Buldan Yöresinin Sosyo-Kültürel Yapısı İçerisinde Merkez Efendi Ve
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
BULDAN YÖRES İNİN SOSYO-KÜLTÜREL YAPISI İÇER İSİNDE MERKEZ EFEND İ VE TASAVVUF Halil EL İTOK Emekli İl Müftüsü ÖZET Tarihe mal olmu ş büyüklerini tanımak ve tanıtmak, o devletin kültür ve irfanına yapılabilecek hizmetlerin ba şında gelir. Geçmi şine sahip çıkmayan milletler geleceklerinden emin olamazlar. Bu konuda her kurulu şa ve her kuruma bir takım görevler dü şmektedir. Böyle bir vazife şuuru içerisinde hareket eden Pamukkale Üniversitesi Rektörlü ğünce, Buldan Kaymakamlı ğınca ve Belediye Ba şkanlı ğınca organizasyonu yapılan Buldan Sempozyumunda “Merkez Efendi”ye de yer verilmi ş olmasından dolayı organizasyonu gerçekle ştirenlere te şekkür ediyor ve kendilerini tebrik ediyorum. Merkez Efendi, Denizli’nin Buldan ilçesine ba ğlı Sarımahmutlu köyünde 865/1460 veya 870/1465 tarihinde do ğmu ştur. Babasının adı Kılıço ğlu Muslihu’d-Din, daha kısa adı Haydar’dır. Kendi ismi Musa’dır. Ancak tasavvufa olan ilgisinden dolayı medreseden ayrılıp Karaman’a veya Amasya’ya gitti. Orada büyük mutasavvıf Habib Karamani (v.902/1497)’ye biat etmek istedi. Ona, dini iyice anlayan, ya şayan ve anlatan anlamına gelen “Muslihu’d-Din” adını verdi. Fakat daha çok Merkez lakabıyla şöhret bulmu ştur. Musa Efendi, on be ş ya şında iken Bursa’ya gitmi ş ve orada Veliyyü’-din medresesine girerek hem medrese tahsilini ve hem de asrın sayılı âlimlerinden Hızır Beyzade Ahmed Pa şa’dan ders almı ştır. Musa Efendi, fıtri zekâsı ve derin ilim a şkıyla çok kuvvetli bir e ğitim ve kültür sahibi olmu ştur. Kuvvetli bir hafızaya sahip oldu ğundan genç ya şında Kur’an-ı Kerimin tamamını ve Kadı Beydâvi Tefsiri büyük bir kısmını ezberlemi ştir. İstanbul’da sık sık tarikat şeyhlerinin meclislerine gitmi ş ve onların sohbetlerinden feyiz almı ştır. Mümtaz şahsiyeti ve ilmi birikimiyle kudretini zamanın ulemasına da tasdik ettirmi ştir. Kendisi vakar ve tevazuyu şahsında birle ştirmi ş, yüksek seciyeli müstesna bir yaratılı şta idi. Sözlerinde metanet ve vaazlarında bela ğat vardı. Bilhassa Şeyhülislam Ebussud Efendi’nin kendisi hakkında söyledi ği: “Zamanımızda bu zat kadar riyadan yani gösteri şten uzak bir kimse görmedim.” Sözü me şhurdur. 171 H. EL İTOK Tahsil etti ği muhtelif ilimler arasında tıp ilmini merak ederek kendi zamanındaki geli şme nispetinde tıp ve tıbbi tedavi ilimleri hakkında bilgi sahibi olmu ştur. Bu tıbbi malumattan dolayı Sümbül Efendi, Manisa’da Yavuz Sultan Selim tarafından annesi Bezm-i Alem Sultan’ın veya e şi Hazfa Valide Sultan’ın yaptırdı ğı camiye ve hastaneye gönderildi. Burada 41 çe şit baharattan yapılmı ş “Mesir Macunu’nu icat etmi ştir. Musa Efendi, bulundu ğu muhitlerde insanların ruhlarına hitap etmek suretiyle halkın ahlâklarını düzeltmek ve maneviyatlarını yükseltmekle kalmamı ş, Manisa hastanesinde yatan hastaları da şifaya kavu şturmaya çalı şmı ş ve sosyal hizmetlerde şehir ve köylerde halkın hafızasında silinmeyen hatıralar bırakmı ştır. Musa Efendi, Şeyhi Sümbül Sinan’ın vefatından sonra İstanbul’a gelmi ş ve onun yerine ‘Halveti Şeyhi’ olarak halkı tenvir ve ir şat faaliyetlerine devam etmi ştir. Çok mütevazi, nazik ve sevimli, nur yüzlü mübarek bir zat idi. Zayıf ve