T.C. NĐĞ DE ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B ĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ TÜRK D ĐLĐ VE EDEB ĐYATI ANAB ĐLĐM DALI

YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐNDEK Đ HALK B ĐLĐMĐ UNSURLARI

Hazırlayan Saadettin YILMAZ

Danı man Doç. Dr. Hatice ĐÇEL

2014-NĐĞ DE

1

T.C. NĐĞ DE ÜN ĐVERS ĐTES Đ SOSYAL B ĐLĐMLER ENST ĐTÜSÜ TÜRK D ĐLĐ VE EDEB ĐYATI ANAB ĐLĐM DALI

YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐNDEK Đ HALK B ĐLĐMĐ UNSURLARI

Hazırlayan Saadettin YILMAZ

Danı man Doç. Dr. Hatice ĐÇEL

2014-NĐĞ DE

2

3

4

ÖZET

‘ Yeni Fırat Dergisindeki Halk Bilimi Unsurları ’ ba lı ğını ta ıyan çalı mamızda 1962-1967 yılları arasında yayımlanmı olup 36 sayı çıkmı olan ‘ Yeni Fırat ’ dergisi incelenmi tir. Zengin bir içeri ğe sahip olan dergide Elazı ğ ve çevresinin tarihi, co ğrafyası, kültürü, edebiyatı, folklorü, sosyal yapısı, ekonomisi gibi birçok konuya de ğinilmi tir. Bunların yanısıra Türk kültürü, edebiyatı ve tarihiyle de ilgili birçok konuya de ğinilmi tir.

1962 Mayıs ayında Fikret Memi oğlu tarafından çıkarılan Yeni Fırat dergisi 1962’de altı, 1963’te on iki, 1964’te altı,1965’te bir, 1966’da dokuz, 1967’de iki sayı çıkmı tır. Toplam 3 cilt ve 36 sayıdan olu an dergi, Elazı ğ Kültür Derne ği’nin bünyesinde çıkarılmıtır. Dergide yer alan yazıların ve iirlerin halkbilimi açısından de ğerlendirilmesi çalı mamın konusunu olu turmaktadır.

Giri kısmında Yeni Fırat dergisi hakkında bilgiler verilmi daha sonra ise Yeni Fırat dergisinin tüm sayfaları taranarak içindekiler tablosu olu turulmu tur. Sonrasında ise tahlili fihrist yapılmı tır. Son olarak dergi içinde halkbilimi açısından önem arz eden yazılara yer verilmi tir.

Yaptı ğımız bu çalı madaki amaç, Yeni Fırat dergisindeki halkbilimi unsurlarını bu derginin sayfalarından çıkarıp ilim dünyasına sunmak ve bu alana bir kaynak daha kazandırmaktır. Bu nedenle derginin tamamı incelendikten sonra amaca yönelik metinlere ula ılmı ve Seçilmi Metinler adı altında bir bölüm olu turulmu tur. Buradaki metinler edebi türlerine göre adlandırıldıktan sonra yazarı, yayın tarihi, sayı ve sayfa numaralarıyla birlikte verilmi tir. Dergideki metinler do ğrultusunda hem yazar adlarına göre hem de konularına göre bir de fihrist hazırlanmı tır.

ii

ABSTRACT

Title of this study is folk science elements in Yeni Fırat journal. Đn this study, Yeni Fırat journal which was published between 1962 and 1967 as 36 volumes has been examined. This journal has rich content. History, geograhy, culture, social life economy and folklore of Elazı ğ has been expressed in this journal. And alsoTurkish culture andTurkish history has been expressed in Yeni Fırat journal.

Yeni Fırat, the journal issued by Fikret Memi oğlu in May in 1962, was issued from 1962 to 1967 as 6, 12, 6, 1, 9 and 2 issues respectively. The journal, which was composed of 3 volumes and 36 issues, was isuedunder Elazı ğ Cultural Association. The evaluation of the articles and poems in the journal in terms of ethnology constitutes the subject of this study.

Information about the journal Yeni Fırat is given in the introduction section. Every single page of the journal having been examined, a table of content is generated and then an analytical index is created. Finally, articles in the journal that are thought to be ethnologically important are included in the study.

The purpose of the study is top resent the ethnological items in the journal of Yeni Fırat to the world of science by bringing the minto view and to introduce another source to the literature. Therefore, purposive texts are selected after a thorough examination of the journal and a section named Selected Texts is created. The texts in this section are given together with the irauthors, publishing dates, issue numbers and page number safter the yareen titled in terms of their literary genres. An index according to both author names and topics of the texts is also created in accordance with the texts in the journal.

iii

ÖN SÖZ

Dergiler bir toplumun gelece ğine ı ık tutan birer me ale oldu ğu gibi geçmi ine de kaynaklık eden birer tarihi ve edebi vesikadır üphesiz. Yeni Fırat dergisi de yayımlandı ğı dönemle ilgili döneminin siyasi, edebi ve kültürel özelliklerini yansıtarak bizlere birçok konuda kaynaklık etmi tir.

Hazırladı ğımız bu çalı mada Yeni Fırat dergisinde yer alan yazılar ve iirler de ğerlendirilmi tir.

Çalı mamız; Giri , üç bölüm ve Sonuç’tan olu maktadır.

Tezin giri bölümünde Yeni Fırat dergisi hakkında bilgi verilmi , dergi ekil ve içerik özellikleri bakımından de ğerlendirilmi tir.

Birinci bölümde ‘Yeni Fırat Dergisinin Đçindekiler Tablosu’ ba lı ğı altında tüm metinler incelenmi tir.. Bu tabloda tüm metinler tek tek incelenmi ve konuları saptanmı tır. Tüm metinler sıralı bir biçimde hangi sayıda yer aldıkları, kaçıncı sayfalarda yer aldıkları, yazarları- airlerinin kimler oldukları ve yazı ba lıkları ve konularıyla birlikte tablo halinde dökümü yapılmı tır.

Đkinci bölüm ‘Yeni Fırat Dergisinin Tahlili Fihristi’ ba lı ğı altında incelenmi tir. Đki ana ba lıktan olu an fihrist kısmının ilk ba lı ğında, dergide yer alan imzalı ve imzasız metinler yazar ismine göre sıralandıktan sonra; her yazarın yazıları kendi içinde kronolojik olarak verilmi tir. Ayrıca dergide yer alan yazılar yazar ismine göre sıralanmı ve her yazarın yazısı kendi içinde kronolojik olarak verilmi tir.

Üçüncü bölümü, seçilmi metinler olu turmaktadır. Bu bölüm tezin de konusu olan halk bilimi unsurlarının a ğır bastı ğı bölümdür. Bu bölümde folklor ve dil konulu yazılar türlerine göre tasnif edildikten sonra metinlerin sonuna yazar adı ve yayın tarihi belirtilmi tir.

Çalı mamızın ‘Sonuç’ kısmında ise çalı manın genel bir de ğerlendirmesi yapılmı tır.

Çalı mamız, halk bilimi alanında çalı ma yapacak olan ara tırmacıların yararlanabilece ği bir kaynak özelli ği ta ımaktadır.

iv

Bu çalı mada eme ği geçen herkese, çalı malarım sırasında yardımlarını esirgemeyen ve de ğerli vaktini ayıran hocam Yrd. Doç. Dr. Ramis Karabulut’a, çalı mamda bana yol gösteren ve bu keyifli çalı maya ortak olan de ğerli hocam ve danı manım Doç. Dr. Hatice Đçel’e sonsuz te ekkürlerimi bir borç bilirim.

Ni ğde 2014 Saadettin YILMAZ

v

ĐÇĐNDEK ĐLER

ÖZET...... ii

ABSTRACT ...... iii

ÖN SÖZ...... iv

ĐÇĐNDEK ĐLER...... vi

KISALTMALAR ...... x

GĐRĐ ...... 1

YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐ HAKKINDA...... 1

1. EK ĐL ÖZELL ĐKLER Đ ...... 1

2. MUHTEVA ÖZELL ĐKLER Đ...... 2

I. BÖLÜM ...... 3

YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐNĐN ĐÇĐNDEK ĐLER TABLOSU...... 4

II. BÖLÜM...... 61

ĐNCELEME ...... 61

(YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐNĐN TAHL ĐLÎ F ĐHR ĐST Đ) ...... 61

1. YAZAR ADINA GÖRE YAZILAR...... 62

2. TÜRLER ĐNE GÖRE YAZILAR ...... 107

2. 1. Dil ve Edebiyatla Đlgili Yazılar...... 107

2. 2. Köy ve Köylülerle Đlgili Yazılar...... 125

2. 3. Kütüphanecilik ve Yayınlarla Đlgili Yazılar ...... 125

2. 4. Sosyal Hayatla Đlgili Yazılar...... 126

2. 5. Güzel Sanatlar - El Sanatlarıyla Đlgili Yazılar...... 129

2. 6. Tarih, Co ğrafya ve Tarihî Eserlerle Đlgili Yazılar...... 130

2. 7. Özel Günler ve Kutlamalarla Đlgili Yazılar ...... 134

2. 8. Siyaset ve Siyasî Kavramlarla Đlgili Yazılar ...... 134

vi

2. 9. Yeni Fırat Dergisi Çalı malarıyla Đlgili Yazılar ...... 135

2. 10. Önemli ahsiyetlerle Đlgili Yazılar ...... 136

2. 11. Sa ğlıkla Đlgili Yazılar ...... 141

2. 12. E ğitim, Kültür ve Sanatla Đlgili Yazılar ...... 141

2. 13. Dinî ve Ahlakî Konularla Đlgili Yazılar...... 142

2. 14. Teknik Konular ve Teknik Geli melerle Đlgili Yazılar ...... 144

2. 15. Önemli Haberler ve Olaylarla Đlgili Yazılar...... 146

III. BÖLÜM ...... 148

SEÇ ĐLM Đ MET ĐNLER ...... 148

1. FOLKLOR ĐLE ĐLG ĐLĐ YAZILAR...... 149

1. 1. Söylemelik Türler ...... 149

1. 1. 1. Atasözleri ...... 149

1. 1. 2. Türküler...... 150

1. 1. 3. Maniler...... 158

1. 1. 4. Hoyratlar ...... 165

1. 1. 5. Mayalar ...... 169

1. 1. 6. Tecnisler...... 171

1. 1. 7. Ninniler ...... 174

1. 1. 8. Bilmeceler ...... 174

1. 2. Anlatmalık Türler...... 176

1. 2. 1. Fıkralar...... 176

1. 2. 2. Efsaneler...... 186

1. 2. 3. Destanlar ...... 193

1. 2. 4. Türk Destanları ve Halk Hikâyeleri...... 199

1. 2. 5. Kıssadan Hisse ...... 206

vii

1. 3. Gelenek, Görenek ve Adetler ...... 208

1. 3. 1. Türkiye Folklor Haritası ...... 208

1. 3. 2. Harput-Elâzı ğ Folkloru ...... 214

1. 3. 3. Harput-Elâzı ğ Rehberi ...... 216

1. 3. 4. Harput Çevresinde Gezinti...... 225

1. 3. 5. Harput Çevresinde Gezinti...... 227

1. 3. 6. Harput Konakları ve Evleri ...... 237

1. 3. 7. E ğinin Yolu Nereden? ...... 240

1. 3. 8. Elâzı ğ’da Kadın ve Gelin Giyimi...... 243

1. 3. 9. Tuncelinde Kız Đsteme ve Dü ğün Gelenekleri ...... 244

1. 3. 10. Hacca Gidi ve Dönü ...... 248

1. 3. 11. Halk Musikisi Usulleri...... 249

1. 3. 12. Kemaliye’nin Milli Oyunları...... 255

1. 3. 13. Semâ ve Figürleri...... 257

1. 3. 14. Aile Bahçesi-Alevi Bohçası ...... 260

1. 3. 15. Oya...... 263

1. 3. 16. Anadolu’da Bakırcılık...... 264

1. 3. 17. Halk Edebiyatının Halk E ğitimindeki Rolü ...... 266

1. 3. 18. Elâzı ğ ve Harput’un Özel Yemekleri...... 269

1. 3. 19. ehriye Gecesi...... 274

2. D ĐL VE EDEB ĐYAT ĐLE ĐLG ĐLĐ YAZILAR...... 276

2. 1. iirler...... 276

2. 2. Düz Yazılar...... 366

SONUÇ...... 400

KAYNAKÇA...... 402

viii

ÖZGEÇM Đ ...... 403

ix

KISALTMALAR Bkz.: Bakınız C.: Cilt nr.: Numara s.: Sayfa S.: Sayı vb.: Ve benzeri

x

GĐRĐ

YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐ HAKKINDA 1. EK ĐL ÖZELL ĐKLER Đ Çalı mamıza konu olan Yeni Fırat Dergisinin 1-36. sayıları Mayıs 1962 ile Eylül 1967 tarihleri arasında bazı gecikmelerle birlikte düzenli olarak çıkmı tır.

Yeni Fırat Dergisi’nin her sayısının birinci sayfasının üst kısmında ‘Yeni Fırat’ yazmaktadır. ‘Yeni’ yazısı küçük harflerle ‘Fırat’ yazısı ise büyük harflerle yazılmı tır. ‘Yeni’ yazısı üstte ‘Fırat’ yazısı altta yer almaktadır. Bazı dergilerde ‘Yeni’ yazısının yanında ‘Aylık Sanat-Fikir Dergisi’ yazarken bazı sayılarda da ‘Yeni Fırat’ yazısının altında ‘Aylık Sanat- Fikir Dergisi’ yazmaktadır. Yeni Fırat yazısının hemen altında tüm saylarda bir resim ya da foto ğraf bulunmaktadır. Resim ya da foto ğrafın altında koyu harflerle sayı numarası ve sayının yayımlandı ğı tarih ve satı fiyatı yer almaktadır. Satı fiyatı bazı sayılarda ya hiç yer almamı tır ya da son sayfada yer almı tır. Sadece ilk dört sayıda kapak resmi Yeni Fırat yazısının üstünde yer almı tır. Dergilerin ço ğunun son sayfasında reklam yer almaktadır. Bazı sayıların son sayfaları ise bo tur. Dergi ilk sayısından son sayısına kadar 100 kuru tan satılmı tır. Yıllık abonman fiyatı ise 12 liradır.

Derginin sayfa düzeni hemen hemen tüm sayılarda aynıdır. Sayfalarda yazı ya da iirlerle ilgili bazen resimler de yer almı tır. Bazı tashih hatalarına dü ülmü tür. Hemen hemen her sayıda düzeltmeler yer almaktadır. Bunların yanı sıra dergi iyi bir baskı kalitesine sahiptir. Bazen sayfa numaralarının kullanılmadı ğı görülmektedir.

Derginin ön kapa ğının arka sayfasında ise dergi sahibinin adı soyadı, mesul müdürün adı soyadı, idare yeri, basıldı ğı matbaa ve basıldı ğı il bilgileri yer almaktadır.

Yeni Fırat dergisi sadece iki sayıyı özel sayı çıkararak yayın hayatına devam etmi tir. Bu sayılar:

Haziran 1965 tarihli 25. sayı ‘Fetih Arma ğanı’ özel sayısı

Haziran 1966 tarihli 28. sayı ‘Baraj’ özel sayısı

1

Bu sayıların dı ında özel sayı olmasa bile bazı konular yo ğunlukla olarak ilenmi tir.

Dergi bazı dönemlerde ekonomik sıkıntılara dü mü ve çıkartılamamı tır. Ama tekrar yayın hayatına devam etmi tir.

2. MUHTEVA ÖZELL ĐKLER Đ Mayıs 1962 tarihinde yayımlanmaya ba layan ve son sayısı Eylül 1967’de çıkan Yeni Fırat dergisinin inceledi ğimiz sayılarında bölgede önemli kalkınmaların ya andı ğı döneme denk gelmektedir. Derginin içeri ğinde bu geli meler önemli yer tutmaktadır.

Derginin dili oldukça sadedir. Derginin yazar kadrosu da dil konusunda oldukça hassastır.

Dergide Harput kültürünün yanı sıra milli de ğerlerle ilgili de birçok konuya de ğinilmi tir. Atatürkçü ve milliyetçi bir yayın politikası izlenen dergide bu konulara sık sık yer verilmi tir.

Dergide sa ğlık alanındaki yenilikler ve geli meler de yer almı , sa ğlık konusunda hasta ve hasta yakınlarına bazı bilgiler de verilmi tir.

Sanayideki gelimeler ve teknik geli melerin yanı sıra bölge ve ülke için büyük bir öneme sahip olan Keban Barajı’nın yapım a aması, bölgeye ve ülkeye olan katkısı hemen hemen her sayıda anlatılmı tır. Ayrıca Elazı ğ’ın ve bölgenin sorunlarına da yer verilmi tir.

Dergide yeni kalemlere yer verilmi , di ğer illerde çıkan dergiler tanıtılmı ve çe itli dergilerden genç air ve yazarların iir ve yazıları yayımlanmı tır. Ayrıca yeni çıkan kitaplar hakkında da tanıtımlar yapılmı tır. Đlde yapılan kültürel faaliyetler hakkında haberler verilmi , bu faaliyetlerin artması konusunda te vik edici yorumlar yapılmı tır.

2

I. BÖLÜM

3

YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐNĐN ĐÇĐNDEK ĐLER TABLOSU

SAYI SAYFA YAZAR ADI YAZI ADI TÜRÜ AÇIKLAMA

1 1 Yeni Fırat Yeni Fırat Makale Dergiye Yeni Fırat isminin verilmesi ve nedenleri açıklanmı tır.

1 2-3 Fikret Memi oğlu Atatürk’ün Elazı ğ’a Geli i Anı Atatürk’ün Elazı ğ’a geli i ve bununla ilgili anılara yer verilmi tir.

1 4 Fikret Memi oğlu Yolcu iir Erzurum, Trabzon ve Kars’tan gelen halk oyunu ekipleri öğrencileri için yazılmı bir iirdir. iirde ayrıca bu illerin halk oyunlarıyla ilgili bilgilere de yer verilmi tir.

1 5-6 Celaleddin Tu ğrul Özlem Sohbet Yeni Fırat gibi bir derginin çıkmasının il açısından önemi anlatılmı tır.

1 6 Đmzasız Eskilerden Fıkralar Fıkra Kimsenin gerçek yüzünün anla ılmadı ğı vurgulanmı tır.

1 6 Đmzasız Tecnisler Tecnis Ak temalı iki tecnise yer verilmi tir.

1 7 Ömer Kayao ğlu Harput A ğrısı iir Harput’un geçmi ine olan özlem dile getirilmi tir.

1 8-9 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Gezilen yerler tanıtılmı tır.

1 9 Đmzasız Hoyratlar iir Ak temalı iki hoyrat yer almaktadır.

4

1 10 Cenani Dökmeci Bakırı Đ lerken iir Bakırcılı ğın tarihine ve kültürümüzdeki yerine de ğinilmi tir.

1 11 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Bu Toprak Deneme Elazı ğ’ın tarihinden gelen manevi iklimine dikkat çekilmitir.

1 11 Đmzasız Đki ehirde Sabah iir Masdar Da ğı’nda yeni günün ba langıcı anlatılmı tır.

1 12 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Kopuzdan Ezgiler iir air Harput’ta ya adı ğı anılarına yer vermi tir.

1 13-14 Đmzasız Ayın Hadiseleri Haber

1 15 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

1 16-17 Fethi Ba ak Yoku un Ortasındaki Bakkal Hikâye Mahalle bakkalının yaptıkları ve mahalleli için de ğerinin anlatıldı ğı bir hikâyedir.

2 1-2 Yeni Fırat Sayın Ba bakanım Makale Elazı ğ’ın geli mesi ve kalkınması için isteklerin yer aldı ğı bir mektuptur. Dönemin ba bakanı Đsmet Đnönü’ye yazılmı tır.

2 3-6 Fikret Memi oğlu Harputta Bir Dalyan Boylu Biyografi Çeriba ızade Ali Bey tanıtılmı tır. Çeriba ı Zade Ali Bey

2 7 Yolcu Sıla Yolculu ğu iir Memleket özleminin dile getirilmi tir.

2 8-10 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Gezilen yerler tanıtılmı tır.

2 10 Đlyas Vakit iir airin sevgisini i edi ği bir iiridir.

5

2 11 Ömer Kayao ğlu Mektubun Ardından iir Ak temasının i lendi ği bir iirdir.

2 11 Đmzasız Hoyrat iir Ak konulu bir hoyrattır.

2 12 Đmzasız Keban Barajı Haber

2 12 Đmzasız Tecnisler iir Ak temasıyla yazılmı tır.

2 13 Cenani Dökmeci Đkinci Murad’ın Ruhu iir Sultan Murat’ın seferlerinin i lendi ği kahramanlık iiridir.

2 14-16 Đmzasız Ayın Olayları Haber

2 17 Yıldırım N.Gençosmano ğlu Keban Güzellemesi iir Keban Barajı’nın övüldü ğü bir iirdir.

2 18 Fikret Memi oğlu Diken iir Sevgiliye olan özlem dile getirilmi tir.

2 18 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

2 19-22 Fethi Ba ak efika Hikâye Deli olarak bilinen efika adındaki bir kadının o ğlu için yaptı ğı fedakârlıkların anlatıldı ğı bir hikâyedir.

2 22 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

2 23 Đmzasız Eskilerden Fıkralar Fıkra Mizah yapılmı tır.

3 1-3 Yeni Fırat evket Ra it Hatibo ğlu Makale Milli E ğitim Bakanına Elazı ğ’a teknik okul açılması iste ğinin yer aldı ğı bir mektup yazılmı tır.

6

3 3-5 Fikret Memi oğlu Harputta Bir Dalyan Boylu Biyografi Çeriba ızade Ali Bey tanıtılmı tır. Çeriba ı Zade Ali Bey

3 6-7 Fikret Memi oğlu Mustafa Asım Efendi Biyografi Mustafa Asım Efendi tanıtılmı tır.

3 8 Yolcu Gölcük’e Do ğru iir air, Gölcük’e olan ilgisini anlatmı tır.

3 9-10 Đmzasız Keban Barajı Haber

3 10 Đmzasız Hoyrat Düzeltme Yazım yanlı ları düzeltilerek hoyrat yeniden yazılmı tır.

3 11-13 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput çevresinin anlatıldı ğı bir yazıdır.

3 13 Đmzasız Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

3 14 S. Çöteli Erenler Yolunda iir Allah a kının dile getirildi ği bir iirdir.

3 15 Haydar Duman Kendim Üstüne iir airin yalnızlı ğını dile getirdi ği bir iirdir.

3 16 Cenani Dökmeci Yunus’layın iir Yunus Emre’ye olan hayranlık dile getirilmi tir.

3 17-18 Đmzasız Çemi gezeklilerin Mü terek Haber Dile ği

3 19 Fikret Memi oğlu Malum Asker iir air Türk askerini kutsamakta, ona olan sevgisini dile getirmektedir.

7

3 20 Ömer Kayao ğlu Harput A ğrısı iir Harput’a olan ilgisizlik dile getirilmi tir.

3 21 Đmzasız Eskilerden fıkralar Fıkra Mizah i lenmi tir.

3 22 Leman Tece Đnsanın Yaratılı ı Çeviri Hint mitolojisinde kadın ve erke ğin yaratılı ı anlatılmı tır.

3 23 Đmzasız Haber Mektup

3 24 Đmzasız Duyuru

4 1-3 Yeni Fırat Milli E ğitim Bakanına Makale Elazı ğ’a açılması istenen teknik okulun Elazı ğ ve ülke için önemine de ğinilmi tir.

4 4 Behçet Kemal Ça ğlar Battal Gazi Söylüyor iir Battal Gazi’nin kahramanlı ğı anlatılmı tır.

4 5-6 Đmzasız Keban Barajı Haber

4 7 Ömer Kayao ğlu Harput A ğrısı iir Bu iirde Harput hem övülmekte hem de dertleri dile getirilmektedir.

4 8-9 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Harputta Geçmi Tahayyül Gezi Yazısı Harput’un ilim ve irfan yuvası oldu ğu vurgulanmı ve Harput adının ilelebet ya ayaca ğı üzerinde durulmu tur.

4 9 Đmzasız Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

4 10 Duman Kı oğluna Destan iir Kı oğlu unvanlı biri anlatılmı tır.

8

4 10 Đmzasız Tecnisler iir Ak konusu i lenmi tir.

4 11-13 Fikret Memi oğlu Türkiye Folklor Haritası Makale Yazıda birçok oyun türküsüne yer verilmi tir. Ayrıca Elazı ğ’da oynanan oyunların özellikleri anlatılmı tır.

4 13 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Üç Hece iir Allah’ın büyüklü ğünün i lendi ği bir iirdir.

4 14-15 Đmzasız Eskilerden Fıkralar – Pere Fıkra Mizah konusu i lenmi tir. Yok

4 15 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

4 16 Mustafa Kuntay Radyo Hakkında Haber

4 16 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

4 17-19 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput çevresinin tanıtıldı ğı bir gezi yazısıdır.

4 19 Đlyas Olabilir miydi? iir Sevmenin ne kadar güzel oldu ğu anlatılmaktadır.

4 19 Haydar Duman Hacı Kaya’nın Aziz Ruhuna iir Hacı Kaya’nın ölümüne duyulan üzüntüyü dile getiren bir iirdir.

4 20 Mehmet Güner Orman Fidanlı ğı Haber

4 21-23 Đshak Sunguro ğlu Harput’un Son Hafızları Biyografi Yedi hafız tanıtılmı tır.

9

4 24 Đmzasız Okuyucu Mektupları Haber

5 1-2 Đmzasız Cevaplandırılmayan Bir Dilek Makale

5 3-4 Đmzasız Keban Barajı Haber

5 5 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Bir Kına Gecesinin Ertesi iir Harput’taki kına gecesi ve dü ğünler anlatılmı tır.

5 6-9 Mithat San Keban Baraj-Hidroelektrik Makale Keban Barajı konusu i lenmi tir. Tesisleri ve A ağı Fırat Havzası

5 10 Ömer Kayaoğlu Ağın Yolları iir Ağın’dan ayrı dü en, gurbete çıkan birinin duyguları ilenmi tir.

5 11-12 Hasip Memi oğlu Almanya Mektubu Mektup Almanya anılarına yer verilmi tir.

5 13 Đmzasız Eskilerden Fıkralar Fıkra Mizah i lenmi tir.

5 14-15 Đmzasız Âık Veysel Đyile ti Haber

5 16-17 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Tıbda Đhtilal Haber

5 17 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

5 18-19 Đshak Sunguro ğlu Harput’un Son Hafızları Biyografi Harput’un son hafızları tanıtılmı tır.

10

5 19 Đmzasız Tecnisler iir Ak konusu i lenmi tir.

5 20-21 Fikret Memi oğlu Türkiye Folklor Haritası Makale Yazıda birçok oyun türküsüne yer verilmi tir. Ayrıca Elazı ğ’da oynanan oyunların özellikleri anlatılmı tır.

5 21 Đmzasız Maniler iir

5 22 Fikret Memi oğlu Hey Para Hey iir Günümüzdeki para gerçe ğini ho bir dille bazen alaycı, bazen gerçekçi bir anlatımla i lemi tir.

5 23-24 Đmzasız Okuyucu mektupları Haber

5 24 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

6 1 Yeni Fırat Atatürk ve Gölcük Makale Atatürk’ün Gölcük’le ilgili anısına yer verilmi tir.

6 2 Tatlı Sert Cumhuriyet Güzeline iir Cumhuriyetin faziletleri anlatılmı tır.

6 3-4 Mithat San Keban Barajından: Ziraata Haber Sa ğlanacak Faydalar

6 4 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

6 5 Cenani Dökmeci Mevlana iir Mevlana’yı anlatan bir iirdir.

6 6-9 Fikret Memi oğlu Halk Musikisi Usulleri Makale Halk musikisinin önemi anlatılmı tır.

11

6 10-13 Hasip Memi oğlu Almanya Mektubu Mektup Almanya anılarına yer verilmi tir.

6 13 Duman Sıla Hasreti iir Memleket özleminin dile getirildi ği bir iirdir.

6 14-15 Mustafa Kuntay T.C Ziraat Bankası Yüz Haber Ya ına Basıyor

6 15 Osman Remzi Ba Kumandana Destandan iir Atatürk için yazılmı bir iirdir.

6 16-18 Fikret Memi oğlu Zavallı Ahmet Kemal Biyografi Ahmet Kemal tanıtılmı tır.

6 18 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

6 18 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

6 19-20 Cenani Dökmeci Anadoluda Bakırcılık Makale Bakırcılı ğın tarihçesinden bahsedilmi ve günümüzde eski önemini yitirmesinden yakınılmı tır.

6 20 Đmzasız Tecnisler iir Ak konusu i lenmi tir.

6 20 Đmzasız Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

6 21-22 Fikret Memi oğlu Türkiye Folklor Haritası Makale Birçok eski türküye yer verilmi tir.

6 23 Đmzasız Eskilerden Fıkralar Fıkra Mizah i lenmi tir

6 24-28 Fikret Memi oğlu Dilci ve Yolcu Fuzuli Biyografi Fuzuli hakkında bilgiler verilmi tir.

12

6 28 Đmzasız Olaylar-Haberler Haber

6 29-30 Đmzasız Ya ayan Hafızlar Makale Be hafız tanıtılmı tır.

6 30 Fikret Memi oğlu Elektrik evkile Gazel iir Elektrik konulu bir iirdir.

6 31 Süleyman Ate Đslam Demokrasisi Makale Đslam’da demokrasi konusu ele alınmı tır.

6 32 Đmzasız Düzeltmeler Haber

7 1 Yeni Fırat Olur, Olmaz! Makale Olur ile batı, olmaz ile do ğu kastedilmi tir ve do ğunun kalkındırılması gerekti ğine geçilmi tir.

7 2-3 Mithat San Ziraatte Sa ğlanacak Faydalar Makale

7 4-6 Fikret Memi oğlu Nüzhet Dede Biyografi Nüzhet Dede’nin airli ğinden ve hayatından kesitler yer almı tır.

7 7 Cenani Dökmeci Kurban iir Ak temalı bir iirdir.

7 8-10 Yeni Fırat Kore Destanı Destan Kore sava ı konu olarak alınmı tır.

7 11 Ömer Kayao ğlu Yurdumun Ormanlarına A ğıt iir Ormanlarımızın katledilmesi kınanmaktadır.

7 12-13 Süleyman Ate Đslam Demokrasisi Makale Đslam’da demokrasi konusu ele alınmı ve ayet-hadislerle bu konu desteklenmi tir. Ba langıçta halifelerin seçimle belirlenmesi ve daha sonra saltanata geçilmesi i lenmi tir.

13

7 14-15 Yeni Fırat Ömer Kayao ğlu Biyografi Ömer Kayao ğlu tanıtılmı tır.

7 16-17 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput ve çevresi anlatılmı tır.

7 18 Mustafa Kuntay Sosyal Adaletsizli ğin Makale Sosyal adaletsizli ğin sonuçları üzerine yo ğunla ılmı ve Neticeleri neticesinde gelinen olumsuz durumlar irdelenmi tir.

7 19 Alo Alo ’dan Balo a Mektup Elazı ğ a ğzıyla yazılmı mizahi bir mektuptur.

7 20-21 Đmzasız Ayın Olayları Haber

7 21 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Rubailer iir Đnsanın madde sathından kurtulması dü üncesi i lenmi tir.

7 22-23 Đmzasız Baskı Hataları Haber

7 24 Đmzasız Belediyeden Ölülere ve Ele tiri Elazı ğ belediyesinin mezarlıklara ilgisizli ği ele tirilmi tir. Dirilere Đlgi Mezarlıkların bakımsızlı ğı dile getirilmi tir.

8 1 Yeni Fırat Yayınevi Makale Bir esnafın Elazı ğ’da yayınevi açılması için cumhurba kanına dilekte bulunu u konu edilmi tir.

8 2-3 Mithat San Madencili ğe Sa ğlanacak Makale Faydalar

8 3 Đlyas Đçimde iir air içinde yer alan duyguları dile getirmi tir.

8 4 Suzi Can Ne Fark Eder ki Gakgo iir Gakgo lara seslenilmi ve ölümün oldu ğu hatırlatılmı tır.

14

8 5-6 Süleyman Ate Đslam Ahlakından Đki Örnek Makale Bazı sahabelerin Müslüman olduktan sonra çekti ği sıkıntılar ve bu sıkıntılar kar ısında takındıkları tavırlara yer verilmi tir.

8 7 Cenani Dökmeci Fıratla Söyle me iir air iirinde Fırat’ sesleniyor ve çölleri sulayaca ğına yurdumuzu sulaması gerekti ğine de ğiniyor.

8 7 Fikret Memi oğlu Öğretmenler Mar ı iir Tevfik Fikret’e ithaf edilen iirde ö ğretmenlerin me alesinden yurdun aydınlanaca ğı söylenmi tir.

8 8-9 Mustafa Kuntay Su..Su..Su.. Makale Suyun önemi vurgulanmı tır.

8 10-14 Fikret Memi oğlu Yunus Emre Biyografi Yunus Emre’nin hayatına ve eserlerinden açıklamalara yer verilmi tir.

8 10 Ömer Kayao ğlu Da ğ Tutması iir Da ğda ya amanın önemi anlatılmakta ve da ğda ya am övülmektedir.

8 15-17 Hüseyin Solgun Tuncelinde Kız Đsteme Makale Tunceli’de kız isteme gelene ği anlatılmı tır.

8 17 Do ğan Er Elazı ğ ehir Geçi i Haber

8 18-20 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput çevresinin anlatıldı ğı bir gezi yazısıdır.

8 21-24 Fikret Memi oğlu Nüzhet Dede Biyografi Nüzhet Dede’nin airli ğinden ve hayatından kesitler yer almı tır.

15

8 25 Đmzasız Valimizin Basın Toplantısı Haber

8 26-27 Fıkracı Dikkatler Haber

8 28-31 Đmzasız Huzursuzlu ğun Sosyal Makale Đnsanlardaki huzursuzlu ğun nedenleri derinlemesine Sebepleri incelenmi tir.

8 32 Đmzasız Yeni Dergiler Reklam

9 1 Đmzasız Teknik Okul Açılıyor Makale Teknik okulun açılaca ğı haberine yer verilmi tir.

9 2-4 Mithat San Sanayi’e Sa ğlanacak Faydalar Makale

9 4 Đmzasız Tecnisler iir Ak konusu i lenmi tir.

9 5 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Mu tu ve Ö ğüt iir Balak Gazi’ye olan sevgi dile getirilmi tir.

9 6-9 A. Tarık Tahiro ğlu Elazı ğ Büyüyen ehir Deneme Elazı ğ konulu bir yazıdır.

9 9 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

9 9 Đmzasız Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

9 10 Ömer Kayao ğlu Bakır iir Bakır madeninin övüldü ğü bir iirdir.

9 11-12 Mehmet Seyda Roman Deneme Romancıyı di ğer insanlardan ayıran özellikler anlatılmı tır.

9 13-15 Hüseyin Solgun Tuncelinde Kız Đsteme Makale Tunceli’de kız isteme gelene ği anlatılmı tır.

16

9 15 Hem eri Kebanda iir Keban izlenimlerine yer verilmi tir.

9 16-18 Fikret Memi oğlu Ali efik Efendi Biyografi Ali efik Efendi hakkında bilgiler verilmi tir.

9 19 Đmzasız Keban Barajı Çalı maları Haber Keban Barajı çalı maları anlatılmı tır.

9 20 Tatlı Sert Elveda iir Ayrılık konulu bir iirdir.

9 21 Röportajcı Ziraat Bankasında Bir Saat Ropörtaj

9 22-23 Abdulvasi Çiçek Đlginç Bir Konu ma Deneme Đlmin ve ö ğrenmenin üzerinde durulurken bunun yanında Đslamiyet’in insanlara tanıdı ğı haklar üzerinde durulmu tur.

9 24 Đlkan San Gel Gör ki iir Otuzbe ya iirine ithafen yazılmı tır.

9 25-26 Đmzasız Ayın Olayları Haber

9 27 Đmzasız Kitap ve Dergilerden iirler- Yazılar Çe itli kitap ve dergilerden seçme iirlere yer verilmi tir. Seçmeler

9 28-29 Aydın Yalkut Âık Veysel Anı Âık Veysel’le ilgili anılara yer verilmi tir.

9 29-30 Behçet Kemal Ça ğlar Anadolum! Yine Sana iir iirde Anadolu illeri övülmü tür. Susadım

9 30-31 Đmzasız Ba kan Gürsel ve Haber Öğretmenler

17

9 31 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

9 32 Đmzasız Dergiler Reklam

10 1-2 Đmzasız Temel Atılıyor Makale Teknik okulun temelinin atılı ı konu edilmi tir.

10 2 Ömer Kayao ğlu Teknik Okul Mar ı iir Teknik okul konulu bir iirdir.

10 3-4 Yücel Đpek Türkiyede Din-Devlet Deneme Laiklik ve din ilgisi konu edilmi tir. Münasebetleri ve Laiklik Prensibinin Uygulanı ı

10 5 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Malazgirt iir Alpaslan’ın kahramanlı ğı ve bile ğinin bükülmez olu u anlatılmı tır.

10 6-12 Nijad Birdo ğan Türk Destanları ve Halk Makale Türk Destanları ve Halk Hikâyeleri hakkında bilgi Hikâyeleri verilmi tir.

10 12 Đmzasız Tecnisler iir Ak temasıyla yazılmı tır.

10 13-16 Fikret Memi oğlu Ali efik Efendi Biyografi Ali efik Efendi hakkında bilgiler verilmi tir.

10 16 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

10 17 Yolcu Söz Birli ği iir Ak temalı bir iirdir.

10 18-19 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput çevresi tanıtılmı tır.

18

10 20-22 Fikret Memi oğlu Meçhul Asker Deneme Çanakkale sava ında kahramanlık gösteren askerlerimiz anlatılmı tır.

10 23 Nuri Gürgöze Eski Harput iir Eski Harput’un özellikleri anlatılmı tır.

10 24-25 Fikret Memi oğlu Rif’at Dede Biyografi Rifat Dede tanıtılmı tır.

10 26-30 Đmzasız Kitap ve Dergilerden iirler- Yazılar Seçmeler Haber

10 31 Đmzasız Dergiler Reklam

10 32 Đmzasız Ba lıksız Mektup

11 1-2 Yeni Fırat Kürtçülük Fantazisi Makale Kürtçülük yapanlar sert bir dille ele tirilmi tir.

11 2 Eren Omay Bilemezsin iir Ak temasıyla yazılmı tır.

11 3-5 Mithat San Sosyal Hayata Sa ğlanacak Makale Keban Barajı konu edilmi tir. Faydalar

11 6 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Balak Gazi Destanından iir Türklerin yi ğitlikleri anlatılmı tır.

11 7 Cahide Özmen Yunus’un Ümmili ği Makale Yunus’un ümmili ğinden bahsedilen yazıda Yunus Emre’nin ümmi olamayaca ğı iirlerinden hareketle vurgulanmı tır.

11 8 M. Hayrettin Abacı Köyü ve Köylüyü Makale Memleketin gerçek sahibinin köylü oldu ğunu savunan yazar, köyün ve köylünün kalkındırılmasının aynı zamanda ülkenin

19

Kalkındırmak de kalkınması demek oldu ğunu söylemektedir.

11 9-10 Yücel Đpek Ziya Gökalp’ın Dini Cephesi Makale Ziya Gökalp’i dinsizlikle suçlayanlara kar ı yazılmı bir yazıdır.

11 10 Ömer Kayao ğlu Seni iir Ak temalı bir iirdir.

11 11-14 Fikret Memi oğlu Yakup evki Pa a Biyografi Yakup evki Pa a tanıtılmı tır.

11 15-17 Arif E ğinli Eğin Yolu Nereden? Deneme Eğin’in Erzincan’a ba ğlanmı olması ele tirilmi tir.

11 18-21 Mehmet Seyda Hayat Hikâye Liseden arkada iki ki inin uzun yıllar sonra kar ıla masıyla ba layan hikâyede bu arkada lardan birinin yaptı ğı sahtekârlıklar anlatılmı tır.

11 22-23 Đmzasız Ayın Olayları Haber

11 24-25 Fikret Memi oğlu Rif’at Dede Biyografi Rifat Dede tanıtılmı tır.

11 26-28 Celaleddin Tu ğrul Bu da Bizim Köy Deneme Türk köylüsünün yüksek karakteri anlatılmı tır.

11 28 Đmzasız Hoyratlar iir Ak teması i lenmi tir.

11 29-31 Aydın Oy Halk Edebiyatının Halk Makale Halk edebiyatının e ğitimdeki rolü vurgulanmı tır. Eğitimindeki Rolü

12 1-2 Yeni Fırat Toplumsal Bencillik Makale Bencilli ğin kötü yönleri üzerinde durulmu tur.

20

12 3 Cenani Dökmeci Göz Yorumu iir Ak temasıyla yazılmı tır.

12 4-7 Dr. Burhan Gürdo ğan Yabancı Gözüyle Türk Deneme Pierre Daninos’tan yapılan çeviride Türklerin mizah Mizahi anlayı ının övüldü ğü görülmektedir.

12 8 Yolcu Sonuç iir Ak temalı bir iirdir.

12 9-12 Fikret Memi oğlu Rahmi Hoca Biyografi Rahmi Hoca tanıtılmı tır.

12 13 Ömer Kayao ğlu Da ğ özlemi iir ehir ya amından bunalan bir insanın da ğ ya amına olan özlemi dile getirilmi tir.

12 14-15 Haydar Kazgan Paris Günlü ğü Deneme Paris insanının asık yüzlü ğünden bahsedilmi tir.

12 16 Kamil U ğurlu Saçların Üzerine Karalama iir air, sevgilisinin saçlarının güzelli ğini ve kendisini nasıl etkiledi ğini anlatmaktadır.

12 17-20 Đmzasız Keban Makale Keban konu edilmi tir.

12 21-23 Đ. H. Suba ı Yakup evki Pa a Biyografi Yakup evki Pa a tanıtılmı tır.

12 24-25 Đmzasız Ayın Olayları Haber

12 25 Đmzasız Dergiler Reklam

12 26-27 Mehmet Seyda Đnsaniyet Hikâye Bir meyhanede oturup içen üç arkadaın sohbetleriyle olu an hikâyede insanların hayvanlara yaptı ğı eziyetler anlatılarak

21

bunların insanlık dı ı hareketler oldu ğu vurgulanmı tır.

12 28-31 Đmzasız Kitap ve Dergilerden Seçme iir ve Seçmeler deneme örnekleri

12 32 Đmzasız Okuyucu Mektupları Mektup

13 1-31 Yeni Fırat Đkinci Cilde Ba larken Makale Yeni Fırat dergisinin 12 sayıyı tamamlaması geçen süreçte dergide yapılan çalı maların özeti yer almaktadır.

13 2 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Baraj Bölgesinin Estetik ve Makale Keban Barajı’nın gelecekte bölgeye katkıları anlatılmı tır. Ekonomik Özellikleri

13 3-5 Đbrahim Olgun Naimi Efendigil Biyografi Naimi Efendigil tanıtılmı tır.

13 6-7 Sezai Çöteli Zamana Destan iir Zamanın de ğiti ği, kalle li ğin bile övülür bir hale geldi ğini anlatmı tır.

13 7-8 Sabri Tanyeri Çaydaçıra Bergama Haber Kermesinde

13 9-30 evket Beysano ğlu Diyarbakır Surları Tarih Diyarbakır surlarının tarihi hakkında bilgi verilmi tir.

13 10-11 Cenani Dökmeci Oya Makale Oyanın geleneksel yönü, nasıl yapıldı ğı anlatılmı tır.

13 11 Duman Gurbette Bayram iir Gurbette bayramın verdi ği üzüntü anlatılmı tır.

22

13 12 Yolcu Çakma ğı Çak iir Ak temalı bir iirdir.

13 13-14 Cenap Osmano ğlu Seçim Destanı Anı Seçim konusu i lenmi tir.

13 15-16 Hafız Osman Öge Hacca Gidi ve Dönü Makale Hacca gidi ve dönü törenleri Harput kültürüne göre anlatılmı tır.

13 17 Ömer Kayao ğlu Ulu Özlem iir Seçimlerde ya ananlar ve yapılan yanlı uygulamalar ele tirilmi tir.

13 18-21 Fikret Memi oğlu Rahmi Hoca Biyografi Rahmi Hoca tanıtılmı tır.

13 22 Cenani Dökmeci Ustam iir Usta konulu bir iirdir.

13 23-26 Röportajcı Elazı ğ Kız Enstitüsü Haber

13 27 M. Hayrettin Abacı Bilmece iir Bilmece tarzında bir iirdir.

13 28-29 Arif E ğinli akır Bülbüller Deneme Halk musikisi hakkında bilgilere yer verilmi tir.

13 32 Leman Tece Murat’tan Yeni Fırat’a Mektup Bir okuyucunun te ekkür mektubu.

14 1-3 Yeni Fırat Turizm Davamız Makale Turizm konusu i lenmi tir.

14 3 Ömer Kayao ğlu Kötümser iir Kötü talihten yakınılmaktadır.

14 4-5 H. Bilal Küçükkaya Kemaliye’nin Milli Oyunları Makale Kemaliye’nin Milli Oyunları tanıtılmı tır.

23

14 6-7 Rıza Tevfik Bölükba ı Sırası De ğil iir Ta lama tarzında yazılmı bir iirdir.

14 8-10 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput çevresi tanıtılmı tır.

14 11-32 Đmzasız Tunceli Kalkınıyor Haber

14 12-13 Yolcu Harput A ğzı iir Ak temasını i lemektedir.

14 13 Yıldırım Gençosmano ğlu Bölge Radyoları Haber

14 14-17 Fikret Memi oğlu Çemi gezek Makale Çemizgezek hakkında bilgi verilmi tir.

14 18 Yıldırım Gençosmano ğlu Anadolu’nun Fethi iir Kahramanlık ve yi ğitlik teması i lenmi tir.

14 19-21 Cenap Osmano ğlu Sosyal Goncamız Deneme Nasrettin Hoca’nın sosyal hayatımızdaki önemi anlatılmı tır.

14 22 Mehmet Ha met Ki iir air, sevgilisinin kendisini kovmasından yakınmaktadır.

14 23-24 Mehmet Seyda Sanatçının Yayılması Deneme Sanatın ve sanatçının önemine de ğinilmi tir.

14 25-28 Đmzasız Ayın Olayları Haber

14 29 Đmzasız Mektup Haber

14 30 Arif E ğinli Munzur iir Munzur Da ğı konu olarak i lenmi tir.

14 31 Đmzasız Okuyucu Mektubu Mektup

24

15 1 Yeni Fırat Trafik Kazaları Deneme Trafik kazalarının çoklu ğundan bahsedilmi tir.

15 2-3 Fahrettin Kırzıo ğlu Bir Mektup Mektup

15 4 Erdal Ceyhan Harput I ıklar Đçinde iir air Harput’u yardan ayırmadı ğını, onun kadar sevdi ğini söylemektedir.

15 5-10-31- Fikret Memi oğlu Munzur, Harput ve Gölcük Deneme Munzur, Harput ve Gölcük’ün turizme kazandırılması 32 Turizm Bölgemiz gereklili ği anlatılmı tır.

15 11 Ömer Kayao ğlu Olsam iir air olmak istediklerini dile getirmi tir.

15 12-13 O. Ça ğlayan Zati Bey Biyografi Zati Bey tanıtılmı tır.

15 14 Đmzasız Kına Türküsü iir Kına gecesi türküsü olarak yazılmı tır.

15 15-17 Fikret Memi oğlu Süreyya ve Hafız Makale

15 17 Đlkan San Geçti iir Ak konulu bir iirdir.

15 18 Vahap Güray Güzellerin Ömrü iir air bir güzelin üç ya ından yüz ya ına kadarki durumunu iirsel bir üslupla anlatmı tır.

15 19-20 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput çevresi anlatılmı tır.

15 20 Nejat Birdo ğan Ezan iir Ezan sesinin ruhu dinlendirdi ği i lenmi tir.

25

15 21-22 Đmzasız Eskilerden Birer Demet Anı Çayla ilgili bir anıya ve bununla ilgili bir iire yer verilmi tir.

15 22 Reklam

15 23-28 Orhan Buldaç Konut Davamız Makale Konutlar hakkında bilgi verilmi tir.

15 29-30 Đmzasız Ayın Olayları Haber

15 30 Ziya Eser Aynadaki Aksime iir air aynada yüzüne bakarak duygularını dile getirmi tir.

16 1-2 Yeni Fırat Ziraat Fakültesi Elazı ğ’da Makale Elazı ğ’a ziraat fakültesi açılması gereklili ği üzerinde Açılmalıdır durulmu tur.

16 3-4 Fahrettin Kırzıo ğlu Harput Bölgesi Đlbe ğleri Makale Harput Đlbe ğleri hakkında bilgi verilmi tir.

16 4 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Sava Meydanlarının Dili iir Yi ğitlerin sava meydanlarında kahramanlıklar yarattı ğı anlatılmaktadır.

16 5-9 Prof. Ahmet Noyan Dedikodu Sohbet Dedikodu konusu i lenmi tir.

16 8 Cenani Dökmeci Örseler iir Ak ve ayrılık konulu bir iir.

16 10 Ömer Kayao ğlu Harput A ğrısı iir Harput’un sorunları dile getirilmektedir.

16 11-15 Emine Gültekin Fikret ve Akif Makale Tevfik Fikret’in edebi ki ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir.

26

16 16 Arslan Kadıköylü Kaside-i efistan iir eflerin hayatımızdaki rolleri ve önemi abartılı ve kinayeli bir ekilde anlatılmaktadır.

16 17-18 Đmzasız Eskilerden Fıkralar Fıkra Mizah i lenmi tir.

16 18 Mustafa Kayabek Türküler iir Gurbete gidenlerin türkülerle hatırlandı ğı i lenmi tir.

16 19 Tamer Karahasano ğlu Gerçek Dedi ğimiz ey Deneme

16 20 Müslim Gür Ak Me rebi iir Akın önemi anlatılmaktadır.

16 21-24 Cenap Osmano ğlu Harput’ta Meryem Ana Makale Meryem Ana Kilisesi anlatılmı tır. Kilisesi

16 23 Fikret Memi oğlu Arkada lık Kadri iir Arkada lı ğın önemi dile getirilmi tir.

16 25 Mehmet Koçdemir Harput’tan Burdur’a iir Harput’ta görev yapan valinin unutulmadı ğını vurgulamak maksadıyla yazılmı bir iirdir.

16 26-27 H. Bilal Küçükkaya Kemaliye’nin Tarihçesi Makale Kemaliye’nin tarihi hakkında bilgi verilmi tir.

16 27 Đmzasız Tecnisler iir Ak konusu i lenmi tir.

16 28 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Harput Masalı Deneme Harput’un isminin ve tarihinin bugüne geli i ve anlamı üzerinde durulmu tur.

16 29-30 Đmzasız Ayın Olayları Haber

27

16 30 Đmzasız Mayalar iir Sevgiliden ayrı olmanın verdi ği acılar dile getirilmi tir.

16 31-32 M. Hayrettin Abacı Ba lıksız Haber

17 1-3 Đmzasız Atatürk Makale Atatürk çe itli yönleriyle anlatılmı tır.

17 3 Ömer Kayao ğlu Gene On Kasım iir Atatürk’ün ölümünden duyulan üzüntü dile getirilmi tir.

17 4 Ru en E ref Ünaydın Atatürk Anı Atatürk’ün devrimleri ve yaptıkları kıyaslamalı bir ekilde anlatılmı tır.

17 5-6 Bekir Sıtkı Erdo ğan Da ğ Ba ını Duman Almı iir Atatürk’ün ölümünün verdi ği acı anlatılmı tır.

17 7 M. Kemal Atatürk Bursa Nutku Nutuk

17 8-9 Taner Karahasano ğlu Bizi Ba ğıla Atatürk Deneme Gerçek manada Atatürkçülü ğün izahı yapılmaya çalı ılmı tır.

17 9 Ayhan Hünalp Atatürk iir air, Atatürk’ün ba ımızda namus timsali oldu ğunu, onun askerlerinden biri olarak emrinde oldu ğunu anlatıyor.

17 10-11 Haydar Kazgan Atatürk ve Türk Milletinin Deneme Atatürk’ün Türk milleti için önemi anlatılmıtır. Kaderi

17 12-13 Prof. Ahmet Noyan Dalkavuk Sohbet Dürüstlüğün önemi üzerinde durulmu tur.

17 13 Erdal Ceyhan Harput Gelin iir air uzaklardan bir gelin alıp getirdi ğini anlatmaktadır.

28

17 14-16 Fikret Memi oğlu Đlericiler- Gericiler Deneme Đlerici ve gerici diyerek birbirini suçlayan insanlar ele tirilerek herkesin ülke daha fazla çalı ması istenmektedir.

17 16 H. Duman Feryad iir air gençlik günlerini yâd etmektedir.

17 17-18 M. Fahrettin Kırzıo ğlu 450 Yıl Önceki Harput Makale Harput’un eski mahalle ve nahiyeleri anlatılmı tır. Mahalleleri ile Nahiyeleri

17 18 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

17 19-21 Hasip Memi oğlu Almanya Mektubu Mektup Almanya anılarına yer verilmi tir.

17 21-22 Orhan Buldaç Elazı ğ’ın Konut Durumu ve Makale Konut ihtiyaçları hakkında bilgi verilmi tir. 1960-1970 Yılları Arasındaki Konut Đhtiyacı Tahminleri

17 23 Cenani Dökmeci Kaçalım Balam iir Ak teması i lenmektedir.

17 24-28 Emine Gültekin Fikret ve Akif Makale Tevfik Fikret’in edebi ki ili ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir.

17 26 Fikret Memi oğlu Hep ve Hiç iir Her eyi menfaat do ğrultusunda yapan insanlar ele tirilmektedir.

17 29-30 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Ağın Makale Ağın’ın ekonomisi, tarihçesi, okuryazarlık durumu ve co ğrafyası gibi birçok konuya de ğinilmi tir.

29

17 31-32 Đmzasız Ayın Olayları Haber

18 1-2 Yeni Fırat Kültürel merkeziyet Makale Kültürel merkeziyetçili ğin ola ğanüstü durumlar haricinde ülkenin geri kalan kısımlarını daha da geriye götürece ği fikri ilenmi tir.

18 3 Feyzi Halıcı Mevlana Katında 18 Mısra iir Sevgi temalı bir iirdir.

18 4 Prof. Ahmet Noyan Köprü Sohbet Ülkemizdeki hoca ö ğretmen ili kisindeki resmiyet ve uzaklı ğı ele tirmi tir.

18 5-32 Osman Ça ğlayan Ahmet Necip Pa a Biyografi Musiki ustası Ahmet Necip Pa a’nın hayatı ve sanatçı yönü tanıtılmı tır.

18 6 Erdal Ceyhan Bizim iir Deneme iirin çıkmazda olu u divan iirinden uzakla maya ve Anadolu’dan kopmaya ve bazı airlerin sadece birbirlerini dinleyip halktan kopmasına ba ğlamı tır.

18 7 Cenani Dökmeci Bu A k iir air a kın kendisini ne hâle getirdi ğini anlatmaktadır.

18 8-11 Mehmet Seyda Karar Karardır Hikâye Evlenmeyi dü ünen iki gencin ba ından geçen olayların anlatıldı ğı bir hikâyedir.

18 12 Ömer Kayao ğlu Kadınım iir air karısının kendisi için ne kadar de ğerli oldu ğunu anlatmaktadır.

18 13-17 Cenap Osmano ğlu Elazı ğ’da eyh Said Đsyanı Makale eyh Said Đsyanı hakkında bilgi verilmi tir.

30

18 17 Đmzasız Tecnisler iir Ak temalı üç tecnis yer almaktadır.

18 18-19 Yolcu Gençosman Destanı iir Genç Osman’ın kahramanlı ğı destansı bir ekilde anlatılmı tır.

18 20-21 Cenani Dökmeci Harput Çevresinde Gezinti Gezi Yazısı Harput çevresi tanıtılmı tır.

18 22 Niyazi Yıldırım Baykal Gölü iir Baykal Gölü’nün güzelli ği övülmektedir. Gençosmano ğlu

18 23-27 Emine Gültekin Fikret ve Akif Biyografi Akif ile Fikret’in istibdata kar ı aynı fikri savundukları iirlerinden hareketle açıklanmı tır.

18 27 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

18 28 Hadimi Soydal Sılay O Gece iir Ak teması i lenmi tir.

18 28 Ahmet Ara Sen De ğil miydin? iir Ak teması i lenmi tir.

18 29-30 Đmzasız Eskilerden Fıkralar Fıkra Mizah i lenmi tir.

18 31-32 Đmzasız Ayın Olayları Haber

19 3-5 Đmzasız Ne Đstiyor Bu Adamlar Makale Kıbrıs’ta ya ayan Rumların yaptıkları zulümlere de ğinilmi ve Rumların yanılgıları anlatılmı tır.

19 5-6 Đmzasız Bir Vatan Parçası iir Vatan konulu bir iirdir.

31

19 6-9 Fikret Memi oğlu Mevlana Törenleri Deneme Mevlana törenleri anlatılmı ve Mevlana’yı yeteri kadar anlamamız gerekti ği vurgulanmı tır.

19 8 Özbek Đncebayraktar Mevlana iir air Mevlana’ya olan sevgisini dile getirmi tir.

19 10-12 Nurettin Ardıço ğlu Keban Barajı ve Makale Keban Barajı hakkında bilgi verilmi tir. Hidroelektrik Santralı

19 12 Sezai Çöteli Olsun iir air can kö esinin sevgilisinin olmasını istemektedir.

19 13-14 Hasip Memi oğlu Almanya’da Türk Đ çileri Mektup Almanya’daki Türk Đ çilerinin durumları hakkında bilgi verilmi tir.

19 15 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Ant iir air, iirdeki ilkelerini, kendi andını anlatmaktadır. air Đslamiyet için çalı aca ğını belirtmektedir.

19 16-18 Đhsan Turgut Sema ve Figürleri Makale Sema ve figürleri hakkında bilgi verilmi tir.

19 19 Fikret Memi oğlu ükran ve Teselli iir air, kendisine yapılan iyilikleri minnetle andı ğını, tanıdı ğı içli insanlarla teselli oldu ğunu anlatmaktadır.

19 19-20 Cenap Osmano ğlu Vaaz ve Hutbe Makale Atatürk’ün Balıkesir Za ğanos Pa a Camiindeki hutbesine yer verilmi ve vaizin insanlar üzerindeki etkisine de ğinilmi tir.

19 21-24 Đmzasız Rahmi Hocanın Arkada ları Biyografi Rahmi Hoca’nın be arkada ı hakkında bilgiler verilmi ayrıca anılarına yer verilmi tir.

32

19 25-26 Erdal Ceyhan Yarın, Hemen Hikâye Babası ölüm dö eğinde olan yoksul bir gencin dramının anlatıldı ğı hikâyede bu gencin dü tü ğü a k çıkmazı anlatılmı tır.

19 27-28 Orhan Đnceo ğlu Elazı ğ ehir Đçi Dereleri Makale ehrin içinden geçen derelerin tehlikelerinin ortadan Erozyon Ta kın ve Rusubat kaldırılmasıyla ve kontrol altına alınmasıyla ilgili bir Kontrolü Çalı malarında makaledir. Alınan Ara Neticeler

19 29 Đmzasız Yabancı Gözüyle Keban Deneme Kaban barajı konu edilmi tir. Barajı

19 30-31 Đmzasız Ayın Olayları Haber

20 Kapak Đmzasız Halide Edip Adıvar Haber Arkası

20 1-3 Yeni Fırat Kıbrıs Makale O dönemlerde gündemde olan Kıbrıs ile ilgili sorunlardan bahsedilmektedir.

20 3 Cenani Dökmeci Bayrak iir Bayrak sevgisi i lenmi tir.

20 4-5 Baki Süha Edibo ğlu Halide Edip Adıvar Anı Halide Edip Adıvar’ın Sultan Ahmet mitinginden bahsedilmi sonrasında ise hakkında bilgiler verilmi tir.

20 6 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Sürüç Kalesi Önünde iir Balak Gazi’nin Sürüç Kalesi önünde askerleriyle yaptı ğı konu mayı içeren bir iirdir.

33

20 7-9 M. Fahrettin Kırzıo ğlu Salnameler ve 1871 Makale Harput sanca ğı hakkında bilgi verilmi tir. Salnamesinde Harput Sanca ğı

20 8 Erdal Ceyhan Benek iir Ölüm temalı bir iirdir.

20 10 Prof. Ahmet Noyan Ta Deneme Yazar iyi eyler yapmak gerekti ğini ancak bundan rahatsızlık duyacaklarında çıkaca ğını anlatmı tır.

20 11-15 Korkut Özal Keban Barajı Hakkında Makale Keban Barajı konu edilmi tir.

20 13 Ömer Kayao ğlu Yaban Bahçe iir Sonbaharın geli iyle a ğaçların meyvesiz kalması ve yaban hale dönmesi anlatılmı tır.

20 15 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

20 16 Mustafa Kayabek Yurt Türküleri iir Türkülerin güzelli ğinden bahsedilmi tir.

20 17-18 Đmzasız Kıbrıs ve Türkler Sohbet Kıbrıs tanıtılmı , Rumların Kıbrıs’a saldırıları ve yaptıkları katliamlar anlatılmı tır.

20 18 Đmzasız Yayuk Ninnileri iir

20 19-21 Đmzasız Dergilerde Deneme Be derginin tanıtımı yapılmı ve edebiyatımıza katkıları anlatılmı tır.

20 22-24 Đ. H. Suba ı Yakup evki Pa a Anı Yakup evki Pa a hakkında bilgi verilmi tir.

34

20 25-26 Orhan Đnceo ğlu Elazı ğ Civarındaki Erozyon Makale Erozyonla mücadele çalı maları anlatılmı tır. Çalı maları

20 26 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

20 27-29 Đmzasız Eskilerden fıkralar Fıkra Mizah i lenmi tir.

20 28 Đmzasız Havuzba ı Manileri iir Manilere yer verilmi tir.

20 30-31 Đmzasız Ayın Olayları Haber

20 32 Đmzasız Kitaplar Haber

21 1-2 Yeni Fırat Türk Kültürü Makale Okullarda Türk kültürü dersinin okutulması istenmektedir.

21 3 Yolcu Acı Damlalar iir air, ya amının acılar içinde geçti ğini belirterek kaderine sitem etmektedir.

21 4-5 Ömer Seyfettin Keramet Hikâye Halkın türbeler hakkındaki batıl dü ünceleri hem dü ündürücü hem mizahi yönüyle anlatılmı tır.

21 5 Đmzasız Tecnisler iir Ak konusu i lenmi tir.

21 6-7 Vahap Güray Kıbrıs Ko ması iir Kıbrıs’ta yapılan zulümler ve baskılar anlatılmaktadır.

21 8 Turgut Ta öz Güne le Mum Deneme Yapıtların özgün olması gerekti ği vurgulanmı tır.

35

21 9 Ömer Kayao ğlu ah Katı Dü leri iir Đnsanların kötü davranı ları, kula kulluk etmeleri ele tirilmektedir.

21 10-12 Hasip Memi oğlu Fransa Mektubu Mektup Fransa ve Fransızlar hakkında bilgi verilmi tir.

21 13 Fikret Memi oğlu Đngiliz Veznedar ve Yakılan Deneme Paraya çok fazla de ğer verilmemesi dü üncesi Para vurgulanmı tır.

21 14-15 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Ağın Makale Ağın’ın ekonomisi, tarihçesi, okuryazarlık durumu ve co ğrafyası gibi birçok konuya de ğinilmi tir.

21 15 Sıddık Yi ğittop Düzen Bozumu iir air yapmak isteyip de yapamadıklarını anlatmaktadır.

21 16-18 M. Fahrettin Kırzıo ğlu 1871 deki Madenler ve Bunlar Makale Eski madenler hakkında bilgiler verilmi tir. Üzerine Bilgiler

21 19-20 Muzaffer Suphi Çetin Đki Söz Bir Cadı Sohbet Đnsanı di ğer insanlardan ayıran özelliklerin ba ında etkili ve güzel konu ması oldu ğu vurgulanmı tır.

21 21-22 Dr. Mazhar Güner Almanya Mektubu Mektup

21 23-24 A. Yuva Makale Evin de ğerinin anlatıldı ğı bir yazıdır.

21 25-27 Korkut Özal Keban Mansabındaki A ağı Makale Keban Barajı konu edilmi tir Fırat Havzasının Geli me Đmkanları

36

21 28-29 Đmzasız Dergilerde Haber

21 29 Yümni Tekindal Belediye Üstüne iir air belediyeye evine su ba ğlatmak için ba vurmu ancak ba ğlatamamı tır. Bu durumu ele tiren mesnevi nazım ekliyle yazılmı bir hicivdir.

21 30 Ali efik Ayni Baba iir Ayni Baba’ya yazılmı bir iirdir.

21 31-32 Đmzasız Ayın Olayları Haber

22 Kapak Rasim Küçükel Mektup Haber Arkası

22 1-3 Yeni Fırat Yolçatı veya Körba ğırsak Makale Demiryolunun Elazı ğ’dan geçmesi iste ği dile getirilmi tir.

22 4-5 M. Fahrettin Kırzıo ğlu Mamuretülaziz Sanca ğı’nda Makale Mamuretülaziz Sanca ğı’nda Keban Madeni Hümayunu Keban Madeni Humayunu hakkında bilgi verilmi tir.

22 5 Fikret Memi oğlu Derd Orta ğı iir airin e ini övmek için yazdı ğı bir iirdir.

22 6 Turgut Ta öz Bo a Aranmak Deneme Mutsuz insanların mutlulu ğu aramaları anlatılmı tır.

22 7 Ömer Kayao ğlu Ordu Yahut Mehmetçik iir Mehmetçik’in hak yolundaki mücadelesi anlatılmaktadır. Mar ı

22 8-10 Hasip Memi oğlu Do ğu ve Batı Problemi Mektup Do ğu ve Batı problemi konu edilmi tir.

37

22 11-12 A. Karga Sohbet Halk arasında kargaya yakı tırılan kötü isnatlara kar ı çıkılmı bunun tersi fikirler savunulmu tur.

22 12 K. Abbas Altınka Dörtlükler iir Đlk dörtlükte a k teması, ikinci dörtlükte peygamber sevgisi ilenmi tir.

22 13-17 Osman Ça ğlayan Münir Nurettin ve Yahya Makale Her iki isminde musiki yönü hakkında bilgiler verilmi tir. Kemal

22 15 Đlhan Kalaylıo ğlu Ay I ığında iir air gelecekte neler yapmak istedi ğini anlatmı tır.

22 17 Saçlı Hoca Zü ğürtlük iir air zü ğürtlü ğünden yakınmaktadır.

22 18-20 Fethi Ülkü 19. Yüzyıl Sonlarında Makale Vital Cuinet’ten çeviri olan bu yazıda Tunceli’yle ilgili 19. Bugünkü Tunceli’nin Yüzyılda bilgilere ve gözlemlere yer verilmi tir. Durumu

22 20 Reklam

22 21-26 Fikret Memi oğlu Elazı ğ’da Basın Hayatı Makale Elazı ğ’da çıkan dergiler, gazeteler hakkında bilgiler verilmi tir.

22 23 Yolcu Eski Karyolam iir air çocuklu ğundan kalan karyolasının de ğerini yeni anladı ğını belirterek karyolasını övmektedir.

22 27-31 Korkut Özal Su ve Enerji Sahasında Makale Keban Barajı konu edilmi tir. Faaliyet Gösteren Te kilat

38

Hakkında

22 29 Naci Akyol Karabahtım iir air bahtının kötülü ğünden ikâyet etmektedir.

22 31 Đmzasız Yeni Yayımlar Haber

22 32 Đmzasız Ayın Olayları Haber

22 33 Vahap Güray Kıbrıs’ım iir air Kıbrıs’a olan sevgisini dile getirmi tir.

23 1-2 Đmzasız Beyyurdu Garnizonu Makale Beyyurdu garnizonunun ta ınması konusu i lenmi tir.

23 2 Đmzasız Hoyratlar iir Ak temasıyla yazılmı tır.

23 3 Yıldırım N. Gençosmano ğlu Fıratla Hesapla ma iir air Fırat Nehri’nin yıllarca deli gibi aktı ğını ama artık özgürce akamayaca ğını, üzerine baraj yapılınca insanların hizmetinde olaca ğını söylemektedir.

23 4-5 Erdal Ceyhan Bir Ölünün Ya amı Hikâye Maurice Maeterlinck’ten Türkçeye çevrilmi bir hikâyedir.

23 5 Mehmet Fırat Problem iir air sevgilisine do ğruların kesiti ği noktada beraber olabildiklerini söylemektedir.

23 6 Sait Faik Abasıyanık Uçurtmalar Hikâye Yalnızlık konusu i lenmi tir.

23 7-8 Muzaffer Suphi Çetin Kilise Kampanyası Fıkra Kiliselerle ilgili Türkiye aleyhine ba latılan kampanyalara dikkat çekmek istemi tir.

39

23 8 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

23 9 Yolcu eve Manileri iir Ak teması i lenmi tir.

23 10-14 Fikret Memi oğlu Harput’un Me hur Đlim Biyografi 18. yüzyıldan ba layarak Harput’ta ya amı ilim adamları Adamları tanıtılmı tır.

23 12 Rıza Tevfik Bölükba ı Celal Nuri Beyefendiye iir Ta lama tarzında yazılmı bir iirdir.

23 14 F. Atalay Burdurluo ğlu Birsen’e Birinci iir iir Ak temasıyla yazılmı bir iirdir.

23 15-16 Cenap Osmano ğlu eyh Sait Đsyanı Makale eyh Sait isyanı konu edilmi tir.

23 17 Đmzasız Eskilerden Fıkralar Fıkra Mizah i lenmi tir.

23 18-19 Đsmail Sarıca Korkuluklar Hikâye Ate lenmi bir çocu ğun bu sıkıntısını kocakarı yöntemiyle geçirmeye çalı an iki insanın hikâyesi anlatılmı tır. Ailenin yoksullu ğu da dikkati çeken ayrı bir husustur.

23 19 Ömer Kayao ğlu ah Katı Dü leri iir Çıkarları için insanlara e ğilen insanlar ele tirilmi tir.

23 20-23 Prof. Hikmet Binark Đlim ve Teknik Makale Đlim ve tekni ğin sanatla birle irse daha da büyük önem kazanaca ğı vurgulanmı tır.

23 24 Ahmet Kemal Söyle, Söyle!.. iir air bo yere geçen ömrünü ele tirmektedir.

23 25 Nureddin Ardıço ğlu Mektup Mektup

40

23 26-29 Fikret Memi oğlu Saçlı Hoca Biyografi Saçlı Hoca’nın hayatı hakkında bilgilere yer verilmi tir.

23 30-32 Đmzasız Ayın Olayları Haber

23 32 Đmzasız Bize Gelenler Haber

23 33 Fezai Candan Öte iir air canından öte bildi ği de ğerleri anlatmaktadır.

24 1-3 Yeni Fırat Mülkün Temeli Makale Adaletin gereklili ği üzerinde durulmu tur.

24 3 Nedim Orta Yitik Ça ğrı iir air hayatın kendisini yordu ğunu dile getirmi tir.

24 4-5 Muzaffer Suphi Çetin Ormansızlık Tehlikesi Makale Ormanın önemi vurgulanmı tır.

24 6 Bekir Sıtkı Erdo ğan Rüzgar Saatleri iir air rüzgârı bir sevgiliye benzetmi ve bulup kaybetmesinden yakınmı tır.

24 7-8 Erdal Çetin Karanfiller Dü meden Deneme Bir genç kızın iç sıkıntısıyla yo ğunla an hüznünün dı a vurumu anlatılmı tır.

24 9-12 Cenani Dökmeci Mamüre-til Aziz Gezi Yazısı Elazı ğ anlatılmı tır.

24 12 Ali efik Efendi Hacı Baba iir air Hacı Baba’ya olan sevgisini dile getirmi tir.

24 13-15 Prof. Hikmet Binark Đlim ve Teknik Makale Đlim ve tekni ğin sanatla birle irse daha da büyük önem kazanaca ğı vurgulanmı tır.

41

24 16 Kamil U ğurlu Đğ ci Baba iir Ak temasıyla yazılmı bir iirdir.

24 17-18 Đsmail Sarıca Kaçak Hikâye Evden kaçıp evlenemeyen iki gencin hikâyesi anlatılmı tır.

24 18 Đmzasız Hoyratlar iir Ak konusu i lenmi tir.

24 19-23 Fikret Memi oğlu Harput’un Me hur Đlim Biyografi 18. yüzyıldan ba layarak Harput’ta ya amı ilim adamları Adamları tanıtılmı tır.

24 24 Erdal Ceyhan Yorgun Geli iir Ak temasıyla yazılmı bir iirdir.

24 25-26 Đmzasız Baba Ö ğüdü Kıssadan Hisse Dostlu ğun önemi anlatılmı tır.

24 27-31 Fikret Memi oğlu Saçlı Hoca Biyografi Saçlı Hoca’nın hayatı hakkında bilgilere yer verilmi tir.

24 32 Đmzasız Bize Gelenler Haber

25 1 Yeni Fırat Fetih Günü Makale Harput’un fethinin yıldönümü nedeniyle kutlama niteli ğinde bir yazıdır.

25 2-12 Đmzasız Harput Elazı ğ Rehberi Makale Elazı ğ ve Harput hakkında bilgi verilmi tir.

25 13 Fikret Memi oğlu Baraj Destanı iir Keban Barajı’na övgü yapılmı tır.

25 14-16 Đmzasız Harput Adı Makale Harput adıyla ilgili bilgilere yer verilmi tir.

25 17-21 Đmzasız Harput Elazı ğ Folkloru Makale Harput Elazı ğ Folkloruyla ilgili bilgilere yer verilmi tir.

42

25 22 Cenani Dökmeci Dutunu’dan Türkü iir Dutun güzelli ğinden bahsedilmi tir.

25 23-26 Mehmet Yıldız Harput Konakları ve Evleri Makale Harput konakları ve evleri tanıtılmı tır.

25 26 Đmzasız Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

25 27 Vahap Güray Çocuk Sevgisi iir Çocuk sevgisi dile getirilmi tir.

25 28-31 Đmzasız Elazı ğ’ın Kurulu u Makale Elazı ğ’ın kurulu u hakkında bilgi verilmi tir.

25 31 Sezai Çöteli Varlık Nisbeti iir Đnsan olabilme vasıfları i lenmi tir.

25 32 Yümmü Tekindal Olur iir Sevgiliye sitem dile getirilmi tir.

25 32 Tülay Đ bil Köydeki Bacım iir air kız karde ine olan sevgisini dile getirmi tir.

26 1-3 Đmzasız Keban Barajı ve Günlük Makale Üç ba lıkta toplanan yazıda vatan sevmek, vatanı Meseleler kalkındırmak, kalkınmanın yolu ve çaresi olarak vatana hizmet etmek gereklili ği üzerinde durulmu tur.

26 4 Hicabi Karaçorlu Baraj Güzellemesi iir Keban Barajı’na olan sevgi dile getirilmi tir.

26 5-6 Nazif Sürel Keban Dolayısı Đle Makale Keban Barajı konu edilmi tir. Elazı ğlıların Görevleri

26 7 Cenani Dökmeci Yıkılan Harput iir Harput’un eski günlerine olan özlem dile getirilmi tir.

43

26 8 Dr. Gültekin Caymaz Kader ve Sebep Makale Kader deyip hiçbir ey yapmamak de ğil; elimizden gelenin en iyisini yapmak gerisini Allah’a bırakmak gereklili ği vurgulanmı tır.

26 9-10 ükrü Kacar Kendimize Dönelim Deneme Kültürümüze sahip çıkmak gereklili ği üzerinde durulmu tur.

26 10 Yahya Kemal Rübailer iir

26 11-14 M. Fahrettin Kırzıo ğlu Harput Mamuretil’aziz Makale Harput Mamuretil’aziz eriyeye Sicilleri hakkında bilgi eriyeye Sicilleri verilmi tir.

26 14 Yolcu Ko ma iir air eski günlerine olan özlemini dile getirmektedir.

26 15 Ahmet Kabaklı Đlim ve E ğitim Deneme Eğitim sistemi ele tirilmi tir.

26 16-17 Hasip Memi oğlu Bir Babadan O ğluna Mektup Mektup Bir babanın o ğluna mektubu yer almı tır.

26 18-20 M. Suphi Çetin Bir Reformiste Cevap Deneme

26 21-24 Cenap Osmano ğlu Dar Bölge, Geni Bölge De ğil, Deneme Dar bölge ve geni bölge milliyetçili ği ele tirilerek, vatanın Bütün Ülke top yekûn kalkınması fikri esas olmalıdır dü üncesi savunulmu tur.

26 25-28 Fikret Memi oğlu Ali efik Hoca ve Biyografi Ali efik Hoca’nın ya amı hakkında bilgiler verilerek Öğretmenlik anılarıyla ö ğretmeli ği de anlatılmı tır.

26 29-30 Đmzasız Elazı ğ Lisesi Okul Aile Birli ği Haber

44

Toplantısı

26 31 Đmzasız Đl Haberleri Haber

26 32 Đmzasız Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

27 1-3 Yeni Fırat Fetih ve Fatih Makale Türk dünya tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in ve Đstanbul’un fethinin önemi üzerinde durulmu tur.

27 3-5 Fikret Memi oğlu Feth-i Mübin iir Fatih Sultan Mehmet’e olan yo ğun sevgiyi dile getiren ve üstün özelliklerini anlatan bir iirdir.

27 6-7 ükrü Kacar Türk Kültürü Deneme Kültürüne sahip çıkan bir Türkiye’nin güçlü olaca ğı fikri ilenmi tir.

27 7 Gürbüz enkal Baraj Öksüzleri Deneme Keban Barajı’nda ma ğdur olan ki iler konu edilmi tir.

27 8 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Balak Gazi Destanından iir Balak Gazi’ye olan sevgi dile getirilmi tir.

27 9-11 M. Suphi Çetin Bir Reformist’e Cevap Makale

27 12-13 Murat Muz Keban Barajı ve Elazı ğ Makale Keban Barajı ve Elazı ğ anlatılmı tır.

27 13 Cenani Dökmeci Bir Lokma Đçin iir Đnsanların geçimini yapmak için gösterdi ği çabalar dile getirilmi tir.

27 14-15 ükrü Kaçar Harput’a A ğıt iir Harput’un viran olu una olan üzüntü dile getirilmi tir.

45

27 15-22 Dr. Đlhan Akçay Harput’ta Ulu Cami Makale Harput Ulu Cami hakkında bilgi verilmi tir.

27 20 Mithat Yılmaz Ters Sone iir Ak amın ve gecenin air üzerindeki etkileri dile getirilmi tir.

27 23-25 Hasip Memi oğlu Zararın Neresinden Dönülse Sohbet- Anı Okul e ğitiminin önemi üzerinde durulmu tur. Kardır

27 25 Arif Eren Borç iir Hayatın bir borç oldu ğu dile getirilmi tir.

27 26-27 Cenap Osmano ğlu Ba ıbo Kamyon ve Kanun Sohbet Otoyollarda kamyonların kurallara uymaması ele tirilmi tir.

27 27-29 Mustafa Temizer Beslenme ve Elazı ğ Makale Hayvancılık konusu i lenmi tir. Çevresinde Hayvancılık

27 30-31 Đmzasız Mustafa Kökok Biyografi Halk airi Mustafa Kökok hakkında bilgiye ve bir iirine yer verilmi tir.

27 32-33 Đmzasız Đl Haberleri Haber

28 3-4 Đmzasız Teknik Üniversite’den Keban Makale Kaban Barajının yapılma kararının alınmasından sonra Barajı’na teknik bir üniversitenin Elazı ğ’da açılması zorunlulu ğu üzerinde durulmu tur.

28 4 Fikret Memi oğlu Baraj Destanı iir Barajın yapılmasına olan sevinç dile getirilmi tir.

28 5-7 Süleyman Demirel Keban Barajı Makale Keban Barajı konu olarak i lenmi tir

46

28 7 Cenani Dökmeci Fıratla Söyle me iir Fırat Nehri’nin üzerine kurulacak olan Keban Barajı’yla ilgili Fırat’la konu ulmu tur.

28 8-12 Đbrahim Deriner Keban Barajı Makale Keban Barajı konu olarak i lenmi tir.

28 12 Ömer Kayao ğlu Keban’da iir Keban’a övgü yapılmı tır.

28 13-16 Fikret Memi oğlu Keban Sohbet Keban konu olarak i lenmi tir.

28 16 Nejat Birdo ğan Murat Kıyısından Süleyman iir air, Süleyman ah’a olan sevgisini dile getirmi tir. aha

28 17-20 Korkut Özal Keban Barajı Hakkında Makale Keban Barajı konu edilmi tir.

28 21 Yıldırım Gencosmano ğlu Keban Güzellemesi iir Keban olan sevgi dile getirilmi tir.

28 22 Đmzasız Yabancı Gözüyle Keban Deneme Keban Barajı konu edilmi tir. Barajı

28 23 C. Ertan Murad’a Ö ğütler iir Murat Nehrine canlar almaması için ö ğütler verilmi tir.

28 23 Đmzasız N. Ardıço ğlu’nun Basın Haber Toplantısı

28 24-26 Elazı ğ Basını Teknik Üniversite için Bildiri Haber

28 27-28 Đmzasız Ayın Olayları Haber

47

28 29-30 Cenap Osmano ğlu Tarih Boyunca Suyun Önemi Deneme Suyun önemi anlatılmı tır.

Harput Ulu Camii mimarisi hakkında bilgi verilmi tir. 28 30-31 Dr. Đlhan Akçay Ulu Camideki Minberin Makale Tezyini Özellikleri

29 3-5 Đmzasız Özgerlik ve Özgürlük Makale Özgerlik ve özgürlü ğün iç içe geçmi oldu ğu ve bunlar olmazsa toplumun gerçek düzene kavu amayaca ğı vurgulanıyor.

29 5 Yolcu Dü Gibi iir air sevgilisine olan özlemini dile getirmi tir.

29 6 Nurettin Ardıço ğlu Urartu Kralı Menua’ya Ait Makale Urartu Kralı Menua’ya ait kitabe hakkında bilgi verilmi tir. Kitabe

29 7 Cenani Dökmeci Bahar Uyanı ı iir Baharın geli i anlatılmı tır.

29 8 Ferhan Ek Keban’da Bulunan Makale Keban Barajı konu edilmi tir. Prehistorik Ma ğara

29 9 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Balak Gazi Konu tu iir Balak Gazinin a ğzından vatan sevgisi dile getirilmi tir.

29 9-11 Edip Memi oğlu Amerika Mektubu Mektup Yazar Amerika’da ya adıklarını anlatmıtır.

29 11 Mustafa Kökok Bir Gün iir Ölümün bir gün gelece ğini dolayısıyla herkesin buna hazırlık yapması ve kötülüklerden uzak durması gerekti ği vurgulanmı tır.

48

29 12-13 Ali Rıza Alp Öğretmenlerin Milli Sohbet Öğretmen konulu bir yazıdır. Gösterileri Hakkında

29 13 Anonim Civan Ömrü iir Bir kadının 10 ya ından ölümüne kadar olan hayatı anlatılmı tır.

29 14-15 Vecihi Timuro ğlu Sanatta Anlamsızlıkla Biçim Deneme Sanat konusu i lenmi tir. Bozma

29 15 Ömer Kayao ğlu Sezemedim iir air olanlar kar ısındaki çaresizli ğinden bahsetmi tir.

29 16-17 Cenap Osmano ğlu Tunceli’nde Tarih Deneme Tunceli hakkında bilgi verilmi tir.

29 18-20 Đhsan Hisarlı Gerçekle en Efsane Sohbet Keban Barajı anlatılmaktadır.

29 21 Fethi Alay Ba lıksız Mektup Fikret Memi oğlu’na yazılmı bir mektuptur.

29 22-28 Fikret Memi oğlu Evliya Çelebi Aramızda Sohbet Halk ozanı Talibi Co kun’un hayatı anlatılmı ve bazı iirlerine yer verilmi tir.

29 29-30 Zülfü Güler Hacı Hayri Bey Biyografi Hacı Hayri Bey hakkında bilgi verilmi tir.

29 31 Đmzasız Đl Haberleri Haber

30 3-6 Đmzasız Aile Bahçesi Alevi Bohçası Makale Alevili ği propaganda aracı edip ayrımcılık yapanlara ele tiri yapılmı tır.

49

30 6 Yolcu Bir Martı Uçtu Gölcükten iir air, Hazar Gölüne olan sevgisini dile getirmi tir.

30 7-8 Nurettin Ardıço ğlu Tılsımlı Ayna Makale

30 8 Hicabi Karaçorlu Çayda Çıra Destanı iir Çayda çıra destanına övgü yapılmı tır.

30 9-11 Đhsan Hısarlı Gerçekle en Efsane Sohbet Keban Barajı anlatılmaktadır.

30 12-13 Đmzasız Maden Köylerinde Yirmibir Anı Anılara yer verilmi tir. Gün

30 14 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Anadolu Destanından iir Türklerin kahramanlıkları dile getirilmi tir.

30 15-18 Fikret Memi oğlu iir Hakkında Dü ünceler Makale Yazar, iir hakkında farklı dü üncelerini dile getirmi tir.

30 19-20 Süleyman Akman Kitaplar Haber

30 21 Haydar Duman Hale Münasip Gazel iir Hiciv eklinde bir gazelle air kendini ele tirmi tir.

