Tam Bir Asirlik Türkiye 1914-2014
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
TAM BİR ASIRLIK TÜRKİYE 1914-2014 (TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SOSYO-EKONOMİK, KÜLTÜREL VE SİYASİ OLARAK İRDELENMESİ) Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK ÖNSÖZ Sayın Okuyucularım, Bu kitap bilinen bir tarih ya da “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” kitabı değil. Farklı bir kitap. Şu anda alanında tek. Ben bu kitaba Sosyo-Ekonomik, Kültürel ve Siyasi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1923-2012) adını verdim, araştırmayı ya- pıp iki yıl sonra kalan kısımları da ekleyip, düzenlemeleri bitirdikten sonra Tam Bir Asırlık Türkiye 1914-2014 (Türkiye Cumhuriyeti’nin Sosyo-Ekonomik, Kültürel ve Siyasi Olarak İrdelenmesi) adını vererek tamamladım. Çünkü, Türkiye Cumhuriye- ti’ni başlangıcından günümüze kadar hem sosyo-ekonomik, hem kültürel, hem si- yasi olarak inceleyen bir kitap. Ayrıca, bu incelemeyi sosyo-psikoloji dalında da yapan bir kitap. Kitabımın muhtevası oldukça geniş. Bu kitap bir anlamda “Hakiki Kahramanlarıyla Milli Mücadele Tarihi”dir, hatta “Mağlubiyet ve Zaferleriyle Türk İstiklal Savaşı Tarihi”dir de. Veyahut, Resmi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nin bir ten- kidi, yani eleştirisidir. Daha doğrusu, nasıl isterseniz öyle anlayabilirsiniz. Şimdiye kadar yazılan Türkiye Cumhuriyeti tarihlerinde ilmi bir çalışma yapılma- mıştır. Yapılmak istenmiştir ama, ortam müsait olmadığından başlanılmamış, baş- lanmışsa da bitirilememiştir. Çünkü tepede Demokles’in kılıcı vardı. Tepeye indi miydi, yandın. O kadar tarihçi bilim adamız var, o kadar tarihçi öğretim görevlimiz var, ama bilimsel anlamda bir Türkiye Cumhuriyeti Tarihimiz yok. Hele Sosyo-Eko- nomik, Kültürel ve Siyasi Türkiye Cumhuriyeti Tarihimiz hiç yok. Bu gerçekten uta- nılacak durum. İşin tuhaf tarafı, yazılan Atatürk İlkeleri ve İnkılap veyahut Türkiye Cumhuriyeti tarihleri de birbirinin aynısı, ortada değişik bir durum mevcut değil. Biz o kadar yıl boyunca Enver Behnan Şapolyo’dan bir adım ileri gitmiş değiliz. Son zamanlarda, bilhassa 15-20, ya da 30 yıldır değişik usuller deneniyor, kimi tarihler- de kısa kısa olaylar verilip günümüze kadar getirilmek isteniyor ama, bunu biri kal- kıp da yeterli göremez. Kısır bir döngüden başka bir şey değildir söz konusu durum. Daha doğrusu bilim adamlarımız tarihi nasıl yazacaklarını bilemiyorlar. Devlet felsefesiyle mi yazayım, millet felsefesiyle mi yazayım, bunu bile düşündükleri yok. Genellikle de tarihler devlet felsefesiyle yazılıyor. Devlet kimi hain ilan etmiş, kimi asmış, kimi adam yerine koymamışsa, söz konusu tarihçilerde bir milim çizgiden sapmadan aynı şeyleri basma kalıp yazıyorlar. Yıllardan beri okullarımızda okutulan, adına “Atatürk İlkeleri ve İnkılapları” adı verilen İnkılap Tarihi derslerinde Mustafa Kemal çok olağanüstü bir kişilikle tanı- tılmıştır. Sanki o olmasaydı bu millet asla kurtulamayacaktı. Bu ise Türk milletini aşağılamak ve onu hakir görmektir. Geçmiş tarihi ve Türk milletinin vasfını ve ka- rakterini bilmemezlik sonucunda tabi ki gençlerimiz, ya da yetişen nesil öyle düşü- necek, öyle zannedecekti. Oysa Türk milleti 1071 yılındaki Malazgirt Harbi’nden tam 30 yıl önce Hakkari’den Güneydoğu Anadolu’ya girmiş, burada en az 