Mayıs 2020 • Sayı:9 ROTA Rota Koleji Kültür-Sanat Dergisi Rota Koleji Kültür Yayınları Gençlik Dergisi Mayıs 2020 Sayı: 9

İmtiyaz Sahibi: Rota Eğitim Kurumları adına Kadir AÇIKBAŞLAR Genel Müdür (Kurucu Temsilcisi)

Yazı İşleri Müdürü ve Editör: Gülşah SOLAKOĞLU YAYA Derya ADALI Dilek GENÇOĞLU UZTUĞ Gökser Gökçe YARAŞLI Sade DURAN PAŞA

Yazı Kurulu: Serkan GÖZDER Cüneyt ŞENOĞUL Derya ADALI Aylin Doğa ÖZKAN Baki Eren AKGÜL Beyza BERK Beyza Ceren ŞAHİN Cem SAĞYATANLAR Doğa Karin AYAN Dursun Bora ONAL Duru DOĞAN Eda GÜMÜŞ Efe BOLĞA Ege DAĞISTAN Emirhan MEMİŞOĞLU Gamze DURAN Sevgili Rota Koleji Kültür ve Sanat de hayatı daha yaşanabilir hale getir- Gülay HÜSEYİN Dergisi Okurları, mek için sözcüklerden vazgeçemeyece- ğinize inanıyoruz ancak bu şekilde da- Ilgın ASARKAYA Rota Eğitim Kurumları olarak yürü- İpek ÇERİ ha çok insanla el ele yürüyebilirsiniz. düğümüz özel ve anlamlı yolda edebi- İrem ALTAN Böylelikle duygularınızı daha iyi anla- Kaan Efe UZUNOĞLU yatla yaşamanın önemini her zaman ya- yabilir, düşünme yeteneğinizi geliştire- Reyhan Aleyna DADAK şadık. Bizlerin hissettiği güzellikleri siz- bilirsiniz. Suut Kemal Yetkin'in de dedi- Sevim YAPALI lerle paylaşmak için de dokuz yıldır ği gibi “Yaşamı güzelleştiren, insanı ha- Taylan ŞENOL emek verdiğimiz derginin dokuzuncu yata bağlayan, öz duygularla zenginleş- Yağmur ÖZGÜR sayısıyla siz okurların karşısına çıkıyo- tiren edebiyattır.” Yağmur PİŞMİŞOĞLU ruz. Rota kültürüyle yetişen genç yü- Yağız YAĞMUR reklerin edebiyat üzerine düşünmeleri, 2019-2020 Eğitim-Oğretim Yılı'nda Dokümantasyon: düşündükleri ve hissettikleriyle gelece- çıkardığımız bu yeni sayımızda desteği- Muhammed AZAK ği kucaklamaları elbette bizler için gu- ni bizlerden esirgemeyen siz öğrencile- Bilgi Sistemleri Uzmanı rur verici eylemlerdir. rimize, öğretmenlerimize, yazarımıza ve idarecilerimize çok teşekkür ediyor; Adres: “Sanatın hayatımızdaki rolü nedir Gazi Mah. Yarbay Refik Cesur Cad. No: 32 keyifli okumalar diliyorum. Gaziemir/İZMİR acaba?” sorusu çoğu zaman aklımızı İletişim: kurcalamıştır ama ideal olmayan bir Tel. : 0 232 220 26 26 dünyada daha güzel, düzgün bir dünya- [email protected] ya ulaşma yolundaki en büyük yardımcı Kadir AÇIKBAŞLAR Baskı: sanattır, insanı özüne döndüren yegâne Ozel Rota Eğitim Kurumları Bassaray Matbaası uğraş edebiyattır belki de. Siz gençlerin Genel Müdürü – Kurucu Temsilcisi Sanat Cad. No: 1/5 Çamdibi/İZMİR Tel. : 0 232 457 71 48 Baskı Tarihi: Mayıs 2020 MAYIS 2020

“Bütün sanatlar gibi edebiyat da hayatın yetmediğinin itirafıdır.” de- Değerli Oğrencilerimiz, miş şair, yazar ve ressam Fernando Pessoa birçok soruya gebe bırakarak Sevgili Arkadaşlarım, hayatları. Insanoğlu varoluşundan bugüne hayata dair çeşitli sorularla doldurmuş günlerini. “Ozgür irademiz var mı, varlığımızın sebebi nedir, yaşadığımız evren gerçek mi?” gibi birçok soruyla yürümüştür yolunda. “Edebiyat, her şeyden önce değişmekte olan dilin en yüksek anlatım Sadece bu yüzden bile kendini ifade etme telaşında olabilir insanoğlu. yeteneğidir.” der çevirmen, yazar ve şair Ezra Pound. Dilin edebiyatla; Toplumsal düzen içerisinde anlaşılmak ihtiyacını söylemeye gerek bile edebiyatın da dille şekillendiği gerçeğini unutmamak gerekir. Edebiya- yok. Yeryüzündeki büyük serüveninde bu düşüncelerle yaşarken kendi- tın yanı sıra bir toplumun gelenek, örf ve adetleri dille gerçekleşir. Bu un- ni ifade etmek, paylaşmak; duygu ve düşüncelerini, özlem ve isteklerini surların gelecek kuşaklara aktarılması da dil ile olur. Atasözlerimiz, de- dışa vurmak için edebiyatla var olmayı seçmiştir. yim ve vecizelerimiz özlü dil varlıklarımızdır. Anadolu coğrafyasında ya- Edebiyat hayatın en eski ifade biçimlerinden biridir. Ezgili, ritimli şama savaşı veren yeni bir kültür, din ve toplum karmaşası yaşayan Ana- sözcüklerle var olan ve bir gereksinimle insanın hayatına girmiş edebi- dolu insanını birlikte tutan o dönem, , Hoca Ahmet Yesevi, yat, sonsuz bir çeşitlilik ve zenginlik barındırır; acıları, sevinçleri, keşke- Mevlana gibi şair ve düşünürlerin dil ile oluşturdukları eserleri olmuş- leri, hayal kırıklıklarını ve daha birçok şeyi içine alan binbir türlü rengi tur. Ancak dil her yeni günü değişimlerle karşılayabilir. Bu nedenle ede- vardır ve bu renkler sonsuzlukta duygu ve düşüncelerimizi yaşatır. biyat dediğimiz sözcüklerin mimarı, dilin şekillenmesinde ve değişen di- li insanlara gösterme konusunda önemli bir etkendir. Bu doğrultuda ede- Edebiyat, aynı zamanda yaşamın izdüşümüdür ve insana duyarsız biyat, bizi bizden daha anlayan; bizi bize daha iyi anlatan sabırlı bir yol- kalmayı aklının ucundan bile geçirmez. Belki bu nedenle cesaretle sa- cudur. Geçmişten geleceğe… hiplenilir edebi eserler çünkü edebiyatın gizil bir dönüştürücü, yenileyi- ci gücü vardır. Edebiyatın var olma sebebi olan hayat, her zaman ileriye Şiirde, hikâyede, romanda, tiyatroda bizi heyecanlandıran o derin akar ve bu ileri akışta değişmeyen tek şey, değişimdir. Bu anlamda yazın- duygular; zihnimizde var ettiğimiz dünyayı süsleyen hayaller ve tasvir- sal metinler insanoğluyla birlikte yaşar, insanoğlu da edebiyatla yürür ço- ler varlıklarını kelimelere borçludur. Yani bir mimaride taş, resimde bo- ğu zaman. Eşitlik, özgürlük için mücadele eden roman kahramanıyla öz- ya, musikide ses ne kadar önemliyse edebiyatta da kelimeler yani dil o ka- deşim kurabilen okur da zorluklarla baş edebilme gücü kazanır ki bu da dar önemlidir. Bu nedenle dil, hayallerden çok daha önemlidir edebiyat- edebiyatın dönüştürücü gücüdür. Bu bağlamda siz değerli öğrencileri- ta. Mallerme'nin hayal gücü çok kuvvetli olan bir ressam arkadaşı şiir ya- mizin eserleriyle oluşan kültür ve sanat dergimiz de ihtiyacımız olan zamadığından şikâyet edince Mallerme: “Dostum, şiir hayallerle değil, umudu yaşatma çabamızın boşuna olmadığını göstermektedir. Siz kelimelerle yazılır.” demiştir. Sizler de bu dergimizde Türkçenin hayatı- gençler de edebiyatla yaşadıkça güçlenecek, yaşama saklanmış olan mızdaki öneminin farkındalığıyla hareket ederek bizlere güzellikleri ya- umudu ortaya çıkaracaksınız. şatıyorsunuz. Sevgili Oğrencilerimiz, Rota Koleji Anadolu ve Fen Lisesi öğrencileri olarak dilin öneminin bilincinde olduğunuzun ve dilin tüm değişimlerini edebiyata yansıtma- Sevgili Arkadaşlarım, nın önemini bildiğinizin farkındalığıyla mutlu oluyor ve geleceğe dair bü- Rota Koleji Kültür - Sanat Dergisi'nin dokuzuncusunu çıkarıyoruz. yük umutlar besliyoruz. Emekle yürünen bu yolda emeği geçen öğrencilerimize, öğretmenleri- Rota Koleji Kültür – Sanat Dergisi'nin hazırlanmasında emeği geçen mize ve değerli yazarımıza çok teşekkür ediyorum. siz değerli öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve yazarımıza çok teşek- Iyi okumalar diliyorum. kür ediyor, iyi okumalar diliyorum.

Serkan GÖZDER Cüneyt ŞENOĞUL Özel Rota Bornova Özel Rota Gaziemir Anadolu Lisesi Müdürü Anadolu ve Fen Lisesi Müdürü 1 MAYIS 20 20

HAYATI İNCELİKLERE ADAYAN KADIN…

2 MAYIS 2020 GÜLTEN AKIN

“Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya

Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar Geceye giriyor türküler ve ince şeyler”

1967'de Uluslararası Şiir Forumu tarafından “Yaşayan En Büyük Türk Şairi” seçilen Gülten Akın, hayatı inceliklerle gö- ğüsleyebilecek kadar güçlü bir kadındır. Yaşamın çıkmazla- rına, kötülüklerine, kirlenen vicdanlara rağmen inatla neza- keti korumak gerektiğine inanmış ve bu inançla yürümüştür ömür denilen yolda. Türk şiirinin en önemli şairlerinden biri olan Gülten Akın şiirimizin annesidir. Cemal Süreya da onu “ümmüşşiir”(şi- duğunu kanıtlamıştır bizlere. Dizelerinin inceliğinde etiği de irin anası) olarak tanımlamıştır. Toplumsal şiirin anlamını ve yok saymaz hiçbir zaman. O, hayata dair ne kadar güzellik Ikinci Yeni'nin tüm izlerini görürüz onun eserlerinde. Dize- varsa onları iliklerine hissederek yaşamayı seçmiştir. Bir pa- leri yüreğimizi sızlatır, yalnızca bir şair olarak değil; yaşamı patyanın naifliğinde, bir martının çığlığında, denizin mis ko- boyunca yaptıklarıyla da ne kadar hassas ve iyi yürekli biri ol- kusunda, gökkuşağının renklerinde canlanırken dizeleri ah- laki değerleri unutmadan cesaretle yaşar ve toplumsal de- ğerlere sahip çıkar. Bir başka deyişle, estetik ve etik kaygı da- ima yan yana bulunur şiirlerinde. “Bir yandan estetik kaygı, bir yandan ahlak zor. Işte bu ikisini dengeleyebilen, yani ateşten gömleği giyebilen şiir iyidir.” der Gülten Akın. Akın bu ateşten gömleği giymiştir. “Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim.” “Beni sorarsan kış işte” diyordu Gülten Akın, bu dünya- daki misairliğinin bitmek üzere olduğunu hissetmiş gibi bir sonbahar sabahı aramızdan ayrıldı ve cesaretle, coşkuyla, sevgiyle sarıldığı kadınların yüreğine kocaman bir “Ah!” düş- tü. 4 Kasım 2015'te ayrıldı aramızdan, tüm güzel dizelerini

3 MAYIS 20 20

geride bırakarak… “çocuk ağzınızla biraz daha durun gittiğinizde güz gelmiş olacak Bizi sorarsanız, kış işte… Kimselerin durup incelikleri anlamaya vakti olmadığı, in- karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim sanların benci yaşamlara inatla sarıldığı dönemlerde o şiir- beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde lerini inceliklerle dokudu. Belki de bu nedenle bu denli özel- eliniz beyazken uzatın isterim di yüreklerdeki yeri. Bir dokundu mu hayatlara iki damla göz- karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmeyin" yaşı düşerdi yüreklere ve iki damla gözyaşı öyle bir acıtırdı ki düştüğü yeri uyanırdı insan karanlıkla örülmüş dünyasın- (Deli Kızın Türküsü) dan. Aydınlık bir kadındı anlayacağınız. Ektiği tüm güzellik- Aşkla yaşadığı hayatında iyiliklerle yoğrulmanın ne bü- lerin tohumlarını koca koca çınarlara dönüştürdü insanoğ- yük bir erdem olduğunun bilinciyle yaşayan ve tüm kötülük- lunun hayatında. Onun şiirlerinde hayata dair her şeye lere rağmen “Ben iyi olacağım!” diye haykıran Gülten Akın'ı, rastlarsınız. Acı, yas, hasret, özlem, göç, keder, umut… “Acı güzel dizeleriyle yâd etmek, bir sonbahar sabahı hayattan da, yas da, keder de bireysel olduğu kadar toplumsaldır” der, sessizce göçen “Deli Kız”ı dergimizde şiirleriyle anmak iste- toplumsal olanı yazmaktan çekinmez. Yaşamındaki tüm dik. Hayatın bütün yoğunluğunda ve yorgunluğunda sessiz- olumsuzluklara rağmen umudun gölgesini dizelerine düşür- ce köşeye çekilip, elimize bir de kahve alıp biraz hayatın in- mekten hiç vazgeçmez. Karaları kaldırır, mavi koyar, umudu- celiklerinde kaybolmaya ne dersiniz? nu yitirmez.

4 MAYISOCAK 202019 20

İNCELİKLERİN ŞAİRİNİN SÖZCÜKLERLE VAR ETTİĞİ DÜNYADAN TADIMLIK ŞİİRLER

YİTİKLER GECESİ KESTİM KARA SAÇLARIMI

Şimdi dünya boşlukta yavaş Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın Yasaktı yasaydı töreydi dön Rüzgâr uslandı doruklarda Içinde dışında yanında değilim Dağ çiçekleri uykuya vardı Içim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi Ay bacadan aştı uyumaz mısın Bu nasıl yaşamaydı dön

Bir ıslak serinlik yürüdü Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, Kara sokaklardan içeri kullanmam gerekti Çıtırdadı durdu bütün gün Ayaklarının altında bir şeyler Tutsak ve kibirli -ne gülünç- Bütün gün ölüler gibi sustun Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez Içimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı Bilsen ötesi aydınlık çizginin Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum Delice yakardın eski şiirlerini Bir tutam bulut iki damla yağmur için Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi Yeniden sevinirdin içten içe Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen - Bilsen ötesi aydınlık çizginin Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım Günaydın kaysıyı sallayan yele Bu hal senin halin değil Kurtulan dirilen kişiye günaydın Bütün gücünü yitirmiş Bu hal senin halin değil Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi Yaşamanın kendisini yitirmiş Bir yaşantı ile karşılayanlara Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum En insan yanıyla sana dönük Dost dediğin ne gün içindir Unut uzağı olduğu yere Kaldır yatağından vakitsiz Kaldır başucuna getir

Şimdi dünya boşlukta yavaş Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın “Yaşamak öyle güzel öyle derin Rüzgâr usandı doruklarda Bir dostun sıcacık merhabasında Dağ çiçekleri uykuya vardı Ay bacadan aştı uyumaz mısın? Yürekten gülüşünde Yaşamak güzel şey Ellerin sevdiğinin ellerinde Gözlerinde sevgi dolu bakışlar”

5 OCAKMAYIS 201920 20

YAĞMUR YAĞMUR

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır? Bunca siste bunca ıslak serçe Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır

Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır? Son yaz derlenmiş, son ateş sönmüş SENİ SEVDİM Düz yollara inen son kaçkın, son eşkıya Hüznü bir köşesinden tutup kaldırmıştır. Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim "Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil Yağmur, yağmur... Bu neyi anlatır? Nasıl yürür özsu dal uçlarına Oyun biter, o kesin güz çizgileri Ve günışığı sislerden düşsel ovalara Sevgi, bir de ölümle örselenmiş Aklı bir köşesinden tutup kaldırmıştır. Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü Yitik ceren arayı arayı anasını buldu Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek Soludum, üfledim, yaprak pırpırlandı Ağustos dindi YAĞMURLU Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi

“Uzağı ne zaman düşünsem aydınlık Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar Burada geceler kaldı sen gittin Ve onların yoğun boyunlu kadınları Geceyle uyku suyla yosun Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa Benimle olduğun bilmez misin Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce Uzak ve beyaz şehirlerden Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde Bir ince yağmurla gelirsin Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce Gece bekçisini sokağından Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz Garibi yatağından çeker alırsın Senet senet satılmadan önce Bir hikâye bilir söylerim Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp Dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru Tanrı parsellenip kapatılmadan önce Bu hikayenin bir ucu sendedir Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin Kurtarmak isterim kurtarmak isterim Bütün uçurtmaların ipi elindedir.” Derya ADALI Türk Dili ve Edebiyatı Oğretmeni

KİMSE

itip beni bağıma dadanan bu çağı sevmedim

6 MAYIS 20 20

DÜNYAYI KİM KURTARACAK? AŞKI BİLEN NESİLLER

Takvimde yılın en uzun gecesi ma- lumdur ama herkesin kendi uzun gece- si yüreğinde saklıdır. Sevdiğinizi sonsuzluğa uğurladığı- nız ve bir daha kimseyi öyle sevemeye- ceğinizi anladığınız geceden daha uzu- nu mümkün müdür mesela? Yüreğin ka- ra kutusunda ne kayıplar gizlidir, kim bi- lir. KORKAK ŞÖVALYELER ÇAĞI Kimi, yıllar önce ölen sevgilinin tele- fon numarasını telefon rehberinden si- lemezken, kimileri nasıl bir gecede unu- tabiliyor sevdasını? Kiminin kucağına kopkoyu bir yal- nızlık bırakan gece, kimine neden KALP KIRIĞININ EDERİ AŞKA YÜREĞİ YETENLER umursamazlık bahşediyor? Eskiden hiç değilse vedaların bir an- Sevdayı bilmeyen bir nesil, başka Biten bir aşkın yasını tutmadan bir lamı vardı. Içli bir mektup yazılırdı ki, bir canlının acısını nasıl hissedebilir ki? diğerine nasıl geçiliyor? Kalpler öldü- ömür boyu saklardı mektubu alan. Kalp Sevmek, kendinden başkasının varlığı- rülmüş aşklar mezarlığı, suskun bir ku- kırığının bir ederi vardı hatta. Daha mer- nı tanımak demektir. Dahası aşk “Sen şun son kanat çırpışı sözler… hametli davranırdı hayat ayrılık acısı çe- mutlu ol yeter” diyebilmektir. kene. Şimdi hayatın bile umurunda de- Kurtuluş tek başına gerçekleşmeye- Ben bu ödlek, hep kaçak dövüşen ğil hiçbir şey. çağdan korkuyorum. Kelimeleri de tü- cek. Küçümseyip elinizin tersiyle bir ke- kettik belki. Herkes herkesi seviyor, son- Insan değiştikçe değişir dünya. Ne- nara attığınız aşkı, tekrar hak ettiği baş- ra arkasına bile bakmadan çekip gidi- ye dönüştüğü bize bağlıdır. Nasıl ki ay- köşeye koymadan, hiçbir şey değişme- yor! Klavye şövalyeleri hayatın gerçek- nada insan kendi içinde ne varsa onu gö- yecek. Dünyayı, aşkı bilen nesiller kur- leri karşısında, ilk zorlukta sıvışıyor. Es- rürse, etrafta gördüğümüz her şey de bi- taracak. Aşka yüreği yetenler, sevdiği kide kaldı o büyük cümlelerin hakkını zim yansımamız. O açlık çeken çocuklar, için emek sarf edenler; işte farkı onlar veren adamlar ve kadınlar. Devir, 'öz- acı içinde kıvranan kadınlar, duvar di- yaratacak. Çünkü yeşeren bir aşkı bü- gürlük' devri. Takılıyoruz canım, niye binde dilenen adamlar, dili susuzluktan yütmekle, ilizlenen bir ağacı yetiştir- büyük anlamlar yüklüyorsunuz ki siz sarkmış cılız köpekler… Hepsi bizim ese- mek aslında aynı özden; tutkudan bes- şimdi bu ilişkilere?.. rimiz. Sevgisizliğimizin dünyaya saldığı lenir. Aşıklar gerçeği biliyor. Ve umarım kötülük dönüp dolaşıp yine sahibini; in- bize de öğretiler. sanlığı vuruyor. Gülşah ELİKBANK Yazar