30 22-24 Fikret Memi oğlu Göç Destanı Çayda Çıra Makale

30 24 Gönül Aygün Harput Özlemi iir Harput’a olan özlem dile getirilmi tir.

30 25-29 Zülfü Güler Hacı Hayri Bey Biyografi Hacı Hayri Bey hakkında bilgi verilmi tir.

30 29 A. Tanel Ömer Küçük Satıcıların Evreni iir Küçük satıcı çocukların kazandıkları paralarla nasıl bir hayal dünyasına daldıkları anlatılmaktadır.

50

30 30 Dr. Edip Memi oğlu Harput’a Mektup Mektup Harput’a özlem dile getirilmi tir.

30 31 Đmzasız Halk airleri iir Đki iire yer verilmi tir.

30 32 ükrü Kacar Türkülerin Dili Deneme Türkülerin kendine has bir dili oldu ğu ve bu dilin özel oldu ğu vurgulanmı tır.

30 33 Emin Orhan Okuyucu Mektubu Mektup Okuyucu mektuplarına yer verilmi tir.

31 3 Yeni Fırat ehitlik Ayaklar Altında Makale ehitli ğe gereken önemin verilmedi ğinden yakınılmı tır.

31 4 Yolcu Yas Destanı iir Bir depremin ardından duyulan üzüntü dile getirilmi tir.

31 5-6 Orhan Buldaç Keban Barajı’nın Tesirleri Makale Keban Barajı konu alınmı tır.

31 6-7 Ömer Kayao ğlu Đstanbul Mektubu Mektup

31 8 Ferhan Ek Keban Barajı ve Eski Eserler Makale Keban Barajı ve eski eserler hakkında bilgi verilmitir.

31 9-12 Fikret Memi oğlu Nazım Hikmet Biyografi Nazım Hikmet hakkında bilgi verilmi tir.

31 12-13 Hur it Saim Nice’te Türk Oyuncuları iir Fransa’daki Türk oyuncular konu edilmi tir.

31 13-14 ükrü Kacar Eğitimde Disiplin Deneme Modern e ğitimde disiplinin önemi üzerinde durulmu tur.

31 14 Đmzasız Mayalar iir Ak konusu i lenmi tir.

31 15-16 Fikret Memi oğlu Göç Destanı Çayda Çıra Makale

51

31 16 Cenani Dökmeci Türkülerimiz iir Türkülerin gönlümüzdeki yeri iirle tirilmi tir.

31 17-18 Ramazan Demir Bir Millet Nasıl Çöker Deneme Benli ğinden uzakla an milletlerin çökece ğinden bahsedilmektedir.

31 18-21 Zehra Do ğan Elazı ğ ve Harput’un Özel Yemek tarifi Elazı ğ ve Harput yemekleri tanıtılmı tır. Yemekleri

31 22-23 Đhsan Hisarlı Gerçekle en Efsane Sohbet Keban Barajı anlatılmaktadır

Oya Yavuzer 31 24 Melahat Macit Maden Köylerinde Yirmibir Anı Anılara yer verilmi tir Gün

31 25 Đmzasız Beyyurdu Garnizonu Deneme ehir içinde kalan kı lanın Beyyurdu’na ta ınması gereklili ği üzerinde durulmu tur.

31 26-27 Kadircan Kaflı Đstanbul’da Kuzey Kafkasya Haber

31 27 Tercüman Göçmenlerin Yürüyü ü ve Haber Milli Oyunlar

31 28-29 Cenap Osmano ğlu Kadı Burhaneddin Biyografi Kadı Burhanettin hakkında bilgi verilmi tir.

31 29-30 Đmzasız 34. Dil Bayramı Deneme Dil devriminin bilimsel ve ulusal bir zorunlulu ğun sonucu oldu ğu vurgulanmı tır.

31 30 Đmzasız Maniler iir Ak konusu i lenmi tir.

52

31 31-33 Đmzasız Te ekkür mektupları Mektup

31 33 N. Yıldırım Gençosmano ğlu Akın iir Türklerin geçmi te yaptıkları akınlara övgü dile getirilmi tir.

31 Arka Đmzasız Tüh Fele ğe Haber Elazı ğ’da meydana gelen deprem haberi verilmi tir. Kapak

32 3 Đmzasız Densizlik ve Arsızlık Makale Densiz ve arsız diyerek a ırı sa ğ ve sol akımlara kendini kaptırıp araya nifak sokan ki ileri ele tirmi tir.

32 4 Yolcu Bakın da Görün iir Sevdi ği kızın ba kasıyla evlenmesinin ardından içine dü tü ğü kederi anlatan bir iirdir.

32 5-6 Zeki Velidi Togan Türk Dilinin Korunması Makale Türk dilinin korunması hakkında bilgi verilmi tir.

32 7 Haydar Duman Mu Türküsü iir Yemende ehit olan insanların ardından duyulan üzüntü dile getirilmi tir.

32 8-11 Cenap Osmano ğlu Harput Çevresindeki Kaleler Makale Harput çevresindeki kaleler ve beylikler anlatılmı tır. ve Be ğlikler

32 12-15 Fikret Memi oğlu Göç Destanı Çayda Çıra Makale

32 15 Cenani Dökmeci Apaydınlık iir air sıkıntıların hep üstüne geldi ğini söylemektedir.

32 16-17 Süleyman Akman Gündelik Günlük

53

32 18 Mehmet ahin Selsebil iir Fatiha, Kevser ve Đhlas suresi üzerine yazılmı üç iirden olu maktadır.

32 19-21 Đhsan Hisarlı Gerçekle en Efsane Sohbet Keban Barajı anlatılmaktadır.

32 21 Hicabi Karaçorlu Lüzum Kalmadı iir Sıkıntıların doru ğuna gelinmi bir ruh hâli yansıtılmı tır.

32 22-23 Đmzasız Maden Köylerinde Yirmibir Anı Anılara yer verilmi tir Gün

32 23 Fethi Ba ak Đzmir Mektubu Mektup

32 24-29 Đmzasız Anadolu’dan Sesler Sohbet

32 25 Đmzasız Đl Haberleri Haber

32 26 Mithat Yılmaz Gittikçe Hızlı Hikâye

32 27-32 Đlhan Akçay Pertek Til Köyü Eserleri Makale Pertek Til Köyü’ndeki mimari eserler tanıtılmı tır.

32 32 Fikret Memi oğlu Mehter Mar ı iir Mehter mar ına övgü yapılmı tır.

32 33 Nejat Birdo ğan Van Mektubu Mektup

33 3-5 Đmzasız Atatürk ve Türkçemiz Makale Atatürk’ün Türk diline verdi ği önem anlatılmı tır.

33 6 Orhan aik Gökyay Ağıt- Destan iir Vatan temalı bir iirdir.

54

33 7-8 B. Gürdo ğan Cüzzamdan Korkmayalım Makale Cüzzam hastalı ğı hakkında bilgi verilmi tir.

33 9-10 Dr. Richard Hehl Ba lıksız Makale

33 11 Yolcu Yar Ardından Ko ma iir Ak temalı bir iirdir.

33 12-13 Nureddin Ardıço ğlu Harput’ta Artuko ğulları Makale Harput’ta Artuko ğulları devrine ait eserler hakkında bilgi Devrine Ait Eserler verilmi tir.

33 13 Cenani Dökmeci Oya iir air el sanatlarından olan oyada i lenen nakı ların anlamlarını iirle dile getirmi tir.

33 14-19 Nejat Birdo ğan Halk Edebiyatımızda Yar ve Makale Halk Edebiyatımızda Yar ve Dost Geli inin eserlerde i leni i Dost Geli i açıklanmı tır.

33 20-24 M. Suphi Çetin Bir Reformiste Cevap Makale

33 24 Mithat Yılmaz Uzaktan iir air Harput’un virane olu una olan üzüntüsünü dile getirmi tir.

33 25-26 Yavuz Sultan Selim Çemi gezek Kanunu Hukuk

33 27 Mustafa Kökok Osman Bedri Hazretleri iir air Hafız Osman’a olan sevgi dile getirilmi tir.

33 28-29 Đlhan Akçay Elazı ğ Vilayetinde Eski Türk Makale Elazı ğ’daki eski kütüphaneler tanıtılmı tır. Kütüphaneleri

55

33 29 Đmzasız Büyük Ceviz Manileri iir Ak konusu i lenmi tir.

33 30 Hur it Saim Felsefik Dü ünceler Deneme Deneme çevirisi yapılmı tır.

Oya Yavuzer 33 31 Maden Köylerinde Yirmibir Anı Anılara yer verilmi tir Melahat Macit Gün

33 32-33 Đhsan Hisarlı Gerçekle en Efsane Makale Gerçekle en efsane Keban Barajı’dır.

34 1 Hafız Osman Öge Dua ve Sena iir

34 3-5 Đmzasız Öğretmen ve Eseri Makale Öğretmenli ğin zorlu ğundan ve ö ğretmenin üzerine dü en görevler anlatılmı tır.

34 5 Fikret Memi oğlu Sema Kainatı iir Sema törenlerinin anlatıldı ğı iirde air kendini bir Mevlevi gibi görmü tür.

34 6-9 Fikret Memi oğlu Hikmetoviç Verzanski Biyografi Nazım Hikmet hakkında bilgi verilmitir.

34 9 Ömer Kayao ğlu Ya amak iir iirde iki insan tipi kar ıla tırılmı tır.

34 10-11 Đlhan Akçay Harput Kütüphanesi Makale Harput Kütüphanesi hakkında bilgi verilmi tir.

34 12 Niyazi Gençosmano ğlu Aman Dinlemez iir Kahramanlık teması i lenmi tir.

34 13-14 Đmzasız Mazgirt Makale Mazgirt konu edilmi tir.

56

34 15-17 Cenani Dökmeci Bizim Dilden Bizim Köy iir air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir.

34 18-19 Süleyman Akman Gündelik Günlük

34 19-20 Hicabi Karaçorlu Harput’a Kurban iir Harput’a olan sevgi dile getirilmi tir.

34 20-22 Mithat Yılmaz Gong Soka ğı Hikâye

34 23-24 Fethi Ba ak Đzmir Mektubu Mektup

34 24 Mehmet ahin Ben De ğildim iir Farklı ya amlara sahip insanlar konu turulmu tur.

34 25 Tatlı Sert Ramazan Hazretlerine iir Fakir insanların Ramazan ayı gelince sıkıntıları mizahi bir dille anlatılmı tır.

34 26 Cevdet Memi oğlu Geçmi den Hatıralar Anı Anılara yer verilmi tir.

Oya Yavuzer 34 27 Maden Köylerinde Yirmibir Anı Anılara yer verilmi tir. Melahat Macit Gün

Cenap Osmano ğlu 34 28-31 Çemi gezekten Sesler Derleme Çemizgezek’le ilgili bilgilere yer verilmi tir.

Đmzasız 34 32-33 Đl Haberleri Haber

Đmzasız 34 33 Okuyucuya Mektup Mektup Okuyucu mektuplarına yer verilmi tir.

Dr. Ali Đsmailo ğlu 35 4 Okuyucu Mektubu Mektup

57

Yeni Fırat 35 5-7 Çılgın Gençlik, Olgun Gençlik Makale Gençli ğin bir milletin gelece ğindeki önemi üzerinde durulmu tur.

Cenani Dökmeci 35 8-9 Bizim Dilden Bizim Köy iir air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir.

Gültekin Caymaz 35 10-15 Peyagamber Đsa’nın Vazifesi Makale Din konulu bir makaledir.

Fikret Memi oğlu 35 15 Söz Damlası iir air, iç sıkıntısını dile getirmi tir.

Hur it Saim 35 16 ehit Ö ğretmen Naci Đçin iir Bir trafik kazasında hayatını kaybeden Ö ğretmen Naci için yazılmı bir iirdir.

Fikret Memi oğlu 35 17-19 Nezım Hikmet Rıza Tevfik Deneme Üç airin dili kullanmadaki ustalıkları üzerinde durulmu tur. Mehmet Akif

Adnan Đnanlı 35 20 Sende Ya amak iir Ak temasıyla yazılmı bir iirdir.

Süleyman Akman 35 21-23 Gündelik Günlük

Fethi Kanmaz 35 23 Varmaz iir Sevgiliye duyulan özlem dile getirilmi tir.

Edip Memi oğlu 35 24-26 Kanada Mektubu Mektup Yazar, Kanada’da ya adıklarını anlatmı tır.

Yolcu 35 27 Teselli ve Temenni iir air sevgilisinden beklentilerini dile getirmi tir.

Đlhan Akçay 35 28-30 Ulu Cami Makale Harput Ulu Camii mimarisi hakkında bilgi verilmi tir.

58

Đlhan Akçay F. Memi oğlu 35 31-33 Kara Cem it Bey Türbesi Makale Elazı ğ – Palu’daki Kara Cem it Bey Türbesi hakkında bilgi verilmi tir.

Zeki Co kun 35 34 Elhac Osman A ğa Biyografi Elhac Osman A ğa hakkında bilgi verilmi tir.

Bekir Karacao ğlu 35 35 Yılba ı Anıları iir Yılların insan üzerindeki etkileri dile getirilmi tir.

Fethi Ülkü 35 36-37 Halk E ğitimi ve Prensipleri Makale Halk e ğitimi ve prensipleri konu edilmi tir.

Burhan Gürdo ğan 35 38-39 Do ğu – Batı Deneme Yazar, Do ğu ile Batı hakkında dü üncesini dile getirmi tir.

C. M. 35 39 Davul Temposu iir Davulun sesinin air üzerindeki etkisi dile getirilmi tir.

Đmzasız 35 40 ehriye Gecesi Haber

Burhan Gürdo ğan 35 41-42 Karde Mektubu Mektup Karde konusu i lenmi tir.

Prof. Dr. Kemal Gökçe 36 3-6 Do ğuda Kurulacak Yeni Bir Makale Do ğuda kurulması planlanan üniversitenin Elazı ğ’a Üniversitenin Yeri Elazı ğ kurulması gerekti ği nedenleriyle ortaya konulmaktadır. Olmalıdır

Hafız Osman Öge 36 6 Eski Harput’la Ba ba a iir air iirinde Harput’un eski günlerini özlemektedir.

Đmzasız 36 7-8 Açık Oturum Haber

Đmzasız 36 9-11 Kurul Raporu: Elazı ğ Haber

59

Cenani Dökmeci 36 12-13 Bizim Dilden Bizim Köy iir air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir.

Fikret Memi oğlu 36 13-17 Sanatın Kaçı ı Makale Sanatın her geçen gün gücünü kaybetti ği vurgulanmı tır.

Ka mero ğlu 36 18 Belli De ğil iir Ya anan devrin bozuklu ğu eski günlerle kıyaslanarak dile getirilmi tir.

Ramazan Demir 36 19-20 Felsefesiz Gençlik Makale Bozulan gençlik ele tirilmi ve bozulma nedenleri ortaya konmu tur.

Fethi Ba ak 36 21 Gösteri / Rüzgar / O Kadar iir Farklı konularda üç iire yer verilmi tir. Tabii

Cenap Osmano ğlu 36 22-25 Palu ve Kara Cem it Bey Makale Kara Cem it Bey konu edilmi tir.

Genç Osmano ğlu 36 26-28 Kulu A ğa ve Çarsancak Makale Kulu A ğa ve Çarsancak Beyleri konu edilmi tir. Beyleri

Adnan Đnanlı 36 28 Geli in / Ölürüm iir air sevilisine olan sevgisini dile getirmi tir.

Đmzasız 36 29-32 Her Đlçeden Bir Gülce Fıkra Mizah yapılmı tır.

Đmzasız 36 33 Okuyucu Mektubu Mektup

Đmzasız 36 34 Kurum ve Durum Deneme Derginin yayınına ara verece ği bildirilmi tir.

60

II. BÖLÜM

ĐNCELEME

(YEN Đ FIRAT DERG ĐSĐNĐN TAHL ĐLÎ F ĐHR ĐST Đ)

61

1. YAZAR ADINA GÖRE YAZILAR Abacı, Hayrettin, M., Bilmece, nr. 13, Temmuz 1963, s. 27 (Bilmece tarzında bir iirdir).

Abacı, Hayrettin, M., Köyü ve Köylüyü Kalkındırmak, nr. 11, Mayıs 1963, s. 8 (Memleketin gerçek sahibinin köylü oldu ğunu savunan yazar, köyün ve köylünün kalkındırılmasının aynı zamanda ülkenin de kalkınması demek oldu ğunu söylemektedir).

Abasıyanık, Sait Faik, Uçurtmalar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 6 (Yalnızlık konusu ilenmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan, Elazı ğ Vilayetinde Eski Türk Kütüphaneleri, nr. 33, Kasım 1966, s. 28 (Elazı ğ’daki eski kütüphaneler tanıtılmı tır).

Akçay, Dr. Đlhan, Harput Kütüphanesi, nr. 34, Aralık 1966, s. 10 (Harput Kütüphanesi hakkında bilgi verilmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan, Harput’ta Ulu Cami, nr. 27, Mayıs 1966, s. 15 (Harput Ulu Cami hakkında bilgi verilmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan, Kara Cem it Bey Türbesi, nr. 35, Ocak 1967, s. 31 (Elazı ğ – Palu’daki Kara Cem it Bey Türbesi hakkında bilgi verilmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan, Mazgirt, nr. 34, Aralık 1966, s. 13.

Akçay, Dr. Đlhan, Pertek Til Köyü Eserleri, nr. 32, Ekim 1966, s. 27 (Pertek Til Köyündeki mimari eserler tanıtılmı tır).

Akçay, Dr. Đlhan, Ulu Camideki Minberin Tezyini Özellikleri, s. 28, Haziran 1966, nr. 30 (Harput Ulu Cami hakkında bilgi verilmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan: Ulu Cami, Yeni Fırat, nr. 35, Ocak 1967, s. 28 (Harput Ulu Cami hakkında bilgi verilmi tir).

Akman, Süleyman, Gündelik, nr. 32, Ekim 1966, s. 16.

Akman, Süleyman, Gündelik, nr. 34, Aralık 1966, s. 18.

Akman, Süleyman, Gündelik, nr. 35, Ocak 1967, s. 21.

62

Akman, Süleyman, Kitaplar, nr. 30, Ağustos 1966, s. 19.

Akyol, Naci, Kara Bahtım, nr. 22, Nisan 1964, s. 29 ( air bahtının kötülü ğünden ikâyet etmektedir).

Alo , Mektup, nr. 7, Ocak 1963, s. 19 (Elazı ğ a ğzıyla yazılmı mizahi bir mektuptur).

Alp, Ali Rıza, Öğretmenlerin Milli Gösterileri Hakkında, s. 29, Temmuz 1966, nr. 12.

Altay, Fethi, Ba lıksız, nr. 29, Temmuz 1966, s. 21 (Fikret Memi oğlu’na yazılmı bir mektuptur).

Altınka , K. Abbas, Dörtlükler, nr. 22, Nisan 1964, s. 12 ( Đlk dörtlükte a k teması, ikinci dörtlükte peygamber sevgisi i lenmi tir).

Anonim, Civan Ömrü, nr. 29, Temmuz 1966, s. 13 (Bir kadının 10 ya ından ölümüne kadar olan hayatı anlatılmı tır).

Ara , Ahmet, Sen De ğil miydin?, nr. 18, Aralık 1963, s. 28 (Ak teması i lenmi tir).

Ardıço ğlu, N. , N. Ardıço ğlu’nun Basın Toplantısı, nr. 28, Haziran 1966, s. 23.

Ardıço ğlu, Nureddin, Harput Hükümdarı Artuk ah’a Ait Tılısımlı Ayna, nr. 30, Ağustos 1966, s. 7.

Ardıço ğlu, Nureddin, Harput’ta Artuko ğulları Devrine Ait Eserler, nr. 33, Kasım 1966, s. 12.

Ardıço ğlu, Nureddin, Sayın Cumhurba kanı, Sayın Ba bakan, nr. 23, Mayıs 1964, s. 25.

Ardıço ğlu, Nurettin, Urartu Kralı Menua’ya ait Kitabe, nr. 29, Temmuz 1966, s. 6.

Arkeolog, Ek, Ferhan, Keban Barajı ve Eski Eserler, nr. 31, Eylül 1966, s. 8.

Arkeolog, Ek, Ferhan, Keban’da Bulunan Prehistorik Ma ğara, nr. 29, Temmuz 1966, s. 8.

Arsoy, Yesari Asım, Mektup, nr. 36, Eylül 1967, s. 2.

Atatürk, Kemal Mustafa, Bursa Nutku, nr. 17, Kasım 1963, s. 7.

63

Ate , Süleyman, Đslam Ahlakından Đki Örnek, nr. 8, ubat 1963, s. 5 (Bazı sahabelerin Müslüman olduktan sonra çekti ği sıkıntılar ve bu sıkıntılar kar ısında takındıkları tavırlara yer verilmi tir).

Ate , Süleyman, Đslam Demokrasi, nr. 6, Ocak 1962, s. 12-31 ( Đslam’da demokrasi konusu ele alınmı tır).

Ate , Süleyman, Đslam Demokrasisi, nr. 7, Ocak 1963, s. 12 ( Đslam’da demokrasi konusu ele alınmı tır).

Aygün, Gönül, Harput Özlemi, nr. 30, Ağustos 1966, s. 24 (Harput’a olan özlem dile getirilmi tir).

Ba ak, Fethi, Đzmir Mektubu, nr. 34, Aralık 1966, s. 23.

Ba ak, Fethi, efika, nr. 2, Haziran 1962, s. 19 (Deli olarak bilinen efika adındaki bir kadının o ğlu için yaptı ğı fedakârlıkların anlatıldı ğı bir hikâyedir).

Ba ak, Fethi, iir, nr. 36, Eylül 1967, s. 21 (Farklı konularda üç iire yer verilmi tir).

Benekay, Yahya, Aldı Ilgaz, nr. 12, Haziran 1963, s. 28 (Ilgaz’ın anlatıldı ğı bir iirdir).

Beysano ğlu, evket, Diyarbakır Surları, nr. 13, Temmuz 1963, s. 9 (Diyarbakır surlarının tarihi hakkında bilgi verilmi tir).

Binark, Prof. Hikmet, Đlim ve Teknik, nr. 23, Mayıs 1964, s. 20 ( Đlim ve tekni ğin sanatla birle irse daha da büyük önem kazanaca ğı vurgulanmı tır).

Binark, Prof. Hikmet, Đlim ve Teknik, nr. 24, Haziran 1964, s. 13 ( Đlim ve tekni ğin sanatla birle irse daha da büyük önem kazanaca ğı vurgulanmı tır).

Birdo ğan, Nejat, Ezan, nr. 15, Eylül 1963, s. 20 (Ezan sesinin ruhu dinlendirdi ği ilenmi tir).

Birdo ğan, Nejat, Halk Edebiyatımızda Yar ve Dost Geli i, nr. 33, Kasım 1966, s. 14 (Halk Edebiyatımızda Yar ve Dost Geli inin eserlerde i leni i açıklanmı tır).

Birdo ğan, Nejat, Murat Kıyısın’dan Süleyman ah’a, S, 28, Haziran 1966, s. 16 ( air Süleyman ah’a olan sevgisini dile getirmi tir).

Birdo ğan, Nejat, Van Mektubu, nr. 32, Ekim 1966, s. 33.

64

Birdo ğan, Nijad, Türk Destanları ve Halk Hikâyeleri, nr. 10, Nisan 1963, s. 6 (Türk Destanları ve Halk Hikâyeleri hakkında bilgi verilmi tir).

Birön, Kemal, Okuyucu Mektubu, nr. 36, Eylül 1967, s. 33.

Bölükba ı, Rıza Tevfik, Celal Nuri Beyefendiye!, nr. 23, Mayıs 1964, s. 12 (Ta lama tarzında yazılmı bir iirdir).

Bölükba ı, Tevfik Rıza, Sırası De ğil, nr. 14, Ağustos 1963, s. 6 (Ta lama tarzında yazılmı bir iirdir).

Buldaç, Orhan, Elâzı ğ’ın Konut Durumu ve 1960-1970 Yılları Arasındaki Konut Đhtiyacı Tahminleri, nr. 17, Kasım 1963, s. 21.

Buldaç, Orhan, Keban Barajı’nın Tesirleri, nr. 31, Eylül 1966, s. 5.

Buldaç, Orhan, Konut Davamız, nr. 15, Eylül 1963, s. 23.

Burdurluo ğlu, F. Atalay, Birsen’e Birinci iir, nr. 23, Mayıs 1964, s. 14 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

Can, Suzi, Ne Fark Eder Ki Gakgo , nr. 8, ubat 1963, s. 4 (Gakgo lara seslenilmi ve ölümün olduğu hatırlatılmı tır).

Caymaz, Dr. Gültekin, Kader ve Sebep, nr. 26, Nisan 1966, s. 8 (Kader deyip hiçbir ey yapmamak de ğil; elimizden gelenin en iyisini yapmak gerisini Allah’a bırakmak gereklili ği vurgulanmı tır).

Caymaz, Dr. Gültekin, Peygamber Đsa’nın Vazifesi, nr. 35, Ocak 1967, s. 10 (Dini konulu bir makaledir).

Celaleddin, Tu ğrul, Özlem, nr. 1, Mayıs 1962, s. 4 (Yeni Fırat gibi bir derginin çıkmasının il açısından önemi anlatılmı tır).

Ceyhan, Erdal, Benek, nr. 20, ubat 1964, s. 8 (Ölüm temalı bir iirdir).

Ceyhan, Erdal, Bizim iir, nr. 18, Aralık 1963, s. 6 ( iirin çıkmazda olu u divan iirinden uzakla maya ve Anadolu’dan kopmaya ve bazı airlerin sadece birbirlerini dinleyip halktan kopmasına ba ğlamı tır).

Ceyhan, Erdal, Harput Gelin, nr. 17, Kasım 1963, s. 13 ( air uzaklardan bir gelin alıp getirdi ğini anlatmaktadır).

65

Ceyhan, Erdal, Harput I ıklar Đçinde, nr. 15, Eylül 1963, s. 4 ( air Harput’u yardan ayırmadı ğını, onun kadar sevdi ğini söylemektedir).

Ceyhan, Erdal, Karanfiller Dü meden, nr. 24, Haziran 1964, s. 7 (Bir genç kızın iç sıkıntısıyla yo ğunla an hüznünün dı a vurumu anlatılmı tır).

Ceyhan, Erdal, Yarın, Hemen, nr. 19, Mart 1964, s. 25 (Babası ölüm dö eğinde olan yoksul bir gencin dramının anlatıldı ğı hikâyede bu gencin dü tü ğü ak çıkmazı anlatılmı tır).

Ceyhan, Erdal, Yorgun Geli , nr. 24, Haziran 1964, s. 24 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

Chateaubriand, Do ğdu ğumuz Yer, nr. 33, Kasım 1966, s. 30 (Felsefi konular ilenmi tir).

Co kun, Zeki, Elhac Osman A ğa, nr. 35, Ocak 1967, s. 34 (Elhac Osman A ğa hakkında bilgi verilmi tir).

Ça ğlar, Behçet Kemal, Anadolum! Yine Sana Susadım, nr. 9, Mart 1963, s. 29 (iirde Anadolu illeri övülmü tür).

Ça ğlar, Behçet Kemal, Battal Gazi Söylüyor, nr. 4, Ekim 1962, s. 4 (Battal Gazi’nin kahramanlı ğı anlatılmı tır).

Ça ğlayan, O. , Zati Bey, nr. 15, Eylül 1963, s. 12 (Zati Bey tanıtılmı tır).

Ça ğlayan, Osman, Ahmet Necip Pa a, nr. 18, Aralık 1963, s. 32 (Musiki ustası Ahmet Necip Pa a’nın hayatı ve sanatçı yönü tanıtılmı tır).

Ça ğlayan, Osman, Musiki Tarihimizden Ahmet Necip Pa a, nr. 18, Aralık 1963, s. 5 (Musiki ustası Ahmet Necip Pa a’nın hayatı ve sanatçı yönü tanıtılmı tır).

Ça ğlayan, Osman, Münir Nurettin ve Yahya Kemal, nr. 22, Nisan 1964, s. 13 (Her iki isminde musiki yönü hakkında bilgiler verilmi tir).

Çetin, M. Suphi, Bir Reformist’e Cevap, nr. 27, Mayıs 1966, s. 9.

Çetin, M. Suphi, Bir Reformist’e Cevap, nr. 33, Kasım 1966, s. 20.

Çetin, M. Suphi, Bir Reformiste Cevap, nr. 26, Nisan 1966, s. 18.

66

Çetin, Muzaffer Suphi, Đki Söz Bir Cadı, nr. 21, Mart 1964, s. 19 ( Đnsanı di ğer insanlardan ayıran özelliklerin ba ında etkili ve güzel konu ması oldu ğu vurgulanmı tır).

Çetin, Muzaffer Suphi, Kilise Kampanyası, nr. 23, Mayıs 1964, s. 7 (Kiliselerle ilgili Türkiye aleyhine ba latılan kampanyalara dikkat çekmek istemi tir).

Çetin, Muzaffer Suphi, Ormansızlık Tehlikesi, nr. 24, Haziran 1964, s. 4 (Ormanın önemi vurgulanmı tır).

Çeviren, Gürdo ğan Doç. Dr. B., Cüzzamdan Korkmayalım, nr. 33, Kasım 1966, s. 7 (Cüzzamın hastalı ğı hakkında bilgi verilmi tir).

Çeviren, Memi oğlu Hasip, Bir Babadan O ğluna Mektup, nr. 26, Nisan 1966, s. 16 (Bir babanın o ğluna mektubu yer almı tır).

Çeviren, Memi oğlu, Hasip, Zararın Neresinden Dönülse Kardır, nr. 27, Mayıs 1966, s. 23 (Okul e ğitiminin önemi üzerinde durulmu tur).

Çeviren, Tece Leman, Đnsanın Yaratılı ı, nr. 3, Ağustos 1962, s. 22 (Hint mitolojisinde kadın ve erke ğin yaratılı ı anlatılmı tır).

Çiçek, Abdulvasi, Đlginç Bir Konu ma, S 9, Mart 1963, s. 22 ( Đlmin ve ö ğrenmenin üzerinde durulurken bunun yanında Đslamiyet’in insanlara tanıdı ğı haklar üzerinde durulmu tur).

Çöteli, Sezai, Erenler Yolunda, nr. 3, Ağustos 1962, s. 14 (Allah a kının dile getirildi ği bir iirdir).

Çöteli, Sezai, Olsun, nr. 19, Mart 1964, s. 12 ( air can kö esinin sevgilisinin olmasını istemektedir).

Çöteli, Sezai, Varlık Nisbeti, nr. 25, Haziran 1965, s. 31 ( Đnsan olabilme vasıfları ilenmi tir).

Çöteli, Sezai, Zamana Destan, nr. 13, Temmuz 1963, s. 6 (Zamanın de ğiti ği, kalle li ğin bile övülür bir hale geldi ğini anlatmı tır).

Demir, Ramazan, Bir Millet Nasıl Çöker, nr. 31, Eylül 1966, s. 17 (Benli ğinden uzakla an milletlerin çökece ğinden bahsedilmektedir).

67

Demir, Ramazan, Felsefesiz Gençlik, nr. 36, Eylül 1967, s. 19 (Bozulan gençlik ele tirilmi ve bozulma nedenleri ortaya konmu tur).

Demirel, Süleyman, Keban Barajı, nr. 1, Mayıs 1962, s. 13 (Keban Barajı konu olarak i lenmi tir).

Demirel, Süleyman, Keban Barajı, nr. 28, Haziran 1966, s. 5 (Keban Barajı konu olarak i lenmi tir).

Deriner, Đbrahim, Keban Barajı, nr. 28, Haziran 1966, s. 8 (Keban Barajı konu olarak ilenmi tir).

Deriner, Đbrahim, Tunceli Kalkınıyor, nr. 14, Ağustos 1963, s. 11.

Do ğan, Zehra, Elâzı ğ ve Harput’un Özel Yemekleri, nr. 31, Eylül 1966, s. 18 (Elazı ğ ve Harput yemekleri tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Anadoluda Bakırcılık, nr. 6, Kasım 1962, s. 19 (Bakırcılı ğın tarihçesinden bahsedilmi ve günümüzde eski önemini yitirmesinden yakınılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Apaydınlık, nr. 32, Ekim 1966, s. 15 ( air sıkıntıların hep üstüne geldi ğini söylemektedir).

Dökmeci, Cenani, Bahar Uyanı ı, nr. 29, Temmuz 1966, s. 7 (Baharın geli i anlatılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Bakırı Đ lerken, nr. 1, Mayıs 1962, s. 10 (Bakırcılı ğın tarihi ve kültürümüzdeki yerine de ğinilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bayrak, nr. 20, ubat 1964, s. 3 (Bayrak sevgisi i lenmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bir Lokma Đçin, nr. 27, Mayıs 1966, s. 13 ( Đnsanların geçimini yapmak için gösterdi ği çabalar dile getirilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bizim Dilden Bizim Köy, nr. 34, Aralık 1966, s. 15 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bizim Dilden Bizim Köy, nr. 35, Ocak 1967, s. 8 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir).

68

Dökmeci, Cenani, Bizim Dilden Bizim Köy, nr. 36, Eylül 1967, s. 12 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bu A k, nr. 18, Aralık 1963, s. 7 ( air a kın kendisini ne hâle getirdi ğini anlatmaktadır).

Dökmeci, Cenani, Dutunu’dan Türkü, nr. 25, Haziran 1965, s. 22 (Dutun güzelli ğinden bahsedilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Fıratla Söyle me, nr. 28, Haziran 1966, s. 7 (Fırat Nehri’nin üzerine kurulacak olan Keban Barajı’yla ilgili Fırat’la konuulmu tur).

Dökmeci, Cenani, Fıratla Söyle me, nr. 8, ubat 1963, s. 7 (Fırat Nehri’nin üzerine kurulacak olan Keban Barajı’yla ilgili Fırat’la konu ulmu tur).

Dökmeci, Cenani, Göz Yorumu, nr. 12, Haziran 1963, s. 3 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezi, nr. 18, Aralık 1963, s. 20 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti 2, nr. 2, Haziran1962, s. 8 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 1, Mayıs 1962, s. 8 (Gezilen yerler tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 10, Nisan 1963, s. 18 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 14, Ağustos 1963, s. 8 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 15, Eylül 1963, s. 19 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 3, Ağustos 1962, s. 11 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 4, Ekim 1962, s. 17 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

69

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 6, Ocak 1962, s. 16 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 7, Ocak 1963, s. 16 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 8, ubat 1963, s. 18 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Đkinci Murad’ın Ruhu, nr. 2, Haziran 1962, s. 13 (Sultan Murat’ın seferlerinin i lendi ği kahramanlık iiridir).

Dökmeci, Cenani, Kaçalım Balam, nr. 17, Kasım 1963, s. 23 (Ak teması ilenmektedir).

Dökmeci, Cenani, Kurban, nr. 7, Ocak 1963, s. 7 (Ak temalı bir iirdir).

Dökmeci, Cenani, Mamure-til-aziz, nr. 24, Haziran 1964, s. 9 (Elazı ğ anlatılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Mevlana, nr. 6, Kasım 1962, s. 5 (Mevlana’yı anlatan bir iirdir).

Dökmeci, Cenani, Oya, nr. 13, Temmuz 1963, s. 10 (Oyanın geleneksel yönü, nasıl yapıldı ğı anlatılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Oya, nr. 33, Kasım 1966, s. 13 (Oyanın geleneksel yönü, nasıl yapıldı ğı anlatılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Örseler, nr. 16, Kasım 1963, s. 8 (Ak ve ayrılık konulu bir iir).

Dökmeci, Cenani, Türkülerimiz, nr. 31, Eylül 1966, s. 16 (Türkülerin gönlümüzdeki yeri iirle tirilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Ustam, nr. 13, Temmuz 1963, s. 22 (Usta konulu bir iirdir).

Dökmeci, Cenani, Yıkılan Harput, nr. 26, Nisan 1966, s. 7 (Harput’un eski günlerine olan özlem dile getirilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Yunus’layın, nr. 3, Ağustos 1962, s. 16 (Yunus Emre’ye olan hayranlık dile getirilmi tir).

Dönmez, Nermin, Okuyucu Mektubu, nr. 34, Aralık 1966, s. 33.

70

Duman, Gurbette Bayram, nr. 13, Temmuz 1963, s. 11 (Gurbette bayramın verdi ği üzüntü anlatılmı tır).

Duman, Haydar, Feryad, nr. 17, Kasım 1963, s. 16 ( air gençlik günlerini yâd etmektedir).

Duman, Haydar, Hacı Kaya’nın Aziz Ruhuna, nr. 4, Ekim 1962, s. 19 (Hacı Kaya’nın ölümüne duyulan üzüntüyü dile getiren bir iirdir).

Duman, Haydar, Hale Münasip Gazel, nr. 30, Ağustos 1966, s. 21 (Hiciv eklinde bir gazelle air kendini ele tirmi tir).

Duman, Haydar, Kendim Üstüne, nr. 3, Ağustos 1962, s. 15 ( airin yalnızlı ğını dile getirdi ği bir iirdir).

Duman, Haydar, Mu Türküsü, nr. 32, Ekim 1966, s. 7 (Yemende ehit olan insanların ardından duyulan üzüntü dile getirilmi tir).

Duman, Kı oğlu Destanı, nr. 4, Ekim 1962, s. 10 (Kı oğlu unvanlı biri anlatılmı tır).

Duman, Sıla Hasreti, nr. 6, Kasım 1962, s. 13 (Memleket özleminin dile getirildi ği bir iirdir).

Edipo ğlu, Baki Süha, Halide Edip Adıvar, nr. 20, ubat 1964, s. 4 (Halide Edip Adıvar’ın Sultan Ahmet mitinginden bahsedilmi sonrasında ise hakkında bilgiler verilmi tir).

Efendi Ali efik, Hacı Baba, nr. 24, Haziran 1964, s. 12 ( air Hacı Baba’ya olan sevgisini dile getirmi tir).

Eğinli, Arif, Munzur, nr. 14, Ağustos 1963, s. 30 (Munzur Da ğı konu olarak ilenmi tir).

Eğinli, Arif, Sayın Hafız Bekata! (Eğinin Yolu Nerede?), nr. 11, Mayıs 1963, s. 15 (Eğin’in Erzincan’a ba ğlanmı olması ele tirilmi tir).

Eğinli, Arif, akır Bülbüller, nr. 13, Temmuz 1963, s. 28 (Halk musikisi hakkında bilgilere yer verilmi tir).

Elazı ğ Basını, Teknik Üniversite Đçin Bildiri, nr. 28, Haziran 1966, s. 24.

Er, Do ğan, Elâzı ğ ehir Geçi i, nr. 8, ubat 1963, s. 17.

71

Erdo ğan, Bekir Sıtkı, Da ğ Ba ını Duman Almı , nr. 17, Kasım 1963, s. 5 (Atatürk’ün ölümünün verdi ği acı anlatılmı tır).

Erdo ğan, Bekir Sıtkı, Rüzgar Sanatları, nr. 24, Haziran 1964, s. 6 (air rüzgârı bir sevgiliye benzetmi ve bulup kaybetmesinden yakınmı tır).

Erdo ğan, Bekir Sıtkı, Unutmak, nr. 22, Nisan 1964, s. 3 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Erdo ğan, Sıtkı Bekir, Konya’da, nr. 12, Haziran 1963, s. 29 (Konya konulu bir iirdir).

Eren, Arif, Borç, nr. 27, Mayıs 1966, s. 25 (Hayatın bir borç oldu ğu dile getirilmi tir).

Ertan, C. , Murad’a Ö ğütler, nr. 28, Haziran 1966, s. 23 (Murat Nehrine canlar almaması için ö ğütler verilmi tir).

Fethi, Ba ak, Yoku Ortasındaki Bakkal, nr. 1, Mayıs 1962, s. 16 (Mahalle bakkalının yaptıkları ve mahalleli için de ğerinin anlatıldı ğı bir hikâyedir).

Fezai, Candan Öte, nr. 23, Mayıs 1964, s. 32 ( air canından öte bildi ği de ğerleri anlatmaktadır).

Fıkracı, Dikkatler, nr. 8, ubat 1963, s. 26 ( air sevgilisine do ğruların kesi ti ği noktada beraber olabildiklerini söylemektedir).

Fırat Mehmet, Problem, nr. 23, Mayıs 1964, s. 5 ( air sevgilisine do ğruların kesi ti ği noktada beraber olabildiklerini söylemektedir).

Geçer, Đlhan, Yoku A ağı, nr. 10, Nisan 1963, s. 26.

Gençaydın, Yıldırım Niyazi, Baykal Gölü, nr. 18, Aralık 1963, s. 22 (Baykal Gölü’nün güzelli ği övülmektedir).

Gençosmano ğlu, N. Y. , Rubailer, nr. 7, Ocak 1963, s. 21 ( Đnsanın madde sathından kurtulması dü üncesi i lenmi tir).

Gençosmano ğlu, N. Yıldırım, Balakgazi Destanı’ndan, nr. 11, Mayıs 1963, s. 6 (Türklerin yi ğitlikleri anlatılmı tır).

Gençosmano ğlu, N. Yıldırım, Sava Meydanlarının Dili, nr. 16, Kasım 1963, s. 4 (Yi ğitlerin sava meydanlarında kahramanlıklar yarattı ğı anlatılmaktadır).

72

Gençosmano ğlu, Niyazi, Aman Dinlemez, nr. 34, Aralık 1966, s. 12 (Kahramanlık teması i lenmi tir).

Gençosmano ğlu, Y. N., Rubailer I-II, nr. 6, Ocak 1962, s. 21.

Gençosmano ğlu, Yıldırım N. , Baraj Bölgesinin Estetik ve Ekonomik Özellikleri, nr. 13, Temmuz 1963, s. 2 (Keban Barajı’nın gelecekte bölgeye katkıları anlatılmı tır).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Anadolu Destanı’ndan Akın, nr. 31, Eylül 1966, s. 33 (Türklerin geçmi te yaptıkları akınlara övgü dile getirilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Anadolu Destanı’ndan Yoktur Tapacak-Çalap’tır Ancak, nr. 30, Ağustos 1966, s. 14 (Türklerin kahramanlıkları dile getirilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Ant, nr. 19, Mart 1964, s. 15 ( air, iirdeki ilkelerini, kendi andını anlatmaktadır. air Đslamiyet için çalı aca ğını belirtmektedir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Balakgazi Destanı’ndan, nr. 27, Mayıs 1966, s. 8 (Balak Gazi’ye olan sevgi dile getirilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Balakgazi Konu tu, nr. 29, Temmuz 1966, s. 9 (Balak Gazinin a ğzından vatan sevgisi dile getirilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Bir Kına Gecesinin Ertesi, nr. 5, Ekim 1962, s. 5 (Harput’taki kına gecesi ve dü ğünler anlatılmı tır).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Fıratla Hesapla ma, nr. 23, Mayıs 1964, s. 3 ( air Fırat Nehri’nin yıllarca deli gibi aktı ğını ama artık özgürce akamayaca ğını, üzerine baraj yapılınca insanların hizmetinde olaca ğını söylemektedir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Harput Masalı, nr. 16, Kasım 1963, s. 28 (Harput’un isminin ve tarihinin bugüne geli i ve anlamı üzerinde durulmu tur).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Harputta Geçmi Tahayyül, nr. 4, Ekim 1962, s. 8 (Harput’un ilim ve irfan yuvası oldu ğu vurgulanmı ve Harput adının ilelebet ya ayaca ğı üzerinde durulmu tur).

73

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Đlçelerimizden A ğın, nr. 17, Kasım 1963, s. 29 (Ağın’ın ekonomisi, tarihçesi, okuryazarlık durumu ve co ğrafyası gibi birçok konuya de ğinilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Đlçelerimizden A ğın, nr. 21, Mart 1964, s. 14 (Ağın’ın ekonomisi, tarihçesi, okuryazarlık durumu ve co ğrafyası gibi birçok konuya de ğinilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Malazgirt, nr. 10, Nisan 1963, s. 5 (Alpaslan’ın kahramanlı ğı ve bile ğinin bükülmez olu u anlatılmı tır).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Mu tu ve Ö ğüt, nr. 9, Mart 1963, s. 5 (Balak Gazi’ye olan sevgi dile getirilmi tir)

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Sürüç Kalesi Önünde, nr. 20, ubat 1964, s. 6 (Balak Gazi’nin Sürüç Kalesi önünde askerleriyle yaptı ğı konu mayı içeren bir iirdir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Tıbda Đhtilal (Cüzzamın Demir Perdesini Yırtan Adam), nr. 5, Ekim 1962, s. 16.

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Anadolu’nun Fethi, nr. 14, Ağustos 1963, s. 18 (Kahramanlık ve yi ğitlik teması i lenmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Bölge Radyoları, nr. 14, Ağustos 1963, s. 13.

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Keban Güzellemesi, nr. 2, Haziran 1962, s. 17 (Keban Barajı’nın övüldü ğü bir iirdir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Keban Güzellemesi, nr. 28, Haziran 1966, s. 21 (Keban olan sevgi dile getirilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Üç Hece, nr. 4, Ekim 1962, s. 13 (Allah’ın büyüklü ğünün ilendi ği bir iirdir).

Gökay, Orhan aik, Ağıt-Destan, nr. 33, Kasım 1966, s. 6 (Vatan temalı bir iirdir).

Gökçe, Prof. Dr. Kemal, Do ğuda Kurulacak Yeni Bir Üniversitenin Yeri “Elazı ğ” Olmalıdır, nr. 36, Eylül 1967, s. 3 (Do ğuda kurulması planlanan üniversitenin Elazı ğ’a kurulması gerekti ği nedenleriyle ortaya konulmaktadır).

74

Guyon, Robert, Yabancı Gözüyle Türk Mizahı, nr. 12, Haziran 1963, s. 4 (Pierre Daninos’tan yapılan çeviride Türklerin mizah anlayı ının övüldü ğü görülmektedir).

Güler, Zülfü, Hacı Hayrı Bey, nr. 29, Temmuz 1966, s. 29 (Hacı Hayri Bey hakkında bilgi verilmi tir).

Güler, Zülfü, Hacı Hayri Bey, nr. 30, Ağustos 1966, s. 25 (Hacı Hayri Bey hakkında bilgi verilmi tir).

Gültekin, Emine, Fikret ve Akif, nr. 16, Kasım 1963, s. 11 (Tevfik Fikret’in edebi ki ili ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir).

Gültekin, Emine, Fikret ve Akif, nr. 17, Kasım 1963, s. 24 (Tevfik Fikret’in edebi ki ili ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir).

Gültekin, Emine, Fikret ve Akif, nr. 17, Kasım 1963, s. 32 (Tevfik Fikret’in edebi ki ili ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir).

Gültekin, Emine, Fikret ve Akif, nr. 18, Aralık 1963, s. 23 (Tevfik Fikret’in edebi ki ili ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir).

Günar, Mehmet, Orman Fidanlı ğı, nr. 4, Ekim 1962, s. 20.

Günda ğ, Đzzet, Dergilerde, nr. 20, ubat 1964, s. 19.

Günda ğ, Đzzet, Dergilerde, nr. 21, Mart 1964, s. 28.

Güner, Dr. Mazhar, Almanya Mektubu, nr. 21, Mart 1964, s. 21.

Güner, Mazhar Dr., Okuyucu Mektupları, nr. 12, Haziran 1963, s. 32.

Gür, Müslüm, Ak Me rebi, nr. 16, Kasım 1963, s. 20 (Akın önemi anlatılmaktadır).

Güray, Vahap, Çocuk Sevgisi, nr. 25, Haziran 1965, s. 27 (Çocuk sevgisi dile getirilmi tir).

Güray, Vahap, Güzellerin Ömrü, nr. 15, Eylül 1963, s. 18 ( air bir güzelin üç ya ından yüz ya ına kadarki durumunu iirsel bir üslupla anlatmı tır).

Güray, Vahap, Kıbrıs Ko ması, nr. 21, Mart 1964, s. 6 (Kıbrıs’ta yapılan zulümler ve baskılar anlatılmaktadır).

75

Güray, Vahap, Kıbrıs’ım, nr. 22, Nisan 1964, s. 33 ( air Kıbrıs’a olan sevgisini dile getirmi tir).

Gürdo ğan, Doç. Dr. Burhan, Do ğu-Batı, nr. 35, Ocak 1967, s. 38 (Yazar, Do ğu ile Batı hakkında dü üncesini dile getirmi tir).

Gürdo ğan, Doç. Dr. Burhan, Karde Mektubu, nr. 35, Ocak 1967, s. 41.

Gürgöze, Nuri, Eski Harput, nr. 10, Nisan 1963, s. 23 (Eski Harput’un özellikleri anlatılmı tır).

Halıcı, Feyzi, Mevlana Katında 18 Mısra, nr. 18, Aralık 1963, s. 3 (Sevgi temalı bir iirdir).

Ha met, Mehmet, Ki, nr. 14, Ağustos 1963, s. 22 ( air, sevgilisinin kendisini kovmasından yakınmaktadır).

Hem eri, Kebanda, nr. 9, Mart 1963, s. 15 (Keban izlenimlerine yer verilmi tir).

Hisarlı, Đhsan, Gerçekle en Efsane, nr. 33, Kasım 1966, s. 32 (Gerçekle en efsane Keban Barajı’dır).

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 29, Temmuz 1966, s. 18 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 30, Ağustos 1966, s. 9 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 31, Eylül 1966, s. 22 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 32, Ekim 1966, s. 19 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

Hoca, Saçlı, Zü ğürtlük, nr. 22, Nisan 1964, s. 17 ( air zü ğürtlü ğünden yakınmaktadır).

Hünalp, Ayhan, Atatürk, nr. 17, Kasım 1963, s. 9 ( air, Atatürk’ün ba ımızda namus timsali oldu ğunu, onun askerlerinden biri olarak emrinde oldu ğunu anlatıyor).

Đğ neciler, Abdullah, Sayın Fikret Memi oğlu, nr. 10, Nisan 1963, s. 32.

76

Đlyas, Đçimde, nr. 8, ubat 1963, s. 3 ( air içinde yer alan duyguları dile getirmi tir).

Đlyas, Olabilir Miydi?, nr. 4, Ekim 1962, s. 19 (Sevmenin ne kadar güzel oldu ğu anlatılmaktadır).

Đlyas, Vakit, nr. 2, Haziran 1962, s. 10 ( airin sevgisini i ledi ği bir iiridir).

Đmzasız, “Harput” Adı, nr. 25, Haziran 1965, s. 14 (Harput adıyla ilgili bilgilere yer verilmi tir).

Đmzasız, 34. Dil Bayramı, nr. 31, Eylül 1966, s. 29 (Dil devriminin bilimsel ve ulusal bir zorunlulu ğun sonucu oldu ğu vurgulanmı tır).

Đmzasız, Anadolu’dan Sesler, nr. 32, Ekim 1966, s. 24.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 11, Mayıs 1963, s. 22.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 12, Haziran 1963, s. 24.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 14, Ağustos 1963, s. 25.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 15, Eylül 1963, s. 29.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 16, Kasım 1963, s. 29.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 17, Kasım 1963, s. 31.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 18, Aralık 1963, s. 31.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 19, Mart 1964, s. 30.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 20, ubat 1964, s. 30.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 21, Mart 1964, s. 31.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 22, Nisan 1964, s. 32.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 23, Mayıs 1964, s. 30.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 28, Haziran 1966, s. 27.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 6, Ocak 1962, s. 20.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 7, Ocak 1963, s. 20.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 9, Mart 1963, s. 25.

77

Đmzasız, Baba Ö ğüdü, nr. 24, Haziran 1964, s. 25 (Dostlu ğun önemi anlatılmı tır).

Đmzasız, Ba kan Gürsel ve Ö ğretmenler, nr. 9, Mart 1963, s. 30.

Đmzasız, Belediyeden Ölülere ve Dirilere Đlgi, nr. 7, Ocak 1963, s. 24.

Đmzasız, Belediyeden Ölülere ve Dirilere Đlgi, nr. 7, Ocak 1963, s. 24 (Elazı ğ belediyesinin mezarlıklara ilgisizli ği ele tirilmi tir. Mezarlıkların bakımsızlı ğı dile getirilmi tir).

Đmzasız, Bir Akıllının Sualine Bir Delinin Cevabı, nr. 5, Ekim 1962, s. 13 (Mizah ilenmi tir).

Đmzasız, Bize Gelenler, nr. 23, Mayıs 1964, s. 31.

Đmzasız, Bize Gelenler, nr. 24, Haziran 1964, s. 32.

Đmzasız, Büyük Ceviz Manileri, nr. 33, Kasım 1966, s. 29.

Đmzasız, Çemi gezekliler’in Mü terek Dile ği, nr. 3, Ağustos 1962, s. 16.

Đmzasız, Dergiler, nr. 20, ubat 1964, s. 32.

Đmzasız, Dilime Ba ğla, nr. 3, Ağustos 1962, s. 21 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Düzeltmeler, nr. 20, ubat 1964, s. 32.

Đmzasız, Elâzı ğ Lisesi Okul Aile Birli ği Toplantısı, nr. 26, Nisan 1966, s. 29.

Đmzasız, Elâzı ğ’da Kadın ve Gelin Giyimi, nr. 25, Haziran 1965, s. 20.

Đmzasız, Elâzı ğ’ın Kurulu u, nr. 25, Haziran 1965, s. 28.

Đmzasız, Eskiden Fıkralar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 17 (Mizah ilenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Birer Demet, nr. 15, Eylül 1963, s. 21 (Çayla ilgili bir anıya ve bununla ilgili bir iire yer verilmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 1, Mayıs 1962, s. 6 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 16, Kasım 1963, s. 17 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 18, Aralık 1963, s. 29 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 20, ubat 1964, s. 27 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Gör Kimmi ?, nr. 6, Kasım 1962, s. 23 (Mizah i lenmi tir).

78

Đmzasız, Harput-Elazı ğ Folkloru, nr. 25, Haziran 1965, s. 17 (Harput Elazı ğ Folkloruyla ilgili bilgilere yer verilmi tir).

Đmzasız, Harput-Elazı ğ Rehberi, nr. 25, Haziran 1965, s. 2 (Elazı ğ ve Harput hakkında bilgi verilmi tir).

Đmzasız, Havuzba ı Manileri, nr. 20, ubat 1964, s. 28 (Manilere yer verilmi tir).

Đmzasız, Hoyrat, nr. 2, Haziran 1962, s. 11 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 1, Mayıs 1962, s. 9 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 11, Mayıs 1963, s. 28 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 17, Kasım 1963, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 19, Mart 1964, s. 30 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 20, ubat 1964, s. 15 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 2 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 8 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 24, Haziran 1964, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 4, Ekim 1962, s. 16 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 5, Ekim 1962, s. 24 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 6, Kasım 1962, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar-Maniler, nr. 9, Mart 1963, s. 9 (Ak konusu ilenmi tir).

Đmzasız, Đki ehirde Sabah, nr. 1, Mayıs 1962, s. 11 (Masdar Da ğı’nda yeni günün ba langıcı anlatılmı tır).

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 26, Nisan 1966, s. 31.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 27, Mayıs 1966, s. 32.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 29, Temmuz 1966, s. 31.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 32, Ekim 1966, s. 25.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 34, Aralık 1966, s. 32.

79

Đmzasız, Keban Barajı Çalı maları, nr. 9, Mart 1963, s. 19 (Keban Barajı çalı maları anlatılmı tır).

Đmzasız, Keban Barajı ve Hidroelektrik Santralı, nr. 19, Mart 1964, s. 10 (Keban Barajı hakkında bilgi verilmi tir).

Đmzasız, Keban Barajından Ekonomiye Sa ğlanacak Faydalar, nr. 9, Mart 1963, s. 3 (Keban Barajı hakkında bilgi verilmi tir).

Đmzasız, Kıbrıs ve Türkler, nr. 20, ubat 1964, s. 17 (Kıbrıs tanıtılmı , Rumların Kıbrıs’a saldırıları ve yaptıkları katliamlar anlatılmıtır).

Đmzasız, Kına Türküsü, nr. 15, Eylül 1963, s. 14 (Kına gecesi türküsü olarak yazılmı tır).

Đmzasız, Kitaplar, nr. 20, ubat 1964, s. 32.

Đmzasız, Maniler, nr. 21, Mart 1964, s. 22 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 25, Haziran 1965, s. 21 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 26, Nisan 1966, s. 32 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 3, Ağustos 1962, s. 13 (Ak konusu ilenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 31, Eylül 1966, s. 30 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 4, Ekim 1962, s. 9 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 5, Ekim 1962, s. 21 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 6, Kasım 1962, s. 20 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 6, Kasım 1962, s. 4 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler. , nr. 2, Haziran 1962, s. 22 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 1, Mayıs 1962, s. 15 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 10, Nisan 1963, s. 16 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 16, Kasım 1963, s. 30 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 18, Aralık 1963, s. 27 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 2, Haziran 1962, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

80

Đmzasız, Mayalar, nr. 20, ubat 1964, s. 26 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 31, Eylül 1966, s. 14 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 4, Ekim 1962, s. 15 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 5, Ekim 1962, s. 17 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 6, Kasım 1962, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 9, Mart 1963, s. 31 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Olaylar Haberler, nr. 6, Kasım 1962, s. 28.

Đmzasız, Öğretmen ve Eseri, nr. 34, Aralık 1966, s. 3 (Öğretmenli ğin zorlu ğundan ve öğretmenin üzerine dü en görevler anlatılmı tır).

Đmzasız, Rahmi Hocanın air Arkada ları, nr. 19, Mart 1964, s. 21 (Rahmi Hoca’nın be arkada ı hakkında bilgiler verilmi ayrıca anılarına yer verilmi tir).

Đmzasız, Sayın Okuyucularımız, nr. 30, Ağustos 1966, s. 33 (Okuyucu mektuplarına yer verilmi tir).

Đmzasız, Sayın Okuyucularımız, nr. 34, Aralık 1966, s. 33 (Okuyucu mektuplarına yer verilmi tir).

Đmzasız, Sonu Ne Olacak, nr. 30, Ağustos 1966, s. 31.

Đmzasız, Su ve Enerji Sahasında Faaliyet Gösteren Te kilat Hakkında, nr. 22, Nisan 1964, s. 27.

Đmzasız, Tadım Gavuru Müslüman Oluyor, nr. 2, Haziran 1962, s. 23 (Mizah ilenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 1, Mayıs 1962, s. 6 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 10, Nisan 1963, s. 12 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 16, Kasım 1963, s. 27 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 18, Aralık 1963, s. 17 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 2, Haziran 1962, s. 12 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 21, Mart 1964, s. 5 (Ak konusu i lenmi tir).

81

Đmzasız, Tecnisler, nr. 4, Ekim 1962, s. 10 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 5, Ekim 1962, s. 19 (Ak konusu ilenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 6, Kasım 1962, s. 20 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 9, Mart 1963, s. 4 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Teknik Üniversite Mar ı, nr. 28, Haziran 1966, s. 26 (Üniversite konulu bir iirdir).

Đmzasız, Vav-ı Atifa, nr. 6, Kasım 1962, s. 23 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Ya ayan Hafızlar, nr. 6, Kasım 1962, s. 29 (Be hafız tanıtılmı tır).

Đmzasız, Yayuk Ninnileri, nr. 20, ubat 1964, s. 18.

Đmzasız, Yeni Yayımlar, nr. 22, Nisan 1964, s. 31.

Đnanlı, Adnan, Sende Ya amak, nr. 35, Ocak 1967, s. 20 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

Đnanlı, Adnan, iir, nr. 36, Eylül 1967, s. 28 ( air sevilisine olan sevgisini dile getirmi tir).

Đncebayraktar, Özbek, Mevlana, nr. 19, Mart 1964, s. 8 ( air Mevlana’ya olan sevgisini dile getirmi tir).

Đnceo ğlu, Orhan, Elâzı ğ Civarındaki Erozyon Çalı maları, nr. 20, ubat 1964, s. 25 (Erozyonla mücadele çalı maları anlatılmı tır).

Đnceo ğlu, Orhan, Elâzı ğ ehir Đçi Dereleri Erozyon Ta kın ve Rusubat Kontrolü Çalı malarında Alınan Ara Neticeler, nr. 19, Mart 1964, s. 27 ( ehrin içinden geçen derelerin tehlikelerinin ortadan kaldırılmasıyla ve kontrol altına alınmasıyla ilgili bir makaledir).

Đpek, Yücel, Türkiye’de Din-Devlet Münasebetleri ve Laiklik Prensibinin Uygulanı ı, nr. 10, Nisan 1963, s. 3 (Din – devlet ili kisi ve laiklik konusu ilenmi tir).

Đpek, Yücel, Ziya Gökalp’ın Dini Cephesi, nr. 11, Mayıs 1963, s. 9 (Ziya Gökalp’i dinsizlikle suçlayanlara kar ı yazılmı bir yazıdır).

82

Đsmailo ğlu, Dr. Ali, Okuyucu Mektubu, nr. 35, Ocak 1967, s. 4.

Đ bil, Tülay, Köydeki Bacım, nr. 25, Haziran 1965, s. 32 ( air kız karde ine olan sevgisini dile getirmi tir).

Kabaklı, Ahmet, Đlim ve E ğitim, nr. 26, Nisan 1966, s. 15 (Eğitim sistemi ele tirilmi tir).

Kaçar, ükrü, Eğitimde Disiplin, nr. 31, Eylül 1966, s. 13 (Modern e ğitimde disiplinin önemi üzerinde durulmu tur).

Kaçar, ükrü, Harput’a A ğıt, nr. 27, Mayıs 1966, s. 14 (Harput’un viran olu una olan üzüntü dile getirilmi tir).

Kaçar, ükrü, Kendimize Dönelim, nr. 26, Nisan 1966, s. 9 (Kültürümüze sahip çıkmak gereklili ği üzerinde durulmu tur).

Kaçar, ükrü, Türk Kültürü, nr. 27, Mayıs 1966, s. 6 (Kültürüne sahip çıkan bir Türkiye’nin güçlü olaca ğı fikri i lenmi tir).

Kaçar, ükrü, Türkülerin Dili, nr. 30, Ağustos 1966, s. 32 (Türkülerin kendine has bir dili oldu ğu ve bu dilin özel oldu ğu vurgulanmı tır).

Kadıköy, Arslan, Kaside-i efistan, nr. 16, Kasım 1963, s. 16 ( eflerin hayatımızdaki rolleri ve önemi abartılı ve kinayeli bir ekilde anlatılmaktadır).

Kaflı, Kadir, Göçmenlerin Yürüyü ü ve Milli Oyunlar, nr. 31, Eylül 1966, s. 27.

Kaflı, Kadircan, Đstanbul’da Kuzey Kafkasya, nr. 31, Eylül 1966, s. 26.

Kalaylıo ğlu, Đlhan, Ay I ığında, nr. 22, Nisan 1964, s. 15 ( air gelecekte neler yapmak istedi ğini anlatmı tır).

Kanmaz, Fethi, Varmaz, nr. 35, Ocak 1967, s. 23 (Sevgiliye duyulan özlem dile getirilmi tir).

Karacao ğlu, Bekir, Yılba ı Anıları, nr. 35, Ocak 1967, s. 35 (Yılların insan üzerindeki etkileri dile getirilmi tir).

Karaçorlu, Hicabi, Baraj Güzellemesi, nr. 26, Nisan 1966, s. 4 (Keban Barajı’na olan sevgi dile getirilmi tir).

83

Karaçorlu, Hicabi, Çayda Çıra Destanı, nr. 30, Ağustos 1966, s. 8 (Çayda çıra destanına övgü yapılmı tır).

Karaçorlu, Hicabi, Harput’a Kurban, nr. 34, Aralık 1966, s. 19 (Harput’a olan sevgi dile getirilmi tir).

Karaçorlu, Hicabi, Lüzum Kalmadı, nr. 32, Ekim 1966, s. 21 (Sıkıntıların doru ğuna gelinmi bir ruh hâli yansıtılmı tır).

Karahasano ğlu, Tamer, Gerçek Dedi ğimiz ey, nr. 16, Kasım 1963, s. 19.

Karahasano ğlu, Taner, Bizi Ba ğıla ATATÜRK, nr. 17, Kasım 1963, s. 8 (Gerçek manada Atatürkçülü ğün izahı yapılmaya çalı ılmı tır).

Ka mero ğlu, Belli De ğil, nr. 36, Eylül 1967, s. 18 (Ya anan devrin bozuklu ğu eski günlerle kıyaslanarak dile getirilmi tir).

Kayabek, Mustafa, Türküler, nr. 16, Kasım 1963, s. 18 (Gurbete gidenlerin türkülerle hatırlandı ğı i lenmi tir).

Kayabek, Mustafa, Yurt Türküleri, nr. 20, ubat 1964, s. 16 (Türkülerin güzelli ğinden bahsedilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Ağrı’nın Yolları, nr. 5, Ekim 1962, s. 10 (Ağın’dan ayrı dü en, gurbete çıkan birinin duyguları i lenmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Apaçık, nr. 31, Eylül 1966, s. 7.

Kayao ğlu, Ömer, Apapaz, nr. 19, Mart 1964, s. 22.

Kayao ğlu, Ömer, Bakır, nr. 9, Mart 1963, s. 10 (Bakır madeninin övüldü ğü bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Da ğ Özlemi, nr. 12, Haziran 1963, s. 13 ( ehir ya amından bunalan bir insanın da ğ ya amına olan özlemi dile getirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Da ğ Tutması, nr. 8, ubat 1963, s. 10 (Da ğda ya amanın önemi anlatılmakta ve da ğda ya am övülmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, Gene On Kasım, nr. 17, Kasım 1963, s. 3 (Atatürk’ün ölümünden duyulan üzüntü dile getirilmi tir).

84

Kayao ğlu, Ömer, Harput A ğrısı 4, nr. 16, Kasım 1963, s. 10 (Harput’un sorunları dile getirilmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, Harput A ğrısı II, nr. 3, Ağustos 1962, s. 20 (Harput’a olan ilgisizlik dile getirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Harput A ğrısı III, nr. 4, Ekim 1962, s. 7 (Bu iirde Harput hem övülmekte hem de dertleri dile getirilmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, Harput A ğrısı, nr. 1, Mayıs 1962, s. 7 (Harput’un geçmi ine olan özlem dile getirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Đstanbul Mektubu, nr. 31, Eylül 1966, s. 6.

Kayao ğlu, Ömer, Kadınım, nr. 18, Aralık 1963, s. 12 ( air karısının kendisi için ne kadar de ğerli oldu ğunu anlatmaktadır).

Kayao ğlu, Ömer, Keban’da, nr. 28, Haziran 1966, s. 12 (Keban’a övgü yapılmı tır).

Kayao ğlu, Ömer, Kötümser, nr. 14, Ağustos 1963, s. 3 (Kötü talihten yakınılmaktadır).

Kayao ğlu, Ömer, Mektubun Ardından, nr. 2, Haziran 1962, s. 11 (Ak temasının ilendi ği bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Olsam, nr. 15, Eylül 1963, s. 11 ( air olmak istediklerini dile getirmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Ordu yahut Mehmetçik Mar ı, nr. 22, Nisan 1964, s. 7 (Mehmetçik’in hak yolundaki mücadelesi anlatılmaktadır).

Kayao ğlu, Ömer, Sah Katı Dü leri, nr. 21, Mart 1964, s. 9 ( Đnsanların kötü davranı ları, kula kulluk etmeleri ele tirilmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, Seni, nr. 11, Mayıs 1963, s. 10 (Ak temalı bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Sezemedim, nr. 29, Temmuz 1966, s. 15 ( air olanlar kar ısındaki çaresizli ğinden bahsetmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, ah Katı Dü leri, nr. 23, Mayıs 1964, s. 19 (Çıkarları için insanlara eğilen insanlar ele tirilmi tir).

85

Kayao ğlu, Ömer, Teknik Okul Mar ı, nr. 10, Nisan 1963, s. 2 (Teknik okul konulu bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Ulu Özlem, nr. 13, Temmuz 1963, s. 17 (Seçimlerde yaananlar ve yapılan yanlı uygulamalar ele tirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Yaban Bahçe, nr. 20, ubat 1964, s. 13 (Sonbaharın geli iyle ağaçların meyvesiz kalması ve yaban hale dönmesi anlatılmı tır).

Kayao ğlu, Ömer, Ya amak, nr. 34, Aralık 1966, s. 9 ( iirde iki insan tipi kar ıla tırılmı tır).

Kayao ğlu, Ömer, Yurdumun Ormanlarına A ğıt, nr. 7, Ocak 1963, s. 11 (Ormanlarımızın katledilmesi kınanmaktadır).

Kazgan, Doç. Dr. Haydar, Atatürk ve Türk Milletinin Kaderi, nr. 17, Kasım 1963, s. 10 (Atatürk’ün Türk milleti için önemi anlatılmı tır).

Kazgan, Haydar, Paris Günlü ğü, nr. 12, Haziran 1963, s. 14 (Paris insanının asık yüzlü ğünden bahsedilmi tir).

Kemal, Ahmet, Söyle, Söyle!.., nr. 23, Mayıs 1964, s. 24 ( air bo yere geçen ömrünü ele tirmektedir).

Kırzıo ğlu M. Fahrettin, 1871’deki Madenler ve Bunlar Üzerine Bilgiler, nr. 21, Mart 1964, s. 16 (Eski madenler hakkında bilgiler verilmi tir).

Kırzıo ğlu, Fahrettin, Bir Mektup, nr. 15, Eylül 1963, s. 2.

Kırzıo ğlu, Fahrettin, Harput Bölgesi Đlbe ğleri, nr. 16, Kasım 1963, s. 3 (Harput Đlbe ğleri hakkında bilgi verilmi tir).

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, 450 Yıl Önceki Harput Mahalleleri ile Nahiyeleri, nr. 17, Kasım 1963, s. 17 (Harput’un eski mahalle ve nahiyeleri anlatılmı tır).

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, Harput Mamuretil-aziz eriyye Sicilleri, nr. 26, Nisan 1966, s. 11 (Harput Mamuretil’aziz eriyeye Sicilleri hakkında bilgi verilmi tir).

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, Mamuretülaziz Sanca ğı’nda Keban Madeni Hümayünu, nr. 22, Nisan 1964, s. 4 (Mamuretülaziz Sanca ğı’nda Keban Madeni Humayunu hakkında bilgi verilmi tir).

86

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, Salnameler ve 1871 Salnamesi’nde Harput Sanca ğı, nr. 20, ubat 1964, s. 7 (Harput sanca ğı hakkında bilgi verilmi tir).

Kısaparmak, Necip Güngör, Elâzı ğ Milli E ğitim Te kilatının De ğerli Mensuplarına, nr. 27, Mayıs 1966, s. 33.

Kı oğlu, Vahap, Okuyucu Mektupları, nr. 4, Ekim 1962, s. 24.

Koçdemir, Mehmet, Harput’tan Burdur’a, nr. 16, Kasım 1963, s. 25 (Harput’ta görev yapan valinin unutulmadı ğını vurgulamak maksadıyla yazılmı bir iirdir).

Kökok, Musatafa, Halk airi Mustafa Kökok, nr. 27, Mayıs 1966, s. 30 (Halk airi Mustafa Kökok hakkında bilgiye ve bir iirine yer verilmi tir).

Kökok, Mustafa, Birgün, nr. 29, Temmuz 1966, s. 11 (Ölümün bir gün gelece ğini dolayısıyla herkesin buna hazırlık yapması ve kötülüklerden uzak durması gerekti ği vurgulanmı tır).

Kökok, Mustafa, Merhaba, nr. 30, Ağustos 1966, s. 31.

Kökok, Mustafa, Osman Bedri Hazretlerine, nr. 33, Kasım 1966, s. 27 ( air Hafız Osman’a olan sevgi dile getirilmi tir).

Kuntay, Mustafa, Sosyal Adaletsizli ğin Neticeleri, nr. 7, Ocak 1963, s. 18 (Sosyal adaletsizli ğin sonuçları üzerine yo ğunla ılmı ve neticesinde gelinen olumsuz durumlar irdelenmi tir).

Kuntay, Mustafa, Su. Su. Su. , nr. 8, ubat 1963, s. 8 (Suyun önemi vurgulanmı tır).

Kuntay, Mustafa, T. C. Ziraat Bankası Yüz Ya ına Basıyor, nr. 6, Kasım 1962, s. 14.

Kuruca, Zeki, Güzel Yarınlar, nr. 10, Nisan 1963, s. 26.

Küçükkaya, Bilal H., Kemaliye’nin Milli Oyunları, nr. 14, Ağustos 1963, s. 4 (Kemaliye’nin Milli Oyunları tanıtılmı tır).

Küçükkaya, Bilal H., Kemaliye’nin Tarihçesi, nr. 16, Kasım 1963, s. 26 (Kemaliye’nin tarihi hakkında bilgi verilmi tir).

M. C. , Davul Temposu, nr. 35, Ocak 1967, s. 39 (Davulun sesinin air üzerindeki etkisi dile getirilmi tir).

87

Memi oğlu, Cevdet, Bir Ho Alemimiz, nr. 34, Aralık 1966, s. 26 (Anılara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Dr. Edip, Kanada Mektubu, nr. 35, Ocak 1967, s. 24 (Yazar Kanada’da ya adıklarını anlatmı tır).

Memi oğlu, Edip, Amerika Mektubu, nr. 29, Temmuz 1966, s. 9 (Yazar Amerika’da ya adıklarını anlatmı tır).

Memi oğlu, Edip, Harput’a Mektup, nr. 30, Ağustos 1966, s. 30 (Harput’a özlem dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Ali efik Efendi, nr. 10, Nisan 1963, s. 13 (Ali efik Efendi hakkında bilgiler verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Ali efik Efendi, nr. 9, Mart 1963, s. 16 (Ali efik Efendi hakkında bilgiler verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Ali efik Hoca ve Ö ğretmenlik, nr. 26, Nisan 1966, s. 25 (Ali efik Hoca’nın ya amı hakkında bilgiler verilerek anılarıyla ö ğretmeli ği de anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Arkada lık Kadri, nr. 16, Kasım 1963, s. 23 (Arkada lı ğın önemi dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Atatürk’ün Elazı ğ’a Geli i, nr. 1, Mayıs 1962, s. 2 (Atatürk’ün Elazı ğ’a geli i ve bununla ilgili anılara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Baraj Destanı, nr. 25, Haziran 1965, s. 13 (Keban Barajı’na övgü yapılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Baraj Destanı, nr. 28, Haziran 1966, s. 4 (Keban Barajı’na övgü yapılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Çemi gezek, nr. 14, Ağustos 1963, s. 14 (Çemizgezek hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Çeriba ızade Mustafa Asım Efendi, s. 3, Ağustos 1962, nr. 6 (Mustafa Asım Efendi tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Da ğlayan Bestekara, nr. 36, Eylül 1967, s. 2.

88

Memi oğlu, Fikret, Derd Orta ğı, nr. 22, Nisan 1964, s. 5 ( airin e ini övmek için yazdı ğı bir iirdir).

Memi oğlu, Fikret, Diken, nr. 2, Haziran 1962, s. 18 (Sevgiliye olan özlem dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Dilci ve Yolcu Fuzuli, nr. 6, Kasım 1962, s. 24 (Fuzuli hakkında çe itli bilgiler verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Elazı ğ’da Basın Hayatı, nr. 22, Nisan 1964, s. 21 (Elazı ğ’da çıkan dergiler, gazeteler hakkında bilgiler verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Elektirik evkile Gazel, nr. 6, Kasım 1962, s. 30 (Elektrik konulu bir iirdir).

Memi oğlu, Fikret, Evliya Çelebi Aramızda, nr. 29, Temmuz 1966, s. 22 (Halk ozanı Talibi Co kun’un hayatı anlatılmı ve bazı iirlerine yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Feth-i Mübin, nr. 27, Mayıs 1966, s. 3 (Fatih Sultan Mehmet’e olan yo ğun sevgiyi dile getiren ve üstün özelliklerini anlatan bir iirdir).

Memi oğlu, Fikret, Geçmi den Hatıralar, nr. 34, Aralık 1966, s. 26 (Anılara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Göç Destanı Çayda Çıra, nr. 30, Ağustos 1966, s. 22.

Memi oğlu, Fikret, Göç Destanı Çayda Çıra, nr. 31, Eylül 1966, s. 15.

Memi oğlu, Fikret, Göç Destanı Çayda Çıra, nr. 32, Ekim 1966, s. 12.

Memi oğlu, Fikret, Halk Musikisi Usulleri, nr. 6, Kasım 1962, s. 6 (Halk musikisinin önemi anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Harput’ta Bir Dalyan Boylu Çeriba ı Zade Ali Bey, nr. 3, Ağustos 1962, s. 3 (Çeriba ızade Ali Bey tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Harput’un Asker Evlatları, nr. 24, Haziran 1964, s. 21 (Harput’un ünlü askerleri tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Harput’un Me hur Đlim Adamları, nr. 23, Mayıs 1964, s. 10 (18. yüzyıldan ba layarak Harput’ta ya amı ilim adamları tanıtılmı tır).

89

Memi oğlu, Fikret, Harput’un Me hur Đlim Adamları, nr. 24, Haziran 1964, s. 19 (18. yüzyıldan ba layarak Harput’ta ya amı ilim adamları tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Harputta Dalyan Boylu Çeri Ba ı Zade Ali Bey, nr. 2, Haziran 1962, s. 3 (Çeriba ızade Ali Bey’in tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Hep ve Hiç, nr. 17, Kasım 1963, s. 26 (Her eyi menfaat do ğrultusunda yapan insanlar ele tirilmektedir).

Memi oğlu, Fikret, Hey Para Hey!, nr. 5, Ekim 1962, s. 22 (Günümüzdeki para gerçe ğini ho bir dille bazen alaycı, bazen gerçekçi bir anlatımla i lemi tir).

Memi oğlu, Fikret, Hikmetoviç Verzanski, nr. 34, Aralık 1966, s. 6 (Nazım Hikmet hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Ho gör, nr. 36, Eylül 1967, s. 2.

Memi oğlu, Fikret, Đlericiler-Gericiler, nr. 17, Kasım 1963, s. 14 ( Đlerici ve gerici diyerek birbirini suçlayan insanlar ele tirilerek herkesin ülke daha fazla çalı ması istenmektedir).

Memi oğlu, Fikret, Đngiliz Veznedar ve Yakılan Para, nr. 21, Mart 1964, s. 13 (Paraya çok fazla de ğer verilmemesi dü üncesi vurgulanmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Keban, nr. 28, Haziran 1966, s. 13 (Keban konu olarak ilenmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Malum Asker, nr. 3, Ağustos 1962, s. 19 ( air Türk askerini kutsamakta, ona olan sevgisini dile getirmektedir).

Memi oğlu, Fikret, Meçhul Asker, nr. 10, Nisan 1963, s. 20 (Çanakkale sava ında kahramanlık gösteren askerlerimiz anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Mehter Mar ı, nr. 32, Ekim 1966, s. 32 (Mehter mar ına övgü yapılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Mevlana Törenleri, nr. 19, Mart 1964, s. 6 (Mevlana törenleri anlatılmı ve Mevlana’yı yeteri kadar anlamamız gerekti ği vurgulanmı tır).

90

Memi oğlu, Fikret, Munzur, Harput Gölcük Turizm Bölgemiz, nr. 15, Eylül 1963, s. 5 (Munzur, Harput ve Gölcük’ün turizme kazandırılması gereklili ği anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Nazım Hikmet!, nr. 31, Eylül 1966, s. 9 (Nazım Hikmet hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Nazım Hikmet, Rıza Tevfik, Mehmet Akif, nr. 35, Ocak 1967, s. 17 (Üç airin dili kullanmadaki ustalıkları üzerinde durulmu tur).

Memi oğlu, Fikret, Nüzhet Dede, nr. 7, Ocak 1963, s. 4 (Nüzhet Dede’nin airli ğinden ve hayatından kesitler yer almı tır).

Memi oğlu, Fikret, Nüzhet Dede, nr. 8, ubat 1963, s. 21 (Nüzhet Dede’nin airli ğinden ve hayatından kesitler yer almı tır).

Memi oğlu, Fikret, Öğretmenler Mar ı, nr. 8, ubat 1963, s. 7 (Tevfik Fikret’e ithaf edilen iirde ö ğretmenlerin me alesinden yurdun aydınlanaca ğı söylenmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Rahmi Hoca, nr. 12, Haziran 1963, s. 9 (Rahmi Hoca tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Rahmi Hoca, nr. 13, Temmuz 1963, s. 18 (Rahmi Hoca tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Rıf’at Dede, nr. 10, Nisan 1963, s. 24 (Rifat Dede tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Rıf’at Dede, nr. 11, Mayıs 1963, s. 24 (Rifat Dede tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Rubailer, nr. 26, Nisan 1966, s. 10.

Memi oğlu, Fikret, Saçlı Hoca, nr. 23, Mayıs 1964, s. 26 (Saçlı Hoca’nın hayatı hakkında bilgilere yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Saçlı Hoca, nr. 24, Haziran 1964, s. 27 (Saçlı Hoca’nın hayatı hakkında bilgilere yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Sanatın Kaçı ı, nr. 36, Eylül 1967, s. 13 (Sanatın her geçen gün gücünü kaybetti ği vurgulanmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Sema Kainatı, nr. 34, Aralık 1966, s. 5 (Sema törenlerinin anlatıldı ğı iirde air kendini bir Mevlevi gibi görmü tür).

91

Memi oğlu, Fikret, Söz Damlası, nr. 35, Ocak 1967, s. 15 ( air, iç sıkıntısını dile getirmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Süreyya ve Hafız, nr. 15, Eylül 1963, s. 15.

Memi oğlu, Fikret, iir Hakkında Dü ünceler, nr. 30, Ağustos 1966, s. 15 (Yazar iir hakkında farklı dü üncelerini dile getirmi tir).

Memi oğlu, Fikret, ükran ve Teselli, nr. 19, Mart 1964, s. 19 ( air, kendisine yapılan iyilikleri minnetle andı ğını, tanıdı ğı içli insanlarla teselli oldu ğunu anlatmaktadır).

Memi oğlu, Fikret, Türkiye Folklor Haritası, nr. 4, Ekim 1962, s. 11 (Yazıda birçok oyun türküsüne yer verilmi tir. Ayrıca Elazı ğ’da oynanan oyunların özellikleri anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Türkiye Folklor Haritası, nr. 5, Ekim 1962, s. 20 (Yazıda birçok oyun türküsüne yer verilmi tir. Ayrıca Elazı ğ’da oynanan oyunların özellikleri anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Türkiye Folklor Haritası, nr. 6, Kasım 1962, s. 21 (Birçok eski türküye yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Yakup evki Pa a, nr. 11, Mayıs 1963, s. 11 (Yakup evki Pa a tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Yolcu, nr. 1, Mayıs 1962, s. 4 (Erzurum, Trabzon ve Kars’tan gelen halk oyunu ekipleri ö ğrencileri için yazılmı bir iirdir. iirde ayrıca bu illerin halk oyunlarıyla ilgili bilgilere de yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Yunus Emre, nr. 8, ubat 1963, s. 10 (Yunus Emre’nin hayatına ve eserlerinden açıklamalara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Zavallı Ahmet Kemal, nr. 6, Kasım 1962, s. 16 (Ahmet Kemal tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Zavallı Ahmet Kemal, nr. 6, Kasım 1962, s. 18 (Ahmet Kemal tanıtılmı tır).

92

Memi oğlu, Hasip, Almanya Mektubu, nr. 17, Kasım 1963, s. 19 (Almanya anılarına yer verilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Almanya Mektubu, nr. 5, Ekim 1962, s. 11 (Almanya anılarına yer verilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Almanya Mektubu, nr. 6, Kasım 1962, s. 10 (Almanya anılarına yer verilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Almanya’da Türk Đ çileri, nr. 19, Mart 1964, s. 13 (Almanya’daki Türk Đ çilerinin durumları hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Do ğu ve Batı Problemi, nr. 22, Nisan 1964, s. 8 (Do ğu ve Batı problemi konu edilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Fransa Mektubu, nr. 21, Mart 1964, s. 10 (Fransa ve Fransızlar hakkında bilgi verilmi tir).

Minneto ğlu, Đbrahim, Hey Köycülük, nr. 10, Nisan 1963, s. 29.

Mustafa, Kuntay, Radyo Hakkında, nr. 4, Ekim 1962, s. 16.

Mutlu, Kemal, Okuyucu Mektubu, nr. 36, Eylül 1967, s. 33.

Muz, Murat, Keban Barajı ve Elazı ğ, nr. 27, Mayıs 1966, s. 12 (Keban Barajı ve Elazı ğ anlatılmı tır).

Noyan, Ahmet, Dedikodu, nr. 16, Kasım 1963, s. 5 (Dedikodu konusu i lenmi tir).

Noyan, Prof. Ahmet, Dalkavuk, nr. 17, Kasım 1963, s. 12 (Dürüstlü ğün önemi üzerinde durulmu tur).

Noyan, Prof. Ahmet, Köprü, nr. 18, Aralık 1963, s. 4 (Ülkemizdeki hoca ö ğretmen ili kisindeki resmiyet ve uzaklı ğı ele tirmi tir).

Noyan, Prof. Dr. Ahmet, Ta , nr. 20, ubat 1964, s. 10 (Yazar iyi eyler yapmak gerekti ğini ancak bundan rahatsızlık duyacaklarında çıkaca ğını anlatmı tır).

O. Yavuzer, N. Macit, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 30, Ağustos 1966, s. 12 (Anılara yer verilmi tir).

93

Olgun, Đbrahim, Naimi Efendigil, nr. 13, Temmuz 1963, s. 3 (Naimi Efendigil tanıtılmı tır).