fakirleri korur, çocukları sever ve onlara daima iltifat ederdi. İbadet hayır, hasenat, ir şat, talim, zikir ve tefekkür ile me şgul olmu ş ve melekler kadar temiz bir hayat sürmü ştür. Otuz ya şına geldi ğinde, medrese tahsilini bitirdi. Çevresinde sayılan bir Âlim oldu. İlimdeki yüksekli ğini, zamanının Âlimleri tasdik ettiler. Nitekim, şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin hürmet ve muhabbetini kazandı. Musa Efendi, Koca Mustafa Pa şa’daki bir tekkede şeyhlik yapan Sümbül Sinan’ın şöhretini i şitti. Fakat bazı Kimselerin onun hakkındaki yaptıkları dedikodular sebebiyle, bir türlü gidip sohbetine katılamamı ştı. Bir gün rüyasında Sümbül efendi’nin, kendi evine geldi ğini gördü. Sümbül Efendi’yi içeri koymamak için hanımı ile kapının arkasına pek çok e şya dayadılar ve üzerine de oturdular. fakat Sümbül Efendi kapıyı zorlayınca, kapı arkasına kadar açıldı ve arkasındakiler yere yuvarlandı. Bu sırada uyanan Musa Efendi, yaptı ğı hatayı anladı ve sabahleyin Sümbül Sinan’ın camisine gidip vaaz etti ği kürsünün arkasına o görmeden oturdu. Sümbül Sinan, vaaz esnasında Tâhâ sûresinin bâzı âyet-i kerimelerini tefsire ba şladı. Tefsirden sonra;’’Ey cemaat! Bu tefsirimi siz anladınız. Hatta Musa Efendi de anladı.’’buyurdu. Sonra aynı âyet-i kerimeleri daha yüksek manalar vererek tefsir ettikten sonra tekrar; ’’Ey cemaat! Bu tefsirimi siz anlamadınız, Musa Efendi de anlamdı. ’’buyurdu. Musa Efendi, hakikaten bu anlatılanlardan bir şey anlamamı ştı. Sümbül Sinan, o gün Tâhâ süresini yedi türlü tefsir etti. Musa efendinin kürsü arkasında oldu ğunu, zahiren görmedi ği hâlde anlamı ştı. Vaaz bitti, namaz kılındı, herkes camiden çıktı. Sadece Sümbül Efendi kalınca, Musa Efendi Huzuruna varıp elini öptükten sonra af diledi. Sümbül Efendide:’’Ey muslihu’d-Din Musa Efendi! Biz seni geç ve kuvvetli bir kimse sanırdık. Me ğer sen de hanımın da çok ya şlanmı şsınız. Ak şam bizi kapıdan içeri sokmamak için gösterdi ğiniz gayrete ne dersiniz? Fakat neticede kapı açıldı ve ikinizde yere yuvarlandınız! ’’ buyurunca, Musa Efendi iyice şaşırdı. Pek çok özürler dileyerek ağlamaya ba şladı, affının kabulü ve talebeli ğe alınması için istekte bulundu. Sümbül Efendi, onun kabul etti ğini, dergâhta hizmete ba şlamasını söyledikten sonra;’’Artık Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında marifet sahibi olmak zamanıdır.’’buyurdu. Bundan sonra Musa Efendi her gün Sümbül Sinan’ın dergâhına gelmeye, ondan ders almaya ve hizmete ba şladı. 172 Bir gün Sümbül Efendi, sohbet esnasında Musa Efendiye; Âlemi sen yaratsaydın, nasıl yaratırdın? ’’diye sordu. Musa Efendi; ’’Bu mümkün de ğil! Ama şayet mümkün olsaydı, her şeyi merkezinde bırakırdım. Âlem öyle bir tatlı nizam içinde ki, buna bir şey ilave etmek veya bir şeyi eksiltmek dü şünülemez.’’ Dedi. Sümbül Efendi bu cevap üzerine; “ Âferim Musa Efendi! Demek her şeyi merkezinde bırakırdın. Öyleyse bundan sonra ismin Merkez Muslihu’d-dîn olsun.” dedi. Böylece Musa Efendi, Merkez Efendi ismiyle me şhur oldu. Bundan sonra hep “Merkez Efendi” olarak kayıtlara geçti. Sümbül Efendinin terbiyesi altında tasavvufî e ğitim demek olan riyâzet’le me şgul olarak kısa zamanda tasavvufta yüksek derecelerin sahibi oldu. Hocası kendisine icazet ve diploma verdi, daha sonra da Aksaray’da Kovacı Dede dergâhına hoca tayin edildi. Kısa sürede, dergâh talebelerle dolup ta ştı. Merkez Efendi’nin namı her tarafa yayıldı. Merkez Efendi, hocası Sümbül Sinan’ın kızı Rahime Hatun ile evlenmek iste ğini bitirince, Sümbül Efendi; “Bir deve yükü altın getire bilirseniz kızımı veririm.” dedi. Merkez Efendi, bir devenin üzerine iki çuval toprak doldurdu. Devenin yularını çekerek Sümbül Efendi’nin kapısına getirdi,. Çuvalları kapıda bo şalttı ğında, çuvaldan toprak yerine çil çil altınlar döküldü. Sümbül Efendi ve çocukları, altınlara döküp bakmadılar bile. Fakat hocası Merkez Efendiye;”Ey Musa Efendi! Maksadımız altın de ğildi. Evdekilerin de senin, derecenin yüksekli ğine anlamalarıydı. İmtihanı kazandın .” buyurdu. Sümbül Efendi, çok sevdi ği kızı Rahmiye Hatun’u, yine çok sevdi ği talebesi Merkez Efendiye nikah etti ve evlendirdi. Dü ğününden birkaç gün sonra, Sümbül Efendi, kızı Rahmine Hatun’un evine gitti. Evde kızı yemek yapıyordu. Fakat ocakta, odun yerine parmaklarından çıkan alevle yeme ğini pi şiriyordu. Kızının bu haline hayretle gören Sümbül Efendi; “Rahimecik ne yapıyordun?” diye sorunca; “Talebelere çorba pi şiriyordum” cevabını verdi. Merkez efendini tasavvuftaki derecesini tayin ve tespit etmede şu hâdise önem arz eder. Yavuz Sultan Selim’in kızı Şah Sultan ve e şi Sadr-ı Âzam Lütfi Pa şa ile Yanya’dan İstanbul’a gelirken, yolda e şkıyanın baskınına u ğradılar. Bu kötü durumdan nasıl kurtulacaklarını dü şünürlerken, o anda Allah’ın izniyle, zamanın evliyasından Merkez Efendi‘nin heybeti kar şısında selameti kaçmakta buldular. Di ğerleri de orayı terk ettiler. E şkıyanın ortadan kaybolmasıyla Merkez Efendi de bir anda kayboldu. Bu hali hayretle seyreden Lütfi Pa şa ve e şi şah sultan, Merkez Efendi’yi tanımı şlardı. Şah sultan, merkez efendi’nin bu kerametinden dolayı, İstanbul’da Eyüp bahariye’de onun adına bir cami ve yanına medrese yapıldı ve Merkez Efendiyi buraya tayin ettiler. Daha sonra burada bir müddet talebe yeti ştiren Merkez Efendi’yi Kanunî Sultan Süleyman, Topkapı surlarının dı şında yaptırdı ğı tekkede vazifelendirdi. 173 H. EL İTOK Merkez Efendi, talebelerini iyi yeti ştirmek için çok gayret gösterirdi. Onları hem zahirî ilimlerde, hem de tasavvufta yükselmek için, manevi ilimleri ö ğretirdi. Onların nefislerini terbiye için riyazet ve mücâhedeler yaptırırdı. Çocuklara kar şı çok şefkatliydi. Cebinde şeker, yemi ş gibi şeyler bulundurur, çocukları gördü ğü yerde da ğıtarak onları sevindirirdi. Çocuklara söyle derdi: “Benim için hayır dua ediniz. Siz günahsız ve masumsunuz. sizin dualarınızı Cenâb-ı Hak kabul eder. Bu yüzü kara, sakalı ak ihtiyar için dua ediniz ki, kıyamette yüzü ak olsun.” Çocuklar dua edince de; “Ya rabbî! Bu mahsumların dualarını ret eyleme.” diye Allah’a yalvarırdı. Bütün hayvanlara kar şı da çok merhametliydi. Merkez Efendi, bulu ğ ça ğına geldi ği günden ömrünün sonuna kadar, hiç cemaatsiz namaz kılmamı ştır. E ğer ö ğle ve yatsı namazlarında cemaate yeti şememi ş ise, namazını kılmı ş olanlardan birkaç kimseye; ‘‘Hayatımda hiç cemaatsiz farz namaz kılmadım . İmam olayım da sizlerle namaz kılalım. Aynı namazı tekrar kılmanın zararı olmaz. Sonra kıldı ğınız nafile olmu ş olur.’’buyururdu. Bir tarafa giderken, yolda çiftçiyi