7 MAYIS 20 20 DALDAN DALA BİR YAZI AMA AĞAÇ AYNI

Seni heyecanlandı- duk. Sanki bir davamız vardı. larca küçük pencere açacakmış meğer ran uğraşı bul ve ona yo- Sanki dünyanın çoğuna acı ger- ilerleyen zaman içinde çok azarını işite- ğunlaş. Hayatın, hep çekleri sunarsak daha iyi bir iş cek, çok övgüsünü kazanacakmışım me- sevmediğin ya da sade- yapmış olacaktık. Yirmili yaş- ğer. Iyi ki durmuşum, iyi ki bakmışım, iyi ki ce aklını anlık meşgul ların hisleri tabi bunlar. He- inmişim, iyi ki o kapıyı çalmışım. Benim ha- eden, zamanını yiyen nüz lisenin dramatik ergen his- yatım iyi ki'lerle dolu! Benim hayatımda ül- ve sana hiçbir şey kat- sinden de çıkamamışsın. Ama kemin, dünyanın tüm sıkışmışlığına ve mayan şeyleri yaparak normaldir bu süreçler. Duygu- mutsuzluğuna rağmen, iyi ki'ler var. Çün- geçirmek için çok kısa. sal iniş çıkışları zamanında ya- kü “anda olmayı” öğrendim, her şeyin ge- Seni iyi hissettiren, ken- şamak güzeldir, yani sağlıklı çici olduğunu, sevdiğin şeye odaklanma- dini sana sevdiren uğ- bir şeydir. Sonra iş hayatı baş- nın ve yeni bir karakter, bir eser, bir yazı, raşı bul ve onu geliştir. ladı. Para kazanma zorunlulu- bir performans yaratmanın ne kadar de- Bir bilene sor, öğren ve ğu yerini edindi hayatın mer- ğerli olduğunu öğrendim. Artık bir oyun- o konuda iyileş. kezinde. Işimi ve bağımsızlığı- cuyum. Fena da değilsin, diyorlar. Bir ödül mı seviyordum. Ama hep bir aldığımda ya da bir iltifat duyduğumda o Tiyatroya ilk başla- şeyler eksikti. Yirmilerin so- an teşekkür eder ve hemen onu aklımın ya dığımda lise son sınıf- nuna gelmiştim, tiyatro artık da evimin görmediğim bir köşesine sakla- taydım. hiç uğrayamadığım Ege Uni- rım. Çünkü bu hayatta, ne iş yaparsan yap, Universite sınavına hazırlanıyorduk versitesi kampüsünün içinde bir yerde kal- hatta hiçbir şey yapma, öyle dur, ne olursa ve edebiyat öğretmenimiz yılsonuna kara mıştı. Sahnemiz ve o sahnedeki gülmeleri- olsun yaptığın, en büyük engelin egondur. komedi çıkartmak istediğini söylemişti. miz, role hazırlanırken delirmelerimiz, Onu evcilleştirmeye bakacaksın. Bir şeye Birkaç arkadaş bir araya gelip komik ko- tartışmalarımız, performans heyecanları- öfkelendiğinde, kıskandığında, hırs yaptı- mik skeçler yazdık. mız tozlu bir odada ya da kilitli bir sandık- ğında, aklına gelebilecek tüm olumsuz his- taydı sanki. “Artık olmaz, bu saatten sonra lerde, bunları hisseden egom mu, diye sor- Konu “Insan”dı. Insanın halleri, saç- konservatuara mı gideceğim?” diyerek malısın kendine. Egon, senin en büyük düş- malamaları, anlık şaşkınlıkları ile ilgiliydi. geçti otuzlu yaşların ilk beş yılı. Tamam, manındır. Kederinden, üzüntünden, bece- Baya komik bir gösteri olmuştu; veliler, ta- işimde gücümdeydim de o koca boşluk var remediğini düşündüğün şeylerden besle- nıdık tanımadık bir sürü insan gelmişti iz- ya işte o fena vuruyordu bazen. nir. Onu evcilleştir. Bir oyuncu olarak ego- lemeye. Ayakta alkışlanmıştık. Yaşımıza mu ezmek zorundayım sahnede. Prova- göre çok başarılı bir performanstı. Çünkü Yıl oldu 2012. Bir okul görüyordum işe larda, çalışmalarda ya da mesela benden çalışırken mutluyduk, yaratım sürecinde gidip gelirken. Oyunculuk eğitimi, sahne çok daha üstün oyuncuları izlerken, bir se- iyi hissediyorduk. Universite sınavı, okul sanatları eğitimi veriyordu. Bir akşam iş yirciden hayranlık dolu sözler duyarken sınavları vb. hiçbir şeyi düşünmüyorduk. dönüşü içimden bir ses bana: “Irem, ara- ezmek zorundayım. Yoksa sonum olur. Bu- Aslında şimdi şimdi anlıyorum; mutlu ol- badan in, karşıya geç, şu okulun kapısını nu biliyorum. Ve anda olmak… Tekrar tek- mak için sadece o anda olmak gerek. Biz çal.” dedi. Akşamın dokuzu olmuştu, yor- rar söylemek zorundayım: seni heyecan- koca bir yıl boyunca oyunumuza çalışır- gunluktan ölüyordum ama indim, karşıya landıran bir uğraşı bul; bir sanat dalı, bi- ken sadece o an'daydık. Sonra üniversite geçtim, zile bastım. Sonradan hem dost limsel bir çalışma, sosyal bir proje... Bul ve başladı. Hayatımın en deli dolu, en güzel hem hoca, hem ağabey olacak dünya güze- ona yoğunlaş. Hayat karşına hoşlanmadı- yılları. Daha ilk haftadan fakültenin tiyat- li bir insan çıktı karşıma; Ozgür Başkaya ğın insanları, hoşlanmadığın işleri ve mec- ro grubuna katıldım. Çok güzel dostlukla- Hocam. Daha selam bile vermeden ben buriyetleri sunacaktır. Hayatın işi budur. rım oldu. Hala da görüşürüz. Kaç yıl geçti? oyuncu olmak istiyorum, dedim. Sanki Ve o sevdiğin şey, seni an'a kilitleyen şey Yirmi beş belki. son on beş yıl boyunca nefesimi tutmu- her ne ise o senin sığınağındır. Ruhunu şum da orada, o kapının önünde, o sırada, Fakültede çok daha ciddi konuları ele kurtaracak olan o'dur. Ona sarıl. Ve en iyi o nefesi bırakmışım gibi. Yıllar boyunca alıyorduk oyunlarda; savaş, ölüm, insanın şekilde yap. Uşenme. oyuncu koçum, akıl hocam olacakmış me- bencilliği, açgözlülüğü, yıkımlar… Oyunla- ğer o kapıyı açan adam, kafamın içinde on- rı insanlara ayna tutacak şekilde seçiyor- İrem ALTAN Ingilizce Oğretmeni 8 MAYIS 2020

YÜREKLERİN PERDESİNİ AÇAN SANAT, TİYATRO

9 MAYIS 20 20

BİR GARİP ORHAN VELİ

Oyuncu: Tayfun ERASLAN men ve oyuncu Tayfun Erarslan, Anka- ra Devlet Tiyatrosu kökenli bir oyun- Yazan : Murathan MUNGAN cu. “Bir Garip Orhan Veli”deki perfor- mansıyla, bizleri şairin şiirleriyle iç içe ve Oktay Rı- geçen yaşam öyküsüne doğru düşsel fat'la birlikte Türk Şiiri'nde “Garip” akı- bir yolculuğa çıkarıyor. Her ne kadar mının kurucularından olan Orhan Veli söz konusu, sahnede uçuşan dizeler ol- Kanık'ın şiirleri bu kez, Murathan Mun- sa da bütüne bakıldığında başarılı de- gan'ın uyarlamasıyla ve Tayfun kor ve ışık soyutlamaları oyunda şiir- Erarslan'ın reji yorumuyla sahneye ta- selliği sağlayan en önemli etkenler ola- şınıyor. Yönet- rak ön plana çıkıyor. Behlül Tor tara- fından tasarlanan işlevli dekor, Ibra- him Karahan'ın ışık oyunlarıyla bir araya geldiğinde şiirsel anlatı- yı bir ölçüde kurtarıyor. Orhan Veli'nin yaşadığı döneme tanıklık eden şi- irleri, onun sanatçı kimli- ğinden kaynaklanan duy- gusal ve uçarı özellikleri- tı yaşında bu dünyaya veda eden gen- ni yansıtırken, küçük bir cecik bir şairin nükteli dizelerini şarkı- memur olarak günlük ya- larımıza buyur ederek bu bağı perçin- şamını sürdürmesi gere- ledik. Hayatın zaman zaman kendisine ken bir insanın hayalleri ve acımasız davranmasına aldırmadan ki- gerçekleri arasında sıkışıp şiliğinden ödün vermeden, doğru bil- kalmış gelgitlerini de için- diği yaşam çizgisini sürdüren, kısacık de barındırır. ömrüne pek çok unutulmaz şiir sığdı- ran “Bir Garip Orhan Veli” hüznün ve Yıllardır Müşik Ken- sevincin harmanlandığı, şiirinin ayna- ter'in yorumuyla izlediğimiz sında kendimizi bulacağımız bir evren Bir Garip Orhan Veli; şairin sunuyor bize. insan yönünü daha yakından tanıtarak şiirleriyle gönül ba- ğı kurmamızı sağladı. Otuz al-

10 MAYIS 20 20

PİRAYE

Oyunlaştıran: Murat ÇIDAMLI Nazım Hikmet, karısı Piraye'ye 1933'ten 1950'ye kadar aralıklı olarak Yöneten Ve Oynayan: Murat ÇI- hapishanede geçirdiği on yedi yıl bo- DAMLI yunca yüzlerce mektup yazdı. Bu mek- tuplar aracılığıyla aşkını, kav- gasını, hasretini Piraye ile pay- laştı. Piraye, bu mektupları Na- zım'ın Çankırı Hapishanesinde kendi elleriyle yaptığı tahta bir bavulda, yıllar boyu sakladı. Na- zım'ın zorlu tutsaklık yılların- da hayata tutunmasını sağla- yan şey; aşkın, kavganın ve has- retin yüreğinde bir bütün ha- na yapılan bu yolculukta aşkın, şiirin, lindeki varlığıydı. Usta Şair Na- müziğin evrensel ve ölümsüz eseriyle zım Hikmet'in yüreğinin bütün tanışmaya hazır olun. gücüyle yazdığı mektup ve şiir- lerden oluşan, onun iç dünyası- ROMANTİZMA

Oyuncular: JANSET (Yasemin) set, jest ve mimikleriyle izleyicileri kendi- ne hayran bırakırken ikinci perdede Uğur GOKÇE OZYOL(Uğur) karakteriyle Gökçe Ozyol dansıyla bizlere keyifli dakikalar yaşatıyor. Gülerken ağla- tan sahneler, ağlarken de güldürüyor. Ade- Yasemin ve Uğur, evliliklerinin 20. yıl- ta hayatın yansıması... Iç sesin dile geldiği dönümünde yıllar önce içlerinde ukde ka- “Işte hep böyle!” dedirten gerçek bir duy- lan düğünü yapmaya karar verirler. Bir- gu seli. Izlenmeye değer bir oyun karşımı- birinden farklı iki ayrı düğün hayal eden za çıkıyor. karı koca nikâh tazeleme yolunda yılla- nan ve yıpranan ilişkilerini, kapanmayan hesaplarını ve halı altına süpürdükleri sır- larını sorgulayacak ve beraberlikleri hiç beklemedikleri bir sona doğru yol alacak- tır. Izlerken insanı düşündüren herkesin hayatından kesitler bulabileceği keyifli bir oyun. Ilk perdede Yasemin karakteriy- le tiyatroculuğunu gözler önüne seren Jan-

11 MAYIS 20 20

Baki Eren AKGÜL 11/A

Efe BOLĞA 11/A

Yağmur ÖZGÜR 10/B

12 MAYIS 2020

HER RENKTE, ÇİZGİDE BİR RESSAMIN HİKÂYESİ GİZLİ MİDİR?

13 MAYIS 20 20

ARNOLFİNİ'NİN EVLENMESİ

Jan Van Eyck – 1389-1441 – HOL- Eseri bu kadar önemli kılan detay ise ay- LANDA na. Duvardaki ayna, müthiş bir akis tek- niğiyle anı derinleştirmek için kullanıl- mış. Aynaya dikkatlice bakıldığında, Sanatçının bu resmi tarihi açıdan da Van Eyck'ın da resmin içinde olduğu gö- bir ilk olma özelliğine sahip. Bu tablo, rülür. Ressam, kendini “an”a dâhil ede- evlenme anının resmedilmesi nedeniy- rek, resim sanatına farklı bir boyut ka- le, bir nevi “evlilik cüzdanı” niteliğinde. zandırmıştır.

TUIN DER LUSTEN – ZEVKLER BAHÇESİ

Hieronymus Bosch – 1450-1516 – HOLLANDA

Sanatçı bu eserinde bütün kuralları yıkarcasına resmetti- ği çıplak insanların keyifli an- larını, fantastik bir öykü içinde verir. Tabloda, bir yanda dün- ya nimetlerinden zevk alan in- sanlar, diğer yanda günahları yüzünden cezalandırılanlar dikkat çeker. Tablo aynı za- manda Orta Çağ insanında hâ- kim olan karabasan ve ölüm düşüncesine de vurgu yap- maktadır.

14 MAYIS 20 20

MONA LISA

Leonardo Da Vinci – 1452-1519 – Portrede oturur halde görünen Lisa İTALYA Mona-Lisa Gherardini sfumoto tekniğiyle (renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağ- layan gölgeleme yöntemi) resmedil- 1503-1506 yılları arasında yapılan miştir. Bu tekniği ilk kez Da Vinci kul- Mona Lisa'nın yüzündeki hem mutlu lanmıştır. hem de hüzünlü ifadenin sırrı, bugün bi- le tam anlamıyla çözülebilmiş değil.

GIRL WITH A PEARL EARING İNCİ KÜPELİ KIZ

Johannes Vermeer – 1632- mın başarısını arttırmıştır. Tablo- 1675 – HOLLANDA nun ana objesi inci küpe ön plana çı- karken ressamın tablolarında eksik olmayan mavi ve sarı renkteki örtü “Kuzey'in Mona Lisa”sı olarak ad- dikkat çeker. landırılan “Inci Küpeli Kız” tablo- sundaki genç kızın masumiyeti ve bakışlarındaki etkileyicilik, ressa-

15 MAYIS 20 20

MONVASE WITH TWO SUNFLOWERS VAZODA ON İKİ AYÇİÇEĞİ LISA

Vincent Van Gogh – 1853-1890 – çekliğinden çok, ressamın kendi iç dün- HOLLANDA yasındaki yansıması olarak tuvale taşınır. Ressamın, sade fon önünde ayçiçeklerine Sanatçının en ünlü tablolarından biri akıcı fırça vuruşlarıyla canlılık kattığı göz- olan “Vazoda On Iki Ayçiçeği” parlak sarı lemlenir. rengi ve hemen tuvalden çıkacakmış gibi canlı oluşuyla sanatseverlerden tam not alır. Vazoda görünen on iki ayçiçeği, ger-

LA PERSISTENCIA DE LA MEMORIA BELLEĞİN AZMİ

Salvador Dali – 1904- bolizminde, zamanı ve belleği 1989 – İSPANYA-1931 kullanır. Yapıt, Dali'nin “yumu- şaklık” ve “sertlik” anlayışına önemli bir örnektir. Bir ağustos Salvador Dali, sürrealizmin güneşi sıcağında eriyen Ca- önemli temsilcilerinden biridir. membert peynirinden ilham Dali, hayatı boyunca bin beş alarak yağlı boya ile çalıştığı yüzden fazla resme ve onlarca eser, değişmez ve katı olan za- heykele imza atar. Sanatçının man anlayışını protesto niteli- en ünlü tablolarından “Belleğin ğindedir. Azmi”, eriyen cep saatleri sem-

16 MAYIS 2020

GUERNICA

Guernica, Pablo Picasso tarafından resmi yaptı. Bugün bile savaş karşıtlığı ya'daki iç savaşa diğer ülkelerin ilgisi 1937'de yapılan, Ispanya Iç Savaşı sı- konusunda referans kabul edilen bu de çekilmiş oldu. Guernica, savaş tra- rasında Nazi Almanyası'na ait yirmi se- tablo, Madrid'deki Museo Nacional jedilerinin ve savaşın bireyler üzerin- kiz bombardıman uçağının 26 Nisan Centro de Arte Reina Sofı́a'da sergile- deki acı verici etkilerinin bir özetidir. 1937'de Ispanya'daki Guernica şehri- niyor. Tablo zaman içinde, savaşın yarattığı ni bombalamasını anlatan, 7,76 m trajedilerin anımsatıcısı, savaş karşıtı Ispanyol hükümeti, Paris'teki eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıt- ve barış yanlısı düşüncelerin sembolü 1937 Dünya Fuarı kapsamındaki Mo- sal bir tablodur. Saldırı sırasında 250 haline gelmiştir. dern Hayatta Sanat ve Teknik sergisi- ila 1.600 kişi hayatını kaybetmiş, çok nin Ispanya'ya ayrılan bölümünde ser- daha fazla sayıda kişi de yaralanmıştı. gilenmek üzere, Pablo Picasso'ya bü- 26 Nisan 1937'de Nazilere ait sa- yük bir duvar resmi sipariş etti. O sıra- vaş uçakları, Guernica'yı tam iki saat da gerçekleşen hava saldırısından et- bomba yağmuruna tuttu. Bu bombar- kilenen Picasso, saldırıdan sonraki on dıman Adolf Hitler tarafından inanse beş gün içinde bu duvar resmini ta- edildi. Pablo Picasso da bu trajik olaya mamladı. Tablo ufak bir dünya turu yönelik at ve boğa gibi Ispanya'da kapsamında çeşitli ülkelerde sergilen- önem arz eden igürlerden oluşan bu di ve beğeni topladı. Böylece Ispan-

17 MAYIS 2020

NAİF BİR GÜLÜMSEMEYLE İZLEMEK DÜNYAYI...

18 MAYIS 2020

HAYAL MİYDİ?

Hissediyorum o rüzgârı, o kokuyu. Olü ömrüme bir nebze olsa da can katıyor. Karşısında o manzaranın ruhum canlanıyor. Sanki kalbim her baktığımda cenneti buluyor.

