeniyorum. Konya dışında olmama rağmen yazılarıma devam ediyorum. Sevgili arkadaşım Mehmet GÜNDOĞDU’nun yürüttüğü gerçekten zor bir iş, kendisini kutluyor, kendisine güç diliyorum. Bugünün bilgilerini yarınlara taşımış oluyor. Akyaka Muğla-Marmaris arasında turistik bir belde, bir doğa harikası kabul ediliyor. Deniz ve ovanın kuzeyi 1000 metreye kadar yükselen ormanlarla kaplı, Muğla ve Marmaris’e yakın. Bu eşsiz doğa içinde eski su yolu, döşeme yollar, sarnıçlar, kale kalıntıları bunmakta, araştıracak ve incelenecek bol konu bulunmaktadır. Akyaka küçük bir belde olmasına karşı, Türkiye’nin ve Avrupa’nın pek çok kentinden yazar ve araştırmacıların burada evleri bulunmaktadır. Onlarla bir arada olmak ve zamanla diyalog kurmak çok zevkli olmaktadır. Bu bağlamda Ağustos ayı sonlarında “AKYAKA TURİZM VE SANAT ŞENLİĞİ” düzenlendi. Bu Şenlik kapsamında yapılan Panel’e katıldım ve “Akyaka’nın Tarihi” ile ilgili bir bildiri sundum. Muğla’ya Konya’dan göç etmiş aileler olduğunu ve bunların çocuklarının çok yararlı hizmetlerde bulunduğunu belirledim. Araştırıyorum …. KIRKAMBAR’A KONYA DIŞINDAN AKYAKA’DAN MERHABA DİYORUM.

(28.09.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

29 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR İSTANBUL SEDEF ADASI’NDA FEHİME BİREKUL’U ZİYARET Mehmet BİLDİRİCİ

Fehime Hanım 1950-1958 yılları arasında Konya Lisesi'nde biyoloji ve jeoloji öğretmenidir. Pek çoğumuzun hocasıdır. 1995 yılı içinde İstanbul Kumkapı'da "Elliyedi Mezunları" olarak yaptığımız toplantıya katılmış ve tekrar görüşme imkanı bulmuştuk. Bu toplantıda yazları Sedefadası'nda kaldığını söylemiş, bizleri adasına davet etmişti. Bu defa 14 Temmuz 1996 günü İstanbul Üniversitesi'nde öğretim üyesi, ilkokuldan bu yana tam elli yıllık arkadaşım Prof. Dr. Ömer Alptekin, eşi Meral Hanım, oğlum İstanbul Teknik Üniversitesi'nde araştırma görevlisi Öztuğ Bildirici, kızım çiçeği burnunda Ankara ODTÜ mezunu Özlem Bildirici ile birlikte hocamızı ziyaret ettik, elini öptük. Sevgili arkadaşımız İsmail Uğurlu, Almanya'dan misafirleri olduğu için istediği halde katılamadı. Hocanın evi Sedefadası'nın Anadolu yakasına bakan cephesinde iki katlı, kendisi üst katta, alt katta ise kardeşi Sami Birekul oturuyor. Sedefadası, Marmara Denizi'nde Büyükada'nın hemen arkasında çok sakin bir yer. Yüzyirmi civarında ev bulunuyor. Tabii bu sakinliğinde bir bedeli var, ev yaptırmak çok zor, çividen çimentoya her şey karşıdan Kartal'dan getiriliyor. Çok zor bir iş!! Hocam bunu gerçekleştiriyor. Büyük irade sahibi, zor işlerin insanı.... Hayran olmamak mümkün değil... Balkonda hocamın hazırladığı nefis böreklerle çay içmenin zevki bir başka idi. Kartal Pendik, İstanbul'un tüm Anadolu yakası ayağımızın altında idi. Kardeşi Sami Bey akşamları ışıklar her yıl daha kuvvetleniyor diyor. İstanbul'un nüfus artışı böyle gösteriyor kendini burada.... Fehime Hanım gençliğini ve Konya Lisesi'nde okuduğu yılları anlatıyor. Ailesinin Sivaslı, doğum yerinin Konya olduğunu söylüyor. Çifte Merdiven Mahallesi'nde evleri, Hocacihan'da bağları olduğundan bahsediyor. Öğrencilerini, özellikle doktor olanları daha çok seviyor (Biz burada yaya kalıyoruz !!!) Gençliğinde en büyük idealinin doktor, daha ilerisi Beyin Mütehassısı olup bir hastane açmak olduğunu söylüyor. Süleyman Acar'ın müdürlüğü zamanında Konya Lisesi öğrencisi olan hocamız, babasının memuriyeti dolayısıyla Denizli Lisesi'nden mezun oluyor. Süleyman Acar'ın aşırı disiplinli olduğunu vurguluyor. "Derslere hocalarla birlikte girmek ve çıkmak zorunda idik, Müdür'ün gözü devamlı üzerimizde idi, öğlenleri bütün kız öğrenciler bir yerde bulunmak zorunda idik. Doktor Rıfkı Tuygan'ın kızı Peykan (Almanca öğretmeni, Razi Çeviker'in eşi), Süleyman Acar'ın kızı Mualla (Elektrik Yüksek Mühendisi, 1977 yılında öldü), sınıf arkadaşım idi. Mualla ile aynı sırada otururken çok sıkıntılı idim. her konuşma müdürün kulağına giderdi !!! İstanbul'da okuduğu yıllarda babasının amcazadesi birinci Dünya Savaşı komutanlarından Sivaslı Kurtcebe Noyan (1888-1951) Paşa ile ağabeyi Prof. Dr. Abdülkadir Noyan (1886-1977) Paşanın himayesi altında olduğunu, hafta sonu ve tatillerini onların evinde geçirdiğini anlattı. Hocamı daha yakından tanımak, kardeşi emekli Ziraat Yüksek Mühendisi Sami Birekul, eşi hanımefendi ile tanışmak, sohbet etmek büyük mutluluk verdi....

(YENİ KONYA- KIRKAMBAR 05.10.1996)

30 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR MARMARİS’TE NİHAL İLAYDIN’I ZİYARET Mehmet BİLDİRİCİ

Nihal İlaydın (Barutçuoğlu) Konya Lisesi’nin 1945-1955 yılları arasında Fransızca öğretmenidir. Kışları Ankara’da, yazları ise Marmaris’te yaşamını sürdüren Nihal Hanım ile mektup ve telefonla görüşmelerimiz sürerken, bizleri Marmaris’e davet etmişti. 02 Eylül 1996 tarihinde eşim emekli öğretmen Düzay Bildirici ile Gökova Akyaka’daki evimizden Marmaris’e gidip hocamızı ziyaret ettik. Hocamla bu yüz yüze görüşmemizde bizi çok sıcak karşıladı. Özellikle derslerimize girmediği bizlerin sırf Konya Lisesi öğretmeni olarak kendisini ziyaretinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Yunus Nadi caddesinde turistik otellerin havuzlarının göründüğü evinin balkonunda eski günlerinden konuştu, anlattı, zevkle dinledik… Nihal Hanım’ın iki yabancı dilin uzmanı olduğunu (Fransızca-İtalyanca) biliyordum. Bu defa başka dilleri de bildiğini hayretle öğrendim. Hocam 1922 yılı Antakya doğumlu, Hatay o yıllarda Fransız yönetiminde olduğu için Fransızca’yı Fransızca dili ile eğitim yapan okulda öğreniyor. Bir ara Türk okuluna gidiyor, orada eski yazıyı ve Osmanlıca ve Arapça’yı öğreniyor. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Romanoloji grubunun, İspanyolca Bölümü’nde eğitim görüyor. 1945-1955 yılları arasında Konya Lisesi Fransızca öğretmenliğine atanıyor. 1955 yılında Ankara’ya gidiyor, Milli Kütüphane’de kısa bir süre çalışıyor. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nda mütercimlik ve müdürlük görevlerinde bulunuyor. Yedi yıl Turizm Yüksek Öğretmen Okulu’nda Fransızca derslerini yürütüyor, kurslara katılıp İtalyanca öğreniyor, gerekli sınavları geçip belge alıyor ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde “İtalyan Dili ve Edebiyatı” derslerine giriyor. Hocamız gerçekten bir dil uzmanı ve mütercim, batı ve doğu dilleri üzerinde karşılaştırma yapmak için Farsça’yı da öğreniyor. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde bu dilden sınavları geçiyor. Türkçe hariç üç batı dilinin (Fransızca, İspanyolca, İtalyanca) ve iki doğu dilinin (Arapça, Farsça) dilinin uzmanı, hayranlık duymamak mümkün değil. Hala da bu yaşta boş durmuyor. Eşi Konya Lisesi eski Müdürü, edebiyatçı Hikmet İlaydın’ın eski defterindeki yazıları bugüne taşımaya çalışıyor. Böyle sarı deftere yazılan, zor okunan bazı metinleri gösteriyor. Hocamız Konya’daki günlerinden söz ediyor. Lise’nin yanındaki Şükrü Doruk Reviri’nin arkasında ki binada gene bekar diğer öğretmenlerle birlikte kaldığını, binanın delik deşik olduğunu, zemindeki delikleri muşamba ile kapattıklarını anlatıyor. Şimdinin büyükleri olan eski öğrencilerinden, hatta derslerine girmediklerinden büyük saygı gördüğünün belirtiyor. En çalışkan öğrencilerinden birinin Konya’da Dr. Selahattin Saysel olduğunu söylüyor. Önceleri çok disiplinli olduğunu daha sonraları biraz yumuşadığını itiraf ediyor. Nihal Hanım bize sürpriz yapıyor, resim öğretmenimiz Nurhayat Evci ve eşini de davet ediyor. Hocalarımı Gökova Akyaka’daki evimize davet ediyorum., maalesef gerçekleşmiyor. Kendisine mutluluklar diliyor, 1997 yazında Gökova’da görüşmeyi umuyorum.

(YENİ KONYA -KIRKAMBAR – 12.10.1996)

31 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR MARMARİS’TE NURHAYAT EVCİ’Yİ ZİYARET Mehmet BİLDİRİCİ

Nurhayat Evci, 1952-1959 yılları arasında Konya Lisesi’nde resim öğretmenimiz. Kendisinin İstanbul Kadıköy’de yaşadığını biliyor, hakkında bilgi toplamak istiyordum. Marmaris’te Nihal Hanımı ziyaretimizde bir sürpriz sonucu Nurhayat Hanım ve eşi Rıza Bey ile karşılaştık. Kızlık ismi ile Nurhayat Uybadın 1929 yılında babasının görevli olduğu Erzincan’da doğdu. 1950 yılında İstanbul Güzel sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü bitiriyor, 1952 yılında Konya Lisesi resim öğretmenliğine atanıyor, bizlerin öğretmeni oluyor. Konya’da hemşerimiz Defterdar Rıza Evci ile evleniyor. Rıza Bey’de 1936 Konya Lisesi mezunu bir büyüğümüz. Nurhayat Hanım eşinin Bursa’ya atanması üzerine Konya’dan ayrılıyor. Bursa’da Namık Kemal Sözeri adlı özel okulda resim derslerine giriyor, ama Konya’daki biz öğrencilerdeki disipline uyumu bulamıyor. (Halbuki biz kendimizi yaramaz sanırdık !!!). İşin gerçek tarafı o yıllarda öğrenci olarak gerekli resim malzemelerinden yoksunduk. Bir kurşun kalem ve defte kağıdı ile derse geliyorduk, bu dersin zevkine varamadık.!! Ben de bunu belirtiyorum kendisine… Bursa’da 1965-1977 yılları arasında Güzel Sanatlar Galerisi Müdürü oluyor, burada zevkle çalışıyor. Çok yararlı işler yapıyor. 1977 yılında emekli olup çok sevdiği İstanbul Fenerbahçe semtine yerleşiyor. Eski günlerden de söz ediyor. Nihal Hanım gibi, Şükrü Doruk Reviri arkasındaki binada matematik öğretmenimiz Şükran Gözen ile bir süre kalıyor. Türk Hava Kurumu Başkanı Prof. Dr. Attila Taçoy’u ve kaybettiğimiz arkadaşımız hukukçu diplomat Mehmet Tuygan’ı ailecek tanış oldukları için çok iyi hatırlıyor. Mehmet Tuygan’ın çok zeki bir çocuk olduğunu özellikle belirtiyor. Öğrencilerine anlayış ve sevecenlikle yaklaşan Nurhayat Hanım İstanbul’da Hüseyin Yaşat Manav’ın tertiplediği “Konya Liseliler” toplantılarına katılıyor. Eşi Rıza Evci’de Müdür Süleyman Acar’ın disiplinini hala üzerinde hissediyor. Yaz tatilinde Lise Müdürü Süleyman Acar’ın “62 şapkan nerede?” diye bağırmasını unutamıyor. Kışları İstanbul Fenerbahçe’de yazları Marmaris’te yaşamını sürdüren, bizlerle aynı yaşta gibi görünen ve iki oğulları bulunan Nurhayat Hanım ve eşleri Rıza Beyefendi’ye sağlıklı günler diliyorum. 1997 yılında Gökova-Akyaka’da buluşmayı diliyorum.

(YENİ KONYA KIRKAMBAR- 26.10.1996)

32 KONYA’NIN SAYFİYESİ SİLİFKE ve ÇEVRESİNDE GEZİ Mehmet BİLDİRİCİ

Silifke, Mersin’in bir ilçesi, ancak Konya’nın denize açılan kapısı olduğundan pek çok hemşerimizin burada yazlık evi var, sanki Konya’nın Meram’ı. 26 Haziran 1996 günü Silifke’de idim. Konyalıların evlerinin bulunduğu Kum mahallesinde kayınbiraderim Alpay ve eşi Işıl’ın misafiri oldum. Silifke çok eski bir kent, kent içinde gezerken bunu hissediyorsunuz. Bu defa eski kolonların kullanıldığı bir bakıma korunduğu, Reşadiye Camii’ni gezdik. Gerçekten tarih sevenler için görülmeye değer bir yapı. Ayrıca kentin hemen kuzeyinde “TEKİR AMBAR” olarak bilinen dev su sarnıcı mutlaka görülmelidir. Çevresi Belediye tarafından park olarak düzenlenmiş. Kentin amfi tiyatrosunun buraya çok yakın olduğu bilinmektedir. Bugün bu antik amfi tiyatronun Fethiye’de olduğu gibi ortaya çıkarılıp kültür hizmetine sunulacağını umuyorum. Işıl Hanım’da tarihe meraklı, birlikte Alpay Bey bizi Silifke’ye 30 km uzaklıkta Uzuncaburç’a götürdü. Uzuncaburç Diokasera antik kentin kalıntıları üzerine kurulmuş, kaleler eski su yolları görülmeğe değer. Bu kentte kalıntıları bulunan ZEUS Tapınağı, Anadolu yapılan en eski Helenistik tapınak olarak bilinir. Bura’dan 4 km doğuda URA köyüne gittik. Bu iki kentte su tarihi literatürüne girmiş dünya çapında Roma döneminden gelme su yolları bulunmaktadır. Daha doğudan Akdeniz’e dökülen LAMAS çayından, Aksavat mevkiinde alınan su yaklaşık 25 km uçurumlu vadilerden ve tünellerden geçirilerek Uzuncaburç’a getirilmiş. Aynı çaydan daha düşük kotta olan Kızılgedik’ten alınan su Ura’ya akıtılmış. Su yolunun Ura’ya girişinde derin bir vadi muhteşem bir su kemeri ile aşılmıştır. Üzerinde bulunan yazıta göre su kemeri Roma İmparatoru Septimus Severus (193-211) tarafından yaptırılmıştır. Su kemerinin üzerinde su kemerinin güvenliğini sağlayan gözetleme kulesi ve kent içinde büyük bir su deposu (sarnıcı) görülmektedir. Su kemeri üzerinde görülen kuru kanal kesitinden bol su geldiği anlaşılmakta, sulamaya ve alttaki kentlere su verildiği su ayrım yapı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bugün bu yörenin en büyük problemi susuzluk, 1954 yılında eski kanallar temizlenerek civar köylere su verilmiştir. Ancak temizlenen kanallar tekrar dolup tıkandığı için bugün su vermemektedir. Yorucu ve zevkli bir geziyi bitirip, köy kahvesine uğrayıp içecek ne var diye sorduğumuzda; aldığımız cevap şu oldu. PEPSİ, BİRA, KÜPTE BEKLEME YAĞMUR SUYU Mühendis olarak, aydın olarak, yöneticiler olarak bu konu üzerinde derin derin düşünmemiz gerekiyor……!!!

(17.11.1996 – YENİ KONYA KIRKAMBAR)

33 DOKTOR TEOMAN BİLGE’NİN (1938-1996) ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ

Teoman Bilge, Konya Ticaret Lisesi tarih öğretmenlerinden Arif Bilge’nin büyük oğlu, Konya Milletvekili Turan Bilge’nin ağabeyi idi. Üç erkek kardeştiler. Aile olarak Bilge’ler Konya’nın Akören ilçesindendir. Teoman orta öğretimini 1956 yılında Konya Lisesi’nde tamamladı. İstanbul Tıp Fakültesi’nde okudu. Tıp doktoru oldu. Kadın doğum ihtisası yaptı, bir süre Konya’da çalıştı. Daha sonra Almanya’ya gitti. Orada Alman asıllı Elizabet ile evlendi ve Duisburg kentinde serbest doktor olarak görev yaptı. Elizabet sağlık personeli olduğu için birlikte çalıştılar. Teoman ile 1957-196 yılları arasında İstanbul Aksaray’daki Konya Talebe Yurdu’nda birlikte olduk. Lisede bizden bir dönem eski olmasına rağmen bizim dönem arkadaşları ile daha iyi anlaşıyordu. Teoman Almanya’da iken 1991 yılında kendisini ziyaret ettik. Eşim Düzay ve oğlum Öztuğ ile dört gün misafiri olduk. Teoman Konya Talebe Yurdu’nda bizlere göre daha dindardı, ama Almanya’da onu hacca gitmiş, dinine daha sıkı sarılmış olarak gördük. Gittiğimizde yaş günü idi, ama kesin bira yasağı vardı. Bizleri çok iyi ağırladı, sofrasında sadece kuşun sütü eksikti. Özellikle oğluma büyük ilgi gösterdi, uzun dini konuşmalar yaptı. Geceleri sabahlara kadar eski günleri konuştuk. Gece yarısı 3.00 sıralarında şu anlattığını hiç unutamıyorum. “Teoman Konya Talebe Yurdu’nda yemek Komisyonu başkanı olmuş ve ilk gün herkese bol balık çıkarmış,bende yemekten sonra, sağol Teoman bugün karnım doydu” demişim. Elizabet’in ailesi Teoman’a çok saygılı idi, ama Teoman’ın aklı hep Türkiye’de, Konya’da, Akören’de idi. Teoman’ın tıp adamı olmasına rağmen sağlık problemleri vardı, herhalde tansiyondan olacak yakınlarına çok çabuk sinirlenir, kızardı. Bir sineğin uçuşu bile kızmasına sebep olurdu. Ama onun kızmaları, hepimizi çok sevdiğini bildiğimiz için bize dokunmaz, sevgi denizi içinde kaybolurdu. Bizim kaldığımız odada Elizabet’in her halde ileride okumayı düşündüğü çok geniş bir kitaplığı vardı. Çok azı Teoman’a ait kitapların çoğu tarih ve dünya politikasına ait Almanca ve İngilizce kitaplardı. Bunlar arasında dünyanın önde gelen politikacılarının anı kitapları vardı. Cihan Sedat’ın, Gorbaçov’un, Nancy Regan’ın….. Ellisekiz yaşında çocuksuz olarak hayata veda eden ve Konya’da toprağa verilen Teoman’ın cenazesine İstanbul’da bulunduğum için katılamadım. Eşi Elizabet’e ve kardeşi Turan Bilge’ye ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

(28.11.1996-YENİ KONYA- KIRKAMBAR)

34 SİLLE’DE KRİYAKON KAYA KİLİSELERİ Mehmet BİLDİRİCİ

Konya ve çevresi tarihi ile ilgili yerli ve yabancı yayınları topluyorum. Değerli bilim adamı Prof. Dr. Semavi Eyice’nin “Konya ile Sille arasında Akmanastır” adlı makalesinde Sille hakkında da bilgiler vardır. Bu yayında Kriyakon Kaya Kilisesi’nin planı ve hakkında çok kısa bilgiler vardır. 1995 yılında Sille’de dağcı arkadaşlarla yaptığımız gezi sırasında bu eserde görülen yapı grubu ile karşılaştım. Durumu inceleyerek koruma altına alınması için “Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu”na bir dilekçe ile başvurdum. 03.12.1996 tarihinde benimde katıldığım görevli bir grup ile yerinde görmek için gittik. Kriyakon Kaya kiliseleri, Subaşı (Kârhane) mahallesinde Sille deresine cephe ibadet yeri ve müştemilattan oluşuyor. İbadet yeri üç apsisli ve ortada dört kolonlu ve ortası kubbe şeklinde kayaya içine oyulmuştur. Üzerinde resim görülmemekte, ama çok itinalı oyulduğu görülmektedir. Yanında dikdörtgen plan üzerine tonoz şeklinde oyulmuş üç bölüm daha yer almaktadır. Dört kolonlu kilisenin, Konya tarihinde çok önemli bir yeri olan ve bugün Askeri Bölge içinde bulunan Akmanastır’ın planları Eyice’nin yukarıda belirtilen makalesinde bulunmaktadır. Her ikisinin planlarındaki benzerlik şaşırtıcı şekildedir. Rumların 4. yüzyılda yaşamış ve Filistin’e kaçmış bir din adamı olan Aya Hariton’a izafeten Aya Hariton Manastırı, biz Türklerin Eflatun Manastırı veya Akmanastır diye adlandırdığımız bu yapı grubunun Selçuklu döneminde eşsiz bir yeri vardır. Zira Hazreti Mevlana’nın burada belirli süreler kaldığına dair Türk ve Rum kaynaklarında bilgiler vardır. Bu ayrıca Türklerin farklı bir inanca gösterdiği üstün toleransı da sergilemektedir. Yaptığım araştırmada Kriyakon kaya kiliselerinin epey bir zaman önce dini fonksiyonunu yitirdiğinin ve ticari amaçla kullanıldığını öğrenmiş bulunuyorum. Mübadeleden önce Rumlar burayı bir seramik atölyesi şeklinde kullanmışlar, Cumhuriyet döneminde ise testi ocağı olmuştur. Halen tapulu ve tapusunun Sille’li Bardakçı ailesinin elinde olan kilise samanlık olarak kullanılmış, bir bakıma korunması sağlanmıştır. Tarihi kaynaklarda hakkında bilgi olmayan Kriyakon kiliselerinin Akmanastır kadar eski olduğu düşünülebilir. Yapının koruma altına alınması, kayıtlara geçmesi ve tanınması şüphesiz çok sevindiricidir. Ancak yeterli midir? Sahibine çok cüzi gelir getiren bu yapı grubu olduğu gibi Müze Müdürlüğü’ne kazandırılmalıdır. Halen Sille’de açık Aya Eleni Kilise Müzesi vardır. Bu yapı grubu da biraz yukarıda dere kenarında ona yakındır. Restore edilerek ziyarete açılabilir. Daha tarihi olan Akmanastır Askeri Güvenli Bölgesi içinde olduğu için ziyareti çok zor, hatta mümkün değildir. Konya yakınında buna benzer başka kayaya oyma kiliseler mevcut değildir. Bunları görmek için en az 50-60 km gitmek gerekmektedir. Bu tarihi yapının ziyarete açılmasının Sille’ye de bir hareket getireceğine inanıyorum. Bir Konyalı olarak, Alaaddin Keykubad ve Mevlana ile övünüyoruz. Gelin onların gösterdiği toleransın çok daha azını göstererek, tarihi ve bir zamanlar içinde ibadet edilmiş bu yapı grubunu tarihe, kültüre ve turizme kazandırmış olalım.

(21 Aralık 1996- YENİ KONYA KIRKAMBAR)

35 İKİNCİ DEFA AYDIN ÇAVUŞ Mehmet BİLDİRİCİ

Daha önce KIRKAMBAR’da yazdığım yazıda Aydın Çavuş’un oğlundan aldığım bilgilere dayanarak hayatı ve Konya’da yaptığı hizmetleri anlatmıştım. “Beceri ve başarı bilgi ile olur” düşüncesinden hareketle Aydın Çavuş’un bilgi kaynağı nereden geliyor, diye oğlu sınıf arkadaşım Prof. Dr. Azzem Aydınöz’e bazı sorular yönelttim. Bu konuda oğlunun görüşlerini buraya döküyorum. Söyledikleri gerçekten bir döneme ışık tutar niteliktedir. “Babam konusunda tatmin alamadığın konularda fazla bir açıklık getireceğimi zannetmiyorum. Ben de fazla bir şey bilmiyorum. Babam bu konulardan hoşlanmaz ve fazla konuşmazdı. Bir çok şeyi kendisini önceden tanıyanlardan öğrendim. Ben de diğer kardeşlerimden daha fazla meraklı olduğum için araştırdım. Mesela bazı şeyleri vefatından sonra gazetelerde çıkan yazılardan öğrendim. Yalnız bana bir gün savaşın kötülüklerinden bahsederken; “Savaşın evlerini, barklarını, doğduğu şehri ve bir imparatorluğu yıktığını, belgelerle ispat edemediği için bu seviyedeki işlere razı olduğunu, ama buna şükretmek gerektiğini” söylediğini hatırlıyorum. Babam her şeyini kaybetmiş, yok olmuş bir insan olarak Türkiye’ye gelmiştir. Beraberinde getirdiği sadece birkaç Osmanlı tapusu, hepsi o kadar. Bildiği yabancı dillere gelince babam Latin ve Kril alfabelerini biliyordu. Bu bakımdan Harf Devrimi’nden sonra bir ara Halk Mekteplerinde görev aldığını biliyorum. Babaannemin ölümüne kadar evde Boşnakça konuşulurdu. Arkadaşları ile Arnavutça konuştuğunu hatırlıyorum. Bir miktarda Almanca biliyordu. Vefatından önce son 10-15 sene Türkçe’den başka dil konuşmadı. Ona göre en doğrusu Türk Vatanı’nda Türkçe konuşulmalı idi. Babam yurt dışı ile irtibatlı idi. Oradan kitap broşür ve çiçek tohumları getirtirdi. Mesleki bilgisinin temelini ailesinden aldığı muhakkak, bir ara Berlin, Viyana, ve Graz’ı görmüş, oradaki park ve bahçeler babamı çok etkilemiş, özellikle Rönesans ve Barok stilini çok sever, beğenirdi. Batı kültürünün çok önemli olduğunu düşünür, benim mesleğimde ilerlemek için mutlaka Avrupa ve Amerika’yı görmemin gerektiğini söylerdi..!! Babam meslek kitaplarını alır okurdu.Şu anda diğer kardeşlerimden benim payına düşen bazı kitapları kitaplığımı süslemektedir. Özet olarak babam daima yeniliklere açık bir adamdı. Sevgili arkadaşımın yazdıkları bunlar, Aydın Çavuş’un düşünceleri, aile kökeni ve çalışmaları hakkında bilgi sahibi olduk. Bunun için sevgili arkadaşıma teşekkür ediyor, Aydın Çavuş gibi şunu da belirtmeden geçemiyorum. “Biz Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’te ilkesi ile büyüdük, Savaş nedir bilmeyiz, öğrenmedik. Ama savaş Türkler başta olmak üzere her mezhep, her dine mensup olanların yuvalarını yıkmış, onlara felaket getirmiştir. Terörün, savaşın ana dili yoktur, hele hele iyisi hiç olamaz…!!!

(28.12.1996 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

36 1997 YILI YAZILARIM

SEVGİ YEMEĞİ ÜZERİNE Mehmet BİLDİRİCİ

İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi 1962 yılı mezunuyum. Araştırmacıyım, tarihi su yapıları konusunda çeşitli yayınlarım vardır. Bunun yanında değişik kültürleri tanımaya ve onları anlamaya çalışırım. Bir şeyler görmek, öğrenmek ise keyif verir. Özellikle eşsiz Anadolu kültür mozaiğinin renk ve desenleri olunca daha bir bambaşka olur. Konya çevresinde Ermeni toplumu ile ilgili topladığım bilgileri, daha önce kitaplarını okuduğum Araştırmacı-Yazar Mıgırdıç MARGOSYAN’a götürdüm. Bunların yayınlanması, yeni bilgilerin ve dostlukların ortaya çıkmasına vesile olur diye düşündüm. Kendisinin de ilgisini çekti, ve Konya Ermeni Toplumu isimli yazım özetle gazetenizde yayınlandı. Böylece AGOS’u tanıdım. Çıkan yazıları, özellikle tarihi olanları zevkle okudum, okumaya da devam ediyorum. Agos’taki ilan ve haberlerden öğrenerek, Yeşilköy’de Surp Stefanos kilisesindeki sevgi yemeğine katıldım. Surp Badarak’taki koroları dinledim. Yılbaşı kutlamasını gördüm, GEM Kuartet’ini izledim… Yeşilköy’deki Sevgi Yemeği ismi gibi çok güzeldi. Yemekler, servisler, anlayabildiğim konuşmalar, şiirler, sevgi dolu konuşmalar…. Yemekten sonra teşekkür edilir, dua edilir. Ben de Sevgi Yemeği üzerine teşekkür mahiyetinde şunları söylüyorum. “Daha önce genel tarihi konularda çok şey okumuştum, ama burada gördüğüm kültür zenginliği bambaşka idi. 33 yıl önce Vahran Biricikoğlu isimli arkadaşımın nişanında ilk defa Ermenice birkaç şarkı dinlemiştim, bu defa ki ilahiler çok başka bir tat verdi. Her halde 33 yıldan bu yana daha farklı bir gözle bakabilmemden olacak. Gerçekten Anadolu’nun çok derinlerinden gelen bu dini ve sivil kültür korunmalı diye düşünüyorum… Keşke Hititlerin, Frigyalıların dini ve sivil kültürleri de devam etse idi. Ne iyi olurdu?

(19.01.1997 – İstanbul AGOS)

1 TACÜL VEZİR TÜRBESİ VE ETRAFINDAKİ KALINTILAR Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün Konya Fuarı içinde, sekizgen Selçuklu yapısı kapısı doğuya açılan Tac-ül Vezir Türbesi bulunmaktadır. Çok zarif bir Selçuklu yapısı olan türbenin hemen güneyinde bir medrese olduğu Konyalı’nın Konya Tarihi sayfa 760 de görülmektedir. Bu yapı bugün tamamen yıkılmış ve sadece türbe kalmıştır. Konya Tarihi’nde medrese ve türbe içinde yatanlar hakkında bilgiler yer almaktadır. Ancak Tac-ül Vezir’in kim olduğu konusunda doyurucu bilgi bulunmamaktadır. Bu tarihi yapının çevresinde kimileri yazılı kolonlar bulunmaktadır. Doğuya bakan kapısı için Konya Tarihi’nde kapının mermer söveleri zarif kabartmalarla süslüdür denilmektedir. Yerinde yapılan ciddi bir incelemede kapı söveleri üstündeki kabartmaların Selçuklu dönemi öncesi olduğu görülür. Hıristiyanlık ile ilgili altılı rozet ve Malta Haçı bunu doğrulamakta bunun eski bir yapıdan buraya getirilip kurulduğu anlaşılmaktadır. 1996 Mayıs ayında buradan geçerken, türbenin restore edildiğini, önündeki kolonların yerlerinden sökülerek yerlere atıldığını gördüm. Durumu hemen Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne ve Kültür ve Tabiat varlıkları Koruma Kurulu’na bildirdim. Vakıflar Bölge Müdürlüğü konu ile ilgilenip konu ile ilgili 10.05.1996 tarihli bir yazı gönderdi. İki hafta sonra buradan geçtiğimde kolonların kaybolmadan yerlerine dikildiğini gördüm. Eski yazıtların korunması gerektiğine inanan biri olarak çok memnun oldum. Buradan ilgili kurumlara teşekkürlerimi sunuyorum. Bu yazılı kolonlarla ilgilenmemin sebepleri bulunmaktadır. Sekiz yıl önce bu kolonlardaki yazılar dikkatimi çekti, ve Konya’daki araştırmalarımın başlangıcı oldu. 1994 yılında görevli olarak Konya’ya gelen Prof. Dr. Thomas Drew Bear ile tanıştım, epigrafik çalışmalar yapan hocadan bunları okumasını istedim. Kendisi bunları yayınlamak için kopya etti, fotoğraflarını çekti. Dolaysıyla devletin kayıtlarına geçmiş oldu. Bir özetini de bana verdi. Kolonlar üzerinde iri harflerle beş satırlık olan yazıt Roma dönemi mezar taşı olup, Türkçe’si şöyle. “Sostenes’in oğlu Loukios kendi oğlu Markos, torunu Dadas ve hayatta olan kendisi için bu yazıtı yazdırdı” Prof. Dr. Thomas Drew Bear bana yazdığı 30.06.1996 tarihli yazdığı mektubunda 11 satırlık diğer kolondaki yazıtın Bizans dönemine ait olduğu ve henüz çözemediğini, çözdüğünde göndereceğini, bunun dini bir şiir olduğunu ifade etmiştir. Bu kolonlar buradaki bir dini yapıdan mı? ortaya çıkmıştır, yada bir yerden mi? taşınmıştır. Bilinmez, ancak bu yapının hemen yanında halen Konya Belediyesi tarafından kullanılan eski evlerinin bahçesinde de eski ve işlemeli taşlar görülmektedir. Bu civarda Selçuklu öncesi bir yapının olduğu muhakkaktır. Selçuklu büyük toleransı ile kendi eserleri yanında eskilerini bugüne taşımayı başarmıştır.

(22. Mart 1997- YENİ MERAM KIRKAMBAR)

2 SİLLE’DE ORHAN ARDA İLE BİR GEZİ Mehmet BİLDİRİCİ

Arkadaşım ve eski ortağım Mimar Orhan Arda ile bir araya geldiğimizde tarihe, tarihi yapılara dayalı kültürel konularda birbirimize anlatacak konular kendiliğinden ortaya dökülüvermektedir. Kendisi çok okuyan, inceleyen, irdeleyen ama yazmayan !! bir kişiliğe sahip. Kasım 1996 da İstanbul’a gitmek için Konya’dan ayrılmadan önce, Tarih ve Toplum Dergisi’nde okuduğuna göre bir yazar ve ziyaretçi grubunun 17. Kasım 1996 günü Sille’ye geleceğini, ve tarihi kiliseleri gezeceğini, söyleyerek birlikte onlara katılmamızı önerdi. O gün sabah birlikte Sille’ye gittik. Gelen olmadı. Bizde bu vesile ile kitabeli çeşmeleri, hamamları, eskiden yapılmış taş göleti, ve mezarlıkları inceledik. Mezar taşlarının mermer ve güzel olanları var. Taşlarda en eski tarihler H 1187 ye kadar gitmektedir. Hesap yapacak olursak 1773 yılını bulmaktayız. Bu kişilerin yaşlı öldüğü kabul edilirse Müslüman Türk varlığı 1700 yıllarına kadar inmektedir. Halbuki 1830’lu yıllarda Sille’yi ziyaret ettiği ve kısa süre kaldığı anlaşılan William Hamilton “Seyahatnamesi”nde Sille’de hep Rumların olduğunu yazmaktadır. Mezar taşları bunun yanlışlığını göstermektedir. Sille’yi karakterize eden çeşitli hikayeler de anlatılmaktadır. Bunun biri Orhan Arda’dan, birini de ben daha önce duymuştum. Cumhuriyet öncesi Vazvaz Dayı, adında yaşlı bir Rum ihtiyar yol kenarında güneşlenmektedir. Bağlardan üzüm bozup gelenler de Vazvaz Dayı’ya selam verip geçmektedirler. Diğerlerine pek aldırmaz ama kendi öz yeğeninin de aynı davrandığını görünce isyan eder, yarı Türkçe yarı Rumca şöyle der. “Binersin gaydera’ya (eşeğe) gidersin istanbelli’ye (bağlara), yersin ciriği (peyniri), kavinna’yı (balığı), istefiya’yı (üzümü, Vazvaz dayı ne yaparsın diye sormazsın? İkinci hikayede şöyle: Aya Eleni kilisesinin çanını bir kartal pisletir. Kilisenin papazı uzun takip sonu kuşu tutar ve ona şöyle söyler. “Hıristiyan olsan çanı pislemezsin, Müslüman olsan şarap içmezsin, sen olsa olsa Silleli olursun” Gerçekten Sille’nin bütün canlılık ve parlaklığında Rumların izi var. Mübadele öncesi 3500 hane nüfusu ile, çarşısı, sarraf dükkanları, cami ve kiliseleri ile imarlı güzel bir belde. Sille’de 7 cami var. Kilise sayısı Rumlara göre 28 ama, bunlardan 6, 7 sinin yerleri biliniyor. Sille mektepleri ve medreseleri ile de ünlü. Halen en yaşlı Sille’li Kelleci İsmail Ağa ile girişteki kahvede çay içerken eli ile gösteriyor, şurada üç medrese vardı diye. Halen boş bir meydan. Gerçekten Sille’den çıkmış pek çok müderris biliniyor. Tahir Paşa’nın dedesi Ali Efendi gibi. Türk mahallesine su getiren Yeşil Efendi hakkında çok şey anlatılmasına karşı hiç bilgi bulunmamaktadır. O zamanlarda Türk mahallesinde su bulunmuyor veya Rum çeşmele- rinden taşınıyormuş. Kelleci İsmail Ağa eski Adalet Bakanı Teyfik Fikret Sılay’ın Yeşil Efendi’nin torunlarından olduğunu söyledi. Yeşil Efendi’nin kim olduğu ortaya çıkarılmalı diye düşünüyorum. Gerçekten Sille bugün Lozan Mübadelesi ile 1924 yılında parlaklığını ve her şeyini kaybetmiştir. Bugün terkedilmiş çok güzel evler, boş mahalleler, ve cemaatini kaybetmiş iki cami bunu doğruluyor. (29.03.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

3 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR LÜTFÜ TONGUR VE ESKİ MARŞLAR Mehmet BİLDİRİCİ

Sayın Lütfü Tongur Konya Lisesi 1938 yılı mezunlarından değerli bir büyüğümüzdür. Benim lise ile ilgili yazılarımı okumuş ve bana mektup yazmış, o yıllara ait kıymetli bilgiler ulaştırmıştır. Bu konuda kendisine müteşekkirim. Verdiği bu bilgilerin kaybolmaması için Kırkambar’da yayınlanmasının uygun olduğunu düşünüyorum. Önce kendisini tanıtacak arkasından o yıllarda çok söylenen iki marşı buraya yazacağım. Diğer bir yazımda onun verdiği bilgiler ışığında Konya Lisesi’nin ilk öncü kız öğrencilerine değineceğim. Lütfü Tongur 1918 yılında Simav’da doğmuştur. Konya’da Aile Fotoğrafhanesi’ni işletmiş ve o günlerden pek çok tarihi fotoğraf bırakmış İbrahim Tongur’un oğludur. 1938 yılında en parlak döneminde Konya Lisesi’nden mezun olmuştur. Avrupa’da Filoloji öğrenimi için yapılan sınavları birincilikle kazanmış, İstanbul Üniversitesi Romanoloji Bölümü’nde bir yıl Almanca derslerine devam etmiştir. Kendi ifadesine göre Hitler silahları patlatıyor, Avrupa yolu kapanıyor. 1945 yılında Veteriner Fakültesi’nden Askeri Veteriner olarak mezun oluyor. Kendi isteği ile 1955 yılında Ordu’dan ayrılıyor. Ankara’da veteriner olarak çalışıyor. 1974 yılında emekliye ayrılıyor. Halen emeklilik yaşamını Yalova’da sürdürmektedir. Değerli büyüğümüzün hayat hikayesinden sonra 1930’lu yıllarda okullarda söylenen 19 MAYIS ve Konya Lisesi İzci marşlarının sözlerini yazıyorum.

19 MAYIS MARŞI Sağlam vücut irade / Temiz olan Türk kanı Birleşerek yarattı /Türklük denen inanı

Bu inanı saygı ile anarız / Türk’e uygun olmayan Eski güne yanarız

Bu inançla tutuşan /Ülkü arkadaş bize Kutlu Ondokuz Mayıs /Yazıldı kalbimize

Şiirin yazarı Lütfü Tongur, marşı besteleyen Müzik öğretmeni Arif Şahap Ökten

KONYA İZCİ MRŞI Biz cesur izcileriz / Olsak da çiçek gibi Hisli bir kalp sahibi/ Yine herkesten eriz Biz her dileğimizi/ Kendimizden dileriz Görenler bilsin bizi / Biz Konya izcileriyiz

Şu dağlar aşılmalı / Dağılalım düzlüğe Kim şen kim dertli diye / Vatan dolaşılmalı Görenler bilsin bizi / Konya izcileriyiz Görenler görsün bizi /Lise izcileriyiz

Arif Şahap’tan önceki müzik öğretmeni Kadri Bey tarafından bestesi yapılmıştır. Ağabeyi Osman Nuri Tongur, Konya Sultanisi son sınıfından ayrılmıştır. Evleri Alaaddin tepesinin hemen doğusunda bugün meydan olan yerde idi. Babası İbrahim Tongur Edirne İdadisi mezunu, Konya’da 1926 yılında Mevlana Müzesi açılınca buraya atanıyor. Bir ara Konya Lisesi’nde Tabiiye derslerine giriyor. (YENİ MERAM KIRKAMBAR 29.03.1997)

4 KARAMAN’DA ERMENİ TOPLUMU ve İZLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

Klasik çağlarda ismi LARANDA (Larende) olan Karaman’ın varlığı M.Ö 334 yılında Büyük İskender’in Küçük Asya (Anadolu) seferinden beri bilinmektedir. Bugün il merkezi olan Karaman’da en önemli gelişme Karamanoğulları döneminde (1256-1465) meydana gelmiştir. Günümüz tarihi eserlerinin büyük bölümü bu dönemden kalmadır. Karaman il merkezinde, Karamanoğlu ve Osmanlı dönemlerinde Ermeni toplumunun yaşadığı bilinmektedir. Konu ile en eski belge 15. yüzyıla aittir. Fatih Sultan Mehmet 1465 yılında Karaman’ı fethettikten sonra 1479 yılında Ankara Başepiskoposu, Nicolas I (1478-1489) döneminde bölgede yaşayan Ermenileri İstanbul Samatya’ya (1) yerleştirmiştir. Buradan yöredeki kiliselerin Ankara’ya bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu göç sonrası Karaman’da yaşayan Ermeni kalmış mıdır?. Bu konuda elimizde bilgi yoktur. Ancak 20. yüzyıl başlarında Karaman’a Kayseri’den göç eden bir Ermeni toplumu olduğunu biliyoruz. 1892 Osmanlı Salnamesinde bölgede 500 Ermeni’nin yaşadığı, iki Ermeni Okulu ve bir Ermeni kilisesi olduğu belirtilmektedir. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” adlı Fransızca kitapta (2) bölgede 1245 kişinin yaşadığı, bunların Kayseri’den göç ettiğine Nötr Dame (Meryem Ana) adlı bir kilisenin bulunduğu konusunda bilgiler vardır. Gerçekten Karaman’da Osmanlı döneminde bazilika tarzında yapılmış büyük bir Ermeni kilisesi bulunmaktadır. Karaman’ın tanıtım broşürlerinde yer alan yapı “Çeşmeli Kilise” olarak bilinir. Bu ismi almasına sebep melekli mermer çeşme taşı olup, bu taş Karaman Müzesi’ndedir. Çeşmeli Kilise, Cumhuriyet döneminde bir süre Hapishane olarak kullanılmış olup günümüzde Müze yapılması düşünülmektedir. Kilisenin batı cephesindeki pencerenin üstünde Ermenice kitabesi görülmektedir. Bu kitabe yörede görülebilen tek Ermenice kitabedir. Kitabe henüz okunmadığı için kilisenin mimarı ve yaptıranı hakkında bilgi yoktur. Ancak bazı kaynaklardan mimarın konusunda uzman bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. (3) Karaman yakınında Karadağ’da olarak bilinen buraya özgü mimari tarzda yapılmış Erken Bizans dönemine ait pek çok kilise kalıntısı bulunmaktadır. Bu yapılar bölgede araştırma yapan sanat tarihçisi ve arkeologlar tarafından Avrupa’ya duyurulmuş ve büyük ilgi uyandırmıştır. Çeşmeli Kilise’nin (Notre Dame- Meryem Ana) mimarı bu eski yapıları örnek alarak kilisenin yapımını 18. yüzyılda gerçekleştirmiş ve böylece kültürler arası bir köprü oluşturmuştur. Çevrede Fisandon (Dereköy) Camii olarak bilinen ve 11. yüzyılda yapıldığı sanılan kilise yapısında Ermeni mimarisinden izler görülmektedir. Çeşmeli kilisenin kitabesinin okunması ve planını çizilmesi ile yeni bilgiler ortaya çıkacaktır. Kaynaklar: 1.Tuğlacı, Pars, Armenian Churches in İstanbul, s. 56 2.Kevorkyan R Les Armeniens 3.173 3.Eyice Semavi, Karadağ ve Karaman’da Arkeolojik incelemeler RESİMLER Karaman’dan eski bir görünüş Dereköy Camii (M. Bildirici arşivi) Karaman Kilisesi kitabesi (Sarkis Çerkezyan arşivi)

(04.04.1997 – AGOS)

5 KONYA ÖĞRETMEN OKULU MEZUNU SIRAÇ AYDIN TAŞBAŞ Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’da uzun yıllar ilkokul öğretmenliği yapan ve geçen yıl aramızdan ayrılan, Sıraç Aydın Taşbaş (1900-1995), 1926 yılında Konya Öğretmen Okulu’ndan mezun olmuştur. Bir yakınına not ettirdiği anıları o günlere büyük ışık tuttuğu için bir yazı yapmaya değer görünüştedir. İleri araştırmalar için kaynak niteliğinde olacaktır. Konya Erkek Öğretmen Okulu o yıllarda bugünkü Konya Lisesi binasında idi. Okulun açılış tarihi 1875 ve kapanışı 1934 yılıdır. Bu okuldan Taşbaş 1926 yılında mezun olmuştur. Diplomasında Okul Müdürü olarak Halit Ziya (Kalkancı), Müdür Muavini olarak Sadettin Nüzhet (Ergun), Maarif Emini olarak Avni Bey’in imzası bulunmaktadır. Sıraç öğretmen şunları anlatmaktadır. “Ben 1926 yılında mezun oldum. Okul 4 yıllık idi, 5 yıl yaptılar. 1918 yılında önce İngilizler geldi, öğretmenleri okuldan dışarı çıkardılar, sonra İtalyanlara devrettiler. Daha sonra okul tahta perde ile ikiye bölündü. Bir yanında Erkek Öğretmen Okulu, diğer yanda Askeri İdadi vardı. Askeri İdadi İstanbul Halıcıoğlu’na nakledilince tüm bina Öğretmen Okulu’na kaldı. O yıllarda Konya Lisesi bugünkü Karma Orta Okul’da idi. İdareci ve hocalarını şöyle belirtmektedir. Müdür : Halit Ziya (Kalkancı) Türkçe : Vali Kazım Bey Edebiyat : Sadettin Nüzhet (Ergun) Din Dersleri : Abdullah Efendi, Gani Efendi Ruhiyat ve Terbiye : Namdar Rahmi (Karatay) Hesap : Mahmut (Arap asıllı) Hendese : İhsan Fizik-Kimya : Mithat (İli) Nebatat ve Ziraat : Sadrettin (Karatay) Hayvanat : Faik Soyman Biyoloji : Faik Coğrafya : Ekrem Resim : İsmail hakkı Tonguç – Ressam Sami El işleri : Asım (Tabanlı) Fransızca : Edip Ali Terbiye Tarihi : Refet – Ferid (Uğur) Müzik : Arif Şahap (Ökten)

1921 yılında Müdür Şeref Bey Şam’dan gelmişti. Fransızca Hocası Edip Ali’nin ilginç öyküsü şöyle; Afyon’un işgali üzerine Afyonluların bir kısmı Akşehir’e bir kısmı Konya’ya gelir. Edip Ali aşık olduğu kızı bulmak için önce Akşehir’de görev alır. Aradığı kıza bulmak için Konya’ya gelir, kızı bulamayınca Afyon’a geri döner. Mithat İli hakkında da şunları hatırlamaktadır. Bilgisi çoktu, sıkı disiplin uygulardı. İlk defa derste araç gereç kullanan hoca idi. Nazım paşa’nın oğlu Mithat İli’den geçemedi, hakimler savcılar bunun için okul müdürüne akın ettiler. Askeri okula gideceğini taahhüt edince geçer notu aldı ve askeri okula gitti. Sıraç öğretmenin anılarında ileri araştırmacılar için ilginç noktalar bulunmaktadır. Cumhuriyet öncesi Konya’da bir Askeri İdadi vardır. Celalettin Ali İmer’i anılarında bu Maltepe Askeri İdadisi’dir. Hüseyin Köroğlu’nun “Konya Lisesi Tarihi”nde Manastır İdadisi’dir. Sıraç öğretmen isim vermemekte ama bir Askeri İdadi olduğunu doğrulamaktadır. Binanın Mimari Muzaffer Bey’dir, binanın bitmesine yakın felç olmuştur. Sedye ile getirilir inşaatı kontrol ederdi diye anılarını tamamlamaktadır. (05.04.1997 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)

6 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR CELALEDDİN ALİ İMER Mehmet BİLDİRİCİ

Celaleddin Ali İmer, uzun yıllar Konya'da eğitime hizmet etmiş, değerli bir kişidir. Vatanperver lakabı verilmiş hocamız, uzun yıllar çeşitli okullarda ve bu arada 1936-1950 yılları arasında da Konya Lisesi'nde bu görevi sürdürmüştür. Hoca'nın çok ilginç hayat hikayesi aynı zamanda bir dönemi de göz önüne sermektedir. şimdi bu hayat öyküsünü araştırmalarımdan ve özellikle Hoca'nın bugün hayatta olan kızı Güzin Atademir Hanımefendi’nin bana lütfedip yazdığı mektupta yazdıklarından özetleyeceğim. Mevlana sülalesinden olan Celaleddin Ali İmer 1885 yılında Konya'da doğmuştur. Konya İdadisi’nde okumuş, ancak mezun olduğu yıl belirlenememiştir. Bunun ardından Konya'da açılan iki yıllık Konya Hukuk Mektebi'ne bir yıl devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşının çıkması üzerine ihtiyat zabiti (yedek subay) olarak Ordu'ya katılmıştır. Kafkas ve Suriye cephelerinde 4 yıl vatana hizmet etmiştir. Savaşın sona ermesi üzerine 1918 yılında Konya'ya dönmüştür. Güzin Hanım, kendisinden naklen şunları yazmaktadır. Dört yıl vatan hizmetinde bulunduğu ve bir yılda Hukuk Mektebi'nde okuduğu için kendisine hukuk diploması verilmesi teklif edilmiştir. Ancak ahlaki anlayışına uymadığı için, bitirmeye imkan bulamadığı bir okulun diplomasını reddetmiştir. Halbuki o dönemde bu okulu savaş dolayısıyla bitiremeyen kişilere hukuk diploması verilmiştir. Konya'daki eski avukatların bir kısmı bundan yararlanmıştır. Konya'ya döndükten sonra Konya'da bulunan Askeri İdadi'de Tarih ve Coğrafya hocalığına başlamıştır. Güzin Hanım bu askeri okulu Maltepe Askeri Lisesi olarak belirtiyor. O yıllarda Atatürk'ün de okuduğu Manastır Askeri İdadisi Konya'ya nakledilmiş, ve Konya'da bir askeri idadi bilinmektedir. Hocalığı sırasında kurulmakta olan Milli Ordu'ya cephane temininde görev almış ve vatani hizmetine devam etmiştir. Bilahare Konya'da açılan Erkek Muallim Mektebi'nde (Şimdiki Konya Lisesi binasında) hocalığa devam etmiştir. Bu okulun 1936 yılında Adana'ya nakledilmesi üzerine bu defa Konya Lisesi'nde görev almıştır. Konya Lisesi'nde tarih öğretmenliği, emekli olduğu 1950 yılma kadar devam etmiştir. Vatanperver Celal Bey olarak anılan Hoca 1955 yılında Konya'da ölmüş ve Üçler Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Celal Hoca'nın ikisi kız. dördü erkek 6 çocuğu olmuştur. Kısaca bunlar hakkındaki bilgiler de şöyledir. Sırası ile ;

SEBAHADDİN İMER (1914-1962), 1932 yılı Konya Lisesi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi mezununu. VEDİA SİNANGİL, Kız öğretmen Okulu mezunu, Derviş Sinangil'in eşi idi. OĞUZ İMER, Konya Lisesi 1941 yılı mezunudur. Tıp doktoru. GÜZİN ATADEMİR, İmer'in hayattaki tek çocuğudur. Burada verilen bilgilerin kaynağıdır. KUBİLAY İMER (1928-1991), Konya Lisesi’ni bitirdikten sonra, İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olmuş ve serbest Avukat olarak çalışırken 1969, 1973 yıllarında Adalet Partisi'nden ve 1977 seçimlerinde de Demokratik Parti'den Konya Milletvekili seçilmiştir.

Yazdığı mektuplarla Konya için bu önemli bilgileri verdiği için Sayın Güzin Atademir'e teşekkür ediyorum.

(05.04.1997 -Yeni Meram KIRKAMBAR)

7 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR İLK BAYAN ÖĞRETMENLER Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi ilk defa 1889 yılında Konya İdadisi olarak Türk eğitiminde eşsiz yerini almıştır. 1930’lu yıllara kadar öğrencisi, öğretmeni ve görevlileri ile tam bir erkek okulu olarak kalmıştır. Cumhuriyetimizin kuruluşunun getirdiği yenilik rüzgarları ile bayan öğretmenler atanmış, kız öğrenciler alınmıştır. Bugün gayet olağan bulduğumuz bu durum hiçte alışılmış bir durum değildi. Bunun için herkesin bir kapıdan girmesi sakıncalı bulunmuş, kullanılmayan okulun kapısı, bayan öğretmenler ve kız öğrencilere ayrılmıştır. Belirli öncü kişiler bunun böyle olması gerektiğini büyük bir özveri ile topluma göstermişler ve ilk olma şerefini de kazanmışlardır. 1931 yılından 1938 yılına kadar bu yuvada görev yapmış 7 bayan öğretmenin kısa hayat hikayeleri, halen Yalova’da yaşayan ve o günlerin önemli olaylarını bana ulaştıran Sayın Lütfü Tongur’un mektubundan ve Hüseyin Köroğlu’nun Konya Lisesi Tarihi kitabından yararlanarak vereceğim. SÜHEYLA HANIM Ödemiş 1903 doğumlu ve İstanbul Darülfünun Kimya Bölümü mezunudur. Orta kısımda okutulan Eşya ve Tabiat dersi kalkmış yerine Fen dersleri konmuştur. Süheyla Hanım Orta kısmın ilk bayan öğretmeni olup 1931-1932 yıllarında Fen derslerini okutmuştur. Soyadı ve daha sonraki hayatı hakkında bilgimiz yoktur. KAMURAN HANIM Kimya öğretmeni Abdülkadir Bey’in ayrılması üzerine kimya derslerine Kız Öğretmen Okulu öğretmenlerinden Kamuran Hanım 1935-1936 yıllarında kimya derslerini yürüttü. Bacaklarından rahatsızdı ve yürürken zorlanırdı. NEZAHAT HANIM 1908 yılında Selanik’te doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu mezunu, 1935-1938 yılları arasında Tarih derslerini yürüttü. Kadrolu olarak lise kısmına atanmış ilk bayan öğretmendir. MÜZEYYEN ERENSOY (1910-1992) Beyrut’ta doğmuş, İstanbul Darülfünun Coğrafya Bölümü’nden mezun olmuştur. 1935-1954 yılları arasında uzun yıllar Konya Lisesi Coğrafya öğretmenliği görevini sürdürmüştür. Orta kısımda bizlerin de öğretmeni oldu, konuları çok ciddi şekilde işler, satır satırda bizden isterdi. İstanbul Kabataş Lisesi’ne tayin oldu, İstanbul’a yerleşti ve orada öldü. İHSAN TAMER 1906 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Darülfünun Kimya Bölümü’nden mezun oldu. 1936- 1940 yılları arasında Kimya öğretmenliği görevini yürüttü.

HATİCE HANIM Malkara’da doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Konya Lisesi Orta kısmında Fen derslerini okuttu.

FEVZİYE HANIM Edebiyat, Türkçe öğretmeni Pertev Naili Boratav’ın (1907) yıl ortasına Avrupa’ya gönderilmesi üzerine Kız Öğretmen Okulu Türkçe öğretmeni Fevziye hanım Türkçe derslerini yürüttü. Sıfırcı Fevziye olarak tanınırdı.

(YENİ MERAM KIRKAMBAR- 05.04.1997)

8 KONYA LADİK’TE BULUNMUŞ İLGİNÇ KİTABELER Mehmet BİLDİRİCİ Ladik hakkında yabancı kaynaklardan yararlanarak yazdığım bir yazım daha önce yayınlanmıştı. Orada Ladik’te okunmuş ancak anlamı ve yorumu yapılmamış pek çok yazıt olduğunu belirtmiştim. Bunlardan çok ilgi çekici olan bazılarını Türkçe’ye çevirmesini Prof. Dr. Thomas Drew Bear’dan rica ettim. Sağ olsun isteğimi kırmadı bunu yerine getirdi. Bu yazımda çok ilginç olan üçünün çevirisini burada özetleyeceğim. Bunlardan ilki Ladik’te Hıristiyanlığın serbest kaldığı 4. yüzyılda burada yaşamış ve 315-340 yılları arasında piskoposluk yapmış EUGENIOS’a aittir. ….”Kosessa köylü Kyrillos Keler’in oğlu Markos Ioulios Eugenios, Şehir (Laodicea) Meclisi üyesidir. Pisidya Valisi’nin dairesinde onurlu bir şekilde askerliğini yapmıştır. Roma Senatörü Gaios Nestorios’un kızı Flavia Iulia Flaviane ile evlenmiştir. Roma İmparatoru Maximinus (308-314) zamanında çıkan imparatorluk genelgesine göre Hıristiyan olduğu için askerlikten ayrılmak ve kurban kesmek zorunda kalmıştır. Diogenes Pisidya Valisi iken işkence görmüştür. Hıristiyan inançlarını koruyup Laodecea’da kalmış, Tanrı emrine uyup Piskopos olmuş ve bu görevde 25 yıl kalmıştır (315-340). Bu süre içinde temelinden ilk kiliseyi kurmuştur. Bunan için kemerlerini, süslemelerini, heykelcilik işlerini yaptırmıştır. Hayatının sonlarında kendisi için bu lahdi yaptırmış, kendisi ve ailesi için bu yazıtı yazdırmıştır” Dünyaca meşhur olan ve Anadolu’nun en önemli yazıtlarından biri kabul edilen lahdin yazıtı ve fotoğrafı MAMA Vol. 7- 170 de yayınlanmıştır. Yukarıda detaylı hayat hikayesi verilen Eugenios Ladik tarihinde çok önemli bir kişidir. İkinci yazıt da gene Laodecea’da (Ladik) bir Çarşı Müdürü’ne aittir. (MAMA Vol. 7-11) …”Ploution’un oğlu Bassos Çarşı Müdürü (Ladik) ve iyi bir vatandaştır. Görevini rüşvet almadan yapmıştır. !!! Kıtlık zamanında iki defa şehirden yardım almadan , kendi parası ile buğday getirtmiş ve ucuz fiyatla halka satmıştır. Şehre pek çok iyilikleri dokunmuş, Çarşıda bulunan çeşmeye kendi parası ile su getirtmiştir. Clauudilaodicea (Ladik) Meclis ve Halkı tarafından defalarca onurlandırılmıştır” Burada bir Çarşı Müdürü hakkında bilgiler vardır. Kentin isminin önüne İmparator Claudius’un ismi eklidir. Üçüncü ve son yazıtta Kadınhanı Kolukısa Beldesi’nde Bizans döneminde yaşamış bir din adamına aittir. (MAMA Vol. 7-587) …”Asil bir kökten bir dal yetişti, büyük unvan sahibi, mükemmel insan MENANDROS Yüksek ve adil bir rahip, verimli olan bu topraklarda yatıyor Ruhu ölümsüz Tanrı katında, Abraham dönemindeki mutlu insanlar gibi Vatanı onu şereflendirir, halkı onun için iyi şeyler söyler Eşi KLEOUSE üzüntü içinde ona şöyle seslenir -Beni yalnız bıraktın gittin dertler içinde MENANDROS şöyle cevaplar -Eşim ağlama, kardeşlerimin ruhunu incitme. Beni üzme Tanrı böyle uygun görmüştür. Hayattan faydalan, Tanrı’ya dua et Seni dertlerinden kurtarsın, bana güzel şeyler söyle

Pek çoğumuzun farkında dahi olmadığı yazıtlardan birer tarih ve edebiyat çıkıyor. Bu taşları koruyalım, atılı olarak görürsek ilgililere haber verelim. Tarafımdan Türkçe’leri iyileştirilen bu metinler arkadaşım Prof. Dr. Thomas Drew Bear tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Değerli katkılarından dolayı Konya kültürü adına kendisine sonsuz teşekkürler. (12 Nisan 1997 YENİ MERAM KIRKAMBAR)

9 KONYA LİSESİ 1956 MEZUNLARININ 1997 YILI KORUKENT TOPLANTISI Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi 1956 yılı mezunları Mimar başarılı iş adamı Yaşat Manav'ın öncülüğünde Korukent'te 17 Mayıs 1997 günü bir araya geldi. Mezuniyetlerinden 41 yıl sonra gerçekleştirilmiş bir toplantı. 41 kere Mâşâallah demek yerinde olur. 1956 yılı mezunları yanında bizleri yetiştiren öğretmenlerimiz ve eski bazı ağabeylerimiz de vardı. Önce Korukent'te yemek yenildi, arkasından özel lüks bir tekne ile Boğaz gezisi ve Anadolu Kavağı'nda bir akşam yemeği. Çok iyi organize edilmiş bir toplantı, bu konuda gerçekten Yaşat Manav'ı kutlamak gerekir. Kimler vardı? Başta bizi yetiştiren hocalarımız Ellili yılların Konya Lisesi Müdürü ve Felsefe öğretmeni Selman Erdem, eşi gene hocamız Nezahat Hanım rahatsızlığı sebebi ile katılamadığı için yalnızdı. Müdür Başyardımcısı ve Fransızca öğretmeni Turgut Kargalık ve eşi meslektaşı Muazzez Hanım ile birlikte gelmişlerdi. Resim Hocamız Nurhayat Evci ve eşi Rıza Evci aramızda idi. Fehime Hanım (Birekul) Sedef Adası'na taşındığı için gelememiş selam göndermişti. Hüseyin Köroğlu ve eşi Sevim Hanımın geleceği söylendi ama gerçekleşmedi. 1956 yılı mezunları arasında gerçekten seçkin bürokrat ve işadamları bulunmaktadır. Vecdi Gönül, Yücel Edil, Erol Dündar (Danıştay'da Hakim), Prof Dr. Erkmen Böke, Prof Dr. Sezer Kendi, Dr. Kazım Gedik, Yılmaz Dağdeviren, Ziya Güngör, Alparslan Erbil eşleri ile aramızda idi. İş dünyasından başta Yaşat Manav, Hasan Ali Acar, Cevdet Çavuşoğlu, Nevzat Kasaboğlu, Erol Dündar (Mak.Y.Müh), Besteci Gündoğdu Duran, eski mezunlardan Bayram Camcı, Merkez Valisi Güner Orbay, Vedat Vefa, Sencer Yurday, daha sonraki mezunlardan Prof. Dr. Attila Taçoy, Ertan ve Meral Poyra, Bilge Öztürk, Sezer Çetiner, Nihal (Aydınlıoğlu), Rıza Durakbaşı, eşim Düzay Bildirici ve ben Mehmet Bildirici bu mutluluğu birlikte yaşadık. Boğaz gezisinde eski günler anıldı. Şarkılar söylendi. Nihal Aydınlıoğlu (Doğan), Erol Dündar (Mak.Y.Müh), ve Vecdi Gönül'ün müzik ve makam bildikleri ortaya çıktı. Bu üçlünün eşliğinde birlikte şarkılar birbirini izledi…. Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık… Eski dostlar, eski dostlar Sonunda Ufkunda tarihin en güzel sesi Yükselen bir yuvadır Konya Lisesi

(12.04.1997 -YENİ MERAM KIRKAMBAR)

10 YENİ MERAM’DA YAYINLANAN KIRKAMBARA İSTANBUL’DAN MERHABA Mehmet BİLDİRİCİ

Validenin rahatsızlığı dolayısıyla Kurban Bayramı’nı tüm aile bir arada Konya’da geçirdik. Güzel bir tatil oldu. Bu vesile ile arkadaşım Mehmet Gündoğdu’yu ziyaret ettim, KIRKAMBAR’ın YENİ MERAM’da yayınlamağa başladığını. Yazar kadrosunun genişlediğini ve üniversite ile diyalog içinde olduğunu sevinçle öğrendim. Benim daha önce yayınlanması için kendisine verdiğim yazılarıma da yer vermiş. Kendisine teşekkür ediyor, başarılar diliyorum. Ben bu yazımı İstanbul’dan yazıyorum. Kızımın İstanbul’da çalışması dolayısıyla altı aydan bu yana bu kentte yaşamımı sürdürüyorum. İki aydan bu yana da Devlet Su İşleri’nin gerçekleştirmekte olduğu İstanbul İçmesuyu Projesi kapsamında “Yeşilçay Projesi”nde müşavir olarak görev almış bulunmaktayım. Yeni yayınlanan KIRKAMBAR’a Konya dışından İstanbul’dan MERHABA diyorum. Konya’da yayınlanan pek çok yazı ve incelemelerde genelde her şey Selçuklu ve Osmanlı’ya mal etmek gibi bir eğilim görülmektedir. Bilim adamlarımızın bile bazen yazıları bu yönde olmaktadır. Gerçekten 13. yüzyıl Konya’sında Selçuklular büyük eserler vermişlerdir. Cami medrese, han, hamam, türbe gibi yapılarla Konya’yı dantel gibi örmüşlerdir. Ancak şunu gözden uzak tutamayız. Selçuklu Başkent’i boş bir alan üzerine kurulmamıştır. Konya ve çevresinde 1.-4. yüzyıllar arasında çok yoğun bir kentleşme dolayısıyla dini ve sosyal bir yaşam olduğu bıraktıkları kalıntılardan net bir şekilde görülmektedir. Selçuklu Başkenti Konya, Malazgirt Zaferi öncesi, uzaktan merkezi kötü yönetim, Arap akınları sonucu kısmen yıkıntı haline gelmiş, yada gerilemiş bir duruma gelmiştir. Bu yapıların bazen duvarları, bazen bir duvarı ve bazen de taşları tüm Selçuklu yapılarında kullanılmıştır. Ben şahsen tüm bu yapıları zaman zaman tek tek gezdim. Özellikle beden duvarlarında malzeme ve işçilik yönünden farklılık ve zenginliği gördüm. Meraklı olanları bu yapıları bu gözle tekrar bakmağa çağırıyorum. Tüm Selçuklu eserlerinde az veya çok eski den bir iz bulunmaktadır. Bu konuda Clement Huart, surların taşları ile yapılan Hükümet Konağı’na Konya’nın tüm tarihi gömülmüştür diye dert yanmaktadır. Ben şahsen daha önceki yazılarımda yakalayabildiğim bu kültürel çeşitliliği aktarmaya çalıştım. Bundan sonra da devam edeceğim. Aslında Anadolu’yu eşsiz bir kültür mozaiği yapan da bu değil midir? Ayrıca bunların kırılıp yok edilmesi yerine camii, türbe gibi kutsal yapılarda kullanılması ve ebediyen koruma altına alınması Selçuklu’nun bir hoşgörüsü değil midir? İstanbul’dan YENİ MERAM KIRKAMBAR’A MERHABA DİYORUM.

(14.06.1997 –YENİ MERAM KIRAMBAR)

11 ÖNEMLİ BİR YAYIN ANADOLU’NUN ÜLKESİ, İNSANLARI, TANRILARI Mehmet BİLDİRİCİ

1993 yılında İngiliz Bilim Adamlarından Stephen Mitchell tarafından Roma ve Bizans dönemlerini konu olarak ele alan “Land, Men and Gods of Asia Minor” adı altında iki cilt İngilizce bir eser yayınlanmıştır. Kitabın basımı Clrendon Pres- Oxford 1993. İstanbul Beyoğlu İngiliz Kütüphanesi’nde gördüğüm kitabı inceledim, kısmen fotokopilerini aldım. İki cilt bilimsel bir kitap. Birinci ciltte Roma dönemi insanları, tanrıları kentleri inceleniyor. Tabii bu daha önce burada araştırma ve epigrafik çalışma yapmış, kendisi gibi yabancı uzmanların bölgede okudukları yazıtlara ve antik yazarların verdiği bilgilere dayanarak yapılmış çalışmalar. İkinci ciltte ise Anadolu’da Hıristiyanlığın yükselişi, kurumsallaşması, bunları gerçekleştiren kişileri, karşılaştığı güçlükler ve tartışmalar, o dönemde görülen ve çarpık kabul edilen inanış ve mezhepler hep incelenmektedir. Eski din ve kültürlerin etkisi ile çarpık olarak görülen inanış merkezlerinden önemli birisi Laodeicea’dir (Konya, Sarayönü, Ladik). Eserde tüm Anadolu’daki önemli olaylar incelenmektedir. Konya ve çevresi hakkında çok önemli bilgiler yer almaktadır. Ben şahsen yeri geldikçe bu bilgilerden yöremiz ile ilgili olanları aktarmaya çalışacağım. Bunları okudukça bu dönemlere ait bazı doğru tarihi bilgiler yanında, pek çok yanlış bilgiye de sahip olduğumuzu ve bunları araştırmadan ısrarla savunduğumuzu görüyorum. İkinci bir tespitimde yöremiz hakkında yerli ve yabancı yayınlar arasında bir kopukluğun olmasıdır. Yabancı araştırmacılar incelemelerini yapmakta, bunları yayınlamakta, gerekli üst düzey uluslar arası platformlara taşımakta, bunlardan genelde bizlerin haberi olmamaktadır. Devletin kurumlarının ve çevre belediyelerinin yayınlarına bunlar yansımamakta, bunların yerine yanlış ve yüzeysel bilgiler konulmaktadır. Gerçekten Konya’da Türk ve Anadolu’nun bizden önceki dönemlerinin kültürlerine diğer kentlerden daha fazla ilgi ve alakanın olduğunu görüyorum. Bu farkı Adana ve Muğla kentlerinde bulunduğum zamanlarda daha iyi algılıyorum. Ancak böyle kitap ve yayınları izleyip, onu tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Kısır döngüden kurtulup çağdaş ve bilimsel çizgiyi yakalamamız gerektiğine inanıyorum.

(28.06.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

12 KÖŞEMDEN MARMARİS'TEN MUĞLA'YA ZAMAN TÜNELİNDE YOLCULUK Mehmet BİLDİRİCİ

Gökova ve çevresi geçen yüzyıl, sıtma hastalığından dolayı, doğal güzelliğine ve zengin su ve toprak kaynaklarına rağmen çok az kişinin yaşadığı ıssız bir yer idi. Ulaşım Roma döneminden kalma taş döşemeli dar ve sadece yük hayvanlarının geçeceği yollardan kervanlarla sağlanırdı. Bölgede 1856 yılında seyahat etmiş İngiliz gezgin Newton Marmaris'ten Muğla'ya bu yollardan geçmiş ve yolculuğunu yayınlamıştır. Yazdıkları aynen şöyle (1) : "Marmaris'ten Muğla bütün yol boyu, köylerden ekili alanlardan yoksun. Yolun büyük bölümü çam ağaçlarının içinden ve dağ geçitlerinden kıvrıla kıvrıla tırmanıyor. Yaşam izi olarak yer yer kurulmuş kara TÜRKMEN çadırları!! Ve onların etrafa serpiştirilmiş mezar taşları görülür. Bu ıssızlığı bozan iç kısımlardan Djova (Cova, Gökova) ve Marmaris limanlarına yük taşıyan kervanların bir melodiyi andıran çıngırak sesleridir. Orada burada bazı ekilmiş alanlar, orman çalıları arasındadır. Hiçbir köy görünmez, çok az yoğun bir yerleşim söz konusudur. Şüphesiz söyledikleri tartışma götürür..!!. Newton acaba nerelerden geçmiştir? Şöyle bir tahmin yapabiliriz. Marmaris'ten Gökova'ya kadar bugünkü modern yolun yer yer yanından geçen eski yol, bugünkü ağaçlı yolun üzerindeki eski yol, Kozlukuyu ve buradan Sakar'a tırmanan eski yol üzerinden Kızılağaç ve Gülağzı yakınlarından Muğla'ya …. 150 yıl içinde nereden nereye? Kaynak: (1) Paul Benedik (MUĞLA DEVRİM 25.06.1997)

13 KÖŞEMDEN AKYAKA'DA BİR SINANMIŞ YER ERENDEDE Mehmet BİLDİRİCİ

Akyaka'da Kermetur'a inen anayolun (Lütfiye Sakıcı caddesi) doğusunda yaklaşık 200 m de orman içinde bir sınanmış yer bulunmaktadır. Erendede !!! Erendede kimdir? Ne zaman yaşamıştır? Elimizde bilgi bulunmamaktadır. Ancak burası, eskiden beri Erendede makamı olarak bilinmekte ve ermiş bir kişi olduğuna inanılmaktadır. Son zamanlarda belde sakini, değerli araştırmacı Arkeolog Aziz Albek burada yaptığı yüzeysel araştırmalarda Bizans dönemi mozaik kalıntısı olduğunu belirlemiştir. İşlemeli taşlar bugün de görülebilmektedir. Çok büyük olasılıkla bir şapel yeridir. O halde bu mevki Müslümanlık öncesi de sınanmış bir yer mi idi? Yoksa daha sonra burada bulunan yapıda bir eren mi yaşadı? Kimdir? Bilinmemektedir. Ama güzel olan şu ki, Akyaka sakinleri burada toplanır aşure pişirir, yerler ve dağıtırlardı. Birlikte olur, Erendede'ye dua ederlerdi. Bunu belirten sanat yönü olan bir yazıt konabilirdi. Bu konuda pek çok bilgili ve deneyimli kişi burada yaşamakta, en azından belirli zamanlarda gelmektedir. Ama alel acele buraya konan ve bugün ölen birine dikilen bir mezar taşı doğrusu yakışık almamaktadır.

(MUĞLA DEVRİM -28.06.1997)

14 GÖKOVA TARİHİNE KATKISI OLAN BİR BİLİM ADAMI GUY MEYER Mehmet BİLDİRİCİ

Gökova’nın eski dönemlerine ait bilgiler, genellikle yabancı araştırmacıların çalışmaları ve onların yazılı taşları okumaları ile ortaya çıkmaktadır. Biz bu konuda Gökova olarak şanslıyız. Çünkü bütün silerde bu konuda yapılmış dokümanlar elimizde. Bu bilgilerin bizlere ulaşmasında Paris’te yaşayan değerli araştırmacı, bilim adamı Guy Meyer’in çok büyük katkıları olmuştur. Kendisi Akyaka’da yaşayan Krissi ve Selim Adham’in arkadaşıdır. Onlara gönderdiği Fransızca ve İngilizce metinler bizlere ulaşmıştır. Son olarak bana yazdığı mektup ekinde bütün Gökova yazıtlarını içine alan Almanca dokümanları göndermiştir. Kendisine buradan teşekkür etmek istiyorum. Elimize geçen bu çok değerli metinler Akyaka’da oturan Suzan ALBEK tarafından Türkçe’ye çevrilip, bizlere kazandırılmıştır. İtalyan işgal döneminde burada yüzeysel araştırma ve kısmen kazı yapan Guidi’nin İtalyanca metinleri gene aynı yerde yaşayan Aydın Turunç’un katkısı ile Türkçe’ye çevrilmiştir. Çevremizin tarihi konularının derlenmesinde emeği geçen GUY MEYER’in hizmetlerinin unutulmaması ve yenilerine vesile olması dileğiyle…

(30.06.1997 – DEVRİM)

15 BİR BİLİM ADAMI – THOMAS DREW BEAR Mehmet BİLDİRİCİ Ondokuzuncu yüzyıl ve bu yüzyıl başında çevremizde bulunan Grekçe ve Latince yazıtları okuyan İngiliz ve Alman bilim adamları olmuştur. Bunların içinde en uzun çalışanı William Calder’dir. Son yıllarda ise Konya’da bu epigrafik çalışmayı yapan tek kişi Prof. Dr. Thomas Drew Bear’dir. Aslen Amerikalı olan Drew- Bear, Fransa Lyon kentinde oturmaktadır. Doğal olarak İngilizce, Fransızca yanında klasik Grekçe ve Latince’yi bilmekte bu arada güzel Türkçe konuşup yazabilmektedir. Thomas’ı Konya’ya davet eden ve onun gelmesini sağlayan Konya Arkeoloji Müzesi’nde arkadaşım Arkeolog Osman Ermişler’dir. Osman Bey Hadim Astra’da kazı yapmış ve Thomas buradaki yazıtları okumuş ve yayınlamıştır. Ben de kendisini Osman Bey kanalı ile Hadim Astra antik kentinde Ekim 1994 tanıdım. Konya’da çeşitli yerlerde okunmamış yazıtlar tespit ettiğimi söyledim. İlgilendi, okumak ve belgelemek istediğini belirtti. Bu şekilde yaklaşık 20 civarında daha önce görülmemiş yazıtları okudu ve kayıtlara geçti. Bunlardan ikisi Konya Fuarı içinde Tacı Vezir Türbesi önünde, bir tanesi Hoca Hasan cami iç duvarında, bir tanesi Botsa köyü Bayram İni’nde, bir tanesi Meram Fidanlık durağında bir bağ evinin bahçesinde , bir tanesi Bordabaşı mahallesi Demirci Mescidi önünde … vs. Ayrıca “Tarihi Su Yapıları” kitabında fotoğrafını koyduğum tüm kitabeleri tek tek çözdü. Thomas Drew Bear 1994 yılında üç gün, 1995 yılında geldiğinde bir gün evimde misafirim oldu. Kütüphanemde olan yayınları ve Tarihi Su Yapıları adlı kitabımı inceledi. Uzun sohbetlerimiz oldu. Kendisinden çok şeyler öğrendim. Konuşmalarımızdan çok büyük haz aldım. Geceleri çok geç yatmamıza rağmen sabah erkenden kahvaltı hazırlamak için kalktığımda hep onu okur olarak gördüm. 1996 yılında Türkiye’ye gelince telefon etti. Konya’da değildim. Afyon ve Isparta’da çalışma yapacaktı. Görüşemedik. Konya’ya uğrayacaktı, sonradan gelmediğini öğrendim. Kendisi bu konularda tüm Uluslararası toplantılara katılmakta tebliğler sunmaktadır. Thomas bana yazdığı 30 Haziran 1996 tarihli Türkçe mektubunda kendisi hakkında bilgiler vermektedir. Bir paragrafı aynen alıyorum. “… sonra Amerika’ya gitmek zorunda idim. Büyük bir proje için. Amerikan Klasik Tarih Kurumu tarafından Akdeniz memleketlerinin Greko-Romen devrindeki tarihi haritası hazırlanmaktadır. Bu haritanın ölçeği 1:5000. İran’dan İspanya’ya, İngiltere’den Cezayir’e kadar tüm Roma İmparatorluğu içinde bulunan memleketleri kapsıyor. Paftalar her memleketin uzmanlarına dağıtılmıştır. Bana verilen pafta İç Anadolu’yu kapsıyor. Lüzumlu kitapların tümünü Lyon’da bulamadığım için Amerika’ya gidip Harward Üniversitesi’nde birkaç hafta çalıştım. Ben bu Üniversite’de okudum. Kütüphanesini iyi biliyorum. Halen orada çalışan birkaç arkadaşım da var. Fransa’ya döndüğümde tüm işler beni bekliyordu. Çünkü Amerika’da kaldığım için tüm bu işleri geciktirmiş idim. Bildiğin gibi her hafta Paris’e gidip Sourbone Üniversitesi’nde “ANADOLU GREKÇE LATİNCE TARİHİ COĞRAFYASI” diye bir seminer yönetirim. Bunun içinde her hafta hazırlanmam gerek. Öyle oldu ki Sevgili Dostum iki mektubuna bu güne kadar cevap yazamadım. Paris’e artık gitmiyorum. Bunun için zamanım biraz arttı. İstediğiniz yazıtların tercümelerini ve Konya’daki resmi raporlarımın fotokopilerini gönderiyorum. Bahsettiğin eni yazıtları da çok merak ediyorum. Önümüzdeki yaz görüşmek dileğiyle size ve Düzay Hanım’a sağlık ve mutluluk diler ben ve eşim saygı ve sevgilerimizi göndeririz. (30.06.1996) Değerli Dostum Thomas Drew Bear’in gönderdiği Konya Tarihi ile ilgili çok önemli bilgileri yazılarım içinde aktarmaya çalışacağım. Orta Anadolu, yani bölgemiz konusunda dünya çapında bir uzman oluşu ve kendisini yakından tanımamız bir şans diye düşünüyorum. Çalışmalarının aksamadan devam etmesini diliyorum. (05 Temmuz 1997 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)

16 GÖKOVA-AKYAKA’DA BİR KAYNAK KİŞİ MUSTAFA AKKAYA Mehmet BİLDİRİCİ

Çevre ve tarih araştırmalarında yazılı kaynaklar yanında, yörede yaşayan kişilerin de görüş ve bilgilerine başvurmak gerekir. Gökova-Akyaka’da böyle bir dostum var. Belediye Başkanı İsmail Akkaya’nın babası Mustafa Akkaya. Kendisini Akyaka’ya ilk geldiğim 1977 yılından beri tanırım, iyi ahbabız. Bu zaman içinde çeşitli sohbetlerimiz oldu. Bunları ben hep not ettim. Dedesinin Gereme’den (Ören) geldiğini, Tavaslıoğlu’nun (Mütesellim Osman Ağa) buradaki emlakini ve hizmetlerini, işçi olarak yöreye getirilen Müslüman Arapları (Zencileri), köye suyun gelişini ve daha bildiği pek çok şeyi bana anlattı. Sonra elime geçen yazılı kaynaklar bunları büyük çapta doğruladı. İşin ilginç yanı, görmeyen gözüne rağmen çevreyi çok iyi tanıyor. Nerede ne olduğunu gayet iyi biliyor, tarif ediyor. Tabii çocukluğundan itibaren bütün yaşamı burada geçmiş. Son ziyaretimde bu bilgileri nasıl öğrendiğini sorduğumda bunu şöyle açıkladı. “Ben küçükken büyüklerin yanına oturur onların anlattıklarını dinlerdim” dedi. Dostum Mustafa Akkaya örnek alınacak bir baba, görmeyen gözüne rağmen, azimli çalışması ile ikisi kız, üçü oğlan beş çocuğunu yetiştirmiş, onlara köy içindeki evinin bahçesinden yer vererek onların ev sahibi olmalarını sağlamıştır. Devamlı radyo dinleyen, Türkiye ve Dünya’daki olayları yakından takip eden, Mustafa Akkaya son yıllarda biraz rahatsızlık geçirmiştir. Kendisine sağlıklı yaşam diliyorum.

(07.07.1997 – DEVRİM)

17 BEYŞEHİR EFLATUN PINAR ANITI Mehmet BİLDİRİCİ

Beyşehir’in kuzeybatısında Sadık Hacı köyünde Hitit döneminden kalma çok kıymetli bir anıtsal yapı bulunmaktadır. Bu küçük bir gölet önünde EFLATUN PINAR anıtıdır. Su göletinin hemen yanındaki bulunan anıt düzgün taşlardan yapılmıştır. Ön yüzünde 7 m uzunluğunda ve 4,30 m yüksekliğinde cephe röliyeflerle kaplıdır. Tümü 14 parçadan oluşmaktadır. İki blok üzerinde tahtta oturan bir kral ve kraliçe görülmektedir. Büyük ve kırık olarak bir aslantaş bulunmaktadır. Çok ilginç olan EFLATUN ismi Türkler tarafından verilmiştir. Bu isme çeşitli yerlerde de rastlanılmaktadır. Alaaddin tepesi üzerinde Eflatun Mescidi, Konya-Sille arasında Eflatun manastırı,.. gibi. Eflatun tarihi bir kişi midir?. İlk çağda yaşamış büyük filozof EFLATUN (M.Ö. 428-348) bilinmektedir. Onun gerçek ismi PLATO’dur. Bu bilge kişinin ismi doğuda Eflatun olarak benimsenmiştir. Benim anladığıma göre burada Eflatun anonim bilge bir kişidir. Konya Ovası’nda kanallar açtırmış, Beyşehir çayının ucunu bağlayarak onu Beyşehir haline dönüştürmüştür. Eflatun halkın aklının ermediği teknik işleri gerçekleştiren bir bilge kişi. Hitit İmparatorluk döneminde M.Ö. 13. yüzyıl yapıldığı sanılan anıt 1837 yılından bu yana çeşitli bilim adamı ve araştırmacılar tarafından ziyaret edilmiş, incelenmiştir. Bu kişiler, William Ramsay, Fridrich Sarre, 1939 yılından bu yana da H.G. Güterbock, Kurt Bittel, Rudolf Nauman, E. Laroche, James Melleart, ..dır. Türkiye’de bulunmuş çok değerli bir Hititolog olan Güterbock anıtı ve anıt hakkında yayınları inceleyerek aşağıdaki sonuçlara varmıştır. Anıt kutsal bir pınardır, Hititler döneminde su toplamak üzere yapılmış bir gölettir. Gölet bendinin güneyinde oyulmuş bir bloğun muhtemelen su çıkış savağı olduğunu ileri sürmektedir. Şüphesiz bendin ilk durumu röliyefler dışında bugün değişmiş durumdadır. Konya’da Çatalhöyük’ü ortaya çıkaran James Melleart yaptığı incelemelerde buradaki figürlerle Beyşehir Fasıllar köyündeki yerde yatar durumda erkek tanrı heykelinin birbirine benzediği ve bağıntılı olduğunu ileri sürmektedir. Rudolf Nauman’ın “Anadolu Eski Mimarlığı” adlı kitabında anıtın plan ve görüntüleri bulunmaktadır. Ayrıca pek çok kitap ve kartpostallarda anıtın fotoğrafı vardır. Anıtta hiç yazı ve özel simge yoktur. Konya-Ilgın Yalburt, Kadınhanı Köylütolu, Afyon Emirgazi’de bulunan Hitit anıtlarının kitabelerinde büyük Kral IV. Tuthalya’nın (M.Ö. 13. yüzyıl) bu yörede tanrıların yardımı ile büyük işler başardığı ifade edilmektedir. Bu anıtında bu dönemden kaldığı kabul edilebilir.

(26 Temmuz 1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

18 BEYŞEHİR GÖLÜNDEKİ ADALARDA YERLEŞİM ve ULAŞIM Mehmet BİLDİRİCİ

Beyşehir Gölü içinde irili ufaklı pek çok ada bulunmaktadır. Bu adaların çoğu gölün batı sahiline yakın durumdadır. Bunların en büyüğü gölün kuzeyinde Isparta ili sınırları içinde MADA Adasıdır. Üzerinde bugün bir mahalle bulunmakta ve yerleşime açık tek adadır. Diğerleri güneye doğru, Eşek Adası, İğdeli Ada, Aygır Adası, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın Kubadabad Sarayı’nın karşısında çok küçük bir ada olan Kızkulesi, Hacı Akif Adası, karşı sahilde Gölyaka köyü (Kıstıfan) açıklarında Kıstıfan Adası’dır. Bu adalardan Mada Adası dışındakilerde bugün hayvancılık yapılmaktadır. Tarihi kaynaklarda bu adalarda Bizans, Selçuklu ve Eşrefoğlu dönemlerinde yerleşim olduğu belirtilir. Eşrefoğlu Bey’inin bu adalardaki eğlencelere katıldığı anlatılır. Gerçekten bu adalarda yerleşim olmuş mudur? Bunların kalıntıları var mıdır? Göl üzerinde ulaşım olmuş mudur? Bu yazımızda bunları incelemeye çalışacağız. 12. yüzyılda yaşamış Bizanslı tarihçi Niketas Khoniates’in “Tarih” isimli kitabı elime geçti. Birinci kitapta Beyşehir adaları konusunda ilginç bilgiler yer almaktadır. “Bizans İmparatoru Ioannis Komenos 1141 yılında Antalya’ya bir sefer düzenledi. Bu sıralarda Beyşehir adaları üzerinde Hıristiyan Rumlar oturuyordu. Adalar duvarlarla korunmuş durumda idi. Adalardaki Hıristiyan halk kayıklarla ticaret yapıyordu. Konya Selçuklu yönetimi ile dostluk kurmuşlardı. TÜRK GELENEKLERİNİ BENİMSEMİŞLERDİ. İmparatorun çevreden geçişinde ona düşmanca davrandılar. Konya tarafını tuttular. İmparator adalara çıkarma yapmak ve onlara haddini bildirmek istedi, ama muvaffak olamadı” Peki bu yazılanlar doğrumu? Adalar üzerinde yerleşim izleri var mı? Ben şahsen gölün kıyılarını incelediğim halde adaları görme fırsatını yakalayamadım. Beyşehir ile ilgili tanıtım kitaplarında da bu konuda bilgile vardır. Mada Adası üzerinde büyük bir Bazilika kalıntısı bulunmaktadır. Eşek Adası’nda 20 m x 30 m ebadında kemerli bir yapı kalıntısı vardır. Aygır ve Hacı Akif adalarında da yapı kalıntıları yer almaktadır. Kurucaova Gölkonak ve Gölyaka (Kıstıfan) köylerinde ve Kızkulesi’nde Bizans dönemi yapı kalıntıları izleri bulunmaktadır. Kıyıda ise Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad’ın yazlık sarayı Kubadabad yer almaktadır. Burada Prof. Dr. Rüçhan Arık başkanlığında bilimsel kazılar yapılmakta ve doyurucu yayınlar bulunmaktadır.

(02 Ağustos 1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

19 KONYA’DA İLK İNŞAAT MÜHENDİSLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

Bilindiği gibi Türkiye’deki ilk Mühendislik Okulu 1773 yılında İstanbul’da faaliyete geçmiştir. Bu okul 1880’li yıllarda sivil Hendese-i Mülkiye olmuş ve bugünlere İstanbul Teknik Üniversitesi olarak gelmiştir. Orta öğrenimini Konya’da tamamlayarak mühendislik Okulu’na gidenler, diğer bir deyişle Konya’dan yetişen ilk inşaat mühendisleri kimlerdir?. Bu yazımızda bunu inceleyeceğiz. Konya’da Lise seviyesinde eğitim veren ilk eğitim kurumu Konya İdadisi’dir. Bu sonradan Konya Lisesi’ne dönüşmüştür. Osmanlı döneminden gelen ve eğitime devam eden ikinci kurum Konya Sanat Okulu’dur. Cumhuriyet öncesi Konya İdadisi’ni bitirip İnşaat Mühendisliği öğrenimi gören tek kişi GALİP TEZÖREN, Konyalı ilk İnşaat Mühendisi kabul edilebilir. Hayat hikayesi şöyledir.

GALİP TEZÖREN (1880-1963) Konya’da doğdu. 1898 yılında Konya İdadisi’nden mezun oldu. İstanbul’da “Hendese-i Mülkiye” de eğitim görüp İnşaat Mühendisi oldu. Konya uzun yıllar Anadolu-Bağdat Demiryolları’nda çalıştı. Emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleşti ve orada vefat etti. Sabiha Hanım ile evlenen Tezören’in iki oğlu vardır. Konya’nın eski müteahhitlerinden RİFAT OTURANÇ’ın dayısıdır.

CUMHURİYET DÖNEMİ Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Konya Lisesi’nden sonra “Yüksek Mühendislik Mektebi”nde eğitim görüp yurda büyük hizmetleri geçen önde gelen meslektaşlarımı da şöyle:

REMZİ BİRAND (1908-1966) Karaman’da doğdu. Birand 1950-1960 yılları arasında 3 dönem Demokrat Parti Konya milletvekilliği görevinde bulundu. Yassıada’da yargılandı.

MEHMET SUMRA (1908-1967) Ermenek’te doğdu. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde görev yaptı. Konya DSİ IV. Bölge Müdürü oldu. Mütevazı, dürüst ve çalışkan bir kişi olarak tanındı.

HİMMET ÖLÇMEN (1911-1969) Konya’da (Sille) doğdu. Ortaokul mezunu iken Yüksek Mühendislik Mektebi’ne girdi. 1950-1960 yılları arasında 3 dönem Demokrat Parti Konya milletvekilliği görevinde bulundu. Yassıada’da yargılandı.

RÜŞTÜ ÖZAL (1915) Konya’da doğdu. 1949 yılında Konya Bayındırlık Müdürü, 1950-1954 arası Demokrat Parti’den Konya Belediye Başkanı oldu. 1954-1957 arası D.P den Konya milletvekili oldu. 1960-1961 yılları arası Kurucu Meclis üyesi, 1961 yılında İMAR ve İSKAN Bakanı oldu. 1961-1965 yılları arası Cumhuriyet Halk Partisi’nden Konya milletvekili seçildi. Uzun yıllar İnşaat Mühendisleri Odası Genel Sekreterliği görevinde bulundu.

FAKİH ÖZLEN (1915) Konya’da (Taşkent) doğdu. Müteahhit olarak çalıştı. 1961-1965 arası C.H.P den Konya milletvekili ve 1968-1977 yılları arası aynı partiden Konya Senatörü oldu.

20 MAHMUT ATEŞ (1921-1987) Konya’da (Cihanbeyli Yeniceoba) doğdu. Şarkiyatçı Prof. Ahmet Ateş’in kardeşidir. Konya’da serbest çalıştı. Kendine özgü davranışları vardı.

KONYALI OLMAYAN İNŞAAT MÜHENDİSLERİ OSMAN BİBİOĞLU (1912-1974) Batum’da doğdu. 1951-1957 arası Konya DSİ IV. Bölge Müdürü oldu. Demokrat Partiden 1957- 1960 arası Konya milletvekili oldu. Yassıada’da yargılandı. Daha sonra Seydişehir Alüminyum Tesisleri işinde “Müşavirlik ve Kontrolluk” işlerini yürüttü.

WALDORP İstanbul Haydarpaşa Demiryolları’nda çalışmıştır. Alman asıllıdır. Konya Ovası sulamasında 1903 yılında yaptığı ilk keşiften sonra inşaatın yürütmesini yüklenmiş ve işin tamamlanması olan 1913 yılına kadar görev yapmıştır. 1915 yılında Nafıa Vekaleti’nde Fen İşleri Başkanı olarak görülen Waldorp hakkında daha fazla bilgi sahibi değiliz. Fransızca bilmekte idi.

EDİP SEVİŞ (1912) İstanbul’da doğdu. 1936 yılında Yüksek Mühendislik Mektebi’ni bitirdi. Çeşitli illerde Bayındırlık Müdürlüğü görevlerinde bulunduktan sonra Mevlana sevgisi ağır bastığından Konya’ya yerleşti. Edip Seviş aynı zamanda bir müzik adamı, rebap virtüözüdür. Yeni Meram gazetesinde de yazıları yayınlanmaktadır.

(16.08.1997 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

21 NAMDAR RAHMİ KARATAY’IN KARDEŞİ SADRETTİN KARATAY’IN MEKTUBU Mehmet BİLDİRİCİ Küçük yaşlardan beri bilgi ve belge biriktiririm. Bunların bir gün kaybolmaması için yayınlanması gerektiğine inanıyorum. Bununda en uygun yerinin cefakar arkadaşımız Mehmet Gündoğdu’nun bilgi deposu olan Kırkambarı. Elimde bir mektup var. Bunun ileri araştırmacıların yararlanabilmesi için yararlanması için yayınının uygun olduğunu düşünüyorum. Mektup Konyalı tanınmış fikir adamı ve şair Namdar Rahmi Karatay’ın kardeşi, Sadrettin Karatay’ın kaleminden ağabeyi hakkında bilgi veren mektup, değerli Hocam Hüseyin Köroğlu’na yazılmıştır. Sadrettin Karatay lise öğrenimini Macaristan’da yaptıktan sonra orada Ziraat Mühendisliği öğrenimi görmüştür. Karatay Macarca’dan çevrilmiş çeşitli tercümeleri vardır. Kağıdı sararmış ve zor okunan mektup aynen şöyledir.

Sayın Hüseyin Köroğlu, kardeşim, efendim Ankara 24. Ocak. 1959 Mektupla da olsa tanışma fırsatı verdiğiniz için memnun oldum, teşekkür ederim. Ben sizi derli toplu Yeni Konya’da çıkan yazılarınızdan tanıyorum. Hele soyadınızı pek beğenir, örnek adlardan sayarım. Rahmetli ağabeyim Namdar Rahmi Karatay’ın hayatı hakkında size iki kaynak önerebilirim. Birincisi ölümünü takip eden haftalar içinde, yani 1953 yılının Eylül ayında Yeni Konya’da epeyce yazı çıktı. Bu arada ben de birkaç nüsha süren bir yazı yazmıştım. Gazete idarehanesine uğrayarak o yazıyı bulmak zahmetine katlanırsanız daha etraflı bilgi edinebilirsiniz. İkincisi ağabeyimin “Geçti Bor’un Pazarı” adıyla 1954 yılında Ankara’da çıkardığımız destan kitabı belki sizde yoktur, fakat Konya’da pek çok arkadaşta bulmak mümkündür. Çünkü Konya’ya yüzlerce nüsha gitmişti. Bende mevcudu olsa bir tane hemen takdim ederdim. O yazının çıktığı Yeni Konya nüshalarını bulamıyorum. “Yeni Politika” adlı Ankara gazetesi oradan aynen yayınlamıştı. Bu yazı ile destan kitabının önsözünden hülasa ederek size şu malumatı veriyorum. Namdar Rahmi, Maarif Vekaleti Şube Müdürlüğü’nden kendi arzu ve ısrarı ile ayrıldı. Önce Afyon, sonra Bursa Lisesi’ne tayin oldu. Bursa’da tam 12 yıl kaldı ve bu zaman zarfında liselerde edebiyat, felsefe, sosyoloji okuttu. Her yerde olduğu gibi orada da geniş bir muhit yapmış, ev alarak yerleşmişti. 1939 yılında Bursa’da evlendi. Sonra başkentin fikir ve sanat hayatı onu Ankara’ya çekti. 1942 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü’ne tayin edildi. Buradaki hocalığı 1947 yılına kadar sürdü. Bu arada Türk Dil Kurumu çalışmalarına katıldı. Derken bir takım rahatsızlıklar baş gösterdi. İstanbul Çapa Kız Enstitüsü’ne geçti. 1948 yılında felç geldi, tedavi oldu, iyileşti. Kitaplıklarda görevlendirildi, ama iyilik devamlı olmadı. Oysa Üsküdar’da ev alarak çocukları ile birlikte yerleşmiş, iyileşerek çalışacağı günleri bekliyordu. İyileşse tasarladığı eserlerini, enerjitizm felsefesi konusunda verecekti. 1953 yılında İzmir’e gittiler. Orada da bir evleri vardı. Fakat hastalığı gittikçe artmış ve onu nihayet 26 Ağustos 1953 günü yere sermiştir. Konya Lisesi tarihçesini yazmak teşebbüsünde başarılar dilerim. Çok güzel bir teşebbüs doğrusu. Kitabın tasarlanan hacmi konusunda bir fikrim olmadığı için Namdar Rahmi’yi bu kadar yazdım. Naci Fikret ve Namdar Rahmi iki ayrı kitapla anılmaya değer şahsiyetlerdir. Ömrüm olursa ve işlerimden fırsat bulabilirsem bir denemek isterim bu işi. Bana gelince ben maalesef Konya Sultanisi’ni bitirmeden 1916 yılında Macaristan’a ziraat tahsili için gittim. Zaman zaman lise ve yüksek tahsilimi memlekette yapsaydım, başka türlü yetişirdim diye hayıflanırım. Çünkü İdadi Sultani olduktan sonra daha manalı ve iyi olmuştu. O yıllarda Mehmet Muhlis Bey (Koner), Rasim Haşmet Bey, Salih Şevket Bey, Hamdizade Abdülkadir Efendi, Mösyö Menda gibi değerli hocalar vardı. Konya’ya gelişimde sizinle şahsen tanışma fırsatını arayacağım. Selam ve muhabbetlerimi sunarım. SADRETTİN KARATAY (YENİ MERAM-KIRKAMBAR- 23.08.1997)

22 KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDENLERE BİÇİLEN DEĞER ARKEOLOG KORUMA KURULU MÜDÜRÜ AYHAN ALP Mehmet BİLDİRİCİ

Kültürel varlıklarımız ileriye bırakacağımız en büyük mirasımız. Tabii ürettiklerimizle beraber eskiden gelenlerle birlikte. Bazılarımız insanların günlük ihtiyaçlarının daha önemli olduğunu savunur. Gayet tabii eve ekmek götürmenin çok güçleştiği zamanlarda kültür ve sanatla uğraşılmaz. Asgari sorunlarımız çözülmüş olduğunda bizlerin bizden sonrakilere bırakacağımız miras kültür varlıklarıdır. Bunları şunun için yazıyorum. Kültür Varlıklarımızı yasal platformda koruyan (Tabiat ve Kültür varlıkları Koruma Kurulu Müdürü) bir Müdiremiz vardı. Arkeolog Ayhan Alp. Eşimin ve benim Konya Lisesi’nden arkadaşımız ve benim uzaktan akrabam. Bu konuda büyük emek ve çabaları oldu. Bende tarihi su yolları ve eski kentler konusunda çalıştığımdan sık sık ziyaret eder görüş alış verişinde bulunurdum. Her ziyaretimde benimle ilgilendi, bana destek verdi, bilgi verdi. Kaynak yayınlardan haberdar etti. Ben de daha sonra gezip incelediğim ve gördüğüm kültür varlıklarını yazı ile onlara bildirdim. Hep ilgilendi. Bu şekilde onun gayret ve yardımı ile başvurduğum Karaman Ayrancı Divaz (Pınarkaya) köyündeki tarihi kültür değerleri (antik kent) koruma altına alındı. Sille’de Kriyakon kaya kiliseleri incelendi ve kayıtlara geçti. Karapınar Karacadağ’da bulunan kültür varlıkları ve eski eserlerden alınmış yapı taşları ile yapılmış evler çok geniş alanı kapladığı için fazla bir şey yapılamadı. Ayrıca Nimet Uzluk’un başkanı olduğu Konya Anıtlar Kurulu Konya Şubesi’nde zaman zaman bir araya geldik. Kurulumuzun Ankara genel Kurullarında başkanımız Nimet Uzluk ile birlikte temsil etti. İki hanım birlikte Konya için ne güzel bir imaj !!! Bu sıralar çalışkan dürüst ve çalışkan bu bilgili Hanım’ın görev yeri değiştirilmiş, uzak bir yere tayini yapılmıştır. Tabii bu kendisini ve bizi ziyadesiyle üzmüştür. Mahkemeye vermiştir. Kazanıp yerine döneceğini umuyoruz. Ama asıl kaybeden Konya’dır, Konya’nın kültür varlıklarıdır. Bunun yapılmamış olmasını aksine teşvik ve desteklenmesini umardık. Ayrıca erken yaşta kaybettiğimiz eşi Arkeolog Gürbüz Alp’in aynı konularda yaptığı hizmetleri ne çabuk unutuldu.. !!!