Omay, Eren, Bilemezsin, nr. 11, Mayıs 1963, s. 2 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Orhan, Emin, Okuyucu Mektubu, nr. 30, Ağustos 1966, s. 33.

Orta, Nedim, Yitik Ça ğrı, nr. 24, Haziran 1964, s. 3 ( air hayatın kendisini yordu ğunu dile getirmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Ba ıbo Kamyon ve Kanun, nr. 27, Mayıs 1966, s. 26 (Otoyollarda kamyonların kurallara uymaması ele tirilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Çemi gezekten Sesler, nr. 34, Aralık 1966, s. 28 (Çemizgezek’le ilgili bilgilere yer verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Dar Bölge, Geni Bölge De ğil, Bütün Ülke, nr. 26, Nisan 1966, s. 21 (Dar bölge ve geni bölge milliyetçili ği ele tirilerek, vatanın top yekûn kalkınması fikri esas olmalıdır dü üncesi savunulmu tur)

Osmano ğlu, Cenap, Elâzı ğ’da eyh Said Đsyanı, nr. 18, Aralık 1963, s. 13 ( eyh Said Đsyanı hakkında bilgi verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Harput Çevresindeki Kaleler ve Be ğlikler, nr. 32, Ekim 1966, s. 8 (Harput çevresindeki kaleler ve beylikler anlatılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, Harput’ta Meryem Ana Kilisesi, nr. 16, Kasım 1963, s. 21 (Meryem Ana Kilisesi anlatılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, Kadı Burhaneddin, nr. 31, Eylül 1966, s. 28 (Kadı Burhanettin hakkında bilgi verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Palu ve Kara Cem it Bey, nr. 36, Eylül 1967, s. 22 (Kara Cem it Bey konu edilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Seçim Destanı, nr. 13, Temmuz 1963, s. 13 (Seçim konusu ilenmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Sosyal Goncamız, nr. 14, Ağustos 1963, s. 19 (Nasrettin Hoca’nın sosyal hayatımızdaki önemi anlatılmı tır).

94

Osmano ğlu, Cenap, eyh Sait Đsyanı, nr. 23, Mayıs 1964, s. 15 ( eyh Sait isyanı konu edilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Tarih Boyunca Suyun Önemi, nr. 28, Haziran 1966, s. 29 (Suyun önemi anlatılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, Tunceli’nde Tarih, nr. 29, Temmuz 1966, s. 16 (Tunceli hakkında bilgi verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Vaaz ve Hutbe, nr. 19, Mart 1964, s. 19 (Atatürk’ün Balıkesir Za ğanos Pa a Camiindeki hutbesine yer verilmi ve vaizin insanlar üzerindeki etkisine de ğinilmi tir).

Osmano ğlu, Genç, Kulu A ğa ve Çarsancak Beyleri, nr. 36, Eylül 1967, s. 26 (Kulu Ağa ve Çarsancak Beyleri konu edilmi tir).

Oy, Aydın, Halk Edebiyatının Halk E ğitimindeki Rolü, nr. 11, Mayıs 1963, s. 29 (Halk edebiyatının e ğitimdeki rolü vurgulanmı tır).

Öge, Hafız Osman, Eski Harput’la Ba ba a, nr. 36, Eylül 1967, s. 6 ( air iirinde Harput’un eski günlerini özlemektedir).

Öge, Osman Hafız, Hacca Gidi ve Dönü , nr. 13, Temmuz 1963, s. 15 (Hacca gidi ve dönü törenleri Harput kültürüne göre anlatılmı tır).

Öge, Osman Hafız, Harput’un Son Hafızları, nr. 5, Ekim 1962, s. 18 (Harput’un son hafızları tanıtılmı tır).

Ömer, A. Tanel, Küçük Satıcıların Tayini, nr. 30, Ağustos 1966, s. 29 (Küçük satıcı çocukların kazandıkları paralarla nasıl bir hayal dünyasına daldıkları anlatılmaktadır).

Özal, Asst. Prof. Korkut, Keban Barajı Hakkında, nr. 20, ubat 1964, s. 11 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Özal, Asst. Prof. Korkut, Keban Barajı Hakkında, nr. 28, Haziran 1966, s. 17 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Özal, Asst. Prof. Korkut, Keban Mansabındaki A ağı Fırat Havzasının Geli me Đmkânları, nr. 21, Mart 1964, s. 25 (Keban Barajı konu edilmi tir).

95

Özer, Ziya, Aynadaki Aksime, nr. 15, Eylül 1963, s. 30 ( air aynada yüzüne bakarak duygularını dile getirmi tir).

Özmen, Cahide, Yunus’un Ümmili ği, nr. 11, Mayıs 1963, s. 7 (Yunus’un ümmili ğinden bahsedilen yazıda Yunus Emre’nin ümmi olamayaca ğı iirlerinden hareketle vurgulanmı tır).

Prof. ler Grubu, Açık Oturum, nr. 36, Eylül 1967, s. 7.

Prof. ler Grubu, Kurul Raporu, nr. 36, Eylül 1967, s. 9.

Prof. Press, Yabancı Gözüyle Keban Barajı, nr. 28, Haziran 1966, s. 22 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Rasim, Küçükel, Yeni Fırat Ailesine, nr. 2, Mart 1964, s. 1.

Remzi, Osman, Ba Kumandana Destan’dan, nr. 6, Kasım 1962, s. 15 (Atatürk için yazılmı bir iirdir).

Röportajcı, Elazı ğ Kız Enstitüsü, nr. 13, Temmuz 1963, s. 23.

Röportajcı, Ziraat Bankasında Bir Saat, nr. 9, Mart 1963, s. 21.

Saim, Hur it, Nice’te Türk Oyuncuları, nr. 31, Eylül 1966, s. 12 (Fransa’daki Türk oyuncular konu edilmi tir).

Saim, Hur it, ehit Ö ğretmen Naci Đçin, nr. 35, Ocak 1967, s. 16 (Bir trafik kazasında hayatını kaybeden arkada ı Öğretmen Naci için yazılmı bir iirdir).

San, Đlkan, Geçti, nr. 15, Eylül 1963, s. 17 (Ak konulu bir iirdir).

San, Đlkan, Gel Gör Ki, nr. 9, Mart 1963, s. 24 (Otuzbe ya iirine ithafen yazılmı tır).

San, Mithat, Keban Baraj – Hidroelektrik Tesisleri ve A ağı Fırat Havzası, nr. 5, Ekim 1962, s. 6 (Keban Barajı konusu i lenmi tir).

San, Mithat, Keban Barajından Madencili ğe Sa ğlanacak Faydalar, nr. 8, ubat 1963, s. 2 (Keban Barajı konusu i lenmi tir).

96

San, Mithat, Keban Barajından Sanayiye Sa ğlanacak Faydalar, nr. 9, Mart 1963, s. 2 (Keban Barajı konusu i lenmi tir).

San, Mithat, Keban Barajından Sosyal Hayata Sa ğlanacak Faydalar, nr. 11, Mayıs 1963, s. 3 (Keban Barajı konusu i lenmi tir).

San, Mithat, Ziraata Sa ğlanacak Faydalar, nr. 6, Kasım 1962, s. 3 (Keban Barajı konusu i lenmi tir).

San, Mithat, Ziraatte Sa ğlanacak Faydalar, nr. 7, Ocak 1963, s. 2 (Keban Barajı konusu i lenmi tir).

Sarıca, Đsmail, Kaçak, nr. 24, Haziran 1964, s. 17 (Evden kaçıp evlenemeyen iki gencin hikâyesi anlatılmı tır).

Sarıca, Đsmail, Korkuluklar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 18 (Ate lenmi bir çocu ğun bu sıkıntısını kocakarı yöntemiyle geçirmeye çalı an iki insanın hikâyesi anlatılmı tır. Ailenin yoksullu ğu da dikkati çeken ayrı bir husustur).

Sayılan, Muzaffer, Okuyucu mektubu, nr. 14, Ağustos 1963, s. 31.

Schell, Walter, Elazı ğ Valisi Bay Abdullah Đğ neciler’e!. , nr. 14, Ağustos 1963, s. 29.

Sert Tatlı: Cumhuriyet Güzeline, nr. 6, Kasım 1962, s. 2 (Cumhuriyetin faziletleri anlatılmı tır).

Sert, Tatlı, Elveda, nr. 9, Mart 1963, s. 20 (Ayrılık konulu bir iirdir).

Sert, Tatlı, Ramazan Hazretlerine, nr. 34, Aralık 1966, s. 25 (Fakir insanların Ramazan ayı gelince sıkıntıları mizahi bir dille anlatılmı tır).

Seyda, Mehmet, Hayat, nr. 11, Mayıs 1963, s. 18 (Liseden arkada iki ki inin uzun yıllar sonra kar ıla masıyla ba layan hikâyede bu arkada lardan birinin yaptı ğı sahtekârlıklar anlatılmı tır).

Seyda, Mehmet, Đnsaniyet, nr. 12, Haziran 1963, s. 26 (Bir meyhanede oturup içen üç arkada ın sohbetleriyle olu an hikâyede insanların hayvanlara yaptı ğı eziyetler anlatılarak bunların insanlık dı ı hareketler oldu ğu vurgulanmı tır).

Seyda, Mehmet, Karar Karardır, nr. 18, Aralık 1963, s. 8 (Evlenmeyi dü ünen iki gencin ba ından geçen olayların anlatıldı ğı bir hikâyedir).

97

Seyda, Mehmet, Roman, nr. 9, Mart 1963, s. 11 (Romancıyı di ğer insanlardan ayıran özellikler anlatılmı tır).

Seyda, Mehmet, Sanatçının Yayılması, nr. 14, Ağustos 1963, s. 23 (Sanatın ve sanatçının önemine de ğinilmi tir).

Seyfettin, Ömer, Keramet, nr. 21, Mart 1964, s. 4 (Halkın türbeler hakkındaki batıl dü ünceleri hem dü ündürücü hem mizahi yönüyle anlatılmı tır).

Sılay, Solay, Hadimi, O Gece, nr. 18, Aralık 1963, s. 28 (Ak teması i lenmi tir).

Solgun, Hüseyin, Tuncelinde Kız Đsteme ve Dü ğün Gelenekleri, nr. 8, ubat 1963, s. 15 (Tunceli’de kız isteme gelene ği anlatılmı tır).

Solgun, Hüseyin, Tuncelinde Kız Đsteme ve Dü ğün Gelenekleri, nr. 9, Mart 1963, s. 13 (Tunceli’de kız isteme gelene ği anlatılmı tır).

Suba ı, H. Đ., Yakup evki Pa a, nr. 12, Haziran 1963, s. 21 (Yakup evki Pa a tanıtılmı tır).

Suba ı, Đshak Hakkı, Yakup evki Pa a, nr. 20, ubat 1964, s. 22 (Yakup evki Pa a tanıtılmı tır).

Sunguro ğlu, Đshak, Harput’un Son Hafızları, nr. 4, Ekim 1962, s. 21 (Yedi hafız tanıtılmı tır).

Sürel, Nazif, Keban Dolayısı ile Elazı ğlıların Görevleri, nr. 26, Nisan 1966, s. 5 (Keban Barajı konu edilmi tir).

. A., Karga, nr. 22, Nisan 1964, s. 11 (Halk arasında kargaya yakı tırılan kötü isnatlara kar ı çıkılmı bunun tersi fikirler savunulmu tur).

. A., Yuva, nr. 21, Mart 1964, s. 23 (Evin de ğerinin anlatıldı ğı bir yazıdır).

ahin, Mehmet, Ben De ğildim, nr. 34, Aralık 1966, s. 24 (Farklı ya amlara sahip insanlar konu turulmu tur).

ahin, Mehmet, Selsebil, nr. 32, Ekim 1966, s. 18 (Fatiha, Kevser ve Đhlas suresi üzerine yazılmı üç iirden olu maktadır).

efik, Ali, Ayni Baba, nr. 21, Mart 1964, s. 30 (Ayni Baba’ya yazılmı bir iirdir).

98

enkal, Gürbüz, Baraj Öksüzleri, nr. 27, Mayıs 1966, s. 7 (Keban Barajı’nda ma ğdur olan ki iler konu edilmi tir).

Tahiro ğlu, A. Tarık, Elazı ğ Büyüyen ehir, nr. 9, Mart 1963, s. 6 (Elazı ğ konulu bir yazıdır).

Tanyeri, Sabri, “Çayda Çıra”, Bergama Kermesinde, nr. 13, Temmuz 1963, s. 7.

Ta öz, Turgut, Bo a Aranmak, nr. 22, Nisan 1964, s. 6 (Mutsuz insanların mutlulu ğu aramaları anlatılmı tır).

Ta öz, Turgut, Güne le Mum, nr. 21, Mart 1964, s. 8 (Yapıtların özgün olması gerekti ği vurgulanmı tır).

Tece, Leman, Murat’tan ‘’Yeni Fırat’’ a, nr. 13, Temmuz 1963, s. 3.

Tekindal, Yümnü, Belediye Üstüne, nr. 21, Mart 1964, s. 29.

Tekindal, Yümnü, Olur, nr. 25, Haziran 1965, s. 32 (Sevgiliye sitem dile getirilmi tir).

Temizer, Doç. Dr. Med. Vet. Temizer, Beslenme ve Elazı ğ Çevresinde Hayvancılık, nr. 27, Mayıs 1966, s. 27 (Hayvancılık konusu i lenmi tir).

Timuro ğlu, Vecihi, Sanatta Anlamsızlıkla Biçim Bozma, s. 29, Temmuz 1966, nr. 14 (Sanat konusu i lenmi tir).

Togan, Prof. Zeki Velidi, Türk Dilinin Korunması, nr. 32, Ekim 1966, s. 5 (Türk dilinin korunması hakkında bilgi verilmi tir).

Tu ğrul, Celaleddin, Bu da Bizim Köy, nr. 11, Mayıs 1963, s. 26 (Türk köylüsünün yüksek karakteri anlatılmı tır).

Turgut, Đhsan, Sema ve Figürleri, nr. 19, Mart 1964, s. 16 (Sema ve figürleri hakkında bilgi verilmi tir).

Uğurlu, Kamil, Đğ ci Baba, nr. 24, Haziran 1964, s. 16 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

Uğurlu, Kamil, Saçların Üzerine Karalama, nr. 12, Haziran 1963, s. 16 ( air, sevgilisinin saçlarının güzelli ğini ve kendisini nasıl etkiledi ğini anlatmaktadır).

99

Ülkü, Fethi, Halk E ğitimi ve Prensipleri, nr. 35, Ocak 1967, s. 36 (Halk e ğitimi ve prensipleri konu edilmi tir).

Ülkü, Fetih, 19. Yüzyıl Sonlarında Bugünkü Tunceli’nin Durumu, nr. 22, Nisan 1964, s. 18 (Vital Cuinet’ten çeviri olan bu yazıda Tunceli’yle ilgili 19. Yüzyılda bilgilere ve gözlemlere yer verilmi tir).

Ünaydın, Ru en E ref, Atatürk, nr. 17, Kasım 1963, s. 4 (Atatürk’ün devrimleri ve yaptıkları kıyaslamalı bir ekilde anlatılmı tır).

Yalkut, Aydın, Âık Veysel, nr. 9, Mart 1963, s. 28.

Yavuzer, Oya- Macit, Nejla, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 33, Kasım 1966, s. 31 (Anılara yer verilmi tir).

Yavuzer, Oya- Macit, Nejla, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 34, Aralık 1966, s. 27 (Anılara yer verilmi tir).

Yavuzer, Oya, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 31, Eylül 1966, s. 24 (Anılara yer verilmi tir).

Yavuzer, Oya, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 32, Ekim 1966, s. 22 (Anılara yer verilmi tir).

Yeni Fırat, Açık Te ekkür, nr. 30, Ağustos 1966, s. 1.

Yeni Fırat, Aile Çay Bahçesi Alevi Bohçası, nr. 30, Ağustos 1966, s. 3 (Alevili ğin propaganda aracı edilerek ayrımcılık yapanlara ele tiri getirilmi tir).

Yeni Fırat, Âık Veysel Đyile ti, nr. 5, Ekim 1962, s. 14.

Yeni Fırat, Atatürk ve Gölcük, nr. 6, Kasım 1962, s. 1 (Atatürk’ün Gölcük’le ilgili anısına yer verilmi tir).

Yeni Fırat, Atatürk ve Türkçemiz, nr. 33, Kasım 1966, s. 3 (Atatürk’ün Türk diline verdi ği önem anlatılmı tır).

Yeni Fırat, Atatürk, nr. 17, Kasım 1963, s. 1 (Atatürk çe itli yönleriyle anlatılmı tır).

Yeni Fırat, Baskı Hataları, nr. 6, Ocak 1962, s. 22.

Yeni Fırat, Baskı Hataları, nr. 7, Ocak 1963, s. 22.

100

Yeni Fırat, Belediyeden Ölülere ve Dirilere Đlgi, nr. 6, Ocak 1962, s. 24.

Yeni Fırat, Belediyemizin Dikkatlerine, nr. 14, Ağustos 1963, s. 27.

Yeni Fırat, Beyyurdu Garnizonu, nr. 23, Mayıs 1964, s. 1 (Beyyurdu garnizonunun ta ınması konusu i lenmi tir).

Yeni Fırat, Beyyurdu Garnizonu, nr. 31, Eylül 1966, s. 25 ( ehir içinde kalan kı lanın Beyyurdu’na ta ınması gereklili ği üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Bir Ölünün Ya amı, nr. 23, Mayıs 1964, s. 4 (Maurice Maeterlinck’ten Türkçeye çevrilmi bir hikâyedir).

Yeni Fırat, Cevaplandırılmayan Bir Dilek, nr. 5, Ekim 1962, s. 1.

Yeni Fırat, Çemi gezek Kanunu, nr. 33, Kasım 1966, s. 25 (Hukuk konulu bir yazıdır).

Yeni Fırat, Çılgın Gençlik, Olgun Gençlik, nr. 35, Ocak 1967, s. 5 (Gençli ğin bir milletin gelece ğindeki önemi üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Densizlik ve Arsızlık, nr. 32, Ekim 1966, s. 3 (Densiz ve arsız diyerek aırı sa ğ ve sol akımlara kendini kaptırıp araya nifak sokan ki ileri ele tirmi tir).

Yeni Fırat, Fetih Günü, nr. 25, Haziran 1965, s. 1 (Harput’un fethinin yıldönümü nedeniyle kutlama niteli ğinde bir yazıdır).

Yeni Fırat, Fetih ve Fatih, nr. 27, Mayıs 1966, s. 1 (Türk dünya tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in ve Đstanbul’un fethinin önemi üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Her Đlçeden, Bir Gülce, nr. 36, Eylül 1967, s. 29 (Mizah yapılmı tır).

Yeni Fırat, Huzursuzlu ğun Sosyal Sebepleri, nr. 8, ubat 1963, s. 28 ( Đnsanlardaki huzursuzlu ğun nedenleri derinlemesine incelenmi tir).

Yeni Fırat, Đkinci Cilde Ba larken, nr. 13, Temmuz 1963, s. 1 (Yeni Fırat dergisinin 12 sayıyı tamamlaması geçen süreçte dergide yapılan çalı maların özeti yer almaktadır).

101

Yeni Fırat, Keban Barajı ve Günlük Meseleler, nr. 26, Nisan 1966, s. 1 (Üç ba lıkta toplanan yazıda vatan sevmek, vatanı kalkındırmak, kalkınmanın yolu ve çaresi olarak vatana hizmet etmek gereklili ği üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Keban Barajı, nr. 2, Haziran 1962, s. 12 (Keban Barajı konu olarak ilenmi tir).

Yeni Fırat, Keban barajı, nr. 3, Ağustos 1962, s. 9 (Keban Barajı konu olarak ilenmi tir).

Yeni Fırat, Keban Barajı, nr. 4, Ekim 1962, s. 5 (Keban Barajı konu olarak ilenmi tir).

Yeni Fırat, Keban Barajı, nr. 5, Ekim 1962, s. 3 (Keban Barajı konu olarak ilenmi tir).

Yeni Fırat, Keban, nr. 12, Haziran 1963, s. 17 (Keban Barajı konu olarak ilenmi tir).

Yeni Fırat, Kıbrıs, nr. 20, ubat 1964, s. 1 (O dönemlerde gündemde olan Kıbrıs ile ilgili sorunlardan bahsedilmektedir).

Yeni Fırat, Kore Destanı, nr. 7, Ocak 1963, s. 8 (Kore sava ı konu olarak alınmı tır).

Yeni Fırat, Kurum ve Durum, nr. 36, Eylül 1967, s. 34 (Derginin yayınına ara verece ği bildirilmi tir).

Yeni Fırat, Kültürel Merkeziyet, nr. 18, Aralık 1963, s. 1 (Kültürel merkeziyetçili ğin ola ğanüstü durumlar haricinde ülkenin geri kalan kısımlarını daha da geriye götürece ği fikri i lenmi tir).

Yeni Fırat, Kürtçülük Fantezisi, nr. 11, Mayıs 1963, s. 1 (Kürtçülük yapanlar sert bir dille ele tirilmi tir).

Yeni Fırat, Milli E ğitim Bakanına, nr. 4, Ekim 1962, s. 1 (Elazı ğ’a açılması istenen teknik okulun Elazı ğ ve ülke için önemine de ğinilmi tir).

Yeni Fırat, MülkünTemeli, nr. 24, Haziran 1964, s. 1 (Adaletin gereklili ği üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Ne Đstiyor Bu Adamlar, nr. 19, Mart 1964, s. 13.

102

Yeni Fırat, Okurlarımıza, nr. 20, ubat 1964, s. 31.

Yeni Fırat, Olur Olmaz, nr. 7, Ocak 1963, s. 1 (Olur ile batı, olmaz ile do ğu kastedilmi tir ve do ğunun kalkındırılması gerekti ğine geçilmi tir).

Yeni Fırat, Ömer Kayao ğlu, nr. 7, Ocak 1963, s. 14 (Ömer Kayao ğlu tanıtılmı tır).

Yeni Fırat, Özgerlik ve Özgürlük, nr. 29, Temmuz 1966, s. 3 (Özgerlik ve özgürlü ğün iç içe geçmi oldu ğu ve bunlar olmazsa toplumun gerçek düzene kavu amayaca ğı vurgulanıyor).

Yeni Fırat, Pere Yok, nr. 4, Ekim 1962, s. 14 (Mizah konusu i lenmi tir).

Yeni Fırat, Sayın Ba bakanım, nr. 2, Haziran 1962, s. 1 (Elazı ğ’ın geli mesi ve kalkınması için isteklerin yer aldı ğı bir mektuptur. Dönemin ba bakanı Đsmet Đnönü’ye yazılmı tır).

Yeni Fırat, Sayın Milli E ğitim Bakanı evket Ra it Hatibo ğlu, nr. 3, Ağustos 1962, s. 1 (Milli E ğitim Bakanına Elazı ğ’a teknik okul açılması iste ğinin yer aldı ğı bir mektup yazılmı tır).

Yeni Fırat, Son Kahramanlara, Kore Destanı, nr. 7, Ocak 1963, s. 10 (Kore sava ı konu olarak alınmı tır).

Yeni Fırat, Süleyman Nahifi, nr. 19, Mart 1964, s. 9.

Yeni Fırat, ehitlik Ayaklar Altında, nr. 31, Eylül 1966, s. 3 ( ehitli ğe gereken önemin verilmedi ğinden yakınılmı tır).

Yeni Fırat, ehriye Gecesi, nr. 35, Ocak 1967, s. 40.

Yeni Fırat, Teknik Okul Açılıyor, nr. 9, Mart 1963, s. 1 (Teknik okulun açılaca ğı haberine yer verilmi tir).

Yeni Fırat, Teknik Üniversite’den Keban Barajı’na, nr. 28, Haziran 1966, s. 3 (Kaban barajının yapılma kararının alınmasından sonra teknik bir üniversitenin Elazı ğ’da açılması zorunlulu ğu üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Temel Atılıyor, nr. 10, Nisan 1963, s. 1 (Teknik okulun temelinin atılı ı konu edilmi tir).

103

Yeni Fırat, Toplumsal Bencilik, nr. 12, Haziran 1963, s. 1 (Bencilli ğin kötü yönleri üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Trafik Kazaları, nr. 15, Eylül 1963, s. 1 (Trafik kazalarının çoklu ğundan bahsedilmi tir).

Yeni Fırat, Turizm Davamız, nr. 14, Ağustos 1963, s. 1 (Turizm konusu i lenmi tir).

Yeni Fırat, Türk Dünyasının Büyük Kayıpları, s. 29, Temmuz 1966, nr. 31.

Yeni Fırat, Türk Kültürü, nr. 21, Mart 1964, s. 1 (Okullarda Türk kültürü dersinin okutulması istenmektedir).

Yeni Fırat, Valimizin Basın Toplantısı, nr. 8, ubat 1963, s. 25.

Yeni Fırat, Yabancı Gözüyle Keban Barajı, nr. 19, Mart 1964, s. 29.

Yeni Fırat, Yayınevi, nr. 8, ubat 1963, s. 1 (Bir esnafın Elazı ğ’da yayınevi açılması için cumhurba kanına dilekte bulunu u konu edilmi tir).

Yeni Fırat, Yeni Fırat, nr. 1, Mayıs 1962, s. 1 (Dergiye Yeni Fırat isminin verilmesi ve nedenleri açıklanmı tır).

Yeni Fırat, Yolçatı veya Körba ğırsak, nr. 22, Nisan 1964, s. 1 (Demiryolunun Elazı ğ’dan geçmesi iste ği dile getirilmi tir).

Yeni Fırat, Ziraat Fakültesi Elazı ğ’da Açılmalıdır, nr. 16, Kasım 1963, s. 1 (Elazı ğ’a ziraat fakültesi açılması gereklili ği üzerinde durulmu tur).

Yıldırım, N. Gencosmano ğlu, Bu Toprak, nr. 1, Mayıs 1962, s. 11 (Elazı ğ’ın tarihinden gelen manevi iklimine dikkat çekilmi tir).

Yıldırım, N. Gencosmano ğlu, Kopuzdan Ezgiler, nr. 1, Mayıs 1962, s. 12 ( air Harput’ta ya adı ğı anıların yer vermi tir).

Yıldız, Mehmet, Harput Konakları ve Evleri, nr. 25, Haziran 1965, s. 23 (Harput konakları ve evleri tanıtılmı tır).

Yıldız, Mehmet, Maniler, nr. 25, Haziran 1965, s. 26.

Yılmaz, Mithat, Gittikçe Hızlı, nr. 32, Ekim 1966, s. 26.

Yılmaz, Mithat, Gong Soka ğı, nr. 34, Aralık 1966, s. 20.

104

Yılmaz, Mithat, Ters Sone, nr. 27, Mayıs 1966, s. 20.

Yi ğittop, Sıddık, Düzen Bozumu, nr. 21, Mart 1964, s. 15 ( air yapmak isteyip de yapamadıklarını anlatmaktadır).

Yolcu, Acı Damlalar, nr. 21, Mart 1964, s. 3 ( air, ya amının acılar içinde geçti ğini belirterek kaderine sitem etmektedir).

Yolcu, Bakında Görün, nr. 32, Ekim 1966, s. 4 (Sevdi ği kızın ba kasıyla evlenmesinin ardından içine dü tü ğü kederi anlatan bir iirdir).

Yolcu, Bir Martı Uçtu Gölcük’ten, Yeni Fırat, nr. 30, Ağustos 1966, s. 6 ( air, Hazar gölüne olan sevgisini dile getirmi tir).

Yolcu, Çakma ğı Çak, nr. 13, Temmuz 1963, s. 12 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, Dü Gibi, nr. 29, Temmuz 1966, s. 5 ( air sevgilisine olan özlemini dile getirmi tir).

Yolcu, Eski Karyolam, nr. 22, Nisan 1964, s. 23 (air çocuklu ğundan kalan karyolasının de ğerini yeni anladı ğını belirterek karyolasını övmektedir).

Yolcu, Gençosman Destanı, nr. 18, Aralık 1963, s. 18 (Genç Osman’ın kahramanlı ğı destansı bir ekilde anlatılmı tır).

Yolcu, Gölcük’e Do ğru, nr. 3, Ağustos 1962, s. 8 ( air, Gölcük’e olan ilgisini anlatmı tır).

Yolcu, Harput A ğzı, nr. 14, Ağustos 1963, s. 12 (Ak temasını i lemektedir).

Yolcu, Ko ma, nr. 26, Nisan 1966, s. 14 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmektedir).

Yolcu, Sıla Yolculu ğu, nr. 2, Haziran 1962, s. 7 (Memleket özleminin dile getirilmesi).

Yolcu, Sonuç, nr. 12, Haziran 1963, s. 8 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, Söz Birli ği, nr. 10, Nisan 1963, s. 17 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, eve Manileri, nr. 23, Mayıs 1964, s. 9 (Ak teması i lenmi tir).

105

Yolcu, Teselli ve Temenni, nr. 35, Ocak 1967, s. 27 ( air sevgilisinden beklentilerini dile getirmi tir).

Yolcu, Yar Ardından Ko ma, nr. 33, Kasım 1966, s. 11 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, Yas Destanı, nr. 31, Eylül 1966, s. 4 (Bir depremin ardından duyulan üzüntü dile getirilmi tir).

106

2. TÜRLER ĐNE GÖRE YAZILAR 2. 1. Dil ve Edebiyatla Đlgili Yazılar A, , Karga, nr. 22, Nisan 1964, s. 11 (Halk arasında kargaya yakı tırılan kötü isnatlara kar ı çıkılmı bunun tersi fikirler savunulmu tur).

A, , Yuva, nr. 21, Mart 1964, s. 23 (Evin de ğerinin anlatıldı ğı bir yazıdır).

Abacı, Hayrettin M., Bilmece, nr. 13, Temmuz 1963, s. 27 (Bilmece tarzında bir iirdir).

Abasıyanık, Sait Faik, Uçurtmalar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 6 (Yalnızlık konusu ilenmi tir).

Akman, Süleyman, Gündelik, nr. 35, Ocak 1967, s. 21.

Akyol, Naci, Kara Bahtım, nr. 22, Nisan 1964, s. 29 ( air bahtının kötülü ğünden ikâyet etmektedir).

Ali efik Efendi, Hacı Baba, nr. 24, Haziran 1964, s. 12 ( air Hacı Baba’ya olan sevgisini dile getirmi tir).

Alo , Mektup, nr. 7, Ocak 1963, s. 19.

Altınka , K. Abbas, Dörtlükler, S, 22, Nisan 1964, s. 12 ( Đlk dörtlükte a k teması, ikinci dörtlükte peygamber sevgisi i lenmi tir).

Anonim, Civan Ömrü, nr. 29, Temmuz 1966, s. 13 (Bir kadının 10 ya ından ölümüne kadar olan hayatı anlatılmı tır).

Ara , Ahmet, Sen De ğil Miydin?, nr. 18, Aralık 1963, s. 28 (Ak teması i lenmi tir).

Arsoy, Asım Yesari, Mektup, nr. 36, Eylül 1967, s. 2.

Atatürk, Kemal Mustafa, Bursa Nutku, nr. 17, Kasım 1963, s. 7.

Aygün, Gönül, Harput Özlemi, nr. 30, Ağustos 1966, s. 24 (Harput’a olan özlem dile getirilmi tir).

Ba ak, Fethi, Đzmir Mektubu, nr. 34, Aralık 1966, s. 23.

Ba ak, Fethi, efika, nr. 2, Haziran 1962, s. 19 (Deli olarak bilinen efika adındaki bir kadının o ğlu için yaptı ğı fedakârlıkların anlatıldı ğı bir hikâyedir).

107

Ba ak, Fethi, iir, nr. 36, Eylül 1967, s. 21 (Farklı konularda üç iire yer verilmi tir).

Birdo ğan, Nejat, Ezan, nr. 15, Eylül 1963, s. 20 (Ezan sesinin ruhu dinlendirdi ği ilenmi tir).

Birdo ğan, Nejat, Murat Kıyısın’dan Süleyman ah’a, nr. 28, Haziran 1966, s. 16 (air Süleyman ah’a olan sevgisini dile getirmi tir).

Birdo ğan, Nijad, Türk Destanları ve Halk Hikâyeleri, nr. 10, Nisan 1963, s. 6 (Türk Destanları ve Halk Hikâyeleri hakkında bilgi verilmi tir).

Bölükba ı, Rıza Tevfik, Celal Nuri Beyefendiye!, nr. 23, Mayıs 1964, s. 12 (Ta lama tarzında yazılmı bir iirdir).

Bölükba ı, Tevfik Rıza, Sırası De ğil, nr. 14, Ağustos 1963, s. 6 (Ta lama tarzında yazılmı bir iirdir).

Burdurluo ğlu, F. Atalay, Birsen’e Birinci iir, nr. 23, Mayıs 1964, s. 14 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

Can, Suzi, Ne Fark Eder Ki Gakgo , nr. 8, ubat 1963, s. 4 (Gakgo lara seslenilmi ve ölümün oldu ğu hatırlatılmı tır).

Ceyhan, Erdal, Benek, nr. 20, ubat 1964, s. 8 (Ölüm temalı bir iirdir).

Ceyhan, Erdal, Bizim iir, nr. 18, Aralık 1963, s. 6 ( iirin çıkmazda olu u divan iirinden uzakla maya ve Anadolu’dan kopmaya ve bazı airlerin sadece birbirlerini dinleyip halktan kopmasına ba ğlamı tır).

Ceyhan, Erdal, Harput Gelin, nr. 17, Kasım 1963, s. 13 ( air uzaklardan bir gelin alıp getirdi ğini anlatmaktadır).

Ceyhan, Erdal, Harput I ıklar Đçinde, nr. 15, Eylül 1963, s. 4 ( air Harput’u yardan ayırmadı ğını, onun kadar sevdi ğini söylemektedir).

Ceyhan, Erdal, Yarın, Hemen, nr. 19, Mart 1964, s. 25 (Babası ölüm dö eğinde olan yoksul bir gencin dramının anlatıldı ğı hikâyede bu gencin dü tü ğü a k çıkmazı anlatılmı tır).

Ceyhan, Erdal, Yorgun Geli , nr. 24, Haziran 1964, s. 24 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

108

Ça ğlar, Kemal Behçet, Battal Gazi Söylüyor, nr. 4, Ekim 1962, s. 4 (Battal Gazi’nin kahramanlı ğı anlatılmı tır).

Çetin, Muzaffer Suphi, Đki Söz Bir Cadı, nr. 21, Mart 1964, s. 19 ( Đnsanı di ğer insanlardan ayıran özelliklerin ba ında etkili ve güzel konu ması oldu ğu vurgulanmı tır).

Çeviren, Tece, Leman, Đnsanın Yaratılı ı, nr. 3, Ağustos 1962, s. 22 (Hint mitolojisinde kadın ve erke ğin yaratılı ı anlatılmı tır).

Çöteli, nr. , Erenler Yolunda, nr. 3, Ağustos 1962, s. 14 (Allah a kının dile getirildi ği bir iirdir).

Çöteli, Sezai, Olsun, nr. 19, Mart 1964, s. 12 ( air can kö esinin sevgilisinin olmasını istemektedir).

Çöteli, Sezai, Varlık Nisbeti, nr. 25, Haziran 1965, s. 31 ( Đnsan olabilme vasıfları ilenmi tir).

Çöteli, Sezai, Zamana Destan, nr. 13, Temmuz 1963, s. 6 (Zamanın de ğiti ği, kalle li ğin bile övülür bir hale geldi ğini anlatmı tır).

Dökmeci Cenani, Dutunu’dan Türkü, nr. 25, Haziran 1965, s. 22 (Dutun güzelli ğinden bahsedilmi tir).

Dökmeci Cenani, Yunus’layın, nr. 3, Ağustos 1962, s. 16 (Yunus Emre’ye olan hayranlık dile getirilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Apaydınlık, nr. 32, Ekim 1966, s. 15 ( air sıkıntıların hep üstüne geldi ğini söylemektedir).

Dökmeci, Cenani, Bahar Uyanı ı, nr. 29, Temmuz 1966, s. 7 (Baharın geli i anlatılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Bayrak, nr. 20, ubat 1964, s. 3 (Bayrak sevgisi i lenmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bir Lokma Đçin, nr. 27, Mayıs 1966, s. 13 ( Đnsanların geçimini yapmak için gösterdi ği çabalar dile getirilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bizim Dilden Bizim Köy, nr. 34, Aralık 1966, s. 15 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir).

109

Dökmeci, Cenani, Bizim Dilden Bizim Köy, nr. 35, Ocak 1967, s. 8 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bizim Dilden Bizim Köy, nr. 36, Eylül 1967, s. 12 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmi tir).

Dökmeci, Cenani, Bu A k, nr. 18, Aralık 1963, s. 7 ( air a kın kendisini ne hâle getirdi ğini anlatmaktadır).

Dökmeci, Cenani, Fıratla Söyle me, nr. 28, Haziran 1966, s. 7 (Fırat Nehri’nin üzerine kurulacak olan Keban Barajı’yla ilgili Fırat’la konuulmu tur).

Dökmeci, Cenani, Fıratla Söyle me, nr. 8, ubat 1963, s. 7 ( air iirinde Fırat’ sesleniyor ve çölleri sulayaca ğına yurdumuzu sulaması gerekti ğine de ğiniyor).

Dökmeci, Cenani, Göz Yorumu, nr. 12, Haziran 1963, s. 3 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Đkinci Murad’ın Ruhu, nr. 2, Haziran 1962, s. 13 (Sultan Murat’ın seferlerinin i lendi ği kahramanlık iiridir).

Dökmeci, Cenani, Kaçalım Balam, nr. 17, Kasım 1963, s. 23 (Ak teması ilenmektedir).

Dökmeci, Cenani, Kurban, nr. 7, Ocak 1963, s. 7 (Ak temalı bir iirdir).

Dökmeci, Cenani, Mevlana, nr. 6, Kasım 1962, s. 5 (Mevlana’yı anlatan bir iirdir).

Dökmeci, Cenani, Oya, nr. 33, Kasım 1966, s. 13 ( air el sanatlarından olan oyada ilenen nakı ların anlamlarını iirle dile getirmi tir).

Dökmeci, Cenani, Örseler, nr. 16, Kasım 1963, s. 8 (Ak ve ayrılık konulu bir iir).

Dökmeci, Cenani, Sihirli Dil, nr. 6, Ocak 1962, s. 15.

Dökmeci, Cenani, Türkülerimiz, nr. 31, Eylül 1966, s. 16 (Türkülerin gönlümüzdeki yeri iirle tirilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Ustam, nr. 13, Temmuz 1963, s. 22 (Usta konulu bir iirdir).

110

Duman, H. , Feryad, nr. 17, Kasım 1963, s. 16 ( air gençlik günlerini yâd etmektedir).

Duman, Haydar, Hacı Kaya’nın Aziz Ruhuna, nr. 4, Ekim 1962, s. 19 (Hacı Kaya’nın ölümüne duyulan üzüntüyü dile getiren bir iirdir).

Duman, Haydar, Kendim Üstüne, nr. 3, Ağustos 1962, s. 15 ( airin yalnızlı ğını dile getirdi ği bir iirdir).

Duman, Haydar, Mu Türküsü, nr. 32, Ekim 1966, s. 7 (Yemende ehit olan insanların ardından duyulan üzüntü dile getirilmi tir).

Duman, Kı oğlu Destanı, nr. 4, Ekim 1962, s. 10 (Kıoğlu ünvanlı biri anlatılmı tır).

Eğinli Arif, Munzur, nr. 14, Ağustos 1963, s. 30 (Munzur Da ğı konu olarak ilenmi tir).

Eğinli Arif, akır Bülbüller, nr. 13, Temmuz 1963, s. 28 (Halk musikisi hakkında bilgilere yer verilmi tir).

Erdo ğan, Bekir Sıtkı, Da ğ Ba ını Duman Almı , nr. 17, Kasım 1963, s. 5 (Atatürk’ün ölümünün verdi ği acı anlatılmı tır).

Erdo ğan, Bekir Sıtkı, Rüzgar Sanatları, nr. 24, Haziran 1964, s. 6 (air rüzgârı bir sevgiliye benzetmi ve bulup kaybetmesinden yakınmı tır).

Eren, Arif, Borç, nr. 27, Mayıs 1966, s. 25 (Hayatın bir borç oldu ğu dile getirilmi tir).

Ertan, C. , Murad’a Ö ğütler, nr. 28, Haziran 1966, s. 23 (Murat Nehrine canlar almaması için ö ğütler verilmi tir).

Fethi, Ba ak, Yoku un Ortasındaki Bakkal, nr. 1, Mayıs 1962, s. 16 (Mahalle bakkalının yaptıkları ve mahalleli için de ğerinin anlatıldı ğı bir hikâyedir).

Fezai, Candan Öte, nr. 23, Mayıs 1964, s. 33 ( air canından öte bildi ği de ğerleri anlatmaktadır).

Fırat, Mehmet, Problem, nr. 23, Mayıs 1964, s. 5 ( air sevgilisine do ğruların kesi ti ği noktada beraber olabildiklerini söylemektedir).

111

Fikret, Memi oğlu, Elektirik evkile Gazel, nr. 6, Kasım 1962, s. 30 (Elektrik konulu bir iirdir).

Fikret, Memi oğlu, Yolcu, nr. 1, Mayıs 1962, s. 4 (Erzurum, Trabzon ve Kars’tan gelen halk oyunu ekipleri ö ğrencileri için yazılmı bir iirdir. iirde ayrıca bu illerin halk oyunlarıyla ilgili bilgilere de yer verilmi tir).

Gençosmano ğlu, N. Y., Rubailer, nr. 7, Ocak 1963, s. 21 ( Đnsanın madde sathından kurtulması dü üncesi i lenmi tir).

Gençosmano ğlu, N. Yıldırım, Balakgazi Destanı’ndan, nr. 11, Mayıs 1963, s. 6 (Türklerin yi ğitlikleri anlatılmı tır).

Gençosmano ğlu, N. Yıldırım, Sava Meydanlarının Dili, nr. 16, Kasım 1963, s. 4 (Yi ğitlerin sava meydanlarında kahramanlıklar yarattı ğı anlatılmaktadır).

Gençosmano ğlu, Niyazi, Aman Dinlemez, nr. 34, Aralık 1966, s. 12 (Kahramanlık teması i lenmi tir).

Gençosmano ğlu, Y. N., Rubailer I-II, nr. 6, Ocak 1962, s. 21 (Birçok eski türküye yer verilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N. , Bir Kına Gecesinin Ertesi, nr. 5, Ekim 1962, s. 5 (Harput’taki kına gecesi ve dü ğünler anlatılmı tır).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Anadolu Destanı’ndan, nr. 30, Ağustos 1966, s. 14 (Türklerin kahramanlıkları dile getirilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Fıratla Hesapla ma, nr. 23, Mayıs 1964, s. 3 ( air Fırat Nehri’nin yıllarca deli gibi aktı ğını ama artık özgürce akamayaca ğını, üzerine baraj yapılınca insanların hizmetinde olaca ğını söylemektedir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Harput Masalı, nr. 16, Kasım 1963, s. 28 (Harput’un isminin ve tarihinin bugüne geli i ve anlamı üzerinde durulmu tur).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Malazgirt, nr. 10, Nisan 1963, s. 5 (Alpaslan’ın kahramanlı ğı ve bile ğinin bükülmez olu u anlatılmı tır).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Mu tu ve Ö ğüt, nr. 9, Mart 1963, s. 5 (Balak Gazi’ye olan sevgi dile getirilmi tir).

112

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Sürüç Kalesi Önünde, nr. 20, ubat 1964, s. 6 (Balak Gazi’nin Sürüç Kalesi önünde askerleriyle yaptı ğı konu mayı içeren bir iirdir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım Niyazi, Baykal Gölü, nr. 18, Aralık 1963, s. 22 (Baykal Gölü’nün güzelli ği övülmektedir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Anadolu’nun Fethi, nr. 14, Ağustos 1963, s. 18 (Kahramanlık ve yi ğitlik teması i lenmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Keban Güzellemesi, nr. 2, Haziran 1962, s. 17 (Keban Barajı’nın övüldü ğü bir iirdir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Üç Hece, nr. 4, Ekim 1962, s. 13 (Allah’ın büyüklü ğünün ilendi ği bir iirdir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım. N. , Anadolu Destanı’ndan Akın, nr. 31, Eylül 1966, s. 33 (Türklerin geçmi te yaptıkları akınlara övgü dile getirilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım. N., Ant, nr. 19, Mart 1964, s. 15 ( air, iirdeki ilkelerini, kendi andını anlatmaktadır. air Đslamiyet için çalı aca ğını belirtmektedir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım. N., Balakgazi Destanı’ndan, nr. 27, Mayıs 1966, s. 8 (Balak Gazi’ye olan sevgi dile getirilmi tir).

Gökay, Orhan aik, Ağıt-Destan, nr. 33, Kasım 1966, s. 6 (Vatan temalı bir iirdir).

Guyon, Robert, Yabancı Gözüyle Türk Mizahı, nr. 12, Haziran 1963, s. 4 (Pierre Daninos’tan yapılan çeviride Türklerin mizah anlayı ının övüldü ğü görülmektedir).

Gür, Müslüm, Ak Me rebi, nr. 16, Kasım 1963, s. 20 (Akın önemi anlatılmaktadır).

Güray, Vahap, Çocuk Sevgisi, nr. 25, Haziran 1965, s. 27 (Çocuk sevgisi dile getirilmi tir).

Güray, Vahap, Güzellerin Ömrü, nr. 15, Eylül 1963, s. 18 ( air bir güzelin üç ya ından yüz ya ına kadarki durumunu iirsel bir üslupla anlatmı tır).

Güray, Vahap, Kıbrıs Ko ması, nr. 21, Mart 1964, s. 6 (Kıbrıs’ta yapılan zulümler ve baskılar anlatılmaktadır).

113

Güray, Vahap, Kıbrıs’ım, nr. 22, Nisan 1964, s. 33 ( air Kıbrıs’a olan sevgisini dile getirmi tir).

Gürgöze, Nuri, Eski Harput, nr. 10, Nisan 1963, s. 23 (Eski Harput’un özellikleri anlatılmı tır).

Halıcı, Feyzi, Mevlana Katında 18 Mısra, nr. 18, Aralık 1963, s. 3 (Sevgi temalı bir iirdir).

Ha met, Mehmet, Ki, nr. 14, Ağustos 1963, s. 22 ( air, sevgilisinin kendisini kovmasından yakınmaktadır).

Hem eri, Kebanda, nr. 9, Mart 1963, s. 15 (Keban izlenimlerine yer verilmi tir).

Hünalp, Ayhan, Atatürk, nr. 17, Kasım 1963, s. 9 ( air, Atatürk’ün ba ımızda namus timsali oldu ğunu, onun askerlerinden biri olarak emrinde oldu ğunu anlatıyor).

Đlyas, Đçimde, nr. 8, ubat 1963, s. 3 ( air içinde yer alan duyguları dile getirmi tir).

Đlyas, Olabilir Miydi?, nr. 4, Ekim 1962, s. 19 (Sevmenin ne kadar güzel oldu ğu anlatılmaktadır).

Đlyas, Vakit, nr. 2, Haziran1962, s. 10 ( airin sevgisini i ledi ği bir iiridir).

Đmzasız, Atatürk ve Türkçemiz, nr. 33, Kasım 1966, s. 3 (Atatürk’ün Türk diline verdi ği önem anlatılmı tır).

Đmzasız, Büyük Ceviz Manileri, nr. 33, Kasım 1966, s. 29.

Đmzasız, Dilime Ba ğla, nr. 3, Ağustos 1962, s. 21 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 1, Mayıs 1962, s. 6 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 16, Kasım 1963, s. 17 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 18, Aralık 1963, s. 29 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 20, ubat 1964, s. 27 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 17 (Mizah i lenmi tir).

Đmzasız, Eskilerden Fıkralar, nr. 5, Ekim 1962, s. 13. (Mizah ilenmi tir)

Đmzasız, Gör Kimmi ?, nr. 6, Kasım 1962, s. 23 (Mizah i lenmi tir).

114

Đmzasız, Harput Adı, nr. 25, Haziran 1965, s. 14 (Harput adıyla ilgili bilgilere yer verilmi tir).

Đmzasız, Havuzba ı Manileri, nr. 20, ubat 1964, s. 28 (Manilere yer verilmi tir).

Đmzasız, Hoyrat, nr. 2, Haziran 1962, s. 11 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 1, Mayıs 1962, s. 9 (Ak konusu ilenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 11, Mayıs 1963, s. 28 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 19, Mart 1964, s. 30 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 20, ubat 1964, s. 15 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 2 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 8 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 24, Haziran 1964, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 4, Ekim 1962, s. 16 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar, nr. 5, Ekim 1962, s. 24 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Hoyratlar-Maniler, nr. 9, Mart 1963, s. 9 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Đki ehirde Sabah, nr. 1, Mayıs 1962, s. 11 (Masdar Da ğı’nda yeni günün ba langıcı anlatılmı tır).

Đmzasız, Kına Türküsü, nr. 15, Eylül 1963, s. 14 (Kına gecesi türküsü olarak yazılmı tır).

Đmzasız, Maniler, nr. 2, Haziran 1962, s. 22 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 21, Mart 1964, s. 22 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 25, Haziran 1965, s. 21 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 25, Haziran 1965, s. 26 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 26, Nisan 1966, s. 32 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 3, Ağustos 1962, s. 13 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 31, Eylül 1966, s. 30 (Ak konusu i lenmi tir).

115

Đmzasız, Maniler, nr. 4, Ekim 1962, s 9 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 5, Ekim 1962, s. 21 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Maniler, nr. 6, Kasım 1962, s. 4 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 10, Nisan 1963, s. 16 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 16, Kasım 1963, s. 30 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 18, Aralık 1963, s. 27 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 2, Haziran 1962, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 20, ubat 1964, s. 26 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 31, Eylül 1966, s. 14 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 4, Ekim 1962, s. 15 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 5, Ekim 1962, s. 17 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Mayalar, nr. 9, Mart 1963, s. 18 (Ak konusu i lenmi tir).

Đmzasız, Tadım Gavuru Müslüman Oluyor, nr. 2, Haziran 1962, s. 23 (Mizah ilenmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 1, Mayıs 1962, s. 6 (Ak temalı iki tecnise yer verilmi tir).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 10, Nisan 1963, s. 12 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 16, Kasım 1963, s. 27 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 18, Aralık 1963, s. 17 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 2, Haziran 1962, s. 12 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 21, Mart 1964, s. 5 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 4, Ekim 1962, s. 10 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 5, Ekim 1962, s. 19 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Tecnisler, nr. 9, Mart 1963, s. 4 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Đmzasız, Yayuk Ninnileri, nr. 20, ubat 1964, s. 18.

Đmzasız: Mayalar, nr. 1, Mayıs 1962, s. 15 (Ak konusu i lenmi tir).

116

Đnanlı, Adnan, Sende Ya amak, nr. 35, Ocak 1967, s. 20 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

Đnanlı, Adnan, iir, nr. 36, Eylül 1967, s. 28 ( air sevilisine olan sevgisini dile getirmi tir).

Đncebayraktar, Özbek, Mevlana, nr. 19, Mart 1964, s. 8 ( air Mevlana’ya olan sevgisini dile getirmi tir).

Đ bil, Tülay, Köydeki Bacım, nr. 25, Haziran 1965, s. 32 ( air kız karde ine olan sevgisini dile getirmi tir).

Kaçar, ükrü, Harput’a A ğıt, nr. 27, Mayıs 1966, s. 14 (Harput’un viran olu una olan üzüntü dile getirilmi tir).

Kaçar, ükrü, Türk Kültürü, nr. 27, Mayıs 1966, s. 6 (Kültürüne sahip çıkan bir Türkiye’nin güçlü olaca ğı fikri i lenmi tir).

Kaçar, ükrü, Türkülerin Dili, nr. 30, Ağustos 1966, s. 32 (Türkülerin kendine has bir dili oldu ğu ve bu dilin özel oldu ğu vurgulanmı tır).

Kadıköy, Arslan, Kaside-i efistan, nr. 16, Kasım 1963, s. 16 ( eflerin hayatımızdaki rolleri ve önemi abartılı ve kinayeli bir ekilde anlatılmaktadır).

Kalaylıo ğlu, Đlhan, Ay I ığında, nr. 22, Nisan 1964, s. 15 ( air gelecekte neler yapmak istedi ğini anlatmı tır).

Kanmaz, Fethi, Varmaz, nr. 35, Ocak 1967, s. 23 (Sevgiliye duyulan özlem dile getirilmi tir).

Karacao ğlu, Bekir, Yılba ı Anıları, nr. 35, Ocak 1967, s. 35 (Yılların insan üzerindeki etkileri dile getirilmi tir).

Karaçorlu, Hicabi, Baraj Güzellemesi, nr. 26, Nisan 1966, s. 4 (Keban Barajı’na olan sevgi dile getirilmi tir).

Karaçorlu, Hicabi, Çayda Çıra Destanı, nr. 30, Ağustos 1966, s. 8 (Çayda çıra destanına övgü yapılmı tır).

Karaçorlu, Hicabi, Harput’a Kurban, nr. 34, Aralık 1966, s. 19 (Harput’a olan sevgi dile getirilmi tir).

117

Karaçorlu, Hicabi, Lüzum Kalmadı, nr. 32, Ekim 1966, s. 21 (Sıkıntıların doru ğuna gelinmi bir ruh hâli yansıtılmı tır).

Ka mero ğlu, Belli De ğil, nr. 36, Eylül 1967, s. 18 (Ya anan devrin bozuklu ğu eski günlerle kıyaslanarak dile getirilmi tir).

Kayabek, Mustafa, Türküler, nr. 16, Kasım 1963, s. 18 (Gurbete gidenlerin türkülerle hatırlandı ğı i lenmi tir).

Kayabek, Mustafa, Yurt Türküleri, nr. 20, ubat 1964, s. 16 (Türkülerin güzelli ğinden bahsedilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Ağrı’nın Yolları, nr. 5, Ekim 1962, s. 10 (Ağın’dan ayrı dü en, gurbete çıkan birinin duyguları i lenmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Apaçık, nr. 31, Eylül 1966, s. 7.

Kayao ğlu, Ömer, Bakır, nr. 9, Mart 1963, s. 10 (Bakır madeninin övüldü ğü bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Da ğ Özlemi, nr. 12, Haziran 1963, s. 13 ( ehir ya amından bunalan bir insanın da ğ ya amına olan özlemi dile getirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Da ğ Tutması, nr. 8, ubat 1963, s. 10 (Da ğda ya amanın önemi anlatılmakta ve da ğda ya am övülmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, Gene On Kasım, nr. 17, Kasım 1963, s. 3 (Atatürk’ün ölümünden duyulan üzüntü dile getirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Harput A ğrısı 4, nr. 16, Kasım 1963, s. 10 (Harput’un sorunları dile getirilmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, Harput A ğrısı II, nr. 3, Ağustos 1962, s. 20 (Harput’a olan ilgisizlik dile getirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Harput A ğrısı III, nr. 4, Ekim 1962, s. 7 (Bu iirde Harput hem övülmekte hem de dertleri dile getirilmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, Kadınım, nr. 18, Aralık 1963, s. 12 ( air karısının kendisi için ne kadar de ğerli oldu ğunu anlatmaktadır).

Kayao ğlu, Ömer, Keban’da, nr. 28, Haziran 1966, s. 12 (Keban’a övgü yapılmı tır).

118

Kayao ğlu, Ömer, Kötümser, nr. 14, Ağustos 1963, s. 3 (Kötü talihten yakınılmaktadır).

Kayao ğlu, Ömer, Mektubun Ardından, nr. 2, Haziran 1962, s. 11 (Ak temasının ilendi ği bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Olsam, nr. 15, Eylül 1963, s. 11 ( air olmak istediklerini dile getirmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Ordu yahut Mehmetçik Mar ı, nr. 22, Nisan 1964, s. 7 (Mehmetçik’in hak yolundaki mücadelesi anlatılmaktadır).

Kayao ğlu, Ömer, Seni, nr. 11, Mayıs 1963, s. 10 (Ak temalı bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Sezemedim, nr. 29, Temmuz 1966, s. 15 ( air olanlar kar ısındaki çaresizli ğinden bahsetmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, ah Katı Dü leri, nr. 21, Mart 1964, s. 9 ( Đnsanların kötü davranı ları, kula kulluk etmeleri ele tirilmektedir).

Kayao ğlu, Ömer, ah Katı Dü leri, nr. 23, Mayıs 1964, s. 19 (Çıkarları için insanlara eğilen insanlar ele tirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Teknik Okul Mar ı, nr. 10, Nisan 1963, s. 2 (Teknik okul konulu bir iirdir).

Kayao ğlu, Ömer, Ulu Özlem, nr. 13, Temmuz 1963, s. 17 (Seçimlerde yaananlar ve yapılan yanlı uygulamalar ele tirilmi tir).

Kayao ğlu, Ömer, Yaban Bahçe, nr. 20, ubat 1964, s. 13 (Sonbaharın geli iyle ağaçların meyvesiz kalması ve yaban hale dönmesi anlatılmı tır).

Kayao ğlu, Ömer, Ya amak, nr. 34, Aralık 1966, s. 9 ( iirde iki insan tipi kar ıla tırılmıtır).

Kayao ğlu, Ömer. Harput A ğrısı, nr. 1, Mayıs 1962, s. 7 (Harput’un geçmi ine olan özlem dile getirilmi tir).

Kemal, Ahmet, Söyle, Söyle!. , nr. 23, Mayıs 1964, s. 24 ( air bo yere geçen ömrünü ele tirmektedir).

119

Koçdemir, Mehmet, Harput’tan Burdur’a, nr. 16, Kasım 1963, s. 25 (Harput’ta görev yapan valinin unutulmadı ğını vurgulamak maksadıyla yazılmı bir iirdir).

Kökok, Mustafa, Birgün, nr. 29, Temmuz 1966, s. 11 (Ölümün bir gün gelece ğini dolayısıyla herkesin buna hazırlık yapması ve kötülüklerden uzak durması gerekti ği vurgulanmı tır).

Kökok, Mustafa, Osman Bedri Hazretlerine, nr. 33, Kasım 1966, s. 27 ( air Hafız Osman’a olan sevgi dile getirilmi tir).

M. C. , Davul Temposu, nr. 35, Ocak 1967, s. 39 (Davulun sesinin air üzerindeki etkisi dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Cevdet, Geçmi den Hatıralar, nr. 34, Aralık 1966, s. 26 (Anılara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Arkada lık Kadri, nr. 16, Kasım 1963, s. 23 (Arkada lı ğın önemi dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Baraj Destanı, nr. 25, Haziran 1965, s. 13 (Keban Barajı’na övgü yapılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Baraj Destanı, nr. 28, Haziran 1966, s. 4 (Barajın yapılmasına olan sevinç dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Derd Orta ğı, nr. 22, Nisan 1964, s. 5 ( airin e ini övmek için yazdı ğı bir iirdir).

Memi oğlu, Fikret, Diken, nr. 2, Haziran 1962, s. 18 (Sevgiliye olan özlem dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Göç Destanı Çayda Çıra, nr. 30, Ağustos 1966, s. 22.

Memi oğlu, Fikret, Göç Destanı Çayda Çıra, nr. 31, Eylül 1966, s. 15.

Memi oğlu, Fikret, Hep ve Hiç, nr. 17, Kasım 1963, s. 26 (Her eyi menfaat do ğrultusunda yapan insanlar ele tirilmektedir).

Memi oğlu, Fikret, Hey Para Hey!, nr. 5, Ekim 1962, s. 22 (Günümüzdeki para gerçe ğini ho bir dille bazen alaycı, bazen gerçekçi bir anlatımla i lemi tir).

Memi oğlu, Fikret, Ho gör, nr. 36, Eylül 1967, s. 2.

120

Memi oğlu, Fikret, Malum Asker, nr. 3, Ağustos 1962, s. 19 ( air Türk askerini kutsamakta, ona olan sevgisini dile getirmektedir).

Memi oğlu, Fikret, Mehter Mar ı, nr. 32, Ekim 1966, s. 32 (Mehter mar ına övgü yapılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Öğretmenler Mar ı, nr. 8, ubat 1963, s. 7 (Tevfik Fikret’e ithaf edilen iirde ö ğretmenlerin me alesinden yurdun aydınlanaca ğı söylenmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Sanatın Kaçı ı, nr. 36, Eylül 1967, s. 13 (Sanatın her geçen gün gücünü kaybetti ği vurgulanmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Sema Kainatı, nr. 34, Aralık 1966, s. 5 (Sema törenlerinin anlatıldı ğı iirde air kendini bir Mevlevi gibi görmü tür).

Memi oğlu, Fikret, Söz Damlası, nr. 35, Ocak 1967, s. 15 ( air, iç sıkıntısını dile getirmi tir).

Memi oğlu, Fikret, iir Hakkında Dü ünceler, nr. 30, Ağustos 1966, s. 15 (Yazar iir hakkında farklı dü üncelerini dile getirmi tir).

Memi oğlu, Fikret, ükran ve Teselli, nr. 19, Mart 1964, s. 19 ( air, kendisine yapılan iyilikleri minnetle andı ğını, tanıdı ğı içli insanlarla teselli oldu ğunu anlatmaktadır).

Noyan, Prof. Dr. Ahmet, Ta , nr. 20, ubat 1964, s. 10 (Yazar iyi eyler yapmak gerekti ğini ancak bundan rahatsızlık duyacaklarında çıkaca ğını anlatmı tır).

Omay, Eren, Bilemezsin, nr. 11, Mayıs 1963, s. 2 (Ak temasıyla yazılmı tır).

Orta, Nedim, Yitik Ça ğrı, nr. 24, Haziran 1964, s. 3 ( air hayatın kendisini yordu ğunu dile getirmi tir).

Öge, Hafız Osman, Hacca Gidi ve Dönü , nr. 13, Temmuz 1963, s. 15 (Hacca gidi ve dönü törenleri Harput kültürüne göre anlatılmı tır).

Ömer, A. Tanel, Küçük Satıcıların Tayini, nr. 30, Ağustos 1966, s. 29 (Küçük satıcı çocukların kazandıkları paralarla nasıl bir hayal dünyasına daldıkları anlatılmaktadır).

121

Özer, Ziya, Aynadaki Aksime, nr. 15, Eylül 1963, s. 30 ( air aynada yüzüne bakarak duygularını dile getirmi tir).

Saçlı Hoca, Zü ğürtlük, nr. 22, Nisan 1964, s. 17 ( air zü ğürtlü ğünden yakınmaktadır).

San, Đlkan, Geçti, nr. 15, Eylül 1963, s. 17 (Ak konulu bir iirdir).

San, Đlkan, Gel Gör Ki, nr. 9, Mart 1963, s. 24 (Otuzbe ya iirine ithafen yazılmı tır).

Sarıca, Đsmail, Kaçak, nr. 24, Haziran 1964, s. 17 (Evden kaçıp evlenemeyen iki gencin hikâyesi anlatılmı tır).

Sarıca, Đsmail, Korkuluklar, nr. 23, Mayıs 1964, s. 18 (Ate lenmi bir çocu ğun bu sıkıntısını kocakarı yöntemiyle geçirmeye çalı an iki insanın hikâyesi anlatılmı tır. Ailenin yoksullu ğu da dikkati çeken ayrı bir husustur).

Seyda, Mehmet, Hayat, nr. 11, Mayıs 1963, s. 18 (Liseden arkada iki ki inin uzun yıllar sonra kar ıla masıyla ba layan hikâyede bu arkadalardan birinin yaptı ğı sahtekârlıklar anlatılmı tır).

Seyda, Mehmet, Đnsaniyet, nr. 12, Haziran 1963, s. 26 (Bir meyhanede oturup içen üç arkada ın sohbetleriyle olu an hikâyede insanların hayvanlara yaptı ğı eziyetler anlatılarak bunların insanlık dı ı hareketler oldu ğu vurgulanmı tır).

Seyda, Mehmet, Karar Karardır, nr. 18, Aralık 1963, s. 8 (Evlenmeyi dü ünen iki gencin ba ından geçen olayların anlatıldı ğı bir hikâyedir).

Seyda, Mehmet, Roman, nr. 9, Mart 1963, s. 11 (Romancıyı di ğer insanlardan ayıran özellikler anlatılmı tır).

Seyfettin, Ömer, Keramet, nr. 21, Mart 1964, s. 4 (Halkın türbeler hakkındaki batıl dü ünceleri hem dü ündürücü hem mizahi yönüyle anlatılmı tır).

Sılay, Solay Hadimi, O Gece, nr. 18, Aralık 1963, s. 28 (Ak teması i lenmi tir).

ahin, Mehmet, Selsebil, nr. 32, Ekim 1966, s. 18 (Fatiha, Kevser ve Đhlas sureleri üzerine yazılmı üç iirden olu maktadır).

efik, Ali, Ayni Baba, nr. 21, Mart 1964, s. 30 (Ayni Baba’ya yazılmı bir iirdir).

122

Tatlı Sert, Cumhuriyet Güzeline, nr. 6, Kasım 1962, s. 2 (Cumhuriyetin faziletleri anlatılmı tır).

Tatlı Sert, Elveda, nr. 9, Mart 1963, s. 20 (Ayrılık konulu bir iirdir).

Tatlı Sert, Ramazan Hazretlerine, nr. 34, Aralık 1966, s. 25 (Fakir insanların Ramazan ayı gelince sıkıntıları mizahi bir dille anlatılmı tır).

Tekindal, Yümnü, Belediye Üstüne, nr. 21, Mart 1964, s. 29 ( air belediyeye evine su ba ğlatmak için ba vurmu ancak ba ğlatamamı tır. Bu durumu ele tiren mesnevi nazım ekliyle yazılmı bir hicivdir).

Tekindal, Yümnü, Olur, nr. 25, Haziran 1965, s. 32 (Sevgiliye sitem dile getirilmi tir).

Togan, Prof. Zeki Velidi, Türk Dilinin Korunması, nr. 32, Ekim 1966, s. 5 (Türk dilinin korunması hakkında bilgi verilmi tir).

Uğurlu, Kamil, Đğ ci Baba, nr. 24, Haziran 1964, s. 16 (Ak temasıyla yazılmı bir iirdir).

Uğurlu, Kamil, Saçların Üzerine Karalama, nr. 12, Haziran 1963, s. 16 ( air, sevgilisinin saçlarının güzelli ğini ve kendisini nasıl etkiledi ğini anlatmaktadır).

Yeni Fırat, Bir Ölünün Ya amı, nr. 23, Mayıs 1964, s. 4 (Maurice Maeterlinck’ten Türkçeye çevrilmi bir hikâyedir).

Yeni Fırat, Her Đlçeden, Bir Gülce, nr. 36, Eylül 1967, s. 29 (Mizah yapılmı tır).

Yeni Fırat, Pere Yok, nr. 4, Ekim 1962, s. 14 (Mizah yapılmı tır).

Yeni Fırat, ehitlik Ayaklar Altında, nr. 31, Eylül 1966, s. 3 ( ehitli ğe gereken önemin verilmedi ğinden yakınılmı tır).

Yeni Fırat, Yayınevi, nr. 8, ubat 1963, s. 1 (Bir esnafın Elazı ğ’da yayınevi açılması için cumhurba kanına dilekte bulunu u konu edilmi tir).

Yıldırım, N. Gencosmano ğlu, Bu Toprak, nr. 1, Mayıs 1962, s. 11 (Elazı ğ’ın tarihinden gelen manevi iklimine dikkat çekilmi tir).

123

Yıldırım, N. Gencosmano ğlu, Kopuzdan Ezgiler, nr. 1, Mayıs 1962, s. 12 ( air Harput’ta ya adı ğı anılara yer vermi tir).

Yılmaz, Mithat, Gittikçe Hızlı, nr. 32, Ekim 1966, s. 26.

Yılmaz, Mithat, Gong Soka ğı, nr. 34, Aralık 1966, s. 20.

Yılmaz, Mithat, Uzaktan, nr. 33, Kasım 1966, s. 24 ( air Harput’un virane olu una olan üzüntüsünü dile getirmi tir).

Yi ğittop, Sıddık, Düzen Bozumu, nr. 21, Mart 1964, s. 15 ( air yapmak isteyip de yapamadıklarını anlatmaktadır).

Yolcu, Acı Damlalar, nr. 21, Mart 1964, s. 3 ( air, ya amının acılar içinde geçti ğini belirterek kaderine sitem etmektedir).

Yolcu, Bakında Görün, nr. 32, Ekim 1966, s. 4 (Sevdi ği kızın ba kasıyla evlenmesinin ardından içine dü tü ğü kederi anlatan bir iirdir).

Yolcu, Bir Martı Uçtu Gölcük’ten, nr. 30, Ağustos 1966, s. 6 ( air, Hazar gölüne olan sevgisini dile getirmi tir).

Yolcu, Çakma ğı Çak, nr. 13, Temmuz 1963, s. 12 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, Dü Gibi, nr. 29, Temmuz 1966, s. 5 ( air sevgilisine olan özlemini dile getirmi tir).

Yolcu, Eski Karyolam, nr. 22, Nisan 1964, s. 23 ( air çocuklu ğundan kalan karyolasının de ğerini yeni anladı ğını belirterek karyolasını övmektedir).

Yolcu, Gençosman Destanı, nr. 18, Aralık 1963, s. 18 (Genç Osman’ın kahramanlı ğı destansı bir ekilde anlatılmı tır).

Yolcu, Gölcük’e Do ğru, nr. 3, Ağustos 1962, s. 8 ( air, Gölcük’e olan ilgisini anlatmı tır).

Yolcu, Harput A ğzı, nr. 14, Ağustos 1963, s. 12 (Ak temasını i lemektedir).

Yolcu, Ko ma, nr. 26, Nisan 1966, s. 14 ( air eski günlerine olan özlemini dile getirmektedir).

Yolcu, Seve Manileri, nr. 23, Mayıs 1964, s. 9 (Ak teması i lenmi tir).

124

Yolcu, Sıla Yolculu ğu, nr. 2, Haziran 1962, s. 7 (Memleket özleminin dile getirilmesi).

Yolcu, Sonuç, nr. 12, Haziran 1963, s. 8 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, Söz Birli ği, nr. 10, Nisan 1963, s. 17 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, Teselli ve Temenni, nr. 35, Ocak 1967, s. 27 ( air sevgilisinden beklentilerini dile getirmi tir).

Yolcu, Yar Ardından Ko ma, nr. 33, Kasım 1966, s. 11 (Ak temalı bir iirdir).

Yolcu, Yas Destanı, nr. 31, Eylül 1966, s. 4 (Bir depremin ardından duyulan üzüntü dile getirilmi tir).

2. 2. Köy ve Köylülerle Đlgili Yazılar Abacı, M. Hayrettin, Köyü ve Köylüyü Kalkındırmak, nr. 11, Mayıs 1963, s. 8 (Memleketin gerçek sahibinin köylü oldu ğunu savunan yazar, köyün ve köylünün kalkındırılmasının aynı zamanda ülkenin de kalkınması demek oldu ğunu söylemektedir).

Dökmeci, Cenani, Yıkılan Harput, nr. 26, Nisan 1966, s. 7 (Harput’un eski günlerine olan özlem dile getirilmi tir).

Đmzasız, Kitaplar, nr. 20, ubat 1964, s. 32.

Röportajcı, Ziraat Bankasında Bir Saat, nr. 9, Mart 1963, s. 21.

Tu ğrul, Celaleddin, Bu da Bizim Köy, nr. 11, Mayıs 1963, s. 26 (Türk köylüsünün yüksek karakteri anlatılmı tır).

2. 3. Kütüphanecilik ve Yayınlarla Đlgili Yazılar Akçay, Dr. Đlhan, Harput Kütüphanesi, nr. 34, Aralık 1966, s. 10 (Harput Kütüphanesi hakkında bilgi verilmi tir).

Akman, Süleyman, Kitaplar, nr. 30, Ağustos 1966, s. 19.

Akçay, Dr. Đlhan, Elazı ğ Vilayetinde Eski Türk Kütüphaneleri, nr. 33, Kasım 1966, s. 28 (Elazı ğ’daki eski kütüphaneler tanıtılmı tır).

Günda ğ, Đzzet, Dergilerde, nr. 20, ubat 1964, s. 19.

125

Günda ğ, Đzzet, Dergilerde, nr. 21, Mart 1964, s. 28.

Đmzasız, Bize Gelenler, nr. 23, Mayıs 1964, s. 31.

Đmzasız, Bize Gelenler, nr. 24, Haziran 1964, s. 32.

Đmzasız, Yeni Yayımlar, nr. 22, Nisan 1964, s. 31.

Memi oğlu, Fikret, Elazı ğ’da Basın Hayatı, nr. 22, Nisan 1964, s. 21 (Elazı ğ’da çıkan dergiler, gazeteler hakkında bilgiler verilmi tir).

Saim, Đftariye, nr. 9, Mart 1963, s. 26.

2. 4. Sosyal Hayatla Đlgili Yazılar Birdo ğan, Nejat, Halk Edebiyatımızda Yar ve Dost Geli i, nr. 33, Kasım 1966, s. 14 (Halk Edebiyatımızda Yar ve Dost Geli inin eserlerde i leni i açıklanmı tır).

Buldaç, Orhan, Elâzı ğ’ın Konut Durumu ve 1960-1970 Yılları Arasındaki Konut Đhtiyacı Tahminleri, nr. 17, Kasım 1963, s. 21 (Konut ihtiyaçları hakkında bilgi verilmi tir).

Buldaç, Orhan, Konut Davamız, nr. 15, Eylül 1963, s. 23 (Konutlar hakkında bilgi verilmi tir).

Çetin, M. Suphi, Bir Reformist’e Cevap, nr. 33, Kasım 1966, s. 20.

Demir, Ramazan, Bir Millet Nasıl Çöker, nr. 31, Eylül 1966, s. 17 (Benli ğinden uzakla an milletlerin çökece ğinden bahsedilmektedir).

Do ğan, Zehra, Elâzı ğ ve Harput’un Özel Yemekleri, nr. 31, Eylül 1966, s. 18 (Elazı ğ ve Harput yemekleri tanıtılmı tır).

Güner, Dr. Mazhar, Almanya Mektubu, nr. 21, Mart 1964, s. 21.

Hisarlı, Đhsan, Gerçekle en Efsane, nr. 33, Kasım 1966, s. 32 (Gerçekle en efsane Keban Barajı’dır).

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 29, Temmuz 1966, s. 18 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 30, Ağustos 1966, s. 9 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

126

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 31, Eylül 1966, s. 22 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

Hisarlı, Đhsan, Hayalden Hakikate Gerçekle en Efsane, nr. 32, Ekim 1966, s. 19 (Keban Barajı anlatılmaktadır).

Đmzasız, Anadoludan Sesler, nr. 32, Ekim 1966, s. 24.

Đmzasız, Harput-Elazı ğ Folkloru, nr. 25, Haziran 1965, s. 17 (Harput Elazı ğ folkloruyla ilgili bilgilere yer verilmi tir).

Kuntay, Mustafa, Sosyal Adaletsizli ğin Neticeleri, nr. 7, Ocak 1963, s. 18 (Sosyal adaletsizli ğin sonuçları üzerine yo ğunla ılmı ve neticesinde gelinen olumsuz durumlar irdelenmi tir).

Memi oğlu, Cevdet, Bir Ho Alemimiz, nr. 34, Aralık 1966, s. 26 (Anılara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Dr. Edip, Kanada Mektubu, nr. 35, Ocak 1967, s. 24.

Memi oğlu, Edip, Harput’a Mektup, nr. 30, Ağustos 1966, s. 30 (Harput’a özlem dile getirilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Göç Destanı Çayda Çıra, nr. 32, Ekim 1966, s. 12.

Memi oğlu, Fikret, Đlericiler-Gericiler, nr. 17, Kasım 1963, s. 14 ( Đlerici ve gerici diyerek birbirini suçlayan insanlar ele tirilerek herkesin ülke daha fazla çalı ması istenmektedir).

Memi oğlu, Hasip, Almanya Mektubu, nr. 17, Kasım 1963, s. 19 (Almanya anılarına yer verilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Almanya’da Türk Đ çileri, nr. 19, Mart 1964, s. 13 (Almanya’daki Türk Đ çilerinin durumları hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Bir Babadan O ğluna Mektup, nr. 26, Nisan 1966, s. 16 (Bir babanın o ğluna mektubu yer almı tır).

Memi oğlu, Hasip, Do ğu ve Batı Problemi, nr. 22, Nisan 1964, s. 8 (Do ğu ve Batı problemi konu edilmi tir).

127

Memi oğlu, Hasip, Fransa Mektubu, nr. 21, Mart 1964, s. 10 (Fransa ve Fransızlar hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Hasip, Zararın Neresinden Dönülse Kardır, nr. 27, Mayıs 1966, s. 23 (Okul e ğitiminin önemi üzerinde durulmu tur).

Noyan, Prof. Ahmet, Köprü, nr. 18, Aralık 1963, s. 4 (Ülkemizdeki hoca ö ğretmen ili kisindeki resmiyet ve uzaklı ğı ele tirmi tir).

O. Yavuzer, N. Macit, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 30, Ağustos 1966, s. 12 (Anılara yer verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Çemi gezekten Sesler, nr. 34, Aralık 1966, s. 28 (Çemizgezek’le ilgili bilgilere yer verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Dar Bölge, Geni Bölge De ğil, Bütün Ülke, nr. 26, Nisan 1966, s. 21 (Dar bölge ve geni bölge milliyetçili ği ele tirilerek, vatanın top yekûn kalkınması fikri esas olmalıdır dü üncesi savunulmu tur).

Osmano ğlu, Cenap, Tarih Boyunca Suyun Önemi, nr. 28, Haziran 1966, s. 29 (Suyun önemi anlatılmı tır).

San, Mithat, Keban Barajından Sosyal Hayata Sa ğlanacak Faydalar, nr. 11, Mayıs 1963, s. 3 (Keban Barajı konu edilmi tir).

ahin, Mehmet, Ben De ğildim, nr. 34, Aralık 1966, s. 24 (Farklı ya amlara sahip insanlar konu turulmu tur).

Ta öz, Turgut, Bo a Aranmak, nr. 22, Nisan 1964, s. 6 (Mutsuz insanların mutlulu ğu aramaları anlatılmı tır).

Yavuzer, Oya- Macit, Nejla, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 34, Aralık 1966, s. 27 (Anılara yer verilmi tir).

Yeni Fırat, Aile Çay Bahçesi Alevi Bohçası, nr. 30, Ağustos 1966, s. 3 (Alevili ği propaganda aracı edip ayrımcılık yapanlara ele tiri yapılmı tır).

Yeni Fırat, Çılgın Gençlik, Olgun Gençlik, nr. 35, Ocak 1967, s. 5 (Gençli ğin bir milletin gelece ğindeki önemi üzerinde durulmu tur).

128

Yeni Fırat, Densizlik ve Arsızlık, nr. 32, Ekim 1966, s. 3 (Densiz ve arsız diyerek aırı sa ğ ve sol akımlara kendini kaptırıp araya nifak sokan ki ileri ele tirmi tir).

Yeni Fırat, Huzursuzlu ğun Sosyal Sebepleri, nr. 8, ubat 1963, s. 28 ( Đnsanlardaki huzursuzlu ğun nedenleri derinlemesine incelenmi tir).

Yeni Fırat, Kültürel Merkeziyet, nr. 18, Aralık 1963, s. 1 (Kültürel merkeziyetçili ğin ola ğanüstü durumlar haricinde ülkenin geri kalan kısımlarını daha da geriye götürece ği fikri i lenmi tir).

Yeni Fırat, Özgerlik ve Özgürlük, nr. 29, Temmuz 1966, s. 3 (Özgerlik ve özgürlü ğün iç içe geçmi oldu ğu ve bunlar olmazsa toplumun gerçek düzene kavu amayaca ğı vurgulanıyor).

Yeni Fırat, Toplumsal Bencilik, nr. 12, Haziran 1963, s. 1 (Bencilli ğin kötü yönleri üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Trafik Kazaları, nr. 15, Eylül 1963, s. 1 (Trafik kazalarının çoklu ğundan bahsedilmi tir).

Yeni Fırat, Turizm Davamız, nr. 14, Ağustos 1963, s. 1 (Turizm konusu i lenmi tir).

2. 5. Güzel Sanatlar - El Sanatlarıyla Đlgili Yazılar Cenani, Dökmeci, Anadoluda Bakırcılık, nr. 6, Kasım 1962, s. 19 (Bakırcılı ğın tarihçesinden bahsedilmi ve günümüzde eski önemini yitirmesinden yakınılmı tır).

Cenani, Dökmeci, Bakırı Đ lerken, nr. 1, Mayıs 1962, s. 10 (Bakırcılı ğın tarihi ve kültürümüzdeki yerine de ğinilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Oya, nr. 13, Temmuz 1963, s. 10 (Oyanın geleneksel yönü, nasıl yapıldı ğı anlatılmı tır).

Kaflı, Kadir, Göçmenlerin Yürüyü ü ve Milli Oyunlar, nr. 31, Eylül 1966, s. 27.

Küçükkaya, Bilal H. , Kemaliye’nin Milli Oyunları, nr. 14, Ağustos 1963, s. 4 (Kemaliye’nin Milli Oyunları tanıtılmı tır).

129

Timuro ğlu, Vecihi, Sanatta Anlamsızlıkla Biçim Bozma, nr. 29, Temmuz 1966, s. 14 (Sanat konusu i lenmi tir).

Turgut, Đhsan, Sema ve Figürleri, nr. 19, Mart 1964, s. 16 (Sema ve figürleri hakkında bilgi verilmi tir).

2. 6. Tarih, Co ğrafya ve Tarihî Eserlerle Đlgili Yazılar Akçay, Dr. Đlhan, Harput’ta Ulu Cami, nr. 27, Mayıs 1966, s. 15 (Harput Ulu Cami hakkında bilgi verilmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan, Kara Cem it Bey Türbesi, nr. 35, Ocak 1967, s. 31 (Elazı ğ – Palu’daki Kara Cem it Bey Türbesi hakkında bilgi verilmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan, Til Köyü Eserleri, nr. 32, Ekim 1966, s. 27 (Pertek Til Köyündeki mimari eserler tanıtılmı tır).

Akçay, Dr. Đlhan, Ulu Cami, nr. 35, Ocak 1967, s. 28 (Harput Ulu Camii mimarisi hakkında bilgi verilmi tir).

Akçay, Dr. Đlhan, Ulu Camideki Minberin Tezyini Özellikleri, nr. 28, Haziran 1966, s. 30 (Harput Ulu Camii mimarisi hakkında bilgi verilmi tir).

Ardıço ğlu, Nureddin, Harput Hükümdarı Artuk ah’a Ait Tılsımlı Ayna, nr. 30, Ağustos 1966, s. 7.

Ardıço ğlu, Nureddin, Harput’ta Artuko ğulları Devrine Ait Eserler, nr. 33, Kasım 1966, s. 12 (Harput’ta Artuko ğulları devrine ait eserler hakkında bilgi verilmi tir).

Ardıço ğlu, Nurettin, Urartu Kralı Menua’ya ait Kitabe, nr. 29, Temmuz 1966, s. 6 (Urartu Kralı Menua’ya ait kitabe hakkında bilgi verilmi tir).

Beysano ğlu, evket, Diyarbakır Surları, nr. 13, Temmuz 1963, s. 9 (Diyarbakır surlarının tarihi hakkında bilgi verilmi tir).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 1, Mayıs 1962, s. 8 (Gezilen yerler tanıtılmı tır).

Deriner, Đbrahim, Keban Barajı, nr. 28, Haziran 1966, s. 8 (Keban Barajı konu olarak ilenmi tir).

130

Dökmeci, Cenani, Bahar Uyanı ı, nr. 29, Temmuz 1966, s. 7 (Baharın geli i anlatılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezi, nr. 18, Aralık 1963, s. 20 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti 2, nr. 2, Haziran1962, s. 8 (Gezilen yerler tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 10, Nisan 1963, s. 18 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 15, Eylül 1963, s. 19 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 3, Ağustos 1962, s. 11 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 4, Ekim 1962, s. 17 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 8, ubat 1963, s. 18 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 7, Ocak 1963, s. 16 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Mamure-til-aziz, nr. 24, Haziran 1964, s. 9 (Elazı ğ anlatılmı tır).

Dökmeci, Cenani, Harput Çevresinde Gezinti, nr. 14, Ağustos 1963, s. 8 (Harput çevresi tanıtılmı tır).

Eğinli Arif, Sayın Hafız Bekata! (Eğinin Yolu Nerede?), nr. 11, Mayıs 1963, s. 15 (Eğin’in Erzincan’a ba ğlanmı olması ele tirilmi tir).

Ek, Ferhan, Keban Barajı ve Eski Eserler, nr. 31, Eylül 1966, s. 8 (Keban Barajı ve eski eserler hakkında bilgi verilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım N. , Harputta Geçmi Tahayyül, nr. 4, Ekim 1962, s. 8 (Harput’un ilim ve irfan yuvası oldu ğu vurgulanmı ve Harput adının ilelebet ya ayaca ğı üzerinde durulmu tur).

131

Gençosmano ğlu, Yıldırım N., Đlçelerimizden A ğın, nr. 21, Mart 1964, s. 14 (Ağın’ın ekonomisi, tarihçesi, okuryazarlık durumu ve co ğrafyası gibi birçok konuya de ğinilmi tir).