Hissediyorum o rüzgârı, o kokuyu. Adeta tomurcuk güller açıyor içimde. Minik ve pembe yeni doğan kadar taze, Henüz doymamış hayata, yenilmemiş kaderine. HAYATLARCA HAYAL Hissediyorum o rüzgârı, o kokuyu. Çocukluğun rüzgârıyla geçmiş Bir yaz akşamının ay yakamozu gibi ışıltılı, Yüreğime ilişen hayaller. Gün batımı sıcaklığının güzelliği kadar alımlı, Her sabah arzuyla uyandırmış, Sarıyor yapayalnızken tatlı bir heves her yanımı. Her gece hevesle uyutan hayaller. Birdenbire ürpertiyle gözlerim açılıyor. Gerçekliğin hâkimi ıssız sokakları, Perdenin arkasından ılık bir meltem esiyor. Usanmadan kalabalıkla dolduran hayaller. Sıkıca tutturmuş tepeden saçlarımı, Arıyorum o rüzgârı, o kokuyu yeniden. Yolumun aydınlığını gösteren hayaller. Masada eski bir kâğıt, bitmek üzere bir kalem, Hayal miydi ruhumu bu denli cezbeden? Bir insan tanımak en derinine kadar, Sayfalarca okumaktan öte hayaller. Kaan Efe UZUNOĞLU Yalnız benlikleri en yakına bağlar, 12 - B Göçebe kuşların telaşıdır hayaller.

Bir hayal, bir hayatmış meğer Çok hayal ise demektir nice hayatlar. Omrüne bu kadar sığdırır mı beşer, Hayaller boyunca süren hayatlar.

Bir tırtıl gibi yürür geleceğe, Kelebek olmayı bekleyen hayaller. Sen onları düşlerinle besle, O zaman kanatlanır hayaller.

Köklerin sakınır seni uçmaktan, Uçmazsan neye yarar hayaller. Daha kötüdür çölde susuz kalmaktan, Içinde bir kuyu saklamayan hayaller.

Gerçek bilmez ne aradığını, Yolunu bulan tek şeydir hayaller. Kimse söylemez satın aldığını, Yüreklerde yeşerendir hayaller.

Eda GÜMÜŞ 9 - A 19 MAYIS 20 20 ÇOCUK VE AĞAÇ

Göğün sonsuzluğunu selamlayan ağaçlar, Dallarıyla uzanmış gökyüzüne, selamlıyorlar güneşi, yıldızları, ÖĞRETMEN İÇİN HASBİHÂL Sanki hiç durmadan uzayacak, uzayacak da Bir merdiven olacak gök kubbeye. Acıtan bir serinlik selamlarken bedenimi, Yürüyorum karanlık bir sokakta. Ay ışığına hayran, umutla yüklü yapraklar, Zihnimde dönüp duran sözcüklerim, Her biri fısıldıyor bir diğerine hayatı. Haykırıyorlar bana çalınmış olduklarını. Sussam sanki işiteceğim söylediklerini, Karanlık sokağın bittiği noktada, Rüzgârın sessiz dansına eşlik eder gibi. Sonsuzluğu işaret eden bir deniz feneri, Yarenlik ediyor martılarla yolumuzu aydınlatsın diye. Ve kökleri ağaçların, sanki elleri vardı. Var olabilmek için gözlerim kapalı dalgalara fısıldıyorum, Uzanmış, toprağın derinliklerine, Sözcüklerimi yeniden yaşatabilmek için. Buluşmuş diğerlerinin kökleriyle Kapanan gözlerim açılınca ışık kayboluyor. Anlatırken birbirlerine hikâyelerini. Telaşlı bir rüzgâr gibi haykırmaya çalışıyorum, Sessizliğe mühürlenen kalbimdeki sözcüklerimi. Neler olmuş, neler geçmiş başlarından. Birden, kanayan dudaklarımdan dökülüyor, Çok eskiden, insanlar henüz yokken Beni keşfeden öğretmenimin sözcükleri: Birlikte olurlarmış yan yana, dip dibe. “Asla vazgeçme!” diyerek ellerimden Çünkü karışmazmış onlara hiçbir canlı. Tutan fısıltıyla başlıyor hikâyem. Saygı duyarmış yaşadıkları mücadeleye.

Işte o an, çalınmış sözcüklerin intikamıyla Kökleriyle sarmışlar bir ağ gibi dünyayı. Karanlığın süslediği yolum, öğretmenimin Anlatırlarmış olan biteni birbirlerine. Sonsuzlukla el ele verdiği umutla aydınlanıyor. Derlermiş ki bizler böyle sarmaladıkça dünyayı, Kalemim sözcüklerime can vermek için coşkuyla beklerken Bir bebeği nasıl kucaklarsa annesi, Yaşam buluyor başarıma alkış tutmak için denizin dalgası. Oyle koruyoruz işte sevgiyle. Ve hikâyemi yeniden can suyuyla beslerken Yürüdüğüm yolları yeniden seviyorum korkusuzca. Olmasaymış köklerinde o yüce sevgi, Farkında olmadan hayatıma dokunan öğretmenim Ne durabilirlermiş ayakta Artık biliyorum, Ne de sarabilirlermiş insanlığı. Güzelliklere açılan bir kapıysa yaşamak, Sıcacık gülüşündeyse umudun yolu, Her zaman yaşasınlar, istemiş bir çocuk. Yürekten dökülen merhabandaysa papatyanın naifliği, Hayale dalsınlar her gece. Gözlerindeki sevgi dolu bakışlarındandır Umutla örsünler kollarıyla toprağımızı Hayatın inceliği. Ki yaşayalım kucaklarında sevgiyle.

Işte onun hayaliymiş, böyle bir dünya. Yağız YAĞMUR Yemyeşil, sevgiyle sulanan dimdik ağaçların, 11 - F1 Gülümsemesiyle ümitli, güneşli günler yaklaşsın, Hayallerimizin eşliğinde.

Ve sonra, “Dünyayı...” demiş çocuğun annesi, “Işte böyle saf hayaller sarmalı. Adımlar ardından gelecektir, Once hayalleri olmalı insanın.”

Yağmur PİŞMİŞOĞLU 10 - F2 20 MAYIS 2020 ŞİİR SEÇKİSİ

SONNET YALNIZLIĞI DENEMEK Çekemezsin bir yere sineden başka, Gecenin ortasında ne işin var Biliyorum günler hep böyle geçecek. Yıldızlara dokunma yanarsın Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba, Bak birazdan ay da batacak Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek. Karanlık bulaşmasın ellerine Tersine döner yolunu bulamazsın Yalnızlık sade şurada burada değil, Düşüncede, hatırada ve dilekte. Içi dışı uzay tozu yansımalar Hangi taşı kaldırsan, nerde “of!” çeksen, Sahi mi yalan mı anlayamazsın Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte. Bir rüya gemisi iskele sancak Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar, Dokunup geçiyor hayallerine Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor, Ağlayasın gelir ağlayamazsın Bir elbise ki alabildiğine dar. Sevmek insanın yüreği kadar Nedir bir türlü sırrını anlamadık, Küçükse büyüğünü taşıyamazsın Attila İLHAN Kimdir bizimle böyle şaka ediyor, Yalnızlığı da dene oldu olacak Hangi cebini karıştırsan yalnızlık. Nasıl yankılanır derinden derine Iyi midir kötü mü çıkaramazsın

Insan insanı kendisi tamamlar Içinde başka dışında başkasın Eksikliğin fazlana elbet bulaşacak Obürü sığacak bunun derisine Yoksa sabaha sağ çıkamazsın YALNIZLIK ŞİİRİ

Bilmezler yalnız yaşamayanlar, Gözyaşıyla söner mi yangın Nasıl korku verir sessizlik insana; Ey ölüm Insan nasıl konuşur kendisiyle; Ben ne aptalım Nasıl koşar aynalara, Okunur mu yolladığım mektup Bir cana hasret, Tutuşmuş bir kalemle yazdığım Bilmezler... Dağıldı oyuncak atımın boncukları Bütün çeşmeleri kurudu sokağımın Kapladı göğün yüzünü Kara bir örümceğin ağı Melisa GÜRPINAR Orhan Veli KANIK 21 MAYIS 20 20

KAR YALNIZLIK MACERASI Kardır yağan üstümüze geceden, Oyle yalnız kaldım ki hayatımda Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum Ormanın uğultusuyla birlikte Çok zaman annemin dizlerine hasret Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte Koydum başımı kendi dizlerime Kar yağıyor üstümüze, inceden. Doya doya ağladım Sesin nerde kaldı, her günkü sesin, Paylaşırsa dost paylaşırmış Unutulmuş güzel şarkılar için Insanın derdini sevincini Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan, Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör Rüzgâr gibi ta eski Anadolu'dan Hangi kapıyı çalsan kimseler yok Sesin nerde kaldı? Kar içindesin! Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam! Aşık mı olmadım taparcasına Uyandırmayın beni, uyanamam. Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına, Diz mi çektirmedim âlemde Kerem gibi Allah aşkına, gök, deniz aşkına Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara Yağsın kar üstümüze buram buram. Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin Buğulandıkça yüzü her aynanın Beyaz dokusunda bu saf rüyanın O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum Göğe uzanır - tek, tenha - bir kamış Sabahları sokağa çıkmadan evvel Sırf unutmak için, unutmak ey kış! Cesaret şairim cesaret Büyük yalnızlığını dünyanın. Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri Sevgilimin saçları niyetine.

Ahmet Muhip DIRANAS Cahit Sıtkı TARANCI

NİCEDİR ÖZLEMİŞİM

Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır Nicedir özlemişim Yıldızlar, aydınlık fikirler gibi Bu rüzgârı tavanda salkım salkım Hani Doğu'da eser bu gece dağ başları kadar Bahar akşamları yalnızım. Nicedir özlemişim Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından, Bir elma ağacının dudaklarımda Dibine oturmayı eski bir mektep türküsü Nicedir özlemişim karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim Şoseleri, dağları Nicedir özlemişim Attila İLHAN Bir dosta sarılıp Ağlamayı Ataol BEHRAMOĞLU 22 MAYIS 2020

YALNIZLIK BİR TARİHTİR

YALNIZLIK YASAK Yalnızlık bir tarihtir ikimiz Dururuz odalarda bir giysi gibi Yüklenmiş kanadına uzak kırların En kalın soluklarla çekiyor ipi ve gecelerin kar ürpertilerini Kim bilir kimlere kalmışlığımız taşıyıp gelmiş buraya dek hâlâ uğulduyor ürkek göğsünde Yalnızlık bir tarihtir sen misin dağ başlarının çelik fırtınaları Bir geçmişi sürüp giden ak turna? Çocuksu bakışlarında yorgunluk değil Ya benden önceydi ya da çok sonra bir hasretin direnci var daha çok Bir halk türküsüne gül olan sesin ama üşüyor yalnızlıktan üşüyor tek düşmüşlüğün acımsı utancından Yalnızlık bir tarihtir onlarda boynu eğik bekliyor şafağı şimdi Gök dediğin iki kuşun arası Bir yalnızlık mıdır bunca çoğaltan Ey ilkyazlı gülüşlerin sonrası acıyı ve biberli yanılgıyı Ansızın donuyor gül, bakışlarda ve bir yalnızlığı kabullenmek midir Hilmi YAVUZ inceden ve usuldan başlatan yürekte burgaçlanan sancıyı Sessizce çekilmiş dostların arasından SAF SABIR bir yanlışı sürdürmenin ortasından kendince Ayrımına bile varılmamış o yangın günlerinde Ama üşüyor şimdi kar fırtınasına tutulmuş Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan gibi üşüyor yalnız kuş Saflığımı ve sabrımı aldım tek Şimdi biliyor artık yalnız kuş Kalanları kumsala göm sen de biliyor ki artık gecikmiştir Yaz boyunca yolcular varmıştır varacağı yere Nasılsa her keder eksilir Anlıyor ki şimdi yalnız kuş Kendini doldurarak yalnızlık yanlışlığın ilk adımıdır. Sardunyalarla konuşarak çoğalttım Aramızdaki ayrılığı Ahmet TELLİ Sayarak çoğalttığım günleri tamamladım Kirpiklerimin arasına çektiğim tülde Yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor Oysa kimse yokmuş dışarda Içim dışıma vuruyor Sardunyalara su vermekle unutamadığımız Şeymiş aşk: Alnından bir günaydın gibi düşürdüğün sabah, Ay ışığı unuttu karları Sağ yanımda unuttuğun keder. Nerdeyse tipi çıkar Yaralı bir keklik Uçtu önümden Bende kaldı kanadı

Süreyya BERFE Birhan KESKİN

23 MAYIS 20 20

BİR AYRILIŞ HİKÂYESİ

Sen Erkek kadına dedi ki: yürümelisin, - Seni seviyorum, beni bırakarak... ama nasıl? avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp Kadın sustu. parmaklarımı kanatarak kırasıya, Sarıldılar çıldırasıya... Bir kitap düştü yere... Erkek kadına dedi ki: Kapandı bir pencere... Nazım Hikmet RAN - Seni seviyorum, ama nasıl? Ayrıldılar... kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki: - Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, SON HATIRA dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... Adını ellerimle çizdim altın kumlara Küçülen gözlerimde kurudu son damla yaş Ve artık Kumsal, deniz, sal, rüzgâr senden en son hatıra, biliyorum: Solan ruhumdan sana bembeyaz bir soğuk taş!.. Toprağın Işte, rüzgâr esiyor, dalgalar coştu yine; Yüzü güneşli bir ana gibi Kumlara işlediğim hayalin da kayboldu… En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... Hicranınla yanarken ben derinden derine, Fakat neyleyim Karşında, solan yüzüm gibi, güneş de soldu… saçlarım dolanmış Dalgalar, sürükleyin beni de enginlere, ölmekte olanın parmaklarına Kumların arasında ben de bir parça taşım! başımı kurtarmam kabil “Ayrılmayız, beraber dalarız derinlere” değil! Derken, bıraktı gitti elimi arkadaşım

Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak...

Şükufe NİHAL 24 MAYIS 2020

YİTİKLER GECESİ ÖVGÜ

Şimdi dünya boşlukta yavaş Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın Gözlerin demeyelim, Rüzgâr uslandı doruklarda Bende sürülen izlerin Dağ çiçekleri uykuya vardı Nadir bulunan her şey. Ay bacadan aştı uyumaz mısın Vapurla seyahat eden Bir kırlangıç örneğin, Bir ıslak serinlik yürüdü Deniz aşırı gelmiş çiçek. Kara sokaklardan içeri Git o insanlara kadın, Çıtırdadı durdu bütün gün Güzelliğini vur görmemiş tanımlara. Ayaklarının altında bir şeyler Keşfettiysen sakladığım ne varsa Bütün gün ölüler gibi sustun Hadi uykulardan konuşalım. Demeyelim ama ne denir, Bilsen ötesi aydınlık çizginin Gözlerin nadir bulunan her şey. Delice yakardın eski şiirlerini Tesadüfen ortaya çıkan Bir tutam bulut iki damla yağmur için Geç kalınmış bir mektup, Yeniden sevinirdin içten içe Pencereler, tüller, endişen, Bilsen ötesi aydınlık çizginin Belli belirsiz bir ben Olmaz havada âşık olup. Bu hal senin halin değil Yorulup durduğum solukların, Bütün gücünü yitirmiş Ağulu aklın, Bu hal senin halin değil Anmaya çekindiğim adınla Yaşamanın kendisini yitirmiş Dikine yürü Vebalı topraklarımda. En insan yanıyla sana dönük Ovülecek şey cesur kadınlığın Dost dediğin ne gün içindir Ben böyle çekinirken. Unut uzağı olduğu yere Böyle ince çekinirken, Kaldır yatağından vakitsiz Istemem adının sorulduğunu Kaldır başucuna getir Gel o bensiz kıyılardan Sen kadınların Istanbul'u. Şimdi dünya boşlukta yavaş Beni sevmez el lisanlarından Sen bütün canlılardan uzaksın yalnızsın Bul bir çiçek getir bana Rüzgâr usandı doruklarda Uykularda uyuştuğumuz akşam Dağ çiçekleri uykuya vardı Tutup Türkçeye çevirelim. Ay bacadan aştı uyumaz mısın

Ozan Can TÜRKMEN

Gülten AKIN 25 MAYIS 20 20

YALNIZLIK KALAN

Bir şey kaldı gecelerden birinde Çok yalnızım, mutsuzum Senden. Göründüğüm gibi değilim aslında Oncesinde bilinmemiş bir şey, Karanlıklarda kaybolmuşum Silinmez bir ses gibi giden.. Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde, Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara Bir şey kaldı senden Kimse duymuyor çığlıklarımı Yaşamaların arasında kaçamaklı. Duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor

Bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım Veriliş rengi başka, alınış rengi başka Umidimi yitirmişim Söylemeye vakit kalmadan Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim Dudakların altına bırakılmış bir şey, Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta, Veda edeceğim. Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.

Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden, Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz.. Seninle dolu, seninle sensiz bir şey.. Arandıkça bulunmamış yıllar yılı, Bulundukça aramaklı. YALNIZLIĞA SONE Nilgün MARMARA Güneşin akşam hüzünle battığı Karşıdaki karlı dağlar yalnız Düşe yaprak, esen rüzgâr yalnız Özdemir ASAF Insanda ölümün yalnızlığı

Yalnız düşünceler paramparça Yalnız hatıralar kırık dökük gelmediniz, ben hep sizi bekledim Yalnızlık zor, yalnızlık büyük eksilen yanlarımla Insanın yalnızlığı bambaşka sizden saklı eskidim Dünyada yalnız olmayan ne var her şeyden önce aşk verilmiş bir sözdü benim için Yer altında ölüler, gökte yıldız gün, ay, saat, hafta; takvim işi zaman yani Denizlerde yelkenliler yalnız Aldıkça dönemeçleri değişmedi hiçbir şey yalnızca ufuklar yeniledim Ve insan yalnız tanrılar kadar Uzerinde ümitle yaşadığımız Kaç aşktan oluşmuş bir şeydi aşk Dünyaya sığmıyor yalnızlığımız. her sevgiliyle biraz daha biraz daha sizden saklı eskidim Ümit Yaşar OĞUZCAN Murathan MUNGAN

26 MAYIS 2020 HAYATA AŞKLA GÜLÜMSEYEN KADIN, TOMRİS UYAR

27 MAYIS 20 20

TOMRİS UYAR

Türk edebiyatının güçlü ka- asla silinmeyecek izler bırakmıştır. Silinmeyecek olan bu izler şi- lemi, yazar ve çevirmen, özgür ir severlerin yüreklerine dokunan birçok şiirin de ilham kaynağı ruhlu kadını Tomris Uyar; olmuştur. Adına yazılan kıskanılası şiirlerin ardından ise Tomris eserleriyle ve aşklarıyla adın- Uyar için her zaman “Bir adın vardı senin, peşinde de üç büyük dan çok söz ettirmiş, Ikinci Ye- şair…” denmiştir. ni döneminde yazdığı eserler- “Cemal Süreya'ya içki içmesini ben öğrettim”– le ve adına yazılan şiirlerle edebiyatımızda büyük bir iz bı- “Edip Cansever'e şiir yazmasını ben öğrettim”– Cemal Süreya rakmıştır. Hayatı boyunca “Bu ikisi bunu tartışırken ben de gittim Tomris'le evlendim.”– içinde Marquez'den Borges'e, Turgut Uyar Virginia Woolf'tan Edgar Al- len Poe'a kadar yetmişin üze- rinde kitap çevirdi, Papirüs EDİP CANSEVER edebiyat dergisini kurdu. De- neme, eleştiri ve kitap tanıtma “Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örsele- yazıları “Yeni Dergi, Soyut, Var- nebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk lık” gibi dönemin belli başlı olduğunu Edip Cansever öğretti bana.” Tomris Uyar dergilerinde yayımlandı. On öykü derlemesinden “Yürekte Bu- kağı” ile 1979; “Yaza Yolculuk” ile 1986 Sait Faik Hikâye Arma- Edip Cansever, kuşkusuz ğanı'nı kazandı. Uyar'ın günlükleri, “Gündökümü” genel başlığı Ikinci Yeni'nin en önemli şair- altında yayımlandı ve Türk dilinde eşi benzeri olmayan öyküler lerindendir. Onun şiirlerini ya- inşa etti. şamak, anlamlandırmak için Tomris Uyar, başarılı bir sanatçı olmasının yanında aşk haya- hayatın varoluşunu bilmek ge- tıyla da her zaman konuşulmuştur. Türk edebiyatının en umar- rekir belki de. Zorlamaya gel- sız dönemlerinden biri olan Ikinci Yeni'nin birçok şairine ilham mez onun şiirleri. Kimi zaman olmuş, üç büyük şaire kendisi için şiirler yazdırmış kadın: Tom- mavinin hüznüdür kimi za- ris Uyar. Ikinci Yeni'nin üç prensinin Edip Cansever, Cemal Süre- man siyahın gizemi. Kısacası ya ve Turgut Uyar'ın duygularını alt üst etmiş, onlarla karmaşık onun şiirleri yaşanabilecek bir aşk yolculuğuna çıkmış Tomris Uyar, bu üç şairin dizelerine duyguların adıyla harmanla- dize katmalarını sağlamıştır. nan karmaşanın adıdır. Işte Toplumsal normlara karşı çıkıp özgürlüğünden ödün ver- bu karmaşanın en güzel anla- meden yaşayan Tomris Uyar, üç büyük şairin hayat hikâyesinde tıcısı olan Edip Cansever her yıl 15 Mart'ta (Tomris Uyar'ın doğum günü) bir şiir yayımlamış ve Tomris Uyar'a olan aşkını bıkmadan usanmadan dile getir- miştir. YAŞ DEĞİŞTİRME TÖRENİNE YETİŞEN ÖYLE BİR ŞİİR Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç Yağmurlar altında gördüm, kadeh tutarken gördüm de Bir kıyıya bakarken, bakarkenki ağlayan yüzünle Ve yarışırsa ancak Monet'nin Kadınlarına yaraşan giysilerinle Gördüm de 28 MAYIS 2020