6-7 yıl kadar kaldıktan sonra, Doğu Anadolu’ya, Akdeniz bölgesine ve İç Anadolu’ya yü- rümüştü. Bu Türklerin başında herhangi bir devlet görevlisi yoktu. Arslan Yabgu oğlu Kutalmış, bir devlet görevlisi değildi. O bu Oğuzların içindeydi. Keza, Taylu Danişment Gazi de… Yani, Anadolu’ya yürüyen ve Anadolu’yu Türk yapan zihniyet devlet zihniyetinden kaynaklanmamış, hatta Sultan Tuğrul Bey’den kaçan Türk- menlerden, yani Yabgulu Oğuzlardan kaynaklanmıştı. Dikkat ettim, okullarda, liselerde olsun, fakültelerde olsun, “Atatürk İlkeleri ve İnkılabı Tarihi”, ya da “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi” öğrencilerin pek ilgisini çek- mez. Okurlar ama, zorla, sıkılarak okurlar. Çünkü öğrencilerin bu kitaplardan ala- cağı bir şey yoktur. Bir şeyin ilgi çekmesi, seve seve okunması için basma kalıp olmaktan daha çok, bir araştırma ürünü olması ve yeni şeyler ihtiva etmesi lazım. Ruhu olmayan kitap okunmaz, ilgi uyandırmaz. Ancak ders geçmek için okunur, hafızada tutmak için değil. İşte ben bu nedenle “Sosyo-Ekonomik, Kültürel ve Siyasi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1923-2014)”ni yazarken, elimi vicdanıma koydum, belgeleri ve dokümanları masama yığdım, bilgisayarımın başına geçtim ve en ufak bir tedirginlik bile hissetmeden bu eserimi tamamladım. Ancak eserimi tamamlarken İnkılap ya da Cumhuriyet tarihçilerinden çok farklı bir yol izledim. 16 Onlar askeriyenin ve devlet kurumlarının yayınları dışındakileri kaynak olarak kul- lanmaktan maalesef kaçınmaktadırlar. Hatta İstiklal Savaşı’nı yaşayan o kadar kişi- nin hatıra kitaplarını bile dikkate almamaktadırlar. Mesela, Kazım Karabekir’in, Ali Fuat Cebesoy’un, Çerkez Ethem’in, Rıza Nur’un… Bunların biri bile. Bu davranış ilmi araştırma niteliğini taşımaz. Yanlı bir tutumdan da öteye geçmez. Onların e- linde tek bir koz vardır. Rıza Nur’un hatırları. Ancak Rıza Nur’un hatıralarında, Ata- türk’ün şahsı, ailesi, bilhassa annesi hakkında söylenenlerin, aslında yazarı tara- fından kaleme alındığını zannetmiyorum. Çünkü Dr. Rıza Nur aklı başında bir a- damdır, öyle şeyler yazacak bir karaktere sahip değildir. Ben onun anılarının iki kitabını okudum. Adam samimi bir biçimde her şeyi yazıyor, O kadar samimi bir biçimde yazmış ki, en ufak bir sansürleme, yani gizleme bile yapmamış. Ancak Rıza Nur’un Atatürk’e dair sözlerine ikinci bir el karışmış gibi. Ben bunu farkettim. Herhalde parasız ve ekonomik sıkıntı içinde kalmıştır, birileri al sana para, böyle yaz demiş, o da yazmıştır. Onun hatıralarını bu minvalde okur isek, hatırlarında bir şey yok. Atatürk’e laf söyleyenler genellikle onun annesini ve babasını işin içine katarak laf söylüyorlar. Arkadaşlar bu küfürdür. Bırak Atatürk’ü, Türkiye Cumhiriyeti’nden sen herhangi bir vatandaşın anasını ve babasını işin içine katarak laf söylersen, olmadık çirkin iftiralara baş vurup ağzına geleni o anda ifade edersen bu kanunen suçtur. Kaldı ki laf söylenen kişi bir başkası değil, Türkiye Cumhuriyeti kurucusu ve Cumhurbaşkanı. Keza, Çerkez Ethem’in hatırları… Bu kitabı Çerkez Ethem’in yazdığı apaçık or- tada, yani birileri onun adına kaleme almamış, ya da uydurulmamış. Hatta ikinci el bile karışmamış. Baştan sona okudum. Yazılanların hepsi de gerçek. Çerkez Ethem’in Mustafa Kemal Paşa ile herhangi bir meselesi yok. Onun meselesi Albay