Gençosmano ğlu, Yıldırım. N., Đlçelerimizden A ğın, nr. 17, Kasım 1963, s. 29 (Ağın’ın ekonomisi, tarihçesi, okuryazarlık durumu ve co ğrafyası gibi birçok konuya de ğinilmi tir).

Đmzasız, Elâzı ğ’ın Kurulu u, nr. 25, Haziran 1965, s. 28 (Elazı ğ’ın kurulu u hakkında bilgi verilmi tir).

Đmzasız, Harput-Elazı ğ Rehberi, nr. 25, Haziran 1965, s. 2 (Elazı ğ ve Harput hakkında bilgi verilmi tir).

Kaflı, Kadircan, Đstanbul’da Kuzey Kafkasya, nr. 31, Eylül 1966, s. 26.

Kayao ğlu, Ömer, Yurdumun Ormanlarına A ğıt, nr. 7, Ocak 1963, s. 11 (Ormanlarımızın katledilmesi kınanmaktadır).

Kazgan, Haydar, Paris Günlü ğü, nr. 12, Haziran 1963, s. 14 (Paris insanının asık yüzlü ğünden bahsedilmi tir).

Kırzıo ğlu, Fahrettin, Harput Bölgesi Đlbe ğleri, nr. 16, Kasım 1963, s. 3 (Harput Đlbe ğleri hakkında bilgi verilmi tir).

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, 1871’deki Madenler ve Bunlar Üzerine Bilgiler, nr. 21, Mart 1964, s. 16 (Eski madenler hakkında bilgiler verilmi tir).

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, Harput Mamuretil-aziz er iyeye Sicilleri, nr. 26, Nisan 1966, s. 11 (Harput Mamuretil’aziz eriyeye Sicilleri hakkında bilgi verilmi tir).

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, Mamuretülaziz Sanca ğı’nda Keban Madeni Hümayünu, nr. 22, Nisan 1964, s. 4 (Mamuretülaziz Sanca ğı’nda Keban Madeni Hümayunu hakkında bilgi verilmi tir).

Kırzıo ğlu, M. Fahrettin, 450 Yıl Önceki Harput Mahalleleri ile Nahiyeleri, nr. 17, Kasım 1963, s. 17 (Harput’un eski mahalle ve nahiyeleri anlatılmı tır).

132

Kırzıo ğlu, M., Fahrettin, Salnameler ve 1871 Salnamesi’nde Harput Sanca ğı, nr. 20, ubat 1964, s. 7 (Harput sanca ğı hakkında bilgi verilmi tir).

Küçükkaya, Bilal H., Kemaliye’nin Tarihçesi, nr. 16, Kasım 1963, s. 26 (Kemaliye’nin tarihi hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Çemi gezek, Yeni Fırat, nr. 14, Ağustos 1963, s. 14 (Çemizgezek hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Munzur, Harput Gölcük Turizm Bölgemiz, nr. 15, Eylül 1963, s. 5 (Munzur, Harput ve Gölcük’ün turizme kazandırılması gereklili ği anlatılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, Ba ıbo Kamyon ve Kanun, nr. 27, Mayıs 1966, s. 26 (Otoyollarda kamyonların kurallara uymaması ele tirilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Elâzı ğ’da eyh Said Đsyanı, nr. 18, Aralık 1963, s. 13 ( eyh Said Đsyanı hakkında bilgi verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Harput Çevresindeki Kaleler ve Be ğlikler, nr. 32, Ekim 1966, s. 8 (Harput çevresindeki kaleler ve beylikler anlatılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, Harput’ta Meryem Ana Kilisesi, nr. 16, Kasım 1963, s. 21 (Meryem Ana Kilisesi anlatılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, eyh Sait Đsyanı, nr. 23, Mayıs 1964, s. 15 ( eyh Sait isyanı konu edilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Tunceli’nde Tarih, nr. 29, Temmuz 1966, s. 16 (Tunceli hakkında bilgi verilmi tir).

Prof. Press, Yabancı Gözüyle Keban Barajı, nr. 28, Haziran 1966, s. 22 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Sürel, Nazif, Keban Dolayısı ile Elazı ğlıların Görevleri, nr. 26, Nisan 1966, s. 5 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Ülkü, Fetih, 19. Yüzyıl Sonlarında Bugünkü Tunceli’nin Durumu, nr. 22, Nisan 1964, s. 18 (Vital Cuinet’ten çeviri olan bu yazıda Tunceli’yle ilgili 19. yüzyılda bilgilere ve gözlemlere yer verilmi tir).

133

Yavuzer, Oya- Macit, Nejla, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 33, Kasım 1966, s. 31 (Anılara yer verilmi tir).

Yavuzer, Oya, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 31, Eylül 1966, s. 24 (Anılara yer verilmi tir).

Yavuzer, Oya, Maden Köylerinde Yirmibir Gün, nr. 32, Ekim 1966, s. 22 (Anılara yer verilmi tir).

Yeni Fırat, Beyyurdu Garnizonu, nr. 23, Mayıs 1964, s. 1 (Beyyurdu garnizonunun ta ınması konusu i lenmi tir).

Yeni Fırat, Beyyurdu Garnizonu, nr. 31, Eylül 1966, s. 25 ( ehir içinde kalan kı lanın Beyyurdu’na ta ınması gereklili ği üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Çemi gezek Kanunu, nr. 33, Kasım 1966, s. 25.

Yeni Fırat, Keban, nr. 12, Haziran 1963, s. 17 (Keban konu edilmitir).

Yeni Fırat, Kore Destanı, nr. 7, Ocak 1963, s. 8 (Kore sava ı konu olarak alınmı tır).

2. 7. Özel Günler ve Kutlamalarla Đlgili Yazılar Đmzasız, 34. Dil Bayramı, nr. 31, Eylül 1966, s. 29 (Dil devriminin bilimsel ve ulusal bir zorunlulu ğun sonucu oldu ğu vurgulanmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Meçhul Asker, nr. 10, Nisan 1963, s. 20 (Çanakkale sava ında kahramanlık gösteren askerlerimiz anlatılmı tır).

Yeni Fırat, Fetih Günü, nr. 25, Haziran 1965, s. 1 (Harput’un fethinin yıldönümü nedeniyle kutlama niteli ğinde bir yazıdır).

Yeni Fırat, Fetih ve Fatih, nr. 27, Mayıs 1966, s. 1 (Türk ve dünya tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in ve Đstanbul’un fethinin önemi üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, ehriye Gecesi, nr. 35, Ocak 1967, s. 40.

2. 8. Siyaset ve Siyasî Kavramlarla Đlgili Yazılar Çiçek, Abdulvasi, Đlginç Bir Konu ma, nr. 9, Mart 1963, s. 22 ( Đlmin ve ö ğrenmenin üzerinde durulurken bunun yanında Đslamiyet’in insanlara tanıdı ğı haklar üzerinde durulmu tur).

134

Đmzasız, Belediyeden Ölülere ve Dirilere Đlgi, nr. 7, Ocak 1963, s. 24 (Elazı ğ belediyesinin mezarlıklara ilgisizli ği ele tirilmi tir. Mezarlıkların bakımsızlı ğı dile getirilmi tir).

Đmzasız, Çemi gezekliler’in Mü terek Dile ği, nr. 3, Ağustos 1962, s. 16.

Đmzasız, Kıbrıs ve Türkler, nr. 20, ubat 1964, s. 17 (Kıbrıs tanıtılmı , Rumların Kıbrıs’a saldırıları ve yaptıkları katliamlar anlatılmıtır).

Osmano ğlu, Cenap, Seçim Destanı, nr. 13, Temmuz 1963, s. 13 (Seçim konusu ilenmi tir).

Yeni Fırat, Cevaplandırılmayan Bir Dilek, nr. 5, Ekim 1962, s. 1.

Yeni Fırat, Kıbrıs, nr. 20, ubat 1964, s. 1 (O dönemlerde gündemde olan Kıbrıs ile ilgili sorunlardan bahsedilmektedir).

Yeni Fırat, Kürtçülük Fantezisi, nr. 11, Mayıs 1963, s. 1 (Kürtçülük yapanlar sert bir dille ele tirilmi tir).

Yeni Fırat, Milli E ğitim Bakanına, nr. 4, Ekim 1962, s. 1 (Elazı ğ’a açılması istenen teknik okulun Elazı ğ ve ülke için önemine de ğinilmi tir).

Yeni Fırat, Ne Đstiyor Bu Adamlar, nr. 19, Mart 1964, s. 13 (Almanya’daki Türk Đ çilerinin durumları hakkında bilgi verilmi tir).

Yeni Fırat, Olur Olmaz, nr. 7, Ocak 1963, s. 1 (Olur ile batı, olmaz ile do ğu kastedilmi tir ve do ğunun kalkındırılması gerekti ğine geçilmi tir).

2. 9. Yeni Fırat Dergisi Çalı malarıyla Đlgili Yazılar Altay Fethi, Ba lıksız Bey, nr. 29, Temmuz 1966, s. 21 (Fikret Memi oğlu’na yazılmı bir mektuptur).

Birdo ğan, Nejat, Van Mektubu, Yeni Fırat, nr. 32, Ekim 1966, s. 33.

Birön, Kemal, Okuyucu Mektubu, nr. 36, Eylül 1967, s. 33.

Dönmez, Nermin, Okuyucu Mektubu, nr. 34, Aralık 1966, s. 33.

Gençosmano ğlu, N. Yıldırım, Pek Muhterem A ğabeyim, nr. 27, Mayıs 1966, s. 1.

Güner, Dr. Mazhar, Okuyucu Mektupları, nr. 12, Haziran 1963, s. 32.

135

Đğ neciler, Abdullah, Sayın Fikret Memi oğlu, nr. 10, Nisan 1963, s. 32.

Đsmailo ğlu, Dr. Ali, Okuyucu Mektubu, nr. 35, Ocak 1967, s. 4.

Kayao ğlu, Ömer, Đstanbul Mektubu, nr. 31, Eylül 1966, s. 6.

Kırzıo ğlu, Fahrettin, Bir Mektup, nr. 15, Eylül 1963, s. 2.

Kı oğlu, Vahap, Okuyucu Mektupları, nr. 4, Ekim 1962, s. 24.

Küçükel, Rasim, Yeni Fırat Ailesine, nr. 2, Mart 1964, s. 1.

Memi oğlu, Hasip, Almanya Mektubu, nr. 5, Ekim 1962, s. 11.

Mutlu, Kemal, Okuyucu Mektubu, nr. 36, Eylül 1967, s. 33.

Orhan, Emin, Okuyucu Mektubu, nr. 30, Ağustos 1966, s. 33.

Sayılan, Muzaffer, Okuyucu mektubu, nr. 14, Ağustos 1963, s. 31.

Tece, Leman, Murat’tan Yeni Fırat’a, nr. 13, Temmuz 1963, s. 3.

Yeni Fırat, Açık Te ekkür, nr. 30, Ağustos 1966, s. 1.

Yeni Fırat, Đkinci Cilde Ba larken, nr. 13, Temmuz 1963, s. 1 (Yeni Fırat dergisinin 12 sayıyı tamamlaması geçen süreçte dergide yapılan çalı maların özeti yer almaktadır).

Yeni Fırat, Okurlarımıza, nr. 20, ubat 1964, s. 31.

Yeni Fırat, Yeni Fırat, nr. 1, Mayıs 1962, s. 1 (Dergiye Yeni Fırat isminin verilmesi ve nedenleri açıklanmı tır).

2. 10. Önemli ahsiyetlerle Đlgili Yazılar Co kun, Zeki, Elhac Osman A ğa, nr. 35, Ocak 1967, s. 34 (Elhac Osman A ğa hakkında bilgi verilmi tir).

Ça ğlayan, O. , Zati Bey, nr. 15, Eylül 1963, s. 12 (Zati Bey tanıtılmı tır).

Ça ğlayan, Osman, Musiki Tarihimizden Ahmet Necip Pa a, nr. 18, Aralık 1963, s. 5 (Musiki ustası Ahmet Necip Pa a’nın hayatı ve sanatçı yönü tanıtılmı tır).

Ça ğlayan, Osman, Münir Nurettin ve Yahya Kemal, nr. 22, Nisan 1964, s. 13 (Her iki isminde musiki yönü hakkında bilgiler verilmi tir).

136

Duman, Haydar, Hale Münasip Gazel, nr. 30, Ağustos 1966, s. 21 (Hiciv eklinde bir gazelle air kendini ele tirmi tir).

Edipo ğlu, Baki Süha, Halide Edip Adıvar, nr. 20, ubat 1964, s. 4 (Halide Edip Adıvar’ın Sultan Ahmet mitinginden bahsedilmi sonrasında ise hakkında bilgiler verilmi tir).

Gençosmano ğlu, N. Yıldırım, Tıbda Đhtilal (Cüzzamın Demir Perdesini Yırtan Adam), nr. 5, Ekim 1962, s. 16.

Güler, Zülfü, Hacı Hayrı Bey, nr. 29, Temmuz 1966, s. 29 (Hacı Hayri Bey hakkında bilgi verilmi tir).

Güler, Zülfü, Hacı Hayri Bey, nr. 30, Ağustos 1966, s. 25 (Hacı Hayri Bey hakkında bilgi verilmi tir).

Gültekin, Emine, Fikret ve Akif, nr. 16, Kasım 1963, s. 11 (Tevfik Fikret’in edebi ki ili ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir).

Gültekin, Emine, Fikret ve Akif, nr. 17, Kasım 1963, s. 24 (Tevfik Fikret’in edebi ki ili ği tanıtılmı ve eserlerinden örnekler verilmi tir).

Gültekin, Emine, Fikret ve Akif, nr. 18, Aralık 1963, s. 23 (Akif ile Fikret’in istibdata kar ı aynı fikri savundukları iirlerinden hareketle açıklanmı tır).

Đmzasız, Rahmi Hocanın air Arkada ları, nr. 19, Mart 1964, s. 21 (Rahmi Hoca’nın be arkada ı hakkında bilgiler verilmi ayrıca anılarına yer verilmi tir).

Đmzasız, Ya ayan Hafızlar, nr. 6, Kasım 1962, s. 29 (Be hafız tanıtılmı tır).

Đpek, Yücel, Ziya Gökalp’ın Dini Cephesi, nr. 11, Mayıs 1963, s. 9 (Ziya Gökalp’i dinsizlikle suçlayanlara kar ı yazılmı bir yazıdır).

Karahasano ğlu, Taner, Bizi Ba ğıla ATATÜRK, nr. 17, Kasım 1963, s. 8 (Gerçek manada Atatürkçülü ğün izahı yapılmaya çalı ılmı tır).

Kazgan, Doç. Dr. Haydar, Atatürk ve Türk Milletinin Kaderi, nr. 17, Kasım 1963, s. 10 (Atatürk’ün Türk milleti için önemi anlatılmı tır).

Đmzasız, Halk airi Mustafa Kökok, nr. 27, Mayıs 1966, s. 30 (Halk airi Mustafa Kökok hakkında bilgiye ve bir iirine yer verilmi tir).

137

Memi oğlu, Fikret, Ali efik Efendi, nr. 10, Nisan 1963, s. 13 (Ali efik Efendi hakkında bilgiler verilmi tir9.

Memi oğlu, Fikret, Ali efik Efendi, nr. 9, Mart 1963, s. 16 (Ali efik Efendi hakkında bilgiler verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Ali efik Hoca ve Ö ğretmenlik, nr. 26, Nisan 1966, s. 25 (Ali efik Hoca’nın ya amı hakkında bilgiler verilerek anılarıyla ö ğretmeli ği de anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Atatürk’ün Elazı ğ’a Geli i , nr. 1, Mayıs 1962, s. 2 (Atatürk’ün Elazı ğ’a geli i ve bununla ilgili anılara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Çeriba ızade Mustafa Asım Efendi, nr. 3, Ağustos 1962, s. 6 (Mustafa Asım Efendi tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Dilci ve Yolcu Fuzuli, nr. 6, Kasım 1962, s. 24 (Fuzuli hakkında bilgiler verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Evliya Çelebi Aramızda, nr. 29, Temmuz 1966, s. 22 (Halk ozanı Talibi Co kun’un hayatı anlatılmı ve bazı iirlerine yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Harput’ta Bir Dalyan Boylu Çeriba ı Zade Ali Bey, nr. 3, Ağustos 1962, s. 3 (Çeriba ızade Ali Bey tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Harput’un Me hur Đlim Adamları, nr. 23, Mayıs 1964, s. 10 (18. yüzyıldan ba layarak Harput’ta ya amı ilim adamları tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Harput’un Me hur Đlim Adamları, nr. 24, Haziran 1964, s. 19 (18. yüzyıldan ba layarak Harput’ta ya amı ilim adamları tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Harputta Dalyan Boylu Çeri Ba ı Zade Ali Bey, nr. 2, Haziran 1962, s. 3 (Çeriba ızade Ali Bey tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Hikmetoviç Verzanski, nr. 34, Aralık 1966, s. 68 (Nazım Hikmet hakkında bilgi verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Nazım Hikmet!, nr. 31, Eylül 1966, s. 9 (Nazım Hikmet hakkında bilgi verilmi tir).

138

Memi oğlu, Fikret, Nazım Hikmet, Rıza Tevfik, Mehmet Akif, nr. 35, Ocak 1967, s. 17 (Üç airin dili kullanmadaki ustalıkları üzerinde durulmu tur).

Memi oğlu, Fikret, Nüzhet Dede, nr. 7, Ocak 1963, s. 4 (Nüzhet Dede’nin airli ğinden ve hayatından kesitler yer almı tır).

Memi oğlu, Fikret, Nüzhet Dede, nr. 8, ubat 1963, s. 21 (Nüzhet Dede’nin airli ğinden ve hayatından kesitler yer almı tır).

Memi oğlu, Fikret, Rahmi Hoca, nr. 12, Haziran 1963, s. 9 (Rahmi Hoca tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Rahmi Hoca, nr. 13, Temmuz 1963, s. 18 (Rahmi Hoca tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Rıf’at Dede, nr. 11, Mayıs 1963, s. 24 (Rifat Dede tanıtılmı tır).

Memioğlu, Fikret, Rıf’at Dede, nr. 10, Nisan 1963, s. 24 (Rifat Dede tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Saçlı Hoca, nr. 23, Mayıs 1964, s. 26 (Saçlı Hoca’nın hayatı hakkında bilgilere yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Saçlı Hoca, nr. 24, Haziran 1964, s. 27 (Saçlı Hoca’nın hayatı hakkında bilgilere yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Süreyya ve Hafız, nr. 15, Eylül 1963, s. 15.

Memi oğlu, Fikret, Yakup evki Pa a, nr. 11, Mayıs 1963, s. 11 (Yakup evki Pa a tanıtılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Yunus Emre, nr. 8, ubat 1963, s. 10 (Yunus Emre’nin hayatına ve eserlerinden açıklamalara yer verilmi tir).

Memi oğlu, Fikret, Zavallı Ahmet Kemal, nr. 6, Kasım 1962, s. 16 (Ahmet Kemal tanıtılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, Kadı Burhaneddin, nr. 31, Eylül 1966, s. 28 (Kadı Burhanettin hakkında bilgi verilmi tir).

Osmano ğlu, Cenap, Palu ve Kara Cem it Bey, nr. 36, Eylül 1967, s. 22 (Kara Cem it Bey konu edilmi tir).

139

Osmano ğlu, Cenap, Sosyal Goncamız, nr. 14, Ağustos 1963, s. 19 (Nasrettin Hoca’nın sosyal hayatımızdaki önemi anlatılmı tır).

Osmano ğlu, Cenap, Vaaz ve Hutbe, nr. 19, Mart 1964, s. 19 (Atatürk’ün Balıkesir Za ğanos Pa a Camiindeki hutbesine yer verilmi ve vaizin insanlar üzerindeki etkisine de ğinilmi tir).

Osmano ğlu, Genç, Kulu A ğa ve Çarsancak Beyleri, nr. 36, Eylül 1967, s. 26 (Kulu Ağa ve Çarsancak Beyleri konu edilmi tir).

Öge, Hafız Osman, Harput’un Son Hafızları, nr. 5, Ekim 1962, s. 18 (Harput’un son hafızları tanıtılmı tır).

Özmen, Cahide, Yunus’un Ümmili ği, nr. 11, Mayıs 1963, s. 7 (Yunus’un ümmili ğinden bahsedilen yazıda Yunus Emre’nin ümmi olamayaca ğı iirlerinden hareketle vurgulanmı tır).

Saim, Hur it, ehit Ö ğretmen Naci Đçin, nr. 35, Ocak 1967, s. 16 (Bir trafik kazasında hayatını kaybeden arkada ı Öğretmen Naci için yazılmı bir iirdir).

Suba ı, H. Đ. , Yakup evki Pa a, nr. 12, Haziran 1963, s. 21 (Yakup evki Pa a tanıtılmı tır).

Suba ı, Hakkı Đshak, Yakup evki Pa a, nr. 20, ubat 1964, s. 22 (Yakup evki Pa a tanıtılmı tır).

Sunguro ğlu, Đshak, Harput’un Son Hafızları, nr. 4, Ekim 1962, s. 21 (Yedi hafız tanıtılmı tır).

Ünaydın, Ru en E ref, Atatürk, nr. 17, Kasım 1963, s. 4 (Atatürk’ün devrimleri ve yaptıkları kıyaslamalı bir ekilde anlatılmı tır).

Yeni Fırat, Âık Veysel Đyile ti, nr. 5, Ekim 1962, s. 14.

Yeni Fırat, Atatürk ve Gölcük, nr. 6, Kasım 1962, s. 1 (Atatürk’ün Gölcük’le ilgili anısına yer verilmi tir).

Yeni Fırat, Ömer Kayao ğlu, nr. 7, Ocak 1963, s. 14 (Ömer Kayao ğlu tanıtılmı tır).

140

Yeni Fırat, Sayın Ba bakanım, nr. 2 Haziran 1962, s. 1 (Elazı ğ’ın geli mesi ve kalkınması için isteklerin yer aldı ğı bir mektuptur. Dönemin ba bakanı Đsmet Đnönü’ye yazılmı tır).

Yeni Fırat, Sayın Milli E ğitim Bakanı evket Ra it Hatibo ğlu, nr. 3, Ağustos 1962, s. 1 (Milli E ğitim Bakanına Elazı ğ’a teknik okul açılması iste ğinin yer aldı ğı bir mektup yazılmı tır).

2. 11. Sa ğlıkla Đlgili Yazılar Gürdo ğan, Doç. Dr. B., Cüzzamdan Korkmayalım, nr. 33, Kasım 1966, s. 7 (Cüzzam hastalı ğı hakkında bilgi verilmi tir).

2. 12. Eğitim, Kültür ve Sanatla Đlgili Yazılar Alp, Ali Rıza, Öğretmenlerin Milli Gösterileri Hakkında, nr. 29, Temmuz 1966, s. 12 (Öğretmen konulu bir yazıdır).

Demir, Ramazan, Felsefesiz Gençlik, nr. 36, Eylül 1967, s. 19 (Bozulan gençlik ele tirilmi ve bozulma nedenleri ortaya konmu tur).

Gürdo ğan, Burhan, Karde Mektubu, nr. 35, Ocak 1967, s. 41 (Karde konusu ilenmi tir).

Gürdo ğan, Doç. Dr. Burhan, Do ğu-Batı, nr. 35, Ocak 1967, s. 38 (Yazar, Do ğu ile Batı hakkında dü üncesini dile getirmi tir).

Kabaklı, Ahmet, Đlim ve E ğitim, nr. 26, Nisan 1966, s. 15 (Eğitim sistemi ele tirilmi tir).

Kaçar, ükrü, Eğitimde Disiplin, nr. 31, Eylül 1966, s. 13 (Modern e ğitimde disiplinin önemi üzerinde durulmu tur).

Kaçar, ükrü, Kendimize Dönelim, nr. 26, Nisan 1966, s. 9 (Kültürümüze sahip çıkmak gereklili ği üzerinde durulmu tur).

Kuntay, Mustafa, Radyo Hakkında, nr. 4, Ekim 1962, s. 16.

Memi oğlu, Edip, Amerika Mektubu, nr. 29, Temmuz 1966, s. 9.

Memi oğlu, Fikret, Mevlana Törenleri, nr. 19, Mart 1964, s. 6 (Mevlana törenleri anlatılmı ve Mevlana’yı yeteri kadar anlamamız gerekti ği vurgulanmı tır).

141

Memi oğlu, Fikret, Türkiye Folklor Haritası, nr. 4, Ekim 1962, s. 11 (Yazıda birçok oyun türküsüne yer verilmi tir. Ayrıca Elazı ğ’da oynanan oyunların özellikleri anlatılmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Türkiye Folklor Haritası, nr. 5, Ekim 1962, s. 20 (Yazıda birçok oyun türküsüne yer verilmi tir. Ayrıca Elazı ğ’da oynanan oyunların özellikleri anlatılmı tır).

Oy, Aydın, Halk Edebiyatının Halk E ğitimindeki Rolü, nr. 11, Mayıs 1963, s. 29 (Halk edebiyatının e ğitimdeki rolü vurgulanmı tır).

Röportajcı, Elazı ğ Kız Enstitüsü, nr. 13, Temmuz 1963, s. 23.

Seyda, Mehmet, Sanatçının Yayılması, nr. 14, Ağustos 1963, s. 23 (Sanatın ve sanatçının önemine de ğinilmi tir).

Solgun, Hüseyin, Tuncelinde Kız Đsteme ve Dü ğün Gelenekleri, nr. 8, ubat 1963, s. 15 (Tunceli’de kız isteme gelene ği anlatılmı tır).

Solgun, Hüseyin, Tuncelinde Kız Đsteme ve Dü ğün Gelenekleri, nr. 9, Mart 1963, s. 13 (Tunceli’de kız isteme gelene ği anlatılmı tır).

enkal, Gürbüz, Baraj Öksüzleri, nr. 27, Mayıs 1966, s. 7 (Keban Barajı’nda ma ğdur olan ki iler konu edilmi tir).

Ülkü, Fethi, Halk E ğitimi ve Prensipleri, nr. 35, Ocak 1967, s. 36 (Halk e ğitimi ve prensipleri konu edilmi tir).

Đmzasız, Öğretmen ve Eseri, nr. 34, Aralık 1966, s. 3 (Öğretmenli ğin zorlu ğundan ve öğretmenin üzerine dü en görevler anlatılmı tır).

Yeni Fırat, Türk Kültürü, nr. 21, Mart 1964, s. 1.

Yıldız, Mehmet, Harput Konakları ve Evleri, nr. 25, Haziran 1965, s. 23 (Okullarda Türk kültürü dersinin okutulması istenmektedir).

2. 13. Dinî ve Ahlakî Konularla Đlgili Yazılar Ate , Süleyman, Đslam Ahlakından Đki Örnek, nr. 8, ubat 1963, s. 5 (Bazı sahabelerin Müslüman olduktan sonra çekti ği sıkıntılar ve bu sıkıntılar kar ısında takındıkları tavırlara yer verilmi tir).

142

Ate , Süleyman, Đslam Demokrasi, nr. 6, Kasım 1962, s. 31 ( Đslam’da demokrasi konusu ele alınmı tır).

Ate , Süleyman, Đslam Demokrasisi, nr. 7, Ocak 1963, s. 12 ( Đslam’da demokrasi konusu ele alınmı tır).

Caymaz, Dr. Gültekin, Kader ve Sebep, nr. 26, Nisan 1966, s. 8 (Kader deyip hiçbir ey yapmamak de ğil; elimizden gelenin en iyisini yapmak gerisini Allah’a bırakmak gereklili ği vurgulanmı tır).

Caymaz, Dr. Gültekin, Peygamber Đsa’nın Vazifesi, nr. 35, Ocak 1967, s. 10 (Din konulu bir makaledir).

Çetin, M. Suphi, Bir Reformist’e Cevap, nr. 27, Mayıs 1966, s. 9.

Çetin, M. Suphi, Bir Reformiste Cevap, nr. 26, Nisan 1966, s. 18.

Çetin, Muzaffer Suphi, Kilise Kampanyası, nr. 23, Mayıs 1964, s. 7 (Kiliselerle ilgili Türkiye aleyhine ba latılan kampanyalara dikkat çekmek istemi tir).

Gençosmano ğlu, N. Yıldırım, Baraj Bölgesinin Estetik ve Ekonomik Özellikleri, nr. 13, Temmuz 1963, s. 2 (Keban Barajı’nın gelecekte bölgeye katkıları anlatılmı tır).

Đpek, Yücel, Türkiye’de Din-Devlet Münasebetleri ve Laiklik Prensibinin Uygulanı ı, nr. 10, Nisan 1963, s. 3 (Laiklik ve din ilgisi konu edilmi tir).

Karahasano ğlu, Tamer, Gerçek Dedi ğimiz ey, nr. 16, Kasım 1963, s. 19.

Memi oğlu, Fikret, Đngiliz Veznedar ve Yakılan Para, nr. 21, Mart 1964, s. 13.

Noyan, Prof. Ahmet, Dalkavuk, nr. 17, Kasım 1963, s. 12 (Dürüstlü ğün önemi üzerinde durulmu tur).

Noyan, Prof. Ahmet, Dedikodu, nr. 16, Kasım 1963, s. 5 (Dedikodu konusu ilenmi tir).

Olgun, Đbrahim, Naimi Efendigil, nr. 13, Temmuz 1963, s. 3 (Naimi Efendigil tanıtılmı tır).

Ta öz, Turgut, Güne le Mum, nr. 21, Mart 1964, s. 8 (Yapıtların özgün olması gerekti ği vurgulanmı tır).

143

Yeni Fırat, Mülkün Temeli, nr. 24, Haziran 1964, s. 1 (Adaletin gereklili ği üzerinde durulmu tur).

2. 14. Teknik Konular ve Teknik Geli melerle Đlgili Yazılar Ardıço ğlu, Nureddin, Sayın Cumhurba kanı, Sayın Ba bakan, nr. 23, Mayıs 1964, s. 25.

Binark, Prof. Hikmet, Đlim ve Teknik, nr. 23, Mayıs 1964, s. 20 ( Đlim ve tekni ğin sanatla birle irse daha da büyük önem kazanaca ğı vurgulanmı tır).

Binark, Prof. Hikmet, Đlim ve Teknik, nr. 24, Haziran 1964, s. 13 ( Đlim ve tekni ğin sanatla birle irse daha da büyük önem kazanaca ğı vurgulanmı tır).

Buldaç, Orhan, Keban Barajı’nın Tesirleri, nr. 31, Eylül 1966, s. 5 (Keban Barajı konu alınmı tır).

Çetin, Muzaffer Suphi, Ormansızlık Tehlikesi, nr. 24, Haziran 1964, s. 4 (Ormanın önemi vurgulanmı tır).

Demirel, Süleyman, Keban Barajı, nr. 1, Mayıs 1962, s. 13 (Keban Barajı konu alınmı tır).

Demirel, Süleyman, Keban Barajı, nr. 28, Haziran 1966, s. 5 (Keban Barajı konu alınmı tır).

Er, Do ğan, Elâzı ğ ehir Geçi i, nr. 8, ubat 1963, s. 17.

Günar, Mehmet, Orman Fidanlı ğı, nr. 4, Ekim 1962, s. 20.

Gökçe, Prof. Dr. Kemal, Do ğuda Kurulacak Yeni Bir Üniversitenin Yeri “Elazı ğ” Olmalıdır, nr. 36, Eylül 1967, s. 3 (Do ğuda kurulması planlanan üniversitenin Elazı ğ’a kurulması gerekti ği nedenleriyle ortaya konulmaktadır).

Đmzasız, Keban Barajı ve Hidroelektrik Santralı, nr. 19, Mart 1964, s. 10 (Keban Barajı hakkında bilgi verilmi tir).

Đmzasız, Su ve Enerji Sahasında Faaliyet Gösteren Te kilat Hakkında, nr. 22, Nisan 1964, s. 27 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Đnceo ğlu, Orhan, Elâzı ğ Civarındaki Erozyon Çalı maları, nr. 20, ubat 1964, s. 25 (Erozyonla mücadele çalı maları anlatılmı tır).

144

Đnceo ğlu, Orhan, Elâzı ğ ehir Đçi Dereleri Erozyon Ta kın ve Rusubat Kontrolü Çalı malarında Alınan Ara Neticeler, nr. 19, Mart 1964, s. 27 ( ehrin içinden geçen derelerin tehlikelerinin ortadan kaldırılmasıyla ve kontrol altına alınmasıyla ilgili bir makaledir).

Kuntay, Mustafa, Su. Su. Su. , nr. 8, ubat 1963, s. 8 (Suyun önemi vurgulanmı tır).

Memi oğlu, Fikret, Keban, nr. 28, Haziran 1966, s. 13 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Muz, Murat, Keban Barajı ve Elazı ğ, nr. 27, Mayıs 1966, s. 12 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Özal, Asst. Prof. Korkut, Keban Barajı Hakkında, nr. 20, ubat 1964, s. 11 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Özal, Asst. Prof. Korkut, Keban Mansabındaki A ağı Fırat Havzasının Geli me Đmkânları, nr. 21, Mart 1964, s. 25 (Keban Barajı konu edilmi tir).

San, Mithat, Keban Baraj – Hidroelektrik Tesisleri ve A ağı Fırat Havzası, nr. 5, Ekim 1962, s. 6 (Keban Barajı konu edilmi tir).

San, Mithat, Keban Barajından Madencili ğe Sa ğlanacak Faydalar, nr. 8, ubat 1963, s. 2 (Keban Barajı konu edilmi tir).

San, Mithat, Keban Barajından Sanayiye Sa ğlanacak Faydalar, nr. 9, Mart 1963, s. 2 (Keban Barajı konu edilmi tir).

San, Mithat, Ziraatte Sa ğlanacak Faydalar, nr. 7, Ocak 1963, s. 2 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Temizer, Doç. Dr. Med. Vet. Mustafa, Beslenme ve Elazı ğ Çevresinde Hayvancılık, nr. 27, Mayıs 1966, s. 27.

Yeni Fırat, Keban Barajı, nr. 2, Haziran 1962, s. 12 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Yeni Fırat, Keban Barajı, nr. 3, Ağustos 1962, s. 9 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Yeni Fırat, Keban Barajı, nr. 4, 1962 Ekim, s. 5 (Keban Barajı konu edilmi tir).

Yeni Fırat, Keban Barajı, nr. 5, Ekim 1962, s. 3 (Keban Barajı konu edilmi tir).

145

Yeni Fırat, Teknik Üniversite’den Keban Barajı’na, nr. 28, Haziran 1966, s. 3 (Kaban barajının yapılma kararının alınmasından sonra teknik bir üniversitenin Elazı ğ’da açılması zorunlulu ğu üzerinde durulmu tur).

Yeni Fırat, Yabancı Gözüyle Keban Barajı, nr. 19, Mart 1964, s. 29 (Keban Barajı konu edilmi tir).

2. 15. Önemli Haberler ve Olaylarla Đlgili Yazılar Akman, Süleyman, Gündelik, nr. 32, Ekim 1966, s. 16.

Akman, Süleyman, Gündelik, nr. 34, Aralık 1966, s. 18.

Ardıço ğlu, N. , N. Ardıço ğlu’nun Basın Toplantısı, nr. 28, Haziran 1966, s. 23.

Deriner, Đbrahim, Tunceli Kalkınıyor, nr. 14, Ağustos 1963, s. 11.

Elazı ğ Basını, Teknik Üniversite Đçin Bildiri, nr. 28, Haziran 1966, s. 24.

Fıkracı, Dikkatler, nr. 8, ubat 1963, s. 26.

Gençosmano ğlu, Yıldırım, Bölge Radyoları, nr. 14, Ağustos 1963, s. 13.

Đmzasız, Ayın olayları, nr. 11, Mayıs 1963, s. 22.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 12, Haziran 1963, s. 24.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 14, Ağustos 1963, s. 25.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 15, Eylül 1963, s. 29.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 16, Kasım 1963, s. 29.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 17, Kasım 1963, s. 31.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 18, Aralık 1963, s. 31.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 19, Mart 1964, s. 30.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 20, ubat 1964, s. 30.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 21, Mart 1964, s. 31.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 22, Nisan 1964, s. 32.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 23, Mayıs 1964, s. 30.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 28, Haziran 1966, s. 27.

146

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 6, Ocak 1962, s. 20.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 7, Ocak 1963, s. 20.

Đmzasız, Ayın Olayları, nr. 9, Mart 1963, s. 25.

Đmzasız, Ba kan Gürsel ve Ö ğretmenler, nr. 9, Mart 1963, s. 30.

Đmzasız, Elâzı ğ Lisesi Okul Aile Birli ği Toplantısı, nr. 26, Nisan 1966, s. 29.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 26, Nisan 1966, s. 31.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 27, Mayıs 1966, s. 32.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 29, Temmuz 1966, s. 31.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 32, Ekim 1966, s. 25.

Đmzasız, Đl Haberleri, nr. 34, Aralık 1966, s. 32.

Đmzasız, Olaylar Haberler, nr. 6, Kasım 1962, s. 28.

Kısaparmak, Necip Güngör, Elâzı ğ Milli E ğitim Te kilatının De ğerli Mensuplarına, nr. 27, Mayıs 1966, s. 33.

Memi oğlu, Fikret, Da ğlayan Bestekara, nr. 36, Eylül 1967, s. 2.

Öge, Hafız Osman, Eski Harput’la Ba ba a, nr. 36, Eylül 1967, s. 6.

Prof. ler Grubu, Kurul Raporu, nr. 36, Eylül 1967, s. 9.

Tahiro ğlu, A. Tarık, Elazı ğ Büyüyen ehir, nr. 9, Mart 1963, s. 6.

Tanyeri Sabri, ‘’Çayda Çıra, , Bergama Kermesinde, nr. 13, Temmuz 1963, s. 7.

Yeni Fırat, ehitlik Ayaklar Altında, nr. 31, Eylül 1966, s. 3.

Yeni Fırat, Teknik Okul Açılıyor, nr. 9, Mart 1963, s. 1.

Yeni Fırat, Temel Atılıyor, nr. 10, Nisan 1963, s. 1.

Yeni Fırat, Türk Dünyasının Büyük Kayıpları, nr. 29, Temmuz 1966, s. 31.

Yeni Fırat, Valimizin Basın Toplantısı, nr. 8, ubat 1963, s. 25.

Yeni Fırat, Ziraat Fakültesi Elazı ğ’da Açılmalıdır, nr. 16, Kasım 1963, s. 1.

147

III. BÖLÜM

SEÇ ĐLM Đ MET ĐNLER

148

1. FOLKLOR ĐLE ĐLG ĐLĐ YAZILAR 1. 1. Söylemelik Türler 1. 1. 1. Atasözleri Bütün Türkiye’de, genel olarak, söylenen, atasözlerinden gayri, Harput’a has, atasözleri de vardır. Bunlar, harflere göre sıralanmı oldu ğu için, her harfe birer örnek vermekle yetiniyoruz: A. Ak gün a ğartır, kara gün karartır. B. Bildi ğin ayranı, bilmedi ğin yo ğurda de ğime. C. Çeyizsiz kızın anası gibi gezme. Ç. Çekti ği it azabı, keyfi beyde yok. D. Dost bin ya ar, fırsat bir dü er. E. Erkânla yola, gelmez, Örkenle (urgan) yola gelir. F. Fukaranın bir bakı ı vardır, istemekten veter. G. Gül, sapından tutulur. H. Halıya palaz yamanmaz. Đ. Đki göç, bir yıkımdır. I. Irak, yakın, yolda belli olur. K. Kutlu gün, do ğuundan bellidir. K. Kendi ba ını ba ğlamaz, gelin ba ı ba ğlar. J. Jandarma, köyde, validen hükümlüdür. L. Lâlın dilinden, sâhibi anlar. M. Mart; De ğneyin at, dü tüyü yerde yat. N. Nice sekizlik, öyle seksenlik. O. Oğlan yetür, kız yetür; sevdi ğine tez götür. Ö. Özü a ğlayanın gözü de a ğlar. P. Para, el kiridir. R. Rüzgar esmezse, yaprak oynamaz. nr. Sevilmiyen gelinin, selâmı e ğri gelir. . eyhi, müridleri uçurur. T. Ta ufa ğı de ğimez, insan ufa ğı de ğiir. U. Ucuz etin i kenesi olmaz. Ü. Ürmesini bilmiyen it, sürüsüne kurt getirir. V. Verme malın veresiye, akar gider karasuya. Y. Yüze kar ı ö ğmek, göze toprak sepmektir. Z. Zamanla hayır, er, er, hayır olur ( Đmzasız, nr. 25, s. 19).

149

1. 1. 2. Türküler 1. Âık Veysel Đyile ti Ça ğımızın en me hur halk airi  ık Veysel, Sivas hastanesinde yirmi be gün ağır hasta olarak yattıktan sonra, tamamen ifa bularak çıkmı , sa ğ salim köyüne dönmü tür, sazı ve sözü ile birlikte… Onu kar ılıyanlar “Seni Fatma bekliyor” deyince gülümsemi , özleyi ini ve özleni ini bir ko mayla dile getirmi tir: Yarı yola vardım, geriye döndüm; Kestiler yolumu gitme dediler. Meyve yetmeyince daldan dü müyor, Zamansız i leri tutma dediler. Görecek günüm var, çekecek çilemi Yolculuk ne zaman? Ben nasıl bilem! Đlerde yüküm var, onu da alam, Al götür, yükünü atma, dediler. Son kıt’a “Seni ilk ça ğıran Fatma dediler” mısraiyle bitmi olacaktır. Âık olanı, Azrail’in sevdi ğinden ayırması zor. Sevgili daha baskın çıkıyor. Veysel atıro ğlu, Sivas’ın arkıla kazasının nüfus kütü ğünde kayıtlıdır. 1301 (1894) yılında A ğcakı la nahiyesinin Sivralan köyünde do ğan Veysel’in babası Ahmet, annesi Gülüzar’dır. Yedi ya ında çiçek hastalı ğı geçirerek gözlerini kaybeden Veysel, insan ve tabiat güzelli ğine hasret kalarak büyümü tür. Fele ğin birkaç defa çemberinden geçerek, dı dünyasını görmeden, iç dünyasıyla bugüne eren  ıka, uzun ömür dilerken bir ko masını da a ağıya alıyoruz: Mektup Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan Göz’etme yolları, gel deyi, yazmı . Sivralan köyünden, bizim diyardan Da ğlar mor menek e, gül deyi, yazmı Beserek’te lâle, sünbül yürüdü, Güldede’yi çayır, çimen bürüdü. Karata da kar kalmadı eridi Akar gözüm ya ı sel deyi yazmı Eğlenme gurbette yayla zamanı Mevlâyı seversen a ğlatma beni Benek benek mektuptadır ni anı Göz ya ım mektupta pul deyi yazmı Kokuyor burnuma Sivralan köyü, Serindir da ğları, so ğuktur suyu Yar mendil göndermi yadigâr deyi Gözünün ya ını sil deyi yazmı Veysel bu gurbetlik kâr etti cana Karı tır göçünü ulu kervana; Gün geçirip fırsat verme zamana Sakın uzanmasın yol deyi yazmı (Yeni Fırat, nr. 5, s. 14-15).

150

2. Kına Türküsü Gelin a ğlar ya ın ya ın Gitmem diye sallar ba ın imdi gelir bey karda ın Ağlama gelin a ğlama El o ğludur bel ba ğlama Gelinin giydi ği atlas Atlasa i ğneler batmaz Gelin güveysiz yatmaz Geline tel duva ğ olsun Hemen güveyi sa ğ olsun Gelin oturur tahtında Bülbüller öter vaktında Kızlar gelinlik bahtında Kollar cıncık seveler Seve kırana seveler. Gelinin giydi ği ye il Duva ğın boynundan a ır Sarho um dilim dola ır Beri gel beri gel Saçlarını yerden sürü gel ( Đmzasız, nr. 15, s. 14).

3. I Türküler halay halay Türküler mendil mendil Sallanır ba ımızda… Eğinli bir kadının Ayrıklık manileri Erir göz ya ımızda…

Yemene giden dönmez Sözleri i lenmi tir Toprak ve ta ımızda…

II Çocuklar baba der de Yavrum diyen bulunmaz Benim do ğdu ğum yerde… Haber bırakmaz ku lar Bize gagalarından Üstümüzden geçer de…

151

Gurbete gidenlere Türküler hatırlatır Sılayı perde perde… Gizli a ıklar saklıdır Kınalı türkülerde (Mustafa Kayabek, nr. 16, s. 18).

4. Yurt Türküleri “Oy bana oylar bana Yıl oldu aylar bana” Ay yıl olur, yıl asır Gurbet elde durana… Ya dönmeyip kalana: Ta ta olur yürekler. Ötede, uzaklarda Bir kadın onu bekler. Sırtın da yavrucu ğu Önünde bir çift öküz Tarlasına giderken Solgun dudaklarından Yere dü er dilekler… Yere dü en dilekler Birgün ye illenirse Birgün ye illenirse Dua gibi gidenler Ya ğmur gibi gelirse Ya ğmur gibi sılaya. Toprak da sevinecek Topra ğı sürenler de O zaman doya doya… Türküsüz edemem ben Dü ünemem Türküsüz. Yalnız türkü mehlemdir uramdaki yaraya… (Mustafa Kayabek, nr. 20, s. 16).

5. Dutunu’dan Türkü Dut dalı dut için e ğilir, Silkilir, toplanıp yı ğılır. Damakta tad olsun tazesi, Kurusu sokuda dö ğülür. Dutu, un ederler tokmakla, Doyulmaz yutkunup bakmakla. Dut avuç avuç hep yenilir. Dutunu bir kıvrık yaprakla.

152

Dutunu dö ğülür sokuda Oturup yenilir seküde. Dutu, un olanlar anılır. Söyleni söyleni türküde. Dutunu elekte tozmasın, Tadına tad katıp bozmasın; Gönlümü koydum ben sokuya, Dö ğenler dö ğmekten bezmesin (Cenâni Dökmeci, nr. 25, s. 22).

6. Felek’in Elinden Çadır kurdum, yüce da ğın ba ına; Karı madım ben fele ğin, iine. Niye dü mü bilmem benim pe ime, Nere gidem, felek, senin elinden!? Bir haber ver, bana gonca gülümden. Çadır kurdum, dost ilinden uza ğa, Poyraz söktü, hava döndü saza ğa. Sen dü ürdün beni yine tuza ğa, Nasıl edem ben fele ğim elinden Nazlı yarim gelmez mi yad elinden. Çadır kurdum, çıkıp yayla düzüne, Ayak sürdüm bir güzelin izine, Uyma dedim, uyma, zalim sözüne; Nedem felek n’edem, senin elinden?!. Acep var mı bilen gönül dilinden (Hur it Saim, nr. 33, s. 19).

7. Gelin A ğlatma Havası Atlar e ğerlendi geldi kapıya, Kız ceyizin topla, doldur terkiye! Kilidin iyi vur, sıkı perkiye; Ba lasın gelinlik kızlar türküye. Doldur pınar doldur, ben gider oldum! Anayı, babayı terk eder oldum. Anam, yo ğurdunu ayran eylesin; Çıksın yücelerden seyran eylesin. Elleri u ğruma hayran eylesin Anamın o ğlu var, beni neylesin. Eyvah a ğam eyvah ben gider oldum Anayı babayı terk eder oldum. Kız ana’n söyle ki cehizin saya Yazmanda i lenmi gül bülbül oya

153

Seni tay etmi ler güne e, aya Bir daha geri dön bak doya doya De ana’m, de ki ben tez gider oldum Yurdumdan yuvamdan derbeder oldum (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 28).

8. Gelinin Ardından Geline gerek bir bacı, Ağlıyaydı acı acı. Đki gözüm, ba ım tacı en babam evi en olsun Giderim haberin olsun. Geline gerek bir yolda , Ağlıyaydı yava yava . Đki gözüm nuru karda . en babam evi, en olsun Giderim haberin olsun. Geline gerek bir ana Ağlıyaydı yana yana Đki gözüm a ğla bana en babam evi, en olsun Giderim haberin olsun (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 28).

9. Üç Kızlar Üç kızcı ğaz, seke seke Đndi ba ğlar arasına, Gelin kızlar merhem edin u yi ğidin yarasına. O yi ğit yarın itirmi , Ağlar gezer çaresine! Aman kızlar, yaman kızlar!. Ölüyorum imansızlar!. Biriz bana varın kızlar Alın beni sarın kızlar. Havada turna sesi var, Öksüz o ğlanın nesi var?!. Anası yok, babası yok Bir gönül e ğlencesi var. Aman kızlar yaman kızlar! Ölüyorum imansızlar! Biriz beni alın kızlar! Alın kızlar, sarın kızlar! (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 29).

154

10. Ta Türküleri Đrahan evlek evlek Dadandı kara leylek Dert çektim, emek çektim Koymadı zalım felek Đrahanın bitti mi? Koksu yare gitti mi? Duydum ki evlenisin Ba ın gö ğe yetti mi? Đrahan, eki ba ğlar, Kar ya ğar, seki ba ğlar. Yari güzel olanlar Alnına çeki ba ğlar. Đrahanı derende, Đnsaf senin nerende. Kabahat sende de ğil, Sana gönül verende Đrahan, sadır Allah Bu ne sevdadır Allah Ya benim muradım ver, Ya bana sabır Allah (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 29).

11. Bizim Ba ğlar Bizim ba ğda baran var, Yara, yürek yaran var. Yar dedim sen olasın, Bana da yalvaran var. Bizim ba ğlar buradır, Gülü sıra sıradır, Alan hayrın görmesin, Gözüm ardı sıradır! Bizim ba ğın ba ını, Ayıklıyam ta ını. Kaynıma haber verin, Yollıya karda ını. Bizim ba ğın teze ği, Yarım olmu güve ği. Vefasız yar sevenin Bo a gider eme ği. Bizim ba ğda nar da var, Nar dalında har da var. Ben dedim sen olasın Bana göre yar da var (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 29).

155

12. Mercimek Türküsü Mercimek kileledini, - Söyle bülbülüm söyle! Ölçüldü, silelendi, - Onu bir daha söyle!. Senin a k’an dü eli - Söyle diller’en kurban! Benzime kül elendi. - Niye yaslısın böyle? - Onu bir daha söyle! - Biraz gül, açıl öyle; - Onu bir daha söyle! Mercimek kile kile, - Söyle bülbül’üm söyle! Ölçülür sile, sile - Onu bir daha söyle! Ben bu a ka dü eli - Söyle diller’en kurban! Destan olmu um dile. Vur ellerim vur! Sar ellerim sar! Al elimden al Sar belimden sar (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 30). 13. Eski Hamam Eski Hamam’ın üstüyüm, Allar giyenin dostuyum. Ağlatma beni yaslıyım! Al olur Ahcik al olur, Al dudakların bal olur. Eski Hamam’ın kurnası Altından akar burması Yarım gurbetin turnası Ahcik balam, balam, balam! Senden nasıl murad alam? Ak olsun sana varana! Ak olsun seni sarana! (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 30).

14. Aık Hüseyin’den 1 Kalk gidelim deli gönül Bizi burada bilen de yok Arzetmeye halimizi Yanımıza gelen de yok.

156

2 Mihman olup yatam dedim, Gam yükünü atam dedim. Dükkân açıp satam dedim, Mü terimiz olan da yok. 3 Söyle görem kemalini Seyredem hak cemâlini Her yerde dökme malını De ğer verip alan da yok. 4 Bir su içtim derin gölden, Vaz geçmezim do ğru yoldan. Arif olan anlar telden, Bizi sorup bulan da yok. 5 Aık Hüseyin söyler içer, Nan ü nimetini seçer, Müsafirler konar göçer, Eğlenip de kalan da yok. Nakarat Ah yine bu gün efkarlandım Tatlı canımdan usandım Tey tey tey tey!.. Sana kervan kıran derler Bana dertli Kerem derler Tey tey tey tey!.. (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 30).

15. Genç Aptaldan 1 Gaflet uykusundan, yatmı uyanmaz. Gan gözün kapanmı gafilan çoktur, Hak sözün söylesen duymaz inanmaz, Kalan çürük sofu, cahilan çoktur. 2 Mür id-i kamile vermez özünü, Gaflet uykusundan açmaz gözünü, Ta tan katı veter söyler sözünü. Bet ameli paylar akılan çoktur. 3 Nefsatına binmi gezer bo una Haksız olanların Hakda i i ne? Đblis gibi dü mü halkın pe ine eytan dolabına takılan çoktur.

157

4 Bildiginden amaz, nasihat almaz, Aslı münkir olan imana gelmez. Hakkını yitirmi kendini bilmez, Nefsiyle oyna an pehlivan çoktur. 5 Genç Aptal’ım der ki mest olur sanma Her kurban derisi post olur sanma Her yüze güleni dost olur sanma Đçi kâfir, dı ı müslüman çoktur (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 31).

16. Ko ma Gül yüzlü sultanım zülfün peri an Hazret-i Mevlânın yolundan mısın? Ka ların mihraptır, ismin Huri an Cennet-i âlânın gülünden misin? Muhammet Ali’nin elinden misin? Beni ettin mecnun, sen Leylâ mısın? Yoksa Fato Mato , öz Zehrâ mısın? Do ğru söyle güzel, âinâ mısın? Muhammet Ali’nin yolundan mısın? Cennet-i âlânın gülünden mısın? Beni ettin mecnun bülbül avazlım Yana ğın gonca gül, lebin kirazlım. Bir eli bâdelim, bir eli sazlım Aıkların bâri telinden misin? Muhammet Ali’nin elinden misin? (Cenap Osmano ğlu, nr. 34, s. 31). 1. 1. 3. Maniler 1. Seherin vakti geçti Bir yıldız aktı geçti Dünya bir pencereymi Her gelen baktı geçti. Atım araptır benim Küpüm araptır benim O yâr küsmü gidiyor Halim haraptır benim. Di kalk a ğa giderük Da ğdan da ğa giderük Sen bulut ol, ben ya ğmur Ya ğa yağa giderük ( Đmzasız, nr. 2, s. 22). 2. Harputtan aldım bakır Yosmam gözlerim çakır

158

O güzel gözlerine Kurban olsun bu fakir. Harputtan aldım yemi Saray’a indim ini Dü man bizi kolluyor Bugün gelmesin demi . Harputta çalı ırım Ustama danı ırım Ustam izin verirse Dostuma kavu urum ( Đmzasız, nr. 3, s. 13). 3. Harput yolu düz olsun Đskarpinler toz olsun Doksandokuz yaram var Bir de sen vur yüz olsun ( Đmzasız, nr. 3, s. 15). 4. Da ğı duman olanın, Derdi yaman olanın, Gözüne uyku girmez. Yarı güman olanın. Bu da ğın oylumuna, Ku konar yaylımına. Eğil gözlerin öpem. Geldik yol ayrımına ( Đmzasız, nr. 4, s. 9). 5. Gemim deryada kaldı, Gamım feryada kaldı. Öldü ğüme yerinmem Nazlı yâr, yâda kaldı. Ev süpürür toz eder Kız o ğlana göz eder. Bizim o ğlanda ne suç, Sizin sürtük kız eder ( Đmzasız, nr. 5, s. 21). 6. Yanı kayalı oldu Ardı dayalı oldu FIRAT, Ağın’a gelmi , Bizim ba ğ yalı oldu. FIRAT suyu bal olmu , Bir filiz, bin dal olmu , Boz, ye ile dönüyor Topra ğa bir hal olmu . Bakır telleri gerdik Gö ğe a ğları ördük. Ağın’ın ı ığını Munzur da ğından gördük ( Đmzasız, nr. 6, s. 4).

159

7. Seher vakti yel yorganım atıyor Cümle ku lar destur almı ötüyor Herkes bulmu yavrusunu yatıyor Bir ben miyim melûl mahzun uyanık. Kırmızı gül olam kokla koynunda Altın saat alam, yokla koynunda El girmesin, beni sakla koynunda Dost ba ğında gizli gizli gezen var ( Đmzasız, nr. 6, s. 18). 8. Yar yad oldum, yad oldum Yüzün gördüm ad oldum Geçdim kapı’n önünden Yıkıldım berbad oldum. Yayım yok, pamuk atam Yerim yok nerde yatam Ben bir yuvasız ku um Daldan al yuva tutam ( Đmzasız, nr. 6, s. 20). 9. Bahçelerde çınarsın Sen ne uyuntu yârsın Nerde bir güzel görsen Gider ona uyarsın Elma atı an kurban Atıp tutu an kurban Alem de yol gidiyor Senin gidi en kurban Karanfilim sarkarım Açılmaya korkarım Deseler yârin gelmi Ölü olsam kalkarım ( Đmzasız, nr. 9, s. 9). 10. Havuzba ı mermeri Ben severim berberi Ona yüz verme diyen Ya kördür, ya serseri, Havuzba ı, suba ı Berber, gözümün ya ı Açılmaz, tutuk dilimi Yarın çatıktır ka ı Havuzu dolandırdın Suyunu bulandırdın Açma kaymak gerdanın Ağzımı sulandırdın. Havuzu temizlerim Yar yolunu gözlerim

160

Gelse, gözümden bile Esirgerim, gizlerim ( Đmzasız, nr. 20, s. 28). 11. Ayrıldım yolda ımdam, Göl oldu, göz ya ımdan. Mastar da ğı ben miyim? Duman kalkmaz ba ımdan! Ayrıldım özlerinden, O irin sözlerinden. Bileydim ayrılık var, Öperdim gözlerinden. Ayrıldım, gülüm senden! Saçı sümbülüm senden! Araya da ğlar girse, Kesilmez yolum senden! Ayrıldım, kavu amam, Yol bulup, savu amam; Göz açtım, seni gördüm, Ellerle yavu amam ( Đmzasız, nr. 21, s. 22). 12. Murat’a mani yazdım Maniyi yeni yazdım Murat bahane oldu Aslında seni yazdım ( Đmzasız, nr. 21, s. 24). 13. Iıl ı ıl gülerek, eve kırana kurban. Kırılıp dökülerek eve kırana kurban. Yere çöküp diz dize, Dudak arap, dil meze. Bakıp, göz süze süze eve kırana kurban. Toplanmı “kız evi” ne, eve kıranlar yine. Gelin, gelincik mi ne? eve kırana kurban. Çayda çıralar söner, Yazmalar, yanar döner. On parmakta on hüner, eve kırana kurban. Bakı lar, can eveler, Göz süzeni seveler. Kırılıyor eveler, eve kırana kurban.

161

Ba tan aya ğa kadar Güveye sarmı kader. Göz de ğmesin! gören, der. eve kırana kurban. Yan bakıp, yaman gören, Kim bu, her kalbe giren? Vay beni, . eve kıran! eve kırana kurban. Gerçek oldu hayâli. Tuttu beni her hâli, Kurbanlık koç misâli eve kırana kurban. Oynıyan yok mestine, Sevdi ğimin üstüne; Kına yakın destine. eve kırana kurban. Yarımı seve seve, Alam, götürem eve; Bizde de kırsın eve. eve kırana kurban. eve takam koluna Geçem yarın soluna. Yolcu! Kurban yoluna eve kırana kurban (Yolcu, nr. 23, s. 9). 14. Al alma oyulur mu Tadından doyulur mu Yari güzel olanın Kolları yorulur mu. Bu haber ne haberdür Sinem kabar kabardur. Bir yanım kurt ku yemi Bir yanım bihaberdür. Bu da ğın ardı nedür Yar küsmü derdi nedür. Anan ba lık iste ği Yoksulun derdi nedür. Elmayı nazik soydum Yarin a ğzına koydum. Afiyet eker olsun. O yedikçe ben doydum ( Đmzasız, nr. 25, s. 21). 15. Çay a ağı kavaklık Kâfir etme biybahtlık

162

Yarimin bir öpü ü Bayram günü sabahlık, Örtki yazman yırtıla Söyle sözün kurtula. Yangınım karı vermem Üç gün dilin tutula (Mehmet Yıldız, nr. 25, s. 26). 16. Kol aç, gele, el ba ğla; Yak ba ğrım, yürek da ğla. Dönüp de gelene dek, Ağla, di gözüm a ğla. Kol aç, sarıl gelene; Dalda ol gölgelene. Bin kızı bah i vermem, Bir duvaklı geline. Kol aç, gelene do ğru; Gül at gülene do ğru. Kes ba ğrım, kanım aksın, Kadir bilene do ğru. Kes ba ğrım, kanım aksın El âlem durup baksın. Dost desin yazık oldu, Dü manlar kına yaksın. Giderim Van’a do ğru, Uğrum Revan’a do ğru. Ba ğrımı açıp gidim Yara sarana do ğru. Giderim Mu ’a do ğru, Yolum yoku a do ğru. Gülbaharım itirdim, Yaz döndü, kı a do ğru ( Đmzasız, nr. 26, s. 32). 17. - Niye yaslısın böyle? - Onu bir daha söyle! - Biraz açıl gül, öyle; - Onu bir daha söyle! Çok yürek yaran da var, Yar’ına varan da var. Ben dedim sen olasın, Bana yalvaran da var! ( Đmzasız, nr. 31, s. 30). 18. 1 Büyük cevizin dibi, Oldum yarin garibi, Soyun da gir koynuma, Helalık malın gibi. Boyum boyuma uygun,

163

Soyun soyuma uygun. 2 Büyük cevizden uçtum Çayır çimene dü tüm. Bin kuru luk gül idim, Kadir bilmeze dü tüm. Boyum boyuma uygun, Soyun soyuma uygun. 3 Büyük ceviz yarıldı, Ninem bana darıldı. Darılma hanım ninem, El o ğluydu sarıldı. Boyum boyuma uygun, Soyun soyuma uygun. 4 Büyük cevizin üstü Kimin var böyle dostu Bir kem söz söylemedim Ne dedim neden küstü ( Đmzasız, nr. 33, nr. 29).

19. 1 Da ğda kestim degenek, Ortası benek benek Geçti güzel sürüsü, Hangi birin begenek?!. 2 Da ğda armut kurusu; Geçti kızlar sürüsü, Yaktı yandırdı beni, Đlla kızın birisi.

3 Da ğda hayladım kurdu, Atım terledi durdu. Yarimi bulamazsam, Yıkarım bütün yurdu. 4 Bu da ğın dumanı var, Göynümün gümanı var. Ne benim yüzüm tutar, Ne yarin imanı var. 5 Bu derenin sö ğüdü, Ben giderken gögidi.

164

Gelin geldim, kız gittim, Kırılsın köy yi ğidi. 6 Yılana bak, yılana, Da ğı ta ı dolana. Çüt gönülü ayıran, Torba takıp dilene. 7 Aya ğındaki mesler, Yere de ğdikçe sesler. Koynundaki memeler, Bir ömür beni besler. 8 Gidemem yolum da ğdır, Sinem ayvalı ba ğdır Ben çalı an yar yesin, Nice ki canım sa ğdır ( Đmzasız, nr. 33, s. 29). 1. 1. 4. Hoyratlar 1. Gül almaya, gül almaya Dolanmı gül almaya Yârim kimin haddi var Elimden gül almaya. 2. Yüz yerde yüz yerde Yüz yaram var yüz yerde Felek boynumu büktü Beni koydu yüz yerde ( Đmzasız, nr. 1, s. 9). 3. Yedin beni, yedin yedin beni Kurd oldun, yedin beni Ben seni u ğyun sendim Sen ile yerdin beni Bayah geldim, bahah geldim Sinen al, diyah geldim, Dilim der, yüz ya adım, Göynüm der, bahah geldim Oku yâra oku bahah geldim Yâra derdim, oku yâra Sinemde yer kalmadı Me ğer ok oku yara ( Đmzasız, nr. 2, s. 11). 4. Yedin beni, yedin beni Kurt oldun yedin beni Ben seni u ğrun sevdim Sen el’e yerdin beni.

165

Bayah geldim, Bayah geldim Sinen al dayah geldim Dilim der, yüz ya adım Gönlüm der, bayah geldim. Oku yara, oku yara Yaz derdim oku yâra Siynemde yer kalmadı Me ğer ok oku yara ( Đmzasız, nr. 3, s. 10). 5. Gül ü üdü, gül ü üdü Çi ğ dü tü, gül ü üdü Bülbül! kanadın topla Daldan al gül ü üdü Su çimenden, su çimenden Su gelir su, çimenden Mevlâm suçumdan geçti Kim sorar suçu benden ( Đmzasız, nr. 4, s. 16). 6. Ok dalandı, ok dalandı, Ok de ğdi ok dalandı. Yeti kabrim üstüne Örtüldü tahtalandı. Yar içerden, yar içerden, Kes ba ğrım, yar içerden. Gözüm kapında kaldı, Çıkmadın yâr! içerden ( Đmzasız, nr. 5, s. 24). 7. Yara benden, yara benden Yalvarın yara benden Sinemde yar yarası Eylenmez yara benden Ben diyemem, ben diyemem Ölürüm ben, diyemem Al yanakda di yeri Ben buna ben diyemem ( Đmzasız, nr. 6, s. 18). 8. Dalda yeri, dalda yeri Ku arar dalda yeri Đki gönül bir olsa Tez bulur dalda yeri Gül gelene, gül gelene Ver deste gül, gelene Kesine gülün dalını Yar gele, gölgelene Yazı bilmem, yazı bilmem Okurum, yazı bilmem

166

Bu kı burada kı ladık Gelecek yazı bilmem ( Đmzasız, nr. 9, s. 9). 9. Daldalanam, Daldalanam. Dalım yok, daldalanam; Ben fele ğe neyledim, Komaz ki daldalanam. Böyle ba ğlar, böyle ba ğlari Yar ba ın böyle ba ğlar; Gül açmaz, bülbül ötmez, Yıkılsın böyle ba ğlar. Gamze deler, gamze deler Gam vurur; gam, zedeler. Sinemi ok delemez, Delerse gamze deler ( Đmzasız, nr. 11, s. 28). 10. O da bensiz, o da bensiz Od dü tü, oda bensiz. Ne ben onsuz olurum Ne olur o da bensiz. Âh o gözler, âh o gözler Yolumu âh, o, gözler. Yıkmadı da ğlar beni Yıktı bir âhû gözler ( Đmzasız, nr. 19, s. 26). 11. Sürme beni, sürme beni. Her göze sürme, beni. Eikde kulun olam, Kapından sürme beni. Ah o gözler, ah o gözler. Kan eder âh o gözler! Beni vuran, ok de ğil, Sendeki âhû gözler! Güne dü tüm, güne dü tüm. Gölgeden gün’e dü tüm. Felek! gözün kör olsun; Dedi ğin güne dü tüm! ( Đmzasız, nr. 20, s. 15). 12. Dü de gör, dü de gör Hayalde gör dü de gör Dostun kim dü manın kim Hele bir gün dü de gör. Yayanım, yayanım Atlı de ğil yayanım Dü mü üm a k oduna Ya kurtulum, ya yanım.

167

Serin eser, serin eser Yel vurur serin eser Bulaydın bir sadık yar Koyaydım serine ser. Oda yandı, oda yandı Od dü tü, oda yandı Yar yatmı uyanmıyor Vay beni oda yandı ( Đmzasız, nr. 23, s. 2). 13. Yayanım, yayanım Çok a ğrıyor ya yanım Yava git ben de gelem Atlı de ğil, yayanım. Bir de ğüldür, bir de ğüldür Ağlattın bir de güldür. Serin ver, sırrın verme Her yi ğit bir de ğüldür. Gül eser, gül eser Bülbül öter, gül eser Ba ğmacı kurban olam Yar yata ğın güle ser. Suda yandı, suda yandı Od dü tü suda yandı Eğildim su serpme ğe Serpti ğim suda yandı. Oh olsun, oh olsun Ka yay, kirpik oh olsun Dostlar der yazık oldu Dü manlar der oh olsun ( Đmzasız, nr. 23, s. 8). 14. Yara sızlar, yara sızlar Ok de ğmi yara sızlar Yaralının halinden Ne bilsin yarasızlar Yandı canım, yandı canım Tutu tu, yandı canım Desem el beni kınar Demesem yandı canım. Sen beni, sen beni Yine tuttu sen beni Derd için mi yarattın Yaradan’ım sen beni Yara benden, yara benden Deyin ki yara, benden:

168

Ne biter, ne tükenir Ok senden, yara benden. Sa ğ olmaz, sa ğ olmaz Hasta adam sa ğ olmaz Bendeki yar yarası Ölenedek sa ğalmaz ( Đmzasız, nr. 24, s. 18). 1. 1. 5. Mayalar 1. Kırmızı gül goncasına benzersin Bahçelerde sere serpe gezersin Her gördükçe yüre ğimi ezersin Demezsinki ardım sıra bakan var. Gül de ğilim, elden ele atılam Ku de ğilim, kanadımdan tutulam Ölüm yok ki satın alam kurtulam Ardım sıra a ğlıyasın sen benim. Yâr gideli yoktur sabrım kararım Ardı sıra da ğ ta demez ararım Bir gün olur ince belden sararım Soramazsam soranlara a k olsun ( Đmzasız, nr. 2, s. 18). 2. Yangın dü tü u dünyada han’ıma Zalım felek ate saldı canıma Gelen olmaz, giden olmaz yanıma Gel buraya kadar belân boynuma. Bir yavruya meyil verdim saramam Gece, gündüz sevdasından duramam Kendi gelmez, ben yanına varamam Bir gün olsun muradımı almadım ( Đmzasız, nr. 4, s. 15). 3. Çık ayvana bak yıldızın merdine Yeni dü düm, bir güzelin derdine. Sıla derim ben o yârin yurduna Aramızda yıkılası da ğlar var. Bayram olsun kına yakam destine, Göster elin yârenine, dostuna. Zalim cerrah gelme yaram üstüne Bu yarayı bana açan yâr gelsin ( Đmzasız, nr. 5, s. 17). 4. Akan sular çay Murada karı ır Önü bayram kanedenler barı ır Herkesin bir sevdi ği var sarı ır Benim yoktu-melûl mahzun gezerim. Bir ta attım arif olan anlasın Nazlı yarim has bahçede yanlasın

169

Sus bülbül sus, yarim beni dinlesin Söylenmesin dert üstüne dert gelir. Yar elinden ben de amı kalmı ım Dalgıç olmu deryalara dalmı ım Ne gün görmü ne de murat almı ım Muratsızım a ğlar, ağlar gezerim ( Đmzasız, nr. 9, s. 31). 5. Çık ayvana, bak yıldızın dördüne Ben dü mü üm, çokdan senin derdine Sebeplerin bayku konsun yurduna Benim gibi sana yanan olmadı Gemi gider yelkenleri cızılar. Etim gitmi , kemiklerim sızılar. Ba yastıkta gönlüm yarı arzular Yatar kalkar ben yarımı sorarım. Ben cahilim kusuruma kalmasın Gönül ku um, yar elinden salmasın Ben sarmadan, saran murat almasın Bir gün gelir felek döner tersine ( Đmzasız, nr. 10, s. 16). 6. Bir kara ka , bir karagöz sende var; Bir farımaz, deli gönül bende var, Hiç demezsin, derde deva’n bende var; Yedi yıldır, derman arar gezerim. Đki bülbül, figan eder bir gül’e, Ravâ mı ki, ben a ğlıyam, el güle?! Yara de ğen, dü man eli büküle; Gidem gelem, ben gülümü koklıyam ( Đmzasız, nr. 18, s. 27). 7. Yar yatarken sine-bendi çözülmü Uyku basmı elâ gözler süzülmü . Gizli yar sevdi ğim sezilmi Zaten ba ım belâlıdır belâlı! Kız sarayın hem sırçadır hem yüce Pervam yoktur hiç kimseden zerrece Misafirim yar koynunda bu gece Talan olmaz, bir gecede yata ğın! ( Đmzasız, nr. 20, s. 26). 8. Sabah oldu, tanyıldızı atıyor; Cümle ku lar, destur almı ötüyor. Sevdi ğini sarmı herkes yatıyor; Bana dö ek diken olmu batıyor. Benim derdim, da ğlar ta lar ünlesin; Yar da çıksın hasbahçede yanlasın. Bir ta attım arif olasın anlasın, Anlamazsa yazık bana, vay bana!. .

170

Çıkıp çıkıp, yükseklerden bakarım, Boz bulanık seller gibi akarım. Gönül seni ata lara yakarım, Yakla mayın, ata ıma yanarsız. “Kurban olam A ğmıkeri üzüm”e Benzetirim nazlı yarın gözüne. Hasmım varsa çıksın, meydan düzüne, Ya öldürür, ya ölürüm yar için. Ak am oldu, gölge bastı haremi; Elin uzat göstereyim yaremi. Kavu mamız bizim daha sora mı? Bu hasretlik kiyamete kalmasın! Gönül yükseklenmi alçaklıyamam, Hulkum çok daralmı , sır sakliyamam. Goncamın üstüne gül kokliyamam, Daldan dala konan bülbül de olsam. Uzun kavak çıkar seni budarım, Ba ım alır, diyar diyar giderim; Yara borcum, bir canım var, öderim. Yar u ğruna adadı ğım can olsun. Güzel! diye diye lal oldu dilim, Saçıldı kısmetim, har oldu gülüm. Yar yar diye, ben ölüm, ben ölüm, Yar yolunda ölmiyeni öldürün (Halkın Dilinden, nr. 31, s. 14). 1. 1. 6. Tecnisler 1. Ye ilin üstüne ba ğlamı alı Geliyor yüzü gül, boyu gül dalı Yârimin u ğruna sermi im halı Gözünü sevdi ğim yola gel yola. 2. Bilmem hayal gibi, bilmem dü gibi Geldi geçti buradan garip ku gibi Ben dolu içmi im, yâr sarho gibi Ba ını ba ğrıma basam uyutam ( Đmzasız, nr. 1, s. 6). 3. Kırmızı gülleri ba ğladım deste Ba ım ta yastıkta, kula ğım seste Ben seni besledim altın kafeste Sen beni bıraktın son nefeste yâr Güzelsin, güzelsin ba ımın tacı Yaram çok derindir yoktur ilâcı Sılada sendi ğim bana duacı Gurbette vursalar kılıç i lemez.

171

Her seher, her sabah gel, geç buradan Utanma perdesi kalsın kalksın aradan Öğmü te yaratmı seni yaradan Yaradan a kına ma ğrurlanma yâr ( Đmzasız, nr. 2, s. 12). 4. Bahtıma acep kim yazmı karayı Yar yüksek yerlerde kurmu sarayı Cihan bir olsa da kesmem arayı Đsterse dünya har ile bar olsun. Sevdi ğim geçmez mi bu kör inadın? Çok oldu, çok güzel, beni sınadın. Ben haktan dilerim versin muradın, Açılsın güllerin koksun bir zaman ( Đmzasız, nr. 4, s. 10). 5. Her seher, her sabah çıkarım dama Uzaktır yolları görünmez bana. Öt, akı bülbül öt, yârim uyana Ben bu hasretli ğe nasıl dayanam. Her seher, her sabah dile gel, dile Ye il ba ördekler yı ğılsın göle. Allahtan umarım sevdi ğin öle Yâr! Sen de ben gibi, yârsız kalasın ( Đmzasız, nr. 5, s. 19). 6. Kar ıdan kar ıya koymuyor engel Yar senin derdinden olmu um çengel Ölende mezarım üstüne sen gel Ağla göz ya ınla yusunlar beni. Nice bir bekliyem kö e ba ını Evirip çevirme hilâl ka ını Ba ğrıma basmı ım hasret ta ını Di tez gel, yar bana etti ğin yeter ( Đmzasız, nr. 6, s. 20). 7. Sözünü sevdi ğim yola gel yola At pamuk kolların boynuma dola Ben ele bakarsam gözüm kör ola Sen de el yüzüne bakma sevdi ğim Ma ğripten ma rıka ara bul beni Dünyalar malına de ğimem seni Yoluna koymu um can ile teni Ölenedek senin kolundayım ben. Ses versem sesimi duyan olur mu? Söylesem derdimi sayan olur mu? Acep halim yare ayan olur mu? Yarimin elinden aırmı ım ben ( Đmzasız, nr. 9, s. 4). 8. Karadır ka ların, di lerin elmas Yürekden vuruldum, yaram sa ğalmaz

172

Geçer bu güzellik sana da kalmaz Bunca kan yetti ğin yetmezmi bana Ben seni severim bir nice yıldır Sen beni avuttun bu nasıl dildir. Yana ğın etrafı kırmızı güldür. Ben orta yerine göz dikenim yar. u viranda aylar günler a alı Ah ettikçe yara ba ğrım de ili Ben yarımdan ayrı dü düm dü eli Böldü, delik de ik, etti dert beni ( Đmzasız, nr. 10, s. 12). 9. Ses versem sesimi duyan olur mu? Söylesem derdimi sayan olur möu? Yâra bu gizli derd ayan olur mu? O yârın elinden olmu um deli. Salına salına suya gidersin Su de ğil meramın, seyran edersin Sen bu güzellikle bir kan edersin Kanım da canım da helâl sana yâr ( Đmzasız, nr. 16, s. 27). 10. Her seher, her sabah gölgeler yerde; Mor sümbül, zülüfler, gül yüze perde. Akından dü mü üm, amansız derde, Derdimin dermanı, olan nerdesin? Her seher, her sabah gelir geçersin; Kanımı kadehe, koyup içersin. Ya beni alırsın, ya vaz geçersin, Ya da ben derdinden ölür giderim! Her seher, her sabah dile gel, dil’e Ye il ba ördekler yı ğılsın göl’e. Allah’dan umarım, sevdi ğin öle, Sen de yar! ben gibi kalasın ( Đmzasız, nr. 18, s. 17). 11. Ağa yollum sen bu elden gideli Ağlamaktan gözüm ya ı sel olmu Ahu vahla cahil ömrüm çürümü Her anım gün, her günüm bir yıl olmu . Co kun sular gibi gönlüm ta alı Hasretinle, karlı da ğlar a alı Ey sevdi ğim! Senden ayrı dü eli Söyliyemez dudu dilim lal olmu . Eller güler, benim bahtım karada Yıkılaydı olan da ğlar arada Koydun beni melül mahzun burada Sensiz kolum bayku lara dal olmu ( Đmzasız, nr. 21, s. 5).

173

1. 1. 7. Ninniler 1. Yayık Ninnileri Yayuk yaydım kolum iti, Kolumdan kolça ğım dü tü, Halimi her gören atı. Ba ğlaması Kaynanama kaldı i ler. Koluma sokulur iler. Kedi köpek beni di ler. Yayu ğumun a ğzı tahta; Kaynanam bir olmaz kahbe, Saldı beni harpden harbe. Bağlaması Ben bir yayuk yaymayınan, Ben bir yi ğit sarmayınan, Suçlumu olmu um aman. Yayu ğumun a ğzı büzük, Yüre ğimin ba ı ezik, Kolumda altun bilezik! Ba ğlaması Yayu ğum ol, tutu ğum ol; Ya ğ bal akan olu ğum ol, Of dedikçe solu ğum ol. Yayu ğun a ğzı söküldü, Bir ka ık ayran döküldü; Kaynana!. Belim büküldü! Ba ğlaması Sandım bana dert geliyor! Ağzı kara kurt geliyor! Hâlden bilmez kürt geliyor! ( Đmzasız, nr. 20, s. 18). 1. 1. 8. Bilmeceler 1. Ağacı çok, meyvesi az. Tarlası çok, bu ğdayı az. Çiçe ği çok, yemi i az. Öğrencisi çok, okulu az, öğretmeni daha az. Hastası çok, hastahanesi az, Hastahanesinde hasta yata ğı daha az. Açı çok, toku az. Çıpla ğı çok, sırtı peki az. Derdi çok, dermanı az, hemderdi daha az. Dikeni çok, gülü az. Suyu çok, sula ğı az. Yayla ğı çok, yayı ğı az. Gecesi çok, gündüzü az. Denizi çok, gemisi az. Cefalısı çok, sefalısı az.

174

Iığı çok, aydınlı ğı az. Dumanı çok, ate i az. Đtinin otu çok, eti az. Atının atı çok, otu az. Kurdunun kuzu yeme hürriyeti çok, Kuzusunun ya ama hürriyeti az. Kıracı çok, kıraçla tırılmı topra ğı çok, Ormanı az. Đpsizi çok, iplisi az. Đblisi çok, mele ği az. Yi ğidi çok, merdi az. “Okuyan”ı çok, yazanı az. Kepçesi çok, kazanı az, Kazanda çorbası daha az. Gürleyeni çok, ya ğanı az. Đnsanı çok, dilim per varmıyor ama, Adamı az! Bilin bakalım, nedir, Kimdir, neresidir?! (M. Hayrettin Abacı, nr. 13, s. 27).

175

1. 2. Anlatmalık Türler 1. 2. 1. Fıkralar Allah’ım Sen Sana Sahip Ol Hüseynik’li rahmetli Ahmet A ğa’yı, eskilerden bilmiyen ve sevmiyen yoktur. Ona, kimi deli, kimi veli derdi. Allah varken gam yoktur. Ağa bir gün, hangi efsunlu sebebin etkisi altında oldu ğu bilinmez, döne döne öyle dedi: - Dost dü man belli de ğil, Allahım sen sana sahip ol, aya ğını almak istiyorlar!. (Đmzasız, nr. 1, s. 6). Tadım Gâvuru Müslüman Oluyor… Tadım’lı bir ermeni, dinda larından zulüm görmü olacak ki, Göl Köyü’nde oturan sevdi ği bir ağaya gelir: - A ğa! Ben bâtıldan döndüm, hak dinine girece ğim. Đslâmın artını ö ğrenmek için sana geldim. Adımıda do ğrult itikadımı da… - Ho geldin, sefa geldin Agop. Adın Yakup olsun, evvelâ imamı da ça ğıralım, islâmın artlarını o sana ö ğretsin. Köyün imamını ça ğırır meseleyi anlatırlar. Đmam mal bulmu Ma ğribi gibi, yola gelen ermeniye, ba lar anlatma ğa. - Gece yarısında kalkarsın, temiz bir abdest alırsın, 2 rekat hacet namazı kıldıktan sonra, kıbleye do ğru diz çöküp, 3 defa tesbih çeker, dua edersin. Uyku zorlayınca, yarım saat uyuduktan sonra, tekrar kalkar abdest tazeler, sabah namazına hazırlanırsın. Sabah namazında, gerek sünneti kılarken, gerek farzı eda ederken, en uzun sureleri okursun, sevabı daha çoktur. Sonra tekrar… Đmamın uzun boylu akait talimine kar ı, ermeninin yüzü sarardı ğı gibi, ağanında ka ları çatıldı ğı görülür ve imamın sözünü keserek: - Đmam! Çok uzun etme, Agop, Tadın’dan Göl’e geldi, Yakup oldu, neredeyse beni, Tadım’a gönderip Agop edeceksin. Diye, imama çıkı tıktan sonra henüz, yeni Yakup olan Agop’o dönerek: Yakup! Sen imama bakma, Đslâmda zorluk yoktur, kolaylık vardır, Đslâmın artı, esasında, birdir. Kelime-i ahadet getiren Müslüman olur. Di ğerleri dinin destekleridir. Zekâtle, hac; zenginler için, geriye kaldı, oruç, namaz. Oruç senede bir defadır; gelir geçer. Namaza gelince, farzları vaktinde kılma ğa gayret et. Đmkân bulamazsan kazasıda vardır. Sünnetleri kılarsan, peygamberin gönlünü kazanmı olursun. Artık o senin bilece ğin i . Bundan gayrısı, nafiledir. Bo vaktinde, efkâr etmemek için, ibadet iyidir, derler. Đster kıl, ister kılma; senden soran olmaz. Ağanın sözlerini dinliyerek ferahlayan Yakup, ağaya dönerek: Kurban sana; Beni dardan kurtardın, Allahta seni dardan kurtarsın diye yakardıktan sonra, Agop, dinine sikke batmaz, bir Müslüman olmu tur. Zorla güzellik olurmu hiç ( Đmzasız, nr. 2, s. 23). Dilime Ba ğla Eskide Tanrı misafirli ği bir hak, misafirseverlik de kutsal bir ödev sayılırdı. Ancak her devrin ve her âdetin istisnası ve müstesnası vardır.