CEMAL SÜREYA Tomris Uyar'ın bir di- ğer aşkı da Cemal Süre- ya'dır. Tanıştıklarında iki- si de evlidir. Ancak tanış- malarından sonra birçok kez buluşan ikili bir süre sonra Ankara'da birlikte yaşamaya başlar. Ikili aşkları için eşlerinden bo- şanırlar. Cemal Süreya, tanıştıkları o günü anlatıyor: “Kendisini tanı- dığımda ben evliydim, o da evliydi. Ankara'da tanıştık, Sanatse- verler Derneği'nde -hiç unutmuyorum- O bana herhalde bir ar- kadaşıyla, yani Ulkü Tamer'le evli ve edebiyata düşkün genç bir Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. kız olarak ilgi gösterdi ama çok sıradan bir ilgi gösterdi. Ben de Oyle kısaydı ki adımların, diyelim bir yaz tatilinde onun, sandığımdan çok daha -nasıl söylesem- daha derin deme- Bir otel kapısının önünde, tahta bir köprünün üstünde yeyim de, daha keşfedilmeye değer bir insan olduğunu düşün- Bir demet çiçekle paslanmış bir kedi arasında düm.” Oyle kısaydı ki adımların Cemal Süreya o günden sonra Tomris Uyar'a karşı bitmeye- Şöyle bir bardak yıkayışının vaktiyle cek bir aşkın içine düşer ve Cemal Süreya şu dizeleri yazar Tom- Olçülür ve denk düşerdi ancak ris için; Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. “Ay ışığında oturduk Yok bir yanıtın “nereye” diyenlere Bileğinden öptüm seni Bir buz titreşimi gibi sallantılı ve şaşkın Sonra ayakta öptüm Ve çabuk bir merhaban vardır bir yerden gelenlere O bir yerler ki, diyelim çok uzak olsun Dudağından öptüm seni Sen gelmiş gibisindir oralardan, otobüslerden Kapı aralığında öptüm Yollardan, deniz üstlerinden topladığın gülüşlerle Soluğundan öptüm seni Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. Bahçede çocuklar vardı Seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki Çocuğundan öptüm seni” Hani Etiler'den Hisar'a insek bile Bir küçük yaşındasın, boyanmış taranmışsın Çok yaşında her zamanki çocuksun gene Başka dizelerinde ise nasıl umutsuzca âşık olduğunu anlat- Ben seni uzun bir yolda yürürken görmedim ki hiç. mıştır hep. Mart ayında patlıcan, ağustosta karnabahar “Daha nen olayım isterdin Mutfağın mutfak olalı böyle Onursuzunum senin! Tomris” Bir adın vardı senin, Tomris Uyar'dı Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma Tomris ise böyle anlatmıştı Cemal'le olan aşkını “Beni bıraktı Oysa güneş pek batmadı senin evinde ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. 'Senden ayrıldığım anda, senin hakkında, senin hikâyen hakkında sevdi- Söyle ğimi belirtecek bir tek kelime bile asla söylemeyeceğim, benim Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç. ağzımdan kimse duymayacak' dedi ve doğrusu hiç yazmadı.”

29 MAYIS 20 20

VE BU AŞK DA BİTTİ rim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyum- Uç yılın sonunda tükenen bu tutkulu aşk, dostluğa evrildi. Ay- suzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin pe- rılığın ardından Tomris Uyar, “Beni bıraktı ama rahat edemedi. riliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuş- Ona göre bana sahip olunamazdı.” dedi. Cemal Süreya ise Tomris tuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, Uyar'a şu sözleri söyledi: “Senden ayrıldığım anda, senin hakkın- yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu.” Yani evliliklerinin da, hikâyen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyece- en temel sebebi şiirdir. ğim; benim ağzımdan kimse duymayacak” ve o günden sonra hiç- bir şey yazmadı.

TURGUT UYAR

Ankara'da tanışan ikilinin şiir üzerine başlayan ilişkisi aşka doğru sürüklendi. Yedi yıldır şiir yazmayan Turgut'a, Tomris esin perisi oldu. 1969'da evlendiler ve bu evlilikten Hayri Tur- gut adında çocukları oldu. Turgut Uyar'ın Tomris'i kaygıyla, kay- betme korkusuyla sevmesini Tomris şu sözlerle anlatıyor: “Tur- gut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpra- Tomris Uyar'ın yaşamının en uzun soluklu sevdası Turgut nacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, bo- Uyar'dır. Turgut Uyar'la tanıştığında Cemal Süreya'dan ayrıl- yuna birinci seçilmekten yorulacaktım.” mak üzeredir. Turgut Uyar ise eşinden yeni ayrılmıştır. Tomris Turgut Uyar aşkla bağlandığı kadını, aşkla yaşatabildiği için Uyar, Turgut Uyar'la tanışmalarını şöyle anlatır: çok şanslıdır. Biricik karısına olan sevgisini hep dizelerle dile ge- “1966 yılında ben zaten Cemal Süreya'dan ayrılmak üzerey- tirmiştir: dim. O da eşinden ayrılmıştı. Istanbul'a gelmişti çocuklarıyla. Bu- “Herkes seni sen zanneder. rada tanıştık. O zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını Senin sen olmadığını bile bilmeden, bulduk ve mektuplaş- Sen bile Seni ben geçerken maya başladık. Bu mek- Derim ki, tuplar önce sadece şiir Saati sorduklarında; üzerine mektuplardı. Hâlâ duruyor bende. Onu ''O'' geçiyordur. Genellikle onun şiir Kimse anlam veremez. üzerine düşünceleri, Tamir ettirmedin gitti derler şu saati. benim onun şiirleri Ettirmek istiyor musun demezler ü zerine düşü ncele- Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur

30 MAYIS 2020

zar. Günaydın gece yarısı! Yalnızlığıma katılabilirsin; Yalnız soru sormayacaksın... Okur musun Gözlerimden akan kelimeleri? Peki, görüyor musun? Yüreğimde kesik bir güvercin Kanat çırpıyor. Iyi dinle! Düşlerini kimseye emanet etmeyeceksin, Zamanı durdururum yüreğimde, Kaptırmayacaksın... Sensiz geçtiği için, Tamam. Akrep yelkovana küskündür. Bir şeylerin dışındayım. Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür. Biliyorum. Bil ki akrep yelkovanı geçerse, Daha doğrusu bir şeyler bensiz sürüp gidiyor. Atan bu yüreğim durur. Ama... Bırak bozuk kalsın, hiç değilse Susmak, Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.” Konuşmak anlamına geliyor. Şimdiyse ben Turgut Uyar, “Hüzünlü bir çocuktum, nedense hep ağlamaya Uzayan bir boşluktayım... hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem: yapma oğlum, o içli bir çocuk, derdi.” diye anlattığı çocukluk yıllarına büyük heyecan- Tomris Uyar'da 4 Temmuz 2003'te ardında nice güzellikler lar ekleyen ve mutsuzluğa kafa tutan Turgut Uyar, 22 Ağustos bırakarak hayata gözlerini kapayınca bu büyük aşktan geriye di- 1985'te hayata gözlerini yumdu. Turgut Uyar'ın ölümünden zeler ve fotoğraflar kaldı. sonra Tomris Uyar, Turgut Uyar'ın ölümü üzerine ise şu şiiri ya-

Derya ADALI Türk Dili ve Edebiyatı Oğretmeni

31 MAYIS 20 20

Gülay HÜSEYİN Beyza Ceren ŞAHİN 10/A 10-D

Sevim YAPALI 10-C

32 MAYIS 20 20 EDEBİYAT MÜZELERİ

1. Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi

Her şey değişebilir, hatta kendi irademizle değiştiririz; değişmeyecek olan, hayata şekil veren ve ona bizim damgamızı basan şeylerdir. Türk romancı, şair ve öğretmen Ah- yaları sergilenir. Kurumun arşivinde ise önemli bir çalışma ortamı sağlar. Bu gü- met Hamdi Tanpınar'dan adını alan bir geçmişten günümüze var olan edebiyat zel müze, Istanbul Fatih'te Gülhane Par- edebiyat müzesidir. Otuzu aşkın yazarın dergileri, ödül alan eserler bulunur. Do- kı'nın içerisindedir. kalem, daktilo, kitap, saat, pipo gibi eş- kuz bini aşkın kitabıyla ziyaretçilere

2. Âşiyan Müzesi

Sen olmasan... Seni bir lâhza görmesem yahut Bilir misin ne olur?

Bebek'te, Aşiyan Yokuşunda bulu- Evin çizimlerinin bulunduğu orijinal ret'in yaşamının önemli bir parçasını nan evini, Tevik Fikret bizzat kendisi ta- projeler de müzede sergileniyor. Bo- görmek isterseniz müze, pazartesi hariç sarladı ve Farsça'da “yuva” anlamına ge- ğaz'ın kenarında müthiş bir huzura sa- her gün 9.00-16.00 arası sizi bekliyorlar. len aşiyan ismini bu eve kendisi verdi. hip Aşiyan'ı ziyaret ederek, Tevik Fik- 33 MAYIS 20 20

3. Sait Faik Abasıyanık Müzesi

“İnsan aslını unutmamalıdır.”

“Yazmasam deli olacaktım.” der Sait sitler görebileceğiniz müze Burgaza- kimsenin hayır diyebileceğini sanmıyo- Faik Abasıyanık, bir öyküsünde. Yazar da'da olup kendisinin vasiyeti üzerine ruz. Hele havalar da tıpkı onun istediği deniz, sandal, olta, balık ve bahar için ya- ücretsiz ziyaret ediliyor. Çarşamba, per- gibi güneşliyken. ratılmıştır adeta ve elbette bunları yaz- şembe, cuma, cumartesi ve pazar günle- mak için. Gidince onun hayatından ke- ri 10.30–18.00 arasında gidip görmeye

4. Cahit Sıtkı Tarancı Evi Kültür Müzesi

Elimin çizdiği kavis Kovmak için sinekleri Kolumda işleyen saat Ve esnemem arada bir Hep yaşadığıma dair

1910 yılında doğmuştur Cahit Sıtkı rın başında bu ev gelir. 1973'te Kültür Ba- sında yazın ise 09.00–19.00 arasında zi- Tarancı. Diyarbakır evlerinin özgün do- kanlığınca alınıp müze haline dönüştü- yarete açıktır. kusunu en iyi muhafaza edebilen yapıla- rülür. Kış aylarında 08.00 ile 17.00 ara-

34 MAYIS 20 20

5. Müzesi

Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sâdık yârim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sâdık yârim kara topraktır

Sivaslı halk ozanlarının başında ge- nu olan şair Aşık Veysel'in evi 1982 yı- ve yılın belirli günleri ozan adına festi- len, herkesin sevip saydığı, onlarca lında Kültür Bakanlığınca müze haline valler düzenlenmektedir. farklı sohbete şiirleri ve hikâyeleriyle ko- getirilmiştir. Müze Şarkışla Sivas'tadır

6. Karagöz Müzesi

Geleneksel gölge oyunumuz olan Ka- rülmüştür. Karagöz Müzesinde iki galeri riç her gün 09.30 ile 17.30 saatlerinde ragöz ile Hacivat'tan adını alan müze yer almaktadır. Ilk galeride gölge oyunu- müze ziyarete açıktır. Bursa Osmangazi'dedir. Belediye tara- nun tarihçesi, ikinci galeride ise tasvir- fından 2007 yılında müzeye dönüştü- ler bulunmaktadır. Pazartesi günleri ha- 35 MAYIS 2020

GÜZELLİKTEN ÖTE KARANLIK BİR YOLDAKİ AYDINLIĞA DOKUNAN SANAT, ROMAN 36 MAYIS 20 20 ÇALIKUŞU – REŞAT NURİ GÜNTEKİN Reşat Nuri Güntekin'in tüne bir de Feride'nin ele Kamran onu bulur ve eski aşkın yeniden Çalıkuşu romanı yazıldığı avuca sığmayan davranışla- alevlenmesi için Feride ile iletişim kur- dönemin izlerini belirgin rı ikisinin arasında belli za- maya çalışır. bir şekilde taşıyan Türk ro- manlarda uçurumlar açar. Feride'nin çevresi çalıştığı köylerde- manının incilerindendir. Çalıkuşu ismi de Feride'nin ki ilişkileri sebebiyle büyürken aşka Genç bir kadının hem duy- yerinde durmayan hal ve ta- olan inançsızlığı da artar fakat Hayrul- gusal dünyasında hem de vırlarından kaynaklanır. lah Bey ona ve analık ettiği küçük kıza sa- öğretmenlik mesleğinde Onu ağaçların tepesinden in- hip çıkacaktır. Böylece Hayrullah Bey, Fe- yaşadığı zorlukları dile ge- meyen bir kuşa benzetir çev- ride'nin hayatına dair tüm gerçekleri de tiren roman, her dönemin resindeki herkes. onun tuttuğu günlükten öğrenecektir kadınana ayna tutmuştur. Kamran ile olan ilişkisi tıpkı okuyucu gibi. Çalıkuşu romanı Fe- Feride, küçük yaşta an- ciddileşecekken güveni sar- ride'nin tuttuğu günlüklerin içerdiği anı- nesiz kalmış bir kızdır. Ba- sılan Çalıkuşu, bu sebeple bi- lardan yazılmıştır. Bir genç kadının ha- bası ona bakamayacağı raz da ondan uzaklaşmak yatına dair tüm içten itiraflarını aktardı- için onu yatılı olarak Fran- için öğretmenlik görevine ğı günlüğünü bir roman olarak bize su- sız mektebine yazdırır. Feride'ye anne- Anadolu'nun bir köyünde başlar fakat nar yazar. Kahramanın penceresinden lik edebilecek tek kadın Besime teyzesi- aksilikler yakasını bırakmaz. Oğretmen- okuduklarımız belki de bu yüzden fazla- dir. Bu yatılı mektebin tatil zamanlarını lik mesleğini yaparken sıkıntı çeker, git- ca yüreğimize işleyecektir. da teyzesinin yanında geçirir. Teyzesi- tiği köylerde tek başına bir kadın olarak nin iki çocuğundan biri Kamran, çocuk- zorluklar yaşar ve yanına avuntu olarak luğundan beri Feride'ye düşkündür fa- yetim bir kız çocuğu alır. Ona annelik Ilgın ASARKAYA kat Feride ona karşı hep çekingendir. Us- yapmak hayattaki tek amacı olurken 9-A VAHŞETİN ÇAĞRISI – JACK LONDON Vahşetin Çağrısı, Jack sonla bitirir romanını. orada tamamlayacağı ümidine kapılıyor. London'ın yazdığı, bir Romanda vurgulan- Vahşetin Çağrısı romanında insan ve kurt köpeğinin yaşamını mak istenen temel konu iç- köpekler arasındaki bağı da çok iyi anla- konu alan romanıdır. Bir güdüdür. Buck, her ne ka- yacaksınız. Köpeklerin neler hissettiği- hayvanın iç dünyasından dar bir köpek olsa da bir ni, sizi ne olarak gördüğünü daha iyi bi- yola çıkarak insan hayatı- zamanlar kurtlardan evri- leceksiniz. Bir yandan düşünecek, diğer nın da gerçeklerini sayfa- lip insanların arasına ka- yandan müthiş bir ölüm kalım mücade- lar eşliğinde yüzümüze rıştığı için içinde o eski anı- lesinin içinde bulacaksınız kendinizi. vurur yazar. Sayfayı her larına dair içgüdüleri ya- çevirişimizde işlerin da- “O acımasız gösteriyi her seyredişin- şatıyor. Ormanda onu bek- ha iyiye gitmesini, yaşa- de aldığı ders hep aklına geliyordu: Sopa leyen bir şeylerin olduğu nan acının dinmesini kimdeyse, kanun onun elindedir.” Vahşe- düşüncesine kapılıyor. umut etsek de genel ola- tin Çağrısı / Jack LONDON Her ne kadar ormanda hiç rak roman tahmin edile- bulunmamış olsa da or- bilir değildir. Okurunun manda kendine ait bir şey- neyi istediğini iyi bilen yazar güzel bir Reyhan Aleyna DADAK ler bulabileceğini, kendinin parçalarını 10-C 37 MAYIS 20 20 SATRANÇ – STEFAN ZWEIG BİR PARÇALANIŞ NOVELLASI “Hayatım boyunca tek gelen, satrançtan oldukça lardan birisi oldu. Ote yandan Nazi zulmü- bir düşünceye saplanıp kal- uzun bir süre uzak kalmış nü bizzat yaşamış ve gözlemlemiş olan mış, monoman insanların olan Dr. B'dir. Dr. B ise daha Zweig'ın Gestapo'nun akıllara durgunluk her türü hep dikkatimi çek- enteresan ve o kadar ızdı- veren bu işkence yönetimini ve yarattığı yı- miştir çünkü bir insan ken- raplı bir hayat sürmüştür. kımları bu kadar gerçekçi ve başarılı bir şe- dini sınırladığı ölçüde son- Gestapo üyeleri tarafından kilde verebilmesi türü az bulunur bir yete- suzluğa da yaklaşmış de- tutuklandıktan sonra alı- nektir ve bence eserin en dehşet verici mektir; özellikle dünyaya şılmadık hatta akıl almaz noktasıdır. sırt çevirmiş gibi gözüken bu bir işkenceye maruz kalır. Kitabı kendi gözümden masaya yatıra- tür insanlar, özel malzeme- Herhangi bir iziksel mü- cak olursam kitap pek çok kavramın ve ka- leriyle kendilerine karınca- dahaleye maruz kalmaksı- rakterin sembollerini barındırır içinde. Or- lar gibi tuhaf ve gerçekten zın bir otel odasına kapatı- neğin Czentovic hiçbir aydın özelliği gös- bir defaya özgü küçük bir lır. Her şekilde dış dünya ile termemesine rağmen tek bir yeteneğiyle dünya modeli inşa ederler.” iletişim kesilmiş ve her- dünyaca ünlü konumuna gelmesi kelime- hangi bir uğraş yapılabile- Satranç, Viyanalı yazar nin tam anlamıyla cahilleşen hatta ah- ceği ortam sağlanmamış- Stefan Zweig'ın Brezil- maklaşan insanlık modelidir. Her türlü gü- tır. Tam anlamıyla bir “hiç- ya'daki sürgününde yazdığı lünçlüğe, rezilliğe adını yazdırmış kimse- liğe” mahkûm olan Dr. B. eseridir. Bu kitap roman- lerin tek bir hamle ile ağızları açık bıraka- sorgu için bekletildiği bir sı- dan ziyade Zweig'ın en az bi- cak ölçüde tanınmış ve hatta alanında “ba- rada bir satranç ders kitabı bulur. Onun yograileri kadar başarılı olduğu, edebi- şarılı” olmuş kimselerin temsilcisidir ben- için akıl sağlığının kurtuluşu olarak başlar yatta “uzun hikâye” olarak da geçen bir no- ce Czentovic karakteri. satranç uğraşı. Sonrasında kitabın bitme- vella örneğidir. Her ne kadar piyasadaki siyle mantık dışı ama bir o kadar da ürper- Ayrıca nezaketi, bilgeliği ve esrarlı ta- pek çok kitaptan oldukça kısa bir olay ör- tici bir durumla karşı karşıya kalır: kendi vırlarıyla özellikle benim en çok takdir et- güsü olsa da Zweig usta çözümlemeleriyle kendisiyle satranç oynamak. Zihninde sü- tiğim karakter olan Dr. B ise bu dünya mo- az sözle pek çok şeyi anlatabilmeyi başar- rekli kurgulanan ve hızı kesilmeyen oyun- delinin zorbalıklarının kurbanıdır. Avus- mıştır. lara dönüşen satranç partileri Dr. B.'nin turyalı deneme yazarı Jean Améry bir de- Kitap aslında üç karakterin çatışması akıl sağlığını gitgide kaybetmesine yol nemesinde toplama kamplarına gönderi- içerisinde sürüp gider. New York'tan açar. En sonunda hastaneye kaldırılıp bu len aydınlar için gerçekleşen ilk sonucun kalkmış, istikameti Buenos Aires olan bir günleri geride bırakabilmesine rağmen “entelektüel ölüm” olduğundan bahseder. geminin yolcularıdır bu karakterler. Aynı Czentovic'le birebir oynadığı parti geçmi- Dr. B'nin yer aldığı olay örgüsünün kitabın zamanda karakterlerden biri olan anlatı- şi tekerrür ettirir. Kontrolünü gittikçe kay- daha merkezine alındığını da görürsek bu cımız sıradan bir satranç oyuncusudur. An- beden Dr. B anlatıcımızın yardımıyla ken- “entelektüel ölümün” üzerine yazılmış bir cak diğer iki karakter için satranç o kadar dine gelir ve o esrarlı tavrıyla satrançla be- eserin kaleme alındığı oldukça aşikârdır. da sıradan değildir. Slav asıllı olan ve sat- raber herkese veda edip oradan ayrılır. Benim için Satranç aydınlığın hiçlikle ku- ranç dışında hiçbir şeye yeteneği bulun- şatılmış zorbalıklar karşısındaki parçala- Sonu itibariyle şok edici ve merak un- mayan Mirko Czentovic dünya satranç nışının hikâyesidir. Bu parçalanışa yakın- suru ön planda bir eser olarak gördüğüm şampiyonudur. Böylesine parlak bir kari- dan tanık olmak isteyenler için ustaca kur- bu kitap anlatım gücü sayesinde bizi o par- yerin aksine entelektüellikten ve tevazu- gulanmış bu novellayı okumanızı içtenlik- tilerin oynandığı o geminin salonuna, di- dan oldukça uzaktır. Gemide katıldığı bir le tavsiye ederim. ğer yolcularla birlikte o çekişmeli müsa- satranç müsabakasında hasmına destek çı- bakaları izlemeye götürüyor. Salonun he- kan ve oyunun berabere bitmesine sebep yecanını oradaymışçasına hissettiriyor ve Doğa Karin AYAN olan bir şahıs onda ve herkeste şaşkınlık bu sebeple de beni en çok etkileyen kısım- 9-F1 uyandırır. Bu şahıs Viyanalı, iyi bir aileden 38 MAYIS 2020