(30.08.1997 – YENİ MEAM KIRKAMBAR)

23 MİMAR MUZAFFER ERDOĞAN’IN HÜSEYİN KÖROĞLU’NA MEKTUBU Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün de Konyalı aydınlardan Konya Lisesi’nde uzun yıllar öğretmenlik yapan Hamdizade Abdülkadir Erdoğan’ın oğlu Mimar Muzaffer Erdoğan’ın (1916-1985), Hüseyin Köroğlu’na yazılmış bir mektubunu yayınlayacağım. Sararmış kağıtlarda zor okunur bu mektupta Konya tarihi konusunda ilginç bilgiler yer almaktadır. Sayın Hüseyin Köroğlu İstanbul 29 Kasım 1962 Mektubunuzu aldım. Konya Eğitim Enstitüsü fizik öğretmenliğine tayin olduğunuzu bildirmenize memnun oldum. Konya Lisesi Tarihi hakkındaki notlarınızı, tefrikaya başlama teşebbüsünüz ise cidden takdire değer, inşallah onu da mütekamil hale getirerek kitap halinde bastırmak müyesser olur. Size evvelce İdadi Müdür Yardımcısı Musa bey merhumun muhtasar hal tercümesini göndermiştim. Ayrıca bir fotoğrafını da tedarik edeceğimi kuvvetle ümit ediyorum. 1913 senesinde Garabed Solakyan fotoğrafhanesinde çekilmiş büyük ebatlı bir fotoğrafta o zamanki Konya Sultanisi muallimleri ile son sınıf talebelerinin grup halinde resimleri görülmektedir. Koleksiyonunuzda olup olmadığını bilmiyorum. Tefrikaya bir an önce başlamanız bir çok bakımlardan ve bilhassa eserinizin zenginleşmesi yönünden yerinde olur. Son yıllarda inşaat işleri ile ilgilenmeniz dolayısıyla mimari mevzulardan zevk duymanız cidden mucibi memnuniyettir. Kayserili Mehmet Ağa’ya ait yazdığım kitap hakkındaki düşünceniz çok yerinde ve doğrudur. Onun eserlerine dair kroki, plan, resim ve sair kilişeleri koymak iyi olurdu. Mimar merhum Muzaffer Bey hakkında evvelce aylık ansiklopedi ve Yeni Konya’da bazı yazılar yazmıştım. Fakat bunlar tatmin edici sayılmazlar. Elimde hakkında pek çok doküman olduğu halde nedense bazı engeller yüzünden onu kitap haline getirmek zorlaşıyor. Bunların başında Konya’da bulunmamak gibi bir talihsizlikte yer almaktadır. Bu bahtsızlığı biz burada başka mimarları tetkik etmeye özenmekle telafi etmeye çalışıyoruz. Bir mani çıkmaz ise Laleli camii, yeniden yapılan Fatih camilerini Türk sanat alemine kazandıran, Sultan III. Mustafa’nın baş mimarı Mehmet Tahir Ağa’yı kitap halinde bastırmak istiyorum. Konya’da açılan iki yeni ilim müessesinin (Eğitim Enstitüsü ve Yüksek İslam Enstitüsü) açılışı beni çok memnun etti. Konya Lisesi benim de tahsil hayatımın mühim bir kısmının geçtiği yerdir. Babam Abdülkadir Erdoğan (1879-1944) Konya Öğretmen Okulu’ndan 1906 yılında mezun olduktan sonra, 1912- 1932 yılları arasında Konya Lisesi ve diğer okullarda Arapça, Farsça derslerini yürüttü. 1932- 1943 yılları arasında İstanbul’da İslam Eserleri Müzesi’nde görev yaptı. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Muzaffer Erdoğan

(YENİ MERAM KIRKAMBAR 13.09.1997)

24 SELÇUKLU MİMARI KÖLÜKYAN KİMDİR? ABDULLAH OĞULLARININ KADERİ Mehmet BİLDİRİCİ & Sarkis SEROPYAN

Selçuklu Veziri Fahrettin Ali (ölümü 1286), 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış pek çok eserde imzası olan bir devlet adamıdır. Sahip Ata’nın eserlerinin Mimarı Kölük bin Abdullah’tır. Yerli ve yabancı kaynaklarda onun üstün mimari tekniğinden bahsedilir. Selçuklu döneminin bu önemli mimarının kimliği ve kökeni hakkında doyurucu bilgiler bulunmamaktadır. Biz bu müşterek yazımızda Kölük bin Abdullah’ın kim olduğu konusunda değişik yöntem deneyerek konuya açıklık getirmeye çalışacağız. Kölük bin Abdullah, Abdullah oğlu Kölük anlamına gelmektedir. Müslümanlığı seçen kimselerin babaları Allah’ın oğlu anlamında Abdullah olarak belirtilir. Sahip Ata’nın Konya’da yaptırdığı üç eserde Kölük bin Abdullah’ın imzası bulunmaktadır. Bu ibare “Amel-i Kölük bin Abdullah” olarak yer almaktadır. a) İnce Minare Medresesi; en güzel Selçuklu eserlerinden olup cephesine Kuran’dan ayetler kazınmıştır. b) Nalıncı Baba Türbesi; halen mevcut değil 1927 yılında ortadan kaldırılmıştır. c) Sahip Ata Külliyesi; bir kısmı ayakta, Sahip Ata’nın türbesi bunun içindedir. Bu eserlerin yapılış tarihleri yaklaşık 1250-1280 yılları arasıdır. Yine Sahip Ata’nın yaptırdığı iki eserde KALUYAN EL KONEVİ” isimli bir mimarın ismi geçmektedir. Bunlar a) Ilgın Kaplıcası, buradaki imza “Amel-i Kaluyan” b) Sivas’ta Gök Medrese; burada imza “Amel-i Kaluyan ül Konevi” olarak geçer. Bu iki mimarın aynı kişi olduğunu savunanlar olduğu gibi, ayrı kişiler olduğu da savunulur. Ayrı kişiler olarak düşünüldüğünde Kölük bin Abdullah’ın Müslümanlığı seçtiği, Kaluyan’ın ise Hıristiyan olarak kaldığı görülmektedir. Bir belgeye dayanmadan Kölük’ün Hıristiyan Türk olduğu ve Kölük kelimesinin Türkçe olduğu savunulmuştur. Mevlana hakkında bilgiler sunan Ahmet Eflaki’nin “ Menakib-ül Arifin” (Ariflerin Menkibeleri) adlı eserinde Kaluyan’ın Rum ve Ressam olduğu belirtilmektedir. O dönemde farklı tarihlerde benzer isimde mimar ve taşçı ustalarına da rastlanılmaktadır. 1225 yılına yaptırılan Antalya surlarında “Kölükyan bin Simbad” ve “Kelüki” isimleri görülmektedir. Simbad ismi eski Ermeni krallarından birinin adıdır. 1256 yılında yaptırılan Bünyan Ulu Camii içinde “Kaluyan bin Karabuda” isimleri geçmektedir. Türk İslam sanatında sıkça rastlanan Kölükyan ile benzerlik gösteren bir isimde, Zeki Sönmez’in “Başlangıcından 16. yüzyıla kadar Türk-İslam mimarisinde sanatçılar” (Türk Tarih Kurumu 1995) isimli eserinin 19 sayfasında geçmektedir. 1339 tarihinde Emir Ertana’nın eşi tarafından Suli Paşa’ya yaptırılan Kayseri’deki Köşk Medresesi’nin yapımında çalışan Kaluyan bin Lokman (?) adlı ustanın taşlar üzerine imza yerine kazdığı işaretlerin diğer ustalardan farklı olmaları ve Ermeni harfleri ile benzerliği ilgi çekicidir. Kölükyan ile isim benzerliği gösteren Kayseri’de Kölük Camii ve Medresesi ve Konya’da bugün yeri belli olmayan Kölük bağı dikkat çekicidir.

(26.09.1997 – AGOS)

25 BOZKIR ZENGİBAR KALESİNDEKİ KENTİN KARANLIĞA GÖMÜLMESİ Mehmet BİLDİRİCİ

Isaura antik kenti olan Bozkır Zengibar Kalesi için daha önce Kırkambar’da yazılarım çıkmıştı. Bu yazımda da aynı konuya gireceğim. Burada iki isimde iki kent üst üste bulunmaktadır. Isaura, yada Isaura Palea (Eski Isaura) ve Leontopolis. Leontopolis Bizans İmparatoru Leon’un adından gelmekte, Aslanlar Kenti anlamına gelmektedir. Bu konuda önceki yazımızda önemli açıklamalar bulunmaktadır. Bunlara aşağıdaki bilgiler eklenebilir. İsyanın bastırılmasının ardından 359 yılında Bassidius Lauricis bölge valisi olur. Bu makama 367-375 yıllarında Vranius ve 382 yılında Matronius bölge valisi olur. Zengibar Kalesi’nin güneyinde bulunan Yazdamı köyünde bulunan bir yazıtta bu defa bu göreve Valentianus getirilmiştir. (A. Hall, Anatolian Studies )

KENT ÇEVRESİNDE KALINTILAR Isaura gibi büyük kentlerin çevresinde de kentin uzantıları görülmektedir. Kent merkezi dışında benim tespit edebildiklerim şöyledir. Ulupınar ve Acılar köylerinde buradan götürülüp evlerde kullanılmış mermer mimari parçalara rastlanılmaktadır. Yazdamı köyünde önemli bir yazıt İngiliz Arkeolog Alan Hall tarafından görülmüş ve yayınlanmıştır. Gene Göksu nehri kıyısında Yelbeyi köyünde mezarlar ve bunlar üzerinde kabartma resimler olduğu söylenmektedir. Hisarlık köyünde eski taşların kullanıldığı görülmektedir. Köyün halen kullanılmayan ve bölgenin en eski camilerinden olan yapı görülmeğe değerdir. Yanına yeni Camii yapılmıştır. Eski Camii mutlaka restore edilmelidir.

ASARLIK SARNICI Hisarlık beldesinin 3 km güneyinde 1400 m kotlarında Göksu nehrinin kuzeyinde Roma döneminden kalma ve halen kullanılan ve sanat değeri çok yüksek olan bir sarnıç bulunmaktadır. 2,5 m x 2,5 m ebadında çok düzgün taşlardan yapılmıştır. İçinde yatar şeklinde Su Tanrısı kabartması ve üzerinde yazı vardır. Çevresinde kaya mezarlar olduğu belirtilmektedir. 28.09.1994 günü yaptığımız dağcı arkadaşlarla yaptığımız gezide Belediye Başkanı burada kurulu olan pompadan beldeye su basmak için çalışan ekibin başında idi. Su muhtemelen sarnıca galeri ile geliyordu. Hava kararmaya başladığı için fotoğraf çekip belgelemediğimiz bu eşsiz yapı mutlaka koruma altına alınmalıdır.

(11 Ekim 1997- YENİ MERAM KIRKAMBAR)

26 KONYA OVASI SULAMASINDA PROJE ÖNCESİ ÇALIŞMALAR Mehmet BİLDİRİCİ

Beyşehir Gölü’nden aldığı suyu Konya Ovası’na taşıyan sulama şebekesi 1908-1913 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Burada Konya Valisi ve daha sonra Sadrazam olan Ferit Paşa’nın büyük emek ve gayretleri vardır. Bu konuda daha öncede çalışmalar bulunduğu açıktır. Ancak bu konuda net bilgilere sahip değiliz. Bu konuda elime ulaşan dokümanları tekrar değerlendirip, tekrar incelemeye çalışacağım. Konya için çok önemli bir konu olduğu için tekrar yazmanın faydalı olduğunu düşünüyorum. Konya Ovası sulamaları ile ilk çalışmaların 1819 yılında Konya Valisi Çelik Mehmet Paşa tarafından gerçekleştirildiği tüm DSİ kaynaklarında yer almaktadır. Çelik Mehmet Paşa Konya Ovası’nı sulamayı amaçlamış, Suğla Gölü’nü bir rezervuar (depo-gölet) olarak düşünmüş ve , bunun için Suğla Gölü’nün tabanında bulunan “Büyük Arvana Düdeni”ni kapattırmıştır. Ancak yapılan iş gölün seviyesini kabartmış ve ekilecek alanları su basmıştır. Ayrıca bataklığa da sebep olduğu için çevre halkınca tepki ile karşılanmıştır. Bu bilgilerin başka kaynaklarca da doğrulanmasını istedim, ama ulaşamadım. Çünkü burada bir çelişki görülmektedir. Konya Valisi Çelik Mehmet Paşa 1765 yılında vefat etmiş ve Konya içinde yaptırdığı Ovaloğlu Camii’ne gömülmüştür. 1819 yılında Çelik Mehmet Paşa hayatta değildir. Yada 1819 yılındaki Vali başka kişidir. Yada 1819 tarihi yanlıştır? 1871 yılında Konya Valisi İzzet Paşa da Suğla Gölü’ndeki düdenleri kapattırmak istemiş ancak başarılı olamamıştır (?). 1873 yılında Çerkes Hafız Mehmet Paşa Beyşehir Çayı’nın mecrasını değiştirip, Suğla Gölü’nü kurutmak istemiş, ancak sonuç alamamıştır. Mehmet Paşa’nın bu düşüncesi sonradan uygulanan projeye en yakın olanıdır. Daha sonra Ferit Paşa’nın gayretleri bugün mevcut olan proje uygulanmıştır. Bu konuda değerli Hocam Hüseyin Köroğlu’nun 1958 yılında YENİ MERAM’da yazdığı makale kendisi tarafından bana verilmiştir. Çok ilgi çekici makaleye burada aynen yer verilmiştir. 60 YIL ÖNCE KONYA OVASI SULAMASI Hüseyin KÖROĞLU Konya’nın en önemli, en büyük davası şüphesiz su ve sulamadır. Bu geniş ova yağışlı mevsimlerde bereketli bir mahsul alır, halkının yüzü güler, her yer düğün bayram olur. Ama kurak yıllarda halk kıtlık ve yokluk içinde kıvranır. Bu Konya’nın ezeli kaderidir. Bu toprağın insanları kaderin mahkumu olmaktan kurtarmak, akıl ve iradenin kuvvetinden faydalanmak şüphesiz ki imkansız değildir. Yüzlerce yıldan beri ovanın sulanması için çareler düşünülmüştür. Bu çarelerden biri, ovadaki göl ve nehirlerden faydalanmaktır. Beyşehir tabii bir barajdır. Suları kabarınca, Çarşamba çayı yoluyla ovaya taşar, büyük bataklıklar oluşturur. Sonunda hem ekime elverişli binlerce dönüm arazi işe yaramaz hale gelir, hem de sel sebebi zarar hasıl olur. Şayet iyi bir kanal şebekesi yapılırsa suyun zararlarından korunur, binlerce dönüm bitek tarla kazanılır. Hem de geniş çapta sulu ziraat yapma imkanı hasıl olur. Bu düşünceyi tatbik için fenni incelemeler eski valilerden Çerkes Hafız Paşa ve İzzet Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1888 yılında Sermühendis İzidor Efendi tarafından ilk ve esaslı keşif yapılmış ancak sonuç alınamamıştır. Daha sonra Antuan Rati adında bir Alman bu hususta gayret göstermiştir. Bu değerli kişi 40 yıl (?) önce Konya’ya ticaret ve madencili yapmak amacı ile gelmiş 5-6 yıl Konya’da kalmıştır. Bu zaman içinde Konya’nın göllerini ve madenlerini incelemiştir. Konya Ovası sulaması ile ilgili de çalışmaları vardır. Ancak proje tatbik edilememiştir. Muazzam para ve enerji isteyen bu proje Ferit Paşa zamanında tatbik edilebilmiştir.

(11.10.1997 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)

27 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR TÜRKİYE GENELİNDE TANINAN ESKİ ÖĞRETMENLER Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi’nin kuruluşundan 1960’lı yıllara kadar geçen dönemde çok iyi öğretmenler görev almış iyi öğrenciler yetiştirmişledir. Mezunların çok önemli yerlere gelmesi bunu doğrulamaktadır. Bu öğretmenler arasında, öğretmenlikleri yanında, yazdıkları eserleriyle ve hizmetleriyle Türkiye’nin kültür hayatının temel taşları olmuşlardır. Ben bu yazımda Türkiye çapında tanınmış yaklaşık 20 civarında eski öğretmenlerimizin ismini anacağım.

-İhtifalci Mehmet Ziya Bey (1865-1927) İstanbul’u tanıtan çok önemli eserleri vardır. -Ermenekli Hasan Rüştü (1870-1938) Şair, düşünce adamı -Ayaşlı Şakir (1872-1917) Şair, düşünce adamı -Abdülkadir Erdoğan (1879-1944) İslam Eserleri Müzesi Müdürü -Sami Bey (1879-?) Asker kökenli ressam -Rasim Haşmet (1888-1919) İlk sosyalist yazarlardan -İsmail Hakkı Tonguç (1893-1960) Köy Enstitüleri kurucularından -Süleyman Acar (1894-1956) Konya Lisesi Müdürü -Abdülbaki Gölpınarlı (1901-1982) Edebiyatçı-yazar -Sadettin Nüzhet Ergun (1901-1946) Edebiyatçı-yazar -Ruşen Kam (1902-1981) Müzikçi -Suut Kemal Yetkin (1903-1980) Edebiyatçı, öğretim üyesi -Arif Şahap Ökten (1904-1995) Müzikçi, marş bestecisi -Şefik Bursalı (1905-1990) Ressam -Pertev Naili Boratav (1907) Folklor araştırmacısı, öğretim üyesi -Hamdi Ragıp Atademir (1908-1976) Felsefeci, öğretim üyesi Milletvekili -Hikmet İlaydın (1914-1991) Edebiyatçı -Halit Fahri Ozansoy (1891-1971) Edebiyatçı, şair -Hüseyin Köroğlu (1922) Fizik kitapları yayıncısı -Nihal İlaydın (1922) Dil uzmanı, yazar -Selahattin Ertürk (1923-1988) Felsefeci, öğretim üyesi Selman Erdem (1923) Felsefeci, yazar -Kemal Or (1924-1987) Şair, milletvekili

Konya Lisesi’nde yabancı ve azınlıklardan değerli öğretmenle derslere girmiştir. Bunlardan tespit edilebilenler şöyledir. -Kirkor 1889-1900 yıllarında resim öğretmeni -İstepan 1894 Matematik, Fransızca öğretmeni -Manuel Fransızca öğretmeni, 1913 yılında Diyarbakır’dan gelmiş -Süren (1890-1916) Fransızca öğretmeni (1914-1916). Konya’da öldü. -MENDA Fransızca öğretmeni (Sadrettin Karatay övgü ile söz eder) -Bigel 1915-1918 Almanca öğretmeni -Ceruha Polonyalı, Fransızca öğretmeni (1918-1922), Konya’da öldü -Wikler 1925-1934 Almanca öğretmeni

(YENİ MERAM KIRKAMBAR 01.11.1997)

28 KONYA LİSESİ’NDEN ANILAR İLK MEZUN FAİK SOYMAN’IN KENDİ HAZIRLADIĞI TERCÜME-İ HALİ Mehmet BİLDİRİCİ

Faik Soyman (1877-1960), 1889 yılında açılan Konya İdadisi’nin 1893 yılında verdiği ilk muzunudur. Uzun yıllar Konya’da yaşamış ve Konya kültürüne hizmet etmiştir. Eski harflerle kendi el yazısı ile hazırladığı tercüme-i hali kızı Sıdıka İzmirligil tarafından zor okunur bir kağıda el yazısı ile bugünkü harflere çevrilmiştir. Değerli hocam Hüseyin Köroğlu’na verilen ve Konya’nın yakın tarihi için çok önemli olan bir belge olan tercüme-i hal buraya aynen alınmıştır. Bir kültür savaşçısının yaşam öyküsü ve eski günlere tatlı bir yolculuk yapacağımıza inanıyorum. Tercüme-i Halim İsmim : Ahmet Faik Soyman Babam: Konya Sipahi Alay Komutanı Alaybeyi Ali Beyzade Esat Annem: Hacı Ahatlar’dan Hacı Mehmet kızı Sıdıka

1877 (1292) yılında Nisan ayında Konya’da doğmuşum. İlk tahsilimi bitirdikten sonra Konya Darülmuallim’de (Öğretmen Okulu), daha sonra lise ismini alan Konya İdadisi’nden şahadetname (diploma) aldım. Hususi tahsilde bulundum. Arapça’yı meşhur ulemalarımızdan Köse Hasan Efendi ile Parlakzade Hacı Ahmet Efendilerden aldım. Sarf, nahiv, meali, ?, ?, derslerini öğrendim. Farsça’yı Buharalı Hacı Kasım Efendi’den özel olarak öğrendim. Fransızca’yı muhtelif muallimlerden ders alarak öğrendim. Bu lisanlarla pek çok uğraştım, tercümeler yaptım. Türkçe ise lisanımız olduğundan tetebbuat ve edebiyatımızla meşgul oldum. Bulunduğum Vazifeler Konya’da İdadi katipliği, tedrisatı iptidaiye (ilk öğretim) müfettişliği, Maarif (Milli Eğitim Müdürlüğü) baş katipliği, hesap ve tahrirat (Hesap ve Yazı işleri) katipliği, Rum, Ermeni mekteplerinde Türkçe muallimliği, Darülmuallimat’ta (Kız Öğretmen Okulu), Sanayi ve Ziraiye , tarih, coğrafya, Fransızca, edebiyat, malumatı medeniye, hukuk, iktisat muallimliği, Darülmuallimat Müdürlüğü Darül Hilafetül Aliye (medresesinde) tarih, tabiat, coğrafya muallimliği Lise’de tarih, coğrafya, Farisi, Fransızca, kitabet, resim muallimlikleri Orta mektepte: tarih muallimliği Askeri Orta mektepte: tarih muallimliği Hususi İttihat Terakki İdadisi’nde: Ulumi tabiiye (Biyoloji) Hususi Darülirfan Mektebi Müdürlüğü Meclisi Umumi azalığı (İl genel meclisi üyeliği) Senelerce Halkevi reisliği görevleridir.

Benim asıl mesleğim tarih, coğrafya hocalığıdır. Hocalığı bırakmadan pek çok zamanım kitap mütalaasında geçti. Maksadım memleketin irfanına hizmettir. Tarihi, dini, edebi, ilmi, küçük büyük eserler yazdım. Daha da yazacaklarım vardı. Fakat ihtiyarlığım ve hastalığım buna mani oldu. Bu kadar yazabildim. Yalnız şunu da yazmadan da geçemedim. Hayatımda kimseye fena muamelede bulunmadım. Mukadderata imanım vardır. Herkesi de böyle zannederdim. Muhitimden ve arkadaşlarımdan gördüğüm kötülükleri yazmayacağım. Beni pek bizar etmişlerdir. Hepsini adalet-i ilahiye havale ettim.

29

ESERLERİM Konya Rehberi : Mümtaz Koru ile beraber Muallim Şakir’in hayatı : Muhlis Koner ile beraber Konya eski eserler kılavuzu : Fotoğrafçı İbrahim Tongur ile birlikte Konya ili rehberi : Kazaları ile beraber, tarihi, coğrafi, iktisadi, turistik, halkiyatı ile İslam dini ve medeniyeti : filozofi cereyanları ile (yayınlanmadı) Muhtasar cihan tarihi 4 cilt : Hazreti Adem’den başlayan tarihi akvam, Türk devletleri Muallim Şakir’in hayatı : ilaveli olarak yeniden Muhtasar Cihan edebiyatı : ihtiyarlık ve hastalıktan ikmal olunamadı

Ayrıca lügatçe, tarihi fıkralar ve hutbeler, Türkçe, Fransızca, Arapça, tedrisi hakkında ders cetvelleri,… vs. tarihi, felsefi, ilmi, edebi eserlere mehaz ve mevzu teşkil edilecek muadil notlar, şiir defterleri, kitabe-i resmiye numune defterleri, ilmi bazı risaleler,….. vs

Kızı Sıdıka İzmirligil tarafından çok silik yazılan çok silik yazılmış hayat hikayesini doğru olarak yazmaya çalıştım. Birkaç kelimeyi okuyamadım. Gerçekten çok ilginç çeşitli yönlerden uzun uzun düşünülecek bir hayat hikayesi……o günün şartlarını da ne güzel ortaya koyuyor…. Kızı Sıdıka İzmirligil tarafından Hüseyin Köroğlu’na verilen yazıda ölüm tarihi de belirtilmiş. 19 Mart 1960 cumartesi günü. Pazar günüde Konya Üçler mezarlığında toprağa veriliyor. Ben de son olarak ruhu şad olsun diyorum.

(YENİ MERAM KIRKAMBAR- 08.11.1997)

30 1998 YILI YAZILARIM

KONYA BÖLGESİNDE KONUŞULMUŞ KARAMANLICA TÜRKÇESİ Mehmet BİLDİRİCİ

Karamanlıca olarak bilinen Türkçe, Konya ve yakın çevresinde yaşamış Hıristiyan halk tarafından konuşulmuş dildir. Osmanlı döneminde bugünkü Karaman kenti Larende, merkezi Konya olan eyalet Karaman olarak bilinirdi. Bu bölge içinde Konya, Aksaray, Güzelyurt …vs gibi kentlerde yaşayan Hıristiyanların bir kısmı kendilerini Karamanlı olarak belirtirler. Karamanlı Hıristiyanların konuşma dilleri Türkçe idi. Bugünkü Yunan harfleri ile gazete ve kitap yayınlamışlardır. Bu harflerle yazılmış kitabeler de mevcuttur. Sille’de bugün Müze olan kilisenin kitabesi buna güzel bir örnektir. Karamanlılar kimdir?. Hıristiyan nüfus içinde oranları nedir? fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu yazımızda bunları inceleyeceğiz. Atina’da “Anadolu Araştırma Merkezi” Türkiye’den giden göçmenler hakkında araştırma yapmakta ve bilgiler toplamaktadır. Bu merkezde görevli Stavro Anestidis ile tanıştım. Anestidis bana yazdığı mektupta “Karamanlılar” hakkında Fransızca sadece 2 doktora tezi ve iki makale bulunduğunu belirtmiştir. Anestidis ayrıca Karamanlıca yazılmış 3 kitabın kapağının fotokopilerini göndermiştir. Bunlar “Feth-i Kostantiniye” “Agios Oros Tarihi” – “İncil”. Stavro Anestidis gene mektubunda Konstantin Karamanlis’in Yunanistan’da doğduğu ve aile kökeninin Karaman ile bir ilgisinin olmadığını yazmıştır. İstanbul’da Karamanlı olan iki kişi ile tanışma fırsatı buldum. Gelverili (Aksaray Güzelyurt) Konstantin Kaplanoğlu, Eminönü’nde toptan baharat ticareti yapıyor. Benimle çok ilgilendi, biz Türk’üz, hepimizin soyadı Türkçe dedi. Ancak bu konu hakkında fazla bilgisi olmadığını söyledi. Teyzesi Eleni Tatlıcıoğlu’nun Gelveri’nin gelenekleri ve kültürü hakkında çok bilgisi olduğunu, ancak kendisini 1996 yılında kaybettiklerini, şimdi Şişli Rum Mezarlığı’nda bulunduğunu anlattı. Keşke onları bir banda kaydetseydik diye üzüldü. İkinci ilginç kişi de Yedikule Balıklı Rum Hastanesi’nin 50 yıllık Başhekimi Dr. Karamuratoğlu, aslen Niğde’nin Uluağaç köyünden olduğunu, kendisinin İstanbul’da doğduğunu belirtti. Çevreden anlatılanlara göre Dr. Karamuratoğlu, eski ve değerli bir hekim. 16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret etmiş bulunan Alman Hans Derschwam’ın “İstanbul ve Anadolu günlüğü” adlı eserinin 78. sayfasında; “İstanbul Yedikule civarında Karamania’dan gelmiş Karamanas denilen Rumlar oturuyor. İbadetleri Rumca ama Rumca anlamıyorlar. Türkçe konuşuyorlar. Kadınları uzun sivri başlık giyiyor. Sonuç olarak yöremizde yaşamış yerli halklar (Isauralı’lar, Pisidyalı’lar…vs) kilisenin baskısı ile bir potada eritilmiştir. Yöremizde Rum olarak bilinen ve Lozan anlaşması ile Yunanistan’a gönderilenlerin bu halklar olduğu kesindir. Aradan geçen 70 yıl sonra acaba yaşlar arasında kurular da yanmış mıdır? Bir muhasebe yapılmalı mı? diye düşünüyorum.

(07.02.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

1 SELÇUKLULAR ÖNCESİ KONYA ÇEVRESİNDE KONUŞULMUŞ DİLLER Mehmet BİLDİRİCİ

Selçuklu Türklerinin Konya’yı yurt edinmesinden önce yöremizde hangi diller konuşulmuştur? Bunların alfabeleri nelerdir? Bu dillerden yazılmış metinler bugüne gelmiş midir? Bunları inceleyeceğiz. Bu dillerden bazıları devletin yazı, bilim ve edebiyat dili olmuş, bazıları sadece konuşma dili olmuştur. Birinci gruba giren diller şunlardır. HİTİT DİLİ (LUVİ) Hitit İmparatorluğunun resmi dilidir. Özel yazı şekli vardır. Bu dilden çevremizde çeşitli örnekler bulunmaktadır. Bunlara örnek Ilgın Yalburt köyündeki yazıt, Kadınhanı Köylütolu’nda bir baraj kalıntısı yanında bulunmuş kitabeler, Geç Hitit dönemine ait Ereğli İvriz’de Kaya Kabartması’nda bulunan yazıtlardır. FRİGYA DİLİ M.Ö. 900-700 arasında hüküm süren Frigya Krallığı’nın dilidir. Bu dilde yazılmış yazıtların çoğu Afyon-Eskişehir dolaylarındadır. Dil tam anlamı ile çözülebilmiş değildir. Konya merkezi Frigya’nın en güneyinde olduğu kabul edilmektedir. Üçüncü yüzyıl sonuna kadar Konya Ladik çevresinde Grek harflerle yazılmış Frigya dilinde yazıtlara rastlanılmıştır. (Calder- Monuments of Lycaonia) PERS DİLİ Yöremiz M.Ö 6. yüzyıldan M.Ö 334 yılına kadar Pers yönetiminin altında kalmıştır. Çevremizde Perslerin dili ile hiçbir yazıt bugüne gelmemiştir. Buradan onların egemenliği altında yaşayan yerel halkların kendi dillerini ve geleneklerini korudukları anlaşılmaktadır. GREKÇE Büyük İskender’in Anadolu’yu istila etmesi üzerine çevremizde Grek Kültürü ve dili görülmeye başlamıştır. Bu dil zamanla aydının dili, Hıristiyanlığın kabulü ile kilisenin ve devletin resmi dili olmuş, bu durum, Türklerin Anadolu’ya gelene kadar devam etmiş, daha sonra azınlık dili olarak çevremizde Cumhuriyet dönemine kadar devam etmiştir. Yöremizde görülen eski yazıtların çok büyük kısmı bu dilde yazılmıştır. LATİNCE Roma İmparatorluğu döneminde resmi dildir. Yöremizde sadece Romalı üst yöneticiler yaşamış, Romalı halkı yaşamamıştır. 1.-4. yüzyıllar arasında Grekçe yanında çok az olarak Grekçe yanında Latince kitabelere de rastlanılmaktadır. Latince kitabelere yöremizde Lystra ve Ladik’te rastlanılmaktadır. Latince bugün ölü dildir. Bugün kullandığımız Türk alfabesi Latince’den alınmıştır. Çok ilginçtir, yüzyıllar sonra Latin harfleri Türkçe’mizde hizmet vermektedir. Grekçe ve Latince Batı Uygarlığı’nın temel klasik dilleridir. Bir başka yazımda da yöremizde yaşamış yerel halkların dilleri hakkında yazacağım.

(21.02.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

2 KONYA’YI ZİYARET EDEN TARSUS VALİSİ ÜNLÜ FİLOZOF ÇİÇERO Mehmet BİLDİRİCİ

Marcus Tulius Çiçero, M.Ö. 106-43 yılları arasında yaşamış ünlü Romalı şair, hatip, filozof ve politikacıdır. M.Ö. 87 yıllarından itibaren tanınmış bir Avukat ve Senatör olarak hep ön safhalardadır. M.Ö 51-50 yıllarında merkezi Tarsus olan Kilikya bölgesinin Roma valisidir. Bu görev bir bakıma Roma’dan uzaklaştırılmak için verilmiştir. Çiçero’nun “Flaccus’un Savunması” adlı eserinde Lycaonia olarak bilinen Konya bölgesi hakkında bilgiler bulunmaktadır. Savunmasını üstlendiği Flaccus da kendisi gibi Kilikya Valisi’dir. Bu güne gelen kaynaklara göre Çiçero iyi bir yöneticidir. O dönemde Anadolu’da bazı yerler Roma ile anlaşmış kişiler tarafından yönetilmektedir. Çiçero bu yöneticilerin kendisine yaklaşmasına izin vermiştir. Onuru için pahalı anıt ve heykellerin yapımına kaştı gelmiştir. Çiçero’nun ana dili Latince’dir. Roma Atina ve Rodos’ta çok iyi bir eğitim görmüştür. Yerli halkı anlayabilmek için onların dilini bilen (Isaura, Galat dilleri gibi.. vs) tercümanlar ile dolaşmıştır. Aslen Galat (Kelt) asıllı olan ve Ankara civarında kabile yönetimini devlet haline getiren ilk Galata Kralı Deiotarus ile dostça ilişkiler kurmuştur. Karaman (Laranda) ve hakimi despot zorba Antipater ile önemli temasları olmuştur. Çiçero yukarıda belirtilen eserinde o zaman ismi Iconium olan Konya kentini ziyaret ettiğini ve bir süre kaldığını yazmaktadır. Konya’yı Lycaonia bölgesinin merkezi olarak belirtmektedir (Ad-Div III 6-8). Konya’dan doğuya doğru devam ettiğini, Ereğli İvriz arasına (?) Kbistra isimli kente uğradığını yazmaktadır. İvriz isminin Kbistra’dan geldiği bilinmektedir. Buradan devamla “Kilikya Kapılarını” (Gülek Boğazı) geçerek Tarsus’a gittiğini belirtmektedir. Bu bilgiler 1. Dünya Savaşı öncesi Konya’da açılan “JENANYAN Okulu’nun kitapları arasında bulunan “Saint Paul’un Hayatı” adlı İngilizce kitaptan özetlenmiştir. Yazarları Conybeare, Howaon, Prof. Leonard Bacon, basımı 1900. Buradan çıkan sonuç da şudur. Çiçero’nun verdiği bilgiler kısa ama çok önemlidir. M.Ö. 1. yüzyılda Konya merkezi konumunu almıştır. Ancak henüz gelişme göstermemiş bir yerdir. Bilindiği gibi Konya’nın ismi ilk defa M.Ö 401 yılında Xenephon’un “Onbinlerin Dönüşü” isimli eserinde geçmektedir. Dile kolay 24 yüzyıldan bu yana aynı yerde değişik söylenen aynı isimde sürekli bir yaşam.

(25.04.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

3 İLK KONYA MEBUSLARINDAN HACI FASIH EFENDİ Mehmet BİLDİRİCİ

1877 yılında Osmanlı döneminde ilk defa toplanan Meclis-i Mebusan’a Konya vilayetinden üç temsilci katılmıştır. Konya’nın o zamanki sınırları bu günkünden daha geniştir. İki dereceli yapılan seçimle Hacı Fasıh, Hüseyin Çelebi ve Simonaki Efendi Meclis-i Mebusan’da Konya’yı temsil etmişlerdir. Seçim sistemi de günün koşullarına göredir. Önce seçiciler ve ardından onların oyları ile mebuslar seçilmiştir. Doğrusu incelemeye değerdir. Sondan başlarsak Simonaki Efendi hakkında hiç bilgi sahibi değiliz. Hüseyin Çelebi isminden de anlaşıldığına göre Mevlana sülalesindendir. Bu yazımızda Hacı Efendi hakkında bilgiler aktaracağız. Hacı Fasıh Efendi torunlarından Avukat Erbil Koru sevdiğim ve sohbetlerinden büyük zevk aldığım bir ağabeyim. Her sohbetinden mutlaka yanından bir şeyler öğrenerek ayrılmışımdır. Bir konuşmamda Hacı Fasıh hakkında bilgisi olup olmadığımı sordum. Bana Üçler mezarlığındaki mezarını tarif etti. Bir gün öğleden sonra Hocam Hüseyin Köroğlu ile mezarı bulduk. Hocam mezar taşını şöyle okudu. “hüvelbaki / Rical-i devletten 1293 Meclis-i Mebusan / Azası kiramından … Hacı Fasıh Efendi’nin ruhu için fatiha/ sene 1330 (1914) Buradan Hacı Fasıh Efendi’nin 1914 yılında öldüğünü öğreniyoruz. Mezarının hemen yanında kızı ve Hacı Bahri Efendi eşi, Mevlana soyundan Hacı Hatice (1858-1936), yanında Hatice Hanım’ın oğlu Konya’nın yetiştirdiği nadir değerlerden Mümtaz Bahri Koru (1888- 1962) ve eşi Güzide Koru’nun (1890-1971) mezar taşları bulunmaktadır. Bu mezarların yanında da Mümtaz Koru’nun ağabeyi Sait (ölümü 1934), Celaleddin Ali imer (1885-1955), Feridun Nafiz Uzluk (1902-1974), Şahabeddin Uzluk (1900-1989) …vs gibi Konya’nın yetiştirdiği değerli insanların mezarları da yer almaktadır. Hepsi Hacı Fasıh Efendi etrafında toplanmışlardır. Mümtaz Koru’nun yeğeni ve “Verem Savaş Derneği’nde onun görevini yüklenen Erbil Koru ailesinden duyduğu bir anısını bana anlattı. Hacı Fasıh Efendi Meclis-i Mebusan’da oturumları çok dikkatli takip edermiş. Meclis Başkanı katılanların ilgisini çekmek için sık sık oturuma katılanlara “zatı alinizin bu konudaki görüşleri nedir?” diye sorarmış. Bir oturumda diğer Konya mebusu biraz uyuklamış, başkanın sorusuna hemen toparlanıp “Efendim ben bu konuda aynı TOM Efendi gibi düşünüyorum” demiş. Hangi vilayetin mebusu olduğunu tespit edemediğimiz TOM Efendi, her toplantıda çok isabetli görüşler belirtir, ve diğer üyeler tarafından da beğenilirmiş. Ancak o toplantıda TOM Efendi yokmuş ve görüşte bildirmemiş. !!!!

(16 Mayıs 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

4 KONYA’NIN YAKIN ÇEVRESİ TEPEKÖY (İĞRET)- AKPINAR (BULAMAS) ve BAŞARAKAVAK GEZİSİ Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’da iken hafta sonları evde oturmak yerine dağcı arkadaşlarla Pazar günleri çevreyi gezer temiz hava alır spor yapmış olurduk. Bu sayede çok yakınında yaşadığımız çevrenin doğal ve tarihi güzelliklerini görmüş oluyorduk. Bu ilginç gezilerden birini 14 Ocak 1996 Pazar günü, Sille yakınında Tepeköy, Akpınar (Bulamas) ve Başarakavak’a ayırmış idik. Çok ilgi çekici gözlemlerimi bu yazıda özetleyeceğim. Tepeköy (İğret) Muhtarı Hüseyin Yangın bizimle ilgilendi, köyde görülecek yerleri tek tek gezdirdi. Köyün eski ismi İğret olarak biliniyor. Bu isimde iki köy daha bilinmektedir. Çamurlu İğret (Çamurlu-Meram) ve Girvat (Kayadibi-Meram). Ne anlama geldiği tam olarak bilinmemektedir. Bir kanıt gösterilmeden Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın kayın pederi Alaiye Beyi Girvat ile ilgisi olduğu söylenir. Bence Kry-Vat gibi bir isimden gelmektedir. Tepeköy içinde 1853 yılında (H1269) tarihinde yapılmış çok güzel ahşap işçilik sergileyen Merkez Camii bulunmaktadır. Kolon ve kirişler ağaçtan yapılmıştır. Doğanhisar’da bulunan ahşap camisine benzemektedir. Camiin dış duvarları düzgün kesme taştan yapılmış çevrenin tarihine ışık tutacak yazılı ve işlemeli taşları da içinde saklamaktadır. Güneybatı duvarında yan olarak konulmuş 6 satırlık bir mezar kitabesi bulunmaktadır. Doğu duvarında 45 x120 cm ebadında ortasında Malta Haçı bulunan başka bir mezar taşı yer almaktadır. Bu taşın 6. veya 7. yüzyıla tarihlemek olasıdır. Camii önünde de yazıları kazınmış büyük bir mezar taşı çevrede eski bir yaşam olduğuna tanıklık yapmak ister gibidir. Camiin tam karşısında bir evde başı kopmuş gövdesi ve ayakları seçilebilen insan figürlü başka bir mezar taşı vardır. Tepeköy hakkında hiçbir araştırma bulunmamaktadır. Bu kalıntıların uzmanlarca değerlendirmesi ve ileri araştırmalar için ışık getireceğine inanmaktayım. Tepeköy’ün ardından eski ismi Bulamas olan Akpınar köyüne gittik. Bu köy içinde de eskiye tanıklık edecek yapı kalıntılarına rastlamak mümkün. Köyün hemen 5 km güney doğusunda köylünün peynir deposu olarak kullandığı keşfedilmeyi bekleyen doğal mağaralar bulunmaktadır. Köyün imamı bizi köyün eski mezarlığına götürdü. Mezarlık içinde havuz gibi düzgün taştan yapılmış üstü açık bir mezar diğer deyişle sıvanmış bir yer görülmektedir. Yapı tarzından çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Köyde anlatılanlara göre buradaki yatır üstünün kapatılmasını istememektedir. Köyde eskiden buranın üstü kapatılıp türbe yapılmak istenmiş, ertesi sabah gidildiğinde gene üstü açık imiş!!!! Öğleden sonra Başarakavak’a gittik. Muhtar Hüseyin Öney bizimle ilgilendi ve görülebilecek yerleri gezdirdi. Başarakavak İlkokulu girişinde bir anne ile çocuk figürü bulunan mezar taşının yazıları silinmiş, ancak anısına yapılmış anlamına “minimis karin” ifadesi okunmaktadır. Ayrıca okul kapısı girişinde bir aslan heykeli Anadolu’nun eşsiz Kültür Mozaiği’ne tanıklık edercesine vakur bir şekilde durmaktadır. Aşağı Camii avlusunda ön ve arka yüzünde yazılar ve işlemeler bulunan Roma döneminden gelme bir lahit bulunmaktadır. Fotoğrafını çektik ve yazılarını kopya etmeye çalıştık. Sanat değeri oldukça yüksek olan bu lahdin incelenmesi ve koruma altına alınması için Konya Müze Müdürlüğü’ne bir yazı ile başvurdum. Ama bugüne kadar bir sonuç çıkmadı !!!! Bu davranışı anlamak mümkün değil. Tarihi değeri olan bir taş, lahit, başvuruya rağmen bir şey yapılmamakta, yürüse, yürütülürse, yabancı bir ülkeye kaçırılırsa alarma geçmekte arkasını aramaktayız. Umarım bu lahit bir kim vurduya gitmez.

(23 Mayıs 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

5 KONYA’DA BİR AZINLIK OKULU JENANYAN SCHOOL Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’da Medrese eğitimi yanında bugünkü lise seviyesinde açılmış ilk eğitim kurumu Konya İdadisi’dir. İkinci Meşrutiyet ile birlikte (1908) İdadi’nin dersleri kuvvetlendirilerek Sultani haline gelmiştir. Cumhuriyete kadar olan bu dönemde sivil ve askeri okullarda açılmıştır. Bunlardan biri de Ermenilerin eğitimi açılan Jenanyan Okuludur. Bu Okul Amerikalıların yardımı ile açılmış yabancı bir okuldur. Jenanyan Okulu’nun binası bugün Çiftemerdiven mahallesinde bir ara Polis okulu olan binadır. Jenanyan Okulu’nun ismi kurucusu Maraşlı Harutyun Jenanyan’ın isminden gelmektedir. Okulun ismi Hocam Hüseyin Köroğlu’nun Konya Lisesi Tarihi’nde geçmekte ve Babalık gazetesinde 1912 yılında yapılan diploma törenine ait haber bulunmaktadır. Burada okulun Müdürü Haygazyan olarak görülmektedir. Konya’da Hastane açmış bulunan Dr. Dad’ın da bu okul ile ilgisi olduğunu sanıyorum. Okulun İngilizce kitapları, bugün Anıt Alanı’nda ki El Yazmaları Kitaplığı’ndadır. Bu eserler geçen yüzyıl yayınlanmış, geometri, matematik, Hıristiyan Teolojisi ilgili kitaplardır. İngiliz ve Dünya Edebiyatı ile ilgili romanlar, Britannica ansiklopedisinin 19. yüzyıl sonlarında yayınlanmış nüshaları, yıllıklar vs ....yaklaşık 2000 civarında. Bu kitapların üzerinde yuvarlak mühür içinde “Asia Minor Apostolic Institüte Jenanyan School- Iconium” ibaresi yer almakta, anlamı “Anadolu Apostolik Enstitüsü Jenanyan Okulu- Konya” anlamına gelmektedir. Ermeni toplumu 301 yılında Hıristiyanlığı dünyada ilk defa seçmiş ve kurucusunun adından Gregorien mezhebini benimsemiştir. Ancak sonraları misyonerlik faaliyetleri sonucu bir kısmı Katolik ve az bir kısmı Protestan olmuştur. Okulun kurucusu Jenanyan da Protestan bir Ermenidir. Bir ara Belediye tarafından halkın okumasına sunulan bu kitapları zaman zaman inceleme fırsatını buldum. Okulun Ermenice kitaplarının ne olduğu konusunda bir bilgiye ulaşamadım. İngilizce olan bu kitapların çöpe atılmamış olmasını (diğerleri gibi) bir şans olarak kabul ediyorum.

(19.06.1998 – AGOS)

6 KONYA’NIN KUZEYİNDE YAĞLIBAYAT KÖYÜNDE ANTİK BİR KENT SAUATRA Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’nın kuzey doğusundaki bölge bugün kırsal kesim karakterindedir. Büyük yerleşim yerleri bulunmamaktadır. Halbuki Roma döneminde kent hüviyeti olan “Halk Meclisi” bulunan yerleşim yerleri yer almakta idi. Bu yazımızda bugün bir Türk boyunun ismini taşıyan Yağlıbayat köyündeki eski kentten bahsedeceğiz. Konya’nın kuzey doğusunda Aksaray yolundan gidilen yaklaşık 60 km uzaklıktaki bu köye Tatar kökenli göçmenler yerleştirilmiştir. Yağlıbayat çevresinde okunan ve yayınlanan yazıtlara göre buranın eski Sauatra olarak belirlenmiştir. Sauatra Altınekin’den (Zıvarık) Ereğli’ye giden antik yol üzerinde idi. Kent hakkında bilinenler de şöyledir. 2000 yıl önce yaşamış Strabo Coğrafya adlı eserinde Sauatra’da derin kuyuların bulunduğu ve suyun para ile satıldığını yazmaktadır. Konya çevresindeki çok eski kentlerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Konya ovasındaki kuyuların ne kadar eskiye gittiği de ortaya çıkmaktadır. Sauatra’nın çok eskilerden terk edildiği için bazı yazılı ve işlemeli taşlar dışında bugüne gelen bir yapı yoktur. Köyün hemen güneyinde bir kale kalıntısı, doğusunda Enek Yaylası’nda ve kuzey doğusundaki Çamurlutuzla yaylasındaki kalıntıların bu kentle ilgili olduğu sanılmaktadır. Esasen batılı bilim adamlarının epigrafik çalışmaları dışında Sauatra konusunda Türkçe hiç yayın bulunmamaktadır. Kentin Roma döneminde gelişme gösterdiği ve diğer kentlerdeki gibi “Halk Meclisi” olduğu yazıtlardan anlaşılmaktadır. Sauatra’da kültürel alanda dilbilimci Athinodoros ismi yazıtlardan (MAMA Vol 8-241) bize ulaşmaktadır. Ayrıca Sauatra’lı bir öğrencinin İzmir’de eğitim gördüğü anlaşılmaktadır. Sauatra ve çevresinde 33 yazıt okunmuş ve MAMA Vol 8 de yayınlanmıştır. Bunların çoğu Roma ve Bizans dönemlerine ait mezar taşlarıdır. Ancak bunlardan ikisi çok ilgi çekicidir. Bu iki yazıt ricam üzerine Prof. Dr. Thomas Drew Bear tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. MAMA Vol 8 226 sayılı yazıtta doktor ve eczacılık sembolü kıvrılmış yılan sembolü altında şunlar yazılıdır. “Orestes’in oğlu Titus, Kurtarıcı ASKLEPIOS’a (bu heykeli sundu?) Bilindiği gibi Asklepios antik çağda Sağlık Tanrısı’dır. Onun için bir heykel veya adak olduğuna göre bir hastane de olasıdır. !!! MAMA Vol 8 227 nolu yazıtta ise bir İmparatoriçe ismine rastlanılmaktadır. “İyi şans, Sauatra Meclis e Halkı JULIA MAESA’nın (heykelini ?) Bu yazıtta kentin ismi, ve kentte Halk meclisi olduğu net olarak görülmektedir. Sonradan bu imparatoriçenin kim olduğunu araştırdım. Roma döneminde basılan paralar arasında Julia Maesa adına rastlanılmaktadır. Roma İmparatoru Alagabalus’un (İmp. 218-222) büyükannesi olduğunu hayretle öğrendim. Böylece bu kitabenin 3. yüzyıla ait olduğu belirlenmektedir. Bu yazıtlardan da şu gerçeği anlamış bulunuyorum. Birinci yüzyıldan dördüncü yüzyıla kadar imparatorların halk ile çok sıkı bir diyalog içinde olduğu görülmektedir. Daha sonraki yüzyıllardan Selçuklu’nun gelişine kadar çevremiz büyük bir suskunluğa bürünmektedir.

(20 Haziran 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

7 KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN YABANCI BİLİM ADAMLARI I WILLIAM CALDER (1881-1960) Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün Konya’da üzerinde yaşadığımız coğrafyamız ve burada geçen tarihi olaylar, daha önce burada yaşamış insanların, onların din ve inanışları hakkında bildiklerimizin önemli bir bölümü yabancı bilim adamlarının çalışma ve araştırmalarından gelmektedir. Ben bu yazı dizisinde onların bulabildiğim kadarı ile onların çalışmalarını ve hayat hikayelerini ortaya koymaya çalışacağım. Bu konuda yazılarımda kaynak olarak belirttiğim MAMA (Monumenta Asia Minor Antiqua) kitaplarının bir kısmının yazarı William Calder’den başlayacağım. WİLLİAM CALDER (1881-1960) Calder 1881 yılında İngiltere’de Edinkilie-Morray’da dünyaya gelmiştir. Aberdeen Üniversi- tesi’nden mezun olmuş, burada klasik Grekçe’yi öğrenmiştir. 1908-1954 yılları arasında 17 defa Anadolu’ya gelmiş, başta Lycaonia (Konya), Afyon ve Ankara’da arkeolojik çalışma ve epigrafik çalışmalar yapmıştır. Konya çevresindeki ilk çalışmalarını 1908-1913 yılları arasında yapmış, o dönemde gene Konya çevresinde araştırma yapan vatandaşları William Ramsay ve Gertrude Bell ile zaman zaman birlikte çalışmıştır. Savaşlar dolayısıyla gezisine ara verilmiş, Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924 yılında gene başlamıştır. Konya’ya son gezilerini 1951 ve 1954 yıllarında yapmıştır. İlk çalışmalarında ulaşım Konyalı Mustafa’nın yaylı arabası ile gerçekleşmiş, kalacak yer olarak arazide çadır kurmuş, Konyalı aşçı Şaban’ın yemeklerini yemiştir. 1951 yılında Konya’ya geldiğinde Konya’da büyük değişikler olduğunu, otobüsle yolculuk etme ve oldukça iyi otellerde kalmanın mümkün hale geldiğini hayretle görmüştür. Ölümünün 1. yılında “Anatolian Studies” dergisinde kendisi hakkında M.H. Balance şunları yazmaktadır. “Hayatta en büyük gayesi klasik çağlardaki Anadolu’yu ortaya çıkarmaktı. Bunun için yılmadan çalıştı. Türkiye ve Türk’leri hepimizden daha iyi o anladı ve tanıdı. Çünkü Türk’lerin saygı duyduğu değerlere karakteri icabı kendisi de saygılı idi” Gerçekten Konya Ladik ve çevremizde, bugün bizim farkında dahi olmadığımız hazine değerinde yazıtların okunması ve yayınlanmasında çok büyük emeği bulunmaktadır. Çalışmalarında camii, ev han duvarlarındaki hatta atılı durumdaki yazıtları okumuş, fotoğrafını çekmiş ve onları orijinal Grekçe ve Latince dilleri ile yayınlamış, çok önemli olanlarına İngilizce açıklamalar eklemiştir. Frigya dilini çözmeye çalışmış, Ladik çevresinde Grek harfleri ile Frigya dilinde yazılmış mezar taşlarını tespit etmiştir. Ayrıca Anadolu’da gelişme gösteren ilk Hıristiyanlığın karşılaştıkları problemleri incelemiştir. Bütün hayatı tarih ve bilim araştırmaları içinde geçmiş olan Calder 1960 yılında çalışmalarına devam ederken İngiltere’de aramızdan ayrılmıştır. YAYINLARI -Asia Minor 1924 –Monuments from Lycaonia, and Isaura,- W.H. Buckler ve M. Cox ile birlikte -MAMA Vol I, (Monumente Asia Minor Antiqua)- Menchester University- 1928 -MAMA Vol.VII ( “ “ “ “ ) - “ “ “ 1962 -MAMA Vol VII (Lycaonia, The Psido-Phrygian Borderland, ) J.M. Cormak – Menchester University - 1962 Yayınlarının çok büyük kısmı, Konya, Ladik ve çevresindeki yerleşim yerlerindeki yazıtlarla ilgilidir. Tüm yayınlarının aslını değil ama fotokopilerini elde etmiş bulunmaktayım. Bu kitapların aslı Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kitaplığındadır. (04.07.1998 – YENİ MERAM KIRAMBAR)

8 KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN YABANCI BİLİM ADAMLARI II WILLIAM RAMSAY (1851-1939) Mehmet BİLDİRİCİ

Bu yazımda da Konya tarihi coğrafyası konusunda önemli araştırma ve bulguları olan İngiliz bilim ve kültür adamı William Ramsay konu edilecektir. 1851 yılında İngiltere’de doğdu. 1885 yılında Profesör oldu, 1886-1911 yılları arasında Aberdeen Üniversitesi’nde çalıştı. Anadolu’nun tarihi, coğrafyası, ilk Hıristiyanlık dönemleri konusunda 1885-1913 yılları arasında araştırmalarda bulundu. Çalışmalarının önemli bir bölümü Konya çevresindedir. O dönemde mevcut, kilise, kale gibi yapıları mimari açıdan da incelemiştir. Kısmen olsa da eski su yolları ve su kaynaklarını araştırmıştır. Karaman Karadağ’da bulunan eski su sarnıçlarına su getirildiğini belirtmekte, Konya’nın Selçuklu başkenti seçilmesinde Meram çayından su alan kanal şebekesi olmasının önemli rolü olduğunu vurgulamaktadır. Bu konularda pek çok yayını vardır. Başta Konya ile ilgili olmak üzere tespit edebildiğim liste şöyledir. -Historical Geography of Asia Minor, London 1910, (1961 yılında Mihri Pektaş tarafından olarak Türkçe’ye çevrildi.) -The Thousand and One Churches, London 1909, Gertrude Bell ile birlikte (Karaman Karadağ Binbirkilise - çok önemli kaynak ) -Inscription D’Iconium (Konya yazıtları) Paris 1912, (Fransızca) -Derbe – London 1907 -The cities of Saint Paul, London -Rev Archaeology 1907 (Meram kilisesi hakkında bilgi var) Türkiye ile ilgili diğer eserleri de şöyle; -The Christian Churches in the before 170 A.D, London -Pauline and other Studies in early Christian History -Luke the physician and other studies in History of Religion - The letters to Seven Churches of Asia Minor -Chapters of History of Asia Minor - Intermixture of races of Asia Minor -Impression of during 12 years of wondering, 1897 -Everyday Life of Turkey Baştaki iki eserini bulup inceleme fırsatını buldum. Diğer yayınlarının da bulunup incelen- mesinde yarar olduğu düşüncesindeyim. Tabii bu incelemelerde o günden bu yana yeni gelişmeleri de göz önüne kalmak kaydı ile. Çünkü bazı şeylerin o günden bu yana değiştiği ve geliştiği göz ardı edilmemelidir.

(25.07.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

9 SARAYÖNÜ BAŞHÖYÜK’TE BİR ÇEŞMEDEKİ KİTABE Mehmet BİLDİRİCİ

1995 yılı içinde. Başhöyük beldesine dünürüm Sedat Alakay’ıın davetlisi olarak gitmiştik. Benim meraklı olduğumu bildikleri için çevreyi birlikte dolaştık. Bu arada gelinim Banu, küçükken oynadığımız çeşmede de bir yazılı taş var onu göstereyim dedi. Birlikte Başhöyük’ün hemen kuzeyindeki höyüğün eteğinde yapılmış çeşmeye gittik. Yan olarak konulmuş 25 satırlık harika bir yazıt ile karşı karşıya kaldık. Fotoğrafını çekip araştırmaya koyuldum. Önce bu yörede yayınlanmış yazıtları taradım. Aralarında yoktu. Daha sonraları İstanbul’da Stephen Mitchell’in “Land, Men, and Gods of ”-“Anadolu’nun Coğrafyası, İnsanları ve Tanrıları” isimli kitabına ulaştım. Daha önce bir makalede belirttiğim gibi bu eserde Konya ve çevresi için çok değerli bilgiler bulunmaktadır. Bu kitabın 2. cildini incelerken 101. sayfada Başhöyük’teki çeşmede gördüğüm kitabe karşıma çıktı. İngilizce çevirisi ve açıklamalar bulunuyordu. Kitabe dördüncü yüzyıla ait, Laodicea’da itibarlı bir rahip başka bir EUGENIUS’a ait şiir şeklinde yazılmış bir yazıt. Yazıt aslında edebiyatçı gözü ile de incelenmeli. Türkçe’si şöyle: “Önce her şeyi gören Tanrı adına dua edeceğim. İkinci olarak onun baş meleği !! İsa için ilahi söyleyeceğim. Ölmüş bulunan Eugenius’un yeryüzünde hatırlanması büyük olay. Ey Eugenius sen genç yaşta bu dünyadan ayrıldın. Güneş ışığını gören herkes seni tanır. Doğu, Batı,Kuzey, Güney senin engin tecrübende, senin başarında, senin zenginlik ve asaletinde ve hoş görülü geniş yüreğindedir. Sağlığında yoksulları cesurca destekledin. Herkesten üstün ve farklı idin. Frigya, Asya, Doğu ve batı senin matemini tutuyor”… Eugenios o dönemde Laodicea (Ladik) kentinde, sapmış kabul edilen aykırı bir mezhebin temsilcisi olarak karşımıza çıkmaktadır. İsa’yı Başmelek olarak kabul etmektedir. Bu dini akım NOVATIAN olarak bilinmekte ve o dönemde İznik, Bursa ve İstanbul’da görülmektedir. Konya çevresinde merkezi Laodicea kentidir. Ayrıca Konya’nın güneyinde Çarşamba çayı çevresinde inananları bulunmaktadır. O dönemde devletin desteği arkasında olan Ortodoksluğun kurucusu Kayserili Basileus, ve onun yakın arkadaşı Amphliochius Konya’da çok itibarlı bir kişidir. Alaaddin tepesinde sonradan yıktırılan Eflatun Mescidi’nde (Bizans Kilisesi) gömülü olduğu kabul edilen bu kişinin mezarı Konyalı Müslüman’larca MAKAM olarak kabul edilmiştir. Bunların burnunun dibinde Laodicea’da böyle bir sapmanın olması onları rahatsız etmekte, mektuplaşarak bunlarla nasıl baş edilebileceğini tartışmaktadırlar. Tarihçi Epiphanius’un Basileus ve Amphliochius’un mektuplarda belirttiği bu sapkın tarikat böylece yazıtlarla kanıtlanmış olmaktadır. Bu tarikatın benimsediği prensipler kabaca şöyledir. Zevk ve eğlenceden uzak durmak, çok basit yaşam ve giyinmeyi yeğlemek, törenlerde şarap yerine suyu tercih etmek, şaraptan uzak durmak, rahiplerin günah çıkarmasını reddetmek, ve tövbe edilmesi halinde sadece Tanrı’nın affedebileceğini kabul etmek….vs. Ayrıca gene Ladik’te gene başka bir Eugenius hakkında Kırkambar’da 12.Nisan 1997 tarihinde bir yazım bulunmaktadır. Bunların birbiri ile ilgisi var mıdır? Bu tarikat mensuplarının mezar taşlarına Ladik ve Çarşamba çayı çevresinde rastlanıldığı görülmektedir. Bu ilginç örnek her dönemde insanların farklı inanışlara yönelebileceğini gözler önüne seriyor. Bazı prensipleri öyle kötü görünmeyen bu tarikatın varlığı ne kadar sürmüştür bilinmemektedir. Ancak bunun Ladik’in gelişmesine değil, dışlanmasına tepelenmesine sebep olduğunu düşünüyorum.

(15 Ağustos 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

(ÇAĞRI – KASIM 2000)

10 MUĞLA KONYA GÖNÜL BAĞLARI Mehmet BİLDİRİCİ

Muğla yöresinin tarihinde Konya’nın çok önemli bir yeri vardır. Karia bölgesini Menteşe olarak Türkleştiren Menteşe Oğulları’nın atası Menteşe Bey Selçuklu’nun uç beyidir. ’ta Menteşe Sultanı Orhan Bey, Mevlana’nın torunu zamanın Mevlevi Çelebisi tarafından ziyaret edilmiştir. Çelebi Orhan Bey’den büyük iltifat görmüştür. Bunu takiben çeşitli dönemlerde Konya yöresinden çeşitli kişiler buraya yerleşmiş, din adamı olmuş, halkın dini duygularının pekişmesinde katkıda bulunmuşlardır. Gazetenizin değerli yazarı Ünal TÜRKEŞ’in ataları arasında Konyalılar mevcuttur. Konuyu bir kitapta toplamaya çalışmakta, bizler de bunu beklemekteyiz. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında, Muğla’da lise yokken pek çok genç lise eğitimi için Konya’ya gitmiştir. Aynı durum Muğla Üniversitesi öncesi için de geçerlidir. Pek çok Muğlalı genç üniversite eğitimini Konya’da Selçuk Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Ben bu yazımda Konya’da öğrenim gören ve ülkeye hizmet eden iki Muğlalıdan bahsedeceğim. İlki çevre kültür ve mimarlığına büyük katkıları olan 1910 Ula doğumlu Nail ÇAKIRHAN olacaktır. Çakırhan 1925 yılında Muğla’da orta okulu bitirdiğinde, okumak için Muğla’da lise yoktur. Lise öğrenimi için Konya’ya gider ve Konya Lisesi’ne kaydolur ve akrabalarının yanında kalarak o zaman 4 yıl olan Konya Lisesi’nden mezun olur. Çok zeki ve çalışkan bir öğrencidir. Bir Lise öğrencisi olarak şiir de yazmaktadır. “Derebeyleri” adlı yazdığı bir şiirinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ettiği gerekçesi ile nezarete alınır, daha sonra salınır. Nail Çakırhan halen Konya Lisesi’nin yaşayan en eski mezunlarından biridir. Konya’da öğrenimini yapan bir diğer değerli Muğlalı da Hikmet İLAYDIN’dır. 1914 yılında Muğla’da doğmuş Orta okulu Muğla’da tamamladıktan sonra Konya’da Öğretmen Okulu’nda öğrenim görmüştür. 1973 Muğla yıllığında yüksek öğrenimini İstanbul’da Yüksek Öğretmen Okulu’nda tamamlamış, Edebiyat öğretmeni olmuştur. Önceleri Gaziantep ve İzmir’de edebiyat öğretmeni olan İlaydın, Konya Lisesi’ne atanmış 1948-1949 yılları arasında Konya Lisesi Müdürlüğü’ne getirilmiştir. Bu dönemde Konya Lisesi en gözde liselerden biridir. Daha sonra Ankara’da müfettişlik, Talim Terbiye kurulu üyeliği, müsteşarlık yaptıktan sonra 1967 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’ndan emekli olmuştur. Farsça, Arapça, Fransızca, Almanca dillerini bilen İlaydın 1991 yılında atamızdan ayrılmıştır. Tanınmış bir divan edebiyatı uzmanı olan İlaydın, İranlı Şair Sadi’nin Bostan ve Gülistan adlı eserlerini Farsça’dan Türkçe’ye çevirmiştir. Değerli eşi eğitimci öğretmen yazar Nihal İlaydın, kışları Ankara’da yazları Marmaris’te emeklilik yaşamını sürdürmekte Hikmet İlaydın’ın yayınlanmamış çalışmalarını yayına hazırlamaktadır.

(17.98.1998 – Muğla DEVRİM)

11 MUĞLA YEŞİLYURT (PİSİ) HAKKINDA YAYINLAR YERİNDE İNCELEME Mehmet BİLDİRİCİ

Çevre tarihi ve doğal güzelliklerine ilgim dolayısıyla Muğla'nın kuzeyinde eski ismi Pisi veya Pisiköy olan Yeşilyurt'un tarihi hakkında bilgiler elime geçti. Çok sararmış zor okunan iki sayfa olan bu metnin bir özetini sunacak, ardından 1996 Eylül ayında burada yaptığım geziden izlenimlerimi aktaracağım. Ender Varinlioğlu'nun çevrede yaptığı araştırmalara dayanarak hazırlanmış metne göre, Pisiköy'ün tarihi hakkında bilinenler şöyledir. Pisiköy olan ismi,1962 yılında Yeşilyurt olarak değiştirilmiştir. Beldenin tarihi Muğla kadar eskilere gitmektedir. M.Ö. yaklaşık 196-200 yılına tarihlenen bir yazıttan, Rodoslu Nikagoras tarafından Pisi, Idyma (Gökova) ve Killandos'un (Muğla Yenice köyü), Rodos topraklarına katıldığı anlaşılmaktadır. Bu şekilde Pisi Rodos Karşıyakası (Rhodian Parea ) olmuştur. Bu durum M.Ö. 167 yılına kadar sürmüştür. M.Ö. 29 yılında Romalı Labienus'un eline geçmiştir. Eski yazıtlarda ismi Pisi olarak geçmektedir. Pisi ile Bodrum yakınlarında adlı kent ile birlik oluşturmuş, birliğin merkezi Pisi olmuştur. Yazıtlardan çevre kentlerden buraya gelip antik çağda buraya yerleşenler olduğu görülmekte ve önemli bir merkez olduğu anlaşılmaktadır. Bizans döneminde de kent konumunu ve önemini sürdürmüştür. Pisi, Milas'tan gelip güneye Gökova ve Marmaris'e inen yollar üzerindedir. Datça'da kasaplık yapmış yaşlı bir Pisili, Yerkesik, Yenice üzerinden Sakar'a inilirdi, ben bu yollardan çok gittim, yer yer taş döşemelere de rastlanır demiştir. Antik kentin yerinin Muğla'dan gelişte girişte olduğu bilinmektedir. Yakın zamanlara kadar izleri bulunan amfi tiyatrosundan bugün geriye bir şey kalmamıştır. 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman, Rodos seferine gidişte, 22 Temmuz 1522 tarihinde Pisi'den geçmiştir. Kanuni Sultan Süleyman bu gidişinde misafir edilmiş ve o zaman Pisi'de yaşayan İsa Efendi ile görüşmüş, ona iltifat etmiştir. İsa Efendi de cihan padişahına nasihatte bulunduğu anlatılmaktadır. İsa Efendi hakkında bilinenler de şöyledir. İsa Efendi'nin doğum ve ölüm tarihleri belli değildir. Mezarı Pisi'nin güney tarafında çamlar arasındadır. Yazılı bir mezar taşı yoktur. 1911 yılında yeniden yapılan cami yerinde onun zamanından kaldığına inanılan bir cami veya mescidin olduğu bilinmektedir. İsa Efendi'nin Bozhüyük ovasında çok geniş toprakları olduğu ve bunların Kanuni Sultan Süleyman tarafından keramet sahibi oluşundan kendisine vakıf edildiği anlatılmaktadır. 16 Eylül 1996 günü bana bu bilgileri temin eden, tarihe meraklı Pisili Ethem Bilgin'in daveti üzerine gittim. İsa Efendi camiinin yanındaki ulu çınarlar altında (yörenin tabiri ile kavak) oturup çay içtik, tarihi Pisi'yi gezdik. Çevrede eski kentten kalan yapı kalıntısı yok ama, kolon parçaları, işlemeli taşlara rastlanılmaktadır. Özellikle cami çevresinde bu mimari parçalar görülmektedir. Ethem Bilgin, yüzyılın başında Pisili ağalar tarafından yaptırılmış iki ev gösterdi. Muğla'da bulunan evlerin modeli, Rum ustalar tarafından yapılmış, duvar örmeleri onlar kadar dikkat çekici, birinin duvarında yapıldığı yılın tarihini gösteren taş bulunmaktadır. Evin yapıldığı tarih iki şekilde gösterilmiştir. 1904 ve Arap rakamları ile 1320, ikisi de aynı yılı belirtiyor. Bu evlere yakın başka bir evin duvarında muhtemelen Rodos dönemine ait yazılı bir taş bulunmakta ama mal sahibi nedense yazıların üstünü koyu bir renk boya ile kapatmış..!! ve tarihi bir belgeyi bilmeyerek karatmış. Ayrıca Paavos Roos'un Almanca İstanbuler Mittelilungen sayfa 337-338 de kısa bilgi ve 4 satırlık bir yazıt bulunmaktadır. (MUĞLA DEVRİM- 18.08.1998)

12 MUĞLA VE GÖKOVA CİVARINDA SARNIÇLAR DİLLERİ OLSADA KONUŞSALAR Mehmet BİLDİRİCİ

1890 yılına kadar Muğla'yı çevre il ve ilçelere bağlayan üzerinden araba gidebilecek karayolları mevcut değildi. Bunun yerine geniş bir ağ şeklinde üzerinden sadece yüklü hayvanların geçebileceği kervan yolları, patika yollar, taş döşeme yollar, diğer bir deyişle antik yollar bulunuyordu. 1950'li yıllara kadar bu yollarda develerle yük taşınmıştır. Yolcuların su gereksinimini sağlamak için bu antik yollar üzerinde bir tespih deki taneler gibi sarnıçlar yer alıyordu. Tarihi su yapıları yönünden büyük bir zenginlik sergileyen Anadolu'nun her yerinde çeşitli boyutlarda ve çeşitli planlarda sarnıçlara rastlamak mümkündür. Akdeniz bölgesinde kurulmuş antik kentlerde kent suyu gereksinimi için dev sarnıçlar, ayrı olarak veya bina altlarına inşa edilmiş, bazen kayalara oyulmuştur. Selçuklu dönemi sarnıçları da değişik biçimde ve güzelliktedir. Yer altına inşa edilmiş, üzerlerine su çekmek için kapak konmuştur. Bazılarının üzerine kova ile su çekmek için "Cıngırık" tabir edilen basit su çekme tertibatı yerleştirilmiştir. Her yörenin değişik bir su kültürü vardır. Muğla yöresinde görülen sarnıçlar ise toprak zemin üzerinde yapılmış ve tek tiptir denilebilir. Yaklaşık 5-6 m çapında dairesel tek hacimli bir yapı, dışları taş ile örme, bazen sıvalı bazen sıvasız, üzeri basık tonoz tipi bir kubbe ile kapatılmış, tek giriş kapısı vardır. Buradan bir kaç merdivenle inilerek suya ulaşılır. Bazılarının dışarıda çeşme yapısı da bulunmaktadır. Suyu bir pınardan bir dereden alınır veya yağmur suyu ile doldurulur. Çevrenin zengin tarihi ve su kültürünü yansıtan bu anonim yapılar, ne zamanlardan kalmadır? Bunun için en kolayı dilleri olsa da konuşsalar demek en doğrusu. Roma döneminden beri bu tip sarnıçların yapıldığı bilinir. Şüphesiz sonraki dönemlerde çeşitli onarımlar görmüş, bir kısmı da eskiler örnek alınarak yeniden inşa edilmiştir. Sarnıçların planının tek tip olmasına karşı yapı tarzlarının çeşitliliği bunu göstermektedir. Kimileri düzgün taş işçiliği, kapılarının üstündeki yarım daire kemerler dikkat çekicidir. Bazılarında ise taş işçiliği gelişigüzeldir. Devirlerin ekonomik durumlarını yansıtacak şekilde. Menteşe Mütesellimi (bir çeşit atanmış taşeron yönetici) Tavaslı Osman Ağa'nın (1822-1840) Gökova yöresinde sarnıçlar yaptırdığı hep anlatılır. Ama hangisini yeniden yaptırdı bilinmez ama pek çoğunu onararak kullanılır hale getirmiş olmalıdır. Osman Ağanın mezarı Tavas Hırka köyündedir. Bu sarnıçlara Gökova yöresinden bazı örnekler vereceğim. Akyaka Yeni İskele mahallesinde olanın önünde çeşmesi bulunur. Suyu çok eskilerde köye de su veren Papazlık deresindeki pınardan getirilmiştir. Eskiden buraya demir atan gemiler de buradan su alırlardı. Bir diğer ilgi çekici sarnıç köy içinde bulunmaktadır. Maalesef kapısı üzerindeki kitabe sökülmüştür. Akyaka-Marmaris yolu üzerinde İnişdibi'nde bulunan sarnıç yörede üzerinde kitabe olan tek sarnıçtır. Bu kitabe köy sakini Dr. Settar Tamer tarafından şöyle okunmuştur. 1250 / Ya cennetül hayrat vel hasenat / Menteşe Sancaktarı Osman Ağanın / Celile-i muhteremeleri Ümmügülsüm / ruhuna fatiha / Burada çevre yakın tarihi ile önemli yazıtta ismi geçen Ümmügülsüm, Tavaslı Osman Ağanın eşidir. Eşi görevde iken eşinden önce vefat etmiştir. Bu yazılı taşın Ümmügülsün'ün mezar taşı olduğunu sanıyorum. Belki sonra ki bir onarımda buraya konmuştur. Ancak hayırsever bir kadın olan Ümmügülsüm'ün çevrede yaptığı hayır işleri olduğu ve isminin çevre ile özdeşleştiği kesindir. Antik çağlarda İdimos olan azmağın ismi "Kadın Azmağı" olmuştur. Bugün İnişdibi ve Akyaka arasında gazinoların yer aldığı bölgede olan ve bugün mevcut olmayan "Kadın Pınarı ve Çeşmesi"nin Ümmügülsüm Hanımla ilgisi olmalıdır. Belki Ümmügülsüm Hanımın mezarı da yakındaki mezarlıktadır, ileri de yapılacak araştırmalar buna ışık verecektir. (MUĞLA DEVRİM 22.08.1998)

13 YAHUDİ ŞALOM GAZETESİNE YAZILAN DİLEK Mehmet BİLDİRİCİ

Sayın Ivo Molinas “Nasıl bir Şalom?” adlı yazınızı okudum. Çok ilgimi çekti. Bende bir şeyler yazmak istedim. Yahudi kökenli değilim. Emekli İnşaat Yüksek Mühendisi ve araştırmacıyım. Öğrenimimi 1957-1962 yılları arasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde tamamladım. İki yıldan bu yana İstanbul’dayım. İstanbul’un çok kültürlülüğünü seviyorum. Türkiye’de ŞALOM gazetesinin yayınlandığını yaklaşık bir yıl önce duydum, altı ayda nerede satıldığını öğrenebildim. Neve Şalom’un kapısından içeri alınmadan Şalom’u nereden alabileceğimi sordum, cevap alamadım. Sekiz aydan bu yana devamlı okuyorum. Çok kaliteli bir gazete özellikle tarihi konulardaki yazıları hoşuma gidiyor, pek çok şeyi aslından öğreniyorum. Ben cemaat dışından bir kişi olarak gazetenizin kapısını bizlere aralayın, kültürel etkinliklerden ve yayınlardan yaralanabilelim diyorum. Böylece dinleri farklı, aslında farksız ve bir arada yaşayan iki toplum arasında köprü olsun diyorum. Zira Müslümanlığın pek çok kuramı Musevilikten gelmektedir. Bir anımı burada belirteceğim, modern eğitim almamış anneannem sık sık “Sultan Sülüman” şöyle yaptı, böyle dedi diye anlatırdı. Ben ilkokulda idim, Türk Tarihini yeni öğreniyorduk. Bu sulatanın Kanuni Sultan Süleyman olduğunu sanıyordum. Sonra öğrendim bu meğerse kurtlarla kuşlarla dost onlarla konuşan Hazreti Süleyman (Salamon) imiş. Müslüman toplumda eskiden bir tarih vardı. “Beni İsrail Tarihi”. Büyük dedemin amcası Konya Kapı Camii’nde vaizmiş. Konuşmalarında bütün örnekleri “Beni İsrail Tarihi’den verirmiş. !!!! Saygılarımla

(28.10.1998 –İstanbul ŞALOM)

14 KONYALI KEBAPÇI OSMAN Mehmet BİLDİRİCİ

KONYALI KEBAPÇI OSMAN, İstanbul’da Konya yemek geleneğini sürdüren Vedat Vefa’nın sahip olduğu bir lokantadır. Yıllar önce Aksaray’da Yenikapı’ya giden geniş bulvarın üzerinde idi. Dört ay öncesine kadar Taksim Meydanı’nın çok yakınında aynı isimde faaliyetini sürdürüyordu. Şimdi 1998 yılı Haziran’ından bu yana Bostancı Minibüs caddesi üzerinde yeni dükkanında devam ediyor. Mayıs sonunda açılışı oldu. Açılışta genellikle Konya Liseliler bir arada olduk, hasret giderdik. Kızım Özlem ile katıldığım açılışta, Toygar Tahralı, Nuri Tanrıkulu gibi arkadaşlarımız vardı. Vedat abi ile akraba değiliz, ama akrabadan daha yakınız. Konya’nın eski kebapçılarından Osman Vefa ve babam Mustafa Nazım Bildirici hem arkadaş ve hem de meslektaş. Daha ötesi Osman amca babamın sağdıcı imiş. Bağlarımızda Karaman caddesinde Altıyol civarında idi. Şimdi katlı yolların bulunduğu bu yörede çok az ev vardı. Mahalleli aralarında çok iyi komşuluk ilişkileri bulunuyordu. Osman amca mesleğini, oğlu Vedat abi ile İstanbul’da devam ettirdi. Babasının ölümünden sonrada Vedat abi baba mesleğini sürdürüyor. Konya’nın nefis etliekmek ve kebabını İstanbullulara ve İstanbul’daki Konyalılara sunuyor. Konyalılar için bir buluşma ve hasret giderme yeri oluyor. Ayrıca Vedat ağabeyin etliekmek salonunun duvarları Konya’nın eski fotoğrafları ile dolu. Fotoğraflar Cumhuriyet’in başlarında arkadaşımız Selçuk Acar’ın babası tarafından çekilmiş. Alaaddin tepesi üzerinde bugün mevcut olmayan Eflatun Mescidi olarak bilinen Bizans kilisesi, Hükümet Konağı ve başka eserlerin o günkü fotoğrafları gayet güzel ve büyük olarak çerçevelenmiş ve duvarları süslüyor. Nefis Konya kebabını eski Konya yemekleri altında yiyorsunuz. Konya’yı tanıtmak için bundan daha güzel ne yapılabilir? İstanbul’da yaşayan Konyalıların buluşma ve hasret giderdiği bir mekan KEBAPÇI OSMAN Vedat ağabeyi kutluyor, yeni iş yerinin hayırlı olmasını diliyorum….

(Yeni Meram KIRKAMBAR 20.11.1998)

15 İSTANBUL’DAN TEKRAR YENİ MERAM KIRK AMBAR’A MERHABA Mehmet BİLDİRİCİ

Yeni Meram Kırkambar’da yazılarım yayınlanmaya devam ediyor, ben ise emekli olduğumdan bu yana yaşamımı İstanbul’da sürdürüyorum. İstanbul İçmesuyu Projesi II. Merhale Yeşilçay Sistemi’nde Müşavir olarak gene Devlet Su İşleri ile birlikte çalışıyorum. Büyük bir kentte yaşamak çalışmak zamanımı dolduruyor. Konya’da iken okumaya ve araştırmaya daha fazla zamanım vardı. Konya’daki eski yerleşim yerleri, onların tarihi ve su yapıları konusunda o kadar çok yayın toplamış, araştırma yapmış ve notlar almıştım ki onların yayına dökülmesi epey zaman alacak. Bunların yazılmasının yararlı olduğu düşüncesindeyim. Bunu şunun için söylüyorum. Kendisi iki yıldır burada değil, bu yazılar nereden çıktı? diye düşünenler olabilir. Şüphesiz bu işte Kırkambar’ı hazırlayan değerli arkadaşım Mehmet Gündoğdu’nun payı büyük. Gönderdiğim yazıları yayınlıyor, ve gazete asıllarını bana gönderiyor. Kendisine çok şey borçluyum. KIRKAMBAR’ın Konya Kültür ve sanatına büyük katkıda bulunduğuna inanıyorum. İstanbul’da boş zamanlarımda çevre ve tarihi mekanları geziyor, ve İstanbul’u tanımaya çalışıyorum. Kütüphane ve kitapçıları geziyorum. Gene Konya gündemde, ilgilendiğim konularda ilgili kitap ve dokümanları rastladığımda edinmeye çalışıyorum. Ekim 1997 de İzmir’de “Türkiye İnşaat Mühendisliği 14. Teknik Kongresi” gerçekleşti. Ben ve oğlum İstanbul Teknik Üniversitesi’nde araştırma görevlisi Öztuğ Bildirici ile “Konya Çevresinde Çağlar Boyu Tarihi Su Yapıları” adlı bildiri ile katıldık. İlgi ile izlendi. Kongre tebliğleri kitabı içinde yer aldı. Bu konuda daha önce “DSİ Genel Müdürlüğü tarafından 1994 yılında “Konya Tarihi Su Yapıları” adlı kitabım yayınlanmıştı. Bu tebliğde Konya ve çevresindeki tüm tarihi su yapılarının harita üzerinde tam bir dökümü verildi. Ayrıca 1994 yılından beri derlediğim yeni bilgileri ve gelişmeleri de buraya yansıtmaya çalıştık. Çok güzel, özel olarak bilgisayarda çizilmiş harita ve planlar Öztuğ Bildirici tarafından hazırlanmıştır. Bu tebliğimiz değerli arkadaşım Mehmet Gündoğdu’nun girişimi ile kaynak gösterilerek YENİ GAZETE’de tekrar yayınlandı. Ayrıca 1996 yılında Kahire’de gerçekleşen “Uluslar arası Sulama ve Drenaj Komisyonu’nun Tarihi Semineri”ne de oğlum Öztuğ Bildirici ile tebliğ gönderdik. “Konya Ereğlisi’nde Tarihi Sulamalar”. Kongre kitabında İngilizce olarak yayınlandı. Bu tebliğde sulama maksatlı 52 km uzunluğundaki ALANARK ve çevresindeki sulama kanalları bölgenin tarihi perspektifi içinde incelenmiştir. Çok ilgi çekici olan bu tebliğin Türkçe çevirisinin yapılmasının faydalı olacağı düşüncesindeyim. Tarih ve kültür sever tüm dostlara İstanbul’dan MERHABA !!!!

(20.11.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

16 GÖKOVA’DA ÇAKIRHAN MİMARİSİ VE ÇAKIRHAN KÜLTÜR VE SANAT EVİ YARATICISI NAİL ÇAKIRHAN Mehmet BİLDİRİCİ

Gökova-Akyaka, gerçekten ahşap cepheli ve tavan süslemeli evleri ile farklı bir sahil beldesidir. Bu konuda betonlaşmış diğer yeni gelişmiş turizm merkezlerinden ayrılmaktadır. Böyle bir mimari oluşumda 1910 doğumlu Nail Çakırhan’ın emekleri bulunmaktadır. Nail Çakırhan Muğla ili Ula ilçesindendir. O yıllarda Muğla’da lise olmadığından öğrenimini Konya Lisesi’nde tamamlamış ve halen en eski mezunlardan (1929 yıl mezunu) biridir. Nail Çakırhan lise öğrenimi sırasında sol görüşleri benimsemiştir. Bu konuda ilginç bir gözlemimi belirtmek istiyorum. 1925-1930 yılları arasında Konya Lisesi’nde sol görüşü benimseyen başka öğrenciler de vardır. Atatürk’ün akrabası ve daha sonraki yıllarda gizli Türkiye Komünist Partisi kurucu ve etkin üyelerinden Reşat Fuat Baraner’de Konya Lisesi mezunudur. Başarılı ve çalışkan bir öğrenci olan Çakırhan Konya Lisesi öğrencisi olarak yazdığı bir şiir yüzünden polisçe takibata uğrar. Okulun Duvar gazetesine konan bu şiirin ismi “Derebeyleri” dir. Burada Muğla’daki toprak ağaları kastedilir. Ama Atatürk’e hakaret gibi yorumlanır, daha sonra serbest bırakılır. Konya’da çıkan KERVAN Dergisinde başka şiirleri de yayınlanır. Konya Lisesi’nden sonra İstanbul’da Tıp Fakültesi’ne kaydolur, bir yıl devam eder, bir yılda Hukuk Fakültesine devam eder, öğrenimini bırakır veya bıraktırılır. “Derebeyleri” şiiri, Nazım Hikmet ile tanışmasını sağlar, birlikte dergi çıkarırlar ve tutuklanırlar, Bursa’da hapishanede birlikte kalırlar, Nazım Hikmet ile birlikte Nail V. İsmi ile “Gece Gelen Telgraf- Portreler- 1+1=Bir isimli kitabı yayınlarlar. 1935 yılı affından faydalanıp serbest kalır. Nazım Hikmet gibi Sovyetler Birliği’ne gidip öğrenim yapmak ister. Pasaportsuz gizlice Sarp kapısından Batum’a kaçar ve oradan Moskova’ya gider, Moskova Doğu Halkları Üniversitesi’nde Ekonomi ve Sosyalizm okur. Rus kızı “Taisa” ile tanışır ve evlenir. Bu evlilik yerel yöneticilerin hoşuna gitmez, eşi hamiledir, ve bir ay sonra doğum yapacaktır. Odesa vapuru ile Türkiye’ye zorunlu olarak geri gönderilir, diğer bir deyişle sürgün edilir. Çakırhan oğlu Rudik ve eşi Taisa ile 40 yıl sonra görüşebilir. 1939 yılında o sıralarda asistan olan Atatürk’ün yakın arkadaşlarında Hasan Rıza Çambel’in kızı arkeolog Halet Çambel ile gizlice evlenir. Çünkü Çambel ailesi bu evliliğe karşıdır. 1946 yılında kurucuları arasında yer aldığı “Türkiye Sosyalist Emekçi Partisi” kapatılır, gene hapis yönü gözükür. 1950 affı ile serbest kalır. Halet Çambel, Profesörlüğe yükseltilmiş, Adana Kadirli ilçesinde arkeolojik kazılarda bulunmaktadır. Nail Çakırhan’da eşinin yanındadır. Kazı ekibi için gerekli binaları yapan Müteahhit işi bırakmıştır. Yapı işleri Nail Çakırhan’a kalır. Adana Kadirli başta olmak üzere çeşitli yapıların yapımını üstlenir, ve yapı mesleğini benimser. 1970 yılında yorgun düşer, doktor tavsiyesi ile dinlenmek maksadı ile memleketi olan Ula’nın Akyaka köyüne yerleşmeye karar verir ve burada bir arsa satın alır. Geleneksel Ula evlerini örnek alarak ahşap ağırlıklı halen yazları içinde oturduğu evi yaptırır. Turizmin gelişmeye başladığı yıllardır, ev beğenilir ve Akyaka’da yenileri izler. Gökova Akyaka’da yaptırdığı eve 1983 yılında “AĞA HAN MİMARLIK ÖDÜLÜ” verilir. Çakırhan mimar değildir, mimari eğitimde görmemiştir. Durum belirli çevrelerce yadırganır. Ödülden gelen para ile Muğla’da eski bir hanı kültür evi olarak restore eder. Ardından otel inşaatları, Letonia, Montana gibi büyük tatil köyleri takip eder. Bodrum, Muğla Datça ve Fethiye’de birbirinden güzel yapıları ile geçmişin değerlerini bugüne ve geleceğe bağlayan bir isim olarak efsaneleşir. Nail Çakırhan 1998 yılında bir girişimde daha bulunur. Evinin bir köşesine Nail Çakırhan- Halet Çambel Kültür Evini yaptırır ve kültürün hizmetine sunar.

17 19.08.1998 günü pek çok fikir ve sanat adamının katıldığı bir söyleşinin ardından “Nail Çakırhan Mimarisi” sergisi açılır. Ben bu söyleşi ve sergiye davetli olduğum halde katılamadım. Ama daha sonraları sergiyi gezdiğimde kendisi orada ve açıklama yapıyordu. Gözleri zor görüyordu, yaşlanmış idi ama dinçti. Kendisine Konya Lisesi’nin en eski mezunlarından olduğunu hatırlattığımda, birkaç öğretmeninin ismini verdi, ve sen kaç mezunusun dedi. 1957 deyince çok yeniymişsin dedi. Nail Çakırhan-Halet Çambel Sanat ve kültür Evi’nin çevreye, sanata ve mimarlığa yararlı olmasını diliyorum.

(28.11.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR

18 SELÇUKLU DÖNEMİNDE GÜRCÜLER İLE İLİŞKİLER GÜRCÜ HATUN Mehmet BİLDİRİCİ

İstanbul’da yaşamak değişik kültürleri tanımak için kolaylık sağlıyor. Çünkü çok çeşitli kitap ve dergiler bulunmaktadır. Konulara tarafsız ve önyargısız girenleri keşfetmeye uğraşıyorum. Bunlardan biri de Türkiye’de yaşayan Gürcü kökenli Türk vatandaşların kültürel mirasını araştıran “ÇVENEBURI” dergisidir. Birkaç sayısını aldım. Dergide Türk vatandaşlarının yazıları yanında Gürcistan’dan çeşitli bilim adamlarının yazıları yayınlanmakta, Gürcü alfabesi ile yazılmış kısa şiirler de bulunmaktadır. Bu vatandaşlarımız 1878 ve sonrası Batum ve Artvin taraflarından Anadolu içlerine gelip yerleşmişler, genellikle Adapazarı, Bolu, Bursa civarlarında çeşitli köyler kurmuşlardır. Zengin Gürcü mutfağını ve özgün Gürcü Müziği’ni korumaktadır. Konya çevresinde bildiğim kadarı ile Gürcü köyü bulunmamaktadır. Ama Konya Selçuklu başkenti iken Gürcülerle temaslar olmuştur. Bu konuda “Çveneburi” dergisinin 29. sayısında Gürcistan Tbilisi Devlet Üniversitesi Doğu Bilimleri Fakültesi’nde Prof. Nodar Şengelia’nın “Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Gürcistan” adlı makalesi bulunmaktadır. Makale Gürcistan kaynaklarına göre yazılmış, çok ilgimi çekti. Aynı Profesörün aynı konuda bir konferansı varmış, onu da dergiden öğrendim. Prof. Şengelia makalesinde Büyük Selçuklular ile Gürcistan arasındaki gelişmeler özetlenmektedir. “Feodal Gürcü Devleti 1121 yılında Didgori yakınında yapılan savaşta Selçukluları yenilgiye uğratmış, kurucu kral olarak kabul edilmiş David IV (1089-1125) ve daha sonra Kraliçe TAMARA (1184-1213) döneminde tam bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu Kraliçe zamanında Gürcistan’da önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Konya ile ilgili kısımda yazılanlar aynen şöyledir. “Daha sonraki yıllarda Gürcistan ile Anadolu Selçukluları arasındaki ilişkiler tam olarak bilinmemektedir. Görüldüğü kadarı ile savaşlar bitmiş evliliklerle ilişkiler sağlamlaştırılmıştır. Kraliçe Tamara’nın torunu aynı isimli Tamara Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) ile evlendirilmiştir. “Gürcü Hatun adıyla ve Mevlevi tarikatı ile yakın ilişkisinden dolayı iyi tanınan bu Gürcü kızının mezarı Konya’dadır” denilmektedir. Bizim kaynaklarda da benzer bilgiler bulunmaktadır. Alaaddin Keykubad ile Alaiye Bey’i Kryvat’ın kızı Hunat Hatun’un oğlu, Gıyaseddin Keyhüsrev Kraliçe Tamara’nın torunu ve Rosudan’ın kızı Tamara ile evlenmiştir. Daha fazlası araştırma gerekmektedir. Bu Gürcü Hatun’dan gelse gerek Konya’da bugünlere kadar gelen bir geleneği de burada belirteceğim. Her halde Gürcü Hatun çok güzel ve kendisini sevdirdi ki, Konya’da güzel gelinler Gürcü olarak halk deyişlerine girmiştir. Eşim Düzay’ın babaannesi Hediye Hanım güzel bir gelinmiş, evlendiğinde kadınlar kendisi için şu tekerlemeyi söylemişler Kayısılı burundan kalktı bir top inci Tahsinlerin evine kondu bir GÜRCÜ Tarihte çeşitli farklı toplumlar arasında kavgalar, acılar yanında korunması gereken güzellikler de bulunmaktadır.

(05.12.1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

19 ATİNA’DA KÜÇÜK ASYA ARAŞTIRMALARI MERKEZİNİ ZİYARET Mehmet BİLDİRİCİ

Atina’da “Küçük Asya Araştırmaları merkezi”, Kurtuluş Savaşı’ndan sonrası Lozan Anlaşması ile zorunlu göç eden Anadolulu Rumların kültürel mirasını korumak için 1930 yılında kurulmuş bir kurumdur. Bilindiği gibi Lozan anlaşması ile Türkiye’deki Rumlarla, Yunanistan’daki Türkler mübadele (değiştirme) edilmişlerdi. Araştırma Merkezi’nin kurucuları Bayan Melpo Merlier ile Atina’daki Fransız Enstitüsü Müdürü Fransız asıllı Octave Merlier’dir. Eşimle birlikte 1998 Nisan ayında Kurban Bayramı tatilinde “Nokta Turizm” ile bir hafta süren Yunanistan gezisine katıldım. Orada araştırmacı olarak görev yapan Stavro Anestidis ile daha önce mektupla tanışmıştım. Kendisi Konya ile ilgili konularda mektupla bilgi ve doküman aktarmıştı. Anestidis benden daha gençti, çok güzel Türkçe konuşuyordu. Zira eğitimini İstanbul’da bir Fransız okulunda yapmış, ailesi ile birlikte Atina’ya göç etmişti. Kendisi bizimle çok ilgilendi, bizi yemeğe götürdü ve Araştırma Merkezini gezdirdi, bilgiler verdi. Araştırma Merkezi göçmenlerin kültürel mirasını korumak yanında eskiden bir arada iken şimdi Yunanistan ve Türkiye’de yaşayan insanlar arasında diyalog kurmak. Kurumun girişine asılmış biri Müslüman Türk, diğeri Ortodoks iki akrabanın fotoğrafı bunu en güzel şekilde anlatmaktadır. Bu merkezde çalışan araştırmacılar, göçmenleri tek tek dolaşarak onların Anadolu’da yaşadıkları yerler ve aileler konusunda 150.000 sayfa civarında arşiv oluşturmuşlardır. Bunlar arasında Sille’li Rumlar hakkında da dokümanlar yer almaktadır. Ancak yazım dili Yunanca’dır. Bu dokümanlar göçmenlerin kültürel mirası ile ilgilidir, bizleri de çok fazlası ile ilgilendirdiği kanısındayım. Anadolu’da eski yaşam hakkında folklor konusunda çok önemli bilgilerin ortaya çıkacağına inanıyorum. Ancak burada dil sorunu ortaya çıkmaktadır. O dili iyi bilen yöremiz konusunda araştırma yapan biri gerekli, ancak araştırmalarımda ne İstanbul ve de Yunanistan’da yöremiz tarihi ile ilgilenen Türk ve Rum asıllı kimse yok. Bu bakımdan bazı yöreler şanslı, örnek olarak Aydın’dan göç etmiş Dido Sotiriu isimli bir Hanım yazarı, Karadeniz bölgesi içinde bazı yayınları okudum, ama Konya ve Sille ile ilgilenen bulunmamaktadır. Bence bu Araştırma Merkezi’nin ikinci özelliği bizler içinde iyi bir örnek olmasıdır. Türkiye’ye Yunanistan’dan Selanik’ten Drama’dan …vs gelen göçmenler olmuştur. Ama onların oradaki yaşantısını kültür mirasını araştıran korunmasını sağlayan bir Kurum kuramamışız. İnsanların yaşadığı ülkenin kültür ve vatandaşlığını benimsemesi, bundan gurur duyması yanında geldiği ülkedeki kültürel değerlerini aile kökenini bilmesi bunları gelecek kuşaklara aktarması gerekir diye düşünüyorum. Bu yönden bu araştırma merkezi çok güzel bir örnektir. Küçük Asya Araştırma Merkezi’ni hediye edilen bir broşür, Aksaray’da yaşamış Aya Mama hakkında yazılmış hediye edilmiş bir kitap ile ayrıldım. Bu arada birkaç harita kitapları ayaküstü inceleyebildim. Yunanistan’da Konya ile ilgili bazı konulara da değineceğim. Bunlardan biri Konya’dan göçen göçmenlerin bir kısmının Pire’ye yerleştikleri ve orada bir sokağın adının “NEOICONIO” yani Yeni Konya olduğudur. Grup halinde gezildiğinden Pire gezisinde bu sokağa gidemedim, ama soruşturmamda bu sokakta artık pek Konyalının kalmadığı oldu. Bunun yerine Türk Limanı’nı gezdik ve burada bir yemek yedik. İkinci konu Yunanistan’da Orta Anadolu ile kültürel bağlarını yürüten tek köy NEAKALVARİ, yani Yeni Gelveri. Bilindiği Gelveri bugün Aksaray ilinin Güzelyurt ilçesi’nin eski adıdır. Nea Kalvari yol üzerinde Kavala’ya 20 km uzaklıkta şirin bir köy ama grup olduğumuz için içine girmek mümkün olmadı. Bu köyde pek çok kişinin Türkçe konuştuğu söyleniyordu. Yunanistan’da karşılaşamadık ama Gelverililer ile 11 Temmuz 1992 günü Aksaray Güzelyurt’ta karşılaşmıştık. Güzelyurt Belediyesi’nce “Uluslararası Güzelyurt Festivali” yapılmış eski Güzelyurtlular buna katılmışlardı. Her iki tarafın milli oyunları sergilenmiş ve

20 şarkılar söylenmişti. Yunanistan’dan gelen Gelverililerin şarkıları arasında “Konyalı” Sille’den dün gece geçtim annem” gibi türküler de vardı. Önceleri ben bunları jest olarak yaptıklarını sandım. Orada tanıştığım Anastasia güzel Türkçe konuşuyordu. Bu türküleri ailesinin öğrettiğini ifade etti. Ailecek tanıştığımız Anastasia şimdi turistik Karballa Otelini okul olarak yaptıran kişinin torunu idi. Kültürel ortamda birbirimize vereceğimiz çok şey olduğuna inanıyorum. !!!!

(26 Aralık 1998 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

21 GÖKOVA- AKYAKA’DAN MUSTAFA AKKAYA'NIN ANISINA Mehmet BİLDİRİCİ

Tüm yaşamı Akyaka'da geçmiş, Belediye Başkanı İsmail Akkaya'nın babası Mustafa Akkaya'nın 12 Eylül 1997 tarihinde öldüğünü üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum. Kendisini Akyaka'ya geldiğim 1977 yılından bu yana tanırım, iyi ahbabız. Bu zaman içinde çeşitli sohbetlerimiz oldu. Anlattıkları Akyaka'nın tarihine büyük ışık tutuyor. Dedesi Mehmet, babası Mestan ve altı oğlan kardeşi ile Gereme'den (Ören) Gökova'ya mallarını yaymak için geldiklerini, önceleri kışları kalıp yazları Gereme'ye geri döndüklerini, daha sonra Akyaka'ya yerleştiklerini anlattı. Önce çadırlarda kaldıklarını ve daha sonra köyde bilinen tek odalı evleri yaptıklarını anlattı. Küçüklüğünde Brezilya'dan şeker kamışı yüklü geminin geldiğini hatırlıyor. Diğer ilgi çekici anlatılanlarda şöyle: Çevre Ulalı ağaların elinde, ağalar padişahtan geniş tapu çıkarıyorlar. Marmaris yolunun üzeri Rum Panayot ve Andon'un, çevrede tütün yetiştiriyorlar. Sahilde kayıkları var. Kurtuluş savaşı yıllarında binbaşılıktan emekli Yakup Bey Yeni İskele mahallesine yerleşiyor. İskelenin hemen üstünde halen restore edilmiş, güzel evi yaptırıyor, Yakup Bey çocuksuz. Mütesellim Osman Ağa ile ilgili duyduğu şu hikayeyi anlatıyor. Osman Ağa Eski İskele'de bulunan kalıntılar arasında altın buluyor. Eski eserleri, altınlarla birlikte 40 katıra yükleyip, Tavas'a götürüyor. Altın yüklü bir katır yolunu kaybedip kervandan kopuyor ve Ula'ya çıkan taş döşeme yoluna sapıyor ve Ula'ya çıkıyor. Katırı bulan aile çok zenginliyor ve Katırcıoğulları ismini alıyor ! Mustafa Akkaya, görmeyen gözüne rağmen köyde pek çok ilke imza atan bir kişidir. Köyde ilk kahveyi, ilk fırını, ve ilk bakkal dükkanını açan kendisidir. O zamanlar köyden geçen Fethiye arabaları ile Ula'ya gider, ihtiyaçlarını temin eder, dükkanında satardı. Devamlı radyo dinleyen, Türkiye ve Dünyadaki olayları yakından takip eden, Mustafa Akkaya son yıllarda rahatsız idi. Kendisine rahmet, ailesi ve Akyakalı’lara baş sağlığı diliyorum.

(İŞTE GÖKOVA sayı 7 - 1998) (31.12.1998)

22 1999 YILI YAZILARIM

KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN YABANCI BİLİM ADAMLARI III LADY GERTRUDE BELL (1888-1926) Mehmet BİLDİRİCİ

İngiliz edebiyatçı, arkeolog, tarihçi olan Bayan Bell, Kraliçe Viktoria döneminde kadınların kabul edildiği Oxford Üniversitesi’nin Tarih Coğrafya bölümünde eğitim gördü. Daha sonra Fransızca, Almanca, Arapça, Farsça, Türkçe öğrendi. 1902-1911 yılları arasında Türkiye’de araştırma ve incelemeler yaptı. Daha sonra tüm Ortadoğu’yu adım adım dolaştı. Türkiye’de bulunduğu sırada William Ramsay ile Konya Sille ve Karaman Karadağ’da incelemeler yaptı ve bunları yayınladı. Birinci Dünya Savaşı’nda Irak’ta bulundu. Irak’ta İngiliz yanlısı Irak devletinin kurulmasında sınırlarının çizilmesinde, Haşimi Hanedanı’nın başa getirilmesinde etkili oldu. Lawrence gibi Türklere karşı Araplar yanında yer aldı. Ölmeden önce Bağdat’ta Müze Müdürlüğü’ne atandı ve 1926 yılında Bağdat’ta öldü. Gazeteler binlerce Iraklının cenaze törenine katıldığını yazdılar. Janet Wallach tarafından hayatını konu alan “Desert Queen- Çöl Kraliçesi” isimli kitap yayınlandı. Tarih ve edebiyat konusunda tespit edebildiğim eserleri şöyle: -Notes on a journey through Cilicia and Lycaonia – Kilikya ve Konya Gezi Notları- -The Thousand and One Churches- London 1909 – Binbirkilise- (W. Ramsay ile birlikte -Poems from the Divan of Hafız – 1889

Konya ile ilgili ilk eserini bulup inceleyemedim. Siyasi kişiliği de olan Bell’in sanat ve siyaset konusu ayrılmalı ve Konya ile ilgili izlenimlerinin Türkçe’ye kazandırılması gereklidir diye düşünüyorum.

(02.01.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

1 KONYA’DA KÜLTÜRE HİZMET EDEN YABANCI BİLİM ADAMLARI IV PRENS PIOTR TCHIHATCHEF (1808-1890) Mehmet BİLDİRİCİ

Bu yazımızda da Konya çevresinde araştırma yapmış, doğa bilimci, JEOLOG, ve Coğrafyacı Rus Prensi Piotr Aleksandroviç Tchihatchef (okunuşu Çihadçov) konu edilecektir. Çihadçov zengin ve asil bir Rus ailesinin çocuğu olarak St. Petesburg yakınlarında bir köyde dünyaya geldi. Rusya’da özel öğrenim gördü. Daha sonra Münih, Berlin ve Paris’te jeoloji okudu. Çihadçov başta Sibirya ve Altay Dağları olmak üzere pek çok yerde inceleme ve araştırma yaptı. Ancak burada ağırlıklı olarak Konya çevresinde yaptığı çalışmalar konu edilecektir. Çihadçov yaklaşık 1844-1848 yılları arasında İstanbul’daki Rus Elçiliği’ne Ateşe olarak atandı. Gayesi Türk dilini öğrenmekti. Önce bunu başardı, Türkçe’yi bütün ağızları ile öğrendi. 1847-1848 yıllarında kendisini o zaman çok az olarak bilinen Anadolu’nun Jeolojik ve Coğrafi yönden araştırılmasına adadı. Yaya olarak yaklaşık 14.000 km kat ederek inceleme yaptı, ve çalışmalarını “Asie Mineure description physique statistique et archaelogique de cette contree- Anadolu’nun fiziki, istatistiki ve arkeolojik olarak tasviri- adlı Fransızca olarak 8 ciltlik yayında topladı. Ayrıca “Le Bosphore et Constantinople- İstanbul ve Boğaziçi” adlı yayını vardır. Bu eserinde İstanbul ve Boğaziçi’nin o günkü durumu ile ilgili bilgiler sunduktan sonra o günkü tarihi su yolları hakkında detaylı bilgiler sunmaktadır. Yazdığı 8 cildin içeriği şöyledir. Cilt I ; Karşılaştırılmalı Fiziki Coğrafya, 1853 yılında basıldı. 614 sayfa, 12 resim 28 atlas Cilt II; Kilimatoloji ve Zooloji, 1866 yılında basıldı, 866 sayfa Cilt III- Cilt IV; Botanik, 1866 yılında yayınlandı. 484 + 676 sayfa Cilt IV,cilt V, cilt VI ; Jeoloji 1867 ve 1868 yıllarında yayınlandı, 784+490+552 sayfa Cilt VIII; Paleontoloji 591 sayfa Çihadçov iri yapılı, iyi huylu,ve çok çalışkan bir kişi idi. Çevresindekilerin dostluğunu ve güvenini kazanan biri idi. Bilime olan sonsuz güveni ile tipik bir akıl çağı insanı, doğaya ve doğal güzelliklere aşırı tutkusu ile gerçek bir romantikti. Kişisel serveti hiç kimsenin emrine girmeden çalışmasını sağladı. Çihadçov Anadolu’yu JEOLOG gözü ile gezen ilk doğa bilimcisidir. Konya Ovası’nın çölleşmekte olduğunu belirtmiş, tarıma uygun hale getirilmesi gerekliliğini vurgulamıştır. Bu görüşü yaklaşık yarım yüzyıl sonra Konya Ovası Projesi ile gerçekleşecektir. KARAPINAR da ilk jeolojik bilgiler onun tarafından derlenmiştir. Anadolu’nun doğal ve kültürel yönden çok zengin olduğunu görmüştür. Ancak şu acı gerçekleri de dile getiriyordu. Osmanlı Hükümeti’ni reform yapmakta aciz olarak görüyor, Osmanlı Türklerini zamanın çok gerisinde kalmış bir toplum olduğunu belirtiyordu. Fransızca Bilimler Akademisi üyesi, St Petesburg, Berlin, Münih Bilim Akademilerinin şeref üyesi olan Rusça, Türkçe, Fransızca ve Almanca dillerini bilen Çihadçov 13 Ekim 1890 günü Floransa’da hayata gözlerini kapamıştır. Kardeşi Platon Çihadçov da ünlü bir gezgin Rus Coğrafya Derneği’nin kurucuları arasındadır. Acıdır ki çevremizde bu kadar araştırma yapmış ve eserler vermiş bu doğa bilimcisi hiç tanınmamakta ve hiçbir eseri Türkçe’ye çevrilmemiştir. Bu yazı İ.T.Ü de öğretim üyesi Prof. Dr. Celal Şengör’ün bir makalesinden özetlenmiştir.