İsmet ile. Çünkü Çerkez Ethem hayatta yalan söylememiştir. Kitapta Çerkez Ethe- m’in üzerine gelen Albay İsmet’in kuvvetlerini yendiği, 2500 askerin silahları ve ma- kineli tüfekleriyle Kuvayı Seyyare’ye geçtiği de doğrudur. İnkılap ve Cumhuriyet tarihçileri, dergileri, gazeteleri bile kaynak almaktan ka- çınırlar. Onlar için Tek Şef İnönü’den beri devlet felsefesiyle yayınlanan eserler 17 uygundur ve bu eserler dışına çıkılmaz/çıkılamaz. Çoğu kimse bunun farkındadır. Ama yakın zamana kadar bunu söyleyemiyorlar, ifade edemiyorlardı. Oysa Atatürk’ün gençlik dönemlerinde, bilhassa Harp Okulu’nda okurken, hatta ilk subaylık yıllarında İkinci Abdülhamit’in hafiyelik teşkilatı vardı. O bundan Nutuk’- ta bile uzun uzun söz eder. İstibdat idaresi eleştiriye tahammül edemez. Maaşlı hafiyeler vardır. Bunlar padişahlık ve saray hakkında halkın konuştuklarını saraya ve padişaha bildirmekle yükümlüdürler. Her şeye kulak kabartırlar. O arada hasım- ları aleyhinde rapor vermeyi ihmal etmezler. Mustafa Kemal de bu nedenle gözaltı- na alınmış ve sorgulanmıştır. Ama Cumhuriyet kurulduğu günden itibaren, bilhassa Atatürk’ün vefatından sonra, bilhassa Milli Şef İsmet Paşa döneminde çok kimse Atatürk hakkında sarf ettiği sözler yüzünden takibe alınmış, çoğunun hayatı karar- tılmıştır. Diğer taraftan Atatürk’ü ve Cumhuriyeti eleştiri bazında değil de, belge ve kay- naktan yoksun olarak, sırf Atatürk’ü ve Cumhuriyeti kötülemek bazında gayret gös- terenler de vardır. Onlar bunu ya din, yani Siyasal İslam adına, yahut Etnik ayrım- cılık denen Etnik milliyetçilik adına yaparlar. Tabi ki onların bu tutumlarına eleştirel olarak bakmak doğru olmaz. Yaptıkları apaçıkça suçtur. Türk insanları işte o za- man onlara gereken cevabı verir. Göz göre göre Atatürk’ü kimseye kötületmeyiz, onu Siyasal İslamcılara ve Gayritürklere linç ettirmeyiz. Türk milleti her Türke sahip çıktığı gibi, Mustafa Kemal Atatürk gibi bir devlet büyüğüne de sahip çıkmasını bilir. Biz İkinci Abdülhamit’in istibdat devrinden uzaktık. Ancak bu istibdat devrini Cumhuriyet’in başlangıcından itibaren 1946, hatta 1950 yılına kadar yaşayanlar oldu, hatta askeri darbe dönemlerinde bile… Peki, öyleyse biz bu cumhuriyeti niye kurduk? Mustafa Kemal neden padişahlık hükümetine karşı mücadele verdi ve sal- tanatı ortadan kaldırdı? İşte, toplumun suskunluğa itilmesi, inşaların düşündüğünü ifade edememesi, hele bunun da uzun yıllar devam etmesi, kanser hastalığından ya da psikolojik rahatsızlıktan başka neyi ifade eder. Halbuki Atatürk normal bir insandır. Ne peygamberdir, ne de çok daha bir şey. O bu millete hizmet eden bir şahsiyettir. Türktür. Türklük için çalışmıştır, Türk İstiklal Savaşı başkomutanıdır. Bu mileltin kurtarıcısıdır. Elbette onun da yanlışları vardır, olmuştur da… Biz ona niye rakı içtin mi dedik? Niye Latife Hanımı boşadın mı dedik. Bu onun özel meseleleri, bizi ilgilendirmez, hatta lafını etmeye bile gelmez. Ancak Mustafa Kemal, Türkiye 18 Cumhuriyeti kurulduğunda ve cumhurbaşkanı seçildiğinde parti genel başkanlığını terk etmesi, siyaseti Halk Fırkası’na, ya da Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırkası’na (İnönü’nün hışmıyla kapatılmasına göz yumacağına) bırakması gerekirdi. Bu bir hatadır, hatta büyük bir hatadır. Bazıları bu hatayı kabullenmez. Vay efendim, irtica varmış,