YAŞAMIN SÖZCÜKLERDEKİ YANSIMASI…

39 MAYIS 20 20

KUTUP YILDIZI

ha duyunca başını kaldırdı. “Yine hangi dersleriyle çok ilgili, dedim zor ikna oldu, âlemlere dalıp gittin?” Bunu gülümseye- vallahi alır tarlaya koyar seni, sonra okul rek söylemişti öğretmeni ama yine de Gü- falan hayal olur. neş'in utanmasına yetmişti. “Çok özür di- Merak etmekten kendini alamıyordu. lerim.” diyerek kafasını yavaşça eğdi ve ka- Bir kere, bir kerecik… Bir tatil günü anne- bahatinin azarını bekledi. O an, çizdiği ku- sinin çarşıda işi çıkmıştı. Işte aradığı şans, tup yıldızı sanki ona göz kırpıyor, onu ken- aradığı işaret buydu. O televizyonu ne pa- dine çağıyor gibiydi. Oğretmen devam et- hasına olursa olsun izleyecekti. Mahşer gü- ti: “Gök bilimiyle oldukça ilgilisin, bakar- nünde yalnız başına ateşte yanmak zorun- sın ilerde astronot olursun.” Bunu duyun- da olsa bile. Ama annesi akıllılık edip giz- ca hemen başını kaldırdı. Yıldızların ara- lemişti kumandayı. Evde bakılmadık tek sında dolaşmak, sonsuza ulaşan bir boş- bir karış bırakmamıştı ama yoktu işte. lukta hayat bulmak ne güzel olurdu. “Çı- Umitleri tükenip uçmuştu kaybolmuşluk- kışta yanıma gel, sana bir hediyem ola- ta. Tavuklara yem vermeliydi. “Keşke” de- cak.” diye ekledi öğretmeni. Bunu duyun- di. Keşkeler içinde sıralandı. Ayaklarının ca içindeki heyecan duygusu dalgalanma- dayanacak gücü kalmamıştı, çöküverdi ilk ya başladı. gördüğü yere. O an fark etti siyah kuman- Geçen yaz başlamıştı bu tutkusu. danın varlığını. Yakalanırsa olacakların Uzaktan bir akrabası borçlarını ödemek korkusuyla doluydu içi ama yine de açtı te- için uygun iyata satmıştı televizyonu aile- levizyonu. Ne izleyebileceğini bile bilmi- sine. Televizyonu ilk gördüğünde yüzün- yordu. Rastgele gezinmeye başladı kanal- Yaslara bürünmüş kara bir gökyüzü. de oluşan can alıcı mutluluk hissi her şeye lar arasında. Bir belgesel kanalına takıldı Kinle büyüyüp harmanlanmış bir yürek bedeldi. O sıralar köydeki çocukların yeni gözü. Sesi açtı ellerinin titremesine hâkim kadar soğuk, sonu ölüme bağlanan yaşam hava atma yöntemiydi bu kara kutu. Ara sı- olamadan. Uzaydaki gezegenlerden bah- kadar anlamsız. Orada bir yerlerde, dalga- ra komşuya giderdi izlemek için. Haber as- sediyordu. Ardından parlaklığıyla ekranı lı bir okyanusta son çırpınışlarını bağışla- la eksik olmazdı o büyülü kutuda. Eskiden bile delip geçen güneş ve ardından kutup yan evrene, savaş meydanında her şeyi so- oynadıkları Hacivat Karagöz oyunu gibi in- yıldızı… En kuzeyde dans eden, ona bakıp na erdirecek olan o ölüm nefesini verme- sanların o ekranın içinde oynadıklarından hayalleri arasında kaybolduğu, adını bil- mek için tek bir ışık belirtisi var. Hem şüphelenirdi. Bunu sınıfta dile getirince mediği gecelerini paylaştığı dostu oydu. O korktuklarımız kadar uzakta hem de alay konusu olmaktan kurtulamamıştı. gün bugündür en büyük arzusuydu ona ka- korkmayı unuttuklarımız kadar yakında. Ama öğretmeni tüm ayrıntılarıyla ona bü- vuşmak. Hüzün içinde çimlendiğinde, En tepede asılı duruyor uçurumun dibin- yük bir sabırla açıklamıştı. Beynindeki so- umutsuzluk kalbine eşlik ettiğinde ona sa- de ölüme meydan okuyan içimizdeki öz- rular silsilesi azalmamış aksine duydukla- rılır oldu usulca. gür çocuklar gibi. Yalnız o kutup yıldızı, ka- rını toplayıp gitgide daha da güçlenen bir ranlık gecede, karanlık gökyüzünde. Ha- Bütün gün boyunca nefesini tutup gü- hortum gibi artmıştı. Hiçbir teriminden yır, yalnız değil o kutup yıldızı, bir dostu nün bitmesini bekledi. Aklında dolanan so- haberdar olmadığı ekonomi haberleri bile var. Karanlık düşüncelerde, karanlık ya- rulara bir cevap bulmalıydı: “Oğretmen onun için bir ilgi odağı olmuştu. Ama o şamda aydınlık kalmaya uğraşan bir yıl- onu niye çağırmıştı? Acaba bugün ona kız- gün… Kendi evinde karşılaşmayı hiç bek- dız. mış mıydı?” Zil çalınca koşturarak öğret- lemiyordu bu ilginçliklerle dolu aletle. Iz- menini aradı. Tam çarpışmak üzereyken Sarı renk önceleri bembeyaz kâğıtta leyebilecekleri gözünün önünden bir ilm son anda durmayı başarabildi. Oğretmeni bir renk belirtisiydi sadece. Kız hiç dur- şeridi gibi geçti. Ama hayallerinin yerle “Ben de tam seni arıyordum.” dedi. Güneş madan boyamaya devam ediyordu. Yıldı- bir olması uzun sürmedi. Gündüzleri an- nefes nefese konuşmaya çalıştı. Ama ne zın kuyruğuna tutunup birlikte gökyüzün- nesinin bitmek bilmez dizileri, akşamları söyleyeceğini bilemeyerek ağzını kapattı. den sonsuz diyarlara kayacaklarını düşlü- babasının maçlarından ona sıra gelmiyor- Oğretmen, çantasından bir kitap çıkardı. yordu. Istemsizce gülümsediğini biliyor- du. Izlemek istediğini söylemeye yeltendi- “Çocuklar Için Astronomi” adında bir ki- du. Boğuk duyulan bir ses bu hayallerini ğinde annesi: tap vardı elinde. Astronomi ne demek, di- şimdilik rafa kaldırmaya yetti. Adını bir da- — Baban sakın duymasın, zaten çocuk ye sormak istedi ama öğretmenin kızabi- 40 MAYIS 20 20

leceği ihtimali, içinde damla damla korku- bardak taşıyamıyor. Okuyup da ne olacak- nun birikmesine sebep oldu. Ama öğret- mış sanki!” diye haykırıyordu. Vücudun- men gözlerini okumuş olacak ki “Astrono- daki bütün kanın donduğunu hissetti, öf- mi uzay bilimi demek, sevebileceğini dü- ke duygusunun içini yiyip bitirdiğini, şündüm, dolabımda aylardır sahibini bek- onun ruhunda egemenlik kurduğunu his- liyordu, kısmet sanaymış.” dedi. Ona hay- sediyordu. Ve bedeninin titremesine en- ranlıkla bakan küçük kızın saçını okşadı gel olamayarak “Ben astronot olacağım.” şefkatle. Güneş kitabı alıp tam gidecekken diye bağırdı. Bu bağırma onun ruhundaki öğretmen arkasından “Neler öğrendiğini bütün zincirlerin kopmasına, bütün du- bana anlatacaksın!” diye seslendi. Tamam, varların yıkılmasına sebep olmuştu. “O söz veriyorum, diyen Güneş eve gidip o ki- neymiş öyle, okulda beynini yıkamış o ho- tabın kapağını bir an önce açmak için koş- calar senin, evinde oturup kocana karı ola- maya başlamıştı. Çamurlara bata çıka iler- caksın.” diye kızdı babası. “Hayır! Asla ab- liyordu. O an tek düşündüğü hayatta aldığı lam gibi olmayacağım. Okuyup kutup yıl- tek armağandı. Gökyüzüne baktı, dostu dızına gideceğim, senin parayla sattığın saklanmıştı belki bulutların arasına, belki malın olmayacağım.” diye haykırıyordu de bir yorgan örtmüştü üzerini. Yağmur Güneş. Yüzündeki acıyı hissetmemişti. bulutlardan boşalıp yeryüzüne inerken Donmuştu, onun için zaman donmuştu. sakladı kitabını esaretin hâkim olduğu Odasına koşturmak için büyük bir çaba dünyadan, kalbine bastırdı. sarf etti. Ve ağladı, gözyaşlarının dinmesi- mıştı, gelin olmalıydı çünkü. Mutlu olmak ni bekledi, bekledi, bekledi. Kitabına sarı- Eve girince ilk işi odasına kapanmak ol- neydi unutmuştu, sorgulamak neydi lıp sonsuz olmasını dilediği uykunun kol- du. Mum ve yıldızların eşliğinde bütün ge- unutmuştu, hayal kurmak neydi unut- larına teslim etti kendini. Düşünde uzay ce okudu, hiç durmadan okudu. Her gör- muştu. Artık ne sarılacağı bir kitap ne de aracına binip kutup yıldızına ulaşıyordu düğü resimde ayrı bir büyüye kapıldı. Her bakıp hayaller kuracağı bir yıldızı vardı. ve ona sarılıyordu en derinden. okuduğu bilgide ayrı bir heyecana kapıldı. Herkes ona bakıyordu. O olması gerektiği Sabah ise uykusuzluktan yorgun gözlerle O günden sonra asla okula gidemedi yerdeydi. O olması gereken kişiydi belki ama mutlulukla dolu bir hevesle başladı Güneş. O her şeyine hayran olduğu öğret- de. Hiç tanımadığı biriyle evlenecekti bi- güne. Yatağının altına sakladı ebedi arma- meni geldi onu kurtarmak için bu hapis- razdan. Ama o anda hissetti. Kalbindeki ğanını. Kahvaltısını yaparken aklında dün haneden. Müdürler, diğer bütün öğret- küçük ışık huzmesini. Unutmaya zorlan- gece öğrendiği bilgiler bir girdap gibi dö- menler… Ama babasını hiçbiri ikna ede- dığı hayallerini hatırladı yeniden. O yıldız nüp dolaşıyordu. O an o kadar soyutlan- medi. Artık kabullendi kaderini genç kız; kalbindeydi ve her yerine yayılıyordu tek- mıştı ki her şeyden, babasının “Hadi bana günler, aylar, yıllar geçti. Artık hayal kur- rar. Bir kararsızlık vardı içinde. Ya kaçıp ha- bir çay koyuver.” dediğini bile işitmedi. An- mak onun için o bardak gibi tuz buz ol- yallerine kavuşacaktı ya da kalıp herkesin nesinin dürtmesiyle gerçek dünyayla ye- muştu. Artık dertlerini anlatmıyordu ona, istediği kişi olacaktı. Kararı eski dostuna niden selamlaştı. Bardağı alıp çayı koyma- anlatamıyordu. Içine hapsetmişti bütün danışmalıydı. Kafasını kaldırdı, ona baktı ya başladı. Acaba astronotlar yıldızlara acılarını. Her gece sarılarak uyuduğu kita- ve külleri topladı, kırıkları birleştirdi ye- ayak basabiliyorlar mıydı? Bu soruyu öğ- bına bile bakmak içinden gelmiyordu ar- niden. Kaçtı… Nereye gittiğinden emindi, retmenine danışmak için beyninin bir ke- tık. kutup yıldızına doğru kaçtı. narına not etti. “Acaba…” derken bir anda Olmüştü içindeki hayallerle dolu kü- Işığı görüp gülümsedi saçlarında ak- elindeki bardak yere savruldu. Tuz buz ol- çük kız. Bunu kabullendi o gün. Yıldızını öl- ların dolaştığı kadın. Çocukların gözlerin- du. Her şey bu kadar kolay kırılıp bir kum dürmüştü o gün. Ve cayır cayır yanmaya deki ışık hiç tükenmek bilmezdi. Elinde tanesine dönüşebiliyordu işte. Annesi ken- başladı içinde yaşattığı son yıldız; söndü, tuttuğu çocuklar için astronomi kitabına di kendine söylenirken Güneş cam kırıkla- söndü, söndü. Kitap en sonunda kül ol- baktı. Oğretmenim peki kutup yıldızına gi- rına bakıyordu. Uzerlerine vuran gün ışı- muştu. Artık hayal kurmak onun için kül debildi mi? Bir an düşündü “Evet, gitti ve ğıyla tıpkı bir yıldız gibi parlıyordu. Bin- olup havaya savrulmuş o kitap gibiydi. inanıyorum ki hepimiz içimizdeki kutup lerce yıldız… En büyük cam parçasını eli- yıldızına sarılmalıyız. Çünkü bizi biz ya- Umutla yürünecek yollar için hayal- ne aldı. Tıpkı bir kutup yıldızı gibi diğerle- pan o yıldız. Hayallerimiz olmadan her yer ler kurulması gereken o gün geldi çattı. Ha- rinin içinde göz kamaştırıyordu. Bir anda karanlığa bürünür.” dedi naif bir sesle. Ka- yallerin bir kaşık suda boğulması gereken acı hissetti. Büyük bir acı. O anda babası- dın elini kalbine götürüp gözlerini kapattı gün geldi çattı. Kaderine boyun eğecekti. nın sesi kulaklarında yankılanmaya başla- ve kutup yıldızını düşündü. dı. Babası: “Demiştim sana, bu kızın okuya Başı yerde yürüdü, yürüdü, yürüdü… Ar- okuya beyni sulanmış, yaşıtları bebek ku- tık “asıl” olması gereken yerdeydi. O bu- Duru DOĞAN caklıyor, evini çekip çeviriyor, bizimki bir gün evleniyordu. Güneş astronot olama- 10-B 41 MAYIS 20 20