(02.01.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

2 MÜSLÜMANLIĞI SEÇEN BİR DOSTUN ÖLÜMÜ EDİP MAVİOĞLU (GARBİS MAVİOĞLU) (1919-1998) Mehmet BİLDİRİCİ

Bu yazımda Konya ile ilgisi olmayan bir dostumun hayatını konu edeceğim. Çok ilginç bir yaşam öyküsü olan dostun adı Edip Mavioğlu (1919-1998). İzmit’in Bahçecik köyünde Ermeni bir ailenin oğlu olarak dünyaya geliyor. Küçük yaşta babası pusu kurularak öldürülüyor, annesi ve kardeşleri ile birlikte İstanbul’a geliyorlar. Sanat olarak kalorifer tesisatçılığını seçiyor. Pangaltı’da bir tesisatçı dükkanı açıyor. Ailesinin Rumelihisar’da evleri ve Mecidiyeköy’de dut bahçeleri var. O zamanlar tesisatçı ustaların hepsi Hıristiyan, ya Ermeni yada Rum. Sonra din değiştirip Edip ismini alacak olan Garbis’in Müslüman bir komşusu var. Onunla çok iyi anlaşıyorlar, onun vasıtası ile Müslümanlığı incelemeye başlar ve 27 yaşında Müslüman olmaya karar verir, yakın akrabalarına açıklar ve büyük tepki alır. Ancak Garbis’in kararı kesindir, ailesi onu ikna edemeyince mirastan vazgeçmesini şart koşar, yeni ismi ile Edip gerekli belgeleri imzalar ve ailesini terk eder. Biraz annesi anlayışla karşılar ve ona destek olur. İş hayatında din değiştirmesinden zararlı çıkar, zira çalıştığı sektörde bütün iş adamları Hıristiyan’dır, dışlanır. Bunun üzerine İstanbul’u ve sektörü terk eder. Bir süre Adana ve Anadolu’da çalışır, ama işleri iyi gitmez, birazda dağıtır, uygunsuz kadınlarla bir olur, hapse düşer. Daha sonra Eyüp’te ustabaşı olarak bir fabrikaya girer, sigortalı olur. Bekar ve yalnızdır. Bu arada gördüğü ve veya tanıştığı MUALLA isimli bir kızı ailesinden ister. En başta Ermeni asıllı olduğunu belirtir. Onunla evlenir ve çok mutlu bir yaşam sürer. Bir kızları olur. Edip Mavioğlu Sosyal Sigortalardan emekli olduktan sonra İstanbul AĞVA’da bir ev yaptırır ve oraya yerleşir. Ben kendisini orada tanıdım, tanıştık. Kaybettiği Mualla’ya aşıktı, eşinin mezarı Ağva içinde bir tepede idi. Kendi mezarını da onun yanına yaptırmıştı. Her gün ilk işi onun mezarını ziyaret eder, fatiha okur ve onunla kalben konuşurdu. Eşi Mualla yanında annesi PERUZ Hanım’a da büyük hayranlığı vardı. Onun ev kadınlığını, yaptığı reçelleri herkesin çok beğendiğini söylerdi. Bir defasında annesinin mezarının Şişli Ermeni Mezarlığı’nda olduğunu söyledi. Mezarlık benim evime çok yakındı. Ziyaret ettim, memleketi ve ismini söyleyince hemen kayıtlardan buldular ve mezarını bana gösterdiler. İzmit Bahçecik köyünden Peruz Mavioğlu (1892-1970). Kendisine bu ziyaretten bahset- tiğimde çok duygulandığını hatırlıyorum. Ağva’da balıkçı kahvesinde çok sohbetimiz oldu. Çok tok sözlü idi. İnişli ve çıkışlı bir hayatı olmuştu. Bir amcasının uzun yıllar Yedikule Ermeni Hastanesi’nde doktorluk yaptığını, yeğenlerinin kapalı çarşıda kuyumculuk yaptıklarını, hep altlarında Mercedes’lerinin bulunduğunu anlattı. Çok sıkıntı çektiğini ve din değiştirme kararından pişman olmadığını, ve şükrettiğini belirtti. Ermenilerin çok çalışkan ve dürüst olduklarını, yoksullarına daima yardım edildiğini vurguladı. Babasının haksız yere öldürüldüğünü, iki kardeşinin Fransız Ordusu’na katıldığı ve Fransa’ya yerleştiğini ifade etti. Beni çok seviyordu. Eşinin mezarına götürmek ve görmek için bir gün evine uğradım. Biraz geç çıktı, şık bir elbise giymişti. Bu elbise dolapta idi beş yıl sonra senin için giydim dedi. Bir gün araba ile Bahçecik’e gitmeye karar verdik. Akrabalarının Bahçecik’i ziyaret ettiklerini ve köylülerle ahbaplık kurduklarını bu arada belirtti. Ama ben iş icabı Ağva’ya daha az uğrar oldum, ve daha az görüşür olduk, görüşmelerimiz telefonla oluyordu. Hasta ve yalnızdı. İstanbul’a kızının yanına bile gitmiyordu, ölürsem buraya getirmezler diye. Sonuçta Ağva’da iken öldü ve çok sevmiş olduğu Mualla’sının (1931-1993) yanına gömüldü. Allah rahmet etsin. (16.01.1999 –YENİ MERAM KIRKAMBAR)

3 AVUKAT MUSTAFA TOPBAŞ’IN (1937-1998) NAZMİ GÖKÇE’NİN ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’ya bu yıl bayram dolayısıyla geldiğimde değerli sınıf arkadaşım Mustafa TOPBAŞ’ın 1998 Aralık ayında vefat ettiğini üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum. Mustafa Topbaş 1937 yılında Bozkır Sarıoğlan köyünde doğmuştur. Orta Okulu Bozkır’da okumuş, Konya Lisesi’ne devam etmiş, buradan 1957 yılında mezun olmuştur. Bir süre ekonomik sebeplerle öğrenimine ara vermiş, daha sonra Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş, Avukat olmuştur. O yıllarda Bozkır Orta Okulu yeni açıldığı için kadrosu çok yetersiz idi, buradan gelen arkadaşlar bayağı zorlanmışlardır. Topbaş’ın da bunu hissettiğini sanıyorum. Topbaş doğru söyleyen, çekinmeyen tuttuğunu koparan bir kişiliğe sahipti, dindardı. İyi bir Avukat olduğu kabul edilmektedir. Topbaş ile son yıllarda yakınlığımız oldu. Konya Lisesi mezunlarının Konya toplantısına katkıları oldu. Bunun kurumsallaşması için her türlü desteği verdi, birlikte çalışmalarımız oldu, ama olumlu bir sonuca gidilemedi. Zaman zaman sohbetlerimiz oldu. Beni Sarıoğlan’a götürüp oradaki tarihi kalıntıları gezdirecekti, kısmet değilmiş…

Başarılı bir Avukat olan Topbaş’ın ölümü, diğer bir hemşerisi sınıf arkadaşımızın ölümünü hatırlattı. Gene Bozkırlı Bozkır Ortaokulu mezunu Nazmi Gökçe. Nazmi Konya Lisesi’nden sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Güç okudu, ama başarılı bir Avukat oldu. Baba topraklarının bulunduğu Söke’ye yerleşti. 1993 yılında onu Söke’de ziyaret ettik, bizi bir gece ağırladı, sohbet ettik, eski günleri konuştuk. Yılbaşı tebrikime karşı eşi telefonda aradı ve Nazmi’yi kaybettiklerini söyledi. Her iki hukukçu ve Bozkırlı sınıf arkadaşıma rahmet aileleri ve sevenlerine baş sağlığı dilerim…

(06.03.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

4 KARAPINAR’LI ARAŞTIRMACI İBRAHİM GÜNDÜZ’ÜN (1943-1999) ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ

İbrahim Gündüz, İlkokul öğretmeni ve araştırmacı idi. Karapınar ilçesi, Karacadağ üzerinde Kayalı köyünde doğmuştu. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, ilkokulu köyünde okumuş, ve 1955-1956 ders yılında sınavı kazanarak, İvriz Öğretmen Okulu’na girmiş, oradan 1962 yılında mezun olmuştur. Meslek hayatının çoğu Karapınar’da geçmiş, son olarak 19 Mayıs İlkokulu Müdürü idi. İbrahim gündüz iyi bir araştırmacı idi. Görev yaptığı ve yaşadığı çevreyi her şeyi ile araştırmıştır. 590 sayfalık “Bütün Yönleri ile Karapınar” adlı kitabında, Karapınar’ın tarihi, halısı, bitki örtüsü, jeolojisi, çeşmeleri, ören yerleri incelenmiştir. Karapınar için en değerli kaynaktır. Yabancı bilim adamları yazdıkları kitap ve makalelerde bunları kaynak olarak göstermiştir. İbrahim Hoca’yı ben 1991 yılında tarihi su araştırmaları sırasında gidip Karapınar’da ziyaret ettim ve tanıdım, kitabını aldım. Orada Osmanlı Sultanı II. Selim’in Karapınar’a getirdiği su yolu hakkında bilgiler vardı. Bende haritasını ekleyerek ve kaynak göstererek kitabıma koydum ve DSİ seminerlerinde mühendis arkadaşlarıma tanıtılmasını sağladım. Daha sonra 1996 yılında Karacadağ üzerinde kendisi ile 2-3 defa birlikte gezilere katıldım. Karacadağ’ı tanıdım. Karacadağ üzerinde bulunan antik HYDE kenti, gerçekten muhteşem bir kent, daha önceki Türkçe yayınlarda hep Karapınar ‘da olduğu yazılı idi. Bu konudaki görüşlerimi 1996 yılında iki makalede açıkladım. Bir mühendis gözüyle Konya, Anadolu’da, Akdeniz’de yurt dışında Atina dahil pek çok antik kenti planlarını inceledim. Gerçekten Karacadağ üzerindeki Hyde antik kenti yaklaşık 10 km genişlik, 15 km uzunlukta 11 kalesi ile çok geniş bir alana yayılıyordu. İbrahim Gündüz bu kentin ismini yazmamakla kent hakkında pek çok yeri en ince detayları gözümüzün önüne koymuştu. Değerli araştırmacı İbrahim Gündüz’e rahmet diliyor, ailesi ve Karacadağ ve Havalisi Kültür ve Dayanışma Derneği’ne baş sağlığı diliyorum. Kültür kurumlarına ve araştırmacılara sesleniyorum, gelin Öğretmen ve Araştırmacı İbrahim Gündüz anısına bu muhteşem kenti ortaya çıkaralım.

(20.03. 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

5 İBRALALI MÜDERRİS MUSTAFA EFENDİ VE FEVZİYE MEDRESESİ Mehmet BİLDİRİCİ

İbralalı Müderris Mustafa efendi son dönem Konya Müderrislerinden olup Eski İstanbul caddesi üzerinde yerinde bugün İsmet Paşa ilköğretim Okulunun yerinde bulunan Fevziye Medresesinde görev yapmıştır. Aslen Karaman İbrala (Yeşildere Beldesi) köyündendir. Son yıllarını Konya'da geçirmiş ve Konya'da yaklaşık 1903 yıllarında ölmüştür. İbralalı Mustafa Efendi benim babaannemin, annesinin babasıdır. Soyundan geldiğim için konuya ilgi duymuş kendisi hakkında bulabildiğim bilgileri toplamıştım. Bu defa Dr. Ahmet Şeref Ceran'ın Sarıcalar köyü hakkında 1998 yılında yayınladığı kitabı elime geldi. Değerli yazar kitabında İbralalı Mustafa Efendi ve Fevziye Medresesi hakkında geniş bölüm ayırmış idi. Önce bu eserde verilen bilgilerin bir özeti sunulacak, arkasından bunlara benim topladıklarım eklenecektir. Bu şekilde geçen yüzyılda yaşamış bir din eğitimcisi ve yaşamından bir kesit verilecektir.

KONYA FEVZİYE MEDRESESİ Konya’da İstanbul caddesinde, Sırçalı Mescit mahallesinde (Eski İstanbul caddesi üzerinde, şimdi yerinde ilköğretim Okulu var. MB) 1877 yılında Konya eşrafından ve hayırseverlerinden Bezirci Hacı Veli Ağa tarafından yaptırılmıştır. (s.66) Hacı Veli Ağa, aynı yıl Konya-Hatunsaray yolu üzerinde Pamukçu Han'ını tamiri ile meşguldür. Konya müderrislerinden İbralalı Hacı! Mustafa Efendi, hava iyi olduğu için çevreyi dolaşmaya çıkmıştır. Yolu hanın tamiri ile uğraşan ustalara uğrar. Onlardan bu hanın kimin tamir ettirdiğini sorar. Onlarda: “Konyalı Orta Sinan mahallesinden Bezirci Hacı Veli Ağa, adlı hayırsever, yolcuların istirahatı için burayı tamir ettirdiğini” kendisine ifade ederler. Allah dostu, arif ve gönül sahibi bu kamil insan, onlara şu mesajı verir: “Hacı Veli Ağa’ya çok selam ve hürmetlerimi bildirin. Burada bir hayvan ahırını tamir ettirerek, onların huzurunu sağlamış, kendisinden Allah razı olsun. Bir de talebelere ve ilim aşıklarına dünya ve ahirette huzur getirecek bir medrese yaptırırsa çok daha iyi olur” der. Ustalar da bu dileği Hacı Veli Ağa’ya ulaştırırlar. (Kitapta kaynak kişi olarak,1987 yılında ölen Musa Büyükbezirci verilmektedir. Kendisi ile yaptığım bir sohbette aynı hikayeyi bana da anlatmıştı. M.Bildirici) Bunun üzerine Hacı Veli Ağa, Sırçalı Mescit mahallesinde bulunan arsasına 1877 yılında (1294) bir medrese yaptırır Bu medresenin müderrisliğine İbralalı Hacı Mustafa Efendi’yi getirir. Medresede 1884 yılı Konya salname kayıtlarına göre 60 talebe bulunmaktadır. Mustafa efendi talebelerine Kadı Beyzavi Tefsiri ve Şerhi Akaid dersleri okutmuştur.

HACI VELİ AĞA Hacı Veli Ağa Konya eşrafından hayırsever bir kişidir. Meslek olarak çarşı işinde manifaturacılık ve Araplar’da “Bezirhane” işletmiştir. Bezir yağı o zamanlar aydınlanmada kullanılırdı. Yaptığı hayır işleri 1868 yılında Kapı Camiinin tamirindeki katkıları, Konya Hatunsaray yolunda Pamukçu Han'ın tamiri, Değirmen Köyü köprüsü tamiri, Sızma köyünde harman yerinde iki lüleli çeşme ve Fevziye medresesi olarak özetlenebilir. Fevziye medresesinin yeri kendisine aittir. Buraya medrese yaptırmış, Medresenin ilk ve 1903 yılına kadar müderrisi İbralalı Mustafa Efendi’dir. Bu medrese yerine 1926 yılında İsmet Paşa ilkokulu yapılmıştır. Medresenin taşı ve kerestesi Araplar’a götürülüp yeğeni tarafından ev yapımında kullanılmıştır. 1882 yılında ölen Hacı Veli Ağa’nın torunları bugün SARICALAR köyü ve Konya’da yaşamaktadırlar.

6 MUSTAFA EFENDİNİN ÖĞRENCİLERİ Hacı İsa Efendi (1866-1946) Hacı Veli Ağa’nın oğludur. Manifaturacılık, ipekçilik, mandıracılık yaptı. İbralalı Mustafa Efendi’nin öğrencisidir. Belediye meclis üyeliği görevinde bulundu. Bahçeler önce kırk kovalı at dolabı ile sulanıyordu. 1910 yılında Konya’da ilk zincirli tulumbayı kurdurdu. 1926 yılında da Almanlara su motoru kurdurdu. (s.186) Diğer öğrencileri aynı Hacı Veli sülalesinden, Mehmet efendi (1862-1832) ve Hacı Ali Efendi (1866-1951), ve Hacı Veli Küçükbezirci'dir (Büyük Veli) (1881-1952).

İBRALALI MUSTAFA EFENDİ VE AİLESİ HAKKINDA DERLEDİĞİM BİLGİLER: İlk tahsili, ve nereden müderrislik unvanı aldığı, ve hacı olup olmadığı konusunda bilgi bulunmamaktadır. Kızı Rahime’nin annesinin Fatma olduğu, daha sonra Devecilerin kızı Sıdıka ile evlendiği bilinmektedir. Yaradılış itibariyle çok titiz ve aşırı mutaassıp olduğu belirtilmektedir. Oğlu Ali İstanbul’a tahsil için gitmiş, genç yaşta vereme yakalanarak ölmüştür. Tek kızı Rahime’nin eşi, damadı Mustafa Efendi’nin halim selim bir kişi olduğu, aslen Karabağlı olduğu ve Afyon Bolvadin ilçesindeki Karabağ köyünden Cihanbeyli Karabağ köyüne gelip yerleştiği, Konya Sanat mektebinde din dersleri hocası olduğu bilinmektedir. Yaklaşık 1903 yıllarında ölmüş ve Şems mezarlığına gömüldüğü bilinmektedir. Mezarlığın park haline dönüşmesi üzerine mezarı ve mezar taşı kaybolmuştur. Dört kız torunundan ikisi evlenmiş, ikisi mazur olduğu için evlilik yapmamıştır. Torunlarının evliliğini görememişse de ilginçtir. Her iki torunun kayınpederi Konya’nın ünlü müderris ve müsevitlerindendir. İlk torunu Fatma, benim babaannemdir. Müderris Haşim Efendinin oğlu Mehmet Bildirici (1879-1948) ile evlidir. Genç yaşta tutulduğu verem hastalığından tek çocuk bırakarak ölmüştür. Babam Mustafa Nazım (1908-1970). O yıllarda verem çok tehlikeli ve ilaçları tam bulunmamış bir hastalık idi. Hastanın iyi bakılıp bakılmadığı konusunda ölen Fatma'nın eşi Mehmet Bildirici, ile annesi Rahime Hanım arasında soğukluğa sebep olmuştur. İkinci torun İsmet, Müsevit Kürt Halil Efendi’nin (Harputlu!) oğlu Emin Efendi’nin (ölümü 1938) son eşidir. Emin Efendiden iki oğlu ve bir kızı olmuştur. Emin Efendi’nin önceki evliliklerinden de çocukları bulunmaktadır. Üçüncü torun Sare Hocanım (1904-1941) Konya’nın ilk öğretmenlerindendir. 2. kuşak torunlardan Mustafa Özden (1926-1974), Konya Lisesi, ve İstanbul Fen Fakültesi mezunudur. Karaoğlan olarak bilinir. Konya Lisesi ve Eğitim Enstitüsü’nde matematik öğretmenidir. HASAN KÜÇÜKALPELLİ 2. kuşak torunlardan Leman Hanım, Karaman İbrala (Yeşildere) köyünden ve soyu çok eskilere giden bir ailenin oğlu ile evlenmiştir: Hasan Küçükalpelli Hasan Küçükalpelli (1916-1999) Karaman'da doğmuş. Konya Lisesi mezunudur. Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Diyadin (Ağrı), Gündoğmuş (Antalya) ve Çumra ilçelerinde hakimlik yapmış, sonra Karaman'a yerleşip Avukatlık, Noterlik yapmıştır. 1950’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisinde politika ile uğraşmış ve partiden milletvekili adayı olmuştur. Zaman zaman görüştüğümüz Küçükalpelli 8.Mart 1970 günü İbrala'yı görmeye gittiğimizde bizimle ilgilenmiş,eskiden İbralalı hocanın evi olan Sızı Tekkesi olarak ziyaret edilen evi gezdirmiştir. Sızı Tekkesinin sahibinin eşi Rahime'nin İbralalı hocanın köyde kalan kardeşinin soyundan geldiğini ve adaşı olan hocanın kızı Rahime Hanım ve kardeşinin köye gelişlerini hatırlamıştır. Hasan Küçükalpelli soyadının da dayısı 1930’lu yılların Muş milletvekili Hasan Reşit Tankut tarafından seçildiğini ve o günlerin görüşü ile Amazon nehrinin isminin Türkçe olduğu tezi gibi bir elimiz de Alp dağlarında gibi anlam taşıdığını belirtmiş idi. Konya'da 1999 yılında vefat etti.

7

İBRALA Bugün ismi Yeşildere olan İbrala, Karaman'ın doğusunda yeşil bir vadi içindedir. Karaman- Ereğli yolundan gidilebilir. Çok eski bir yerleşim yeridir. Tarihi konusunda henüz kapsamlı araştırma bulunmamaktadır. Benim yörede yaptığım araştırmalara göre Karaman Ayrancı ilçesi eski ismi Divaz olan Pınarkaya'da bulunan Roma kenti ile ilgisinin olduğu kanısındayım. Tarafımdan yapılan başvuru ile adı geçen, ve Kastabala olduğunu sandığım Roma dönemi harabeleri Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Müdürlüğü Koruma Kurulu’nca koruma altına alınmıştır. Divaz, Kastabala ve İbrala isimleri arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır. İbrala köyü içinde ortaçağda yöredeki mimarlık anlayışının uygulandığı Kilise cami bulunmaktadır. Yapı 1649 yılında camiye çevrilmiştir. Bu yıllar bana göre yöremizde İslam dininin tam üstünlük sağladığı ve Hıristiyanlığın azınlığa düştüğü yıllardır. Mimari değeri çok üstün Kilise Camii’nden başka, ne zaman yapıldığı bilinmeyen bir hamam, gene eski dönemlerden kalma onarılıp camiye çevrilmiş bir yapı bulunmaktadır. Çevrenin tarihi ve eskiliğine ışık tutacak bir yapı grubu da Manazan mağaralarıdır. İbrala ile Taşkale arasında kat kat oyulmuş ve Bizans döneminde kullanılmıştır. Kasabanın girişinde Selçuklu döneminde yapıldığı belirtilen Akköprü bulunmaktadır. İbrala'da sınanmış bir yer olarak bilinen Sızı tekkesi bulunmaktadır. Bu Sızı tekkesine bugün de okunup şifa bulmak için gelen insanlar bulunmaktadır. İbralalı Mustafa Efendi’nin köydeki evinin bu sızı tekkesi olduğu ve kardeş torunları tarafından korunduğu bilinmektedir. İbrala'da yapılan bu ön çalışmalar, çeşitli kültür ve inançların harmanlandığı gerçeği net olarak görülmektedir. Bu ise Türkiye'nin bir kültür zenginliğidir.

(02.04.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

8 LÜTFÜ TONGUR’UN (1918-1998) ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ

Lütfü Tongur, küçüklüğü ve gençliği Konya’da geçmiş ve Konya Lisesi’nin iyi çalışkan öğrencilerinden olan bir büyüğümüz idi. 1998 Şubat ayında Yalova’da vefat etti. Kendisi KIRKAMBAR okuyucusu idi. Konya Lisesi hakkındaki yazılarım üzerine bana mektup yazdı, bu vesile ile tanıştık. Konya Lisesi’nde okuduğu dönemlere ait fotoğraflar gönderdi, onları arşivimde saklıyorum. Lütfü Tongur’un babası İbrahim Nuri Tongur, Konya’nın ilk fotoğrafçılarından, 1923 yılında Konya’ya tayin oluyor. 1928 yılında Mevlana Dergahı’nın Müze oluşunda eşyalarının sayımında bulunmuş, Müze fotoğrafçısı olarak 1946 yılına kadar çalışmıştır. 1923 yılında Alaaddin tepesinin hemen altında şimdi meydan olan yerde oturduğu evin hemen yanında eşi Fatma Zehra adına AİLE fotoğrafhanesini açmıştır. İbrahim Nuri Tongur’un Konya’yı tanıtan pek çok eski fotoğrafta imzası bulunmaktadır. Lütfü Tongur 1918 Simav doğumlu, beş yaşından itibaren Konya’da yaşamış, Rehber-i Hürriyet ilkokulunda okumuştur. Lütfü Tongur Konya Lisesi’nin iyi ve çalışkan bir öğrencisiydi, mezun olunca Avrupa sınavlarını birincilikle kazanmış, dil öğrenmek için Filoloji’ye kaydolmuş, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın patlaması ile yollar kapanmıştır. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne kaydolup 1945 yılında Askeri Veteriner olarak mezun olmuştur. 1955 yılında Önyüzbaşı iken kendi isteği ile Ordu’dan ayrılmıştır. Bir ara ticari hayatı denemiş, Ankara Belediyesi’nde veteriner olarak görev yapmıştır. 1974 yılında emekli olmuş, Ankara Emek mahallesi muhtarlığı görevinde bulunduktan sonra Yalova’ya yerleşmiştir. Kendisi ile çeşitli mektuplaşmalımız oldu. Ben kendisini 1996 Aralık ayında Yalova’da evinde ziyaret ettim. Astım hastası idi. Çok kilo vermişti, ancak çok okuyor, yazıyor ve her şeyi çok güzel hatırlıyordu. Gençliğindeki Konya’yı, Konya Lisesi’ndeki arkadaşları ve hocaları hakkında uzun bilgiler verdi, onların fotoğraflarını verdi. Alaaddin eteğindeki şimdi meydan olan bir evde oturduklarını, oturdukları evin Konya’nın kuyumcularından ASADOR’un evi olduğunu, ağabeyi Osman Nuri Tongur’un Konya Sultanisi öğrencisi olduğunu söylemiştir. Konya Sultanisi Lise olunca, bir kısım öğrenci boykot ve şapka çıkarma eylemi yapmıştır. Bunun üzerine ağabeyinin Konya Öğretmen Okulu’na gittiğini, ablası Makbule Nuri’nin ise Darülmuallimat (Kız Öğretmen Okulu) öğrencisi olduğunu belirtmiştir. Döneminde sık sık söyledikleri İzci ve 19 Mayıs marşlarını kendi sesi ile söyleyerek kasetlerini göndermiştir. Anılarından çok ilginç bulduğum ikisini buraya alıyorum. “1935-1936 ders yılında okula ilk defa kız öğrenciler alındı ve Konya Erkek Lisesi karma Lise oldu. İlk kez onuncu sınıfa (Lise ikinci sınıf) 5 kız öğrenci alındı. Tomris Melike ve Fahrünnisa, A şubesine, Kübra ve Şadiye’de B şubesine, bizim sınıfa geldiler. 1937-1938 ders yılında ilk sınıfa 11 kız daha alındı. Bunlar arasında Müdür Süleyman Acar’ın kızı Mualla, ve Fehime (Biyoloji öğretmenimiz) bulunuyordu. Lise Karma olunca , Müdür okulun giriş kapılarını ayırdı. Kapıcı Hasan Ağa’nın görkemli Kulübesi Atatürk Heykeli tarafından şimdiki yerine alındı. Bu kapı erkek öğrencilere, diğer kapı bayan öğretmenlere ve kız öğrencilere ayrıldı. Yeni yılını kutlamak için telefonda aradığımda 1996 Şubat ayında vefat ettiğini öğrendim. Nur içinde yat diyorum.

(10.04.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

9 DEĞİŞİK BİR PENCEREDEN KENDİ KAYNAKLARINA GÖRE KONYA VE ÇEVRESİNDE ERMENİLER Mehmet BİLDİRİCİ 1962 yılında Paris’te Athis basımevi tarafından “Les Armeniens – Ermeniler” adlı Fransızca bir kitap yayınlandığını arkadaşım Sarkis Seropyan’dan öğrenmiş bulunuyorum. Kitabın yazarları Raymond Kevorkian ve Paul Paboudjian. Kitabın 173. ve 174. sayfaları Konya Vilayeti ve sancaklarına ayrılmış. Birinci Dünya Savaşı öncesi Vilayetin 4 sancağı var. 1. Konya- 2. Niğde- 3. Burdur-Isparta- 4. Teke (Antalya). Kitaba yüzyılın başında Alaaddin’den çekilmiş Konya’nın bir fotoğrafı eklenmiş. Üzerinde “Souvenir Konia” okunuyor. Bu yazı AGOS Gazetesi tarafından aynen Türkçe’ye çevrilmiştir. KONYA VİLAYETİ; İzmir vilayetine göre Konya’daki Ermeni nüfusu azdır. 1914 yılı Patrikhane kayıtlarına göre tüm vilayet içinde 4.025 aile 20.78 nüfus vardır. Konya Vilayeti sancak ve kazalarında 12 Ermeni kolonisine ait 14 kilise, 26 kolej ve okul mevcut olup 4585 öğrenci bulunuyordu. Burada yaşayanların kendi kültürlerine bağlılığı görülüyordu. Dini bakımdan İzmir’deki Başpiskopos’a bağlı idi. KONYA SANCAĞI; Buradaki Ermeni sayısı 4440 kişi idi. Eski Iconium Alaaddin tepesi çevresinde kurulmuştur. Burada Sainte Mere de Dieu (Meryem Ana) ve Sainte Jacques’ın (Aziz Agop) manevi makamları vardı. Konya’da 4 Ermeni Okulu vardı. Bunların en ünlüsü SAHAKYAN koleji idi. Bu okullarda pamuk, yün, keçi kılı ile yapılan örgü ve dokuma işleri öğretiliyordu. Akşehir kazasında 4950 Ermeni yaşıyordu. Diğer bölgelere göre buradaki Ermeni kolonisi daha gelişmiş idi. İki kilise vardı. Saint Pierre-Paul ve Sainte Trinite (Kutsal Üçlü). Bu ikincisi 1859 yılında yapılmıştı. Akşehir’deki 4 eğitim kurumundan en ünlüsü Saint Etienne tüm Konya vilayeti içinde eğitim kalitesi en yüksek olan idi. Akşehir’deki Ermeniler deri, kürkçülük, testicilik, konularında yörenin en ünlü ustaları idi. Karaman’da 1245 Ermeni yaşıyordu. Bunlar Kayseri kökenli idi. Bir kilise ve 2 okul vardı. İşleri, ticaret, yüncülük, Kıbrıs şarabı imalatçılığı idi. Ereğli’de 1015 Ermeni yaşıyordu. Burada Notre-Dame (Meryem Ana) adlı bir kilise ve iki okul bulunuyordu. Ayrıca Seydişehir’de 175, Ilgın’da 142 kişi yaşıyordu. Kitaptaki kısa bilgiler bu kadar. Cumhuriyetin 75. yılı dolayısıyla İstanbul’da azınlıkların da kültür faaliyeti ve sergileri oldu. Ermenilerin sergi tanıtım kitabında 28.10.1927 tarihli nüfus sayımında Konya vilayetinde 960 Ermeni’nin yaşadığı ifade edilmektedir. Sergide Ermeni yurttaşların Türk kültürüne, tiyatrosuna, müziğine katkıları anlatılmaktadır. Edebiyat bölümünde Konya’da Panos Özararat’ın halk edebiyatı tarzında şiirleri olduğu, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün takdirine mahzar olduğu vurgulanmaktadır. Bu bilgilerden sonra Akşehir’de yaşamış olan Ermeniler hakkında hiçbir Türkçe kaynakta bilgi bulunmadığını fark ettim. Oradaki kilisenin Ermeni kilisesi olduğunu öğrendim. Akşehir’deki en büyük yapılardan olan bu kilise Nasreddin Hoca Festivalleri’nde kültüre hizmet etmeye devam etmektedir. Diğer bir kilisenin de Bermende (Savaş) köyünde olduğunu sanıyorum. Çok ilginç olan Bermende zeybeği de şöyledir. Bir incecik yol gider Gürnes’e / Ilgıt ılgıt kanım damlar mor fese Onikidir Bermende’nin değirmeni / Değirmenci Urum değil Ermeni Ya kendisi ya kellesi gelmeli / Ay karanlık şavkta vurdular beni Ereğli’de ise İstasyon yanında üç katlı büyük bina Manifaturacı Bedros Inkababyan’ın imiş. Projesini Avrupa’dan gelen mimar çizmiş, büyük bir konakmış. Bedros’un oğlu Yetvart ve kızı Madlen halen Amerika’da imiş. Eve Ereğli ağalarından Cemil (Gökbudak ?) sahiplenmiş. Aynı kişi Ereğli kilisesini de satın alıp yıktırmış. (Ereğli’de yaşamış Yazar Sarkis Çerkezyan’ın anlattıkları). Cumhuriyet döneminde 30-40 hane Ermeni aile yaşamış. (24.04.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

10 KONYA’DA HİZMETLERİ BULUNAN DEĞERLİ İKİ TEKNİK ADAM HARUN BAYER – SADRETTİN KÜRKLÜ Mehmet BİLDİRİCİ

Gazete haberlerinde yakından tanıdığım Konyalı olmayan ancak Konya’da hizmetleri ve eserleri bulunan iki kişinin ölüm haberini okudum. Bu yazımda da onlardan bahsedeceğim. HARUN BAYER Ölüm ilanına göre İstanbul Göztepe’de Camii olan Tütücü Mehmet Efendi torunlarından, Dolmabahçe Sarayı Mabeyin Müdürü Ahmet Recai Bayer ile Melek Hiç Hanımefendi’nin oğludur. 1960’lı yıllarda Karayolları Bölge Müdürü Muhlis Bingöl idi. Harun Bayer İnşaat Mühendisi ve Müdür Yardımcısı idi. Çok uzun boylu ona göre de kilolu idi. Çok az konuşur çok kibar bir İstanbul beyefendisi idi. İş konusunda karar vermede çok tereddüt ederdi. 1966 yılında ortağım Fehmi Fitos ile Afyon Karacaören köyünde bir köprü inşaatının yapımını üstlenmiştik. Sık görüşüyorduk. Aynı yıllarda Kadınhanlı İnş.Y. Müh Mustafa Uğur ve Afyon’da ak saçlı ve çok ilginç bir kişi olan İnş. Müh Kirami Gürel’de Karayolları 3. Bölge Müdürlüğü’nde çalışıyordu. Annesi Melek Hiç Hanımefendi’nin çok değerli bir Şaire olduğunu o zaman Karayolları Kütüphanesi’nde çalışan Araştırmacı-Yazar Selçuk Es’den duyardım. Selçuk Es ara ara onun şiirlerini yayınlardı. Daha sonra İstanbul XVII. Bölge Müdürlüğü’ne müşavir-mühendis olarak atanan ve oradan emekli olan Harun Bayer’in 22.05.1997 tarihinde İstanbul’da vefat ettiği ve TÜTÜNCÜ Mehmet Efendi Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra toprağa verildiğini öğreniyorum.

SADRETTİN KÜRKLÜ Sadrettin Kürklü, Yüksek Mimar ve Malatyalı. Konya’da pek çok binanın müteahhidi. Ben kendisini 1963-1965 yılları arasında Konya 3. Hava Üs Komutanlığı’nda Yedek Subaylık görevimi yaparken tanıdım. 3. Hava Üssü’nün en büyük binalarından biri olan Oto Hangarı’nın müteahhidi, ben de onun kontrol mühendisi idim. İkinci olarak Meram yolunda o zaman Selçuk Eğitim Enstitüsü’nün ana binasının batısında o zaman yatakhane olarak düşünülen iki bloğun yapımını üstlenmişti. Şantiye Şefi kendisi idi. Ben de iki yıl kadar bu inşaatın kesin hesaplarını çıkarıyordum. Hürriyet gazetesinde ölüm ilanını okuyana kadar izini kaybetmiş idim. Ankara’nın ünlü sanayicilerinden Sadrettin Kürklü’nün 05.02.1999 tarihinde vefat ettiği belirtiliyordu. Ölüm ilanından babasının Elazığ eski Savcılarından Fahrettin Kürklü, kayınpederinin de eski Malatya milletvekillerinden Osman Taner olduğunu öğreniyoruz. Sadrettin Bey iyi insan, dürüst müteahhit idi. Konya’da hizmetleri vardı. Bana söylediği bir cümleyi hiç unutmadım. “Bir resmi daireye dilekçe vermeye gittiğimde gözümün uzandığı yere kadar, benimle ilgili veya ilgisiz evrakları okurum. Bunun faydasını da gördüm” demişti..!!

(15.05.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

11 KONYA LİSESİ MEZUNLARI KORUKENT TOPLANTISI (1999) Mehmet BİLDİRİCİ

Mimar, başarılı, uluslararası iş adamı Hüseyin Yaşat Manav'ın geleneksel hale gelen "Konya Lisesi" mezunlarının toplantısı sınıf arkadaşlarının katılımı ile 12 Haziran 1999 Pazar günü "Korukent" tesislerinde yapıldı. 43 yıl önce Konya Lisesi'nden mezun olan bugünün önemli yerlere gelmiş başarılı bürokratları, işadamları ve emeklileri, hocaları ile birlikte olup hasret giderdiler. Değerli hocamız, o yılların Konya Lisesi Müdürü ve Felsefe öğretmeni-yazar Selman Erdem ve eşi Matematik öğretmeni Nezahat Erdem ile birlikte idik. Fransızca öğretmenimiz Muazzez Kargalık, eşi Müdür Yardımcısı Turgut Kargalık geçici rahatsızlığından gelememiş kendisi tek başına aramızda idi. Üçüncü öğretmen ailemiz Resim öğretmeni Nurhayat Evci ve değerli eşleri eski Konya Defterdarı, Konya Lisesi 1936 yılı mezunu Rıza Evci bizlerle idi. Toplantının çekirdeğini, 1956 yılı Konya Lisesi mezunları, Dr. Halil Kazım Gedik, Yılmaz Dağdeviren, Taner Baykara, Oktay Özkaynak, Erol Dündar (Mak.Y.Müh), Ziya Güngör, Salihli'de Dr. Osman Koçak, Toygar Tahralı, Riza Durakbaşı, Ertan Poyra eşi Meral Poyra, Nihal Doğan, Nuray Akın, Ankara'dan Yavuz Canevi, Hasan Ali Acar, Prof Dr. Sezer Kendi, Yücel Edil, Konya'dan bu toplantı için gelen Nevzat Kasaboğlu ve eşi ve tabii Hüseyin Yaşat Manav ve ailesi oluşturuyordu. Bir üst dönemden eski Bilecik valisi Güner Orbay, ve eşi Havva Hanım, Vedat Vefa ve eşi aramızda idi. Benimde arasında bulunduğu 1957 yılı mezunları ise, Av. Birsen Acarer, emekli öğretmen Havva Ersoy, eşim Düzay Bildirici, ben Mehmet Bildirici, Osman Bıyıkoğlu ve eşi vardı. Toplantının ilk bölümü, Yaşat Manav'ın konuğu olarak öğle yemeklerinin yenmesinden sonra, geleneksel hale gelen yıllık fotoğrafların alınmasının ardından tamamlandı. İkinci bölüm özel tutulmuş bir vapur ile Boğaz gezisi idi. Adım adım boğazın güzellikleri seyrede seyrede Anadolu Kavağı'na gidiş ve orada akşam yemeği…şarkı ve dans ve oyun havaları ile Kabataş'a dönüş. Toplantı sırasında en mutlu olan da Yaşat Manav idi, mutlu anları hep fotoğraf çekti, videoya kaydetti…

( 10.07. 1999- YENİ MERAM, KIRKAMBAR)

12 İSTANBUL'DAKİ KONYALILAR HAKKINDA ÇEŞİTLEME Mehmet BİLDİRİCİ

Değerli arkadaşım Mehmet Gündoğdu'nun "KIRKAMBAR"ı çok geniş, duvarları çatısı nasıldır bilinmez ama, Konya kültürü ilgili her şey içinde var. Konyalılar hakkında İstanbul'dan derlediğim bu çeşitlemeler Kırkambar'ın içinde olsun istedim. Bunların bir kısmı tatlı bir kısmı acı. Acı ile tatlı hep iç içedir diyor ünlü Fransız düşünür Montaigne. Hayatta böyle değil mi? "İstanbul Teknik Üniversitesi'nin 226. yılı-1999" adlı bir kitap var elimde. Bu kurum 226 yıl önce 1773 yılında "Mühendishane-i Bahri Hümayun" olarak kurulmuş, 1883 yılında "Hendese-i Mülkiye", 1909 yılında "Mühendis Mekteb-i Alisi" ve 1944 yılında "İstanbul Teknik Üniversitesi" olmuş. Her kuruluş yıldönümünde meslekte 40. ve 50. Yılını dolduranlar anılıyor. Bu kitabın başına meslekte 60. yıl ve ötesi isimli bir bölüm konulmuş. İlginçtir, en eski mezun 1900 doğumlu ve 1922 yılı mezunu, Sadeddin Karamehmet, Osmanlı mühendisi, diploması bile eski harflerle. Listede meslekte 60 yılını dolduran üç kişi var. Gene işin çok ilginç yanı, üçünün de Konyalı olmasıdır. Konya-Taşkent 1914 doğumlu, Hasan MEHDİ AYDINER, halen kurucusu bulunduğu banyo küveti imalatı yapan İstanbul'daki fabrikasında mesleki faaliyetini devam ettirmektedir. 1915 Konya-Taşkent doğumlu, Konya Lisesi mezunu olan Fakih Özlen, aynı zamanda politikacıdır. Cumhuriyet Halk Partisi'nden milletvekili ve Senatör olmuştur. Serbest de çalışan Özlen Ankara'da oturmaktadır. 1915 Konya doğumlu Rüştü Özal, Konya Lisesi mezunu olup, Konya Belediye Başkanlığı, milletvekilliği ve Bakanlık yapmıştır. İstanbul'da yaşamını sürdürmektedir. Bu kitapta olması gerekirken diyalog kopukluğundan yer almayan, Konya'daki en eski mühendis ağabeyimizden de bahsedeceğiz. Edip Seviş, İstanbullu olup Konya'da yaşamını sürdürmekte ve İTÜ 1936 yılı mezunlarındandır. Edip Seviş aynı zamanda çok değerli bir müzik adamı ve rebab virtüözüdür. Cumhuriyetimizin 75. Kuruluş Yılı, coşkulu törenlerle kutlandı. Bu arada ilginç bir yazı dikkatimi çekti. Cumhuriyet ile aynı gün (29. Ekim 1923) doğmuş Eczacı Adil Karaağaç'tan söz edildi. Karaağaç da Konya Lisesi mezunu olup İstanbul'da yaşayan değerli bir işadamıdır. Tabii ki bu arada ölümler de hayatın bir gerçeği. Konya'da tanınmış öğretmen-gazeteci Namık Ayas'ın 70 yaşındaki oğlu Dr. İlhan Ayas (1929-1999) hayata veda etti. Zincirlikuyu mezarlığında yapılan cenaze merasimine bende katıldım, akrabaları ve Konya'dan arkadaşları vardı. 42 yıl İstanbul Bayrampaşa'da doktorluk yapan İlhan Ayas orada oturan göçmenlerin aksanı ile konuşurmuş ve onların dillerini de öğrenmiş, çok seviliyormuş. Babası Namık Ayas hayatta, İstanbul'da yaşamını sürdürüyor. 3 Aralık 1997 tarihinde de Karamanlı Lise ve İstanbul Teknik Üniversitesi'nden sınıf arkadaşım Gemi Makine Mühendisi Adnan Dölek (1940-1997) İzmir yolunda bir trafik kazası geçirdi ve vefat etti. Çok mütevazı olduğundan neler yaptığı tam bilinmeyen arkadaşımızın gemi mühendisliğinde uzman olduğu ve Karaman'da ki Bumas Bulgur fabrikalarının projelerini yaptığı ve değerli bir mühendis olduğu biliniyor… Değerli Biyoloji öğretmenimiz Fehime Birekul'un kardeşi Sami Birekul'un eşi bir kalp sektesi sonucu vefat etti. Kendisi Konya Lisesi İngilizce öğretmeni Perihan Kabakçı'nın kardeşi imiş. Onurlandırılan hemşerilerimizle gurur duyuyor, ölenlerine rahmet diliyorum.

(17.07.1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

13 FATİH SULTAN MEHMET DÖNEMİNDE KARAMAN'DAN GÖÇLER Mehmet BİLDİRİCİ O dönemde Karaman, Konya ve çevresinin adıdır. Bir bölgeyi ifade etmektedir. Bugün ki Karaman kentinin eski ismi ise Larende'dir. Konya'nın Osmanlı topraklarına katılması ile bir kısım insanlar devlet eliyle İstanbul'a taşınmıştır. Bu yazıda bunlar incelenecektir. Haftalık Agos gazetesinde "Fetih'ten Sonra İstanbul'a Ermeni Göçü" adlı yazıda Konya bölgesini ile ilgili bilgiler vardır. Ermeni cemaatinin Bizans döneminde Galata'da bulunduğu ancak bir cemaat oluşturacak sayıda olmadığı belirtildikten sonra şunlar yer almaktadır. "İstanbul'un alınmasından sonra Ermeniler doğal olarak, eski Osmanlı başkentleri Bursa ve Edirne'den geldiler. Ayrıca Bursa ve Edirne dışından da Anadolu'dan Ermenilerin getirildiği biliniyor. Hem Türkçe kaynaklarda, hem de Ermeni tarihçilerde Fatih'in Karaman'ı zaptettikten sonra, 1468 yıllarında buradan zanaatkarları toplayıp İstanbul'a getirdiğine dair kayıtlar vardır. Bu konuda Peder Kapriel Aivazovsky, Karaman Beyi İbrahim'in ölümünden sonra, onun yerine kimin alacağı anlaşmazlığını çözmek bahanesi ile Fatih Sultan Mehmet'in Karaman'a girip İgonion'u (Konya) zapdettiğini ve Veziri Mahmut Paşayı 1466 yılında Larende'deki (Bugünkü Karaman kenti) tüm zanaatkarları İstanbul'a yerleştirme emri verdiğini anlatır. Kemahlı Krikor Taranağtzi, "Osmanlı Tarihi" yazarı Hammer Karaman'dan İstanbul'a göç ettirildiğini söylerken "Osmanlı Tarihi" adlı eserinde İsmail Hakkı Uzunçarşılı'da aynı düşünceyi teyit eder. Daha sonra da 1470 yılında, Aksaray'dan da Ermeni göçmenler İstanbul'a getirilir ve yaşadıkları semte Aksaray denir. Ankaralı Abraham bilinen "Ağıt" adlı eserinde bir takım isimler de vererek 28 Ekim 1453 de bir grup Ermeni'nin İstanbul'dan getirildiğine tanıklık eder" denilmektedir. Değişik kaynaklardan gelen bu bilgiler verildikten sonra bazı noktalara işaret edeceğim. İstanbul'a göçen Ermenilerin önce Samatya semtine yerleştiği ve daha sonra diğer yerlere gittikleri bilinmektedir. Konya ismi mahalli şivede Gonya olarak söylenir, Ermenice kaynaklarda İgonya olarak geçmesi ilgi çekicidir. Şimdiye kadar İstanbul Aksaray semtine ilk göç edenlerin Aksaray'dan zanaatkarlar olduğunu sözlü olarak bilirdim, burada ilk defa yazılı bir bilgi ile karşılıyorum. Ama yeterli değildir konu daha da detaylı incelenmelidir. Karaman ilinden bu dönemde göç eden diğer bir grupta Türkçe konuşan "Karamanlılar" olarak bilinen Hıristiyan halktır. Bunlar da aynı dönemde Karaman ilinden getirilip İstanbul- Yedikule'ye yerleştirilmiştir. Eren Yayınevinin 1998 yılında " İstanbul Tarihi" adlı Eremya Çelebi Kömürcüyan'ın yeni notlarla Kevok Pamukciyan tarafından hazırlanmış yayınında ilginç bilgiler bulunmaktadır. Karaman'lıların önce Yedikule civarında sakin ayrı bir cemaat teşkil ettikleri, eski Rum kiliselerinden olup Samatya'dan Narlıkapı'ya doğru caddenin sol kenarında bulunan "Aya Konstantin" kilisesinin tarihinden anlaşılmaktadır. Bugün mevcut olan kilise o zamanlar "Karamanlılar" kilisesi, mahallede Karamanlılar mahallesi olarak bilinirdi. Bu halk bilahare Fener'e, Kumkapı'ya daha sonra da şehrin muhtelif mahallelerine dağılıp Rumlar içinde asimile olup ayrı cemaat olmaktan çıkmıştır. Aynı eserin 70. sayfasında da N.de Nicolay aşağıdaki bilgileri vermektedir. Şehrin içinde Yedikule yakınında, bulunan bir mahallede Karamanlılar (eski Kilikya'lılar ?) oturur. Bunlar diğer yabancı milletler gibi vergi ile mükelleftirler ve ticaret ve zanaat işleri ile meşgul olurlar. Kuyumculuk ve işlemelerde çok mahir adamlardır. Dükkanları Bedesten'in yanındadır. Karamanlı kadınlar, bilhassa kibar aile mensupları, diğer Rum kadınları gibi hamama ve kiliseye gitmek müstesna evlerine kapanarak vakitlerini nakış işlemekle geçirirler. Bu işlemeler, Bedesten ve diğer pazarlarda satışa sunulur. Aşağı seviyede olan kadınlar ise, geçimlerini temin etmek üzere sokakta yumurta, piliç, peynir ve sebze satarlar. Yöremizi ilgilendiren önemli konular. Bosna'dan, Selanik'ten, Bulgaristan'dan Anadolu'ya göç etmiş kimseler devamlı anlatır, dedelerimiz vaktiyle Karaman'dan göçmüş diye, anlaşılan gerçekleri belirleyene kadar konu ile ilgili araştırmaya devam edeceğiz. (YENİ MERAM- KIRKAMBAR- 24 TEMMUZ 1999)

14 KONYA’DA ELEKTRİK VE TESİSLERİNİN TARİHÇESİ Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün Türkiye’de elektrik enerjisi interkonnekte bir sistem ile her tarafa ulaşmaktadır. Diğer bir deyişle Atatürk Barajı’nda üretilen enerjiden tüm ülke yararlanabilmektedir. Bu ilk zamanlarda şüphesiz böyle değildi. Hangi aşamalardan geçerek bugünlere geldik, bunları özetlemeye çalışacağım. Bu konuda Konya’da çok hizmetleri geçmiş bir büyüğümüz var. Konya eski Elektrik, Su Otobüs İşletme (ESO) müdürü Sırrı SANDIKÇI, onu Kasım 1998 tarihinde sahibi ve yöneticisi olduğu şirkette ziyaret ettim. Onunla uzun uzun sohbet ettim. Ondan edindiğim bilgileri ve eski notlarımı birleştirerek bu yazıya döktüm. Türkiye’de ilk Hidroelektrik Santralı 1902 yılında Tarsus’ta kurulmuştur. Konya’da ise ilk elektrik Osmanlı döneminde imtiyaz verilen “Konya Osmanlı Elektrik Anonim Şirketi” tarafından 1918 yılında Alaaddin Tepesinin eteğinde (Bugünkü Orduevinin önü) kulmuş ve çevreye aydınlık saçmıştır. Odunla çalışan jeneratör sadece Alaaddin çevresine belirli saatler ışık verebilmiştir. Elektrik Fabrikası Gayrimüslim bir aile tarafından işletilmiştir. Bu tesisin faaliyeti genişletilerek 1929 yılında Dere Santralının devreye girmesine kadar devam etmiştir. Daha köklü bir çözüm için Dere’de Meram Çayı üzerine bir Hidroelektrik Santralı kurularak elektrik üretilmesi yoluna gidilmiştir. Bunun için 1926 yılında Konya Belediyesi’nin öncülüğünde “Konya Elektrik Anonim Şirketi” kurulmuştur. Şirketin ortakları ve sermayesi şöyledir. Konya Belediyesi 150.000 TL Konya Özel İdaresi 183.000 TL Halk katılımı 42.000 TL Macar GANZ firması 125.000 TL olmak üzere toplam 500.000 TL dir. Ortaklardan Macar Ganz firması, Hidroelektrik Santralın yapımını ve işletilmesini üstlenmiştir. Dere’de yapılan işlerin dökümü şöyledir. Meram Çayı üzerinde Dereköy’ün yaklaşık 5 km batısında bugünde mevcut olan bir su alma regülatörü yapılmış, buradan alınan 0,8 m³/sn miktarındaki su, 2700 m kanallarla su toplama havuzuna getirilmiş, buradan cebri boru ile (çapı 80 cm) 70 m daha aşağıdaki jeneratörleri çalıştırmış, su tekrar Meram Çayı’na verilmiştir. 2700 m beton kanal yer yer tünellerden ve su köprüsü (akedük) üzerinden geçirilmiştir. O zaman burada yol olmadığından gerekli kum eşek sırtında taşınmıştır. Elektrik Santralının kapasitesi 2 x 277 Kw = 554 Kw olup bu enerji 15 Kw lik bir hat ile şehre verilmiştir. Tesis 1929 yılında faaliyete geçmiş, sözleşme gereği 10 yıl Macar GANZ firması tarafından işletilmiştir. Elektrik Santralı dahilinde mühendis ve teknisyenler için evler yapılmıştır. 1968 yılında benim bu tesislerin onarımı için çalıştığım dönemde, işletme mühendisinin kaldığı ve kendi mimari anlayışlarına göre yapılmış bir bina duruyordu. Bugün için bu tesis çok basit gibi görünse de dönemin çok önemli teknik tesislerinden biri idi. Daha sonraları Macar Ganz firması çekilmiş ve hisselerini satarak azaltmıştır. Tesis 1946 yılına kadar Elektrik Anonim Şirketi tarafından işletilmiştir. Ancak tesis zor işletilmiş ve zarar etmeye başlamıştır, tesisin tasfiye edilip Belediye’ye devri istenmiştir. Sayın Sırrı Sandıkçı’nın ifadesine göre tasfiye için 3/4 oy gerekiyor, Konya Belediyesi ve Özel İdare bunu sağlayamıyordu. Gizlice şahıslardan hisse alınıp tasfiye kararı alınıyor ve tesisler Konya Belediyesi’ne satılıyor. Tesisler Konya Belediyesi’ne devrediliyor ve “Elektrik, Su Otobüs Şirketi” (ESO) kuruluyor. Bu tesislerin kuruluşu sırasında Belediye Başkanı olan Avukat Kazım Gürel (Selçuk Es’in babası) bir kısım ortaklar adına tasfiyeyi iptal için dava açıyor. Açtığı dava uzun sürüyor. Şirketin tüm evrakları defterleri, tesisin projeleri yediemin olarak Avukat Şeref Barkut’a ve diğer bir yaşlı Avukata teslim ediliyor. Onlarda Hal binasının üzerinde bir oda kiralayıp bu evrakları oraya kilitliyor, ta ki 1960 yılında bura da meydana gelen yangına kadar. Yangında Konya için fevkalade önemli bu evraklar projelerin hepsi kül oluyor.

15 1949 yılında Sırrı Sandıkçı ESO İşletme Müdürlüğü’ne atanıyor. Sayın Sandıkçı ara ara izinsiz girer bu projeleri incelerdim. Tabii o zaman fotokopi imkanları yoktu demekte ve Macar Ganz firmasının yaptığı projeler bugünde yapılsa aynısı olur görüşündedir. Zamanla artan ihtiyaç karşısında, ESO İşletme Müdürlüğü Amerikan Enterprice firmasından satın alınan 2 adet 450 Kw’lik Dizel Elektrojen grubunu Eski Meram yolundaki Dizel Santralı binasında 08.05.1949 günü işletmeye açılmış ve Dere Santralı ile birlikte kente elektrik verilmiştir. Ancak şehrin gelişmesi ve elektrik enerjisinin kullanılmasının yaygınlaşması üzerine yeni köklü değişiklere gidilmiştir. 1953 yılında İller Bankası’nca Konya Belediyesi borçlandırılarak Konya’nın 110 km güneyinde Hadim sınırları içinde Yerköprü mevkiinde Göksu nehri üzerinde “Göksu Hidroelektrik Santralının” inşasına başlanılmıştır. Santralın 7200 Kw’lık iki su türbini 14.01.1959 tarihinde faaliyete geçmiş, Konya bol elektriğe kavuşmuştur. 3600 Kw lık üçüncü türbin ise 13.11.1963 tarihinde devreye girmiştir. Göksu Hidroelektrik Santralının da teknik özellikleri hakkında söylenecek çok şey var, ancak yapımında bulunduğum mesleğimle ilgili bir durumu burada konu edineceğim. Göksu Santralı su alış regülatöründen çökeltme havuzuna çok sürüntü maddesi giriyor, bunlar ise türbin ve jeneratörlere zarar veriyordu. Bu sıralarda bu konuda Türkiye’de yeterli bilgi birikimi yoktu. Genelde hesaplarda Avrupa nehirlerinden deneme ile çıkarılmış formüller uygulanıyordu. Ancak Göksu nehrinin karakteri çok farklı ve çok daha haşindi. Hidrolik hesaplarında uygulanan formüller ve seçilen katsayılar Göksu ile uyum sağlamıyordu. Bu konuları iyi öğrenmiş bulunan Müdür Sırrı Sandıkçı İ.T.Ü öğretim üyesi Prof. Dr. Kazım Çeçen ile görüştü ve kum çökelme havuzunun modelinin be bu incelemeye dayanarak bir projesinin yapılmasını istedi. Kazım Çeçen (1919-1997) buna yanaşmıyordu. Sebep olarak da Belediyeler bunları ister, yaparız sonra bunları uygulamazlar, bizim de emeğimiz boşa gider diyordu. Bir gün Sandıkçı hocanın Ankara’da bir toplantısı olduğunu öğrenir, oraya gider. Toplantıdan sonra hocayı doğru Göksu Santralına götürür, hoca yapılanları görür ve ikna olur. 1997 yılında Göksu Santralının 1/25 küçültülmüşü İTÜ Hidrolik Laboratuarı’nda inşa edildi. Biz de Konya’dan ekip halinde gidip bu deneyleri izledik. Kazım Çeçen bu deneylerden yararlanarak karşıdan alışlı, dört gözlü kum çökeltme havuzunun hidrolik projelerini, İnş.Y.Müh. Ali Terzibaşoğlu’da betonarme projelerini hazırladı. Daha sonra Alman Hidrolik hocaları ve mühendisleri bunu incelemek için Göksu’ya geldiler ve beğendiler. Kazım Çeçen’in burada uyguladığı proje literatüre girdi. Kum çökeltme havuzlarının özelliği tabanda birken sürüntü maddesinin tesis çalışmaya devam ederken kapakların açılması ile havuzda suyun hızının artarak kumları kendi kendine dışarı atması idi. Daha önce çökeltme havuzunda biriken sürüntü maddesi tesis durdurularak işçi ile kürekle dışarı atılıyordu. 1959 yılında Göksu Hidroelektrik Santralının devreye girmesi ile Dere Santralı yedeğe alınmış ve çürümeye terk edilmişti. Sırrı Sandıkçı bu sırada ak saçlı bir Macar Mühendisinin geldiğini ve gördüğü durum karşısında ağladığını söylemiştir. 300 Kw’lık iki Dizel grubu 1965 yılında Ordu Belediyesi’ne, iki adet 450 Kw’lık Dizel Gruba da 1970 yılında Tekel Çayeli Ardeşen Çay Fabrikası’na satılmıştır. 1968-1969 yılında Dere Santralı’nın tekrar devreye alınması kararlaştırılmıştır. Bu yıllarda ESO İşletme Müdürü Sırrı Sandıkçı idi. Ben de genç inşaat mühendisi olarak bu projede çalıştım. Eski kanallar açılarak sıvaları kapakları yenilendi. Tesis tekrar işletmeye alındı. Göksu’da inşa edilen kum çökeltme havuzunun iki gözlü bir benzeri Kazım Çeçen’in hesapları esas alınarak burada tarafımdan projelendirildi ve inşa edildi. Daha sonra 1982 yılında SUYAPI Proje Firması tarafından Konya İçmesuyu Projesi hazırlandı. Bu proje kapsamında Altınapa Barajı’nın suyu arıtılarak Konya kentine verilmesi öngörüldü. Devlet Su İşleri Konya Bölge Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen bu projede su çelik borularla Dere Santralı Regülatörü’ne kadar getirildi. Daha sonra su Macar Firması tarafından yapılan kanallarla Hidroelktrik Santralına verildi. Buradan alınan su çelik borular ile Arıtma Tesisi’ne iletildi. Bu tesisler halen nostaljik olarak elektrik üretiyor ve hem de su isalesinin içinde korunuyor.

16 1968-1969 yıllarında ESO İşletme Müdürlüğü’nde çalışmış teknik kadroyu bir anı olarak buraya alıyorum.

MÜDÜR SIRRI SANDIKÇI 1924 doğumlu, Konya Lisesi ve İTÜ Elektrik Fakültesi mezunu. Elektrik Yüksek Mühendisi. Halen İstanbul’da Sanitaş Makine-Sanayi İthalat ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanıdır. Müdür Yardımcısı Abdurrahman Bozkır, İşletmeci, tüccar, bir süre ANAP Konya milletvekili Elektrik Mühendisleri: Hayrettin Özsaydam, daha sonra İşletme Müdürü olan Sami Kara, Hüseyin Mıhoğlu, Sami Baysal, Fehmi Varlık (Son üçü hayatta değil) İnşaat Mühendisleri: Erhan Özmenek, Ahmet Oturanç, Mehmet Bildirici, İhsan Öğ Makine Mühendisleri: Hüseyin Polat (daha sonra Belediye Başkan Yardımcısı, Mehmet Özkoç (İzmir’e yerleşti). Etibank Hirfanlı Hidroelektrik Santralından Konya kentine 154 Kw lik havai hat ile elektrik gelmiş ve Göksu Hidroelektrik Santralıda interkonnekte sisteme bağlanmıştır. Göksu Hidroelektrik Santralı 1312 sayılı yasa ile 04.09.1971 tarihinde Türkiye Elektrik Kurumuna (TEK) devredilmiştir. 1931 yılı 868.000 Kw Dere Santralından sağlandı 1937 yılı 1.034.000 Kw “ “ “ “ 1950 yılı 2.169.000 Kw Dere Santralı + Dizel Santralı 1960 yılı 16.562.000 Kw Göksu Santralından 1965 yılı 50.835.000 Kw Türkiye İnterkonnekte Sistemi Aboneler hakkında ise 1950 yılı Abone sayısı 8.003 adet 1960 yılı “ “ 23.352 “ 1970 yılı “ “ 50.124 “

(27.07.1999 – YENİ GAZETE ) (28.07.1999 –YENİ GAZETE)

17 DİNEK YAKINLARINDA ESKİ BİR KENT ISAURAPOLİS Mehmet BİLDİRİCİ

Isaurapolis bugün Dinek, ile Karasınır ve Güneybağ'ın (Elmasun) birleşmesinden oluşan Güneysınır ilçesi arasında bulunan eski bir kenttir. Yörede eskiden yaşamış Isauralılar'ın bu isimde kurduğu iki kent bilinmektedir. Isaura veya eski Isaura bilinen kent, Bozkır ilçesi Ulupınar köyü yakınlarındaki "Zengibar" kalesindedir. Sonradan kurulan ve Yeni Isaura olarak da bilinen kent ise Isaurapolis'tir. Yeri tam olarak tespit edilmemiştir, Dorla civarında olduğu kabul edilmektedir. Bilindiği gibi Hadim, Bozkır ve Ermenek yörelerinin en eski halkı Isauralılar'dır. Bunlar bölgeye sonradan gelen Helenizm kültürü ve Roma yönetimi ile anlaşamamış zaman zaman isyan etmişlerdir. Çok mücadeleci ve dağ şartları ile yetişmiş insanlardır. Yerli kabilelerin üç ana gruptan oluştuğu bilinmektedir. Beyşehir civarında "Orondeis'ler, Suğla gölü civarında Homonadeis'ler, Bozkır, Hadim civarlarında Isauralılar'dır. Konya'da bulunan Amfi-tiyatro'da Isauralı esirlerin vahşice öldürülmesi üzerine 354 yılında Isauralılar Roma yönetimine toptan ayaklandılar. Bu ayıklanmada Zengibar kalesinde bulunan Isaura kenti, bundan çok zarar gördü, ve yıkıldı. Bunun üzerine ne zaman kurulduğu tam bilenemeyen bu yeni kent öne çıktı. Zengibar kalesinde büyük zarar gören Isaura, Leontopolis ismi ile daha sonra yeniden ortaya çıktı. Isauropolis (Dorla) hakkında ilk bilgiler M.Ö. 1. yüzyıla aittir. M.Ö 76 yılında Roma Senatosu Isaura bölgesindeki korsanları etkisiz hale getirmek için "Publius Servilius Vatia"yı görevlendirmiştir. Önce Homonadeis ve Orondeisler etkisiz hale getirilmiş ve Isauropolis kuşatılmış ve kentin suyu kesilerek alınması sağlanmıştır. (Classical Anatolia -s.118) Isaurapolis'in tarihi hakkında diğer bilinenler şöyledir. 381 yılında İstanbul'da toplanan dini konsülde kenti İllyrios, 450 yılında Kadıköy'de toplanan dini konsülde ise Aetios temsil etmiştir. 449 yılında Bizans İmparatoru Theodosius II (408-450) döneminde bölgede ikinci bir isyan çıkmış, bir ordu gönderilerek bastırılabilmiştir. Bölgeden Bizans imparatoru olan Zenon (474-491) yöredeki hoşnutsuzluklarla uğraşmış ve Zengibar kalesindeki Leontopolis kentini dini yönden buraya bağlamış, bu durum 680 yılına kadar devam etmiştir. Bölgede Sisamaos ve Mamas adlı iki rahibin ismi geçmektedir. Bunların mezar taşları MAMA cilt 8 de 151 ve 161 dedir. Isaurapolis kentinde Selçuklu döneminde bir yaşam görünmemektedir. KENT'TEN GERİYE KALAN Tam anlamı ile kent hakkında bir inceleme ve araştırma yapılmamış, sadece çevrede kent ile ilgili yazıtlar MAMA cilt 8 de okunmuştur. 1-Bugün eski ismi Dorla olan Aydoğmuş köyündeki caminin oldukça eskiden geldiği ve bazı eski taşların kullanıldığı bilinmektedir. 2-Konya Alaaddin camiinin batı bölümündeki bir kolonun alt tarafında bu kent ile ilgili ilginç bir yazıt bulunmaktadır. Prof. Thomas Drew-Bear tarafından okunan yazıtta şunlar yazılıdır: "Isaurapolis rahibi Nisios Publios oğlu diakos Moisis , kendisi ve ailesi için dua edip, bu sütunu Aya Mannis'e vakfetmiştir" Bu Konya tarihi için çok değerli bir yazıttır. Bu yazıt Alaaddin Camii'nin batısındaki bir bölümün kolonlarının bu kentten getirildiğini göstermektedir. Ayrıca Aziz Mannis çevrede çok saygınlığı olan bir rahiptir. Ancak hakkında bir bilgi yoktur. Konya'nın güneyinde Aymanas semti Aziz Manas ismini bugünde taşımaktadır. Ayrıca Aksaray'ın eski Mamasun köyünün ismi de Aya Mama isminden gelmekte, burada Aya Mama isimli bir azizin yaşadığı bilinmektedir. Mamasun barajı bu ismi taşımaktadır. Aya Mama hakkında 1995 yılında Atina Küçük Asya Araştırmaları bölümünce yayınlanmış " O AGIOS MAMAS" isimli bir yayın bulunmaktadır. Grekçe olan bu kitap 1998 yılında bu merkezi ziyaretimde araştırmacı Stavro Anestidis tarafından bana hediye edilmiştir. Bu

18 kitapta azizin resimleri bulunmaktadır. Ancak İstanbul'da isimleri bulunan Aya Mama ile Aya Mannis'in ayrı kişiler olduğu kanısındayım. Aya Mama'nın yaşadığı yer Aksaray'ın Mamasın köyüdür. 3- Aydoğmuş köyü ve çevresinde pek çok eski yazıtlar okunmuştur. Bunlar hakkında da bir özet verilecektir. Bu bölge Isaura ve Likaonya arasında sınır bölgesi olmaktadır. Alkaran Köyü: Dinek'in kuzeyinde yol üzerinde Dineksaray'ın doğusundadır. Yeni ismi Yenisu'dur. Mama cilt 8 de 103-128 numaralarda tespit edilmiş 25 yazıt bulunmakta ve bunlar genellikle mezar taşlarıdır. Dineksaray: Aynı eserde 129-133 arasında 4 yazıt okunmuştur. Bunlardan 132 numaralı olanı 18 satırlık dönemin edebiyatını belirleyen bir dini şiirdir. 6..4.1996 tarihinde Yeni Meram-Kırkambar'da Türkçe'ye tarafımdan çevrilip yayınlanmıştır. Dorla (Aydoğmuş) : aynı eserde 134-169 numaraları arası 35 adet yazıt okunmuştur. Bu kent merkezinin buraya çok yakın olduğunu kanıtlar gibidir. Karasınır (Güneysınır): Aynı eserde 170-174 arası 4 kitabe burada bulunmuştur. Elmasun (Güneysınır): Aynı eserde 175-185 arasındaki yazıtlar burada okunmuştur. 175 numaralı mezar taşının Dacia'da orduya hizmetleri geçmiş ve Dacia'da evlenmiş, asker Tiberius Kladius'a aittir. Armasun (Gürağaç): Aynı eserde 186-191 numaralı yazıtlar bu köyde bulunmuştur. Bunlardan 186-187 numaralı yazıtlar tarih belirleyicidir. Müşterek Roma imparatorları olan Diocletianus (285-305) ve Maksimiano'nun (286-305)-(306-310) ismi geçmektedir. Üçüncü yüzyılın sonunu göstermektedir. Çevrede büyük bir yazıt zenginliğinin olduğu görülmektedir. Kaç tanesi bugün mevcuttur ? Ayrıca tüm bu kitabelerin orijinal dili olan Grekçe'den Türkçe'ye çevrilmesi yörenin tarihine ışık getirecektir.

(YENİ MERAM- KIRKAMBAR 07 AĞUSTOS 1999)

19 KONYA’DA ÇIKAN KERVAN DERGİSİNDE NAİL. V. ŞİİRLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

Daha önce yayınlanan bir yazımda Konya-Muğla gönül bağlarından söz etmiştim. Burada pek çok Muğlalı’nın Konya’da öğrenimlerini yaptıklarını belirtmiş idim. Bunların başında da Konya Lisesi mezunu Sayın Nail Çakırhan gelmektedir. Nail Çakırhan’ın Konya Lisesi’nde öğrenci iken yazdığı şiirler KERVAN adlı dergide 1929 yılında yayınlanmıştır. Sadece altı sayı olarak çıkan bu dergideki Nail.V. imzalı şiirler, yakın dostum, Araştırmacı-Yazar Sefa Odabaşı tarafından önce Konya’da Yeni Meram Kırkambar sayfasında ve ardından da “20. Yüzyıl Başlarında Konya’nın Görünümü” adlı kitabında yayınlanmıştır. Gene arkadaşım Mimar Orhan Arda tarafından, Sayın Nail Çakırhan’a verilen bu ilginç şiirler, edebiyatçılar ve araştırmacıların dikkatine sunulmak için aynen burada tekrarlanacaktır. Yeni Meram Kırkambar da yayınlanan yazı içinde Sayın Nail Çakırhan ile çekilmiş bir fotoğrafımız da yayınlanmıştır. Bu da benim için çok güzel bir anı olmuştur. KERVAN Geceleri eriten bir nur gibi ilerle Göğü yere indiren tipide karda kervan Kasırgayla arkadaş, kardeş ol şimşeklerle Kimseye minnet etme kalsa da darda kervan Haydi mübarek olsun sefere çıktın bugün Muradına erersen ne gururlan ne öğün Dirileri titreten o gün, heybetli ünün Ölülere can versin, sonsuz yollarda kervan (Nail.V. Kervan- 1 Mart 1929- Sayı 1)

ÇIĞ (Hocam Sadettin Nüzhet Bey’e) Birkaç günden beridir evine boş dönene Hani ekmek diyordu, kadın bir kedi gibi Uzun uzun baktı da o yaşlı gözlerine Yokluğunu hissedince boyun büktü darıldı Erkekse gözlerinin bütün feri sönene Dünyada her açlığın dermanı bu der gibi Onu birden alarak kolunun çemberine Hayalden ince bele çılgın gibi sarıldı Daha demin üç gündür açız diyen dudaklar En mahrem köşelerde bir sır gibi gezindi O yerlerin mest eden parlak manzarasıyla Gözler sanki çıldırdı rabbim ne bakıştı o.. Sar da Davut Ayşe’ni bir daha sar bir daha Ona ilk verdiğin söz ne büyük bir yemindi Yaşanmaz, yaşanmaz böyle bir yüz karasıyla Desene! Yaz içinde şimşekli bir bakıştı o Bu ses geçmiş günlerin geçmeyen bir izi gibi Bir yanan ağ halinde yandı kafatasında Bu ses, bir lokma için, bu sağır odasında Canavarca boğulduğu bir adamın sesiydi.

20 Ağzından zehir saçan bu seslerin sahibi Yarı sönmüş ocağın simsiyah bacasından Dilini çıkararak acı acı sırıtan Uzun kızıl dudaklı bir şeytan gölgesiydi. Zirvesinde korkuyla açlığın karıştığı Kalbin buz dağlarından indi bir şehvet çığı Ruhunu bir sel kadar bulanık sularına Kollar tekrar sıkıldı çelik bir hilal oldu Midede doğan isyan kalpte ihtilal oldu Sonra bitkin daldılar sonsuz uykularına (Nail V-Kervan 15 Mart 1929-sayı 2)

DERTTEN BİR GEMİ İSTİYOR İrem bağı da olsa korkunç bir mezar olur -Hocam Namdar Rahmi Bey’e Bir kadın kahkahası birden ahu zar olur Daha doğmadan ölen aşkının mabedinde İsa’nın omuzun da taşıdığı haç gibi Elem, bence mukaddes ben zevki kırbaç gibi Ruhumda şaklatırım boğar boğar da kinde Ne olurdu mabedin ince dehlizlerinde Devasa ızdırabın zift kokan dizlerinde Can verip baykuşların kalbine gömülseydim Mabedin dert kaldığı günden beri Çılgın ruhum her gözde kanlı bir nem istiyor Bitmek nedir bilmeyen mihnet elem istiyor Vahyini dertten alan ruhumun peygamberi Aşkımın harabesi, ömrümün şaheseri Bu çılgın at ağzına dertten bir gem istiyor (Nail V.- Kervan-15 Nisan 1929-sayı :4)

Şiirlerin ithaf edildiği hocaları Sadettin Nüzhet ve Namdar Rahmi hakkında kısa açıklamalar şöyledir. Sadettin Nüzhet Ergun (Bursa 1901-İstanbul 1946) tanınmış edebiyatçı, Konya, Ankara Öğretmen Okullarında, İstanbul’da çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Bu arada 1925-1927 yıllarında Konya Lisesi’nde Nail V.’nin edebiyat öğretmenidir. Yayınlanmış pek çok eserleri vardır. Diğer hocası Namdar Rahmi Karatay (1896- İzmir 1953), Selçuklu Veziri Celaleddin Karatay soyundan gelen Rahmi Bey’in oğludur. 1912 yılında Konya İdadisi (Lisesi) mezunudur. Konya Lisesinde felsefe öğretmenliği ve Milli Eğitim Bakanlığının çeşitli kademelerinde görev almıştır. Tanınmış bir şairdir. Ayrıca Konya’da, arkadaşı Naci Fikret ile “ENERJİTİZM” adlı bir felsefi görüşü savundu, yayınlanmış çeşitli eserleri bulunmaktadır.

(Muğla- DEVRİM- 6 AĞUSTOS 1999 ) (14 AĞUSTOS 1999 – MUĞLA DEVRİM )

21 KÖŞEMDEN GÖKOVA'DA ESKİ İSKELE ORMAN VE PİKNİK ALANI Mehmet BİLDİRİCİ

Gökova'da Akyaka'da Orman Kampı'ndan Kermetur'a kadar olan mahal "Eski İskele" mevki olarak tapu kayıtlarında görülür. Gerçekten de Gökova'nın antik iskelesi Orman Kampı içinde ormancıların lokali yanındadır. Orman Kampı içinde dikkat edersek, çevreye yayılmış dışı oluklu kolon parçaları işlemeli taşlar dikkati çeker, bunların bir kısmı toplanmış ve mini Müze'de sergilenmektedir. İlk çağlarda burası İdima kentinin limanı idi ve çevresinde çeşitli sivil ve dini yapılar bulunuyordu. Bulunan yazıtlardan burada bir Leto- Afrodit tapınağı olması olasıdır. Dışı yivli kolon parçaları bu görüşe destek verir niteliktedir. Orman lokalinin hemen önünde antik iskelenin temel kalıntılarını deniz dibinde görmek mümkündür. 1922 yılında yörede araştırma yapmış ve bunları yayınlamış İtalyan Guidi tramplenlerin bulunduğu yerde, tepeye çıkmadan önce büyük taş bloklarla örülmüş yarı gömülmüş güzel bir mezar bulunduğunu ve mezarın üst kısmının 1,80 m genişliğinde bir kalker bloktan ibaret olduğunu ve yapılış tarzından Helenistik döneme ait olduğunu yazmaktadır. Orman Kampı'nın düzenlenmesi sırasında bu mezar kaybolmuştur. Bu mahalden merdivenlerden yukarı çıkıp çamlık piknik alanına geldiğimizde bir kilisenin doğu apsisinin (yuvarlak mihrap) duvarları aynen durmaktadır. Eski kayıtlarda burada iki bina olduğu belirtilmektedir(1). Bir kilise ve büyük olasılıkla bir yel değirmeni. Araştırmalarda burada Aya Kosma isminde büyük bir kilisenin olduğu belirtilmektedir. Orman Kampı içinde bu kiliseden kalma yazılı ve işlemeli taşlar bulunmaktadır. Bu belirtilenden Eski İskele mevkiinin Bizans döneminde de canlılığını koruduğu anlaşılmaktadır. Bu limanın ne zaman yapıldığı ve ne zaman terk edildiği konusunda bilgi yoktur. Bu yapılar yanında çevrenin su ihtiyacını karşılamak için bir su sarnıcının olduğu yukarı da adı geçen Guidi tarafından "Karya'da bir İnceleme Gezisi" adlı eserinde anlatılmaktadır. Ünlü gezginimiz Evliya Çelebi 1672 yılında limanı ziyaret ettiğini ve Mısır ve Venedik'e kuru üzüm gönderildiğini yazmaktadır. Bu liman büyük olasılıkla "Eski İskele" olmalıdır. Bu mahallin kamp olarak vatandaşın hizmetine sunulmasının turizm açısından önemi tartışılmazdır. Günün ekonomik imkanları sınırlıdır. Gene de alelacele değil de bu işi bilenlerin görüşü alınarak yapılsa ve eski değerli kalıntılar korunabilse, çevrede oturan ve günü birliğine pikniğe gelen yerli ve yabancıların beğenisini kazanan "Orman Kampımızın" görüntüsü herhalde daha başka olurdu. (1) Geonge Bean, Carian Coast.

(MUĞLA DEVRİM 17.08.1999)

22 KONYA-BEYŞEHİR ARASINDA YUNUSLAR ESKİ BİR KENT Mehmet BİLDİRİCİ

Yunuslar köyü, Konya Beyşehir yolu üzerinde bir köydür. Bu köy ve çevresinde Roma döneminde İmparator Tiberius (14-37) ismine kurulan Pappa Tiberiopolis kentinin kalıntıları bulunmaktadır. Kent henüz tam araştırılmış değildir. Harita incelemelerinden Yunuslar'ın hemen kuzeyinde Löktüğün tepesi ve Ayazma Çeşmesinin bulunduğu alan, kentin yerleşim alanı olarak görülmektedir. Batısında ise Karaali'nin hemen kuzeyinde Eskiköy, Eski Karaali, Kışla Örenler, Ciciyurdu'nda bu kent ile bağlantılı ören yerleri görülmektedir. Kuzeyinde ise eski ismi Manavas olan Saraypınar köyü yer almaktadır. Güneyinde ise Kale tepesi yer almaktadır. Batısında Ballıkaya olarak bilinen doğal kalenin bu kentin kalesi olduğu düşünülebilir. Yunuslar'ın içinde Beyşehir'e dökülen Sarısu deresi geçmektedir. Yunuslar'ın tarihine ışık tutacak bilgiler çevrede okunmuş yazıtlardan gelmektedir. MAMA cilt. 8 de 330-331-332-332 de bulunan yazıtlarda ilginç bilgiler yer almaktadır. Bunların Türkçe'ye çevrilmesini Sayın Prof. Dr. Thomas Drew-Bear 26.7.1995 tarihli mektubunda bana göndermiştir. 330 numaralı yazıtta Roma İmparatoru Vespasianus'un (69-79) ismi geçmektedir. 331 numaralı yazıtta ise: Tiberiopolis ve Pappa'nın (Meclis ve Halkı), Marcia Otacilia Severa Augusta (nın heykelini diktiler) ifadesi yer almaktadır. Bu yazıtta ismi geçen İmparatoriçe hakkında bilgiler de Kültür Bakanlığınca çıkarılan "Roman Coins" adlı kitabın 82. sayfasında bulunmaktadır. Burada Antakya'da basılmış bir parası yayınlanan imparatoriçe Roma İmparatoru Phlip I (244-249) eşidir. Aynı kitapta Roma İmparatoru Titus'un (79-81) adına Konya'da basılmış bir para daha yer almaktadır. 332 numaralı yazıtta: Orendeis'ler Tiberiopolis Pappa'nın meclis ve halkı, baş rahip Timetheos'un Orestes (nin heykelini diktirdiler) 333 numaralı yazıt: Orendeis'lerin memleketi meclis ve halkı, bütün erdemleri üzerinde toplamış, iyi insan, şehre yararlı, Mal Müdürü ve Başrahip, Diyonisos tapınağının rahibi de olmuş olan, aldığı bütün görevleri parlak bir şekilde yapmış bulunan, kente yararlıkları dokunmuş Titus Julius Quadratus Leonidas (ı şereflendirdiler) Bu yazıtlardan çok ilginç bilgiler ortaya çıkmaktadır. Kentin 1. yüzyılda var olduğu, bir Halk Meclisi'nin bulunduğu anlaşılmaktadır. Burada o dönemde yaşayan halk kendisini "Orondeis" olarak adlandırmaktadır. Bölge de Orendeis'ler memleketi olarak bilinir. İmparator Philip I'in eşi Marcia Otacilia onurlandırmak için heykelinin dikildiği görülmektedir. Burada Hıristiyanlık öncesi tanrı Diyonisos'un bir tapınağı olduğu, isminden Romalı olduğu anlaşılan "Julius Quadratus Leonidas'ın kentte çok saygın bir kişi olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi Tiyatro Dionisos şenliklerinde ortaya çıkmıştır. Amerikalı Arkeolog Sterret'in Isparta-Yalvaç (Pisidya ) da bulduğu bir kitabede "Pappa Tiberiopolis ve Orondeis halkı ve Meclisi koloniye (Antioch) iyi şanslar diler" ifadesi yer almaktadır. Bizans dönemlerinde kentin devam ettiği görülmektedir. Yohanna isimli azizden Yunuslar ismini aldığı sanılmaktadır. MAMA cilt 8 de 334 ve 338 numaralı yazıtların Roma dönemine ve 335-336-337-339 numaralı yazıtların Hıristiyanlık dönemine ait olduğu ve üzerinde Latin haçı bulunduğu görülmektedir.

23 KENTİN TARİHİ HAKKINDA BİLİNENLER Kentin ismi Roma İmparatoru Tiberius (14-37) ismini taşımaktadır. Bu imparator tarafından 1. yüzyılda kurulduğu veya geliştirilerek isimlendirildiği düşünülebilir. Kent ve batı tarafında Beyşehir'e kadar bölgede yaşayanların Isaura'lıların bir kolu olan Orendeis'lerdir. Kentin ismi basılmış sikkelerde ΤΙΒΕΡΙΕΩΝ ΠΑΠΠΗΝΩΝ olarak geçmektedir. 325 yılında İznik'te toplanan dini konsulde kenti Academius Pariensus , 381 yılında İstanbul Aya İrini'de toplanan mecliste kenti Eugenius Paspanensis temsil etmiştir. Daha sonrası hakkında bilgi yoktur.

KENTTEN BUGÜNE KALAN Kentten en önemli buluntu, 3. yüzyıla tarihlenen (260 yılları) ve Konya Arkeoloji Müzesi'nde sergilenen lahittir. Uzmanlarca sanat değeri çok üstün bulunan lahdin yüzeylerinde Mitoloji'de tanrı Herakles'in başardığı işler anlaşılmaktadır. Hakkında pek çok yazı bulunan bu lahit hakkında bir gözlemimi de eklemek istiyorum. Eski tarihi heykellere meraklı tanıdığım Dr. Saim Sağ, bu lahitte taşa işlenen insan vücutlarının insan anatomisi ile uyuştuğunu belirtmiştir.!!! Diğer kalıntılar bu kentin kalesi olması gereken Ballıkaya'da çok düzgün bir merdiven bu dönemlere ait kaya mezarlardır. Kentin eski döşeme yollarla Konya, Beyşehir ve bugün devlet yolunun bulunmadığı Ballıkaya, Çamurlu İğret, Bulumya, Tulasa, Gilisıra ve Botsa üzerinden tarihi Listra (Hatunsaray) kentine bağlandığı kalıntılardan tespit edilmektedir. 22.10.1995 günü dağcılık grubu arkadaşları ile köyde yaptığım gözlemlerde, köyün eski camiinde işlemeli eski taşların kullanıldığı, bunlar içinde bir "Malta Haçı"nın gözlendiği, köy evlerinde de eski taşların yer yer kullanıldığını tespit etmiş bulunuyorum. Yapılan araştırmalarla ile bu bilgilerin daha çoğalacağını umuyorum.

( 21.08. 1999 - YENİ MERAM KIRKAMBAR)

24 ILGINLI OSMAN HAYRİ ÖZDEMİR'İN (1908-1985) ESERİ İSHAK PAŞANIN SECERESİ Mehmet BİLDİRİCİ

Osman Hayri Özdemir Ilgınlı, 1908 doğumlu muhasip ve maliyeci olarak çalışmış bir bürokrat olup 1969 yılında emekli olmuş, Ilgın tarihi başta olmak üzere tarihi ve dini konularda kitap ve makaleler yazmıştır. Ben Sayın Özdemir'in 1971 yılında Konya'da basılmış "İSHAK PAŞA ve 476 YILLIK SECERESİ" adlı kitabının bir özetini vereceğim. Sayın Özdemir, bu kitabını bana şu sözlerle armağan etmişti. "Konya'da İnşaat Yüksek Mühendisi Mehmet Bildirici Bey'e acizane hediyemdir. 01.02.1979 - Osman Hayri Özdemir" Kitap 102 sayfadır. Abdürrezzak oğlu Emir İshak, hayırsever bir kişidir. Pek çok hizmetleri olmuştur. En önemlisi bugünkü Şems parkında bulunan Şems Türbe ve Camiini, mevcut olanı yıktırarak yeniden yaptırmış, ona vakıflarla gelir sağlamıştır. Bunun yönetilmesini yani mütevelliliğini kendinden gelecek oğul ve torunlarına vermiştir. Emir İshak Bey'in vakfiyesinin tarihi H 915, miladi 1499 yılıdır. O zamanki Osmanlı Sultanı II. Beyazıt'tır. Emir İshak Bey'in türbesi Şems parkı içinde Şems Camii'nin az kuzeyindedir. Emir İshak Bey'in soyundan geldiğini mahkeme kararı ile belgeleyen kitabın yazarı Osman Hayri Özdemir, çeşitli kaynaklara dayanarak Emir İshak Bey'in, İshak Paşa adıyla, sadrazam olduğunu ve daha pek çok hizmetleri olduğunu belirtmektedir. Kitapta Emir İshak Bey'den itibaren gelen mütevelliler tek tek gösterilmiştir. Son mütevellilerden Hacı Osman kızı ELMAS ÖZDEMİR (1889-1959), çok hayırsever bir kişidir. 20 dönümlük arsasını Sağlık Merkezi yapılmak kaydı ile devlete bağışlamıştır. Osman Hayri Özdemir'in annesi olan bu hayırsever Hanım Ilgın'da Elmas Kadın Köprüsü’nü de yaptırmıştır. Elmas Özdemir'in eşi Harputlu Mehmet Şükrü Özdemir'dir. 1952 yılında ölmüştür. Elmas Hanım ve Mehmet Şükrü'nün oğlu 1908 doğumlu Osman Hayri Özdemir, 27 yıl muhasip ve maliyeci olarak devlete hizmet etmiş, 1969 yılında emekli olmuş, 1985 yılında vefat etmiştir. Bu kitapla birlikte pek çok, Ilgın başta olmak üzere tarihi ve dini kitap ve makaleleri vardır. Hayırsever Elmas Hanımın bağışını gösteren "Ilgın Sağlık Merkezi Kitabesi" de şöyledir. BU SAĞLIK MERKEZİNİN ARSASINI ELMAS ÖZDEMİR'DİR HİBE EYLEYEN DEVLETTE EMRETTİ TAM İNŞASINI ILGIN'I ZEYN ETTİ GÜN DOĞDU YERDEN OSMAN ÖZDEMİR DE TARİHİN HİKMETE GARK OLDU BU BİNAYI GÜZİN 1949

Çoktan aramızdan ayrılan, ve kitabı da ancak eski kitapçılarda ve koleksiyoncularda bulunabilen değerli bir araştırmacı Osman Hayri Özdemir'I anmak istedim. Ruhu şad olsun

(4 EYLÜL 1999- YENİ MERAM KIRKAMBAR)

25 MEVLEVİ DERVİŞLERİNİN KATKISI OLAN MAFTİRİM İLAHİLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

İstanbul'da çok yönlü ve çok kültürlü yayınlara ulaşmak, meraklı olana oldukça kolaydır. Bu yazımda da Mevlevi dervişlerinin etkisini çok farklı, bir inanç grubunda inceleyeceğiz. Bu benim hiç anlamadığım bir konu, ama işin uzmanlarına bilgi sunacağımı sanıyorum. Ama iyi bildiğim bir şey var, içinde tolerans, insan sevgisinin bulunduğu düşünce ve duygularının ulaşamadığı bir uzaklığın bulunmadığıdır. Maftirim İlahileri nedir ? Bunlar Musevi Tasavvufu ilahileri olup, Bestekar Haham Şlemo Ben Mazaltov'un 1690-1703 yıllarında Edirne'de başlattığı, ve Musevi bestekarların Mevlevi dervişleri ile birlikte ortaya çıkardığı ilahilerdir. Bu eserler, Peşrev, Kar, Beste, Ağır Semai, Yürük Semai gibi formlarda ve usullerde yüzü aşkın değişik makamlarda yapılmış binlerce ilahidir. 1930’lu yıllarda Maftirim eserler Edirne'nin yanı sıra, İstanbul ve İzmir'deki sinagoglarda da doruk noktasına ulaşmıştır. Elde bir Maftirim kitabı da bulunmaktadır. Ancak bunların nota eksiklikleri vardı, bunlar giderilerek Şef Feridun Darbaz'ın katkıları ile okunabilecek duruma getirilmişlerdir. 300 sene önce Edirne'de icra edilen bu eserler 25 makamda dört yüz eser iken şu an 200 eser olduğu belirtilmektedir. Bu eserler Tanrı'ya yakarış olduğundan Sinagog dışında icrasının düşünülmediği belirtilmektedir. Bu haber bilgi İstanbul'da "ŞALOM" isimli Türkçe ve Judeo-İspanyolca yayınlanan gazetenin 24,3,1999 tarihli sayısından alınmıştır. Çok ilgi çekeceğine inandığım bu Maftirim İlahileri dinleme fırsatını bulamadım. Ama konu Mevlevilik ve Klasik Türk Müziği uzmanları için çok önemlidir diye düşünüyorum.

(18 EYLÜL 1999- YENİ MERAM KIRKAMBAR)

22 Eylül 1999 günü Cemal Reşit Rey salonunda yapılan "Bir arada yaşama Sanatı" adlı toplantının ardından çeşitli dini toplulukların katıldığı bir konser verildi. Yahudi topluğundan gelen bir grup Maftirim ilahilerini seslendirdi. Türk klasik müziği makamlarına çok benzer biçimde olduğunu huşu içinde dinlerken anlamış bulunuyorum.

26 İLK ÇAĞLARDA ILGIN VE İSMİNİN KÖKENİ Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün Kaplıcası’nın ile tanınan Ilgın’ın Selçuklulardan önce yaşanmış çok eski bir geçmişi vardır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde karşılaştığım kabartma heykel ve çevrede bulunmuş yazıtlardan bir özet çıkarmaya çalışacağım. Ilgın’ın bulunduğu bölgede “TYRIAION” isimli bir kent olduğu bilinmektedir. Bu kentin ne zaman kurulduğu belli değildir. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Ilgın’dan getirilmiş ve M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen işlemeli bir taş üzerinde tanrıça kabartması görülmektedir. (Envanter 2474). Cepheden gösterilmiş, kolları ve göğsü altına kavuşturulmuş, sağ elinde küçük bir kasa tutmaktadır. Anadolu’nun ana tanrıçası olduğu kabul edilmektedir. Bu eser kentin çok eskiliğini göstermektedir. Kentin isminin ilk görüldüğü tarih, Konya’da olduğu gibi M.Ö. 401 yılıdır. Anadolu o tarihte Persler (İran) tarafından yönetilmektedir. İranlı Prens CYRUS topladığı paralı askerlerle ağabeyinden tahtı ele geçirebilmek için İran üzerine yürür. Ordu M.Ö 401 yılında Ilgın’dan geçer ve burada birkaç gün dinlenir. Prens burada Kilikya’dan (Tarsus-Adana) gelen kraliçe EPYAPSA onuruna bir askeri gösteri yaptırmıştır. Bu olay XENEPHON’un “Onbinlerin Dönüşü” adlı eserinde anlatılmaktadır. Tyrianon için kalabalık bir kentti ifadesi kullanılmaktadır. O tarihte Konya’dan (Iconium) daha büyük olduğu anlaşılmaktadır. Roma ve Bizans dönemlerine ait bilgiler burada bulunmuş ve okunmuş yazıtlardan gelmektedir. MAMA Vol 7 de okunmuş 24 adet yazıt bulunmaktadır. Bunlardan 106 nolu yazıt kent için çok önemlidir. Çünkü Anatanrıça’ya adanmış bir taşta kentin adı LAGENIA olarak geçmektedir. Ilgın Ağalar köyünde bulunmuş yazıtın Türkçe’si şöyledir. “LAGENIA’da oturan KINDURIA’lı Menelaos’un oğlu Mamas tanrıların anası ANDERINI’nin emrine göre bu taşı sundu.” Ilgın’ın ismi geçen bu taşta ZIZIMMENE Ana olarak bilinen Ana Tanrıça’nın diğer bir ismi geçmektedir. ANDERINI. Taşı sunan kişinin baba adı ile anılmasından Grek olduğu anlaşılmaktadır. Onlarda Araplar’da olduğu gibi baba ismi ile söylenmektedir. KINDURIA ise Kadınhanı yakınında Kinduras köyünün antik ismidir. Selçuklular’ın kente Ilgın adını, pembe çiçekli bodur ılgın (tamarisk) ağacından verdiği kabul edilir. Bu bodur ağacın bu yörede çokça görüldüğü bilinmez. Bu yazıttan kentin ikinci adının LAGENIA olduğu ve ILGIN isminin buradan geldiği anlaşılmaktadır. Ilgında bulunmuş 107 nolu yazıtta çok önemlidir. Kırık olduğu için tam okunamamakla birlikte İmparator Marcus Aerilius’un (İmp.161-180) döneminde hürriyetine kavuşan M.A Eucleides’in ismi geçmektedir. Diğer 17 yazıt Roma dönemine, 5 yazıtta Hıristiyan mezar taşlarıdır. Roma döneminden gelen yapı olmamasına karşı pek çok eski yapılardan çıkan taşların Selçuklu döneminde kullanıldığı görülmektedir. Şeyh Bedreddin türbesinin duvarında kullanılmış tarafımızdan farkına varılmış bir taşta “mezarın bozulmaması” konusunda ifade yer almaktadır. Gene de Tyriainon ve Lagenia’nın konumu araştırılmalıdır.

(09 Ekim 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

27 ILGIN VE KADINHAN’DA HİTİT DÖNEMİ SU YAPILARI Mehmet BİLDİRİCİ

Ilgın ve Kadınhanı yakınlarında günümüzden yaklaşık 3200 yıl önce Hititler döneminde yapılmış su yapıları bulunmaktadır. Bu yazımızda konunun uzmanlarınca yazılmış rapor ve yazılar kaynak alınarak bir özet verilecektir.

ILGIN YALBURT HAVUZU Ilgın’ın 20 km kuzey doğusunda Yalburt Yaylası bulunmaktadır. Bu yaylaya Konya-Ilgın yolundan Ilgın’a 4 km kala sapılarak gidilmektedir. Yalburt Yaylası’ında bulunan su kaynağından çevre köyler su almaktadır. Yaylanın güneyinde bulunan Avdan ve Şuhut köyleri de içme suyunu buradan almaktadır. Bu kaynakta 1970 yılında yapılan iyileştirme kazılarında Hitit dönemine ait yazılı taşlar bulunmuş, 1971 yılında Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden Arkeolog Raci Temizer başkanlığında kurtarma kazıları yapılmış, yazıtlar ortaya çıkarılmış, dizilmiş ve etrafı çevrilerek görülebilecek anıt şeklinde tel örgü içine alınmıştır. Hitit döneminde kaynaktan çıkan suları toplamak için Havuz yapılmıştır. Havuzun ebadı 12,70 m x 8,30 m = 105,40 m² dir. Yazılı olan ve yerinde dizilmiş taşların sayısı 22’dir. Taşların yaklaşık enleri 1 m, yüksekliği 1,30 m, uzunlukları 3,25 m dir. Bunlar Orta Anadolu’da bulunmuş en uzun Hitit yazılarıdır. Hititler’in hiyoroğlif (resim yazısı) yazısı ile yazılmıştır. Yazıtta Hitit Kralı IV. TUTHALYA’nın (Kral. M.Ö. 1250-1220) kartuşu hemen seçilmektedir. Bu yazıtlar tam olarak okunamamıştır. Hititolog K. Balkan, ve E. Manson’a göre yazıt dini değildir. J.D. Hawsink’e göre ise yazıtta “Büyük Kral IV. Tuthalya’nın tanrıların yardımı ile başardığı işler anlatılmaktadır”.

KADINHANI KÖYLÜYOLU ANITI (BARAJI) Köylütolu köyü Kadınhan-Ilgın karayolu üzerindedir. Burada Hitit dönemine ait buluntular bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir. Kadınhanı-Ilgın yolunun doğusunda geçen araştırma yapan Alman Sokolowsky ekibi bir sedde ve civarında Hitit dönemine ait bir yazıt ortaya çıkarmıştır. Önceleri bunun bir savunma duvarı olduğu benimsenmiş ise de, daha sonra Hititolog Güterbock tarafından bir su yapısı olacağı benimsenmiştir. Toprak dolgu olan ve 900 m uzunluğunda olan bu seddenin yağmur suları dışında bir su kaynağı bulunmamaktadır. Burada bulunmuş yazıt E. Manson tarafından tekrar okunmuştur. Bunun bir özeti şöyledir. Yazıtta ismi geçen Prens RU(WA)TI-TI’nin önemli görevler verilmiş bir kişi olduğu TITARME adlı bir kentin valisi bulunduğu, Labarna olarak bilinen Büyük Kral IV. Tuthalya tarafından görevlendirildiği” ifade edilmektedir. Bu bilgiler Raci Temizer’in 1984 yazılmış bir makalesinden ve Prof.Dr. Kutlu Emre’nin 1993 yılında yayınlanmış “Karakuyu Hitit Barajı” isimli makalesinden özetlenmiştir. Yöremizde yaptıkları bilinen ve yazıtları bugünlere gelebilen IV. TUTHALYA M.Ö 1250-1220 yılları arasında krallık yapmıştır. Umuyorum zaman içinde onun yaptığı başka eserler de gün ışığına çıkacaktır. Tabii bunları bulmak yetmiyor. Bunların iyi korunması gerekir Yalburt Havuzu’na araştırma ve görme maksadı ile gittiğimde bu izlenimi edinemedim. !!!!

(30 Ekim 1999 – YENİ MERAK KIRKAMBAR)

28 JAPON BİLİM ADAMI KANASAKA Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’yı geçen yıl ziyaret eden, tarihi Konya çeşmelerini ve içme suyu tesislerini inceleyen Japonya’da Kyoto Üniversitesi Coğrafya Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Kiyonori Kanasaka ile tanıştım. Adresini Safa Odabaşı vermişti. Mektubuma cevap yazdı ve bu yılki programını gönderdi. Konya’ya gitmeden önce ve Konya dönüşü İstanbul’da buluştuk. Kanasaka Konya içme suyu tesislerini inceliyor. Ben bende olan ve kendisine yarayacak tüm belgeleri önüne koydum, ve yardımcı olmaya çalıştım. Konya Devlet Su İşleri Bölgesi misafirhanesinde kaldı. Kendisine DSİ IV. Bölge Yardımcısı Sedat Pınar’ın çok yardımcı olduğunu söyledi. Bir Japon bilim adamının Konya ile ilgilenmesi çok sevindirici. Kanasaka aynı zamanda çok usta bir fotoğrafçı, pek çok fotoğraf çekti. Yazıları orada yayınlanınca gönderecek. Kendisini tanımaktan ve uzun uzun sohbet etmekten çok keyif aldığımı hissediyorum. Bu arada İstanbul’da Mimar Sinan’ın şahane Mağlova su kemerini ve Bizans dönemi Binbirdirek su sarnıcını gezdik. Kanasaka ile Japonya konusunda da konuştuk. Takdir ettiğimiz ve hakkında çok az bilgi sahibi olduğumuz Japonya. Bazı ilginç gözlemlerimi de buraya alıyorum. Japonlar son zamanlara kadar büyük baş hayvan (inek, koyun vs) eti yemezmiş. Tavuk ve balık geleneksel et imiş. Ama şimdi zevkle yiyorlar. İstanbul’da tavuk döner değil, et döneri tercih etti. Ayrıca meyvenin çok pahalı olduğunu ve gramla aldıklarını belirtti. Japonca ve Türkçe arasında cümle kuruluşunda bazı benzerliklerin olduğunu ifade etti, aşağıdaki üç kelimenin her iki dilde aynı anlama geldiğini söyledi Türkçe iyi Japonca ii “ su “ sui “ koyu “ koi Hiç unutamayacağım bir anım da şöyle; son günü ayrılmadan önce evde idik, kahve yerine meyve istedi. Hanım meyve getirdi masa başında otururken 5,8 şiddetinde deprem oldu. Biz alışığız dedi ve gayet sakin karşıladı, buna alışmalısınız dedi, bizi sakinleştirdi. Konya’yı inceleyen ve tanışmaktan memnun olduğum bu değerli bilim adamını duyurmak istedim.

(06 Kasım 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

29 KADINHAN HANI DUVARLARINDAKİ YAZITLAR Mehmet BİLDİRİCİ

Eski tarihi yollar üzerinde olan bulunan Kadınhanı’nın en önemli tarihi yapısı Selçuklu döneminde yaptırılan Han’dır. Üzerinde bulunan Selçuklu kitabesine göre Han hayırsever Raziye Hatun tarafından yaptırılmıştır. Türkçe’si şöyledir. “Allahım bu Hanın sahibesi Mahmut kızı Raziye Hatun’a rahmet eyle” H 620- 1223. Maalesef hanı yaptıran Raiye Hatun hakkında bilgi yok denecek kadar azdır. Bu yazımızda bu eşsiz Selçuklu Hanı’nı başka bir yönden inceleyeceğiz. Han duvarlarında dört köşe düzeltilmiş taşlar hanın yakınındaki Laodicea (Ladik) kentinin binalarından ve mezarlarından getirilip burada tekrar kullanılmıştır. Bu yönden bu tarihi kanıtlar kaybolmamış bir şekilde bu şekilde korunmuştur. Han duvarlarında MAMA Vol 1 de 29 adet okunmuş ve yayınlanmış taşın burada kullanıldığını belirlemiş bulunuyorum. Bunlardan 7 nolu yazıt ZEUS için yazılmıştır. 33 nolu yazıt çok ilginçtir. Grek harfleri ile Frigya dilinde yazılmış nadir görülebilen yazıtlardan biridir. Buradan Frigya dilinin üçüncü yüzyıl sonlarına kadar bu dilin konuşulduğu anlaşılmaktadır. 175 nolu taşı Han’ın kuzey duvarında matbaada basılmış kadar düzgün ve güzeldir. Bu ikiz yazıtları “Konya Tarihi Su Yapıları” kitabımın 252. sayfasına koymuştum. Tipik bir Roma dönemi mezar taşı olup Türkçe’si şöyledir. “Gaius Julius Patrikios, çok sevgili teyzesi Orestine’nin anısı için bu mezar taşını yazdırdı. “Gaius Julius Patrikios, çok sevgili kardeşi Minesitheos’un anısı için bu mezar taşını yazdırdı”. Buradan mezar taşlarını yazdıran kişinin üç isimli oluşundan Romalı ve Hıristiyanlık öncesine ait olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca hanın güneyine bakan kapının aynı sayfada bulunan kapısını uzun uzun seyrettim. Kapının da mezar taşları gibi eski bir yapıdan sökülüp buraya kurulduğu kanısına vardım. Kadınhan’da antik Laodicea ilgili taşlar bunlardan ibaret değil. Çeşitli ev ve mezarlıklarda 34 adet daha taş belirlenmiştir. Bunlardan 9 ve 10 nolu taşlar APOLLON ile ilgilidir. 42 nolu kitabe Latince’dir. Diğerleri Roma ve Bizans dönemlerine ait mezar taşlarıdır. Bu taşların bir kısmının tekrar Müslüman mezarlığında kullanılması ilgi çekicidir. Yazılardaki dil klasik Grekçe’dir. Yunanistan’da kullanılan alfabe ile aynıdır. Ben kendi imkanlarımla sadece bu kadarının Türkçe’lerini elde edebildim. Diğer yazıtlar üzerine de eğilindiğinde çok bilgilerin gün ışığına çıkacağına inanıyorum. Mevcut olanların ve yeniden bulunanlarında korunmasının önemini vurguluyorum.

