Bir Yaşamöyküsü
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
biryaşamöyküsü VANESSA REDGRAVE • Bir Yaşamöyküsü iletişim Yayınları 300 • Geçmiş Gelecek Dizisi 1 ISBN 975-4 70-440-6 1. BASKI ©iletişim Yayıncılık A. Ş. Ağustos 1994 © yanessa Redgrave Enterprises Ltd 1991 KAPAK Ümit Kıvanç DiZGi Remzi Abbas DÜZELTlMehmet Kara UYGULAMAFiliz Burhan KAPAK BASKISI Sena Ofset iÇ BASKI v'e CiLTŞefik Matbaası lletişim Yayınları Klodfarer Cad. iletişim Han No. 7 34400 Cağaloğlu İstanbul · Tel. 516 22 60-61-62 • Fax: 516 12 58 VANESSA REDGRAVE Bir Yaşamöyküsü An Autobiography ÇEVlREN Püren Özgören e t i ' m 1 30 Ocak 1937 cumartesi günü, bir kar fırtınasının ortasında doğmuşum. Annem o sırada, akşamın altısında Londra'claki Blackheath'de, bir doğum kliniğindeyrniş, babamsa Okl Vic tiyatrosunda Laurence Olivier ile düello ediyormuş: Hamlet'e karşı Leartes. Biri, sahnenin yan kanadından babama,"Bir kı z," diye fısıldamış; oyun bittikten sonra seyirci selamlanırken Ohvier öne doğru ilerleyerek Leartes'in bir kızı olduğunu duyurmuş. Babam fazlasöz etmese de bu öyküyle gumrlanırdı . Öyküyü anneme anlatmış; anneme göre Olivier şöyle demiş: "Bayanlar, Baylar, bu gece büyük bir oyuncu doğdu; Leartcs'in bir kızı oldu." Sesiyle, kokusuyla duru bir biçimde anımsayabildiğim ilk şey, 1940 ağustosunda, bir yaz sabahının erken saatleri. Üç yaşındaydım. Bahçede yalnızdım, bir kase dolusu, sütlü Kellogg Pirinç Gevreği yiyordum. Güneş parlıyordu, hava çimenlerden ve kocaman kestane ağacının yapraklarından yükselen serin, tatlı, nemli kokuyla dolmuştu. Birkaç böcekle sinek uçuşuyordu, sessizliği bozan tek şey, onların vızıltısıyla gevreklerin ezilirken çıkardığı çıtırtıydı. Birden gökyüzüne tiz bir çığlık yayıldı. Evin en üst katındaki, ahşap çerçeveli pencerelerden biri açıldı; küçük erkek kardeşimin dadısı Dulcie Shave başını dışarı uzatmış, bağırıyordu: "Vanessa! lçeri gel. DERHAL içeri gel!" Çığlık, bir hava saldırısım haberleyen sirenden çıkıyordu; bu, o güne kadar duyduğum ilk siren sesiydi. Rachel, yani annem o haftanın her gecesini bodrumda geçirdiğimizi anımsıyor; bombalar kentin dörtbir yanına ve Londra'nm yoğun yerleşim bölgelerinden biri olan Doğu Yakasına dü şüy9rmuş. Rachel yere döşekler yaymiş, mum ışığında bebek Corin ile bı:ı.na masallar anlatmış, ninniler söylemiş: Altın uykular gözlerinizi öpsün, Giilücühlersi zi uyandırsın. Uyuyun, minih meleklerim Size güzel ninniler söylerim. Hava saldırılarının hemen ardından Carin, Rachel ve ben St.john's Wood'daki kiralık evden ve annemin keyfi yerin deyken "Mikey" ya da"Mişa" diye seslendiği _babamdanayrıl ıp, Herefordshire'daki Bromyard kasabasına gittik. Michael akşamları Robert Ardrey'in Gürleyen Kaya adlı oyununda oynuyor, bir yandan da derhal göreve başlamak için do nanmadan çağrı kağıdı bekliyordu. 