176

Đ te o u ğurlu günlerden birinde, köyünden uzak kalan birisi, misafir a ğırlamaya fazla yüzü olmayan muhannet bir köy arasıra u ğrar. Kı kıyamet oldu ğu için birkaç gün konaklamak zorunda kalır. Ev sahibi, mal canın yongası diye, ikramından dolayı günden güne huzursuzlanırsa da ne yapsın ba a gelen çekilecek, bir ey söyleyemez. Ancak söz, yalnız dille de ğil, yüzle gözle de söylenebildi ği için bu huzursuzlu ğu sezen misafir, ev sahibine: fazla kaldı ğını, çok rahatsız etti ğini ve merkebini çektirerek yola koyulmak istedi ğini müjdeler. Ev sahibi sevinmekle beraber, pencereden dı arıya bakar ki kardan pükden göz gözü görmüyor. Ancak huzursuzlu ğun verdi ği telâ la: (Kar boran amma yine yolcu havası, gün geçtikçe hava daha bozabilir sen bilirsin Allah selâmet versin yolundan kalma…) Diyerek Tanrı misafirini u ğurlar. Fakat yüzüne çarpan rüzgârın ve tipinin tesiri ile bu havada yola u ğurladı ğı garibin hiç olmazsa gide ayak gönlünü alayım der ve gidenin arkasından seslenir: (Acele ettin a ğa… birkaç gün daha kalsaydın ke ke? Gidilecek gibi de ğil sanki) Bu havada yola çıktı ğına pi man olan Tanrı misafiri, bu daveti ganimet bilerek çarnaçar tekrar geri döner. Kar tipi ile buru an gözlerini silerek kapının önünde merkebinden inip ev sahibine sorar: - Merkebimi nereye ba ğlıyayım. Uğurladı ğı yolcunun tekrar dönece ğini ummuyan ev sahibi, nezaketinin cezasını çeksin diye, bin pi man cevap verir: - Dilime ba ğla dilime!. . ( Đmzasız, nr. 3, nr. 21). Pere Yok Bu fıkranın konusu olan hâdiseyi, Đstanbul Valisi Sayın Niyazi Akı daha iyi bilir. Çünkü onun gününde geçmi tir. Tunceli hareketli bir yerdir, kâh isyan olarak, kâh irfan olarak… Anlataca ğımız fıkra, öğretime kar ı bir davranı dolayısıyladır. Çıkar yolun okumak oldu ğunu sezen Türü mek’liler, köylerinde okul yapılması için sempatik hareketleri ile, kendisini halka sevdiren valiye ba vururlar: Karınca kaderince kendilerinin de yardımı katılmak suretiyle Vilâyetin bu i e hemen ba lamasını isterler. Bu istek bir Sosyal Adalet dile ğidir, niçin kabul edilmesin. Vali, kendisine arz edilen dile ği, ilgi ile dinler; yerine getirmek heyecanındadır. Ancak, ube Müdürlerinden aldı ğı bilgiye göre, gerek tahsisatı bulma ğa imkân olmadı ğı anla ılarak, üzülür ve üzüntüsünü köylülere anlatır. Son söz olarak, sevgili köylüler, maalesef (para yok!) der. Köylüler “olsaydı yapılırdı; para yoksa ne yapalım” diyerek köylerine dönerler. Aradan günler geçer, köye vergi toplamak için bir tahsildar gelir, parası olan vergisini öder, olmıyan kar ılık gösterir. Fakat okul için Vali’ye giden hey’etin içindekilerden bir ihtiyar’ın parası olmadı ğı gibi, hacz edilecek kar ılı ğı da bulunmaz. Tahsildara, o da son sözünü söyler, ama, biraz ive farkı ile: (Pere yok!). Tahsildar, Tahsil-i Emval kanununa göre, tevkif müzekkeresini tebli ğ ettirince, tevkif için, ihtiyar’ı, Tunceli’ne götürüler. Kanuna kar ı ne denir!.

177

Fakat, Tunceli Vilayet Kona ğının önünde, bu mevkuf ihtiyar, bir dakikalık ruhsat dileyerek, Vali’yi görmek istedi ğini bildirir. Vilâyetlerde, “vali” adı, akan suları durdu ğu için iste ğini Vali Bey’e ula tırırlar. O da, gelsin, görü elim, deyince, köylüyü makamına götürürler. imdi, Makam Odasında, güleç yüzlü vali ile, mahzun yüzlü köylü kar ı kar ıya… Vali: Bir sözün mü var, babacı ğım?. Söyle bakalım… Đhtiyar: Pa a haziretleri (Vilayetlerde “Vali Bey” denilmez, Vali Pa a denir. ) ruhsat varsa bir ey ö ğrenmek istiyorum: Okul için, biz, size ba vurduk (Pere yok) dedik, bizi haps ettiler. Siz, (pere yok) deyince, suç olmuyor da; biz (pere yok) deyince niye suç oluyor, bunu ö ğrenmeye geldim. Der ve susar. Amerika’da, Sosyal Adalet’in tecellilerini görmü olan Vali, bu soruya kar ı bir kahkaha attıktan sonra, Đhtiyar Köylü’ye hak verir ve borç miktarını ahsen tekeffül ederek, tevkif müzekkeresini iptal ettirir. Vali, Devletin alaca ğını pe inen; köylü de Vali’ye olan borcunu taksitle ödeyerek Sosyal Adalet yerini bulmu olur ( Đmzasız, nr. 4, s. 14-15). Bir Akıllının Sualine Bir Delinin Cevabı Đnsanın hatırında kalsa da, deli Cemal’in her biri, bir hikmet olan bütün sözlerini ezberliyebilse!. (Birdir, büyükdür, bilir i ini; hem içini, hem dı ını. Emri ilâhisi olursa, mermere saplar iini; Emri ilâhisi olmazsa, baklava yerken kırar di ini!..) Diyen deli Cemal askere gitmeden evvel akıllı, uslu bir insandı. Hatta okuması, yazması da vardı. Hem de kabadayı bir insandı, birkaç yi ğiti alıp savuracak kadar güçlü kuvvetli bir babayi ğitti, o… Fakat askerden, subayıyla nedense zıt gitmi , ona yüklenmi ler, tekdiri, tokatı hazmedememi , asker oca ğı oldu ğu için kar ılık da verememi , içine dökmü . Eski âleminde ya aması için esrar içirmi ler. Dem çeke çeke, deli olmu zavallı… Terhisinden sonra Cemal, deli amma, bol kahkaha atan ve her sözüyle dinliyeni kırıp geçiren en bir deli… Yalnız subay ve asker görmemek artiyle. Bir gün, Kesrik bahçelerinden birine gezmeye gelen bir misafir gurubu ile kar ıla ır. Herkes bir ey sorup bir cevap alarak kâh gülüp, kâh hayret ederken, zekâ testini bilen bir akıllı ö ğretmen’de, deli Cemal’e matetmek için bir sual sorar. Amma bilinmesi güç, ince bir sual! Bu ö ğretmenin, böyle bir sual hazırlaması sebepsiz de ğil. Cemal sorulanlara susturucu cevaplar veriyor da ondan… Deli olmasına ra ğmen, soranları mat’ediyor hep. Öğretmen de sorusuyla onu mat’etmeli tabii, öğretmen bu!. O da soruyor: - Cemal ef. 2 patlıcan, 3 domates, 4 biber ne der? Cemal, cevap veriyor: ne cevap verse be ğenirsiniz. - Bir kap yemek eder. Öğretmen hariç, evvelâ kahkahayı Cemal, sonra da suali ve cevabı dinliyenler atıyor. Soran akıllı pi man, cevap veren deli memnun, dinliyenler hayran… aklı olan; deli ile ba edebilir mi? ( Đmzasız, nr. 5, s. 13).

178

Gör Kimmi ? Taassup, kötü eydir, Âsâp olsa gerek. Yalnız dinde de ğil, her eyde zararlıdır. Papaza kızıp, orucu için, açıklı ğın aleyhinde. Öyle de ğil mi ya, ibâdet de gizli, kabâhat de! Bir gün hocaya takılırlar. Elde ka mer insan mı yok? - Hoca efendi, geçen gün görenler söyledi. Sabahın seher vaktinde, gelin bacı ile çimenler üstünde yuvarlanıyor mu unuz. Göz göre göre olur mu böyle? Müteassıp hoca birden celâllenir, gelin bacının namusunu bile unutarak, sâde kendisini temize çıkarmak için, heyecanla hemen cevap verir: - Vallâhi ben de ğilim, gör kimmi , yuvarlanan!.. (Đmzasız, nr. 6, s. 23). Vâv-ı Âtıfa Harput’un en ho me rep, en nükteden hocası, Râ id efendi, herhalde derin bilgisi ve delici zekâsından olacak, taassuptan, kâidecilikten sakınan bir insan. Hatta ekilperestli ği alaya almak için, hiçbir fırsatı kaçırmaz. Kavâid dersi okutup, Harput’a dönen hoca efendilerle, Elâzı ğ’dan Aslanpınarı’na gelip, yoku a dikildikten sonra, önlerinde (ço! ço!) diye yüklü merkebini süren bir köylüye seslenir: (Herhalde kavaid okumuyan, sarf ve nahiv bilmiyen bir köylü olsa gerek bu!) - Hey A ğa! Sarfın yanlı . - Ne var hoca efendi, ne oldu? Ra id hoca: - Sarfın yanlı , (ço! ço!) deme, (ço! ve ço! ço! ve ço!) diyeceksin. “Vâv-ı âtıfa”yı unutma sakın!. Diye, ihtar eder ( Đmzasız, nr. 6, s. 23). Nasreddin Hoca Hoca ilk defa olarak pazarda bir hindi satmaya gider. Hindi için ne gibi bir fiyat istiyebilece ği hususunda hiçbir fikri yoktur. Bu sebeple, kendisinin tanımadı ğı di ğer bir kuu satan bir satıcıya yakla ır. Bu satıcının sattı ğı ku bir papa ğandır. Hoca sorar: “Bu ku u kaça satıyorsun?”. Papa ğanın sahibi “on lira” cevabını verir. Nasreddin Hoca bu bilgi ile mücehhez olarak pazarda yerini alır. Biraz sonra bir mü teri gelir “Hindi kaça” diye sorar. Hoca “Be lira” cevabını verir. Mü teri kızar “bir hindi için bu kadar para istemeye nasıl cesaret ediyorsun” diye sorar. Hoca mü terisine biraz ilerdeki papa ğan satıcısını gösterir ve öyle der: “ u ku u görüyor musun, ona benimkinden iki misli fiyat istiyorlar”. Mü teri cevap verir: “Tabi istiyecekler, çünkü o gösterdi ğin ku konu uyor”. Hoca bunun üzerine “Benimkisi de dinlemesini bilir, daha iyi de ğil mi?” cevabını verir (Burhan Gürdo ğan, nr. 12, s. 6). Nasreddin Hoca Camiye gelenlerden birisi bir gün hocanın cennet hakkındaki sözleriyle alay etmek ister. Hocaya der ki “Hoca, ben her gece gö ğe çıkıyorum ve orada melekler ve evliyalarla birlikte dola ıyorum”. - Ya, peki gö ğün hangi katına çıkıyorsun? - Dördüncüye. - Peki, orada gezerken yüzünü tüylü ve yumu ak bir eyin ok adı ğını hissettin mi? - Evet, bu kabil bir ey hissettim.

179

- Tamam i te, o hissetti ğin ey benim be inci katta dola an e eğimin kuyru ğudur (Burhan Gürdo ğan, nr. 12, s. 6). Türkleri Güldüren Hikâyeler Türk mizah kahramanı Nasreddin Hoca köy kahvesinde oturmaktadır. Kom uları gelir ve kaynanasının nehire dü tü ğünü ve bulamadıklarını haber verirler. Aramaya çıkılır ve tabiatıyla arama akıntı istikametinde yapılır. Nasreddin aksi istikamette aramaya koyulur. Kendisine bunun sebebi sorulur: “Siz onu tanımasınız, o aksi karakteriyle yine bir terslik yapıp aksi istikamette sürüklenmi tir” cevabını verir Bir köylünün karısı ölür. Dostları “üzülme, biz sana daha güzelini buluruz” diye teselli ederler. Bilâhare aynı köylünün merkebi ölür ve bu sefer çok daha büyük üzüntü alâmetleri gösterir. Kom uları kendisine “Yahu, sen karın öldü ğü zaman bu kadar üzülmemi tin” derler. Bunun üzerine köylü “Tabii, karım öldü ğü zaman herkes bana güzelini bulaca ğını vaat ediyordu. Merkebim öldü, hiç kimse üzülme biz sana daha güzelini satınalırız demedi” cevabını verir (Burhan Gürdo ğan, nr. 12, s. 7). Dal Dingil Çemi gezek’li air Nüzhet Dede, milletvekili olmadan önce, bazı memuriyetlerde bulunmu tur. Bu memuriyetlerinden biri de Đringil Nahiye Müdürlü ğü… Nahiye Müdürlerinin, en çok alı veri i, mektupçularda idi o zaman. Ça ğırmadıkça Valinin huzuruna çıkmak, kolay de ğildi. Đringil’den usanan rahmetli air, ba ka bir yere naklini sa ğlamak için bilâyete gelir ve mektupçunun yardımı için onunla görü mek ister. Fakat anlatıldı ğına göre, mektupçu da çok elebakan birisiymi ! Hediye, Behiye getirilmedikçe Nuh diyor, Peygamber demiyor. Dede paraya pula metelik veren bir adam de ğil, dünya malında gözü yok. En büyük zenginlik onun için, gönül huzuru… Kimsenin astarında gözü olmadı ğı için, kimseye verecek yüzü de yok. Eğer dile ği menfaat mukabilinde olacaksa olmasın daha iyi. Ama Elâzı ğ’a gelmi ken hediyesi, behiyesi olmadan da Mektupçuyu görmeli bir defa. Belli olmaz belki insafa gelir, kar ılıksız da iste ğini kabul edebilir. Herhalde görü meden gitmiyecek. Fakat Dede’nin kılı ğı kıyafeti de biraz peri an. Üstünde solgun bir ceket ve kıl alvar, aya ğında da postal var. Ne çıkar olsun, Hıdırın kulu de ğil ki ayıplasınlar! Bekta i gibi, Dede de Allah’ın kulu… Oldu ğu ve geldi ği gibi, mektupçunun huzuruna çıkan Dede, makam odasında, hayretle süzüldü ğünü görünce, bir selâm çakarak, kendisini mektupçu beye takdim eder: - Beyefendi! Bendeniz, Müdir-i Nahiye-i Đringil; geldim huzûr-ı âliye dal- dingil! Marûzatım var!. Bugünkü konu maya göre Dedenin dedi ği u; Beyefendi ben, Đringil buca ğının müdürüyüm. Yüksek katınıza, yük altında kıvranan çıplak bir dingil gibi gelmi bulunuyorum. Sunulacak dileklerim var. Đster dinlensin, ister dinlenmesin, bugün mühim olan Dedenin dile ği de ğil, demokrasinin gere ğidir ( Đmzasız, nr. 16, s. 17).

180

Ben Niye Geri Kalayım? Gençler hatırlayamaz ama, olgunlar ve ihtiyarlar bilirler. Godo diye meczup bir kadın vardı… Rumeli göçmenlerinden olmalı… Ellerini birbirine çarparak yerinde zıplar, tekerlemeler söyliyerek gezer, dola ırdı. - Don don don Ali; sekiz, dokuz, on Ali; anaları gözta ı, babaları yüzba ı!. . Godo meczup ama, modada kimseden geri kalmak istemiyor! Elo ğlunda midesiz hainler mi yok! Zavallı kadınca ğızı kandırarak zevklerine alet ediyorlar! 9 ay 10 gün sonra kuca ğında bir çocukla sokakta görünen Godo ’a, acıyanlar soruyor: Çocuk senin neyine gerek, niye çocuk do ğuruyorsun Godo ! Yediremezsin, giydiremezsin yazık de ğil mi?! Haklı söze, ne denir diyeceksiniz, de ğil mi? Ama Godo bu dü üncede de ğil. Modaya uydu ğu için onun cevabı, tabii ba kaydı: - Ben niye elin kahpesinden geri kalayım!.. (Đmzasız, nr. 16, s. 17-18). Böyle Dâva Görmedim Haput’un eski günleri… Beldenin örfü, töresi var, kolay mı buna kar ı gelmek. Zengin fakir herkes uymak zorunda buna… Ama günlerden bir gün, ova köylerinden gelip, yaylaya geçecek â ıkların yolu, Harput’a u ğrar. Aıklar diye anılan bu gezginlerin de kendilerine göre bir töresi var: çalıp söylemek, gönül e ğlemek!! Garipler her törenin, her yüre ğe uymıyaca ğını ne bilsin. Kargacı ğın altına gelince, yatsıya do ğru biraz dinlenip, so ğan ekmek yiyerek, su içtikten sonra, avka gelir, çalıp oynama ğa ba larlar. Dere içinde akisler yapan, davul zorna sesi, kayaba larına vurarak, Harput’u ayaklandırır sanki… Bir çok kimse okunan yatsı ezânını bile duyamaz bu hengâmede… Fakat burası Harput. Herkes keyfinin kâhyası de ğil. Bir tarafdan zaptiyeler, bir tarafdan “Çar ı itleri” garip â ıkların etrafını sararlar. Ses seda kesilir, âıklar karakolda, misafir kalacak bu gece… Adam öldürmü , hırsızlık etmi de ğiller ya. Ertesi gün kadı ne buyurursa, ona göre, yol verilecek onlara… Ama â ıklar, kendilerine kötülük yapılmasa bile, ku ku ve korku içinde… Geldiklerine de kaldıklarına da bin pi man hepsi. Karakollukda uyuya kalan â ıklar, yanık sesli müezzinlerin, minarelerden serpiten ezân, zemzemeleriyle uyanınca tanrıya elaçıp kurtuluları için, duada ederler. Güne do ğup, ayak sesleri fazlala tıktan bir süre sonra, bir zaptiye gelerek, bunları kadıya götürür. Zaptiye memuruyla muhzir (müba ir) bir eyler konu ur, elindeki kâ ğıdı alarak, zaptiyeyi u ğurluyan muhsir efendi, salona dizilen a ıklara, oturmalarını ve sıra beklemelerini söyler. Mahkeme yüzü, kadı yüzü görmıyen âıklarda söylenene uyarlar. Di ğer bir mahkeme görülürken, bu gariplere yakla an birisi, “madem suçlusunuz, cezayı artırmak da azaltmak da sizin elinizdedir. Mahkemede herkes sanatını hünerini göstermek gerekir. hünerini göstermiyenin cezası artar, gösterenin azalır, belki de affedilir. Vakit geçirmeksizin, sazınız, kozunuz neyiniz varsa, çalıp oynıyarak kadıya göstereceksiniz!” der. Elde ka mer mi yok, keyf olsun da nasıl olursa olsun.

181

Bu son tenbihe inanan garip yolcular, sıra kendilerine gelmeden, âdet yerini bulsun diye karakola ko ar, “sazlarımızı verin kadı istiyor” deyip neleri varsa alıp, mahkeme salonuna ko arlar. Müba ir bunlara bir göz atarak, sıralarının yakla makda oldu ğunu söyleyince, kendi kendilerine akortsuz hüner gösterilmez diyerek, hazırlanmaya koyulurlar. Kimi dümbele ğinin derisini kızdırır, kimi zurnasının kamı ını ıslatır, kimi kemenesinin telini gerer, kimi de fiskevle davulun derisine dokunarak kayıını sıkar. Onlar bu hazırlıkdayken, mübâ irin tavan çatlatan gür sesi, çınlıyarak: “Â ıklar makûlesi gelsin” dedi ği duyulur. Harput’da kadıya gösterilen saygı ve edep çok büyük. Kimsenin kadıya kar ı saygısızlık gösterdi ği, edep dı ı tavır takındı ğı, görülmemi ve duyulmamı dır. Cübbesi dö ündü, kavu ğu ba ında kadı efendi. Derin gözlerle huzûrune gelecekleri bekliyor. Mübâ ir tekrar seslenir: - A ıklar makûlesi huzûra yürüsün der ve haydi diye i aret eder. Hazırlanan â ıklar az ceza almak, affa mazhar olmak tela iyle, hep birden, dü ğün havasını çala çala, mahkeme kapısından içeri girerek, sıralanır ve çalmalarına devam ederler. Gözlerinde im ekler çakan kadının biraz sonra gergin yüzü gev er, bakı ları yumu ar, önce sararan yüzünün sonra pembele ti ğini gören â ıklar, onun bu de ğien halini hayra yorarak çalmalarının evkini artırırlar. aıran muhsir, kadıdan emir beklemekde olsun, çalanlar san’atlarını icra ederek, hüner göstermek gayreti içinde; Hiç görmedi ği bu manzaradan, aklı bir ho olan kadının, cübbesini arkasına topluyarak, aya ğa kalktı ğı görülür. Nerdeyse kadı efendi ya oynıyacak, ya oynatacak. Bu hali de hayra yoran â ıklar, çalmalarına daha hız verirler. Elini havaya kaldıran kadı efendi: - Kırk yıllık kadı idim, böyle dâva görmedim, diyerek hepsini affetti ğini söyler, muhsir de gariplere yol göstererek u ğurlar… Garip ku un yuvasını Allah yapar, derler ( Đmzasız, nr. 18, s. 29-30). Van’a Göndersen Olmaz mı? Elâzı ğ’lı ihtiyar bir hanım, Đstanbul’dan mektup yazdırıyor. Soka ğa çıkıp bir zarf alarak, mektubunu içine koyduktan sonra, kapatıyor. Ama zarfın üstü yazılı de ğil. O zamanlar adres yanlı yazılmasın, pulda doğru yapı tırılsın diye, posta memurları zahmetten sakınmazlardı. Yazısız zarfı alır, sahibinden kime, hangi adrese ve nereye gidece ğini sorar ve yazarlardı. Eski yazı devri. Her kalem tutanın, do ğru imlâyla zarf üstü yazması bile, kolay de ğil, ya da posta memuruna gelmek lâzım. Fakat öyle kelimeler olur ki, kâtibin memurun bile do ğru yazması güçle ir. Böyle kelimeleri do ğru yazmak, karı ık bilmece çözmek gibi bir ey! Yazısız zarfı alan posta memuru, gönderilenin lâkabını, adını ve adresini bu hanımdan ayrı, ayrı sorarak yazar. Bunda bir güçlük yok. Gidece ği yer de yazıldıktan sonra, pul yapı tırılıp damga basılarak i bitmi olacak. Đ ini bitirmek için posta memuru sorar: - Teyze bu mektubu nereye göndereceksin.

182

Đhtiyar hanım biraz durakladıktan sonra mektubun gönderilece ği vilâyetin resmi adını söylemeyi akıl ever, ve “Mâmûre-til’Aziz” vilâyetine, evlâdım, diye cevap verir. Her kolayın sonunda bir güçlük çıkabilir derler ya. Bu i te de böyle!.. Memur, eski harflerle () yazmayı tasarlar, do ğru yazma ğa cesâret edemez, önündeki ka ğıda yazmayı dener. Fakat do ğru yazaca ğına bir türlü güveni yok. Ba memurdan sormayı da onuruna yediremez, nâçâr kalarak, zahmetine kar ılık, mektup sahibi hanımdan ricâda bulunur: - Teyze! bu mektubu, Mâmûre-til’Aziz’e gönderece ğine Van’a () göndersen olmaz mı? Hem kolay gider, hem de yerini bulur… ( Đmzasız, nr. 18, s. 30). Daha Nasılsın Ahmet Dayı?! Babalarımız dedelerimiz bizden daha ne ’eli insanlarmı . Gülüp söylemeyi ihmal etmezlermi hiç… Böyle olmasaydı onların ne ’esinden faydalanabilir miydik bu gün? Herhalde nefse ve menfaate de ğer vermemelerinden olmalı bu… Seferberlikten önceki yıllarda bir gün, Elâzı ğ’dan köyüne dönmekte geç kalan Ahmet Dayı, handa yatmaktansa, yol üzerinde bir köyde, yolundan kalmamak için, tanrı misafiri olmayı dü ünür ve yola çıkar. Ama Kesrik’e varınca karanlık çöktü ğü için daha ileri gidemez, “papur yolu” üstünde, kapısı açık bir konaktan içeri girer. Selâmlık odasına çıkarak oturanları selâmladıktan sonra, bir kenara ili ir. Bu geç saatte Ahmet Dayının geli i selâmlıktakiler için sevinçli bir hâdise… Ahmet Dayı hem saf, hem de sinirli bir fakir. akaya geldi ği için çok sevimli bir köylü hem de… Ba kö ede oturan Dayıbey, yorgun argın gelen Ahmet Dayının hatırını sorar: - Merhaba Ahmet Dayı! Nasılsın iyi misin? Çoluk çocuk, davar doluk nasıl? Ahmet Dayı: - Merhaba efendim, hamdolsun iyiyim, çoluk çocuk ellerinizden öper, davar doluk canınıza kurban… Dayıbey aynı sorgu sualin tekrarlanmasını i aretle di ğer oturanlara tembih eder. Onbe , yirmi ki i Dayıbeyin i marına uyarak Ahmet Dayının halini hatırını, çolu ğunu çocu ğunu, davarını dolu ğunu sorarlar. Onbe yirmi ki iye ayrı ayrı cevap vermek, hele yorgun argın gelen bir insan için kolay de ğil. Ama Tanrı Misafiri, Tanrı Selâmı bu… Sorulmasa olmaz, cevaplandırılmazsa olmaz. Nihayet selâmla ma hal hatır sorma biter. Đçinden çok ükür diyen Ahmet Dayı kalın sigarasından rahat bir nefes çekmeden, tekrar ba kö ede oturan Dayıbeyin gür sesini duyar. Dayıbey, eğilip bakı lariyle Ahmet Dayıyı bularak: - E… daha nasılsın Ahmet Dayı!. Yirmi ki iye cevap vermekten kurtulup yeni nefes alan Ahmet Dayı, kendisine gösterilen bu ilgiye son verdirmek için: Vallaha da iyiyim beyim, billaha da iyiyim!. . Ama Dayıbeyin tekrar i aretine lüzum kalmadan selâmlıktakiler hatır sormayı yeniden tekrarlarlar. Dayıbeyin sorusuna cevap veren Ahmet Dayı, yeniden hatırını soranlara da, tekrar cevaplandırır. Ve içinden de yava yava kızma ğa sinirlenme ğe ba lar. Bu kadar nefes tüketece ğime yoluma devam etseydim daha iyiydi diyerek kaldığına pi man, aağıya inip uyumak için selâmlı ğın da ğılmasını hayâl eden Ahmet Dayı, birkaç lâf dinledikten sonra, tekrar Dayıbeyin sesiyle irkilir: - E… daha daha nasılsın, Ahmet Dayı!. .

183

Ansızın hayâli da ğıtılan Ahmet Dayının, sinirleri ba ına toplanır. Verece ği cevabı dilinde tutamıyarak, birdenbire bütün meclisi gözden geçirip: - Ha a meclisten dı arı, iyi olmıyanın ta anasını, avradını… Diye son sözünü söyledikten sonra, yatsı namazını kazaya bırakarak, aya ğa kalkar odadan dı arıya çıkarak seküde yatmaya gider. Aağı inerken kula ğını tırmalayan kahkaha seslerine kar ı “herkese keyif lâzım. Bizim halimizi soran yok, sözüm ona bunlar da bey, efendi… Fesüphanallah…” Diye söylendi ği duyulur ( Đmzasız, nr. 20, s. 27-28). Ermeni-Kürt Çeki mesi Bunlardan birincisi koyu Hıristiyan, ikincisi de köyü Müslüman vatandaımız. Yabancı çapına ve dolabına gelmeyince, devlete, millete yardımları ve yararlıkları inkâr edilemez. Birincisi daha çok zanaat yönünden, ikincisi askerlik ve itaat yönünden… Siyasi tutumlar olmasa, bu toprak ta ya ıyanın, birbiriyle dost geçinmekten, ba ka çaresi yoktur. Ama dı ve iç siyaset tutumları, eskiden bu iki halkı birbirine dü man edegelmi tir. Birincisi ikincisinin cehaletini, ikincisi birincisinin dehaletini, kültürel bir istismar konusu yapmı tır. Buna ait fıkralar anlatılır, tekrar edelim ( Đmzasız, nr. 20, s. 28-29):

a. Ben Bilmem Nasıl Olursan Ol?! Đç karı ıklık günlerinden birinde, din ayrılı ğı halk ayrılı ğına yol açmı tır. Ermeni bir tarafda, kürt bir tarafda… Kürt bilgisi az, fakat imanı çok bir müslümandır. Her i i din açısından görüp çözmek ister. Yakaladı ğı bir ermeni gencini, yere yıkarak, hançerini çekip, Müslümanlı ğa davet eder: “- Đslâm olursan ol, yoksa seni öldürürüm!. . ” diye Bu sivri hançerin, bu kesin gözlerin altında koyun uysallı ğıyla yatan ermeni yi ğidi, tam bir teslimiyetle: - Aman a ğa, vurma!. . Đslâm olacam, Hak dinini kabul edecem. Hemen artlarını ö ğret, bu andan tezi yok!. . Bu kabule kar ı, dinine sikke batmaz kürdün, sevinmesi gerekmez mi? Aksine sitemi var: - Darda kaldın mı müslüman olursun de ğil mi? Bir de utanmadan artını mı benden soruyorsun? Ben bilmem nasıl olursan ol!.. Açıkça söyle sen, müslüman olacak mısın, olmıyacak mısın?! Ermeni yi ğidi, kürt babayi ğidinin sitemine cevap bulamaz: artsız kabul edersen, müslüman oldum, hak dinini kabul ettim, der. Kürt babayi ğidi, mertli ğine ve civanmertli ğini isbat için de: - Bizde, amana kılıç kalkmaz, Đslâm olana, hançer inmez! Diyerek, tutsa ğını salıverir ( Đmzasız, nr. 20, s. 29).

b. Niye Kurban, Cennet Ahurdur?! Mutaassıp bir ermeni mamasıyla, söyletgen bir türk hatunu, Cennet Cehennem üzerinde konu uyorlar. Hatun, mamaya soruyor: - Ahcik! Cennete, türklerden hiç gidecek mi? Ne dersin?!

184

Ne kadar koyu Đsevi olsa, kitabehlidir ya insafı elden bırakmaz, yine: - Gidecek amma, tek tik!. . (yani tek tük, ancak birkaç tane). Hatun bacı, soruyu söylevi kesmez, yine sorar: - Ya ermeniden ne kadar gidecek? - Bu da sorulur mu hiç? Khum khayneree!.. (yani kum kaynarcasına bol, o kadar fazla ermeni, cennete gidecek). Pekey, bu söylenenler do ğru olsun, fakat cenneti sele verip kumla dolduran ermeni mamasının, hızını kırmak için, hatun bacı, kar ısına kürdü diker: - Pekey mama, Cennete, kürt hiç gitmiyecek mi?! Mamayı çileden çıkarmak için yalnız bu soru, kâfi!. . Ba ını, geriye atarak; gerden kırıp, bel bükerek, cevap vermek için acele eden mama: - Niye khurban, Cennet akhurdur, kürdün ne i i var orda?! Sekü yok ki yan gele ( Đmzasız, nr. 20, s. 29). Hey O ğul! Anan Gün mü Gördü? Er evlâda dü kün, dul bir ana, kocasının ölümünden sonra, taziyeye gelenlere ya lı gözlerle, and içmi , yemin etmi : Bir daha koca almak bana haram olsun diye… Yıl geçmemi , koca almamaya ahdeden kadınca ğız, kadere kar ı durulmaz diyerek bir gençle evlenmi !.. Hayırlı olsuna gelen kom ular, nikâhı u ğurlu ederken, koca almamak andını bozdu ğu için, ba ında çöp kırmak pendini de hatırlatmayı faydalı görmü ler. Kadere razı olan kadınca ğız, andını bozmadı ğını, ahdinin, genç almamak de ğil, koca almamak oldu ğunu söyliyerek, ya ğdan kıl çeker gibi ahde vefa gösterdi ğini anlatmı tır. Bu gençle, uzun yıllar bir yastıkta kocalmadan, sanki vefasız e i de kendisini dünyada yalnız bırakıp göçünce, ölmü kocalarının adlarını anıp, hâtıralarını tekrarlıyarak teselli bulmaya çalı mı tır. Dertli söyleyen olur. Issız kalan bu kadın, dinleyene dinlemiyene, hatta yeti kin o ğluna, vakitli vakitsiz isimler sayarak derd yandı ğı için, oğlu anasına sormu : - Ana! Babamdan önce kaç def’a evlendin? Hele u kocalarının adını say da ben de ö ğreneyim, merak ettim. Oğul hatırı kırılır mı? Elbette sorularına cevap vermek gerek: - O ğul ne bileyim ben, Allahuâlem öyle olmalı. Ali, Veli, Pireli; üç de ondan evveli; Recep, aban, Ramazan; bir de rahmetli baban! Hey o ğul ne e ersin derdimi, gün mü gördü ki anan. Ve arkasından a ağıdaki maniyi okuyarak söz kesmi tir: Seherin vakti geçti Kaç yıldız akdı geçti, Dünya bir pencereymi Her gelen bakdı geçti ( Đmzasız, nr. 23, s. 17).

185

1. 2. 2. Efsaneler Munzur, Harput ve Gölcük Turizm Bölgemiz Munzur, tabiatın bir güzellik hârikası; Harput, en geni ufuklu bir tarih âhikası; Gölcük (yani Hazar gölü), da ğların koynunda saklı, bir tabiat mucizesı… Bu üç yerin de de ğerini, bizden çok ba kaları, bilhassa Amerikalılar bilmekte ve tadını çıkarmaktadırlar. Hem de etnik ve folklorik özelliklerini bilmeden de… Munzur; bir ırma ğa ve bir yalçın da ğa ad olmu . Munzur da ğı dedikleri, zirvelerine yazın sıcakların çıkamadı ğı, ba ı bulutlarla öpü en bir da ğ zinciri. Bunlar da ğ de ğil, da ğların aha kalkı ı sanki. Baharı kovalıyarak yaylaya çıkan sürüler, eriyen karları takip ederek, bu da ğlarda yayılır. Su yerine kar emerler buralarda. Türkiye’nin belki en eski besili, en esen sürüleri, bu da ğlarda mele ir. Beritan’a, avak’a inip çıkan bu sürüler, akımıza elemimize de karı mı tır: Mor koyun kuzusuna Kan kaynar bazısına Kara kalem karı mı Alnımın yazısına Mor koyun meler gelir Da ğları deler gelir Hakikatli yar olsa Geceyi böler gelir. Mor koyun kuzusu var Çayırda düzüsü var Hasret belimi bükmü Ba ğrımda sızısı var. Sırtında hayat ta ıyan bu da ğların, koynunda da, ovalara hayat saçan su hazineleri saklıdır. Dillere destan olan Munzur ırma ğı, bu hazinelerden birisinin bo anması olsa gerek. Ovacıktan 15 km. batıda Ziyaret köyünden sonra Zeranik’in kar ısında yükselen yalçın yamaçlardan co kun kırk kaynak halinde fı kırır, süt gibi köpük köpük insana ürpertiler vererek saçılır. Kayna ğından çıkar çıkmaz ırmak olan su, Munzur suyudur. Bu kadar bol ve co kun kaynayan di ğer bir su gören var mı bilmem! Bu kaynaklar hemen bir ırmak olur amma, boz bulanık de ğil, halis gümü ten, berrak camdan daha temiz, daha aydın bir ırmak. En derin yerine attı ğımız parayı, gözünüzle görür, elinizle bulabilirsiniz. Ama yardan yara çarpan o zinde kuvvet, o sürüp götüren güç olmasa! Munzur’a girilmez. Sürüp götürür insanı. Munzur, kutlu bir sudur. Tunceli halkı, en büyük adını onun üzerine içer. Munzur’un unutulmayan bir efsânesi de var. Kayna ğın do ğusunda bulunan Ziyaret köyündeki zengin bir a ğa, Hacca do ğru yol aldıktan sonra, evine barkına bakmak için sadık ve saf çobanını bekçi bırakır. Bu çoban, Munzur Babadır. Bir gün evde helva pi irirken u ğurladı ğı kocasını hatırlayan hanım, Munzur Baba ile dertle ir:

186

- Munzur! Ke ke imdi a ğamız da olsaydı. O bu helvayı çok severdi çünkü. imdi nerelerde acep? Kulakları çınlasın. Hanımının bu içleni ine üzülen Munzur, ansızın genç bir ulak gibi aya ğa kalkıp: - Hanım! Hiç üzülme sen. Ben imdi dumanı üstünde bu helvayı, Ağama götürür dönerim. Yeter ki vakit geçirmeden bir kâseye koyarak tez elden bana veresin. Munzur’un bu gayretke li ğinden ho nut olan hanım, kendisi götürüp kırda yese bile, Ağaya götürmek niyetiyle yemesi de hayırlıdır, diye sıcak, sıcak bir kaba koydu ğu helvayı Munzur’a verince, çobanın birdenbire gözden kayboldu ğunu görür. Bakınır göremez bir türlü… Ancak çok geçmez, gene Munzur’un çıkıp geldi ği fark edilir. Munzur Baba helvayı a ğasına verdi ğini, duasını alıp döndü ğünü müjdeler, hanıma!. Gerçekten aynı gün, aynı saatte, Kâbe’de namaz kılan a ğanın, sa ğına dönüp selâm verirken, elinde kâse ile Munzur’u gördü ğü, soluna selâm verdikten sonra tekrar sa ğına dönen a ğa, “Hanım sana tâze helva gönderdi” diyerek kâseyi koyup gözden kayboldu ğunu fark eder. Hanım, helva verdi ğine; A ğa, Munzur’u gördü ğüne hayret eder ve merakla Hac dönü ü beklenir. Hele A ğa’nın hacdan dönece ği gün büyük bir velînin: - Bizden Munzur Babaya ve ihtiram, kadrini bilmemezlik etmeyesiniz sakın! Deyi i, ayrıca A ğanın kula ğında küpe olur. Hacı olarak köyüne dönen A ğayı, Ziyaret köylüleri kar ılarken, yoluna çıkanların arkasında, elinde bir süt kâsesi ile gelen Munzur’u görünce, kalabalı ğı yararak arkaya, kendisine “sormak” için taze süt getiren Munzur Babaya, ko arken, etrafına seslenir: - Aman dikkat edin! Bana de ğil arkada gelen Munzur Babaya ko un! Bizim evimiz, pîrimiz odur. Önce ona saygı ve sevgi gerek. Elini öpmeye geldi ğini gören A ğasına hürmet olsun diye, geri, geri giden Munzur Baba, köylülerin de telâ la ko tu ğunu görünce, dönüp kaçma ğa ve onlar da Munzur Babayı kovalama ğa ba lar. Kayalıklara tırmanan Munzur’un elinden dü en kâse, bir çukura yuvarlanır; Đçindeki süt etrafa saçılır, kayalıklar arasında kaybolan Munzur Babanın el ve aya ğının de ğdi ği yerler erir, sütlerin saçıldı ğı kayalardan köpük, köpük ça ğıl ça ğıl sular fı kırır. Süt kâsesinin yuvarlandı ğı çukur, ilk dolan gölcüktür. O gün, bugün, ne Munzur suyunun kurudu ğu, ne de Munzur Babanın koyun kuzu sürüdü ğü görülmü tür! Tas oldu ğu yerde kalmı , fakat su, ırmak halinde bo alıp gelmi hep. Ancak gelzaman gitzaman sonra, Munzur’un köyünü ziyarete gelen Đran ahı, bu sihirli kâseyi bulundu ğu yerden aldırmı , alınan yere de mermer bir havuz yaptırmı tır. Tası sarayına götüren ahın dönü ünden sonra, mermer havuz yıkılmı , yerinde ta larla yapılmı bir gölcük kalmı ancak. Kayna ğın kar ısındaki Zeranikliler, kayalıklar üzerinde Munzur Babanın el ve ayak izlerini göstermekte, yıkık havuzun tekrar yaptırılmadı ğına hayıflanarak, efsaneyi anlatmaktadırlar. Bu efsaneyi dinlerken, kaynakların hemen önünde benek benek, pul pul yüzen Alabalıklar gözümüze takılırken, kula ğımız da kar ıdaki bir yalçın kayanın üstünde saz çalan â ık köylünün yanık sesinde idi.

187

Çalarak okudu ğu ko manın sonunda, Munzur’a bakarak öyle diyordu: Nice â ıkların sendedir meyli, Dolandım cihanı, gezdim bir hayli, Bir irin gelmi tir bir dahi Leyli, Bir de sen gelmi sin gayri cihana; Derdimi sen sazım dök yana yana. Efsane anlatmaya ne lûzum var? Munzur’un nasıl bir efsane konusu olduğunu anlamak için onu bir defa görmek yeter. Buradaki tabiat güzelli ğini, görmeden, söz ve yazı ile idrak etmek mümkün de ğil, Hatta foto ğraf ve film dahi bu güzelli ği tesbit edemez. O havayı teneffüs etmek, o serinli ği hisseylemek ve o manzarayı ufuklara kadar görüp gözetmek art. Biz anlatmaktan âciziz. Fakat Amerikalılar, bu güzellikten pay almak için uçakla Elâzı ğa, Elâzı ğdan Munzur’un kayna ğına kadar gelip, kamp kurmakta ve günlerce kalmaktadırlar. Ya biz, tabiat güzelli ğinden bıkmı ız; yahut onlar, tabiatın kadrini bilen insanlar. Her ne hal ise bize dü en de, hiç olmazsa kadir bilenlerin kadrini bilmek olmalı. Her halde ergeç çocuklarımız ve torunlarımız, bizi bu yüzden, suçlandıracaklardır. Harput; eskilerin dedi ğine göre, Buhtunnasar devrinden kalma kadim bir kale ehri. 300-400 sene önce kurulmu bir tarih yadigârı. Ama buradaki etnik ve tarihî, eserler, di ğer illerdekinden ba ka. Tarihî incelemeler, Harput ve civarında tarihten önceki ve tarihten sonraki devirlere ve devletlere ait eserler tesbit etmektedir. Bu yazımızda Harputu, geni li ğine konu yapmamız mümkün de ğil. Yalnız Kayaba ı’na çıkanın, kaleyi gezenin, bu yıkık ehre bakarak, içinin burkuldu ğunu, öndeki yemye il ovayı, renk renk ve perde perde açılan da ğları seyrederken de gönlümün açıldı ğını belirtmek gerek. Harâbiyetin üzüntüsünü, rahmetli Saçlı Hocanın her zaman tekrar etti ği beyitle ifade edelim: Đnkilâb-ı dev ile âsâr-ı âlem mahvolur Gösterir tarihteki umrânının viyrâneler. Harput tepelerinden görünen tabiat güzelli ğini de, aağıdaki manzume ile dile getirelim: Da ğlar engin, tepeler düz, dereler lo görünür. Deve boynu’ndan inerken Ova, bir ho görünür: Elvan elvan ele ğim sa ğmalar oldukça yumak, Savrulur gölgeler etrâfa, yanıp kıvrılarak, Sanki bir fâze bahâr ülkesi tül tül açılır, Özge bir “fecri imali” yere gül gül saçılır. Serper aktıkça Murat, ufka mor, al, mavi oya, Sanki, bir gizli el i ler nakı , Altın Ovaya. Som gümü ten tepeler git gide pırlantala ır, Bu ğulandıkça ufuk, seyre dalan göz kama ır. Fark edilmez tutu an gözde zamânın rengi Bir dü ğün enli ği ba lar, bir ı ık âhengi.

188

Bir ye il hacleye benzer donanan en köyler, Tüllenen manzara, efsânevi bir sır söyler, Renk, ıık sarma ıyorken periler gül da ğıdır, Deve boynundan inerken, ova cennet ba ğıdır. Yukardaki manzumede anlatılan görünü ün, bir de davranı ı ve cümbü ü vardır. bu Harput’un folkloru. Anadolu’nun her bölgesinde, kendine has zengin bir folklor var. Fakat Harputtaki folklor, di ğer illere göre daha orjinaldir. Gerek müzik, gerek oyun ve gerekse gelenek bakımından. Harput’ta a ğır, uzun ve oynak, bir de, “hoyrat” denilen, yüksek havalar olmak üzere, dört kısım melodi ve on üç makam vardır. ıkıltım türküler hariç, bunların hiç birisi, henüz tesbit edilmi ve radyoya intikal etmi de ğildir. Oyunlara, yani millî rakslara gelince, bunlar, di ğer illerin oyunlarında oldu ğu gibi, bir birinden de ayrı karakter ta ır. Bilhassa oturarak oynanan “ eve kırma” mumlar dikilerek oynanan “Çayda Çıra” gibi oyunlar, Anadoluda benzerine rastlanmayan rakslardır. Hâlâ Harput’ta Artuko ğullarından, Akkoyunlardan kalma gelenekler var. Gerek etnik olarak, gerekse folklorik olarak bunları, bu gün dahi, tesbit etmek mümkün. Asyadan getirilenler, Harputun sefer yollarından, uzak ve zaptedilmez sarp ve yalçın kalesi içinde oldu ğu gibi saklanagelmi . Bütün bunlar, sayfalarımızın almıyaca ğı kadar geni konular oldu ğu için, konuyu da ğıtmak istemiyor ve kısa kesiyoruz. Yalnız unu belirtelim ki, Azarbeycanda ve Đranda belki unutulanlar ve bozulanlar, Harputta halâ orijinal olarak saklanıyor. Bir hoyratın deyi i öyle: irazdır, irazdır Đsfahandır, irazdır. Çocuk a ğlar, dad eyler; Meme küçük, sîr azdır. Bir türkünün sözleri de ilk söyleni eklile hâlâ tekrar ediliyor. Örnek olarak bir kıt’asını yazıyoruz: Đsfahanın han yoku u Söküldü mestin diki i Nereden alam öpü ü Elâman türkman güzelim Ka ları keman güzelim Harput’ta, Anadolu’ya Müslüman-Türk olarak ilk gelenlerin, en eski eserleri var. Bilhassa Artuko ğullarının, Akkoyunluların. Harput harâbelerinden saklanan bu eserleri toplamaz, onarmaz, yıkılmak ve kaybolmaktan kurtarmazsak, bir daha bu fırsatı bulamaz ve kayıtsızlı ğımıza, yanar dururuz artık! Gölcük; Atatürk’ün adlandırması ile Hazar Gölü Harput ovasının, güneyden çeviren, sıra da ğlar koynunda saklı kâh ye il, kâh mâvi gözlerle gülümseyen, pırıl pırıl ı ık dolu bir yüz gibi. Diyarbakır’dan Elâzı ğ’a gelirken, Türkiye’nin, dünyada en güzel memleket oldu ğuna delil olarak, Gezin kıyısında ufku gösteren imdi Bakır Đ letmesinin plajına

189 yakın tren hattı ile yolun kesi ti ği noktada, Bakanları ve Generalleri ile treni durdurup sahile yürüyen Atatürk, duygu ve dü üncelerini etrafındakilere açıklarken, jandarma kordonunun gerisindeki sırtlarda kendisini görmeye gelen köylüleri görünce: Köylülere yasak yok, bırakınız hepsi yanıma gelsinler, onlarla konu acaklarım var” deyince ko up gelen kafile, kafile köylüler ortasında gür bir sesle: - Köylüler! Yurdunuz çok güzelmi ! imdiye kadar buraları görmekte geç kaldı ğıma çok üzgünüm. Burada modern bir ehir kurduraca ğım. Sizler çalı ıp kazanacak ve beni hatırlamı olacaksınız. Do ğuda, Yalovanın bir e ini de bu kıyılarda herkes görmü olacak ve buraya medeniyet gelecektir. Ne diyorsunuz? Đstiklâl sava ından beri, hatta daha önce buralardaki hizmetinden dolayı adını, anını duydu ğu, fakat yüzünü görmedi ği Atatürk’e hayranlıkla bakan köylüler, aynı gür sesle onu, sa ğol varol Pa amız! Diye heyecanla tasdik etmi ve alkı lamı , ömürlerinin sonuna kadar duacı kalacaklarını da belirtmi lerdir. Sözü ile icraatı birlik olan Atatürk’ün Elâzı ğ’dan ayrılıp Ankara’ya varı ından bir hafta sonra gelen topo ğraf ve Đstihkâm Subayları ile Mühendisler, tepelere çadır kurarak araziyi ölçüp biçmek, topo ğrafisini çıkarmak suretile göreve ba lamı , Deniz Bankın yaptıraca ğı otelin ve di ğer turistik tesislerin, hastanenin, askerî kurulu un ve Atatürk’e yapılacak kö kün bulundu ğu ada ve tepelere kadar uzanmak üzere, tren hattından bir kol ayrılmı ve ray dö enmi olmasına ra ğmen, büyük önderin, vakitsiz vefatı, bu te ebbüsü yarıda bırakmı tır. Fikir olarak, inkilâplara sadıkız, izindeyiz, diye bayramdan bayrama dövizler asmamıza, mitinglerde haykırmamıza ra ğmen, do ğuda giri ti ği bu icraatı yarıda bırakmak suretile onun aziz hâtırasına kayıtsızlık gösterdi ğimiz unutulmamalıdır. O’na ba ğlılı ğımız, sözde de ğil, özde ve i te olmalıdır. Biz bu hatırayı unutsak dahi, onun yüzünü gören ve sözünü duyan köylüler, unutamıyorlar hiç. Gölcük kıyısına yolu dü enler, üzüntü ile bu hatırayı anlatan köylüleri, dinlemeden geçemiyeceklerdir. Gölcük, tatlı meyilli iki da ğ silsilesinin arasında bir deniz, her geçen ve her görene, ııl ı ıl gülüm-seyerek uzanıp yatmakta olan bir deniz kızı!. Ba ucunda, yani batısında ve do ğusunda iki da ğ, ona gözcülük eder. do ğuda Mastar da ğı, batıda Hazar Baba da ğı. Her iki da ğın da zirvesinde birer yatır var. Birer velî yatmaktadır. Bunlar Mastar Baba ile Hazar (Azer) Babadır. Hazreti Đbrahim’in babası Azer’in batıdaki da ğın zirvesinde medfun oldu ğu söylenir. Bu söylenti, güney batıya do ğru gidilince Urfa civarında Hz. Đbrahim’e izafe edilen makamlarla da pekle iyor. Dilimizdeki Hazer kelimesi, Hazer Denizinin tarihimizdeki yeri. Gölcü ğün tepesine dikilen da ğın adı ile Atatürk’ün dikkat ve heyecanına dokundu ğu için, bu göl, artık “Hazer gölü” olarak anılmaktadır. Çocukken da ğların ötesinde bir deniz veya çok büyük bir göl oldu ğunu duyar ve ona ait efsaneler de dinlerdik. Gölcü ğün, adının Gölcük oldu ğuna bakmayın, bu iç denizin Kuzey kıyısında, suyu yararcasına yüzen bıçkın bir delikanlı varmı . Güney Kıyısında da öhreti çevreyi tutan çok güzel gelinlik bir kız. Delikanlı, karada yürümekten çok, suda kolay yüzüyor. Bir kıyıdan, di ğer kıyıya, hem gidip, hem geli i onun için i ten bile de ğil.

190

Bir gün, bu yi ğitin denize atıldı ğı, suyu yarıp gelmekte oldu ğu duyulunca, kar ı kıyıdaki bütün köylü, merakla onu seyretmek için sahile dökülür. Köydeki güzeller güzeli de, aynı merakla, kıyıda rüzgârların tuttu ğu bir kayalı ğın üstünde, mor giymesi ve pembe alvarı ile saçları da ğıla da ğıla geleni seyretmekte. Kıyıya yakla an genç yüzücü, sahildeki kalabalıktan ayrı duran kızı görünce, ona do ğru yüzüp, bir kavis çevirdikten sonra kendisini bekleyen köylülerin yanına çıkmı tır. Ak, da ğ ve deniz dinlemiyen bir içgüdü, bir hayat gücüdür. Fakat bu kar ıla ma, yüzenle bunu tepeden süzen arasında, bir gönül ba ğlantısına sebep olmu olacak ki bütün gizliliklere ra ğmen, sahilden sahile iki gencin sevi ti ği ö ğrenilmi ve buna engel olmak için tedbirler dü ünülmü tür. Kızın karanlık çöktükten sonra, bazı günler, bir kayanın kuytusundan ı ık yaktı ğını görenler çıkmı . Bazıları da geceleyin kıyıya birisinin gelip döndü ğünü görmü oldu ğunu anlatmı tır. Artık köyde uyanan üphe, sıkı tedbirlerin alınmasına yol açtı ğı için, kollanan kızın, bir gece kıyıda yaktı ğı çıra söndürülmü , ertesi sabah da sahile yolunu aıran me hur yüzücünün cesedinin çıktı ğı görülmü . Birkaç saat sonra, köyün en güzel kızı kaybolunca aranmı , onun da kendisini ilk önce çıktı ğı kayadan, sulara atarak bo ğuldu ğu görülmü tür. Bu efsane daha tafsilâtlı anlatılır. Ama bu sevdalıları bo ğan Gölcük de ğil, insanların, haset ve anlayı sızlı ğıdır. Eskiden Deve boynundan a arak Diyarbakır’a gidilirken dilim, dilim görülen Gölcük, imdi Kaz gedi ğini kıvrılır kıvrılmaz insana kucak açar. Tatlı, meyilli da ğların kollarına uzanıp yatan Gölcü ğün, güney kıyısından tren, kuzey kıyısından da kara yolu geçer. Gölcü ğü çevreleyen da ğlar, gerçi ormanlık de ğildir. fakat bu dağların vadilerinden, Zemzem gibi ta delen sular fı kırır ve dereler ba tanba a a ğaçlıktır. Bütün yamaçların ve tepelerin 90-100 sene önce tüm orman oldu ğu, fakat Bakır izabesi için a ğaçlar kesilerek, da ğların bugünkü kıraç hale geldi ği anlatılmaktadır. Orman i letmesi, bu da ğları eski haline getirmek için kesin karar sahibi olacak ki a ğaçlandırmaya ba lamı bulunuyor ve dikilen de yerini sevip ye erip yeti iyor. Gölcü ğün di ğer göllerden ve denizlerden farklı tarafları var. Suyu tertemiz. Rengi, emsalsiz denecek kadar de ğiik. Gölcükte çılgın fırtınalar, hırçın dalgalanmalar görülmez hiç. Hemen bütün kıyıları, plaj olmaya elveri li, kumsal ve temizdir. Hiçbir yanında bataklı ğa rastlanmaz. Her tarafında en hafif ve en iyi vasıflı içme suları var. Bu vasıflardan dolayı olacak ki, imdiden çevresi plaj ve kamplarla çevrilmi bulunuyor. Batıdan sayma ğa ba larsak, Tümen kampı, Vilâyet plajı, Batman motelleri, D. D. Y. motelleri, Bakır i letmesi motelleri, Guleman krom i letmesi kampı, Maden Belediyesi plaj ve moteli, Karayolları bölge sahil sitesi, D. nr. Đ. plaj ve fidanlı ğı, Orman Ba Md. lü ğü a ğaçlandırma antiyesi, Sivrice Belediyesi plaj ve moteli vardır. geceleyin, Gölcük’ün dört yanı, elektrikle pırıl, pırıl. imdiden, Elâzı ğ, Diyarbakır ve Malatya, her yazı, burada geçirmek için, konaklama hazırlı ğındadır. Yukarıda sayılan kamp, motel ve plajlar arasındaki a ğaçlıklara da, tatil günlerinde Elâzı ğ halkı çoluk çocu ğu, sazı ve ekibi ile gelip yerle ir.

191

Henüz devlet tarafından ele alınmayan Gölcük, halk tarafından yazın en büyük bir ihtiyacın kar ılı ğı olarak kabul edilmekte ve buraya gereken ilgi ve sevgi gösterilmektedir. Ancak halkın bu ilgisini, devletin dikkate alarak vakit geçirmeksizin, burayı düzene koyması gerekir. buna her yönden ihtiyaç ve zaruret var. Zira Đsviçre’nin Leman gölünden birkaç ay önce Elâzı ğ’a gelenlere, etrafı gezdirirken, kendilerine Leman gölünden güzel bir göl gösterece ğimizi söyledi ğimiz zaman, bıyık altından gülü lere üzülmeyerek misafirlerimizi, Gölcük’e götürdük. Kaz gedi ğinden geçip, Hazar gölüne inerken, dikkatle gölü seyreden misafirler yolun yarısında: Gerçekten gölünüz Leman gölünden güzelmi ! Leman gölünden ufuk, bu kadar geni ve gök bu kadar yüksek de ğil. Buranın suyu, oradan daha temiz ve gölün rengi Leman gölünden çok de ğiik ve ı ık ı ık. Önce biz size hak vermedik amma imdi haksızlık etti ğimizi anlamı bulunuyoruz dediler. Bunu diyenler, biz de ğiliz, Gölcük’ün kenarında serinlenenler de de ğil. Leman gölünün kıyısından gelen ve oranın güzelli ğini anlata anlata bitiremeyenlerdi. Bu görü bir gerçe ğin ifadesidir. Bu gerçe ğe kani olmayanların birkaç gün misafirimiz olmalarını özler ve yollarını gözleriz. Unutmadan hatırlatalım ki Gölcük, tarih bakımından da özel bir önem ta ır. Do ğusunda Hurriler’in yurtları var. Buradan “A mu at” ovalarına inilir. Batısında kazı yapılmadı ğı için devri henüz tesbit edilmeyen Kadim ehir kalıntılarına rastlanılıyor. Yer, yer toprak altından çıkan eserleri ile varlı ğı bilinen bu ehre, halk irin ehir der. Gölcük’ün ortasında do ğunun en kutsal sayılan Manastır Adası da ayrı. Do ğunun en kutsal sayılan nasrânı tapına ğı olan Cok Manastırı. Bu manastırın hâlâ temel ta ları duruyor. Ancak bakımsızlıktan dolayı harap oldu ğu için burası, martıların, balıkçıların, ördeklerin, angutların ve kınalı güvercinlerin sı ğına ğı imdi. Bizim terk etti ğimiz yeri, bu deniz ku ları terk etmeyerek, kayıkla, motörle oradan geçerken uçu mak ve ba ğrı mak suretile vefâsızlı ğımızı bize hatırlatıyorlar sanki…Biz de kanatsız ku olalım, hiç olmazsa!!! (Fikret Memioğlu, nr. 15, s. 31- 32).

192

1. 2. 3. Destanlar Đnsanın Yaratılı ı Hint Mitolojisinin en kıymetli eseri olan “Volkan”da kadının ve erke ğin yaratılı ları, öz Sanskritce, u ekilde anlatılmaktadır: Kadın; Topra ğın hafifli ğini, geyik yavrusunun bakı ını, güne in ı ığını, ne enin sesini, ve göz ya ını aldı. Rüzgârın kararsızlı ğını, tav anın mahçubiyetinin, tavusun kurumunu, kırlangıcın boynundaki yumu aklı ğı buna ilâve etti. Bunun üzerine, kıymetli ta ların sertli ğini, lâl’in tatlı çe nisini, kaplanın vah ili ğini, ate in hararetini, karın ürperticili ğini ekledi. Buna karganın gevezeli ğini, kumrunun mırıltısını kattı. Bütün bunları eritti ve kadını yaptı. Yarattı ğı bu kadını erke ğe hediye olarak verdi. Erkek; Tanrı, Kaplumba ğanın a ğırlı ğını, bulutların kasvetini, tilkinin hilekârlı ğını, boranın deh etini aldı. Sülü ğün yapı kanlı ğını, kedinin nankörlü ğünü, hindinin kabarı ını, gergedanın derisinin sertli ğinin buna ilâve etti. Bunun üzerine bakırın madenili ğini, ayının kabalı ğını, kutupların so ğuklu ğunu ekledi. Buna bukalemunun her an de ğien rengini, sivrisine ğin vızıltısını kattı. Buna da, kadını, islah etsin diye, verdi (Lemam Tece, nr. 3, nr. 22).

Göç Destanı (Çayda Çıra) Göç: Türklerin destanı de ğil, hiçranıdır. Kuraklık olmu , göç etmi ler, çoraklık olmu göç etmi ler; Dört bucaktaki dü manlar, çepeçevre birlik olmu , düzen bozanla Türkleri kırmı lar, yine göç ba lamı ! Đlk ça ğlarda Türklere, göçebe denilmesi de bundan olmalı… Eski Türkçe de çadıra “ota ğ” ota ğ kurulan yere de “yurt” denirmi . Bu terimler de göç terimleri. Türklerin eski yurdu, uçsuz bucaksız Orta Asya. Bu sonsuz ülkede imparatorluk kuran Türkler, yedi iklim, dört buca ğı ellerine geçirip hüküm sürerken, Urum’dan, Çin’e; Hintden, Urus’a kadar, kısaca kafdan kafa kadar ün salıp gitmi bir ulunr. Đnsano ğlu uzun süre hüküm altında ya ıyamaz. Gün gelmi çevreyanı ku atan dü manlar. Önce söz birli ği, sonra i birli ği etmi ; bu Ulusun bir daha adı anılmasın diye, el edip, yol edip sava açarak, onları yenmi ve kılıçtan geçirmi lerdir. Ne Alper-Tunga (Efrâsiyap), ne Mete (Oğuzhan), ne u bu, hiç biri anılmaz olmu . Bu söylenenler M. Ö. Belki de tarihten önce olanlar. Ne olmu sa, her biri bir destandır. Oğuzhan Destanı, Kür ad Destanı, Ergenekon Destanı gibi. Biz bunları bırakalım da, Göç Destanı’na geçelim. Bu Çaydaçıra Destanıdır. Göç Destanına, 9 O ğuz, 10 Uygur Destanı, da denir. ziya Gökalp’ın Türk Medeniyet tarihi, Fuad Köprülü’nün Türk Edebiyat Tarihi, T. Yılmaz Öztuna’nın Türkiye Tarihi, ve Türkolo ğların eserleri, bu destanı, öyle anarlar: Hunlar, Türklerin bilinen en eski ataları. Bir Hun Hükümdarının çok güzel iki kızı var. Bunlar o kadar güzelki, insano ğluna de ğil olsa olsa, Tanrılara lâyık. El ermesin, göz de ğmesin diye, bir yüksek kuleye saklanırlar. Onlarla evlenmeye gelen

193

Bozkurt, bir Tanrı imi . Kurt ekline girmi bir Tanrı. Bu erkek kurdun evlendi ği kızlardan biri, 9 O ğuz, di ğeri de 10 Uygur do ğurmu . Türklerin ikiye bölünerek ço ğalı ları, ite bu kurt yavrularından dolayı. 10 Uygurdan ço ğalanlar, bu Uygur ülkesinde ya amı lar. “Kumlancu” denilen ülkede, Tu ğla ve Selenge, ya da Ta ğıla, Selinga adlı iki çayın, iki ırma ğın kıyısandaki iki a ğacın üstüne, bir gün gökden ı ık salkımları inmi . Dallar çıralarla süslü sanki. Yaprakları birbirine karı ıp sarı an bu kayın ve fındık ağaçlarından birinin, o günden 9 ay 10 gün sonrasına kadar, gövdesi kamburla arak, karnı ime ğe ba lamı . Ay, gün tamam oluncaya kadar, bu a ğaçların çevresi 30 adımlık çapta bir ı ık çevremi ile ku andı ğı gibi, ııklar süzülen dallarda, tatlı müzik sesleri de duyuluyor ve her duyanı büyülüyormu (Fikret Memi oğlu, nr. 30, s. 22). Müzik sesleriyle serpilen ı ık, bu a ğaçların gölgesinde, ye imden bir kayayı çevreledi ği için, buna “Kurt Da ğı” denmi tir. Bu da ğ, Türklerin u ğur da ğı. Her zaman ziyaret edilir, tavaf edilirmi . Kurt Da ğı dedi ğimiz, Uygur ilinde büyük “Hulin da ğı”nın bir tepeci ği, hatta bir ye imden kayalı ğı. Tu ğla ve Selen ğe çayları da, Hulin da ğından çıkarak bu tepeci ği ku atıp akıyormu . Seyhun, Ceyhun; Seyhan, Ceyhan gibi. Ay, gün tamam olunca, gövdesi ien, ağaç yarılıvermi . Karnından, ağızları emzikli be çocu ğun do ğdu ğunu görmü ler. Bu bir füsun, bir efsane olmu . Bu sihir çocuklarını, Kumlanco halkı görüp gözetmi , bakıp büyütmü . Sırayla bunların adı: Sungur, Kutur, Tükek, Uğur, Bu ğu tekin. Bu emzikli yavrular, büyüyüp 15 ya ına geline ana babalarını sorup aramı lar: Halk, onları, çayların kenarındaki çıralı a ğaçlara götürüp. “Đ te ananız babanız bunlar.” Diye kayın ve fındık a ğaçlarını göstermi ler. Tanrının hikmeti, bu çocuklar ana baba diye gösterilen a ğaçlara, içten saygı ve sevgi ile sarılmı lar. Ağaçlar da dile gelerek, onlar için en mutlu yakarı ve en kutlu yalvarı larda bulunarak, dilek dilemi , uğur sunmu lar. Gün gelmi , Hâkân seçilmesi gerekmi . Bu be tekinden birisi, büyük ülkenin hanı olacak. Ama hangisi seçilmeli?. Dört bucakda, oturan Türk boyları, bir birinden ayrı dille konu uyor, ya da konu anlara hükmediyor. Bütün Türk boylarının dilini bilmek gerekmekle beraber, Obalarının sayısını da bilmek gerekmi. Bu gere ğe eren olmadıkça, Hanlık yapamaz. Bu be tekin içinde, tek ergin ki i, en küçükleri olan Bo ğo Tekin. Bo ğo Tekinin, kendi öz bilgisinden ba ka, olup biteni ona ula tıran, 3 alaca karga ile de ilgisi vardı. Đ te bu bilgiyle ilgidendir ki, Bo ğo Tekin, Han seçildi. Uygurların hâkânı Bo ğo Han. Bo ğo Tekin, Han seçilmekle kalmaz. Ota ğına çekilip yatınca, bir de dü görür. Rüyasına gelen, aksakallı, ak yüzlü, elinde beyaz asâ, arkasında beyaz uruba giymi bir ihtiyar, ona aya ğının altındaki ye im ta ını, yani Kutda ğ’ın göstererek:”Bu Kutda ğı’nı ellerinden çıkmamalarını, bu da ğ kaldıkça, yedi iklim, dört buca ğa hâkim olacaklarını” müjdeler, gülüp gider. Ba ka bir gün, ota ğında yata ğına giren Bo ğo Han, Pençereden içeriye, gökçe bir kız girdi ğini görür. Bu gelen kız, bir gelin kız sanki, periler huriler gibi güzel. Bo ğo Han, nce dü görüyor sanır, sonra gördü ğünün gerçek oldu ğunu anlar. Korkular ku kular içinde uyur uyuklar onu gözetlerken, bu güzelin sa ğa sola dönerek kendisini uyarmak istedi ğini anlayınca büsbütün sakınıp uykuya dalar. O uyanmaz uyandırılamaz. Geldi ği gibi pencereden kaçıp giden bu kız, ertesi gün, yine gelir.

194

Ama Bu ğu Han yine uyanık görünmez. Ayık görünmez amma, bu kızın geli ini gidi ini de, hiçbir eye yoramadı ğı için, kurula, yorula sabahı zor eder. Ertesi gün yine o gelir diyerek, vezirine açılıp, iki geceden beri olanı biteni, anlatarak tedbir sorar. Uslu vezir, akıllı vezir: “Hâkânım! Bunda korkulacak ne var? Bo una ku kulanıyorsunuz. Bu gelen belli ki, Ulus’umuzu sevindirecek, bir “hayır haber” için gelmektedir. Geli i, bilmedi ğimizi size bildirmek, kutlu bilgilerle bizi güldürmek için olmalı… E ğer tekrar gelirse, kendinizi uykuya vurmayın, uyanık durup, sözüne kulak verin. Bu gelen bir Tanrıca olmalı mutlak…” (Fikret Memi oğlu, nr. 30, s. 22- 23). Bo ğo Han’ın umdu ğu gibi Peri Kızı üçüncü günü tekrar gelir. Fakat bu geli inde, o’nu, saygıyla sevgiyle kar ılayan Bo ğo Han, ba kö eye buyur edip, ağırlar. Bu gelen kız, gerçekten bir Tanrıcaymı me ğer. Geli i de, Bo ğo Hana, yeni bir din ö ğretmek için. Gökçe kızı can kula ğıyla dinliyen Bo ğo, gelenin pe ine dü üp, Ota ğından ayrılır. Az giderler, uz giderler, dere tepe düz giderler, duman olup toz giderler. Gidip kondukları yer, önce dü üne giren ihtiyarın gösterdi ği yeim ta ı, Akda ğ, Kutlu tepe!.. Gökçe kız orada, yeni dinin bir bir sırlarını anlatır Bo ğo Han’a. Dinlemek yetmez, anlamak ö ğrenmek gerek. Onun için bu hal, bir çok geceler devam eder. gider gelirler. Böylece dinliye anlıya. Bo ğo Han, yeni dinin bütün sırlarını ö ğrenir, bütün esrarına vakıf olur. Ama bir gece, bu bulu maların son gecesi. Çünkü gökçe kız, bir daha gelmeyece ğini söyleyerek, uğur dilerken; dönüp Bu ğullar’a (Fikret Memi oğlu, nr. 30, s. 24): Ama bir gece, bu bulu maların son gecesi. Çünkü Gökçe kız, bir daha gelmiyece ğini söylüyerek, uğur dilerken; dönüp Bu ğu Han’a: “Yerin, gökün bilgisini ö ğrendin, benim gelmem gerekmez artık. Yarından tezi yok, dört, yana, dört yöne yürüyüp, bayrak açın. Yollar sizin, iller sizin olacak. Ama sakın ha, adâletten ayrılmıyasınız. Her gitti ğiniz yerde, adâlete uyunuz, adâleti yayınız. Hiçbir kılıç, hiçbir ok, adâlet gibi keskin, adâlet gibi yetkin de ğildir” diyerek, söz keser. Giden kız, bir daha gelmez. Ama o gittikden sonra sabaha kadar, Bo ğo Han, hep o kızla, o sözle uyur uyanır, oyalanır durur. Artık ne onun dedikleri unutulur, ne de ö ğrettikleri… Sabah olur olmaz karde lerini ba ına toplıyan Bo ğo Han, birer tu ğ verip, onları ba bu ğ yaparak, ordularının ba ına geçirip, mu tularla u ğurlar. Dört karde in her biri, dört ülkenin fethine yürür. Onlara sıkı sıkı ö ğütlenen ey, adâlete uymaları, güzellikler ülkesine uğramaları. âyet insan ve hayvan karması, melez yaratıklara rastlanılırsa, oradan geri dönmeleri de tenbihlenir onlara… Çünkü Türkler, karı ık kandan, hayvana benzer insandan, çirkinlikden, çarpıklıkdan sakınırlar ötedenberi… Her söylenen tutuldu, her istenen yapıldı. Dört yandan gelen zafer haberleri, sınırdan sınıra, serhatden serhade ula ıyordu. Bu yengin ordular, dört yönden gelerek aynı günde, Balasagun sahrasında, ota ğ kurdular. Tutsak hükümdarlar, birer birer Bo ğo Han’ın huzuruna çıkarıldılar. Ama, çirkin yüzlü, çarpık gözlü, Hint Haükümdarı bunların kırması bir yaratık, Güzel bir mahluk de ğil de ondan.

195

Di ğer hükümdarlar, Bo ğo Han’ın buyru ğu ile kendi ülkelerine gönderildiler. Bunlar, gözel ve uslu insanlardı. Kendi ülkelerinin huzurunu sa ğlamakla, görevlendirildiler. Yıllar geçti, ölen öldü kalan kaldı. Türk Đmparatorlu ğu’nun u ğuru ve huzuru, de ğimedi hiç… Çünkü Kutda ğı pırıl pırıl yanıyor, çevresinden akan çaylar gürül gürül ça ğıldıyor, tılısımlı a ğaçlardan yine salkım, salkım yır ve nur süzülüyor. Halk, her avdan, her sava dan döndükçe, ruzgarlı havalarda ma ğaralar içinde, durgun havalarda, meydan ortasında, ölen kuruyor, tören yapıyor, çaydaçıralarla enlik esenlik içinde… Bo ğo Han öleli çok olmu … Bir çok da torunları kalmı … Otuz göbek sonra, onun tahtına “Yolun Tekin” geçer. Bunun, bir de burnuna su seyirtmi , “Gali Tekin” adında o ğlu var. Bu Yolun Tekin dedikleri, Türk ülkesinin, perk ilkesinden yolunmu , gelenek ülküsünden yoksun bir adam. Sanki kendinden iğrenen, Çin’e imrenen yoz bir hükümdar! Halbuki Çinliler de, tâ Boğo Tekin ça ğından beri, Türklerden yılgın. Onların baskınından korunmak için, yaptıkları yüceset bile kendilerini koruyamıyor. Çaresiz kalan Çinliler, bir tedbir dü ünürler. Hükümdarlarının güzel kızını, “Fa ğfû” diye anılan “Kiyuliyen”i Gali Tekin’e vermek, Yolun Han’la hısım olmak. Hısım, hasım olmaz diyerek. Ama bu tedbir, geçici olabilir, dediler ve Türkelinin u ğru neyse, ona sahip çıkmayı akıllarına kodular (Fikret Memi oğlu, nr. 31, s. 15). Bu son tedbiri akıldan çıkarmayarak, Çin Kralı, güzel kızını, kurnaz bir elçisiyle Yolun Han’a gönderdi. Kiyuliyen, Gali Tekin’e gelin olacak. Çinden, Uygureline yönelen elçi, Türkili’nin u ğurunu, Yolun Hanın ise bu u ğuru de ğerlendiremedi ğini, sonra göre görenip geldi. Türkili’nin u ğru bir ye im kaya idi. Türkler buna “Kutda ğı” diyor. Ama Yolun Han, Türk erene ğinden habersiz. Bakıcılarla bile gelen Çin Elçisi, Hatun Da ğı’na ota ğ kurdu. Kutda ğı, o çevredeki Tanrıda ğı’nın, güneyinde. Ona her bakanın gözü kama ıyor, her görenin yüzü emi iyor. Bakıcılar, dediler ki: “Hatunda ğı’nın mutlulu ğu da hep bu ye im kayadan. Ne yapıp yapıp, bu Kutda ğını, koparıp aparmak gerek!. . ” Huzura çıkan Çin Elçisinden, gelene ğe göre ba lık olarak ne istedi ği soruldu. Bakalım, elçi ne istiyecek? “- Yüce Hâkân! Hükümdârımız size bir mücevher gönderdi, en kıymetli bir fagfur!” diye ba lıyan Elçi, söze devam etti (Fikret Memi oğlu, nr. 31, s. 15-16): “Bunun ba lı ğı, kar ılı ğı da bir mücevher olmak gerek ama, bir cevâhir istemiyoruz. Đstedi ğimiz, sizce de ğeri olmayan u “Kut Da ğı” sade… Çünkü Türk ülkesinin bir kayası, bizim gözümüzün tutuyası sayılır. Lütfederseniz çok makbulümüz olacak!” Yolun Han, bu dile ği, uzla mak istiyen, Çin Hükümdârının aczine yordu. Kut Da ğı’nın ne de ğeri var, ta , toprak de ğil mi? diye… Ba lık olarak, verilmesini de buyurdu. Otuz ku akdan beri bu kayanın çevresinde niçin törenler yapıldı ğını soru turup ara tırmadı bile… Türk’ün bu u ğur ta ı, bir sözle bir kıza ba lık verilip gitti. Ama yurd erenleri, ke ke ta yerine, ba verseydi, dediler. Dinliyen kim! Çin Elçisi, bu kayaya fıçılarla sirke döküp, katırlarla odun çekti. Kim bilir kaç bin çeki odun?! Durmak dinlenmek zamanı de ğil diye ate verip, alev sarınca, ulu kaya da param parça oldu. En küçük parçasına kadar. Çine ta ındı bu kayalar. Kut

196

Da ğı’nın yerinde yeller esti, yolunda seller kabardı. Ne Kut Da ğı kaldı artık, ne de mut ça ğı? Türkeli, ne olursa olsun, ama Çin’e enlik geldi, esenlik geldi. Çin büyücüleri, bu kayadan nereye bir parça kapıp götürdülerse, o yere u ğur getirmi oldular. Bu ta , bir sihirli ye im, bir pirlanta idi çünkü… Biz yine dönüp gelelim Türkeline: Uygurun, uğru gidince, yer gök sa ğır oldu sanki… Artık ne salkım salkım inen yır sesi, ne büklüm büklüm dönen nur elvesi var!. . Hiç biri yok artık! Irmaklar kurudu, ağaçlar sarardı, yer de ğil, gök bile rengini de ğiti. Ses ve süsle dolu bu güzel yurt, sis ve pus içinde kaldı… Çiralar yanmaz, yaralar dinmez oldu. Her yanda bir ba ğrı ma, her yönde bir çı ğrı ma: Göç, göç, göç!!! Da ğda kurtlar, ba ğda ku lar, yuvada çoluklar, memede çocuklar, sade bunlar mı? Sarı çiçekler, kara böcekler bile. Göç, göç, göç!!! Diye ba ğrı ıp ça ğrı ıyor. Bu u ğursuzluk neden, niçin?. . Bu gelen bir Çin kızı mı, cin kızı mı?!. . Bu uğursuzluk hep ondan olmasın?! Bir karar varılamadı ama, haftasını da geçmeden uğursuzluk, ilk kurbanını yakaladı. Tam haftası haftasına Yolun Han, kıvrana, kıvrana ölüp gitti. O, öldü diye, hemen ilin yüzü güldümü?! Göç, göç, göç!. . Sesleri yine sürüp gidiyor. Kumlanço; o, ak yurt; o, ye il ülke, bir karayer, bir karaçordur artık. Hem kara yer, hem kara su, Ulusa: Göç, göç, göç…! diye sesleniyor hep!.. Durulacak gün, durulacak tün mü? Çaresiz kazıklar çekildi, çadırlar yıkıldı; çoluk çocuk, davar doluk yollara döküldü. Geride kalanlar hayıflanıp duruyor: Ulus gitti yeti emem göçüne, Ulu Tanrım! Türkelinin suçu ne? (Fikret Memi oğlu, nr. 32, s. 12). Geç kalanlar, tez gidenlerin, ardından evip duruyor. Ko up, Ulusa varmak, göçe ermek için. Ama ak am olunca “Göç, göç, göç!” sesleri diniyor nedense… Ses dinince göç konuyor. Fakat, sabah olunca, daha afak bile sökmeden, göç sesleri tekrar ba lıyor. Nereye kadar; ne zamana kadar?! Bilen yok, bildiren yok. Ak am konup, sabah göçen Ulus, “Turfan” ülkesine kadar, böylece sürüp gitti i te… Turfan ülkesine gelince, Tanrı’nın hikmeti bu, atlar kasıldı, dizginler kısıldı, göç sesleri kesildi. Artık ne gece, ne de gündüz “Göç, göç, göç!” diye seslenen yok! Demek ki, buranın “Yersuları” gelenleri ho kar ılıyor. Belli ki turfanda, yeni bir hayat ba lıyacak. Gelenler hemen orada, çadır yıkıp, kazık çaktılar. Göç burada durakladı, Ulus bu yerde konakladı. Be ordunun ota ğ kurdu ğu bu yer, be ehre mekân oldu ğu için, “Be Balık” denilir adına… Hani sihirli a ğaçlardan do ğan emzikli çocuklar da, be tane, de ğil miydi? En usluları Bo ğo Tekindi ya!. . Đ te bu be çocukdan, bu Ulus türemi , Dört buca ğa yürümü tü. Đ te bu be ordu da, bu be çocu ğun torunları… Onun için bu yere “Be Balık” denilmi olmalı… Sonraları Be -Balık, Türklerin, ba balı ğı, ba kendi oldu. Uğursuzlu ğun niçin geldi ği, bilindi artık. Yeniden gelen u ğru kutlamak için. Çay kenarında çıralar yakıldı, kopuzlar çalındı, toylar vurulup, törenler kurulup, ölenler verildi. O günden sonra, Türk Ulusuna toy dü ğün var.

197

Bir daha, uğursuzluk gelmesin diye, toy dü ğün olurken, Çaydaçıralar yakılır, kur unlar sıkılır, somatlar çekilir oldu… Gelenek, böyle kalmı … Bo ğo Tekin’in u ğru, Harput’un ba ğrı içinde sürüp giden, unutulmaz bir yır ve nur adeti imdi… Çaydaçıra yanıyor, Ayda yılda tanıyor. Yava yürü, usul bas, Engeller uyanıyor, Tekin yar, tekin yar, Tekin delsin tekin, yar. Alemi çüt yaratmı , Senin nerd tekin yar?! Harput’ta Çayda Çıra Harput ve çevresinde Çaydaçıra, mitolojiye çok uygunluk gösterir. Çünkü, Çaydaçıra, özel olarak dü ğünlerin sembolik oyunudur. Burada dü ğünler, bahar ve güz kollanarak, bahçelerde yapılır hep. Dü ğün töreninin kutlandı ğı yer de, çay kenarları, havuz ba larıdır. Eskiden dü ğünevinin bahçe kapısına, kar ılıklı iki bo teneke konularak, bunların içine kül doldurulup, gazya ğı dökülürdü. Ağaç dallarına da “kırıstik” denilen, muma batırılmı pamuk ipli ği parçaları yapı tırılıp, karanlık çökünce tutu turularak, enlik yapılırdı. Bu gibi dü ğünlerin dünkü ahitleri, hâlâ hayattalar (Fikret Memi oğlu, nr. 32, s. 13). Gelin veya güveyi, davetlilere çıkarılmak için gezdirilirken sa ğdıclarıyle gelen güveyi ve geline, önce giden arkada ları yol açar; arkadan gelenler de, iki sıra halinde Çaydaçıralarla, onları takip ederler. Misafirlerin toplandı ğı yere kadar, getirilip a ğırlananların erefine, önce Çaydaçıra, sonrada di ğer oyunlar oynanır. Çaydaçıranın dü ğünlerde oynanı ı, çok dikkat çekici… Çünkü Destanda oldu ğu gibi, neslin türemesi ve ço ğalması için, bir u ğur sayılıyor. Uğur getirsin diye gelinin ve güveyinin oyuna kaldırılması da bundan olmalı… Çaydaçıranın, bugün bütün Türkiye’ye yayılmı olsa bile, dün yalnız Harput’a has bir oyun olu u, sebebsiz de ğil. Çaydaçıra gibi, Türkiye’nin hiçbir yerinde oynanmıyan, Harput’a has böyle birkaç oyun daha vardır: Đsfihan, eve kırma, Sipahi gibi… Bu oyunların yalnız Harput’da oynanı ının nedeni, Harput’un çok sarp bir kayalık üstünde kurulmu , zorla alınması imkansız bir ehir olu undan… Hep gelip geçenin vurup kıramadı ğı yer, folklorik ve kültürel varlı ğını, dirli ği ile saklar tabii… Harput’u; Cengiz, Timur, I. A. Kaykubat, hatta Yavuz bile zorla alamamı . Ancak “eman” ile, yani içindekilerin canına ve malına dokunmamak kaydıyla, zaptedebilmi lerdir. Đ te bu yalçın kalenin, güç zaptedili i, içine girilse bile, emanla girili i, Orta Asya’dan kalma geleneklerin, saklanmasına ve ya atılmasına sebep olmu tur. Okadar ki, folklor sözlü ğünde, tâ Kâ garlı Mahmud’un Divanındaki sözcüklerden bir ço ğu var. Bu günün dü ğün töreniyle, dünün mitolojisi arasındaki ba ğlantı, hiç yadırganmamalıdır. Çünkü Türk mitolojisi, Đran’a ve Çin’e kadar yaygın bulunuyor. Çevremizde bir köyün adı “Hun”, bir köyün adı “O ğuzlar”, di ğer bir köyün adı da “Vaskopvan”dır. Mazgirt, Vasgirt Mengüç gibi köy ve kasaba isimleri de ayrıca var.