(13 Kasım 1999 – YENİ MERAM KIRKAMBAR)

30 KONYA LİSESİ ÖĞRETMENLERİNİN KÜLTÜREL ALANDA ÖNEMLİ YAYINLARI Mehmet BİLDİRİCİ

Kırkambar'da yayınlanmış yazılarımda zaman zaman Konya Lisesi'nden anılar başlığı altında Ellili yıllarda Konya Lisesi'nde bizleri yetiştiren hocalarımızdan söz etmiştim. Gerçekten o yıllarda Konya Lisesi'ndeki öğretmenlerimizin bizleri iyi yetiştirdiğine inanıyorum. O günün şartlarında bize iyi şeyler vermişlerdi. Bu konudaki yazı ve araştırmalarımı "Ellili Yılların Konya Lisesi Öğretmenleri-1997" ismi altında derlemiş ve bilgisayar çıktılarından 50 adet çoğaltarak 60 sayfalık özel bir kitap haline getirmiş ve hocalarıma ve arkadaşlarıma takdim etmiştim. Aşağıda tanıtacağım iki kitap benim bu görüşümdeki haklılığımı vurgulamaktadır. Ellili Yıllarda Konya Lisesi'nde öğretmenlik yapan değerli büyüklerimiz hala kitap yayınlamaktadırlar. Bu yayınlar sonraki kuşaklarca çok iyi değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Şimdi bu iki yayını tanıtacağım. Şüphesiz bu konular hakkında genel kültür bazında bir bilgi sahibiyim. Ama işin uzman ve meraklılarının çok yararlanacağına inanıyorum. KONYA VE ANADOLU MEDRESELERİ Yazarı Konya Lisesi'nde Fizik öğretmenimiz Hüseyin Köroğlu. Hocamızın sahip olduğu "Fen Yayınevi" tarafından 1999 yılında Konya'da yayınlanmıştır. 396 sayfada 200 resim, plan, harita bulunmaktadır. Sayın Köroğlu gene aynı yayınevinde yayınlanmış 9 adet çeşitli fizik konulu kitapların yazarıdır. "Konya Lisesi Tarihi" adlı kitabı da Konya Lisesi'nin 100. Kuruluş yılı dolayısıyla yayınlanmıştır. Değerli hocamın ailecek tanış olduğumuz yakın dostu olarak ne kadar buna emek verdiğini çok yakından biliyorum. Lütfedip hediye ettiği kitabını da dikkatle okudum. Bir fen adamı olarak konuya objektif baktığına inanıyorum. Kitabı edinmek isteyenler 0.(332).321 3412 nolu telefona başvurabilirler.

YUNUS ŞİİRİNDEN GÜNÜMÜZE YAKLAŞTIRMALAR Yazarı tanınmış edebiyatçılardan Hikmet İlaydın (1914-1991). Sayın İlaydın Muğla doğumlu, Konya Öğretmen Okulu mezunu ve 1948-1949 yıllarında Konya Lisesi Müdürü ve edebiyat öğretmeni. Kitap Akçay yayınları tarafından 1998 de Ankara'da yayınlanmış, 392 sayfa. Kitap yazarın ölümünden sonra tutulmuş notlardan hazırlanarak eşi değerli hocamız Nihal İlaydın tarafından yayın haline getirilmiştir. 1945-1955 yıllarında Konya Lisesi'nin Fransızca öğretmeni Nihal İlaydın tam bir dil uzmanı. Fransızca, İtalyanca, İspanyolca gibi batı dillerini ve Arapça ve Farsça gibi doğu dillerini biliyor. Uzman bir edebiyatçı olan eşinin sarı kağıtlara yazılmış ve başkaları tarafından okunmasının mümkün olmadığı bu notlarından ileri yaşına rağmen bu değerli eseri hazırlamıştır. Kendisini Marmaris'te ziyaret ettiğimde bu zor okunur notları bizzat görmenin mutluluğunu yaşıyorum. Değerli hocamın lütfedip gönderdiği bu kitabı zevkle okuduğumu da belirtiyorum. Ben burada bu değerli hocalarımızın hayat hikayelerinden Konya ile ilgili kısımları yazıma aldım. Diğerleri kitapta görülecektir. Temin etmek isteyenler için Akçağ Yayınevinin telefonunu veriyorum. 0.(312) 432 1798

(04 ARALIK 1999, YENİ MERAM KIRKAMBAR)

31 SAINT PAUL’UN LYSTRA –ICONIUM- DERBE ZİYARETİ Mehmet BİLDİRİCİ

Hıristiyanlığın kurucularından Saint Paul yaklaşık 47 yılında Barnabas ile Kıbrıs’tan Anadolu’ya misyonerlik gayesi ile gelmiş Perge’de karaya çıkmıştır. Buradan Antioch (Isparta-Yalvaç) kentine yürümüştür. Anadolu’da ilk defa bu kentte dini vaizlerini vermiştir. Antioch’dan şikayet üzerine kovulunca, Iconium’a (Konya) kaçmış, burada Yahudilerin sinagogunda konuşma yapmıştır. Aynı gezide Konya’nın güneyinde Lystra ve Derbe’yi de ziyaret etmiştir. Lystra’da felçli bir hastayı bakışları ile iyi etmiştir. Bu olay üzerine halk Likaon dili ile tanrılar aramızda diye sevinç gösterileri yapmış, Barnabas’ın Zeus ve Saint Paul’un Hermes olduğunu sanmışlardır. Kentin hemen önünde bulunan Zeus tapınağı önünde kurban kesilmeye kalkışılmıştır. Bunu fark eden Paul ve Barnabas bizde sizler gibi insanlarız diye güçlükle önlemişlerdir. Yaklaşık 50 yıllarına doğru bu defa Saint Paul, Barnabas olmadan Kilikya üzerinden ikinci defa gelmiş, Derbe, Lystra ve Iconium’u ikinci defa ziyaret etmiştir. Bu bilgiler Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’de anlatılmaktadır. Ben bu yazımda ziyaret edilen bu yerleri bugünkü durumlarını ve Saint Paul’un bıraktığı izleri incelemeye çalışacağım. İlkin Konya’dan başlayalım. Konya Selçuklu devletinin başkenti olmuş, Türk-İslam uygarlığının Anadolu’daki en önemli merkezlerinden biridir. Aynı zamanda insan sevgisi ve farklı inanışlara karşı hoşgörünün geniş şekilde yer aldığı Mevlana ve Mevleviliğin de kentidir. Bunun yanında Konya’nın Hıristiyanlık yönünden de çok önemli bir kenttir. Saint Paul’un konuşmalarını dinleyen nişanlı bir kız olan Thecla (Konya 34- Silifke 66?) ailesinin ve annesinin muhalefetine rağmen Saint Paul’un öğretilerini benimsemiş ve Hıristiyanlığın ilk azizesi olmuştur. Çok renkli bir hayatı olan Thecla’nın hayatı ayrı bir inceleme konusudur. İncil’i okuyup Konya’ya gelen din adamları ve tarihçiler Saint Paul’un konuştuğu ve vaiz verdiği sinagogu hep sormuşlardır. Iconium 1. yüzyılda önemli bir kent ve Roma askeri kolonisidir. Romalı sivil ve askeri yöneticiler vardır. Bunların yanında bazı Yahudi görevlilerin olması olasıdır. Ancak bu konuda 1. yüzyılda Konya’da Yahudilerin yaşadığı ve sinagogları olduğu konusunda hiç arkeolojik veri bulunmamaktadır. Diğer ziyaret yeri Lystra, Konya’nın 25 km kadar güneyinde Hatunsaray beldesinin 2 km doğusunda Zoldera höyüğüdür. Lystra M.Ö. 6 yıllarında ilk Roma İmparatoru Augustus tarafından çevredeki yerli halkları (Lycaonyalı’lar, Pisidyalı’lar, Homonad’lar, Isauralı’lar) disiplin altına alabilmek için bir Roma askeri kolonisi olarak kurulmuştur. Saint Paul’u Lystra’da Timetheus karşılamıştır. Timetheus Lystra’lı ve bölgeden bilinen ilk tarihi kişidir. Babası yerli, annesi görevli bir Yahudi’nin kızıdır. Timetheus bu karşılamadan sonra Saint Paul’un hep yanında olmuştur. 15. yüzyıla kadar yaşamın devam ettiği Lystra daha sonra karanlığa gömülmüştür. 19. yüzyılda kenti yeri aranmaya başlamış, önceleri isim benzerliğinden Karaman’ın kuzeyinde İlistra (Yollarbaşı) olduğu sanılmıştır. Yüzyılın sonlarında Amerikalı Sterret Zoldera höyüğünde bulduğu bir kitabeden kentin yerini belirlemiştir. Kitabede “Mutlu Lystra kolonisi kutsal August’a bir çift kurban adamıştır” denilmektedir. Lystra’nın yerini yakın zamanlara kadar kültür çevrelerinden dahi yerini bilen yoktu. Güney Afrika’dan 30 yıl önce gelen ve Saint Paul’ün ziyaret ettiği yerleri belgesele almak isteyen bir gruba Glisıra’daki oyma mağaralar, şapeller Lystra diye gösterilmiştir. Glisıra Lystra’ya 15 km uzaklıkta ve onun güney batısındadır. Son zamanlarda yerel basında Lystra’da kazı yapılacağı haberleri gelmektedir. Kazıların başlaması ile Lystra üzerindeki karanlık yavaş yavaş ortadan kalkacaktır. Bu takdirde yörenin çok önemli bir ziyaret yeri olacağına inanıyorum.

32 Saint Paul’un üçüncü ziyaret yeri Derbe’dir. Derbe Karaman’ın 15 km kuzeyinde Ekinözü köyünün sınırları içindeki Kerti Höyüğü’dür. Karaman-Ereğli yolundan sapılarak gidilebilir. Derbe M.Ö. 1. yüzyılda Antipater isimli bir yöneticinin idaresi altındadır. Antipater M.Ö 51-50 yıllarına Tarsus’ta Roma valisi olan ünlü şair, filozof, Çiçero’nun dostudur. Saint Paul’un Derbe ziyaretinden de Gaius isimli bir kişinin kendisine katıldığı görülmektedir. Derbe’de daha sonraları karanlığa gömülmüştür. Tekrar arandığımda isim benzerliğinden Karadağ üzerinde Değle, ve Ereğli yakınında Devle veya Divle (Üçharmanlar) aranmış, 1957 yılında Alan Hall’ün Kerte Höyük’te bulduğu ve halen Karaman Müzesi’nde olan taşın okunması ile yeri belirlenmiştir. Saint Paul’un bu yöreyi ziyaret ettiği 1. yüzyılın ortalarında Konya ve güneyi Galatia (merkezi Ankara) eyaletinin sınırları içinde yer alıyordu. Büyük olasılıkta İncil’de “Galatalı’lara mektuplar” bu yöre halkı için yazılmıştır. Çünkü bu yöre halkından kendisine katılanlar olmuş, diğerleri o gidince ondan yüz çevirmiş ve eski inançlarına dönmüştür. Yörede Hıristiyanlığın tolere edildiği 313 yılı, devlet dini olarak kabul edildiği 324 yılından önce bölgede yaşamış Hıristiyan’ların olduğu yazıtlardan anlaşılmaktadır. MAMA (Monumenta Asia Minor Antiqua) cilt 1,7,8 de bol miktarda yazıt (inscription) bulunmaktadır. Akla gelen soru şudur? Bu Hıristiyanlar Saint Paul’un ziyaretinden beri mi buradalar? Bu inanç 1. yüzyıldan beri devam etmiş midir? Konu Stephen Mitchell tarafından “Lands, Men and Gods in Asia Minor” isimli yayını da çok detaylı incelenmiştir. Bu incelemeler sonucu ve arkeolojik veriler sonucu yukarıdaki soruya olumlu yanıt çıkmamaktadır. Zaten “Galatalı’lara mektuplar da bunu doğrular niteliktedir.

(11.12.1999 - YENİ MERAM KIRKAMBAR) (ÇAĞRI EKİM 2000)

33 BİR EĞİTİMCİ JENANYAN ve OKULU Mehmet BİLDİRİCİ

İstanbul’da haftalık Türkçe Ermenice yayınlanan AGOS gazetesinin 16.Haziran 1998 tarihli sayısında Konya’da kurulmuş ve Hıristiyan öğrencilerin eğitimini üslenmiş JENANYAN Okulu hakkında bir yazım yayınlanmıştı. Burada okul hakkında bilgi sunulmuş, Jenanyan’ın bir fotoğrafı eklenmişti. Bu defa Tarsus Amerikan Kolejlinde 1953-1966 yılları arasında bulunmuş As. Profesör Frank Stone’un “Armenian Review”de yayınlanmış ilginç İngilizce araştırma yazısı elime ulaştı. Bundan dolayı konuyu tekrar gündeme getirmeyi uygun buldum. Gerçekten eğitimci Jenanyan’ın hayatı ve çalışmaları ilgi çekicidir. Harutune S. Jenanyan 1860’lı yıllarda Maraş’ta Protestanlığı benimsemiş, Ermeni, fakir ve okuma yazması olmayan bir ailede dünyaya gelmiştir. Jenanyan Protestanlığı kabul ettiğinde 9 yaşında idi. İlk öğreniminden sonra ailesinin fakir oluşundan okuyamamış ailesinin mesleği olan dokumacılık yapmıştır. Daha sonra Antep’deki Amerikalı misyonerlerin açtığı kolejde okumuş ve vaiz olmuştur. 1884 yılında eğitimini geliştirmek için Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiştir. Amerika’da Saint Paul’un doğum yeri olan Tarsus’ta Hıristiyan çocukların eğitimi için kolej açmayı düşünen Amerikalı Albay Shepard ile tanışmış, onu bu konuda ikna etmiştir. Gerekli bürokratik işlemlerden sonra Tarsus’a dönmüş 1888 yılında “Tarsus Saint Paul Enstitüsü” onun Müdürlüğü altında açılmıştır. Amerikan misyoner okullarına bağlı olan okullar içinde Amerikalı olmayan ilk Müdür Jenanyan’dır. Okulun kendinden sonraki öğretmenleri Amerika Birleşik Devletleri’nde iken evlendiği Amerikalı eşi Helen, ve Amerikalı Alexander Mc Lachan idi. Okulun giderleri Amerika’da oluşturulan bir Vakıf tarafından karşılanmıştır. Bu okul bugün Tarsus Amerikan Koleji olarak eğitim vermeye devam etmektedir. Jenanyan 5 yıl burada başarılı bir çalışma gerçekleştirmiş, ancak okulun masraflarını karşılayan Vakıf ile tam uyum sağlayamamış 1893 yılında buradan ayrılmıştır. Konya’da bulunan Protestanların daveti üzerine !!! Konya’ya gelmiş ve burada “Asia Minor Apostolic Institute” adında bir enstitü kurmuştur. 1890’lı yıllarda Konya’daki Protestanların kim olduğu bir araştırma konusudur. O yıllarda Konya’da Gregorien Ermeni, Ortodoks Rumların yaşadığı düşünülürse Protestanlar demiryolu inşaatı,.. vs gibi kurumlarda çalışan Amerikalılar, Almanlar olmalıdır. Okul 1893 yılında kurulmuştur. Bu enstitünün Tarsus ve Sivas’ta fakirlere yardım kurumu, ikisi Maraş’ta yetimler yurdu yanında en önemli kurumu Konya’da açılmış bulunan JENANYAN OKULU’dur. Okulun 1898 yılında 1898 yılında dördü bayan 28 öğretmen ve yardımcısı bulunmakta bunun 12 adedi Konya’dadır. Sadece Jenanyan’ın eşi Helen Amerikalıdır. Dokuz adet de yüksek öğrenim için hazırlanmış aday mezun bulunmakta. Bunlardan biri Agop Markaryan’dır. İki adayın isminden de Rum olduğu anlaşılmaktadır. Apostolik Enstitü ilk binasını 1894 yılında, ikinci ve büyük binasını ise 1903 yılında satın almıştır. Okulun açılışta 15 öğrencisi vardır ve okulun öğrenim süresi 12 yıldır. Jenanyan okulunu ve Apostolik Enstitü’nün giderlerini karşılayan Amerika ve Kanada’daki kişilerle dostluğu iyi ise de uzaktan haberleşme ile işlerin zor yürüdüğünün görerek 1899 yılında mali problemleri çözmek için kendi yerine Amerika’da doktorluk eğitimi görmüş Dr. H. Rejebian’ı Müdür olarak atayarak Amerika’ya gitmiştir. Dr. Recebian bu zor görevi iki yıl yürütmüş, tekrar tıp mesleğine dönmüştür. Bu defa Enstitü ve okul Müdürlüğünü ayrı bir yazı konusu edeceğimiz Dr. Armenag Haigazian’a bırakmış, adı geçen okulun kapanış tarihi olan 1921 yılına kadar bu görevi yürütmüştür. Jenanyan ölüm tarihi olan 1907 yılına kadar Amerika’da bulunmuş okulun açık kalmasını sağlamıştır. Jenanyan birlikte çalıştığı misyoner eğitimciler ve öğrencileri tarafından iyi bir eğitimci olduğu ifade edilmektedir.

(1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 29)

34 JENANYAN OKULU HAKKINDA ARŞİVDEN GELEN BİLGİLER Mehmet BİLDİRİCİ

Jenanyan Okulu hakkında Frank Stone’nun “Jenanyan and Haigazian, two Armenian Educators in Anatolia” isimli çok değerli makalenin zor okunan İngilizce kopyası ve aşağıdaki arşivden gelen bilgiler, İstanbul Esenler’de değerli Araştırmacı ve Tarih Öğretmeni AHMET UÇAR tarafından verilmiştir. Kendisine kültüre yaptığı bu katkıdan dolayı müteşekkirim. Zor okunan İngilizce metin tarafımızdan bilgisayara geçerek kolayca faydalanılması sağlanmıştır. Konya Milli Eğitim Müdürlüğü arşivlerinden gelen bilgiler şöyledir. Okulun Yeri : Çifte Merdiven mahallesi Okulun İsmi : Jenanyan Mektebi Nevi : Zükur leyli ve nihari (Erkek öğrenci, yatılı ve evci) Derecesi : Zükur İdadi, İnas Rüştiye (Erkek Lisesi, Kız Orta Okulu) Tesisi Amacı : Hıristiyan etfale mahsus (Hıristiyan çocukları için) Tesis Küşadı : 17 Zilhicre 1309 ( Okulun açılışı 1893 yılı) Öğrenim süresi: İdadi 4 yıl, Rüştiye (orta okul 4 yıl) Kurucusu : Artin Harutune Jenanyan Müdürü : Armenag Haigazian

1898 yılında okula kız bölümü eklendiği 8 erkek ve 4 bayan öğretmenin olduğu Frank Stone tarafından ifade edilmektedir. TESPİT EDİLEBİLEN ÖĞRETMENLERİ 1. Harutune JENANYAN : Okulun kurucusu 2. Helen Jenanyan : Amerikalı, Jenanyan’ın eşi 3. Leon Tamraryan : Halep Askeri Rüştiye mezunu, 1896 yılında buraya atandı Jenanyan’ın Amerika’ya gitmesi ile çok kısa süre Müdür (1898) 4. Dr. Recebian : Tıp Doktoru, 1898-1901 yılları arasında Müdürlük yaptı. Merzifon Koleji’ne tayini çıktı. 5 .Armenag HAIGAZIAN : 1901-1921 yılları arası okul Müdürü 6. Andon Nikolay : 1899 yılında ayrıldı 7. Soğsun Nevşehirliyan : Ermeni Patrikhanesi mezunu 1892 mezunu, 1898 de atandı 8. Dr. Garçiyan (Jangoçyan) : Osmanlı vatandaşı, Amerika Michigan 1904 yılı mezunu 9. Malkom Jenanyan 10.Kirkor (Hristo oğlu) : Silleli, Sille ve Konya okullarında Rumca öğretmeni 11. Mihail Partikyan (Berşikyan) : Konya Jenanyan Okulu 1907 mezunu 12. Dikran Dülgeryan : Jenanyan Okulu 1908 ? mezunu 13. Agop Karamanyan : Konya Ermeni Okulu 1902 mezunu 14. Madam …. : Üsküdar Amerikan Kız koleji 1893 mezunu 15. ….. : Merzifon Amerikan Kız Koleji 1906 mezunu 16. Vasilaki : Rumca öğretmeni, 1911 yılında atandı 17. Matilda Surpuhi Haigazian : Müdür Haigazian’ın eşi

Pars Tuğlacı’nın Tarih Toplum (Şubat 1991) de yayınlanan “Ermenilerin Türk Matbaacılığına Katkıları” adlı yazısında; Konya’da 1 matbaanın bulunduğu ve Haigazian tarafından yayınlanan 2 dergi olduğu görülmektedir.

35

JENANYAN OKULUNDA OKUTULAN KİTAPLAR Adı Yazarı Basıldığı Yer Açıklama 1. Varazyatyan Mangani Simpod Davidyan Der-saadet (İstanbul) Ermenice 2. Talim-i Kıraat Muallim Naci “ Osmanlıca 3. Tarih-i Osmani Mehmet Tevfik “ Türkçe 4. bedia… inşa.. Mustafa Reşit “ “ 5. Sarf Nahiv (Gramer) Mehmet Zihni “ Osmanlıca (Arapça) 6. Nebaena .. Kozomoz Gazaros “ Rumca 7. ….. Muka…. - İngilizce 8. İlmi Hesap

(1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 30)

36 EĞİTİMCİ FELSEFE DOKTORU MÜZİK ADAMI ARMENAG HARUTUNE HAGIAZIAN (1871-1921) KONYA’DA DEĞİŞİK KESİMDEN BİR ERMENİ EĞİTİMCİ Mehmet BİLDİRİCİ Armenag H.Hagiazian 1870 yılında o zaman ismi Haçin olan Adana Saimbeyli’de doğdu. Haçin o zamanlar Protestanlığın yaygın olduğu ve genellikle Ermenilerin yaşadığı bir yerleşim yeri idi. Protestan bir Ermeni ailenin çocuğu olan Haigazian ilk öğrenimini Haçin’de yaptı. Daha sonra Amerikalı misyonerler tarafından açılan Gaziantep’te ki kolejde eğitimine devam etti ve üniversite mezunlarına verilen B.A (Bachelor of Arts) diplomasını 1899 yılında aldı. Üç yıl da Maraş Teoloji Koleji’nde okudu ve 1892 yılında buradan mezun oldu. Kısa bir süre Tarsus Saint Paul Koleji’nde çalışan Haigazian 1894 yılında eğitim ve doktora için Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Sonuçta 1898 yılında Yale Divinity Okulu’ndan Felsefe Doktoru unvanını kazandı. (Rh.D) Altı ayda Kanada Toronto Üniversitesi’nde müzik ve harmoni derslerini takip etti. Dr. Haigazian’ın tüm öğrenimi Amerikalı misyonerler tarafından desteklenmiş, Anadolu’da Amerikalı eğitimciler dışında en değerli eğitim adamı olduğu kabul edilmektedir. Dr. Haigazian Jenanyan’ın daveti üzerine 1899 yılında Konya açılmış bulunan JENANYAN Okulu’nun Müdürlüğü’ne 1901 yılında Apostolik Enstitüsü’nün başkanlığına getirilmiş, bu görevi okulun kapanışı olan 1921 yılına kadar sürdürmüştür. 1902 yılında İstanbul Protestan Kilisesi’nin Pastörlerinden birinin kızı Matilda Surpuhi ile evlenmiş, çiftin altı dünyaya gelmiştir. Dr. Haigazian yönetiminde Konya’daki Jenanyan Okulu ilk on yıl gelişme göstermiştir. Okulun eğitim dili Türkçe-Ermenice ve İngilizce idi. Yaklaşık okulun kütüphanesinde 2000 cilt kitap vardı. Bunların bir kısmı Anıt Alanı’nda Yazma Eserler Kitaplığı’ndadır. Ben bunları inceledim. Genellikle edebiyat, cebir, geometri ve Hıristiyan Teolojisi ile igili kitaplar. Britannica Ansiklopedileri … vs. Ermenice kitapların yetersizliğinden Haigazian’ın Ermenice gramer kitapları hazırladığı bilinmektedir. Ayrıca Ermenice bir Ansiklopedisi hazırlamaya çalıştığını kızı ifade etmektedir. Haigazian ayrıca Konya’da bir de Ermenice dergi çıkarmıştır. Müzik eğitimi olduğundan Konya’da YASSASIAN adlı kurduğu ve 25 kişilik bir korosunun bulunduğu bilinmektedir. Dersleri yanında Konya’da sık sık vaiz verdiği ifade edilmektedir. Konya’da bir Protestan Kilisesi olmadığına göre, bu etkinliklerin okul içinde gerçekleştiği düşünülebilir. 1913 yılında ülkenin hızla savaşa sürüklenmesi her kurumu etkilemiş, Haigazian okul giderlerini karşılamak için 1 yıllığına Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmiştir. 1914 yılında Konya’ya döndükten kısa süre sonra Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir. Ermenilerin 1915 yılında mecburi göçü sonrası okul kapanmıştır. Haigazian güç şartlarda olsa da Konya’da yaşamını sürdürmüştür. Kendi ve ailesi Protestan olduğu için göçe tabi olmamıştır. 1918 yılında Mütareke olunca geçici olarak Konya İngiliz ve İtalyanların işgaline uğramış, Amerika’da olan Okulu destekleyen Vakıf okulun yeniden açılmasını istemiştir. Konya’da bulunan diğer Hıristiyanlar (Rumlar, Maruniler) okulun açılması için ricada bulunmuşlardır. Üç yıl içinde okul yeniden canlanmıştır. Savaşın getirdiği ağır şartlar ve bunların oluşturduğu görüşlerce Türkler tarafından hoş karşılanmamıştır. 1921 yılında Mustafa Kemal’e bağlı Milli Kuvvetlerin Konya’ya girmesi üzerine okul kapatılmış ve Haigazian Harput’a (Elazığ) sürgün edilmiştir. Esasen de sağlığı bozulmuş bulunan Haigazian aynı yıl orada vefat etmiştir. Ailesi 1921 yılında Amerika’ya göç etmiştir. Büyük kızı Mary’nin eşi Konya okulundan mezun Stephen Megahian’ın girişimi, Amerikan Misyoner Teşkilatı ve Protestan Ermeni Kilisesi’nin desteği ile 1955 yılında Beyrut’ta açılan “Armenian Liberal Arts College” açılmıştır. Okulun ilk Müdürü Konya’da eğitim görmüş Agop Markarian’nın oğlu John Markarian’dır. Bu şekilde 1921 yılında kapanan kolej değişik koşullarda eğitimine devam etmektedir. (Bu yazı Amerikalı Eğitimci Frank Stone’nun İngilizce yazısından özetlenmiştir. ( 1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 35)

37 KAYIP KARAMANLILAR CEMAATI Mehmet BİLDİRİCİ

Konya, Niğde, Aksaray çevresinde yaşamış ve Lozan anlaşması ile Yunanistan'a göç etmiş, Rumca bilmeyip, Grek harfleri ile Türkçe olarak yayınları olan bu cemaat hakkında daha önce (Yeni Meram-Kırkambar, 07.02.1998 tarihli ve 24.07.1999 tarihli) yazılarım çıkmıştı. Bu defa elime yayınladıkları kitaplar hakkında bilgiler ulaştı, bu defa bunları belirteceğim. Kökenleri konusunda belirsizlik sürmektedir. Aslen Helen olup dillerini unutup Türkçe mi ? öğrenmişlerdir. Türk asıllı olup sonradan Hıristiyan mı ? olmuşlardır ? bir şey söylemek mümkün değildir. Bunu aşağıdaki kendilerini anlatan bir dörtlük de göstermektedir. Gerçi Rum isek de Rumca bilmez, Türkçe söyleriz. Ne Türkçe okur yazar, ne de Rumca söyleriz, Öyle bir mahludi hatt-ı tarikatımız vardır Hurufumuz Yunanice, Türkçe meram eyleriz. Karamanlılar'ın Grek harfleri ile çeşitli kitaplar çıkardıkları bilinir. Bunlara aşağıdaki örnekler verilebilir. Gülzar-ı iman-ı Mesihi- İstanbul 1728 Antalya'lı Serafim'in Pazar Vaazları- İstanbul 1756 Aziz Apostolların Amelleri- İstanbul 1811

Bunlar dini kitaplardır, ve basım tarihlerinin çok eski oluşu dikkat çekicidir. Bunun yanında 1872 yılında "Evangelinos Misalidis" tarafından yayınlanmış "Temaşa-ı Dünya ve Cefakar-u Cefakeş" isimli kitap yayınlanmıştır. Bu Türkçe'de yayınlanmış ilk roman tarzında kitap olmaktadır. Türkçe'den başka dil bilmeyen Karamanlılar'ın dünya hakkındaki bilgilerini artırmak maksadı güdülmüştür. Kitap Cem Yayınlarından 1986 yılında bugünün Türkçe’si ile tekrar yayınlanmıştır. Robert Anheggar ve Vedat Günyol tarafından yayına hazırlanmıştır. Fransız Araştırmaları Enstitüsü kitaplığında bulabildiğim kitabı orada kısmen okuyabildim (Envanter No: Türk 110) Yazarı Evangelinos Missalidis (1820-1890), Kula doğumludur. İzmir ve Atina'da okumuştur. 1851 yılında Karamanlıca "Gazeta-yı Anatoli" adlı haftada önce iki gün yayınlanan gazeteyi çıkarmıştır. Gazete 1914 yılına kadar yayınanına devam etmiştir. Ayrıca 1845-1847 yılları arasında Karamanlıca "Beşaret-il Maşrık" adlı dergiyi de yayınlamıştır. Yöremizde Karamanlıca'ya örnekler de bulunmaktadır. Bunun en güzel örnek Sille'deki Aya Elena kilisesinin Grek harflerle yazılmış giriş kapısı üzerindeki Türkçe kitabesidir. Bu gelenek yani Türkçe konuşmayı sürdürmek yöremizin türkülerini Türkçe olarak söylemek sadece, Aksaray Güzelyurt'tan (Gelveri) göçen Karamanlıların yaşadığı Nea Karvali (Yeni Gelveri) köyünde (Kavala -Yunanistan) devam etmektedir. Kavala- İstanbul yolu üzerinde ve Kavala'ya 20 km uzaklıktaki bu köyde bu konuda çeşitli etkinlikler yapılmakta ve zaman zaman Aksaray Güzelyurt da ziyaret edilmektedir.

(Konya YENİ GAZETE CÖNK 1999 – sayfa 83)

38 KONYA’DA BASILMIŞ BİR PARADA KADIN GİYİMİ Mehmet BİLDİRİCİ

Resimde Roma Senatosu’nun ismi bulunan 4. yüzyılda Konya'da İmparator Gordianus III (238-244) döneminde basılmış paranın bir yüzü görülmektedir. Arka yüzünde İmparatorun portresi, ismi bulunmaktadır. Bu yüzünde de Talih tanrıçası Tyche (Tişe okunur) görülmektedir. Kentin adı Iconies olarak görülmekte COL ile de koloni olduğu belirtilmektedir. SR ise Roma Senatosu isminin kısaltılmışıdır. İyi yada kötü talihi insanlara gönderdiğine inanılan Tyche'nin bolluğu temsil eden bir boru ve dümenle temsil edildiği bilinir. Ben bu yazımda konuyu kadın giyimi yönünden inceleyeceğim. Şüphesiz ben moda ve giyim konusunda bilgisi olan biri değilim. Tanrıçanın giyiminin çok büyük bir estetik sergilediğini görmek için her halde uzman olmaya gerek yoktur. Bugün tanrıçanın elbisesi ile bir gece düğününe giden güzel bir hanım dikkatleri üzerinde toplar. Ayrıca o çağlarda her halde her kadının böyle giyindiğini düşünmek de doğru değildir. Kıyafet tanrıça için düşünülmüştür. Her halde buraya gelen yönetici eşleri ve imparatoriçeler de benzer şekilde giyinmişlerdir. Birde bugün kadınlara giydirilmesi istenen kapalı giysileri düşünüyorum, hiç yoruma girmeden en azından bu konuda, kadın modasında bir mesafe almadığımız gibi, bu estetik anlayışa gelmek için kültürel bir çaba sarf ettiğimizi düşünüyorum.

(1999 YENİ GAZETE CÖNK s.88)

39 KONYA MEDRESELERİ Mehmet BİLDİRİCİ

Aşağıdaki çok ilgi çekici yazının yazarı Macit Selekler'dir. Yazı 27.Şubat 1962- 5.Mart 1962 tarihleri arasında Konya'da "Şehir Postası" gazetesinde yayınlanmıştır. Yazar kendisi bu kurumlarda bulunmuş, gözlemlerini yayınlamıştır. Yazı aynen aşağıdadır. Konya'da o zaman 108 medrese olduğunu işitirdik. Konya ilim merkezi sayılırdı. Medreselerde din bilgileri öğretilirdi. Bunların ise Arapça kitaplardan öğrenilmesi zorunlu idi. Çünkü bütün din bilginleri eserlerini Arapça yazmıştı. İslam medeniyetinin başında Bağdat, Şam, ve Mısır'da yetişen bilginler ya Arap idi ya da İranlı ve Türk olsalar bile eserlerini Arapça yazarlardı. Bunun için Arapça öğrenmek ilk iş oluyordu. Ama Arapça'yı öğretmek için kurulan usul pek eski idi. Sarf'dan başlanır, emsile okunur, çocuk bir eski metni anlamadan dua gibi okurdu. Öğrenci belli klişeleşmiş bir dili ezberlerdi, bu değiştirilmezdi. Başka şekilde söylerse Kuran'dan bir parça okuyormuş da yanılmış gibi hocası tarafından düzeltilirdi. Sabah dersleri, Arap dilini öğrenmeye aitti. İkindi dersleri ise din dersleridir. Bunlar en çok camilerde ikindi namazından sonra, hoca tarafından takrir olunur, talebe elinde kitabı hocanın takririne (okumasına) paralel olarak süzerek dinler. Medrese öğretiminin belirli bir zinciri vardır. Sarf, Nahiv, Mantık, Kalem, Hadis, Tefsir. Bir öğrenci bu zinciri 20 yılda tamamlar, icazet alır. Bu uzun ömür aşındıran öğretim usulünün sakatlığı medreseler tarafından da kabul edildiği halde, düzeltilmesi için günah korkusundan kimse bir şey düşünmez idi. Yedi yaşında ilkokula giden bir öğrenci, 18 yaşında Galatasaray Lisesi'nden mükemmel Fransızca öğrenerek çıktığı halde, 22 yaşında Hukuk mezunu Hakim olabildiği devrimizde, hala 5-6 yaşında medreseye çömez olarak giren bir medrese öğrencisi 30 yaşında icazet alsa bile, Arapça konuşamıyordu. Bu sistemin durumundan kaynaklanıyordu. Felsefe, Hesap, Riyaziye ve Tıp'ta, 19. Yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında ilim bu kadar gelişmiş iken 15. yüzyıl bilgileri ile elbette alim olunamaz idi. Konya'da 108 adet medrese vardı. Bunların çoğu Hükümet konağının arka ve yan taraflarında şimdiki Postane, Şerafettin Camii, Sanat Okulu ve İplikçi Camii ile Alaaddin tepesinin eteğinde idi. Devrin meşhur müderrisleri, Tavaslı Hoca, Sivaslı Ali Kemal, Hadimli Vehbi, Aksekili Mehmet birer otorite sayılırdı.

MEDRESELERİN DURUMU Medreseler genelde dört köşe bir arsa üzerine yapılmıştır. Ortada kalan açık saha bahçe gibi kullanılır, müsait alanında meyve ağaçları olur, ufak ölçüde sebze yetiştirilirdi. Bu bahçenin dört yanında hücreler sıralanmıştır. Medresenin kapısının yanı gibi en güzel hücre müderrise ait dershanedir. Dershaneler genişçe bazen bölmeli iki oda halindedir. Yahut genişçe bir odası mescit yapılmıştır. Büyük camilerin yanında olan medreselerde bile mescit vardır. Çünkü bu mescitler ders vermek içinde kullanılır. Bazı medreselerde ahır da bulunur, bu öğrencilerin köylerden gelip gidenlerinin hayvanları için lüzumlu olurdu. Örnek olarak "Yağmurlu Medresesi'nin 17 tane hücre ve bir bölmeli dershanesi vardı. Hücreler medresenin bahçesine bakan bir pencereli takriben 3.00 x 3.00 m ebadında bir odadır. Hepsinin içinde çağlayan denilen bir yer lavabosu vardır, öğrenci burada apdest alır, yıkanır, duvarda da eşyasını ve kitaplarını koyacak iki de dolap vardı. Hücrelerin mevkii yüksekçe olduğunda teras gibi kullanılacak üstü örtülü bir seki vardı. Aslında bu hücreler bir kişilik düşünüldüğünde kafi konforlu sayılırdı. Her talebe kardeşi veya akrabası olan köyünden veya başka yerden 10-15 yaşında bir çömez bulundurduğuna göre ve ufak tefek işleri onlara gördürdüğünden öğrenciye ders çalışmak kalıyordu.

40 Sultan Hamit'ten evvel ilimle uğraşan talebe askere alınmazdı ama hakikaten ilimle uğraştığını göstermek için imtihana tabi tutulurdu. Sultan Hamit bu imtihanı kaldırdı. Yalnız Askerlik şubesinden yoklama mecburiyeti koydu. Bu zamanda medreseler asker kaçakları ile doldu taştı, yoklama zamanı belli değildi ama böyleleri bunu önceden haber alıyorlardı. Yoklama geldiğinde müderris medresede oturur, talebemdir diye şahadetname verirdi.

MEDRESELERDE DERS Medreselerde çömezleri okutmak bulunduğu hücrenin yaşlı öğrencisinin görevi idi. Bu devre ilk öğrenim sayılırdı. Sabah dersleri Sarf, Nahiv, Mantık, İlaahiri Ulum-u Aliye. Öğrenci bunları bağlı olduğu medresenin müderrisinden alırdı, başka yere giderse hoca gücenirdi. Bazı hocalar mantık da en güzel falan hoca der onu tavsiye ederdi. Medresesi olmadığı halde cami ve mescitlerde ders veren hocalar, ikindi dersleri din dersi olduğundan öğrencinin kendi müderrisinden ders alma mecburiyeti kalkıyordu. Öğrenci hangi hocanın dersini almak isterse onun dersine gidiyordu. Yalvaçlı Ömer Efendi'nin Alaaddin Camii’nde verdiği ikindi dersine çok talebe geliyordu. Medreselerin gerek tedris usulü gerekse ananeleri ile terakki ettiğine bizzat medreseliler de kani değildi. Onun için "Şeyhzade Ziya Efendi" derslerine Hikmet-i Kimya, Coğrafya, Tarih ve benzeri dersleri ilave ederek o zaman idadi kitaplarından Türkçe okutmağa başlamıştı. 1906 yılı sonları idi. 1908 de Meşrutiyet'ten sonra "İslah-ı Medaris" adıyla yeni medrese kurduğunu ve bu medresede öğrenciye Hintçe, Çince, Japonca öğreterek ileride bir İslam misyon gayesini gütmüştü. Birinci Dünya Savaşı yüzünden akim kaldı. Medreseler ıslah mı edilmeli, yoksa kapatılmalı mı idi ? Nasıl düzgün bir ordu kurmak için "Yeniçeri Ocağı" kaldırılmış ise modern ilimde ilerlemek için medreselerin tarihe karışması zaruri idi. Medreseler yılın dokuz ayında dersleri ile meşgul olur, Recep, Şaban ve Ramazan aylarında tatil yapardı. Üç aylar hangi mevsime gelirse tatil olur, öğrenciler istedikleri yere giderlerdi.

MÜDERRİSLERİN GELİRLERİ Tatil aylarında hocalar cerre giderdi. Cer karşılıklı veya karşılıksız köylerden bir şeyler temin etmekti. Medrese hocalarının geçimleri için bir takım adetler oluşmuş vakıflar kurulmuştu. Bunların yardımı oluyordu, ama çoğunun hiç bir geliri yoktu. Talebenin gerek oturma ve gerek ders için müderrise ücret ödemesi de adetten değildi. Müderrislik tamamen fahri idi. Müderris ve öğrenciler geçimlerini kendileri temin ederdi. Müderrislerden mal mülk sahibi olanlar, orta halli hatta zengin olanlar hariç, diğer kanaat sahibi hocaların ve öğrencilerin geçimi şöyle özetlenir. (1) Cerre veya köyüne gittiğinde getirdiği erzak (2) Medresenin bahçesinden varsa vakıflardan elde ettiği gelirler (3) Zekat fitre nevinden verilen sadakalar (4) Bilhassa ders vakti dışında meşguliyet kabul edilen kaşıkçılık.. vs gibi sanatlardan elde edilen gelirler. ÖĞRENCİ HAYATI Asker kaçağı yoklaması geçtiğinde iki üç arkadaş bir hücrede kalırdı. Hücre komşuları da olurdu. Hele kış günlerinde kendi aralarında toplanıp helva sohbetleri yaptıkları olurdu. Ciddi çalışanlar bunlara karışmaz ise de ekseri öğrenci eğlenecek zamanı bulurdu. Çalışkanlık bahsinde aralarında iddiaya girenler olur, bunlar başını kitaptan kaldırmaz çalışırdı. Ders tahtası denilen bağdaş kurulduğu zaman kucağa alınıp üzerine kitap konularak okunan bir nevi küçük masalar olmakla beraber, çok öğrenci kitabı yere bir yastığın üzerine kor, yüzükoyun uzanır öyle çalışırdı. Talebe yemeğini gaz ocağında veya mangalda kendisi veya çömezi pişirir, köyünden getirdiği yufka ekmeğini su serperek yumuşatır yerdi. En çok pişirilen yemek bulgur pilavı, un çorbası idi. Haline göre hücreler soba mangal ve nefesle ısıtılırdı.

41 İCAZET TÖRENİ Şimdiki diploma törenleri gibi muayyen zamanlarda olmaz idi. Bir veya bir kaç kişi okuduğu medreseden icazet alırdı. Bu icazet merasimi hocanın daveti üzerine dershaneye gelen hocaların da katılması ile dualar okunarak sade bir törenle icazetnamesi verilirdi. İcazet alacak öğrencinin hali vakti yerinde ise yemeli eğlenceli törenler de yapılırdı. Medresenin bahçesi genişse orada oyun çıkarılırdı. Yüzüne keçi derisinden sakal bıyık yapar, kürsüye çıkar ve uydurma ders verirdi. Bunlar medrese anlayışı ile uyuşurdu.

(YENİ GAZETE CÖNK 1999 s.93-94)

42 LORAS DAĞI Mehmet BİLDİRİCİ

Loras dağı hakkında bu dağa çıkan arkadaşlar hep görüşlerini yazdılar. Bu yazı da benim görüş ve izlenimlerimi bulacaksınız. Loras dağı, Konya'nın batısında masa şeklinde üstü yaklaşık 2000 m yüksekliğinde bir dağdır. Loras dağı üzerinde tarihi mağara ve kalıntılar bulunmaktadır. İsmin ne anlama geldiği bilinmemektedir. Tarihi hakkında hiç bir kayıt bulunmamaktadır. Arkeologların çevre için başvurdukları "Tabula İmperini Byzantini " cilt 4 de ismi görülmemektedir. ('Klaus Belke- Viyana-1984) Üzerinde bulunan mağara, dağın doğusunda yaklaşık 1800 m yüksekliktedir. Uzaktan görüldüğü halde yaklaştıkça görünmemektedir. Yaklaşık 15 çapında küre şeklinde bir çöküntüdür. Konya kuruluş efsanesinde geçen ve kente inip genç kızları kaçıran saçları yılan olan Medusa, yaşamışsa burada yaşamış olmalı veya insanlar böyle inanmışlardır. Konya'ya bu yakınlıkta başka ürkütücü ve etkileyici bir mağara yoktur. Mağara içinde kolon parçaları, tuğla kırıkları görülmekte, Bizans döneminde burada münzevi yaşayan din adamları bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu mağaraya çıkış yapmadan önce, burayı uzaktan gören bağ komşum "Mustafa Karnıbüyük" bana ilginç şeyler anlatmıştı: "Çevrede büyük saygınlığı olan iki rahibin biri bu mağarada, diğeri de Karaarslan köyü Elmacık mahallesinde otururmuş, bunlar zaman zaman ışık yakarak haberleşirlermiş. Ben dinleyip geçmiştim. Fakat bu mağaraya çıkınca bunun gerçek olabileceğine inandım. Konya'nın güneyi bu mağaradan çok net olarak görülüyordu. Mustafa Karnıbüyük, Karaaslan Elmacı mahallesinde olan din adamının da Aya Yorgi olduğunu ve halen orada toprak bir türbe içinde bir yatır olduğunu söyledi. Karnıbüyük çok dindar tarikat ehli biri idi. Gidip o türbeyi de gördükten sonra karşılaştığımızda söylediklerinin gerçekliği var, bunlar hiç bir kayıtta yok sen bunları nereden biliyorsun dediğimde, Karnıbüyük "Dedelerimizden öyle duyardık" dedi ve ekledi Konya'nın güneyi eskiden Rumların bağları imiş dedi ve saydı: Selveros (Selver), Kovanos (Kovanağzı), Ayastofanos (?), Aya Manas (Aymanas) ve Aya Yorgi (Elmacık mahallesi), dedelerimizden buraların hepsinde kilise olduğunu duyardık dedi. Kovanağzı'nda bugün mevcut olmayan Meram çayı yanında Kilise yerini bizzat bana gösterdi. Dağcılık İl Temsilcisi Recai Kıçıkoğlu'nun düzenlediği 17.3.1996 günü yapılan çıkışta, bu mağaradan sonra dağın tepesine ve tepesi üzerinde bulunan kalıntılara gittik. Yarım saat ancak kalabildik ve hava bozmaya başladı, bu kısa sürede kar altında olan yapı grubunun kabataslak planını çıkarabildim. Planda ve resimlerde görüldüğü gibi yapı hakkında edindiğim izlenimler şöyle: Yapı bir kale değildir. Duvar içine alınmıştır. Sadece sitenin suyunu depolayan sarnıç dışarıdadır. Şimdiye kadar gördüğüm hiç bir yapı ile benzerlik göstermemektedir. Yaklaşık 10 civarında oda vardır. Çok düzgün taş işçiliği ve daire kemerler dikkat çekmektedir. Bu yapıdan Konya görünmediği gibi Konya tarafından da görülmemektedir. Ne maksatla yapıldığı konusunda bir fikir oluşmamıştır. Roma döneminde yapılıp Bizans döneminde de kullanıldığı görüşündeyim. Dağcı arkadaşlar, dağın batı yamacında haçlı mezarlara ve kalıntılara rastladıklarını söylemektedir. Bu kalıntılar yanında bir de sarnıç bulunmaktadır. Tonoz yapılı bir sarnıç ve düzgün taşlardan örülmüştür. Aynı benzeri "Konya'da Tren istasyonunu geçince görülen sarnıcın aynısı olduğunu Recai Kıçıkoğlu belirtmektedir. Karla kaplı olduğu için maalesef bir ölçü almak kısmet olmadı. Üstü toprak örtülü ve kar basmak için kuyu şeklinde bir delik bulunmakta idi. (YENİ GAZETE CÖNK 1999 – S.95)

43 HATIP İLE GÖDENE UĞURLAR OLSUN GİDENE Mehmet BİLDİRİCİ

Hatıp Konya'nın güneyinde bağlık bahçelik şirin bir yerleşim yeridir. Hatıp'ın içinde bulunan kayalıklardan çıkan su bağ ve bahçelerde kullanılır. Su sadece kendisine yettiğinden Konya bu sudan yararlanmamıştır. Son zamanlarda Recai Kıçıkoğlu'nun başkanı olduğu Konya Dağcılık ekibinin gezilerinde burada bir kabartma olduğunun farkına varılmıştır. Hitit anıtı ilk defa Müze Araştırmacısı Osman Ermişler tarafından görülmüş ve 20.06.1993 tarihinde Yeni Konya'da yayınlanan bir makalede tanıtılmıştır. Daha sonra Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Hasan Bahar tarafından detaylı incelenmiş, araştırılmış ve kendisinin başvurusu üzerine, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Hititoloji Anabilim Dalı öğretim üyeleri Ali Dinçol ve Belkis Dinçol tarafından yerinde tekrar araştırma yapılmış ve üzerinde bulunan Hititçe hiyeroglif yazı okunmuştur. Konu Arkeoloji ve Sanat Dergisinin Temmuz-Ağustos 1996 sayısı 8,9. sayfalarında yayınlanmıştır. Bu yayınlar bana, Hitit Sanatı konusunda değerli araştırmaları olan Hatçe Baltacıoğlu tarafından gönderilmiştir. Hiyeroglif yazının Türkçe'si şöyledir Büyük Kral, (Muwa)tali'nin oğlu Büyük Kral, (Kahraman) Kurunta Bu yazıdan Kral Muwatalli' nin M.Ö. 1315-1282 yıllarında kral olduğu, oğlu Kurunta'nın da büyük Kralın vasalı (bağımlı kral) olduğu anlaşılmaktadır. Konu uzmanlarınca incelenmiştir. Ben burada bir özet vermek istedim. Hitit İmparatorluk çağından kalan ve 3200-3300 yıllık, Ilgın Yalburt Havuz Anıtı Kadınhanı Köylütolu Baraj Anıtı Beyşehir Eflatun Pınar Su Anıtı Beyşehir Fasıllar Köyü Anıtı Hatıp Su Anıtı Konya'nın boynunda taşıdığı eşsiz bir beşibiyerde kolye oluşturmaktadır. Ancak Hatip anıtının net bir fotoğrafının gerektiğini de vurgulamak isterim.

GÖDENE (DİKMELİ) Konya-Akören yolunda Hatıp'ı geçince batıda Gödene köyü bulunmaktadır. Dağcılık temsilcisi Recai Kıçıkoğlu ve araştırmacı Mehmet Gündoğdu ile çevrede yaptığımız bir araştırmada buraya da uğradık. Köye girişte eski bir yerleşim yeri olduğu kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu antik taşlardan biri çeşme taşı olarak kullanılmış ve çok ilgi çekicidir. Çeşmenin adı da kendisi kadar dikkat çekicidir. "Çerçeve Çeşmesi" Bizi gezdiren Gödeneli Çerçeve Çeşmesi suyunun yakın bir kaynaktan künk borularla geldiğini anlattı. Şimdi ismi Dikmeli olan Gödene'nin üst Kretase kireç taşı ünlüdür ve Konya'da pek çok eski eserlerde Gödene taşı kullanılmıştır. Gödene ismi "Kotenna" isminden bozularak gelmektedir. Pisidya (Isparta) kentleri arasında başka bir Kotenna daha bulunmaktadır. Bir bağlantısı var mıdır ? bilinmez. Hatıp ile Gödene'nin güzelliklerini görmek isteyenlere uğurlar olsun.

(YENİ GAZETE CÖNK 1999 –s.107)

44 1. YÜZYILDA YAŞAMIŞ LYSTRALI TIMOTHY Mehmet BİLDİRİCİ

Lystra (Listra okunur) bugün Konya’nın güneyinde Hatunsaray Beldesi yakınında eski bir kenttir. Ancak Tarihte özellikle Hıristiyanlık tarihinde özel bir yeri vardır. Bu yazı da konu edilecek Timothy (Timoti) Lystralı’dır. Bölgeden yaşamı bilinen ilk tarihi kişidir. Babası yöre halkından biri, annesi Eunice ve anneannesi Lois Yahudi kökenlidir. Her halde Roma yönetiminde burada görevli birinin kızı olmalıdır. Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Paul Lystra’yı ikinci ziyaretinde Timothy’i kendisine yardımcı seçti. Onu sünnet ettirdi, onunla birlikte Makedonya’ya gitti. Daha sonra çağrılması üzerine Atina’ya gitti. Paul’ün en yakınındaki kişilerden biri idi. İncil’de ona yazılmış mektuplarda oğlum diye hitap etmektedir. Timothy Efes kentinde onun temsilcisi idi, Efes’in ilk rahibi olarak kabul edilir. Hayatı hakkında “The acts of Saint Timothy –Aziz Timothy’nin İşleri” adlı yayında Efes kentinde ARTEMİS törenlerine karşı çıktığı için 22 Ocak 97 tarihinde şehit edildiği belirtilmektedir. Bölgemizden çıkan ve Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yeri olan Timothy hakkında bilgiler İncil’de kendisine Paul tarafından yazılmış mektuplardan ve yukarıda verilen eserden gelmektedir. Hayatı hakkında yukarıda belirttiğim kaynağa ulaşamadım. Bu sağlandığında bölgemize ait yeni coğrafi bilgiler yanında o yıllardaki yaşam biçimlerine ait yeni bilgiler ortaya çıkacaktır.

(1999 YENİ GAZETE- CÖNK s.115)

45 KARACADAĞ ÜZERİNDE HYDE ANTİK KENTİ Mehmet BİLDİRİCİ

Hyde kenti Lycaonia bölgesinde tarihi Roma dönemi öncesine giden bir kenttir. Hyde kenti üzerine araştırmalar azdır. Yeri önceleri Karapınar ilçesinde olduğu sanılmıştır. W.Ramsay'ın Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası adlı eserinde böyle gösterilmektedir. Hyde kenti son yıllarda en yeni ve en kapsamlı çalışma olduğu bilim adamlarınca kabul edilen Almanca "Tabula İmperini Byzantini- Galatien und Lykaonien-4" adlı Klaus Belke'nin Viyana 1984 adlı yayınında Karacadağ üzerinde gösterilmektedir. Doğrusu da budur, çünkü Karacadağ üzerinde yetmişinin üstünde ören yeri vardır. Karapınar ilçe merkezinde böyle kalıntılar bulunmamaktadır. Ancak sözü edilen bu yayındaki bilgiler Türkçe yazılmış kitaplara yansımamıştır. Hyde kentinin çok geniş bir alana yayılmasına rağmen, Gölören civarında merkezinin olduğu şimdilik kabul edilebilir. Karacadağ çevresi incelendiğinde, tüm Karacadağ üzerinde büyük bir kentin kalıntıları görülür. Kalıntıların yayıldığı alanın incelenmesinde kuzeyde Arısama kalesi, batıda Kayalı, Bağdaylı, güneyde Se Kalesi, Kesmes ve Akören, doğuda da Kutören'e uzanmaktadır. Doğu batı yönünde yaklaşık 22 km, kuzey güney yönünde 25 km dir. Yaklaşık yüz ölçümü 500 km2 civarındadır. Böyle geniş alana yayılan başka bir kent her halde dünyada yok veya sayılıdır. Bu geniş alan içinde bugün Emirgazi ilçesi, Belkaya, Kutören, Gölören, Meşeli, Işıklar, Yamaç (Kehil), Kayalı, Öbektaş, Meşeli (Gicen), Kıcıkışla, Bağdaylı, Sırçalı, Salur, Kesmez, Akören, Beyören, Taşbudak (Gökbe) Oymalı (Gicen), Kızılgedik, Karaören köyleri yer almaktadır. Kacadağ üzerindeki bu yerleşim yerleri bugün Konya ilinin Ereğli, Emirgazi ve Karapınar ilçelerinin sınırları içindedir. Ancak Karacadağ üzerindeki köylerde gelenek, görenek ve kültür birliğinin devam etmekte olduğu bilinmektedir.

KENTİN TARİHİ HAKKINDA BİLİNENLER Karacadağ üzerindeki yerleşimlerin Roma'dan çok önceki dönemlere gittiği görülmektedir. Höyüklerde pek çok eski cam, seramik parçalarına rastlanılmaktadır. Ancak hiç birinde bilimsel bir kazı yapılmadığı için bu konuda bir şey söylemek mümkün değildir. Ayrıca pek çok elle kazılmış mağaralar henüz incelenememiştir. Yörede yüzyılın başında araştırma yapmış William Ramsay ve Bayan Gertrude Bell, Arısama dağı çevresinde Hititler dönemine ait yazıt ve kalıntıları gördüklerini belirtmektedirler. Kıçıkışla Yağma Pınar höyüğünde bulunan ve Frigya dönemine ait olduğu belirlenen mezarlardan çıkarılmış eserler Konya Müzesi'nde sergilenmektedir. Bu bölge Frigya'nın dışında olduğuna göre, buradan çıkarılan eserler buraya taşınmış mıdır? Araştırılması gerekir. Roma döneminde büyük gelişme gösteren Hyde kenti kaynaklarda geçmektedir. Romalı tarihçi Pliny (23-79) Hyde'yi Lycaonia kentleri arasında saymaktadır. 381 yılında İstanbul'da yapılan dini konsülde Hyde temsilcisi Theodosius, Lycaonia ve Pisidya temsilcileri ile birlikte, ünlü kilise babalarından Nazianzos'lu (Aksaray-Nenezi köyü) Gregory tarafından hazırlanan "Testament"I (dini bildirge) imzalamıştır. 451 yılında Kalkedon'da (İstanbul-Kadıköy) yapılan dini konsülde temsil edilmiştir. 518 yılında İoannes isimli bir din adamının ismi geçmektedir. Hiorecles kayıtlarında ismi görülen Hyde Arap akınları sonucu önemini kaybetmiştir. 9.-12. yüzyıllarda Bizans döneminde güneyinde bulunan kısımlar Akören ve Kesmez köyleri civarları "Thebasa" veya Castron ismi ile canlanmış ve kent durumuna gelmiştir.

46 THEBASA KENTİ Arap akınları sonucu gerileyen ve kopuk kopuk yaşamın sürdüğü Hyde kentinin güneyinde 8. ve 9. yüzyılda Thebasa veya Castron (Kale= Se Kalesi) olarak yeni bir kent görünmektedir. Thebasa 9. yüzyılda Konya'ya bağlı bir piskoposluk merkezi olmuştur. (Ref.5) sayfa 232-233, (Ref.2) sayfa 491, (Ref.7) sayfa115. Tarihi hakkında bilinenler de şöyledir.

Arap akınlarına uğrayan kent 793 yılında Abdurrahman bin Abdülmelik tarafından ele geçirilmiştir. Bizanslı tarihçi Teophanes, su sıkıntısı yüzünden kentin teslim olduğunu yazmaktadır. Tekrar Bizans'a geçen Thebasa'nın kalesi Araplarla yapılan anlaşma gereği 805 yılında İmparator I. Nicepharos tarafından yaptırılmıştır. 806 yılında tanınmış Abbasi Halifesi Harun Reşit Kapadokya seferinde, Ereğli ile birlikte Thebasa kentini ve Se Kalesini tekrar ele geçirmiştir. Yapılan anlaşma gereği kale yapmamak şartı ile Bizans'a bırakılan Thebasa'ya anlaşmaya aykırı kale yapılması üzerine kent tekrar Arapların eline geçmiştir. Daha sonraları Malazgirt zaferine kadar Bizans'ta kalmış ama 12. yüzyıl sonu önemini kaybetmiştir.

SONUÇ-DEĞERLENDİRME Karacadağ üzerinde ilk araştırmalar William Ramsay (1851-1939) ve Bayan Gertrude Bell (1868-1926) tarafından yazılan Ref.2 de bulunan Karaman Karadağ dolayısıyla yaptıkları çalışmalarda bulunmaktadır. Ancak bu yazarlar o zamanlar Karacadağ'ın tenha ve ıssızlığından her tarafı görememişlerdir. Ref.3 de belirtilen eserde yerleri kısmen incelenerek ve çok geniş bir tarama yapılarak bölgenin "Hyde ve Thebasa" kentleri olduğu belirlenmiş ve 22 adet fotoğraf eklenmiştir. Bu eser en güvenilir kaynak durumundadır. Ancak Almanca yayınlanan bu bilgiler Türkçe yayınlara aksetmemiştir. Bölgedeki tüm ören yerlerini bizzat giderek inceleyen ve Ref.3 de yayınlayan Kayalı köyünden bölgenin insanı, öğretmen ve yazar İbrahim Gündüz (1943-1999) olmuştur. Ben ise yerinde inceleme, yazılanları tarayarak ve özellikle çok ciddi bir harita çalışması yaparak tüm bu ören yerlerini, bir mühendis ve şehirci gözü ile kağıt üzerine döktüm. Ortaya irili ufaklı 16 civarında kalesi, sayısı belirsiz mağara ve yeraltı kentleri, sayısız kilise kalıntıları, 500 civarında irili ufaklı sarnıç kalıntısı, su yolları, baraj kalıntısı, 10 civarında antik höyük, eski eserlerden getirilip inşa edilmiş en güzelleri Işıklar köyünde olmak üzere 100 civarında evi çok geniş bir alanı kaplayan altmışın üzerinde yerleşim yeri olan ve tarihi çok eskilere giden büyük bir kent ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu şekilde geniş bir alana yayılmış bir kentle ilk karşılaşıyoruz. Selçuklu başkenti Konya, Efes, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğunun başkenti İstanbul bile bu kadar geniş alana kurulmamıştır. Bölgede Türk ve Osmanlı eserleri de yer almaktadır. Ancak yazıt ve heykel yönünden bir zenginlikle karşılaşamıyoruz. Bilinen burada okunmuş hiç kitabe yoktur. Yayınlarda ise birkaç yerde kitabe olduğu belirlenmiştir. Sanat eseri olan heykellere de rastlanılmamıştır. Ancak yapılan araştırma ve kazılarla bunlar ortaya çıkacaktır. SONUÇ VE İSTEM Yukarıda verilen özellikleri ile Karacadağ üzerinde bulunan Hyde ve Thebasa kenti kalıntıları, dünya kültür mirası için de adaydır. Konya'nın bu zenginliğinin Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Müdürlüğünce bölgenin uygun şekilde koruma altına alınması, konunun gündeme getirilmesi ve tartışılması ile, Konya kültür ve turizmine zaman içinde kazandı- rılmasıdır. ( 1999 YENİ GAZETE CÖNK s. 143)

47 KONYA VE ÇEVRESİNDE ESKİ İSİMLER Mehmet BİLDİRİCİ

Konya ve çevresinde kültürün ilk başlangıcı Neolitik dönemler. Çatalhüyük'ün en önemli kent olduğu bu dönemler çok eski olduğu için o zamanki diller hakkında hiç bilgi sahibi değiliz. Hititler döneminde ise yöremizde Luvi dilinin konuşulduğu bilinmektedir. Helenizm ile Grekçe bölgeye bir kültür dili olarak geldiğinde yöremizde Likaonyalılar, Pisidyalılar, İsauralılar gibi yerli topluluklar bulunuyordu. Bunların ayrı dilleri vardı. Bunlar tamamen bağımsız mı? idi, birbirleri ile akraba mı? idi bilinmemektedir. Çünkü sadece Konya'nın batısında yaşayan Pisidyalıların dilinden bir kitabe bulunmuştur. Diğerleri hakkında o da yoktur. Dolayısıyla bu diller ölü dildir, çözümü mümkün görülmemektedir. Hıristiyanlığın kurucusu Saint Paul'un Konya gezisinde Listra'da (Hatunsaray) insanların Likaonca konuştuğu belirtilmektedir. Ama Likaonca hakkında başka bilgi ve bulgular bulunmamaktadır. Peki bu dillerden bugüne gelen hiç bir şey yok mudur?. Dağların köylerin Türkçe olmayan eski isimleri bu otantik dillerden, Grekçe, Latince ve Arapça dillerinden gelmektedir. Bilinen dillerden gelen kelimeler seçilirse geriye kalanların otantik yerli dillerden geldiği kabul edilebilir. Tabii bunlar geçen uzun zaman içinde değişikliğe uğrayıp anlamı olan bir kelimeden anlamı olmayan bir sözcüğe dönüştüğü göz önüne alınmalıdır. Örnek olarak İKONİUM resim kenti anlamına gelen bir kent ismidir. Bu zaman içinde KONYA haline dönüşmüştür. Belki anlamı yok ama, tarihin derinliklerinden gelen kültürümüzün kopmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunun yanında kent isimlerini korumuş, köy isimlerini değiştirmişiz, Türkçe isimler koymuşuz !!!. Ama eski isimlerin bu yerlerinin tarihindeki değerlerini göz ardı etmek mümkün değildir, çünkü bu kelimeler bir anahtar niteliğindedir. Çalışma ve araştırmalarımda yörenin haritalarının tümünü gözden geçirdim. Bu eski kelimeleri topladım ve bu yerlerin yeni isimleri ile eşleştirdim ve bir liste halinde bu yazıma ekledim. Nereden geldiği bilinenlerin anlamını karşılarına yazdım. İncelenip bilinenler çoğaldığında yörenin tarihi de daha aydınlanacaktır.

Yer ismi Bugünkü yeri Açıklama Aymanas Konya’da mahalle Aya (Aziz) Mannis, Mama ? Ağrıs Konya’nın batısında Sağlık Avras Avalama Meram İkizpınar Apa Altın Apa Barajı – Apa su anlamında Arısama Emirgazi dağ ve yer ismi Kale ve tarihi kalıntılar Armasun Güneysınır Almasun (Elmasun) Güneysınır Alkaran Yenicesu – Çumra Alisa Yenimescit- Dinek Arvana Çatmakaya –Suğla gölü Alisuma Glisıra’da dağ Arnaval Ermenek Atlantı Kadınhan Anaru Ereğli Tarihi kalıntılar var

Bulamas Meram Akpınar Bulumya Meram Erenkaya Beybes Konya Hatip Botsa Meram Güneydere

48 Bosala Karaman Kazımkarabekir Posala antik kenti Bardas Alanözü Bağra Kumluca Burna Şadiye Berendi Ereğli Başara Selçuk Vaziri Beşare bin Abdullah Balkı Doğanhisar Bermende Akşehir Bisse “ Psidya’dan

Çumra Çalmanda Ketenli-Seydişehir Çonya Başgöze Çiğil Ilgın

Dinorna Korna – antik kent Detse Meram Yeşildere Dinek Divle (Devle) Ereğli Üçharman Çok eski yerleşim Derbe Karaman Antik kent Değle Karaman Karadağ antik kalıntılar var Davgandos Karaman Davgana Doğanbey – Beyşehir Durayda Ağaçoba Dorla Aydoğmuş Antik kent Isaurapolis Deştiğin Doğanhisar Divaz Ayrancı Pınarkaya Antik kent Kastabala ? Dindebol Ermenek Domitapolis antik kenti

Ereğli İmparator Herclius’dan Ermenek Romalı Germanius’dan Ezvendi Ermenek Kayaönü Eksile Çatören Evdireşe Konya mahalle Eğitse Hadim Bağbaşı Elengrit Beyşehir dağ ismi Fisandon Karaman Kiliseden çevirme cami Fideriç Karaman

Gameni Gödet Karaman Gene Kana antik kenti Göves Güdümen Göndere Ereğli Gurgura Gazapla Karaman mahalle Gevele (Kevale) Takkeli dağ

49 Germeyen tepe ismi Gödene Meram Dikmeli Kotenna ? Gurgurum Beyşehir Gökçimen Gorgorome halkı ? Ermenek Güneyyurt Girvat Meram kayadibi Kryvat isminden Glisıra Meram Gökyurt Klistrea Gederet Dereiçi Gerez Yalınçevre Güdelisin Karaman Kodylessos antik kent Giymir Yerinde antik kent var Gedil Akşehir Gaferiyat Karaman Kazımkarabekir

Homa Beyşehir Homonad halkı? İğret Meram Çamurlu İbsiz Lystra yakınında dağ İlistra Karaman Yollarbaşı Ilıstra antik kent İvriz Ereğli Kbystra antik kentinden İzvit Ermenek Çağlar köyü Sbide antik kenti Ilgın Bir ağaç ? –Lagenia’dan İsmil Salimia’dan ? İznebol Ermenek Zenenopolis antik kenti İrnebol Ermenek Eirenepolis

Loras Dağ Ladik Laodecia antik kent Larende Karaman eski ismi Laranda antik kenti Lafsa Ermenek Lausada antik kent Livat Göl Losta (Zosta) Karaman Akarköy antik kalıntılar var

KONYA Iconium antik kenti Kestel Kadınhan Latince kale Kempos Gökçeyurt Kıstıfan Beyşehir Kry Stefan (Bay Stefan) Kındıras Kadınhanı Midos tepe ismi Manazan Karaman mağara evler May Çumra May Barajı Mennek Karacadağ’da kale Mandason Karaman Mahalaç Karadağ’da zirve Kilise var melek Mihail Megribulla tepe Masara Karaman Malas siyah (Grekçe) Manyan Hadim Masdat Karaman Muratdede Meyre Bozkır Harmankaya

50 Manavas Beyşehir Pappa antik kenti Monas Akşehir Mindos Ereğli- kale Meraspoli Ermenek- mağara Mormi Sille’de mahalle Nuzumla Seydişehir Namusa antik kenti Nuras dağ Nernek Ereğli köy

Orzola Ereğli Dokuzyol Pirlonga Taşkent

Sille Salasorma tepe ismi Sızma Ana tanrıça ZİZİMMENE Ana’dan Simi Çumra- Doğanlı Sıdrova Karaman Suduğı Sodur Erentepe Sırıstat Bozkır Süberde Seydişehir

Tulasa Meram Kayalı Tömek Tont Ereğli

Üskerles Beyşehir Üstünler

Yanekin Seydişehir Mesudiye Yohanas Yunuslar Pappa antik kenti var

Zazadın Selçuklu vaziri Sadettin ? Zebir Zosta (Losta) Karaman Zıvarık Altınekin Zengicek Koçkaya Zanapa Ereğli Sannabaste Zengen Özkent Zeyve Ermenek mevkii Zoldera Lystra kenti

(22.12.1999 - Konya YENİ GAZETE CÖNK s.193)

51

52 2000- 2001 YILI YAZILARIM

LYSTRA KENTİ Mehmet BİLDİRİCİ

Lystra kentinin (Listra okunur) Konya'nın güneyinde Hatunsaray beldesinin 1.5 km batısında bulunan Zoldera höyüğü üzerinde kalıntıları bulunmaktadır. Bugün görülebilecek pek kalıntı bulunmamakta, kazı yapılması ile kent ortaya çıkarılabilecektir. Kentin, Konya'ya uzaklığı 34 km dir. KENTİN ÖNEMİ Kentin Hıristiyanlığın kuruluşunda çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Kent ortaya çıkarıldığında pek çok Avrupalının buraya düzenlenecek inanç turlarına katılması olağandır. Çünkü Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Paul ilk vaizlerini burada vermiş ve kendisin emrinde ömrünü tüketmiş Aziz Timoteus Lystra kenti vatandaşıdır.

KENTİN TARİHİ M.Ö. 6 yıllarında ilk Roma İmparatoru Augustus'un emri ile askeri bir koloni olarak kurulmuştur. Daha öncesi var ise kazılar sonucu ortaya çıkacaktır. Her ne kadar M.Ö. 133 yılında Anadolu Roma yönetimine girmişse de bu bölgede, Roma yönetimi henüz bir disiplin sağlayamamıştır. Bölgede Seydişehir civarında yaşayan Homonad'lar, Beyşehir civarında Orendeisler, Konya civarında Likaonyalılar, Bozkır çevresinde Isauralılar bulunmaktadır. Bunlar bölgemizin dili geleneği olan yerli halklarıdır. Lystra'da kurulan askeri koloni zamanla bölgede düzeni sağlamıştır. Birinci yüzyılın ortalarında Tarsus doğumlu Aziz Paul, Barhabas ile ilk defa yaklaşık 47 yılında Anadolu'ya geçmiş, Antioch'dan (Isparta-Yalvaç), Konya'ya oradan da Lystra'ya gelmiştir. Burada bulunan Zeus Tapınağının rahibi kendilerini karşılaşmış onları Zeus ve Hermes olduğunu sanmışlar ve yerel dilleri olan LİKAONCA ile "Tanrılar aramızda" diye bağırmışlar hemen kurban kesmek istemişlerdir. Aziz Paul güçlükle mani olmuş kendilerinin de insan olduğunu Tanrı'nın emirlerine girmelerini ve putlara tapmamalarını söylemiştir. Bu arada felçli bir adama bakarak kalk ayağa demiş ve yürümesini sağlamıştır. Bunlar ilk Hıristiyanların kutsal metinlerinde geçen ve onlar tarafından inanılan olaylardır. Aziz Paul Lystra'ya ikinci defa gelmiş ve Lystra'lı Timetheus kendisine katılmıştır. Daha sonra Roma yönetimi duruma hakim olmuş, Hıristiyanlığın izleri izlenemez duruma gelmiştir. Hıristiyanlığın kabulü ile 381 yılında İstanbul'da ve 451 yılında Kadıköy'de (Kalkedon) toplanan dini meclislerde Lystra kentini temsil edenler de bulunmuştur. 11. Yüzyılın ilk yarısında Malazgirt zaferi öncesi Patrik Alexios Studites (1025-1043) ismi bilinmeyen bir Lystra'lı rahipten "Haretiker Eleutheros" ismi verilen bir tarikat mensuplarının dinden uzaklaştıkları belirtilmiş ve dini kurullara uymaya davet edilmesi istenmiştir. Bu konu çok ilginçtir. Benzer sapmalar daha önce Ladik (Laodiceia) görülmüştür. Anadolu'nun eski kültürlerinin etkisi ile istenmeyen tarikatlar ortaya çıkmıştır. Ancak buradaki tarikatın ne gibi söylemleri olduğu konusunda bilgiler yoktur. 12.yüzyıl kayıtlarında ismi hala görülmektedir. Doğruluğu tam belirlenememiş bir kaynağa göre Timurlenk'in yöremizi Osmanlı devletinden fethedip Karamanoğlu Beyliği’ni tekrar ihya ettiği 1402'li yıllarda Konya, Derbe ve Lystra'nın önemli derecede zarar gördüğü belirtilmektedir. (Ref.1) Kanuni Sultan Süleyman dönemi kayıtlarında ise Lystra ismi geçmemekte, Zoldera ismi görülmektedir.

1 Zoldera höyüğünde 13 basamakla inilen bir sarnıç kalıntısı bulunmaktadır. Nitekim Ref. 1 de de Konyalı Hıristiyanların 20 yüzyıl başlarına kadar ziyaret ettikleri bir Ayazma (Kutsal su) yerinden bahsedilmektedir. Ayrıca höyüğün güneyinde Büyük Katırini, ve Küçük Katırini adlı inler bulunmaktadır. Hatunsaray'ın yaklaşık 150-200 önce yeniden kurulduğu, Lystra kentinin pek çok taşlarının evlerde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir Hatun'un sarayı, bu olsa olsa eskiden kalma bir yapıya istinaden verildiği düşünülebilir. Ancak Hatun Kimdir ? Bilinmemektedir.

KENTİN YERİNİN BULUNMASI Geçen yüzyıldan itibaren Avrupalı araştırmacılar tarafından, kayıtlarda geçen çok önemli olan ve yeri bilinmeyen Lystra'nın yeri aranmaya başlamıştır. Önceleri isim benzerliğinden İlisıra (Karaman-Yollarbaşı, Ilistra) ve 14 km batısında yer alan Glisıra'da olduğu sanılmıştır. Ancak 1885 yılında Amerikalı Araştırmacı Sterret, Zoldera höyüğünde bulduğu bir taşta kentin ismini belirlemiştir. Latince dilinde yazılmış ve halen Konya Arkeoloji Müzesinde bulunan taştaki yazının aslı ve Türke’si şöyledir. "DIUUM AUGUSTUM COLONIA JULIA FELIX GEMINA LUSTRA CONSECRAUIT DECRETO DECURIONUM" - "Mutlu Lystra kolonisi onbaşısının emri ile kutsal Augustus'a bir çift kurban kestiler" Burada ismi geçen İmparator Augustus ilk Roma imparatoru ve askeri koloninin kurucusudur. Bu yazıt ayrıca yöremizde Roma döneminden gelen en eski yazılı belge olmaktadır.

KENTTEN GERİYE KALANLAR Önemli bir kent olan Lystra'nın merkez ve çevresindeki Kavak, Çatören (Eksile), Kayadibi (Girvat), Yeşildere (Detse), Güneydere (Botsa), Gökyurt (Glisıra) gibi yerleşim yerlerinin kentin uzantısı olduğu kabul edilebilir. Ayrıca Gökyurt'un (Glisıra) Alisuma dağında, Yeşildere'de (Detse) bulanan ve hiç bir yerde kaydı olmayan kalelerin bu kent ile olduğu kabul edilmelidir. Lystra, Konya'dan Isaura (Bozkır Zengibar Kalesi) kentine giden yol üzerindedir. Bu yol Konya-Hatip-Hatunsaray (Lystra)- Çatören (Eksile), Orhaniye (Üçkilise), Apasaraycık Köprüsü (Çarşamba çayını çok eski bir köprünün bulunduğu bu noktada geçmektedir) -Apa üzerinden Zengibar kalesine ulaşmaktadır. İkinci önemli bir yol, Lystra üzerinden Konya Beyşehir yolu üzerinde bulunan Yunuslar (Pappa kenti) köyüne ulaşmaktadır. Halen Karayollarımızın standart bir yolunun bulunmadığı bu bölgede yolun geçtiği yerler şöyledir. Hatunsaray (Lystra)- Güneydere (Botsa)- Gökyurt (Glisınra)- Kayalı (Tulasa)- Erenkaya (Bulumya)- Çamurlu İğret- Ballıkaya (Kale kalıntıları var)- Yunuslar (Konya-Beyşehir yolu üzerinde) Bu yollar üzerinde görülen Güneydere'de biri yıkılmış köprü, Gökyurt'taki yol ve köy içindeki köprü yolun yapıldığı yaklaşık 2., veya 3. yüzyıllardan kalmadır.

KENTE AİT YAZITLAR Kente ilk yüzyıllarda yerli dilleri, (bunlardan biri Likaonca,) aydının dili Grekçe ve resmi görevlilerin dili Latince konuşulmuştur. Ancak Grekçe ve Latince yazıtlar bugüne gelmiştir. MAMA Cilt VIII de Lystra ve çevresinde okunmuş 51 kitabe bulunmaktadır. Dillere göre bunun 23 adedi Latince, 28 adedi de Grekçe'dir. Bu kitabelerin bulunma yerleri de şöyledir. 37 adedi Hatunsaray'da, 8 adedi Kavak köyünde, 5 adedi Gömse köyünde, 1 adedi Zoldera höyüğünde bulunmuştur. 5 numaralı yazıt olan ve Zoldera höyüğünde bulunan yazıt yukarıda verilmiştir. Diğerlerinden bazı önemli olanları burada verilecektir. 1 ve 2 nolu Kavak köyünde bulunan Latince yazıtta Anadolu'nun kutsal üçlüsünün (baba,ana,oğul) Lystra versiyonu (ifadesi) olan Epikos (baba), Gi (ana) Hermes (oğul)

2 tanrılarının ismi geçmektedir. Buradan çok önemli bazı ipuçları ortaya çıkmaktadır. Anadolu'nun yerli tanrıları ve inançlarının daha sonra Hıristiyanlığa geçtiği ve her dönemde çok kuvvetli bir din geleneğinin bulunduğudur. 6 numaralı olan Kavak köyünde bulunan Latince mil taşında (yollara konulan) İmparator Trainaus'un (98-117) ismi geçmektedir. Buradan açılan yolların bir bölümünün 2. yüzyılda yaptırıldığı görülmektedir. 7 numarada Hatunsaray'da bulunan bir mil taşında İmparator Maximinüs'ün (235-238) ismi geçmektedir. Bu ise bazı yolların 3. yüzyılda yaptırıldığını ifade etmektedir. 10 numaralı Hatunsaray'da bulunmuş bir korniş taşında 1. yüzyılın ilk yarısında (M.S 41-54 arası) Konya'nın içinde yer aldığı Galatia vilayetinin valisinin Afrinius olduğu görülmektedir. Bunlar içinde sadece 44,45,47 ve 51 numaralı yazıtlarda haç işareti bulunmakta ve Hıristiyanlık dönemine ait mezar taşları olduğu anlaşılmaktadır.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Bu kitabeler dışında son zamanlarda bulananlarda vardır. Sadece incelenenler bile Lystra'da 1.,2.,3, yüzyıllarda ne kadar canlı bir yaşam olduğunu göstermektedir. Lystra'nın yerinin belirlenmesi ile önemli bir dönemeç geçilmiştir. Kazı yapılıp değerleri toprak altından çıkarıldığında pek çok bilgi belge ve sanat eserinin ortaya çıkacağına ve gerçekten önemli bir dini ziyaret yerinin dünyaya açılacağına inanıyorum.

(05.12.2000 YENİ GAZETE KIRAMBAR)

3 MERAM DA ESKİ ZAMANLARDA BİR GEZİ Mehmet BİLDİRİCİ

Meram Konya'nın bağlarının yer aldığı mesire yeridir. Meram çayı yüzyıllardır Konya'nın suyunu ve selini sağlamıştır. Bugün de en seçkin bir bölgedir. Meram Selçuklular zamanında da çok tercih edilen bir yöredir. Selçukluyu yönetenlerin ve Mevlevilerin burada bağları vardı. Selçuklulardan kalma Tavus Baba türbesi, Cemel Ali Türbesi, Karamanoğlu döneminden Meram Hamamı, Osmanlı döneminden 15. yüzyılda yaşamış Ebul Vefa adına camii ve 16. yüzyılda yaşamış Kasım Halife (Vakfiyesi H 933- 1525 tarihli) camii bulunmaktadır. Bu konularda oldukça tarihi bilgiler ve inceleme yazıları bulunmaktadır. Biz bu yazımızda biraz daha eskilere giderek yaklaşık 2000 yıl önce Meram'da yaşam nasıldır? Bunu incelemeye çalışacağız. Meram denince ilk akla gelen zarif taş köprü gelir. Bu taş köprü ne zaman yaptırılmıştır. Bu konuda hiç bir belge bize ulaşmamaktadır. O halde köprünün tarihi köprünün yapım tarzından çıkarılmalıdır. Tam yarım daire kemer, kemerde çok düzgün taşlar kullanılmış, kemerler arası da düzgün yatay taşlar dizilmiş. Elimde Kütahya Aizonai kentinde (Kütahya- Çavdarhisar) ve Antakya Asi nehri üzerinde bugün yerinde olmayan köprülerin fotoğrafı var. Bunların Roma döneminde yapıldığı tartışmasız, bu köprülerin fotoğrafı ile Meram köprüsü yan yana konulduğunda ayırmak mümkün değildir. Köprünün Roma döneminden kaldığını söyleyebiliriz. Mutlaka sonraki dönemlerde onarımlar olmuştur. Köprü bu kadar eski olabilir mi? Çevrede başka kalıntılar da var mıdır? Hemen yanında Karamanoğlu döneminde Hatipli Hasbeyoğlu tarafından yaptırılmış (1420 yıllarında) ve bugün restore edilmiş tarihi hamam bulunmaktadır. Şüphesiz bu hamam Karamanoğlu eseridir. Ancak yol cephesindeki ve arka taraflardaki duvarlar incelendiğinde, farklı dönemlerin izleri hemen görünecektir. Köprünün hemen yanındaki bu hamamın yerinde daha önce bir yapı olduğu kabul edilmelidir. Kapının üstünde bulunan işleme de gayri islami motifler dikkat çekmektedir. Benim de kanım burada daha önce bir yapı olduğu yönündedir. Ancak ne çeşittir bir yapıdır buna şimdilik bir şey söylemek mümkün değildir. Konyalı'nın "Konya Tarihi"nin 1104. sayfasında köprü hakkında bilgi ve köprü üzerinde bulunan bugün kaybolan ters konmuş kitabeli bir taşın fotoğrafı bulunmaktadır. Bir Latince kitabe (T.D.). Roma kentinin, Palatin tepesinden (Eski Roma'da tarihi MALNVS.. PALATIN TRI tepe) bir Romalının mezar taşı. Gene eski Meram yolunda fidanlık durağında bir arkadaşımın (Kemal Uluışık) bağ evinde eski işlemeli taşlar arasında bulunan bir yazı tarafımızdan Prof. Dr. Thomas Drew-Bear'e gösterildi ve okunup kayıtlara geçti. Türkçe’si şöyle: "Kocasını seven ve dürüst olan Aponia'nın anısına kocası Burrus (bu mezarı yaptırdı) " Bir aşkı, Aponia ile Burrus'un aşkını ebedileştiren bir mezar taşı, Hıristiyanlık öncesine ait. Tavus Baba Camii yanındaki türbe, Cemel Ali Dede türbesi incelendiğinde eski dönemden gelen taşlar hemen seçilecektir. Konya hakkında araştırma yapan W. Ramsay bir Meram Kilisesi'nden bahsetmektedir. Bu konuyu Revie Archaelogie dergisinin 1907 yıllığında incelediğini yazmaktadır. İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları kütüphanesinde daha sonraki sayılarının bulunmasına rağmen bu sayıya ulaşamadım. Ancak bunun Selver yöresindeki kilise olduğunu öğrendim. Gerçekten Selver yöresinde bugünkü cami yerinde veya çok yakınında bir kilise olduğu bilinmektedir. Bunların taşları Müftü Gediği regülatörünün inşaatında kullanılmıştır. 1980'li yıllarda DSİ tarafından beton olarak regülatör yeniden yapıldığında molozlarla birlikte atılmış. Bu yapıdan gelen büyük bir kolon Konya Arkeoloji Müzesi’ndedir.

4 Meram çayı yüzyıllar boyu Konya'ya su taşımıştır. Bazen de sel getirmiştir. "Konya'nın Ölümü Sudan" deyiminin çıkmasına yol açmıştır. Ancak su mühendisliğindeki gelişmeler bunu ortadan kaldırmıştır. Meram çayı "Şehir Irmağı" ile kente içmesuyu sağlamıştır. Araştırmacı W. Ramsay "Selçuklunun Konya'yı başkent seçmesini sulama kanalları ve su imkanlarının oluşuna bağlar",şahsen bende bu görüşteyim. Meram çayından su alan eski ismi ile "Gedekelas" şimdiki ismi ile Yaka ırmağı Bizans ve Selçuklu dönemlerinde Konya'nın yukarı bağlarını sulamıştır. Yaka'nın Bizans çağındaki ismi Gedekelas'tır Yaka ırmağı hala bağlara su vermektedir. Meram'da ilginç ve eski bir su kaynağı da "Damlapınar" dır. Fırsat bulup göremedim ama edindiğim bilgiye göre bu pınar yapısında yapılan kazılarda eski dönemlere ait resimli ve yazılı taşlar görülmüştür. Bu kaynağında 2000 yıldan bu yana Konya'ya su verdiği bilinmektedir. Bu kaynaklar halen Hocacihan'da 4 adet çeşmeye su vermektedir. Buradan gelen su Yaka yolu üzerinde eski bir çeşmeye su veriyordu. Yakın zamanlara kadar bu çeşme yerinde idi. Ben bu çeşmeyi Bizans döneminden gelen Konya'nın en eski çeşmesi olduğunu kabul ediyorum. Ayrıca bu kaynağın 2000 yıl önce Konya'ya su verdiği konusunda ön görüşlerim var, çünkü Su Arıtma tesisi ve Altınapa Barajından gelen su isale hatları kazılarında yer yer eski künk boru kırıklarına rastlanılmıştır. Ancak bu konuda bunun ötesinde bir şey söylemek mümkün değildir. Konuya merak duymuş olanları bu gözle Meram'da bir geziye davet ediyorum….

(02.01.2001 – YENİ GAZETE KIRKAMBAR) (ÇAĞRI DERGİSİ – 2002 Ağustos)

5 İSTANBUL'DAN YENİ GAZETE KIRKAMBAR'A MERHABA Mehmet BİLDİRİCİ

KIRKAMBAR'ın Yeni Gazete'de yayın hayatına 21.11.2000 tarihinde girdiğini öğrendim ve mutluluk duydum. Yeni Gazete sahip ve sorumluları bu sayfayı çıkartarak Konya tarih, kültür ve folkloruna büyük bir katkıda bulunmaktadır. Tabii burada en çok kutlanacak kişi bu sayfayı omzunda taşıyan Gazeteci arkadaşımız Mehmet GÜNDOĞDU, kendisine başarılar diliyorum. Konya gazetelerinde kültürel yazılar çok fazla değil, diğer günlerde çıkan yazılara sonradan ulaşmak oldukça güç, ama Kırkambar okuyucular tarafından biriktiriliyor, bir arada toplu oluyor, ve zamanla ses getiriyor. Sayın Fevzi Halıcı tarafından çıkarılan ÇAĞRI dergisinin 2000 Ekim, Kasım sayılarında Kırkambar'da çıkan yazılarımın yayınlanması çok sürpriz oldu, ve kendisinden görüşme talebi geldi. Bunun için Kasım ayı içinde PERA PALAS da yapılan "Gönül Dostları" toplantısında görüştük. Ben ilk defa bu toplantıya katıldım. Bu güzel edebiyat ve şiir toplantılarını başlatan kişinin Fevzi Halıcı olduğunu öğrendim, ve mutluluk duydum. Toplantıda, gelenlerin kağıt dolaştırarak isimlerini aldılar, her katılan mikrofona çağrılarak kendi yazdığı şiirleri okuyordu. Sıra benim ismime geldi, ben de mikrofona gittim. Ben şair değilim ve herkesin bir şiir okuduğunu da bilmiyordum, ben araştırmacıyım, Dineksaray'da yaklaşık 1600 yıl önce taşa yazılmış Grekçe yazılmış bir şiirsel mezar taşı İngilizce'ye çevrilmiş, ben de onu Türkçe'ye çevirdim, KIRKAMBAR'da yayınladım, bilsem getirir okurdum dedim. Toplantıyı yöneten, ara ara güzel şiirlerle konuşmasını bezeyen, Ahmet Özdemir, o zaman önümüzdeki toplantıda okursun dedi. Ben de KIRKAMBAR' da yayınlanmış bu şiiri 03.12.2000 tarihli toplantıda sıra bana gelince okudum. Kısa süre içinde olsa Konya, Dineksaray isimleri anıldı. Kısaca Pera Palas hakkında da bilgi sunacağım. Pera Palas Türkiye'de ilk yapılmış modern otel, ATATÜRK, krallar, zenginler kalmış, yapıldığında dünyanın en lüks otellerinden biri imiş, bugünde tavanı yüksek salonları ile görkemini koruyor. Hep dışından gördüğüm Pera Palas'ı KIRKAMBAR sayesinde içinden de gördüm. Pera ise Beyoğlu'nun eski ismi, Karşıyaka anlamında Rumca bir kelime, bugün İstanbul'un kalbi Taksim, Beyoğlu'nda bulunuyor. Ama eskiden İstanbul sur içindeki tarihi yarımada, sonradan Beyoğlu olan Pera ise Karşıyaka oluyor imiş. İstanbul'da hemşerilerle buluşma zor oluyor. Ama bu hiç olmuyor anlamına da gelmez. Bir kaç ay önce İnşaat Mühendisleri Odasının bir kokteyli vardı. Orada Konya'nın ileri gelen aydın politika adamı, eski bakan Sayın Rüştü Özal ile birlikte olduk. Konya'dan, mühendislikten ilginç anılarını dinledim, bana büyük haz verdi. Gene yakınlarda Devlet Su İşleri ilk Genel Müdürü İnş.Y.Müh. Hikmet Turat'ın (1909-1991) DSİ XIV. Bölge Müdürlüğünde olan cenaze törenine katıldım. Oğlu ile konuşma imkanı oldu, Konya'nın eski garaj yakınlarındaki Pisili mahallesinden imiş ve Konya Lisesi mezunu imiş. Bayram öncesinde de Konya Lisesi'nde 1947-1961 yılları arasında Müdür yardımcılığı görevini sürdüren, Fransızca öğretmeni Turgut Kargalık'ı (1915-2000) Ankara'da kaybettik. Kendisini ve hizmetlerini tanıtmayı ayrı bir yazıda yerine getireceğim. Ben de altı yıldan bu yana KIRKAMBAR'da yazılarına devam eden bir kişi olarak mutluyum ve yazılarıma devam etmek istiyorum.

(16.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

6 SINIF ARKADAŞIM ENVER ERLER (1939-2000) Mehmet BİLDİRİCİ

Enver Erler makine mühendisi, sanayici idi. İşyeri Adana'da bulunuyordu. Beş altı ay süren bir hastalıktan sonra Konya'da öldü ve toprağa verildi. Konya'nın köklü ailelerinden birinin çocuğu idi. Konya'da doğdu, Köprübaşı ilkokulunda, Konya Karma ortaokulunda ve Konya Lisesinde okudu ve 1957 yılında mezun oldu. Yüksek öğrenimini İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka bölümünde yaptı. Makine Mühendisi oldu. Beyazıt’taki Konya Talebe Yurdunda yılbaşı gecesi masa olmadığı için yere bir içki sofrası kurmuştuk. Pek çok arkadaşımız burada ve bundan sonra içki ile tanıştı. Enver’de aramızdaydı. İlk o gün içki ile tanışmıştı. Bizlere göre oldukça kilolu olan Enver öğrenci iken rahatsızlandı ve Şişli’deki Bulgar Hastanesi (Türkiye Hastanesi) kaldırılmıştı. Bomboş bir arazide Bulgar Hastanesinde onu ziyaret ettiğimizi unutamıyorum. Askerlik görevinden sonra Adana'ya yerleşti ve serbest çalıştı. Kalorifer kazanları imal ediyordu. Son olarak işyerini genişleterek Yakapınar'daki Organize Sanayi Sitesine taşımıştı. İşleri iyi gidiyordu. Kızım Sibel Bildirici’nin 1992 yılında Adana DSİ tesislerinde yapılan düğününde nikah şahidi idi. Bu vesile ile daha da yakınlaşmıştır. Kızımı ziyarete gittiğimde kendisi ile görüşür yemeğe gider, sohbet ederdik. Adana esnafı tarafından da çok seviliyordu. Açık fikirli, dürüst kişiliği vardı. Rahatsızlaşınca Konya’ya geldi ve Konya’da öldü. Son günlerinde ancak telefonla görüşebildik. Sınıf arkadaşım hiç evlenmemişti. Kendisine rahmet, kalan ERLER ailesine baş sağlığı dilerim.

(16.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR

7 ROMA GEZİSİNDEN İZLENİMLER Mehmet BİLDİRİCİ

Mart ayında uzun tatilden yararlanarak, 4 günlük bir İtalya turuna katıldım. Dört gün eski ve yeni Roma'da gezdim. Konya ile ilgili bazı izlenimlerimi buraya alacağım. Roma'nın diğer Avrupa başkentlerinden çok farklı bir yönü vardır. Çünkü ilk çağlarda Anadolu bu başkentte oturan imparatorlar tarafından yönetilmiş, ve imparatorluğun tüm topraklarında çok büyük bir yapılanma meydana gelmiştir. Dokuz yıldan bu tarafa yaptığım Konya kentleri ve su yolları ile araştırmalarda devamlı bununla karşılaşmaktayım. Burada gördüğümüz yıkıntı halindeki pek çok yapının daha mükemmeli orada yapılmıştır. Bunu 10-12 yüzyıl sonra aynı yöreden gelen Haçlılarla karşılaştırıldığında birinin yapıcı ve birinin yıkıcı olduğu görülecek, aralarındaki çok büyük fark anlaşılacaktır. Şüphesiz bir kefeye de konmamalıdır. Roma içinde ayrı bağımsız bir Devlet olan Vatikan bulunmaktadır, dünyanın en büyük Katolik kilisesini ve Vatikan müzelerini gezdik. Binlerce eser yer almaktadır. Bunlardan biri bizim Konya'nın kuruluş efsanesi ile ilgili bir heykel bulunmaktadır. Resimde göreceğiniz gibi bir elinde kılıç, bir elinde meduza (saçları yılan cadı) başı olan genç Perseus'un heykeli. Bilindiği gibi Konya kentinin bulunduğu yerde insanlar yaşarken mutsuzlarmış, dağlarda yaşayan saçları yılan olan meduza kente gelir genç kızları kaçırırmış, bunu duyan tanrısal Perseus dağda bu cadıyı öldürmüş elinde kanlı başı ile kente girmiş ve şükranla karşılanmış, halk o kadar mutlu olmuş ve onun onurlandırmak için heykelini dikmiş ve zamanla kente heykel kenti anlamına Ikonyon denmiş ve bu zamanla Konya’ya dönüşmüş. Eski insanların inandığı bir söylence, eğer böyle bir cadı var idiyse, yaşadığı sanılan mağara Loras dağındaki büyük mağara olmalıdır. Yöredeki en ürkütücü ve efsanelere konu olmaya yakışan mağara bu olmalıdır. AZİZ PAUL GÖMÜLÜ BULUNDUĞU KİLİSE Bilindiği gibi Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Paul Tarsus doğumludur. İlk dini yayma gezisinde Konya ve Lystra'ya (Listra okunur) uğramıştır. Daha sonra çeşitli kentleri ziyaret etmiş ve sonunda Roma'da hapsedilmiş yaklaşık 67 yılında öldürülmüş, inananlarına göre şehit edilmiştir. Hıristiyanlık devlet dini olunca öldüğü yer kabul edilen Roma kentinin güneyinde ve surların dışında, şehit edilip gömüldüğü kabul edilen yerde, onun adına Vatikan'daki Aziz Peter için yaptırılan büyük kiliseden sonra gelen en büyük mabet Aziz Paul için yaptırılmıştır. İçinde azizin mezarı olduğu kabul edilen bir mezar bulunmaktadır. Büyük yapı duvarları tavanları her tarafı resim ve heykellerle süslüdür. Bir müzeyi andırmaktadır. Duvarlarında ise hayatını anlatan 20-30 resim bulunmaktadır. Çok ilginçtir bunlardan iki tanesi Konya Hatunsaray yakınında bulunan Lystra kentindeki yaşamına aittir. Bu ise Lystra kentinin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.

(23.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

8 AFYON VE KONYA' DA KARABAĞ KÖYLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

Afyon ilinin Bolvadin ilçesi, Büyükkarabağ köyü, Emirdağ ilçesi Yeniköy, Bademli, Avdan, Vahdetiye, Eşraflı, Davulga köy ve beldeleri ile Konya'nın Cihanbeyli ilçesi Karabağ beldesinde Kafkasya Karabağ bölgesinden göç ettiği bilinen insanlar yaşamaktadır. Babaannemin babası Muslu Mustafa Efendi de, Konya Karabağ köyünden Konya'ya gelip yerleşmiştir. Karabağ ismini bir etnik kimlik gibi koruyan bu köylerin insanları hakkında yazılı belge ve araştırma bulunmamaktadır. Dedelerinden gelme sözel bilgiler bilinmektedir. 16. yüzyıl içinde Kafkasya Karabağ bölgesinden Anadolu'ya göç etmişler önce Bolvadin ilçesi Büyük Karabağ köyüne yerleşmişler ve buradan, Afyon Emirdağ'daki diğer köylere dağılmışlardır. Kafkasya Karabağ'ın Sultan 3. Murat döneminde Osmanlı topraklarına katıldığı düşünülürse göçün 16. yüzyıl içinde gerçekleştiği olası görünmektedir. 1850'li yıllarda bir kısım Karabağlı Konya Cihanbeyli ilçesine göç ederek bugün ki Karabağ köyünün bulunduğu boş alana yerleşmişler ve köylerine, etnik kimliklerini belirten Karabağ ismini vermişlerdir. Şimdi belde olan Karabağ Cihanbeyli'ye 20 km ve Konya'ya 80 km uzaklıktadır. Bu köye ait bir yayla olan Gülbahçe'de, Karabağlıların yaşadığı diğer bir köydür. Halen Karabağlıların bir kısmı köylerinde bir kısmı Konya'da yaşamlarını sürdürmektedir. Bizim bu yazımızın konusu bu köyde yaşayan Karabağlılar olacaktır. Kimlerdir?, Karabağ'ın hangi kentinden göç etmişlerdir, göç sebepleri nedir bilinmemektedir. Yaklaşık 450 yıldan bu yana Anadolu'da yaşayan Karabağlılar gerek dil ve gerek mezhep olarak tamamen çevreye uymuşlardır. Ciddi bir araştırmaya dayanmayan bazı kaynaklarda Şii ve Azeri Türkü oldukları belirtilmektedir. Kafkasya'ya has dans ve oyun geleneğinin olmadığı veya zamanla kaybolduğu şeklindedir. Genellikle esmer tipli insanlardır. Ben Karabağ geleneğini sürdüren bir aile içinde yaşamadım. Sonraki araştırmalarda baba annemin babasının bu kökenden geldiğini öğrendim. Bu konuya ilgi duyan insanların olduğunu biliyorum, bu yazım dolayısıyla yapılacak açıklamaların konuya yeni boyut getireceğine inanıyorum.

(30.01.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

9 SEYDİŞEHİR YAKINLARINDA YOK OLMUŞ ANTİK KENT AMBLADA Mehmet BİLDİRİCİ

Seydişehir merkeze bağlı köylerden Kızılcaköy'ünün 2.5 güneyinde Asartepe'de eski bir kentin yeri bulunmaktadır. Kentin adı Amblada veya Amlada olarak geçmektedir. Kent Helenistik dönemde tarihte görülmekte ve önemli bir rol oynamaktadır. Kentin halkını Pisidyalılar oluşturmaktadır. M.Ö 334 yılında başlayıp, yörenin Roma yönetimine geçmesi arasında geçen süre Helenistik dönem olarak bilinmektedir. Helenistik öncesi, Pisidya'lıların yaşadığı bölge ve yaşadıkları kentler Isparta ve Burdur illeri dahilindedir. Yörenin yerli halkı olan, kendi dil ve gelenekleri bulunan Pisidya'lıların Konya ili içindeki tek kentleri Amblada'dır. Pisidyalılar tarihte ilk defa Pers (İran) İmparatorluğu ordusu içinde görülürler. Dillerine ait tek bir kitabe Isparta'da Eğridir'de görülmüştür. Amblada kentinde, başkenti (İzmir-Bergama) olan Bergama krallarına ait M.Ö 2.yüzyıla tarihlenen yazıtlar bulunmaktadır. Bu yazıtlardan Amblada'nın Bergama Krallığınca yönetildiği ve önemli bir merkez veya askeri bir koloni olduğu görülmektedir. Bu süre M.Ö 188- 133 yıllarını kapsamaktadır. Bu sürede kral olanlar şöyledir. II.Eumenes (M.Ö 197-159), II.Attalos (M.Ö 159-138) III.Attalos (M.Ö 138-133) Kent daha sonra Roma'nın himayesinde kurulan ve tanınmış kralı Amintas olan Galata Krallığı içinde bulunmuş (M.Ö 43-25) daha sonra Roma yönetimine girmiştir. 2000 yıl önce bölgeyi ziyaret etmiş bulunan Strabo Amblada'nın tıpta çok tutulan perhiz şarapları ürettiğini yazmaktadır. Kenti 325 yılında İznik'te toplanan dini konsülde Patrikios, 381 yılında İstanbul'da toplanan konsülde Seueros, Kadıköy'de 451 yılında toplanan konsülde Diomedes, temsil etmiştir. Kentin ismi 787 ve 879 yıllarına ait kayıtlarda görülmektedir. Selçuklu yönetiminde kent de yaşam olduğuna dair bilgi yoktur.

KENTTEN GERİYE KALANLAR Kent hakkında batılı yazarların yazıt okuması dışında bir araştırma, kazı çalışması bulunmamaktadır. Ref. 2 belirtilen yayında kentte bulunmuş başı olmayan bir Athena heykelinin resmi bulunmaktadır. Seydişehir Belediyesi tarafından çıkarılmış bültende Asartepe'den getirilmiş aslan heykelleri ve lahitlerin fotoğrafı bulunmaktadır. Bunlar dışında elde olanlar yazıtlardır. Ref.2 de Almanca kitapta Bergama Krallarının emirleri gösteren 3 yazıt bulunmaktadır. Bu üç yazıt Helenistik döneme ait Konya yöresinde bulunmuş yegane yazıtlardır. Oğlum Dr.Öztuğ Bildirici'nin yardımı ile bunların bir özeti şöyledir. Bu yazıtların daha sonrakilerden bir farkı da krallık buyruklarının Amblada kentinde açıklanmasıdır. Birinci yazıtta kral tarafından yetki verilmiş ve kral olmayan Attalos ismi geçmektedir. Kralın II.Eumenes olduğu kabul edilmektedir. M.Ö 168 yıllarında Ankara'da yerleşmiş bulunan Galatlar tarafından Amblada tehdit edilmiş ve Bergama'dan gelen askeri yardımla kurtulmuştur. Kent Bergama'ya borçlanmıştır. Bu borcun kaldırıldığından söz edilmektedir. Mektup 2 de kentin serbest bırakılması garanti altına alınıyor ve esirler serbest bırakılıyor. Son mektubun ise son kral Attalos III döneminde olduğu ve kral tarafından şerefli kararlar aldığı belirtiliyor. Herhalde ileri de yapılacak kazı ve çalışmalar bu ilginç kentti aydınlığa çıkaracaktır. Referans 1. Belke Klaus Tabula İmperini Byzantini cilt 5 2. Svoboda H, Denkmaler Aus Lykaonien, Pamphylien und Isaurien Prag 1935 (13.02.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

10 KLİSTRA (GLİSIRA-GÖKYURT) Mehmet BİLDİRİCİ

Eski ismi Glisıra olan Gökyurt köyü, Konya ili Meram ilçesi sınırları içindedir. Konya'dan Glisıra'ya Hatunsaray üzerinden gidilebilir, uzaklık 54 km dir. Diğer bir ulaşım ise, Konya Seydişehir yolu üzerinde bulunan Erenkaya'dan (Bulumya) ayrılan 12 km’lik bir yolla mümkündür. Nüfusu 600 civarında olan Gökyurt'lular geçimini tarım ve hayvancılıkla karşılamaktadır. Glisıra'nın doğal güzelliği ve kayalara oyma tarihi ortaçağ yapıları, son yıllarda yapılan çabalar sonucu hızla iç ve dış turizme açılmaktadır.