1938'de, Başbakan Neville Chamberlain, Üçüncü Reich'ın Şansölyesi AdolfHitler ile Münih'te yapuğı zirve toplantısından dönünce,· elindeki belgeyi sallayarak,"Yurduınuza barış" getirdiğini söylemişti. Birkaç yıl önce Rachel'e sordunı:"Bunu duyduğun zaman ne düşündün?" "O sıralar, şimdi bildik lerimizi bilmiyorduk," dedi. "Bir süre daha savaş olmayacağını öğrenmek beni öyle rahatlatmıştı ki. Ergeç savaş çıkacağım biliyorduk, ama az da olsa zaman kazanmış olduğumuz için şükrediyordum." Rachel ile Michael 1935'de, birlikte rol aldıkları mevsimlik 6 repertuvar oyunları sırasında Liverpool'da tanışmış, bir birlerine aşık olmuşlardı. Yirmi dört yaşındaki Rachel, iki yıldır kadrolu oyuncuydu ve Stratford-upon-Avon'daki ilk sözleşmeli yılındajüliet'i büyük bir başarıyla oynamıştı. Babası Eric Kempson, Rugby'de fen dersleri öğretmeniymiş, daha sonra Dartmouth'daki Krafiyet Denizcilik Kolejinin mü dürlüğüne atanmış. Rachel'in annesi Beatrice Ashwell ise bir kimyacının üç kızının en küçüğüymüş. Adı da, gençliğinde kendisi de çok güzel olan bu kadın onu tanıdığımızda oldukça içe dönük ve düşkırıkhğına uğramış biriydi. Annem bize, Beatrice'in evliliğinde umduğunu bulamadığını söylemişti. An:nem babasına tapardı, annesini ise, özellikle Eric'in 1948'deki ölümünden sonra, daha çok bir başbelası olarak görürdü."Bir gün ona benzemeye başlarsam," derdi," hemen uyarın beni." Onu yatıştmrdık:"Sen asla onun gibi olamazsın." Annemin ailesi tuhaf, açıklanması olanaksız düşmanlıklarla, ateşli hayranlık ve kızgınlıklarla, bağışlanamaz, kesinlikle ağza alınmaması gereken bir şeyin söylenmesini ya da ya pılmasını izleyen, otuz- kırk yıllık dargınlıklarla bezeliydi. Bu durumu çok eğlendirici bulur, nedenlerini hiç sormazdık. Michael ile Rachel Liverpool'daki tanışmalarından bir yıl sonra, 1936'da evlenmişler. Bunun üzerine Lilian Baylisher ikisini de yanına, Londra'daki OldVic Tiyatro Topluluğuna çağırmış. Baş oyuncular Laurence Olivier ve Edith Evans zaten tiyatro dünyasının önemli adlanymış. Ötekiler, Alec Guinness gibilerse o mevsimdeki ilk küçük rollerini oynuyorlarmış. Yalnızca iki yıllık bir repertuvar deneyimi olmasına karşın, en iyi rollerin kimisi Michael'a verilmiş. 1936 yılı sona ererken, Beğendiğiniz Gibi'de Rosalind rolündeki Edith Evans ile Orlando'yu, Wycherley'in Taşralı Zevce'sindeyse Ruth Gor dcin'un karşısında Bay Horner'i oynuyormuş. Aklım ermeye başladığında, yani 1940 yılının ağustosunda, babam Britanya'nın en tanınmış film yıldızıydı. Alfred 7 Hitchcock Kaybolan Kadın filminde ona ro l vermiş, aynca Carole Reed'in Yıldızlar Ye re Bahar adlı filminde oynamıştı. ·�-·--------·-·····--i-- Reed bu filmi, A.J.Cronin'in, bir madencinin özel bir kömür şirketine karşı grev başlatan oğlunu anlatan romanından . uyarlamış, film ilk gösterildiği zaman, l 940'da büyük bir başarı kazanmıştı; madencilerin savaş sırasında ve savaştan sonra giderek artan, kömür sanayinin devletleştirilmesi yolundaki istemlerine katkıda bulunduğu söylenir. Filmi ilk kez 1987'nin ocak ayında, bir pazar günü akşamüstü, çevrildikten neredeyse elli yıl sonra televizyonda izledim. Ulusal Madenciler Sen dikasının bir yıl süren grevi yeni sona ermişti; f!l11ün ö�elW�le bir sahnesi beni çok etkiledi. Yaşlıca bir madenci, orta sınıftan, sendika karşıtı bir kasaptan veresiye et ister. Kansı zatürreden yatmaktadır. Kasap sövüp sayar, onu polis çağırmakla tehdit eder. "Elbette!" diye haykırır yaşlı madenci. "Elbette çağmrsm, sen ve senin gibiler polisin efendisi değil misiniz zaten?" 