198

Sırası gelmi ken içimiz burkularak söylüyelim: Mazgirt hâriç, bu köy adları, Türkçe de ğil diye (!) de ğitirilmi , yerine uydurma adlar konulmu tur. Vah Türkün tarihini bilmiyen Türklere… Halbuki, “Hun” en eski atalarımızın adı, “O ğuzlar” da öyle… “Vaskovan”, Turandan gelen Hurilerin hükümet merkezinin adı. Đ te bunlar, Türkçe de ğil diye de ğitirilmi ! Acaba nece imi ?! Biz yine konumuza dönelim: Iık, Altın I ık, Türk mitolojisine göre, Tanrı nurudur. Kut Da ğı da, bu ı ığın indi ği da ğ… Türkologların dedi ğine göre, “Kut” yaygın bir ı ığın kavramıdır. Kut; dü tü ğü yeri ve eyi kutlar, kutsalla tırır. Kutta ı yatta ı ye im ta ı, bu ı ığın parlattı ğı ta . Yani bir feti , kutlu bir cisimdir. Bu ta , hayrın ve u ğrun sembolu sayılır. Ye im ta ı, bu kutlulu ğu, altını ıkdan, Tanrının aksinden almı demek… “Kutlu gün, do ğuundan bellidir” sözü de, bu inanı ın deyimi. “Rabbi felak” gibi, Tanrı sözü de, tan’ın, afakların, aydınlıkların ilâhı, anlamındadır. Tanımak da bu kökden gelse gerek (Fikret Memi oğlu, nr. 32, s. 13- 14). “Çaydaçıra” teriminin kayna ğını kesin olarak bulamıyoruz. Ancak, Destanda geçti ği üzere, yakın zamanlara kadar, çevremizde bile havuz ba larında, çay kenarlarında dü ğün töreni yapılırdı. Çay göleklerinde, havuz içlerinde, yakılmı mumlar dikili tepsiler yüzdürülerek, kar ıdan kar ıya içki ve meze ikram edilmesi, bu geleneklerden kalsa gerek. Figür bakımından basit bir oyun olan Çaydaçıra, ekil yönünden, mum yakılan tabaklarla oynandı ğı için, çok dikkat çekici… Bu öneminden olacak, Edirne’den, Van’a kadar, yaygın bir ı ık olan kut gibi, yurdun dört buca ğına yayılıvermi . Hele bestesi, hiç eskimiyen, dinlendikçe tazelenen ebedi na ğmelerle örgülü… Bu na ğmeler, Uluslararası festivalde, Đngiltere’nin Langolin kasabasına gelen, binlerce Avrupalıyı tempo tutmaya sevketmi tir. Bu sevk, Çaydaçıra’nın, dü ğün havasının, evkinden ve zevkinden üphesiz… Bilmem bu tempo tutu un önemini belirtebiliyor muyum? Çaydaçıra’nın melodisi alaturka bir medoli; Langolın seyircileri, alafranga müzikle yu ğrulmu insanlar. Bir birine taban tabana zıd iki unsur. Buna ra ğmen, bu alaturka melodinin, o alafranga kulaklara dolarak, dinliyenleri ritmik tempoya sürü ü, nasıl ve neden? Bu sorunun tek cevabı: Çaydaçıra melodisinin, dinliyeni, dinlemiyeni, bileni, bilmiyeni, dostu, dü manı çarparak büyüleyi kudretidir. Çaydaçıra mı geldi? Yara sıra mı geldi? Sunam ki gördüm seni, Kurban bayramı geldi (Fikret Memi oğlu, nr. 32, s. 14-15). 1. 2. 4. Türk Destanları ve Halk Hikâyeleri Giri : Yıllar var ki halk edebiyatı çalı maları durgun ve kısır bir ortamda bulunmaktadır. Nedeni ise, alanın yayın sahalarından uzak kalı ında ve bu konuya kütlenin ilgisizli ğindedir. Halk topra ğını yalın ayak çi ğneyenlerin ara sıra bir saman alevini hatırlatan içten e ğilmeleri de kendilerinden daha önce gelerek ellerindeki birkaç cönke güvenen halk edebiyatı isim yapanlarının kayıtsızlı ğıyla sönüp gitmi tir. Bu gerçek de ğerler, ara sıra görüntülerini gerçe ğe vurdukları anda da

199 kütlede halk edebi yatına ilgi artmı fakat alana emek verenler azalmı tır. Çılgınca bir hız içinde geli en bir hayat, de ğien bir sosyal düzen içerisindeyiz. Her geçen gün bu asil ulusun kültüründen, sanatından, hayatından çok eyi alıp götürüyor. Günlük çabanın yön de ğitiri i, ekonomik kaçınılmazlıklar bu ulusu eski ya ayı ından, sanatından, anılarından sözün kısası sözlü kültür varlıklarından, hazinelerinden çekip uzakla tırıyor. Geçmi le olan ba ğlarımız her gün biraz daha fazla ve sertçe kopmaktadır. Bizde geçmi imizden çekinilmez ve kaçınılmaz zaruretlerin sonucu di ğer uluslar gibi ayrılıyoruz, uzakla ıyoruz. Onların yıllarca önce yaptıklarını çok kısa bir süre içinde yapmak ve sözlü halk kültürümüzü yitip gitmekten kurtararak derlemek zorundayız. Yoksa yarın çok geç, kaybımız çok acı ve çok büyük olacaktır. Ulusların köklü ve güçlü olduklarını ileri sürmeleri için bugünkü deyimiyle sa ğlam bir geçmi e kayıtlı olmaları gerekir. Folklor kelimesinin edebi söylentilere karı tı ğı günden beri her ulus kendi folklorunun gücü ile geçmi teki medeni durumunu savunmu tur. Öyle ki folklor, bütün batı ülkelerinde tarihle ba a görü ecek kadar önem kazanmı tır. Ulusların tarih sahnelerinde durumları, önemleri tarihe yön verecek de ğerdeki çabaları, yazılı kayıtlara ve bu yüzden tarih’e ba ğlanmı durumdadır. Amma her ulusun inanı ı, anıları, gelenekleri tarih kayıtlarına girmez Sözlü kültür hazineleri dedi ğimiz bu de ğerler ulusun güçlü olup olmadı ğını gösteren di ğer tanıklardır, belgelerdir. Öyle ise tarih esasen kayıtlı oldu ğuna göre folkloru da hiç olmazsa yitip gitmekten kurtarmak gerekir. biz bu alanda çok geriyiz. Bugün bir ulus çabası olmak, o uuru kazanmak sevdası içinde çete sava ları yaparak Irak’ı bo u bo una u ğra tıranların bir MEMO-ZEYN destanları var da, bugün üç yüz seneyi a mayan bir geçmi le kayna ğı yalnız bir ormandan ibaret olan Rusların bir ĐGOR destanları var da biz niçin yıllarca Battal Gazilere ve Köro ğlu’larına sırt çevirmi iz. Bunlar yarın daha acı bir ekilde yüre ğimize gelip çöreklenecek olan sorunlardır. Yarın daha çok acı çekmekten kurtulmak istiyorsak imdiden bütün gücümüzle çalı mamız ve halk edebiyatımızı yalnız ta basması birkaç eserin içinden kurtarmamız gerekir. Sözlü Halk Edebiyatı: Her ulusun kendi edebiyatına ait ortaya çıkardı ğı ilk meyveler destanlarıdır. Destan sözünü dilde üç anlam kar ılı ğı olarak kullanıyoruz. 1- Epope, 2- Les Gends, 3- Saz iirinde öz’l bir ekil. Epope bir ulusun tarihten önceki devrelerde yeti tirdi ği kahraman ki ilerin ve bu kahramanların davranı larıyla dolu do ğa üstü ve yer yer efsanevi motiflerle süslü bir edebi ekildir. Les Gends ise konusu olan kahramanları ve onların olaylarını tamamen tarihten alır. Destan sözünün üçüncü anlamı ise bu günkü konular içersinde de ğildir… (Nijad Birdo ğan, nr. 10, s. 6). Epopelerde kahramanlara ya yabancı uluslarla veya tanrıların kendileri için yaptıkları kaderle bo ğuurken rastlanılır. Bunlar her milletin tarihine esas kaynaktır. Bunlar üç ekilde tespit edilirler. 1. Son devirlerde yeti mi ve destan devrinin heyecanlarını nefsinde duymu bir sanatkâr milletinin epik hazinelerini sanat eserine tahvil edebilir. Fidervsi, ehnameyi böylece meydana getirmi tir. 2. Destan hemen destani ruh hallerinin ya anmakta oldu ğu bir zaman edebiyatın yazılı alanına geçmi tir.

200

3. Son zamanların bir derleyicisi halkın arasında dola arak halkın gelene ğinde ya amakta olan kahramanlık ne idelerini oldu ğu gibi zapt eder. Aynı ekilde bir ozanın eski kahramanlık kalıntılarını geleneklerden alıp düzeltmesi ve yeniden canlandırması da mümkündür. Destanlar, millet dehasının ve toplum vicdanının eserleridir. Babadan o ğla, kulaktan kula ğa, ku aktan ku ağa, huduttan hududa geçerler. Her dola tı ğı yerden, tanıdı ğı her devirden yeni yeni motifler alır. Eski bir kahramanın olayları yeni bir kahramana mal edilir. Yeni kahramanın çırpını larıyla süslenir. öyle ki ilkinden daha tatlı bir durum kazanır. Destanlar ortaya çıktıkları devrede çevrelerine göre bir takım bölümlere ayrılırlar. Đslamiyetten önceki Türk edebiyatının destan daireleri unlardır. 1. Eski Türk Destanları 2. Kök-Türk destanları, 3. Dokuz o ğuz-Onuygur destanları Bütün Türk destanların öncesinde Dünyanın ve insanların yaratılı ı hakkında bir kozmogoni varlı ğını ekliyelim. Buna yaratılı kozmogonisi denir. (Bütün varlıkların yaratıcısı Tanrı Kahraman, kendisine arkada olarak ki iyi yaratmı tır. Fakat sonuçta ki inin fena bir ruha sahip oldu ğu görülünce Kahraman ki iyi cezalandırmı ve ki i Yerlik Han olmu tur). Ki i bu destanda fena dü üncelerinden dolayı üstün imkanlarını kaybetmi tir. Destana göre dünya iyilerin yanı sıra fena ruhları da ta ır. Bütün insanlar aynı ırktan de ğildir. Tanrı Kara Han, fena ruhları cezalandırır. Eski Türk Destanları Burada Sakalar ve Hunlara ait destanlardan söz edelim. Alp Er Tunga Destanı: Orkun anıtlarına Alp Er Tunga adına tertiplenen bir yas töreninden söz edilmektedir. Ayrıca Uygurlardan kalan eserler bir hafriyat sırasında incelenirken Alp Er Tunganın bir tapınak duvarında kanlı resmi görülmü tür. Yusuf Has Hacip ve Ka garlı Mahmut, eserlerinde Alp Er Tunganın Đran destanında (ehname) Efrasiyap olarak kaydedilmi , bulunan kahraman oldu ğunu söylerler. Mo ğol tarihçisi Cüveyni, Tarih-i Cihankü a adlı eserinde Tuki Yu’ların hükümdar ailesinin Efrasiyab’dan gelmi olduklarını söyler. Tarihçi Mesudi, Milâdi 7. yüzyılda Uygarların hükümdar ailesini yine Efrasiyab’a ba ğladıklarını söyler. Efrasiyab, milâttan önce 624 yılında Sakalarla Đran’lılar arasındaki bir harpte Đran’lıların hile ile öldürdükleri bir Türk kahramanının adıdır. Çe itli Türk boylarının kendilerini ona ba ğlayacak kadar sevdikleri ve benimsedikleri Alp Er Tunganın menkıbesinden ne yazık ki bize gelen ve kalan eser yoktur. ancak Divan-ı Lugat-it Türk’de Alp Er Tunga adına yakılmı bir a ğıt-Saguya rastlıyoruz ki bunun XI. Yüzyıla kadar çe itli Türk Boyları arasında gelenekte ya amı oldu ğunu söyleyebiliriz. u destanı: u, bir hükümdar ve bir kalenin adıdır. Makedonyalı Đskenderin bütün Asya’yı hedef tutan akınları sırasında hükümdar u’nun aldı ğı tedbirlerden ve istilâ önündeki göçünden bahseder. M. Ö. 330-327 yılları arasına rastlayan bu olayda bazı Türk Boylarının yerlerini terk ettiklerini bazılarının da istilânın geçici oldu ğunu tahmin ederek yurtlarını bırakmadıklarını gösterir (Nijad Birdo ğan, nr. 10, s. 6-7). Hunlara Ait Destanlar Oğuz Ka ğan Destanı: Bu destanın bize kadar gelmi iki ekli vardır. biri Đslâmın öncesine di ğeri sonrasına dayanır. Aslı Pariste Bibliotheque nationale de bulunan destan Uygur yazmasıdır. Radloff’dan Bangy ve sonra da Re it Rahmeti Arat tarafından

201 yayınlanmı tır. Oğuz Ka ğan destanı Türklerin do ğuda Kadırgan da ğlarından Rusya içerlerine, Đran’a kadar uzanan geni alanlar içerisinde bir imparatorluk kurduklarını anlatmaktadır. Bu destan yoluyla Saklap, Karluk, Kıpçak, Kalgı boylarının adlanmasını görüyoruz. Bu destan demir, gümü altın gibi madenlerin Türklerce daha destan devirlerinde bilindi ğini göstermektedir. Gene Türkler Attan ba ka sal ve ka ğnı gibi vasıtaları da bilerek sefer hayatı ya amaktadırlar. Destandaki O ğuz Ka ğan Tarih kitaplarının Mete dedi ği Hun hükümdarıdır. Ayrıca O ğuz Destanı sayesinde Türklerin üç ok ve bozok kollarının da ayrılı ö ğrenilmektedir. Oğuz Ka ğan Destanındaki ba lıca motifler, bozkurt, ııktan ve ağaçların içinden kızların do ğması, su, aksaçlı ihtiyar v. s, dir. Kök-Türk Destanları: Bu destanlarda önemli üç parça ya amaktadır. Bu parçaların birincisi Ergenekon adını ta ır. Ötügen da ğları ete ğinde Türklerin ço ğaldı ğını ve bu alana sı ğmayınca bir demir da ğa 70 yerden körük vurup da ğı erittiklerini anlatır. Türkler Ergenekon’a girerken Böri-Teçene adlı bir kurt onlara yol göstermitir. Rehber, çıkı ta da aynidir. Đkinci parçaya göre Türkler Çinlilerle yapılan bir sava ta nesilleri bitecek duruma gelmi lerdir. Bu defa da A-hi-yen-i denilen bir kurttan ço ğalmı lardır. Üçüncü parçaya göre Türkler Batıda büyük bir sava geçirmi lerdir. Bu sava ta hemen hepsi ölmü tür. Yalınız kolları ve ayakları kesik bir delikanlı artık zarar gelmez diye bir bataklı ğın ötesine bırakılmı ve sonra Onu da öldürmek üzere geldiklerinde bir di i kurtla beraber görmü lerdir. Kurttan çekinmi dokunmamı lar kurt da delikanlının yaralarına bakarak onu bir ma ğaraya götürmü ve orada evlenmi lerdir. Türkler bu kurtla delikanlıdan gelmi lerdir. Dokuz-Oğuz-On Uygur Destanları: Dokuz-Oğuz-On-Uygur destanları üç parçadan te ekkül eder. Bunlar Türeyi , Mani dininin kabulü ve Göç parçalarıdır. Birinci parçaya göre bir Türk hükümdarının iki güzel kızı vardır. Hükümdar kızlarını bir kuleye kapatmı ve kendilerinin ancak tanrılarla evlendirilece ğini söylemi tir. Hergün bu olayın olması için tanrılara yakaran Hükümdarın kulesinin dibine bir gün iki kurt gelir. Kızlar da bu kurtları tanrı zannederek onlarla evlenirler. Onların soyundan dokuz O ğuz-On Uygurlar türerler. Đkinci parça Uygur Hükümdarı Bö ğü Ka ğan zamanında Uygurların Mani dinini kabul etmelerini anlatır. Bö ğü Ka ğan Manihaist rahipleri memleketine ça ğırmı onları Budist rahiplerle münaka a ve münazara ettirmi , neticede yeni dini kabul etmi tir. Üçüncü parça Türklerin ittihat bakımından efsanevi sembolü olan kutlu Yada ta ını, Hükümdarın ahsi bir a k u ğruna Çinlilere vermek için parçalanmasına müsaade etmesinin hazin sonuçlarını anlatır. Yada ta ı parçalanıp arabalara yüklendikten sonra Uygaristandaki bütün hayvanların dile gelerek göç göç diye çı ğrı malarını nakleder. Uygurlar bunun üzerine göç ederler. (840 yılında bir kıtlık yüzünden Uygurlar göç ederek ba ka sahalarda BE BALIK tesis eylemi lerdir). Türk destanlarının sözlü de olsa bize kadar geli i ancak Đslâm ve Çin kaynaklarınca mümkün olmu tur. Miladi 9 ve 10 asırlara ait destanların elimizde olanları da bugünkü dile uymayı ındandır. Destanlar bir Ulusun din, fazilet ve bilhassa kahramanlık olaylarının manzum hikâyeleridir. Bizim bir destan derleyi ine

202 gitmeyi imizi, gidemeyiimizi belki de devamlı destan ve harp hali ya amamızla ba ğda tırabiliriz. Yalnız harp halinin dı ındaki konuları ele alan destanlarda bile derleme yapamayı ımızı ho göremeyiz (Nijad Birdo ğan, nr. 10, s. 7-8). Đnsanların ilk ça ğlardaki tabiat olaylarını bizler gibi kar ılayacakları bir gerçektir. Onlara göre Gök gürlemesi, Tanrının hiddetidir. Yıldırımlar Tanrının cezasıdır. Yerlik Hanın üzerine gönderdi ği silahlardır. Ya ğmur ve tufan tamamıyla insan kuruntusunun yarattı ğı ilâhi eller tarafından yaratılan birer felâkettir. Güne Tanrıdır. Đnsanlar bir bozkurttan türemi lerdir. O insanların arasında bulunup da ate yakan, canavar öldüren kimseler elbetteki normal insanlardan daha farklı, Tanrı gücüne yakın güçlüdürler. Bu bakımdan Türk destanlarını Yunanlılarınki ile kıyaslayabiliriz. Her iki Ulusunda destanlarında anamotif olan Tanrı (Gök Tanrı- Zeus veya Kronos) Yunanlılarda insanları sevmez. Zeus, insanlarla devamlı u ğra halindedir. Ail için, Hektor için Tanrının yardımını göremezsiniz, Zeus, insanlara ate i verdi diye Promethe’yi cezalandıracaktır. Oysaki Türklerin tanrısı insanlara daima iyi haller getirmi ve bilhassa mükafatlandırıcı olmu tur. Destanların Do ğuu, Yayılı ı Dede Korkut’a Geçi i: Meraklı vakalar anlatmak ve ö ğrenmek insanların en önüne geçilmez ihtiyaçlarından biridir. Destan devirlerinden türlü yokluklar içinde ba arı gösteren kahramanların hayatlarını anlatmak, tabiat olaylarına ait insanların zihinlerinde beliren soruları cevaplandırmak veya onlara bilmedikleri eyleri biraz da mübalağa yaparak anlatmak insanların arasındaki kam, baskı, ozan dedi ğimiz ruhen zengin ki ilerin harcıdır. Bu ozanlar, yukarda nedenlerini saydı ğımız olayları anlatan ve öven iirler söyletince bunlar da yayılıp asırlarca devam eden destan gelene ğini ortaya koydular. Destan olaylarına Allahlar, melekler, cinler, eytanlar, devler gibi bir takım masal unsurları katılır. Onları iirin ve yaratıcı muhayyilenin en hareketli unsuru yapar. Gene bu olaylar sonraları destandan ho lanan ozanlar tarafından benimsenince o ozanlar halk arasındaki ufak söylentileri toplayıp yeniden yazdılar. Firdevsi ve Homer bunlardandır. Đkinci tip destanlar olan Les Gendes ler tarih olayları devam etti ği müddetçe sürecektir. Ulusların tarihte rastlanılan kahramanlıklarının destan ciddiyeti ve destan övüncü içerisinde anlatımıdır. Bu destanlar genel olarak bir ulusun iir anlayı ını gösterir. Đnsano ğlu sevdi ğini be ğendi ğini hayran oldu ğunu alelâde kelimelerle ifade eden zevk almayarak süs ve bezek yapma yoluna gidince destan do ğacak, Destanın herhangi bir bölümü de epik iir olacaktır (Nijad Birdo ğan, nr. 10, s. 8-9). Türklerin Orta Asya ya ayı larını bitiripte milâdi 11, 12 ve 13 yüzyılda önasyaya do ğru yürüyü leri maalesef geni olarak elimizde de ğildir. Yalnız Anadolu Selçukilerinin destan edebiyatına sahip olduklarını biliyoruz. Fuat Köprülü, Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar adlı eserinde Đbn Bibi’den nakle (Selçuklular bir sava ı kazanınca Ozanlar kobuz çalarak Elfaz-ı gara birle hikâye ettiler) demi tir. Bu ozanlar eski destanları da söylermi . Demek ki Orta Asya’dan sürüp gelen destan ve destan söyleme geleneği bu suretle Anadolu’ya ayak atmı oluyor. Yalnız dikkati çeken bir husus varsa söylenen demelerin hepsi epik konularda olmaktadır. Gerçekten bu yüzyıla yani 12 ve 13 yüzyıllara kadar ulusumuzun devamlı akıp göç ve savunma yapa yapa büyümesi yüzünden gerek ozanlar gerek dinleyenler ba ka konulara ilgi sarmamı lardır. Esasen ulusların olsun fertlerin olsun ruhiyatında tabiatın di ğer konularına ilgi göstermek

203 ancak daha rahat ve zevklendirici dekorlar sayesinde mümkün olur. Yahut da ayni epik konuları dinlemek ki iyi bıktırınca gönül mecburen ba ka konular arar. Türklerin önasyaya geli lerini de bu ekle ba ğlamak gerekir. Bu yüzyıllardan elimizde kalan hikâyeler Dede Korkut Hikâyeleri adı altında bize intikal etmi tir. Dede Korkut Hikâyeleri Akkoyunlular devletinin ya adı ğı zamanlardan ve yerlerden bize gelmektedir. Bugünkü Artvin dolaylarında derlenen bu hikâyelerde görülen özel motifler ve karakterlere göz atalım. Dede Korkut Hikâyeleri epik anlamlar ta ımaktadır. Bunların hepsinde ya dı kom ularla olan u ğra lar veya tabiatın insan o ğullarına musallat etti ği güçlerle olan uğra lar vardır. Bunlar azgın deve, bo ğa veya buna benzer dizgine gelmeyen yaratıklardır. Bu yönden hikâyelerin destan devrinin etkisinde kaldı ğı görülmektedir. Hikâyelerde ana konular nesir halindedir. Ara yerde söylemelerde nazım haline girmi ekiller hikâyelerin artık tam anlamıyla destan sayılamayacağını gösterir. Hikâyelerin konularını tamamen bu asırdan aldı ğı iddia edilemez. Đsimlerin veya konuların çok eskiden cereyan etti ği fakat Dede Korkut adında veya ba ka adda bir ozanın bunları ele alarak yeniden i ledi ği ve topladı ğı akla en yakın gelen ihtimaldir. 13 veya 12 hikâyeden ibaret bu söylentilerde ana o ğul, iki yavuklu, baba o ğul, büyük küçük, evli evsiz, çocuklu çocuksuz söylemeleri münasebetleri ve farkları belirtilir. Dede Korkut herkesin saygı besledi ği bir alpozandır. Bilhassa ad koyma törenlerinde görülen her hikâyenin sonunda ortaya çıkan bu ki i gayet tecrübeli bir ki idir. (Adını ben verdim ya ını Tanrı versin) özel sözüdür. Dede Korkut hikâyelerini artık konusunu tabiatın di ğer konularına da yer veren Türk Halk Hikâyelerinin ba langıcı sayabiliriz. Gerçekten saz çalma, Hızıra yer verme, Sevme sevilme di ğer hikâyelerimizde de görülen motiflerdir. Artık bu tarihten sonra Türk halk ozanlarında Dede Korkut Hikâyeleri eklinde hikâyeler söylemenin âdet olaca ğı belirmektedir. Nitekim Dede Korkut hikâyelerin yayıldı ğı yerlerden Kars, Artvin, Erzurum üçgeninden di ğer halk hikâyeleri de yayılmı tır. Bunu hem Dede Korkut’un etkisine vermek, hem de bu yörenin edebiyatta daha geni görü lü ve çabuk etkilenen Azeri lehçesinin hâkim ola geldi ği çevrelere vermek lâzımdır. Gerçekten Fars halk Hikâyeleri konu olarak Azeri a ğızlarına tamamen girmi tir. Anadolu lehçesinin aksine olarak 16 yüzyıldan beri halk ozanlarına geni çapta yer veren bunların yanı sıra da yeti tirdi ği divan airlerine genel olarak mutlak surette birer hamse yazdıran Azeri edebiyatında elbette ki halk hikâyeleri yazma ve deme gelene ği daha erken ba layacak ve daha çabuk geli ecektir. Bu halk hikâyeleri arzu eden ozanın ve toplulu ğun ruh haline göre konularını bulur i ler (Nijad Birdo ğan, nr. 10, s. 9-10). Halk Hikâyecili ği bizde Pertev Naili Boratav, ükrü Murat Elçin, Murat Uraz, Eflâtun Cem Güney, Ali Rıza Yalkın, Fahrettin Kırzıo ğlu, Fuat Köprülü, Ali Saraço ğlu, Vehbi Cem A kun tarafından zaman zaman ele alınmı adını zikretti ğimiz ki ilerden Fuat Köprülü, ükrü Elçin ve bilhassa Pertev Naili Boratav bunların kaynak ve karakterleri üzerinde durmu lardır. Di ğerleri derleme alanlarını daha fazla tercih etmi lerdir. Yabancı Türkolo ğlardan Semenof, Hazai, Spies ise genel karakterler ve tarihçe ile kom u halk hikâyeleriyle mukayese yapmı lardır. Türk Halk Hikâyeleri ortaya çıkı ından bugüne kadar çe itli sınıflandırmalara tabi tutulmu tur. Halk Hikâyelerimizi masallarla kar ıla tırırken çe itli din ve uluslara ait mitolojilerden konu aldı ğını söyleyelim. Halk Hikâyelerimiz söyleyenleri belli oldu ğu için masalın hâkim karakteri olan ola ğanüstülüklere pek ra ğbet etmedi ği

204 için, sevgiyi ana tem aldı ğı için masal de ğildir. Halk hikâyelerimiz konularına göre, uzunluk kısalı ğına göre, yazarının belli olup olmayı ına göre sınıflandırılır. Konularına Göre Halk Hikâyeleri: Mitolojilerden konu alanlar: (Erzurumlu Hoca Fenayi’nin o ğlu Mahzuni) Masallardan konu alanlar: (Hezaran Bülbül masalından Köro ğlu’nun Koca Bey Kolu) Tarihten Konu alanlar: (Hazreti Ali’nin, Battal Gazi’nin cenkleri) Eski Hikâyelerden konu alanlar: ( ah Đsmail hikâyesinden Cihan Abdullah) Bir olaydan Mülhem olanlar: ( enlik’in Salman Be ğ na ğılı) Ekıya maceraları: (Kaçak Nebi, Köro ğlu hikâyeleri) Ya amı Ozanları konu alanlar: (Emrah, Kerem, Sümman) Uzunluk Kısalıklarına Göre Halk Hikâyeleri: Büyük Hikâyeler: (Bunlara örnek Kerem, Emrah ve A ık Garibi gösterebiliriz. Bu hikâyelerde iyi bir hikâye nesrinin yanı sıra çok kuvvetli bir iir tekni ğine rastlanır. Olay uygundur iyi bir plânı vardır. Denebilir ki romana bir giri olarak ele alınabilir). Düzme Küçük Hikâyeler: (Bazı ozanların tasnif ettikleri iir ve nesir karı ımı hikâyeler. Bunlar di ğer halk hikâyelerinin yanı sıra ikinci plânda kalır. Bu hikâyelerde de musanniflerinin genel karakteri ve iir gücü açıkca belirir. enli ğin Salman Be ğ na ğılı, Dede Kasımın Cihan Abdullah Na ğılı vb). Musanniflerinin Belli Olup Olmadı ğına Göre Halk Hikâyeleri: (Bu sa ğlam bir tasnif ekli de ğildir. Muhakkak ki her hikâyenin bir musannifi olmak lâzım gelir. Yalnız bunlar bazı iirlerimiz gibi tarihin ve zamanın sisli görünürleri arasında kaybolmu lardır. Biz kaybolanlara veya bilinenlere göre ikiye ayırmak istemi tik). Halk Hikâyelerimizde Ortak Motifler 1- Saz Motifi: Her halk hikâyesinde adı geçen ozanın saz çalması gerekir. ozan sazını ya içti ği badeden veya gördü ğü rüyadan sonra ilâhi bir kudretle ö ğrenmi tir. Veya ustadan alı mı tır. Rüyadan sonra ayılmayan halk ozanlarından bazılarını saz göstererek ayıltırlar. Kızlardan saz çalanlar oldu ğu gibi yalnız deme gücü olanlar veya saz yerine örgülerinden birini eline alıp söyleyenler olmaktadır. (Aık, Garip, Kurbani, Tufarganlı Abbas, Melik ah, Ferhat, Hur it, Narvız, Ye ğen Mehmet P ). 2- Çocuksuz Padi ah Motifi: Halk Hikâyelerinin ço ğunda padi ahların çocu ğu olmaz. Hızır’ın yardımıyla olan bu çocuk serüvenini ya ar. (Kerem ile Aslı, Bayböre, ah Đsmail, Tatar Mirza, Gül ile Sitemkâr, Ali Han). 3- Rüya ve Bade Motifi: Yukarda saz bahsinde dokundu ğumuz rüya her halk ozanının hatta hikâyelerle ili iği olmayan ozanların bile iire ba lama sebepleridir. Hikâyelere girenlerde üç çe it bade vardır. Ak badesi, erlik badesi ve pirlik badesi. Bunlardan a k badesini içenler hak â ığı pirlik ve erlik badesini içenler halk â ığı olurlar. Hak â ıklarının kavu maları yoktur. Bazen da bade yerine sevgilinin yüzünü gösterme ve bile ğe bir halka takma vardır. (Aık Garip, Emrah ile Selvi, Kubani, ah Đsmail, Elif ile Mahmut) (Nijad Birdo ğan, nr. 10, s. 10-11). 4- Elma Motifi: Hikâyelerde çocu ğu olmayanlara dervi elma verir. iir edebiyatının esaslı bir unsuru olan elmayı 9. asır ozanlarından Huzai i ledikten sonra (Ali, Zülfikâr ve Düldül bir elmadan yaratılmı tır) der.

205

iiler Düldül’ün babasız bir esterden do ğdu ğuna o esterin Cennetten gelen bir elmanın kabuklarını yedi ğine inanırlar. iilerce elma tarikat ilminin sembolü ve semeresidir. 5- Hızır ve Dervi Motifi: Dervi veya Hızır a ağı yukarı her hikâyemizi doldurur. Gerek çocuk olması için gerek kolay kahramanına yardım etmesi için Hızır’ın ortaya çıktı ğı görülür. (Kerem, Aık Garip, Dede Korkuta Bo ğaç Han, ah Đsmail vs) 6- ah Abbas Motifi: 1557-1626 yılları arasında ya ayan Đran hükümdarı ah Abbas her nedense a ağı yukarı bütün do ğu Anadolu hikâyelerinde yer alır. Bunun saza ve söze ilginç oldu ğu bir gerçektir. Her hikâyede ah Abbas iyilik seven ve koruyan ki idir. (Bilhassa Emrah ile Selvi hikâyesi). Halk Hikâyelerinin Bugünkü Durumu: Halk Hikâyelerimiz bugün hâlâ Kars Erzurum ve Artvin üçgeninde söylenmektedir. Buralarda ya ayan do ğuu olan veya olmayan her ozan Ramazan veya uzun kı gecelerinde bu halk hikâyelerini geceler süren bir gayretle ya atmaktadır. Sazla iir kısımlarını nesirle hikâyenin akı ını dile getiren bu ozanlar kendilerine has mimik ve jestlerle veya hikâye anlatımına has geleneklere uyarak çalı ırlar. Hâlâ o yörede Posoflu Müdami, Sosgertli Hicrani gibi ozanların hikâye tasnif ettiklerine rastlanmaktadır. Türk ruhunun zengin ve asil meyvelerini yiyip gitmekten bugüne kadar koruyan bu ozanların dillerindekini alıp derlemek gecikti ği müddetçe yarın çok geç ve kayıplar çok acı olacaktır (Nijad Birdo ğan, nr. 10, s. 11-12). 1. 2. 5. Kıssadan Hisse Baba Ö ğüdü Yine eskilerin anlattı ğı bir fıkradır bu. Bir velinin o ğluna son ö ğüdü… Mum dibine ı ık vermez derler. Çevresine ı ık saçan bir veli, her halde kendi kendine dünyayı dinlesin anlasın diye, oğlunu terbiyede pek kayıtsızmı . Delikanlılık ça ğına gelen evlât, dizgin istiyen at gibi, kula ğı babasının duda ğında, fakat ne kendi bir ey sorabiliyor, ne de o bir ey söylüyor. Aralarında sevgi ve duyguyla yu ğrulan bir saygının oldu ğu da sezilmiyor de ğil… Bu büyük veli, bir gün yata ğa dü er. Günden güne eriyor. Ondan feyiz alanlar, kaygu ve korku içinde hep. Oğlu da hizmetinde kusur etmez. Hastasının soluk dudaklarından, kendisi için bir eyler dinlemek arzusuyla dolu. Fakat gülümsemesi eksilmiyen bir doluk dudaklar, ona hiçbir ey fısıldamıyor. Oğlundan bir bardak su istiyen baba; - Son menzil yakla tı, gel otur biraz konu alım o ğul! Diyerek, onu ba ucuna ça ğırır. Kapalı kutu açılacakmı gibi dikkat kesilen delikanlının kula ğı babasında: - Sana pek bir ey bırakamadım evlâdım! En büyük mirasım, bu vasiyetim olacak sana… Çünkü benden sonra bu oca ğı sen tüttüreceksin. Kim ne derse desin, arzularına dizgin vurma! Gençsin, dinçsin, istedi ğini yap. Ba ına sıçrayacak kan, gezdirip tozduracak seni… Yalnız kumarı, ba kumarbazla oyna!. . Đçkiyi afak vakti iç!. Hovardalı ğa da o mahmurluk içinde git!. Seher vakti, sihir vaktidir çünkü… Dediklerimi böylece yaptıktan sonra, her köyde bir ev yapma ğa bak!. . Đ te sana son ö ğütlerim bunlardır. Allah yardımcın olsun artık…

206

Herkese, do ğru yol gösteren, ona böyle mi yol gösterecekti. Babasının son sözlerini dinliyen delikanlı, akınlık içinde… Dalar dü ünür, dü ünür dalar. Herkesin önünde diz çöktü ğü ihtiyar babasını, sorup yormaya cür’et edemez. Ya ıyla ba ıyla çeki e dursun o; bugün hasta da, bir gün ansızın sönüverir. Ardında ba döndürücü derin bir bo luk bırakarak… Ahbâbı, evlâdı içine çeken bir bo luk bu. Zaman denilen kalın perde yine yava yava bu bo lu ğu da örter. Eskisi gibi uğrayan yok. Delikanlı akranlarıyla gezip, tozmada… Ba ına sıçrayan kan, hayatı ona, toz penbe gösteriyor. Varlıkları az de ğil. Fakat babasının son ö ğüdü kulaklarında küpe sanki… içinde gizli sızı var amma, bu ö ğütleri yerine getirmek, onun için pek tatlı bir ey olmalı. Gider, önce kumar oynıyanları seyreder, oyuncuların heyecanları onu da sarar. Kendisi de oyun oynamaya karar verir. Fakat ba kumarbazla oynıyacak. En çok heyecan da o zaman duyulur herhalde… Sorar arar, ba kumarbazı hapishanede bulur. Babasının vasiyetini yerine getirece ği için, ricâsına izin verirler. Bir ölünün saygısı, itiraza yer bırakmaz. Hapishane burası, zor var, zar yok ama kar ıdaki ba kumarbaz de ğil mi? Hele çâresini bulur; Tahta üzerinde bit yatıralım diye… Elini yakasına attı ğı gibi iki bit tutması bir olur: Bu, senin; bu benim, diyerek, tahtanın üzerine salıverir. Ömründe bit, pire görmiyen delikanlı tüyler ürperten bir tiksinti!. Sabrederek ö ğüt, eğit dinlemeksizin cebinde nesi varsa, çıkarıp: “Ben utuzdum, bunların hepsi al senin hakkın” der ve kalkar gider. Ba kumarbaz böyle olduktan sonra, di ğerleri kimbilir nasıl?! Bu baba ö ğüdünü yerine getirmek, imkânı yok, onun kârı de ğil! Bâri, ikincisini yerine getireyim diyen delikanlı, bir gece, sabahın seher vaktini bekler. Seher vakti, sihir vaktiydi ya. ona da öyle geliyordu… Tabiatı, insana en çok sevdiren bu anda, her ey, bu ğu ve büyü içindedir. Yalnız kumarın kötülü ğü de ğil, kumarın itili ği de, bu ferahlık içinde eriyip gidecek belli… Đçkinin ö ğrenilecek bir töresi yok. Sabahcı meyhanelerinden birine gitmek, su gibi içki içmekden ibaret… u “gülan ayı”nın serin karanlı ğında kalkan delikanlı, yüzünü yıkar yıkamaz, kaldırımlarla arkada lık eder. Meyhaneden sonra da hovarlı ğa gitmek, hazzın en tuzlusu olmalı?! Kendini zorluyarak girdi ği dumanlı meyhânede, önüne sürülen kadehi dikince, içine bir ate yayılır, mezeyle a ğız de ğitirip, belki sarar diye, bir kadeh daha kaldırır. Genç arkada larından duydu ğu bir söz bu: Biri yarar, ikisi sarar, üçü karar, dördü zarar! Birincisi kadehin yarayıp yaramadı ğını bilmiyor amma, ikincisi kadehin saraca ğına gûmânı var. Bu gümanla üçüncü kadehi de dikerek, karar eder ve kalkıp gider. Ba ında hafif bir dönme, midesinde sürekli kaynama var… Böylece yola koyulan delikanlı, eğri bü ğrü yollardan, külhanbeylerinin gittikleri yere yönelir. Gittikçe ba ı a ğırla makda, ayakları dola makta… yürüdükçe de midesi kabarıyor. akır akır akan bir çe me ba ından geçerken, suyun temizli ği tepki yapmı oalcak ki, gasyan eder. Utanıp, etrafına bakınır, tanyeri henüz ağarmakta, gelen giden yok. Evler bile uykuda sanki. Nihâyet kenar yosmalarının toplandı ğı evin yarı aralık kapısından içeri girmek ister. Mü teri oldu ğunu anlayınca içeri alırlar. Ne görsün, hiç görmedi ği bir ey. Açık saçık bir manzara!! Uyanık olanların gözleri çapaklı, yüzleri u ğursuz hep!. Lâubâli

207 konu malar, densizce söz atmalar!. . Kadın denilen yaratı ğın, soyunuk hâli, ne kadar somurtkanmı me ğer. Delikanlıyı geriye iten, bir tepki var içinde. Eline de ğil, elbisesine bile dokunulmasına râzı de ğil… Yolunu kesmesinler diye, kapıcıya bol bah i vererek, girdi ği yerden çıkar, yeni bir hayâta kavu mu gibi, derin bir nefes alarak, yürür. Gökte tüllenen bulutlar, yüzünü ok uyan serin bir rüzgâr, ve dalgalanan yanık bir ezan sesi… Babab ö ğüdü tuttuğu halde, yaptıklarına tövbe etmek arzusu var içinde. Pınar ba ına gelenler gibi, o da abdest alarak, câmiye ko anların arasına karı ır. Bu büyük kubbenin altında hu û ile diz çökerken, bu vasiyetler, sitem olmasın diye, yaptıklarına tövbe eder. Cemâatle namaz kılıp, cemâatle dı arı çıkarken, koluna dokunan birisinin kendisine gülümsedi ğini fark eder. Babasının dostlarından birisi bu. Ho be ettikden sonra, içinde sır diye sakladı ğı ne varsa hepsini açıklamak kaygusunda imdi. Hele, babasının son ö ğüdü, her köyde bir ev yapmak vasiyeti… Doluya koyar almaz, bo a koyar dolmaz. Hepsini bir bir anlatarak içini döker. Onu efkatle dinliyen baba dostu: - Rahmetli babanın sana hiçbir sitemi yok, ilk yaptıkların, nehilerdi, yapmaman gereken i ler… Son yapaca ğın emirdir. Yapman gereken i . Đlk yaptıklarını yapamazsın artık. Son yapaca ğını, yapmalısın, yapacaksın. Her köyde bir ev yapmak, her yerde bir dost edinmektir. Kötü günün dü manı, iyi dosttur. Rahmetliden sonra, tek ve gerçek dostumuz sen olacaksın. Dost olmakta, dost edinmekle mümkündür. Onun yaktı ğı ocak, böylece tütürülür ancak. Ne güzel, ne do ğru söz u: Dost bîpervâ, felek bîrahm, devran bîsükûn Dert çok, hemdert yok, dü man kavî, tâlî’zebûn ( Đmzasız, nr. 24, s. 25-26). 1. 3. Gelenek, Görenek ve Adetler 1. 3. 1. Türkiye Folklor Haritası Basın-Yayın ve Turizm Umum Müdürlü ğünce Türkiye Folklor haritasının tesbit edilmesi istenmektedir. Elâzı ğ’a ait sorular, dergimiz yazarlarından Fikret Memi oğlu tarafından cevaplandırılmı tır. Dergimizin, iledi ği konularla ilgili oldu ğu için, bir örne ğini ne rediyoruz. Milli E ğitim Müdürlü ğüne 6/4/962 tarih ve 23/24/2448 sayılı yazıya K. Konu: Türkiye ve Folklor Haritası Basın-Yayın ve Turizm Bakanlı ğından. Elâzı ğ Valili ğine gönderilen 5/2/962 tarih ve 496 sayılı yazının ili iği olan listedeki sorulara sırası ile cevaplarımızı arz ederiz. 1. Elâzı ğ ve civarında oynanan oyunlara topluca bir ad verilmez. Her oyunun ayrı ayrı adı vardır. Bu oyunlar, yalnız ekil ve figür bakımından de ğil, tempo bakımından da birbirinden ayrı oldukları için genel bir adla adlandırılmazlar. Meselâ (Bıçak) oyununa (Elâzı ğ Zeybe ği) denilmekte ise de, Ege Zeybek oyunları ile münasebeti yoktur. (Halay), Sivas ve di ğer orta Anadolu halaylarından tamamen ayrı figür ve tempo bakımından farklıdır. Güvercin oyununa (Horum) da denilir. Bu kelimenin (Horan) ve (Horun) kelimeleri ile karı tırılmaması gerekir. Kadınlar tarafından kar ılıklı söylenerek oynanan oyunlara (kar ılama) denir. ispahi, Sudan Geçirme gibi… Elâzı ğ ve civarında (Bar) ve (Kasap oyunu) diye anılan hiçbir oyun yoktur. Erkekler Tarafından Oynanan Oyunlar:

208

2. Halay, Tamzara, Delilo, Avre , Köçekçe (Keçice) Le nuri veya Fatmalı, Üç ayak ve Üçayak üstü, Ağırlama ve A ğırlama üstü, Kalkan Kılıç, Cirid oyunu (Sazla at oynatma), deve oyunu, arap oyunu (Komik bir oyun) vs. Kadınlar Tarafından Oynanan Oyunlar: Çaydaçıra, Đsfıhan, evekırma, Çiftetelli, Çıkçıko, kar ılamalar ise, Đspahi, Karaku , Karanfil, Yazma, Sudan Geçirme, Köylü kızi-ehir kızi, Urum kızi gibi. Sayılan bu oyunlar, dün oldu ğu gibi, bugün de ilimizde ve Köylerde oynanmaktadır. Bunlardan unutulan olmamakla beraber bir ço ğuna pek az bilen kalmı tır. Unutulmamasına gayret edilmektedir. 3. Đlimizin uzak köylerinde bilhassa Alevi köylerinde Fatmalı, Delilo, Halay gibi Kol oyunları, kadın-erkek tarafından oynanmaktadır. Fakat Elâzı ğ ve civar köylerinde, birlikte oynana oyun yoktur. Ancak, Đspahi, Sudan Geçirme, Urum kızi kar ılamalar, kadınlar tarafından erkek kıyafetine girilerek ve erkek öz ve rolile oynanır. Bunların çok eskiden kadın- erkek tarafından kar ılıklı oynandı ğı oyunun mahiyetinden anla ılmaktadır. Hemen bütün oyunlar türkülüdür. Türküsüz oyunlar, Halay, Avre , Köçekce ve Kalkan Kılıç’dan ibarettir. Oyunların türkülerinden birer kıta yazıyorum (Fikret Memi oğlu, nr. 4, s. 11). Tamzara: Tamzara dedikleri ekerdir yedikleri Gidene yol vermesin Harput’un gedikleri Nakarat Lele lele Tamzara Cebimiz dolu para Sevdi ğimiz kızların Oynarız önü sıra Oynarız ardı sıra Fatmalı Veya: (Le nuri): Bahçelerde bal erik Dallarını e ğerik Bize Harput’lu derler Ölenedek severik Lele Nuri (veya hey Fato ) “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ “ Üç Ayak: Kar ıdan kar ıya koymuyor engel Yarimin derdinden olmu um çengel Ölende kabrımın üstüne sen gel Ağla göz ya ınla yusunlar beni Ağırlama: Suda balık yan gider

209

Açma yaram kan gider Buna tabib neylesin Ecel gelmi can gider Yandın Amman Amman Amman “ “ “ “ “ Yaralıyam bana de ğme Gel güzel gel gönül e ğle

Çayda Çıra: Çayda-çıra yanıyor Humar göz uyanıyor Fitil çifte yara bir Yürek mi dayanıyor Hop hoy nanay yar nanay: Nanay, nanay gelinim nanay Nanay, nanay güzelim nanay Nanay, nanay gelinim nanay Đsfahan: Đsfahanda han-ileri’m Hançerimi gümü lerim Hem öperim, hem di lerim El’aman, türkman güzelim Ka ları keman güzelim Nakarat: Yar yar yar yandım elinden Saraydım, sıkaydım ince belinden Öpeydim, seveydim gonca gülünden Çifte Telli: Çaldı ğı deftir Etti ği keftir Derdimi bilse Vay beni of der. Nakarat: Öptürmem, sevdirmem Her güzele yüz vermem Ben yarımı küsdürmem Çıkçıko: Çıkçıkom asda kaldı erbeti tasda kaldı Bu çıkçıko çıkalı Memleket yadsa kaldı Çıkçıko çıkçıko Đspahi: Oy neden nedem, ben nere gidem

210

Yol verin da ğlar Gönlüm zar a ğlar Kime bel ba ğlar Nakarat: Küçük ispahi, büyük ispahi Yaza mı geldin, güze mi geldin am’ı ark’ı gezdin, bize mi geldin Karaku : Bir Karaku ’un yavrusu bu Avcu yol bekler do ğrusu bu Dön e ğri yoldan do ğrusu bu Al Karaku ’un yavrusunu Sal Karaku ’un yavrusunu (Fikret Memi oğlu, nr. 4, s. 11-12). Seher Kızı: Seher kızı gül kurutur Köylü kızı un kavurur Hem kurutur, hem kırıtır Hem kavurur, hem savurur. Karanfil: Bu nedir, bu nedir, bu nedir anam bu nedir Çiçektir, çiçektir, çiçektir balam çiçektir

Nasıldır, nasıldır, nasıldır anam nasıldır Gerçektir, gerçektir, gerçektir balam gerçektir. Yazma: Đ ledim i ledim, verdim araba arap içenlerin halı haraba Đ ledim, iledim verdim rakıya Rakı içenlerin dili akıya Sudan Geçirme: - Çoban beni sudan geçirme Boz bulanık sular içir - Olmaz körpe kuzum olmaz De ğirmenin suyu dolmaz. Urum Kızı: Urum kızı: - Aman urum kızı - Can benim efendim - Göster gözlerini alayım seni - Neylersin gözlerim, almazsın beni, Çar ılarda kalem malem gördü ğün yok mu - Gördü ğüm çoktur Aldı ğım yoktur Senin gibi güzeli,

211

Sardı ğım yoktur (Fikret Memi oğlu, nr. 4, s. 13). Çalgılar: 4. Đlimizde oyunlarımız, davul-zurna veya davul- (gırnata) klârnetle oynanır. Türküler, Çırıtma, Gırnata (Klârnet) kemene (kemanla, kemençe arası bir çalgı) def ve dömbelek (darbuka) ve alaturka di ğer çalgıların yardımıyla söylenir. “kemene”nin tahtası kemâna yayı, kemençeye benzer. Akord yeri, çene altında tutulur, kâidesi diz üstüne konularak çalınır. Yâni kemânın aksine. 5. Erkek Elbisesi: Köylerde sivri veya yuvarlak uçlu postal, renkli veya beyaz yün çorak. ehirde poçikli kundura (yumurta topuk, yarım sivri uç) ba ğsız ve üstü kapalı, dökümlü kuma alvar (mavi, lâcivert veya ye il, nadiren di ğer renkli çuhadan yapılır), uzak köylerde ise yünden yapılmı beyaz kıl alvar, gençlerde ipek veya yün beyaz ku ak, ya lılarda yün al ku ak, gö ğsü açık avcu yele ği, yakasız, kapalı, sedef dü ğmeli, beyaz veya beyaz üzerine çizgili kuma lardan gömlek, üstüne ceket veya sako (ince palto). Kadın Elbisesi: Çok eskiden ehirde, imdi köylerdeki giyini : Ayakta ince yün çorap (beyaz, ekseriyetle renkli), renkli veya siyah pumpullu papuç, renkli ipek alvar, gö ğse giyme, her ikisinin üstüne üç etek, belde gümü kemer veya renkli ipek ku ak, ba ta finofes (küçük fes), etrafında pehezler, üstüne büyük saçaklı, renkli yazma. ehirde: Đpek veya ince yün çorap, yarım enine veya uzununa kırmalı, kuyruklu uzun entari, veya fistan, belde gümü kemer veya aynı kuma tan, yahut entari içindeki renklerden birine uygun ayrı kuma dan uzun ku ak. ehirde giyilen üç etek, köylerdekinden farklı olup, yırtmaçları daha kısadır. Bu, entarilerin ahsi zevklere göre ayrı ayrı özellikleri vardır. Bazısı kılo lu, vireli; bazısı dört çabuk, dört çaprazlı, uzun veya yarım kuyruklu olabilir. Kullanılan kuma lar: Emledin çıteres, sevai denilen ipekli kuma , uzun bukü (gümü lü bir kuma ), gökde yıldız yerde buz, cehennem sergisi, Harput çiteresi. (3 çizgili), Elâzı ğ çiteresi (4 çizgili), canfes, mântin, kartopu ve sairedir. Renk intihabında, köylerde, al, ye il, mavi, kırmızı gibi gözebatan renkler seçilir. Elâzı ğ’da ve Harput’da ise muayyen bir renk gösterilemez. Zevke göre renk intihap edilir. 6. Belirli Günler: a) Nisan 1: Yeni de ğil, eski bir âdettir. Bugün, aldatılarak, alınan bir ey, geriye verilirse de u ğur sayılır. O sene, çalınan e ya cinsinden bir hayli hediye gelirmi , diye bir inanı vardır. b) Mart Dokuzu (Sultan Nevruz): 23 Mart günüdür. Bugün kızlara gidilir. Yumurta ha lanarak, yemek yenilir, ve e ğlenilir. Yumurta, so ğan, karabiber ve tuzdan yapılan yeme ğe (yarım kuzu) denilir. Rivayete göre, bu mevsimde bir padi ahla bir vezir. Bir bahçe kenarından geçiyorlarmı . Padi ah burada ne yenilir? Diye sormu . Vezir de yumurta ile tuz biber demi ve (yarım kuzu) yaparak yemi ler. 20 yıl sonra yine aynı yerden geçerlerken, padi ah, vezirine: (ne ile?) demi , o da (tuz biberle) deyince, vezirin hafızasına, ve alâkasına hayran olan padi ah, onu ba vezir yapmı tır.

212

Mart dokuzunda kadınlar da evvelden kararla tırılan bir bahçeye giderler, yemek yer, kahve içer. (Sim sım), (Güveç) ile oyunlar oynarlardı (Fikret Memi oğlu, nr. 5, s. 20). Erkekler de kendilerine has oyunlar oynar, eğlenceler tertip ederlerdi. c) Dilek Günleri: 1- ahperi Sofrası: Recep ayının son Çar amba günü ak amı, bir dilek sofrası kurulur ki buna ( ahperi sofrası) denilir. Sofranın kendisine has yeme ği yenilirken, ahperinin hikâyesi anlatılır, ve e ğlenilir. 2- Đbrahim Ethem Sofrası: Bir nev’i pilâv yapılır. Bir defci kadının refakatinde çalınıp, söylenir ve oynanır. Üç aylarda her istenen günde kurulur. 3- Zekeriya Sofrası: Recep ayının Cuma günleri kadınlar tarafından kurulur. Eğlence yapılmaz. Zekeriya Sûresi okunarak dilek dilenir. 4- A ûre Günü: Arabi 9 Muharrem günü, aûre pi irilerek, toplu halde yenilir ve konu kom uya da ğıtılır. Peygamber evlâdlarının menkıbeleri anlatılır. Bilhassa alevîler tarafından bugüne çok önem verilir. 5- Harman, ba ğ, bostan bozumlarında enlik tertip edilmesi mu’tad de ğilse de, ekseri geceler, ba ğ, bahçe, bostan ve harmanlarda e ğlence tertip edildi ği için, bu eğlenceler, muayyen günlere hasredilmez. 7. Halk Türküleri: Yalnız ilimize ait bir çok türküler vardır. bunlardan bir kaçının kısaca vaka’sını ve deyi lerini yazıyorum. 1- (Karadut) Türküsü: Nebahat isminde bir kızın genç sevgilisi olan subay, seferberliğe gidip, ehâdet haberi duyulunca çıkarılmı tır. Be iri makamında söylenir. Kara dutun karası Yüzünde yıl yarası Sevdi ğimiz yar de ğil Ba ımızın belâsı Kara dut’u yiyen yok Derdim yâra diyen yok Ayrılık gömle ğini Benden ba ka giyen yok Kara dut’un dalını Eritirler balını Gel sana ö ğreteyim Hovardalık yolunu 2- (Odasına Vardım) Türküsü: Bir eczacının bir hasta kıza â ık olması üzerine çıkarılmı tır. Sevi enler, bilâhare evlenmi ve yuva kurmu lardır. Mesut bir a kın ve uğurlu bir evleni in ifadesidir. Đbrahim iye makamında söylenir. Odasına vardım namaza durmu Yüzünün elvesi etrafa vurmu Sandım ki kar ımda bir ay’dır do ğmu Odasına vardım odası melûl Kergefin üstünde i ğnesi olur Elbet bu odanın sahibi gelür

213

Nakarat: Söyleyin ahbaplar nasıl edeyim Yarımdan ayrıldım kime gideyim (Fikret Memi oğlu, nr. 5, s. 21). 1. 3. 2. Harput-Elâzı ğ Folkloru I. Tarihçe: Elâzı ğ, 1834 yılında kurulmu , yeni bir ehirdir. Eski ehir, 5 km. kuzey do ğuda bulunan tarihi “Harput” ehridir. Elâzı ğ Folkloru yerine (Harput Folkloru) denilmesi gerekir. Harput, 3000 senelik bir kale ehridir. Yüksek ve çetin kayalıklar üzerinde kuruldu ğu için, tarih boyunca zorla zaptedilememi dir. Bu hâlin folklor bakımından önemi var. Her zaman korunabilen bir kale oldu ğu için, “folklor gelenekleri” eski haliyle ya ıyagelmi dir. Türkiye’nin hiçbir ehrinde olmıyan Makamlar ve Oyunlar, Horasan çe nisiyle bugün dahi ya atılıyor. Bu folklorda, Ortaasya Türklerinin müzik, oyun, iir ve gelenek bakımından izlerine rastlanır. II. Müzik Folkloru: Bunu üçe bölerek anlatmak icab eder. a) Harput Makamları: (Ağır Havalar) bunlar: 1-Be iri (Rast), 2- Đbrahimi (Neva), 3- U ak (Ü ak), 4- Hüseyini (Hüseyin Baykara Makamı), 5- Beyâti, 6- Varsak (Hicaz), 7- Sabâhi (Sabâ), 8- Muhalif (Hüzzâm), 9- Nevruz (Karci ğar), 10- Divan, 11- Tatvan, 12- Müstezâd, 13- A ran. Bu A ğır Havaların, Artuko ğulları, Akkoyunlu Türkleri zamanında, Mehter takımları tarafından, Harput saraylarında çalınıp, söylendi ği rivayet ediliyor. b) Yüksek Havalar: Bunlar, genel olarak (hoyrat)lardır. Sabâ makamı hariç, di ğer makamların arasında söylenen yüksek havalar (hoyratlar) çokca, o makamın adını alır; azca, özel ad ta ır. Bunları sıralıyalım: 1-Be iri Hoyrat, 2- Ba ğrıyanık, 3- Elezber, 4- Kürdi, 5- Kesik Hoyrat, 6- Hüseyini Hoyrat, 7- irvani Hoyrat, 6- Varsak Hoyratı (Buna do ğrudan do ğruya, “Versak”da denir), 9- Muhalif Hoyrat, 10- Harput Mayası, 11- Cılgalı Maya, 12- Tecnis, 13- Eski Hoyrat, 14- Ölüm Hoyratı. Bunlar, saz ve türkü arasında, kesik mani’li güftelerle söylenir. Her hoyrat’ın, kendisine has bir aya ğı yani pe revi vardır. hoyratlar, bu pe revlerle birbirinden ayrılır ve bu pe revlere uyularak söylenilir. Bunlar, Uzun Havalardan ayrıdır; daha tiz ve yüksek sesle söylenir. Çok çe itli, ini ve çıkı ları ve ba ğlanı ları vardır. Bunların, 4 perdeden söylendi ği kabul ediliyor. Birincisi pesti (Ba laması); Đkincisi: Üstü (Aaması); Üçüncüsü: tizi (çıkması); dördüncüsü düzü (Ba ğlaması) diye, perdeler adlandırılır. c) ıkıltımlar: (Türküler ve Oyun Havaları): 1. Türküler: Harput’un kendine has, bir çok türleri vardır. Bunlar, ağır ve yüksek havalardan sonra, bazenda, önce söylenir. Bunların bir kısmı, biraz de ğiik olarak civaı illerde, Malatya, Diyarbakır, Mu , Erzurum ve erzincan’da da söylenmektedir. Ancak, bazı na ğmeler kaybedilmi olarak ( Đmzasız, nr. 25, s. 17). Elâzı ğ’daki söyleni le, bu illerdeki söyleni kar ıla tırılınca, orijinalin, Harput’da oldu ğu kolayca anla ılır. Hem bu türkülerin, çıkı olayları ve olayların kahramanları da, Harput ve Elâzı ğ’da herkesçe bilinir. Meselâ: Karadut, Odasına vardım, Kurey suyu, Akif, Yüksek minare, Evlerinin önü, Mamo , Necibe, Hafız Nuri, Mezre, Da ğlar, Meteris, Saray, Fide, Harput, Đki Keklik, Hafo, Ale’ma, Dersim, Ayvalı ba ğ eve, Oyanı pembe, Evleri uçta yarim, Fincan, Demirkapı, Đsfihan, De ğirmen vs.

214

Harput’da müzik faslına U ak Faslından (Pa a göçtü) veya (Harput pe revi) diye bir pe revle ba lanır. Sonra, fasılların aya ğından gelen bu türküler çalınır, söylenir ve oynanır. Bu türküler arasında oynanan oyunlar, muayyen ekilde de ğil, tülüat kabilindendir. Bu türkülere ait, gerek vak’a ve gerek güfte bakımından örnek vermek, sayfalar dolduraca ğı için geçiyoruz. Ancak bu türkülerin ve hoyratların güfteleri, öz iirin en güzel ve en lirik örnekleridir. 2. Oyunlar: Harput ve çevresinde oynanan, ekil ve figürleri belli, oyunları da vardır. bu oyunlar, üç bölümde toplanmak gerekir. a) Erkek Oyunları: Halay, Tamzara, Delilo, Avre , Köçekçe, Fatmalı, Üç ayak ve üstü, Ağırlama ve üstü, Kalkankılıç, Deve oyunu, Cırıt (Sazla at oynatma), Arap oyunu (Komik bir oyun), Bıçak (Elâzı ğ zeybe ği), Güvercin. b) Kadın Oyunları: Çaydaçıra, Đsfihan, Çiftetelli, Çikçiko, eve kırma (oturuldu ğu yerde oynana bir oyun) kama… c) Kar ılamalar: Đspahi, Karaku , Karanfil, Yazma, Sudan geçirme, Köylü kızı- ehir kızı, Urum kızı (kadın erkek karı ık oynar). Elâzı ğ’ın, Uzak köylerinde, bilhassa Alevi köylerinde, Kol oyunları kadın erkek tarafından birlikte oynanılır. Kadın oyunlarında, erkek rolünü; erkek kılı ğına giren kadın ve kızlar yapar. Halay, Avre Köçekçe ve kalkan-kılıç, hariç, di ğer bütün oyunların, türküleri de vardır. III. Çalgılar: Davul, Zurna, Gırnata (Klernet), Çırıtma (flüt gibi bir saz), Kemene (halk kemanı), Tef, Dömbek (Darbuka). Di ğer yaylı sazlar da (ince saz takımı) olarak dü ğün ve e ğlencelere katılır. IV. Belirli Günler: a) Bir Nisan: Bu gelenek, yeni de ğil eskidir. Ancak farkı, aldatılarak alınanın geriye verilmesinde, uğur bulundu ğu, kanısındadır. Bir veren, bin alır gibi… b) Mart Dokuzu (Sultan Nevruz): Bugün, kırlara gidilerek, yarım kuzu yenilir, simsim gibi oyunlar oynanır. c) Dilek Günleri: Recep ayının son Çar amba ak amı ( ah peri sofrası kurularak) üç aylarda her hangi bir gün ( Đbrahim Ethem sofrası kurularak), Recep ayının Cuma günlerinden birince (Zekerya sofrası) kurularak, kutlanır, (9 muharremde) A ura pi irilip, da ğıtılarak, kutlanmaktadır. Bu güne, bilhassa aleviler çok önem verir ( Đmzasız, nr. 25, s. 17-18). Harman kaldırmada, Ba ğ ve Bostan bozmada da enlik yapıldı ğı olur. V. Erkek ve Kadın Giyimleri: Harput’da ayrı, köylerde ayrıdır. Açıklamasını yapmak özetle mümkün de ğildir VI. Deyimler: Tipik özellikleri vardır. Bunların ancak karı (Beddüa), yakarı (düa) olanları tesbit edilmi tir. Di ğerleri, henüz tesbit edilmi de ğildir, tesbit edilmektedir. Fakat, Harput ve Elâzı ğ’a gelen folklorcular, gerek bu deyimleri, gerekse Elâzı ğ ivesini, enteresan buldukları için, toplanması ve özelli ğinin tesbit edilmesi hususunda, israrlı tavsiyelerde bulunmaktadırlar. Çevre illerin halkı (Harput dili, bizim dilimize göre kırıktır) diyerek, incelik bakımından, lehçedeki özelli ği belirtirler. Harput ivesi, profesör Bahaddin Ö ğel tarafından, bu yönü ile etüd edilmi tir.

215

VII. Harput’un do ğum, dü ğün, sünnet ve ölüm adetlerinde, bilhassa Batı illerine nazaran, büyük özellikler vardır. açıklaması uzun sürece ği için geçiyoruz. Not: Her bölüme ait örnekler, ayrı ayrı (Harput Akengi) adlı Dergi’de yayınlandı ğı için, burada tekrarlamıyoruz ( Đmzasız, nr. 25, s. 20). 1. 3. 3. Harput-Elâzı ğ Rehberi Elâzı ğ, 1834 (1250 H. ) yılından sonra kurulmu yeni bir ehirdir. Eski ehir, be kilometre kuzey-do ğuda, bir kale ehri olan Harput’tur. Harput; gerek kalesinin, gerekse ehrinin kurulu tarihi bilinmeyen, çok kadim bir ehir… Tarihin birçok devrinde “Kralların oturdu ğu” merkez olmu , Artuko ğullarına da ba kentlik yapmı tır. Gerek tarihi önemi, gerekse içindeki eserlerin san’at de ğeri bakımından, Harput’u ziyarete gelecek turistlere, bu rehber yol gösterecektir. Đzlenecek sıra, da ğ kapısından girilerek do ğuya yönelmek suretiyle düzenlenmi tir. 1. Da ğ Kapısı: Bugün tamamen harap bulunan dı surların, batı kapısıdır. “Dua da ğı” ile ehrin önünde bulundu ğu için, bu adı ta ır. Eskiden Harput’u batıya ba ğlıyan genel yollardan biri bu kapıdan çıkar ve Kaserciler Deresi’ne inerdi. Bu günkü “Yelbo ğazı” ve bu bo ğazdan Elâzı ğ’a inen yol, sonradan açılmı tır. Kaleyi çeviren iç surdan ba ka, ehri çeviren dı surdan da Evliya Çelebi bahsetmekte, fakat 17. asırda bile, harap durumda bulundu ğunu belirtmektedir. Bu surlardan, bugün Hacı Kerimlerin evinin temel kısımlarında ve civarında bakiyelerine rastlanır. Da ğkapısından Harput’a girince solda, kayalar üstünde, “Küçükefendi Medresesi” vardı. imdi bu medrese, enkaz halindedir. Güneyinde, halen bir havuz var. Bu noktadan kuzeye yönelince, Protlar ve Çakpur mahallelerine gidilirdi. imdi bu mahallelerden enkaz bile kalmamı tır. 2. Ahmetbey Câmisi: Da ğkapısından ehre do ğru yürüyünce, Osmanlı devrinde Harput’un ilk Sancak Beyi Ahmet Bey tarafından yaptırılan bu devre ait ilk eserlerden, Ahmet Bey Câmisine gelinir: imdi harap olan bu câminin, dörtgen eklindeki minaresinin, ancak alt kısmı durmaktadır. 3. Murat Baba Türbesi: Câmii geçince, yine sa ğda, altıgen eklinde olan, Murat Baba Türbesi’ne gelinir. Kö eleri tromplu ve basık, üzeri kubbeli ve kubbe ete ği kirpi saçaklıdır. Türbenin kitâbesi var. Ceset çürümemi tir. Devam eden kazı ile, türbenin, san’at de ğeri olan alt katı meydana çıkarılıyor. 4. Ağa Câmisi: Türbeyi geçince, saolda A ğa Câmisi görülür. Önce kubbeli olan bu câmi, imdi yıkılmı , yalnız zarif minaresi kalmı tır. Müzedeki kitâbesine göre, (M. 1559) (H. 967) yılında yapıldı ğı anla ılır. Kesme ta la yapılan minarenin kâidesi, kare; alt gövdesi sekizgen; erefesi stelaktitli (sarkıtlı)’dır. Kitabedeki tarihe ra ğmen, itinalı ta i çili ğinden dolayı minarenin 19. asrın ilk yarısında yapıldı ğı tahmin edilmektedir (Yeni Fırat Dergisi, nr. 25, 1965: s. 2-3). 5. Eski bir konak: A ğa Camisinin batısında, mülkiyeti Sarıyübo ğlu’gile ait, eski bir konak vardı. Gerek ta ve a ğaç i çili ği, gerekse çinileriyle üstün san’at de ğeri olan bu konak, maalesef yakın zamanda yıkılmı ; kapı, pencere, ömine, kemer

216 ta ları kısmen satılmı , kısmen de Elâzı ğ’daki evlerine nakledilmi tir. Bu ta lardan mimari parçalar, kısmen Sarıeyübo ğlugil’in ev duvarlarında, kısmen de Mehmet Yıldızın in aatı içinde bulunmaktadır. Ancak, san’at de ğeri çok üstün olan tavan ve taban ta ve a ğaç i çili ğine ait parçalar, satın alınarak, Suriye’ye kaçırılmı tır. 6. Alacalı Câmi: A ğa Câmisinden, Gazinonun bulundu ğu Kayaba ı’na gidilirken solda, Alacalı Câmiye gelinir. Küçük eb’atta ve dikdörtken eklinde planlı olan Câmide, muhtelif yapı devirlerinin izlerine rastlanmaktadır. Đç kısmı, iki kemer üzerine yapılmı , ah ap tavanı, 19. Asrın renkli tahta i çili ğinin en güzel örneklerindendir. Mihraptaki sarkıtlar, duvarlardaki raflar, devrinin güzel ta i çili ği örneklerindendir. Đki renkli ta tan yapılan minaresi, hemen kapının üstünde bulunması bakımından da önem ta ır. 19. Asırda yapıldı ğı sanılan minâresinin, Osmanlı tipinde güzel bir erafesi vardır. erafedeki sarkıtlar, kısmen harap olmu tur. Caminin kapısı, bu bölgede çok rastlanan, yonca yapra ğı biçimindedir. Minarenin Selçuk devrinden kalma oldu ğu da iddia olunuyor. Batı cephesinin dı kesme ta ları ve sivri kemerli dı pencereleri, eski devirlere aittir. Ancak kapı hariç, di ğer kısımlarının 19. Asırda kırma ta tan yapıldı ğı, yahut tamir gördü ğü anla ılıyor. 7. Balak Gazi Anıtı: Alacalı Camiden güneye do ğru kabaran tepecik, Kayaba ı’dır. burada önceleri eski ve büyük konaklar bulunurdu. Gazino binasının yeri, Eyâlet Valisi, Çötelio ğullarından ( Đbrahim Pa a)’nın konak arsasıdır. Geni ufukları kucaklıyan bu nokta, Harput’un en güzel manzaralı bir tepesi oldu ğu için, Artuko ğulları’ndan Harput Hükümdar’ı ve Müslüman Orduları Ba kumandanı olan Balak Gazi’nin heykeli buraya dikilmi tir. Anıt’ın yanında bulunan türbe, ona ati de ğildir. “Be ikli Baba” denilen ba ka bir valiye aittir. Oğuzların Kayı boyundan ve Sultan Alparslanın kumandanlarından olan Artuk Beyin torunu ve Behram Beyin o ğlu, Balak Gazi, 1112 M. yılında, Palu imaret merkezi olmak üzere, Harput Bölgesini; ve 1115 M. yılında da Harput Kalesini, zaptederek, genç ya ta Harput Arıtko ğlu Devleti’ni kurmu ve ortaça ğ Anadolusu, Haçlı seferleri tarihinin, en mümtaz simalarından biri olmu tur. Bütün sava larını, Haçlıları bozgun ve imhaya u ğratarak sonuçlandıran; Kral, Kont ve Sanyörler esir eden Balak Gazi, Haçlı ülkelerinde korkuyla anılmı , kendi ülkesinde ise, “adil bir hükümdar” olarak tanınmı tır ahâdeti, Membiç kalesi yakınında, bir Haçlı ordusunu imha etti ği günün ertesi gününe rastlar. Kaleden atılan bir okla ehit olan Gazinin son sözü: “Bu ok, bütün müslümanları da öldürdü” olmu tur. Heykel, 1964 yılında Harput Turizm Derne ği tarafından, heykeltıra Nurettin Orhan’a yaptırılmı tır. 8. Üryan Baba Türbesi: Kayaba ından güneye, Tilkilik ta ’ına bakılınca, boyun noktası yanında, Üryan Baba türbesi, görülür. Halkın hürmetle ziyaret etti ği bu türbelerde yatanlar, bilinmemekte, ancak Haçlı seferlerinde ehit dü en kumandanlara ait oldu ğu söylenmekte ve sanılmaktadır. 9. Üçlüeli: Kayaba ı’ndan kuzeye inilip, Ağa Câmisi önünden sa ğa dönülünce soldaki üç oluktan bol su akıtan çe me: “Üçlüeli”dir.

217

Özel kayna ğı ve en bol suyu olan bu pınar, derin ayvanlı, alınlı ğı palmet motifleriyle süslü, çok zarif ni (taka)’li, kitabesine göre yapılı tarihi 1906 (1324)’dür. Bu çe menin solunda ve A ğa Camisinin sa ğında, önceleri, Ahmet Asım Efendi Medresesi vardı. 10. Emir Alâaddin Pınarı: Caddeden do ğuya giderken, soldaki kadim çe me, Emir Alâaddin Pınarı’dır. yapılı tarihi üzerindeki kitabesine göre M. 1580 (H. 988)’dir. 11. Hoca Hamamı: Bıyıklı Mehmet Pa a’nın yaptırdı ğı tahrir kayıtlarına göre, Harput’ta “Hoca Hasan Mahallesi” diye bir mahalle bulundu ğu anla ılıyor. Bu mahallede, bugün “Hoca Hamamı” diye anılan, san’at de ğeri üstün, fakat harap bir hamam var. Üçlüeliden Belediyeye do ğru giderken, sa ğ tarafa dü er. Yapılı tarzına göre de, Harput’un Osmanlı’lar tarafından fetih ça ğına ait bir eser oldu ğu, uzmanlarca belirtilmektedir. Hamamın iki giri kapısı var; do ğuya ve batıya bakan kapılar. Do ğuya bakan kapısı; kısmen yıkılmı sa da, kalan kısmı, bölgenin ta içili ğinin en güzel örneklerinden birini te kil eder. Soyunma yeri, klâsik ölçüdedir. Güney duvarında pencereleri, kuzey duvarında “Ilıklı ğa” açılan kapısı bulunan büyük sahanlık, yüksek ve geni bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin kurulu u, ince bir san’at eseri olarak vasıflandırılır. Kare eklindeki “Sahan’dan” kubbeye sekizgen kemerlerle geçilir. Derin kubbenin içte hacmi muhte emdir. Ilıklık, tamamen yıkıldı ğı gibi; yıkanma yerlerinin kubbeleri de kâmilen çökmü tür. Di ğer hamamlarda oldu ğu gibi, bunun da yıkanma yerinde, dört halvet ve dört ayvan var. 12. Çar ı ve Hanlar: Hoca Hamamından caddeye dönüp yola devam edilince, “eytan Çar ısı”na gelinir. Tam kar ıda, bu çar ıya su veren (Emir Alâaddin) çe mesine rastlanır. Bu çar ıdan sonra, sa ğda önceleri kervanların indi ği büyük bir Han’a gelinir. Bu “Ya ğcı Hanı”. Maalesef bu handan hiçbir iz ve eser kalmamı bugün… Burada yol, sola ve sa ğa olarak ikiye ayrılır ( Đmzasız, nr. 25, nr. 4): Soldaki yoldan “Meteris” mahallesine ve onun önündeki di ğer mahallelere gidilirdi. Eskiden “Meteris” ve çevresinde en büyük konaklar varken, bugün hiçbir eser yoktur. Burada (Celâl, ems, Tahir, Esed, Ömer, Adil ve Alâattin) adındaki yedi zata ait türbe, H. 1310 yılına kadar sa ğlam oldu ğu halde, bugün enkazı bile yoktur. Kitabelerinin aranması gerekir. ahismail ile Dülkadiro ğlu Alâattinin kızı için yapılan sava ta ölen Dulkadiro ğlu kumandanlarına ait olmak ihtimali var. Sola giden yolun çevresinde eskiden “Yusuf Kâmil Pa a”, “Beyzâde Efendi”, “Sait Efendi” medreseleri vardı. Fakat bugün bunlardan eser bile kalmamı tır. Yine bu semtte, “Pa a Hamamı” ve “Yeni Han” yapıtları da tamamen toprak olmu tur. Sa ğdaki yoldan gidilince “Kömür Meydanı”na gelinirdi. Bugünki Bucak ve Belediye binaları bu meydan arası üzerindedir. Eski salnamelerde önemle bahsi geçen “Kadim Bedastan”ın bir kapısı da, bu meydana açılırmı . Bu meydanın sa ğında “Kur unlu Cami” ve avlusunda Uluçınar görülür.

218

13. Kur unlu Cami: Osmanlı devri eserlerinden olan bu câmi, kitâbesine göre M. 1740 (H. 1153) yılında yapılmı tır. Bugün, Park olan yerde; dün Kur unlu Cami Medreseleri (iki adet) vardı. Halen bunlar, tamamen haraptır. Kur unlu Câmi, kare plânlıdır; kö elerden alçak tromplarla kubbeye geçilir. Dört kubbe penceresi vardır. Ta tan yapılmı minaresi, Osmanlı tipi ve kalın gövdelidir. Güzel sarkıtlarla bezeli erefesiyle minâre, Harput’un en güzel minaresi olarak vasıflandırılır! Kur unlu Cami’den Yeti tirme Yurdu’na gidilirken, solda “Zincirli Han” ve bunun sol ilerisinde “Demirli Han” bulunurdu. Ve “Yeti tirme Yurdu” olan bina da, Hükümet Kona ğı idi. Ancak bugünkü yapı, 1921 yılındaki yangından sonraki yapıdır. 14. Arap Baba: Yeti tirme Yurdu bahçesinin güney do ğu kö esinde, Ovaya bakan mescit, “Arap Baba” Mescididir. Arap Baba Camii ve Türbesi, Harput’ta Selçuklulardan kalma en dikkat çekici eserdir. Kayalar üstünde kurulan Cami ve Türbe, yontma ta la kaplı, içi çinilerle dö elidir. Kapısının pek yakınında kalın gövdeli minaresi bulunan bu eser, giri yerindeki kırık yarım daire içine yazılmı kitâbesine göre, Anadolu Selçuklularından IV. Kılıçaslan o ğlu III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında (M. 1280) (H. 678) yılında yapılmı tır. Minaresi, dı tadır ve Türbe ile Camiin orta kısmına rastlar. Kapısı Camiin içine açılır. Minare kaidesi, alttan be sıra ta kareli, üstten alçı sıvalıdır. Hiçbir Selçuklu mescidinde bulunmuyan emsalsiz sırça bordürlüdür. Bu bordür üzerinde, çepeçevre yazı bulunmakta ise de, çok a ındı ğı için henüz okunamamı tır. Üst yuvarlak kısmı, yıkık olan minâre, kalın bir toprak tabakasıyla örtülü oldu ğu için, uzun yıllar saklı kalarak bilinmemi , ancak 1964 yılında yapılan kazı sonunda çıkarılmı tır. Cami kare plânlıdır. Selçuk üçgenleriyle kubbeye geçilir. Üçgenlerin önce çiniyle kaplı oldu ğu, kalıntılardan anla ılıyor. Hatta kubbe içinin, kâmilen çiniyle kaplı oldu ğu, eskiler tarafından bildirilegelmektedir ( Đmzasız, nr. 25, s. 4-6). Orta göbekteki çok nefis çini madalyon, bozulmadan zamanımıza kadar gelebilmi tir. Eserin en dikkate de ğer kısmı, tamamen çinilerle süslü olan mihrabıdır. Uzmanların bildirdiklerine göre, “Türk Çinicilik tarihinde imdiye kadar hiç bahsedilememi bir örnek eserdir”. Mihrabın üst kısmı, be di li ve büyük kemerli, arabesk, palmet ve suyolludur. Đçte, be sıra sarkıtlarıyla Konya’daki benzerlerinin biraz daha değiik tipidir. Zamanımıza kadar bozulmadan gelmi ve korunması gerekmektedir. Mihrabın iki yanında birer, sol duvarında ise bir pencere var; Türbe, iki katlıdır. Üst kata, mescit içinden girilir. Dikdörtgen plânlı olan Türbe’nin üstü, tonozludur. Üst katta medfun olan Zatın, mezar sandukası olması gerekirken kaybolmu tur. Türbenin alt katındaki mumyalı ceset, halk arasında “Arap Baba” diye anılır. Bu anılı , Caminin kitâbesinde adı geçen “Yusuf Bin Arap ah” adında dolayıdır. Türbeyi yaptıran da bu zattır. 15. Nadir Baba: Arap Baba Türbesinin do ğusunda bulunan di ğer türbeye “Nadir Baba Türbesi” denilir. Tarihi kimli ği henüz bilinemiyor. Yıkılmı ve eski

219 mimarisi dü ünülmeksizin, basit ekilde yeniden yapılmı oldu ğundan, türbenin san’at de ğeri, tesbit edilememi tir. 16. Cem it Hamamı: “Nadir Babadan” kuzeye do ğru yürünerek “Cem it Hamamına” gelinir. Sarahatun Camisinin biti iğinde olan bu hamam, Palu’da metfun Yavuz Selim’in Sipahi Beylerinden “Cem it Bey” tarafından yaptırılmı tır. Harput’ta Osmanlı tipi hamamlar içinde en güzel ve en muhte emidir. Klâsik tipte, soyunma yeri kare plânlı, sekiz kemerli ve kö eleri trompludur. Tu ğladan yapılmı yüksek kubbe, iç mekâna muhte em bir hacim verir. Tepede ı ık pencereleri bulunur. Hamamın birisi güneye, di ğeri kuzeye bakan iki kapısı vardır. Kuzeydeki kapı, (Đplikhâne Çar ısı)’na açıldı ğı için, kadınlar güneydeki kapıdan hamama girerlerdi. Đç mekânın üçüncü cephesinde, ılıklı ğa açılan, üçüncü bir kapı görülür. Yıkanma yerinde, dört ayvan ve dört halvet bulunan bu hamam, Osmanlı hamamlarının klâsik tipindedir. Halvet kapılarının üstündeki üçgen eklinde olan “kirpi” sarkıtları, gayet itinalı yapılmı ; zamanımıza kadar harap olmadan gelmi tir. Fakat ortadaki kubbe ve halvetlerin kubbesi, tu ğladan yapılmasına ra ğmen, ço ğu çökük durumdalar. 17. Meydan Camisi: Cem it Hamamının kuzey kapısı önünde uzanan, saha, Harput’un en i lek ticaret meydanı olup, bunun kuzeyindeki tapınak “Meydan Camisi”dir. Kırma ta tan yapılmı , dikdörtgen plânlı üzeri toprak kaplı, fakat minaresiz bir yapıttır. Halen damı yıkılmı sa da; ta kapısı sa ğlam olarak durmaktadır. Kitabesine göre, yapılı tarihi: H. 1115 (M. 1703)’dür. Yaptıran da Hacımehet Özbek ailesinden Mustafa kızı Emine Hanımdır ( Đmzasız, nr. 25, s. 6). 18. Meydan Pınarı: Caminin yakınında olan bu pınar, do ğudan ve kuzeyden (L) eklinde bir duvarla çevrili olup, bu duvarlar büyük bir kemerle ba ğlıdır. Simetrik olmamakla beraber, çok estetik bir de ğer ta ır. Kitabesine göre, yapılı tarihi (M. 1870) (H. 1286) dır. Yaptıran Dabakzade Yüzba ı Hacı Ahmet A ğadır. Meydan pınarı, Harput ehir suyunun da ğıldı ğı çe melerden biridir. 16. yüzyılda ehrin kuzeydo ğusundaki tepelerde bulunan “Kırk Kuyular’dan getirilen ehir suyu, Meydan Pınarından ba ka Cem it Hamamı ile, Sarahatun, Kur unlu Cami, Arpacı, Haleler Kızılbabalı, Bey” gibi 11 çe meye da ğılırdı. 19. Sarâ Hatun Camisi: Aynı meydanın en büyük eseri, Sarâ Hatun Camisidir. Akkoyunlu Hükümdarı Hasan Bahadır Han (Uzun Hasan)ın annesi Sarâ Hatun tarafından yaptırılmı sa da 1843 M. (1259 H. ) yılında büyük tadil ve tamir görmü türç mihrabın yanındaki 16. yüzyıla ait kitâbenin tetkiki dikkate ayandır. Tarih: Recep ayı 993 (M. 1585) dür. Đsim ise, H. Hüdaverdi o ğlu Hacı Mustafa’dır. kitabenin tamamı: (Benâ ve amere Hâzel mescit Hacı Mustafa bini Hacı Hüdaverdi bini Hacı Mahmut bini Mustafa fi sene ehr-i recep min ühûru 993), son yapıya ait Ho ğulu Rahmi Hoca tarafından yazılmı manzum kitâbeler var. Câmi, kare plânlı ve dört büyük kemerli sütunlara dayanan kubbesi ile muhte em bir görünü arzeder. Kubbe süsleri 19. yüzyıl san’atına aittir. Kemerli ve kesme ta lı, üç kubbeli ve iki kapalı olan “Son Cemaat” yeri, caminin en eski kısmıdır. Buranın eskili ği, kemerlerden ve kesme ta i çili ğinden anla ılıyor. Ta tan ve Osmanlı sarkıtlı olan ince minaresi, yapının en ilgi çekici tarafıdır. Kâidesi ondörtgen ve Helezoni biçimde kırmızı ta la örülerek süslü bir ekle sahiptir. Önünde eski bir “Muvakithane” varken, sonradan yıkılmı tır. Caminin kuzey do ğu kö esindeki çe meler, oldu ğu gibi akmaktaysa da, daha ilerisinde bulunan “sebiller”

220 harap olmu tur. Çe melerin kuzeyinde bulunan Sarâ Hatun Medreseleri de imdi tamamen haraptır. 20. Eski Birkaç Yapıt: a) Do ğuya dönülünce, solda halen bir kısım duvarları yakata duran “Zahriye Medresesi” ve Camisi ile “Çukur Mesrese” kalıntıları görülür. b) Bu kalıntıların batı ucunda “Haleler Pınarı” vardır. halen de suyu akıyor. c) Pınarın bir sokak a ırı güneyinde “Hacı Yunus Hamamı” bulunur. Fakat halen hem harap, hem de üzerine, Harput’da ba ka yer yokmu gibi, bir ev yapılmı tır. Hacı Yunus Ailesi, Harput’un Alim ve sâir yeti tikten eski bir hânedânıdır. 21. Arpacı Pınarı: Sarâ Hatun’dan kuzeye giden yol izlenince, Arpacı Pınarına gelinir. Pınar, bir kırık kemer eklinde, kesme ta tan yapılmı ve yonca yapra ğı eklinde bir ni ’le bezenmi tir. Arkasında tonozlu bir su deposu bulunur 22. Ahi Musa Mescidi ve Tekyesi: Arpacı Pınarı’ndan sonra, sol tarafa dü en “Ahi Musa Mescidi” en eski eserlerden biri… imdi kaybolan, fakat evvelce sureti alınan, kitâbesine göre, M. 1185 (H. 605) tarihinde yapılmı tır. Mescit ve tekye, iki kısımdan ibaret olup, kırma ta la yapılmı tır. Mescit ve Tekye kısımları, ayrı ayrı tonozlarla kapatılmı tır. Gerek Ahi Musa ve gerekse ÇOBAN BABA, Ahiler tarihinde, en dikkate ayan simalâr olarak tanılır. “Ahi Musa”dan sonra, eski pınarlardan biri olan “Zeynep Pınarına” gelinir. Bunun da sa ğında “Esediye Camisi” harabeleri görülür. 23. Esediye (Arslaniye) Câmisi: Đsmine ve yapı tarzına göre, 13. yüzyılda Artuko ğulları veya Selçuko ğullarına ait oldu ğu muhakkak bulunan Esediye Camisini, Evliya Çelebi “Arslanlı Cami” diye anar. Câminin, kırma ta tan yapılmı duvarları yıkık, kuzeye bakan büyük kapısı ayakta ise de, hayli haraptır. Kesme ta tan, çok itinalı olarak yapılan bu kapı, en çok ilgi çekici örneklerden biridir. Sivri kemerli derince bir tonoz te kil eden “Kapı Ni ’i”, özel bir görünüm sa ğlar. Ni içinde çok zarif i lenmi sarkıtlar, eskimi durumdadır. Kapının iki yanındaki ni ler, iç haremin yeksesaklı ğını gidermeye yarayan bir incelik taır. Kapının alnını te kil eden sa ğ ve sol kanatlarda, üst sıra ta ları üzerinde, birer “Arslan” kabartması görülür. Adının da bunlardan alınmak ihtimali vardır. Bu adın F. Karaarslan adından alındı ğı da dü ünülmektedir. 24. Arslaniye Hamamı (Yeni Hamam): Arslanlı Camisinin kuzeyinde, dere içinde “Arslaniye Hamamının” kalıntıları vardır. hamamın soyunma yeri, kare plânlı, klasik tiptedir. Sekiz kemere dayanan kubbesi, zamanımıza kadar gelememi tir. Kuzey ve batı duvarları, hala ayaktadır. Duvarlarda çok az tu ğla kullanılmı tır. Dolap yerleri, hala görülüyor. Ilıklık kısmının arkası, kubbeli, kö eleri küçük tromplu ve yanları ince uzun tonozludur. Ilıklı ğın bir kısmı, havuz hâline getirilmi tir. Hamamın suyu halen buraya akar. Yıkanma yerleri klâsik tiptedir. Ortadaki kubbe yıkıktır. Bunun da dört halvet ve dört ayvanı vardır. Kö elerde pantaftifleri vardır. 25. Dere Hamamı: Yeni Hamamdan Dere içine inilince, görülen yıkıntı “Dere Hamamıdır”. Kubbe ve tonozları çökmü ve kaybolmu tur. Yerli söylentilere göre, ehrin en eski yapıtlarındandır. Kale ile birlikte yapıldı ğı rivayet edilir. Fakat “salname” kayıtları, bu söylentiye uymaz. Bu kayıtlara göre, hamam “Melik Muzaffer’üd-din” tarafından yaptırılmı tır. Çöteli Rıza Bey’e ait vakfiye kaydı da bu yolda imi .