GLİSIRA'NIN TARİHTEKİ YERİ Çok zengin doğal ve tarihi güzellikleri olan Glisıra ismine hiç bir tarihi olayda rastlanıl- mamaktadır. Anadolu'da toplanan dini meclislerin hiç birinde temsilcisi yoktur. Kentin eski isminin Klistrea (Kilistrea) olduğu 4. yüzyıla tarihlenen bir yazıttan anlaşıl- maktadır. Konya Müzesinde 294 envanter numarada kayıtla taş, Amerikalı Sterret tarafından "Epigraphical Journey sayfa 196-198 yılında yayınlanmış olup ön yüzün Türkçe’si şöyledir: (…) kardeşleri Antonius ve Kilistrea'lı arkadaşları Attalos'un anısı için… Taş 4. yüzyıla tarihlenmektedir. Üzerinde mezarı yaptıranların röliyefleri bulunan taşın bir fotoğrafı eklenmiştir. Bu yazıttan başka, kazılar sırasında Şaraphane'de bir yazıt ortaya çıkmış, bir yazıtta köyün üst tarafında dağcılık ekibi ile bir inceleme sırasında tarafımızdan farkına varılmıştır. Müze'ye teslim edilen kolon üzerindeki çok önemli yazıtlar henüz okutulmamıştır. Ayrıca köyün güneyinde bir mağara üzerinde daire şeklinde bir yazıt daha bulunmaktadır. Planda yeri gösterilmiştir. Glisıra hakkında Almanca, Klaus Belke'nin Tabula Imperini Byzantini cilt 4 de kısa bilgiler ve bazı fotoğraflar yer almaktadır. Bu yayında, görülen eserlerin 6.-10. yüzyıllarda yapıldığı belirtilmektedir. Uzmanlarınca çevre için en önemli kaynak olan bu eserde gösterilen fotoğrafların listesi şöyledir. Fotoğraf 1 : Via (Roma Kral yolu,doğu girişti) Fotoğraf 2 : Bulumya- Glisıra arasındaki yol Fotoğraf 46 : Felsenkirche NO (Sandıkkaya kuzey doğudan) Fotoğraf 47 : " " Apsis Fotoğraf 48 : Siedlungslage (Köyün bulunduğu hüyük) Fotoğraf 49 : Brunnen mit Spolien (Eski kalıntılarla Yapılmış Başçeşme) Verilen planda görülebileceği gibi Glisıra, Pappa Tiberiopolis (Konya Beyşehir yolu üzerinde Yunuslar) ile Hatunsaray'da bulunan Lystra arasından geçen yol üzerinde bulunmaktadır. Kanımıza göre 4. yüzyıldan itibaren yerleşim bulunmakta, ancak askeri bir koloni olan Lystra’dan Roma Ordusu’nun gitmesi üzerine Lystra'nın gerilemesine karşı Glisıra'nın geliştiği anlaşılmaktadır. Glisıra'da 1998 yılında Konya Müzesi'nce kazılar başlatılmıştır. Bu kazılar pek çok eseri gün ışığına çıkaracaktır.

GÖRÜLECEK YERLER HÜYÜK Bugün köy bir höyük üzerindedir. Höyüğün çevresi doğal kayalarla kaplıdır. Sadece iki yerden giriş vardır. Höyük bu bağlamda bir doğal kaledir. Höyüğün üzeri boştur. Köy evleri çevresindedir. Evler 100-150 yıllıktır. Çevre köylerden farklı bir mimari dokuya sahiptir.

11 Höyük üzerinde bulunan seramik parçalarından burada çok eskilere giden bir yerleşimin olduğu düşünülebilir. Ancak bu konuda bir araştırma henüz yoktur. Evlerin altları hep mağaralı olup bazı evler alttan birbirine bağlıdır. Dağcı arkadaşlarla yaptığımız bir araştırmada höyüğün üst tarafında bulunan bir evde bir kolon üzerinde yazılar bulunduğunu tespit etmiş ve yazılı taş müzeye teslim edilmiştir. Bu taşların hemen yakın çevrede bir yapıdan çıktığı belirtilmiştir. Burada eski bir tapınak yeri olasılığı vardır. ŞAPELLER Glisıra ve yakın çevresinde büyük kilise kalıntısı yoktur. Ancak küçük blok kayalara oyulmuş pek çok şapel (Sadece sunak yeri olan dini yapı) bulunmaktadır. Bunların bazıları ana kayalara bazıları tek bir kaya bloğa oyulmuştur. Bu tip yapı sadece bu çevrede görülmektedir. Bunlardan en önemlisi ve benzerinin başka bir yerde rastlanılmadığı şapel "Sandıkkaya" olarak bilinmektedir. Bir büyük kaya blok içten ve dıştan haç şekline getirilmiştir. Tarafımızdan krokisi verilen Sandıkkaya restore edilmiş ve ziyarete açılmıştır. Giriş kapısı üzerinde Malta haçı seçilmektedir. Bu şapellerden pek çok başka örnekler bulunmaktadır. KAYALARA OYMA MEZARLAR VE EVLER Köyün pek çok yerinde volkanik tüfler kazılarak mezar ve ev haline getirilmiştir. Çoğu mezarlık olarak düşünülmüştür. Bunlardan çok ilginç olan ve Polönü olarak bilinen mevkide olanı restore edilmiş ve içi temizlenmiştir. İsmin Hıristiyanlıkta önemli bir isim olan Paul ile bağlantısı görülmektedir. Planda yazılı mağara olarak belirtilen mağaranın kapısında hayli silik bir yazıda okunabilenler şöyledir. DGACCTTEM … YPDH ÇEŞİTLİ YAPILAR Dini yapılar dışında çeşitli sivil eserlerde bulunmaktadır. Bunlara şöyle örnekler verilebilir. KATIRİNİ Köyün kuzeyinde, iki sıra kolonlu ve üç bölümlü bir yapı kaya içine oyulmuştur. Kayaya oyulmuş yapının mimarisi daha sonra Selçuk döneminde yapılmış hanlara çok benzemektedir. Yapılan restorasyon kazılarında bu yapının üzerinden köye gelen su yolundan su geldiği belirlenmiş ve sarnıç olma olasılığı üzerinde durulmuştur. Ancak kanımızca bu bir sarnıç yapısı değildir. Çünkü aşağıda bu suyu kullanacak bir saha mevcut değildir. Ayrıca sarnıçlar genellikle sıvalı olmaktadır. Sıva izleri yoktur. Ancak maksadı nedir? bilinememektedir. ŞARAPHANE Şarap yapmak için havuzlar yer almaktadır. Benzer yapıya başka yerlerde rastlamak oldukça zordur. Burada yapılan kazılarda ilginç bir kitabe çıkmış şarap yapım havuzları ve su kanalları ortaya çıkarılmıştır. Şimdi de yapının nasıl çalıştırıldığı önemli bir araştırma konusudur. ROMA YOLU Glisıra iki önemli kenti bağlayan Roma yolu üzerindedir. Bu yol Lystra (Hatunsaray), Botsa (Güneydere), Glisıra, Tulasa (Kayalı), Bulumya (Erenkaya), Çamurluiğret, Ballıkaya üzerinden Pappa Tiberiopolis'e (Yunuslar) ulaşmaktadır. Yayınlarda belirlenen yol üzerinde eski yol izleri ve köprü ayaklarının izleri yaptığımız araştırmada ve harita çalışmalarında tespit edilmiştir. Bugün bu yörede bir devlet yolunun bulunmaması, eski dönemlerde yola verilen önemi vurgulamaktadır, ROMA KÖPRÜSÜ Köyün hemen güneyinde, taş döşeme bir yolla ulaşılan köprü tek açıklıdır. Yapım tarzından Roma döneminden kalma olduğu kabul edilebilir. Köprü üzerinden geçen taş döşeme yol bir miktar daha köy içinde devam etmektedir.

12 Ayrıca köyün doğudan girişinde taş döşeme yolların kalıntısı bulunmaktadır. Bunun bir fotoğrafı yazıya eklenmiştir. KARADİĞİN YOLU Harita üzerinde yaptığımız çevre çalışmalarında Konya'ya daha yakından ulaşan bir başka yolun olduğu belirlenmiştir. Tulasa'ya giden antik yoldan bir kol ayrılmakta Karadiğin ve Çayırbağı üzerinden Konya'ya ulaşmaktadır. Bu yol üzerinde planda görüldüğü gibi "döşeme" isimli mevkii ve iki köprü bulunmaktadır. Yakın zamanlara kadar bu yol kullanılmakta idi. Bu yol hakkında hiç bir yayın bulunmamaktadır. SU YAPILARI GLİSIRA SU YOLU Glisıra'ya su getiren ve yakın zamanlara kadar kullanılan bir su yolu bulunmaktadır. Su yaklaşık 8 km den köyün batısındaki bir kaynaktan künk borularla (pişmiş toprak) gelmekte ve Başçeşme olarak bilinen köyün batısındaki çeşmeye su vermektedir. Başçeşme'nin yanında su hattı için bir duvar bulunmaktadır. Yaşlı köylülerin anlattığına göre bu çeşmeden sonra su künkleri İstanbul Saraçhanede bulunan su kemerlerine benzer daha basit su kemerleri ile köyün içine taşınıyordu. İki yerde yalnızca içinden insanın geçebileceği kemer kapılar bulunmakta idi. Bu kapılar ayrıca köyün batıdan girişi idi. Bu kemerler son yıllarda sökülerek taşları 1943 yılında yapılan köy okulunda kullanılmıştır. Su yolunun temsili bir resmi yazıya eklenmiştir. Çok eski olan su yolunun ne zaman yapıldığı hakkında bilgi yoktur. Şimdi bu hattaki su demir boruya alınmıştır. BAŞÇEŞME Bu suyolundan su alan BAŞÇEŞME üzerindeki kitabe üzerinde 1854 tarihi yazılıdır. Üzerindeki kitabenin bir onarım kitabesi olduğu sanılmaktadır. Okutulması gereklidir. Çeşme yapısında eski taşların kullanıldığı dikkat çekicidir. KETENGÖLÜ Köyün güneyindeki dere üzerinde keten yıkandığından dolayı "Ketengölü" denilen bir su kaynağı bulunmaktadır. Yakın zamanlara kadar köyün kadınları çamaşırlarını getirip burada yıkarlardı. Halen beton bir yapının bulunduğu "Ketengölü" pınarının eski hali bilinmemektedir. SARNIÇLAR Köy ve çevresinde pek çok sarnıç bulunmaktadır. Bunlar yaklaşık 6 m çapında kayalara oyulmuş dairesel su depolarıdır. Ketengölü deresi üzerinde bulunan bir sarnıcın fotoğrafı buraya eklenmiştir. Bu sarnıçlar genellikle derelerden uygun zamanlarda su almaktadır. DEĞİRMEN Ketengölü deresi üzerinde çok eski bir değirmen bulunmaktadır. Su girişi taş borudur. Uzmanlarınca ilgilenmesinin yararlı olduğu kanısındayım. ALİSUMA DAĞI Gökyurt köyünün 5 km batısında bulunan Alisuma (veya Alisuna) dağının zirvesi 1964 m dir. Eski haritalarda "Fahrettin Paşa" dağı olarak da geçmektedir. Kale zirvesinde kale ve sarnıç ve eteğinde ise bir kilise kalıntısı bulunmaktadır. Kalenin planı eklenmiştir. KALE KALINTISI Dağın zirvesinde bir kale duvarının 2 m yükseklikteki kalıntıları bulunmaktadır. Çok kalın ve çok düzgün taştan yapılmış kale duvarlarının çevresinde bir binanın temel ve duvarları ve bir sarnıç kalıntısı seçilmektedir. Kalenin planı verilmiştir. Bu kale hakkında hiç bir yerde kayıt ve yayın bulunmamaktadır. KALE NE İÇİN YAPILDI? Bu kaleden başka Detse (Yeşildere) köyünün güneyinde bu dağa 13 km uzaklıkta Kale dağında da başka bir kalenin kalıntıları vardır. Bu kalede hiç kaynakta geçmemektedir. Bunlar acaba ne zaman ne için yapılmış olabilir ?

13 Birinci yüzyılda ilk Roma İmparatoru Augustus döneminde çevrede yaşayan yerli halkları disiplin altına almak için Lystra'da (Hatunsaray) askeri bir koloni kurulmuştur. Ben bu kalelerin o zaman yapıldığı kanısındayım. Birinci yüzyılda Roma'ya baş kaldıran Seydişehir çevresinde yaşayan Homonad olarak bilinen yerli halk savaşta yenilmiş ve kıyıma uğramıştır. ALA KİLİSE Dağın güney yamacında bugün bir duvarı ayakta duran bir kilise kalıntısı yer almaktadır. Yörede oyma olmayan tek yapı kalıntısıdır. Ala Kilise olarak bilinmektedir. Gene de yapının yanında bir oyma oda ve bir sarnıç kalıntısı vardır. Bu kilise yirminci yüzyılın başında Araştırmacı W. Ramsay ve Bayan G. Bell tarafından incelenmiştir. Binbir Kilise olarak bilinen (The Thousand and one Churhes-Londra 1909) eserlerinin 399-401 sayfasında kilisenin planı ve görünüşleri yer almaktadır. Bu incelemeye eklenen incelemede yapı "Kare içinde Haç" (cross-in square ) şeklinde belirtilmekte ve gerek planı ve gerek cephesi ile güzel bir mimari örnek teşkil ettiği belirtilmektedir. Yapının Karaman'ın Fisandon köyünde bulunan kiliseden çevrilme camiye benzerlik gösterdiği anlatılmaktadır. 1909 yılından önceki resim incelendiğinde güneydeki cephenin tamamı ayakta idi. Halbuki Dağcılık ekibi ile 1994 gittiğimizde cephenin yarısının yok olduğu görülmektedir. Gerekli tedbir alınmadığında kısa bir süre sonra bu duvarda yerinde görülemeyecektir. GLİSIRANIN TURİZME AÇILMASI Hıristiyan inancının etkisi altında yapılan bu dini yapılar, İslam inancını taşıyan Türk halkının oluşumu ile uzun yüzyıllar kaderine terk edilmiştir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren sadece Avrupalı tarihçi ve araştırmacılar tarafından incelenmiş ve yayınlara geçmiştir. Bunlar Amerikalı Sterret, İngiliz William Ramsay ve Bayan Gertrude Bell'dir. Son dönemde ise bulunan yazıtlar Prof. Dr. Thomas Drew-Bear tarafından okunmuştur. Aradan geçen zaman içinde tarihi ve doğal güzelliklere Türkiye'de ilgi artmış, bu güzellikleri tanımak ve tanıtmak ihtiyacı doğmuştur. Glisira, ilk defa aynı köyden Gazeteci Mehmet Gündoğdu tarafından Konya gazetelerinde dile getirilmiş, bunları Dağcılık Federasyonu başkanı Recai Kıçıkoğlu'nun dağcılık gezileri takip etmiştir. 1994 yılında Valiliğin şemsiyesi altında Spor İl Müdürü aynı köyden Necati Yeğenoğlu'nun katkıları ile bir Halk Yürüyüşü gerçekleştirilmiş, pek çok Konyalı ve basın mensubunun buraları görmesi sağlanmıştır. Zamanın Valisi Attila Vural bizzat katılmış, projeye büyük destek vermiştir. Bu konuda valinin çok katkıları olmuştur. Bu etkinlikte bu satırların yazarı da "Glisıra Tarihi" hakkında bir konuşma yapmıştır. Bu önemli etkinliğin arkasından devletin yatırımları takip etmiş, Sağlık ocağı ve yolların onarımı yapılmıştır. Bu gelişmeler daha yenilerini getirmiş 1998 yılında Arkeolog Osman Ermişler, 1999 yılında da Arkeolog Nurettin Özkan tarafından kazılar yapılmıştır. Bu kazılarla gerçek güzellikler ortaya çıkmaya başlamıştır. Mehmet BİLDİRİCİ 30.Ocak 2000 Mecidiyeköy- İstanbul (20.02.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR) (27.02.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR) (13.03.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR) (20.03.2001 YANEİ GAZETE KIRKAMBAR) 20.02..2000 MÜZE MÜDÜRLÜĞÜNE VERİLDİ

14 ELMASUNLU CİNCİ MEHMET EFENDİ Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün Konya'nın yeni kurulmuş ilçelerinden biri de "Güneysınır"dır. Güneybağ ve Karasınır köyleri birleştirilerek Güneysınır ilçesi ortaya çıkmıştır. Güneybağ'ın eski ismi "Elmasun" idi. Elmasun eski bir köy ve ismi de eski bir isimden geliyor, ne anlama geldiği bilinmiyor. Elmasunlu Cinci Mehmet Efendi, bu köyde medresede veya dini bilgilerin verildiği okulda 1880’li 1890’lı yıllarda görev yapmıştır. O tarihlerde okulda 2 hoca ve 20-30 öğrenci bulunuyor. Mehmet Efendi'nin, babası Abdullah Hadim'li, Mehmet Efendi'de tahsilini Hadim'de tamamlıyor. İçinden çıktığımız toplumu yakından tanımak için, anne ve babam taraflarını araştırdım, meslekleri ve nereli olduklarını inceledim. İlginç bir aşk öyküsünün bulunduğu Cinci Mehmet Efendinin hayatından bir kesit verilecektir. 1967-1969 yılında Konya Elektrik-Su-Otobüs İşletme Müdürlüğünde çalışıyordum. Sık sık Konya'nın güneyinde bulunan Göksu Santralına gidiyorduk. Elmasun köyü yol üzerinde idi. Köye uğrayıp Cinci Mehmet Efendi'nin köyde tanınıp tanınmadığını öğrenmek istedim. Hiç kimse tanımıyordu, ama sonunda Sultan Hamit tahtan indirildiğinde (1909 yılı) İstanbul'da asker olan 1302 doğumlu (1886 yılı) Kel Emmi kendisini tanıdı ve bana şunları anlattı: Onlar Elmasun'a iki oğlan, bir kız ve bir karı (anneleri) olarak geldiler. Oğlanlar Mehmet ve Ahmet, kızları ise Rukiye idi. Babaları cinci lakabıyla bilinen Abdullah, Hadimli idi ve orada ölmüştü. Abdullah Efendi bir gün cin dererken, bir büyük dağal çıkıyor, cin kitabını göklere savuruyor ve Abdullah efendi bir daha cin dermemeye karar veriyor ama oğulları cincilik yapıyor ve bu cinci lakabını devam ettiriyor. Elmasun'daki medresede Mehmet Efendi ve İbrahim Efendi hocalık yapıyordu. Köyde de Emine isminde bir köy güzeli vardı. Her iki hocanın gönlü Emine'dedir. Bu durum bir rekabet ortamı yaratır, köylünün bir kısmı Mehmet'ten, bir kısmı İbrahim'den yana olur. Emine'nin birinde gönlü vardır, ama hangisi bilinmez. Bu aşk köyde büyük olay olur ve sonuçta Mehmet köyünü ve ailesini bir daha görmemek üzere, terk edip Konya gelir yerleşir. Köylü Emine'yi köyde kalan İbrahim'e de yar etmezler. Başka bir çözüm bulunur, Karasınır köyünden biri ile evlendirilir. Bu evlilik Emine'ye bir mutluluk getirmez ve kısa süre sonra ölür. Mehmet Efendi Konya'da Topraklık mahallesinde Kör Omarlar'ın kızı Fadim ile evlenir. İki kızı olur, Nesibe ve Rukiye. (Topraklığa gelin olur ve Yazıcılar diye bilinen ailenin anneleri olur) Mehmet Efendi Cinciliğe Konya'da devam eder. Anlatılanlara göre delileri okuyarak iyi edermiş. Kuru postu okuyarak yürütürmüş. Zanlı kişilerin sidikliğini bağlayıp onları itiraf etmeye zorlarmış. Kızı Nesibe aynı adı taşıyan annemin babaannesi, çok iyi bir kaynana imiş. Kendisi kaynanasından çok çekmiş, ve gelinine aynı şekilde davranmama sözü vermiş. Şu hikaye anlatılır kaynanası Fadim nene çok cimri ve despot bir kadınmış, gelini Nesibe ile ev işlerini yapıyorlar, gelin acıktığını ve bir şey yemelerini söylüyor, ama kaynana şu işi de bitirelim, daha sonra, şu işte yarım kalmasın daha sonra der ve gelin açlıktan yere yığılıverir. Elmasun köyünde o yıllarda yaptığım incelemelerde Mehmet Efendi'nin kardeşi Ahmet Efendinin çocuklarına rastladım ve tanıştım. 1914 doğumlu Hasan Dudağaç ile uzun uzun sohbet ettik ve soy ağacı çıkardık. Cinci Ahmet'in oğlu Hüseyin'in, 1914 yılında Afyon'da şehit olduğunu öğrendim. Bir süre haberleşmelerimiz devam etti. Küçük bir araştırma küllenmiş bir aşk hikayesini ve bugünün anlayışına uymayan çözüm yöntemini ortaya çıkarmış oldu.

(03.04.2001 YENİ GAZETE KIRAMBAR)

15 PROF DR. SAİM SAKAOĞLU’NUN ÇAYBAŞI YAZILARI ÜZERİNE Mehmet BİLDİRİCİ

"Çaybaşı Yazıları" Meram Belediyesi kültür yayınlarından, 2000 yılında yayınlanmış. Yazarı bir Çaybaşılı Prof. Dr.Saim Sakaoğlu. Benim 55 yıllık arkadaşım. Hakimiyeti İlkokulu'nda 1946 yılında 1-A sınıfından sınıf arkadaşım, öğrenim hayatımız Konya Lisesi Orta kısmı sonunda ayrıldı, ama arkadaşlığımız hep devam etti. "Çaybaşı Yazıları" Konya'nın bir sokağının konuşması, kendisini anlatması olarak nitelen- dirilebilir. Çaybaşı bizi yöneten elitlerin oturduğu bir mekan değil, mimari tarihinde yeri olan binaların, anıtsal eserlerin bulunduğu bir cadde de değil, halkın yaşadığı bir mekan, kitabın yazarının ve bir kaç kişinin, tanındığı bir sokak. Gene de Fahrünnisa camii gibi tarihsel bir yapıya da sahip. Elitler, sayıca azdır, ama, iyi ve kötü yönetimleri ve farklı kültürel yaşantıları ile büyük kitleyi, toplumun bel kemiğini etkilerler. Etkilenen ise halktır, yani binlerce Çaybaşı sokağının sakinleridir, Bir bakıma elitleri elit yapan da halktır. Halkın kültürünün gerçek olarak ortaya çıkması için başka böyle sokakların da içinde yaşayanlar tarafından dillendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu bağlamda yazar önemli bir ilke imza atmıştır. Gazetelerde zaman zaman okuduk, kitap olarak da herkes tarafından okunmalıdır diye düşünüyorum. Meram Belediyesi de gerçekten halkın kültürünü ve yaşamını ortaya koyan böyle değerli bir kitabı bizlere armağan ettiği için kutlanmalıdır. Ben konuyu iki ayrı yazıda ele alacağım. İlkinde Çaybaşı'nda Sakaveliler'in evinde geçen anılarım, diğerinde ise ilgi alanıma girdiği için "Çaybaşı'nın suyu nereden gelir? Ne zaman akardı ? ve nereye akardı? konusunu işleyeceğim.

ÇAYBAŞI'NIN SUYU Bilindiği gibi Konya'nın bugünde olduğu gibi yüzyıllardır su ihtiyacının Meram deresi sağlamış, Meram ve Konya'ya hayat vermiştir. Bazen de seller getirerek onu cezalandırmıştır. Bu yüzden "Konya'nın ölümü sudan" deyişi söylenegelmiştir. Ancak bugünkü teknoloji ile yapılan baraj ve koruma duvarları ile bu deyiş geçerliliğini kaybetmiştir. Meram deresi Konya'nın batısında bulunan dağlık arazide bulunan 30 km uzaklıktaki Tepeköy ve Dilekçi köyündeki pınarlardan başlar ve vadi içindeki pınarlarla beslenerek Meram'a gelir, Konya içinden geçerek ovada kaybolur. Selçuklular döneminde ve bir kısmı daha önceki dönemlerde açılan kanallarla bağ ve bahçeler sulanmıştır. Doğal su yolları büyüklüğüne göre çay, dere, nehir, akarsu olarak isimlendirilir. İnsanların sulama ve içme suyu ihtiyaçlarını karşılamak için açılan su yollarına mühendislikte sulama kanalı, eskiden ise ark ve ırmak olarak isimlendirilirdi. Ereğli, Niğde ve pek çok yerde ark ismi kullanılır. Ereğli'de çok ünlü Alanark, Şehir arkı gibi. Ama çok ilginçtir Konya'lı kendine özel ırmak ismini tercih etmiştir. Meram deresinden sol sahilden Yaka Irmağı su alır, bu ırmağın eski ismi Yaka semtinin eski ismi olan "Kedekelas"tır. Sağ sahilden ise ilk su alan ırmak, Selçuklu veziri Sahip Ata Fahrettin Ali (ölümü 1286) tarafından açtırılan ve onun ismini taşıyan Sahip Irmağı’dır. Meram'a yaklaşınca Maarif Değirmeni olarak bilinen mevkiden sağ sahilden "Şehir ırmağı su alır. Bu ırmak Selçuklu döneminde Konya kentinin içme ve kullanma suyu ihtiyacını karşılardı. Meram çayı Müftü Gediği mevkiine geldiğinde iki ırmağa daha su verir ve Selbasan mevkiine doğru devam eder ve ova içinde kaybolur. Bir akarsu üzerinde suyu kontrol eden yapılara "Regülatör" ismi verilir. Konyalı bu terimi özel olarak "Gedik" ismi ile ifade etmiştir. Bugün burada Eski Meram yolu üzerinde "Müftü Gediği Regülatörü" vardır. Müftü Gediğinden üst kotta su alan ırmak Gümüş ırmağı olarak bilinir, tarihi Selçuklu sarnıcının bulunduğu Aksarnıç mevkiinde ırmak ikiye ayrılır, bir kol Aydoğdu üzerinden Çaybaşı'na gelir ve buradan Mengene semtine devam ederek ova içinde kaybolurdu.

16 Tekrar Çaybaşı'na dönersek, Çaybaşı ismi doğru konmamıştır, çay doğal bir su yoludur. Çaybaşı'nda bugün mevcut olmayan sadece ismi kalan ırmak sulama amaçlı kazılmıştır. Meram deresinde kış aylarında su boldur, Meram çayı dolu dolu akar, ama yazın su çok azalır, ancak Meram ve çevresindeki bağlara yetebilir. Yani Çaybaşı'na yazın su gelemez. Burada eskiden olan bağlar kuyudan sulanarak sebze ve meyve yetiştirilebilirdi. Peki en ihtiyaç duyulduğu zaman su yoksa bu ırmak niçin açılmıştır. Çaybaşı'na ve kentin her yerinde bulunan ırmaklar kış sulaması için kazılmıştır. Kışın su bol iken Konyalı bağını 1-1.5 m su ile en az bir defa doldururdu. Bu şekilde yer altı suyu takviye edilirdi ve eski üzüm bağları için bu su yeterli idi. Bu sistem aşırı kentleşme ve Meram çayı üzerinde yaptırılan Altınapa barajı ile bozulmuştur. Çünkü kış sel suları barajda toplanmaya başlamıştır. Kanallar yaz kış kuru hale gelmiştir ve Çaybaşı'da görüldüğü gibi üzeri doldurularak cadde genişletilmiştir. Bugün Meram çayının suyu DSİ tarafından yaptırılan "Su Arıtma Tesisleri"nde arıtılarak Konya kentine ve bir miktarda Meram bağlarına verilmektedir. Konya İçmesuyu projesi kapsamında çalışmam ve konuyu inceleme imkanı bulan bir kişi olarak iyi bir proje gerçekleştirilemediği ve Meram bağlarının kurumaya mahkum edildiğine inanıyorum.

(10.04.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

17 PROF DR. SAİM SAKAOĞLU’NUN ÇAYBAŞI YAZILARI ÜZERİNE Mehmet BİLDİRİCİ

"Çaybaşı Yazıları" Meram Belediyesi kültür yayınlarından, 2000 yılında yayınlanmış. Yazarı bir Çaybaşılı Prof. Dr.Saim Sakaoğlu. Benim 55 yıllık arkadaşım. Hakimiyeti İlkokulu'nda 1946 yılında 1-A sınıfından sınıf arkadaşım, öğrenim hayatımız Konya Lisesi Orta kısmı sonunda ayrıldı, ama arkadaşlığımız hep devam etti. "Çaybaşı Yazıları" Konya'nın bir sokağının konuşması, kendisini anlatması olarak nitelendirilebilir. Çaybaşı bizi yöneten elitlerin oturduğu bir mekan değil, mimari tarihinde yeri olan binaların, anıtsal eserlerin bulunduğu bir cadde de değil, halkın yaşadığı bir mekan, kitabın yazarının ve bir kaç kişinin, tanındığı bir sokak. Gene de Fahrünnisa camii gibi tarihsel bir yapıya da sahip. Elitler, sayıca azdır, ama, iyi ve kötü yönetimleri ve farklı kültürel yaşantıları ile büyük kitleyi, toplumun bel kemiğini etkilerler. Etkilenen ise halktır, yani binlerce Çaybaşı sokağının sakinleridir, Bir bakıma elitleri elit yapan da halktır. Halkın kültürünün gerçek olarak ortaya çıkması için başka böyle sokakların da içinde yaşayanlar tarafından dillendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu bağlamda yazar önemli bir ilke imza atmıştır. Gazetelerde zaman zaman okuduk, kitap olarak da herkes tarafından okunmalıdır diye düşünüyorum. Meram Belediyesi'de gerçekten halkın kültürünü ve yaşamını ortaya koyan böyle değerli bir kitabı bizlere armağan ettiği için kutlanmalıdır. Ben konuyu iki ayrı yazıda ele alacağım. İlkinde Çaybaşı'nda Sakaveliler'in evinde geçen anılarım, diğerinde ise ilgi alanıma girdiği için "Çaybaşı'nın suyu nereden gelir? Ne zaman akardı? ve nereye akardı? konusunu işleyeceğim.

SAKAVELİLERİN EVİ Tabir caiz ise Sakavelilerin evi (Sakaoğlular'ın evi) Çaybaşı'nın tam orta yerinde idi. Evin reisi Hafız-Hattat Mehmet Sakaoğlu (1902-1975), bizim deyişimiz ile Hafıza, Fahrünnisa camiinin kadrolu imamı idi, devamlı evde idi, kalem efendisi idi, sorulan danışılan bir kişi idi. Çaybaşı'nda olan her sosyal olayın ve oluşumun içinde idi. Benimde bu evde çok anılarım vardır. Sevgili arkadaşım Saim ile ortaokulda iken ders çalışmak için buraya gelirdik. Kitapta görülen camlı köşk gibi olan yaz odasında (sayfa 195 de ağacın arkasındaki oda) ve kitapta görünmeyen, evin doğu cephesinde penceresi yukarıda olan Saim'in odasında ders çalışır idik. Ama esas olan Saim yokken Sakavelilerin evinde geçen anılarım. Saim, Erzurum'da görevli idi, bir ara Amerika Birleşik devletlerine ihtisas için gitti. Ben babası Hafıza ve ağabeyi Hasan Sakaoğlu arkadaş gibi idik. Onları ziyaret eder, kitabın sayfa 198 sayfasında görülen harciyenin köşesinde Hafıza köşeye oturur, Hasan ağabey ve ben günün politik olaylarını değerlendirirdik, Hafıza köşede ağızlığında sigara gözü kapalı gülümseyerek bizi dinlerdi. Konuşmalarımız ve değerlendirmelerimiz, genellikle İsmet Paşa lehine olurdu. Hafıza çok değişik bir insandı, kibar insandı. Saim nerede olursa olsun Hafıza, ona Konya gazetelerini gönderirdi. Bir kağıtla katlar derkenar olarak selam yazardı. Yıllarca bunu hiç aksatmadı. Ben o zamanlar serbest çalıyordum. Zaman zaman büroya uğrar, bir çayımızı içer ve onun için hazırladığımız boşa çıkan ozalitleri hazırlar ona verirdik. O zamanlar en kaliteli kağıt idi bu ozalitler. Hafıza onları dilediği boyutta keser, onlara nuska yazar, şiir yazar, katlayarak Saim'in gazetelerini gönderir kenarına selam yazardı. Gerçekten Sakaveliler'in Çaybaşı'daki hanesi eski geleneği ve yaşam tarzını sergileyen bir kültür odağı idi.

(10.03.2001 KONYA POSTASI CÖNK)

18 KONYA LİSESİ ESKİ MÜDÜR YARDIMCISI TURGUT KARGALIK'IN KAYBI Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi'nin 1947-1961 yılları arasında Müdür Yardımcısı ya da Başmuavin'i Turgut Kargalık (1915-2000) 26 Aralık 2000 tarihinde Ankara'daki evinde öldü ve Ankara'da toprağa verildi. Bugün yaşı altmışın altında olanlar bilmezler, altmışın üzerinde olanlar da hocamızın nerede olduğunu ne yaptığını bilmeyebilirler. Bu yönden bu yazımda bu değerli hocamızın hayat öyküsünü yakın çevresinden ve eşi değerli hocamız Muazzez Hanım'dan derlediğim bilgilere dayanarak sunacağım. Önce kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Turgut Kargalık Romanya doğumlu olup, orada yaşayan bir Türk ailesinin oğludur. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, annesi ile birliktedir. İlk ve orta öğrenimini orada yapmıştır. Turgut Kargalık'ın hayatında önemli bir değişikliğe, onun gelip Türkiye'de öğrenim görüp Türk vatandaşı ve Türk aydını olmasına sebep olan önemli bir kişi olmuştur. Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885-1966) Son Osmanlı Meclisinde milletvekili, ve Atatürk döneminde bakan ve milletvekili olan Hamdullah Suphi, 1931-1939 yılları arasında, Romanya'nın başkenti Bükreş'de Türk Büyükelçisi'dir. Hamdullah Suphi bu görevi sırasında Dobruca ve Basarabya bölgelerinde yaşayan Gagavuz Türkleri ile ilgilenir. Onların orada Türkçe eğitim görmesine ve Türkçe eğitim veren okulların açılmasına çaba gösterir. Bu arada orada yaşayan fakir Türk çocuklarının Türkiye'de okuması ve yetişmesi için çabalar, fakir ailelerin zeki ve kabiliyetli çocuklarına bu kapı açılır. Konu fevkalade ilginç ve araştırılmaya değerdir. Bu gençlerden biri de babasını kaybetmiş ve öksüz olan Turgut'tur. Yıl 1935 veya 1936 dır. İstanbul'da bir yakınına göre Kabataş Lisesi'nde, eşi Muazzez Hanım'ın ifadesine göre Bebek'te bulunan özel Boğaziçi Lisesi'nde devlet tarafından okutturulur. İkinci Dünya savaşı başlarken liseyi bitirir. Hamdullah Suphi'nin projesi Türkiye'de öğrenim gören Turgut'ların, tekrar Romanya'ya dönüp Gagavuz Türklerinin eğitim kalkınmasına yardım etmek mi idi bilinmez. Ancak savaş yolları kapamış doğum yeri olan Romanya Almanya tarafından işgal edilmiştir. Annesi ve ailesi ile ipleri kopmuştur. Liseyi bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesine girer 1943 yılında Fransızca bölümünü bitirir. Hemen mezun olunca, henüz Dil-Tarih Coğrafya bölümünde Fransızca öğrenimi gören ve öğrenci olan Muazzez Hanım ile 1943 yılında evlenir. İlk görevi Antakya Lisesi'nde 1943- 1947 yılları arasında Fransızca öğretmenliği ve başmuavinliktir. Yedek subaylığını Konya'da yapar ve bu ara öğretmenliğe devam eder. 1946 yılında önce eşi Muazzez Kargalık Konya Lisesi Fransızca öğretmenliğine, askerlik görevinin ardından Turgut Kargalık Konya Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olarak atanır. Turgut Kargalık 1961 yılına kadar, Fransızca öğretmenliği ve Müdür Başyardımcılık görevini sürdürür. Daha sonra emekli olana kadar Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne baş muavin ve Fransız Dili ve Edebiyatı bölüm başkanı olur. Konya Lisesi'nde görev yaptığı yıllarda, Hikmet İlaydın, Samih Atademir, İbrahim Cengiz, Selman Erdem ve Nail Gökbudak Müdür olarak görev yapmış, ancak gerideki adam daima Turgut Kargalık'tır. Bu yıllarda Konya Lisesi 1940'lı yıllardan gelen altın yıllarını yaşamaktadır. Türkiye'nin önde gelen liselerindendir. Bu gözle bakıldığında Turgut Kargalık'ın hizmetlerinin boyutu görülecektir. Ben yatılı, ve Fransızca öğrencisi olmadığım için öğrencilik yıllarında hocamı pek yakından tanıyamadım. Daha sonra irtibat kurdum, evinde ziyaret ettim. Değerli arkadaşımız Yaşat Manav'ın Korukent de düzenlediği Konya Lisesi günlerinde birlikte olduk, sohbetlerimiz oldu. İki örnek vereceğim.

19 Konya ilçelerinden birinden Konya Lisesi'ne okumaya gelen, fakir bir ailenin çocuğu olan, daha sonra çok başarılı bir Avukat olan arkadaşım anlattı. Başmuavin Turgut Bey bir kaç defa kendisini okula ceketle gelmesi için uyarır. Sonunda bu arkadaşımız, hocam benim ceketim yok ki giyeyim der. Bir kaç gün sonra çok az giyilmiş bir ceketi bir paket içinde kendisine verir. Arkadaşımız ben bu ceketle liseyi bitirdim, benim babamdı diye anlattı.… İkinci bir anım da yanlış bir duyum ve yanlış anlayış sonucu, yaklaşık 8 yıl önce hocamın vefat ettiğini öğrendim ve eşi Muazzez hanıma telefon ettim. Telefona kendisi çıktı, oğlum ben hayattayım yaşıyorum dedi. Baltayı taşa vurmuştum, hemen kendimi toparladım ve çok yaşayacaksınız hocam diyebildim. Eşi kendisi gibi Fransızca öğretmeni Muazzez Kargalık ile emeklilik yaşamını kışları Ankara Bahçelievler'de ve yazları İstanbul Kartal'da geçiren Kargalık çiftinin Behçet ve Ayşegül isimli iki çocukları bulunmaktadır. Başsağlığı için Muazzez hanıma telefon açtığımda, ağlayarak bu defa doğru, hocayı kaybettik dedi. Kendisine Tanrıdan rahmet, yaptığı hizmetlerin unutulmaması dileğiyle,

(17.04.2001 YENİ GAZETE- KIRKAMBAR)

Konu ile ilginç bir değerlendirme de şöyle: Yakup Aygil'in "Hıristiyan Türklerin Kısa Tarihi" Ant Yayınları-İstanbul 1995 isimli eserinin 61.sayfasında şunlar yazılıdır. "Uzun yıllar (1931-1944) Romanya'da büyükelçilik yapan Hamdullah Suphi bu görevi sırasında Romanya'nın birçok yerlerini gezerek Türklerle ilgilenmişti. Hamdullah Suphi 1935 yılında 10 adedi kız, 70 genci Romanya'dan getirterek, çeşitli okullara yerleştiriyor. Öğrenimlerini başarı ile sürdüren bu Türk Hıristiyan gençleri için Bakanlar kurulu 16.09.1943 tarihinde Türkiye Nüfusuna geçiş kararı alıyor. Nüfus cüzdanlarında din hanesinde "Türk Ortodoks" ibaresi ekleniyor. Bu gençler her Pazar günü kilisede Türkçe ilahiler seslendiriyor. Türk Ortodoks Patriği Papa Eftim'de onlara babalık görevini yapıyor. Bu öğrencilerin tümü okullarını bitirip iş aramaya başlayınca Hıristiyan olmaları büyük bir engel oluyor. Sonunda gençler Müslümanlığa dönüp Türk kızları ile evleniyor. Bunun üzerine Papa Eftim Hamdullah Suphi'yi arıyor, nerede benim 70 kişilik cemaatim? "Müslümanlığın defterinde 70 kişi mi eksikti? diye soruyor.

20 NİHAL -HİKMET İLAYDIN'IN YENİ ÇIKAN YAYINI M A K A L E L E R Mehmet BİLDİRİCİ

Bu yazımda bir kitap hakkında duyuru yapacağım. MAKALELER, yazarı Türk ve Divan Edebiyatının önde gelen isimlerinden, Hikmet İlaydın, eseri yayına hazırlayan eşi Nihal İlaydın. Dağıtımı Aydın Kitapevi tarafından yapılmaktadır. Adresi İzmir caddesi no 13/52 Yenişehir- Ankara. Telefon (0312) 230 25 69. Eser 1999 yılı yayınıdır. Eserde değerli edebiyatçı ve eğitimci Hikmet İlaydın'ın makaleleri yer almaktadır. Sonunda yazarın eğitim ve öğretim konusunda görüşlerini belirleyen anılar bulunmaktadır. Diğerlerinde ise Yunus Emre ve diğer Türk şair ve yazarları hakkında incelemeler vardır. Ben edebiyatçı ve konunun uzmanı değilim. Hikmet ilaydın ve eşi Nihal İlaydın'ın Konya Lisesi ile ilgili kişilikleri beni bu yazıyı yazmaya yönetti. Yaptığım araştırmada da Hikmet İlaydın'ın Türkiye'de bu konulara vakıf en önde gelen kişilerden biri olduğunu öğrendim. Çok sevdiğimiz, ancak kim olduğu ve hayatı hakkında doğru dürüst hiç bilgi sahibi olmadığımız Yunus Emre konusunda en tarafsız ve bilime yakışan araştırma ve yazıların İlaydın tarafından yazıldığına inanıyorum. Hikmet İlaydın 1914 yılında Muğla'da doğmuştur. Orta öğrenimini Muğla'da tamamladıktan sonra, Muğla'da lise olmadığı için orta öğrenimini Konya Öğretmen Okulu’nda görmüştür. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bitirdikten sonra Gaziantep, İzmir ve Konya Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği görevlerinde bulunmuştur. Hikmet İlaydın 1948 yılında öğretmenliği yanında Konya Lisesi Müdür Yardımcısı ve Müdürü olmuştur. (1948-1949) Daha sonra Milli eğitim Bakanlığı Müfettişliği, Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, ve Müsteşarlık görevinde bulundu, dört yıl (1960-1964) İran'da Kültür Ateşesi olarak çalıştı. 1967 yılında Talim Terbiye kurulu üyeliğinden emekliye ayrılan Hikmet İlaydın 09.09.1991 tarihinde hayata gözlerini kapadı. Eşleri Nihal İlaydın 1945-1955 yılları arası Konya Lisesi Fransızca öğretmenidir. Yazar sağlığında Sadi'nin İran Edebiyatının en önde gelen yapıtlarından "Gülistan" ve "Bostan" tercümelerini gerçekleştirmiş ve "Türk Edebiyatında Nazım" adlı eseri vardır. Diğer iki yayını "Yunus Şiirinden Günümüze Yaklaştırmalar" ve "Makaleler" adlı eserleri eşleri Nihal İlaydın tarafından kendisinden başka kimsenin okuyamayacağı müsveddelerden yayına hazırlanmıştır. Yazar eşinin ifadesine göre bunları yayınlamaya isteksiz bulunmuş ya da zaman bulamamıştır. Değerli hocamız Nihal İlaydın önde gelen doğu ve batı dillerini bilen nadir kişilerden biridir. Fransızca, İtalyanca'yı akademik düzeyde, İspanyolca'yı Romanoloji bölümünde öğrenmiş, Arapça ve Farsça'yı bilmektedir. Gerçekten ileri yaşında eşine ait iki eseri ortaya çıkarması ve onları edebiyatçılara kaynak eser olarak sunması örnek alınacak olağanüstü bir olaydır. Değerli hocamız kışları Ankara Emek mahallesinde, yazları Marmaris'te eşinin memleketi ve onun soyadını taşıyan bir apartmanda emeklilik günlerini geçirmektedir. On yıldan bu yana Konya Lisesi'nde görev yapan değerli öğretmenlerimizi araştırmaktayım, kendilerinin iyi yetişmeleri ve edindikleri birikimlerle bizi iyi yetiştirdiklerine inanıyorum. İlaydın çiftinin hayat ve çalışmaları bunun güzel örneklerinden biridir diyorum. Kitabı edebiyatçılara ve aydınlara okumaları ve değerlendirmeleri için öneriyorum.

(24.04.2001 YENİ GAZETE- KIRKAMBAR)

21 KONYA LİSELİLERİN 2001 KORUKENT BULUŞMASI Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi 1956 yılı mezunu, değerli işadamı, Mimar Hüseyin Yaşat Manav ve zarif eşi Bilsev Manav'ın organize ettiği geleneksel buluşma, bu yıl 26 Mayıs günü, kendilerinin projelendirdiği ve yapımını üstlendiği Korukent tesislerinde gerçekleşti. Yaklaşık 40 kişiyi buluşturan ne idi? Cevabı 1950'li yıllarda Konya Lisesi'nde yaşadığımız öğrencilik yılları. Burada eğitimimizi almış yıllar sonra eşlerimizle, çoluk çocuk sahibi olarak İstanbul'un seçkin bir semti olan Korukent sitesinde bir araya geliyoruz. Bize bu imkanı sağlayan arkadaşımız Yaşat Manav, Mersin'in Mut kazasından, yatılı olarak Konya Lisesi'nde okuyor. Meslek hayatının ilk yıllarında Mersin'de, daha sonra İstanbul Mecidiyeköy'de Abide Sitesi, ve Korukent Sitesi'nin oluşumunu gerçekleştiriyor. Gerçekten şartların ve değerlerin sık sık değiştiği Türkiye'de bunları gerçekleştirmek çok güç, ama çalışarak zorlanarak bunu başarıyor, şimdi de Amerika Birleşik Devletleri'nde Florida'da ailesi ve çocukları ile birlikte yeni bir proje geliştiriyor, zamanının bir kısmını orada geçiriyor, bu kadar işleri arasında da öğretmenlerine ve sınıf arkadaşlarına zaman ayırıyor…. Önce topluca ikram edilen yemeklerimizi yiyoruz. Sunulan Konya etliekmeği Vedat Vefa'nın ikramı, arkadan toplu fotoğraf çektirmeye sıra geliyor. Yıllar değişiyor, karenin içine girenler değişiyor, ama kameranın arkasındaki arkadaşımız Yaşat Manav ve toplu fotoğraf çekme geleneği değişmiyor…. Kısaca şimdi de toplantının bir özetini verip, katılanlar hakkında bilgi sunacağım. Geçen toplantıda bulunan eski Lise Müdür yardımcısı ve Fransızca öğretmeni Turgut Kargalık (1915-2000) Ankara'da, arkadaşımız, Türk Hava Kurumu eski Genel Başkanı, Prof Dr Attila Taçoy (1939-23.05.2001) Antalya'da vefat etmişti. Onları andık ve ruhları için bir fatiha okuduk. Eşi Muazzez Kargalık bu defa aramızda idi, ancak yalnız ve üzgün olarak.. Geçen toplantıda Turgut hocamız ile birlikte idik. Son görüşmemiz imiş. Hocalarımızdan başta zamanın Lise Müdürü Selman Erdem, vardı. Eşi Nezahat Hanım ağır bir rahatsızlık geçirmiş, iyileşmiş idi, ancak toplantıya katılacak kadar değildi, kendisine hocamla birlikte sağlıklı yaşam diliyoruz. Toplantıda hocamın anlattıklarını ilgi ile dinliyoruz. Bu defa İngilizce öğretmenimiz Mukbil Ertunç ve eşi Psikoloji ve Felsefe öğretmenimiz Semahat Ertunç aramızda idi, onlarla da eski günleri konuştuk, hasret giderdik. Ben şahsen yıllar sonra ilk defa kendilerini görüyordum. Hocam Konya Lisesi'nin ilk İngilizce öğretmeni siz mi idiniz diye soruyorum. Benden önce bir Kıbrıslı öğretmen vardı diyor. En genç hocamız, Resim öğretmenimiz Nurhayat Hanım ve eşi Konya Lisesi 1937 mezunu ağabeyimiz emekli Defterdar Riza Evci her yıl gibi aramızda idi. Hocamızı yakından tanıdığımızda her türlü sanat etkinliklerine duyarlı olduğunu anlıyoruz. Hocamız Fenerbahçeli idi, çocukluğu orada geçmişti. Babası mühendis, Almanya'da, annesi Kadıköy'de Fransız okulunda okumuştu. Hocam ortaokuldan sonra, Güzel Sanatlar Resim Bölümü'nü bitiriyor, tüm hayali Paris'te sanat eğitimi almak, ancak bir anda kendini resim öğretmeni olarak Konya'da buluyor. Konya'nın köklü ailelerinden Defterdar Riza Evci ile evleniyor, Konya'mızın gelini oluyor. Konya ve Bursa'da eşi ile birlikte görev yaptıktan sonra çok sevdiği ve gençliğinin geçtiği Fenerbahçe'ye dönüyor, babasından kalan arsa üzerinde yaptırılmış apartman dairesinde emeklilik günlerini geçiriyor. Yazlıkları ise Marmaris İçmeler'de, yaz ayları oradalar. Geçen toplantıda bulunup, buna katılamayan Biyoloji öğretmenimiz Fehime Birekul, rahatsız ve üzgün, önce Sedef adasında birlikte oldukları, gelinleri Yıldız Hanımı kaybediyorlar, arkasından hanımının acısına dayanamayan kardeşi Sami Birekul yaşama veda ediyor, hocamı bu olaylar çok üzüyor, kendisine başın sağ olsun diyoruz. Hocam zaten yalnız, daha da yalnız oluyor. Toplantıya gelmeden önce Müzik öğretmenimiz Şadiye Hanımı telefonla arıyorum. 86 yaşındayım, bir yere çıkmıyorum, kızım ile oturuyorum diyor, eski olayları hep hatırlıyor. Hocamın selamlarını topluluğa aktarıyorum. 22 Selam gönderen bir başka hocamız, bizden önceki Türkçe öğretmeni Mustafa Çetiner, çok yaşlı olan ve İstanbul Yeşilyurt da emeklilik yaşamını sürdüren arkadaşımız Sezer'in babası olan Çetiner katılmama sebebini yaşlılığına ve gençlere uymanın zorluğuna bağlıyor. Konya'da yaşamını sürdüren Fizik öğretmenimiz yoğun kitap hazırlıklarından dolayı katılamıyor, ancak kitapları toplantıya katılıyor, arkadaşımız Yaşat Manav onun, 40 adet kitabını temin etmiş, gelen konuklarına hediye ediyor. Herkes "Türk Dili ve Edebiyatı cilt 1 adlı 1000 sayfalık" yayın karşısında hayretini gizlemiyor. Benzer şekilde eşinin kitaplarını yayınlayan Fransızca öğretmenimiz Nihal İlaydın, ancak Ankara'da olduğu için toplantıya katılamıyor. Hayatta olan diğer hocalarımız, Ankara'da Edebiyat hocamız Handan Gürses, İngilizce hocamız Perihan Kabakçı, Konya'da Beden Eğitimi hocamız Sebahattin Şengün ve İzmir'de Matematik öğretmenimiz Şükran Gözen, ileri yıllar onları da görmek dileğiyle… Konya Lisesinin 1956 yılı mezunları, bugünün vali, yüksek bürokratlarına gelince: Eski Vali ve Meclis Başkan Vekili Vecdi Gönül gene eşi ile aramızda, sessiz ve vakur bir şekilde oturuyor, dinliyor. Şarkı söylendiğinde güzel sesi ile onlara katılıyor. Güner Orbay ve eşi Havva Hanım birlikte geliyor. Eski vali Orbay 42 yıllık hizmetten sonra emekli oluyor. Görev sırasında yaptığı hizmetleri belirten kendisi için yazılmış şiirleri yayınlama çabası içinde, gerçekleşmesini diliyoruz. Fıkralara sıra geliyor. Çoğu hocalarımızla ve eski yıllar ile ilgili. Yaşat Manav anlatıyor. Fizik hocası Ziya Bey, kim bilir ne acılar çekti, onun sonucu bir robot gibi davranıyor, bir robot gibi konuşuyor ve öğrencileri ona Robot adını takıyorlar. Öğrenci velileri bile kendisinin gerçek adını Robot sanıp, Robot Bey diye kendisine hitap ediyorlar. Robot, Okul Müdürü Nail Gökbudak'a gidiyor, dert yanıyor, bana robot diyorlar ben istifa edeceğim diyor. Nail Bey cevap veriyor, daha ne istiyorsun robot kötü bir şey mi? Sen bana ne diyorlar biliyor musun diye cevaplıyor? Vedat Vefa anlatıyor. Nail sağ iken Konya'dan Selçuk Acar geldi, Nail Beyi ziyaret edelim diye tutturdu, telefon ettim. "Hocam sizi ziyarete gelmek istiyoruz". Hoca telefonda her zamanki ses tonu ile "Gelip de ne olacak?" diyor. Efendim elinizi öpeceğiz diyoruz, o da öyleyse gelin diyor. Sencer Yurday Koman, meslekte 40 yılı doldurmuş, İTÜ den 40.Yıl törenlerinde verilen kitabı gösteriyor, kitaplara geçtim diyor. Her zamanki gibi fıkraları anlatıyor, bazen de sınırı aşıyor ama herkes sadece gülümseyip geçiyor. Yargıtay’dan emekli Vehbi Canbilen, arkadaşımız Manav'ın gönderdiği CD deki gibi burada konuşmuyor! Dinlemeyi tercih ediyor. Hasan Ali Acar eşi Nursel Hanım ile geliyor. Nursel Acar'ın Ankara'da bir resim sergisi açtığını öğreniyoruz. Değerli bir ressam olan Nursel Hanıma başarılı çalışmalar diliyoruz. Prof.Dr. Erkmen Böke eşi ile katılıyor. Ama geçen defa Hafi Kendi'den kendisi ile ilgili fıkra anlattığı halde bu defa sadece dinlemeyi tercih ediyor. Dinlemeyi tercih edenler arasında emekli general Tuncay Aybek ve eşi, Yılmaz Dağdeviren, Ertan ve Meral Poyra bulunuyor. Yücel Edil uzun uzun Nurhayat Hanıma bir şeyler anlatıyor. Sıra şarkılar faslına geliyor, Bestekar Gündoğdu Duran'ın besteleri yanında güzel şiir yazdığı ortaya çıkıyor. Kendisinin bir şiirini Yaşat Manav bir çırpıda okuyor. Bu şiiri kimin için yazdığını biliyorum ama açıklamam diyor. Gündoğdu Duran'ın bir arkadaşı bir kıza aşık oluyor, şüphesiz bu çok görülen bir olay, bu olayda arkadaşı gelip kızın resmini veriyor, benim ağzımdan bir şiir yaz diyor. Gündoğdu aldığı sipariş üzerine şiirini yazıyor, arkadaşına veriyor, alıyor oda şiiri kızın çantasına koyuyor, o da alıp şiiri idareye teslim ediyor. Sonrası bu arkadaşın başına pişmiş tavuğun başına gelmemiş olaylar geliyor… Hanımı da gülümseyerek dinliyor Tabii bir bestekar ortaya çıkar da bestesi okunmaz mı? Önce sesim uygun değil diyor. Onun yönetiminde "Ankara Rüzgarı" Sencer Koman ve Vecdi Gönül başta olmak üzere hep beraber okunuyor. Arkasından alkışlar. Nurhayat Hanım Gündoğdu'ya soruyor, yenileri yok mu diye, var ama piyasaya çıkma koşulları zorlaştı diyor.

23 Taner Baykara ve eşi ile diğer yıllarda olduğu gibi en çok konuşanlar arasında, öğrenciler arasında kavgalar olduğunda rahmetli Ömer Faruk Mesçi'nin kendisini çağırıp kim kime vurduğunu sorduğunu anlatıyor. Son olarak da, Güreşçi Dr. Halil Kazım Gedik'in kameralara göre güreş yaptığını, kamera güzel görüntü alacaksa rakibini tuş yaptığını, yoksa bunu yakalamak için güreşi uzattığını arkadaşımız Yaşat anlattı, günahı onun boynuna… 1957 yılı mezunları olarak da Osman Bıyıkoğlu, eşi ve ben Mehmet Bildirici ve eşim aynı yıl mezunu Düzay Bildirici yer alıyordu. Gayem bu güzel birlikteliği yazıya dökmek istedim, hepsi o kadar. Toplantı bittikten sonra hanım bir yere gidip bir çay içelim dedi. Çok yorgun olduğumu söyledim. Hocalarım ve arkadaşlarımla eski günleri yaşadığımız toplantı yormuştu. Bu yorgunluk mutluluk yorgunluğu idi.

(17.07.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

24 KUDÜS'TE YAPILAN "ANTİK ÇAĞDA SU" KONFERANSININ ARDINDAN Mehmet BİLDİRİCİ Atakan sokak 11/7 Mecidiyeköy-İstanbul-TURKEY

7-12 Mayıs 2001 tarihleri arasında İsrail'de yapılan "11th International Conference on Water in Antiquity" Türkçe’si "11. Uluslararası Antik Çağda Su" adlı toplantıya, Almanya'da bulunan Prof. Dr. H. Fahlbusch'un daveti ve desteği üzerine kendi imkanlarımla katıldım. Konferansın konusu ilk çağda su tesisleri, benim on yıldan bu yana üzerinde çalıştığım konu. Türkiye'de çeşitli seminer ve panellerde bu konuda konuşma ve bildirilerim bulunmaktadır. Üç makalemde Uluslararası Sulama ve Drenaj kongresinde yayınlandı, ama onlara bizzat katılamamış idim. Bu konferansta konuşmacı idim, benim için ileri yaşta gelen büyük bir mutluluk oldu. Üç gün konferans, üç günde ilkçağ su tesisleri gezisi, benim için çok faydalı oldu. Konferansa yaklaşık 40 katılım vardı, hemen hemen yarısı İsrail'den, büyük bir çoğunluk Almanya'dan diğerleri, diğer ülkelerden, Hollanda, İsveç, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve sadece ben Türkiye'den. Bildiri verilen konuların yarıya yakını İsrail'den seçilmiş, ardından Türkiye'deki antik su yapıları geliyordu. İki bölüm Türkiye'deki su yapılarına ayrılmıştı. Konunun bir tanesi de Kudüs'teki Osmanlı dönemi çeşme ve sebilleri idi. Benimle birlikte 6 katılımcının konusu Anadolu'daki su yapılarına aitti. Bunlar arasında Türk vatandaşı olan sadece bendim. Bu bana büyük kıvanç verdi. Tek olmam herkesin ilgisini çekti ve çoğu ile tanışmama ve ileride devam edecek arkadaşlıklara sebep oldu. Daha önceki yıllarda Devlet Su İşlerinde çalıştığım sıralarda İspanya'da yapılan "Uluslararası Sulama ve Drenaj Kongresine" bildiri göndermiş ve katılmam için Devlet Su İşlerinin, beni delege seçmesi gerekiyordu, gerekli başvuruları yaptım ama, hiç destek gelmedi. Bu defa bu toplantının organize eden kurum benim kendi imkanlarımla katıldığımı göz önüne alarak bana maddi olarak da destek verdi, bu da beni çok mutlu etti. 11.ncisi İsrail'de yapılan Uluslar arası bu toplantının 12.ncisinin Türkiye'de Efes kentinde 2004 yılında yapılması kararlaştırıldı. Bu konuda Efes'te Avusturya kazı heyetinde bulunan Gilbert Wiplinger görevli, kendisi ile temas edilebilir. Adresi aşağıda bulunmaktadır. Türkiye'den verilen tebliğlerin konuları kısaca şöyleydi. Başta Almanya'dan Prof. Dr. Henning Fahlbusch, Türkiye'deki su yapıları hakkında çeşitli incelemeleri bulunmasına rağmen bu defa konusunu İsrail'deki bir su tesisi seçmişti. Sayın Fahlbusch başta Türkiye olmak üzere Mısır, İsrail de araştırmaları olan değerli bilim adamıdır. Kendisi Anadolu'da Millet, Efes, , Bergama gibi kentlerin antik su tesisleri konusunda araştırmaları devam etmektedir. Gene Türkiye'de Isparta Yalvaç'taki Antioch kentinin su tesisleri hakkında kitabı bulunan Jean Burdy bu defa konusunu Fransa'dan seçmişti. Eşi Paulett Burdy ise en yakın yardımcısı idi. Amerika Birleşik Devletlerinden Prof.Dr. Dora Crouch ve Dr. Charles Ortloff'un konusu Priene ve Efes kentlerinin su tesisleri idi. Efes kazılarında görevli Mimar Gilbert Wiplinger'in konusu Efes evlerindeki su sistemleri idi. Hollanda'dan Dr. Paul Kessener ile ABD'den Charles Ortloff'un konusu 'daki harika sifon sistemi idi. ABD'den Dennis Murphy'in konusu Antalya'da Noel Babanın kilisesinin bulunduğu Demre'nin liman kentine giden ilginç su sistemi idi. Ben, Mehmet Bildirici'nin konusu ise Anadolu'daki tarihi barajlar idi. Önce Anadolu'daki tüm eski barajların bir listesi sunuldu, ardından Hitit ve Roma dönemindeki iki baraj hakkında açıklama yapıldı. İsrail'den Dr. Avi Sason'un konusu ise "Osmanlı döneminde İsrail'de çeşme ve sebiller" idi. Bu bildirilerin 2001 yılı sonunda bildirilerin kitap haline geleceği bildirildi. 25 GEZİLER: Üç gün süren teknik gezilerde çok güzel geçti, başta Kudüs'te Davut Peygamberin kentine ve sarayına su taşıyan Gihon pınarı, Ağlama duvarı içinde bulunan su kanalları yanında, yaklaşık 10 kentin eski su tesisleri gezildi. Bu tesisler, bizzat buraların kazılarında görev almış Dr. Tsvika Tsuk, Yehuda Peleg, Dr. Zeev Meshel tarafından gezdirildi ve önemli açıklamalar yapıldı. Dr. Tsuk'un çok güzel anlatımı, detaylı bilgi sunması yanında anlattığı fıkralar, Yehuda Peleg'in açıklamaları, Dr. Zeev Meshel'in tarihi yaşatan ses tonu, ve Dr. Yoseph Porath'ın izahatları unutulmaz şeylerdi.. Konuların tartışmaya açık olması daha önceden inceleme yapıp karara varamadığım pek çok konuda fikir sahibi olmamı sağladı. Gezide özellikle eski dönemlerde yapılmış sıvalar hakkında yayınları bulunan ve bu konuda tek başvuru kaynağı olan halen emekli, grubun en yaşlısı İsveç'den Prof Roman Malinowski bulunuyordu. Hepsinden pek şey öğrendim. Gezdiğimiz bu antik kentlerde mutlaka Roma'dan kalan kalıntılar başta dikkati çekiyordu. Diğer kalıntılar, 1. Tapınak dönemi olarak adlandırılan Hz. Davud ve Hz. Süleyman döneminden, İsrail'de büyük izleri olan Kral Herod (ölümü M.Ö.4) zamanından, çok eski çağlardan ve zaman zaman Bizans döneminden, Müslüman Arap yönetimlerinden kalma idi. Zaman zamanda Osmanlı döneminden kalma demiryolu tesisleri, binalar, çeşmeler. Kanuni Sultan Süleyman'ın Roma temelleri üzerine yaptırdığı Kudüs surları karşımıza çıktı. İsrail'deki en büyük Roma kenti olan Qesarya'ya (Kayseri ile aynı isim) su taşımak için yapılmış tarihi taş baraj muhteşemdi. Osmanlı döneminde bu barajdan yararlanarak pek çok değirmen yapılmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesi sıtma ile savaş kapsamında Osmanlı hükümetince drenaj projesi uygulanmış. Antik su tesisler temizlenmiş, her yere İngilizce açıklamalar konulmuştu, binaları canlandırmak üzere temellerin üzeri bir şekilde kapatılmış ve gölgelikte sağlanmıştı. Son olarak da deniz seviyesinin 400 m altında bulunan, Ölü Deniz'in (Lut gölü) kenarında Yuda çölünde bulunan Masada kalesinden söz edeceğim. Masada kalesi çöl ortasında hiç bir yerden çıkışı olmayan bir kale idi. İsrail ve Kudüs Roma tarafından alınıp 2. Tapınakları yıkıldıktan sonra hürriyetine düşkün insanlar bu kaleye sığınıyor. Roma ordusu bu kaleyi uzun zaman kuşatıyor, Kudüs'ten 3 yıl sonra M.S 72 yılında kale hala direniyor, Roma ordusu kaleye tırmanmak için büyük bir taş rampa inşa ediyor. Sonlarının geldiğini anlayan Masada'ki direnişçiler teslim olup esir olma yerine ölümü seçiyor, 10 genç seçiyorlar kendilerini çocuklarını öldürmek için, Roma ordusu yanmış cesetler dolu kaleye giriyor. Takdimde çok güzeldi, önce kaleye çıkmak için bu kalede yaşanan savaş dev bir ekranda sunuluyor, kalenin çok büyük bir maketi yer alıyor, kaleye teleferikle çıkıyoruz. Rehberimiz Dr. Zeev Meshel sanki o günü yaşar gibi anlatıyor. Bu direnişi sağlayan sarnıçlar geziliyor, tepedeki Kral Herod'un kartal yuvasını andıran sarayının kalıntıları, Roma ordusunun yaptığı rampa, olduğu gibi duruyor, Roma ordusunun kamp kurduğu yerler arazide işaretlenmiş…. Bu sırada Konya Bozkır "Zengibar Kalesi"ni hatırlıyorum. Benzer olay M.Ö 324 yılında burada oluyor. Büyük İskender'in generallerinden Perdikkas uzun süre Isauralıların kenti Isaura'yı (Zengibar Kalesi) kuşatıyor. Uzun zaman kuşatma devam ediyor. Sonunda Isauralılar kendi ve ailelerini öldürüp kenti ateşe veriyorlar, Makedonya ordusu yanmış ve yıkılmış bir kente giriyor… Konuyu şöyle noktalamak istiyorum. Isaura kentinde araştırma yaptım, su kanalları ve sarnıçlar yok, bunlar olmadan uzun zaman direnmek mümkün değil. Ama içi dolu bir galeri, kent içinde mevcut. Arkeolojik kazı yapılırsa bu kentin su tesisleri sarnıçları harika su yapıları ortaya çıkacak…. İsrail bunları gerçekleştirmiş, biz ne duruyoruz ??? Son olarak da, 2004 yılında Efes'te yapılacak konferansın, sorumlusu Avusturya Kazı ekibinden : Gilbert Wiplinger e mail: gwipling@oeai. Univie. ac.at (26.09.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

26 1913 YILINDA KONYA LİSESİ'NDE FRANSIZCA ÖĞRETMENİ AHMET BEY Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi, İDADİ olarak 1889 yılında, Fransız okulları örnek alınarak açılmıştır. Bu öğretim kurumunda okutulan ilk yabancı dil de Fransızca olmuştur. Kuruluşundan itibaren pek çok kişi bu okulda Fransızca öğretmenliği yapmıştır. İdadi'nin, Sultani olarak isimlendirildiği (1913-1922) yıllarında Türk ve gayrimüslimler Fransızca öğretmeni olarak görev yapmışlardır. Asaf Bey (ölümü 1922), 1917-1919 yıllarında, Arif Budak (1891-?), 1919-1942 yılları arasında, Konya Belediye Başkanı olan Muhlis Koner, 1922 yılında bu görevi sürdürmüştür. Gayrimüslimler arasında ise Elazığ doğumlu, Amerikan koleji mezunu Süren (1890-1916), 1914-1916 yıllarında bu görevi yürütmüş. görevli iken Konya'da ölmüştür. Ermeni olduğunu sanıyorum. Diyarbakır'dan tayin ile gelen Manuel, 1913 yıllarında, Edirne 1896 doğumlu Eliezer Wenda (veya Menda) 1914-1916 yıllarında bu görevde bulunmuştur. Çok farklı bir Fransızca öğretmeni de 1922 yılında ölen ve kalabalık bir törenle Konya'da toprağa verilen Romanya'da eğitimini sürdürmüş Romen Ceruha (Ceya) dır. Bu bilgiler hocam, Hüseyin Köroğlu'nun 1989 yılında yayınlanan "Konya Lisesi Tarihi"nden özetlenmiştir. Tarih Vakfı yayınlarından, Macar Bela Horvarth'ın gezi anılarının yer aldığı "Anadolu 1913" adlı kitapta, Konya Lisesi Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Ahmet'den söz edilmektedir. Bela Horvarth 1913 yılında trenle Konya'ya gelmiş, buradan at sırtında Yağlıbayat- Karapınar- Aksaray- Niğde üzerinden Nevşehir'e geçmiştir. İyi bir gözlemci olan yazar Ahmet Bey ile karşılaşmış ve onunla eğitim konusunda sohbet etmiştir. Hiç bir kayıtta yer almayan Fransızca öğretmeni Ahmet Bey ve onun fikirlerini buradan özet olarak vereceğim. Ben şahsen çok ilgi çekici buldum, belki ileride Ahmet Beyin gerçek hayat öyküsüne de ulaşırız. Yüzbaşı Ahmet Bey Kırkkilise (Kırklareli) savaşlarında ağır yaralanmış, tedavisinin ardından Konya Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olarak atanmıştır. İşte o günün eğitimi (1913 yıllı) konusundaki fikirleri: "İtalyan ve Balkan savaşları bizim için çok büyük bir ders oldu, Biz bu savaşlardan başarısızlığımızın nedeninin geri kalmışlığımız olduğunu kavradık. Bu yüzden acılı bir dönemin ardından bizim toplumun aydın kesimi kalkınmaya dayanılmaz bir özlem duymaya başladı. İlk ve en önemli iş, eğitim sistemimizin reformu, meslek eğitimi, teknik ve sanayi eğitimi ve ulusal bilinç yaratmak! Biz de ilkokullar az ve daha önemlisi bunlar kötü ellere emanet edilmiş. Halk eğitimini okullarda hocalara (din adamı) teslim ediyoruz, ama bu insanlar çoğunlukla çok yetersizler. Medreselerinde öncelikle ve sadece ilahiyat (din bilimleri) tahsil ediliyor ve sadece bunu öğretiyorlar. Yeni Hükümet, eğitimi devlet denetimi altına almak istiyor, ya da en azından hocaları sınavdan geçirip, uygun olanlara öğretmenlik yapma hakkını tanıma eğiliminde. Ama buna karşı bu kesimde müthiş bir tepki var. Halkın dini liderleri olan bu hocalar bazı huzursuz! (gelenekçi, dindar!) subaylarla birlikte olup ilerici hükümetin en önemli hasmı durumundalar. En geri olduğumuz konulardan biri de kadınların eğitimi. Kız okullarımız da yok değil ama son derece kısıtlı. Bugün artık toplumda çoğu kimse kız çocuklarını okutmak onları eşit kılmak istiyor. Biz kadınlarımızı modernleştirmek istiyoruz, ama öte yandan Avrupalı kadınların hafifliği bizleri endişeye de düşürüyor. Kadın özgür olsun, ama bu arada kocasının ve ailesinin kadını olsun. Açık elbiselerle dolaşmasın, eğlenceye ve baloya gitmesin, ama öğrensin kültürlü olsun. Çoğumuz artık eşlerimizin yüzleri açık olarak Avrupalı giysilerle dolaşmasına izin vermek istiyoruz, ama bu da mümkün değil. Bu giysilerle halkın karşısı na çıkamazlar, çünkü bu ülkede bunun karşısında çok insan var." Fransızca öğretmeni olmuş, ilerici bir subayın 1913 yılındaki yorumsuz ilginç fikirleri, doğrusu üzerinde düşünmeye değer. (YENİ GAZETE KIRKAMBAR 19.10.2001) (ÇAĞRI Nisan 2003)

27 EDİP RAŞİT USMAN (1897-1977) Mehmet BİLDİRİCİ

Bizleri yetiştiren Konya Lisesi öğretmenleri ile araştırmalarımı sürdürdükçe ilginç bilgilere ulaşıyorum. Son dönemde Orta kısımda Türkçe öğretmenimiz Raşit Usman hakkında yeni bilgilere ulaştım. Bu yazımda onu konu edeceğim.

Edip Raşit Usman 1897 yılında Konya'da doğmuştur. Babası Konya Vilayet Kaleminde çalışan Arif Beydir. Asıl ismi Raşit olup Edip mahlası olmaktadır.

Konya İdadisi'nden mezun olduktan sonra bir süre PTT İdaresinde çalışmış, sonra, öğretmenliğe başlamış, Cumhuriyet öncesi, İttihat Terakki, Numune ve Anadolu İntibah okullarında görev yapmıştır. Cumhuriyet sonrası ise Konya Sanayi Mektebi, Konya Astsubay Okulu ve Konya Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği görevlerini sürdürmüştür.

1951 yılında Lise Orta kısımda bizim Türkçe öğretmenimizdi. Öğrencileri onu "Pisbıyık" olarak hatırlayacaklardır. Çok kısa bir bıyık bıraktığı için bu isim verilmiştir. Derste sadece konuları işlerdi. Şair ve şiirleri olduğunu daha sonraları öğrenmiş bulunuyorum.

Yazdığı şiirleri Konya'da Babalık ve Ocak mecmuasında yayınlanmıştır. Bazı şiirleri de 1926 yılında, gene Konya Lisesi Edebiyat öğretmeni Sadettin Nüzhet Ergun'un "Konya Halkiyat ve Harsiyat-ı" adlı eserinde yayınlanmıştır.

Kurtuluş savaşı devam ederken yazdığı ve milli duyguları ifade eden bir şiiri aşağıdadır.

İSTİKLAL Ateşler yağdırsa semadan düşman Bu harbin sonu bir şanlı istiklal Demirli lavları saçsa volkanlar Haşmetle doğacak sevgili hilal Gövdeler götürse coşan al kanlar Türk'ü döndüremez azminden bir an

Diyar-ı Fatih-i düşman kaplarsa Bu harbin sonu bir şanlı istiklal Merkad-i Osman'a süngü saplarsa Haşmetle doğacak sevgili hilal İzmir'de "Fethi"nin ruhu ağlarsa İntikam alacak evladımız var

Ey Anadolu'nun kırgın aslanı Bu harbin sonu bir şanlı istiklal Kar eder mi sana süngüyle kurşun Haşmetle doğacak sevgili hilal Rahat uyutur mu seni bir düşün Tanrıdan aldığın cihat fermanı

Kurtar özlediğin güzel vatanı Bu harbin sonu bir şanlı istiklal Masum yavrularıyla yoksul dulları Haşmetle doğacak sevgili hilal Bak sana açıktır cihat yolları Gönlünde bırakma, Türk'ün ahını

Türkçe öğretmenimiz emekli olduktan sonra, 25.06.1977 günü hayata veda etti. Tek oğlu Avukat Fakir Usman idi.

(YENİ GAZETE KIRKAMBAR 16.10.2001)

28 PARİS LOUVRE MÜZESİNDE LYSTRA (KONYA-HATUNSARAY) İLGİLİ HALI TABLO Mehmet BİLDİRİCİ

Küçük kızım Özlem, Paris'te Alcatel firmasında çalışmakta ve orada oturmaktadır. Ben de bu yaz tatilimin yaklaşık bir ayını orada geçirdim. Paris, müzeler kenti, dünyanın hiç bir kentinde bu kadar çeşitli konuda ve sayıda müze olduğu düşünülemez. Mısır, Sümer uygarlıklarına çok geniş yer ayıran Louvre Müzesi'ni 3 günde gezebildim. Bir yandan da Konya ilgili bir şeyler var mı diye kısmi bir tarama yaptım. Konya ile önemli bir bulguya rastlamadım, ama Konya'nın hemen yanında LYSTRA (Listra okunur) ile ilgili önemli bir halı tabloya rastladım. Hıristiyanlıkta kutsal bir yer olarak kabul edilen Lystra ve tarihi hakkında daha önce bir yazım yayınlanmış idi. Orada belirttiğim gibi Lystra'nın önemi Hıristiyanlığın kurucularından Tarsus'lu Aziz Paul'un burayı ziyaret edişinden kaynaklanmaktadır. Yaklaşık 20-25 m2 alanında halı tablo duvarda asılı, 17. yüzyılda ait. "Sacrifice de Lystra les Actes Apotres" isimli 1630-1635 yıllarında dokunmuş. Bulunduğu yer ise,: Müzenin Richeliu bölümünün 1. kat 30 numaralı salonunun duvarı. Eserin kimin tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Çok ilginç olan bu halı tabloda Aziz Paul ve arkadaşı Barnabas'ın Lystra ziyareti konu edilmiş. Arka planda bir pagan tapınağı (muhtemelen Zeus Tapınağı) görülüyor, büyük kolonlu bir bina, önünde insanlar, koç ve boğa kurban edilmek isteniyor. Azizler ise onlara mani olmaya çalışıyor. Çok ilginç bir halı tablo, ama bu tapınak bir belgeye mi dayanıyor. Şüphesiz hayır. Sanatçı dini metinleri okuyup kafasında kurgusunu yaptığı bir olayı halıya işlemiş. Sanatçı Lystra'yı da hiç görmemiş, özellikle Hıristiyanlık tarihinde çok önemli bir yeri olan bu kent daha sonraları karanlığa gömülmüş ve tarih sahnesinden çekilmiştir. Yani tablo yapılırken yeri bilinmiyor. Lystra kenti 19. yüzyılın sonlarında yapılan epigrafik çalışmalar sonucu yeri belirlenmiştir. Şimdi ise kazı yapılmasını ve gizemlerini göstermeyi beklemektedir. 30- 40 yıl öncesine kadar Lystra Konya'nın aydınları tarafından bilinmemekte idi. 1960'lı yıllarda Güney Afrika'dan bir ekip gelip Aziz Paul'un yaşadığı bu kenti görüntülemek ister, söylenilenler doğru ise yeri bilinmediği için ekip Glisıra'ya götürülüyor. Buradaki tarihi mağaralar ve şapeller Lystra diye filme alınır. Genelde Roma, Paris gibi Aziz Paul adına yaptırılmış kiliselerde genellikle Lystra'da yaşanan olaylara tablolarda yer veriliyor.

(23.10.2001 YENİ GAZETE KIRAMBAR)

29 TARİHİ SORGULAYAN BİR TURİST GÖZÜYLE PARİS GEZİSİ Mehmet BİLDİRİCİ

Kızım Özlem'in Paris'te bir Fransız firmasında çalışmasını vesile bilerek, 2001 Ağustos ayı içinde yaklaşık bir ayı burada geçirdim. Bazı gözlemlerimi ortaya koymak istiyorum. Şüphesiz Paris bir yazı ile, bir kitap ile anlatılabilen bir kent değil, iyi tanımak için bir ömür gereklidir diye düşünüyorum. Paris'te bulunmak beni etkiledi, Çünkü Paris'te özellikle son 250-300 yılda meydana gelen olaylar, ortaya çıkan dev yazarlar, bilim adamları, filozoflar, ressamlar, sanatçılar ve bunların etkileri ile önce kendileri büyük bir değişim geçirdiler. Düşünme, yaşam biçimleri değişti ve bu değişim, tüm dünyayı, bilim, sanat ve moda konularında etkiledi. Bu düşünce ve akımlar Dünya’da olduğu gibi, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde biz Türkleri de etkisi altına aldı. Türkiye'de devletin desteği ile Fransızca eğitim veren okullar, Fransa'daki benzerleri gibi Liseler açıldı. Fransa'daki örnekler incelenerek Belediye teşkilatları kuruldu. Bunları daha da çoğaltmak mümkün. Bütün bu gelişmelerin etkisi ile yaşam biçimimiz değişti, yüzyıllarca yerde oturup elle yemek yerken, masaya oturup çatal bıçakla yemek yer olduk, aydın kadınlarımız onların kılık kıyafetini benimsedi. Bugün belki teknolojide bazı ülkeler ve kentler Paris’i sollasalar bile, felsefede, edebiyatta, resimde, modada diğer bir deyişle kültürde dünyada hala ilk sırayı koruduğu düşünüyorum. Bunu gösteren Türkiye'den bir izlenimimi belirteceğim. İstanbul'da Galatasaray Lisesi ilköğretim bölümüne kura ile 50 öğrenci alınacaktı, torunum için başvurduk, yüklü bir iade edilmeyecek bağış aldılar, başvuru sayısı 5000 civarında idi. Bu Fransız kültürüne verilen ilgiyi göstermektedir. Ben kızım Özlem sayesinde böyle bir kenti gezme fırsatı yakaladım, bunu değerlendireyim dedim, şimdiye kadar ki bilgilerimi yetersiz buldum, geceleri Paris ve tarihi hakkında kitaplar okudum, gideceğim yeri ve metro planını belirledim ve ertesi günü oraya ulaştım. Bütün gezilerim tek başına ve metro ile oldu. Metro ile istediğiniz yere çok kısa sürede gitmeniz mümkün. İşte izlenimlerim. Parisi gezmek bir kitap sayfalarında dolaşmak gibi, sokak, cadde, meydan isimleri daha önce öğrendiğimiz tarihi olayların, kişilerin, dost devlet adamlarının isimleri, hiç yadırga- mıyorsunuz. Avenue Emile Zola (Yazar Emile Zola caddesi), Place Victor Hugo, (Viktor Hugo meydanı), Place de Italy (İtalya meydanı), Metro İstasyonu, George V (İngiliz Kralı V. George), Metro istasyonu Franklin Roosevelt (Amerika Cumhurbaşkanı F. Roosevelt), rue Michel Ange (İtalyan şair ressam, mimar Michel Ange caddesi) …. Tabi bu tarihi kişilerin kim olduğu ne zaman yaşadığı da sokak levhalarında tek tek yazılı, bir kenti gezerken tarih öğreniyorsunuz. Ayrıca önemli binalarda bir tabela çakılmış orada yaşanmış ve geçmiş olaylar hakkında bilgiler veriliyor. Batının önde gelen yazar, sanat ve bilim adamlarının isimleri veya heykelleri her an karşınıza çıkıyor. Opera binasını geziyorsunuz, binanın cephesi sanki bir tablo, hep heykeller ve müzik adamlarının portreleri konulmuş, en başta, dahi müzik adamı Wolfgang Amedious Mozart yer alıyor. Halbuki, Mozart bir Fransız değil bir Avusturyalı. Paris bir müzeler kenti, her konuda müze var, yüzün üzerinde… Tabii en başta Mısır, Sümer uygarlığın zengin bir koleksiyonun bulunduğu Louvre Müzesi, ben şahsen 3 gün içinde ancak görebildim. Tarih derslerinde okuduğumuz Sümer kralları, Babil kralı ünlü Hamurabi'nin kanunlarının taşa kazındığı anıt, firavunların portreleri, Leonarda Vinci'nin Mona Lisa'sı, ünlü Venüs heykeli, en önemlileri. Bu arada Ege bölgesinden Aydın ilinden, Magnesia, Milet ve Didim antik kentlerinden getirilmiş ve çok büyük bir salonu dolduran kabartma ve büyük kolon parçaları dikkat çekici. Pek çok ünlü tabloların yer aldığı Orsay resim müzesi, Paris Tarihi müzesi, Seramik müzesi, Moda Müzesi, Uzakdoğu sanat eserlerinin bulunduğu Guimet Müzesi, Pablo Picasso Müzesi,

30 bilim ve teknoloji müzeleri…saymakla bitmeyen müzeler. Gelmeden 2 gün Turizm Bürosundan bir kitapçık aldım, tümünü en azından isim olarak taradım. Gezemediğim ilginç 2 müzeden de söz edeceğim, bunları öğrendiğim gün bu müzeler kapalı idi. Biri Nissim de Camondo Müzesi. Bu müzenin sahipleri İstanbul'dan Paris'e göçmüş bir Yahudi aile. Ondokuzuncu yüzyılın en önde gelen bankerlerinden biri, Karaköy ve Beyoğlu'da pek çok apartman ve hanın sahibi imiş, dedeleri Sarayın da katıldığı çok büyük bir törenle 1870'li yıllarda Hasköy mezarlığına gömülmüş, bugün mezar soyulmuş ve bakımsız…. İkinci gezemediğim müze, Paris'in kuruluşundan bu güne suyun ve su yapılarının tarihe ait müze, benim ilk gün gezmem gereken bir müze. Bu gidişimde öğrendim, Paris, Lutece ismi ile Roma tarafından 1. yüzyılda kurulmuş, ama çok az kalıntı bu güne geliyor. Bir arena, bir hamam ve bazı temel taşları. Konya'yı düşünüyorum, o da alelade bir kasaba iken kale içinde önemli yapıları ile bir Roma kenti olarak kurulmuş. Karşılaştırıyorum Konya, yani o zamanki adı ile Iconium çok daha muhteşem, pek çok kitabe, kalıntı bugüne geliyor. Paris'te çok az, pek yazılı bir şey de yok, gelen temel taşlarını sayarak envantere almışlar. Biz ise bunları pek önemli bulmuyoruz. Paris'te tarihi kiliseleri gezdim, tabii başta Notre Dame, Saint Chapel, Fransız krallarının gömülü olduğu, Saint Denis ve Saint German kiliseleri. Özellikle Saint Chapel Paris'in kalbi sayılan Sen nehri üzerindeki ada üzerinde. Kralların ibadet ettikleri bir yer, en önemli özelliği 13. yüzyılda İstanbul'dan getirilmiş dini ikonaların ve objelerin oluşu, başka tarihi bir olay gözümün önüne geldi. İstanbul 1204 yılında Latinler tarafından işgal ediliyor ve 1261 yılına kadar bu yönetim sürüyor, İstanbul, o zamanki adıyla Costantinople yağmalanıyor, yıkılıyor, değerli tarihi ve dini anıtlar Avrupa'ya götürülüyor, bunun izini görüyor ve ibretle inceliyorum. Napolyon Bonaparte'ın gömülü olduğu Invalides müzesini geziyorum. Burası aynı zamanda askeri müze, en dikkati çeken eserlerden biri Sultan 2. Bayezit'in üzeri yazılı ve işlemeli miğferi, müzenin en değerli eşyalarından biri kabul ediliyor, bazen kapıda milliyet sorulup Türkiye'den gelenlere özel olarak germeleri öneriliyor. Panteon (Ulusun tapınağı, eski Yunan ve Roma'da tüm tanrıların tapınağı) önce Paris'in kurtarıcısı Azize Geneive adına yapılmış bir kilise, Bu azize 5. yüzyılda Frankları örgütleyerek ve Tanrı'ya dua ederek Paris korumuş ve kurtarıcısı olmuş. Koruduğu kişi de bize tanıdık bir isim Hun İmparatoru Attila. Kilise içinde tarih kitaplarında gördüğümüz Attila'nın at üzerinde büyük şahane, bir tablosu bulunuyor. Burada çok tanınmış Fransız yazarları devlet adamları gömülü, Jan Jacques Russo, Voltaire, Madam Curi'nin (tek ulusal kadın kahraman), mezarlarını ziyaret ediyorum, İçimden kendilerine söz veriyorum, birer kitabınızı okuyacağım diye. Paris kadınları ve kraliçeleri, sarayda, tablolarda, baloda kilisede aynı şekilde giyiniyor ve bizim ölçülerimize göre de hayli açık giyiniş. Kraliçe Marie Antoinette'nin hani halkın aç olduğunu öğrenmesi üzerine niye pasta yemiyorlar dediği veya dediği kabul edilen kraliçenin tanrıya yakaran heykeli var kilise içinde, dikkati çeken husus baloda olduğu gibi göğüslerinin yarısının açık olması. Bizim kültürde kadınlarının kapalılığı erdem, dinen kendisinden istenen bir husus, Paris'te ise kadının açıklığı tarihinden gelen doğal bir olay, ben bunun Hıristiyanlık öncesi Frankların geleneğinden geldiğini sanıyorum. Paris'te trafikte çok farklı, yoğun yolcu taşıması metro ile yapılıyor, caddeler genelde çok geniş, hal böyle olunca yollarda trafik tıkanması yok. Birbirini kesen 14 metro hattı var, bazı istasyonlarda iki, üç hat birbirini kesiyor. Bir biletle giriyorsunuz, istediğiniz kadar içerde hat değiştirebiliyorsunuz. Metro 20. Yüzyılın başlarında açılmaya başlamış, Çok ilginç Paris'te binalarda kullanılan yapı taşları yer altında açılan galerilerden temin edilmiş, zamanla bu galeriler metronun başlangıcı olmuş Paris'in merkezi koruma altına alınmış, bu bölgedeki mimari doku olduğu gibi korunmuş, eskiyen binaların yerine bizde olduğu gibi yeni beton bina yapmamışlar, batı tarafında ise Newyork'ta tarihin en büyük terörist saldırısına uğrayan binalar gibi modern bir Paris kurulmuş, binalar sanki maket yapar gibi oynanmış dev La Grande Arch (Büyük Ark) ve modern yüksek katlı binalar yapılmış, altından otoban geçiyor, 21, yüzyılın Paris'i.

31 Kendimizi düşünüyorum. Konya geliyor aklıma, önemli tarihi bir Roma kenti, gerilemiş yıkıntı haline gelirken Selçuklu eliyle cami, medrese, türbelerle bezenerek yeniden inşa edilmiş, bugüne kadar yıpranarak gelmiş, şimdi ne yapıyoruz, koskoca bir adayı kaldırıyoruz, yerine beton eski doku ile hiç ilgisi olmayan koskoca hanlar, dükkanlar yapıyoruz, beş on tane daha yaparsak elimizle tarihi Konya kentini tarihe gömeceğiz. Paris'te tüm resmi kurumların kapısında, parada pulda Fransız devriminin simgesi üç kelime görülüyor. LIBERTE, EGALITE, FRATERNTE, Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik. Burjuvanın, işçilerin göçmenlerin oturduğu semtleri gezdim. Acaba Parisli bu söyleme uyuyor mu?. Burjuvanın oturduğu (kızımın oturduğu küçücük kat bu bölgede) mahallelerde akşamları sokakta çok az kişi var, onlarda bir Café'de kahve veya şarap içiyor, yemek yiyor, yada evine çekilip kitap okuyor, ya da televizyon seyrediyor. Göçmenlerin mahallesine gidiyorum, Çinliler, Afrikalılar, Araplar, Yahudiler, dünyanın her yerinden gelen göçmenler sokaklarda, problemleri var, okuma alışkanlıkları yok, oturdukları yerler sıkışık hepsi sokakta. Lokantaları, kasapları ayrı, Müslüman kasabı, Koşer lokanta (Yahudilerin dini geleneklerine uygun), Çin, Tayland lokantası hep yan yana. Paris'te Parisliden çok yabancı var, karışık evlilikler var, ama bunu ayırt etmek zor, yüzde 10 oranına yakın Afrikalı yaşıyor, Fransız vatandaşı, devlette memur, onun gibi giyiniyor, onun gibi kimi metroda bir kitap okuyor, ama derisi kara hemen Afrikalı olduğu zenci olduğu belli, ısrarla zencileri ve onların ilişkilerini inceledim. Paris'te zenciye farklı davranılıyor mu? Davranılmıyor kanısına vardım. Türkler ise Saint Denis semtinde oturuyor, Türk işyerleri var, ama son zamanlarda sayıları azalmış, gene Türk kasap, manav, Türk yemeklerinin bulunduğu lokantalar mevcut

(30.10.2001 YENİ GAZETE KIRKAMBAR)

32 ATA KARATAY'I ZİYARET SADRETTİN KARATAY'IN YAZILARI Mehmet BİLDİRİCİ

Mart ayı içinde Üsküdar'daki evinde Avukat Ata Karatay'ı ziyaret ettim. İki-üç saat sohbet ettik, ve bundan çok keyif aldığımı belirtmeliyim. Ben Ata Karatay'ı, daha önce tanımıyordum. Norveç de bulundukları için Mehdi Halıcı ili tanış idiler, ve onun tavsiye etmesi ve adresini vermesi üzerine bir araya geldik. Ata Karatay, Konya'nın en köklü ve tarihi ailelerinden biri, ünlü Selçuk Veziri Celaladdin Karatay'ın, kardeşlerinin torunlarındandır. Son dönem Konya'nın kültür hayatında da bu aileden pek çok kişi karşımıza çıkmaktadır. Ata Karatay uzun yıllar İskandinavya ülkelerinde kalmış, oraların dillerini öğrenmiş, Norveç Dili ve Grameri adlı yayını var. Norveççe şiirleri olduğu gibi, o dilden yazılmış şiirleri de Türkçe'ye kazandırmış. İstanbul'da Avukatlık yapan, ancak şimdi mesleği bırakan Karatay, Üsküdar ve Büyükada'da emeklilik günlerini geçirmektedir. Ağabeyi Baha Vefa Karatay'ın "Kemalist Atılım Birliği" başkanlığı yaptığını ve kendisini, yakın zamanda kaybettiklerini anlattı. Bu arada amcası Sadrettin Karatay hakkında 1998 yılında Ülkü Karatay tarafından yazılarının derlendiği fotokopi şeklinde bir kitabı hediye etti. Sadrettin Karatay da son dönemin önde gelen aydınlarından biridir. Değişik eğitimi ile farklı bir yaşamı olmuştur. Bu eserde Sadrettin Karatay'ın hayat hikayesi kısaca şöyledir. "Sadrettin Karatay Konya'nın tanınmış ailelerinden Abdülfettahzade Rahmi Bey'in oğludur. Rahmi Bey 1919 yılında ölmüş, daha önce Konya Vakıflar Müdürü idi, aynı zamanda Karatay Medresesi'nin de mütevellisi idi. Rahmi Bey'in ilk eşinden Mehmet Emin Vefa, ikinci eşi Hanife Hanım'dan ünlü şair, feylesof Namdar Rahmi Karatay, Sadrettin Rahmi Karatay isimli oğulları, ve Fatma Nigar isimli bir kızı olmuştur. Sadrettin Karatay babasının Kütahya'da görev yaptığı sürede 1899 yılında Kütahya'da doğmuştur. Aile daha sonra Konya'ya dönmüştür. İlkokulu ve Konya Sultanisi'nin (Konya Lisesi) ilk sınıflarını Konya'da okumuş, babası onu 1916 yılında ziraat öğrenimi için Macaristan'a göndermiştir. 1918-1923 yılları arasında Macaristan'da ziraat öğrenimi görmüştür. Konya'ya dönüşte, bir ara Konya Lisesi'nde Coğrafya ve Edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Konya Ziraat Müdürlüğünde çalışan Karatay daha sonra Ankara'daki Macaristan elçiliğinde mütercimlik yapmış, 1964 yılında Ankara'da ölmüştür. Sadrettin Karatay'ın en önemli hizmeti 1943-1963 yılları arasında Macar Edebiyatından yaptığı tercümelerdir. Ayrıca ziraat konusunda çeşitli tercüme ve yayınları vardır. Sadrettin Karatay Macaristan'da yaptığı ziraat eğitimi yanında Türk ve Dünya edebiyatının önemli eserlerini okumaya meraklı idi. Tercüme ve yazılarında anlaşılabilir ve temiz bir Türkçe kullanmaya özen göstermiştir. Bu eserde yer alan yazıları 1956-1961 yılları arasında Konya'da çıkan Zaman ve Yeni Konya gazetelinde yayınlanmıştır. Çok ilginç olduğu için "İhtiyarın Aşkı" yazısından bir kısa özet vereceğim. İhtiyar diye nitelediği kişi, amcası, ismini yazmamış, İhtiyarın uzun hayatı çok dağdağalı geçmiş, pek genç yaşta gittiği İstanbul''da iyi bir medrese tahsili yaptıktan sonra, devrin seçkin din adamları arasına girmiş, zaman olmuş itibarlı mevkilere gelmiş, zaman gelmiş padişahın hışmına uğrayarak sürgünleri boylamış, hemen hemen tüm ömrünü Üsküdar'da geçirmiş, 75 yıl sonra 1935 yılında Konya'ya döndüğünde hafıza yeteneğinin çoğunu yitirmiş, yorgundur. Yeğenlerinin ziyaretinde her defasında kim bu zat diye sorar, daha sonra nerede oturduğu sorulur, Kınacı sokağı denilince " Ooo ! bizim mahalle der". İhtiyarın oturduğu ve ibadetini yaptığı odanın duvarlarında torunlarının yaptığı resimler yanında 1932 yılı Dünya Güzeli Keriman Halis'in bir fotoğrafı bulunmaktadır. İhtiyarın dünya güzeline uzun uzun baktığı gözlenir, bazen de yaklaşarak bazı şeyler mırıldanır. Bir gün eve

33 bir genç yeğen gelir, evlenmek istediğini ve Keriman Halis'in fotoğrafını göstererek ihtiyara bu kızla evlenebilir miyim? der. İhtiyar birden sinirlenir, mümkün değil, o nişanlı der. Kendisi yaşlıdır, hafızasını kaybetmiştir, ama gönlü gençtir, Dünya Güzeli Keriman Halis'e abayı yakmıştır. İhtiyar, Sadrettin Karatay'ın amcası 1935 yılında bu olaydan kısa bir süre sonra Hakkın Rahmeti’ne kavuşur….. ( EKİM 2001 ÇAĞRI)

34 GAZETECİ-ÖĞRETMEN NAMIK AYAS (1906-2001) Mehmet BİLDİRİCİ

Konya'nın köklü ailelerinden, Mevlana sülalesinden, öğretmen yazar Namık Ayas'ın vefat ettiğini ve Konya'da toprağa verildiğini öğrenmiş bulunuyorum. Asırlık bir çınar devrilmişti. Namık Bey’i ben ilkokula giderken Karaman caddesi üzerinde bulunan evimizin önünden yürüyerek geçerken görürdüm. Namık Bey Uluırmak İlkokulu Müdürü idi, o zaman yollar bomboş, kravatlı, ütülü pantolonlu bir bey her sabah geçer, dikkat çekmemesi mümkün değildi. Daha sonraları evlendim, kayınvalidem öğretmen Şerife Özdemir'in (1907-1991) teyzesi, iyi insan Şefika Hanım (1894-1967), Namık Ayas'ın üvey babaannesi, onu büyüten kişi idi. Namık ve kız kardeşi Nemika isimleri ailede çok sık geçen isimlerdi. Namık Ayas babası Rüştü küçük yaşta öldüğü için dedesi Tat Teyfik Efendi tarafından büyütülmüştü. Şefika Hanım Teyfik Efendi’nin üçüncü eşi idi. İkinci eşi üzerine kuma olarak gitmişti. Şefika Hanım’ın kendi çocuğu olmamıştı, ama yeğenlerini, üvey çocuklarını çok sever onları korurdu. Üvey anneler genelde sevilmez ama Namık Ayas da Şefika hanımı kendi öz annesi sevdiğini bana anlatmıştı. Şefika Hanım 1963 yılında evlendikten sonra bize gelir zaman zaman günlerce misafirimiz olurdu. Onun oluşu bizleri sıkmaz aksine huzur kaynağı olurdu. Evin eksik işlerini tamamlar, yemek yapar çocuklara bakardı. Uzun kış geceleri bende eskiler hakkında sorar, uzun uzun anlatır, ben de zaman zaman not alırdım. Konya'nın en önde gelen Namık Ayas'ın ailesi hakkında başta Şefika Hanımdan ve Namık Ayas'tan dinlediklerimden bir kesit vereceğim. Bunların Konya'nın sosyal yaşamını ileride araştıracaklar için çok önemli veriler olduğuna inanıyorum. Namık Ayas'ın dedesi Tat Teyfik Efendi, zengin ve kalabalık bir ailenin reisidir. Türbe önünde çok geniş bir evi ve Meram'da bağı vardır. Şefika Hanım’la evlendiğinde, ilk eşi Mutahhara Hanım ölmüş, ondan olan oğlu Rüştü de ölmüş, kızı Kazime ise çocuksuz olarak daha sonra vereme yenik düşmüştür. Evde torunlar, Namık ve Nemika, ikinci eşi Saadet Hanım ve onun üzerine aldığı Şefika Hanım. Oldukça kalabalık bir aile ayrıca evde aşçı bahçıvan gibi çalışanla da vardır. Teyfik Efendi’nin babası Rüştü Efendi, Seydişehirli, Konya'ya Tuz Nazırı olarak geliyor, o dönemde tuz çok daha önemli bir madde, onun ticareti ve satışı veya bir çeşit kontrolluk işi, Rüştü Efendi Mevlana sülalesine damat oluyor. Teyfik Efendi’nin ikinci eşi Saadet Hanım, Konya'da görev yapmış bir savcının kardeşi, çok kibar, bahçede elma toplanırken bile başında güneş şemsiyesi, en iyi elbisesi ile işçilere nezaret ediyor. En ilginç merakı da kendisine roman okunması, çünkü kendisi yeteri derecede okuma bilmiyor. Bu okuma işi Namık Ayas'a düşüyor. Çok ilgimi çekiyor Namık Bey’e soruyorum. Hangi romanlar diye? Monte Kristo'nun maceraları, Kamelyalı Kadın … gibi kitaplar. Şefika Hanım herkes ile çok güzel diyalog kuran bir kişi idi. Kendi kuması, üvey çocukları, kardeşleri, yeğenleri, annesi, erkek kardeşi ile iyi ilişkiler kurmuştur. Hepsinin hamisi olmuş, onlara maddi manevi yardımda bulunmuştur. Çok ilginç bir olayı anlatacağım. Teyfik Efendi, gecelerini iki eşi arasında bölmüştür. Sıranın Şefika Hanım’da olduğu bir gün Saadet Hanım: "Şefika Efendiyi bu gece bana sat, sana bir elbise yaptıracağım der". Şefika saftır, samimidir, olur der. Ama ertesi günü Efendi beni sattın Şefika der. O da bana elbise alacak der. Bunun üzerine sen bana söylesen ben sana iki elbise alırdım. Bir daha beni satma diye uyarıda bulunur. Tat Teyfik Efendi aydın bir kişidir. Kızı Kazime'nin okumasını ve öğretmen olmasını sağlamıştır. Kazime başarılı bir öğretmendir, Cumhuriyetin ilk yıllarında başöğretmen olur. Bu sıra kendisini bir subay ister. Kazime izdivaç kuracağım adamı tanımak fikirlerini öğrenmek

35 isterim. Bu konuda kendisi ile konuşmam gerekir der. Baba aydın adamdır engellemez, Kazime subay ile konuşur ama subayı beğenmez. Bu olay çevrede şimdiye kadar ne görülmüş ve ne de duyulmuştur. Yıllar sonra Şefika Hanım bu olayı bana anlattığında hala heyecanını ve hayretini gizleyememişti. Giyimi ve fikirleri ile modern öğretmen olan Kazime çocuksuz olarak üvey annesi Şefika Hanım’ın büyük ihtimamına rağmen veremden onun kucağında ölecektir. Namık Ayas ile dolaylı akraba olduktan sonra, ara ara görüştük. Ama son uzun sohbetimiz arkadaşlarımız kızı Aydan ve damadı emekli hakim Hilmi Eminoğlu'nun evinde 1994 yılı sonunda oldu. Ben kayınvalidem Şerife öğretmenden aldığım fotoğrafları da götürmüştüm. İçinde kendisinde bulunmayan, çocukluk resmi, annesinin ve dedesinin fotoğraflarını kopya çıkarmak için aldı. Çok heyecanlandı. Yemekten sonra yaklaşık 3-4 saat sohbet ettik. Ben sordum, o Konya’ya, ailesine ait bildiklerini anlattı. Çok tarihi bir an yaşadık. Daha sonra Hilmi abi ile görüştüğümüzde o konuşmaların kendisini heyecanlandırdığını ve yaşlı olduğu için iki gün hastalandığını öğrendim. Namık Beyin küçük kızı Gülden’in eşi Mimar Saip Ebesek benim sınıf arkadaşım idi. Kendisi gibi öğretmen olan Gülden’in babası için anlattığı bir fıkra ile yazıma son veriyorum. Namık Bey Konya’da gazetecilik yaptığı dönemlerde pazardan bir şeyler alıyor, sıkı bir pazarlık sonucu araba tutuyor ve Meram’daki bağını tarif ediyor. Arabacı dayanamayıp soruyor? “Beyim kendini yorma, sen Namığın bağının neresinde onu söyle” diyor. O da Namık benim diye cevap veriyor. O zaman arabacı şaşkınlıkla “Sen hala ölmedin mi?” diyor. Herkes ölümlü yıllar sonra Namık Ayas da ölüyor. Ailesine ve sevenlerine, basın kuruluşlarına baş sağlığı diliyorum.