HÜZÜNLÜ GÖÇ

sı gerektiğini biliyordu. Ince hastalıktan Bağıran karşı komşunun oğlu ölen kocası Asım Bey de memleketlerin- Adem'di. Saiye koşar adım dışarı çıktı. den ayrılmak istemezdi elbette. Ama ko- Herkes panik halde kapının önüne çık- cası yoktu şimdi hayatlarında ve oğulları mıştı. Neden böyle bağırıyordu bu çocuk, Ali'yi düşünmek zorundaydı. O nedenle bir şeyler mi duyup öğrenmişti? Saiye he- de şehirde hâkim olan Anadolu'ya göç et- men atıldı: “Ne oluyor Adem, ne bu hal?” me düşüncesi Saiye Hanım'a mantıklı gel- Adem koşmaktan yorulmuş, nefes nefese mişti. Eğer göç edecek olan diğer insan- kalmıştı. Iki soluk alıp konuşmaya başla- larla gitmezse bir daha gidemezdi. Daha dı: “Düşman geliyor, düşmanlar limanda kocasının acısı tazeyken bir de bu harp asker indiriyorlar, en fazla yarım saate bu- çıkmıştı. Zaten gece gündüz çalışıyor, ev- rada olurlar. Kaçalım, kurtaralım canımı- de onu bekleyen oğlu Ali'yi doyurmaya ça- zı.” Saiye hızlı düşünmeye başlamıştı. Kor- lışıyordu. Düşman gelmeden memleke- kudan ne yapacağını bilemedi önce. tinden ayrılamazsa ne yapardı, nasıl gi- Adem'in yalan söylediğini görmemişti. He- derdi Anadolu'ya tek başına? Işte bu yüz- men toparlanmalıydı. Eve girip Ali'ye ve den diğer Müslüman Türklerle birlikte git- kendine birkaç parça eşya aldı. Bir de de- meliydi Anadolu'ya. ğerli olan takılarını, yolları uzundu, çok uzundu hem de. Hemen yiyecek bir şeyler Saiye Hanım, o gün karanlık bir güne hazırlayıp evden çıkmak üzereyken Sai- uyandıklarını hissetmişti sanki. Sabah ye'nin aklına Ali'yi sırtında taşıyabileceği 93 Harbi başlayalı çok olmamıştı. Sa- kalktığında göğsünde bir ağrı vardı. Nefes bir şeyler alma ikri geldi. Odaya çıkıp çar- vaşın acımasızlığı üzeri kanla sulanan top- almakta zorlanıyordu. Yataktan güçlükle şaf aldı. Artık gitmeye hazırlardı. Saiye ev- rakların her karışında hissediliyordu. Ya- çıktı ve pencereye doğru yürüdü. Pence- den Ali'yi çekiştirerek çıktı. Arkasına ba- şamak ve ölmek arasındaki arkadaşlık da reyi açınca dışarıdaki gri hava yüzüne kamıyordu. Çok koyuyordu onca yıl yaşa- insanların yüreğini sızlatıyordu. O zama- çarptı. Olacakların habercisi gibiydi yüzü- dığı, yaşadıkları evi bırakmak. Koşmaya na kadar yaşam ve ölümün ortak sıcaklı- ne tokat gibi çarpan rüzgâr. Şehrin üzerini başladılar, yanlarında onlarla birlikte ko- ğını hiç düşünmemişti Saiye Hanım. Ama kara bulutlar kaplamıştı. Gri yağmur bah- şan insanlar vardı. Adem haklıymış de- karanlığın ayak sesleri her geçen gün yak- çenin üzerine iniyordu. Toprak, ince yağ- mek ki diye geçirdi içinden. Ali'yi sırtına laşıyordu evlerine. Yaşadıkları şehir sahil muru alıp bilinmeyen bir diyara götürü- almıştı. Iki yaşındaki çocuk ne yapacağını kenarında, masmavi denizin martılarla ya- yordu sanki. Bahçedeki çam ağacının kol- şaşırmıştı. Ikide bir kıpırdanıp duruyor- renlik ettiği, güneşin her sabah gülümse- larına sığınmış kuşlar boyunlarını içleri- du. Saiye Ali'yi duymazlıktan geliyor, çı- yip “Merhaba” dediği cennet gibi bir şe- ne çekmiş, tüylerini kabartmış kıpırda- kardığı seslere aldırış etmiyordu. Ilk ola- hirdi. Savaş hayatlarına bu kadar yakın- madan duruyordu. Doğa böylelikle kendi rak gemiye bineceklerdi. Gidebildikleri ye- ken bu güzel şehri, yuvasını bırakıp git- adaletini yaşatırken az ileride bir grup re kadar gemiyle gideceklerdi. Sonrası mek Saiye Hanım'ı çok üzüyordu ama git- genç yağmurun içinden kuş seli gibi geçip mı? Onu hiç düşünmemişti ki Saiye. Aklı- mek zorundaydılar. Oğlunun, biricik ku- sığınacak bir yer arıyordu. Bu düşünce- na bile gelmemişti gerisi. Düşündüğü tek zusunun, hayatını kendi elleriyle düşma- lerle kendine geldiğinde Saiye Hanım, de- şey oğlunu kurtarmaktı. Yoksa bırakır na teslim edemezdi. Gazetelerden harp rin bir iç çekip oğlunun yanına gitti. Ali mıydı vatanım dediği toprakları? Liman haberleri okuyorlardı o günlerde. Her- uyanmış, yatağın içinde öylece tavana ba- düşündüğü kadar kalabalık değildi. He- keste bir tedirginlik, bir hüzün vardı. Kim- kıyordu. Oğlunun alnına kocaman bir öpü- men gemiye bindi, Ali'yi de yanına se sevdiği Tulça kentini bırakmak istemi- cük kondurduktan sonra ikisi birlikte kah- oturttu. Geminin kalkmasını beklerken yordu. Buraya alışmış, ayak uydurmuşlar- valtı yaptı. Sonra ikisi birlikte sohbet et- iki dalıcı su kuşunun gemilerin arasında, dı. Hem Anadolu'ya nasıl gideceklerdi? meye başladı. Saiye Hanım oğluna Ana- uzun süren gürültülü bir kaçma ve kova- Burayı sevmişlerdi ve buradan ayrılmak dolu'ya gideceklerini anlatmalıydı. Ko- lamacanın ardından aniden sakinleşip su- istemiyorlardı. Insan memleketim dediği nuşma başlar başlamaz dışarıdan acı bir yun aynasında karşılıklı olarak durduğu- yeri nasıl bırakabilirdi ki? ses duyuldu. nu gördü. Her ikisi de uzun, narin boyun- Saiye Hanım eşini kaybedeli çok ol- - Geliyorlar kaçın! Canınızı kurtarın! larını daha da uzatıp yakut rengi gözlerini masa da hayatta kalmak için çok çalışma- 42 MAYIS 20 20

büyülemek ister gibi birbirlerine dikerek acıktım.” diyordu Ali. Evden çıkarken al- kenden uyudular. Saiye Hanım, yine ter türlerinin dillere destan kur dansını baş- dığı birkaç parça ekmekle peyniri Ali'ye içinde uyanmıştı. Oğlunun alnına küçük lattılar. Kuşlar, siyah tepe tüylerini ve kızıl yedirdi, kalanını da kendisi yedi. Gemi yol bir öpücük kondurduktan sonra yatağın boyun tüylerini zarif hareketlerle silkeli- almaya devam ettikçe Saiye rahatladı ya içinde oturdu. Başka bir memleketteydi. yor, suya hızla ayak vurup birbirlerine yak- da o öyle sanıyordu. Yemekten sonra diz- Içinde büyük bir boşluk açıldı. Kalbinin laşıp birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Sa- lerinde uyuyakalmış oğlunu seyretti bir çarpıntısından başka bir şey hissetmiyor- iye doğa ananın nezaketinin bu şehirde süre. Kaşlarını çatmış, dudakları dışarı du. Bu boşluğu doldurmak için etrafı din- hayat bulduğunu düşündü. Ama kaygılıy- doğru büzüşmüş oğlunun masumiyeti lemeye başladı. Içerden belli belirsiz ses- dı. Oğlu için, kendi için, ülkesi için... için dünyaya kafa tutabilirdi. Her şey Ali ler geliyordu. Yataktan kalkıp odadan çı- içindi. kınca kahvaltının hazırlanmış olduğunu Nasıl yaşarlardı hiç bilmedikleri mem- gördü. Bir süre sonra Ali'yi de uyandırdı- lekette? Ne yaparlardı yaban ellerde? Ka- Gurbet zordur, derlerdi her zaman. Sı- lar. Birlikte kahvaltı yaptıktan sonra Sai- fasındaki soruların ağırlığını tüm bede- la özlemi, uzaklık, kavuşamama korkusu, ye biraz yürümek için dışarı çıktı. Dar ve ninde hissederken gemi hareket etti. Son bilinmezlik... Her şey korkutucu bir labi- bükümlü sokakları, taş evleri ile çok güzel kez bakıyordu vatanına belki de. Gemi su- rentin parçalarıydı aslında. Nereye döne- olduğunu düşünürken karşısına gökyü- ları yara yara ilerledikçe güzel vatanı bir ceğini, ne yapacağını bilmeden bir bilin- züne tırmanarak onunla selamlaşan bir nokta haline dönüşmeye başlamıştı. Son- meze doğru gidiyordu oğluyla Saiye. Bu kule çıktı. Sanki tüm şehre meydan oku- ra da gözden kayboldu zaten Tulça. Saiye düşüncelerle yavaşça başını kaldırınca yormuş gibi heybetliydi. Kuleye baktı kal- Hanım, evinden uzaklaşırken savaşın bu dingin denizle karşılaştı. Uçsuz bucaksız, dı Saiye. Başı göğe uzanmış gibiydi. Ken- güzel şehri ne hale getireceğini düşündü. cennet gibiydi. Nedensizce gülümsedi Sa- disini kulenin tepesinde şehri seyreder- Gazetelerden okumuştu yaşananları. Di- iye. Haiflemişti belki de. O da oğlu gibi uy- ken hayal etti. Saiye sonradan öğrene- ğer şehirler gibi burası yakında kan gölü- kuya daldı. cekti ki bu kule, Bizans imparatoru Anas- ne dönecek. Liman kenti sıfatıyla hayat bu- Saiye Hanım, ertesi sabah kan ter tasius tarafından fener kulesi olarak yap- lan şehir, harabelerin esiri olacaktı. Evini içinde uyandı. Uzerindeki kıyafetler alev tırılmıştı. IV. Haçlı Seferi sırasında tahrip terk etmek istemeyen Müslümanların ce- almıştı sanki. Ceketinin düğmelerini açtı. edilen kule 1348 yılında tekrar yapıldı- setleri de denizin keyine uyacak ve sahile Yattığı yerde doğruldu. Gördüğü manzara ğında Şehr-i Istanbul'un en büyük binası vura vura cansız kımıltılar olarak görüne- büyüleyiciydi. Geminin kenarına kadar olmuştu. V. Murat döneminde Hezarfen ceklerdi. Gazetelerden okumuştu, dinle- yürüdü Saiye. Oğlu hala uyuyordu. Gemi Ahmet Çelebi'nin Usküdar-Doğancılar'da mişti savaşı yaşayanlardan. Biliyordu, yavaş yavaş limana yaklaşırken o da şehri, son bulan uçuşunun başlangıç noktasıydı böyle olacaktı. Yoksa neden bırakıp gitsin Istanbul'u selamlıyordu. Güneş cıvıl cıvıl- ve 1717'den itibaren yangın gözetleme evini. Zihnindeki düşünceler kalbini acıt- dı. Kuşlar dostça seslendirdikleri nağme- kulesi olarak kullanılmıştı. Uçma ikri Sa- tı. “Elveda” dedi Tulça'ya. O sırada oğlu- lerle selamlıyordu gemiyi. Sabahın altısı iye'ye ilginç gelmişti ama yine de hoşuna nun tedirgin sesini duydu. “Anne, ben çok olmasına rağmen şehirde büyük bir hare- gitmişti bu ikir. ketlilik vardı. Belli ki şehir erken uyanı- Galata Kulesi ile olan arkadaşlığına yordu. Daha şehre adım atmadan anla- ara verip dar bir sokağa girdi Saiye. Bir sü- mıştı bunu. Bu hareketlilik Saiye'yi daha re sonra karşısına Istanbul Boğazı dedik- çok korkutmuştu ama içinde bir neşe de leri o büyülü deniz çıktı. Uzun uzun deni- yok değildi. Savaştan kurtulmuşlardı işte. ze baktı. Sonsuzluk gibiydi, nefes gibiydi Gemi limana yanaşınca oğlunu uyandırdı. karşısında tüm ihtişamıyla duran mavilik. Ikisi de indi gemiden. Kocasının kardeşim Hele ufukta gökyüzüyle buluştuğu nokta dediği adam ve karısı karşıladı onları. Saiye'nin içini ısıtmış, ciğerlerinde his- Uzun zamandır Istanbul'a gelmeleri için settiği deniz kokusuyla ruhunu temizle- ikna etmeye çalışıyorlardı Saiye'yi. Ve so- mişti. Saiye o gün fark etmişti Şehr-i Is- nunda ikna olan Saiye çıkmıştı yola. So- tanbul, bu güzel şehir, onların memleke- nunda Istanbul'daydı işte. Belli ki burası tiydi artık ve burada oğluyla mutlu olmak cennetten bir köşeydi. için elinden geleni yapacaktı. Saiye, bu Ayşe ve Ahmet heyecanla sarıldı Sai- düşüncelerle eve döndü, oğluna sıkıca sa- ye ve oğluna. Ali neredeyse hiç konuşmu- rıldı ve geleceğe gülümsemeye karar ver- yordu. Şaşkın ve korkmuştu. Annesinin di. bacağına sarılmış, olanı biteni anlamaya çalışıyordu. Hep birlikte Galata'ya, Ayşe- lerin evine gittiler. Anne oğul o gece er- Beyza BERK 9 - F2 43 MAYIS 20 20

SİYAHIN RUHU

- Nasıl buldunuz efendim? Tutuyor şımda açılan kelime götürdüm. Yaşlan- musunuz yoksa diğer alternatiflere mi mıştım ve emekliliğim için fazla gizemli geçelim? bir yer seçmiştim. Dünyanın yükünü sırtında taşıyor- Yaklaşık iki ayda yeni evime yerleş- muşçasına iki büklüm, yer yer kırlaş- miştim. Evin en güzel köşesine bir yıl ön- mış sakalları yüzünün zayıflığını gizle- ce kaybettiğim eşimin fotoğrafını astım yen sakalı ve hayata meydan okurcası- ve ona: na yuvasına sıkıştırılmış iki vahşi hay- - Görüyor musun Nurdan? Biliyorum vana benzeyen gözleriyle bana bakı- sana söz vermiştim emekliliğimizde gü- yordu bunları söylerken. Biraz da sa- zel, sakin, huzur dolu, mütevazı bir evi- bırsızdı hayattaki hayallerini kaybet- miz olacaktı. Tutamadı yine senin adam miş emlakçımız. Benimle konuşurken sözünü. Ne yapayım? Bunca yıl dört du- eskimiş ceketinin düğmelerini ilikledi. var arasında birçok hayat dinledim, çok Adamın bana bu kadar saygı gös- acı gördüm insanların gözünde. Birinin termesine şaşırdım ve bu duruma üze- yüzüne bakınca artık ne hissettiğini anlı- rimdeki pahalı kıyafetlerin neden olup yorum. Aslında bu beni çıldırtıyor. Ya- olmadığını anlamaya çalıştım. Uzun sü- şamdaki her güzel yüzde gördüğüm acıyı re adamın yüzüne bakmış olmalıyım ki yanımda taşıyorum. Burada da bir şey emlakçı: var Nurdan, hissediyorum. Beni buraya çeken bir şey var. - Efendim, iyi misiniz, bu evi beğen- diniz mi? Bir yıldır eşimin fotoğrafı ile konuşu- yordum. Bir psikolog olarak bir fotoğraf- Telaşını fark etmemek mümkün de- la konuşmayı her ne kadar uygun bulma- ğildi. Adamı çok beklettiğimi düşüne- rek utanmıştım.

Bu evin manzarası diğer evden daha - Tutuyorum. güzeldi. Dağın tepesine kurulmuş ağaç- Huzursuzluğun adresi olduğunu dü- larla kendini gizliyor, salondan balkona şündüğüm bu yer beni kendine doğru açılan pencerelerden hırçın dalgaların kı- çekmişti adeta. Kendine özgüydü. Bir yıya vuruşu görünüyordu. Kıyıyı kapla- şeyler saklıydı bu evin yüreğinde, hisse- yan bir yürüyüş yolu yoktu. Onun yerine debiliyordum. Bu bilinmezlik hem çekici küçük derme çatma yapılmış kulübeler hem huzursuz ediciydi. Emlakçının yü- vardı. Renksiz kulübeleri deniz ve orman zündeki belli belirsiz gülümseme birden renklendiriyordu. Balkona doğru ilerle- kayboldu. Belki de günün ilk siftahını yap- dim, camı açtım ve yüzüme bir rüzgâr mış, evine eli boş dönmeyeceği düşünce- çarptı. Tokatlıyordu sanki beni. Kulağı- sinin mutluluğuydu. Evden çıktık. Gerek- ma sakinleştirici deniz ve martı sesleri- li olsa da beni hiç mutlu etmeyen yasal iş- nin aksine uzaklardan duyulan tren sesi lemleri hallettik. Belki de bir daha hiç gö- ve martıların ötüşüne eşlik eden karga remeyeceğim adamın yüzüne son kez dik- sesleri geldi. Burada insanı huzursuz katlice baktım ve benden genç biri oldu- eden bir şeyler vardı ve ben bunun ne ol- ğunu fark ettim. Hayat gerçekten de çok duğunu düşünmeye koyulmuştum ki ar- yormuş olmalıydı bu adamı çünkü dik- kamda bekleyen emlakçının sesi ile dü- katli bakmazsanız yaklaşık on, on beş yaş şüncelerimden sıyrıldım: büyük görünüyordu. Elimi yavaşça ba- 44 MAYIS 20 20

dar yürüyeceğimi bilme- ru adımlarımı hızlandırdım. Toplanan diğim için arabama bin- grubun arasından ön sıralara ilerledim. dim. Yokuş aşağı dolana Gördüğüm manzara karşısında dona- dolana sürdüm arabayı. kaldım. Treni bulmuştum ama karşımda Derin bir karamsarlık var- trenden ayrı bir trajedi vardı. Belirsiz bir dı etrafta. Küçük çocuklar uğultu yankılanıyordu sokakta. Bir adam sokak aralarında ellerin- trenin önüne atlamış ve hayatına son ver- de top, yıpranmış ayakka- mişti. Adama dikkatle baktım ve onun ba- bılarla koşturuyorlardı. na evi satan emlakçı olduğunu anladım. Mahalle kaldırımlarında O gözleri nerede görsem tanırdım. Ebedi kadınlar oturmuş çıplak bir yolculuğa çıkarken de yanında buruk ayakla betona basıp soh- bir gülümsemeyi götürmüştü. Geriye sa- bet ediyorlardı. Balkon- dece “Vah vah, pek de iyi adamdı. Yaa öyle larda iki üç parça kıyafet mi, demek emlak dükkânı batmış. Ah be asılıydı. Mahalleye gelince Ekrem Efendi ne diye bulaştın şu tefeci- herkesin dikkati üzerime lere...” gibi uğultular ve dizleri üzerine kaydı. Çocuklar kenarı ge- çökmüş, feryatlar yakan bir genç kız var- çip dikkatle bana baktılar dı. Genç kız: ve arabanın arkasından koşmaya başladılar. Ka- - Baba, babacığım ben senden para is- sam da bu beni rahatlatıyordu. Tüm dınlar ise bu yoksulluğun temedim. Ben senin bana bir gelecek va- dertlerimi anlatmama rağmen o fotoğra- içerisindeki görkemli arabanın nereden at etmeni beklemedim. Allah'ın belası fın bana gülerek bakması işte hayatımda- geldiğini, kim olduğumu anlamaya çalışı- üniversiteye gitmem için miydi? Bunca ki umudun somutlaşmış haliydi. yorlardı. Bir an kendimden utandım. Gös- borca değdi mi baba? Sen bana içimdeki terişi hiç sevmezdim, kahretsin sevmedi- çocuğu öldürmememi, onunla hayalleri- Güneş, doğar doğmaz penceremden ğim durumlardan birinin içine düşmüş- mi yaşamamı öğrettin. Onca hayalimiz yatağıma geliyordu her sabah. Erkenden tüm. Acaba hayatı fazla şatafat içerisinde varken gitmek, beni yalnız bırakmak, ya- uyanmamı sağlayan güneşi daha yakın- mi yaşıyordum. Minimalist olmak müte- kıştı mı be baba! dan tanımak için üzerime ince bir hırka vazı olmakla bağdaştırılabilir miydi? Bir- Meslek hayatım boyunca birçok ya- alıp balkona çıktım. Işte o zaman anla- kaç sokak daha geçtim. Sakinlik birden şam tanımış, birçok feryat duymuştum dım ki burada dalgalar hep hırçın oluyor. kalabalığa dönüştü. Hız göstergeme bak- ama beni en derinden etkileyeninin böy- Sabah en erken ben uyanıyorum sanıyor- tım ve hızlı gitmeyi seven ben saatte otuz le olacağını tahmin etmemiştim. Emlak- dum ama güneş ışığı aşağılardan bir yer- kilometre hızla gidiyordum. Daha da ya- çım olan bir baba, arkasında hayal kur- de treni de uyandırmıştı. Ayrılığın haber- vaşladım. Bu gösterişli arabayla kalabalı- mayı öğrettiği bir genç kız ve elimde rah- cisi gibi gelen tren sesinin nereden geldi- ğa doğru gitmek doğru olur muydu, bile- metli eşimin fotoğrafıyla hırçın dalgalara ğini düşündüm. Aklıma evden bir an ön- medim. Biz psikologlar insan psikoloji- karşı bakan beni bırakmıştı. Sessizce ce çıkıp tren sesini bulmak geldi. Pek de sinde kendinden üstün kişileri görünce uzaklaştım oradan. Evime, karıma git- fena bir ikir sayılmaz aslında, diye dü- bir insanın kendini değersiz hissettiğine tim. Fotoğrafının karşısına geçtim ve sa- şündüm. Evet, bugün çoktandır merak et- inanırız. Buna sadece biz değil birçok in- atlerce izledim o güzel yüzlü kadını. Son- tiğim sesi bulmaya gidecektim. Yatağımı san inanır. Buna inanan biri olarak o ka- ra haykırdım kendime. bile toplamaya tenezzül etmeden üzeri- labalığın içerisine bu araba ile girmeyi mi değiştirdim. Ayaküstü birkaç lokma kendi kişiliğime yakıştıramadım. Araba- “Hayal et! Içimdeki çocuk, yaşanan bir şeyler yedim, kısacık bir gülümseme dan indim, yürümeye başladım, kalaba- bunca kötü olayların olmadığı, herkesin belirdi yüzümde. Eşimin ayaküstü ye- lık hala hareketliydi. Ne olduğunu anla- mutlu olduğu bir dünya hayal et! Dalga- mek yememe kızdığını hatırladım ve yamadım. Etraftakiler beni fark edecek larla kabaran düşlerim adına, çocuklu- onun o güzel fotoğrafına döndüm: halde değillerdi, ağlayanlar vardı. Çocuk- ğum uğruna hayal et!” - Ozür dilerim Nurdan, biliyorum böy- ları uzaklaştırmak için uğraşanlar vardı le atıştırmalıkları sevmezsin. Bana hep kı- sokakta. Herkes ara sokağa doğru koştu- zardın ama bugünlük idare et, acelem ruyordu. Bazılarıysa gördüğü manzara- var, gizemi bulmaya gidiyorum. dan kaçarcasına geri dönüyordu. Ayaklarım beni o sokağa doğru götürdü. Gamze DURAN Gizemli evimden telaşla çıktım. Ne ka- Bir grubun öbek oluşturduğu tarafa doğ- 10 - A 45 MAYIS 20 20