'Mi.chael Redgrave Evde', o yılların en iyi foto-haber der gilerinden biri olan Picture Post' da yayınlanan, özel bir makaleydi. Michael söyleşide Equity'e, aktörler sendikasına duyduğu ilgiden ve savaştan sonra tiyatronun almasını umduğu biçimden söz etmiş: "Devlet bütün tiyatrolara parasal destek· sağlamalı, tiyatroya yeni izleyici çekmenin ve yeni yazarlan yüreklendirmenin tek yolu bu." Michael ile Rachel'in piyano başında şarkı söylerken çekilmiş bir fotoğrafları var. Rachel elinde bir fincan çayla basamakları çıkıyor; şık, kruvaze bir takım elbise giymiş olan Michael, üç yaşındaki kızı Vanessa ile birlikte saksıdaki sardunyaları suluyor. Ama fotoğrafların yayınlandığı günlerde hava saldırıları başlamış, babamdan ayrılmak zormida kalmıştık. Rachel, Dulcie clachmız, Carin ve ben, Michael'ı Londra'da bırakarak bir taksiye bindik, üzgün üzgün Paclclington İstasyonuna yollandık. Dev boyutlu, canavar motorlar Büyük Batı Garının kemerlerine, demir kolonlarına buhar sütunları püskürtüyordu. Kurumun, buharın ve clu- 8 manın ortasındaki insanlar, yığınlarhalinde, itişerek vagonlara doluşuyordu. Pencerelere, yolcuları cam kırıklarından ko rumak için, çaprazlamasına tel örgü gerilmişti. Rugby'clen geçtik, Worcester'de aktarma yaptık ve sonunda Hcreford shire'da, küçük bir istasyonda trenden indik: Bromyard. İstasyonda bizi lacivert yağmurluk giymiş bir adam kar şıladı, tepesi sivri bir kasket takmıştı; acı acı eskimiş deri ve benzi.n kokan, küçük bir arabaya bindi.k. Küçük kasabayı geçtik, çok dik bir tepeye tırmandık, birkaç tane beyaz kapıdan geçtikten sonra, gri bir kapinın ve ufak tefek, yaşlıca bir kadının önünde durduk. Büyükbaba Eric'in kuzeni Lucy Weclgwoocl Kempson, "Hah! Demek geldiniz, canlarım!" diye bağırdı, bizi Whitegate'deki evine buyur ederken. Islak, kauçuk bot ve çizme kokan bir sundurmadan geçtik. Kuzen Lucy bize barometresini göstereli; hava basıncını anlamak için, yanından her geçişte bu eski kadranlı aygıta hafifçe vururdu. Hole girince, gül taçyapraklarımn ve kızarmış ekmeğin kokusu ve yer döşemesindeki gevşemiş bir parkenin çıkardığı kof sesle karşılaştık. Çaydan sonra geniş bir merdivenden evin en üst katma, Carin ve Dulcie Dadıyla paylaştığım yatak odasma çıktık. Kuzen Lucy, Rachel'e"Rachel-sevgilim" derdi; Corin'le bense, "Carin-sevgilim" ve "Vanessa-sevgilim"clik. Burnunun yamndaki iri yara izi, uçuk mavi gözlerini örten, kalın camlı gözlüğü yüzünden ilk bakışta oldukça çirkin gelirdi insana. Ama yorulmak bilmeyen, her zaman ilginç olabilen, ilgisini üzerimizden eksik etmeyen bir kadındı. Emekli olmadan önce, Londra'daki Bedford Kolejinin müdürüymüş, Londra Üni versitesini bitiren ilk kadınlardan ela biriymiş. Taşraya vardığımızda mevsim yazdı, hava çok geç kararı yordu. Ama sonbahar, sonra da kış gelince büyük ev serin ve karanlık bir yer olup çıktı. Evde elektrik kullanılmıyordu. Tasarruf yapmak ve karartma kararma uymak için sahanlıkta, 9 yatak odalarımızda küçük, parafinli gece lambaları kulla nıyorduk. Kurallar gereği bütün camlara, perdelerin altına siyah storlar takılmıştı; ancak çok cılız bir ışık kullanmamıza izin veriliyordu. Corin'le geceleri korkuyorduk, bu nedenle Dulcie Dadı yanımıza gelinceye kadar gece lambasının yan masına izin vardı. Rüzgar batıdan, duru günlerde yatak odamızın penceresinden görebildiğimiz, Galler bölgesindeki dağlardan esince storlar çatırdar, gıcırdar,