(ÇAĞRI Aralık 2001) (10.01.2002 YENİ GAZETE KIRKAMBAR )

36 2002-2006 YILLARI YAZILARI

İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASININ 38. OLAĞAN GENEL TOPLANTISINDA MEHMET BİLDİRİCİ'NİN KONUŞMA 26. OCAK. 2002 YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ KONFERANS SALONU

Sayın Divan, Sevgili Meslektaşlarım. Bu yıl meslekte 40 yılı doldurmuş bulunuyorum. İstanbul da ise yeniyim. Bu bulunduğum 3. Genel Kurul toplantısıdır. Odamı seviyorum ve her ziyaretimde kapıların açık olduğunu gördüm, etkinliklerinden zamanım ölçüsünde yararlanmaktayım. Sabahki toplantıda Prof. Dr. Eren OMAY hocamızın mühendisliğin tarihi ile ilgili konuşmasını ilgi ile izledik. Böyle bir konuşmayı dinlemekle mutlu oldum. Bende bu konularda araştırma yapan çeşitli toplantılarda bildiri sunan biriyim. Mühendisliğin tarihi ile de ilgilenmenin de gerekli olduğuna inanıyorum. Ayrıca odamızın yayınları arasında Karl Terzaghi'nin hayatını konu olan bir yayının bulunması beni çok mutlu etmiştir. Çünkü Terzaghi İstanbul'da hocalık yapmış olan en değerli ve dünyaca tanınmış bir mühendistir. Zemin Mekaniğinin kurucusu ve dünyanın pek çok yerlerinde eserleri olan bir mühendistir. Değerli hocamız Omay, mühendislik tarihinde bize bir gezi yaptırdı. Sümer ve Eski Mısır'dan başlayarak antik Yunan, Roma, Ortaçağ, Rönesans ve Osmanlı'daki mühendisliği inceleyerek konuyu günümüze kadar getirdi. Bende değerli hocamızın zaman darlığından dolayı giremediğine inandığım, sadece bir konuda ekleme yapacağım. Size Romalı Mimar, mühendis, Vitrivius'un zamanımızdan 2000 yıl önce, Mimarlık üzerine yazılmış 10 bölümlük kitabından söz edeceğim. Bu kitabın iki bölümü malzeme ve su yapılarına ayrılmıştır. Borulara konmuş standartlar, kanalların eğimleri, kullanılacak malzemeler hakkında bugünkü biz modern mühendisleri hayrete düşürecek tavsiyelerde bulunmaktadır. Kitabın Türkçe'si Mimar Şevki Vanlı Vakıfları arasında yayınlanmıştır. Konuya ilgi duyan meslektaşlarımın okumasını tavsiye ediyorum. Burada Vitrivius'tan sadece bir tavsiyesine örnek vereceğim. Bir vadidesiniz, vadinin öbür tarafında bulunan bir pınarın sizden daha mı yüksek veya daha mı aşağıda olduğunu, bir alet olmadan belirleyebilir misiniz?. Vitrivius bu konuda çok pratik tavsiyede bulunuyor. Karşıyı görecek şekilde düz bir yere yüzükoyun uzanın, çenenizi olabildiğine ileriye uzatın ve gözlerinizi en yukarı kaldırarak karşıya bakın. Pınarın seviyesinin bulunduğunuz noktadan aşağı veya yukarı olduğunu göreceksiniz. Bu konulara önümüzdeki dönemde biraz daha girelim diyor, saygılar sunuyorum….

1 ÇAĞRI DERGİSİNE MERHABA Mehmet BİLDİRİCİ

ÇAĞRI Dergisini izlerdim, edebiyata yönelik bir kültür dergisi olarak görüyordum. Ara ara Konya tarihi ile yazılar da çıkıyordu. Değerli şair kültür adamı, sadece aşıkların değil kültürün babası sayın Fevzi Halıcı'nın, benim gene değerli bir gazeteci Mehmet Gündoğdu'nun Konya'da yayınlanan Yeni Gazete "KIRKAMBAR" kültür sayfasındaki yazılarım ilgisini çekmiş ve benim yazılarımdan bazılarını ÇAĞRI dergisine koymuş, benim daha sonradan haberim oldu. Bir anda kendimi Çağrı Dergisi'nin yazarları arasında ve okurları önünde buldum. Tabii bu beni çok mutlu, bundan dolayı Sayın Fevzi Halıcı'ya sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Bunun üzerine kim olduğumu, nasıl bir düşünce yapısına sahip olduğumu açıklamanın ve yazacağım yazılar hakkında bir ön bilgi sunmayı bir görev bildim. Bu şekilde daha önce çıkan yazılarım da bu sistem içine gireceğine inanıyorum. Ben, Mehmet BİLDİRİCİ, Konya 1939 doğumluyum. Hakimiyeti Milliye ilkokulundan 1951 yılında, Konya Lisesi'nden 1957 yılında mezun oldum. 1957-1962 yılları arasında İstanbul'da İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesini bitirdim. Askerlik hizmeti dahil meslek hayatımın 33 yılı Konya'da geçti 1996 yılından bu yana da İstanbul'da müşavir mühendis, bilirkişi olarak emeklilikte meslek yaşamımı da sürdürüyorum. Konya'da müteahhitlik, betonarme proje, kontrolluk hizmetleri, kooperatifçilik, Konya Mühendislik Mimarlık Akademisi'nde (Halen Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi) öğretim görevliliği (1971-1982) ve DSİ IV. Bölge Müdürlüğünde Başmühendis olarak (1984- 1995) görev yaptım ve 1995 yıl sonu emekli oldum. Günün koşulları gereği, meslek yaşamımda çok evreler olmasına karşı, kültür ve düşünce konusundaki görüşlerimde bugünde devam ettirdiğim bir süreklilik ve kararlılık bulunmaktadır. Kırk yıl önce her türlü ekonomik, kültürel ve sosyal sorunların akılcı düşünce yolu (rasyonalizm) ile çözüleceğinde karar kıldım. Burada Konya Lisesi'nde Felsefe hocamız Selman Erdem'in etkisi olduğu kanısındayım. 1957 yılından 1991 yılına kadar boş bulduğum zamanlarda başta felsefe ve sanatta çok büyük atılımların olduğu İlkçağa ve daha sonraki çağlara ait kitaplar okudum. 1991 yılı benim için önemli bir yıl oldu, bu yıl büyük uğraş vererek İngilizce kitapları okur ve anlar hale gelebildim ve görüş alanım çok genişledi, ve aynı yıl, sıkı bir disiplin ile hala devam ettirdiğim tarihi su yapıları konusuna yöneldim. Tarih sevgisi ve mühendislik bu noktada kesişti. Mühendislik ve matematik nosyonları ile tarihi olaylara, su yapılarına, eski mühendislere, eski kentlere ve planlarına yönelerek, ilginç sentezlere ulaştığımı sanıyorum. Bu konuda, büyük filozof Eflatun'un (Plato) Akademisi üzerine yazdırdığı "Geometri bilmeyen benim akademime (felsefe) gelmesin" sözü kırk yıl kulağımda küpe olmuştur. Bu geniş platform üzerinde ve bu görüşler doğrultusunda Konya tarihine, kentlerine, su yapılarına yöneldim. Çeşitli kültür ve ırkların yaşadığı ve hayat bulduğu Anadolu'nun dünyaya verdiği pek çok ilkler bulunmaktadır. Büyük bir açık hava laboratuarı olduğuna inanıyorum. Bunun bir parçası ve merkezinde yer alan Konya'nın gerek Selçuklular döneminde ve gerekse daha önce büyük kültür ve uygarlıklara sahne olduğunu görüyorum. Ben daha ziyade eski çağları anlamaya çalışıyorum, bunlar bilinmeden de Selçukluyu da tam yerine oturtmak mümkün değildir gibi geliyor. Çalışmalarımda Konya ve çevresi ağırlıkta, bu kent ve kalıntılarını yerinde görüp inceledim, bu konuda çıkmış yerli, özellikle yabancı araştırmacıların yayınlarını, çevrede okunmuş yazıtları ön planda tuttum. Bölgede çok detaylı bir harita taraması yaptım. Konya çevresindeki tarihi kalıntılarının çoğunu yerinde inceledim, ama tümüne ayak bastım diyemem, ama tüm köşelerinin haritasını inceledim diyebilirim. Konu ile ilgili çeşitli yazı ve yayınlarım bulunmaktadır.

2 KİTAPLARIM -BOOKS -"Yapı Malzemesi Ders Notları" (Selçuk Üniversitesi 1982)- "Structural Materals Notebook" -"Yatağan Köyü, Dünü, Bugünü (1988 özel)- Yatağan Village of Konya, today and in the past -Tarihi Su Yapıları, Konya, Karaman, Niğde, Aksaray (DSİ Genel Müdürlüğü - Ankara1994) Historical water works of Konya, Karaman, Niğde, Aksaray- DSİ, Ankara 1994) -Ellili Yılların Konya Lisesi Öğretmenleri (1997 özel) -"Teachers of Konya Lisesi of 1950's)

BİLDİRİLERİM- MY PROCEEDINGS - "Konya İçmesuyu Projesi ve Tarihçesi" (DSİ Genel Müdürlüğü semineri; Çamlıca-İstanbul 1993) -" Water Supply Project of Konya and its Past" (Seminar of DSİ in Istanbul in 1993) -Selçuklu Dönemi Konya Sulaması (DSİ 40. Kuruluş Yıldönümü Konferansı, Ankara, 1994) "İrrigation System of Konya in the Seljuk Era" (Conference of DSİ for the 40th years of foundation- Ankara 1994) -Klasik Çağda Su İletiminde Kullanılan Borular, DSİ Genel Müdürlüğü semineri, Çamlıca- İstanbul 1995) The Pipes used in the aqueducts in Classical Ages (Seminar of DSİ Genel Directorate in Istanbul, 1995) -Eski Su Temin Sistemlerinde Su Ölçümü (DSİ Teknik Bülten 1996) Discharge Measurement in Old Water Supply Systems. (Technical Bulletin of DSİ 1996) - Idyma'dan Gökova Akyaka'ya (Gökova Akyaka Tarihi ve Turizmi Semineri, Akyaka, Muğla 1996) From the ancient city IDYMA to Gökova-Akyaka (Seminar at Gökova-Akyaka of Muğla, 1996) -Historical Irrigations in the Plain of Ereğli of Konya (16th Congress of ICID, Cairo -Egypt. 1996) (Öztuğ Bildirici ile birlikte)- (With Öztuğ Bildirici) -Konya ve Çevresinde Çağlar Boyu Su Yapıları (İzmir İnşaat Mühendisleri Odası. Kongresi 1997) Historical Water Works in Konya and its Environment, through Ages. (Congress Of civil Engineering Union of İzmir branch 1997) -Eski Su Yapılarında Suyun Ölçülmesi, İletilmesi ve yükseltilmesi (DSİ Genel Müdürlüğü, Semineri Fethiye, 1998)- "The Discharge Measurement, the Conveyance and the Rising of water in Ancient Water Supply Systems, Seminar of DSİ Genel Directorate at Fethiye-Muğla, 1998 - Historical Irrigation in the Plain of Bayburt (17th Congress of ICID, Grenada-Spain, 1999) (Öztuğ Bildirici ile birlikte)-with Öztuğ Bildirici - Historical Irrigation Systems in the Region of Konya (17th Congress of ICID, Grenada-Spain 1999) (Öztuğ Bildirici ile birlikte)- with Öztuğ Bildirici - Idyma'dan Gökova Akyaka'ya (Akyaka Belediyesi 2000 Tanıtma Kitabı - Muğla)- From ancient city IDYMA to Gökova-Akyaka, Information Book of Akyaka, 2000 - Beyoğlu Yakası Çeşme ve Su Kaynakları (İSKİ Osmanlı Medeniyeti Sempozyumu Mayıs 2000) (Doç.Dr. Halil Ürün ile birlikte)- The Springs and the Fountains of Beyoğlu, Istanbul with Halil Ürün - Galata'nın Eski Su yolları (Galata Şenlikleri Haziran 2000)- Ancient Water Supply Systems of Galata of Istanbul- Galata Festival, 2000 - Konya Ovası Sulaması (İngilizce) Çatalhöyük'ten Bugüne Çumra, Kasım 2000 The Irrigation Project of Konya Plain in the Beginning of 20th Century: From the period of Çatalhöyük-Çumra-Konya, 2000

MAKALELERİM YENİ KONYA, YENİ MERAM, YENİ GAZETE gibi Konya, Devrim (Muğla), AGOS (İstanbyl) gazetelerinde yayınlanmış pek çok makalem bulunmaktadır.

(Ocak 2002 – ÇAĞRI)

3 KONYA’DA YATAN PEYGAMBERLER Mehmet BİLDİRİCİ

Konya'da halkın çoğunluğu, içinde yaşadıkları kentlerinde pek çok evliyaların, erenlerin yattığına inanır. Gerçekten de Selçuklu döneminden yakın zamanlara kadar çevreden saygı görmüş pek çok Türk-İslam büyüğünün mezarları bulunmaktadır. Mevlana Celaleddin Rumi (1207-1273), oğlu Sultan Veled (1226-1312), Şeyh Sadrettin Konevi, (1210-1274 ) olmak üzere, mutasavvıf-şair ve tarikat ileri gelenleri, ilk akla gelen isimlerdir. Selçuklu Sultanları 2. Kılıç Arslan (1156-1192), Gıyaseddin Keyhüsrev, Rükneddin Süleyman, Alaaddin Keykubat (1219-1237), 2. Gıyaseddiin Keyhüsrev (1237-1246), Selçuklu vezirleri Celaddin Karatay (ölümü 1254) ve Sahip Ata Fahrettin Ali (ölümü 1286) gibi vezirler hep Konya'da yatmaktadır. Konya'nın tarih ve kültür hayatında derin izleri bulunan bu değerli kişilerin yaşadıkları dönemler, yaptıkları hizmetler ve bıraktıkları eserler bilinmektedir. Bunun yanında türbeleri olan, ziyaret edilen, ermiş olarak kabul edilen; Üçler, Yedi Kızlar, Tavus Baba, Sarıkız, Kesikbaş .. vs gibi yatırlar da vardır. Ama kim oldukları bilinmez, ancak haklarında bazı şeyler anlatılır. Anlatılanların ne kadarı doğrudur kestirmek, oldukça güçtür. Bunlardan ayrı olarak Konya'da 14 adet peygamberin yattığına inanılır. Bu konuda elimde 1994 Şubat ayında çıkmış Selçuk Es'in (1911-1980) küçük bir kitabı bulunmaktadır (Ref.1). Selçuk Es, Konya folkloru ve tarihi konusunda geniş araştırmaları olan ve kendisi ile sohbetlerimiz ve dostluğumuz olan bir büyüğümüz idi. Saygıyla anıyoruz. Bu küçük kitapta aşağıdaki bilgiler yer almaktadır. Musalla mezarlığı yakınlarında dört peygamber, isimleri: 1. İklis 2. Merih 3.Çağdun veya Çukudvan 4. Mihran Alaaddin Tepesinin güney batısında bugünkü Zafer semtinde iki peygamber: Hamun ve Salih, Alaaddin tepesinde Alaaddin cami civarında isimleri bilinmeyen üç peygamber İlk eski Garaj yakınında Sarı Yakup mahallesinde Sarı Yakup cami yakınlarında isimleri bilinmeyen üç peygamber, gene İlk eski garaj civarında ismi bilinmeyen bir peygamber, Ticaret Lisesi civarı ismi bilinmeyen bir peygamber Altısının ismi biliniyor, sekizinin ismi bilinmiyor. Toplamı 14. Selçuk Es bu bilgileri (Ref.2) de açıklanan kaynaktan aldığını, ayrıca eski Konyalıların bu konuları araştırdığını açıklamaktadır. Türk Folklor Araştırmaları dergisinde, Prof. Dr. Süheyl Ünver (Ref.2) tarafından yazılan makalesinin kaynağının Mevlevi çevreleri olduğu görülmektedir. Konu İslam öncesi eski çağlara ait olduğu için, çok sağlam bir kaynağa dayanması da pek olası değil, kaynak halk, halkın inanışı olarak kabul edilmelidir.

BİLİNEN ARDINDAN GİDİLEN PEYGAMBERLER Peygamberler Tanrı buyruklarını insanlara ulaştıran, tanrının sevgili ve seçkin kullarıdır. Peygamberler tek Tanrı inancına dayanan Musevi, İsevi (Hıristiyan), İslam dinlerinde vardır. Dünyada ilk tek tanrı geleneği İbrahim (Avraam-Abraham-İbrahim) peygamberle yaklaşık zamanımızdan dört bin yıl önce başlamaktadır. Yahudi inançlarına göre İbrahim peygamber oğlu İshak'ı (Yithhak) Tanrı'ya kurban edecekken, Tanrı tarafından bir koç gönderilerek İshak kurtarılır. İshak'ın oğlu Yakup (Yaakov) peygamberin, diğer ismi İSRAEL olduğundan, onun soyundan gelenler ve bugün Yahudi inancını taşıyanlar, Beni İsrael (Yakup oğulları) olarak bilinir. Müslüman inancına göre, İbrahim Peygamber, diğer oğlu İSMAİL'i Tanrı adına kurban edecekken, onun yerine Tanrı tarafından koç gönderilir ve koç kurban edilir. Bu olay Kurban bayramı olarak kutlanır. İslam inancına göre Hazreti Muhammet, İsmail soyundandır.

4 Yahudi kökenli 1943-1946 yıllarında Niğde milletvekili olan, tarih ve araştırmacı Avram Galente (1874-1961) çeşitli kitaplarında Müslümanları kardeş halk olarak belirtmekte ve Müslümanları "Beni İsmail" (İsmail oğulları) olarak nitelemektedir. Sonuç olarak çeşitli mezheplere bölünmüş ve dünya nüfusunun yarıdan fazlasını oluşturan üç tek tanrılı dinde 4 esas peygamber olduğu söylenebilir. Üçünün atası olan İbrahim, onun neslinden geldiğine inanılan Musa , İsa, ve son peygamber Muhammet. Bundan başka geleneği sürdüren, iz açan değil iz süren Yakup, Davut, Süleyman.. gibi peygamberler bulunmaktadır. Eski Yunan ve Roma'da peygamber inancı ve geleneği yoktur. Anadolu Malazgirt zaferi arkasından kurulan Selçuklu devletine kadar, diyarı Rum'dur, Roma ülkesidir. Burada peygamber mezarları hele hele 14 adet olması tarihle, bilimle uyuşmaz. Esasen halk inançları da bilimsel bir veri de değildir. Ancak bunları elimizin tersi ile de itmemeliyiz. Halk inançları bazı gerçekleri içinde sakladığı da doğrudur. Bir altın kırıntısı çamur içinde kalırsa o da çamurlaşır, dikkatli araştırılırsa çamur içinden bulunup temizlenerek altın olabilir.

KONYA'DA ESKİ DİNLER VE ONLARIN BU GÜNE GELEBİLEN İZLERİ Önce Anadolu'da yaşanan, inanılan dinler ve gelenekler incelenmelidir. İslam öncesi Konya'da iki din yaşamıştır. Çok tanrılı dinler (Paganizm- Politheizm) ve Hıristiyanlık. Şimdi bunları inceleyelim. A- ÇOK TANRILI DİNLER Çok tanrılı dinlerde her kentin, kendini koruduğuna inandığı tanrısı, tanrıçası ve tanrıları vardır. Onlara sığınılır ve çeşitli yöntemlerle tapılır. Beğenilen ve kudretli olduğu kabul edilen bu tanrı ve tanrıçalar bazen başkaları tarafından da benimsenir. Bu bağlamda Konya'nın içinde bulunduğu Anadolu insanının yerli ve dışardan gelmiş tanrı ve tanrıçaları bulunmaktadır.

KONYA ÇEVRESİNDE, ANA TANRIÇA - TANRI ANA GELENEĞİ Çatalhöyük'te bulunmuş, Ankara Medeniyetler Müzesi’nde sergilenen küçücük tahtta oturan ana tanrıça heykelciği dünyada ilk dini objedir. "Ana tanrıçaların anası olarak nitelendirebileceğimiz bu tanrıça dünyada ilk örnek olmakta ve günümüzden 8.500 yıl öncesine tarihlenmektedir. İsmi ne idi nasıl tapınılırdı bilinmez ama bu kült Anadolu'da 6.600 yıl yaşamıştır. Sonraları Kibele olmuş, Zizimmene Ana olmuş, Efes'te Artemis olmuş, kısmen Meryem Ana kimliğinde bugün Hıristiyan dünyasında varlığını korumaktadır. Ana tanrıça Konya çevresinde Zizimmene anadır. Taşlara kazılmış yazıtlardan bu konuda bilgiler gelmektedir. a.) Sızma'da yapılan kazılarda bulunmuş (Ref. 3-sayfa 27) bir taş da şunlar yazılıdır. Μητρι Ζιζιµµηνη κατα κελευσιν ευχην " Zizimmene Ana'ya adakta bulunmuştur" b.) Alaaddin Camii duvarından getirildiği sanılan ve Şeyh Ahmet mahallesinde bir çeşme taşında görülmüş ve araştırmacı Calder tarafından okunmuş bir diğer yazıt (Ref.4-4 nolu yazıt) şöyle denilmektedir. Μιτρη Ζιζιµµενη ευχην Μειροσ και ∆αµαλισ γυνη " ve eşi Zizimmene Ana'ya adakta bulunmuştur" c.) Altınekin (Zıvarık) cami duvarında bulunmuş bir taş da Zizimmene Ana'ya adakta bulunulmaktadır. ( Ref. 5- Cilt 1- 2 nolu yazıt) Zizimmene Ana'ya ait bir tapınak yeri bilinmemektedir. Ancak bugün Konya'nın kuzeyinde bulunan "Sızma Beldesi"nin isminin bu tanrıçadan geldiği kabul edilmektedir. Ana tanrıçanın yöremizde diğer isimleri "Anderini- Silandini ve İmpogarini" olarak da geçmektedir.

5 d.) Anderini Ana'ya ait Ilgın'ın ismini de belirleyen çok ilgi çekici bir yazıt da Ilgın Ağalar köyünde bulunmuştur. (Ref.5- 107 nolu yazıt) taşta yazılanlar şöyledir. Μαµασ Μενελαου Κινδριαειτνσ οικουντοσ εν Λαγεινοισ Μιτρη Ανδειρηνη κατα κελευσιν "’da (Ilgın- 6. kelime) oturan Kinduria'lı (Kadınhanı Kındıras köyü- 3. kelime) Menelaos oğlu Mamas tanrıların annesi ANDERİNİ ( 7.,8. Kelime) için (bu taşı) sundu denilmektedir. İlginç olan bu yazıtta Ilgın isminin de nereden geldiği görülmektedir. Lagina'nın zaman içinde Ilgın'a dönüştüğü kabul edilebilir. Şimdiye kadar bodur bir ağaç olan Ilgın ağacından isminin geldiği biliniyordu. Bu ağacın burada yetişmediği de bu görüşe destek vermektedir. f.) Anderini anaya ait diğer bir yazıt da civar köylerden "Çeşmeli Zebir" de bulunmuştur. (Ref.4) Burada şöyle denilmektedir. ∆ουδα κε Μαννισ Νοννασ Μιτρη Ανδειρηνη ευχην Nonna'nın oğlu Mannis ve kızı Douda, Anderini Ana'ya adakta bulundu. Ana tanrıçanın yöredeki bir ismi de Aggdistin Ana'dır. Konya'nın eski ismi İconium isminin de yer aldığı çok ilginç bir yazıtta Konya'da bulunmuştur. (Ref. 5 -cilt 8 297 sayılı yazıt) "Aggdistin Ana, Apollon ve Artemis'den İconium kolonisi için güler yüz göstermeleri için güler yüzlü davranmaları için " denilmektedir. Bu ifadeden Konya kenti içinde bazı tapınakların bulunduğu sonucu çıkarılabilir. Bir tapınak yapmadan tanrıçadan güler yüz herhalde beklenmez !!! 9.) Bir başka yazıtta da Calder tarafından 1912 yılında okunmuş ve "Kovadatrini" Ana'ya aittir. Μιτρη Κουαδατρηνη ευχην

ANA TANRIÇA GELENEĞİNİN BİR DEĞERLENDİRİLMESİ Ana Tanrıça geleneği ve tapı nması Çatalhöyük'ten beri kesintili veya kesintisiz devam ettiği kabul edilebilir. Ancak burada bir nokta da dikkat çekicidir. Ana Tanrıça Hitit döneminde Kubaba'dır. Kütahya Çavdarhisar'daki antik kent "Aizonai" da Setuenne Anadır. Frigya bölgesi olarak kabul edilen Eskişehir, Afyon'da KİBELE' dir. Dikkat çekici olan Konya çevresinde Kibele ismi hiç geçmez. Buna rağmen konunun detaylı incelenmemesinden dolayı Konya'nın dış kalesi olan Kevele Kalesi (Konya'nın hemen batısında Takkeli Dağ) ile Kibele arasında sadece isim benzerliğine dayanan bir benzerlik kurularak burada Kibele tapınakları olduğundan bahsedilir. (Ref.12) Konya'daki ana tanrıçalara nasıl tapınılır, benzer özellikleri aynı olan Kibele ile aynı mıdır? Bu konuda ayrı bir araştırma konusudur. Ama farklılık olduğunu sezinliyorum. Konya çevresindeki ana tanrıçaların bir sevgilisi olup olmadığı bilinmemektedir. Tanrıların başı Zeus toprağı döllüyor ve bu birleşimden çift cinsiyetli bir yaratık meydana geliyor. Bu durum karşısında diğer tanrılar telaşlanıyorlar ve su çift cinsiyetli yaratığı bağlayıp erkeklik organını kesip toprağa gömüyorlar. Yerinden badem veya nar ağacı çıkıyor ve bunun meyvesini yiyen doğu kökenli bir tanrıça nar çekirdeğinden hamile kalıyor ve çok güzel bir erkek çocuk doğuruyor. Atis, Cybele Atis'e aşık oluyor ve onu devamlı gözetiyor, Atis bundan habersiz bir prensesle evlenmek isterken, tanrıça kıskançlığından onun ölümüne nedenler hazırlıyor, Atis erkeklik organını kesip kendini öldürüyor. Yaptığı işe çok üzülen Cybele Zeus'a yalvarıp onun hayata döndürülmesini istiyor. Atis'in tekrar canlanması bir çam ağacı şeklinde oluyor. Bu ise ilkbaharda doğanın yeşermesi ağaçların ve bitkilerin tekrar ortaya çıkmasıdır. Halk tarafından bu olay coşku ile dini törenlerle kutlanıyor. Bu dini etkinlik daha sonra Roma kentine kadar uzanıyor. Hadım edilmiş rahipler tapınakta görev yapıyor. Bu gelenek kısmen korunarak kısmen yeni inançlarla zenginleştirilerek bugün "Hıdrellez Şenlikleri" ile halk tarafından kutlanmaktadır. Kibele'nin aşığı "ATTİS" ismine Konya'daki yazıtlarda hiç rastlanmaz. Sadece Konya çevresinde Attis ismine Grek harfleri ile Frikçe yazılmış mezar taşlarında rastlanılmaktadır. Ref.5 . cilt 7 de yerleri ve yazıt numaraları verilmiş bazı taşlar örnek olarak verilecektir.

6 10 nolu yazıt Ladik Soğukpınar'da bulunmuş bir bloktur. Frikçe metinde Atti ismi geçmektedir 108 nolu yazıt Ilgın'da bulunmuş bir blok, Frikçe metinde Atti ismi geçmektedir. 136 nolu metin Ilgın Mahmuthisar köyünde bulunmuş bir bomos taşı, Atti ismi geçmektedir. 137 nolu metin Doğanhisar'da bir lahitte görülmüş olup Frikçedir. Üçüncü yüzyıla tarihlenen bu metinler Konya'nın kuzeyindeki bölgelerdir, başka örnekler de vardır. Attis ismine sadece Frikçe metinlerde rastlanması çok ilgi çekici ve düşündürücüdür.

(ŞUBAT 2002 ÇAĞRI) (AĞUSTOS 2003 ÇAĞRI) (NİSAN 2005 ÇAĞRI)

7 MÜHENDİSLİKTE KIRK YIL MEHMET BİLDİRİCİ İnş.Y.Müh-İTÜ 1962 Mezunu-Araştırmacı Yazar

Bu yıl mühendislikte kırk yılı doldurdum. İstanbul Teknik Üniversitesinin 229. Kuruluş yılında, İTÜ Rektörü Sayın Prof. Dr. Gülsün Sağlamer elinden mezuniyetimizin "Kırkıncı Yıl Plaketi"ni aldık. Bizim için büyük mutluluk. Bu törende İnşaat Fakültesi'nin mezunları yanında İTÜ'nün diğer bölümlerinin 40, 50, 60. yıl mezunları da bulunuyordu. Eski Cumhurbaşkanı İTÜ mezunu Sayın Süleyman Demirel'in de katıldığı bu törenler medyada pek yer almadı, veya çok kısa haberle geçiştirildi. Daha çok bu tören çıkışında Sayın Demirel'in törende yaptığı özlü konuşmasına değil; bankacı yeğeninin zulüm gördüğü! ifadesine ve buna duyulan tepkilere daha çok yer verildi. Şüphesiz bu törende huzur vardı, mutluluk vardı, bir iç hesaplaşma vardı. Hizipçilik, kavga ve iç çekişme yoktu. Medya bunları haber yapıyor. Bu günlerde ekranda yarı çıplak bir mankenin, gene yarı çıplak bir mankene attığı tokat vardı. Bu çok önemli olay dururken medya niye böyle sessiz ve sakin bir törene yer verecekti. !!! Ama yaşım icabı, ve bana mutluluk verdiği için bu töreni önemsedim. Biz meslekte kırk yılını dolduran İTÜ 1962 yılı mezunu inşaat mühendisleri kimleriz, nereden geldik, nasıl bir öğrencilik geçirdik, kırk yılın ardından bir değerlendirmesini yapacağım. Biz İTÜ İnşaat Fakültesi'ne İTÜ'nün kuruluşunun 189. yılında, yani 1957 yılında girmişiz. 229. Kuruluş yıldönümünde kırk yıl sonra plaket alıyoruz. Türkiye'nin en eski, teknik bilgi veren okulu olduğu kabul edilen "Mühendishanei Berri Humayun"un 1773 yılında kurulduğu kabul ediliyor. Batı, özellikle Fransa örnek alınarak açılıyor. Önce ordu için teknik subay yetiştirilmesi amaçlanıyor,. Çok daha sonraları sivil mühendis yetiştiren "Hendesei Mülkiye", ardından "Yüksek Mühendis Mektebi" oluyor. 1944 yılında da İstanbul Teknik Üniversitesi haline getiriliyor. Bizim zorlu bir sınavın arkasından girdiğimiz İstanbul Teknik Üniversitesi, ve de en çok tutulan İnşaat Fakültesi 1957'li yıllarda en gözde eğitim kurumudur. Bir kalkınma hamlesi başlatılmıştır. Mühendislere ihtiyaç vardır. Onlara özel 10195 sayılı kararname ile yüksek ücret!!! ödenmektedir. İTÜ büyük tercih sebebidir. Hele hele inşaat fakültesi için, en yüksek puanları almak gerekiyor. Bazı arkadaşlarımız ilk hakkında buraya girmeye hak kazanmıştır. Bazıları ise ilk yıl başka bir bölümü kazanmış, ikinci bir hamle ile İnşaat Fakültesi'ne girmiştir. Örneğin ben ilk yıl Makine Fakültesi'ni kazandım ikinci yıl yeniden sınava girerek İnşaat Fakültesi'ne transfer oldum. Giriş imtihanlarımız da çok değişik ve ilginç. O yıllarda henüz dershaneler yok. Oturup sınava kendiniz hazırlanıyorsunuz. Bu günkü test usulü de henüz gündemde değil. Matematik, fizik, kimyadan klasik problemler soruluyor ve onları çözüyoruz. Diğer bir özellik de her üniversite kendi sınavını yapıyor, merkezi sistem henüz yok. Anadolu, İstanbul ve yurt dışından çeşitli liselerden 170 arkadaş bir sınav sonucu bir araya geliyor. Tabi şunu da belirtiyorum yabancı arkadaşlarımız başta Kıbrıs, Yunanistan, İran, Suriye, Libya … vs den geliyor. Yabancı öğrenci kontenjanı % 10. Bu yabancı arkadaşların sınavı bizden farklı ve kolay, Türkçe sınavından geçiyorlar. Kıbrıs'ta Türk Lisesi mezunu bir arkadaş için, Gümülcine'den gelen Türk kökenli bir arkadaş için, Azeri kökenli, Doğu Anadolu'daki arkadaşlardan daha temiz Türkçe konuşan İranlı arkadaşımız için bu pek problem olmuyor. İstanbul'da yabancı dilde eğitim yapan kurumlar arasında, Fransızca eğitim veren Galatasaray Lisesi (Doğan Ramazanoğulları, Nejat Gül, Karahan Karahasan, Uslu Araboğlu,), ve St. Joseph Lisesi (Ergin Tansuğ, Nazaret Kasarcan) başta geliyor. Fransızca eğitim veren liselerin eğitiminin İTÜ'nün giriş sistemi ile uyum sağladığı, İngilizce eğitim veren liselerinden öğrenci olmadığı dikkat çekici oluyor. İstanbul'da, Türkçe eğitim veren Vefa Lisesi (Sayhan Bayoğlu, Erhan Kıral, Erol Enacar, Bahaddin Obdan), İstanbul Erkek Lisesi (Hayati Erhan, Güngör Ergin, Sümer Sezer),

8 Darüşşafaka Lisesi (Mete Mutluoğlu, Bulut Buharalı), İstanbul Atatürk Erkek Lisesi (Sezai Yılmaz) ve diğer İstanbul liselerinden mezun arkadaşlar başı çekiyor. Diğer arkadaşlarımız Anadolu'nun çeşitli liselerinden geliyor. Tabii başta İzmir geliyor. İzmir Atatürk Erkek Lisesi'nden (Ömür Önder, Mehmet Tabağ, Cihan Ünal, Erseli Ersoy, Mehmet Cengiz, Soysal Arıkan,), İzmir Namık Kemal Erkek Lisesi'nden (Önder Dağıstan, Murat Merzeci) gelenler önemli bir grubu oluşturuyor. Anadolu'daki liselerden, benim mezunu olduğum Konya Lisesi, 6 kişi ile başı çekiyor (Hasan Ali Acar, Atalay Tarhan, Habip Sandıkçı, Tuncay Orhan, müteveffa Muammer Özücan ve ben Mehmet Bildirici). Kayseri Lisesi (Mehmet İndap, Arif Mirap, Ömer Eraslan), Elazığ Lisesi Rana Ekici, Turgut Özmen, Cemil Dinç), Antalya Lisesi (Mustafa Gür, Güngör Eroğlu), Ankara ve Eskişehir'deki liseler önde geliyor. Bizim Konya Lisesi grubuna başka liselerden mezun olan ve Konyalı olan, Mustafe Gür, Sümer Sezer, Veyis Ceylan'ın eklenmesi ile Konyalı grubu dokuza ulaşıyordu. Batı Trakya'dan Mehmet Rayf, Hilmi Mehmet, Rıdvan Abdurrahman, müteveffa Mesut Abdullah, Kıbrıs'tan Attila Şevket Çaydamlı, Necati Ahmet Ayhan, Enver Aydemir, Güner Kaşif bulunuyordu. İranlı güzel Türkçe konuşan Yadullah Bahriye, yanında Suriye, Ürdün'den arkadaşlarımız vardı. Filistinli Ahmet isimli bir arkadaşımız hiç bilmediği Türkçe sınavını geçip üniversiteye giriyor, çok çalışarak Türkçe öğreniyor ve 5 yıl içinde bizimle birlikte mezun oluyor. Cemaat mensubu arkadaşlarımız arasında, çok çalışkan Rum Zağrofyan Lisesi mezunu Mihail Zizopulos, Ermeni cemaatından da Nazaret Kasarcan bulunuyordu. Yahudi cemaatından arkadaşımız mevcut değildi. Okulumuz Taksim'de TAŞKIŞLA binası, yüksek tavanlı, geniş koridorlu, Mimar Balyan tarafından kışla binası olarak yapılmış, şahane bir bina. Mimarlık ve İnşaat Fakülteleri burada, bu iki fakültenin sınırında tanrıça Venüs heykeli yer alıyor. Tüm hatıra fotoğraflarını burada çektirirdik. Sınıflar oldukça geniş, ön sıralar sınıfın kuşlarının (çalışkan!) yerleri, burada yer kapmak için alaca karanlıkta gelip yer tutmak gerek. Arkalar yaylalar, havadar, hocanın gözünden uzak. Hocalarımızla yakın ilişkimiz yok. O günkü üniversite anlayışı hoca anlatır, anlayan anlar, anlamayan anlamaz. Türkiye'nin ilk ve ünlü betonarme hocası Ordinaryüs Profesör olan bir hocamız bu anlayışla ders anlatırdı. Biz de uyuklar başka işlerle uğraşırdık. Ama çok değerli hocalarımız da vardı. Mukavemet hocamız Prof. Dr. Mustafa İnan, Prof. Dr. Orhan Ünsaç, Prof. Dr. Hamdi Peynircioğlu, Doçent Adnan Çakıroğlu, Doçent Selma Soysal, ve diğerleri, bugün bu hocaların öğrencisi olmakla gurur duyuyorum. Bu arada bazı dersleri hocalarımızın yazdığı kitaplardan çalışırdık. Bunların başında Ahşap- Çelik ve Kanalizasyon hocamız Abdullah Türkmen, Topoğrafya hocamız Said Yasar gelirdi. Bizden önceki kuşağın hocalarının büyük bir kısmının yabancı, Avrupalı olduğunu biliyorum. Bizim dönemimizde Tasarı Geometri hocası Prof. Hans Horninger idi, Türkçe ders anlatırdı. Kısa bir sürede Hidrolik dersine Schlahermayer geldi. Ders Almanca anlatıyor, asistan Türkçe'ye çeviriyordu. O yıllarda Türkçe teknik kitap hiç yoktu. Olsa da Fransızca idi. Fransızca bilenler ise çok az sayıda idi. Onun için derste not tutmak esastı. Not tutarak da dersi derste yarı yarıya öğreniyorduk. Üniversitede o yıllarda yabancı dile önem verilmiyordu. Örneğin İngilizce dersleri çok yetersizdi. İlginç bir hocamız da bize Makine dersine gelen ve tane tane ders anlatan ve daha sonra politikaya atılan, partiler kuran ve kurduğu partiler defalarca Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan, Türkiye'yi ortaçağa götürmeye çalışan, ama başaramayan Prof. Dr. unvanına sahipti. Keşke böyle bir hocam olmasaydı diyorum. Sınıfta yaşlı 5-6 civarında yaşlı ağabeylerimiz vardı. Bunlardan çok saygı duyduğumuz İbrahim Ağabey, Ordu'da yüzbaşı iken istifa edip yeniden öğrenci oluyor Parlak bir istikbal temini için. Biz gençlere taş çıkartan bir çalışma sergiliyor. Nereden bilsin yüzbaşı kaldığında çok daha fazla özlük hakları elde edeceğini !! .

9 Bir diğer ağabeyimiz İTÜ Elektrik Fakültesi 1952 mezunu Kemal Kayserilioğlu idi. Bizimle birlikte ikinci fakültesini bitirdi. Bir diğeri bizden 20 yaş büyük Ali Vefa Kılıç, babamız yaşında idi. Şüphesiz en renkli hayatı olan ağabeyimiz Nevzat Haner idi. Evli barklı, çocuk sahibi idi. İkinci eğitim için aramızda idi. Başarıya ulaşmak için her yolu denerdi. Kopya çekmek, yalvarmak, ödevini para ile yaptırmak, yoklamada para ile yerine adam koymak sıkıştığında başvurduğu yöntemlerdi. Bunda da başarılı oldu sayılır, herkesten önce Haziran da mezun oldu ! İnşaat mühendisliği erkek mesleği olarak bilinir. Ama sınıfımızda iki de kız arkadaşımız var. Şen (Göray) Sülün, ve Demet Erdem. Bu iki hanım arkadaşımızla meslek hayatında ve toplantılarımızda hep birlikte olduk. O yıllarda öğrenim çok sakindi. Politika yoktu. Daha doğrusu politika 1960 yılı başında, 27 Mayıs öncesi esmeye başladı. Bir arkadaşımız, Suzi Ertem politik konuşmalar yapardı. Cumhuriyet Halk Partisi paralelinde konuşurdu. Sonra tam tersi düşüncelere yöneldiğini görüyoruz. Bir kaç arkadaşımızda bugünkü kökten dinci partilerin fikirlerini savunurdu. Veysel isimli arkadaşımız, matematikte çok iyiydi, iyi bir derece ile girmişti. Çok iyi matematik bilgisinden ötürü ünlü bir Fransız matematikçinin adı takılmıştı. Ama gene de o fikirlerin arkasında oldu. Arkadaşlarımızın bir kısmı İstanbullu ve evlerinde kalıyordu. Biz Anadolu'dan gelenler yurtları tercih ediyorduk. Örneğin ben Konyalı arkadaşlar Aksaray'da bulunan "Konya Talebe Yurdu"nda kalıyorduk. Öğle yemeklerimizi Gümüşsuyu'ndaki yemekhanede yerdik. Taşkışla'dan buraya kestirme gitmek için şimdi olmayan bir vadiden ve duvarlardan atlayarak lokantaya giderdik. Okulumuzun Taksim'de oluşunun çok büyük avantajları vardı. Türkiye'nin en kaliteli filmleri Beyoğlu sinemalarında idi. Futbol sevenler için Dolmabahçe'deki Mithatpaşa stadyumu hemen yanımızda idi. Böyle güzel anılarla 1962 yılında İTÜ İnşaat Fakültesinden mezun olduk. 1957 yılında giriş imtihanlarında en çok puan alan ve onlarla gurur duyduğumuz ilk 7 arkadaşımız şöyle: Murat Merzeci, Sezai Yılmaz, Mehmet Ege Ergin, Ömür Önder, Mahir Keçeci, Turgut Özmen, Mehmet Tabağ…. Üst derece ile mezun olan 7 arkadaşımızda şöyle: Hayati Erhan, Turgut Özmen, İlhan Çeçen, Sayhan Bayoğlu, Fevzi Konan, Sezai Yılmaz, Ömür Önder,….. Çeşitli işlere giriştik. Çoğumuz serbest çalışarak yapı ve proje üretti. Bir kısmımız kamuda çalıştı. Hiç birimiz politikaya girmedi. Bu güzel günleri unutmamak için devamlı bir arada olduk. Bu konuda Ankara'da çalışan NECDET ERSOY arkadaşımız öncü oldu, başkanımız oldu, toplantılar düzenledi, bizlere hep haber verdi. Bu sayede sosyal bağlarımız ve birlikteliğimiz devam etti. Değerli İTÜ Rektörü Sayın Gülsün SAĞLAMER ve ortaya koyduğu organizasyon sayesinde yaklaşık 100 arkadaşımız 10.05.2002 tarihinde 40. Yıl Törenleri’nde buluştuk. Anı kitabımızı aldık. Emeği geçenlere teşekkürler. Mail: [email protected]

(İTÜ DERGİSİ 2002 KASIM SAYI 39 DA YAYINLANDI)

10 KONYA EN KIDEMLİ TİCARET ADAMINI, ZEKİ ÖZDEMİR'İ YİTİRDİ MEHMET BİLDİRİCİ Damadı İnş.Y.Müh-Araştırmacı Yazar

Zeki Özdemir (1915- 29.Eylül 2002) Konya Ticaret odasının en eski üyesi idi. 1943 yılından bu yana Konya'nın ticari hayatı içinde, 1953 yılından buyana da Konya Ticaret Odası üyesi idi. Dile kolay 49 yıllık üye, seneye yaşasaydı, Elli yıl plaketini alacaktı. Ticaret konusunda canlı bir arşiv idi. 2002 yılı Ağustos ayı içinde Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne kaldırıldı, orada öldü ve Musalla mezarlığında babası ve dedesinin yanında toprağa verildi. Zeki Özdemir Konya'nın eski köklü ailelerinden Arzuhalci Hasan Tahsin Efendi’nin (1828- 1912) torunu ve Hacı Şükrü Özdemir'in oğlu olarak 1915 yılında Konya'da doğdu. Dedesi Hükümet konağının hemen kuzey batı köşede bugünde mevcut olan dükkanda dava vekilliği yapmıştır. Zengin bir adam Hasan Tahsin bir süre Konya'da Özel İdare Meclisi üyeliğinde bulunmuştur. Hayırsever bir kişi olan Hasan Tahsin'in Alaaddin camiinin tamirinde katkısı olmuştur. Hasan Tahsin'in babası da Terzi Mustafa olarak bilinmektedir. Annesi Hediye Hanım (ölümü 1936) idi. Hediye Hanımın babası ise Konya'ya dışarıdan gelmiş uzun boylu, uzun saçlı, saçları örgülü, beyaz tenli Sadeddin Efendi idi. Sadeddin Efendi Nakşibendi idi ve büyük kızını zamanın Nakşibendi şeyhi Mehmet Bahaaddin Efendiye vermişti. Buradan Konya'nın en önde gelen ailelerinden ERENMEMİŞ'ler teyze çocukları, eski Adalet Bakanı Sedat Çumralı (1904-1974), ve ağabeyi Rakım Çumralı (1898- 1984) ise halasının oğulları idi. Hacı Şükrü Özdemir ve Hediye Hanımın 10 çocuğu olmuş, dördü çocukken ölmüştür. Zeki Özdemir, ailenin beşinci çocuğudur. Ağabeyi Hacı İhsan Özdemir (1894-1970), ilkokul öğretmeni idi. Başöğretmen de olmuştur. Birinci Dünya Savaşına ve Kurtuluş Savaşına katılmış, on yılın üstünde askerlik yapmış, "İstiklal Madalyası" sahibi idi. Ablaları Şefika Şahin (1898-1979) (Av. Muammer Şahin'in annesi), Ağabeyli köyüne gelin giden Şakire Tosun (1902-1978), Sinangil ailesine gelin olan, Zeynep Sinangil'dir (1906-1994). Kardeşi ise Zehra Küçükkolbaşı'dır (1918-1997). Zeki Özdemir yaşayan son kardeş idi. Zeki Özdemir, Sanat Enstitüsü’nde okudu, buradan mezun oldu. Bir süre Konya PTT Müdürlüğünde çalıştı. 1943-1953 yılları arasında aynı okulda Elektrik öğretmenliği yaptı. Daha sonra Sarraflar Çarşısı’nda küçük bir dükkan açtı. 1943 yılında atıldığı ticaret hayatında,1963 yılında oğlu İstanbul İktisat Fakültesi mezunu Eray Özdemir'I yanına ortak olarak aldı ve birlikte çalışmaları ölümüne kadar devam etti. Gelini Kimya Mühendisi Şefika Özdemir'de emeklilikten sonra eşi ve kayınpederi ile birlikte çalışmaya başladı. Zeki Özdemir ticari yaşamda, sözüne sadık örnek bir tüccardı, borcuna senetlerine çok önem verirdi. Ticareti, parayı, mal edinmeyi severdi, ömrü boyunca buna çaba sarf etti. Yaşı sekseni geçtiği halde her gün muntazam, Konya'da sık rastlananın aksine sakal koymadan, delikanlı gibi her gün tıraş olarak ve kravatını takarak işine giderdi. Son zamanlarda fiili olarak bir çalışma göstermese bile ticari havayı koklamak kendisine büyük zevk veriyordu. Zeki Özdemir akrabası Konya'nın ilk öğretmenlerinden Şerife Özdemir (1907-1991) ile evli idi. Çok mutlu bir evlilik hayatı oldu. Özellikle Şerife öğretmenin dolgun bir maaş ı ve eşine olan aşırı sevgisinin ÖZDEMİR ailesinin ilerlemesinde önemli katkısı oldu. Eşinin 1991 yılında ölümünden sonra 1994 yılından 2002 yılına kadar Şükriye Hanım ile birlikte oldu. Ben Zeki Özdemir'in kızı Coğrafya öğretmeni Düzay ile 1963 yılında evlendim, ailenin damadı oldum. Kırk yıla yaklaşan evlilik hayatımda Zeki Özdemir'le çok iyi günlerimiz oldu çok yakınında oldum, bazen de bu yakınlığı son zamanlarda olduğu gibi yürütemedik. Zeki Özdemir, babalarından kalma Aymanas mahallesindeki bağını çok severdi. Çünkü ataları burada kuyudan çıkrıkla su çekerek ağaç yetiştirmişlerdi. Bir de bağın arkasında eskiden leğenlerle pekmez kaynatılan üzüm bağı vardı. Üzüm bağları Altınapa Barajının yapılması ile Konya'da yok oldu. Çünkü üzüm bağları Selçuklu döneminden beri mevcut olan sulama kanalları ile kışın sulanırdı. Baraj yapımı ile bu kanallar kurudu ve kapandı, bağlar kışları sulanamaz oldu.

11 Yok olan bu üzüm bağlarının yerinde bugün bir eğitim kurumu yükselmektedir. Bu üzüm bağlarında onun arsası üzerinde, parasal katkısı ile yaptırılan ZEKİ ÖZDEMİR LİSESİ yer almaktadır. 1991 tarihinde öğrenime açılan ve bugün 850 gencin eğitim aldığı bu lise onun en büyük gurur kaynağı idi. Son zamanlarda bir arzusu ve bir de üzüntüsü vardı. Aymanas bağında suların derine inmesinden kuyudan su alamadıkları için canım ağaçlar kuruyordu. Birde ümidi vardı. İyileşince buraya bir SAĞLIK OCAĞI yaptırmak. Zeki Özdemir'in çok sevdiği Aymanas, benimde annem ve anneannemin babalarının bağlarının bulunduğu semttir. Kısaca tarihi de şöyledir. Eski dönemlerde, hatta 16. yüzyılda Aymanas Rumların üzüm bağlarının bulunduğu bir köy, nitekim ismi de Aziz Manas (Aya Manas) isimli bir azizden gelmektedir. Gerçekten bu yörede Bizans döneminde böyle bir azizin Konya yöresinde yaşadığına dair izler bulunmaktadır. 20-30 seneye kadar da Konya'nın dışında bağlık yerlerdir. Genellikle yazları göçülürdü. Bugün ise tamamen Konya ile birleşmiş ve yerleşime tam olarak açılmıştır. Zeki Özdemir sağlığına aşırı önem veren bir kişi idi. Doktorunun söylediklerine harfiyen uyardı, verdiği ilaçları muntazam alırdı. Uzun zaman yağlı et, yağlı peynir, yağlı yemek yememiştir. Giyimine hava şartlarına aşırı dikkat ederdi. Böylelikle hastaneye kaldırıldığı 2002 yılına kadar da sıhhatli bir yaşamı oldu. Zeki Özdemir, eskilerden, eski Konya'dan, küçüklüğüne dair olayların konuşmasından büyük zevk aldığını defalarca gözledim. Özellikle yaşlı halazadeleri Rakım ve Sedad Çumralı ve teyzezadesi Ahmet Erenmemiş ile Konya tarihi konusunda yaptığımız konuşmaları zevkle dinler bunlara katılırdı. Zeki Özdemir çok konuşmazdı ama, bir öğretmendi, ileri görüşlü ve aydın bir kişiliği vardı. Sülalesinde, aksine telkinlere rağmen kızı Düzay'ın üniversite öğrenimine izin vermesi ve bir okul yaptırması bunu açıkça göstermektedir. Zeki Özdemir iki oğlu ve bir kızının yüksek tahsil yapmasını sağlamıştır. Büyük oğlu Alpay Özdemir (1937-2002) Ankara Erkek Teknik Öğretmen Okulunu (1961), kızı Düzay Bildirici, Ankara Üniversitesi, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesini (1961), küçük oğlu ve ortağı Eray Özdemir, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini (1963) bitirmiştir. Aşırı siyasi görüşleri savunan, aşırı uçları hiç bir zaman tasvip etmedi. Ancak örneğin benim gibi konuşmalarda düşüncesini de açıklamazdı. Türkiye'yi aşırı uçların tehdit ettiği dönemlerde gerek dinci ve milliyetçi sağcı, çok arada bir solcu konuşmalar karşısında içten tasvip etmediği halde "EVET" diyerek konuşmacı ile tartışmaya girmez, onu kırmazdı. Zeki Özdemir'in, hayatı, yaşamı bizlere önemli mesajlar verecek niteliktedir. Ailesine, tüm yakınlarına, yeğenlerine baş sağlığı diler, büyük bir mücadele ile elde edinilmiş oldukça yüklü bir servetin kalacağını sandığım mirasçılarına, çok sevdiği Aymanas'ına bir de Sağlık Kurumu yapımı arzusunu göz önüne alacaklarını umuyorum. Işık içinde uyusun diyorum. Ayrıca Konya'yı yöneten yerel yöneticilere, ne yapacaksanız yapın, Zeki Özdemir'in Aymanas'ını kurutmayın diyorum. [email protected]

(03.12.2002 YENİ MERAM)

12 EMEKLİ KONYA ENDÜSTRİ MESLEK LİSESİ ÖĞRETMENİ ALPAY ÖZDEMİR'İ KAYBETTİK Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Endüstri ve Meslek Lisesi öğretmenlerinden Alpay Özdemir'i (1937-2002) genç yaşta kaybettik. Alpay Özdemir, Konya'nın önde gelen ticaret adamlarından Zeki Özdemir (1915- 2002) ile Cumhuriyet döneminin öncü ilkokul öğretmenlerinden, Milli eğitime 38 yıl hizmet etmiş olan Şerife Özdemir'in (1907-1991) büyük oğludur. Işıl Özdemir'in eşi, Coğrafya öğretmeni Düzay Bildirici ile İktisatçı Eray Özdemir'in ağabeyi idi. Orta öğrenimini, Konya Endüstri Meslek Lisesinde yapmış, daha sonra sınavla girdiği Ankara'da "Teknik Öğretmen Okulu"nu bitirmiştir. Bir süre, İstanbul Haydarpaşa, ve Eskişehir Endüstri Meslek liselerinde görev yapan Alpay Özdemir, Konya'da Endüstri Meslek Lisesinde birkaç yıl öğretmenlik yapmıştır. Daha sonra öğretmenlikten ayrılıp Ankara'da Yol Su Elektrik (YSE) Genel Müdürlüğünde görev almış, Eğitim Fen Heyeti Daire Başkanlığına getirilmiştir. Emeklilikten sonra Konya'ya yerleşmiş bir süre babası ve kardeşi ile çalışmıştır. 1950'li yıllarda Türk Silahlı Kuvvetlerinde önemli görevler yüklenmiş Celal Savaş Paşa’nın kızı Perihan Erdoğan ile Emekli Albay Mehmet Erdoğan'ın büyük kızı IŞIL ile 1964 yılında Konya'da evlendi. Bu evlilikten Ece ve Esra isimli iki kızı oldu. Alpay Özdemir, iyi bir eş ve baba idi, Çünkü evlilik öncesini dolu dolu yaşadı. Spor yaptı, spor müsabakalarına katıldı. Herkes ile iyi ilişkiler içinde idi. Danslı toplantıları, eğlenceyi severdi. Hatta bir defasında Ankara'da kız kardeşi Düzay ile dans yarışmasında Ankara Palasta birinci gelmişlerdi. Sende şeytan tüyü vardır derlerdi. Paraya önem vermezdi, onun için yaşam önemli idi. Ancak gençliğini böyle dolu dolu geçiren, mutlu bir evliliği olan Alpay, emekliliğini sağlık sebeplerinden, babası ve kardeşi ile bazı uyuşmazlık nedeni ile biraz durgun geçirdi. Eve kapandı, torunları ile ilgilendi. Yazları ve bayramları Silifke'deki yazlığında idi. Burada daha huzurlu idi. Bol televizyon seyrederdi. Bahçesi ile uğraşırdı. 16. Ağustos 2002 de Silifke'de babası Zeki Özdemir Konya Tıp Fakültesi Hastanesinde iken aniden aramızdan ayrıldı. Hayat dolu, insanlara sevecenlikle yaklaşan Alpay'ı hiç unutamayacağız. Işık içinde uyumasını diliyorum. Mail :[email protected]

(03.12.2002 YENİ MERAM)

13 TARİHİ İLE SİLLE İLGİ ODAĞI Mehmet BİLDİRİCİ

Konya'nın sadece 12 km kuzey batısında bulunan ve bugün harap bir şekilde olan Sille Cumhuriyet öncesi çok önemli bir ticaret ve kültür merkezi idi. 2001 yılında, Yeni Gazete'de "TARİHİ İLE SİLLE İLGİ ODAĞI" isimli bir yazı yayınladı. Burada Sille'nin 5000 yıllık tarihinden söz ediliyordu. Yıllardır Sille Tarihini araştıran bir kişi olarak yazı ile ilgilendim. Sayın Selçuklu Belediye Başkanı, Doç. Dr. Adem Esen'in Sille'yi eski parlak günlerine döndürme düşüncesi ve çalışmaları beni çok mutlu etti. Yazıda Sille'deki tarihi hamamın müze haline getirileceği ve konuda çalışmalar bulunduğu belirtiliyordu. Bu konuda benim de bir önerim olacak, şüphesiz Sille'deki tarihi hamamların tarihi ve turistik değeri vardır. Bunun yanında, bu yazının yazarı tarafından farkına varılıp, Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Müdürlüğü tarafından koruma altına alınmış " Kaya Kiliselerinin sahibinden satın alınıp restore ve kazısının yapılarak turizme kazandırılmasının yerinde olduğu görüşünde ve inancındayım. Yapının kayaya oyma olması ilgi odağını oluşturmaktadır. Ak Manastır, Eflatun Manastırı veya Aya Hariton Manastırı olarak tanınan ve Mevlana'nın zaman zaman misafir edildiği bilinen dini yapıya çok büyük benzerlik göstermektedir. Eflatun Manastırı bugün askeri tesisler içinde kaldığı için ziyareti çok zor ve turistler için mümkün değildir. Benzeri olan bu kaya kiliselerinin bir benzerini görmek için 50-60 km tarihi Glisıra'ya veya Kayalı köyüne gitmek gerekecektir. Bu yapının farklı mimarisi Konya ve Sille turizmine büyük katkı sağlayacağını inanıyorum. Ayrıca bu kaya kiliseleri, Cumhuriyet dönemi öncesi terkedilmiş olup tarihi hakkında kazı sırasında bazı ip uçları çıkacağına inanıyorum. Ayrıca bu oyma yapılar, bugün sahipli ve sahibi tarafından ahır ve samanlık olarak kullanılmaktadır. Dinler arası çatışmaların söz konusu edilebildiği günümüzde, 8 yüzyıl önce yaşamış Konya'nın büyük değerleri Mevlana ve Alaaddin Keykubad'ın dünyanın o karanlık günlerinde gösterdiği hoşgörü ve toleransı göstermeliyiz, zamanında hangi dilden ve hangi kitaptan olursa olsun Tanrı'ya dua edilmiş bir yapıyı bu halinden kurtarmalıyız diye düşünüyorum. Bunca zamandır yaptığım araştırmalarımda, Sille ile çıkan son yayınları incelememe rağmen, Sille'nin gizem dolu tarihini aralayabilmiş değilim, ancak edinebildiğim kadarı ile bir tarihçesini ortaya koymaya çalışacağım. Sille Bizans döneminde bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkmaz. Ancak bazı kiliseler olduğu kanısındayım. Bunların başında da yukarı sözü edilen Konya ile Sille arasında Eflatun Manastırı gelmektedir. Tarihi bilinen ve Bizans dönemine inen tek yapı budur. Bizans döneminde 325 yılında İznik, daha sonra Efes, İstanbul, Kadıköy'de dinin ilkelerinin tartışıldığı dini meclisler toplanmış ve her kent veya yerleşim yerlerinden buraya katılan din adamlarının listeleri tutulmuştur. Bu listeler kent ve yerleşim yerinin varlığı için bir kanıt olmaktadır. Konya ve çevresinde yaklaşık 14 civarında yerleşim yerinin ismi geçtiği halde Sille'nin ismine rastlanmaz. Sille'de yerleşim, Selçuklu Büyük Sultan Alaaddin Keykubat (1219-1237) döneminde başlamıştır. Burada yaşamış Rum ve Müslüman Türklerde bu sultana karşı özel büyük bir saygı bulunmaktadır. Onaltıncı yüzyıla kadar nüfusun tümü Hıristiyan'dır. Rum olarak nitelendirdiğimiz bu insanların buraya Konya'dan mı veya başka bir yerden mi getirildiği konusunda hiç bir tarihi veriye dayanmayan söylentiler vardır. Bir söylenceye göre Konya'daki Rumlar buraya yerleştirilmiş, bir diğer olasılık başka yerden Rumlar buraya getirilmiştir. Ben ikinci görüşün doğru olduğunu seziyorum. Çünkü buradaki Rumların gelenekleri bizlerden çok farklı olduğu gibi, diğer Rum topluluklarından da farklı olduğu görülüyor.

14 Sille'nin bugün Müze olan kilisenin kapısında Rum harfleri ile yazılmış Türkçe (Karamanlıca) kitabede temelin 325 yılında Aya Eleni adına atıldığı yazılmaktadır. Ancak tarih ve arkeologlar bu tarihe itibar etmemektedirler. Sille Roma kenti değil, Bizans ve Selçuklu kentidir denebilir. Onyedinci yüzyıl ortalarından itibaren göç ve doğru dini kabul edenlerle Müslüman nüfusun çoğaldığı ve daha sonra da çoğunluğa geçtiği görülmektedir. Sille en parlak dönemini 19. yüzyılın son çeyreğinden, 1924 yılında yapılan Lozan anlaşması ile Rum nüfusun Yunanistan'a göçü arasında yaşamıştır. Müslüman ve Rum idareciler ve Silleliler el ele vererek, içinde 7 sarraf dükkanı olan, Konyalı üreticinin pazarında mal sattığı bir yerleşim yeri konumuna gelmiştir. Bu dönemde Sille'den çekilmiş fotoğraflar ve Silleli Rum kızlarının etekli kıyafetleri bu ihtişamı yansıtmaktadır. 1910-1920 yıllarında Konya'nın nüfusunun 20-30 bin, Sille'nin nüfusunun 15-18 bin olduğu göz önüne alındığında, Sille'nin önemi ortaya çıkacaktır. Rumların göçü ile, tam bir çöküş sürecine girmiştir. Sille'de o dönem gelir kaynaklarını üzüm bağcılığı yanında, halıcılık, boyacılık, çömlekçilik ve ticaret oluşturuyordu. Göç sonucu giden Rumların evlerine kırsal kesimden gelen insanlar yerleştirildi. Toprak yoktu, çok mükemmel bu evlerde oturan kişiler bir süre sonra kapı ve pencereleri satarak bu güzelim evleri terk ettiler. Böylece Sille'de eski parlaklık kaybolmuştur. Yeniden yapılanma ile olacak parlaklık farklı tonda bir parlaklık olacaktır. Eski parlaklık olmasa da, Sille'nin buna da hakkı vardır. Sille'nin tarihi gizemini koruduğuna değindim. Aynı coğrafyayı paylaşan iki ayrı dil ve ayrı dine inanan halk bu parlaklığı ortaya çıkarmıştır. Bu halkın Rum kanadı Yunanistan'a göçmüş ve Karamanlılar olarak bilinen, Rumca bilmeyen ve Türkçe konuşan bu halk, Yunan ulusu içinde erimiştir. Onlardan bilgi gelmedikçe de bu mümkün değildir. Yaptığım araştırmalarda Rumlardan ne Yunanistan ne Avrupa'da konu ile uğraşan kişiye rastlamadım. Sadece Atina'da Anadolu Araştırmaları merkezinde buradan göçen Sillelilerin anlattıkları toplanmış ve muhafaza edilmektedir. Bunlara ulaşmak belki mümkün ama dil problemi faydalanma imkanını zor hale getirmektedir. Son olarak yukarıda belirttiğim yazıda Sille'nin 5000 yıllık tarihi geçmişi olduğunu ilk defa duymaktayım. Tabii hayretler içinde kaldım, daha önce hiç bir ciddi yayında yer almayan bu tarih nereden çıktı. Arkeolojik kazılar da belgeler mi? bulundu da bizim haberimiz yok!!! Sille hakkında bazı yayınlarda hiç tarihi gerçeklere dayanmayan, havaya çivi çakma misali, burada yaşayan kültür alıp verdiğimiz Rumları "Sugur Türkleri" gibi göstermenin de kendi kendimizi kandırma olup bir yararı olmadığı kanısındayım. Mail : [email protected]

(04.12.2002 YENİ MERAM)

15 IDYMA’DAN GÖKOVA AKYAKA’YA Mehmet BİLDİRİCİ

Yöremizde 2600 yıldan bu yana yaşam olduğunu biliyoruz. Önceleri hakkında şimdilik bilgi sahibi değiliz. KARİA KENTİ İDİMA Akyaka beldesinin bulunduğu yörede İDİMA isimli bir kent kurulmuştur. Bu kentin yerleşim alanları arasında Akyaka, 3 Km doğusundaki Gökova köyü, aynı köyün Yazılıtaş mahallesi, arada bulunan İnişdibi mahallesi, Orman Kampı içinde Eski İskele mevkii bulunmaktadır. Kentin Nekropol alanı (Kaya Mezarlar) ve Akropolis'I, Kozlukuyu sırtlarındadır. Akropolis (kale) 1937 yılında Fransız araştırmacı Louis Robert tarafından ortaya çıkarılmıştır. İdima bir Karia kenti olarak kurulmuştur. İsmi de Karia dilinden geldiği sanılmaktadır. İlk çağlarda Muğla ilinin içinde bulunduğu alan KARİA olarak bilinir. Karia'nın en önemli kenti Milas'tır. İdima Karia'nın güney ucunda yer almaktadır. Karialılar yörenin bilinen en eski halkıdır. Gelenek ve kültürleri bilindiği halde, Karia dilinde yazıtlar bulunmadığından, Karia dili çözülememiştir. Yöremiz M.Ö.546 yılında Harpagos komutasındaki Pers (İran) orduları tarafından işgal edilir. Pers yönetimi yörenin dini ve geleneksel yaşamında değişiklik getirmez. M.Ö. 484-405 yılları arasında Pers yönetimi uzaklaştırılır ve Atina'nın öncülüğünde "DELOS Deniz Birliği" tarafından yönetilir. İdima bu kentler arasındadır. M.Ö. 453-452 yıllarına ait birliğe katılım payları listelerinde İdima ismi geçmektedir. Bu kent hakkında en eski belgedir. Ayrıca PAKTYES isimli bir yöneticinin de ismi görülmektedir. Kentin Paktyes hanedanı tarafından bir süre yönetildiği kabul edilmektedir. Kentte para basılmıştır. Bir yüzünde IDIMION (İDİMİON) yazılı paranın diğer yüzünde, genç bir erkek başı tanrı (Pan) vardır. Çobanların tanrısı Pan'ın kültüne çevrede çok önem verildiği bilinmektedir. Delos Deniz Birliği M.Ö. 405 yılında son bulur. İdima bu birlikten M.Ö. 440 yıllarında ayrılmıştır. Sparta kentinin önderliği başlar. M.Ö. 405 yılında Cedrea kenti (Sedir Adası), Sparta'lı Amiral Lysandros tarafından yerle bir edilir. Kozlukuyu sırtlarında ve İnişdibi mahallesinin hemen doğusunda bu dönemden kalma ve M.Ö. 4. Yüzyıla tarihlenen kaya mezarlar bulunmaktadır. Bunlardan biri iki kolonlu olup, mimari planı ve taş oyma işçiliği ile dikkat çekicidir. Paktyes hanedanına ait olmalıdır. Kozlukuyu'da kaya mezarlar üzerinde yaklaşık 300 m kotunda kentin Akropolis'i (kale) yer almaktadır. Yaklaşık 200 m uzunluğundaki bu kalede Helenistik dönem taş duvarlar, odalar ve sarnıç kalıntıları görülmektedir. Akropolis'in hemen kuzeybatısının üstünden Marmaris- Muğla yolu geçmektedir. İnişdibi ve yakınlarındaki Ortaçağ kalesinin bulunduğu alanda çok eski bir yerleşim yeridir. Burada ortaya çıkarılan mezarlar bunu kanıtlamaktadır. Çok eskiden var olduğu anlaşılan kalenin varlığı Ortaçağ'a kadar devam etmiş ve tespit edilemeyen bir tarihte terk edilmiştir. Bizans kalesi, Ceneviz kalesi olarak da bilinen kalenin kalıntıları restorasyona müsaittir. Kaleden güneydeki "Kadın Azmağı'na" inen bir kapalı bir galeri de mevcuttur. İdima kentinin yakın komşuları da şöyledir. Doğusunda Callipolis kenti (Kızılyaka yakınları) olup ismi halen Gökova körfezinde Gelibolu köyünde yaşamaktadır. Gökova körfezinde önemli bir deniz üssü CEDREA (Sedir Adası), batısında körfeze ismini veren CERAMOS (Gereme-Ören), kuzeyinde ise (Yerkesik), Killandos (Yenice Köyü) ve o zaman çok küçük yerleşim yeri (Muğla) yer almaktadır. HALİKARNASSOS (BODRUM) YÖNETİMİNDE İDİMA M.Ö 387-334 yılları arasında bölge tekrar Persler'in yönetimine girer. Persler'le çok iyi diyalog kuran ve bağımsız bir kral gibi hareket eden MAUSOLOS (M.Ö.377-353) Karia'nın başkentini Milas'tan Bodrum'a taşır. İdima bu krallığın doğu ucunda yer alır. Bu dönem Büyük İskender'in M.Ö. 334 yılında ordusu ile yöremizden geçmesi ile son bulur. Bu yıllarda Thera ve Callipolis'te bir kalenin olduğu bilinmektedir.

16 HELLENİSTİK DÖNEMDE İDİMA Büyük İskender'in gelişi ile Anadolu ve Ortadoğu'da Helenistik dönem başlamış ve Grek kültürü ve dili hızla yayılmıştır. Yöremiz M.Ö. 334 yılından M.Ö. 189 yılında yapılan Apama barış anlaşmasına kadar kısa sürelerle çeşitli Helenistik krallıklara katılmış, karışık bir dönem geçirmiştir.

RODOS'A BAĞLI İDİMA İdima M.Ö. 3. Yüzyılda tam belirlenemeyen bir tarihte Rodos yönetimine girmiştir. Rhodeian Peraea (Rodos Karşıyakası) olarak isim almıştır. Bir ara yörenin Rodos'tan uzaklaşmış ve İdima, Pisi (Pisiköy) ve Killandos'un (Yenice Köyü) M.Ö. 200 yıllarında Rodoslu Nicagoras tarafından tekrar Rodos'a bağlanmıştır. Bu bilgiler Karpatos adasında bulunan bir yazıttan gelmektedir. M.Ö. 189 yılında yapılan Apama barış anlaşması ile kesin Rodos yönetimine bırakılmış ve bu durum M.S. 1. yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir. Bu dönemde çok canlı bir yaşam olduğu, "İDİMALILAR BİRLİĞİ" isimli bir yönetim biriminin kurulduğu bu döneme ait olduğu belirlenen 10 civarındaki yazıtlardan anlaşılmaktadır. Bu yazıtlardan ilginç bilgiler gelmektedir. Eski İskele'den getirildiği ve geç Hellenistik döneme ait olduğu belirlenen ve İnişdibi mahallesinde bir bahçe duvarında bulunan bir yazıtta kentin ismi görülmektedir. Bu yazıt kentin önemli bir yöneticisi için yanında çalışan kişiler tarafından yazdırılmıştır. Çeşitli kentlerden gelen insanlar yanında İdimalı katip (grammatikos) Demetrius, İdimalı Antipatros oğlu Apollonius isimleri görülmektedir. Gene Eski İskele'den getirilen, M.Ö. 2. Yüzyıla tarihlenen ve bir süre Akyaka'da bir ev duvarında bulunmuş olan bir yazıtta tanrıça LETO ve AFRODİT rahiplerinden söz edilmektedir. Eski İskele'de Orman Bölge Şefliği civarında bir tapınağın bulunduğu kabul edilebilir. Çevreye yayılmış yivli kolon ve işlemeli taşlar bu görüşe destek vermektedir. Ayrıca Eski İskele'de Orman Lokali önünde deniz içinde görülen temel kalıntıları iskelenin eskiliğine tanıklık yapmaktadır. Rodos yönetimi sırasında bölgede görev yapmış üst yöneticilerin isimleri de rastlanılmaktadır. Eski İskele'de bulunan bir yazıtta Thangilio Kirnis, Gökova'da bulunan bir yazıtta Pratophon, Yeni İskele camiinde kullanılan bir taş da Athenagoras, gene Kozlukuyu'da bulunmuş bir yazıtta Rodoslu Rodokles isimleri görülmektedir. ROMA KENTİ İDİMA Birinci yüzyıl sonlarında İdima Roma kenti olur. M.Ö. 48 yıllarında ünlü devlet adamı Julius SEZAR bölgeden geçerek Rodos adasına gitmiştir. Mısır Kraliçesi Kleopatra M.Ö. 41 yılında sahillerden geçerek Efes kentini ziyaret etmiştir. Kent Roma döneminde önemini ve görkemini korumuştur. Roma dönemi ile ilgili tek ve bugün için kayıp olan bir yazıt İmparator Vespasian (69-79) onuru için yazılmıştır. İnişdibi'ndeki kalede 1922 yılında yapılan kazıda Roma dönemi mozaikleri görülmüştür.

YOK OLAN İDİMA Üçüncü yüzyıl ortalarında Roma İmparatorluğunun içten zayıflamasından, meydana gelen yıkıcı depremlerden ve çok uzun süren bir veba salgınından sonra bölge karanlığa gömülmüştür. Çevre kentlerin çoğu ve İdima terk edilmiş ve yok olmuştur. Daha önceleri yapılan ve güzel bir örneği ovada bulunan döşeme yollar, üzerlerinde bulunan sarnıçlar, Akyaka'nın içinden geçen Papazlık deresinden gelen su yolları kaderine terk edilmiştir. İmparator Diocletian (284-305) döneminde ise Karia il yapılmıştır.

BİZANS DÖNEMİNDE YÖREDE YAŞAM Bizans döneminde bölgenin ismi tam bilinmemektedir. Aziz Kosmas adına Orman Kampı içinde tepede güney apsis duvarları bulunan bir kilise yapılmıştır. Bu azizin ismi bölgeye verilir. Bu kiliseden kalma haçlı ve işlemeli taşlar ve bir kitabe Orman Kampı içindedir. Ayrıca Papazlık deresinin yukarısında su kaynağı yanında ve denize yaklaştığı yerde iki şapel kalıntısı bulunmaktadır.

17 Bunlardan denize yakın olanı sınanmış bir yer olup ERENDEDE olarak bilinir. Akyaka'da çok saygı gösterilen Erendede de yağmur duasına çıkılır, dilek dilenir, aşure pişirilip dağıtılırdı.

TÜRK YÖNETİMİNDE GÖKOVA Bölge 13. yüzyıl sonlarında Türk yönetimine girer. Karia Menteşe bölgesi olur. Bu dönemde Cova çukuru, Gökabad ve Gökova olarak bilinir. Türkler ile bölgeye paganizm (çok tanrılı din), Hıristiyanlık'tan sonra Müslümanlık, Karia dili ve Grekçe'den sonra TÜRKÇE gelir ve kalıcı olur. Bölge önce başkenti Milas olan Menteşe Beyliği'ne ve 1420 yıllarında da Osmanlı İmparatorluğu'na katılır. Muğla il merkezi, Ula ilçe merkezi olur. Osmanlı döneminde en önemli olay Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos'un fethi için kara ordusu ile bölgemizden geçişidir. Ordunun gelişi 1522 yılı Temmuz ayında, dönüşü 1523 yılı Ocak ayındadır. Rodos Osmanlı topraklarına katılmıştır. Rodos'un alınışı bölgeye bir canlılık getirirse de Gökova'nın eski canlılığına kavuşabilmesi için bataklıkların kurutularak sıtmanın kontrol altına alınması için 1940- 1950li yılları, Muğla-Marmaris yolunun açılarak bölgeye turizmin girmesi için 1970li yılları beklemek gerekecektir.

Akyaka-23.08.1999- Mehmet BİLDİRİCİ (Akyaka Belediyesi 2000 de yayınlandı) Web Sitesi: www.akyaka.org/akyaka/idima/idima.htm

18 From IDYMA to GÖKOVA-AKYAKA The history of the place and its environment Mehmet BİLDİRİCİ

Akyaka is situated in the northwest of the Gökova (Kerme) gulf, 28 km away from Muğla and 32 km from Marmaris. The administration of Akyaka is in Ula, the main place of the district. In its north the mountains raise up to 1000 m high, covered with forest, and its eastern side, there is beautiful valley with a plane, whose sources of fresh water feed the river "Kadın Azmak" (Woman River) and the Akçapınar river. In former times Akyaka was only a "suburb" of the Gökova village. A few houses which were around today's port (Yeni İskele), which formed the access to the sea for the city of Muğla. Only in the year 1971, the autonomy was given and in 1992, with the appointment as a "belde" the first mayor and the town council were elected. About 1970 it was started the development into a regional tourist center. In the year 1988 the region was declared as the first "Nature Protected Area" (SPA- special protected area) of Turkey. Akyaka is with its forest-covered mountains, the crystals-clear rivers, which look just like an aquarium, the sea, the Forest-camp site, with its innumerable springs, its history and its additional wood-using buildings, a much-visited "tourist paradise". In short, Akyaka is a place to live. The HISTORY It is known that the area is inhabited for about 2600 years. Earlier settlements are not proven. The Carian City of IDYMA In the area, in which today's Akyaka is situated, the city of Idyma was founded. The settlement of Idyma extended east of today's Akyaka up to the village of Gökova (3 km) and the quarters of the İnişdibi and Yazılıtaş up to the ancient port which was nearby the forest cap site. The Necropolis (rock graves) and the Acropolis are on the mountain-slopes in the north of Gökova. The Acropolis was explored in the year 1937 by the French researcher Louis Robert. Idyma was founded as a Carian city. The name originates from the Carian language. The area, where today's Muğla is situated, is known as the antiquate Caria. The most important city of Caria was Milas. Idyma was situated in the southern Caria. The Carians were the earliest settlers in the area. Whereas the customs and the way of life are known, the language of the Carians, since no documents are found, remained unknown. In 546 BC, the Persian army conquered the area under the command of Harpagos. Under the Persian rule the customs and the religion remained unchanged. Between 484 and 405 BC, the Delian Sea-federation (Delian League) under the leadership of Athens took over the administration. Idyma was affected too. In the tax lists of the years 453-452 BC, of the Delian Sea-federation Idyma is already mentioned. This is the earliest document concerning the city of Idyma. Additionally in these reports a leader is mentioned named PAKTYES, It is considered that the city was governed for a long time by the dynast of Pakytes. The City produced coins. One side was marked with Ι∆ΙΜΙΟΝ (IDIMION), the other side has the head of PAN. It is well known that the cult of the shepherds, the God PAN was of great importance in the region. The Delian Sea federation ended in 405 BC. Idyma separated already around 440 BC, from this federation. The Spartian general Lysandros destroyed the city Cedrea (Sedir Adası) in 405 BC. At the ridge of Gökova and the eastern side of İnişdibi rock tombs date from this time, dated 4th century BC. One of the toms has two columns. Architectural style and the mason works are remarkable. It could be made for a member of the house of Paktyes. Near Gökova, approximately 300 m above the rock tombs, the Acropolis is situated. Nearby is a 200 m long site walls of Hellenistic time as well as the buildings, and the remnants of

19 cisterns. On the northwestern side of the Acropolis, the road from Marmaris extends to Muğla. İnişdibi and the mediaeval fortress that was situated in the proximity is a very old settlement area. The old rock tombs show this. It is certainly the fact that the fortress existed from antique times to mediaeval and Byzantine times and then at unknown times it was left. The Byzantine fortress, also mentioned as Genoose fortress (Ceneviz kalesi), would be worth to be restored. From the fortress an underground tunnel leads to the bank of Kadın Azmak. The neighbors of the Idyma were in the east Callipolis (in the proximity of Kızılyaka), whose name remains still as Gelibolu at the gulf of Gökova. Also Cedrea (Sedir Adası) in the gulf of Gökova was an important naval base. In the west CERAMOS (Gereme- Ören), after it the gulf is named. In the north Thera (Yerkesik) is appropriate, KILLANDOS (Yenice village) and Muğla, at its time a very small settlement.

Idyma under the rule of Halikarnassos (Bodrum) Between 387-334 BC, The Persians took again the rule in the area. King MAUSOLOS (377- 353 BC) maintained good contacts with the Persians and governed the region like a free king. He changed the capital from Milas to Halikarnassos (Bodrum). Idyma was situated in the east of this kingdom. This epoch ended when Alexander the Great (356-323 BC) of Macedonia with his army penetrated into the area. There were fortresses in Thera (Yerkesik) and Callipolis (Kızılyaka) at this time.

Idyma in Hellenistic times With Alexander the Great, the Hellenistic times began in Anatolia and the eastern countries. Greek culture and the language spread very rabidly. The area had a difficult time from 334 BC up to 189 BC, when the peace agreement of Apama (Afyon, Dinar) was reached. Different Hellenic kingdoms governed and confused the region at the same time.

Idyma under the rule of Rhodes In the third century BC, Idyma came under Rhodeian rule and was called Rhodeian Paraea (the opposite side of Rhodos). Idyma freed itself for some time from this rule, however in 200 BC, it was again connected to Rhodes by Nicagoras with Pisi (Pisiköy village), and Killandos (Yenice village). This knowledge comes from an inscription on the island Karpatos (Greece). With the peace agreement of Apama 189 BC, the city of Idyma was connected finally to Rhodes and remained so until the firs century AD. From these times approximately 10 inscriptions point out that the social life in Idyma is very alive and a "Council" (the Council of the United Idyma) was founded. On these inscriptions we find interesting facts. Inscriptions from the Old Port (the Forest Camp Site) and one attached on a wall in İnişdibi from the later Hellenistic times contain the name of the city. This monument was made for a leading person of the city on the part of the citizens working for him. Besides other different names, which belong to the people from different cities, one reads the name of grammatikos (village officer) DEMETRIUS from Idyma, and Apollonius the son of Antipatrus from Idyma. In stone parts taken in Forest Camp Site in Akyaka (dated 2. Century BC) we hear of the goddess LETO and the priest of APHRODITE. It is assumed that there was a temple in Old İskele, and in the environment of today's Forest Office. The whole environment showing distributed columns with grooves and processed stone remainders affirm this opinion. Additionally in the Old İskele, in front of the Restaurant, in the sea there are remnants of the foundation walls referring how old the landing place is. There were found inscriptions that include names of the office holders who served in this area in the Rhodian times. An inscription used for the building of new mosque in Yeni İskele carries the names Athenagoras, Thangilio Kirnis, and Pratophon again in Gökova's inscription were found mentioning Rodokles from Rhodes.

20 The Roman Idyma At the end of first century AD, Idyma became a Roman city. Before the year 48 BC Julius CAESAR (102-44 BC) traveled the area around 48 BC to Rhodes. The Egyptian queen CLEOPATRA (69-30 BC) traveled the Aegean coasts and visited the city of in the year 41 BC. Only one inscription dedicated for Roman Emperor VESPASIAN (ruled 69-79 AD) in Roman era is missing unfortunately. Mosaic, was discovered from the Roman time in the excavating in the year 1922, in the ruins of the fortress in İnişdibi. In the third century AD, when Roman Empire was weak inside and destroyed by strong earthquakes as well as devastating plague, the area fell into oblivion. Idyma and the cities in the environment were left. Life in Byzantine times It is not exactly how the area was called in the Byzantine times. On a hill at the south side of today's Camping ground a church with apse was found, built in the name of Saint Kosmas. The adjacent area and the gulf were called after him. From this church stones with crosses, relief and inscription are still to be seen. Additionally two remainders of chapels are at the spring of water systems, and at the creek (Papaz deresi) that flows into the sea. This place is called "ERENDEDE". At Akyaka the people respected the special feature of Erendede. Rain- prayers were celebrated and wishes were done there. The people cooked Aşure (a soup-like sweet food) and divided it with the present ones.

Gökova under Turkish Administration At the end of 13th century, the area came under Turkish administration. Caria became Menteşe (the name of the region during the Turkish times). In these times one called the region in which Akyaka is situated, COVA (Cova çukuru, Gökova, Gökabad). At first pantheism, after Christianity, with the Turks Islamic faith came into the area. At first Carian language, later Greek, with the Turks, Turkish language became prevailing and exclusive. In the area at first Menteşe Principality (Menteşe Beyliği) was found. The capital of this principality was Milas. In the year 1420, it became part of Ottoman Empire. Muğla became capital of the province and Ula as sub-province center. The highlight in the Ottoman times was the crossing of Sultan Süleyman the Magnificent (reg.1520-1566) with his army in order to conquer Rhodos. In July 1522 the Ottoman Army came to the region and returned back to Istanbul in 1523. Rhodos was defeated and attached to the Ottoman Empire. Although the occupation of Rhodos brought well fare for the region again, it should take until the recent times around the year 1950, to partly dry out the wetlands and fight malaria. The road Muğla-Marmaris was built around the year 1970 and with coming of tourism to Akyaka, brought new life and economic boom. Mehmet Bildirici Web Sitesi: www.akyaka.org/akyaka/idima/idima_eng.htm

21 VON IDYMA BIS GÖKOVA-AKYAKA Die Geschichte des Ortes und seiner Umbegung Mehmet BİLDİRİCİ Akyaka lieght im Nordwesten der Gökova (Kemre) Bucht, 28 km von Muğla, und 32 km von Marmaris enfernt. Die Verwaltung Akyaka’s lieght in Ula, der Kreishauptstadt. In seinem Norden ragen die mit Waeldern bedeckten Berge bis zu 1000 m hoch auf, an seiner östlichen Seite liegt ein wunderschönes Tal mit einer Ebene, deren Süsswasserquellen den Kadın Azmak (Frauen-Fluss) und than Akçapınar Fluss speisen. Früher war Akyaka nur ein “Vorort”des Dorfes Kozlukuyu (heute :Gökova), ein paar am heutigen Hafen gelegene Haeuser, die für die Stadt Muğla den Zuzang zum Meer bildeten. Erst im Jahre 1971 wurde die Selbstverwaltung erteilt und 1992, mit der Ernennung zur Stadt, der erste Bürmermeister gewaehlt und ein Stadtrat gestellt. Um 1970 begann die Entwicklung zu einem regionalen touristischen Zentrum. Im Jahre 1988 wurde die Region zum ersten Naturschutzgebiet der Türkei erklaert. Akyaka ist mit seinen waldbedeckten Bergen, den kristallklaren Flüssen, die wie ein Aquarium wirken, dem Meer, dem Waldcampingplatz, seinen unzaehligen Quellen, seiner Geschichte und seiner traditionellen, viel Holz benutzenden Bauweise ein vielbesuchtes “Touristen Paradies”. Kurzum, Akyakaist ein Ort zum leben. Es ist belegt, dass dieses Gebiet seit 2600 Jahren bewohnt wird. Frühere Besiedlungen sind bislang nicht belegt. DIE KARISCHE STADT IDYMA In dem Gebiet, in dem das heutige Akyaka liegt, wurde die Stadt Idyma gegründet. Die Besiedlung Idymas erstreckte sich vom heutigen Akyaka östlich bis 3 km entfernten Dorf Gökova und den Viertein İnişdibi und Yazılıtaş bis zu dem am Wald gelegenen Hafen. Die Nekropolis (Felsengraeber) und die Akropolis befinden sich auf den Berghaengen im Norden von Gökova. Die Akropolis wurde im Jahre 1937 von dem französischen Forscher Louis Robert ausgegraben. IDYMA wurde als eine karische Stadt gegründet. Auch der Name kommt aus der karischen Sprache. Das Gebiet, in dem das heutige Muğla liegt, is als das antike Karien bekannt. Die wichtigste Stadt Kariens war Milas. Idyma lag im südlichen Karien. Die Karier waren die frühesten bekannten Siedler in diesem Gebiet. Waehrend ihre Sitten und Lebensart bekannt sind, ist die Sprache der Karier , da keine Schriftstücke erhalten sind, unentschlüsselt eblieben. Im 546 v.Chr. besetzte die persische Armee unter den Kommandant Harpagos das Gebiet. Unter Persischer Herrschaft blieben die Sitten und die Religion unveraendert. Zwischen 484- 405 v. Chr übernahm der Delische Seebund unter Führung Athens die Verwaltung. Auch Idyma war davon betroffen. In den Steuerlisten der Jahre 453-452 v.Chr. Des Delischen Seebundes wird Idyma erwaehnt. Dies ist die aelteste, die Stadt Idyma betreffende Urkunde. Ausserdem wird in diesen Berichten ein Führer namens PAKTYES erwaehnt. Es gilt als sicher, dass die Stadt laengere Zeit vom Hause Paktyes regiert wurde. Die Stadt praegte auch Münzen. Eine Seite war beschrifted mit Ι∆ΙΜΙΟΝ (IDIMION) die andere Seite zeigte den Kopf eines jungen Mannes (PAN). Es ist bekannt, dass Kult des Hirtengottes PAN in der Region grosse Bedeutung hatte. Im Jahre 405 v. Chr. endete der Delische Seebund. Idyma schied schon um 440 v. Chr. aus dem Bund aus. Die spartanische Herrschaft begann. Der spartanische General LYSANDROS zerstörte die Stadt CEDREA (Sedir Adası) im 405 v. Chr. Am Bergrücken von Gökova und an der östlichen Seite von İnişdibi befingen sich Felsengraeber aus dieser Epoche, die auf das 4.Jh.v. Chr. datiert werden. Eines der Graeber hat zwei Saeulen. Baustil und Steinmetzarbeiten sind beachtenswert. Es könnte einem Mitglied des Hauses des PAKTYES zuzuschreiben sein. Bei Gökova ca. 300 m über den Felsengraebern, liegt die AKROPOLIS. Bei dieser befindet sich eine 200 m lange Stadtmauer aus hellenistischer Zeit sowie Raeume und Überreste

22 von Zisternen. Auf der Nordwestseite der Akropolis erstreckt sich die Strasse von Marmaris nach Muğla. İNİŞDİBİ und die in der Naehe gelegenen miitelaltererliche Festung ist ein sehr altes Siedlungsgebiet. Die alten Felsengraeber bestaetigen dies. Es steht fest, dass Festung von antiker bis zu mittelalterichher Zeit bestanden hat und dann zu einem unbekannten Zeitpunkt verlassen wurde. Die byzantinische Festung, auch CENEVİZ Festung genannt, waere es wert, restauriert zu werden. Von der Festung führt ein unterirdischer Gang bis zum Ufer den des KADIN AZMAĞI. Die Nachbarn vdn Idyma waren: im osten CALLIPOLIS (in der Naehe von Kızılyaka), desen Name noch als GELİBOLU am Golf von Gökova geblieben ist. Im Golf von Gökova war auf CEDREA (Sedir Adası), ein wichtiger Seestützpunkt. Im Westen CERAMOS (Gereme- ÖREN), nachdem der Golf benannt ist. Im Norden liegt THERA (Yerkesik), KYLANDOS (das Dorf Yenice) und Muğla, eine zu seiner Zeit sehr keine Siedlung.

IDYMA UNTER FÜHRUNG HALIKARNASSOS (BODRUM) Zwischen 387-334 v.Chr. übernahmen die Perser wieder die Führung in dem Gebeit. König MAUSOLOS (377-353 v.Chr) pflegte ein gute Kontakte mit den Persem und regierte wie ein freier König. Er verlegte die Hauptstadt von MYLASSA (Milas) nach HALIKARNASSOS (Bodrum). Idyma lag im Osten dieses Königreiches. Diese Epoche endete, als ALEXANDER Der Grosse mit seiner Armee in das Gebiet eindrang. Es ist bekannt, dass es in dieser Zeit Thera und Callipolis Festungen gegeben hat.

IDYMA IN HELLENISTISCHER ZEIT Mit Alexander dem Grossen firg in Anatolien und Nahosten die Hellenistiche Zeit an. Griechische Kultur und die Sprache verbreitete sich sehr rasch. Das Gebiet von 334 v. Chr. bis auf 189 v. Chr. Friedensabkommen APAMA in unterschiedlichen Zeiten unter verschiedenen Hellenischen Königreich regiert und verwirrte Epoche gelebt.

DAS AN RHODOS GEBUNDENE IDYMA Etwa im 3 Jh.v.Chr. kam Idyma unter Rhodeische Führung und wurde “RHODAIAN PARAEA” (die Gegenüberliegende Seite von Rhodos) genannt. Idyma befreite sich einige Zeit aus dieser Herrschaft, wurde dann aber wieder 200 Jh.v. Chr. durch NICAGORAS aus Rhodos mit PISI (Pisi- Yeşilyurt) und Kylandos (Yenice-Dorf) an Rhodos gebunden. Diese Kenntnis stammt von einer Schrifttafel auf der insel Karpatos. Mit dem Frieden von Apama 189 v.Chr. wurde die Stadt Idyma endgültig an Rhodos gebunden und blieb so bis in das 1. Jh. Aus dieser Epoche weisen ca. 10 Schrifttafeln darauf hin, dass Zeit sehr lebendig war und ein Verwaltungsrat des “VEREINIGTEN IDYMAS” gegründet wurde. Auf diesem Schriften findet man interessante Fakten. Aus dem alten entnommene und spaeter auf einer Gartenmauer in İnişdibi angebrachte Schrifttafeln aus der spaeteren hellenistischen Zeit beinhalten den Namen der Stadt. Diese Schrifttafel wurde für eine Führungsperson der Stadt seitensder für ihn arbeitenden Bürger verfasst. Neben verschieden anderen Namen, die Menschen aus verschiedenen Staedten zukommen, liest man die Namen des Schhreibers DEMETRIUS (grammatikos) aus Idyma und des APOLLONIUS, Sohn des Antipatrus aus Idyma. An gleicher Stelle entnommen und an eine Hauswand in Akyaka angebrachte Schriften (Datiert auf das 2 Jh.v. Chr.) liest man von der Göttin LETO und den Priesterinnen der APHRODITE. Es ist anzunehmen, dass es im alten Hafen und in der Umbegung des heutigen Forstamtes einen Tempel gab. Über die ganze Umgebung verteilte Saeulen mit Rillen und verarbeitete Steinreste bekraeftigen diese Ansicht. Ausserdem befinden sich im alten Hafen, vor dem dortigen Lokal im Meeresboden Überreste von Grundmauern die darauf hinweisen, wie alt der Anlegeplatz ist. Auf gefundenen Schrifttafeln liest man Namen von Amtsinhabern aus der rhodeischen Regierungszeit, die in 23 diesem Gebiet als Beamte gedient haben. Thanglio Kirnis, Pratophon, beim Bau der neuen Moschee wurde ein Stein verwendet, der den Namen ATHENAGORAS’ traegt, wieder in Gökova gefundene Schriften erwaehnen Rodokles aus Rhodos.

DAS RÖMISCHE IDYMA Zum Ende des ersten Jahrhunderts wurde Idyma eine Römische Stadt. Im Jahre 48 v.Chr. bereiste Julius CAESAR das Gebiet um Rhodos. Die aegyptische Königin Cleopatra bereiste die Küste und besuchte die Stadt Ephesus im Jahre 41 v. Chr. Die Stadt Idyma bewahrte auch in römischer Zeit ihre Bedeutung und Ansehen. Die einzige Schrifttafel aus römischer Zeit, geschrieben zur Ehre Imperator VESPASIANUS’s (69-79), ist leider nicht mehr vorhanden. Im Jahre 1922 wurden Mosaiken aus römischer Zeit in der Festungsruinige in İnişdibi bei Ausgrabungen gefunden. In der Mitte 3. Jh., als das römische imperum von innen geschwaecht wurde und starke Erdbeben sowie eine verheerende Pest die Lebensgrunlagen zerstörte, fiel das Gebiet in Vergessenheit. Idyma und die Staedte in der Umgebung wurde verlassen und verfielen. Gepflasterte Strassen, deren Reste noch in der Ebene zu sehen sind, intakte Zisternen und kanaele wurden ihrem Schicksal überlassen. In der Zeit de imperators Diokletian (285-304) wurde Karien zur Provinz. DAS LEBEN IN DER GEBİET IN BYZANTINISCHEN ZEİTEPOCHE Wie das Gebiet in byzantinischer Zeit genannt wurde, ist nicht genau bekannt. Im heutigen Campingplatz auf einem Hügel wurde ein Kirche mit Apsis an der Südseite gefungen, im Namen des Heiligen Kosmas erbaut. Das angrenzende Gebiet wurde nach ihm benannt. Von dieser Kirche sind mit Steine mit Kreuz und Relief und eine Inschrift erhalten. Ausserdem befinden sich an der Quelle des Flusses und an der Mündung , wo der Fluss ins Meer fliesst, zwei Reste von Kapellen. Eine befindet sich in der Naehe des Meeres und ist noch immer für Wünsche und Gebete benuntz. Man nennt diese Stelle(n) Erendede. In Akyaka respektierten die Menschen die Besonderheit der Erendede und dort wurden auch Regengebete und Wünsche vorgetragen. Man kochte AŞURE (eine suppenartige Süsspeise) und teilte sie mit den Anwesenden und liesst auch dem Göttern von dem Gericht, meist in einer zurückgelassenen Schale. GÖKOVA UNTER TÜRKISCHER FÜHRUNG Ende des 13. Jh. Geriet das Gebiet unter türkische Führung. Karien wurde das Gebiet der Menteşe (Name einer reichen und vornehmen Sippe der damaligen Zeit). In dieser Zeit nannte man das Gebiet Cova Graben, Gökabad und Gökova. Mit den Türken kam in das Gebiet der Paganismus (Glaube an mehrere Götter), das Christentum , dann der Islamische Glaube. Nach der karischen Sprache und dem Griechischen wurde die türkische Sprache vorherrschend und dann ausschliesslich. Das Gebiet wurde an das Menteşe Fürstentum, dessen Hauptstadt Milas war, gebungen. Im Jahre 1420 wurde es Teil des Osmanischen Reiches. Muğla wurde Provinz-Hauptstadt und Ula Verwaltungszentrum. Das wichtigste Ereignis in der Osmanischen Zeit war die Durchquerung des Gebietes durch SÜLEYMAN den Praechtigen der sein Heer für die Belagerung Rhodos’ gesammelt hatte. Im Juli des Jahres 1522 kam die Armee und 1523 kehrte sie zurück. Rhodos wurde besetzt und dem Osmanischen Reich angeschlossen . Obwohl die Besetzung Rhodos’ einen Aufschwung für die Provinz brachte, sollte es bis in die jüngste Zeit dauern, bis man die Sümpfe teilweise trockenlegen und die Malaria unter Kontrolle bringen konnte (1940-1950). Die Strasse Muğla-Marmaris wurde 1970 gebaut, und mit ihr kam der Tourismus nach Akyaka und brachte neues Leben und einen wirtschaftlichen Aufschwung. (Türkçe örneğinden yapılan bu Almanca çeviri Sayın Thomas Schmitz tarafından yapılmıştır.) Web Site: www.akyaka.org/akyaka/idima/Idyma_gr.htm

24 İDİMALILAR BİRLİĞİ Mehmet BİLDİRİCİ

Bugün Gökova Akyaka'nın içinde bulunduğu tarihi çevrenin, ilk çağlarda İDİMA (IDYMA) isimli kentin yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. İdima kenti, zaman içinde Kozlukuyu, Yazılıtaş, Haşimbahçe, İnişdibi, Akyaka, Eski İskele, Hayıtlı gibi yerleşim yerlerini içine almakta idi. M.S 1. yüzyılda Roma İmparatoru Vespasianus adına dikilmiş, Eski İskele bulunmuş ancak bugün kayıp olan bir yazıtta "İDİMALILAR BİRLİĞİ" "ΚΟΙΝΟΝ ΤΟ Ι∆ΙΜΙΟΝ" adlı bir birlikten söz edilmektedir. (Yazıt 607) Bu yazımızda yazıtlardan gelen bilgilere göre bu birliği incelemeğe çalışacağız. Gerçekten tarihi İDİMA kenti, bölgenin coğrafyasına bağlı olarak, çeşitli mahallelerden oluşmaktadır. Bunlar arasında idari ve ekonomik düzeni sağlayan, ihracat ve ithalat işlerini düzenleyen bir birlik olduğu anlaşılmaktadır. Bu birlik yönetim organlarını nasıl seçiyor, seçim nasıl oluyor. Şimdilik bir şey söylemek mümkün değil. Ancak bu birliğin kentin mahallelerini, kalelerini, Eski İskele'de bulunan limanını, ticari mallarının giriş çıkışlarını düzenlediği düşünülebilir. Gerçekten M.Ö. 2. yüzyıldan, M.S 1. yüzyıl sonuna kadar bu yörede yoğun bir ticari yaşam olduğu, pek çok yabancının bugün olduğu gibi burada bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde yöre, M.Ö. 2. ve 1. yüzyılda Rodos tarafından Rodos Karşıyakası (Rhodian Parea) olarak yönetilmiş, daha sonra Roma İmparatorluğu'na katılmıştır. Daha sonra, M.S. 3. yüzyıldan, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar malarya (sıtma) hastalığı sebebi ile insanlar bu güzel coğrafyaya yerleşememişlerdir. Yada çok az nüfus yaşama cesaretini göstermiştir. Malarya hastalığının başlıca sebebi ise, birikinti sularda yaşayan sivrisineklerdir. Nasıl oluyor da ilk çağda, insanlar burada ileri bir yaşam ve ticaret sergilemişlerdir. Sivrisinek o çağlarda yok mu idi? Yada o çağlarda insanlar drenaj kanalları ile bu durgun suları kurutmuşlar mıdır?. Roma döneminde drenaj projelerinin uygulandığı bilinmektedir. Ancak burada bu konuda kalıntılar bugüne gelememiştir, gene de durum ciddi bir araştırma konusudur. Bu dönemde Eski İskele de bir Leto ve Afrodit tapınaklarının olduğu konusunda yazıtlardan bilgiler gelmektedir. Bunların rahipler tarafından yönetildiği kabul edilebilir. (Yazıt 608+609) Yazıtlarda yer isimleri de geçmektedir. Pedion, Lossesus … gibi. Bu yerleşim yerlerinin bugünkü yeri tespit edilememekte ancak İdima civarında olduğu kabul edilmektedir. (Yazıt 609) Çevrede yaşayanlar ise İdimalı'lar, Rodoslu yöneticiler, bazı kimlikleri belirtilmeyen halklar ve ticari ve iş icabı burada yaşayan çevreden gelen yabancılardır. Kimliği bilinmeyen halklarla ilgili Koteitis, Patereus, isimleri yazıtlarda geçmektedir. İsimlerden İdimalılar ve Rodoslular da ayırt edilebilmektedir. (Yazıt 608) Akyaka için çok değerli olarak kabul ettiğim İnişdibi'de bir duvarda bulunan yazıttan çok ilginç bilgiler gelmektedir. Bu taşın yarın bir inşaat sebebiyle kaybolmasından endişe ediyorum. Yetkililerin bu taşı oradan alıp koruma altına almasını burada belirtiyorum. (Yazıt 603) Bu taşta İdima ismi yanında İdimalıların da ismi geçmektedir. İdimalı Grammatikos (katip) Demetrios İdimalı Antipatros oğlu Apollonios Görüldüğü gibi İdimalılar memleketleri ve baba adları ile birlikte belirtilmektedir. Burada yaşayan yabancıların ise sadece memleketi ve isimleri zikredilmektedir. Halikarnassoslu Ekatios (Bodrum) Mindoslu Nikias (Bodrum) Kallipolisli Hekaton oğlu Dionisos (Kızılkaya, yakın olduğu için baba adı belirtilmekte)

25 Laodikalı Lisimakos (Denizli de kent, aynı isimde Konya Sarayönü'nde de kent var) Bizanslı Papias (İstanbul) Aynen bugünkü gibi dışarıdan gelen yabancılar bulunmaktadır. Bence en ilginci ve en uzak yerden geleni Papias, uzak bir coğrafyadan İstanbul'dan buraya gelmiş.… Yeni İskele camii duvarında görülmüş ve bugün görünmeyen bir taşta yönetici olan Rodoslu Athanegoras ismi geçmektedir. (Yazıt 604. Yazılıtaş mahallesinde Rodoslu Rodokles'in mezar taşı görülmüştür. (Yazıt 611) Gökova'da bulunan bir yazıtta da strategos görevini yürüten Rodoslu Pratophon'dan söz edilmektedir. (Yazıt 602). Gene bugün Orman Kampı içinde bulunan bir yazıtta ise epistatis (?) görevini üstlenen Targilio Kırnis ismi geçmektedir. Eski İskele'de bugün kayıp olan yazıtta Sedir Adalı Panito'nun mezar taşı görülmüştür. (Yazıt 612). Bu bilgiler, Paris'te yaşayan ve kendisi ile mektuplaştığım Sayın GUY MEYER tarafından 1996 yılında tarafıma gönderilen ve yörenin tüm yazıtlarını özetleyen Almanca "INSCHRIFTEN GRIECHISHER STAEDTE AUS KLEIN ASIEN" 1991 Band 38, içinde Wolfgang Blümel'in sayfa 145-155 makalesinden alınmıştır. Yazıt numaraları burada verilen numaralardır. Sayın Guy Meyer'den aldığım son mektupta, Rodos ve Karya Bölgesi yazıtları konusunda Prof. A. Bresson'un çalıştığını öğrenmiş bulunuyorum. Belki onun araştırmalarından da yeni bilgilere ulaşırız. Mehmet Bildirici Web Site: www.akyaka.org/akyaka/idima_bilgi.htm

26 BİR ZAMANLAR GÖKOVA KÖRFEZİNE İSMİ VERİLEN AZİZ KOSMA Mehmet BİLDİRİCİ

Gökova Akyaka'da bulunan Orman kampında gençlerin denize atladığı tramplenin yanında, tepeye çıkan bir merdiven vardır. Buradan çıkışta tepede şahane manzaralı geniş bir düzlük yer almaktadır. Burası çam ağaçları ile kaplı güzel bir piknik alanıdır. Bu düzlüğün doğu ucu incelendiğinde, ikisi küçük ortada büyük bir yuvarlağın yer aldığı, üç apsisli bir kilisenin temelleri görülür. Araştırmacı George Bean'ın Carian Coast III adlı yayınında, burada Hagia (Aya) Kosma isimli bir aziz adına yapılmış bir kilisenin bulunduğu belirtilir. Kilise için verilen ebatlar ise 18 m x 27 m dir. Oldukça büyük bir yapı olmalıdır. Doğuda kilisenin bir küçük ve bir büyük apsisin istinat duvarları aynen durmaktadır. Duvarlar kaba ve harçlı örme olup aralarında tuğla parçaları yer almaktadır. Erken Bizans dönemi yapısı olmalıdır. İki apsis arasında tuğla duvarların ilk sıraları halen yerindedir. Tuğlalar ana 26 cm x 26 cm, kuzusu ise 13 cm x 26 cm olup, yükseklikleri 5 cm dir. Orman kampı içinde bu yapı ile ilgili işlemeli ve haç bulunan taşlar görülmektedir. Erken Bizans döneminde yaşayan ve bir ara Körfeze ismi verilen ve adına kilise yapılan bu aziz kimdir?. Bu konuda hiç bilgi bulunmamakta idi. 05.06.2001 tarihinde Dünya Çevre Gününde "Gökova Akyakayı Sevenler Derneği" başkanı Sayın Heike Tholz Schmitz tarafından kuş gözleme gezisi düzenlendi. On kişinin katıldığı, benimde bulunduğum grup içinde Kimya Mühendisliği konusunda Proje üreten, Müşavir Firma sahibi Michael Hyland de bulunuyordu. Aslen İrlandalı olan ve Almanya'da yaşayan Hyland tarihe de çok meraklı idi. Kuş gözleme etkinliğinin ardından grup olarak tüm tarihi kalıntıları ve kaya mezarları birlikte inceledik. Bu kilise incelendiğinde Aya Kosma hakkında bilgi sahibi olmadığımızı belirttim. Aynı yıl içinde genç yaşta hayatını kaybeden Michael Hyland (1946-2001) internet ile bu aziz hakkında aşağıdaki bilgileri gönderdi. "Aslında Aziz Kosma ve Aziz Damian hakkında bilinen fazla bir şey yoktur. Üçüncü yüzyıl sonunda Suriye'de Cyr kentinde pagan Roma İmparatoru Diocletian döneminde Hıristiyan inancı taşıdığı için şehit edildiği bilinmektedir. Geleneksel bilgiler kendilerinin hekimlik yaptıkları ve bu hizmetleri para karşılığı yapmadıklarını belirtmektedir. Kendilerinin şehit edilmesi üzerine kültlerinin doğu ve batıya hızla yayıldığı görülmektedir. İlk kilise İstanbul'da yapılmış ve hacıların barınağı ve tedavilerinin yapıldığı bir merkez olmuştur. Evangelist Luke ile birlikte özellikle kısır kadınların koruyucusu ve doktorların patron azizi olmuşlardır. Bununla beraber başka bir geleneğe göre 3. yüzyıl içinde Kilikya'da (Adana ve çevresi) denize atılarak şehit edilmiştir. Akyaka'da deniz kenarına yapılan bu kilise bu olayı canlandırmak için yapılmış olmalıdır. Almanya'da Aziz Kosma ve Aziz Damian hekimliğin patron azizleri olup, adlarına yapılmış kiliselerin tarihi 7. ve 6. yüzyıla kadar gitmektedir. Bu değerli bilgilerden Aziz Kosma adına yapılmış bu kilisenin erken Bizans döneminde önemli bir dini merkez olduğu ve özellikle çocuğu olmayan kadınların ziyaret ettiği bir mekan olduğu düşünülebilir. Web Site: www.akyaka.org/akyaka/aziz_kozma.htm

27 ÇATALHÖYÜK'Ü BİZE KAZANDIRAN ARKEOLOG JAMES MELLAART Mehmet BİLDİRİCİ

Çatalhöyük, günümüzden yaklaşık 8500 yıl önce Neolitik dönemde yaşanmış dünyanın en önemli kenti ve şu an Konya'nın Çumra ilçesi Küçükköy yakınlarında yer alan bir antik yerleşim yeridir. Neolitik uygarlık insanlığın ilk önemli devrimidir. İnsanoğlu, toplayıcı ve avlayıcı bir topluluktan, bir yere yerleşen ve ihtiyaçlarını kendi üreten bir topluluk haline Neolitik dönemle ulaşmıştır. 1950 öncesi böyle bir uygarlığın olduğu ve hele hele bunun Anadolu'da bulunduğu konusunda çok az şey biliniyordu. 1951 yılında 1925 Londra doğumlu çok genç yaşta bir İngiliz Arkeolog Ankara'ya görevli olarak gelir ve çeşitli yüzey araştırmaları sonucu Çatalhöyük'ü keşfeder. 1961-1965 yıllarında burada kazılar yaparak bu Neolitik kenti ortaya çıkarır. Zaten çok zengin olan Konya'nın tarihi yaklaşık dokuz bin yıla yayılır. Bunları özetlememin sebebi 10 Ekim 2003 günü Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılık Bölümünün, bankanın Beyoğlu İstiklal Caddesi 285 numarada Sermet Çifter salonunda bir konferansta Prof. Dr. James Mellaart'ın bulunması idi. Gerçekten Yapı Kredi Bankası’nın kültür alanında iz bırakan bu etkinliklerini kaçırmamaya çalışıyorum. 10. Ekim günü yapılan toplantıya değerli bilim adamları ile birlikte James Mellaart da İstanbul'da bulunması dolayısıyla katılmıştı ve konusu "Anadolu Neolitiği" idi. Bu konuda Mellaart'ın yayınlanmış çeşitli eserleri de bulunmaktadır. Toplantıda James Mellaart'ın anıları yanında, onun hakkında özellikle gene Konya yakınlarında "Aşıklıhöyük" kazılarını gerçekleştiren Prof Dr. Ufuk Esin ve diğer bilim adamlarının görüşleri ve anıları yer aldı. Mellaart yüzey araştırması yaptığı 1950'li yıllarda seyahat imkanlarının bugüne göre çok zor olduğunu, araştırma gezilerini yayan yürüyerek yaptığını, karşılaştığı köylülerin ilk sorusunun "Senin arkadaşın yok mu?" olduğunu belirtti. Bir gün bir arkadaşım bana bir araba temin etti. O gün de "Çatalhöyük'ü buldum" dedi. Yaşı otuzun altında genç bir bilim adamı, Londra'da salonlarda, balolarda harcayacağı zamanını köy köy, yayan yapıldak dolaşarak geçiriyor ve bize eşsiz bir armağan sunuyor "Çatalhöyük". Konuşmaları hep bu perspektif içinde değerlendirdim. Bugün yaşlı usta, 78 yaşında idi, eşi ile birlikte toplantıya gelmişti. Ama konuşma yapacağı 30 cm yükseklikteki platforma ancak koluna girilerek çıkabildi… Gene Yapı Kredi'nin bir gün önceki toplantısının konusu Van'da kurulmuş ve bana göre eşsiz bir hidrolik uygarlığını ortaya koymuş olan "Urartular" idi. Konferans, bu konuya kendini adamış olan Prof. Dr. Oktay Belli tarafından verildi. Tarihi su yapıları konusunda araştırma yaptığım ve Urartuların yaptıkları baraj ve sulama kanallarını bildiğim için büyük zevkle takip ettiğim bu konferansı, Sayın Van Valisi, Van Üniversitesi rektörünün başta olduğu pek çok Vanlı ve Van'ı seven aydının izlediğine tanık oldum. Aynı ilgiyi James Mellaart'ın bulunduğu konferansta da bekledim. Dakikalarca sağıma soluma bakındım, ama Konya'dan bu konularla ilgili hiç kimseye rastlamadım….