HAYATIN DERİNLİKLERİ

Bu sabah daha farklıydı sanki her şey, gelmişti. Hayır, dedi kendi kendine. Hayır, her şey daha bir güzel, daha bir umutlu olu- ben, ben kardeşimi görmeliyim diyerek vermişti. Bir huzurla çıktı çadırından genç hızla ayrıldı arkadaşının yanından. Için- çocuk. Temiz havayı içine çekti. Gökyüzü- den dualar ediyordu, lütfen kardeşime o iç- nün maviliği ve güneşin pırıl pırıl parla- tiği sudan dolayı bir şey olmasın diye. Sağ- yan ışıkları göz kamaştırıyordu. Başını ne- lık çadırına girdi, etrafına bakındı. Sedye- şeyle yukarı kaldırdı. Bulutlar bir inci ta- de yatanları, yerde oturmuş sıra bekleyen nesi misali gökyüzünde süzülüyordu. Bu insanları gördükçe içi parçalandı genç ço- sabah, o parlayan güneşini ve pamuk bu- cuğun. Gözleri kardeşini arıyordu. Endi- lutları hayatımıza getiren gökyüzü nasıl şeden çok korkuyla etrafa bakarken gördü da keyifle selamlıyordu bizi. Her sabah bu kardeşini. Hemşire kardeşi, sedyede bay- gökyüzünde kaybolmak isterdi aslında. gın yatıyordu, evet maalesef ki o hastalık Bu muhteşem manzaraya uyanmak insa- kardeşine de bulaşmıştı. Kardeşinin kolla- na keyif veriyordu ve bu manzaranın hu- rını ve bacaklarını görünce adeta dehşete zuruyla herkes gibi sıraya geçip kahvaltı- düştü. O sırada bir sağlık görevlisi geldi, sını aldı. bir hastalığınız yoksa hemen dışarı çıkın, Sanki Uzak Doğudaki bu mübadele sa- diyerek Onur'u gönderdi. vaşları yakın bir günde bitecekmiş gibi Onur, panikle bir aşağı bir yukarı yü- davranıyordu genç çocuk. Sanki aylar ön- ardında bırakıyor insan. Bir süre sonra alı- rüyordu. Annesi, Ece’si, şimdi de kardeşi ce göçe mecbur bırakılmamışlar gibi, sev- şıyor insan ancak bu alışmaya alışmak mı mi terk edecekti onu? Hayat bazen olması diklerini yolda bir bir kaybetmemiş gibi, denir, hissizleşmek mi, orası ayrı konu. gerektiğinden daha acımasız oluyordu. Sa- savaşa giden ve bir daha dönmeyen baba- Onur'u bu derin düşüncelerden çıka- vaşın kahramanları içinse her zaman bir sı değilmiş gibi oldukça neşeliydi Onur. Sa- ran kişi çadır arkadaşı Mert oldu. Telaşla yenilgi kapıda bekliyordu. Gözyaşları ya- vaşı, yaşadıklarını yok saymasının nedeni “Onur, Onur!” diye bağırıyordu Mert. naklarından boynuna doğru yol almaya neydi acaba? Oysa savaşın ve göçün yarat- Onur'un yanına geldiğinde kesik kesik ne- başlamıştı bile. Ve o iki damla gözyaşı düş- tığı acıyı en derinde yaşayan insanlardan- fes alıp konuşmaya çalışan Mert'in karşı- müştü yüreğine Onur'un. O sırada çadır- dı. Gerçek gün gibi ortadaydı aslında. O da sında şaşkınlıkla duruyordu Onur: daki doktor çıkıp insanları çadırın önüne istiyordu aylardır süren bu savaş halinin, - Dur, dur, sakin ol. Ne oldu? toplayıp konuşmaya başladı: her gün her saniye ölümle burun buruna - On, Onu, Onu-r… - Bildiğiniz gibi su kuyularımıza Tatar- kalma korkusunun artık bitmesini, bu zor lar vebadan ölen insanların cesetlerini at- günlerin geride kalmasını ama olmuyor- - Tamam, tamam sakin ol, derin bir ne- mışlar. Anladığımız kadarıyla birkaç gün du işte, her şey öyle istediğimiz gibi gitmi- fes al önce. önce, yavaş yavaş atmaya başlamışlar. Ze- yordu hayatta. Oysa Ece’si de istememiş- - Onur, Onur, bugün su içtin mi hiç? hir cesetlerle birlikte yavaş yavaş suya bu- tir değil mi onu bu savaş halinde tek başı- laşmış. Sonuç ortada. Hastalarımız için eli- na bırakıp vebaya yakalanmayı, isteme- - Hayır, içmedim. Ne oldu ki? mizden geleni yapacağız. Takviye sağlık miştir elbette. Ama Onur güçlü çocuktu. Onur, paniklemişti. Savaş halinde düş- ekibi de yolda, herkes kontrol edilecek. Her gün bu acı gerçekle yüzleşip derin dü- manın kullanabileceği en büyük silah ve Hasta olanlar bölgede kalacak, hastalık bu- şüncelere dalsa da her gün sevgilisinin ölü- en kötü şey geldi aklına. Mert, Onur'un ne laşmamış diğer mülteciler ise sınır ülkeye münden dolayı onu kurtarabilirdim, ona düşündüğünü anlamış olacak ki söze girdi taşınacaklar. Bu süreçte insanlara dokun- yardım edebilirdim, diye kendini suçlasa hemen. mamaya ve onlardan uzak durmaya gay- da atlatacaktı elbette bunları. Artık her ret edin. adımında sevdiklerine, ailesine adayacak- - Evet, Tatarlar en büyük kozlarını oy- tı kendini. Madem sevgilisinin uğruna ya- namışlardı artık. Onur'un adeta nutku tutuldu. Sevdiği şayamadı, sevdikleri için canı pahasına ya- Halkın içme suyunun geldiği kuyulara birini daha kaybediyordu. Babası zaten şayacaktı bu kahpe hayatı. Çünkü insanın vebadan ölen insan cesetlerini atarak sal- Onur daha küçücük bir çocukken, üç ya- geçmez dediği her şey geçiyor. Ben bunun gın oluşturacaklardı. Ve o anda Onur'un şında iken vefat etmişti. Sevgilisini kaybe- altından kalkamam dediği her şeyi bir bir aklına sabah yanına uğrayan kız kardeşi deli daha iki ay bile olmamışken bir de bu- 46 MAYIS 20 20

gün, daha az önce kardeşinin ölümcül bir ları vardı. Dükkândan içeri girer girmez hastalığa yakalanması çok ağır gelmişti kocaman, el oyması bir ayna karşılıyordu Onur'a. Sevdiği herkesi bir bir kaybetme- insanı. Devasa bir aynaydı ama Onur ay- si çekilmez bir çile olmaya başlamıştı. nadaki yansımasını hiç beğenmemişti. Ne Onur, sabahki coşkusunu tamamen kay- kadar da yorgun görünüyordu. Göz altları betmiş, iç dünyasına kapanmıştı yine. morarmış, saçları tozdan griye dönmüş, Onu rahat bırakmayan, beyninin içinde dö- üstü başı kir içinde. Utanmıştı Onur adam- nüp duran düşüncelerle boğuşurken in- dan. Birden dükkânın sağında duran dev sanların konuşmalarından sağlık kontrol masayı fark etti. Oyle güzel işlenmişti ki gi- ekibinin geldiğini anladı. dip masaya dokunmadan duramadı. Onur, Bembeyaz kıyafetleri, ellerinde eldi- hayranlıkla masanın üzerinde parmakla- venleri, yüzlerinde maskeleriyle bir grup rını gezdirirken “Cevizden yapılmıştır. Ya- doktor çadır kampına geldi. Hiç vakit kay- pımı tam beş sene sürdü. Ilmek ilmek bu betmeden insanları muayene etmeye baş- parmaklarla işlendi ceviz ağacı.” dedi ladılar. Hiçbirinin yüzü gülmüyordu. Aksi- adam. Onur, iyice heyecanlanmıştı gördü- ailemden. Belki de öldüğümü düşündüler. ne hepsi sinir küpü olmuş, sert tavırlarla ğü manzara karşısında ve adama şimdi- Savaş hala devam ediyor ama ben yaşlan- insanlara “Şunu yap, şu tarafa dön, hare- den saygı duyuyordu. Yaşlı adamın elinde- dım. O nedenle evime gönderdiler beni. ket etme!” gibi emirler yağdırıyorlardı. ki çayı fark etti Onur. Birlikte masanın ba- Döndüğümde ise bir evim olmadığını an- Ekipten bir doktor Onur'un yanına gelip şına oturdular. Birkaç yudumdan sonra ladım. Kimsecikler yoktu yaşadığım top- onu da muayene etti, durumunun gayet iyi yaşlı adam sessizliği bozdu. raklarda. Günlerce boş boş dolaştım so- olduğunu, hastalığın belirtilerine dair hiç- - Ee, anlat bakalım delikanlı. Nasıl düş- kaklarda. Umidim kalmayınca Kazakis- bir işaretin olmadığını söyledi. Onur da tü yolun buralara? tan'a geldim. Işte bu marangozhaneyi aç- hasta olmayan topluluğun yanına geçti. tım. Yaşıyoruz işte, yarım yamalak da olsa Onur biraz duraksadı, sonra başladı yaşıyoruz işte. Herkes hazırdı. Trenlere dolup bölgeden anlatmaya. ayrıldılar, beş yüz kişi civarındaydılar ve Onur şaşırmıştı çünkü bu onların ha- büyük bir topluluk hastalığa yakalandığı - Ellerinde silahlarla geldiler. Karşıla- yat hikâyesiydi. Kendi kendine “Saçmala- için bölgede kalmıştı. rına çıkan her şeyi yakıp yıkmaya başladı- ma Onur kader sizi gerçekten bir araya ge- lar. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk hiç fark etmi- tirebilir mi? Bu adam senin baban olabilir Kazakistan'a varıp trenden inince on- yordu onlar için. Karşılarına çıkan her ları gecekonduların olduğu bir semte yer- mi? Gerçekten yıllar sonra öldü sandığın evin kapısını kırıp ev sahiplerini dışarı at- babanla bir araya gelebilir misin?” diye dü- leştirdiler. Ertesi gün Onur erkenden kal- tılar. Sonra da yağma başladı. Taş taş üs- kıp kendine iş aramaya başladı. Çevrede şünüyordu ki adama biz ismen tanışma- tünde kalmadı. Bizi istemediklerini silah- dık, isminiz neydi, diye sordu. Bu sorunun uzunca bir yürüyüşten sonra bir esnaf lo- larıyla, kemerle bizleri döverek gösterdi- kantasına rastladı. Buraya girip görevli ka- cevabını çok merak ediyordu ama bir o ka- ler. Kan kokmaya başlamıştı sokaklar. Ne dar da korkuyordu duyacaklarından. dına iş başvurusu yapmak istediğini söy- acı değil mi, evim dediğin yerin kan kok- ledi ve kısaca hikâyesini anlattı. Kadın ması. Sonra bindik bir trene, nefes alma- - Arif Eren Soylu. Onur'u baştan aşağı süzüp maalesef çalı- dan günlerce yolda kaldık. Sonra da çadır O an Onur'un dudaklarından baba söz- şana ihtiyacımız yok şu anda, deyip kampı ya da unutulmuşların kampı. Bir sa- cüğü çıkıverdi çünkü bu onların hikâye- Onur'u başından savdı. Bu sırada Onur'un bah arkadaşım Mert, bir haberle geldi. Ta- siydi. Adam şaşkınlıktan ne tepki verece- hikayesinin bir kısmına kulak kabartan tarlar su çukurlarına vebadan ölen ceset- ğini bilemez halde o genç delikanlının oğ- orta yaşlarda bir amca Onur'u durdurdu. leri atmışlar. Zehirlenenler orada kaldı, lu olduğunu anladı. Emin olmak için oğlu- - Evlat, başa geleni ancak yaşayan bilir ben de buraya gelmek zorunda kaldım. Sa- nun koluna baktı ve o bebekliğindeki do- tabii ama az çok durumunu anladım. Belli vaş, sadece bedenleri öldürmüyor galiba, ğum izinin aynısını gördü. Adamda oğlum ki bir işe çok ihtiyacın var. Ben de alt so- ruhları da öldürüyor. Ne dersin? deyince kucaklaşıp ağlamaya başladılar. kakta marangozluk yapıyorum, gel ya- Yaşlı adamın gözleri hüzünle dolmuş- Oyle sıkı sarıldılar ki birbirlerine bir daha nımda çıraklığa başla. Ben de yaşlandım tu sanki. hiç ayrılmayacakmışçasına. Hayat zaten bir yardımcıya ihtiyacım var. sürprizlerle doluydu işte. Her şeyin bittiği - Ben de cephede savaşa katılmıştım. O anda yeniden ilizlenir aslında hem de ta Onur, hiçbir şey söylemese de bakışla- zamanlar ben cephedeyken üç yaşında rı mutluluğunu ele veriyordu. Onur düştü en derinlerinden. Kimsem yok, diye dü- Onur Efe diye bir oğlum vardı. Ve karım ha- şündüğün anda bir baba kucaklamasıyla… adamın peşine, gittiler birlikte dükkâna. mileydi. Son mektupta karımdan bir kızı- Içeri adım atar atmaz ahşap kokusu doldu mız olacağı haberini almıştım. O son ko- Onur'un ciğerlerine. Oldukça büyük bir nuşmamızdı. Bir daha da haber alamadım İpek ÇERİ dükkândı burası. Her tarafta tahta parça- 10 - A 47 MAYIS 20 20

MERT'İN BİLETİ

Saat öğleden sonra dört buçuktu. hunu taşıyamaz olmuş, Mert'in ya- Mert başını bilgisayardan kaldırıp iş nından ayrılmıştı. Şimdi tek başı- yerindeki masasının kenarında asılı na kaldığı bu hayatta Mert hayali- duran deniz kenarı manzarasına çe- ni bile çoktan unutmuştu. Işte o virdi bakışlarını. On yaşından beri ha- resmi çalışma masasına bu yüz- yalini kurduğu bir düşü tekrar canlan- den asmıştı. Unutmamak için. dırdı zihninde. On yaşındayken bir gün evlerine babasının bir arkadaşı gel- Saat beşe geliyordu. Çalışma günü sona ermek üzereyken ois- mişti. Giyiminden, tavrından, konuş- malarından o kadar etkilenmişti ki te bir hareketlilik hisseden Mert gözlerini o resimden ayırırken yi- Mert, adamın anlattığı dünyanın için- de var olmak için yanıp tutuşmaya baş- ne hayallere daldığını ve zamanın ladı o gün. Adam deniz kenarı bir kasa- nasıl geçtiğini anlamadığını fark etti. Arkasına dönüp baktığında baya taşınmış, deniz manzaralı evinde bütün günü kitap okuyarak, balık tuta- ise iş yerindeki arkadaşları top- lanmış ellerinde kocaman bir pas- rak, gitar çalarak geçiriyordu. Bu haya- tın tam kendisine göre olduğunu düşü- ta “Iyi ki doğdun Mert” diye alkış nen Mert adam gittikten sonra kolları tutuyorlardı. Bugün Mert'in do- ğum günüydü. Doğum gününü sıvadı ve annesiyle babasına bu hayatı yaşamak için ne yapmalıyım sorusunu unutmamıştı ama bugünü kutla- yacak fazla insan da yoktu etrafın- sordu. Cevap basitti: Çok çalışmalısın. da. Neyse ki iş yerindekiler herke- Mert ortaokulu okuduğu o yıllarda sin doğum gününü kutlayabilmek çok çalıştı ve iyi bir liseyi kazandı fakat için bir liste yapmıştı. çalışma bitmemeliydi. Sırada liseyi de- receyle bitirip iyi bir üniversite kazan- Mert biraz utanarak gülümse- deşi vardı. mak vardı. Onu da başardı Mert. Tam meye başladı arkadaşlarına. “Haydi, mumları üfle!” komutuyla pastaya doğ- okul da bitti artık gidebilir miyim o sa- Herkes pastasını almış bir kenara ru eğildiğinde bir şey fark etti. Pasta- hil kasabasına derken önce askere git- çekilirken Mert'in yanına müdürü gel- nın üstünde iki tane mum vardı. Biri mesi gerektiğini öğrendi. Onu da he- di, elinde bir zarla. Uzun dönem bu şir- dört rakamı diğeri sıfır. Mert kırk yaşı- men gidip bitirdi. Peki ya şimdi tüm kete emek veren bir çalışan olarak is- na girmişti. Şimdi o hayalini kurduğu şartlar müsait miydi? Ne yazık ki Mert tediği bir zamanda kullanılmak üzere sahil kasabasından otuz yıl ileride ne- ani bir kalp kriziyle babasını kaybetti. gidiş dönüş uçak bileti şirketin hediye- rede olduğuna baktı. Hayat gerçekten Annesi ve kız kardeşiyle bir başına kal- siydi. Mert hediyeyi görünce teşekkür çok hızlı ilerlemişti. Oysaki o hayaline dı. Şimdi herkes ona evin reisi sensin, etti. Arkadaşları da bu hediyeye gıpta kavuşmak için söylenen her şeyi yap- diyordu. Mert babasının gidişine mi ile baktılar. Mert on beş yıldır bu şir- mıştı. Çok çalışmıştı, okumuştu, asker üzülsün, ailede tek erkek kalarak tüm kette çalışıyordu. Az izin kullanmış ve olmuştu, iş bulmuştu, para bile birik- sorumluluğun üstüne kalmasına mı bi- ona öğretildiği gibi hep çok çalışmıştı. tirmişti fakat otuz yıl sonra sadece lemezken kendini iş hayatının içinde Şimdi elinde bir bilet, önünde hayali- mumları üflediği bir pastanın etrafın- buldu. Bir süre sonra kız kardeşi ev- nin resmi, kırk yaşında iki günlüğüne da toplanan iş arkadaşları, babadan lenmiş ve yuvadan uçmuştu. Annesiy- de olsa gidecek bir yeri vardı. le beraber uzun yıllar yaşadıktan son- kalma bir evi, kendi parasıyla aldığı bir arabası, özel günlerde bugün de oldu- ra bir gün kadıncağızın da bedeni ru- Çalışma günü sona eren herkes ve- ğu gibi sadece mesaj atan bir kız kar- dalaşıp ayrılmıştı oisten. Mert ise ma- 48 MAYIS 20 20