221

26. Birkaç Pınar: a) Esediye Camisinin hemen batısında (ZEYNEP PINARI) vardır. Elips eklinde yontma ta kemerlidir. Đki tarafta yonca yapra ğı eklinde ni ’leri görülür. Pınarın suyu ayrı bir kaynaktan gelir. Arkasında da tonozlu su deposu bulunur. b) Đmam Efendi Türbesinden, Abdehil Mahallesine uzanan derede (Meteris Pınarı) vardı. Gerek bunun, gerekse yeni Hamam ile Beyzâde Medresesinin ve Pa a Hamamının mü terek suları i letilip akıtılmı sa da, sonradan bu sular, Zeynep Pınarı’na çevrilmi tir ( Đmzasız, nr. 25, s. 7-8). 27. Kırk Kuyular: “Buzluk” yolu boyunca gidilirken, sa ğda yani do ğu-kuzeyde görülen Telsiz Tepesi yamaçlarındaki sular Kırk kuyularda toplanmı tır. Bu nam, ilk kuyu sayısına göre verilmi olmalı. Aslında bu kuyular, çok fazladır. Bu kuyular, ehrin genel içme suyunu sa ğlar. Bu kuyular ve getirilen su, 16. yüzyılın eseridir. ehir suyu, Toptop da ğı gö ğsünde açılan yolla, Ağyol’un arkasından Abdehil mahallesine ve ehre gelir. Sular çok gelince, savak (Salacak) vazifesi gören “Meydan Gözü” denilen menfezlerden akıtılırdı. Bunlardan biri Toptop da ğında, dutların do ğusunda, halen de görülmektedir. 28. Fetih Ahmed Baba Türbesi: Kırk kuyuların güneyinde, dere içinde ağaçlıklar arasında görünen Türbe, “Fetih Ahmet Baba Türbesi”dir. “eyhülkâinat” diye anılan Fetih Ahmet Baba, Bizanslarla Abbasiler arasındaki sava larda ehit dü en, Seyid Battal Gazi, Abdulvehap Gazi, eyh Hasanülrezzâki gibi muharip bir veliye ait oldu ğu söylenir. 29. Anguzu Baba: Buzluk ta ından sonra, Gâvur Ta ı’nın kar ısında bulunan tepedeki Türbe, (Anguzu Baba)’ya aittir. Anguzu Baba’nın da Fetih Ahmet gibi, mücahit bir ehit oldu ğu, hatta Gâvur Ta ındaki dü manları ile cenk ederken, yaralanıp, kanları sıza sıza, bu tepeye çıkarak öldü ğü ve gömüldü ğü rivayet edilir. bu zat’ın “Aynulguzat” vasfı ile de anıldı ğı söylenmektedir. Fetih Ahmet, Abdulvehap, Anguzu Baba adındaki zevat, bölgemizin ilk müslüman fatihleri olarak kabul ediliyor. 30. Kureyba ı: Fetih Ahmet Türbesi’nin güneyindeki yüksek tepe, “Kureyba ı”dır. Doru ğunda Hasan Bahadır Han’ın Sarayı bulundu ğu, söylenmekle beraber, yapılan kazılarda temel enkazına da rastlanmı tır. Kar ı tarafta görülen yıkık tonozlu mescit, eski bir yapıttır. Đna ça ğı bilinemiyor. Daha ötede “Kızılabalı Pınarı” var. 31. Mansur Baba Türbesi: Yıkık tonozlu mescidin güneydo ğusunda, bulunan 140 cm. kalınlı ğında büyük yontma ta larla yapılmı duvarla çevrili türbe, Mansur Baba’ya aittir. Sekizgen bir plân üzerinde kurulmu tur. Eski duvarlardan, sekizgenin batıya bakan yüzlerinde ve di ğer yüzlerin temele yakın kısımlarında, eski duvar bakiyeleri görülmektedir. Türbenin orijinal kapısı, ta i çili ğinin güzel bir örne ği sayılır. Đç mekan orijinal eklini muhafaza etmektedir. Dı büyük kaplamalar yıkılınca, ince bir duvarla çevrilen türbe, bugünkü halini almı oluyor. Türbenin içinde: Mansur Baba, karısı, oğlu ve kızı olarak gösterilen dört sanduka vardır. Türbenin orijinal ekliyle anıtsal mimari tarzına bakarak Mansur Baba’nın kendi ça ğındaki büyük ahsiyetlerden biri oldu ğu anla ılır. Bugünkü kapı, sonradan ihdas edilmi tir. Yapılan kazıyla Türbenin eski ekli meydana çıkarılmı ve üst kısmın sonradan yapıldı ğı anla ılmı tır. Halen N. Ardıço ğlu’nun nezâretinde, kazı, devam ediyor ( Đmzasız, nr. 25, s. 9).

222

32. Eski Mescit: Ulucami’nin do ğusunda Kaleye inilirken, solda Acıpınar’ın do ğu ilerisinde, bugün görülen Dut a ğacının yerinde, eski bir mescit vardı. Bu mescitin kapısından alınan ta , M. 1163 (H. 583) tarihini ta ır. Bu ta müzededir. 33. Kale Hamamı: Hacı Murat yoku undan Kaleye inilirken, solda, eski mescidin sol ilerisinde bulunan hamam, Kale Hamamıdır. Soyunma yerine kubbeli bir antreden girilir. Bu avlunun sa ğında tonozlu bir kısım vardır. Soyunma yeri sekiz kemer üzerine oturtulmu , büyük hacimde ve tu ğladan yapılmı bir kubbe ile örtülüdür. Ilıklı ğa, do ğu duvardaki kapıdan girilir. Birkaç bölümlü olan Ilıklı ğın, ilk kısmı yine kubbelidir. Bunun sa ğındaki kapıdan girilen ikinci bölüm de yine kubbe ile örtülmü tür. Soldaki kapıdan di ğer bir mekana girilir ki, kuzeyde bir ayvanı bulunan bu bölüm, daha büyükçe ve yine tu ğla kubbelidir. Yıkanma yerine de bu mekandan girilir. Orta kısmı, büyük bir kubbe ile örtülü olan yıkanma yeri, dört halvet ve dört ayvana açılır. Do ğudaki ayvanın ve halvetlerin arkasında, su ısıtma yerleri ve daha arkada da çökük olan uzun ve büyük tonozlu, külhan kısmına gelinir. Osmanlı devrinin muhte em eserlerinden olan Kale Hamamını, 17. Asırda Harput’u ziyaret eden Evliya Çelebi dahi, itinalı yapısından dolayı, Seyahatnamesinde meth etmektedir. 34. Kale: 3000-4000 yıllık bir mâzisi olan Kale, , Türk istilâsından sonra, gördü ğü tamirler dolayısıyla bazı kitâbeler ta ır. Henüz kazı yapılmadı ğı için, daha önceki ça ğlara ait bilgiden yoksun bulunuyoruz. Bilgimiz mevsûk olmıyan rivayetlerden alınmı Salname kayıtlarına dayanır. Müslüman Türklerin, Harput’u fethinden sonra, Artuko ğullarına, Selçuko ğullarına, Eyyûbo ğullarına, Dulkadiro ğullarına ve saireye ait kitâbeler müzededir. 35. Ulu Cami: 1964 uılında tarihi eserleri tetkik için (Harput’u ziyaret eden arkeolog uzman sayın Dr. Đlhan Akçay’ın Ulu Cami hakkında rapor halinde verdi ği bilgiyi buraya aynen alıyoruz). Kale’den kuzeye bakarken, kar ımıza, Piza Kulesi’ne benzer bir e ğri minâre ve ona biti ik, Anadolu’nun en eski câmisi olan ULU CAM Đ çıkar. Onu gezmeye gidelim. (551. H. Artuko ğulları) Anadolu’da mevcut, en eski ve en mühim yapıtların ba ında gelir. Her bir parçasının sanat de ğeri, yüksek olan bu eser hakkında, yayınlar ve ne riyatlar yapılmamı ve tanıtılmamı tır. Klasik Selçuk Câmii tiplerinden ve ortası, avlulu sıcak memleket hususiyetlerine göre yapılmı olmasına ra ğmen, Harput’un so ğuk yer olması nazarı itibara alınarak, bazı tadilâtlarda yapılıp, yerine uygulanmı tır (Đmzasız, nr. 25, s. 10). Plânı: Ortası açık ve üç tarafı avlulu, tu ğla kemerli, kıble ciheti son cemaat yerini havi ve buraya açılan uzunlu ğuna sahınlı harimlidir. Asıl harimi, son cemaatı, uzun tonozlu ve avluya bakar. Burada ortada alçıdan yapılmı istirdiye motifli ve üzeri stalaktitli mihrabının bir örne ği olan istirdiye kabu ğu, ancak en erken Anadolu Türk sanatıyla 18. asırdan itibaren, Avrupa tesirine açık Türk sanatında görülmektedir. Harim: Mihraba paralel enlili ğine mekânlı, altı çok kalın kırma ta destekli ayakları havidir. Üzerindeki kemerler, sivri ve tu ğladan yapılmı tır. Buraya, be giri kapısı bulunur ki, yine ilk Đslâm mimarisinin özelliklerinden biri sayılır. Bu kısımda duvarlar kırma ta tan yapılmı tır. Tavanı tu ğla ve ta dolgu olup, tu ğlaları bazen

223 dikdörtgen te kil edecek ekilde dizilmi tir. Tonoz aralarında iki renkli ta larla kemerli destekleri tonozları daha kuvvetlendirme ğe yaramaktadır. Pencere olarak yanlarda üst merfez, mihrapta 1 menfez, yan büyük pencereleri ile oldukça karanlık i mekâna biraz olsun aydınlık girer. Bu haliyle ortaça ğ yapılarının kasvetli manzarasını içte sezmek mümkündür. Mihrap Kubbesi: Eserin göze çarpan özelliklerinden birisidir. Küçük ve derindir. Mihrap önünde, sivri kemerli sahanın destekleri üzerinden yükselir. Destek kırma ta tandır. Üstünde yükselen kemer ve dolguları tu ğladır. Üste iki sıra kesme ta , bu kısmın yeknesaklı ğını giderir. Kö elerinden kubbeye satalaktitlerle geçilir ki, pek güzel olarak burada belirtilmi tir. Bazı kö elerde bunlar çok iyi muhafaza edilerek zamanımıza kadar gelmi tir. Kâmilen tu ğla olan kubbesi derindir üzeri çıplak olup, çini izlerine rastlanmı tır. Mihrap: Yeni yapılmı tır. Sanat de ğeri yoktur. Yalnız mihrabın altında sivri kemerli tu ğladan yapılmı , eski mihraba ait izleri bulunur. Burada çinili bir kısım olacaktır. Maalesef hiçbir ize rastlanmamı tır. Avlu: Üç tarafı saran kalın sivri kemerli, tonozları kırma ta tan, arası tu ğla destekli, kemerli avlu etrafını, lo revakları sarar ve son cemaate, dik olarak biti ir. Avlunun yeknesaklı ğını, iki eyvan gidermektedir. Giri kapısı çok mütavazi ve batıda bulunur. Klasik Selçuk üslubunda, kesme ta lı olup, kitabesi dü mü tür. Kapı arkasında, abdest muslukları ve yollarının izleri bulunmaktadır. Minare: Câminin dikkate de ğer bir parçasıdır. Eğri haldeki durumu ile bile, çok enteresandır. Anadolu’da, bunun gibi e ğri, Sivas Ulu Camisi ile-Aksaray’da bir câmi daha biliyoruz. Minare, câmi kapısının hemen arkasındaki, kare kaideden yükselir. Damdan ve alttan iki arka kapısı bulunmaktadır. Tabanı karedir. Kesme ta tan ve araları “gamalı haç” biçimi tu ğla dizimindedir. Gövdesi, damdan itibaren meydana gelir. Güdük biçimine göre çok kalındır. Alt kısmındaki kırma ta ları, sonradan Osmanlılar devrinde, câminin e ğrili ğini kısmen gidermek için konmu tur. Burada klâsik Selçuk minarelerinde de görülen sa ğır ve içi tezyinatlı, tuğla ni lerin izlerini görmek mümkündür. Gövde dört sıra çe itli tezyinatlı tu ğla sıralarından yapılmı süsleri de görmek mümkün. erefesi, ta tan ve yenidir. Dam: Kâmilen çimento ile sıvanmı tır. Evvelce sıcdak memleketlere has toprak dolgu idi. Tonozların üstü, alt kısma uyularak çimento sıvanmıtır ( Đmzasız, nr. 25, s. 10-11). Avlusu: Ortada, küçük avlusu bulunur. Ağaçlıklı halde, câminin iç görünümüne ayrı bir de ğer verir. Kitabe: Avluda, eski kûfi ile yazılmı , zamanımıza kadar çok iyi halde gelen kitabesi, yapının, Selçuk eseri oldu ğunu, göstermektedir. Minberi: Anadolu’da Selçuklulardan kalma minberlerin, en de ğerlilerinden ve iyi durumda zamanımıza kadar gelenlerinden birisidir. Arka (ski) uslubu ta ır. Palmet ve çiçek açan kûfilerle, son derece güzel bezenmi tir. Alınlık, 19. asırdan kalma oldu ğu gibi, külah kısmı da orijinal de ğildir. Cevizden yapılmı tır. Halen, Kur unlu Cami’ye nakledilmi tir. Avlusu: Avlu kapısı, 19. asırda yapılmı tır. Hazireyi havidir. 36. Kiliseler: Harput’da önceleri (Sürp Agop), ( Đğ deli Kilise), (Katolik Kilisesi), (Sürp Karabet Kilisesi), (Süryani Kilisesi), (Sinabut Kilisesi), (Mart amon Kilisesi), (Yakûbi-Meryemana-Kızıl Kilise), adında kiliseler vardır. bunlardan yalnız sonuncusu yıkılmamı tır.

224

Birincisi, ehruz Mahallesinde; ikincisi, Çelebi Mahallesinde; üçüncüsü, Kale Meydanında; dördüncüsü, Gürcü Bey Mahallesinde; be incisi, Fırat Koleji yakınında; altıncısı, Kale Meydanının güneydo ğusunda; yedincisi, Sinabut Mahallesinde; sekizincisi, Sinabut Deresinde idi. Yakûbi Kilisesi ise, Kalenin do ğusuna biti ik, kayalara yaslanmı , hâlen sa ğlamdır. Bu kilise iç mekanlarıyla simetrik bir güzellik ta ır. Milâddan önce 175 yılında, kaledeki kralların puthanesi olarak yapıldı ğı söylenen bu eski tapınak, Lehmanne Haupt’ın da bildirdi ği üzere kitabelerine göre, 3 def’a tamir görmü tür. Kitabelere göre, Kaleden sonra en eski eser sayılabilir. Ancak bu günkü eklini 3. tamirden sonra kazanmı tır. Kilise, kapalı oldu ğundan san’at özelliklerini tesbit için, inceleme yapılamamı tır ( Đmzasız, nr. 25, s. 11-12). 1. 3. 4. Harput Çevresinde Gezinti imdi Kayaba ı’ndayım. Alabildi ğine ovayı seyrediyorum. Đnsan Harput’a çıkınca, âdeta ayaklarının altında tarihin eridi ğini hissediyor. Harabelerden tarih kokusu gelir. Harput’tan ecdat hâtırasıyla yol aldıktan sonra, Toptop’tan geçip Ağyol’a tırmanınca kar ıda, sanki yeniden canlanıp yürüyecekmi hissini veren korkunç Ejderha Ta ı’nı görüyorum. Vaktiyle ehri yıkmak için, bu ejderhanın Harput’a yakla dı ğı duyulunca, ergin ki iler dua ederek ejderhayı oldu ğu yerde ta kestirmi ler. Fakat imdi geriye, Harput’a do ğru bakınca, anla ılıyor ki, o ergin ki iler de ehri harap olmaktan kurtaramamı lar. Ejderhanın yapamadı ğını ve yapamayaca ğını kader yapmı bile. Mademki do ğuya do ğru yola çıktık, bari yolumuza devam edelim. Biraz ilerden Kırk Kuyular’a çıkılır. Harput’un suyu, Artıko ğulları’ndan beri bu kuyulardan temin edilmi . Adı Kırk Kuyu ama, kuyular yüz kırkı da a kın belki. Yollar insanı yormasa bile terletiyor. Bunun için, Buzluk aranan bir ho duraktır. Kayalıkların arasında bir derin ma ğara. Yazın, kudret buzu sütun sütun. Kı ın, sıcak sular bu ğu bu ğu. Hele yüzünüzü kuzeye do ğru çevirin bir: Gittikçe alçalan vâdide ünaz ve Haringet köyleri ve pırıl pırıl Murat, kar ıda yemye il Pertek. Daha arka plânda, tunç üstüne tunç, karlı ve ba ı dumanlı Munzur da ğları uzayıp gider. Buzlu ğa gelmi ken, bahçelere inip, Ozan Gölü’nden buz gibi sular içebilirsiniz. Yahut Çebi Gölü’ne gidebilirsiniz. En iyisi Yıkılhan’a kadar yoldan yürüyüp Ta altı ve Karata köylerinin ye illi ğini seyretmektir. Burada dikkati çeken ey, iki kayalı ğın kar ılıklı azameti! Do ğudaki kayalı ğın adı Ankuzu’dur. Batıdakinin ise Gâvurta ı. Anla ılan o devirlerin iki ordusu bu tepelerde kar ılıklı saf tutup cenkle mi ler. ehit olan Ankuzu’nun türbesi tam tepede. imdi dü ünüyorum: Vatan dedi ğimiz toprak anamız, böyle kutsal tepeleriyle, mezarlarıyla, çoban türküleriyle velhasıl motif, melodi, ritm, mitolojisiyle daima canlı, daima taze duruyor. Bina ve ta olarak Harput yıkılmı olsa bile; yıllarca gurbette, Amerika’da kalan Harput’lu, bu da ğların silûetini hayalinde çızdikçe içlenir. Ölüsünü bile güzel vatanına göndermeleri için vasiyet eder. Evet, yolumuza devam edelim. Tandura Göl’e do ğru indi ğimize göre, biraz ilerde Olbe Deresi’ne varaca ğız. Bu derenin iki yamacı da Tunceli’nin vah i tabiat

225 güzelli ğini hatırlatır. Bu havalide bahçesi bulunan Ölmü kadir kendisi sa ğdır. “Olbeyi Đstanbul’a de ğimem” deyip durmakta olsun. Çakıl Tepe’den, do ğruca inersek, Pekinik’in yoku ba ına geliriz. Aağıda pestil serili damlar görülür. Đ te eski muhtar Keliko ğlu Ahmet’in ba ğı, ite Henno’nun bahçesi, ite yeni muhtar Ahmet’in ba ğı. Pekinik’in ba ğları köyün güneyine do ğru yayılır. Bölgenin en iyi üzümleri bu ba ğlarda yeti ir. Üzüm kızının anası buralardadır . Ölbe Deresi ile Murat vâdisinden gelen çayın dü ğüm noktasındaki en dik tepenin ismi Kırklar. Tepenin üzerinde çepeçevre ta ve kireçten temeller var. Bir istihkâm kalıntısı olsa gerek. Atalarımız do ğudan gelip buraları zaptederken, kırk ki iyi burada ehit vermi ler. Onların kabirleri, imdi görülmez ama, buranın adı Kırklar diye efsanele mi . Hâlâ, türbe gibi bir kayalık ve yanında namazgâh olan avluda, halk adsız ehitlere dua etmek için burayı bir ziyaret yeri haline getirmi tir. Her ziyaretçi sanki o günü ya ıyarak Kırklar’ı anar. Bizde analım Kırkları: Gönül de ğil ok yarası, Türbe gibi ta arası. Evliyalar evliyası, Ulu Kırklar içimdedir. Batıya do ğru dönüp yine yolumuza devam edelim. Bozeler’den geçip, Yedigöz bahçelerine giriyoruz. Serhatlı Đhsan Çavu ’un ba ğından yukarı do ğru Sabire ninegilin kapının önüne çıkıyoruz. Sabire nine ot, kök adlarını gayet iyi bilen bir hatun. Neyin neye derman oldu ğunu en iyi o bilir. Oradan Yedigöz’ün ba ına çıkarken Bekir Karacao ğlu-gilin-vakti ise-karaduttan dikkatlice koparıp yiyebiliriz. Su yüce kayalıkların önünde, sö ğütlerin gölgesinde yedi gözeden çıkar. Burası bülbüllerin mekânıdır. Yerden turunç otu kokar. Yedigöz’den, Kurusugözü’ne geçelim. Vaktiyle Harput’un çapkınları buralarda eğlenirlermi . Buradan da Sakızlı ğa çıkalım. Mü k alucu ve çedene yiye yiye tepeyi devirince Nacar Đbrahim ustagilin ba ğına gelmi oluruz. Bu ba ğın büyük ve güzel havuzları vardır. yedigöz’den yol ile dönseydik, Boz Yoku ’tan ve Đncirli Kaya önünden Sinanlar’a çıkardık. Bu yol daha rahattır. Sugözü’nün görülme ğe de ğer bir çınarı var. Çapı üç metre kadar. Önünde Kanlı Göl. Bir gelin bo ğulmu da adı Kanlı’ya çıkmı . Ardıco ğlu ve Sanaların bahçeleri buralarda. Bu bahçelerin üst ba ında Çamur Göl’ün sefası daha güzel olsa gerek’ Pazar günleri gençler birbirlerini göle iteleyerek akala ırlar. Bazen hayvanlarıyla beraber göle itilenler olur. gölün içindeki çırpını lar, kenardaki kahkahalara karı ır. Ağabeyimiz Đbrahim Uçar’ların ba ğı da bu gölün altında. Da ğda ğan sıyırmak ayıplansa bile cins cins üzümlerden de yemek mümkün. Yorulduk sanmayın. Dura, dura dinlene dinlene geziyoruz. Delikta ’a çıkıp oradan da Ortme ğe inelim biraz. Aağıda, Hüseynik’te Seyit Kasım’ı da ziyaret ederek gezimize son verelim. Hele bu mevsimde böyle bir gezintiye çıkan, her derede, her tepede, her ini te, her yoku ta baharla kucakla abilir. Odamda dahi kula ğıma ku sesleri ve genzime kekik kokuları doluyor (Cenâni Dökmeci, nr. 1, s. 8-9).

226

1. 3. 5. Harput Çevresinde Gezinti Mornik’ten güneye do ğru inelim. Ansızın içimize Fatiha okumak geliyor. Çünkü kar ımıza çıkan, Kesrik mezarlı ğıdır. Üç yüz senelik kabir ta ları var. Bu uhrevî alemden bizi ayıran akır akır akan Mezarlık Suyu oluyor. Bol ve hayırlı bir su. Suladı ğı arazi çok münbit. En bol ve en lezzetli sebzeler bu tarlaların mahsulüdür. Eskiden Harput’un, imdi Elâzı ğ’ın büyük ihtiyacını yine bu tarlaların ürünleri kar ılar. Hayatın sudan çıktı ğına, bu su da bir delil sanki. Birkaç metre a ağı inince, yolun solunda bir kabre göz ili iyor. Bu, Çırpanî zade Haydar beyin kabri. Yalnız öleni rahmetle anmak, bize ihmal gibi geliyor. Onun için hayatı hakkında da bilgi verece ğiz. 1300 (1884) yılında, bu köyde do ğan Haydar bey, me hur mutasarrıf Süleyman Faik beyin kız ye ğeni, Mustafa pa a zade Đbrahim beyin o ğludur. Mektep ve medrese tahsili olmamasına ra ğmen, aydın bir aile içinde büyümesi, onu kendi kendine yeti tirmi . Hatta, emsali arasında mümtaz kılmı tır. Arkada ı Osman Remzi ile beraber divan edebiyatını tetkik etmi ler, gazel ve kasideler yazmı lar. Ancak Đstanbul yayınını takip ettikleri için, Ekrem beyin ve bilhassa Tevfik Fikret’in çı ğrına girmi lerdir. Önceleri, çok dindar oldu ğu için, iman co kunlu ğu ile iirler yazmı ; “Vezân oldukça gönlümde nesîm-i a k-ı Geylânî, Sarar vicdânımı bir vecd-i fevza fevz-i rabbânî. ” Diye, cecidle terennüm eden Haydar bey, bilâhara, muhitin taassubundan bunalarak dine kar ı kayıtsızlık göstermi tir. Muhtelif konularda manzumeleri vardır. Bir aralık lisede edebiyat ö ğretmenli ği yaptı ğı gibi, matbaa müdürü iken, gençleri de yeti tirmek için önderlik etmi tir. Son vazifesinin ba ında iken 1333 yılında vefat ederek, bu önünde durdu ğumuz bir avuç topra ğa kaybolmu tur. Çırpani Mustafa Pa a, Kesrik’in bir ailesidir. Bu aileden Süleyman Faik gibi mutasarriflar, Fikri Güngören gibi mücadeleci, birinci Büyük Millet Meclisi mebusu, Re at Köymen gibi Divan Ali reisli ği yapmı temyiz mahkemesi azası yeti mi tir. Bunların çocukları da doktorluk, avukatlık gibi vazife gören kimselerdir Ancak i in hazin tarafı, kuzeyden Kesrik’e giderken bıraktıkları konak ve çiftliklerle ismi anılan bu aileden hiç kimsenin bu köyde hatta Elazı ğ da bulunmayı ıdır. Kesrik köyü, geçen yıl mahalle haline kaydedildi ği için, nüfusunun arttı ğı söylenmesine ra ğmen, eski ümranına göre harap sayılır. Bu haraplık, 1500 hanenin, 1500 nüfusa inmesi, her kö e ba ında akan çe melerden bir ço ğunun kuruması bir kasaba çar ısına denk olan çar ının tamamen yıkılarak, birkaç dükkana kaybolması, camilerin yıkılmı ve yıkılmak üzere bulunması, eski ailelerin konakları yerinde yellerin esmesiyle a ikardır. Eskiden Harput mamur, etrafındaki köyler büyük kasabalar gibi kalabalık ve enlik oldu ğu halde, Harput’a baka baka olsa gerek bu köylerde yıkılmı ve küçülmü tür. Köyde oturanlar anlatıyor. Aağı mahallede 1330 yılında sa ğlam olan bir cami vardı. Đmam olan Hıdır Hoca hakkında tatlı fıkralar söylenir. imdi ne Hıdır Hoca var, ne camii var, ne de yıkılan camiin mihrabı!.

227

Bu köyde ve civar köylerde okuma yazma bilenlerin hocası olan müderris Hacı Hüseyin efendi de, bu köydendir. 1335 yılında vefat eden, Efendizade Hamit efendiden icazet-name alan merhum Çay camiinde ö ğrencilerine ders verirmi . Hüseyin hoca kadar sevilen sarı Mustafa hoca da icazet âlimlerdendi. Sarıklı hoca olmalarına ra ğmen yüzleri güleç, ho sohbet oldukları için, her hususta halka önder olmu lardır. Yukarı mahallede bulunan tahta minareli ve saç çatılı camii kurulu u 1160 yılındadır. Çırpanlı Mustafa pa a tarafından yaptırıldı ğı söylenir. Buranın son imamı güzel sesli Hacı Ziya idi. Çay mahallesindeki camii eskiden ibadethane, hem medrese imi , inkilâptan sonra medreseler kaldırılınca medrese kısmı mektep olmu tur. Müderris Hüseyin hoca yerine, talebesi Mustafa efendi de ö ğretmen tayin edilmi tir. Fakat imdi, Kesri ğin 1940 ta yapılan be sınıflı bir ilkokulu var. Çay camiinin içine giriyoruz. Lihye-i Saâdet perdesinin üzerinde kısa bir not yazılı: Ey mastar-ı envâr-ı Hüda, ma rıkı iman Ey mashar-i esrâr-ı Hüda, Kâbe-i irfan Beytiyle ba lıyor ve Ey herdem olan bizlere sermâyeyi gufran Remzi gibi her cân-ola bir mûyuna kurban. Beytiyle bitiyor. Remzi, merhum Haydar beyin arkada ı olan Osman Remzidir. Camiden çıkıyoruz. Caddeye do ğru inerken, camii duvarından bir çatal pınar akıyor. Hemen kar ısında harap bir çe me daha var, suyu kurumu Soruyoruz. Çe me mi arasın, evvelce yirmi sekiz çe me vardı. Amma, imdi bunlardan bir kısmı akmıyor; bir kısmının da suyu çok azalmı , diyorlar ve çe meleri sayıyorlar: 1. Dört kola ayrılarak akan Çırpanlı pa a Çe mesi ki bir kolu Kesrik hamamına gider. 2. 1263 yılında kemer içine alınan Zilfo suyu. 3. Dört kola ayrılarak akan Koko pınarı. 4. Sarı Hocanın evi önündeki pınar. 5. Goduk Osman a ğanın evinin önünde akan pınar. Goduk Osman, 1331 yılında her nasılsa hapishaneye dü mü . Fakat her yerde duracak bir insan de ğil. Çok evvel bir zekası var. Hapishanede çıta çakıyor, hasır ölçüp biçiyor. Kendi kendisine bir eyler yapmak istiyor. Bu kabil mahpuslar zararsız sayıldı ğı için, gardiyanlar tarafından sevilirler. Kimse de bunların i ine karı maz. Bir gün, ağa i ini bitirmi olacak ki hapishanenin toprak damı üstünden çıta ve hasırla yaptı ğı kanatlarla havalandı ğı görülür. Herkes hayret içinde, Kaçana ate emri var ama, uçana yok! Diye bakakalırlar. Uçtu uçtu ku uçtu kabilinden Osman a ğa 200-300 metre ileride bulunan meydanın ortasına iner. Bu hareketi, hayret ve belki de hayran niyet uyandırmı olacak ki, kaçar gider ve bir daha da dört duvar arasına girmez. Su rahmettir derler. Evinin önündeki pınardan Osman a ğayı rahmetle anmak gerekti.

228

Ancak, bu hadise bizde de ğil de, garpta olsaydı, her halde çok kıymetlendirilir, kaçan mahkûm oldu ğu için de ğil, mucit oldu ğu için aranır. imdi Avrupa insanın ku gibi uçması için çalı ıyor. Bizde uçandan kimsenin haberi yok. 1. Ağa pınarı: Hangi a ğaya ait oldu ğu belli de ğil. 2. Çukur çe me: Yukarıda kurudu ğunu söyledi ğimiz pınardır. 3. Kehriz: Köyün üst ba ındadır. 4. Aağı Cami Çe mesi. 5. Süt pınarı veya Terci pınarı. 5. Lahanalık Suyu: Kesri ğin altında, caddenin kenarındaki me hur lahanalıkları sulayan su. 6. Kurt Đsmail Pa a Çe meleri: Kurt Đsmail pa a eyalet valisidir. Kona ğı Kesri ğe girerken sa ğda idi. bu kona ğın bahçesinde yedi havuz oldu ğu ya ıyanların, harabelerine yeti ti ği söylenir. Gölcük’ün Kaz Gedi ğinden ovaya akıtılması te ebbüsü, bu vali pa a zamanındadır, hatta on iki kuyu da açılmı olmasına ra ğmen, doksan üç harbinin çıkması üzerine, te ebbüs yarıda kalmı tır Ömer Bey Suyu. Osman Remzi Beyin dedesinin dedesi olan Ömer Bey tarafından çıkarılmı tır. Beylik namı sipahi beyli ğinden geliyor. 1. Papur Yolu Suyu. imdi kahvelerin bulundu ğu cadde üzerinde. Yukarda sayılanlar köyün içindeki sulardır. Bir de bahçeler içinde akan sular var: 2. Sultan Pınarı. 3. Hacı Hıdır Suyu. 3. Salıtlar Suyu. 4. Saksa ğan Suyu. 5. Karakulak Suyu. 6. Kö ker Pınarı. 7. Ba ğdik Pınarı. 8. Hacı Emin efendi Çe mesi. Bu çe me imdi kurumu tur. 9. Çatal Dut Çe mesi de halen akmıyor. 10. Saman Pınarı. 11. Mardo Gölü Çe mesi. 12. Mezarlık Suyu: Köye girerken bahsetti ğimiz su. 13. Yeni Göze. 14. Bızdiko ğlu Suyu. Bu çe melerinden ba ka Kesrik bahçelerine akan bir çay vardır ki bahçeleri suladı ğı gibi, de ğirmenleri de döndürür. Saydı ğımız bu kadar çe meye, pınara ve çaya mukabil Kesri ğin su içinde yüzdü ğünü zannedersiniz, halbuki bütün kavga ve niza yine su yüzündendir. Seferberlikten önce, bu köyün orta mahallesinde Ermeniler otururlardı. Bir de büyükçe kiliseleri vardı. Bu kilisede bulunan Ermeni mektebine bütün Ermeni çocuklarının gitmesine ra ğmen okumayı ö ğrendikten sonra, yine i çili ğe ve çiftçili ğe dönerlerdi. Köyün kuzeyinde, daha do ğrusu Mornik’le Kesrik arasındaki yamaçta eski bir kilise ve ma atlı ğın kalıntısı vardır.

229

Rivayete göre burada, Uzun Hasan’ın karısı için yapılan bir saray da varmı . Hatta, Kesrik adının Kaysirikten yani Kayser kızı olan bu kadının öhretine izafeten verildi ğinden bahsedilirse de bu rivayetler asılsızdır. Kesrik adı, Anadolu’nun bir çok yerinde olan kesürek adının aynıdır A iret devrinden kalma, sürek mıntıkalarının kesim yerinde bulunan uç köylerine verilen isimdir. Bunun en yakın misâli, Sivrice civarında Gölcük’ün kenarında bulunan, Sürek ve Kesirik köy isimleridir. Bizde bilgiçlik zaafı oldu ğu için kendi adlarımızı dahi, Arapçaya Farsçaya, Rumcaya, Ermeniceye yorumlamak bir marifet sayılır. Meselâ Yı ğın köy ismi, Yı ğındaki olarak söylendikten sonra, ığıki’ye çevrilerek aslında uzakla tırılmak suretiyle Türkçeden ba ka manalarda yorumlanacak hale getirilmi tir. Sözü bırakıp tekrar köyü gezelim. Bu köyün eskiden çok kalabalık olmasına ra ğmen hiçbir kahvesi yokmu . Kahveye kim gidecek, herkes ziraatiyle, sebzecili ğiyle, meyvecili ğiyle me gul Ama, ak am olunca, iler bittikten sonra bir yerde toplanmak, konu mak, danı mak ihtiyacı var ya, bunu kar ılamak için köy odaları varmı . Son zamanda hatırlananlar dahi az de ğil. eyhin odası, Abdi A ğa odası, Hacı Arif efendi odası Kurt Đsmail pa a odası, Hacı Đdris efendi odası, Hacı Emin efendi odası, Süleyman bey odası, Đbrahim bey odası, Abid a ğa odası gibi odalar. Kesri ğin sebzesi, bilhassa lahanası çok me hurdur. Meyvesi ve üzümü de boldur. Bir de de ğirmenleri vardır ki bunlar, bütün civar köylerin un ihtiyaçlarını görür. Elektrikle çalı an de ğirmenler çıkmadan evvel, çalı anlar unlardı: Bahadır, Đki gözlü, Bahçecik, Memi ağa, Karakoç, Menzik de ğirmenleri. imdi bu de ğirmenlerin hepsi harap ve çalı maz haldedir. Kesrik Ulu Ova ile Harput arasında bulunan bir köy oldu ğu için eski Harput yolu imdiki osenin üstünden asrî mezarlı ğın altından geçip çayı atlayarak eski çar ıyı takiben Hacı Hamdi beyin evinin önünden Harput’a giderdi. Eski caddenin güzergâhı böyleydi. Bir de Göç Yolu vardı. Bu yol da köyün üstündeki harmanlık mıntıkasından çıkarak tu ğla harmanlarına varır, oradan Aslan Pınarına uzanarak Harput osesine ba ğlanırdı. Köyün içinde Mazmanlık ve A ğusan diye büyük iki yol daha vardır. mazmanlık, tabiri, mazman denilen kıl keçe örücülerinin sonbaharda bu yol kenarında örücülük yapmalarından ötürüdür. Harput’un etrafındaki bu köylerin kalabalık ve zengin olu u, biraz da Harput’un yoku undan olsa gerek. Her köy bir kasaba manzarası arz eder. Mektebi, medresesi, camileri ve kiliseleri vardı. Harput’taki ihti amın köylerde de oldu ğu rivayet edilir. Yukarda ismi geçen temyiz âzası Re at Köymen’in dü ğününde bir hafta müddetle yedi davul yedi zurna çalındı ğı ve bütün köy halkına yemek verildi ği bir vakıa oldu ğuna göre, bu köylerdeki zenginli ği ve asaleti takdir etmek mümkündür. Kesrik’ten çıkmadan, bu köyde bulunan tarihi bir kitabeden de bahsedelim. Alman âlimlerinden Leyman Harput tarafından ke fedilen, Neron devrine ait bir ta kitabede Armania seferine giden Roma generali Korbulo’nun üç lejyonla Kesri ğe gelerek ordugâh kurdu ğu anla ılmaktadır.

230

Bu kitabelerden birisi 1939 yılında kilise duvarından çıkarılarak Kız Ö ğretmen Okulu binasına nakledilmi tir (Cenâni Dökmeci, nr. 8, s. 20). Yı ğıki’nin dört etrafı meteris Meteristen çifte kur un atarız. Üç karda ız bir orduya yeteriz. Ağam yine ben vuruldum yürekten Benim için tabip gelsin Frenkten. Yı ğıki’nin dört etrafı bahçalar Eo hanım pencerede def çalar. Huvardalar birbirini parçalar. Ağam yine ben vuruldum yürekten. Benim için tabip gelsin Frenkten. Bugün sizinle Yı ğıki’yi gezme ğe çıkaca ğız. Elazı ğ’ın hemen güneyinde ve Sürsürüden gelen çayın iki yakasında kurulu bir köy burası. Yı ğıki adı, bir rivayete göre “Yı ğın”dan gelme. Aslı Yı ğınköymü . Zamanla halkın a ğzında “Yı ğınki” sonra da” “Yı ğıki” eklini almı . Ba ka bir rivayete göre de, bu kelime, sazlık ve bataklık manasına geliyormu . Her iki manaya da uygun dü en bir yerde kurulu. Elazı ğ’a mahalle olduktan sonra, “Seko”nun Mustafa Pa a, “Misek”in kültür oldu ğu gibi, Yı ğıki adı da Aksaray’a çevrildi. Đstasyondan güneye do ğru inersek orsor denen ve ismini su ırıltısından almı olan yere geliriz. or orun güneyinde ve yüksekli ğinde Dipsiz Göl adında çamur bir göl, daha do ğrusu bir kaynak var. Bu göldeki birkaç gözeden bir tanesi, yedi metre derinliktedir. Adı, bu sebepten dipsize çıkmı . Buraların topra ğı Sürsürü topra ğı gibi killi, sert ve boz renkte. Dipsiz Gölün çevresi, sulu ve kraç deyimi, susuz topraklara has bir sözdür. Kraç yerin üzümü, pekmez gibi tatlı olur. Yı ğıki’nin Nasrettin Hocası yok ama onun yerine Bakır Hoca’sı var. Bakır hoca güler yüzlü, sakallı ve zeki bakı lı, ikramı seven iyi bir insandır. Dipsiz Gölün biti iğinde geni çe bir üzüm ba ğı var. imdi motorla su da çekiyor. Dipsiz Gölün biraz daha güneyinde ve da ğın ba ğrında, Re it Pa anın konak kurdu ğu Aksaray bahçeleri var. Đ te, vaktiyle beyaz bir sarayın burada kurulu u, bu yerin Aksaray diye anılmasına sebep oldu. Elazı ğ, buradan avuç içi gibi…Buranın güzel havası bizi fazla ba ğlamasın. Aağıda görece ğimiz yerler var. Çayı takip ederek, su akarına inelim. Çay boyunda, sö ğütler arasında yedi tane de ğirmen var. Ba ta, Ba De ğirmen ondan sonra sırasıyla Arekelo ğlu, Boyacı (ki halen Küçük beydedir, ve çalı ıyor). Dayıo ğlu (çalı ıyor). Kireçli, Alçacuk, Çakılcıo ğlu (halen Canpolat Đbrahim çavu tadır) de ğirmenleri var (Cenâni Dökmeci, nr. 10, s. 18). Bir de ğirmenden içeri girelim. Belki görmeyenlerimiz var. Alçacık ve geni çe, ağaç bir kapı. Đçerisi karalıkça. Yüzü una bulalı güleç yüzlü mütevekkil bir sima, de ğirmenci, Kenarda, sıra sıra un çuvalları. Dı arıda, kalın dut veya sö ğüt a ğaçlarına çakılı halkalara ba ğlı beygirler ve e ekler huysuzlanıyor, sineklerini kovalıyorlar. Bir yanda, zaman gibi dönen bir çift ta . Di ğer yanda, bu akı ın farkında olmadan yapılan, yeni dedikodular, havadisler. Günümüzden yirmi sene öncesinde, uncu adı verilen ve bir iki beygirle, fırınların bu ğdayını ta ıyıp de ğirmende ö ğüttükten sonra, tekrar götürüp fırınlara

231 teslim eden insanlar vardı. Unculuk, bir meslek olmasa bile, bir geçim vasıtası idi. bir örnek diye adını söyleyelim: imdi tek bir uncu var, o da uncu Đbrahim Dayı. De ğirmende suyun dü me hızını sa ğlıyan geni çe bir boru vardır ki su, buradan de ğirmene dökülür. Buna “anbar” denir. Suyun de ğirmeni terk etti ği kısma da “zilfe” denilir. “Çılgıdır” sözü, su nöbeti yerine kullanılır. Bir de “elelenk” var ki bunda su, serbesttir: On dört günün on günü Perçenç, Etminik ve Yenice’nin, iki günü Kesrik’in ve bir günü de Yı ğıki’nindir. Birkaç sene evvel bu, su taksimi yüzünden Perçenlilerle Yı ğıkililer epeyce hır gür ettiler. Mahkemede “dam doymayınca çortun akmaz” diyen Yı ğıkililer, su hakkını yeniden kazandılar. “Çılbant” (çorbent) deyimi de saka manasına kullanılıyor. Yı ğıkinin suları pek ho de ğilse de biz yine u pınarlarından birer avuç içelim. Đki su, bir yemek sayılır. Yamak pınarı (çukur çe me), Kalaycı Pınarı, Çatal Pınar, Kilise Pınarı. Ağalar tarafından, vaktiyle mescit olarak yaptırılan ve sonraları iki defa onarılan bir camii var. Bir defasında, çöteli Memet bey, Asım bey ve Muhyeddin bey tarafından onarılmı tır. Son defa da 1958 yılında tu ğladan in a edilmi tir. Küçük olmasına ra ğmen zarif ve güzel bir cami. Yı ğıkinin, Çötelilerin vakfı olan bir de hamamı var. Halen çalııyor. Ma atlıkta vaktiyle bir kilise de varmı . Fakat 1876 yıllarında Da ğıstanlı Hoca tarafından yıktırıldı ğı rivayet edilir. Me rutiyetin ilanından iki yıl sonra yapılan kubbeli kilise de terk edilmi ve kendili ğinden yıkılmı tır. Yeri kahve hane imdi. Đlkokulu, eski ma atlık mevkiinde ve 1952 yılında yapıldı. Bu okul, adını, memleketin hayırlı ve kahraman evladı (Yakup evki Pa a)dan almı . Taraçalı suyu ve elektri ği var. Köyün alt ba ında, ba ğ konaklarının izlerine ve büyük kemerli ta kapılara rastlamak mümkün. Kerpiçten yapılan eski konaklar yıkılıp gitmi , kapıları duruyor ite. Bunlar kimin kona ğıydı? Diye sorarsan, alaca ğın cevap u: Hey gidi günler!. Aksarayın iç alemine girmeden, Hacı Hayri beyin, burası için yazdı ğı gazeli de ekliyerek dı alemini tamamlayalım (Cenâni Dökmeci, nr. 10, s. 18-19): Eski adıyla I ğıki’yi bugünkü adıyla Aksaray’ı gezerken air Hacı Hayri’yi ve Çöteli Beylerini anmadan geçmek ne mümkün. Hacı Hayri beyin I ğıki redifli güzel bir gazeli var: IĞIK Đ Gül enistân-ı sefâ dense becâdır I ğıki Bir acep câyıgehi rûhfezâdır I ğıki. Aldı â ğûuna ol âfet-i siym-endâmı üphesiz Harput’a da gıptenümâdır Iğıki Diyde-dûz-ı harem-i kûyun olup â ıklar Bülbül-i gamzede ve nâleserâdır I ğıki. imdi bir özge ereflendi yüceldi kadri Gerçi çoktan beri cây-ı ümerâdır I ğıki. Hâmeler menkibet-i vasfını takrir etsin, Nazm-ı Hayrî ile te hîyre sezâdır I ğıki. “Cây-ı ümerâ” olan I ğıki’ye, bu vasfı Çöteli Beyleri vermi bulunuyor.

232

Çöteli Beyleri hakkında tarihî bilgi vermeyi, bu ailenin ya ayan aydınlarına bırakıyoruz Biz, bey konaklarına örnek sayılan bu konaklardan birini anlatmakla yetinmek istiyoruz. imdi birlikte bu konaklardan birinin önüne gidelim. Bizi ilk kar ılayan, yüksek ta kemerli geni , demir tokmaklı saç kapıdır. Bu kapının üstünde, iki veya üç katlı, pencereleri kafesli pervazları oymalı büyük bir ev karımıza dikilir. Bu büyük evlere konak denmesi, içinde oturanlardan çok konup göçenlerin olmasındandır. Beyin eli tutulmaz, konak kapısı kapanmaz, uzak, yakın, dost, bildik Tanrı misafiri bu konaklarda e ğlenir, bu evlerin selâmlık’ından ak amlar. Saray kapısı gibi gıcırtılarla açılan büyük kapıdan içeriye girince önümüze aydınlık bir dı avlu gelir. Ekseriyetle bu avlunun üstü açıktır. Bu avludan, yine bir ta kemer altından geçilerek, ikinci avluya gireriz. Bu iç avluda, konak, selâmlık ve harem tarafı olmak üzere ikiye bölünür. Selâmlık tarafının altında, açık ve kapalı ahırlar var. Buralarda seçme binek atları yemliklere ba ğlı, pırıl pırıl gözlerle ba kaldırıp ses gelen tarafa bakar. Tüyleri de bakı ları gibi pırıl, pırıl tertemizdir. Bu ahırların kenarında çe itli eyer ve takımlar itinayla sıralanmı . Bunların ayrıca incelenmesi gerekir. Ta ayakcaklarla selâmlık tarafına çıkınca, bir avluya açılan kapının arkasında kahve oca ğı, oturma odası ve misafirlerin yatak odaları görülür. Bazılarının mutfa ğı da vardır. Selâmlıktaki oturma odaları, dinî levhalar ve resimlerle tezyin edilmi . Makat ve sedirlerden ba ka koltuk ve kanepeler de odaların büyüklü ğüne göre yerle tirilmi bulunmakta. Bu odaların biri veya bir kaçı kurulu yerine göre çıkma ( ahni in)lıdır. Bu çıkmalar ya meydana, ya soka ğa yahut bahçeye bakar. Harem tarafının iç avludan müstakil kapısı oldu ğu gibi, selâmlık tarafından da kapısı vardır. Harem tarafı, kona ğın esas ev kısmıdır. Burada dı bir avluya kiler, mutfak vesaire açılır. Bu avludan büyük bir kapıyla içeriye girince geni bir sofa ve bu sofaya açılan bir hayli oda vardır. Odalarda evin beyi, oğulları gelinleri oturur ki iki kadın zevkinin ve i çili ğinin, bu odalar birer müzesi gibidir. Her odanın tabanı halılarla, makatları ve yastıkları i lemeli örtülerle kaplıdır. Tavanlar devrin tahta oymacılı ğına sahne olmu tur. Bu tahtalar sarı yıldız, ye il ve al boyalarla boyanmı tır. Bu odalarda kadın zevki, karyola örtülerinde sedirlerde, perdelerde oya oya, nakı nakı görüldü ğü gibi, en görülmemi inceleri de sandıkların içindedir. Bu i lemeler ayrı bir konu oldu ğu için üzerinde durmadan odaları gezme ğe devam edelim. Her odanın içinde karyola devrinden önce yatakların konuldu ğu yarı gömme dolaplar vardır ki bunlara Örtü dolabı, yüklük veya musandara deniliyor. Kapısı açılınca yatak takımlarının çar aflara sarılı olarak düzenle sıralandı ğını görürüz. Yüklüklerin üstü ve kö eleri, imdiki büfelerin ödevini gören raflarla süslenmi tir. Artuk ve Selçuk sanatının geometrik ekilleri göze çarpar. Baklava dilimleri, giymeli yıldızlarla süslü olarak. Sofaya çıkınca tavanda çifte fitilli büyük bir lâmba, kö elerde sarı amdanlar, ölçülü noktalarda takalar ve duvar dolapları vardır. Sofanın sergisi odaların sergisi

233 kadar ince i lemeli de ğilse de, daha gösteri lidir. Makatların sa ğ ve solundaki duvarlara dayalı koltuk ve kanepeler, o devrin nadide kuma larıyla kaplıdır. Ceviz malzemeyle marangozluk i lemesi koltuk ve kanepelerde bir takım halinde dikkati çeker. Harem tarafının dı avlusu oturmaya elveri li oldu ğu gibi, mutfa ğa, kilere kolayca gidip gelmeye yarıyacak ekilde yer alır. Mutfakta birkaç hizmetçinin i üzerinde oldu ğu, birinin yayık yaydı ğı, di ğerinin un eledi ği, öbürlerinin ba ka i ler yaptı ğı göze çarpar. Yayık, pi mi topraktan yapılmı bir köprücüktür. Üzerinde bir delik ve bunun içerisinde de bir çubuk vardır. bu çubuk, yo ğurdun ya ğ ve ayran haline geldi ğini kontrola yarar. Ayran, çökelik, lor, peynir, bu mutfaklarda sütten yapılmaktadır ki, hepsinin, kurulan sofralarda ayrı ayrı yeri vardır. Mutfa ğa göz gezdirince, duvar kenarlarında divan sinileri, kilelik kazanlar, kuzu lengeleri, bero lar, baklava tepsileri, ıra te tleri, vesaire bakır kablar sıra sıra göz alır. Kilelik kazanlarla bulgur kaynatılır, pekmez ve bulamaç pi irilir. Her yerde okka dörtyüz dirhemse de, kile ayrı ayrıdır. Elâzı ğ’da seksen kgm bir kile denilir. Kilenin dörtte birine urup, urubun dörtte birine de ölçek denilmektedir. Kile, yer ölçüsü olarak da, bir birimdir. Dört dönüm (dekar), bir kile tohumun ekilece ği yere kar ılık sayılır. Kazanda kepçe olmaktan vaz geçerek mutfaktaki büyük süt selesini açalım. Altında yo ğurt çalınmı kablar ve sitiller, ek imesinden korkulan yemekler yan yana. Duvarlarda tuzluklar, ka ıklıklar vesaire. Mutfa ğa girip çıkan hanımlar, yazmalarının iki ucu enselerinden dürülü, etekleri bellerine takılı, görülen i lere nezaret eder, pi irilen yemeklerin kıvamını verirler. Kilerde sayısız yiyecek malzemesi vardır. reçelinden, sarımsa ğına, so ğanına kadar. Bunlar sayılmakla bitmez. Aağı inelim; iç ve dı avlularda kahve dö ğmek için ta dibek ve sokuların ba ında tokmak (soku eli) larla çalı anlar vardır. Harem tarafının a ağı iç avlusuna açılan kapılardan büyük zahire ambarlarına girilir. Merek (samanlık), tavuk kümesi gibi yerler, selâmlık tarafının alt katındadır (Cenâni Dökmeci, nr. 14, s. 10). Haremli ğin iç avlusunda bir çe me akar. Bu çe me, ev içinde görülen temizlik ileri içindir. Selâmlıktan ve haremlikten havuz ba ına ve bahçelere çıkalım. Türkülere konu olan havuz ba larını ve bu bahçeleri bir iki satırla anlatmak mümkün de ğil. Nasıl, iğneyle, tı ğla, ile yapılan hanım el i lerinin saklı bulundu ğu sandıkları açarak oyalı yazmaları, çay ve sehpa takımlarını, mendilleri, dantelleri, para keselerini, saat kılıflarını, takkeleri, ayna örtülerini, nakı lı yün çorapları, giyim ve yayım e yalarını anlatma ğa imkân bulamadıksa, bu bahçelerin güzelli ğini, saz âlemlerini, eğlence ak amlarını da anlatma ğa bu yazımızda imkân bulamayaca ğız. Haremlik tarafında, kı ın velime çekilmesi, ahriye kesilmesi, yüzük oynanması gibi hizmetle karı ık e ğlenceleri anlatmak da konumuzun dı ında kalacaktır.

234

Konaktan ayrılırken u ğur alâmeti sayılan, duvara çakılı, geyik boynuzlarına aklımız takılarak dı arıya çıkıyoruz. imdi eski konakların, enkazı kaldı ğı için, yazımızdaki noksanların ba ğılanmasını dileyerek yazımıza burada son veriyoruz (Cenâni Dökmeci, nr. 14, s. 32). Bu yazımızda sizinle Sürsürü köyünü, yeni adıyla Olgunlar Mahallesini gezece ğiz. Sürsürü’yü Elâzı ğ’a ba ğlıyan iki yol var. Birisi, bir zamanlar Müfetti lik binası olan dairenin, hemen Kuzeyinden geçer. Di ğeri Kız Enstitüsünün önünden. Biz ikinci yoldan gidelim. Orman Fidanlı ğının, içe huzur veren ye il çamları, yolun kuzey kenarında bir süre devam etti ğinden dolayı bu yolu tercih ediyoruz. Köy, uzaktan, bir ye il kavaklık gibi görülüyor. Birkaç yıl önce, tarla olan Elâzı ğ Sürsürü arası, bugün, evler, caddeler, sokaklarla dolmu . ehir hep batı yönünde geli iyor. Orman Fidanlı ğı ile Ziraat Bahçesi ehrin içinde kaldı imdiden. Sürsürü yolu henüz patika. Evet ne parke, ne de ose. Toz, ayakkabılarımızın renginin ne oldu ğunu gizliyor. Bir vasıta geçmeye görsün, tozdan iki adım ilerisi gözükmüyor. Köyün mezarlı ğı bir tümsek üzerinde. Hemen arkasında Sürsürü. Fatiha okuyup üfledikten sonra kahvenin önüne, köyün ortasına geldi ğimizi fark ediyoruz. Đnekler, koyunlar, tavuklar, at arabaları dola ıyor. Sanki uzak bir köye gelmi gibiyiz. Görünü böyle. Mahalle oldu ğu hiçbir tarafından belli de ğil. Belediye buralara el atmamı belli. Elektri ği ve ehir suyu bile yok. Nimeti yerine, yalnız külfeti var belediyenin. Buranın topra ğı boz renkte ve killi. Ya ğmur ya ğarsa çamur, ya ğmazsa demir. Yani yazın tozu, kı ın çamuru çok. Sürsürü ismi Türkçe bir söz. Toprak adamının sürme i i ve sürüsü var. Burası da bu i lere çok elveri li. Đ lenmek ve sürülmek için bundan iyi toprak olmaz do ğrusu. Arazinin, Güneyinde Meryemi Da ğı, Kuzeyinde Keklik Da ğı var. Bu iki da ğın arası bir tabak gibi. Yemye il bir tabak. Da ğların yamacından inen kar ve ya ğmur suları, buranın toprak altı su deposunu dolduruyor. Köyün Batısında, bu sular, tabiî artezyen eklinde büyük Kehrizi do ğuruyor. Hakikaten bu arazide su çok bol ve yüzde. Neresini bir iki metre kazsanız su fı kırıyor. Aağı Kerhiz, Yukarı Kerhiz, Köy Suyu ve çevredeki sayısız gözelerden ba ka. emsi Pınarı, Kilise Pınarı, Molla Hüseyin Pınarı, Seydinin Pınarı isimli bir çok da çe meleri var. Topra ğın özelliklerini ö ğrendikten sonra, niçin burada, bu kadar çok ba ğ? Sorusunu cevaplandırmak kolayla ıyor. Sürsürü kelimesi, bir Elâzı ğlının zihnine (Öküz Gözü) ve (Köhnü) isimli siyah üzümlerle birlikte gelir. Pancar, yonca ve hububat da ekiyorlar. Pamuk ise çok geç’e kalıyor diye ekilmiyor. Aağı yukarı be yüz ünite eve, Kolonun De ğirmeni ve Ali Kemal’in De ğirmeni yetiyor. Ba ka da de ğirmene lüzum yok. Çünkü, köy, zaten be yüz hane Buranın eskidenbasit bir camii vardı. Fakat esas camiini köylü elbirli ğiyle ve rahmetli Kel Kâtip vasıtasıyla yaptırdı. Yapılalı, daha on yıl ancak oldu. Sürsürü’nün suyu bol dedik. Fakat Kesrik, ya da I ğıki gibi bir hamamı da yok. Eskiden ilkokul olarak kullanılan binada, bugün testi yapılıyor. Yeni ilk okul ise- kapısında yazılı-1960 yılında hizmete girmi . Tek katlı, tertemiz, güzel bir okul.

235

Đ te Sürsürü bunlardan ibaret (Cenâni Dökmeci, nr. 15, s. 20). Elâzı ğ’dan, Teka ğaç’a giden yol, sola bükülünce, Zafran Köyüne yönelir. Yoku u tırmanırken, sa ğımızdaki dere ve bahçelere Köy Önü deniyor. Yoku un ucundaki tepe, evlerin dizili i ve görünü ü bakımından, bir derebeyi atosunu yahut da bir kale bedenini andırır. Burası otuz evlik Zafran köyü, Elâzı ğ’a yirmi dakika mesafede. Bu yakınlı ğından dolayı bir zamanlar mahalle yapılmı sa da, -Tevfik Gür’ün valili ği devri-, sonradan vazgeçilmi ve köy, yine belediye hudutları dı ında bırakılmı . Köyün kuruldu ğu yer, manzarası bakımından en münasip bir noktada. Yüzümüzü çevirip, güneye do ğru bakalım hele. ehir avuç içindeymi gibi. Uzaklara kadar, kademe kademe devam eder. Sıra da ğların renkleri, ayrı ayrı. Yakınlardaki tepeler, boz yahut kahve rengi. Uzaklara gidildikçe da ğların rengi morla ıyor, mavile iyor ve en sonda, Hazar Baba zirvelerinde, karın beyazlı ğı ile ufukların dumanı birbirine karı ıyor. imdi köyü gezelim. Eskiden kalma bir camii var. Bu sene hocası da yokmu . Köyün ortasında, en kurak seelerde bile suyu kesilmeyen ufak bir çe me. Nihayet gübreli ği ile, mezarlı ğı ile, tavukları, inekleri ile küçük bir köy. Elâzı ğ’da, in aatlar için kullanılan ta lar. Zafran’ın ta ocaklarından çıkarılır. Adına da “Zafran ta ı” deniyor. Ayrıca buranın “beyaz toprak”ı da me hur. Kerpiç evlerin, samanlı kara sıvası üstüne sürülüyor bu toprak. O zaman, badana daha güzel ve düzgün dü üyor. Gerek ta ve gerekse toprak nakli icabı, köy halkının ekserisi arabacılıkla geçim yaparlar. Yetmi lik Sakallıo ğlu Osman efendi, vaktiyle Yukarı Mezra eski adıyla Çatalo ğlu Mezra’sının da Zafran’a ba ğlı oldu ğunu söylüyor. Zafran’ın kuzeyindeki da ğın adı, Mehlemlik, imdi da ğda mahlep a ğacı olmadı ğı gibi, izi de yok. Tek tük alıç var. Bu da ğın batıya uzantısı. Uzun Burun da ğını meydana getirir. uzun Burunun önüne Viraneler deniyor. Adından da anla ılaca ğı üzre, burada çok eskiden Mazara adlı bir ehir varmı . imdi yerinde, bo evlik bir köycük var. Bir zamanların hüsn-ü hat hocası olan Hacı Đbo ( Đbrahim) efendi Virane’lidir. Onun o ğlu Hasan efendi de, Rü tiye mektebinde, daha sonra da Sultani’de aynı dersin hocalı ğını yapmı . Zafran’ın batısında ise, sırası ile, Eriklik, Büyük Bahçe ve daha ileride komisyoncu Hacı Mahmut Ekmekci’nin de bahçesinin bulundu ğu Ali Pınarı mevkileri var. Büyük Bahçe ile Ali Pınarı’nın arasındaki dereye Azgan Çayı, daha eskiler de Çalgan Çayı diyorlar. Köyün do ğusunda ise Pancarlık sırtları. Bu sırtların üstünde bir Alman Bahçesi var. Burayı, elli altmı yıl evvel, Yasayfiye kö kü yapmı lar. Bu bahçede en çok badem a ğacı olmakla beraber, çe itli meyve a ğaçları da var. Önündeki çayın adına, Köm Dere denir. Köyün kuzeyinden çıkan yoldan Nurali köyüne gidilir. Öyle pek uzak da de ğil. Đçinizde görmek, tanımak istiyenleriniz vardır elbet. Gidip bu köyü de görelim bir. Zafran’ın yumu ak ve beyaz topra ğı ayaklarımızın altında tükenince, ta ahırı dedikleri, kayak parçalarıyla dolu siyah yüzlü, bir araziye eriilir. Bilmi olalım ki, artık Nurali topra ğındayız. Ta ı da kara, topra ğı da. Elâzı ğ’a olsun, çevre illerimize olsun. gönderilen parke ta ı buradan çıkarılıyor. Bu ta , çelik gibi serttir. Çekiçle vuruldu ğunda, çelik gibi uçar. Bu köyün geçimi de bu ta tan çıkıyor. Çıkaran i çiler ve yontan ustalar hep aynı köyden.

236

Nurali’ye do ğudan inilir. Đnilir diyorum, çünkü köy, tepelerin arasında ve çukurdadır. Đlk a ğızda, ya lı dut a ğaçlarının geli i güzel ve sık olarak boy verdi ği bir arazi. Sonra da köy. Fakat köy, gelenlere arkasını dömü , küsmü gibi. Çünkü, evlerin yüzü hep öte tarafa çevrik. Tahmin edece ğiniz gibi, güneye bakıyor. Dutluktan a ağı ve dere boyunca inildikte, sırayla, Kızılca Çe me, Kemerli Çe me ve Cırik Çe me gibi içimi ho sulara rastlanır. Bunlardan ba ka terzi Ömer Ünsal (Tekayak)ın dayısı, rahmetli Ahmet Güne ’in, parasını vererek çıkartmı oldu ğu Yeni Su da var. Bu suya Mustafa Çakı’nın da eme ği çok olmu . Be sınıflı ve iki ö ğretmenli, modern denebilecek evsafta güzel bir okulu var. Okul be sene önce yapılmı . Daha önce köyde okul yokmu . Çocukları okuyor diye hepsi sevinçli. Nurali, Zafran’dan daha büyük bir köy. Rahatça elli ev sayabiliriz. Bu köy ezelden, bir Müslüman Türk köyü. Đnsanları hep akraba oldu ğu için, kimse kimseye küfür edemez. Bu sebeple çok temiz konu an insanlar. Birbirlerine kar ı çok nazik davranan insanlar. Zaten fenalıktan uzak ruhlu, güleç, akacı ve mütevekkildirler, bütünü. Arazileri yoktur ama, üzüm ba ğları geni ce. Köye ini yolunun sa ğındaki tepede Kondu Hayması’ndan ba ğ bekçisi, bütün ba ğları güzetlemek imkanına sahip. Ufak çapta birkaç tarla görünürse de ta lıktır. Đlâve etmek lâzımdır ki, bu siyah toprak suyun telbisini (rütubetini) kaçırmadı ğından oldukça mümbit sayılır. Köy, evlerin yapılı ları, sokakların ekli ile tipik bir Türk köyü. Eskiden kalma, minaresiz bir camii de var. Köyün güneyinde Holvenk ve batısında Cip köyleri vardır. Nurali’nin batı yönünde ufuk çok uzak ve alçak oldu ğundan, Ramazan ba langıcı ve bayram ba langıcında ay, en önce buradan görülür. Ay görüldü ğüne dair Harput’a haberci gitti ğinde, ayet arefe ise, her kes orucunu bozarmı artık. Le ğene su konularak ay’a bakıldı ğı eskilerden rivayet edilir. Kondu Hayması’nın ardında “Ulus Yolu” adı verilen bir göç yolu var. Bu yoldan bir milletin Anadolu’ya aktı ğı belli. Atalarımızın bu yolla geldiklerine dair, tarihi bir kayıt yoksa da, bu yolun ismi üzerinde dü ünmek gerekir. u maya buralarda çok söylenir. Ulus gitti, yeti emem göçüne; Yar yanında geç kalanın suçu ne?! Aç yorganın girem koynun içine, Bahar yatam, yaz uyanam, güz kalkam. Nur Ali Baba ismindeki bir eyh, bu çevrede uzun zaman misafir kaldı ğı için, Babanın büyüklü ğüne atfen bu köye isim verildi ği kanaatı yaygındır. Yine biraz do ğusundaki Mürüdü köyünün adı da, eyh’in müritlerinden ötürüdür deniliyor. Bu yazımızla, Harput çevresindeki gezintimize son veriyoruz (Cenâni Dökmeci, nr. 18, s. 20-21). 1. 3. 6. Harput Konakları ve Evleri Güzel bir ovayı kucakliyan Aslanda ğı’nın tepesinde kurulan Harput, aağıdan yukariya çıkılırken, kurulu ihti amiyle yol keser sanki. Syretmek için, dura dura yürümek zorunda kalır insan. Ayni ihti am, Harput’a çıktıktan sonra, aağıya, Uluova’ya bakarken ayrıca manzarala ır. Đni te ve çıkı ta, göz ve gönül saran bu ha met, belki Harputlu hariç, her gelenin, bilhassa yabancı gezginlerin, silinmez

237 izlerle hafızalarına i lenmi tir. Bu özellik, Harput sanatının motiflerini yaratmı olmalıdır. Bütün bitkileri, çiçekleri ve canlı yarattıkları ile… Eski gezginlerin, “seyahatnâme”lerinde, bu manzara büyüsünden bahsedildi ği gibi, XIX. Yüzyılda arkeolojik ara tırmalarıyla ün salan HOMMA ĐRE DE HELL de, bu görünü üyle Haput’u “Masallarda anılan, Do ğu ehirlerinin e siz bir örne ği…” diye vasıflandırır. Harput’ta, yukarda açıklanan ihti amın, san’at bakımından konak ve evlere aksini ve intikalini söz konusu yapmak istiyoruz. Konumuza yardımcı olmak için bir fıkra anlatalım: Çar ıdan, Meterise do ğru çıkan yol kenarında, geçen yüzyılın me hur Nak ’ibendi eyhi Büyük Beyzâde Haci Ali Rıza Efendinin, geni ve yüksek çıkmalı bir kona ğına varılır. Bu konak, eyhin müritleriyle dolup ta an bir yer… Kona ğın “ahni enine” yani, “çıkma”sına, , müsaadesiz küme çıkıp oturamaz… yalnız merhum hoca, çok sevdi ği müritleriyle burada oturup sohbete dalarmı . Günlerden bir gün, müridi Köse Seferzâde Haci Ra it Hoca’yi, bu çıkmaya dâvet eder. Nükteden ve air Ra it Hoca, bu ferah çıkmaya oturup, Uluovayi, geni ve derin manzarasiyle doya doya seyrettikten sonra, mür idine dönerek, duda ğından hiç eksilmiyen zeki tebessümleriyle: (Efendi Hazretleri! Bu yüksek ahni ine oturup, Dünyayi ayak altına aldıktan sonra, ben de Uluhiyet iddiasında bulunurum) dedi ği anlatılır. Bu fıkrada, Harput evlerinde ve konaklarındaki iç ferahlı ğın çözümü var… Gerçekten ferah ve rahat bir meskenin, insan rûhiyâtı üzerindeki rolü, çok büyüktür… Eve, halkın “ocak” deyi i ve bu oca ğın söndürülmemesi cehdi, ona verilen, geleneksel önemi belirtir. Dededen babadan kalma bir evi olmiyan insan, ev-bark sahibi oluncaya kadar, huzur yoksunudur da… Ömür boyunca, onu saran kaygı, rahat ve ferah ev sahibi olabilmenin imkan ve arzusundan ibarettir (Mehmet Yıldız, nr. 25, s. 23). Anadolu’da her bölgenin, hatta her ehrin, ev tipleri bakımından ayrı özellikleri vardır. Bu tipin te ekkülü, co ğrafya ve tarihle ili kin olmalı… Biz, bu yazımızda, Harput’un XIX. Yüzyıl ötesine ait, yıkılmamak gayreti gösteren bir kona ğı alıp, birlikte içine girelim… Her eve, ta kemerli bir cümle kapısı ile girilir. Bizim konu olarak aldı ğımız konak’ta böyle… Kona ğın dı kapısından içeri girince kendimizi, üstü açık bir sahada buluyoruz. Dı avlu burası… Bu avluda hemen ço ğunlukla, üç kapı bulunur. Bu kapılardan birisi “Harem” tarafına, birisi “Selamlık” tarafına, birisi de e ğer kona ğın dı ında de ğilse, hizmetkârların oturdu ğu tarafa açılır. Alt katta, hemen hiç oturma odası yoktur. Anbarlar, kilerler ve benzerleri vardır ancak… Biz, buradan merdivenle selâmlı ğa çıkalım. Selâmlık bölümüne girilince, bir avlu ve bu avluya açılan birkaç kapı ile kar ıla ılır. Bu kapılardan biri, en büyük odaya yani selâmlık odasına, di ğerleri selâmlık yatak odalarına açılır. Avlunun dip tarafında, kahve oca ğı, yani öminenin bulundu ğu yer vardır. sobalar icat olunduktan sonra, ömine, odaların içinden kahve oca ğına çıkmı … Selâmlıktan dönüp tekrar dı avluya gidelim. Bu avludan girilen ikinci kapı, harem tarafına açılır. Bu kapalı kapıyı açınca, ikinci bir avlu ile (iç avlu) kar ıla ırız. Bu avlunun da kısmen üstü açık, kısmen kapalıdır. Hiç dikkatten kaçıyor. Harput’lu, ıık itiyakında… Đç avlu, mücevherat dolu kapalı kutu gibi bir yer… Çünkü; Kona ğın çe mesi buraya akar; kilerler, anbarlar buraya açılır. Hatta “gelini koltu ğa verme” töreni de burada yapılmaktadır. Kiler ve anbar diyoruz. Bunlar, aynı eyler de ğil.

238

Kilerde, evin kı lık yiyecekleri ve çerezleri bulunur. Bulgur’undan, kurut’una, dutun’dan üzümüne, kesmesine kadar… Anbarda ise, Bu ğday, Nohut, Fasulye, Arpa, Kü ne, Odun vs. bulunur. Đç avludan, haremin üst bölümüne çıkaca ğız. Burada üstü yine yarı açık bir avlu ki, buraya harem dairesinin kapısı ile kiler ve mutfak kapıları açılmaktadır. Mutfak, bu avlunun en uzak kö esinde, kiler daha yakında… Mutfakta raflar takalar, erzak küpleri ve çinilerle sele-sepet ve benzerleri var. Kilerde, aağıdaki kilerdekilerden daha kıymetli ve günlük ihtiyacı kar ılayacak erzak ve çerezler bulunmaktadır. Tavanlardan sarkan üzüm, kavun ve armut, elma hevenklerine kadar… Harem dairesine, avluya açılan kapısından girilince, (sofa) denilen, kapalı bir salon ve buraya açılan muhtelif kapılar: Oturma, misafir, yatak ve yıkanma odalarının kapıları… Evin en çok sanat i çili ği, harem tarafının duvar ve tavanlarında görülür. Harem tarafının, gerek alt kattan, gerekse üst kattan bir kapı ile, selâmlı ğa da ba ğlantısı vardır. Kısaca tasvir etti ğimiz bu ev örne ği, yalnız Harput’ta de ğil, büyük köylerin “bey” ve “a ğa” evlerinde de vardır. Odalar, 18 metre kareden, tavanlar 3 metre 40 santimden a ağı de ğildir. Pencereler geni ve güneye do ğrudur. Kuzeye bakan yazlık ayvanlar da vardır. Balkon vazifesi gören bu ayvanlar, bazen bir, bazen iki kemerle çevrilidir. Dı ardan görüntüyü kesecek korkuluklar, bu ayvanlara bir yapı güzenli ği verir. Buralarda yemek yenip oturulur ve yatılabilir. Bu tip evlerden Harput’taki bir evi, son maliki Sarıeyüpo ğulları olan kona ğı, bahse konu etmek istiyoruz (Mehmet Yıldız, nr. 25, s. 23-24): Söylentiye göre bu tarihi konak, bir Yeniçeri A ğası veya bir Sipahi Beyi tarafından yaptırılmı tır. Kona ğın tamamı, kesme ta tan in a edilmi , ta i çili ğinin en güzel örneklerini içinde saklamı tır. 624 metre kare bir arsa üzerinde kurulan bu evin pencereleri ve kapı üstleri, dolma kemerli kö elerinin her biri ayrı ayrı ta motifleriyle süslü idi. Enkaz üzerinde yapılan incelemede, ta lara i lenmi , biri di ğerinden ayrı, on çe it motif tesbit ettik. Haremlik duvarları, çok güzel çinilerle kaplı, tavanlar ceviz tahtalar üzerine oyma motifli. Bu gün bunlardan hiçbir kalıntı yok. Söylentiye göre, 35-40 yıl önce Halep’ten gelen antikacı bir seyyah, bol para vererek, evin bütün çinilerini ve tavandaki i lemeli tahtaları söküp götürmü tür bize kalan birkaç kırık dökük parça… ehrin, günden güne yıkılıp, Elâzı ğ’a ta ınması, bu gibi konaklarında bakımsız kalmasına ve harap olmasına sebep olmu . Bu konak’ta yıktırılıp, enkazından, sanat malzemesi olarak de ğil, in aat malzemesi olarak faydalanmak için Elâzı ğ’a götürülmü tür. Ne yazık ki, o güzelim motifli ta lar, kâh kırdırılmı , kâh geli i güzel konulmu oldu ğundan, katiyen de ğerlendirilememi ! Sahipsiz kalan enkaz, zaman zaman da sökülmü çalınmı , sa ğa sola aırılmı tır. 1960 yılında, Harput harebelerini gezerken, çöken bu kona ğın, üst kat bir odasının iki duvarı ile, yanda çıplak bir kemeri vardı. Camiler’de dahil, civardaki yapı kemelerinin belki en heybetlisi olan bu kemerden ba ka, duvarda görülen iç dolap eklindeki üç pencerenin, birbirinden ayrı motifleri, dikkatini ve hayranlı ğımı çekti. Bunları muhafaza etmek için almayı dü ündüm ve dü üncemi de gerçekle tirdim. Bin bir itina ve güçlükle bu ta ları sıralayıp, numaraliyarak, Elâzı ğ’a

239 ta ıdıktan sonra, yapaca ğım evde kullanarak de ğerlendirmek heyecanına kapıldım. Nitekim; hallen bu motifler, küçük evimin, san’at arma ğanı olarak zineti bulunuyor. imdi tamamen yok olan bu konak, gördü ğüm zamanki enkaz durumundan anla ıldı ğına göre, tonoz kemerler üzerine kurulmu , bir saray ihti amındaydı. Enkaz arasında bulunan bir iki yarım çini parçasından ve Eski Pertek camilerinin pencere kenarındaki motiflere benzerli ği yönünden, 14, 15, 16. yüzyılların sanat karakteri ta ıdı ğı tahmin edilebilir. Belki de bu asırlardan kalma bakımlı bir konak idi. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlü ğünün, Birgi’de satın alıp, halka te hir etti ği kona ğın bir e i idi bu –Yalnız Birgi’deki- evin, tavan i lerinin ve duvar süslemelerinin, Elâzı ğ’daki “Be karde ler” denilen evlerdeki süslemelere benzer nebati boyalar ile yapıldı ğına dair, kıyaslama yapılması gerekti ğini söyleyenler var. O konak, Harput’taki konak gibi, ta i lemelerden ve motiflerinden tamamen yoksun bir konaktır. Harput’taki ise, ileme ve motif mah eri… (Mehmet Yıldız, nr. 25, s. 25). Motif ve süsleme sanatı, Harput evlerinde çok kullanılmı tır. Hemen her eski yapıda, bulunan örneklerine raslanır. Oyma çe itleri, kapı, pencere kö elerine, ocakların kenar ve üst kemerlerine, merdiven korkuluklarına, sütün gövdesine ve ba lıklarına i lenmi tir. Ta çılık sanatının en ince örnekleri bunlar. Süsleme motifleri ise, bilhassa tavanlara, çıkmalara, balkonlara, iç duvarlara ve saçaklara i lenmi olarak görülüyor. Bu oyma motiflerin, en zengin ve en hünerli örneklerini; Harput’ta, yalnız binalarda de ğil, bakır e yada da görmek mümkün… Asırlar öncesinden bu güne kalan bir çok bakır e yada bu motiflerin bütün özelli ği ve güzelli ğile kaldı ğını görmek ve her anliyana göstermek imkanına sahip bulunmaya çalı maktayız. Arkada ım Cenani Dökmeci’nin yardımı ile üç dört yıldan beri, bakır kaplardaki motifleri görmekle kalmamı , ölçüsü ile ve bir çok çe itleriyle oldu ğu gibi toplamı ve çini mürekkeple temize çekmi bulunuyorum. Ancak bu motifler arasındaki ba ğıntı ve uyuntuyu, bütün özellikleriyle çözümlemek mü külâtı içindeyiz. Etilerden beri Harput’ta devam edegelen bakırcılık san’atı, bizim tesbit ettiklerimizle ifade edilemez tabii… Bizdekiler, bazı örneklerden ibaret. Bu sanatı bütün ümüliyle ifade edebilmek için, daha bir çok motif örne ği toplamak ve tesbit eylemek gerekiyor. Bölgenin, Ekol Motifini açıklamak ve ilk bakır motiflerini ayıklamak ve devirlerine göre sıraliyarak sergilemek için, hem ehrilerimden yardım bekliyorum. Böyle bir sergi açtı ğım gün, hem sanatçılarının rugunu âd edecek; hem de sanat severlere kar ı, bir hizmet borcu ödemekten; bilhassa güzel sanatlar için böyle bir borç ödemekten, daha mutlu ne olabilir! Duygulu air Yahya Kemal’e, hak vermemek mümkün mü? (Mehmet Yıldız, nr. 25, s. 25-26). 1. 3. 7. Eğinin Yolu Nereden? “E ğinin altında akan Murat’tır” ama, bu kasaba, oldum olasıya Murat olmamı tır hiç. Bunu yalnız biz mi söylüyoruz? Herkes biliyor zaten!. Eğin türküleri, koca bir memleketin hicran yankısıdır. Geçim artlarının güçlü ğü, o yuvanın ku larını, çil yavrusu gibi da ğıtmı etrafa. Đstanbul’a giden, kolay

240 dönebilir mi? Đstanbul’un güzelli ği ve güzelleri öyle dursun, eli bo , yüzü kara nasıl dönülür E ğin’e? Đ te bunun için Gelin, Eğin’de duygulu!. Güve ği, Đstanbul’da kaygulu!. Biri: Eğin’in altında akan Murat’tır Ağamın bindi ği demir kırattır Sılama kavu mak ne ho murattır. Tez gel a ğam, tez gel, eğlenmiyesin Elde güzel çoktur evlenmiyesin. Diyerek gözü yolda. Di ğeri ise: Ye il kurba ğalar öter göllerde Kırıldı kanadım kaldım çöllerde Anasız, babasız gurbet ellerde Ya ben a ğlamıyam, kimler a ğlasın? Bu garip gönlümü kimler e ğlesin Diye ba ka bir halde. Bu deyi ler, bu na ğmeler, Eğin halkının, iç yüzünün dı a vuru u. Bir de onların dı yüzlerinin içe dönü ü var. Dı yüzü ile E ğinli; çalı kandır, beceriksizdir, zengindir; gam kasavet onun neyine, de ğil mi? Bir de gelin, bunu siz E ğinli’den sorun! Kemaliye, gerçekten Fırat kenarındadır. Irmak onun eteklerini öperek geçer. Bahçelerinde güller açar, bülbüller uçar… Ama hepsi bu kadar… Ne ziraat yapacak topra ğı, ne sulayacak ırma ğı, ne de yara saracak yapra ğı vardır. kaçan gider, kalanlar, göz nuru dökerek halı dokur, bez dokur; dut kurutur, üzüm kurutur. Onların geçimini sa ğlıyan kaynaklar bunlar i te. Bu sayılanlar, tabiatın, Eğinlilere zulmü… Bir de, devletin onlara zulmü var. Anasından ayrılan yavruya yapılan zulüm gibi… 354 yıl Harput’a ba ğlanan E ğin, 1938 yılında Abdullah Pa anın sözü uyarınca Erzincan’a verilmi . Do ğrusunu ararsanız, Erzincan’ın adına atılmı ! Çünkü Erzincan’la hiçbir ba ğlılı ğı yoktur. Eğin’in Vilâyeti, bir da ğın önünde, kaza bir da ğın ardında. Erzincan Valisi dahi, Malatya’yı veya Tunceli’ni dola arak, Elazı ğ’a gelip sorar, “E ğin’in yolu nerden?!. ” Yanlı anla ılmasın, Bu soruyu, Erzincan vâlisi, Elâzı ğ vâlisinden soruyor, ve onun gösterdi ği istikamete uyarak, kendi kazasını bulmak için yollara dü üyor. Böyle uzaklardan dönüp gelecek vâliye, gözü ya lı, ba ğrı ta lı E ğin halkının, dertlerine devâ bulmak için söyliyece ği ne olabilir? Olsa olsa: Tez gel a ğam tez gel, gel de yine git Akan göz ya ımı, sil de yine git” Demekten ibaret kalsa gerek!. Eğin: Gerek tarih, gerek co ğrafya, gerek kültür ve gerekse alı veri bakımından ba ğsız. Yaz kı Elazı ğ’la E ğin arasında, gidi geli vardır. öteden beri alı veri de Elazı ğ’la olur. Eğinli çocuklar, Elazı ğ Lisesinde okur. Eğin’in hastaları bile Elazı ğ hastanesinde tedavi görür. Gelene ği, görene ği, Harput’a benzer hep. Erzincan’da, mumla arasanız, bir E ğinli bulamazsınız. Erzincan neresi E ğin neresi? Erzincan’da E ğinli bulmak öyle dursun, Eğin’de Erzincan’ı görmü insan

241 dahi bulunamaz. Ben, yüzde bir vardır belki dedim; bir E ğinli itiraz ederek: “yoktur vallahi” dedi. Nasıl olsun ki, yok yok, da ğ yüksek, ku olsan dahi uçamazsın. Erzincan’a gitmek için, yazın ancak birkaç ay açık bulunan da ğ yolundan, 35 kilometre mesafe keserek, Ba ğıta istasyonuna varmak, buradan da trenle 195 kilometre giderek, Erzincan’a ermek gerekir. Tren de günde bir defadır ancak. Demek ki, yaz olsa dahi, vilâyete gidip gelmek, en azından üç gününüzü alır. Hele iin uzaması, trenin kaçması, Ba ğıta ’dan E ğin’e ta ıt bulunmaması, gibi haller, ortaya çıkınca, bu üç gün, altı güne de çıkabilir. Fakat buna karılık, Elazı ğ’a bir günde gidip gelmek, hatta lüzumu olursa, bir günde iki defa gidip gelmek mümkündür. Nitekim gidip geliniyor. Hem de yaz ve kı . Fakat, yaz ayları geçince, da ğ yolu kapanınca 7-8 ay Erzincan’a girmek öyle dursun, selâm dahi gönderilmez. Kardan, pükden, ya ğmurdan, çamurdan. ayet zorla gitmek gerekirse, Elâzı ğ’a gelmek, Malatya’dan Çetinkaya’yı dola arak, Erzincan’a varmak lâzım. Bu, ters taraftan kulak göstermeye benzemez mi? Zaman ve masraf bakımından, Eğinli’nin kaybını, siz dü ünün artık. bu bir hakikat, bir e’niyet, ama, bütün bunlara ra ğmen yıllardır, heyetler gönderilir, Bakanların elleri öpülür, fakat masa ba ında oturarak hüküm vermek var ya! Đ te o lök gibi oturu un, tınmazlı ğından de ğil midir ki bu hal, böylece sürüp gitmektedir Eğin’de, partili partisiz, pırtılı, pırtısız herkes, Erzincan’dan ayrılmak Elâzı ğ’a ba ğlanmak arzusundadır. Fakat Ankara’da hangi parti ba a gelirse gelsin, bu mü terek dile ği duymamak gafletinde! Bu derdin tek çaresi, bu i te karar verme ğe yetkili olanları, bir yazın bir de kı ın, Erzincan’dan E ğin’e, Eğin’den Erzincan’a götürüp getirmektir. Hangi tarihte olursa olsun! o zaman bakın, nasıl karar veriliyor. Hem de Ankara’daki makam koltu ğuna oturmak süresi beklenmeksizin. Eğinli’ler, Elazı ğ’a ba ğlanmak ümidini, ula ılmaz bir hayal olarak arayıp durmaktadırlar. Her halde, o yurdun çocu ğu olan Râbia Hatun da, bu hayalin iirini terennüm etmi olmalıdır: Ho em bir öyle hasretten ki, senden Uzakla tıkça yakla maktayım ben. Bu halvethânenin yok ba ka vârı Zaman sensin, mekan sensin, havâ sen!. Abdullah Pa a, rahmete kavu alı çok oldu ama, hala hükmü yürüyor; Ne E ğin’i Erzincan’dan ayırmak mümkün, ne de Tunceli’ni Kalan deresinden çıkarmak imkanı var. Her i te, her zaman, biz böyle daha ne kadar tersine gidece ğiz. Mersin’e gitmek nasip olmayacak mı bize hiç? Yazımızı yine bir dertli E ğin a ğzı ile bitirelim: Fırat kenarında kayık de ğilim Bir dolu içmi im ayık de ğilim Ben böyle olma ğa lâyık de ğilim. Ya ben a ğlamıyam kimler a ğlasın Alların yerine kara ba ğlasın (Arif E ğinli, nr. 11, s. 16-17).