(OCAK 2004 ÇAĞRI)

28 ANAM NESİBE BİLDİRİCİ'Yİ KAYBETTİM Mehmet BİLDİRİCİ

2003 Yılı Nisan ayında anam Nesibe Bildirici'yi kaybettim. Bir yıl ağır hastalıktan sonra 83 yaşında hayata veda etti. Ben biyolojik olarak onun bir parçasıyım. Ölümü bende etki yaptı. Diğerleri gibi fedakar bir ana idi. Şair olsam şiir yazar, ressam olsam onu renk ve desenle anlatırdım. Müzikolog olsam notalarla bir şeyler söylerdim. Ben bunlardan hiç biri değilim, ama araştırmacıyım, bir kaç cümle ile onu size anlatacağım. Bu şekilde bir Anadolu, bir Konya kadınının bazı özelliklerini ortaya koyacağıma inanıyorum. 1920 yılında doğdu. Babası Semerci İbrahim Efendi’yi hiç tanımadı. Çünkü babası oturaktaki bir kadın yüzünden bir kaza kurşunu ile o doğmadan 7 ay önce ölmüştü. Annesi Emine kızını dedesi yanında bırakarak baba evine döndü. Dedesi Semerci Hacı Ali Efendi, bakkaldı, hali vakti yerindeydi. Nesibe'nin okul çağı gelmişti. "Dede mahallede birlikte oynağımız Ahmet okula başladı, beni de gönder" ikazına "Git oradan kızlar okula mı gider?" deyivermiş onu okula göndermemişti. Halbuki okul çok yakındı, Cumhuriyet hükümetince yeni yapılmış "Hakimiyeti Milliye" ilkokulu idi. Ama Nesibe daha sonra, yıllarca kurslara giderek yeni yazıyı ve kuran okumak için eski yazıyı biraz öğrendi. Nesibe genç kız iken burnunda et oluşur. O tarihlerde hastalıkların henüz hastane de tedavi edileceği pek bilinmez, kocakarı ilaçlarına başvurulur. Annesi bu konuda komşuları Ayşe Abla’ya başvurur, o da cıva buğu solutur, ölmez ama ciğerlerini hastalar. Teyzesinin yol göstermesi ile Konya'da faaliyette olan Devlet Hastanesi'ne başvururlar, burundan eti ameliyatla aldırırlar. Nesibe Tıp dünyası ile tanışır, daha sonra çeşitli hastalıklarla karşılaşır, Konya, İstanbul ve Ankara'da pek çok tedavi görür, pek çok Türkiye'nin en tanınmış profesörlerine muayene olur. Kuvvetli bir yaşama azmi vardır. Verilen ilaçlarını tam zamanında alır, denilenleri yapar, uzun yaşamayı başarır. Evlenme çağına gelince annesinin üvey oğlu Kebapçı Nazım ile evlenir, yani annesi aynı zamanda kayınvalidesi olur. Tek kızdır. Annesi 1984 yılında yanında ölür, 2-3 yıl yatalak hasta iken ona bakar. Nesibe eşinin kazancı yetişmediği için, evin masraflarına katkı için, önceleri annesi ile tezgahta çul dokurdu, daha sonraları dantel örmeye başladı. Tabi bağ ve bahçe işleri de hep vardı. 1965 yılında ilk torunu olduğunda kolundaki kılcal damarlarda şişme oldu. Danteli bıraktı. Şiş kolunu yukarıya asarak yaşamını devam ettirdi. Nesibe çok disiplinli idi, mutfağının tavasını kimseye, gelinlere ve bize dahi bırakmadı. Her işi kendi disiplini ile isterdi. Henüz daha oğullarını evlendirmediği 1957 yılında Konya'da Devlet Tiyatroları’nca "IV. Murat" ile ilgili bir tiyatro oyunu sahnelendi. Lise öğrencisi olarak Tiyatro ile tanıştığımız bu oyunda padişahın annesi Kösem Sultan çok otoriter ve disiplinli bir kadındı. Oyunda Padişah ona hep "Valide" diye hitap ediyordu. Biz de bu oyunla bir paralellik kurarak kendisine "Valide" dedik. Ama bu hitabı o hiç kabul etmedi. Dayısı ile Hacca gitti, Hacı oldu. Yatağa bağımlı olduğu son günlerinde çok sevdiği torunu Yar. Doç. Dr. Öztuğ Bildirici hep yanında oldu. Valide 83 yıllık bir yaşamının ardından, 5 torunu, ve iki, ikinci kuşak torununu gördükten sonra hayata veda etti.

( NİSAN 2004 ÇAĞRI)

29 1957 yılında İSTANBUL'A YÜKSEK ÖĞRENİM İÇİN İLK GELİŞ Mehmet BİLDİRİCİ

1957 yılında Konya Lisesi'ni bitirmiş, yüksek öğrenim için İstanbul'da bir üniversitede öğrenimi kafama almıştım. O yıllarda şimdiki gibi pek çok ilimizde üniversite öğrenim imkanı yoktu. Sadece üç büyük il olan İstanbul, Ankara ve İzmir'de bu imkan vardı. Bu yüzden dönemimiz gençlerinin yaklaşık % 60 İstanbul'da, % 30 Ankara'da, % 10 İzmir'de yüksek öğrenimini gerçekleştirdi. Ben gene şanslı idim. Liseyi bitirene kadar ailemin yanımda kalmıştım. Halbuki bugün il olan Karaman, Konya'nın büyük ilçeleri Akşehir ve Ereğli'de lise yeni açıldığı için bu illerdeki yaşıtlarımız liseyi Konya'da okumuşlar ve Konya Lisesi'nde yatılı öğrenci olmuşlardır. 1957 yılında Liseyi bitirince beni ve ailemi bir merak sardı. İstanbul nasıl bir yerdi?. Annem de merak içinde idi. Oğlunu nereye gönderecekti. Sonuçta üniversite giriş sınavlarından önce birlikte İstanbul'a gitmeye karar verdik. İstanbul'da yakın akrabamız yok idi. Otelde kalmak hem pahalı ve hem de alışkanlık değildi. Mahalleden babamın bir yakın arkadaşı İstanbul'da idi. Onlara gitmeye karar verdik. Babamın arkadaşı Faik Güriz amca, Beyoğlu'nda Ağa Camii’nin ara sokağında lokantası vardı. Trenle Konya'dan Haydarpaşa istasyonuna geldik. Oradan vapurla Karaköy'e geçtik. Ana oğul ilk defa deniz üzerinde bir vasıta ile seyahat ediyorduk. Gemi ile geçerken akşam idi, Boğaz, her iki yaka ışıl ışıl parlıyordu. Bir taksi ile Beyoğlu'na çıktık. Konya ile kıyaslanamayacak bir kent yaşamı ile karşı karşıya idik. Binalar, yollar Konya'dan çok değişikti. Misafir kaldığımız ev eski bir Ermeni veya Rum evi idi. Beş katlı, kalın duvarlı, önde Beyoğlu İstiklal caddesinden gelip geçenlerin seyredildiği bir balkonu vardı. Apartmanın zemin ve asma katı Faik amcanın lokantası, üst iki kat ise evi idi. Her katta önde geniş bir salon, arkada odalar vardı. Evin çocukları üst katta kalıyor, alt katta ise Faik amca ve eşi Ayşe Hanım’ın yatak odası vardı. Faik amca ilginç bir kişi idi, askerlik için Konya'dan İstanbul'a gelmiş, bir paşanın evinde aşçılık yapmış, çalışmış çabalamış, feleğin çemberinden geçerek bu evi almış. Faik amcanın ilginç bir yanı da tablo koleksiyoncusu olması, evinin duvarlarında Türk ve belki yabancı ressamların orijinal tabloları asılı idi. Lisede resim dersi görmüştük ama ilk defa bir evin duvarlarında tablolar görüyordum. Konya’da iken bazı evlerde hat sanatına ait levhalar görmüştüm ama gerçek tablolara daha önce hiç rastlamamıştım. Tabii Beyoğlu o yıllarda Konya'dan, Konya'nın ve İstanbul'un diğer ilçelerinden çok farklı idi. En lüks sinemalar burada idi, ve filmler orijinal dili ile, Türkçe alt yazılı oynardı. Tiyatrolar, lüks mağazalar, lokantalar o yıllarda sadece burada yer alıyordu. Ayşe abla İstanbul'u bize gezdirdi, komşuları ile tanıştırdı. Şimdi Paris'e yerleşmiş Kristina isimli benden büyük genç bir kız, bana senin köyün hangisi diye sordu. Ben de ben köyden değilim Konyalıyım dedim. Söylediklerim ona pek inandırıcı gelmedi. O yıllarda çok kişi Türkiye'de bir şehir olduğunu ve onunda İstanbul olduğunu düşünürlerdi. Bu yönden Kristina da tam haksız da sayılmazdı!! Esasen İmparator Konstantin adına kurulmuş olan kentin adı Konstantiniyye olmuş, ve bizler tarafından kente gidiyorum anlamına İSTANBUL denilmemiş mı idi? Yani tarihte de özel isme gerek kalmadan şehir denince daima İstanbul akla gelmiştir. Türkiye'nin batıya açılmasında gerçekten bu ilçenin çok önemli katkısı olduğu da görülmektedir. İlk banka, ilk eczane, ilk tiyatro burada bu ilçede açılmış, sinematografla ilk filim burada oynatılmıştır. 1957 yılında ilk karşılaştığım Beyoğlu, kırk beş yıldan bu yana parıltısını koruyan, daima ilgimi çeken, gizemini hala çözemediğim bir mekan….

(KASIM 2005 – ÇAĞRI)

30 ÜSKÜDAR’DA İBRAHİM HAKKI KONYALI MEZARI Mehmet BİLDİRİCİ

Bilirkişi olarak Üsküdar Adliyesine giderken Karacaahmet Cemevi önünde iner iki durak yürürüm. Yolum hep mezarlık içinden yada yanından geçer. Zamanım olduğunda tarihi mezarlığı incelerim, zira burası da bir kütüphane bir arşiv gibidir. Bir defasında Üsküdar’a giderken Çiçekçi durağının karşısında Tarihçi, yazar, üstat İbrahim Hakkı Konyalı’nın mezarına rastladım. Büyükçe sade bir şekilde olan mezarın baş ucunda şunlar yazılı Muharrir, Tarihçi Gazeteci, Müellif Kırk kitap yazan İBRAHİM HAKKI KONYALI (1896-1984) İbrahim Konyalı yatıyor burada Tarihler armağan etmişti yurda Büyük tarihçiyi an da ey yolcu Bir fatiha oku bu yerde dur da Ayak ucunda ise yukarı şiir yazılmıştı. Yanında ise eşinin mezar taşı vardı. Hakim Mustafa Özdöl kızı / Muharrir İbrahim Hakkı Konyalı’nın eşi / Hatunların Efendisi ŞEFİKA KONYALI (1905-1998) Büyük tarihçi olan üstat ile 1965 yılında tanışmış idim. Dedelerim Konya-Beyşehir arasında Yatağan köyünde gömülü ermiş insan Yatağan Mürsel (15. yüzyıl) soyundan idi. Kendisi de o zamanlar “Beyşehir Tarihi”ni Beyşehir Belediyesi için hazırlıyordu. Üstadı, Üsküdar Harem’in (o zaman bugün ki Harem Otogarı mevcut değildi) üstünde bulunan güzel manzaralı evinde ziyaret ettiğimde bana: “Mühendis bu kitap ile senin secereni Yatağan Mürsel’e bağlayacağım” diye söz vermişti. Kitap ölümünden çok sonra çıktı, kitabı incelediğimde maalesef verdiği sözü doğrulayan bilgiler yoktu, ama dedemin 1965 yılında kendisine verdiğim karakalemle çizilmiş çok güzel portresi Yatağan Mürsel soyundan Mehmet Bildirici diye konulmuştu. !!!! İkinci bir anım ise ölümünden kısa bir süre önce Sayın Fevzi Halıcı’nın Konya’da düzenlediği “Gül Bayramı” dolayısıyladır. Fevzi Halıcı benden törene kadar üstatla ilgilenmem için beni görevlendirdi. Bende arabam ile onu gezdirdim. Koyunoğlu Müzesi’ni istedi. Orayı gezdik bu arada oradaki eserler hakkında ilginç açıklamada bulundu. Bu defa yaşlanmıştı. Bütün çabalarıma rağmen beni tanıyamadı. Bir ara bana dönüp: “-Beyefendi kaç kitap yazdınız?“ diye sordu. Hem küm yapıp soruyu geçiştirdim. O zaman hiç kitabım yoktu. Üstadın kafasında ise sadece kitaplar vardı. Üsküdar Karacaahmet’teki mezarı başında bunlar gözümün önünden geçti. Kendisine saygı duruşu ve duadan sonra üstadın sorusunu mezarı başında, “Kırk değil ama birkaç kitabım oldu” diye cevapladım. Üstadın Konya Tarihi kitabını okuya okuya eskittim. Özellikle üstat Medrese çıkışlı olduğu için Anadolu’nun İslam öncesini tam bilemiyor, burada çok güzel tasvirlerle konuyu süslüyor, ama bir gerçeğin altını çiziyor, buranın tarihi araştırılırsa birkaç cilde gebedir diyor, bazen ön yargılar koyuyor. Ama arşivlerdeki gerçek bilgileri olduğu gibi sunuyor. İyi ve dikkatli okunduğunda üstadın pek çok şey ortaya koyduğu görülecektir. İleri araştırmalar için çok önemli bir kaynaktır diye düşünüyorum. (AĞUSTOS 2006 ÇAĞRI)

31

Üsküdar’da KONYALI’nın Aile Mezarı

32 2007 YILINDA YAYINLANMIŞ YAZILARIM

HOCAM HÜSEYİN KÖROĞLU Mehmet BİLDİRİCİ

Lise ikinci ve üçüncü sınıflarda Fizik derslerimize Hüseyin Köroğlu geldi. Çok iyi ders anlatırdı. Tahtayı çok düzgün kullanırdı. Sanki bir defter içine çizer gibi şekil ve formülleri yazardı. Ancak yüksek not almada zorlanırdık. En iyi öğrenciler 7-8 alabiliyordu. Çoğumuz 5 almada güçlük çekerdik. Mezun olduktan sonra ara ara görüşürdük. Ankara'da Ziraat Fakültesi'nden emekli olduktan ve Fen Yayınevi’ne son verip Konya'ya döndükten sonra ev ziyaretlerimiz başladı. Bu ziyaretlerde uzun sohbetlerimiz oldu. Hocamı yakından tanımak mutluluğunu yakaladım. Hocam devamlı okuyan ve araştıran bir kişiliğe sahip, yayınladığı fizik kitapları yanında, görüş ve araştırmalarını tam 40 yıldan bu tarafa Yeni Konya gazetesinde yayınlamakta...! Ben kendisinden rica ettim, kesip sakladığı tomarları bana verdi okuyup geri verdim. Bu yazıların büyük bölümü, Türk Tarihi, Türk Dili ve Türk büyüklerine ayrılmış, genellikle bilinen görüşler, burada benim bir söyleyeceğim pek bir şey yok. İkinci bir bölüm eğitim konusunda, bu yazılarda uzun yılların deneyimi hemen kendini gösteriyor. Kişiyi okumaya, kitap sevgisine, kültüre ve doğru ve namuslu ve kanunlara saygılı olmaya çağıran öğütler...! Bence daha önemli bölüm üçüncü bölüm, dostlar arkasından yazılmış tanıtıcı ve vefa yazıları..! Kendi hocaları, meslek arkadaşları, Konya'ya hizmet eden valiler, yöneticiler, zamanında büyük hizmetler vermişlerdir, zaman gelince de sessizce aramızdan ayrılmışlardır. Bunların arkasından yazı yazan, hizmetlerini anlatan kişi çoğunlukla hocam olmuştur. Ben bu yayınımda hocamın tüm yazılarından yararlandım. Konu ile ilgili olanları aynen bu çalışmama aldım. Hocamla sohbetlerimizde neden yüksek not alamadığımızın sırrını da öğrendim. Hocam farklı bir yöntem ve düşünce ile soruları hazırlıyormuş! İki normal soru yanında, biraz düşünme isteyen bir soru ve kısmen araştırma isteyen biraz daha zor bir soru. Tümü dört. Hocam o yıllarda bizi okumaya, araştırmaya yöneltmek istiyor.! Ancak o yıllarda ders kitabı dışında başka kitap ve kaynaklar yok, daha ötesi bu düşüncenin gelişeceği ortam yok !! Hocam meslek yaşamında ve emekliliğinde günlerini hep okumak ve çalışmakla geçirmiş ve geçirmektedir. Zaman zaman aşırıya kaçtığında saygıdeğer eşi Sevim Hanım'la bazen aykırı düştüğü de oluyor. Ama şaka bir tarafa Sevim Hanım’ın desteği, sağladığı huzur ve bakımı olmasa hocamın bu kadar yayını yapması zordur. Her ziyaret ve sohbetlerden büyük zevk aldığımı, ve daima bir şeyler öğrendiğimi burada belirtiyorum. Yazları Bodrum Turgut Reis'teki yazlıklarında ve kışları Konya'da geçiren değerli hocam ve değerli eşleri Sevim Hanıma sağlıklı yaşam diliyorum.

(MERHABA GAZETESİ – 02.05.2007)

(Konya Liselilerin Korukent toplantısında bulunan yazı 15.02.2007 günü Hocam için yapılmış 85. yaş ödül töreninin ardından Merhaba Gazetesi Akademik Sayfalar özel sayısında yayınlanmıştır. Sayfa Sayın Mehmet Ali Uz tarafımdan düzenlenmiştir.

1 ELLİLİ YILLARIN KONYA LİSESİ ÖĞRETMENLERİ Mehmet BİLDİRİCİ

1955, 1956, 1957 Konya Lisesi mezunları 25-26-27 Mayıs 2007 Cuma-Cumartesi-Pazar günleri Konya’da bir arada olacak ve mezuniyetlerinin 50. yılını coşku içinde kutlayacaklardır. Bizler, Konya Lisesi kimliğini hiçbir zaman unutmadık, çünkü bu yuvada iyi bir öğrenim gördüğümüze, sevgili öğretmenlerimizin bizleri iyi yetiştirdiğine inanıyoruz. Bu yazımda 1950’li yıllarda bizlere bu kimliği kazandıran öğretmenlerimizi bir bir anacağım. Bunların pek çoğu aramızdan ayrılmışlardır. Onları rahmetle anıyor, mezarlarına ışık dolsun diyorum. Peki bu sevgili öğretmenlerimiz kimlerdir? Önce Müdürlerimiz; Felsefe öğretmeni ve Konya Lisesi Müdürü (1950-1953) Samih Atademir (1906-1969) Edebiyat öğretmeni ve Konya Lisesi Müdürü (1953-1954) İbrahim Cengiz (1914-1981?) Tarih öğretmeni ve Konya Lisesi Müdürü (1959-1974) Nail Gökbudak (1909-1992) Fransızca öğretmeni ve Konya Lisesi Başmuavini (1947-1961) Turgut Kargalık (1915-2000) Türkçe ve Edebiyat öğretmenlerimiz; Gündüz Gürgen (1913-1990), Kemal Or (1924-1987) Raşit Usman (1897-1977) Tarih ve Coğrafya öğretmenlerimiz; Razi Çeviker (1917-1993), Ferruh Senan (1922-1988) Havfi Kendi (1912-1995), Müzeyyen Erensoy (1910-1992) Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji öğretmenlerimiz; Faik Ürel (1902-1963), Ömer Faruk Mesçi (1923-1974), Mustafa Özden (KARAOĞLAN) (1923-1974), Sıdıka Akbaba (1920 - ?), Fahri Ulusoy (1907-1976) Yabancı Dil öğretmenlerimiz; Mustafa Yenisey (Fransızca) (1914-1970 ?), Nihal İlaydın (Fransızca) (1922-2003), Peykan Çeviker (Almanca) (1921-1959) Resim, Müzik, Beden Eğitimi öğretmenlerimiz; Arif Şahap Ökten (1904-1995) (Konya Lisesi Marşımızın bestecisi), Şadiye Akın (1916-2005), Ayten Eğdemir (1925-1961), Sabahattin Şengün (1925-2005), Rahmi Karluk Şimdi de hayatta olan ve emeklilik yaşamını sürdüren değerli öğretmenlerimizden söz edeceğim. Kendilerine sağlıklı bir yaşam diliyorum. Selman ve Nezahat Erdem Konya Lisesi Müdürü (1954-1959) ve Sosyoloji öğretmenimiz. Konusu ile pek çok ders kitabının yazarı olan, Selman Erdem, eşi Fizik öğretmeni Nezahat Hanım ile birlikte İstanbul Kadıköy’de oturmaktadırlar. Çok efendi kişiliği ve görüşleri ile üzerimizde çok derin etkisi olan değerli öğretmenimizle Korukent’te pek çok kez bir araya gelmiş bulunuyoruz. Yaptığım telefon görüşmesinde sağlık sebepleri ile katılamayacaklarını ifade ettiler, ve hepimize selam ve sevgilerini gönderdiler. Değerli Fizik öğretmenimiz Hüseyin Köroğlu, Konya’da yaşamaktadır. Her zaman yanımızda olan ve pek çok eserin yazarı olan Hüseyin Köroğlu, eşi Sevim Hanım ile bu toplantıda aramızda olacaklardır. Fransızca öğretmenimiz Muazzez Kargalık önceleri eşi Müdür Başyardımcısı ve gene Fransızca öğretmeni olan Turgut Kargalık Kargalık ile birlikte hep toplantılarımıza katılmışlardır. Ankara’da oturan sevgili öğretmenimizi bu toplantıda yanımızda görmenin sevincini yaşayacağız. Mezuniyetimizden bu yana görüşemediğimiz Ankara’da yaşayan Edebiyat öğretmenimiz Handan Gürses bu toplantımızda bizimle olacak. Değerli öğretmenimize tekrar kavuşmanın mutluluğunu yaşatacağız. Gene yıllar sonra Tabiiye öğretmenimiz, Felsefe öğretmeni Prof. Selahattin Ertürk’ün eşi Ankara’da yaşayan Nermin Ertürk ile bir arada olacağız. Onu da tekrar görmenin heyecanı içindeyiz.

2 İngilizce öğretmenimiz Mukbil Ertunç eşi Felsefe ve Sosyoloji öğretmenimiz Semahat Ertunç ile İstanbul ve Ankara’da günlerini geçirmektedir. Sevgili hocamız Semahat Hanım’ın rahatsız olduğunu öğrendik, kendisine acil şifalar dileriz. Mukbil Bey’de çok çok arzu ettiği halde gelemeyeceğini söyledi ve hepimize selam ve sevgilerini gönderdi. İstanbul’da yakınlarını kaybettikten sonra yalnız yaşamakta olan Biyoloji öğretmenimiz, sağlık sebebi ile katılamayacağını söyledi tüm arkadaşlara sevgilerini yolladı. İstanbul Fenerbahçe’de yaşamını sürdüren, gençliği de burada geçmiş Resim öğretmenimiz, Nurhayat Evci, Konyalı, Konya Lisesi Mezunu Rıza Evci ile evli olduğundan Konya’nın gelini sayılır. Çok arzu ettiği ve gözünde tüttüğü halde eşinin sağlık sorunlarından gelemeyeceğini ifade etmiş selam ve sevgilerini göndermiştir. En genç öğretmenimiz olan Nurhayat Hanım ile hep Korukent toplantılarında bir arada olmuşuzdur. İzmir’de ise Matematik öğretmenimiz Şükran Gözen ile hep telefonda konuşuyoruz. Sağlık sebepleri ile gelemeyeceğini ifade etti. Bir diğer öğretmenimiz, Beden Eğitimi öğretmeni, Müdür Yardımcısı Sevim Şener ile 2005 yılında Korukent’te bir araya gelmiş idik. Bu defa yaptığım telefon görüşmesinde eşi Necati Bey’in çok rahatsız olduğu için onu bırakamayacağını, daha sonraki toplantılara katılmayı umduğunu söyledi. Bu arada irtibat kuramadığımız öğretmenlerimiz ise İzmir’de yaşayan Edebiyat öğretmeni Azize Karluk ve İstanbul’da yaşayan son yıllarda haber alamadığımız İngilizce öğretmeni Ayten Özer olmaktadır. Öğretmenlerimiz hakkında geniş bilgi ve fotoğraflar, Yaşat Manav ile birlikte aynı zamanda CD ortamında hazırladığımız “Konya Liselilerin Öğretmenleri ile Korukent Buluşmaları” adlı albüm-kitapta bulunmaktadır. Tekrar aramızdan ayrılanlara Tanrı’dan rahmet, aramızda olanlara da sağlıklı ve mutlu yaşam diliyoruz. Elli yıl geçmesine rağmen onları unutmadık diyorum.

(YENİ MERAM – 25.05.2007)

3 KONYA LİSESİ HAKKINDA ÇALIŞMALARIM Mehmet BİLDİRİCİ

Konya Lisesi ve tarihi konusunda çalışmaları başlatan ve konuyu güncelleştirip bizlere sevdiren değerli Fizik öğretmenimiz Hüseyin Köroğlu olmuştur. Özverili bir çalışma ile Lisemizin 100. kuruluş yılı dolayısıyla “Konya Lisesi Tarihi” isimli değerli kitabı yayınlamıştır. Bu sıralar hocam ile yakın ilişki içinde idim. Bu eser beni etkiledi, bende kendi dönemimi, öğretmenlerimi incelemeye 1995 yılında karar verdim. Bu konuda sevgili sınıf arkadaşım İsmail Uğurlu’nun bana destek vaat etmesi beni cesaretlendirdi. Benim çalışmalarım Konya Lisesi’nin tüm tarihi ile ilgili olmayıp kendi dönemime ait bilgilerin derlenmesidir. Tabii bu arada Konya Lisemizin yurt çapında çok tanınmış öğretmenlerini, eski mezunlarını da inceleme kapsamına aldım. Çalışmalarımda ikinci büyük patlama Konya Lisesi arkadaşlarına ve öğretmenlerine canı gönülden sevgi besleyen Yaşat Manav ile yakınlaşmam ve 2003 yılında “Konya Liselilerin Korukent toplantıları” isimli albüm kitabı hazırlamamız oldu. Bunun ise Yaşat Manav’ın 30 yıldan bu yana büyük özveri ile topladığı bilgi ve yazı ve fotoğrafların ortaya çıkmasına, toplantıya katılanların sayısını ve ilgisini artırdığına inanıyorum. Burada sevgili arkadaşımız ve aramızda Türk Lirası üzerine imza atma onurunu (100 TL’ye) taşıyan Yavuz Canevi’nin bu yayını çoğaltması unutulmaz olmuştur. Gene bizden daha önceki dönem mezunu Altan Saysel, hem Konya Liselilerin Ankara’da olan toplantılarını, yazı fotoğraflarla bize göndermiş, ayrıca doğaçlama suretiyle Konya Lisesi’ndeki yatılı hayatını gözlerimizin önüne sermiştir. Kendisi bulunduğumuz toplantılarda fıkraları, anıları ve taklitleri ile bu birlikteliklerimizi unutulmaz kılmıştır. Sonuç olarak 1995 yılından bu yana oniki yıl içindeki çalışmalarımızı bu toplantına sizlerin önüne koyuyoruz. Bunlar 1.) “Konya Liselilerin Öğretmenleri ile birlikte Korukent Buluşmaları” Yaşat Manav ile birlikte ikinci düzenleme olarak hazırladığımız albüm kitap 250 sayfadır. Çoğaltılması YAŞAT A.Ş. tarafından gerçekleştirilmiştir. 2.) “Konya Lisesi’nden Elliyedililer de geçti”. Daha çok 1957 mezunu arkadaşlarımıza ait anıların fotoğrafların bulunduğu bu albüm kitaba 12 yıl önce İsmail Uğurlu ile birlikte başlamış idik. Toplantı öncesi son şekli verilmiş ve BOTİM A.Ş. tarafından çoğaltılmıştır. 130 sayfadır. 3.) “Konya İdadisi-Sultanisi- Lisesi’nin Mezunları, Eski Öğretmenleri Toplantı öncesi tarafımdan hazırlanmış ve bir örnek toplantıda sunulacaktır. 4.) “Konya Lisesi Yazılar” Konya basınında Lisemiz ile ilgili gazete yazıları Toplantı öncesi tarafımdan hazırlanmış ve bir örnek toplantıda sunulacaktır. Bu çalışmalar CD ortamında hazırlanmış olup her an bilgisayarda izleme olanağı ve çoğaltılma imkanı bulunmaktadır. Bu çalışmaların yapacağımız toplantıda önünüze konulmasında çok büyük katkıları olan arkadaşlarım Yaşat Manav ve İsmail Uğurlu’ya sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Toplantıda örnek olarak sunulan yayınlar Lisemizin yetkili kurumuna sunulacaktır. Buradan çoğaltılmış veya CD’si temin edilebilecektir. Böyle yayınların diğer dönemlerce de hazırlanıp Lisemizin tarihine katkı yapması dileğiyle.

(YENİ MERAM 26.05.2007)

4 TARİHİ SORGULAYAN BİR TURİST GÖZÜ İLE ÜRDÜN Mehmet BİLDİRİCİ

01-09 Nisan 2007 tarihleri arasında Ürdün’de gerçekleşen Uluslararası “CURA AQUARUM in PETRA” isimli konferansa katıldım. Konferansın konusu “Antik Çağda Su Mühendisliği” idi, ismine yakışır bir antik kent olan Perta’da yapıldı. 1991 yılından bu yana amatör ama sıkı bir disiplin içinde takip ettiğim bu konuda benim katıldığım bu seri konferanslardan üçüncü toplantıdır. Daha önce 2004 yılına Efes’te, 2001 yılında ise İsrail’de yapılmıştı. Toplantıya katılan yaklaşık 100 kişiden 70’i Almanya’dan 30’u diğer ülkelerden idi. Türkiye’den katılan tek kişi ben idim. Toplantının düzenleyicisi 1994 yılından bu yana tanışık olduğum ve diyalogumu sürdürdüğüm Prof. Dr. Henning Fhalbusch idi. Toplantıya katılan yaklaşık 15 civarında ağırlıklı olarak inşaat ve hidrolik hocası vardı. Toplantıda ağırlıklı olarak tarihi su yapıları ve bununla ilgili yerler gezildi. Benim için çok yararlı olduğunu söyleyebilirim. Ben burada geziyi bir başka gözle inceleyeceğim. Bildiğimiz gibi, Ürdün daha önce yaklaşık 400 yıl Osmanlı yönetiminde kalmış bir ülke, bu dönemden neler geliyor, ülkenin görünüşü nasıl gördüğüm kadarıyla açıklamaya çalışacağım. Tabii bu bir turist gözlüğü ile olacaktır. Ürdün Arap ülkeleri arasında yaşam yönünden oldukça liberal bir ülke, giyim yasakları yok. Kadınlar ve kızlar arasında az olmakla birlikte modern kıyafetliler var, büyük çoğunluk modern giyimli başı örtülü, bir kısmı geleneksel kıyafetli. Erkekler ceket pantolonlu, yaşlılar ise geleneksel kıyafet içindeler. Her yerde genç Kral Abdullah’ın resimleri asılı, bazısı modern bazısı geleneksel Arap kıyafeti ile, az da olsa modern kraliçe Raina’ın resimlerine rastlanıyor. Kral annesine benzemiş sarışın bir Avrupalı tipinde, ama kralın Ürdün’de sevildiği izlenimini edindim. Osmanlı dönemi yönetim merkezi As Salt imiş, Amman’a yakınmış, Amman sonradan başkent olmuş, hakikaten taş kaplamalı güzel binalarla dolu, yollar geniş, imar planına göre yapılmış olarak algıladım. As Salt’da son dönem Osmanlı yapıları ve yönetici ve zenginlerin evleri varmış. Ama oraya gitmedik. Amman’dan Petra antik kentine kutsal kitaplarda Kral Yolu olarak bahsedilen Roma İmparatoru Trajan (106-117) tarafından açılan yoldan gittik. Orta doğuyu Arabistan ve Mısır’a bağlayan ana yol. İslam Orduları Bizans içine bu yoldan girmiş, Al Mezar adlı bir yerde ilk İslam orduları burada kılıçtan geçirilmiş (tarihlerimizde yenilgiler yazılmadığından ilk duyduğumda inanamadım) ve onların anısına büyük bir cami yaptırılmış. Dönüşte Amman’ı Akabe Körfezi’ne bağlayan ana modern çöl yolundan döndük. Yolda Osmanlı döneminde yapılmış Hicaz demiryolu yolunda tren katarları yoluna devam ediyordu. İlgi ile seyrettim. Petra kenti kayalık bir kanyon içinde, Nabatean Krallığı’nın başkenti. Nabetean kralları, Arapların ataları, ancak Arapların Bedevi yaşamına karşı kent yaşamını seçmiş, yarı doğulu, yarı batılı bir yaşam tarzını seçmiş, tiyatrolar, saraylar yaptırmış, çevre çok kurak olduğu için su yapılarına ve sarnıçlara çok önem verilmiş. Ürdün’de kutsal kitaplarda sözü edilen pek çok kutsal yerler bulunmaktadır. Bunlardan biri de Jebel Harun (Harun Dağı). Çok kutsal kabul edilen dağın zirvesinde Harun Peygamberin (Musa’nın kardeşi Aaron) mezarı çok önemli bir ziyaret merkezi. Gezinin son bölümünde Amman’ın kuzeyi gezildi. Jarash yada GERASA antik kentini gezdik. Kum altında kaldığından çok iyi korunmuş, olduğu gibi gelen dünyada nadir Roma kentlerinden biri. Roma’nın ihtişamı göz dolduruyor. Bu kent ve çevresine ise Osmanlı İmparatorluğu’na Kafkasya’dan göç eden Çerkez ve diğer Kafkas kavimleri yerleştirilmiş. Son olarak Ürdün-İsrail-Suriye sınırlarının kesiştiği hakim bir tepede olan Um Qais (GADARA) antik kenti gezildi. Hava açıktı, doğal ve siyasi görünüş muhteşemdi. Gadara’da İsa peygamberin ilk defa “Allah’ın Krallığı’ndan burada söz ettiğine inanılmaktadır”. Hemen karşımız Suriye’ye ait iken şimdi İsrail elinde olan GOLAN Tepeleri, bomboş, hiç yerleşim görünmüyor. Hemen altımız sınır olan Yortan nehri, bu nehir İsa’nın vaftiz olduğu ve ülkeye ismini veren Ürdün (Jordan) 5 nehrine ulaşıyor. Hemen batımızda İsrail’e ait Tiberias Gölü ve uzaktan Tiberias kenti. Kent Roma İmparatoru Tiberius (14-37) adına kurulmuş. Son akşam bizi Kralın yakın akrabası Memduh Bisharat bahçeli evinde bizi misafir etti. Verdiği kartta “Duke of Mukheibeh” olarak görülüyordu. Ben İstanbul’dan katıldığımı söyleyince benimle ilgilendi ve Ressam Fahrünnisa Zeyd ile yakın akraba olduğunu ifade etti. Ben de mensup olduğu Şakir Paşa ailesinin Türkiye’de çok tanınmış olduğunu ifade ettim. Kendisi ve zarif eşi çok güzel İngilizce konuşuyordu. Özellikle Hanımı tek tek masaları ziyaret etti. Ben de bunun “Halil İbrahim Sofrası” olduğunu belirttim. Ev ise Ürdün sınırına yaklaşık 100 m uzaklıkta idi. Ziyafet evinin havuzu olan muhteşem bahçede idi. Konya usulü kuzu tandır, salatalar, meyveler vardı. İçki serbest idi. Havuza doğal bir kaynaktan sıcak su geliyordu. Almanların çoğu günün yorgunluğunu bu sıcak sulu havuzda attı. Gece geç saatlere kadar süren bu özel muhteşem ziyafetle gezi son buldu.

Kayalık bir kanyon içinden Petra’ya gidiliyor.. Sanat eseri gibi işlenmiş kayalar birbirine değiyor

6

Petra kentinde kayaya oyma bir yapı Petra kenti “Dünyanın Sekizinci Harikası” na ady

7

Memduk Bisharat ve eşi bizleri karşılıyor

Memduh Bisharat’ın bahçesi (YENİ MERAM – 01.06.2007)

8 KONYA LİSESİ ÖĞRENCİSİ DR. HAKKI ONUL'UN ANILARI (1909) Mehmet BİLDİRİCİ

Bilindiği gibi anılar, geçmişe ışık tuttuğu için çok önemlidir. Bu yazıda, Konya Lisesi’nin ulaşabildiğimiz en eski öğrencilerinden Dr. Hakkı Onul’un elimize ulaşan anılarına yer verilecektir. Dr. Hakkı Onul Konya Lisesi günleri ile şunları anlatmıştır. “Ben Seydişehir'de 1909 yılında doğdum ve altı sınıflı “Seydişehir Rüştiyesi”ni (dönemin orta okulu) bitirdim. 1922 yılında, Konya Lisesi birinci sınıfına yatılı öğrenci olarak girdim. O tarihlerde paralı yatılı öğrencilerden 3 taksitle 90 TL alırlardı. Binanın orta katındaki (o dönemdeki Lise, bugünkü Karma Ortaokul binasında bulunuyordu) yatakhanede kalırdık. Lise öğrencileri yanında orta kısım öğrencileri de vardı. Yatakhane yeterli olmadığından öğrencilerin bir kesimi akşamları Fenni Fırın’ın karşısında (İstanbul caddesi) kiralanan binaya giderlerdi. Bu bina sonraları “Doğumevi” olarak kullanılmıştır. Muzaffer Vanlı (Mimar), Hadimli Baki, Malatyalı İbrahim, Şair Mucip, bugün hatırladıklarım sınıf arkadaşlarım. Lise birinci sınıfta, unutamayacağım bir olay meydana geldi. Not tartışması yüzünden Avanoslu bir arkadaş, Müdür Yardımcısı Tahsin Beye okulda tabanca ile ateş etti, yaralanan hoca, hastaneye kaldırıldı, iyileşip görevine geri döndü. İkinci unutamayacağım olay, Coğrafya öğretmeni Nejat Beyin kar topundan ölmesi idi. Nejat Bey öğretmen evlerinde oturuyordu. Uzun boylu, görkemli bir kişi idi. Öğrenci iken yaz tatili başlayınca, Çayırbağı köyünde 15 gün kampa gidilirdi. Tüm lise sınıfları katılırdı. Lisede Beden Eğitimi dersi de vardı. Beden Eğitimi öğretmeni Süreyya Bey’di. Okulun bahçesinde beden eğitimi hareketleri yapar, futbol oynardık, Ben futbol takımının kalecisi idim. Öğretmen Okulu, Sanat Okulu ile kıran kırana maçlarımız olurdu. O yıllarda çok az ders kitabı vardı, derslerde not tutardık. Hatırladığım kitaplar, Ruhiyat, Mantık, Lüplüp (Arapça), Kimya, Arziyat, Hendese idi. Yatılı olarak haftada bir gün izinli çıkar, akşam geri dönerdik. Bahçede “Yemekhane” vardı. Yemeklerimizi orada yerdik, genelde bakliyat yemekleri oluşturur, haftada bir gün tulumba tatlısı verilirdi” Dr. Hakkı Onul, 1928 yılında Konya Lisesi’ni bitirir, İstanbul Tıp Fakültesine kaydolur ve 1935 yılında mezun olur. Ağrı, Kars, Sivas, memleketi Seydişehir’de (1944-1952) görev yaptıktan sonra, Konya Sağlık Müdürü olarak atanır, (1965-1974) ve buradan emekli olur: Emeklilik yaşamını Konya’da sürdürür, Konya Lisesi toplantılarına en yaşlı mezun olarak katılır. Bir kıyaslama yaparsak nereden nereye gelmişiz, nerelere gideceğiz ?? E mail:[email protected]

(YENİ MERAM – 02.06.2007)

9 LYSTRA KENTİ Mehmet BİLDİRİCİ

Lystra kentinin (Listra okunur) Konya'nın güneyinde Hatunsaray beldesinin 1.5 km batısında bulunan Zoldera höyüğü üzerinde kalıntıları bulunmaktadır. Kentin, Konya'ya uzaklığı 34 km dir. Kentin Hıristiyanlığın kuruluşunda çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Lystra ortaya çıkarıldığında pek çok Avrupalının buraya düzenlenecek inanç turlarına katılması olağandır. Çünkü Hıristiyanlığın kurucularından Aziz Paul ilk vaizlerini burada vermiş ve kendisinin en yakını, ömrünü onun izinde tüketmiş Aziz Timoteus Lystra kenti vatandaşıdır. Lystra, yaklaşık M.Ö. 6 yıllarında ilk Roma İmparatoru Augustus'un emri ile askeri bir koloni olarak kurulmuştur. Daha öncesi var ise kazılar sonucu ortaya çıkacaktır. Anadolu her ne kadar M.Ö. 133 yılında Roma yönetimine girmişse de bu bölgede, Roma henüz bir disiplin sağlayamamıştır. Bölgede; Seydişehir civarında yaşayan Homonad'lar, Beyşehir civarında Orendeisler, Konya civarında Likaonyalılar, Bozkır çevresinde İsauralılar yaşamaktadır. Bunlar bölgemizin dili geleneği olan yerli halklarıdır. Bu halklar dil kültür ve yaşam biçimleri bakımından Romalı’lardan çok farklı olduklarından ve daha aşağı bir kültür düzeyinde bulunduklarından Roma ile çatışmışlar, Roma egemenliğini kabul etmek istememişlerdir. Zamanla Lystra'da kurulan askeri koloni bölgede düzeni sağlamıştır. Tarsus doğumlu Aziz Paul, Barhabas ile ilk defa yaklaşık 47 yılında Anadolu'ya geçmiş, Antioch'dan (Isparta-Yalvaç), Konya'ya oradan da Lystra'ya gelmiştir. Burada bulunan Zeus Tapınağı’nın rahibi kendilerini karşılamış, Aziz Paul’ün bakışları ile felçli bir hastayı iyi etmesi üzerine, onların Zeus ve Hermes olduğu sanılmıştır. Halk yerel dilleri olan LİKAONCA ile "Tanrılar aramızda" diye bağırmışlar hemen kurban kesmek istemişlerdir. Aziz Paul güçlükle duruma mani olmuş kendilerinin de insan olduğunu Tanrı’nın emirlerine girmelerini ve putlara tapmamalarını söylemiştir. Bunlar ilk Hıristiyanların kutsal metinlerinde geçen ve onlar tarafından inanılan olaylardır. Burada çok ilginç olan yörede konuşulmuş LİKAONCA dilinden söz edilmektedir. Ancak bu dil hakkında başkaca da şimdilik bilgi bulunmamaktadır. Aziz Paul Lystra'ya ikinci defa gelmiş ve Lystra'lı Timetheus kendisine katılmıştır. Daha sonra Roma yönetimi duruma hakim olmuş, Hıristiyanlığın izleri izlenemez duruma gelmiştir. Hıristiyanlığın kabulü ile 381 yılında İstanbul'da ve 451 yılında Kadıköy'de (Kalkedon) toplanan dini meclislerde Lystra kentini temsil eden rahipler bulunmuştur. 11. yüzyılın ilk yarısında Malazgirt zaferi öncesi Patrik Alexios Studites (1025-1043) ismi bilinmeyen bir Lystra'lı rahipten "Haretiker Eleutheros" ismi verilen bir tarikat mensuplarının dinden uzaklaştıkları belirtilmiş ve dini kurullara uymaya davet edilmesi istenmiştir. Bu konu çok ilginçtir. Benzer sapmalar daha önce Konya Ladik'de de (Laodiceia) görülmüştür. Anadolu'nun eski kültürlerinin etkisi ile istenmeyen tarikatlar ortaya çıkmıştır. Ancak buradaki tarikatın ne gibi söylemleri olduğu konusunda bilgiler yoktur. Bu olay Anadolu'nun fethi öncesi artık başkent İstanbul’un duruma tam hakim olamadığını ve halkın arayış içinde bulunduğunu da göstermektedir. 12. yüzyıl kayıtlarında ismi hala görülmektedir. Doğruluğu tam belirlenememiş bir kaynağa göre Timurlenk'in yöremizi Osmanlı devletinden fethedip Karamanoğlu Beyliği’ni tekrar ihya ettiği 1402'li yıllarda Konya, Derbe ve Lystra'nın önemli derecede zarar gördüğü belirtilmektedir. (Ref.1) Kanuni Sultan Süleyman dönemi kayıtlarında ise Lystra ismi geçmemekte, Zoldera ismi görülmektedir. Hatunsaray'ın yaklaşık 150-200 önce yeniden kurulduğu, Lystra kentinin pek çok taşlarının evlerde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bir Hatun'un sarayı, bu olsa olsa eskiden kalma bir yapıya istinaden verildiği düşünülebilir. Ancak Hatun Kimdir? bilinmemektedir. Geçen yüzyıldan itibaren Avrupalı araştırmacılar tarafından, kayıtlarda geçen çok önemli olan ve yeri bilinmeyen Lystra'nın yeri aranmaya başlamıştır. Önceleri isim benzerliğinden

10 İlisıra (Karaman-Yollarbaşı, Ilistra) ve 14 km batısında yer alan Glisıra'da olduğu sanılmıştır. Ancak 1885 yılında Amerikalı Araştırmacı Sterret Zoldera höyüğünde bulduğu bir taşta kentin ismini belirlemiştir. Latince dilinde yazılmış ve halen Konya Arkeoloji Müzesinde bulunan taştaki yazının Türkçe'si şöyledir. "Mutlu Lystra kolonisi onbaşısının emri ile kutsal Augustus'a bir çift kurban kestiler" Burada ismi geçen İmparator Augustus (M.Ö.27-M.S.14) ilk Roma imparatoru ve askeri koloninin kurucusudur. Bu yazıt ayrıca yöremizde Roma döneminden gelen en eski yazılı belge olmaktadır. Lystra kenti çok önemli merkezdir. Çevresinde bulunan Glisıra (Gökyurt), Detse (Yeşildere), Girvat (Kayadibi), Kavak, Eksile (Çatören), Botsa (Güneydere) köyleri bu kentin uzantısıdır. Kent hakkında pek çok Grekçe ve Latince kitabeler tespit edilmiştir. Kent höyüğü üzerinde kazı yapıldığında çok önemli bir kentin ortaya çıkacağı inancındayım. Üstelik bu kazılara pek çok yabancı bilim kuruluşlarının katkı yapacağı açıktır, kazı niçin beklediğimizi şahsen ben anlayabilmiş değilim……. Mail: [email protected] REFERANS 1.Belke Klaus Tabula İmperini Byzantini s.200 2.Bible, Resüllerin İşleri 3.Monumenta Asia Minor Antiqua Vol.VIII

11

Lystra ile ilgili Paris Louvre Museum’da halı tablo

(YENİ MERAM 04.06.2007)

12 2007 YILI YAZILARI

YENİ MERAM OKUYUCULARINA MERHABA Mehmet BİLDİRİCİ

Halen İstanbul’da yaşıyorum. Bir Araştırmacı olarak Konya’nın tarihi, kültürü, yakın dönem ve anıları daima gündemimim ilk sırasında olmaktadır. Bu konuda yazdığım yazıların büyük kısmı YENİ MERAM da yayınlanmıştır. Ayrıca Konya Lisesi ile yaptığımız etkinlikler bolca fotoğraflarla bu gazetede haber haline getirilmiştir. Ancak bu bir tesadüf de değildir. Zira Gazetenin sahibi Mustafa BAHÇIVAN benim Konya Lisesi’nden sınıf arkadaşımdır. Kendisi daima bu konuda bana ve arkadaşlarına destek olmuştur. Bir kere daha buradan teşekkür ediyorum. Benzer şekilde Konya’nın tarihi ve kültürü konularında yazılarıma devam etmek istiyorum.

Mustafa Bahçıvan ve Mehmet Bildirici

Yeni Meram’ı yeniden okuma fırsatını yakaladığımda yazı kadrosu zenginleştiğini, yayın kalitesinin daha da yükseldiğini gördüm. Henüz tanışamadığım çok değerli yazar kadrosu olduğunu gördüm. Tabii bu arada çok eskiden beri yazılarını hem burada ve hem de ÇAĞRI dergisinde okuduğum ağabeyim ALİ RİDVAN BÜLBÜL’ün yeri de bir farklı idi. 25-27 Mayıs 2007 tarihlerinde Konya’da 56 ve 57 mezunları birlikte Konya Lisesi’nden mezuniyetimizin 50. yılını kutladık. Bir arada yemek yedik, Lise’de sınıfları doldurduk. Antik yerler olan Çatalhöyük, Lystra ve Gilisıra’yı gezdik. Tüm bu etkinliklerde YENİ MERAM haberleri ve makaleleri ile daima destek oldu. Bu etkinliklerde yaşadığım bir olay YENİ MERAM’ın temellerinin kurucusu Rahmetli AHMET BAHÇIVAN tarafından ne kadar sağlam atıldığı izlenimini edindim. Konya Lisesi etkinliklerinde bizimle birlikte 5 öğretmenimizle birlikte olduk. Bunlardan biri de 1952-1954 yıllarında Tabiat Bilgisi öğretmenimiz, Felsefe öğretmeni Selahattin Ertürk’ün eşi Nermin Ertürk idi. Nermin Hanım ile yıllar sonu ilk defa birlikte oluyorduk. Nermin Hanım Yeni Meram’da 25.05.2007 günkü gazetede Konya Lisesi öğretmenleri ile ilgili makalem içinde kendi ve eşinin isimlerini görünce çok mutlu oldu ve çok ilginç bir açıklamada bulundu. -Biliyor musun? Ben 1954 yılında Amerika’ya gittiğimde YENİ MERAM’ın Amerika muhabiri idim. Mustafa Bahçıvan’ın o dönemde ortaokul öğrencisi olarak bilemediği bu açıklama Rahmetli Ahmet Bahçıvan’ın YENİ MERAM’ı ne kadar sağlam temellere oturttuğunu göstermiyor mu?

(YENİ MERAM – 13.07.2007)

1 KONYA DEVLET MÜHENDİSLİK MİMARLIK AKADAMİSİNİN İLK TOPLANTISI ve AÇILIŞI MEHMET BİLDİRİCİ

Bu yazımda Halen Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi içinde yer almış bulunan Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nin açılışına değineceğim. Konya Devlet Mühendislik, Mimarlık Akademisi’nin açılışı için dönemin Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Orhan Oğuz Konya’ya gelmiş ve orada Konya’nın etkili kurumları ile birlikte bir toplantı yapılmış ve bu işin oluşması için destek istenmiştir. Aşağıdaki fotoğrafta bu çok önemli olan toplantıya katılanlar bulunmaktadır. Bu toplantıda kalınan mutabakat ile Milli Eğitim Bakanı Orhan Oğuz ile bir protokol yapılmıştır. Yapılan protokol ile okulun binası ve ihtiyaçları, ders ücretleri kurulan bir dernekle yönetilecektir. Koruma Derneği Başkanlığına Konya Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk seçilmiştir. Ayrıca, Yılmaz Eskiil, Genel Müdürlük Şube başkanı Şerafettin Koca, Milli Eğitim Müdürü Vahit Yılmaz, Müdür Yardımcısı Kemal Alptekin, Yüksek Mühendis Mimar Ali Cenap Özkaşıkçı, Yüksek Mühendis Mimar Yüksel Sevilir, İnşaat Yüksek Mühendis Faik Sevilir ve Yüksek İnşaat Mühendisi MEHMET BİLDİRİCİ’den oluşan bir komisyon tarafından okulun açılışı gerçekleştirilmiştir. Akademinin binası, ısıtılması, dışarıdan gelen hocaların maaş ve ücretleri Koruma Derneği’nin katkıları ile sağlanıyordu. Akademinin öğretim yaptığı bina ise Gazi Lisesi arkasında bulunan ve bugün "Konya Yetiştirme Yurdu" olarak hizmet gören iki katlı yapı idi. Binanın geniş bir bahçesi vardı. Küçük olmasına karşın eğitim için uygun bir tesis idi. 1970 yılında öğrenime açılan okulun ilk Başkanlığına Yılmaz Eskiil tayin edildi. Ben o tarihte önceden planlanan bir gezi dolayısıyla Almanya’da olduğumdan açılışta bulunamadım. Ben Akademi’de Yapı Malzemesi ve Mimarlık Bölümü’nde Yapı Statiği derslerini yürüttüm. Yapı Malzemesi dersine seçilmemim ilginç bir anısı bulunmaktadır. Yukarıda bahsettiğim Almanya gezisinden dönünce Sayın Ali Cenap Özkaşıkçı tarafından ders programına Yapı Malzemesi için benim ismim yazılmıştı. Ama ben önce hiç bunu düşünmemiştim. Yarın iki saat dersin var dedi, hemen ders kitaplarımı karıştırdım. Kireç ile ilgili notlarımı buldum, onu alel acele okudum, ertesi günü inşaat bölümü öğrencilerine ilk dersimi verdim. İlginçtir ki bu dersi çok sevdim, 1982 yılında ayrılmadan önce bir “Yapı Malzemesi Ders Notları” isimli kitabı hazırladım. Selçuk Üniversitesi yayınları arasında yayınlandı. Aşağıda ise Akademi ile ilgili ilk toplantı fotoğrafı bulunmaktadır.

2

KONYA MÜHENDİSLİK MİMARLIK AKADEMİSİ İÇİN İLK TOPLANTI Oturanlar soldan: 1. Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Orhan Oğuz- 2.Konya Valisi- 4.Kazım Kahvecioğlu - 5. Eski Konya MV Muhittin Güzelkılınç Ayakta orta sıra: 1.Y.Müh.Mim. Yüksel Sevilir- 4.Y.İnş.Müh Fahri Özparlak- 5. Mehmet Önder - 8. Y.Müh.Mim Ali Cenap Özkaşıkçı (gözlüklü, yüzünün bir kısmı gözüküyor) - 10. Bayındırlık Müdürü Nurettin Geçgin (sadece başı görülüyor) -11 Y.Müh.Mimar Ünal Bugatur- 12. Y.Müh.Mim Ersin Üner- 13. Har.Müh Şahin Akdeniz- 14. Milli Eğitim Müdürü Vahit Yılmaz(gözlüklü)- 16. Y.İnş.Müh Faik Sevilir Üst sıra: 1. Y.İnş.Müh Mehmet Bildirici--2.Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk- 3. İnş.Y.Müh Ulvi Şenol - 4. Mimar Lütfi Bayram - İnş.Müh Oğuz Tütüncü

(YENİ MERAM – 14.07.2007)

3 KONYA'DA HARİTA VE MAKİNE BÖLÜMLERİNİN AÇILIŞI 30. KURULUŞ YILININ KUTLANMASI Mehmet BİLDİRİCİ

Bu yazımda Halen Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi içinde yer almış bulunan Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nde Makine ve Harita Bölümlerinin açılışında geçen benim de içinde bulunduğum olayları ve yaşanan heyecanı aktarmaya çalışacağım. Konya Mimarlık ve Mühendislik Akademisi 1970 yılında açılmış, 1973 Şubat ayına kadar sadece Mimarlık ve İnşaat bölümleri bulunuyordu. Akademinin açılışı Konya'da gerçekten heyecan yarattı ve çok olumlu karşılandı. Milli Eğitim Bakanlığının katkısı çok sınırlı idi. Akademinin binası, ısıtılması, dışarıdan gelen hocaların maaş ve ücretleri Koruma Derneği’nin katkıları ile sağlanıyordu. Akademinin öğretim yaptığı bina ise Gazi Lisesi arkasında bulunan ve bugün "Konya Yetiştirme Yurdu" olarak hizmet gören iki katlı yapı idi. Binanın geniş bir bahçesi vardı. Küçük olmasına karşın eğitim için uygun bir tesis idi. Konya'daki Akademi’yi canlandıran dernek ve bu derneğe destek sağlayan Konya Ticaret Odası, Özel İdare… vs gibi kuruluşlar, tabii en başta politikacılar Akademi’nin genişletilmesi yeni bölümler açılması ve bunların ileride oluşacak "Selçuk Üniversitesi'nin temel taşlarını oluşturulması isteniyordu. Gerçekten o yıllarda bir üniversite için Konya'da büyük arzu ve istek bulunuyordu. Bu çabalar sonucu dernek ve onu destekleyen siyasiler ve kurumların etkisi ile 1973 Şubat ayı içinde, Akademi Yönetim Kurulu önüne yarım sayfadan ibaret Konya Akademisi'ne ek olarak Harita ve Makine bölümlerinin açılışına izin veren bir yazı geldi. Bu yazıda alınacak öğrenci sayısı bile belirtilmiyordu. O dönemde Koruma Derneği’nin başında Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Kulluk, yönetim kurulunda Sayın eski Belediye Başkanlarından Sıtkı Bilgin, daha sonra milletvekili olan Avukat Haydar Koyuncu olduğunu biliyorum. Muhasip üye olarak da yakın temas halinde olduğumuz Rahmetli Halis Bağrıaçık yer alıyordu. Kendisi ile kısmen farklı sosyal görüşte olmamıza rağmen vefatına kadar yakın dostluğumuz devam etti. Akademinin yönetim kurulunda ise yasal hakkı olan Akademi Başkanı Yılmaz Eskiil ve kadrolu öğretim görevlisi olarak ben (Mehmet Bildirici) bulunuyordum. Çünkü ben dışarıda serbest çalışmama karşı Akademi'de Bakanlıkça atanmış başkandan sonraki ilk öğretim görevlisi idim. Mimarlık Bölümü Başkanı Dr. Necati Şen, İnşaat Bölümü Başkanı olarak Rahmetli Ali Umucalılar, görevlendirilmişti, ancak maaş ve yollukları Dernek tarafından karşılanıyordu. Yine Dernek, yeni açılacak Makine Bölümü için Kurucu Başkan olarak Haşim Bildirici'yi, Harita Bölümü için de Uçman Ayata'yı görevlendirmiş idi. Dernek ve Akademi Yönetim Kurulu uyum içinde 1973 Şubat ayında yeni açılacak bölümler için bir ön kayıt açtı. Alınacak öğrencinin çok sınırlı olması sebebiyle bu süre iki gün olarak belirlendi. Kayıt Pazartesi 9.00 da başlayacak ve Salı saat 17.00 de bitecek, tabii bu arada açılacak bölümlerin bina ve öğretim elemanı gereksinmesi için 3.000 TL’lik bir bağışı da öngörüyordu. Çok büyük bir öğrenci talebi ile karşılaştık. Salı günü saat 17.00 de kayıt kapanması gerekirken kuyrukta insanlar vardı, onlarında kaydı yapılmalıydı. Kuyruktaki kişilerin gece 22.00 de kayıtları tamamlandı. Sanıyorum 4.000’e yakın başvuru vardı. Ne yapacağımızı şaşırdık. Bu arada sevgili Halis Bağrıaçık'tan kaynaklanan, okulu Konyalının kendi imkanları ile açıyoruz, kendi çocuklarımızı kaydedelim, Konyalı olmayanları almayalım gibi, biz Akademi görevlilerinin tasvip etmediği söylenceler yayılıyordu. Gerçekten Halis Bağrıaçık'ın iki oğlu okula adaydı. Ancak birinin oldukça iyi bir puanı, diğer oğlunun çok düşük bir puanı vardı. Bütün Konya virgülüne kadar onun puanını ezbere biliyordu.

4 Kayıt başladığı Pazartesi günü akşamı Konya Belediyesi Meclis üyeleri, biz öğretim elemanları, gündemsiz olarak şimdi İş Bankası’na ait binada Sayın Belediye Başkanı Yılmaz Kulluk'un başkanlığında toplandık. Büyük bir şaşkınlık vardı. Neye göre nasıl kayıt yapacaktık. İmkanlar ne idi, ne kadar öğrenci alacaktık, sabaha kadar tartışıldı. Sabah saatlerine yakın Sayın Haydar Koyuncu'dan biz öğretim elemanlarına sözlü bir teklif geldi. Bakanlık yazısında öğrenci sayısı yoktu. Sayın Koyuncu "değerli hocalarım gelin öğrenci sayısını artıralım Makine ve Harita bölümlerine 100 kişi alalım, Mimarlık ve İnşaat Bölümlerine 50 şer ilave yapalım, biz okulu ortaya koyalım, destek arkadan gelir" diyordu. Sayın Koyuncu tek tek bizlere kulis yaptı. Yukarıda saydığım Akademi kadrosundan kimi şiddetle reddetti, kimi şaşırdı, bu kadar karışık bir durumda bu öneri bana daha yatkın geldi. Uzun tartışma ve görüşmeler sonunda Sayın Haydar Koyuncu'nun önerisi üzerinde karar kılındı. Dernek ve Akademi Yönetim Kurulu gerekli kararları aldılar. Bu kadar öğrenciye Akademi'nin mevcut binası yetersizdi. Cıvıloğlu semtindeki öğretim için uygun olduğunun pek söylenemeyeceği ancak büyük olan bina kiralandı. Bu binada öğretim Kampüse taşınana kadar devam etti. Akademi Cıvıloğlu binasında 28.02.1973 günü Konya Valisi İhsan Tekin'in açılış konuşması ile açıldı. Okul açıldı ama, başta Harita Mühendisleri ve onların yetkili kurullarından büyük bir reaksiyon ile karşılandı. Büyük eleştiriler geldi. Dersleri kim verecekti? Öğrenim nasıl yürüyecekti? Başta Uçman Ayata bundan nasibini alıyordu. Bu arada büyük bir takip ve baskı da basından geldi. Alınan kişiler puanlara göre mi alındı? Kayırma oldu mu? Biz el ve kader birliği ettiğimiz öğretim elemanları Dernek ile iyi ilişkiler içinde yasalardan taviz vermemiş idik. Yapılan işlemler daha sonra incelendi ve tertemiz olduğu tespit edildi. Ben olayların içinde bulunan bir kişi olarak izlenimlerini yazmış bulunuyorum. Bu konuda emeği geçenlerin unutulmamasını ve yaptıkları işlerin takdirini zamana bırakıyorum. Böyle fırtınalar içinde bir çocuk 28.02.1973 tarihinde dünyaya geldi. Bu cılız ve sağlıksız çocuğu 2003 yılında 30 yaşında yakışıklı bir genç olarak görüyoruz. Bu yakışıklı gencin, otuzuncu yaş gününün Harita Bölümü tarafından kutlandığını öğrendim. Kutlama yapanlar o günlerde bölümün açılışına şiddetle karşı gelenler idi. Hem de bu kutlamalarda emeği geçenlerin hiçbiri davet edilmeden yapıldı bu etkinlik !!!!!!

(YENİ MERAM 15.07.2007)

5 KONYA ÇEVRESİ HAKKINDA KİTAP YAZMIŞ HARİTA YAPMIŞ PATRİK KYRILLOS (1750-1821) Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’nın eski tarihi hakkında bilgiler, genellikle yabancı araştırmacı ve gezginlerinin kitaplarından gelmektedir. Eski zamanda Konya’da Rum ve Ermeniler de yaşamıştır. Çevre hakkında bu toplumlardan da inceleme yapan olmuş mudur? Eserleri var mıdır?. Bu yazımızda bunu inceleyeceğiz. Konya’da 1803-1810 yılları arasında Rum Kilisesi’nde görev yapmış Kyrillos bu konuda bilebildiğiz kadarı ile tek kişidir. Kyrillos 1750 yılında Edirne’de doğmuştur. Rahipliği seçmiş, 1803-1810 yılları arasında Konya’da görevli olarak bulunmuştur. Bu dönem zarfında ibadete açık Rum kiliselerinde incelemeler yapmış ve bunu kitap halinde yayınlamıştır. Mevlana’nın misafir edildiği Sille yakınındaki Eflatun Manastırı hakkında bilgiler bu kitaplarda yer almaktadır. Ayrıca Kyrillos, o günün tekniği ile bir de Konya haritası çizmiştir. Kitapları o günün Konya tarihi hakkında farklı bir pencereden bilgiler sunmaktadır. Kyrillos, buradan ayrıldıktan sonra Fener Rum Patrikhanesi’ne Patrik seçilmiş 1813-1818 tarihleri arasında bu görevi sürdürmüştür. Yunanistan’da bağımsızlığa doğru giden ayaklanmaların yaşandığı karışık bir dönemdir. Padişahla anlaşamamış Patriklikten ayrılmış, memleketi Edirne’ye çekilmiş ve 1821 yılında orada vefat etmiştir. Türkçe kaynaklarda bulunmayan bu bilgiler Rum Patrikhanesi’nin zengin kitaplığından çıkarılmıştır. Bu konuda burada görevli Tanas Korakas bana yardımcı olmuş, Grekçe olan kitaplardan bu bilgileri bulmuş ve Türkçe özetini vermiştir. Burada kendisine teşekkür ederim. Bu inceleme sırasında bir kanıya daha varmış bulunuyorum. Anadolu’daki azınlık eserleri konusunda sadece son dönemlere ait bilgiler bulunmaktadır. Daha önceki yapılar kiliseler konusunda yeterli bilgi bulunmamakta bunlar hakkında sadece arkeolojik kazı ve çıkan yazıtlarla bilgi sahibi olunabileceğidir. Patrik Kyrillos’un Konya ile ilgili iki kitabı bulunmaktadır. -Perikrafi tis Arhisatrapios IKONIO İstanbul 1815 - Pinos tis Arhisatrapios IKONIO Viyana 1812 Bu çevre için çok değerli kitapların sadece Atina’da “Küçük Asya Araştırmaları Merkezi”nde bulunduğunu öğrenmiş bulunuyorum. Kyrillos’un diğer çok değerli bir eseri de aşağıda görülen Konya Haritası’dır. Çok değerli tarihi bir belgedir. Ancak bugünkü haritalarla karşılaştırmak mümkün değildir. Zira ölçek ve yönlendirmeler farklıdır. Harita incelendiğinde Beyşehir ve Seydişehir ve göllerinin Konya’nın doğusunda olduğu görülecektir. Harita yapımında önemli merkezler bağımsız olarak incelenmiş ve bunlar sonradan birbirine eklenmiştir. Böylece yönlendirme ve öteleme hataları bulunmaktadır. Ayrıca haritayı yapan teknik bir kişi değil bir rahiptir. Sonuçta teknik olarak bugün yararlanma olanağı yoktur, ama çok önemli tarihi bir belgedir. Kentlerin o günkü yoğunluğu o günkü isimleri hakkında çok önemli bilgiler gelmektedir.

6

Kyrillos tarafından 1812’lerde çizilmiş Konya ve çevresi haritası

7

Kyrillos’un hayatını anlatan bölüm

(YENİ MERAM – 16.07.2007)

8 KONYA’DA ERMENİ AZINLIK OKULLARI Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’da Rum ve Ermeni azınlıkların kilise yönetiminde okulları vardı. Osmanlı Hükümeti zaman bunlar hakkında Patrikhanelerden rapor isterdi. Bu okullar hakkında yıllıklarda da bilgiler bulunmaktadır. İstanbul 1903 yılında Ermenice olarak H. Madteosyan matbaasında basılmış bir rapora ulaşmış bulunuyorum. VICAGOTZUYTZ isimli Taşra Ermeni okulları hakkındaki 2 cilt rapor 1901-1902 yılı itibariyle, Konya ve çevresindeki okul ve öğrenci sayıları hakkında bilgi vermektedir. Ermenice olan rapor içindeki bilgiler AGOS Gazetesi Editörü dostum Sarkis Seropyan tarafından özetlenmiştir. Konya ve çevresi konusunda önüne bilgiler geldiğinde bana ulaştırmakta ve birlikte değerlendirmekteyiz. Kendisine bu konuda teşekkür borçluyum. Okullar İzmir, Konya, Kayseri gibi büyük illerdeki dini önderler tarafından yönetilmektedir. Raporlarda okulun öğretmenleri ve yerleri konusunda bilgi yoktur. Şimdi bu okulların isimleri ve öğrenci sayıları bu rapordan aynen alınmıştır.

KONYA Surp Sahakyan okulu (erkek 6 sınıflı) 157 erkek öğrenci Surp Santıkhdyan Okulu (kız 4 sınıflı) 77 kız öğrenci Anaokulu 213 kız + 137 erkek öğrenci

Aynı tarihlerde Amerika’da Vakıf desteği ile faaliyet gösteren Ermeni Protestan Jenanyan Okulu buna dahil değildir. Bu Okul hakkında daha önce tarafımdan yayınlanmış makalelerde bilgiler bulunmaktadır. Bu Okul Apostolik Enstitüsü tarafından yönetilmiştir.) Ancak yukarıda adı geçen Sahakyan Okulu hakkında Osmanlı arşivlerinden de bilgiler elimizde bulunmaktadır. Ancak okulun yeri konusunda bilgi sahibi değiliz. İkincisi olan Sandıkhdyan Okulu konusunda hiç bilgi bulunmamaktadır.

KAYSERİ Kayseri’ye bağlı okullar arasında Konya çevresi ilçeler hakkında bulunan bilgiler şöyledir. 32.Ereyil (Ereğli) Rubinyan erkek okulu 50 öğrenci 33.Akseray (Aksaray) Hapoyan erkek okulu 105 öğrenci 31.Bor Aramyan erkek okulu 60 öğrenci 30. NİĞDE Bartevyan Okulu 95 erkek + 105 kız öğrenci 34.Nevşehir Haygazian erkek okulu 75 öğrenci (Nevşehir Okulu Konya Apostolik Enstitüsü’ne bağlıdır)

İZMİR 27. Akşehir 2 okul isimleri verilmemektedir. Öğrenci sayısı fazla.

9

Konya Çiftemerdiven mahallesinde bugün Koruma altında bulunan JENANYAN Okulu Binası (Fotoğraf M. Bildirici)

(YENİ MERAM – 17.07.2007)

10 ULUIRMAK BURHANDEDE MAHALLESİNDE MODERN MESNEVİ KONUTLARI Mehmet BİLDİRİCİ Doğduğum Uluırmak Burhandede mahallesinde ilkokul ve lise yıllarım geçti. Evimiz Karaman caddesi üzerinde 270 kapı numarasını taşırdı. Şimdi bu mahallede Karaman Caddesi ve Çaybaşı caddesinin çevirdiği ada da kentsel dönüşüm projesi kapsamında yeni modern iş merkezleri bulunan MESNEVİ konutları inşa edilmektedir. Konutların proje aşaması tamamlanmış ve ihalesi yapılmıştır. İşin planlaması ve yerlerin kamulaştırması Meram Belediyesi tarafından gerçekleştirilmiştir. İhale, Ramses-Asya İş Ortaklığı’na verilmiştir. 450 konut ve cadde üzerinde iş merkezleri planlanmıştır. Yapılacak bu 450 konut arsa sahiplerine, Belediyeye ve işi kat karşılığı yapan Müteahhit firmaya ait olacaktır. Bahsi geçen yukarı firmada Şantiye Şefi olarak çalışan sınıf arkadaşım İnş.Y. Müh Mustafa Gür aradı ve haber verdi. Senin mahalleyi yeniden inşa ediyoruz diye. Bildirici ailesi olarak, biz buradaki dede mülkünü 1966 yılında satmıştık. Bizim buradan alacağımız bir şey yok. Ama mahallemin modern bir anlayışla yeniden yapımı cidden çok güzel, burada daha önce günlerini geçirmiş olanların çocuklarının sağlıklı evlere geçişi heyecan verici bir durum. Ama bir yanda da bir yaşam biçimi tümü ile ortadan kalkmaktadır. Eskinin izleri tamamen silinmektedir. Projeyi inceleme fırsatım olmadı, ama bir iki ev bu proje içinde aynen korunsa ne iyi olurdu diye düşünüyorum…. Ben bu yazımda tamamen tarih olacak bu mahallede kimler geldi, kimler geçti hatırlayabildiklerimi burada yazacağım. Karaman caddesi eksen alındığında güneyde Karaman caddesi ile Çaybaşı caddesini kesen köşede bir ara fırın olan Şeytan Mustafa’nın bakkal dükkanı vardı. Dükkan bu yörede açılmış en eski bakkal dükkanı olup açılışı 1950’li yıllardadır. Genelde zeki ve hesabını bilen insanlara Şeytan ismi takılır. Esmer zayıf bir adamdı. Eşi Şaziye Abla yakın zamanlara kadar yaşadı, kedilerin annesi idi. İyi bir kadındı. Çocukları olmadı. Bu evin hemen kuzeyi Bildirici ailesinin evi idi. 300 m²’lik bir avlu içinde iki katlı kerpiç bir ev idi. Evi babamın dedesi Müderris Haşim Efendi yaptırmış. O zamanlar, Haşim Hoca bir ev yaptırmış yukarı baksan başından şapkan düşer demişler. İki kibrit kutusu düşünelim birini yatay birini düşey halde koyalım ve aralarına bir mabeyin yerleştirelim. İşte bizim evin planı. Ben bu anonim planı Konya’da çok gördüm. Bunun daha güzel bir örneği Adliye arkasında Fuar alanı içinde korunmuş olarak yaşıyor. Tabii evin damı toprak, kar yağdığı zaman kar kürünür. Evin mutfağı (örtme) ve tuvalet dışarıda bahçede. Evin önünde küçük bir bahçe var. Evde 1950 yılı öncesi elektrik yok. Önceleri su 50 m güneydeki sokak çeşmesinden gelir. Biz küçükken evde bahçede bir çeşmemiz vardı. Haşim Efendi’nin yaptırdığı, oğlu ve torununun oturduğu evi 1966 yılında sattık. Daha sonraki alanlar yerine bir ev yaptırdı. Halen o da yıkılmış durumda. Evimizin hemen kuzeyinde Hacı Omarlar’ın evi vardı. Ben küçükken evin hanımı Emine Abla idi. Üç kızı Ayhan Atiker ve Mehmet Atiker isimli oğulları vardı. Halen hayatta olmayan Ayhan Atiker baba mesleği helvacı idi. Emine abla çok dindar bir kadındı. Sinekleri bile Allah yarattı diye öldürmezdi. Kuzeye doğru çıkmaz sokak içinde Arap Saad’lerin evi vardı. İbrahim Ağa iki evli idi. Bir kızı Ayşe Güriz halen İstanbul’da olup görüşmekteyiz. Onların hemen yanında Ahmet Öztaş ve eşi Nazife Hanım vardı. Çaybaşı caddesi içinde bize bitişik ev Yusuf Naltekin’in evi, sanıyorum onların arkada bahçeleri de vardı. Oğulları bugün Konya’da serbest çalışan İnş.Y. Müh Ali Naltekin ve Mimar Abdullah Naltekin. Hemen karşımızda Halil Baz’ın evi vardı. Üç oğlu vardı. Salim ve Ahmet ve Sami Baz, Kad. Müh. İbrahim Baz bu evin oğlu, Ahmet Baz’ın oğlu. Babaannesi Şevkabla yaman tuttuğunu koparan bir kadındı. Karaman yönünde sol köşede ise Taşçılar’ın evi vardı. Rahmetli Önal Öztaş Siyasal Bilgiler mezunu idi, aynı zamanda da şairdi. Rahmetli kardeşi Avni, rahmetli Türkmenlerin Nail benim ilkokul öncesi arkadaşlarım idi. Bu evin karşısında mahallenin camii ve onun karşısında mahallenin çeşmesi bulunuyordu.. Daha kimler, kimler geldi geçti….!!!! (YENİ MERAM – 18.07.2007)

11 KONYA’DA MÜDERRİS HAŞİM EFENDİ Mehmet BİLDİRİCİ

Bir önceki yazımda Bugün Mesnevi Konutları’nın yapılmakta olduğu Uluırmak Burhandede mahallesinden bahsetmiştim. Bu yazımda da burada tüm hayatı burada geçmiş Müderris Haşim Efendi’den (1841-1915) söz edeceğim. Haşim Efendi Yatağan köyünde yatır Yatağan Mürsel soyundan Attar Ahmet Efendi’nin oğludur. Konya’da doğmuştur. İlk tahsilinden sonra Molla Efendi Medresesi’ne devam ederek amca zadesi Ömer Kaşif Efendi’den (1830-1870) ders ve icazet almıştır. Daha sonra Kaşif Efendi’nin ölümü üzerine aynı Medrese’de Müderris olmuş, daha sonra Yusuf Ağa Medresesi Müderrisliğine atanmıştır. Bu medreselerin yeri neresidir? Molla Efendi Medresesi bugün Larende Caddesi’nin devamından Mevlana’ya giden yolun sağında üzerinde büyük yapı olan yerde imiş. Toprak yapı olduğu için yıkılıp önce yerine Üzüm Pazarı, daha sonra da bu bina yapılmış. Kütüphane Medresesi ise Yusuf Ağa kitaplığına bitişik imiş, toprak yapı olduğu için yıkılmış !!!! Güzel yazı yazmayı Alanyalı Abdülgani Vehbi Efendi’den öğrenmiştir. Medrese’de Hayali ve Molla Cami derslerini okutmuş, 1915 yada 1916 yılında Konya’da vefat etmiş Yağlıtaş Mezarlığı’na (Eski garaj civarı Hakimiyeti Milliye İlkokulu) gömülmüş, mezarlığın kaldırılması ile bakiyesi Karaman caddesi Uluırmak Mezarlığı’na taşınmıştır. Daha sonra Mezar Taşı kaybolmuş, ailesi tarafından sembolik bir levha konmuştur. HAŞİM EFENDİ HAKKINDA BİLGİLER Haşim Efendi hakkında ilk bilgiler Emekli öğretmen Ilgınlı Mevlana Müzesi Arşiv Müdürü Veli Sabri Hoca’nın derlemelerinden gelmektedir. Haşim Efendi hakkında yazısı Konya Mecmuası’nda yayınlanmıştır. (73. Hattat Ulemadan Haşim Efendi) Konuya ikinci olarak eğilen kişi Konya hakkında pek çok yazıları olan, kendisi ile uzun sohbetlerim olan rahmetli Selçuk Es’tir (1911-1980). Konya Şehir Postası gazetesinde 18.03.1966 tarihinde, Haşim Efendi’nin kısa biyografisini yayınlamıştır. Konu ile ilgili araştırma yapan üçüncü kişi yazar M. Ali Uz’dur. Sevgili dostum Uz, 1993 yılında yayınladığı “Konya Alimleri ve Velileri” isimli kitapta (sayfa 116) da Haşim Efendi’ye yer vermiş, Veli Sabri Uyar’dan aldığı bilgileri koymuştur. Son olarak ta soyundan gelen Mehmet Bildirici tüm bilgileri bir araya getirmiştir. OKUTTUĞU DERSLER VE HAT OLARAK YAZDIĞI LEVHALAR 1300 tarihli Konya Salnamesi’ne (yıllık) göre Haşim Efendi Molla Efendi medresesi’nde yaklaşık 30 öğrenciye Hayali (Ruhiyat) ve Molla Cami derslerini vermiştir. Medresede dersler kitabın yazarının adı ile anılırdı. Örnek olarak Molla Cami 1414-1492 yılları arasında İran’da yaşamış ünlü bir sofist ve şairdir. Aynı zamanda medreselerde okunan bir Kuran Tefsiri yazmıştır. Konya medreseleri müderrislerinden yakın zamanda yazılan ve okutulan bir ders kitabı var mı? idi. Olumlu bir cevap vermek çok zor. Kaynaklarda güzel yazı yazdığı ifade edilmektedir. Ama ben torunu olarak böyle bir esere rastlamadım. Çok az kitabı kalmıştı, onu da dua kitabı diye ben küçükken okunsun sevap kazanılsın diye birilerine verilmişti. HAŞİM EFENDİ’NİN AİLESİ ve ÇEVRESİ Haşim Efendi’nin amcazadesi Müderris Ömer Kaşif Efendi yanında, ağabeyi Sultan Hoca’da Konya’da tanınmış bir Hoca idi. Kapı Camiinde Ramazan’da vaizlik yapardı. Şıhoğlu Hüseyin Efendi’nin kızı Ayşe Hanım ile evli idi (1848-1917). Kendisinin titiz bir kişi olmasına rağmen eşi gayet uysal imiş. Haşim Efendi zamanın önde gelen kişileri ile yakınlık kurmuştur. Bunlar arasında Mevlevi Şeyhi Abdülvahit Çelebi, Sivaslı Ali Kemali Efendi, Yalvaçlı Ömer Vehbi Efendi bunlar

12 arasında imiş. 1904 yılı öncesi Hükümet Konağı önünde çekilmiş bir fotoğraf bunu doğrulamaktadır.

Hükümet Konağı Önünde Cülus şenliği En önde uzun cübbeli Abdülvahit Çelebi, Konya yazısında tam n harfinin üstünde sarığı işaretli Haşim Efendi, solda beyaz cübbeli Sultan Hoca (Ölümü 1904). Fotoğrafın 1904 (1320) yılından önce çekildiği anlaşılmaktadır.

Haşim Efendi’nin bir oğlu ve iki kızı olmuş, büyük kızı Karaaslan köyüne gelin gitmiş, oğlu benim ismimi aldığım Mehmet Bildirici (1879-1948) geçimini bağ ve bahçeden ve baba mülkü geliri ile geçirmiştir. Onun oğlu Kebapçı Mustafa Nazım (1908-1970) ve onun oğlu da bu satırların yazarı Araştırmacı Mehmet Bildirici’dir.

(YENİ MERAM – 20.07.2007)

13 KONYALI MEDDAHÇI HATÇA Mehmet BİLDİRİCİ

Konya’da eğitim görmeden doğaçlama ile beyit atan, olayları hicveden insanlar vardır. Doğuştan sanatçı ruha sahiptir. Bu yazımda 19. yüzyıl ortalarında Konya'da yaşamış, meddahçı olarak bilinen, ancak kendisi hakkında hiç bir yazılı belge olmayan, yaratılıştan sanatçı Meddahçı Hatça'dan (Hatice) söz edeceğim. Meddahçı Hatça, Konya'da yaşamış, Konya'nın güneyinde Karaman caddesi üzerinde evi bulunan Attar Hacı İmam'ın kızıdır. Hacı İmam'ın beş kızı vardır. Hatça'nın kız kardeşi Havilli Hoca (Havva), benim babamın, dedesinin annesidir. Hatça meddahçı olarak tanınır, diğer bir deyişle çarpık olayları şiirle hicveder, halk deyimi ile her şeye bir kulp takarmış. Kendisi çok titiz ve temiz bir kadınmış. İnek besler, temizlik için ineğe keçe ayakkabı giydirirmiş, ineğin bulunduğu yer tertemiz ve cilalı imiş. Bunu bana anlatan kaynak kişi ise aynı soydan gelen, çok uzun yaşayan eski Konya Barosu başkanlarından Avukat Tahir Mıhçı'nın halası Emine Hanım. Meddahçı Hatça'nın kardeşi Havilli'nin (Havva) yaşamı ise tam bir meddahlık ve Hatça için zengin bir kaynak oluşturuyor. Bununla ilgili bir hicvi şöyledir. Havilli Hoca’nın iki oğlu ve bir kızı vardır. Büyük oğlu, Konya'nın önde gelen hocalarından Sultan Hoca, küçük oğlu ise yanında oturduğu Müderris Haşim Efendi’dir. Damadı ise gene Konya'nın önde gelen ailelerinden Mıhçı Hafız Ahmet'tir. Her iki gelininin adı da Ayşe'dir. Büyük gelini Ayşe ise gene Konya'nın önde gelen Müderris ve şairlerinden Kaşif Hoca'nın çok yakınıdır. Ailede mal bölüşülmesinden dolayı iki oğlu arasında bir anlaşmazlık çıkar ve iş mahkemeye kadar gider. Paylaşılamayan ise bir mangaldır. Havilli Hoca ileri yaşta mahkemeye çağrılır. Havilli mahkemeye girince bayılır. Daha önce hiç böyle bina ve mahkeme görmemiştir. Mahkeme yeni yapılmış ve halen hizmette bulunan vilayet konağındadır. Yüksek tavanları, geniş merdivenleri ile yaşadığı mekan ile büyük bir tezat teşkil etmektedir. Havilli Hocanın mahkemede bayılması üzerine damadı Hafız Ahmet, koşarak dışardan bir hamal çağırır, Havilli Hoca hamalın küfesinde evine gönderilir. !!!! Olayın hicvini Hatça şu dizilerle yapar. "Mahkemeden çıktım ahali üştü Kaşif Hoca'nın şanına düştü Damadım Mıhçı Hafız Ahmet Bir Hızır gibi yetişti

İkisi zaptiye birisi mestur Kör olası oğlan bulama hasır Mahkemeye götürdü kendimden doğan Bulama oğlan bir kuru acı soğan" Meddahçı Hatça pasaklı bir kadını da şöyle hicveder: "Çukur bahçede oynanır aşık Örtme'de durur on beş günlük bulaşık. Çok gezen, kapı kapı dolaşan bir kadın için ise şöyle der: "Yemeği ocağa bürüdü Al çuha çağşırı kaptı sürüdü" (Örtme: yemek pişirilen yer- çağşır: Üstte alınan bir giysi olmalı, - mestur (çözemedim)

(YENİ MERAM 21.07.2007)

14 KONYA’DA BEZİRCİZADELER Mehmet BİLDİRİCİ Keten bitkisinden elde edilen bezir yağı eskiden aydınlanmada kullanılırdı. Bundan yaklaşık 100-150 yıl önce bezir yağı üretimi önemli bir sanayi kolu idi, O dönemde Konya’da bu iş ile uğraşan 4 aile ve 4 Bezirhane varmış. Bu yazıda bunlardan Sultanhamam’da (Sahip Ata Camii civarı) bezirhaneleri (Sahip Ata Mahallesi) bulunan BEZİRCİZADELER konu edilecektir. Sultanhamam’da bulunan Bezirhane’nin sahibi çok zengin bir kişi imiş. Konya’da pek çok malı varmış. Eşinin ismi ise Hatice, Bezircizade genç yaşta ölünce eşi Hatice bu defa onun katibi ile evleniyor. Bezircizade’nin Hatice’den iki oğlu ve bir kızı oluyor. Mesleği devam ettiren oğulları ABDULLAH ve ALİ, birde çocuksuz olarak ölen kızı Fatma. Hatice Hanım’ın Bezircizade’nin katibinden de Hacı Musa ve Körükçü Emet dünyaya geliyor. Emet’in torunlarından biri Konya’nın ünlü vaizi Tahir Büyükkörükçü oluyor. Bu bilgileri bana nakleden ABDULLAH’ın torunu, Sanayici Mehmet Ali Bayrakçı’nın kayınpederi, Postacı Mustafa Tutan’dır. Bezirhane bodrum katta imiş, mandalar dönerek yağ çıkarırlarmış. Karanlıkta mandaların gözü ışıl ışıl parlarmış. Burada çalışan işçiler de Hasekili Gavurlar imiş. !!!! Benim anneannem, Emine (1889-1983), Bezircizade’nin ilk oğlu ABDULLAH Efendi’nin oğlu Ali Riza Efendi’nin (1854-1932) kızıdır. Abdullah Efendi ve ikinci eşi Havuş (Havva) hakkında bana anlatılan iki ilginç hikayeyi nakletmek istiyorum. Bezircizade Hafız ABDULLAH, Tahtatepen mahallesinde elinde cüzü mahalle mektebine giderken bir gün kendinden büyük bir kız, kendini yanına çağırmış ve yanaklarından öpmüş. Abdullah Efendi’nin bu olay hem çok hoşuna gitmiş ve hem de şoke olmuş. Bu olayı torunu anneannem sık sık anlatırdı. Onun ifadesine göre Abdullah efendi devamlı bu sokaktan geçerken aynı şey tekrarlansın istemiş, ama bir daha hiç olmamış….Anneannem çok yaşlandığında bitkin halde iken bu olay hatırlatıldığında canlanır ve olayı tekrar anlatırdı… ikinci eşi HAVUŞ, Abdullah Efendi’ye kuma üstüne varmış. Havuş nene önce Konya’da Oğlakçılara gelin gitmiş, ancak kocası askerde iken kaynanası ile anlaşamamış, kaynanası onu oğluna şikayet etmiş, kocası anlamadan, dinlemeden eşinin kötü yola gittiğini sanarak onu boşamış. Ancak Oğlakçı askerden gelince durumu öğrenmiş hata yaptığını anlamış ve kendisini tekrar istemiş, bunun üzerine Havuş Nene “Boşanıp kocana tekrar varma, seversen kırığına varma” demiş. Havuş nenenin kuma üzerine torunlarına söylediği ilginç tavsiyesi bulunmaktadır. “ Allah kumayı evladımın evladına göstermesin, üstü de, altı da aynı bok”. ABDULLAH Efendi’nin oğlu Ali Riza Kurdoğlu’nun yedi kız ve bir oğlu olmuştur. Ali Riza Efendi Sultan Hamit dönemi memurlarındandır. Kadastro memuru olarak çalışmştır. Emekli maaşı dul kızlarına kalmıştır. Üçüncü kızı benim anneannem Emine’dir . Ali Riza efendinin tek oğlu YUSUF KURDOĞLU (1911-2008) ve torunu Dr. NEVZAT ÖZKAL halen hayattadır. Bezircizade’nin ikinci oğlu ALİ’nin iki oğlu, iki kızı olmuştur. Büyük oğlu Müderris Hacı Emin Efendi’dir (1883-1915). Veli Sabri Uyar tarafından yazılan hayat hikayesi de şöyledir. HACI EMİN EFENDİ Hacı Emin Efendi, 1883 yılında Kurbucedid mahallesinde doğmuştur. Konya Müftüsü Yalvaçlı Ömer efendiden tahsil etmiş ve ondan icazetname (diploma) almıştır. Güzel yazı yazmayı ve hat sanatını öğrenmiştir. Alaaddin camiinde imamlık yapmıştır. 1907 yılında Konya’da açılan Hukuk Okuluna devam etmiştir. Farsça öğrenmiştir. 1915 yılında Konya’da ölmüş ve Yağlıtaş Mezarlığına gömülmüştür. Mezarlığın kaldırılması üzerine kemikleri Hacı Fettah mezarlığına nakledilmiştir. Hacı Emin Efendi’nin oğulları baba mesleğini devam ettirmiştir. Büyük oğlu Tahir Oba, 40 yıla yakın Konya’da ilkokul öğretmeni olarak görev yapmıştır. Oğlu Orhan Oba Makine Yüksek Mühendisidir. Konya Lisesi’nden ve İTÜ’den tanışırız. Diğer oğlu ŞAKİR OBA (1911-1968) ise, Konya Kız öğretmen Okulu Fizik öğretmeni idi. Kendisi ile tanıştım, bu konuları ve akraba olduğumuzu konuştuktan bir süre sonra öldü. Kızı Arkeolog AYHAN ALP, Konya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Müdürü olarak Konya kültürüne hizmet vermiştir. Önceleri karanlığa ışık saçan bir ailenin torunlarının, eğitim ve kültür konusunda aynı misyonu devam ettirdikleri memnuniyetle görülmektedir…… (YENİ MERAM -22.07.2007) 15 CİHANBEYLİ BÖĞRÜDELİK KÖYÜNDE DÜĞÜN GEZİSİ Mehmet BİLDİRİCİ 2001 Eylül ayının 15 ve 16. günleri bir yakınımın düğünü için Başhöyük ve Böğrüdelik köyünde bulundum. Gelinin köyü, Böğrüdelik, damadın köyü ise Başhöyük idi. Bu vesile ile her iki köyde de misafir edildik, ağırlandık, pilav yedik, güzel bir gün geçirdik. Bu arada Böğrüdelik köyünü gezdim. İzlenimlerimi ve çevredeki tarihi değerlerin bir özetini vereceğim. Böğrüdelik köyü Tatar göçmenlerinin yerleştiği bir köy, Köyde 15 Eylül günü geleneksel bir yemek verildi ve kına gecesi eğlencesi vardı. Köyde kaç göç yoktu, biz de eğlencelere katıldık. Eğlencede ağırlık Kafkas müziği ve oyunları idi. Hareketli Kafkas müziği eşliğinde çiftler dans etti. Ama bir özelliği var, iştirak eden hanımın evli veya kız olması önemli değil, ancak erkeğin onun ailesinden olması, diğer bir deyişle örneğin gelin ve damat, veya evli çiftler bu oyunlara katılamıyor. Daha sonra Konya düğünlerinde çalınan oyun havalarına geçildi. Tatarların kendi geleneksel oyunlarının da olduğu söyleniyor, ama 1960'lı yıllardan itibaren terk edildiği belirtiliyor. Köyde benimle köyün Muhtarı Adnan Cengiz ilgilendi. Kendisi de benim gibi emekli. Köy hakkında bilgiler sundu. Köy halkının 1908 yılında Sibirya'dan OMSK kentinden göçmen olarak geldiklerini, Omsk kentinin içinden akan nehrin Kuzey Denizine döküldüğünü, iki defa ata memleketine ziyarete gittiğini belirtti. Köy halkının Sibirya Tatarı veya Kara Tatar olarak bilindiğini anlattı. Köyün o yıllarda planlı olarak kendileri için kurulduğunu ifade etti. Adnan Bey, köyünü de bana gezdirdi. Köy Cihanbeyli'ye asfalt yol ile 35 km uzaklıkta, arkasında sıra halinde dağ var. Dağa çıkacak zaman yoktu, ama anlatılana göre bazı mağaralar ve kaya mezarlar mevcut, aşağıdan da görülüyor, bir yapı yıkıntısı mevcut. Buradan köye akan bir pınar da bulunuyor. Köyün ismi Böğrüdelik gerçekten arazinin yapısına çok uygun bir isim. Adnan Bey kendilerinin konuştuğu dilin Tatarca ve Türkçe'ye yakın olduğunu, ancak Karaçaylıların konuştuğu dili farklı bölgelerden gelmelerine rağmen anladıklarını belirtti. Enteresan, dilcilerin araştırması gereken bir konu. Köylülerin genelde çoğunun Konya'da evi olduğu bilinmekte, ancak düğünlerde geleneklerin yaşanması ve akrabaların birbirini görmesi için köy tercih ediliyor. Adnan Bey benim meraklı olduğumu bildiği için köyü de gezdirdi, yemyeşil bir bahçe içindeki evini ve köyün bir yerinde atılı Roma veya Bizans döneminden bir mezar taşını da gösterdi. Üzerinde yazı yoktu. Bir karı kocanın mezar taşı, güzel işlemeli. Kadın erkek figürü net seçiliyor. Bunun üzerine bende burada yapılmış araştırma ve çevrede bulunan kitabelere dayanarak çevre hakkında kısa bir özet vereceğim. Böğrüdelik köyü, boş veya terkedilmiş bir alana kurulmuş, yörede en önemli ve eski yerleşim yeri İnsuyu, bir ara yörenin yönetim merkezi oluyor, ilçe daha sonra Cihanbeyli'de kuruluyor. Yörede çok büyük yerleşim yerleri yok, ancak yoğun olmasa da Roma ve Bizans dönemlerinde yaşandığı bize gelen mezar taşları veya kitabelerden anlaşılmaktadır. MAMA Cilt 7 de William Calder çevredeki yazıtları okumuş ve kitabın 110. sayfasında 518 ve 519 sayılı yazıtlar Böğrüdelik'te bulunmuş taşlardır. 70 -80 yıl önce okunmuş bu yazıtlar şimdi herhalde kayıptır. Biri üzerinde bir kadın figürü var, bir elinde bir papirüs rulo, öbür elinde bir vazo tutuyor. Yazı altında ise ip eğirmeye yarayan ağırşak bulunuyor. Bu sembol kadının dokumacı ve ip üreten bir kişi olduğunu sergiliyor. Yazıtta geçen kadın isminin Manis olduğu okunuyor. İkincisinde ise bir erkek figürü görülüyor, bunun bir erkek mezar taşı olması gerekir. Bir düğün +bir göç +bir tarih iç içe bir araya geliyor.