sasının başında oturuyordu hala. Bil- izlemeye başlayacaktı. gisayarı açtı ve gidebileceği bir yer bak- Sonra uyumak için yata- maya başladı. Once Karadeniz sahille- ğına gidecekti, tek farkla rine baktı. Yok, dedi içinden, kış mev- bitecekti bugün, Mert'in siminde gidilmez oralara. Coğrafya artık bir bileti vardı ve dersinden bildiği üzere yükseltinin faz- baş ucunda o biletle uyu- la olduğu yerlerde ısı düşüktür. Ege sa- yacaktı. Rüyasında on ya- hillerine bakmaya başladı bu sefer. Ora- şında hayal ettiği o sahil da da şimdi merkezler boştur. Herkes kasabasına gitti. Sabah er- yazlıklardan çekilmiştir. En iyisi enlem kenden kalktı. Mis gibi olarak daha sıcak diye öğrendiği Akde- tuzlu serinliği ciğerlerine niz kıyılarında, kendine göre bir sahil çekti. Evinin verandasın- kasabası bakmaktı. Birkaç iletişim nu- da oturup kahvaltısını marası bulup aradı ama cevap veren yaptı, kitabını okudu, de- de olmayınca hevesi iyice kırıldı. niz kıyısında yürüdü, ba- lık tuttu, gitar çaldı. Gün Saat yedi olmuştu. Mert hala iş ye- bitince uykuya daldı hu- rindeydi ve bu sefer kendi için bir me- zurla derken alarm çaldı. sai harcıyordu. Ardından yurt dışını in- Aslında Mert rüyasında celemeye başladı. Balkanlardan Avru- uyumuş, uykusundan pa'ya kadar kendine bir sahil kasabası uyanmıştı ve yeni bir gü- aradı. Iki gün için de fazla maceralı gel- ne başlamıştı. Yataktan di bu arayış. Belki bir ada olabilirdi. doğruldu. Baş ucundaki Onun için de vizeydi, pasaporttu der- telefonuna elini uzatır- ken uğraşmanın gereksiz olduğuna ka- ken bir şey fark etti. Bile- rar verdi. Hayatta kendi için hiçbir şey tin olduğu zarfı gece ora- yapmamış bir insanın, iki gün kendine ya, telefonunun yanına zaman ayırmak için bile harcayacağı koymuştu fakat şimdi yoktu. Salona git- nindeki düşünceleri rahatlatmaya ça- her şeyi, gereksiz telaş olarak görmesi ti, orada aradı; mutfağa gitti, orada ara- lışıyordu. O bilet belki de hiç var olma- aslında normaldi. Saatin de epey geçti- dı. Hiçbir yerde yoktu. Işe geç kalma- mıştı belki de hep vardı. Mert otuz yılı ğini fark edince iş yerini bireysel istek- mak için evden çıktı, otobüse bindi. Iş bazen damarının atışı kadar kendine leri sebebiyle meşgul ettiği için suçlu- yerine geldi. Masasında aradı. Zarfı hiç- yakın bazen de Kaf Dağı kadar kendine luk duymaya başladı. Bilgisayarı kapa- bir yerde bulamadı. Bütün gün aklı bi- uzak hissederek geçirmişti. Otuz yılı tıp apar topar çıktı. Yolda düşünürüm lette kaldığı için hiçbir işi de doğru düz- onunla geçiren bu hayali kaybetmek- diye geçirdi aklından ve bu yüzden yü- gün halledemedi. Akşam beşte hemen ten korktuğunu anladı Mert. Oraya git- rümek istedi arabasını otoparkta bıra- çıkıp arabasına binerek hızlıca eve var- mektense oranın hayaliyle otuz yıl da- karak. dı. Iki saat sonra evi sanki bir hırsız ta- ha yaşayabileceğini düşündü çünkü oraya giderse hayatında yapmak iste- Akşam traiği yoğundu bu şehirde, rafından talan edilmişçesine darma- yeceği hiçbir şeyi kalmayacaktı. Bir da- üstelik kış da sert geçiyordu. Nefes alıp dağındı. Sonuçta bilet bir anda orta- ha bileti aramadı. Bileti ne yaptın, diye verdikçe ağzından çıkan hava buha- dan yok olmuştu. Mert'in zihni bu se- soranlara kullandım dedi ve her gece rından anladı. Elleri cebinde yürürken fer ona başka bir şey söyledi. Ya o bile- rüyasında o sahil kasabasında yaşadı- gidecek bir yer bulmaya çalıştı ama bir te hiç sahip olmamıştı ya da o bileti rü- ğını gördü, ta ki sabah kalkmak için türlü karar veremiyordu. Sanki zihni yasında harcamıştı. Bunu anlamanın alarm çalana kadar. ona bir oyun oynuyordu sürekli baha- tek yolu hemen uyumaktı. Mert yatağa neler üreterek. Eve vardığında yine ha- girdi, uyumak için gözlerini yumdu fa- zır yemek sipariş edecek, televizyonun kat bir türlü uyuyamıyordu. Saat gece- karşısına geçip bir yarışma programı nin üçüydü. Mert yatakta oturmuş zih- Emirhan MEMİŞOĞLU 9 - C 49 MAYIS 20 20

BALIK KOKUSU

Kerem ve ailesi bir kasım günü; sü- Kerem çocuğu çok itici bulmuştu. rekli meşgul olan varlıklı ailelerin Büyük bir mutlulukla o balıkları aldı- oturduğu lüks bir semte, bir pazar ye- ğını görmek iyice midesini bulandır- rinin karşısındaki lüks bir siteye ta- mıştı. Kerem çocuğun isminin Salih ol- şınmışlardı. Hepsinin son model ara- duğunu anladı. Salih büyük bir se- bası vardı. Evdeki eşyaların taşınması vinçle pazar yerinden çıktı, elindeki uzun ve zor bir süreç olmuştu. Ne de balık dolu torbayla yola koyuldu. Ke- olsa çok ve hassas eşyaları vardı. rem onun nasıl bir hayatı olduğunu, ar- kadaşı olup olmadığını çok merak etti. Fikret Bey Kerem'e bir sürprizi ol- Düşüne düşüne evine gitti. Odasına duğunu söyledi. Kerem çok sevindi. çıktı, bilgisayarını açtı, biraz oyun oy- Aklından “Canım babam bana hep nadı ve bugün olanları düşündü. “Sa- sürpriz yapar, çok şanslıyım.” diye ge- nırım benim hiç arkadaşım yok, sa- çirdi. Fikret Bey büyük bir kutu getir- bahtan akşama kadar bilgisayar oyu- di, Kerem sabırsızlıkla kutuyu aldı ve nu oynuyorum. Neden benim arkada- açtı. O da ne! Fikret Bey Kerem'in çok şım yok, anlayamıyorum. Ailem zen- istediği son model bir bilgisayar al- gin, son model bir bilgisayarım, bir sü- mıştı. Kerem çok sevindi ve babasına rü oyuncak arabam var. Acaba balık sarıldı, bilgisayarı odasına götürdü, se- toplayan pis çocuğun arkadaşı var mı- vinçten havalara uçtu. Derken, burnu- dır? Tabii ki yoktur. Peki ya varsa?” Ke- na bir koku geldi, kötü bir kokuydu bu, rem uzun bir süre düşündükten sonra çok kötü. Balık ve çürümüş sebze gibi Salih'i takip etmeye karar verdi. bir şeydi. Camdan baktı, pazar yeri gö- rünüyordu, gözü pazarın girişindeki Aradan bir hafta geçti. Kerem kafa- balık tezgâhına ilişti. Dikkatlice baktı, miştin, berbat kokuyor.” sına koymuştu, camdan aşağı baktı, Sa- giyim kuşamı düzgün olmayan, tahmi- Aradan bir hafta geçti, Kerem dışa- lih yine balık artığı topluyordu. He- nen kendi yaşlarında bir çocuk, balık- rıya çıkmıştı. Taşındıkları semtte keşif men aşağıya indi. Salih'i takip etmeye çının ezilmiş veya haifçe çürümüş ba- yapıyordu, yani o, yaptığı şeye keşif di- başladı. Duvarların arkasına saklana- lıkları attığı kovanın içinden balıkları yordu. Artık keşin sonuna gelmişti, rak onu izliyordu. Birkaç çocuğun “Sa- alıp poşetinin içine atıyordu. Bu gö- eve dönüyordu. Pazar yerinin yolun- lih!” diye seslendiklerini gördü. Salih rüntü Kerem'in midesini bulandırdı, dan geçerken tekrar o balık tezgâhın- çocukları görünce çok mutlu oldu. Ke- balıkları alan çocuk kadar rezil bir du- dan artık balıkları alan o pis çocuğu rem dikkatle onlara baktı. Çocuklar rumda olmadığı için çok şanslı oldu- gördü. Kulak kabarttı, konuşmaları elindeki poşeti alıp balıkları kedilerin ğunu düşündü. “Bu çocuk bunları mı yi- dinledi: önüne döktüler. Kediler büyük bir se- yor? Iyi ki benim annem marketten ta- vinçle Salih'in ve arkadaşlarının ayak- ze ve temiz balık alıyor, bu çocuğun mi- - Hepsinden al Salih. Bak orada pa- larına sürtünüyordu. Onların mutlulu- desi yok mu? Ne kadar da iğrenç biri.” lamutlar ve hamsiler var, onlardan da ğunu gören Kerem, önce anlam vere- diye aklından geçirdi. Sonra annesine al. medi, sonra Salih'e haksızlık yaptığı- seslendi: “Anne yeni aldığımız evin pa- - Çok sağ ol Rıfkı Amca, kolay gel- nın farkına vardı. Salih üstü başı yırtık zarın karşısında olduğunu söyleme- sin. olan kıyafetlerine rağmen mutluydu,

50 MAYIS 20 20

arkadaşları vardı, anlaşılan onlar her - Rıfkı Amca! Ben de balık alabilir daşları hep beraber Salih'i ziyaret et- pazar günü kedilere balık vermeyi ken- miyim? meye karar verdiler. Salih'in evine git- dilerine görev edinmişlerdi. tiler. Kerem böylece Salih ile tanışmış - Ama onları Salih topluyordu. oldu. Zaman ilerledikçe çok iyi arka- Kerem eve döndüğünde çok kar- - Ben Salih'i bekleyeceğim zaten. daş oldular ve her hafta birlikte kedile- maşık duygular içerisindeydi, aslında re balık götürdüler. acınması gerekenin kendi hayatı oldu- - Oğlum, alabilirsin ama Salih bir sü- ğunu fark etti. Sürekli bilgisayara bak- re gelemeyecek, çok hastalanmış. Kerem tezgâh altındaki balıkları maktan, evde olmaktan ve yalnızlıktan Kerem buna çok üzüldü, balığı ver- topladığını ailesinden kızacakları dü- keyif almadığını anladı. Onümüzdeki mek için Salih'in arkadaşlarını bulma- şüncesiyle epeyce gizledi. Fakat biraz hafta mutlaka o çocuklarla tanışıp ar- ya gitti. Salih'in arkadaşları aynı yerde zaman geçtikten sonra Kerem'in son kadaş olmalıyım, dedi. Hem kendisi de Salih'i bekliyorlardı. Kerem onların ya- günlerdeki mutluluğunun kaynağını kedileri çok seviyordu. nına gitti ve “Salih çok hastaymış bu öğrenen ailesi durumu anlayışla karşı- ladı. Kerem artık çok mutluydu. Bir sonraki hafta, aynı saatte balık- hafta balıkları ben getirdim.” dedi, ke- çı tezgâhının önüne indi. Salih'i bekle- dilere balıkları verdi ve çocuklarla ta- Aylin Doğa ÖZKAN meye başladı. Bir torba da o almıştı ya- nıştı. Çok iyi anlaşmışlardı. Salih'in has- 10 - B nına. ta olduğunu Kerem'den öğrenen arka- 51 MAYIS 2020

BU YAZARLAR PEK BİR GARİP!

52 MAYIS 20 20

“ELMASIZ YAZMAM ABİ” DİYEN, FRİEDRİCH SCHİLLER Weiland, Herder ve Goethe ile birlikte We- tüm bu eserlerini üzerinde sinekler uçuşan imar döneminin en önemli dört şairinden bi- çürük bir elmayı koklayarak yazması gerçek- ri olan Schiller, yazarken masasında mutlaka ten ilginç. Ama daha da ilginci var. Unlü şair ama mutlaka çürük bir elma bulundururdu. yazmak için elmanın kâi gelmediği zaman- Soranlara, ara ara bu elmayı koklamanın onu larda banyoya kapanır ve suyun içinde ilham başka diyarlara götürdüğünü, kendisini do- gelmesini beklerdi. Suyun rahatlatıcı bir ğada gibi hissettirdiğini söylerdi. Doğa tas- özelliği olduğunu biliyorduk da ilham verici virli şiirlerin şairi olarak bilinen Schiller'in olduğunu bilmiyorduk doğrusu.

BEĞENİLMEK İSTEYEN BİR YAZAR: CAHİT SITKI TARANCI Bazı insanlar sürekli bir beğenilme, onay- ması bundandı. Oysa çirkin bir adam değildi lanma telaşı içindedir. Beğenilmediğini düşü- Tarancı. Her daim bakımlı ve şıktı. Ah be Ta- nüp hep bir eksiklik duygusuyla yaşar. Işte Ca- rancı! “Yaş otuz beş yolun yarısı eder/ Dante hit Sıtkı Tarancı da -tıpkı Ahmet Haşim ve Re- gibi ortasındayız ömrün” diye yazan biri ne şat Nuri Güntekin gibi- çirkin olduğunu düşü- kadar çirkin olabilir ya da çirkin olsa ne ya- nerek içine kapanmış yazarlarımızdandı. Şi- zar! irlerinin yalnızlık, karamsarlık ve ölüm kok-

QUASİMODO ONU GÖRSE HASEDİNDEN ÇATLARDI: VİCTOR HUGO Beğenilme takıntısı yalnızca bazı yerli için her sabah buzlu suyla yıkanır, sesi güzel yazarlarımıza özgü bir hissiyat değildi. çıksın diye çiğ yumurta içerdi. Her gün ama “Seiller” ve “Notre Dame'ın Kamburu” gibi her gün berbere gidip saçını düzelttirir, başyapıtların efsane yazarı Victor Hugo'nun dakikalarca aynada kendini izlerdi. da böyle bir takıntısı vardı. Yaşlanma etkilerini yavaşlatmak, vücudunu diri tutmak

53 MAYIS 20 20

MECBUREN GECELERİN ADAMI: MARK TWAİN

Ilk gerçek Amerikan yazarı ola- sintisiz, mışıl mışıl bir uykuya öyle rak kabul edilen Mark Twain'in bir ya- hasretti ki bir keresinde yakınlarına, zar için belki de iyi diyebileceğimiz “Bana güzel bir yatak verin, size bir hastalığı vardı: insomnia, yani uy- ölümsüz başyapıtlar vereyim.” de- kusuzluk. Twain geceleri bir türlü mişti. Bu hastalığını bir türlü yene- uyuyamıyor, mecburen çalışıyor, son- medi. Ancak doğru düzgün uyuma- ra hiç beklenmedik zamanlarda kâh dan da ölümsüz başyapıtlar vermeyi bir parkta kâh banyoda uyuyakalı- başardı. yordu. Unlü yazar, yatağında şöyle ke-

MEVCUDİYETİMİN YEGÂNE TEMELİ MAHCUBİYETİMDİR: JANE AUSTEN Ingiliz edebiyatının en önemli ya- görmesini istemiyordu. Mahcubiyet- zarlarından biri olan Jane Austen, Gu- ten midir, eleştirilme/etkilenme kor- rur ve Onyargı'nın yazarı. Olene dek a- kusundan mıdır bilinmez; ünlü yazar, ilesiyle birlikte yaşayan, hiç evlenme- çalışırken aile fertlerinden birinin yak- yen, buna karşın romanlarındaki tüm laştığını dahi hissetse hemen yazdıkla- kadın karakterleri evlendiren Austen, rını saklıyordu. ailesinden hiç kimsenin çalışmalarını

OKUYUCUNUN DEVRELERİNİ YAKAN ADAM: JAMES JOYCE Istedik, gerçekten çok istedik. Neyi mi? giysiler içinde yazardı. Yazmak bir ritüeldi Elbette Ulysses'i okuyup bitirebilmeyi… Ta- sanki onun için. Bunların biri eksik olsa ol- kıntılı bir adam olduğu Ulysses'ten belliydi mazdı. Içinde hiç kelime tekrarı ve isim tam- zaten. Bir adam sekiz yüz küsur sayfa bo- laması olmayan beş yüz kelimelik tek bir yunca tek bir günü anlatır mı? Evet, takıntı- cümle yazmayı başarabilmiş, bu, nevi şah- lı bir adamdı James Joyce; mutlaka yatağın- sına münhasır yazara şapka çıkarıyor “Abi da, yüzüstü, büyük mavi kalemiyle, beyaz sen çekmişin, bize çektirme.” diyoruz.

54 MAYIS 20 20

AKLINI KUŞUYLA BOZMUŞ BİR EDEBİYATÇI: CHARLES DİCKENS

He he! Heyecan içinde, bir dedi- undland, biri Spanyel, biri Mastiff, kodu ve magazin merakıyla hızla in- biri Pomeranian olmak üzere yedi dirdiniz bakışlarınızı aşağı ama yok köpeği; bir kedisi, bir kanaryası ve yok, olay sandığınız gibi değil. Bu bir de midillisi vardı. Dickens, kuş, bildiğimiz gerçek kuş. Charles “Grip” adlı kuzgununa öyle düşkün- Dickens sağlam bir hayvanseverdi. dü ki öldüğünde gömmemiş, dol- Evi, daha doğrusu çiftliği Ali Baba'yı durtup çerçevelettirerek duvarına aratmayacak cinstendi: iki kuzgu- asmıştı. Inanmayanlar Grip'i Phila- nu; ikisi St. Bernard, ikisi Newfo- delphia Free Library'de görebilir.

HAYVANSEVERLERİ KIZDIRACAK YAZAR: ANTON ÇEHOV

Dickens hayvanlara o kadar Ancak sonra onu seyahate çıkacağı düşkündü ama Anton Çehov için ay- gerekçesiyle daha önce kötü koşul- nı şeyi söyleyemeyeceğiz. Unlü Rus ları nedeniyle “hayvan mezarlığı” yazarın “Slovoç” adını verdiği bir diyerek şiddetle eleştirdiği Mosko- kuyruksüreni -böyle bir hayvan ol- va Hayvanat Bahçesi'ne bağışladı. duğunu biz de bilmiyorduk, açtık Go- Normal ömrü ortalama yirmi yıl ogle'ı öğrendik- vardı. Çehov bir olan kuyruksüren, burada ancak mektubunda, “sıçan ve timsah, kap- iki yıl yaşayabildi. Ne diyelim, ayıp lan ve maymun karışımı” olarak ta- etmişsin be Çehov Abi! rif ettiği Slovoç'unu yaklaşık bir yıl neredeyse hiç yanından ayırmadı.

55 MAYIS 2020

KOCA BİR YAŞAMI KÜÇÜCÜK BİR ANA SIĞDIRAN SANAT, FOTOĞRAF SANATI

56 MAYIS 20 20

EGE DAĞISTAN 11-B

CEM SAĞYATANLAR 11-A

TAYLAN ŞENOL 11-A

DURSUN BORA ONAL 11-A

57