(YENİ MERAM – 23.07.2007)

16 BİR LİSE ÖĞRENCİSİ ANILARINDA SİLLE Mehmet Bildirici

1954 yılında Konya Lisesi Orta kısmından mezun olmuş yaz tatilini Sille’de geçici bir iş bularak burada geçirmiştim. Ortaokul arkadaşım Mergen’in babası Kazan Türklerinden İstanbullu İnşaat Yüksek Mühendisi MEHMET TOGO KUNTASAL, o zaman Devlet Su İşleri IV. Bölge Müdür Yardımcısı idi. Bir vesile ile ailecek tanışmış idik. Annesi İzmit’e yerleşmiş Abaza kökenli Fahriye Hanım idi. Çok eli açık ve misafirperver olan Fahriye Hanım ölene kadar görüştüğüm benim teyzem! idi. Sille’deki bu işi bana bu aile sağlamış idi. Mehmet Togo Kuntasal baraj dolayısıyla Sille’ye hizmet veren bir kişi idi. Rahmetle anıyorum. O zamanlar Sille Barajı yapım aşamasında idi, ama belki ödenek yokluğu veya başka sebepten ara verilmişti. Baraj müteahhidinin şantiye olarak kiraladığı bina Sille çayı üzerindeki taş köprünün hemen güney tarafındaki iki katlı şahane evdi. Her iki katta da geniş bir koridor ve iki yanlarda dörder büyük oda, önde çok geniş çaya bakan bir balkon vardı. Üst kata çıkış ev içinden idi. Bodrum katta ise kiler ve evin depoları yer alıyordu. O günlerde oldukça harap olan bina zengin bir Rum ailenin konağı idi. Yeri de Sille’nin zamanında en tutulan merkezi yeri olan Köprü başı olarak bilinen yer idi. Farkında olmadan !!! böyle tarihi bir mekanda ben ve gene Konya Lisesi öğrencisi DSİ de staj yapan Hadimli Abdullah Çat ile birlikte kalıyorduk. Bol zamanımız vardı, Abdullah Edebiyat dersinden bütünlemeye kalmıştı, ders çalışıyor, bana Divan şiirleri okuyordu. Diğer zamanda çevreyi geziyor, akşamları kahveye gidiyorduk. Çay kenarında bulunan mahalle kahvesi eskiden Sille’deki ticari hayatın en yoğun olduğu bölgede idi. Ancak o ticari faaliyetler artık yoktu. Ben burada ilk defa iskambil oyunları ile de tanışmış oldum. Gençtik tabii merak ettiğimiz esas bir konuda “Sille’nin kızının” çok güzel olduğunun doğru olup olmadığını yerinde görmekti, ama bu konuda pek olumlu bir sonuca ulaşamadık.! Bu arada Sille’ye çeşitli ziyaretçiler geliyordu. Sille küçük yer olduğu için bundan haberimiz oluyordu. Bunlardan biri genç bir araştırmacı veya gazeteci idi, elinde fotoğraf makinesi oyma mağaraları ve kiliseleri, binaları titizlikle inceledi. Bende ona eşlik ettim. Kimdi nereli idi? Bunları yayınladı mı? bilmiyorum. Bir unutamadığım olayda Yunanistan’dan Sille’den göç eden halen yaşayan ve onların çocuklarının bir otobüsle Sille’ye gelmeleridir. Çok duygulu ve heyecanlı idiler, evlerini bulup ziyaret ettiler, hasret giderdiler. Kimilerinin evleri duruyor içinde oturuluyordu, girdiler evlerini tekrar gördüler, ama hepsi bu kadar şanslı değildi, zira onların içinde oturdukların büyüklerinin evleri ve mahalleleri tamamen yıkılmış idi… Bu arada bugün baraj gölü altında olan ünlü Sille bağlarını zaman zaman gezdik. Yemyeşil bağlardı. Tabii bir ortaokul öğrencisi olarak bunların tarihi değerlerinin farkında değildim. Daha sonraları Sille’nin tarihi ile ilgileneceğimi, su yollarını inceleyeceğimi, Dağcılık Federasyonu Başkanı arkadaşım Recai Kıçıkoğlu ile defalarca dağcılık gezisi yapacağımı bilemezdim. Bugün “Sille’nin çok kültürlü tarihi ilgi odağı” olduğunu, bunun için gerekli ilgiyi tam olarak gösteremediğimizi” bu vesile ile iyice öğrendim.

(YENİ ERAM -24.07.2007)

17 SİLLE’DE 29. MAYIS 2007 SALI GÜNÜ İNCELEME Mehmet BİLDİRİCİ

Bu geziyi değerli yazar, iyi insan Dr. Hasan Özönder ile 2005 yılı Kasım ayında yapmayı planlamıştık. Zira kendisinin Sille isimli kitabını incelememiş, benimde Sille’nin su yapıları ve çeşmeleri konusundaki bilgileri üstüne koyduğumda yeni bazı incelemelerin gerektiği ortaya çıkmıştı. Ancak kendisinin rahatsız olmasından dolayı bu geziyi yalnız başına gerçekleştirmiş bulunuyorum. Geziye Sille’de uzun yıllardır görev yapan Muhtar Musa Çeliktaş’ı ziyaretle başladım. Kendisinin çayını içtikten sonra incelemeyi düşündüğüm yerlere beni götürdü. Öncelikle Sille girişinde Türk hamamının ve bazı evlerin restore edildiğini gördüm. Çok çok güzeldi, çok duygulandım. Bir de Sille’nin diğer yapılarının da böyle restore edildiğini gözümde canlandırdım. Konya’da modern yapılardan ve ortamdan kaçmak isteyenler için bulunmaz bir fırsat olacaktır diye düşünüyorum. Kısa sürede birkaç yeri inceleyebildim. AYA KRİYAKİ (kolonlu oyma kilise) Sille çayının sağ sahilinde Kârhane mahallesinde, ilk defa varlığı tarafımdan fark edilmiş ve dilekçe ile yaptığım başvuru üzerine Konya Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınmış ve Kültür Müdürlüğü tarafından sahiplenmiş olan yapı. Yapının planı Prof. Dr. Semavi Eyice tarafından çıkarılmış ve tarafımdan hazırlanan “Sille Tarihi ve Tarihi Güzellikleri” adlı CD çalışmamın 8 sayfasında bulunmaktadır. İçinde bir zamanlar ibadet edilmiş ve Tanrı’ya yakarılmış yapıdan at ve eşeklerin çıkarılışı gerçekten kutlanılacak bir olay, ama kapılarının alaçık olması ve hiçbir çalışma olmaması hüzün verici…. Bu gezide bir şeyin daha farkına vardım. Semavi Eyice’nin planında bir tonoz yapı görünürken yerinde iki tonoz yapı olduğunu gördüm. Kazı yapıldığında belki başka kapalı mekanlarında çıkabileceği anlaşılmaktadır. İçinde son zamanlarda kullanılmış ilginç bir testi ocağı da yer almaktadır. Bu değerli yapının kısa sırada restore edilerek turizme kazandırılması ne kadar güzel olur, bundan Sille kazanır, Konya kazanır….

İkinci bir Oyma Yapı (Özgüven sok 17) Kerhane (Testi yapılan yer anlamında) mahallesinde yaptığım incelemede yukarıda bahsedilen yapının güneyinde 17 kapı nolu boşalmış evin altında bir mağara olduğunu belirledim. Sokağın ve evin dıştan fotoğrafını çektim. Mahallenin en yaşlısı mağara olduğunu doğruladı, ama inceleme ve kazı ister….. Çok ilginç bir yapı ortaya çıkabilir… Bunu da buradan ilgililere duyuruyorum….

Sille Girişinde eski Askerlik Şubesi olan ve halen bir kısmı yıkılan yerde inceleme Sille’de Köy İşleri Müdürlüğüne ait sahada askerlik şubesi binalarının sadece fotoğraflarının bulunduğu binaların yanında yıkılmamış Depo olarak kullanılan binanın içini göremedim. Bunun Fransızca öğretim yapılan okulun kilisesi olduğu (bunu yaşlı Silleliler de doğruluyor) ve Askerlik Şubesi olarak kullanılan şimdi sadece fotoğrafları olan iki yapının Fransız Okulu olduğu kanısındayım. Hasan Özönder’de Sille kitabında burada kilise olduğunu doğrulamaktadır.

Sille Bağlarında İnceleme Araba ile Sille çayının geçtiği Sille bağlarında dolaştım. Sille Barajı öncesi Hacı Kamışlı ve İkille adlı göletlerde su toplandığı ve bunların duvarla çevrildiği olduğu ve Sille bağlarının sulanmasında kullanıldığı biliniyor. Hasan Özönder’in Sille kitabında da bu konuda bilgiler

18 bulunmaktadır. Şimdi gerek kalmadığı için bunların yerleri ve duvarları kısmen kaybolduğu için bu su yapılarını fark edemedim. Hasan Özönder’in SİLLE kitabında resmi bulunan Hacı Mustafa Ağa çeşmesinin ilginç kitabelerinin (iki adet) yol boyu yeni yapılan bir çeşmeye konulduğunu gördüm. Muhtar Musa Çeliktaş’ın tekrar çayını içtim, CD olarak düzenlenmiş Sille kitabımı kendisine verdim ve ayrıldım. Bir şey gözümden kaçmadı Musa Çeliktaş ile 1992 yılında Aya Yuvan (Ağayavan) su kaynağından gelen su yoluna birlikte incelemeye gitmiştik. O tarihten bu yana onun muhtarlık görevi, benim Sille tarihine ilgim devam ediyor….

Muhtar Musa Çeliktaş ile Kahvede çay içerken

Musa Çeliktaş’ın restore edilmiş dükkanı

19

Kârhane mahallesinde sol tarafta (direk arkasında) için oyma yapı bulunan sokak

(YENİ MERAM – 25.07.2007)

20 AKYAKA’DA YAŞADIĞIMIZ TARİHİ ÇEVRE Mehmet BİLDİRİCİ

Akyaka Kültür Sanat Derneği’nin bültenine ilk defa yazdığım için bir ön açıklama koymayı faydalı gördüm. 1975 yılında ilk defa Akyaka’yı gördüm ve hayran kaldım. 1985 yılında halen içinde yazları oturduğum evimi aldım. 1994 yılından itibaren Akyaka ve tarihi değerleri hakkında araştırmalarda bulundum ve 2004 ve 2006 yıllarında “İDİMA’DAN GÖKOVA AKYAKA’YA” konulu çalışmalarımı “Gökova Akyaka’yı Sevenler Derneği’nin düzenlediği “Nail Çakırhan- Halet Çambel Kültür ve Sanat Evi’nde açtım. Çok ilgi çeken sergimi 2006 yılında CD ortamında hazırladım. Konuya duyarlı arkadaş ve dostlarıma bu CD’leri hediye ettim. Gene de müracaat edenlere vermeye hazırım. Burada Akyaka hakkında 300 sayfa civarında açıklama ve çevre tarihi değerleri ile ilgili konular yer almaktadır. Bunların bazı önemli kısımları Derneğin WEB sayfasında da bulunmaktadır.

Ben bu yazımda bunları tekrar yazma düşüncesinde değilim. Ama yaşadığımız tarihi çevrenin ne kadar değerli olduğu konusunda bazı izlenimlerimi ifade edeceğim. Bugün doğal ve tarihi güzellikler içinde yaşadığımız AKYAKA, tarihte İDİMA antik kentinin sınırları içinde yer almaktadır. İdima kenti Efes, Milet gibi zamanının en önde gelen kentleri büyüklüğünde değildir. Küçük bir kenttir. Kaya mezarlar, yazıtlar, antik yollar bugüne gelmektedir. İdima’ya içinde yaşadığımız bir kent olarak bakıyordum. Ama aşağıdaki 2 olay beynimde şimşeklerin çakmasına sebep oldu. İlki 2001 yılında Akyaka’da yer altı mezarın içindeki eşyalarla bulunması oldu. Gerçekten şaşırtıcı, bu mezar bunun gibi başka mezarlarında olabileceğinin habercisi. İçindeki buluntular halen Muğla Müzesi’nde ve ilginç bir inceleme konusudur. İkincisi İdima’da bir AMFİTİYATROSU olduğunun habercisi bir yazılı taş. Halen Muğla Müzesi’nin girişinde bulunan yazılı taşın hikayesi de şöyle. Sayın eski Belediye Başkanı İsmail Akkaya tarafından Belde’ye pınar suyu getirilişi sırasında Azmak kenarında yapılan kanal kazısında görülen yazılı taş Cennet Restoran işletmecisi henüz Belediye Başkanı olmadığı dönemde Sayın Ahmet Çalca tarafından fark ediliyor ve sahipleniliyor. Sonradan Müze’ye giden taş Müze’yi ziyaret eden Amerikalı bir arkeolog-epigraf tarafından okunuyor. Eski Kültür Müdürü Hikmet Öz tarafından bana ulaştırılan taştaki ifadenin Türkçe’si şöyle; “İdimalılar Birliği Menippos oğlu ARISTONIDAS’ı İdima halkına karşı gösterdikleri yararlıklar dolayısıyla, onurlandırılması, heykelinin dikilmesi ve tiyatro’da ön sıranın verilmesi”nden söz edilmektedir. Bu yazıt İdima’da bir tiyatro olduğunun habercisidir. Taşın çok zaman önce tepeden yuvarlandığı düşünüldüğünde tiyatronun kalenin hemen arkasında kuzey-doğu yönünde olduğu anlaşılmaktadır. Ben bir arkeolog arkadaşımla burada bu bilgiler ışığında yüzeysel araştırma yaptım. Arazi yapısı tamamen tiyatro yapımına uygun. Ancak zeminde görülen malzemeler tamamen doğal malzemelerden oluşuyor. Yani bir iz yok. Ancak arazi sarp bir dağın yamacıdır. Aradan geçen 1800-2000 yıl içinde dağdan malzemelerin kayarak gelmesi çok doğaldır. Tiyatronun üstü birkaç metre kayan malzeme ile doldurulduğu kanısındayım. Bunu aşağıdaki gözlemlerimde doğrulamaktadır. Bu gün Cennet Restoran önünde park yeri için bir kaç metre dağ tarafı kazılmış ve buradan yapı temelleri ortaya çıkmıştır. Bu da dağdan toprağın kaydığını kanıtlamaktadır. İleride kazı yapıldığında belki göremeyiz ama Akyaka antik tiyatrosuna kavuşacaktır diye düşünüyorum. (Akyaka Kültür Sanat Derneği Bülteni-3 2007 Ağustos)

21

Ana Sayfa Akyaka beldesinin bulunduğu yörede İDİMA isimli Tıkla bir kent kurulmuştur. Bu kentin yerleşim alanları Gör arasında Akyaka, 3 Km doğusundaki Kozlukuyu köyü, aynı köyün Yazılıtaş mahallesi, arada bulunan Inişdibi mahallesi, Orman Kampı içinde Eski Iskele mevkii

bulunmaktadır. Kentin Nekropol alanı (Kaya Mezarlar) ve Fotoğraflar Akropolis’i, Kozlukuyu sırtlarındadır. Akropolis (kale)

1937 yılında Fransız araştırmacı Louis Robert tarafından Seri ortaya çıkarılmıştır. İlanlar

İdima bir Kana kenti olarak kurulmuştur. İsmi de Kana dilinden gelmektedir. İlk çağlarda Muğla ilinin Yerleşke içinde bulunduğu alan KARlA olarak bilinir. Karia’nın en önemli kenti Milas’tır. ldima Karia’nın güney ucunda yer almaktadır. Karialılar yörenin bilinen en eski halkıdır. Tarihçe Gelenek ve kültürleri bilindiği halde, Kana dilinde yazıtlar bulunmadığından, Karia dili çözülememiştir.

Ulaşım Yöremiz M.Ö.546 yılında Harpagos komutasındaki Pers (Iran) orduları tarafından işgal edilir. Pers yönetimi yörenin dini ve geleneksel yaşamında değişiklik getirmez.

M.Ö. 484-405 yılları arasında Pers yönetimi uzaklaştırılır ve Atina’nın öncülüğünde ”DELOS Deniz Birliği” tarafından yönetilir. İdima bu kentler arasındadır. M.Ö. 453-452 yıllarına ait birliğe katılım payları listelerinde Idima ismi geçmektedir. Bu kent hakkında en eski belgedir. Ayrıca PAKTYES isimli bir yöneticinin de ismi görülmektedir. Kentin Paktyes hanedanı tarafından bir süre yönetildiği kabul edilmektedir.

Kentte para basılmıştır. Bir yüzünde IAIMION (İDİMİON) yazılı paranın diğer yüzünde, genç bir erkek başı (Pan) vardır. Çobanlanın tanrısı Pan’ın kültüne çevrede çok önem verildiği bilinmektedir.

22 Delos Deniz Birliği MÖ. 405 yılında son bulur. İdima bu birlikten M.Ö. 440 yıllarında ayrılmıştır.

Sparta kentinin öndenliği başlar. MÖ. 405 yılında Cedrea kenti (Sedir Adası), Sparta’lı Amiral Lysandros tarafından yerle bir edilir.

Kozlukuyu sırtlarında ve İnişdibi mahallesinin hemen doğusunda bu dönemden kalma ve M.Ö. 4. Yüzyıla tarihlenen kaya mezarlar bulunmaktadır. Bunlardan biri iki kolonlu olup, mimari planı ve taş oyma işçiliği ile dikkat çekicidir. Paktyes hanedanına ait olmalıdır.

Kozlukuyu’da kaya mezarlar üzerinde yaklaşık 300 m kotunda kentin Akropolis’i (kale) yer almaktadır. Yaklaşık 200 m uzunluğundaki bu kalede Hellenistik dönem taş duvarlar, odalar ve samıç kalıntıları görülmektedir. Akropolis’in hemen kuzeybatısının üstünden Marmaris- Muğla yolu geçmektedir.

İnişdibi ve yakınlarındaki Ontaçağ kalesinin bulunduğu alanda çok eski bir yerleşim yenidir. Burada ortaya çıkarılan mezarlar bunu kanıtlamaktadır. Çok eskiden var olduğu anlaşılan kalenin varlığı Ortaçağ’a kadar devam etmiş ve tespit edilemeyen bir tarihte terk edilmiştir. Bizans kalesi, Ceneviz kalesi olarak da bilinen kalenin kalıntıları restorasyona müsaittir. Kaleden güneydeki ”Kadın Azmağı’na” inen bir kapalı bir galeri de mevcuttur.

İdima kentinin yakın komşuları da şöyledir. Doğusunda Callipolis kenti (Kızılyaka yakınları) olup ismi halen Gökova körfezinde Gelibolu köyünde yaşamaktadır. Gökova körfezinde önemli bir deniz üssü CEDREA (Sedir Adası), batısında körfeze ismini veren CERAMOS (Gereme-Ören), kuzeyinde ise Thera (Yerkesik), Killandos (Yenice Köyü) ve o zaman çok küçük yerleşim yeri Mobolla (Muğla) yer almaktadır.

HALİKARNASSOS (BODRUM) YÖNETİMİNDE İDİMA

M.Ö 387-334 yılları arasında bölge tekrar Persler’in yönetimine girer. Perslerie çok iyi diyalog kuran ve bağımsız bir kral gibi hareket eden MAUSOLOS (M.Ö.377-353) Karia’nın başkentini Milas’tan Bodrum’a taşır. Idima bu krallığın doğu ucunda yer alır.

Bu dönem Büyük İskenderin MÖ. 334 yılında ordusu ile yöremizden geçmesi ile son bulur. Bu yıllarda Thera ve Callipolis’te bir kalenin olduğu bilinmektedir.

HELLENİSTİK DÖNEMDE İDİMA

Büyük İskender’in gelişi ile Anadolu ve

23 Ortadoğu’da Hellenistik dönem başlamış ve Grek kültürü ve dili hızla yayılmıştır. Yöremiz M.Ö. 334 yılından M.Ö. 189 yılında yapılan Apama barış anlaşmasına kadar kısa sürelerle çeşitli Hellenistik krallıkiara katılmış, karışık bir dönem geçirmiştir.

R0D0S’A BAĞLI İDİMA

İdima M.Ö. 3. Yüzyılda tam belirlenemeyen bir tarihte Rodos yönetimine girmiştir. Rhodeian Peraea (Rodos Karşıyakası) olarak isim almıştır. Bir ara yörenin Rodos’tan uzaklaşmış ve İdima, Pisi (Pisiköy) ve Killandos’un (Yenice Köyü) M.Ö. 200 yıllarında Rodoslu Nicagoras tarafından tekrar Rodos’a bağlanmıştır. Bu bilgiler Karpatos adasında bulunan bir yazıttan gelmektedir. M.Ö. 189 yılında yapılan Apama barış anlaşması ile kesin Rodos yönetimine bırakılmış ve bu durum M.S. 1.Yüzyıl sonlarına kadar devam etmiştir.

Bu dömemde çok canlı bir yaşam olduğu, ”İDİMALILAR BİRLİĞİ” isimli bir yönetim biriminin kurulduğu bu döneme ait olduğu belirlenen 10 civarındaki yazıtlardan anlaşılmaktadır.

Bu yazıtlardan ilginç bilgiler gelmektedir. Eski İskele’den getirildiği ve geç Hellenistik döneme ait olduğu belirlenen ve İnişdibi mahallesinde bir bahçe duvarında bulunan bir yazıtta kentin ismi görülmektedir. Bu yazıt kentin önemli bir yöneticisi için yanında çalışan kişiler tarafından yazdırılmıştır. Çeşitli kentlerden gelen insanlar yanında İdimalı katip (grammatikos) Demetrius, İdimalı Antipatros oğlu Apollonius isimleri görülmektedir.

Gene Eski lskele’den getirilen, M.Ö. 2. Yüzyıla tarihlenen ve bir süre Akyaka’da bir ev duvarında bulunmuş olan bir yazıtta tanrıça LETO ve AFRODIT rahiplerinden söz edilmektedir. Eski İskelede Orman Bölge Şefliği civarında bir tapınağın bulunduğu kabul edilebilir. Çevreye yayılmış yivli kolon ve işlemeli taşlar bu görüşe destek vermektedir.

Ayrıca Eski İskelede Orman Lokali önünde deniz içinde görülen temel kalıntıları iskelenin eskiliğine tanıklık yapmaktadır.

Rodos yönetimi sırasında bölgede görev yapmış üst yöneticilerin isimleri de rastlanılmaktadır. Eski İskele’de bulunan bir yazıtta Thangilio Kirnis, Kozlukuyu’da bulunan bir yazıtta Pratophon, Yeni İskele camiinde kullanılan bir taş da Athenagoras, gene Kozlukuyu’da bulunmuş bir yazıtta Rodoslu Rodokles isimleri görülmektedir.

24 ROMA KENTİ İDİMA

Birinci yüzyıl sonlarında İdima Roma kenti olur. M.Ö. 48 yıllarında ünlü devlet adamı Julius SEZAR bölgeden geçerek Rodos adasına gitmiştir.. Mısır Kraliçesi Kleopatra M.Ö. 41 yılında sahillerden geçerek Efes kentini ziyaret etmiştir. Kent Roma döneminde önemini ve görkemini korumuştur. Roma dönemi ile ilgili tek ve bugün için kayıp olan bir yazıt İmparator Vespasian (69-79) onuru için yazılmıştır. İnişdibi’ndeki kalede 1922 yılında yapılan kazıda Roma dönemi mozaikleri görülmüştür.

Üçünçü yüzyıl ortalarında Roma İmparatorluğu’nun içten zayıflamasından, meydana gelen yıkıcı depremlerden ve çok uzun süren bir veba salgınından sonra bölge karanlığa gömülmüştür. Çevre kentlerin çoğu ve İdima terk edilmiş ve yok olmuştur.

Daha önceleri yapılan ve güzel bir örneği ovada bulunan döşeme yollar, üzerlerinde bulunan sarnıçlar, Akyaka’nın içinden geçen Papazlık deresinden gelen su yolları kaderine terk edilmiştir. İmparator Diocletian (284- 305) döneminde ise Kana il yapılmıştır.

BİZANS DÖNEMİNDE YÖREDE YAŞAM

Bizans döneminde bölgenin ismi tam bilinmemektedir. Aziz Kosmas adına Orman Kampı içinde tepede güney apsis duvarları bulunan bir kilise yapılmıştır. Bu azizin ismi bölgeye verilir. Bu kiliseden kalma haçlı ve işlemeli taşlar ve bir kitabe Orman Kampı içindedir. Ayrıca Papazlık deresinin yukarısında su kaynağı yanında ve denize yaklaştığı yerde iki şapel kalıntısı bulunmaktadır.

Bunlardan denize yakın olanı sınanmış bir yer olup ERENDEDE olarak bilinir. Akyaka’da çok saygı gösterilen Erendede’de yağmur duasına çıkılır, dilek dilenir, aşure pişirilip dağıtılırdı.

TÜRK YÖNETİMİNDE GÖKOVA

Bölge 13. Yüzyıl sonlarında Türk yönetimine girer. Kana Menteşe bölgesi olur. Bu dönemde Cova çukuru, Gökabad ve Gökova olarak bilinir. Türkler ile bölgeye paganizm (çok tanrılı din), Hıristiyanlık’tan sonra Müslümanlık, Kana dili ve Grekçe’den sonra TURKÇE gelir ve kalıcı olur.

Bölge önce başkenti Milas olan Menteşe Beyliği’ne ve 1420 yıllarında da Osmanlı İmparatorluğuna katılır. Muğla il merkezi, Ula ilçe merkezi olur.

25 Osmanlı döneminde en önemli olay Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos’un fethi için kara ordusu ile bölgemizden geçişidir. Ordunun gelişi 1522 yılı Temmuz ayında, dönüşü 1523 yılı Ocak ayındadır. Rodos Osmanlı topraklarına katılmıştır. Rodos’un alınışı bölgeye bir canlılık getirirse de Gökova’nın eski canhılığına kavuşabilmesi için bataklıkharın kurutularak sıtmanın kontrol altına alınması için 1940-1950li yılları, Muğla- Marmanis yolunun açılarak bölgeye turizmin girmesi için 1970li yılları beklemek gerekecektir.

Bu metnin telif hakkı sahibi :Mehmet BİLDİRİCİ

© Gokovam.Net 2004-2005 En iyi 1024*768 çözünürlük ve IE5+ için tasarlanmıştır. Tüm hakları gokovam.net aittir.

26 AKYAKA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ OKTAY AKBAL KİTAPLIĞI Mehmet BİLDİRİCİ

Bu yıl Kültür Sanat Derneği’ni ziyaretimde Akyaka Halk Kütüphanesi ile karşılaştım. Nasıl sevindiğimi ve heyecanlandığımı anlatamam. Akyaka’nın buna ihtiyacı bulunmaktadır. Ne kadar iyi olmuş. Kütüphane tamamen Akyaka’da yaşayan değerli aydınların bağışından oluşmaktadır. Kütüphane şimdilik Ilgın Sokak içinde Pehlane ve Şahap Marmara’nın evinin alt katındadır. PEHLANE Hanım ve eşi Türkiye İş Bankası emekli Müdürlerindendir. PEHLANE Hanım okumaya ve gençlerin eğitimine önem veren bir kişidir, “Darüşşafakalılar Derneği”nde yıllarca çalışmıştır. Eşini 1991 yılında kaybetmiş ve kendisi de 2004 yılında aramızdan ayrılmıştır. Ölümü ile Akyaka’daki evi yeğenine kalmıştır. Halen Amerika Birleşik Devletlerinde Öğretim üyesi olan Prof. Dr. Metin Yersel, halasından kalan evinin alt katını belirli bir süre için Akyaka Kitaplığı’na bırakmıştır. Rahmetli Pehlane Hanım’ın ruhu şad olsun diyor, Prof Dr. Metin Yersel’e ne kadar teşekkür etsek azdır diyorum. Bu ailenin yakını ise Solmaz ve Aydın Turunç’tur. Bu imkanın elde edilmesinde en önemli etken onlardır. Onlara da ne kadar teşekkür etsek azdır. Akyaka aydın kişilerin yaşadığı bir belgedir. Gerçekten onların bağışladığı kitaplar da okunmuş ama kaliteli kitaplardır. Bunların hızla çoğalacağına inanıyorum. Şahsen ben de bulunmaz bu imkandan yararlanarak bir kısım kitap bağışında bulundum. Her yıl da bulunmaya devam edeceğim. Yıllardır benim bir parçam olan kitaplarımdan uzaklaşmak cidden bana hüzün verdi, ama öbür taraftan da yılda bir kaç gün sadece tarafımdan görülen kitaplar gün ışığına çıkacak layık olduğu yerlere kavuşacaktır. Bu da bana bir teselli bir huzur verdi. Onlar artık tekrar okunacaklardır. Akyaka kitaplığı bu yerde geçici bir süre içindir. Umuyorum layık olduğu yeni binasına kavuşur. Akyaka buna layıktır. Akyaka’da yaşayanların bunu kısa sürede gerçekleştireceğine inanıyorum. Burada kültür ve sanat uğruna nöbet tutan Dernek Başkanı Selçuk İnanç, Sedat Atay ve diğer değerli dernek üyelerinin yaptıkları görevler dolayısıyla kutlanmalıdır. Bu çalışmalardan Akyaka ve Kültür kazanacaktır.

(Akyaka Kültür sanat Derneği Ekim 2007- sayı 4)

27

28 GAZETE YAZILARI 2008

Yazının ismi Yayınlandığı yer Tarihi sayfa 15. Galata Şenliği özel 30.06.2003 2-4 İTÜ Rektörünün Ziyareti Konuşma 27.04.2006 5 Hayıtlı’da Kalıntılar AKS Derneği Bülteni Ocak 2008 6 Karia Bölgesi Kaya Mezarlar AKS Derneği Bülteni Mart 2008 7-8 İTÜ İnşaat Fak. 1962 Mezunları Mustafa İnan Anı Kitabı Mart 2008 9 İTÜ de Fazıl say konseri [email protected] Mart 2008 10 İdimalılar Birliği Akyaka Belediyesi Bülteni 2008 11-12 D’Idyma a Gökova-Akyaka [email protected] 2008 13-15 Konya Lisesi Mezunları Buluşma Yeni Meram 17.05.2008 16-17 Ulu Çınar Rüştü Özal Yeni Meram 19.05.2008 18 Dediği Sultan Menakibi Yeni Meram 21.05.2008 19-20 Abdülbaki Gölpınarlı ile Anı ÇAĞRI Dergisi Temmuz 2008 21 Mimarlık Okulu Yerlebir Yeni Meram 22.08.2008 22 Antik Çağda Iconium Sergisi Yeni Meram “ 23 Gökova’da Amphora Sapları AKS Bülten 24-25

1 15. GALATA ŞENLİĞİ 26-29 HAZİRAN 2003 Mehmet BİLDİRİCİ Araştırmacı Yazar 15. Galata Şenliği 26-29 Haziran tarihleri arasında dört gün boyunca Galata’da müzikli ve sanatlı günler yaşattı. Bu yıl ki Şenlik Turizmci Attila Tuna’nın başkanı olduğu “Şihristanbul” derneği tarafından gerçekleştirildi. Şenlikler her yerde yapılır, ama Galata’da şenliğin anlamı farklıdır. Galata tarihi bir yerdir. Galata doğu dünyası içinde bir batıdır. Osmanlı toleransı ile çeşitli kültürler burada bir arada yaşamış ve eşsiz bir kültür mozaiği oluşturmuştur. Türkiye’nin batıya açılan penceresidir, Türkiye’nin batıya açılımında öncü rolünü üstlenmiş, ülkenin ticaret merkezi olmuştur. Böyle zengin tarihi ve geçmişi olan bir yerin şenliğinin de zengin olacağı açıktır. Esasen bu zenginlik iyi bir organizasyonla basına da yansıtılmış, şenlik öncesinde basında şenlik ile ilgili haberler yer almıştır. İşte bunlardan bir kaçının başlığı: Hürriyet “Galata’da Şenlik Var” başlığında haber ve fotoğraf Cumhuriyet : “Sokaklar Müzikle Şenlenecek” yazı ve fotoğraf Radikal : “ Galata’da Şenlik Var” yazı ve fotoğraf, Türkçe ve Ermenice haftalık yayın yapan Agos : “Galata Şenleniyor” haber yazısı ve fotoğraf Türkçe ve Ladino dilinde haftalık yayın yapan Şalom gazetesi, “Kula 930” Müzikalinin Galata şenliklerinde oynanacağı duyuruluyordu. Bunun yanında bazı etkinlikler, TRT, CNN Türk gibi televizyon kuruluşlarınca şenlik süresince banda alınmıştır. Böyle şenliklerde en ağır görev buna destek veren kuruluşlardadır. Böyle güzel olaylar için böyle kuruluşlar hep olsun diyorum. Bu şenliğin bazı sponsorları ise şöyledir: Antonina Travel ( Attila Tuna ), FORTEM, LİFE (Dergi), MOTİF, Kemancı…vs Şenlik mekanı olarak ilk ve en önemlisi şüphesiz Galata Kulesi’nin bulunduğu Meydandır. Bunlar dışında şenlik mekanları Galata’da; Okçu Musa İlköğretim Okulu, Osmanlı Bankası Müzesi, Saint Pier ve Paul Latin Katolik Kilisesi, Galata Mevlevihanesi, İngiliz Kırım Kilisesi, Teutonia Alman Kültür Merkezi, Schneider Tempel Sanat Galerisi (Aşkenaz Musevi Sinagogu), 500 Yıl Vakfı Türk Musevi Müzesi, Yüksek Kalırım Aşkenaz Sinagogu, Sank Georg Avusturya Lisesi, Galata Evi (Eski İngiliz Hapishanesi- Mimar Mete Göktuğ), Venta Del Toro (İspanyol Café), Galeri Pera, Oda Sergi Mekanı, Dans Buluşma Atölyesi, Captain Ahap, Nardis Jazz Club, Galata sokakları, Kamondo yıkıntıları.. vs. Önceki şenliklerin aksine bu yıl ki şenliklerde çeşitli mekanlarda aynı zamanda çeşitli programlar uygulanmıştır. Bu yüzden bir kişinin hepsini görme imkanı bulunmamaktadır. Ben Galata’nın geçmişi ve çok renkli kültürüne aşırı ilgi duyan bir kişi olarak dört gün boyunca programları incelemeye çalıştım. Bu güzelliklerin unutulmaması ve daha sonraki yıllarda daha güzellerinin yapılması için bir özetini ve eleştirisini yapmaya çalışacağım. Önce şunu belirtmeliyim, şenlik etkinlerine ilgi alanlarına göre her kesimden, her yaş grubunda halk ve aydın kesim, yabancı turistler katılmış izleyici olmuştur. 15. Galata Şenliği’nin en unutulmaz tarafı “Meydan”da ve çeşitli mekanlarda gerçekleşmiş sayısız konserlerdir: Maestro Giuseppe Gandolfo’nun Latin Kilisesinde org konseri, Los Paşaroz Seferadi grubunun Ladino dilinde şarkıları, İngiliz Kırım kilisesinde Ermeni müziğinden örnekler sunan Sahakyan Korosu, Tacettin Ocak’ın sunduğu klasik gitar dinletisi, Lüleburgaz’dan gelen Trockyablues Roman müziği, fasıl heyeti, Üç Deniz Müzik Topluluğu, Madam Ankine’den kantolar, rock, jazz konserleri bunlardan bazılarıdır. İlk defa 1875 yılında kurulan org, Latin kilisesinde defalarca daha önceleri Galata’ya ses vermiştir. Bu konseri dinlemek çok güzeldi. Gene bu sokaklarda söylenmiş şarkıları Yahudi dilinde söyleyen Los Paşaroz Sefaradi çok değişikti, Ermeni ilahi ve Anadolu halk şarkılarının sunulduğu Kırım Kilisesinde ki konser (Şef Sevan Agosyan-Piyanist Levon Eroyan) dinlemeye değerdi. Çeşitli şiir dinletileri yanında Galata evinde, İstanbul konusunda şiirleri olan John Ash’ın İngilizce şiir dinletisi ilginçti. 2 Çeşitli sergiler, ilköğretim çocuklarının Kule duvarındaki resimleri, Mimarlık öğrencilerinin Galata’daki tarihi yapılarla ilgili resim ve projeleri, ve daha fazla resim sergileri Çeşitli tiyatro oyunları, Tiyatro Bileşke, Jale Sancak’ın “Kanatlarımda Binlerce Kanat” oyunu, Tiyatro Özgün Deneme… vs, tabii “Kula 930” adlı Ladino dilindeki oyun bunlardan bir kaçı Gerçekten sayılamayacak etkinlikler bulunmakta idi, en iyisi tertip komitesince hazırlanan küçük kitapçık bunu bütün detayları ile göstermektedir. Bunlardan en ilgimi çeken Okçu Musa İlköğretim Okulu bahçesinde açık havada oynanmış “Kula 930” oyunu idi. Olayın ilginç yanı buradaki olayların Galata Kulesi çevresinde, yani Galata’da geçmesi idi. İlk defa Ladino (Yahudi İspanyolca’sı) dilinde gördüğüm bir oyun, ara ara bizlerinde anlaması için Türkçe karıştırılmış ve okunan Yahudi şarkılarının Türkçe’lerin ve orijinallerinin, kuruması için ipe asılan bir çarşafa yansıtılması ilginçti. Sokağa çamaşır asma olayı dar sokaklarda bugünde görülmektedir. Oyunda çay bahçesi olan Sarı Madam, ve tüm Galata’lı kadınların kalbini çalan çapkın ve yakışıklı Moiz tipleri doğrusu unutulmazdı. Etkinlikler içinde unutulmaması gereken bir etkinlik de Osmanlı Bankası’nda gerçekleşen İpek Çalışlar’ın yönettiği ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Ethem Eldem’in konuşmacı olduğu “Galata’nın Bugünü ve Geleceği” adlı toplantı idi. Burada Ethem Eldem çeşitli diyalarla Galata’yı bize anlattı. Toplantıda, Behiç Ak, Nadire Mater ve Mete Göktuğ’un ilginç açıklamaları oldu. Bende katılımcı olmadığım halde fırsat bulup “Galata da Eski Yolları” isimli çalışmamdan kısaca söz ettim. Sonuç olarak güzel bir organizasyon ile Galata dört gün şenlendi, şenlik yaşadı. Bu konuda bazı görüş ve izlenimlerimi de belirteceğim. Bu yıl Galata tarihinde çok önemli olayların yıl dönümüdür. Galata’nın Ceneviz kolonisi oluşunun 700. Yılı, Fatih Sultan Mehmet’e kansız kavgasız Galata’nın anahtarın verilişinin 550. Yılıdır. Bunlar etkinliklere yansımış olsa ne iyi olurdu diyorum. Etkinliklerde protokol uygulanmamış, protokol için yer ayrılmamış, Şenlik Düzenleme Kurulu Başkanı Atilla Tuna’nın kısa sade konuşmalarının ardından konuya geçilmiştir. Ne kadar güzel sade ve özlü. Beyoğlu Belediyesi’nin görevlileri devamlı Galata Meydanında olmuştur. Ama gözlerimiz Belediye Başkanı da bir uğrar mı diye boşuna beklemiştir. Galata çok kültürün bir arada yaşadığı bir mekandır. Şenliğe bu iyi yansıtılmıştır. Ancak henüz temsil edilmemiş kültürlerde bulunmaktadır. Örneğin Rum cemaati hiç ses vermemiştir. Bölgede bulunan Fransızca eğitim yapan Saint Benoit Lisesi, Ermeni Getronagan Lisesi kapılarını açabilirdi. Avusturya Lisesi, çok tarihi olan Kilisesinde bir etkinlik, bir konser yer alabilirdi… Galata şenliğinin tam ortasında yer alan Galata Kulesi işletmesinin, kendisini bunun dışında tutması üzücü ve düşündürücü… Ama bunun yanında Yahudi cemaatının bu şenlik için müzelerini, sinagoglarını açmaları ne kadar güzel, müze giriş parasını kaldırmaları ne kadar anlamlı… Bir dikkatimi çeken de Okçu Musa Okulunda oynanan Yahudi oyununda, çoğunluğun Musevi ve azının Galata’lı oluşu idi. Halbuki cemaat, Galata kültür mozaiğindeki bir rengi tanıtıyordu. Bizlerin daha fazla katılmamız gerekmez mi idi?. Ama bu ilginç oyunu pek çok Musevi’nin de ilk gördüğü kanısındayım. Aynı manzara İngiliz Kırım Kilisesindeki Ermeni Sahakyan korosunun güzel konserinde izledim. Zaten koro yaklaşık 60 kişi idi, dinleyiciler daha ziyade bu gençlerin aile ve arkadaşları, biz gene az idik.!! Ama İtalyan Sen Pier ve Paul kilisesindeki org konserinde bizler daha fazla idik, bu da sevindirici idi. Dört gün süren Galata Şenlikleri Galata’yı şenlendirmiştir. Resimler, konserler, tiyatro oyunları salonlardan Galata Meydanına ve Galata sokaklarına taşmıştır. Galata’nın yerlileri ve konuklarına güzel günler yaşatmıştır. Bu Şenliği düzenleyen Antonina Travel sahibi ve “Şehristanbul Derneği” yönetim Kurulu Başkanı Atilla Tuna başta olmak üzere, dernek üyelerinin, katkı ve destek veren Galata Derneği eski Başkanı, Mimar Mete Göktuğ’un, Okçu Musa Okulu Müdürlüğünün, tüm

3 sponsorların, Şenlik mekanı olarak kurumlarını açanların ve Şenliğe katılan tüm grupların kutlanması gerektiğine inanıyorum. Üyesi olduğum “Galata Derneği” ile iyi diyalog kurulamamasını ve Galata Derneğince yapılan bazı girişimleri üzüntü ile karşıladığımı belirtiyor, önümüzdeki yıllarda hep birlikte olarak bundan daha güzel şenlikler düzenlenmesini umuyorum. Tarihi ve tarihi yapıları ve çevresi ile Galata’nın buna layık olduğunu düşünüyorum. Mehmet BİLDİRİCİ 30.06.2003 Görüş ve eleştirileriniz için Mail: [email protected]

4 SAYIN REKTÖR FARUK KARADOĞAN’IN 1962 İNŞAAT MEZUNLARINI ZİYARETİ

Sayın İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Faruk Karadoğan İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Fakültesi 1962 Mezunları olarak size “hoş geldiniz” diyoruz. Mezun olduğumuz ve ömrümüz boyunca buradan mezun olmakla gurur duyduğumuz, Türkiye’nin en eski teknik eğitim kurumu İstanbul Teknik Üniversitesi’nin zirvesindeki kişi olarak yaptığınız ziyaretten ve birliktelikten büyük mutluluk duymaktayız. Bu arada hayatın gerçeği olarak, acı bir olayı da öğrenmiş bulunuyoruz. Fakültemizin emekli Profesörlerinden Dipl. İng. Prof YUSUF BERDAN’ı kaybetmişiz. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK, üniversitemizin ilk Başhocası İshak Efendi’den, dünya çapındaki muallimi Karl Terzaki’ye, bizleri yetiştiren Mustafa İnan, Orhan Ünsaç, Adnan Çakıroğlu ve ismini sayamayacağımız ama hepsi gönlümüzde daha pek çok hocalarımız ve bugün toprağa verilen Yusuf Berdan’ın aziz ruhları için sizleri 1 dakika saygı duruşuna davet ediyorum. İnşaat Fakültesi 1962 mezunu sınıf arkadaşlarım, devlet hizmetlerinde ve iş dünyasında önemli yerlere gelmişlerdir. Üniversitelerde bir elin parmağını aşmayan arkadaşımız olmasına karşı, mum dibine karanlıktır örneği nedense İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kalan arkadaşımız olmamıştır. Gene nedense politik hayata atılan da bulunmamaktadır. Sizlerin karşısında böyle kalabalık olarak bulunmamız da bir rastlantı değildir. Yıllarca birlikte olmamızı sağlayan çimento görevi yapan arkadaşlarımız olmuştur. Bunların başında halen bu ağır ve onurlu görevi yürüten NECDET ERSOY arkadaşımız vardır, Kanada’da olduğu için aramızda bulunmamaktadır. Bu arkadaşımızın girişimleri sayesinde İnşaat Fakültesi’nde okuyan öğrencilere bir süre burs verilmiş ve aniden aramızdan ayrılan ve kirada oturan bir arkadaşımıza ev alınmasında yardımcı olunmuştur. Bunu övünçle belirtiyorum. Sınıf arkadaşlarımız arasında en kalabalık grubu yaklaşık 60 kişi ile İstanbul grubu oluşturmakta, bunu yaklaşık 30 kişi ile Ankara grubu, yaklaşık 15 kişi ile İzmir ve Ege grubu takip etmektedir. İstanbul grubu olarak 2000 yılından beri her ayın son Perşembe’si saat 12.00 –16.00 arası birlikte olmaktayız. Son yıllarda da bu toplantıları Üniversitemizin Maçka Sosyal Tesisleri’nde yapmaktayız. Bu birlikteliklerimiz arkadaşımız RANA VEDAT EKİCİ, tarafından organize edilmektedir. Bizim için unutamayacağımız günler 1957 yılında zor sınavları aşarak İTÜ öğrencisi olmak, ikincisi 1962 yılında İTÜ İnşaat fakültesi mezunu olmak ise üçüncüsü de 10 Mayıs 2002 tarihinde mezuniyetimizin 40 yıl plaketlerini ve rozetlerini Sayın Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer elinden almak olmuştur. Bu törenlere çeşitli kentlerden gelen yaklaşık 100 arkadaşımız katılmış ve biyografilerimiz “İstanbul Teknik Üniversitesi 229. Yılı” kitabında yayınlanmıştır. Diğer üniversitelerde çok az görülen ve üniversitemizde köklü bir gelenek haline gelen böyle bir yayın içinde bulunmak bizlere büyük mutluluk vermektedir. Bundan ayrı olarak mezuniyet öncesi çıkarılmış ARI YILLIĞI 1962, Başkanımız Necdet Ersoy’un gayretleri ile mezuniyetimizin 20 yılında ve 30 yılında çıkarılmış albümler yer almaktadır. Özellikle 30 yıl albümü içinde renkli aile fotoğraflarımız bulunmaktadır. Bunlar dışında tarafımdan CD ortamında hazırlanmış “Kırk yılın ötesinden, hocalarım ve sınıf arkadaşlarım” isimli bir çalışmam bulunmaktadır. Burada karınca kararınca bizleri yetiştiren değerli hocalarımızın hayat hikayeleri, sınıf arkadaşlarımızın adresleri, öğrencilik yıllarına ait anılar ve kaybettiğimiz yaklaşık 20 arkadaşımıza ait derlenen bilgiler yer almaktadır. Bu çalışmanın içinde yer alan sınıf listemizi, tüm arkadaşlarımızın adreslerini ve bugün bu toplantıya katılan arkadaşlarımızın listelerini sunuyorum. Saygılarımla iyi ki geldiniz, bizlere onur kazandırdınız diyorum.

Mehmet Bildirici 27.04.2006

5 HAYITLI’DAKİ KALINTILAR ACABA ANTİK BİR KENT Mİ ?

MEHMET BİLDİRİCİ Araştırmacı – Yazar Hayıtlı Ören’e giden sahil yolu üzerinde Orman içinde doğal güzelliği olan bir yöredir. Akyaka’da “Oh beee” olarak bilinen doğal limanın yaklaşık 2-3 km daha kuzeyindedir. Yakın zamana kadar sadece çobanların ve avcıların geçici olarak bulunduğu bölgede eski yapı kalıntıları, teraslama duvarları görülmektedir. Bu günlerde burada yaşayan birkaç aile de bulunmaktadır. İşveçli araştırmacı-yazar Paavo Roos’un 1975 tarihli Almanca yayınında Hayıtlı hakkında incelemeler bulunmakta 2 kaya mezardan söz edilmekte idi. Bu defa 2006 tarihli yukarıda konu edilen yayınında Hayıtlı hakkında sayfa 33 de biraz daha yeni açıklamalar vardır. Burada Keramos (Ören) ve Gökova arasında Hayıtlı isimli bir eski yerleşim yerinin bulunduğu, bir tepe üzerinde kaya mezar, yazıt parçaları, iki lahit ve duvar kalıntılarının görüldüğü, tepenin eteğinde de mezar kalıntıları ve duvarlara rastlanıldığı ifade edilmektedir. Bu paragraftan Hayıtlı’da bir kent kalıntısı olduğu izlenimi çıkmaktadır. Öte taraftan Strabo’da İdyma yerinde gösterilen kentinin yeri de bilinmemektedir. Burası Bargasa olabilir mi? Muğla eski Kültür Müdürü, Ressam –Araştırmacı yazar Hikmet Öz’de bu görüştedir. Paavo Roos’a, görüşünü almak için Bargasa Hayıtlı’da olabilir mi? diye mail ile sordum. Bana yazdığı 10.09.2007 tarihli mailinde; kesin olmamakla Bargasa’nın Strabo’nun ifadesine dayanarak ’un batısında olabileceğini ifade etmiştir. Hayıtlı’nın neresi olabileceği konusunda başka bir görüş bildirmemiştir. Şimdilik Hayıtlı gizemini korumaktadır. Aşağıda yer yer görülen büyük bir yapıdan kalan büyük taşları gösteren bir fotoğraf görülmektedir.

Bir büyük yapıdan geriye kalan büyük ebatlı taşlar (AKYAKA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ BÜLTENİ SAYI 6 OCAK 2008)

6 KARIA BÖLGESİNDEKİ KAYA MEZARLAR HAKKINDA YENİ BİR ESER MEHMET BİLDİRİCİ Araştırmacı -Yazar

İçinde yaşadığımız Akyaka beldemiz, doğal ve tarihi güzellikleri ile göz doldur-maktadır. Tarihi zenginliği içinde ise bugüne kadar gelmiş kaya mezarlar en önde gelmektedir. Bu konuda, İsveçli araştırmacı PAAVO ROOS tarafından 2006 yılında İsveç Göteborg’da çıkmış İngilizce bir yayına ulaşmış bulunuyorum. “Survey of rock-cut chamber-tombs in CARIA” “Karia bölgesinde kaya mezar odaları hakkında inceleme” Kitap, yazarın araştırmaları sırasında kendisine yardımcı olan Gökova beldesi’nde yaşayan Meryem Kuzey’e verilmiş, o da bana ulaştırdı. İngilizce yazılmış kitabın büyük bölümü İdyma çevresindeki kaya mezarlara ayrılmış, (sayfa 45-57). Ayrıca önemli mezarların fotoğrafları, cephe görünüşleri, kesitleri ve mezar odalarının boyutları yer almaktadır. Bu konuda İdyma çevresinde gördüğüm ve fotoğrafını çekip “İdyma’dan Akyaka’ya Resim ve Belge Sergisi”nde yer alan mezarlar ile sayıları yönünden uyum sağlamaktadır. Kitapta ayrıca İdyma dışında Karia bölgesindeki diğer antik yerleşim yerlerindeki kaya mezarlar hakkında da detaylı yerinden alınmış ölçüm ve açıklamalar bulunmaktadır. Benim bu yayından çıkardığım önemli sonuçlar şöyle; çevrede bolca kayaya oyulmuş mezarların bulunduğu, İdyma’nın bu konuda önemli bir yerinin olduğudur. Bu mezarlar arasında çoğunun bir mimari cephesinin olmadığı, mimari özelliği olanların çok az sayıda olduğu görülmektedir. Bu mezarlar içinde Gökova Beldesi’nin Nekropol (Eski Mezarlık) alanı içinde en dikkate değer olanı cephesinde iki iyon başlıklı kolonlu gerisinde mezar odası olan kaya mezardır. Maalesef mezarın kolonları, bugün kırılmış durumdadır. Bu yayından çıkardığım ikinci çok önemli sonuç; bu mezarların sadece bu yörelerde görüldüğüdür. Bu yerleşim yerleri; antik kenti, Fethiye (Telmesos), İdyma (Gökova), Yenice Okkataş (Killandos) ve Elmalı’dır (Kallipolis). Yazıma İdyma’dan iki kaya mezarın cephe çizimini vererek son vereceğim.

Gökova Beldesi’ndeki iki kolonlu kaya mezarın fotoğrafı (Roos, 2006)

7

Gökova Beldesi’ndeki iki kolonlu kaya mezarın cephe resmi (Roos, 2006)

(AKYAKA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ BÜLTENİ SAYI 7 MART 2008)

8 İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ İNŞAAT FAKÜLTESİ 1962 MEZUNLARI Yurt içi ve yurt dışı çeşitli liselerden mezun olan ve sınıflarının en gözde öğrencileri bulunan arkadaşlarım 1957 yılında yapılan klasik sınavlardan geçerek İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne girmeyi başarmış, beş yıl bu kutsal yuvada öğrenimlerini sürdürmüş ve 1962 yılında Yüksek inşaat Mühendisleri olarak mezun olmuşlardır. Öğrenim dönemimiz politik ve öğrenci olaylarının başlamadığı zamana rastlamış, huzurlu bir öğrenim hayatımız olmuştur. İnşaat Fakültesi 1962 mezunu sınıf arkadaşlarım, devlet hizmetlerinde ve iş dünyasında önemli yerlere gelmişlerdir. Üniversitelerde bir elin parmağını aşmayan arkadaşımız olmasına karşı, mum dibine karanlıktır örneği nedense İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kalan arkadaşımız olmamıştır. Gene nedense politik hayata atılan da bulunmamaktadır. Mezuniyetimizden bu yana birbirimizden kopmadık. Yıllarca birlikte olmamızı sağlayan çimento görevi yapan arkadaşlarımız olmuştur. Bunların başında halen bu ağır ve onurlu görevi Ankara’dan yürüten NECDET ERSOY gelmektedir. Bu sayede tüm sınıf arkadaşlarımız her yıl Cumhuriyet bayramlarında eşleri ile birlikte üç gün bir arada olmuşlardır. Bu arkadaşımızın girişimleri sayesinde İnşaat Fakültesi’nde okuyan öğrencilere bir süre burs verilmiş ve aniden aramızdan ayrılan ve kirada oturan bir arkadaşımıza ev alınmasında yardımcı olunmuştur. Bunu övünçle belirtiyorum. Sınıf arkadaşlarımız arasında en kalabalık grubu yaklaşık 60 kişi ile İstanbul grubu oluşturmakta, bunu yaklaşık 30 kişi ile Ankara grubu, yaklaşık 15 kişi ile İzmir ve Ege grubu takip etmektedir. İstanbul grubu olarak 2000 yılından beri her ayın son Perşembe’si saat 12.00 – 16.00 arası birlikte olmaktayız. Bu birlikteliklerimizin sağlanmasında arkadaşımız RANA VEDAT EKİCİ’nin çok gayretleri olmaktadır. Aynı şekilde eş zamanlı olarak Ankara’daki arkadaşlarımız, zaman zaman İzmir’deki arkadaşlarımız toplanmaktadır. Bizim için unutamayacağımız günler 1957 yılında zor sınavları aşarak İTÜ öğrencisi olmak, ikincisi 1962 yılında İTÜ İnşaat fakültesi mezunu olmak ise üçüncüsü de 10 Mayıs 2002 tarihinde mezuniyetimizin 40 yıl plaketlerini ve rozetlerini Sayın Rektör Prof. Dr. Gülsün Sağlamer elinden almak olmuştur. Bu törenlere çeşitli kentlerden gelen yaklaşık 100 arkadaşımız katılmış ve biyografilerimiz “İstanbul Teknik Üniversitesi 229. Yılı” kitabında yayınlanmıştır. Diğer üniversitelerde çok az görülen ve üniversitemizde köklü bir gelenek haline gelen böyle bir yayın içinde bulunmak bizlere büyük mutluluk vermektedir. Bundan ayrı olarak mezuniyet öncesi çıkarılmış ARI YILLIĞI (1962), arkadaşımız Necdet Ersoy’un gayretleri ile mezuniyetimizin 20 yılında ve 30 yılında çıkarılmış albümler yer almaktadır. Özellikle 30 yıl albümü içinde renkli aile fotoğraflarımız bulunmaktadır. Bunlar dışında ben MEHMET BİLDİRİCİ tarafından da CD ortamında hazırlanmış “Kırk yılın ötesinden, hocalarım ve sınıf arkadaşlarım” isimli bir çalışmam bulunmaktadır. Burada karınca kararınca bizleri yetiştiren değerli hocalarımızın hayat hikayeleri, sınıf arkadaşlarımızın adresleri, öğrencilik yıllarına ait anılar ve kaybettiğimiz yaklaşık 20 arkadaşımıza ait derlenen bilgiler yer almaktadır. Son olarak da Sayın Rektör FARUK KARADOĞAN’ın teşvikleri ile bizleri yetiştiren hocalarımızın en başında saydığımız MUSTAFA İNAN adına kurulacak KÜTÜPHANE için tüm sınıf arkadaşlarımız adına çok küçük bir katkıda bulunmamızı bir onur olarak kabul ediyoruz. 62 İnşaat Mezunları adına Mehmet Bildirici (Bu yazı İTÜ Mustafa İnan Kütüphanesi 2008, sayfa 162-163 de yayınlandı)

9 MUSTAFA İNAN KİTAPLIĞI FAZIL SAY KONSERİ İLE AÇILDI MEHMET BİLDİRİCİ Araştırmacı-Yazar Biz İTÜ mezunları için, 04.Mart 2008 çok özel bir gün idi. İTÜ Ayazağa Yerleşkesi, Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde yapılan törenin ardından değerli hocamız Mustafa İnan adına kurulan kütüphane törenle hizmete girdi. Kütüphane Rektör Prof Dr. Faruk Karadoğan’ın öncülüğünde İTÜ mezunlarının ve bir araya gelmeyi sürdürebilen İTÜ sınıflarının katkısı ile ortaya çıktı. Zira bu çorbada biz 1962 İnşaat sınıfının tuzu bulunuyor…. Rektör Prof Dr. Faruk Karadoğan ve Prof. Dr. Esin İnan hocamızın özelliklerini belirten konuşmalar yaptılar. Mustafa İnan biz İTÜ mezunlarının olduğu kadar onlarında hocaları idi. Maalesef daha sonraki dönemler bu değerli hocamızı tanıma mutluluğuna erişememişlerdir. Bu konuşmalar sırasında ekrana devamlı katkı yapan sınıflar ve kişiler geldi. Sınıflar 1954 İnşaat, 1962 İnşaat,.. 1966 İnşaat gibi…vs Her 1962 inşaat yazısı geldikçe hep gururlandım, bu kapalı kutunun içinde ben de varım diye. Gerçekten internet ile kütüphane sitesine girince karınca kararınca katkıda bulunan sınıf arkadaşlarımızın isimleri tek tek ekrana gelmektedir. Bu işlerle görevli Sevgi İnce Hanım, biz 1962’lilere, benim kanalımla yeterli davetiye gönderdiği halde ne kadarımız bu toplantıya katılabildi?. Şen Sülün ve eşi Savcı Sülün, Bulut Buharalı ve eşi Zeynep Hanım, Bahaddin Obdan, Teoman Doltaş, Doğan Ramazanoğulları ve ben Mehmet Bildirici… Gönül arzu ederdi ki bu sayının çok daha fazlası olsun. Çünkü sınıf arkadaşlarımızın yaklaşık 60 kişilik büyük grubu yaşamını İstanbul’da sürdürmektedir… Ayrıca gönlüm şunu da arzu ederdi. Fevzi Akkaya, Ayduk Koray … gibi bağış yapan pek çok kişi arasında sınıf arkadaşlarımdan birilerini görmek…!!!!! Rektörün ilgi çekici konuşmasını, onun sınıf arkadaşı, son dönem öğrencilerinden, bir süre onun gelini olmuş ve hocamıza torun vermiş Prof Dr. Esin İnan, hocamızın hayatını ve en önemli niteliklerini ortaya koydu. 1911 yılında Adana’da başlayan ve genç yaşta 1967 yılında sönen gerçek bir bilim adamının serüveni….. TÜBİTAK tarafından, hocamızın hayatının bir roman haline getirilmesi, eşi Arkeolog Prof. Dr. Jale İnan’a teklifi edilmiştir. Bu da gerçekleşmiş, değerli edebiyatçı ve hocanın öğrencisi Oğuz Atay tarafından “Bir Bilim Adamının Romanı” ismi ile yayınlanmıştır. Yıllar önce zevkle okuduğum bu romanın ikinci baskısı yapılmıştır. Tüm arkadaşlarımın buna sahip olduğunu var sayıyorum. Bu güzel ve köklerimiz hakkında bilgi edindiğimiz toplantı, dünya çapında sanatçımız Fazıl Say konserinin ardından kütüphanenin açılışı ve onu da kokteyl takip etmiştir. Kütüphane açılışta o kadar kalabalık idi ki ben şahsen başka bir gün gidip sakin incelemeye karar verdim. Şimdi Fazıl Say’ın konserine dönersek, konser bir harika idi. Önce Mussorgsky’den uzun hareketli parçalar, Gershwin’inden Summer Time, daha sonra kendi besteleri Türk Müziğinden motiflerin yer aldığı Kara Toprak, Balatlar…. vs, sonunu programda olmamasına karşı Wolgang Amedeus Mozart’ın Türk Marşı ile tamamladı. Ağzına kadar dolu, Türkiye’nin, İstanbul’un seçkin konukları, İstanbul Teknik Üniversitesinin değerli mensupları, vurgulayarak söylüyorum Fazıl Say’ı 3-4 dakika ayakta alkışladı, göz yaşartıcı ve asla unutulmayacak bir görüntü oluştu. Kendilerine davetiye ulaşıp gelemeyen arkadaşlarımın çok şey kaçırdığı inancındayım. !!!! Unutuyordum, küçük bir ayrıntıya da değineceğim. Törenin başında Sayın Başbakan ve kabine arkadaşlarının tebrik telgrafları okundu, hiç alkışsız ölü bir sessizlikle geçiştirildi…..!!! ([email protected]) sitesine gönderildi (Mart 2008)

10 İDİMALILAR BİRLİĞİ Mehmet BİLDİRİCİ Bugün Gökova Akyaka'nın içinde bulunduğu tarihi çevrenin, ilk çağlarda İDİMA isimli kentin yerleşim yeri olduğu bilinmektedir. İdima kenti, zaman içinde Kozlukuyu, Yazılıtaş, Haşimbahçe, İnişdibi, Akyaka, Eski İskele, Hayıtlı gibi yerleşim yerlerini içine almakta idi. M.S 1. Yüzyılda Roma İmparatoru Vespasianus adına dikilmiş, Eski İskele bulunmuş ancak bugün kayıp olan bir yazıtta "İDİMALILAR BİRLİĞİ" "KOINON TO IDIMION" adlı bir birlikten söz edilmektedir. (Yazıt 607) Bu yazımızda yazıtlardan gelen bilgilere göre bu birliği incelemeğe çalışacağız. Gerçekten tarihi İDİMA kenti, bölgenin coğrafyasına bağlı olarak, çeşitli mahallelerden oluşmaktadır. Bunlar arasında idari ve ekonomik düzeni sağlayan, ihracat ve ithalat işlerini düzenleyen bir birlik olduğu anlaşılmaktadır. Bu birlik yönetim organlarını nasıl seçiyor, seçim nasıl oluyor. Şimdilik bir şey söylemek mümkün değil. Ancak bu birliğin kentin mahallelerini, kalelerini, Eski İskele'de bulunan limanını, ticari mallarının giriş çıkışlarını düzenlediği düşünülebilir. Gerçekten M.Ö. 2.yüzyıldan, M.S 1. Yüzyıl sonuna kadar bu yörede yoğun bir ticari yaşam olduğu, pek çok yabancının bugün olduğu gibi burada bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde yöre, M.Ö. 2. Ve 1. yüzyılda Rodos tarafından Rodos Karşıyakası (Rhodian Parea) olarak yönetilmiş, daha sonra Roma İmparatorluğu'na katılmıştır. Daha sonra, M.S. 3. Yüzyıldan, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar malarya (sıtma) hastalığı sebebi ile insanlar bu güzel coğrafyaya yerleşememişlerdir. Yada çok az nüfus yaşama cesaretini göstermiştir. Malarya hastalığının başlıca sebebi ise, birikinti sularda yaşayan sivrisineklerdir. Nasıl oluyor da ilk çağda, insanlar burada ileri bir yaşam ve ticaret sergilemişlerdir. Sivrisinek o çağlarda yok mu idi ? Yada o çağlarda insanlar drenaj kanalları ile bu durgun suları kurutmuşlar mıdır ?. Roma döneminde drenaj projelerinin uygulandığı bilinmektedir. Ancak burada bu konuda kalıntılar bugüne gelememiştir, gene de durum ciddi bir araştırma konusudur. Bu dönemde Eski İskele de bir Leto ve Afrodit tapınaklarının olduğu konusunda yazıtlardan bilgiler gelmektedir. Bunların rahipler tarafından yönetildiği kabul edilebilir. (Yazıt 608+609) Yazıtlarda yer isimleri de geçmektedir. Pedion, Lossesus … gibi. Bu yerleşim yerlerinin bugünkü yeri tespit edilememekte ancak İdima civarında olduğu kabul edilmektedir. (Yazıt 609) Çevrede yaşayanlar ise İdimalı'lar, Rodoslu yöneticiler, bazı kimlikleri belirtilmeyen halklar ve ticari ve iş icabı burada yaşayan çevreden gelen yabancılardır. Kimliği bilinmeyen halklarla ilgili Koteitis, Patereus, isimleri yazıtlarda geçmektedir. İsimlerden İdimalılar ve Rodoslular da ayırt edilebilmektedir. (Yazıt 608) Akyaka için çok değerli olarak kabul ettiğim İnişdibi'de bir duvarda bulunan yazıttan çok ilginç bilgiler gelmektedir. Bu taşın yarın bir inşaat sebebiyle kaybolmasından endişe ediyorum. Yetkililerin bu taşı oradan alıp koruma altına almasını burada belirtiyorum. (Yazıt 603) Bu taşta İdima ismi yanında İdimalıların da ismi geçmektedir. İdimalı Grammatikos (katip) Demetrios İdimalı Antipatros oğlu Apollonios Görüldüğü gibi İdimalılar memleketleri ve baba adları ile birlikte belirtilmektedir. Burada yaşayan yabancıların ise sadece memleketi ve isimleri zikredilmektedir. Halikarnassoslu Ekatios (Bodrum) Mindoslu Nikias (Bodrum) Kallipolisli Hekaton oğlu Dionisos (Kızılkaya, yakın olduğu için baba adı belirtilmekte) Laodikalı Lisimakos (Denizli de kent, aynı isimde Konya Sarayönü'nde de kent var)

11 Bizanslı Papias (İstanbul) Aynen bugünkü gibi dışarıdan gelen yabancılar bulunmaktadır. Bence en ilginci ve en uzak yerden geleni Papias, uzak bir coğrafyadan İstanbul'dan buraya gelmiş.… Yeni İskele camii duvarında görülmüş ve bugün görünmeyen bir taşta yönetici olan Rodoslu Athanegoras ismi geçmektedir. (Yazıt 604. Yazılıtaş mahallesinde Rodoslu Rodokles'in mezar taşı görülmüştür. (Yazıt 611) Kozlukuyu'da bulunan bir yazıtta da strategos görevini yürüten Rodoslu Pratophon'dan söz edilmektedir. (Yazıt 602). Gene bugün Orman Kampı içinde bulunan bir yazıtta ise epistatis (?) görevini üstlenen Targilio Kırnis ismi geçmektedir. Eski İskele'de bugün kayıp olan yazıtta Sedir Adalı Panito'nun mezar taşı görülmüştür. (Yazıt 612). Bu bilgiler, Paris'te yaşayan ve kendisi ile mektuplaştığım Sayın GUY MEYER tarafından 1996 yılında tarafıma gönderilen ve yörenin tüm yazıtlarını özetleyen Almanca " INSCHRIFTEN GRIECHISHER STAEDTE AUS KLEIN ASIEN" 1991 Band 38 , içinde Wolfgang Blümel'in sayfa 145-155 makalesinden alınmıştır. Yazıt numaraları burada verilen numaralardır. Sayın Guy Meyer'den aldığım son mektupta, Rodos ve Karya Bölgesi yazıtları konusunda Prof. A. Bresson'un çalıştığını öğrenmiş bulunuyorum. Belki onun araştırmalarından da yeni bilgilere ulaşırız. Mehmet Bildirici Web Site: www.akyaka.org/akyaka/idima_biligi.htm

(AKYAKA BELEDİYESİ BÜLTENİ 2008 SAYI 12 Sayfa 7)

(YUKARIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINIP YAYINLANMIŞ)

12

D‘Idyma à Gökova - Akyaka

İDYMA VILLE DE CARIE

Une ville nommée İdyma fut fondée dans la région ou se trouve le bourg Akyaka. Cette cité s’étendait a l’est de l’actuel Akyaka en direction de Gökova (a 3km) et sur les quartiers d’İnişdibi et Yazılıtaş vers le port voisin de la forêt. Les tombes rupestres antiques démontrent qu’İnişdibi et la forteresse médiévale toute proche font partie de très anciens lieux d’habitation. Il est prouvé que la citadelle a été occupée depuis l’antiquité jusqu’a la période médiévale. Elle a été abandonnée a une date inconnue. La forteresse byzantine, dénommée également forteresse génoise, a été bien restaurée. Il existe un passage souterrain qui en descend jusqu’a la rive sud du “Kadın Azmağı”. La Nécropole (tombes rupestres) et l’Acropole s’étendent sur les flancs montagneux de Gökova

İdyma est une fondation essentiellement carienne. Son appellation provient du dialecte de Carie. Dans l’antiquité la Carie occupait l’emplacement de la province actuelle de Muğla. İdyma était située a la pointe sud de la Carie. Les Cariens sont considérés comme le peuple le plus ancien de la région. Bien que leur culture et leurs traditions soient connues aucune inscription en langue carienne n’a été retrouvée et jusqu’a ce jour elle n’a pas été déchiffrée.

Notre région fut envahie par les armées perses (actuel Iran) sous le commandement d’Harpagos en 546 av. J.C. Cette domination perse provoqua des bouleversements dans la vie religieuse et les coutumes de la région.

L’hégémonie perse fut repoussée durant les années 484-405 av. J.C. et la région passa sous administration de la “Ligue Maritime de Délos” créée par Athènes. İdyma en fit partie. Son nom apparaît sur les listes des cités affiliées durant les années 453 et 452 av. J.C. Ce sont les plus anciens documents concernant la cité. On y remarque en particulier le nom de Paktyes l’un des administrateurs dont la lignée exerça cette fonction durant un temps.

La cité frappa sa propre monnaie. Sur une face est inscrit un nom: Iaimion (Idymion) sur l’autre est gravée la tête d’un jeune homme (Pan). Le culte dédié a Pan, dieu des bergers, était très répandu dans la région.

La “Ligue Maritime de Délos” prit fin en 405 av. J.C. İdyma s’en était séparée en 440 av. J.C.

A partir de cette date la ville de Sparte imposa son autorité. En 405 av. J.C. l’Amiral de Sparte Lysandros s’empara de la ville de Cedrea (île de Sedir).

İDYMA SOUS L’AUTORITÉ D’HALICARNASSE (BODRUM)

Dans les années 387-334 av. J.C. les Perses rétablirent leur suprématie dans la région. Le roi Mausole d’Halicarnasse (377-353 av. J.C.) entretenait de bonnes relations avec les Perses et gouvernait en toute indépendance. Il transféra la capitale de la Carie de Milas a Halicarnasse (Bodrum). İdyma était située dans la partie orientale de ce royaume.

13 Cette période prit fin lorsque l’armée d’Alexandre le Grand envahit notre région en 334 av. J.C. A cette époque des forteresses se dressaient a Thera et Callipolis.

İDYMA A LA PÉRIODE HELLÉNISTIQUE

L’époque hellénistique débuta avec l’arrivée d’Alexandre le Grand en Anatolie et au Proche-Orient. La culture et la langue grecques s’y répandirent rapidement. De 334 a 189 av. J.C. date du traité d’Apamée, diverses royautés hellénistiques éphémères furent a l’origine d’une période d’anarchie dans la région.

İDYMA SOUS LA DÉPENDANCE DE RHODES

İdyma passa sous l’administration de Rhodes au 3eme siècle av. J.C. a une date imprécise. Elle reçut le nom de Rhodeion Peraea (située en face de Rhodes) . İdyma se libéra d’elle-même du joug de Rhodes mais elle y fut de nouveau rattachée en 200 av. J.C. par Nicagoras de Rhodes en même temps que Pisi (village de Pisi) et Killandos (village de Yenice) comme l’indique une inscription gravée sur une stèle située sur l’île de Karpatos. A la suite de la paix d’Apamée en 189 av. J.C. la cité d’İdyma échut de nouveau a Rhodes et demeura sous son autorité jusqu’au 1er siècle ap. J.C.

Une alliance administrative dénommée “Union des Habitants d’İdyma” fut créée et cette période connut une grande vitalité, comme l’atteste la dizaine d’inscriptions datant de cette époque.

İDYMA CITÉ ROMAIN

İdyma devint une cité romaine a la fin du 1er siècle ap. J.C. En 48 av. J.C. l’illustre homme d’état, Jules César, traversa la région pour se rendre a Rhodes. La reine d’Égypte, Cléopâtre, accosta notre rivage pour aller visiter Éphèse. La cité sut préserver son éclat et son prestige durant la période romaine. La seule preuve écrite connue au sujet de cette période était une inscription, aujourd’hui disparue, gravée en l’honneur de l’empereur Vespasien (69-79). Des mosaïques de la période romaine furent découvertes lors des fouilles entreprises en 1922 dans la forteresse d’İnişdibi.

Au milieu du 3eme siècle de notre ère la décadence interne de l’empire romain, les séismes dévastateurs et une épidémie de peste qui sévit très longtemps plongèrent la région dans les ténèbres. İdyma et les villes voisines furent abandonnées et disparurent.

Les excellentes routes pavées construites en plaine, les citernes qui les jalonnaient, les canalisations apportant les eaux de la rivière Papazlık a Akyaka furent laissées a l’abandon. La Carie devint une province romaine sous le règne de Dioclétien (284-305).

LA VİE LOCALE A L’ÉPOQUE BYZANTİNE

On ignore le nom donné a la région a l’époque byzantine. Une église aux murs en abside dans sa partie sud avait été édifiée sur la colline située dans l’actuel camp forestier. Elle était dédiée a Saint Cosme et l’endroit a pris son nom. Les pierres sculptées et ornées de croix ainsi qu’une inscription provenant de cette église sont conservées dans l’enceinte du camp forestier. D’autre part les vestiges de deux chapelles subsistent encore a la source de la rivière Papazlık et près du bord de mer.

14

Un emplacement voisin du littoral est appelé Eren Dede. Akyaka lui porte une grande dévotion. A Eren Dede on y fait des prières pour attirer la pluie, on y fait des voeux et on y fait cuire le “Aşure” (mets sucré traditionnel composé de céréales et de fruits secs).

GÖKOVA SOUS ADMINISTRATION TURQUE

La région fut rattachée pendant un temps au fief de Menteşe dont la capitale était Milas. Elle fut intégrée a l’Empire Ottoman en 1420. Muğla en devint la capitale et Ula le centre administratif.

L’événement le plus marquant survenu dans notre région a la période ottomane fut le passage de l’armée de terre du Sultan Soliman le Législateur lors de la conquête de Rhodes. L’armée arriva au mois de juillet 1522 et repartit en janvier 1523. Rhodes fut annexée aux territoires ottomans. Le rattachement de Rhodes apporta du dynamisme a la région mais il fallut attendre l’année 1970 pour que Gökova retrouve son ancienne vitalité.

Mehmet Bildirici

(SAYIN MERVE MİCHELE BARREL TARAFINDAN ÇEVRİLMİŞTİR) 2008

15 KONYA LİSESİ MEZUNLARININ 10.05.2008 TARİHLİ BOGAZİÇİ BULUŞMASI

Mehmet BİLİDİRİCİ Değerli iş adamı, Mimar ve Konya Lisesi sevdalısı Hüseyin Yaşat Manav sınıf arkadaşlarını ve sevgili öğretmenlerimizi Korukent ve Boğaziçi’nde gerçekleşen gemi turunda bir araya getirdi. 2005 yılından bu yana ilk defa gerçekleşen bu toplantıda İstanbul’da bulunan ve İstanbul’a bu toplantı için gelen arkadaşlar bir araya geldi, birbirleri ile kucaklaştılar, hasret giderdiler. Önce sabah Korukent Bowling Salonunda kahvaltı vardı. Kuşun sütünün eksik olduğu nefis kahvaltıda, Yaşat Manav gelen tüm arkadaşlar ve eşlerine hoş geldin dedi, aramızdan ayrılan değerli öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımız için bir dakika saygı duruşuna davet etti. Bu yıl Lisemizin üstünde kara bulutlar dolaşıyordu. Hiç akla ve hayale gelmeyecek şekilde, seçimle hizmet için gelen Meram Belediye Başkanınca Lisemiz tarihinden koparılmak isteniyor, tarihi binanın bahçesi tarihi olmayan binalar yıkılarak yerine kaç kat olduğu bilinmeyen alışveriş merkezi yapılmak isteniyordu. Konu hepimizi üzüyordu. Yaşat Manav’ın hoş geldiniz konuşması ardından konuya geçildi. Konu ile büyük mücadele veren, Konya Lisesi Mezunları Derneği Başkanı 1968 yılı mezunu Caner Can özellikle Konya’dan gelmiş aramızda idi. Bu konuda gelişmeleri gazete haberleri ve belgelerle ortaya koydu. Yaptığı Basın toplantılarından yazdığı yazılardan örnekler sundu. Bu konuda Yeni Meram Gazetesi sahibi sınıf arkadaşımız MUSTAFA BAHÇIVAN’ın yakından ilgilendiğini, gazetenin köşe yazarı ALİ RİDVAN BÜLBÜL’ün konu ile ilgili yazıları olduğunu belirtti. Eşi ile aramızda olan Milli Savunma Bakanımız Vecdi Gönül’e konuyu ulaştırdığını, Lisemize dokunmamak ve güvence verilmesi durumunda biz mezunların gayreti ile tarihi binanın restore edilebileceğini ifade etti. Arkasından Vecdi Gönül söz aldı, konu ile yakından ilgilendiği, konunun Bakanlar Kuruluna kadar geldiğini, kesin tavır koyduğunu ancak Kültür Bakanının tarihi binanın Müze olmasına sıcak baktığını ifade etti. Şimdilik konunun kapandığı ifade edildi.

Bunun ardından öğle yemeğinin yeneceği Vapur gezisi başladı. Gemide yaklaşık 50 kişi vardı. Dünyanın en tarihi ve en güzel su yolunda güzel bir havada samimi bir ortam içinde gezi ve yemek devam etti. Başta Altan Saysel, Sencer Yurday olmak üzere arkadaşlarımız anılarını dile getirdi, fıkralar anlatıldı. Bu arada arkadaşımız Sadettin Demiray Demiray 2008 yılında gerçekleşen “Evrenin Gözü” isimli bir yayınını tüm arkadaşlara hediye etti, hepimizin beğeneceğini umuyorum.

Şimdide bu güzel ve unutulmayacak gaziye kimler katıldı bölümüne geçiyorum. Tabii önce bizleri iyi yetiştirdiklerine inandığımız öğretmenlerimiz. Önce aramızdan ayrılanlar değerli öğretmenlerimize rahmet diliyoruz. Bu yıl sadece Fransızca öğretmenimiz Muazzez Kargalık aramızda idi, sağlıklı koca bir çınar ağacı gibi aramızda idi. Bizi şimdiye kadar da hiç yalnız bırakmadı. Kendisine teşekkür ediyoruz. Bu arada istedikleri halde gelemeyen diğer öğretmen-lerimizden Hüseyin Köroğlu yaşamını Konya ve Bodrum’da sürdürüyor. Değerli öğretmenimiz bu yıl hizmete geçecek bir İlköğretim Okulu yaptırıyor. Konya Ereğli yolunda “Sevim & Hüseyin Köroğlu” İlköğretim Okulu. Kendisini Nisan 2008 de ziyaretimde sağlıklı gördüm mutlu oldum. Biyoloji öğretmenimiz Fehime Birekul Ekim 2007 den beri Huzurevinde, ben ve Yaşat Manav ara ara ziyaretine gidiyoruz. Yeğenleri Sevinç ve Güler, kendisinin çok iyi ve özel bir tesiste kalmasını sağladı. Ben şahsen öğrencileri adına yeğenlerine teşekkür borcumuz olduğunu düşünüyorum. Selman Erdem ve eşi Nezahat Hanım rahatsız, oğullarına yakın olmak için İstanbul’dan Ankara’ya taşındılar. Ankara’da olan İngilizce öğretmenimiz Mukbil Ertunç çok sağlıklı, telefonla görüşüyoruz. Eşi Felsefe öğretmenimiz Semahat Hanım rahatsız. İstanbul’da Resim öğretmenimiz (En genç öğretmenimiz) Nurhayat Hanım’ın rahatsızlığı dolayısıyla katılamadığını öğrendik. Yaşayan değerli öğretmenlerimize sağlıklı ve mutlu günler diliyoruz.

16 Ben bu konuda şunu da ekliyorum. Öğretmenlerimiz ve devre arkadaşlarımız hakkında bol fotoğrafların bulunduğu CD ortamında hazırlanmış Korukent Buluşmaları II (2007) ve diğer üç CD ortamında Konya Lisesi ile ilgili kitaplar, Yaşat Manav Ofisi’nde, Konya Lisesi Mezunlar Derneği’nde, Konya Lisesi Müdürlüğünde ve ben Mehmet Bildirici’de bulunmaktadır. İsteyen bu kaynaklardan CD temin edebilir.

Katılan arkadaşlarımıza gelince tespit edebildiğim kadarı ile1956 yılı mezunu arkadaşlarımız (Sınıf listesindeki sıraya göre); Yoğun işlerini bir taraf bırakıp tekrar aramızda olan Bakanımız Vecdi Gönül ve eşi Sevim Hanım başta olmak üzere; Oktay Özkaynak ve eşi, Sadettin Demiray, Yücel Edil, Toygar Tahralı, Hasan Ali Acar & Nursel Acar, Yılmaz Dağdeviren, Halil Kazım Gedik, Ziya Ulusoy, Cevdet Çavuşoğlu, Cengiz Coşkun, Taner Baykara, Nuray Ögel, İsmail Serim, Nihal Doğan, Adnan Ağırbaşlı, eşi, oğlu Mehmet Ağırbaşlı ve torunu ile, Rıza Durakbaşı, Osman Bıyıkoğlu, eşi ile katıldılar. Daha üst sınıflardan ağabeylerimiz; Bodrum’dan özel olarak gelen Prof. Hulusi Göngör, Ankara ve Kazakistan’dan Mümin Köksoy, Altan Saysel Konya Liseli eşi ile, Güner Orbay eşi Havva Hanım ile, Sencer Yurday, ablası Güler (Fehime Hanımın en sevdiği kız öğrencisi), İbrahim Önoğlu, eşi Semiha Hanım. Tabii bu toplantının sahibi Hüseyin Yaşat Manav, ben Mehmet Bildirici, en gencimiz Konya Lisesi Mezunlar Derneği Başkanı Caner Can ve eşi birlikte idi. Böyle güzel gezide bizleri misafir eden Yaşat Manav ve eşine ne kadar teşekkür etsek azdır, diye düşünüyorum.

(YENİ MERAM 17.05.2008 Sayfa 3)

17 KONYA’NIN ULU ÇINARI RÜŞTÜ ÖZAL’I KAYBETTİK. ESKİ KONYA BELEDİYE BAŞKANI, ESKİ KONYA MİLLETVEKİLİ, ESKİ İMAR BAKANI Mehmet BİLDİRİCİ İnş.Y.Müh. 1915 yılında Konya’da doğan Rüştü Özal, Konya’nın köklü ailelerinden birinin oğlu idi. Babası Konya’da Tacül Vezir Medresesinin Müderrisi ve aydın bir kişi idi. Çocuklarını okutmuştu. Ağabeyi Mithat Özal öğretmen, kız kardeşi Emine Özal da Konya Sanat Enstitüsü’nde Fizik Kimya öğretmeni idi. Rüştü Özal Konya’da orta öğrenimi yapıp İnşaat Mühendisi olan öncü kişilerden biri idi. Cumhuriyet öncesi Konya İdadisi’nden (Konya Lisesi) mezun olup, 1905 yılında Hendese-i Mülkiye’den mezun olan tek kişi Galip Tezören idi (Ölümü 1965). Kendisi Hicaz Demiryollarında çalışmış, camide rastladığı Araplar mühendis olduğunu öğrence “Müslüman Mühendis olur mu? diye hayret etmişler !!!! Cumhuriyet döneminde ise Karaman’dan Konya milletvekili Remzi Birant (1906-1966), Ermenek’ten Mehmet Sumra, Konya Taşkent’ten Konya Senatörü Fakih Özlen (1915-2002), ve Konya’dan Rüştü Özal (1915-2008) Konya Lisesi’nden mezun, ilk mühendis olanlardır. Ortaokul’dan Mühendislik Okuluna giren Konya Milletvekili Himmet Ölçmen bunlar arasındadır. Rüştü Özal Konya Lisesi 1933 yılı mezunudur. Konya Lisesi bu yıllarda Türkiye’nin önde gelen liselerinden biridir. Rüştü Özal en iyi öğrenciler arasındadır. Öğrenci olduğumuz 1950’li yıllarda bir süre Turgut Özal’ın da hocası olan Matematik öğretmeni Faik Hoca (Ürel) derste öğrencileri ile övünür sık sık; “Mebooos Rüştü talebem, mebooos Remzi talebem,… çalıştılar, okudular, adam oldular. Ama şimdi sizler öylemi ? eşek gibi, ayı gibi…..” Rüştü Özal Konya Lisesi’nden sonra İstanbul’da Yüksek Mühendis Mektebi’ne girdi. 1939 buradan Yüksek Mühendis olarak mezun oldu. Çeşitli yerlerde çalıştıktan sonra 1950 yılında Konya Belediye Başkanı (1950-1954), 1954 yılında Demokrat Parti’den Konya Milletvekili oldu, 1957 yılında partiden ayrıldı. 1957-1960 yılları arasında Mühendisler Birliği’nde Genel Sekreter olarak çalıştı, önemli hizmetleri oldu. 1961 yılında askeri kabinede İmar İskan Bakanı ve 1961-1965 arasında CHP den Konya Milletvekili oldu, daha sonra politikayı bıraktı, ama ölene kadar İnşaat Mühendisleri Odası ile birlikteliğini sürdürdü. İsmi daha önce hafızamıza kazınmış Rüştü Özal ile tanışma mutluluğunu yakaladım. Konya’nın tarihi, döneminin yazarları, Konya’nın sulama ve su projeleri konusunda yazılarını takip ederdim. Ben de 1994 yılında DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan “Konya Tarihi Su Yapıları” isimli kitapta Konya Ovası Sulama Projesini geniş şekilde özetlemiştim. İstanbul’a geldiğim yıllarda bunları görüş ve önerilerini almak için kendisine sundum. Konu ile ilgili 1998 yaptığım telefon görüşmesinde ”Efendim, daha önce Konya gazetelerinde rastladığım yazılarınızı hep okudum, Konya ve Konya Sulaması ile yeni yazı yazarsanız, edinmek ve okumak isterim dedim. Yorgun bir sesle “yazacam, yazacam ama kalem yardım etmiyor” dedi. Rüştü Özal’ın 1915 yılında başlayan yaşamı 13.Mart.2008 günü İstanbul’da sona erdi. Rahmetli uzun zamandan beri rahatsız idi. Rüştü Özal için 15.Mart 2008 Cumartesi önce İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde tören yapıldı. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi tarafından “Onurlu bir Cumhuriyet aydını, bir mühendislik çınarı Rüştü Özal” isimli 2004 yılında bir kitap çıkarılmıştı. Oda Başkanı Cemal Gökçe bu kitaptan bazı pasajları okudu, hayatı ve mühendislik camiasına katkıları anlatıldı. Cenazesine pek çok inşaat mühendisi yanında ailesi ve yakınları katıldı. Aynı gün Teşvikiye Camiinde kılınan öğle namazının ardından, Sütlüce’de toprağa verildi. Eşi Ulya Özal ve yeğenleri Selçuk Özal, Fatma Özal ve Ayşe Okçu ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Ulu Çınar, Rüştü Özal, Nur içinde yat….. (YENİ MERAM 19.05.2008 Sayfa 3)

18 DEDİĞİ SULTAN MENAKİBİ Mehmet BİLDİRİCİ Araştırmacı-Yazar Anadolu’ya gelen ve Türklerin bu topraklarda yerleşiminde etkili olan ulu çınarların gelişlerini ve Anadolu’da yerleşimlerini anlatan MENAKİPNAME’ler vardır. Seydişehir’e yerleşen ve oranın yeniden kuruluşunu sağlayan Seyid Harun Veli menakibi ile Ilgın Mahmut Hisar köyüne yerleşen Dediği Sultan menakibi, Konya çevresinde bilinen çok önemli örneklerdir. Menakipnamelerde, bu ulu kişilerin Anadolu’ya gelişleri ve Anadolu’yu yurt tutuşları efsanevi şekilde anlatılır. Anadolu insanı sevdiği insanları göklere çıkarır, kafasında tasarladığı tüm güzellikleri onda görmek ister. Bu yönden menakipnameler abartılıdır. Bu yönden tam tarihi belge olarak kabul edilemez. Ama öte yandan yaşadığı dönemin şartlarını, yaşam ve düşünce tarzlarını, inançlarını gösteren önemli belgelerdir. Dediği Sultan Menakibinin bir fotokopisi Araştırmacı yazar, birlikte uzun sohbetlerimiz olan rahmetli Sefa Odabaşı tarafından bana verilmiştir. Menakip yaklaşık 1973 yıllarında Sefa Odabaşı tarafından bir sahafta görülmüş ve satın alınmıştır. Sefa Odabaşı’nın bu konuda 04.07.1998 tarihinde Yeni Meram KIRKAMBAR’da çıkmış bir yazısı da bulunmaktadır. Dediği Sultan Menakibine göre Dediği Sultan yada diğer söylenişi ile Şeyh Halit Dediği Türkistan’da Ahmet YESEVİ neslindendir. Anadolu’ya Turgut oğulları ile gelmiş, gelmeden önce Hicaz’ı ziyaret etmişlerdir. Dediği Sultan Kırşehir’e yerleşen HACI BEKTAŞ VELİ’nin amca oğullarındandır. Yatağan Ahmet (Mürsel) ismindeki erin, Dediği Sultan’ın çok yakını olduğu, onu beklemesi için Melengürit dağında bıraktığı ifade edilmektedir. Gerçekten önceleri toplu halde Melengürit (Erenler-Erengirit dağı) dağında bir süre yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bu dağın zirvesinde arkeolojik veriler bir erken Bizans kilisesinin olduğunu göstermektedir. Dediği Sultan, Yatağan Ahmet Mürsel ve diğer kafile bu kalan taşlardan kendilerine bir süre kalacakları yaşam ve ibadet yerleri yaptığı anlaşılmaktadır. Dediği Sultan bu dağdan Ilgın Mahmut Hisar köyüne, Yatağan Ahmet de dağın hemen yakınında o zaman ismi Söbü Çimen olan sonra Yatağan ismini alan köye yerleşmişlerdir. Menakibe göre Dediği Sultan Seyid Harun Veli ile görüşmüş karşılıklı kerametler göstermişlerdir. Bende bulunan ve yayınladığım “Yatağan Köyü Dünü, Bugünü” isimli yayınıma bilgisayar ortamında eklediğim menakipnamenin Dediği Sultan’ın ölümünden sonra Farsça olarak Muhammet Dede tarafından yazıldığı ve çok eskidiği için H 1277 (1861) tarihinde Muhammed Hamdi oğlu MUSTAFA RÜŞTÜ (ölümü 1878) tarafından Türkçe lisanına çevrildiği menakipnamenin sonunda açıklanmaktadır. Dediği Sultan Menakibi, Araştırmacı-yazar eski Müze Müdürü Zeki ORAL, Vakıflar dergisinin 3. sayısında (1954 yılı) “Turgutoğ ulları ve Eserleri” isimli yazısında Mahmut Hisar köyündeki Tekke muhafızı elinde Dediği Sultan Menakibi gördüğünü belirtmekte ve yazısında bir özeti verilmektedir. Bu menakibin farklı bir yazım olduğu ama ana konularda bir değişiklik olmamasına karşı bazı farklar olduğu anlaşılmaktadır. Buradan menakipnamenin farklı yazılımları olduğu anlaşılmaktadır. Menakibe göre Dediği Sultan’ın H 550 yılında öldüğü ve Mahmut Hisar köyüne gömüldüğü ifade edilmektedir. Tüm bu bilgiler, Yatağan Ahmet Mürsel’e yapılan 1407 tarihli vakıf ve diğer tarihi belgeler incelendiğinde şöyle bir özet çıkarmak mümkündür. Dediği Sultan ve Yatağan Ahmet Mürsel’in 15. yüzyılın başlarında Turgutoğulları ile birlikte Anadolu’ya geldikleri, Ahmet Yesevi neslinden olabilecekleri, bir süre Melengürit dağında kaldıkları, Seyid Harun Veli ile görüşmelerinin mümkün olmadığı (Zira kendisinin ölümü 1320), belki onun torunlarından biri ile görüştüğü, Mahmut Hisar köyünde Selçuklu döneminde yapılmış olan bir türbeye gömüldüğü, Akşehir ve yakın çevre de başka Dediği Sultanlar bulunduğu, ancak onlarla bağının kurulamadığı anlaşılmaktadır.

19 Sonuç olarak Dediği Sultan’ın Mahmut Hisar’da önce yapılan Selçuklu türbesinde, Yatağan Ahmet Mürsel’in Yatağan köyünde kara örtü bir türbede gömülü olduğu bilinmektedir. Bu ulu kişilerin yaptıklarının unutulmadığı ve her ikisinin soyunun bugün devam ettiği ve büyük ataları için büyük saygı beslediği anlaşılmaktadır.

Kaynak: Daha fazla bilgiler, Yatağan Mürsel soyundan gelen Mehmet Bildirici’nin “Yatağan Köyü, Dünü Bugünü” isimli bilgisayar ortamında yazılmış özel yayınında bulunmaktadır. Buna ulaşmak isteyeceklerin yazarın mail adresine ulaşması gerekmektedir. Mail; [email protected]

(YENİ MERAM 21.05.2008 Sayfa 3)

20 ABDÜLBAKİ GÖLPINARLI İLE BİR

Mehmet Bildirici Abdülbaki Gölpınarlı’nın Üsküdar Salacak’taki eski ahşap konağının soyulduğu manşet haber olarak 03.03.2006 tarihli Murat Bardakçı yazısı ile duyuruldu. Bu vesile üstadın şarkiyat ve Mevlevilik konusunda çalışmaları hakkında yazılar yer aldı. Neyse ki üstadın 70 yıllık çalışmalarından oluşan kitaplarının büyük bölümü vasiyeti üzerine Konya Mevlana Müzesi’ne bağışlanmıştı. Gölpınarlı çalışmaları dolayısıyla Konya’da çok bulunmuştur. Gölpınarlı 1930 yılında Konya Lisesi Edebiyat öğretmeni olarak atanmış ve 1932 yılında görevden alınmıştır!!! Buna rağmen bu kısa öğretmenliği ile Konya Lisesi’nin onur kaynağı ve lisenin en tanınmış öğretmenlerinden biridir. Üstatla bir anımı sizlerle paylaşmak istiyordum. 1970 yılıydı. Uzaktan akrabam olan Ahmet Ağa Gölpınarlı’yı tanıdığını, beni de tanıştırmak istediğini söyledi. Birlikte gittik. Kendisi Mevlana Müzesi’nde idi. Seyrek bembeyaz saç ve sakalı ile karşımızda bir heybetli heykeldi sanki, elinde sigara ağızlığı, gözünde gözlük vardı. Devamlı düşünce içinde olan ve hiç gülmeyen düşünen bir insan heykeliydi. Ahmet Ağa iyi niyetli, açık düşünceli ama kültürden gelme bir kişi değildi. Üstada yaranmak için dışarıda kolları ve başları açık Avrupalı bayan turistleri göstererek “bu çıplakları bu kutsal makamdan değnek ile kovalamalı dedi” Bunun üzerine üstat çocuklar dinleyin dedi ve şunları anlattı. “Musa peygamber Tur dağında Yarab bana yüzünü göster der. Falan noktaya bak diye ses gelir. Musa oraya baktığında bir kişinin eli, arkadaşının cebinde parasını çalmakta, Musa bağırır Yarab onları mahvet bana kendi yüzünü göster der. Başka bir noktaya bakması istenir. Orada da bir kişi başkasının eşi ile zina halinde, Musa gene onları da kahret, bana kendini göster der. Bu defa Tanrı şöyle seslenir. Ya Musa ben binlerce böyle sahne görüyorum, sana sadece ikisini gösterdim, tahammül gösteremedin, henüz beni görme olgunluğuna gelmemişin” der. Evi Üsküdar’da olan, Üsküdar’da Seyit Ahmet Deresi İranlılar (Şii Caferi mezarlığı) mezarlığında gömülü üstadın bu anlamlı ve felsefi hikayesini hiç unutmadım.

(ÇAĞRI TEMMUZ 2008 SAYFA 27)

21 KONYA’NIN İLK MİMARLIK OKULU YERLE BİR EDİLMİŞ Mehmet Bildirici- İnş.Y.Müh- Araştırmacı Yazar

Konya’da Osmanlı devletinden gelen Orta öğretim Kurumu Konya Lisesi (Konya İdadisi) 1889 yılında açılmış ülkeye büyük hizmet etmiş pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bende bu Lisenin 1957 yılı mezunuyum bundan da büyük mutluluk duymaktayım. Konya Lisesi’nin hemen arkasında ise son zamanlarda Yetiştirme Yurdu olarak hizmet veren, Cumhuriyet döneminin güzel bir mimari eseri olan BİNA VARDI !!!!!!!!!!! Bu binada Konya’da Yüksek İslam Enstitüsü ve Eğitim Enstitüsü’nden sonra 1971 yılında KONYA MÜHENDİSLİK VE MİMARLIK AKADEMİSİ kuruldu. Akademi yıllarca hizmet verdikten sonra halen Selçuk Üniversitesi bünyesi içindedir. Dikkatinizi çekerim o tarihte henüz Selçuk Üniversitesi mevcut değildi. Benimde öğretim görevlisi olarak çalıştığım bu binadan pek çok İnşaat Mühendisi ve Mimar yetişmiş olup hepsi bugün Konya’da önemli mevkileri dolduruyor, bundan da büyük gurur duymaktayım. Ben halen 12 yıldan bu yana İstanbul’da oturuyorum. 1991 yılından bu yana bir mühendis gözü ile Konya’nın tarihini, su yapılarını eski kentlerini ve dokusunu incelemekteyim. 17 yıldan bu yana topladığım belgeleri Mimarlık Odası’nda sergilemek için Konya’da bulunuyorum. İlk günü sokağa çıkınca Mimarlık Okulunun yerle bir edildiğini içim sızlayarak gördüm ve şoke oldum. İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun olduğumdan bu yana 45 yıllık mesleki bilgilerimle, 17 yıllık Konya ve çevresi ile ilgili araştırma ve bilgi birikimimle, bu nasıl yapılır bir cevap bulamadım. Mimarlar Odasında binanın yıkımını, babamın ölümünü anlatır gibi dert yanarken Mimar meslektaşım ve eski öğrencim Mehmet Avcı’ya rastladım. Öğrenci iken her nasılsa geniş açıklıklı salonun çatısına çıkmış, şahane ahşap çatı ile kapatıldığını söyledi duyunca üzüntüm daha da arttı. Bugün geniş açıklıklar yeni ortaya çıkan malzemelerle çok kolay aşılmaktadır. Yaklaşık 80-100 yıllık ahşap çatı bir mühendislik harikasıdır. Korunmalı müze olarak değerlendirilmeli idi. Yıkımı başarı ile gerçekleştiren !!!!! Sayın Meram Belediye Başkanı yıktığı bu binayı incelemiş midir? Bilgi birikimi buna yeterli midir? Merak ediyorum. Acaba belgelemek en azından bir rölevesini çıkarmak aklına gelmiş midir? Aslında bu bina anıt olarak tescil edilmeli idi. Gözden kaçtığını sanıyorum. Bu yıkmak için fırsat mı? Bu değerleri korumak bilince niye Belediye Başkanlığında yok anlamak mümkün değildir. Mezun olduğum Konya Lisesi de bahçesi Meram Belediyesi’nce alınmak ve yerinden uzaklaştırılmak istendi, değerli mezunların çabası ile şimdilik badireyi atlatmıştır. Ama Konya’nın bu ilk mimarlık okulu ve şahane çatısı maalesef depremlere dayanmış depremden daha tehlikeli zihniyete yenik düşmüştür. Sayın Meram Belediye Başkanı olay tarihi süre içinde değerlendirilecektir. ANCAK ŞUNA KUVVETLE İNANIYORUM, İLERİ NESİLLER SİZİ HAYIRLA YAD ETMEYECEKLERDİR. [email protected] (YENİ MERAM 22.08.2008 )

22 MİMARLAR ODASINDA ANTİK ÇAĞDA ICONIUM (KONYA) VE YAKIN ÇEVRESİ BELGE VE FOTOĞRAF SERGİM Mehmet BİLDİRİCİ İnş.Y.Müh. Araştırmacı yazar

Konya’da 1965-1972 yılları arası Proje ve Müteahhitlik işlerinde, 1971-1982 yılları arasında Konya Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisinde Yapı Malzemesi ve Yapı Statiği derslerini yürüttüm. Akademi Başkanından sonra tayin edilmiş ilk öğretim görevlisi idim. Daha sonra 1984-1995 yılları arasında DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nde çalışmış bulunuyorum. Küçüklüğümden bu yana tarihe büyük ilgi duymakta idim. 1991 yılında mesleki bilgi birikimimi ve tarihi birleştirmek istedim, karşıma tarihi su yapıları çıktı. O yıldan bu yana disiplinli bir şekilde araştırmalarımı sürdürüyorum. Bu konuda DSİ Genel Müdürlüğü ve Konya DSİ IV. Bölge Müdürlüğü’nden büyük destek gördüm. Konya Tarihi Su Yapıları isimli çalışmamı yayınladılar, bu çalışmamım teknik gözle tarihe bakan ilk kitap olduğuna inanıyorum. Daha sonra emekli olduktan sonra da 2004 yılında “Tarihi Sulamalar, Depolama ve Taşkın Koruma Tesisleri” isimli kitabımı yayınladılar. Bu benim büyük ufkumu açtı, bu konuda uluslar arası toplantılara katıldım. Sergi alışkanlığını da yazları geçirdiğim Gökova Akyaka’da kazandım. Gökova Akyaka’da resim ürünlerinin sergilendiği salon var. Orada Gökova’nın tarihi değerlerini ve güzelliklerini gösteren bu türde ilk sergi açtım. Çok ilgi çekti, 2006 yılında bilgisayar ortamına alarak yeniledim. Bu yıl 18.07.2008 tarihinde yukarı başlıktaki sergimi açtım. Bu defa izleyenler tamamen Konya dışından idi, büyük ilgi uyandırdı. Bu çalışmalarımı Konya’ya taşımak istedim. Ama devamlı burada yaşamadığımdan salon konusunda belirsizlikler vardı. Meslektaşım ve akrabam Muzaffer Tanrıkulu Mimarlar Odası Başkanı SERDAR IŞIK ile görüştü. Serdar Işık yetkili organları ile görüştü ve bana salonlarını açtılar. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Bilgisayar ortamında hazırladığım tüm çalışmaları burada sergileyip giderken de Mimarlar Odası’nın kitaplığına bırakacağım. Sergi 23.08.2008 tarihinde saat 17.00 de bir kokteyl ile açılacak. 30.08.2008 tarihine kadar açık kalacaktır. Böyle bir yerde sergi açmaktan son derece mutluyum. Zamanın kopardığı tüm meslektaş eski öğrencilerle buluşup kucaklaşacağım. Buradan Mimarlar Odası Başkanı Serdar Işık ve Yönetim Kurulu üyelerine ve çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim. [email protected]

(YENİ MERAM 22.08.2008 ) HABER OLARAK ÇIKTI

23 GÖKOVA NEKROPOLÜNDE GÖRÜLMÜŞ ANFORA SAPLARI MEHMET BİLDİRİCİ Araştırmacı-Yazar

Gökova’da dağın yamacında bulunan evlerin en üstünde, ormanın içinde olan eski bir evde Meryem Kuzey ismini almış eski ismi Marita olan Amerikalı bir Hanım yaşamaktadır. Kendisi ile tanıştım. Meryem Hanım, Marangoz Mustafa Kuzey’in eşi, daha önce 20 yıl kadar Marmaris bölgesinde yaşamlarını sürmüşler, sonunda bir ev satın alıp Gökova Beldesi’ne yerleşmişler. Meryem Hanım “Akyaka Kültür-Sanat Derneği”nin de üyesi. Eşi Mustafa Usta iyi marangoz olup çok güzel kaptan köşkü inşa edermiş. Meryem Hanım Delhausie Üniversitesi, Classics Department, Halifax Nova Scotia, Kanada’ da öğrenim görmüş. Antik kentin nekropolünde yaptığı gezilerde aşağıda resmini gördüğümüz amfora saplarına rastlamış. Onları bana da gösterdi. Kulpu yazılı olan amforalar, bölge Rodos yönetiminde iken “İdimalılar Birliği” teşkilatı tarafından ticaret maksadı ile zeytinyağı, şarap vs gibi sıvı maddelerin naklinde, daha sonra ikinci olarak ölü gömülmesinde kullanılmış. Üzerinde yazılardan amforaların nerede yapıldığı görülmekte, gül, güneş tanrısı olanların yapım yeri Rodos adası. Bir tanede Anthiaksio yazılı olan var, belki Antakya’dan … Bu dönemde ve Kos adalarından da ticaret yapıldığı biliniyor. PEREK yazılı bir kurşunun da ilginç bir anlamı var. Gökova Beldesi’ni ziyaret eden İsveçli Paavo Roos’un ifadesine göre avda kullanılan bu kutsal kurşun eski Yunan’da nadir görülen şamanist bir inançtan gelme imiş. !!!!

Amfora sapları

24

Amfora saplarının tarafımdan çizilmiş resimleri

Gene Meryem Kuzey’in arşivinde bulunan ve bir fotokopisi bana da verilmiş bir yayın bulunmaktadır. “AMPHORAS, and the ancient wine trade” (American School of Classical Studies at Athens. Princeton- New Jersey, 1979) Burada şarap, yağ, vs gibi sıvı maddelerin taşınmasında kullanılan iki kulplu amforaların ilk defa Fenikeliler tarafından, daha sonra Mısır’da kullanıldığı, M.Ö 7. yüzyılda Yunanistan’da görüldüğü, M.Ö. 3. ve 2. yüzyılda Rodos’ta yaygın şekilde görüldüğü anlatılmaktadır. Amforaların aynı zamanda ölü gömütü olarak da kullanıldığı ifade edilmektedir. Aynı eserde Rodos’a ait Amfora sapları da görülmektedir. Bunlar içinde Gül resmi yer almaktadır. Aynı eserde Rodos’ta bulunan Amfora saplarında gül ve Güneş Tanrısı Helios’a çok sık rastlanıldığı anlatılmaktadır. Çok ilgi çekici olan şudur. Sessiz ve bilim dünyasına duyurulmamış bu yazılı amfora sapları Knidos’tan sonra Türkiye’de ikinci defa görülmektedir. Bu bakımdan bu bilgileri bizlere ulaştıran Meryem Kuzey ne kadar kutlansa yeridir. Bu ise aynı zamanda Idyma’nın tarihteki önemini daha da artırmaktadır.

Meryem Kuzey

25

26