242

1. 3. 8. Elâzı ğ’da Kadın ve Gelin Giyimi a) 200-250 Sene Önceki Giyini : Teka ğlı, döküntü, bol ve uzunca ipek alvar üstüne, onu açan ba ka bir renkten, yine ipekli kuma tan yapılmı , (üçetek) denilen entari giyilirdi. Bu entarinin üstüne de, ince ipekten saçaklı ku ak veya gümü kemer ba ğlanır. Ba ta kıncik (hotoz) yani küçük, al renkli fes (fino fes) bulunur. Bunun etrafı penezlerle, yani küçük sarı para ve boncuklarla süslüdür. Kınci ğin üstüne de, ipek oyalı yazma veya krep ba ğlanır. Yukarda bahsi geçen alvarın ayak bilekleri; üç ete ğin ise el bilekleri, yırtmaçlı yani yarı açıktır. Bu güne nazaran en eski giyini olarak tesbit edilen bu giyim ekli, hala uzak köylerde muhafaza edilmektedir. b) 150-75 Sene Önceki Giyini : alvar yine eskisi gibidir. Ancak (üçetek) yerine, önü ayak bileklerine kadar; arkası da yerde sürünecek kadar uzun ve bol etekli entari, giyilmeye ba lanmı tır. Bu entari de, üç ete ğin öndeki açık yırtmacı yerine, sedef dü ğmeli ve açılır kapanır yırtmaç geçmi tir. Yine üç ete ğin yandaki yırtmaçları yerine de her yana pileli yani kırmalı üçer parça salınmı tır. Bu parçalar yukardan a ağıya do ğru geni liyerek iner ve son kısımda bu geni leyi en az bir karı ı bulur. Her iki yanda da, bu geni leyi birer karı tan iki karı a yani 20-40 cm. ye kadar artar. Eski giyini teki ba ı süslüyen (fino fes) kalkmı bunun yerine, bu gün (türban) denilen ba ba ğlaması adet olmu tur. Bunun üstüne de, yine renkli ve oyalı krep ba ğlanmı tır. Gelinlerde bu giyini in özelli ği ba tan aya ğa kadar uzanan al mavi veya ye il renkli ipek tel duvakla süslenmesidir. Belde yine, ipekten al veya gömü kemer, ayakta ise pumpullu (püsküllü), ilemeli, topuksuz, ince deriden yapılmı yemeni vardır ( Đmzasız, nr. 25, s. 20). c) 75-50 Sene Öncesine Ait Giyini : Baca ğa giyilen alvar, tamamen terkedilmi , alvar yerine renkli çizgili (canfes) denilen Harput ipeklisinden yapılmı uzun don giyilmeye ba lanmı tır. Bu, ayak bile ğinden ili ki ve sedef dü ğmelidir. Son giyim eklinde, entarilerin öndeki dü ğmeleri de atılmı , beli dar, ete ği geni , kol a ğzıyla etek uçları fırdolayı kırmalı bir giyim ekli bulunmu tur. imdiki hırkalar yerine, eskiden sırmalı (ilemeli hırka)’lar giyilirdi. Beldeki ve ba taki giyimde esaslı bir de ğiiklik olmamı tır. Ancak, aya ğa, ilemeli pabuç yerine, yumurta ökceli ve sivri burunlu iskarpin giyilmeye ba lanmı tır. Entariler de, gö ğüsten rubalı ve parçalı olarak yapılmı tır. d) Kadama Entari ve Cepken: Zengin aile hanımlarının, dü ğünlere, davetlere gittikleri vakit, giyindikleri entarilere ve cepkenlere (Kadama) denilir. Bu adın verili i, gümü tellerle yahut sırmayla kadanmasından dolayıdır. Sırımak ve kadamak, cepkenleri, bindallıları, gümü veya sırma tellerle i lemek anlamındadır. Kadama entari ve cepkenler için en a ğır ipek kafide kuma lar seçilirdi. Bunların, önü ba tan ba a açık olanı bulundu ğu gibi, kapalı olanları da vardı. Kadama entarilerin ve cepkenlerin kolları bile ğe kadar yırtmaçlıdır; bel dar, etek uzun ve geni tir. Ete ğin arkası öne nazaran daha uzun, yere de ğecek kadar dökümlüdür. Belde muhakkak gümü kemer bulunurdu. Bu giyim örneklerinin eski evlerden bulunup, müzede saklanması tarihi bir sanat borcudur ( Đmzasız, nr. 25, s. 21).

243

1. 3. 9. Tuncelinde Kız Đsteme ve Dü ğün Gelenekleri Ortaasya’dan Anadolu’ya yapılan ilk Türk akınlarından beri gelenlere sı ğna ğ olan Tunceli’nde bu güne kadar saklanan gelenek ve görenekler di ğer illerden çoktur belki. Bu gelenekler hakkında toplanan bilgiye dayanılarak seri halinde yazılar yayınlayaca ğız. Bu yazımızda, sadece kız isteme ve dü ğün gelene ği hakkında bilgi vermek istiyoruz: Tunceli köylerinde kıs isteme ve ni an âdeti, üç ekildedir. Birincisi; “be ik kerti ği” denilen usûl. Bunda, kırkı birbirine karı an kız ve oğlan, babaları tarafından, o günden itibaren, ni anlanmalarıdır. Đkincisi: aynı a iret içinden kız isteme usûlüdür. Üçüncüsü ise; a iret dı ından yani ba ka bir a iretten kız isteme usûlü. Aynı a iret içinde kız istemede güçlük yoktur. Airet mensupları birbirlerini hısım telâkki ettikleri için, ufak bir “ba lık” verilerek kız istenir, ve ni an yapılır. Ancak di ğer bir a iretten kız isteme bahse konu olunca, iler güçle ir. Airetlerin birbirlerine kar ı üstünlük ve a ğalık rekabeti, bu kız isteme gelene ğinde de etkisini gösterir. Kendi a iretinden, ni anlanacak kız bulamayan veya be ğenmiyen bir delikanlı, di ğer a irette be ğendi ği bir kız’a göz ve gönül koyarsa, onunla ni anlanması için, bir çok güçlüklerin yenilmesi gerekir. Önce, ni anlanacak delikanlı, bir arkada ı ile, hayvan satın almak gibi bir bahâne bularak, kızın babası evine misafirli ğe gider. Bu i için, babası ile görü me ve konu ma sırasında, aklına koydu ğu kızı da yakından görme ğe ve inceleme ğe çalı ır. Eğer be ğenirse, arkada ına dü üncesini söyler. O da ate in bacayı sardı ğını bildirerek, durumu o ğlanın babasına açar. Đ bununla bitmez. Oğlan babasının, soysop ara tırması sonunda, ni anlanmaya karar verilir. Yalnız o ğlanın kızı de ğil, babanın da kızın mensup oldu ğu soyu sopu be ğenmesi gerekir. bu ara tırma ve soru turma sonunda, kız isteme ğe karar verilirse, oğlanın babası, kendi a iretinin ileri gelenlerin den bir a ğayı alır; kız için de, bilezik yüzük, ayna ve altın bularak, kız evine misafirli ğe gider. Bu sayılan e ya, ekseriyetle ödünç alınan i ğreti e yadır. Ak am kız evinde yemek yenildikten sonra, gelenlerden birisi, ev sahibine geli niyetlerini, ya bir meselle anlatır; yahut (neye geldi ğimizi niçin sormuyorsun?) diyerek bir soru ile açıklar. Sözün sonunda: (Allahın emri, Peygamberin kavli ile sizin kızı bizim o ğlana isteme ğe geldik) diye sözünü ba ğlar. Eğer kız babası, kızını vermek istemezse, “ya ı küçük, ba kasına sözlü” gibi bir bahâne ile iste ği reddeder Verme ğe gönlü varsa: (Allahdan hayırlısı, kısmetse olur?) Diyerek teklifi kabul etti ğini bildirince, kıza getirilen ni an e yası, kızın anasına babasına verilir ki, buna (Elden ni an) denilir. Bu e ya verildikten sonra erbet içilir ve (Ba lık) için gün kesilir. Ba lık için kesilen gün gelmeden önce, gönüllü o ğlan, ilk görü ünde aldanmama kayguisle, kızı tekrar görme ğe gayret eder. bu arada o ğlan tarafından, kız tarafına; bulgur, ya ğ, eker, çay, keçi ve koyun gibi eyler gönderilir. Arayı so ğutmamak için… Kararla tırılan (Ba lık Günü)nün ak amı, ni anlanma gelene ğinin en zorlu, en çeki meli günüdür.

244

Çünkü bu gün, kız evinde iki a iretin de a ğaları toplamı bulunmaktadır. Bu gün, zenginlik ve itibar bakımından bir boy ölçme günü sayılır. O ak am yemek yenmeden önce, yalnız çay içilmekle yetinilir. Ba lık da u ulmazsa, beyhude masraf edinmesin diye, getirilen eylerin oldu ğu gibi saklanması âdet dendir. Bu ak am, afak sökünceye kadar, gelenler arasında ileri geri, acı tatlı konu malar yapılır. Kız tarafı, çok ba lık almak için, oğlan tarafını, bir çok sebepler ileri sürerek oyalar. Saatler geçtikçe, uykusuzluk ve açlıktan içi geçen taraftarlar, bu ii bir sonuca ba ğlamak için kız babasını ça ğırarak, son sözü ona verirler. O da: (Hayır kız da benim de ğil, söz de benim de ğil, ağamızındır. O ne derse, o olur. Ben sözü ona bırakıyorum) derse de, kendisine söz bırakılan a ğa: (Hayır, kız da senin, söz de senindir) diyerek, son sözü babaya verir. Son sözün, kızın babasına bırakılması, ağalar tarafından kızın verilmesine zımnen rıza gösterildi ğini ifade eder. Bunun üzerine kız babası: (Öyle ise mesele kolay!) Diye, kızını vermiyormu gibi bir tavır takınarak, dıarı çıkar. Fakat tekrar ısrarla içeriye ça ğrılır, cemaatin ortasına oturtulup, kalkmasına engel olunarak, (Ba lı ğını” bildirmesi istenir. Artık taraflar, kız babasını razı etmek için, tatlı dille, yumu ak huyla gönlünü yapma ğa, gayret ederler. Bu dil dökmelerden sonra, kız babası içindekini ortaya döküverir: (Gelenlerin hatırı ve a iretlerin adı sanı için, otuz bin lira kızımın kesintisiz ba lı ğı. Bir tabanca a ğabeysisinin haleti; bir kol saati, küçük karde inin, bir at ağamızın; bir öküz, amcasının; üç altın da anasının, süt haletidir). Diyerek son sözünü söylemi olur. Oğlan tarafı, bu çok yüksek tutulan teklife kar ı, mülâyim davranarak: (sa ğ ol da al. Buna lâyıksınız da.) Diyerek alttan alır. Ancak o ğlan tarafının verdi ği bu so ğuk kanlı cevap üzerine, kız babası, bir bahane ile, cemaati yine yalnız bırakarak dı arı çıkar. Onun yoklu ğunda, taraflar ba lı ğın azlı ğı ve çoklu ğu üzerinde iddetli tartı malara giri irler Kızın a iretine mensup a ğalar; bir a iretten, di ğer a irete kız vermenin ve kız götürülmesinin ne demek oldu ğunu; bunun kolay bir i olmayaca ğını, hatır latarak, iste ğin haklı bulundu ğunda ısrar ederler. Di ğer tarafda; dostluktan, yakınlıktan, ayni dine ve aynı ırka mensup olu tan v. s den bahis ederek, yıkıma gidilmemesini ileri sürer. Bu çeki meyi müteakip, tekrar kız babası içeri ça ğrılır. Ba lı ğın çoklu ğu ileri sürülerek, merhamete gelip, indirme yapması için her iki a iret a ğaları tarafından, ricada bulunulur. Kız babası bu a ğaların hatırına dayanamayarak, ba lıktan birkaç bin lira dü üverdi ğini söylemekle beraber, daha fazla hatıra bo ğulmamak için sinirlenerek dı arı çıkar. Bu içeri girme ve dı arı çıkma davranı ları tekrarlandıkça, ba lıktan da birer miktar dü meler yapılır. Bu yorucu ba lık i inin halli için, gelenlerin daima sabahladı ğı görülür (Hüseyin Solgun, nr. 8, s. 16-17). Ak am sabaha kadar çeki me sırasında “kızdır nazdır, bin kese azdır” denilmekle beraber, kader kısmete kar ı gelmemek için, her a ğanın ayrı ayrı hatırı sayılarak, ba lıktan dü meler yapılır. Hatta otuz bin liranın sıfırı atılarak üç bin liraya indirildi ği olur.

245

Ba lık, dü ürülemeyecek miktara indirildikten sonra, tarafların rızaları alınır, söz kesilir. Söz kesimi ile birlikte, davar kesimi için de emir verilir. Gömmeler yapılıp, saç kavurmaları kızarırken, afak da a ğarmak üzeredir. Hazırlanan sofralar, itahla, güle söyliye yenildikten sonra, kemikli olarak pi irilen bir but, tahta sofraya konularak, eti kemi ğinden soyulur. Bunun bu i de bir vazifesi vardır: Seçilen kız ve o ğlan vekilleri bu eti yiyeceklerdir. Buttan soyulan bu et, yenme ğe ba lanırken, oğlan tarafı kesilen ba lı ğı çıkarıp sofraya indirir. Eğer eksik çıkarsa sonradan tamamlanır. Sofraya konan parayı, kız babası alır. Ancak bir miktar da sofraya bırakır ki, buna “sofra hakkı” derler. Sonra söz kesen: (Allahın emri, Peygamberin kalbı “kavli” ve dört kitabın hükmü yerin gö ğün, ehadetile, meselâ: kızın Geyi ği, Mansuro ğlu Munzura verme ği, kabullendin mi?) diye sorar. Kız vekili, sadece: (Hayırlı ise olur) diyerek cevap verir. Bu defa da söz kesen, oğlan vekiline dönerek (Sen de kabul ettin mi?) diye sorar. Oğlan vekili de: (hayırlı ise olsun) diyerek kız vekilinin sözünü tekrarlar. Bu konu malardan sonra sıra kemik kırma ğa gelir. Eti soyulup yenilen kemik, sofranın kenarına vurula vurula kırılır. Buna “kemik kırma” denir. Kemik kırma, bütün mü küllerin yenildi ğini, ve yenilece ğini belirten bir u ğur ifadesidir. Bu i ler bitince sıra dü ğün hazırlı ğına gelir. Dü ğün günü kararla tırıldıktan sonra, bu arada ödenmiyen ba lık taksitleri tamamlanır. Dü ğün için yapılması gereken iki ba lı masrafın tamamı da o ğlan babasına aittir. Oğlan tarafı, kız tarafının verdi ği listeden ne varsa, onları bir gün önceden açısı ile birlikte, kız evine yollar. Dü ğün günü, büyük bir kalabalıkla kız evine, gelin almaya gidilir. Ancak bu gidi çok kalabalık ve çok enlikli olmalıdır. Airetler arasında enliksiz dü ğün makbul sayılmaz. Davul, zurna çalınarak böyle bir kalabalıkla, Köye girildi ği zaman, açık kapıların hepsi kapanır. Hele gelin evinin kapısı, sım sıkı kapalıdır. “Kapı açma parası” ödendikten sonra açılır ancak. Kız evine gelenler, kapı açma parası alındıktan sonra, içeri alınarak a ğırlanır. Eğlenceye “kına” gezdirilerek ba lanır. Đçinde mum yakılan kına tepsisi, elden ele gezdirilerek para atılır ve toplanır, sonra da oyunlar oynanır. Nihayet, kızın cehizi’nin sayılmasına sıra gelir. Cehiz sayılarak listede hazırlanırken, cehiz e yasına gerçek de ğerden üstün kıymetler konulması, evlili ği peki tiren bir gelenek sayılır. Ertesi gün, gelinin baba evinden alınması günüdür. Bu gün yükler ba ğlanarak, gelin baba evinden, il umudu için çıkarılıp götürülür. Bu gidi te bu göçte yüklerin çoklu ğu, kızın anının yüksekli ği ile ilgili sayıldı ğından, göz alayının buna göre düzenlenmesi gerekir. Dü ğün alayı, oğlan evine yakla ırken, atlar cirit oynar, tüfekler atılır, tabancalar bo altılır. Güveyi ve sa ğdıç, bir aba altında, koruyucuların arasında, dam kenarına, ta süyüngün önüne kadar getirilir.

246

Bunlar sol ellerindeki mendili a ğızlarına kapar, ve sa ğ ellerinde de bir kırmızı elma tutarlar. Duvar dibine gelen gelinin ba ına, güveyi iki defa elma atar gibi yapar, fakat atmaz. Aynı hareketi sa ğdıç da tekrarlar. Ancak üçüncü defasında elma gelinin ba ına atılır. Arkasından da para üzüm ve saire serpilir. Bu serpilenlerin toplanması, hayır bereket sayıldı ğı için, herkes iti ip kakı arak bunları kapı ır. Damdan içeriye alınan güveyiye, yumruk vurulmasın diye arkada ları onu kollarlar. Geline, attan inmesi söylenirse de, kolay kolay inmek istemez. Bir hayli nazlanır. Önce kuca ğına bir o ğlan çocu ğu verilir. Buna bah i veren gelin, onu kuca ğından indirdikten sonra, “in” tekliflerine kulak asmayarak, kaynatasının gelmesini, kendisine tarla, ev veya köy ba ğılamasını istedikten sonra, bu istekleri kabul edilince, inme ğe hazırlanır. Ancak yine derhal inmez. Üzengiye bir tahta ka ık konularak onu basıp kırdıktan, yahut bu ka ık üzenginin demirine vurulup kırıldıktan sonra iner. Buna da “ka ık kırma” âdeti denilir. Ka ık kırma, gelinin kalıcı ve söz geçirici olması için yapılır. Yere inen gelinin, bo kalan atına, geldi ği Köy adamlarından birisi atlayarak, dört nala uzakla ırken arkasından ta , toprak ve sopa fırlatılır. Bu sırada davulcular oyun havasını çalarak, genç, ihtiyar kol oyunları oynarlar. Dühür gelenlere, dü ğün sahibi tarafından çorap, havlu, yasdık, eldiven ve mendil gibi hediyeler da ğıtılır. Bu ekilde bir hayli masraf yapılarak baba oca ğının yıkımına kar ılık, Cemiyete temel olacak yeni bir yuva kurulmu olur Dü ğünlerdeki bu bitmez tükenmez masraf, kanun konusu olmadan önce de bir çok öksüz ve yoksul delikanlının belini büktü ğü için, karı lara ve sitemlere yol açmı tır. Kimi, az verip, çok yalvarmak; kimi de kız kaçırmak suretile muradına ermek gayretine dü er. Yoksul a ıkların dilinden söylenen maniler, böyle bir gerçe ğin ifadesidir: Ba e ğem yabasına; Sarılam abasına Az verem çok yalvaram O kızın babasına Kız kaçırmak yi ğitlik fakat kaçırtmak bedbahtlık oldu ğu için kız kaçırma olaylarının ba ı ve sonu u ğur getirmez. Ancak kızın gönlünü yapmak mümkün olursa bu i kolayla ır. Dama çıkma ba açık Saçın da ğınık saçık Eğer göynün bendeyse Çar afın al yola çık Bu da ğda ceyran olur Can cana hayran olur Đki gönül bir olsa Samanlık seyran olur (Hüseyin Solgun, nr. 9, s. 14-15).

247

1. 3. 10. Hacca Gidi ve Dönü Đslam faize sinin be inci artı olan Hac faiz esi eskiden daha ba ka türlü eda edilirdi. O zamanlar bugünkü gibi medenî ta ıtlar yoktu. Buna kar ılık halkın birbirine büyük yardımı vardı. Bu yardım, o günkü güçlü ğü kolayla tıran bir imkan sayılabilir. Hacca gidecek zatın evinde yolculuk gününden bir hafta kadar önce ziyafetler verilmeye ba lar. Hacca gitmek için zengin olmak art oldu ğundan gidecek zatın bu artın icabını gitmeden önce de yerine getirmesi gerekirdi. Ak am yemeklerine sırası ile Harput halkı davet edilir. Đlk gün me hur hocalara ve büyük âlimlere ziyafet çekilir. Đkinci gün memurlar davet edilir. Üçüncü gün medrese mollaları, dördüncü gün esnaf takımı, be inci gün halktan seçilen tanıdık, bildik, altıncı ve yedinci günler de yoksullar verilen bu ziyafetlerin davetlileridir. Davet edilenlerin miktarı fazla oldu ğu için sofra kurulmaz, somat serilir. Açılar bütün hünerleri ile pilavından tatlısına kadar be , altı türlü yemek hazırlar, davetliler Hacca gidece ğin sevincine katılarak bu yemekleri zevk ve evk içinde yedikten sonra, kahveler içilir sonra cemaatle ak am namazı kılınır, namazı müteakip oturularak, bir müddet sohbetle bir süre de güzel sesli hafızlar dinlenerek vakit geçirilir. Usul bilen bu hafızların okudu ğu kaside ve naatlar bu toplulu ğa cennet bahçesi ne esi bah eder. Yatsı namazı da cemaatle eda edildikten sonra gene bu hafızlar tarafından bir air-i erif okunarak toplantıya son verilmi olur. Hacca gidinceye kadar her gece bu minval üzre geçer. Hacca u ğurlama günü, bir dü ğün günü gibi sabırsızlıkla beklenir. O mev’ut gün gelince u ğurlamaya hazırlanmı olan halk, hacca gidecek zatı evinden tekbirler ve natı eriflerle çıkarır, Harput’un Yel bo ğazına kadar u ğurlar. Bu u ğur kafilesi “Dua da ğı”nda toplanarak hacca gidecek zatla helala ır ve hacı namzedini tekbirlerle yola vurur. Uğurlanan hacı adayı süslenmi bir atla Harput’tan ayrılırken yakın akrabaları ve candan dostları onu birkaç saatlik mesafeye kadar te ’iye devam ederler. Harput’tan, Harputlulardan ayrılan Hac yolcusu konaktan, kona ğa u ğrayarak menzil’i maksuda do ğru yol alırken yollarda rastladıkları velî türbelerini ziyaret eder. bu yolculuk madde aleminden manâ alemine do ğru bir miraç gibidir. Bu kutsal yolcular u ğradıkları ehirlerde de tanıdık bildik tarafından kar ılanır, ağırlanır ve u ğurlanır. Hac yolcularının ta ıtı bilhassa at ve devedir Bu yolculu ğun en heyecanlı süresi Medine ile Mekke arasında yani “Beynel- haremeyn”de geçer. Develer üzerinde “ utuf” yani mahfelere binmi olan hac yolcuları Medine’ye yakla ırken i ten gelen bir hu u ile duygu ve saygı içinde toparlanır, nur beldesine do ğru bakarlar. Hac kafilesi içindeki güzel sesliler vecd ile hale münasip naatlar okurlar: Sakın terk-i edepten kûyu mahbubu hudadır bu Nazargâhı ilâhidir makamı Mustafadır bu Hacdan Dönü Medine’den sonra Mekke’ye varan yolcular hac faiz esini eda ettikten sonra dönü hazırlı ğına koyulurlar. Zira kendilerini hasret ve firkatle bekleyenler vardır.

248

Hacı olan bu yolcular Mekke’den Zemzem v.s hediyeler alarak on gün içinde Medine’ye dönerler. Hz. Peygamberin kabrini ziyaret namaz ve niyaz edası için bu güzel ehirde kalmak kutsal âdetlerdendir. Hacılar burada da hurç ve sandıklarını hediye ve Behiyelerle doldurduktan sonra kendi yurtlarına do ğru yol alırlar. Uğradıkları her ehirden evlerine çekilen tel gerek hacının akrabaları ve gerek o ehir halkı için dü ğün, bayram sevinci yaratır. Adana, Mardin gibi yakın vilayetlerden alınan teller üzerine hacılarını gözleyenleri büyük bir tela alır. Bu hayırlı ve u ğurlu tela , hacıyı kar ılamak hazırlı ğı içindir. Kar ılayıcılar aralarında konu up anla arak Malatya’da, Đzolu’da, Kömürhan’da, Dutlu köyde ve son konak yeri olan Han köyünde serilecek sofra ve somatları aralarında taksim ederler. Geli de gidi gibi hatta daha fazla tantanalı olur. Malatya’dan veya Diyarbakır’dan itibaren sofralar kurulma ğa güzel sesli hafızlar tarafından ilahi ve tekbirler, naatlar okunarak hacılar evlerine kadar getirilir. Hacının Harput’a varı ı gerek kendi evi gerekse sevdiklerinin evleri için bir bayram enli ği yaratır. Đlk gün istirahata terk edilen hacı ertesi gün evinde ziyaret edilir, gelenler tarafından eli öpülür, gelenlere zemzemler sunulur, kalemis ya ğları sürülür ve herkese münasip hediyeler da ğıtılır. Bu arada somat çekenlere ilahi okuyan hafızlara verilen hediyeler di ğer hediyelerden daha kıymetlidir üphesiz. Bir hafta müddetle ziyaret edilen hacı, bir hafta sonra Harput’un oda cemaatlerini ziyarete giderek gidi ve geli te gördüklerini, duyduklarını, öğrendiklerini anlatarak dinleyenleri bu yolculu ğa te vik ve nasibini temenni eder. Đslamın bütün farîzesini yerine getirmi olan hacının manevi itibarı di ğer halktan üstün sayılır. Tanrı gidenlere sıhhat gelenlere afiyet ölenlere rahmet ihsan etsin (Hafız Osman Öge, nr. 13, s. 15-16). 1. 3. 11. Halk Musikisi Usulleri Gerçekten büyük bir hazine olan Halk Musikisi, sanatçılarımız tarafından henüz yorularak incelenmi , sanatkâr titizli ğiyle etüt edilmi de ğildir. Yorgunlu ğa pek gelemeyiz de ondan… Küçümseyi imize ra ğmen, saz ve ses olarak dinledi ğimiz zaman da heyecanımızı salkıyamayız. Duyulan bu heyecana kar ı, gösterilen bu kayıtsızlık halk sanatının öksüz kaderi olsa gerek. “Fecr-i Ati” devrinin sonuna kadar halk edebiyatına kar ı gösterilen ilgisizlik ve küçümseyi tavrının, ne kadar yersiz oldu ğu bugün anla ılıyor ki artık. Vatan sathında esen, Hamit’lerin, Fikret’lerin, Ha im’lerin sesinden çok, Yunus Emre’lerin, Karacao ğlan’ların, Veysel’lerin, kâh yanık, kâh akrak nefesidir. Er geç Halk Musikisi de gerçek kaderine erecek, kaderini bulmu olacaktır. Bu, imdiden belli. Bir konserde çalan ve okuyan ne kadar usta, ne kadar hünerli olursa olsun, dinleyicileri co turan, halk sazı ve halk okuyucusu oluyor. Bir milletin bilgi ile hisle de ğerlendirdi ğini, Türk San’atçısı’nın kıymet hükmünden uzak tutması, gelece ğin affetmeyece ği hazin ihmal. Bu ihmalin, millî bir kayıp oldu ğunu sezen ve bilen Muzaffer Sarısözen Halk Musikisine ı ık tutmak için, “Türk Halk Musikisi Usulleri” adlı yüz yirmi sahifelik ve bugün için e siz de ğerde bir eser yayınlamı tır. Kitabının ön sözünde bakın ne diyor:

249

(Đlk bakı ta, monoton gibi gözüken Türk Halk Musikisi’nin, ara tırdıkça çe itli yönlerden incelikleri ihtiva eden nefis bir sanat hüviyeti ta ıdı ğı anla ılır. Bu cümleden anla ılıyor ki, Hoca, henüz ara tırmasını bitirmi de ğildir. Ancak bu ara tırmada, yalnız oldu ğuna göre, ondan fazlasını istemek bilmem mümkün mü? Ön sözü okumaya devam edelim: (konu bakımından, yeryüzünde ne kadar tabiî ve sosyal olay varsa, halk musikisinde hepsinin de yer aldı ğı görülür. Estetik bakımından, bir sevinci, bir elemi ifade eden ve çe itli olayları canlandıran melodilerin en ince örneklerini yine Halk Müzi ğinde bulabiliriz (Fikret Memi oğlu, nr. 6, s. 6). Türküleri notaya alırken, kullanmaya mecbur kaldı ğımız çe it, çe it ölçüler ve yeni, yeni ritim ekilleri gösteriyor ki, Türk Halk Musikisi, usul = (mezür – ritim) bakımından da ola ğan üstü bir renklilik ve güzellik ta ımaktadır. Halk Musikim iz’in usulleri hakkında topluca ilk etüdü ihtiva edecek olan bu kitap, Ankara Devlet Konservatuarı’ndaki “Müzik Folkloru” dersleri için hazırladı ğım notların bir araya getirilmesiyle yayın alanına çıkmı oldu) diyor. Bu cümlelerden de anlıyoruz ki, üstat, müzi ğimizin ola ğan üstü renklilik ve güzelli ğini, ara tırmakla kalmıyor, öğretiyor da. Ancak ö ğrencileri bu heyecanın havasına kapılabilmi ler midir? Sayın Sarı sözen, Ön sözüne devam ederek: (iyi artlar içinde, uzun yıllar süren, bir çalı ma ve ara tırmaya ra ğmen, Halk Musikisi Usulleri’nin bu kitaptakilerden ibaret oldu ğunu söylemeyi, ihtiyatsızlık telâkki etmekteyiz). Diyor. Bu itiraf, bir gerçe ğin tekrarıdır. Üstat, halk musikisi’ni, incelemek için, iki bölüme ayırmı tır. Birinci bölüm uzun havalardır. Bunların ölçüye sokulmadı ğını, ritim bakımından da esaslı bir ekil göstermedi ğini belirtir. Yalnız dizisi, ve dizi içindeki seyri bellidir, der. Bize öyle geliyor ki hiçbir uzun hava, do ğru söylenmek artı ile ölçüsüz ve ekilsiz de ğildir. ya bugünkü ölçü ve ekillerimiz dardır, yahut henüz yadırganan uzun havalar üzerinde gerekli incelemeler yapılmamı tır. Bilhassa Harput ve civarında birbirinden tamamen ayrı 15 uzun hava vardır ki bunları, yalnız söyleyenler de ğil, adını ve makamını bilmeden dinleyenler de birbirinden ayırt eder. hatta nerede hata yapıldı ğını dahi sezebilir. Bunlar: Ba ğrı yanık, Aran, Be iri hoyrat, Kesik hoyrat, Hüseyni hoyrat, Kürdi hoyrat, Maya, Cılgalımaya, Eski hoyrat, Ölüm hoyratı Gelin hoyratı veya irvanî hoyrat, Elezber, Tecnis, Ver sak, Muhalif hoyrat. Yukarıda sayılan uzun havalar radyoda okunan uzun hava diye adlandırılan yaygın havalardan tamamen ayrıdır. Bunlar yerli deyimle, üstten ba layarak, tize çıkar ve düze dönerek ba ğlanır. Radyoda okunanlara uzun hava denilince, ayırt edilmesi için bunlara da “dik hava” denilmesi gerekir Bir de bunlardan ve E ğin A ğzı gibi yaygın havalardan ayrı karakter ta ıyan makamlar vardır. Türkülere benzer tarafı olmadı ğı gibi, Türk Klâsik Musiki’si ile de tavır ve eda bakımından münasebeti yoktur. Bunlar halkın dinî ayinlerinde söyledi ği ilâhilerdir. Ancak besteleri o ekilde düzenlenmi tir ki bunlardan hoyratlara geçmek, aynı ayakdan gelen ıkıltım türkülere kaymak mümkün ve kolaydır. Nitekim bu makamlar, dinî ayinlerde okundu ğu gibi, ağırba lı insanların meclisinde de eskiden

250 beri okuna gelmektedir. Bunlara Klâsik Musiki’sinin gazelleri ve arkıları karı tırılmaz. Özenti olarak katılmak istenirse, yabancı bir misafirin samimi bir meclise davetsiz geli i gibi yadırganır. Bunların etüt edilmesi, Klâsik Musiki’nin mahsulü veya benzeri sanılmasından ileri gelse gerek. Bahsettiğimiz bu makamlar, unutulanlar hariç, bugün bilindi ği üzere unlardan ibarettir. Đbrahimiye, Be irî, Uak, Hüseyinî, Bayati, Kürdî, irvanî, Sabahî, Versak, Tatvan, Nevruz, Divan, Muhalif, Müstezat. Bir gün, üphe ve tereddütlere kulak asmaksızın yukarıda söylenen makamların gazel diye anılan a ğır havaları incelenirse, Halk Müzi ğindeki bilinmeyen cihetler, aydınlanmı olacaktır. Üstat Sarı sözen’in eserinde bu bakımlardan bo luk varsa da açılan çı ğır er geç bu bo lu ğu da içine alacaktır. Bahsetti ğimiz kıymetli eserde Kırık Havalar’da incelenmi , bizim “ ıkıltım” dedi ğimiz oynak havaların usulleri tespit olunmu tur. Sayın yazar, Halk Musiki’sinin bünyesine göre bu usulleri sınıflandırmı ve üç bölümde toplamı tır. 1) Ana Usuller ve Üçerli ekilleri: Bunlar iki, üç ve dört vuru larla, bunların üçerli eklidir. Bu usullerden, bunların iki ve dört vuru larla, bunların üçerli ekilleri çok, fakat üçlülerle, üçlülerin üçerli ekli azdır, diye açıklama yapılmaktadır. Bunlara ait eser’de bir hayli örnek verilmi tir. Örneklerden: (biri tevekte üzüm kara, di ğerleri, Fatmalı, Halay vs. ) 2) Birle ik Usûller: Eserde bu usullerin, belli kurallar gere ğince ana usulleri bir araya getirerek te kil edildi ği belirtilmektedir. Halk Musiki’nin en güzel ve en zengin tarafı bu usuller oldu ğu gibi, Dünya Müzik âlemini ilgilendirecek kadar renkli ritim özelli ği yarattı ğını da ilâve eden üstat, bu usule örnek olarak (Ba ındaki Pu u mudur) (Bahçelerde Pırasa) (Bülbüller dü ğün eyler) (Aman imdi yaman imdi) gibi türküleri örnek göstermektedir. 3) Karma Usuller: Bunlar, ana ve birle ik usullerden ayrı karakter gösteren, ancak birle iklerin, veya ana usullerle birle iklerin, bir araya gelmesiyle te ekkül eden usullerdir. Bunlar içinde eserde muhtelif örnekler verilmi tir. Meselâ: (Ka ların oydu beni), ( Đndim yarin bahçesine), (Gül kuruttum) gibi. Üstadı bu kıymetli eserinden dolayı ne kadar tebrik etsek azdır. Bu tebrik ve tebcillerimiz zevki ince, evki derin, fakat sanatı öksüz halkımız içindir. Halk ruhu kadar, kadir, kıymet bilen var mıdır? Yazımızı, yine kadir bilen halkın bir çift sözü ile bitirelim. Kes ba ğrım, kanım aksın Kadir bilene do ğru Sarısözen’in eserini okurken, 22/10/962 tarihli Yeni Sabah’ta fıkra yazarı Sayın Siyavu gil’in “Uzun Hava” ba lıklı bir yazısına rastladık. Uzun hava için bu yazının dördüncü fıkrasında: “Anadolu’da, kervan yollarında, deve katarlarıyla yapılan yolculukların bir haritası olmak gerekir. ” Diye, bir kayıt gözümüze ili ti. Uzun havalarla kervan yollarının ve deve katarlarının ilgisini bir türlü bulamadık. Türk kültürünü çok iyi incelemesi ve bilmesi gereken Siyavu gil’in bu kanaate, nereden vardı ğı bizi meraka dü ürdü. Pe in tahminimize göre, bu kanaat, bir tetkikin eseri de ğil, kitabî bir yorum olsa gerek.

251

Kervan yollarının uzunlu ğu, deve katarlarının uzun yürüyü ü tahayyülünden do ğma bir kanaat olmalıdır. Ancak, bu kanatın hakikatle uzak yakın hiçbir ba ğlantısı olmadı ğını belirtmek gerekir. Çünkü, bu uzun havaların yalnız bestesinin de ğil, güftesinin de, dikkat edilince, özünün ve muhtevasının manevi bir âleme ait oldu ğu, maveradan gelen ve maveraya giden seslerle ilgili bulundu ğu anla ılır. Sosyal bir dü ünceyle, bu uzun havalar toplum olaylarının beste ve güfte olarak, en lirik örnekleridir. Bestenin yadırganı ı, henüz yavu ma ve uyu ma sa ğlanamadı ğı içindir. Halk edebiyatını benimsedi ğimize göre, bu hususta, güftelerden alınacak örnekler bizi aydınlatmı olacaktır. Alma yanı, alma yanı Kızarmı alma yanı. Nasıl kabre koyarlar Muradın almayanı. Yüz anahtar, yüz anahtar Dil, kilit, yüz, anahtar. Kitlidir gönül evi, Garibim bu gül ende Bayku lar ötü ende Gariplik ne çetinmi Ba yastı ğa dü ende Ağam naçar a ğlama Gündür geçer a ğlama Bu kapıyı kapayan Bir gün açar a ğlama. Ba ğrı-yanık’lara, hoyrat’lara ait bu gibi sayısız örnekler verilebilir. Bunlar hep, uzun hava güfteleridir. Bu mani ve kesik manilerin, kervan yollarını ve deve katarlarını hatırlatmasına veya onların hatırası olmasına imkân var mı? Bu güftelerin besteleri de, aynı ruh haletinin ifadesinden ibarettir. Halk Müzi ğinde güfte ve beste, bacı karde , âık ma uk gibi sarma dola tır; ritim bakımından birbirinden ayrılamaz. Bu bakımdan ünsiyetimiz olmadı ğı için, bunlar hakkında yanlı kanaat yürütemez yalnız isabetsizlik de ğil, biraz da haksızlık olur. Bir kelime de ğitirerek rahmetli Yahya Kemal’in sözünü tekrar etmekle yetinece ğiz: Çok insan anlayamaz (yerli) musikimizden ve ondan anlamayan bir ey anlamaz bizden 3- Telgrafçı Akif Türküsü: Telgrafçı Akif’in, sebebi bilinmeksizin Harput’a giderken, genç ya ta ansızın ölümü üzerine çıkarılmı tır. (Ba ğrı yanık) aya ğında söylenir. Hüseynik’ten çıktım eher yoluna Can a ğrısı tesir etti koluma Yaradan’ım merhamet et kuluna

252

Lutfu gelsin telgrafın ba ına Bir tel vursun Musul’da karda ıma u genç ya da neler geldi ba ıma. Nakarat: Yazık oldu yazık u genç ömrüme! u fele ğin bilmem bana cevri ne?!. 4- (Kurey Suyu) Türküsü: Đki arkada ın aynı kızı sevmesi sebebiyle Kurey’de bir münaka a sonunda birinin di ğerini vurması üzerine çıkarılmı tır (Ağırlama) oyununun arasında söylenir. Suda balık yan gider Açma yaram kan gider Buna tabib neylesin Ecel gelmi can gider Suda balık oynuyor Sevdim kanım kaynıyor Dü tüm bir insafsıza Yaram derin kanıyor Suda balık dolanır Gözde kirpik sulanır Gözya ım co a gelir Akar sular, bulanır. 5- (Yüksek Minare) Türküsü: Harput’un sesi güzel bir müezzinle, ayvanda yatan bir kom u kızına yakı tırılan dedikodu üzerine çıkarılmı tır. Yüksek minarede kandiller yanar Kandilin üstüne bülbüller konar Herkes sevdi ğine böyle mi kanar Nakarat: Ellerin benimle ne kavgası var Gül ile bülbülün har dâvası var, Yüksek ayvanlarda yetmi , uyumu Elâ gözlerini uyku bürümü Ezel küçücüktü imdi büyümü Aynı Nakarat: 6- (Evlerinin Önü) Türküsü: Elâzı ğ’ın zengin ailelerinden birinin kızına, kom ularının delikanlısı â ık oldu ğu duyulup, dedikodu konusu olunca, kızın mahalleden uzakla tırılması üzerine çıkarılmı olan bu türkü, U ak makamında, (pa a göçtü) aya ğında söylenir. Çıkı tarihi, 1320 tarihlerine rastlar. Evlerinin önü nâne Ben kül oldum yâne yâne Gavur isan gel imâne Nakarat: Yandım ninna ninna Öldüm ninna ninna Yavrum ninna ninna

253

Evlerinin önü handır Yanar yüre ğim külhandır Görmiyeli çok zamandır Aynı Nakarat: Evleri var kı rımızda Sevdası var ba ımızda Uzak de ğil kom umuzda Aynı Nakarat: 7- (Me eli Türküsü): Harput’un me hur güzel yosmalarından, Kanlı çaylı Feride için çıkarılan bu türkü, Hüseyni makamında söylenir. Me elidir bizim da ğlar me eli Kaç gün oldu yar sevdana dü eli Kalk gidelim bizim oda dö eli Sen gidersen benim hâlim nic’olur, Altın yüzük parma ğımda tunç olur Sevip, sevip ayrılması güç olur. Nakarat: Gel Feridem bin paytona kaçalım El duymadan (kanlı çay)ı a alım, 8- (Yemen Türküsü): Yemen harbi sırasında Elâzı ğ Kolordu binasında toplanan Rediflerin de askere sevki üzerine, anaların, kızların, gelinlerin ağlamalarının üzüntüsü üzerine çıkarılmı tır. O sevkiyat içinde bulunanlardan hâlâ hayatta sa ğ olanlar var. Hüseyni makamında söylenen bu türkünün nakaratı, bugün her yerde yanlı olarak söylenmektedir. Do ğrusu öyledir: Nakarat: Eli Yemendir, gülü çemendir! Giden gelmiyor, acep nedendir? Deyi lerinden de iki kıta yazıyorum: Havada bulut yok, bu ne dumandır? Mahlede ölü yok, bu ne ivandır! Ana ben ölmedim, bu ne figandır! Nakarat: Kı lanın ardında redif sesi var. Bakın çantasına acep nesi var? Bir çift kundurası, bir al fesi var? Nakarat: 9- Kö ğank Türküsü: Kö ğankli Ahmed’in, kendi o ğlu Abdurrahman’ın dü ğününe sevgilisi Hayriye’yi davet etmemesi ve dü ğünde Münire adında küçük bir kızın kaza kur uniyle vurulması üzerine çıkarılmı tır. Hüseyni makamında söylenir. Radyoda söylenenle münasebeti yoktur. Kö ğankde bir dü ğün var. Göbe ğimde dü ğün var Çok paralar sarf ettim

254

Bitmedim böyle gün var. Ahmet binmi atına Đnmi köyün altına Güzeller kurban olsun Pori ğinin katına Kö ğangin kar ısında Su akar çar ısında Münire kız vuruldu Dü ğünün kar ısında 10 -Emine Türküsü: (Güzel Emine) diye anılan, ve 75 ya ında girdi ği zaman dahi güzelli ği kaybolmayan Emine adında ince, zarif ve munis bir güzel için çıkarılan bu a ğır türkü, Kürdi aya ğında söylenir. Eminem oturmu ta ın üstüne Taramı zülfünü ka ın üstüne Selâmı gelirse ba ım üstüne Eminem Eminem güzel Eminem Ben seni sevmi im ezel Eminem Caminin duvarı biri ben olam Emine güzelin yarı ben olam Eller gülü olsun, harı ben olam Eminem Eminem yosma Eminem Her olur olmaz’a küsme Eminem. NOT: Bir türkünün olayını ve deyi lerini tamamen yazmak bile sahifaları dolduraca ğı için, bütün türkülerin olaylarını ve deyi lerini yazmak imkânı bulunamamı tır. Böyle bir istek, ancak bir kitapla kar ılanabilir. Böyle bir kitap da hazırlanmı , basılmak üzere daktilo ve tasnif edilmi tir. Basılmak imkânı bulundu ğu takdirde, suâllerin, noksansız kar ılanması için, basılacak olan bu kitaptan, bir örnek takdim edilecektir. Bilgi edinmenizi ve yazılan cevabı, Basın-Yayın ve Turizm Bakanlı ğına göndermenizi saygiyle rica ederim (Fikret Memi oğlu, nr. 6, s. 21-22). 1. 3. 12. Kemaliye’nin Milli Oyunları Kemaliye ilçesinin, tarihi kadar milli oyunları da zengin ve köklüdür. Hemen her memleket halkının, ne eli, acıklı ve üzgün ya amalarından, milli türküler, milli oyunlar meydana gelir. Zamanında ya ayan insanların duygularını, bugün canlandıran, deyi ler, mayalar; oynak ve kıvrak sazlı sözlü milli oyunlardır. Kemaliye’nin milli oyunları, (ağır hava) dan ba lar. Halay’a dizilen oyuncular bu a ğır havayla yerinde oynamaya ba lar. Birbirleriyle ahenkle ip ayaklar ve bütün hareketler birleerek, inip kalkmalar, bir bütün halinde olur. hemen her oyunda aranan yeknesaklık, oyunun ba langıcında, çalgıcılarla, oyuncular arasında temin edilmi olur. (Tek ayak) halay havasına geçilir, kendisine has figürleri ve jestleri vardır. bir iki ileri sıçramadan sonra devam ederek bilahare (Eğin kınası) na geçilir. Bu oyun Elazı ğ’ın (Çarda çıra)sına benzer. Elde renkli mum dolu tepsiler ve yanan mumların

255 halaya verdi ği dekor ve renkler oynuyanı da seyredeni de ne elendirir. Güftesi öyledir: Bana bir yâr olsun incecik olsun Boyu da boyuma huyuda huyuma, Đncecik tazecik gencecik olsun. Böylece devam eder. sonra (Sıklama)ya geçilir. (Sıklama) tabir edilen bu oyun, sık tutulur. Eller belde ba ğlanır. Bu oyun gayet dik oynanır. Eğilmeyi ve gev ek oynamayı makbul saymazlar. Halayların hemen hepsinde, dik ve serbest oynamak esastır. Eller çözülerek, yine serçe parmaktan tutulmasıyla, (Geçegili) oyununa geçilir ve türküsü öyledir: Kar ı ba ğlar bizimdir, Güller dizim dizimdir. Gören ma allah desin, Oynayanlar bizimdir. Bu oyunu oynuyanlar, çok takdir edilir. Çünkü hareketli ve sıçramalı bir oyundur. Sonra (Tanzara) ve (Tırnana) gelir. Bu iki oyun, birbirine çok benzer ve memleketin hemen her tarafında tutunarak oynanan bir oyundur. Bu arada (Hayriyenin altın dii: yaktı beni yan bakı ı) ve bunun arkasından da: (Tut a ğacı boyunca: Dut yemedim doyunca) (Çöl kalasın Đstanbul!: Yar görmedim doyunca) diye devam eder. Bundan sonra da (Üç ayak)a geçilir (Fırat suyu serindir: Girmeyesin derindir). Diye ba lar. Ya lıların pek sevdikleri bir oyundur bu. (Sinalı) ise, eski ve a ğır bir halaydır. Bu oyunu, ya lılar ve iyi oyuncular bilirler ancak. De ğerli bir oyundur. Elazı ğ’ın, (Harput A ğır Havası)na benzer. Đyi oynıyanlar, seyirciyi de, oyuncuyu da mest eder. Yerlere yatırır. Bu, tabiî oyunun esteti ği icabı, sonra (Temür a ğa) gelir. Bu oyun, Sivas, Elazı ğ, Erzurum (Temir A ğası) diye tanınır. Kemaliyeliler, Erzurum Temür A ğasını ve (Ho Bilezi ği)ni de oynarlar. Me hur (Eski Hora)yı unutmamalı… (Eski Hora) denilmekteyse de, bu oyun, gençlerin oyunudur. Çok elastiki ve hareketli bir tarzda oynanır. Oyuncular yay gibi gerilir, sonra ileri geri sıçramalar, aniden hareketler insana zevk verir. Kemaliye’nin co ğrafi durumu icabı Sivas, Erzincan, Elazı ğ ve Malatya arası körfez bir ilçedir. Transit yolu olmadı ğı için, daima irtibatı ve yol durumu dolayısı ile güneye açılmak mecburiyetindedir. Böylece Harput’la ba ğlılı ğımız, uzun seneler sürmü tür. Yukarda da zikretti ğimiz gibi, ekseri oyunlarımız, Harput’un a ğır tempolu oyunlarıdır. Bizler, Harput’u kaybettik ama, ağır ve köklü oyunlarını muhafaza ediyoruz hala. Burada bir noktaya temas edemeden geçemeyece ğim. Elazı ğ çalgıcıları ve oyuncuları, tiz perdeden çabuk ve aceleli bir tempo ile çalıp oynuyorlar. Daha a ğır bir tempo ile çalınsa ve oynansa daha iyi olur kanaatindeyim. Bununla, Elazı ğ’ın milli oyunlarını tenkit etmek istemiyorum. Anadolu’nun ve Avrupa’nın hemen her tarafında, öhret yapmı Elâzı ğ millî oyunları, her halde dü ğünlerde oldu ğu gibi a ğır de ğil… Kemaliye millî oyun ekibine gelince, yedi sene evvel Đstanbul Açık Hava Tiyatrosunda yapılan festivalde, müteakip senelerde yine Đstanbul’da yapılan festivallerde derece alarak, bronz madalya kazanmı tır. 1962 de Bursa’da yapılan festivalde de, Kemaliye Ekibi, ikinci olmu tur.

256

Ağır tempolu ve oturaklı oyunları ile sevilen ve tutulan Kemaliye Ekibi, siyah alvarın hemen üstüne, “trabluz ku ağı”, beyaz bir gömlek, bir de oyuncuların kaytan bıyıkları olunca, Đstanbul’un en sosyetiklerinin dahi takdirini çekmekte gecikmez. Bizim davulcu (Mehmet Aksoy) davuluna tokma ğını vurunca, insanın yüre ği hoplar, heyecanlanır, tüyleri ayaklanır. Millî duygularımız uyanır, insan yerinde duramaz olur. atalarımızın millî oyunları böyle ba lar, böyle biter. Allah’tan dile ğim, Elâzı ğ’da da, Kemaliye millî oyunlarını gösterme ği ve oynamayı nasip etmesidir (H. Bilâl Küçükkaya, nr. 14, s. 4-5). 1. 3. 13. Semâ ve Figürleri Semâ; hareketin, iirin, müzi ğin birle mi oldu ğu ilâhi bir oyundur. Hatta, bir Đngiliz âleminin dedi ği gibi, mutlak bir oyundur. Çünkü, onun kökü ve çiçe ği, kutsal bir sırdır. Đlâhi varlı ğa, ancak o sırla varılır. Onu anlatmak yerine, onu yapmak lâzım; onu dinlemekten çok, onu görmek lâzım. Fakat, onu size göstermeden önce bir nebze de olsa mahiyetinden ve ifadesinden bahsetmek istiyorum. Batılılar, ona, mistik dans demi ler, daha do ğrusu kendi rakslarına benzetmi ler ve dolayısıyla çe itli mânâlar vermi lerdir. Onun, köklerini, Eflâtunculukta arayanlar olmu tur. Gerçi semâ’nın raks ve mistik danslarla benzer tarafı vardır. Fakat, hiçbir raks, semâ kadar mânâlı olmadı ğı gibi, hiçbir mistik dans da onun kadar ilâhi de ğildir. Semâ, bizde ço ğu kere de yanlı anla ılmı , ehl-i sünnet ulemâsının itirazlarına uğramı tır. Zamânımızda ise onu, insan hayâtını, cinsi hayâta ba ğlıyan, basit bir Freudçlu ğa indirmek gafletinde bulunanlar bile olmu tur. O halde, semâ’ın kelime anlamından i e ba lıyalım: Kelime olarak Arapçadır; iitme, duyma mânâsına gelir. Mazmun bir sanat olarak semâ, muhabbet co kunlu ğu ile yapılan bir ibadettir. Daha do ğrusu Mevlevilerin zikrederek dirilmesine (semâ) diyoruz. Semâ’ı mevlevî gösterdi bende, sümme vechu’lâh Ben ol mihrâba döndükçe, bu âlem dönse çevrilmem. Diyen air, semâ’ın, mânevi cezibesini anlatmak ister. Semâ’nın ne oldu ğunu, ve onun figürlerinin neyi ifade etti ğini, anlamak için, ona hâkim olan “Devir” nazariyesinden bahsetmek gerekir: Devir teorisine göre, hayat; “Garb” âleminden, önce cemâdâta, yani cansız varlıklara, sonra nebâtâta, yani bitkilere, daha sonra da hayvânâta geçmi tir. Đnsan ise, bütün bu varlıklar silsilesinin, ekil bulmasından sonra, bir mükemmel varlık olarak yaratılmı tır. u hâle göre, kaynaktan “unsur” haline gelen hayat; devrini tamamlıyarak, tekrar “unsur” haline inkılap edip; aynı kayna ğa dönecektir. Kaynaktan, unsur halinde da ğılı , mükemmele do ğru yol alı içindir. Bu bakımdan, kemal halinde yaratılan insanların da, kayna ğa dönebilmesi için, kemal hâlini koruması, geli tirmesi, maddeden mânâya do ğru bir istikâmet alarak, ruhunu, gâyeye ula tırması gerekir. Đ te bu hallerden geçebilen insan, “kâmil insan” olur. Geçemezse, varması gereken kaynaktan uzak kalır. ayet hayâtı; kaynak dedi ğimiz, bir ummana akan nehre benzetirsek, kemâl’e ermeyen insan, bu ırmağın kenarındaki bataklıklarda kalan döküntüye benzer. Onun mükemmel varlı ğı kaybolacak ve çürüyüp gidecektir. Ancak unsur halinde kalı , mümkün de ğildir. Maddenin de cezbeye uymak mecburiyeti oldu ğu için, ayni devre uymak, tekrar kayna ğa ula mak

257 için, çırpınmak zarureti vardır. Bu kıvranı ve bu davranı , maddeyi kemâle do ğru götürecek ve bu çabalarla, madde içinde saklı bulunan rûh, kemale ererek, kayna ğa varacaktır Đ te semâ, bu teorinin ayninden ibarettir. Semâ’da bu devrin, bir seyri vardır. O da öyledir: Đnsan, “gayb” âleminden “seyr-i nuzûl” denilen bir ini seyri takip ederek, “âlem-i uhûd” olan âleme gelir. Bu âlem, bir olu ve ölü âlemidir. Bu âlemde câhil olan insan iç çabalariyle, Psikolojik egzersizleriyle “sâlih” olur. Olgunla a, olgunla a “kâmil” olarak “seyr-i urûç” denilen dönü ve yükseli seyr-i takip edip, ayrıldı ğı kayna ğa ula mak ister. Bu açıklamadan sonra semâ’ın hareketlerine ve figürlerine geçelim: Semâ’da her figür bir mânâ ta ır. Hele müzik ve iirle bu figürler, daha da mânâla ır ve semâ’ın sonsuz yükseli i mümkün olur. 1) Semâ’da dönü : Devirler, birli ğe ula mak çabasını temsil eder. bu hareket, “gayb” âleminden “ayn” âlemine, yani uhud âlemine, fırlayı ın, “seyr-i nüzûl”un ifadesidir. 2) Kol açı ve ba e ği: Kayna ğa kavu ma ve ula ma i tiyakını temsil eder. mevlâya göçme evkinin bir ifadesi vardır bunda. 3) Ayak vuru : Nefsi, yâni insanı maddi arzûlara sürükliyen hevesi körletmek, maddeyi a arak mânâya ula mak için, ferâgat cehdini temsil eder. Bir nevi yer çekiminin, vermi oldu ğu a ğırlıktan kurtarmanın, gayretidir. En büyük sava , nefs-i emmâre denilen bir nefisle sava mak ve onu a mak mücâdelesidir. Semâ’da ayak vuru i te bunu ifade eder. 4) Sıçrayı : “Ayn” âleminden, yani bu âlemden “gayb” âlemine, yani ilâhi varlı ğa yükseli i temsil eder. Bu figür, seyr-i urûç denilen rûhî yükseli in, sembolik bir ifadesidir. Đ te semâ; dönü ü, kol açıp, ba e ğii, vuru u ve sıçrayı ı ile, yukarda gördü ğümüz devir teorisinin hareket halinde bir âyininden ibârettir. Nitekim âir Nabi, Mevlânâ hakkında yazdı ğı bir manzumesinden öyle diyor: Bu devre benzemez, âyîn-i devri di ğeridir Semâ’ı vahdet-i devr-i zamân-ı Mevlânâ Nefi’de yine bundan dolayı: Âlem-i mânâ ki hur ’d-i cihân-ârâ gibi Devreder girmi semâ’a onda rûh-ı Mevlevî air Leylâ Hanım da aynı maksatla öyle der: Merhum air Yahyâ Kemâl de, semâ’ın co kunlu ğunu ve umulünü anlatmak için, (semâ) ve (semâ) cınâsından faydalanarak: ems-i Tebrîz havâsıyla semâ üzre kemâl Dâhil-i dâire-i hâl-û per-î Monlâyız. demi , böylece, semâ’ âyinin, mânâsını, yüksekli ğini ve enginli ğini anlatmak istemi tir. Yine Arif Nihat Asya aynı gâye ile: Eser-i a kın ile ems-ü kamer Hem sema’ın gibi devrân eyler. Bardaktan seni içmek, Seni teneffüs etmek havada…

258

Dola mak dola mak, sana dönmek: Seni bulmak yuvada. ………………………… Yolumuzda aylar, yıllar Basamak, basamak… Basamakların çıkamadı ğı yere Kaadlarınla çıkmak Ayrıca, Yahya Đbn’ü Mühiddin bir iirinde: “Allahın a kı etrafında, hayâtım boyunca dönerim” dedi ği gibi, Hallâc-ı Mansur; kelebe ğin ı ık etrafında dönmesini, ilâhi hakikatın, Hak ate inin etrafında uçan ruhun, en isabetli sembolü olarak seçmi tir. Semâ’da â ıkların, ma uklar etrafında dönmesi söz konusudur. Semâ’ya giren dervi , semâdan yüksektir. Onun yeri; mekânı, zamanı olmayan, Ar a ırı olan, bir yerdir. Her zerrenin güne uâlarında dönü ü gibi; â ık da, ilâhi emsin nurunda dönerek ya ıyor. Bundan anla ılıyor ki semâ demek, ayni zamanda ölmek ve ya amak demektir. Büyük a k ahenginde fâni olmak, bu fenâ olu sayesinde, akın kayna ğı olan Allah’ta, bekâyı bulu demektir. XII. ve XIII. cü yüzyıllarda Mevlânâ’nın bulundu ğu muhitte, büyük bir olay olan Mo ğol istilâsı, Anadolu Selçuklularında bir siyâsi buhran yarattığı gibi, halk arasında bir anar iye yol açmı ve memleketi iyiden iyiye mânevi bir çöküntüye de sürüklemi ti. Mo ğolların tarafına geçenler oldu ğu gibi, kimse da artık birbirine itimat edemiyor ve halkın arasına fitne tohumları ekilmi bulunuyordu. Đ te Mevlânâ, semâ’ıyla, âvâre ruhlara huzur; ümitsizlere ümit veriyordu. Fakir, zengin, asil ve avam herkesi ayni mânevi vecde yükseltiyordu. Semâ’ın bu yüksek vecdi kar ısında, mantık, emeliyen bir çocuk gibi kaldı. Milletler, tarih boyunca, karalı ğa, ümitsizli ğe dü tükleri gün, Tanrı â ıklarına sarılmı lar; onlarda, ıık ve teselli bulmu lardır. Nitekim Prof. Anna Mary Sehmell: “ Đkinci Dünya Sava ı’nda, Almanya karanlık günlerini ya arken, bombardıman edilirken, benim sı ğına ğım, Mevlânâ’nın Mesnevisinden, Dücert tarafından Almancaya çevrilmi birkaç beyit oldu. ” Demektir. Aynı Profesör, semâ’ hakkındaki fikirleri soruldu ğu zaman, aynen unları söylemi tir: “Mevlânâ’nın semâ’ını dü ündü ğüm an, uçar gibi oluyorum. âyet bilsem ki bir yerde semâhâne var, hemen gider dönerim…” Batı Dünyasındaki raksın izâhını ve onun hakkında ileri sürülen fikirleri, burada anlatmıyaca ğım. Ancak resmi kiliseler tarafından sık sık tenkide u ğramı ve hattâ 589 Toledo Fermanıyla “rask nerede ise, eytan oradadır” diye bir hükme varılacak kadar ileri gidilmi ti. Halbuki di ğer taraftan Aziz Hrisostomus “Allah bize ayaklarımızı ayıp ve rezalette kullanın diye de ğil, meleklerle beraber raskedin, diye vermi tir” diyordu. Eski Ahide: “Ve Davud, Rabbin önünde, bütün kuvvetiyle raskediyordu yine. ” Đncilde Đsa’nın bir hikâyesinde: “Biz, size kaval çaldık, siz oynamadınız” eklindeki sözleri, ilâhi oyunları destekledi ğini gösterir.

259

Ayrıca asrımızın en asil airlerinden olan Hugo, insan hayatının sırrını, büyük bir semâ’a benzetmi tir. Ona göre do ğru ya amanın sırrı, hayat ile ölüm arasındaki çözülmez ba ğlılı ğı bilip, gerçekle tirmekten ibarettir. Bizde, semâ; ehl-i sünnet ulemâsının bir ço ğu tarafından haram sayılmı tı. Semâ’ın ibâdet haline getirilmesi istenmiyordu. Fakat bazı Hadis kitaplarında, Peygamber Efendimizin, bu ekilde musiki ile karı ık olan oyunlarının, yalnız ho görüyle de ğil, aynı zamanda takdirle kar ılandı ğına i aret edilir. nitekim, Göç sırasında Medinede, kadın ve çocukların deflerle söyledikleri sevinç arkılarını, geni bir tebessümle kar ılamı tı. Kaldı ki “Ashab-es Suffan”ın, semâlarını da ho görece ği muhakkaktır. Nitekim Mevlânanın hocası ems “Semâ’ı sevmeyenler, nefis heyâsıyla me gul olanlardır der. Yine Mevlânâ, dostu olan Selâhaddin-i Zerkûbî’nin ölümünde, cenazesi önünde, onu sevenlerle birlikte, semâ’ etmi ve dostları ney çalmı lardır. Büyük bir dedikoduya yol açan bu mesele için Mevlânâ, öyle demi tir. “Evet, Müslüman cenâzelerinin önünde hâfızlar okur. Fakat onlar, hem Müslüman, hem â ık oldukları için, önlerinde semâ edilerek te yi edilir. ” Fakat bu itirazlar, çok uzun sürmedi. Mevlânâ’nın büyük ahsiyeti ve semâ’ın harikulâde vecdi kar ısında eridiler. Ona itiraz edenlerin ço ğu, ona dost ve mürid oldular. Onun semâ’larını hürmetle, zevkle seyrediyorlardı. Çünkü semâ’, âık ruhlarının dinlendi ği yerdir. Onu ancak, cânının içinde, ba ka bir cânı olanlar sevebilir. Semâ, ârâm-ı cân-ı â ıkamest Kesî dânet ki anrâ cân-ı cânest ( Đhsan Turgut, nr. 19, s. 27-28). 1. 3. 14. Aile Bahçesi-Alevi Bohçası Nedense milletçe tahkikten çok, taklide özeniriz. Özenti ve bezenti, uurunuz olmasa da, iarımızdır. Desinler için, kâh veli, kâh ali, kâh da deli oluruz. Gerçek aranırsa hiç biri de de ğiliz. Aile Bahçesi, sazlı gazino haline getirilmi . Sıcakdan bunalan halk, kadınlı erkekli orada oturup serinliyor, saz dinleyip vakit geçiriyor. Bu iyi bir ey. Halk için de, orayı i letenlerin menfaatleri için de… Hatta saz çalanların ve okuyucuların, san’at gösterisi bakımından da zararlı de ğil, yararlı belki!. . Ancak, saat 11’den sonra, sahneye Zeki Müren mukallidi birinin çıkması garip!.. Bu Anadolu çocu ğunun, ivesine bile bakmaksızın, Zeki Müren’e özenmesi, ağıtlar söylenmesine ra ğmen, çıt kırıldım bezenmesi ve düzenmesi garip pek!.. Anadolu çocu ğu; civanmert, kalender, vekarlı olmalıdır. Ona atalarından miras kalan, budur i te. O okuyucu, tam bunun zıddına, çi ğ bir Đstanbul züppesi gibi… Bu takındı ğı tavır, kendi bilece ği bir i … Ama nefesler, ağıtlar okudu ğuna, ağlar gibi Hazreti Ali’ye ve ah Hüseyin’e yakındı ğına göre, o yas içinde, o pus içinde kalması, bir na ğme dönü ümü ile göbek havasına atlamaması gerekir. erenlerin gelene ği ve görene ği böyledir. Onlar bu gerçe ği bilmeseler de, biz biliriz. Gerçekten, Ali’nin katline ve Hüseyin’in ahadetine, bütün Đslam âlemi yanmı tır. Bu yanıp yakılı , güfte haline, beste haline de getirilmi tir. Ama sonu ıkıltıma çevrilmemek artıyla!. . Bakın koca Fuzûli ne diyor: âd olmasın bu vâkıadan âd olan gönül

260

Bir dem belâ vü gussadan âzâd olan gönül Yâ âh-ı kerbelâ ne revâ bunca gam sana Derd-i demâdem ü elem-i dembedem sana Kâzım pa a da nasıl yanıyor; bakın: Zâlimler el vurup hep em ir-i canrubâya Kastettiler serâpa evlâd-ı Mustafâya Dü tü Hüseyn atından sahrâ-yı, Kerbelâya Cibril var haber ver Sultân-ı Enbiyaya Đ te Hüseyin’e böyle a ğlanır, böyle bel ba ğlanır. Ağlar gibi yapıldıktan sonra, göbek atılmaz. Eyvallah denilerek, boyun kırılır ancak… Hazreti Ali’yi ve âh Hüseyin’i gösteri ve özenti vesilesi yaparak sahneye getirmek, Baba Erenler için, ne büyük zulûm?! Allah ve Peygamber, propaganda sahnesine indirildikten sonra, Halifelerin saz sahnesine, çıkarılmasına bugün için aılmamak gerekir. Alevilik; Alevilerin benimsediklerinden farklı bir inanı özelli ği ta ır. Açıklıyalım da duydum duymadım diyen olmasın: Hazreti Ali, hem bir kahraman, hem bir bilgindi. Ayrıca, emsali gelmemi civanmert ve cömert erki ilerden biri. Bu vasıflarını ifade için, “onun kılıcı gibi kılıç, onun mürüvveti gibi mürüvvet olmadı ğı” söylenegelmektedir ( Đmzasız, nr. 30, nr. 3): “Lâ fetâ –illâ- Alî, lâ Seyfe illâ Zülfikar” Ali’nin bu faziletlerinden dolayı, bir veli oldu ğu üphesizdir. 4. Halifedir. Hilâfetinin da ğlarda geçmesine ra ğmen, Đslâm ümmetine en büyük semâhatı göstermi tir. Đlim binasının kapısı olarak bilinir. Bundan dolayı, Đslâm âleminde ona kar ı olan yoktur. Camilerde, sülüs yazıyla onun ve o ğullarının adı, di ğer Halifelerle aynı hizada yazılıdır. Henüz mezhep tefrikası, tarikat ayrımı ortaya çıkmadan da Ali böyle bilinirdi. Hazreti Osman’ın öldürülmesine engel olmak için, en büyük gayret sarfeden, Ali ve oğullarıydı. Đhtilaf, 4 halife arasında de ğil, Muaviye ve o ğlu Yezidin tefrikasıyle sonradan, ortaya çıkmı tır. Bunu 4 Halifiye kadar götürmek, Đslâm âlemini kökünden parçalamak maskının çabasıdır. Bu tefrikayı, çıkarmak istiyenlere kar ı, Molla Câmi’nin özrü ve azarı, yenir yutulur cinsden de ğil: “Çok ükür ki ne Sünni köpe ği, ne de ii e eğiyim” Mezhep ve tarikat kavgalarından, içim bulanır.” Molla Câmi’nin, sa ğcılara ve solculara hitabı ve itabı böyledir. Vahdet çözülmesin diye… Gerçek Alevilik; hak yolunda, (kahr) ve (mihr)’e, yani felâkete ve muhabbete gö ğüs gerebilmektedir. Alevilik, bu kahramanlı ğı, bu Kâmuranlı ğı ifade eder. Bu anlamda, Alevilik 8, 9 ve 10. yüzyıldan beri, bir vekâr sembolüydü. Bu sembolün timsalleri de, Türklerdir, Horasan erleridir. Onlar, Harun Reit devrinden beri, Fırat kıyılarından, Marmara kıyılarına kadar en yüce tepelerde, gömülü bulunan gazilerdir. Hep Horasan erleri bunlar, Katıksız Türkler, ehbaz yi ğitler, atlı akıncılar… Đsim mi istiyorsunuz, Ahlat’dan, Đstanbul’a kadar saymakla bitmez. Batıdaki Akçakocakları, Karaca Ahmetleri, Seyitgazileri, Hacı Bekta ları, oralarda bırakalım. Etrafımızda yatan, Abdulvehap Gaziler, Fetihamet erlerinin, yüce tepelere serpilmi

261 yi ğitleri ve ehitleridir… Đ te Alevili ğin timsali bunlardır. Yoksa “aleviyim” diyenler de ğil!. . Oğuz Efsanesini devam etytiren bu Babalar, bu Gazilerdir i te… Alevilik sevdasında olanların, söylentilerden vazgeçip, bunların tarihini, co ğrafyasını izliyebilen ve inceliyen var mı?. . Hiç raslamadık. Rastlarsak çifte Hû! çekip “eyvallah!” deriz. Bizde propagandası yapılan “alevilik”, “kızılba ılık”’dan ibarettir. Yani Yavuz Selim’le ah Đsmail’in, Türk’ü Türk’e kırdıran, siyaset propagandası!. . Bir birinden ayrılsın, kayrılsın diye askerinin, biri ye il sarık, di ğeri kızıl sarık sardırmı ba ına… Vuru mu lar, kırı mı lar. Vuran Türk, burulan Türk, kıran Türk, kırılan Tür!. Vatan için, millet için; can için canan için eline, beline diline sadakat yerine, almı yürümü kötü bir siyaset ve ihânet!. . Hâlâ bundan faydalanmak istiyenler yok de ğil, var. Niçin? Günlük çıkarları ve yararları için, Yuh onların ervahına!.. Ne kötülük gelmi se, bize bizden gelmi . “Nankör ocakta türeyince, bacada dumanı tütmez olur…” imdi bizde Alevilik, Horasan erlerinin Alevili ği de ğil, birbirimizi kı kırtmak için, bir fantezi de ğlili ğidir. Aile Bahçesinde, saat 11’den sonra, bunun müzikal gösterisine ahit olmak ne hazin?!.. Sorsanız, çaldı ğınız makamın, Halk Musikisinde adı nedir, bilemezler. Buna Kürtçe karı tırmanın, yani Halk Musikisini “Cacık” yapmanın, san’at bakımından ne güzelli ği var?! Sizi inandıracak ve kandıracak bir cevap veremezler (Đmzasız, nr. 30, s. 3-4). Đçi leri Bakanının, Kürtçe yayın yapılmasını önleyen demecindeki, koruyucu maksattan haberli de ğillerdir. Đçi leri Bakanının emri, koruyucu bir emirdir. Zira, Kürdü ve Türkü ayırd etmeye imkân yok. Bilimsel ara tırma ve incelemeler, bunu gösteriyor. Đnanı ve gelenek yönünden de bu böyle… Kürt ve Türk ayırımını ortaya koyan, yalnız dildir. Bu dil de, kesin bir ayrıma sebep olamaz. Çünkü, Kürtçe denilen dil, yeknesak bir dil de ğildir. Babakürdi var, Zazaca var, Karakürtçe var; var o ğlu var, “Her Kürdüm” diyen bile, birbiriyle anla amaz. Bu dil, Türkçe’nin, Farsça’nın, Arapça’nın, bazı yerde Ermenice’nin, karması ve kırmasıyla meydana gelmi karmakarı ık bir dil. Grameri ve sentaksı da yoktur. Bundan dolayıdır ki, her “Kürdüm!” diyen, Kürt’çede çok Türkçe’yi bilir; hele okuyanlar bülbül gibi!.. Durum böyle olunca, bu topra ğın çocukları, tertemiz Türkçe konu malı. Zâten aydın olanlar, Kürtçe konu makda ısrar etseler bile, kültürel bir konu anlatılır ve tartı ılırken, sözü kendili ğinden Türkçe’ye çevirmek zorunlulu ğunu duyarlar. Bu gerçek ortada iken, Halk airlerinin ince nefeslerine, ko macalarına, ağıtlarına, Kürtçe nakarat katmanın ne lüzumu var? Bunun keyfi nesrinde? Bu bir özenti hastalı ğıdır. Ama bu hastalık, adları propaganda vesilesi yapılan, kimselerin de diline uymaz. Çünkü Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin, katıksız Arapça; ah Đsmail (Hatâî) ve Hacı Bekta i Veli, Balım Sultan ise, katıksız Türkçe konu mu , Türkçe iir söylemi lerdir. Acem âhı oldu ğu halde, ah Đsmail’in Türkçe iir söylemesi, Türk Padi ahı oldu ğu halde, Sultan Selim’in Farsça iir yazması, birbirlerine rekabet için… “Ben, senin milletinin dilini; senden, iyi bilir, senden iyi terennüm ederim” diye… Ayrı milletlere hükmetmelerine ra ğmen, bunların ikisi de hâlis muhlis Türkdür. Ama birbirine dü man iki Türk!.. Birbirine dü man iki karde gibi. Đ te bu karde

262 dü manlı ğı, Türkün oca ğını söndürmü … Kuzey’de Moskof’un yayılı ı bundan; Güney’de Arabın homurdanı ı bundan; Batıda Bulgar’ın, Yunan’ın, bize ba kaldırı ı, fırsat dü tükçe saldırı ı, bundandır hep… Bunlar, dünkü olaylardır; bu gün de, Kıbrıs dâvası eklinde kar ımıza duruyor. Ama biz hâlâ, sen, ben; Alevi, Sünni; Kürt, Türk, Do ğulu, Batılı kavgasında ve sevdasındayız. Herkes, “büyük lokmayı yemek zordur” diye bizi parçalayıp küçük lokma yapmak istiyor. Biz hâlâ bunun farkında de ğil miyiz?! Parçalanmamak için, ister kendine Kürt, isterse Türk desin, herkesin atası, dü manlara kar ı hep birlikde, yan yana, kolkola sava mı ; bu u ğurda kan akıtmı ve bu kanlar birbirine karı arak, hudut boylarını sulamı tır. Hâlâ bunun da farkında de ğil’miyiz!? Buna ra ğmen “Aile Bahçesi”, bir “Alevi Bohçası” hâline getirilmek isteniyor. Bir ayrılık yaratmak için güya!! Dü ünen yok ki, Müslüman olup da, Hz. Ali’yi istemiyen; Hasan, Hüseyin’in ahâdetine “oh olmu !” diyen çıkar mı? Herkesin Allah’ı bir, Peygamberi bir oldu ğuna göre, “ayrıyım gayrıyım” demekle, ayrılık gayrılık olur mu? Olsa bile Çi fayda! Lo! Çi fayda?. Okudu ğu a ğıtlar arasına, göbek havası katmakla yetinmiyen bu garip okuyucu, bir de araya: “Allah ideallerimizi gönlümüze göre gerçekle tirsin!” diye bir laf atıyor. Bu ideal nedir? Gönlünün gerçekle mesini istedi ği ne aceb?! ( Đmzasız, nr. 30, s. 5). Türk topra ğında herkes çalı arak, gayesini, ülküsünü gerçekle tirebilir. Anayasamız da bunun teminâtıdır. Türkiye; kanun memleketi, demokrasi memleketi, özgürlük memleketi… Herkes okuyabilir, herkes memur olabilir, herkes meb’us olabilir, buna hiçbir kanun engel de ğil. Bakan, Ba bakan, hatta Cumhurba kanı da olabilir. Yeter ki buna lâyık olabilsin… Bu ideal, bir Moskof ıslı ğı mı, yoksa Zeki Müren olmak ülküsü mü? San’atda öhret mi yapmak isteniyor? Öyle ise, “alevilik” propagandasına ne lüzum var? “El, çalıp; etek, oynuyan” kendi çalar, kendi oynar ancak. Bundan kime fayda! Türk topra ğında ya ıyan, bütün vatanda lar, ayrımsız aynı hakka sahiptirler. Rejimi “layık” Cumhuriyet olan böyle bir memlekette, ister sahnede, ister geride olsun, gizli ideal u ğruna propaganda yapmak, ne seyitlik ne yi ğitlikdir?! Olsa olsa yezitlikdir ( Đmzasız, nr. 30, s. 5-6). 1. 3. 15. Oya Milletimizin, sanatı ba a taç edi i oyalarımızdan belli. Türkün ince zevkini, Do ğu Türkistan icad edildi ği Avrupalı ara tırıcılar tarafından da kabul edilen, halılardan ba layıp, kilimlerde, çinilerde, ta oymalarda, nakı lı bakırlarda, minyatürlerde görmek nasıl mümkünse, hanımların ba süsü oyalarımız da bu ince zevki izleyip görmek kabildir. Türk sanatı, henüz etraflı ve metodlu bir ekilde incelenmemi , zengin ve geni bir hazinedir. Bundan önce, bakırcılıktan söz eden yazımızda, bu hususa, bir nebze ili mi tik. Türk aydınları, kendi bölgelerinde ve hiç olmazsa bir dalda, derinlemesine bir tetkikle, bilinmeyen sanatlarımızı incelemeli ve derlemelidirler. Batı aleminin, bize, sanatlarımız da göstermelerini beklemek, bizim için üzücü olur. kendimizi ba kalarına tanıtmak, bizim borcumuz olmalıdır. Bazen bizi, yanlı , bazen da eksik tanıdıkları için, batı hakkında ikayetçi oluyoruz.

263

Bu kabahat bizi eksik ve yanlı tanıyanlarda de ğildir. bizdedir kabahat. Çünkü içinde ya adı ğımız ve her eyimizle ba ğlı oldu ğumuz topluma ve sanatlarına ilgi göstermiyor. Bu sanatlarımızı derlemiyor, tanımıyor ve tanıtmıyoruz. Hele analarımızın ba larında ve çeyiz sandıklarında, göz nuru dökerek iledikleri oyalı yazmalara, dikkatle bakmıyoruz bile. Analarımızın milli gururu, bizden üstün, diyece ğim geliyor. O ipeklerin kozalardan çekilip, kelep kelep sarılı ı, türlü renklere boyanması ve oya oya yazmalara dizilmesi ne hünerdir, ne meraktır, hiç dikkat ettiniz mi? OYA NASIL YAPILIR: Oya yaparken, yazmanın bir kenarı, sol elin i aret parma ğına sarılır ve ba parmakla orta parmak tarafından sıkı tırı’ıp tutulur. Sa ğ elde ucu yukarı do ğru tutulan i ğne ile, yazmaya evvela bir köprü yapılır. Bütün oya çe itlerinin oya aralıklarında, oya cinsine yakı acak ekilde büyük veya küçük köprü bulunması arttır. Đkincisi, bütün oyalarda bir de ilmek vardır. Ancak bu ilmek hepsinde aynıdır. En basit oya olan, sıçan di inde oldu ğu gibi. Bütün oyalar sıçan di inin büyük veya küçük halde yapılmasından, çe itli ekillere sokulup tamamlanmasından ve çe itli renkler verilmesinden do ğar. Sıçan di ini yapmak kolay. Đğ neyi kenarı kıvrılan yazmaya sokup ileri do ğru sürerek çektikten sonra, ikinci defa, ilk sokulan yerden bir milimetre kadar yakından tekrar sokulur ve bu sefer i ğne tam sürülmez. Geri kısmı yazmada ili ik durur. Yazmayı örselemeden, bu ikinci çekilen iplik ve ilk çekilen iplik i ğnenin ucuna aksi yönlerden bir sefer dolanır ve i ğne de ileri sürülüp yazmadan ileri çekilir. Bu ekilde oya yapma ğa devam edilir. Sıçan di i, oyanın temelidir. Di ğer oyalar, daima bu temelin üstüne kurulur. Benim sorup, tespit edebildi ğim oya çe itleri unlardır: Sıçan di i, köprü, ilik oya, incelerin yan yatı ı, ku dili, pirinç oya, ıtır yapra ğı, limon çiçe ği, hercai menek e, iğde çiçe ği, tevruzî gül, karanfil oya, kasım oya, kirpik oya, nergis, nevruz, bülbül dala konmu , canlı bülbül, geyik oya, eker taba ğı, yıldız oya, pufik oya, pumpullu yüzük, aslan a ğzı, çarkıfelek, çilek oya, eski kafa, çifte badem, padi ah oya, kılınç oya, dut oya. Bu isimler, bunlarla mahdut de ğildir. Bütün çiçekler, oymalı yaprakları vesaire, örnek tutularak daha bir çok oyalar i lenmektedir. Ancak yapılan oyalarla, tabiatın bütün çiçek güzellikleri yazmalara aktarılır. Oyalar tabiatı, örnek tutarak icat edilir. Đcat edenin örne ği, be ğenilirse, o oya, oya yapanlar tarafından birbirinden örnek çıkararak ço ğaltılır. Bir kitabı, bir dergisi, henüz yoktur bu i in, Oyanın güzel olmasından, ba ta gelen hususlardan birisi, renklerin uygun seçilebilmesidir. Yalnızca yukarda saydı ğımız isimler bile gösteriyor ki oya çe itlerinin ço ğu, çiçek zevkimizden ve tabiatın güzelliklerinden do ğmaktadır. Hülasa ilk kaynak, yurdumuzun güzellikleridir, tabiattır. Fakat, yine dikkat edilirse, bu isimler arasında mizahi veya sosyal anlayı larla ilgili isimler de görülür. Bu isimlerin, oyalara çok yakı an kelimelerden seçildi ği tabiidir. Ba ka bir yazımızda, bu oyaların kli elerini tesbit ederek, her biri üstünde ayrı ayrı açıklamalar yapaca ğız (Cenâni Dökmeci, nr. 13, s. 10-11). 1. 3. 16. Anadolu’da Bakırcılık Đnce bir sanattan bahsetmek istiyoruz. Bakırcılık ve ince sanat!. Bunlar, ne kadar birbirine uzak de ğil mi? Belki öyle sanılır, ama gerçek olan, tam bunun aksidir.

264

Bakırcılık deyince, madenî kaba e yaların yapılmasını de ğil, bu maden üzerinde kültürümüzün i lenmesi hatıra gelmelidir. Bakır kablarda sanatımızın tarihini görmek ve mührünü bulmak mümkündür. Her gün, baka geldi ğimiz bu kablarda, bir milletin zarif ruh çizgilerini görmemi iz ve görmüyoruz. Ne yazık ki bakır üzerinde de bizi gören, yine bizden ba kaları olmu tur. Ernest Diez, Türk sanatı adlı eserinde: “Horasanda XI ve XII yüzyıllarda inanılmaz derecede yüksek kaliteli eser meydana getirilmi tir. Leningrad’da Ermitage müzesinde bulunan bir tunç bakraç yani bakır ve kalay karı ımı olan bu eser, geni ku aklardan ibaret sahalara ayrılmı , bu sahalar, örgülü küfî, harflerin ucu insan ba ıyla nihayetlenen ve konu an nesih denilen bir cins yazı, süvariler, müzisyen ve dansözlerden ibaret filizler halinde sanatlanmı , gümü levhalardan ibaret bir dekorla i lenmi tir. ” Yazar bu gibi eserlerin Do ğu Anadolu da çok görüldü ğünü kaydediyor. Nitekim Ankara da Etno ğrafya müzesinde de, bizim Artuk o ğullarından kalma, gümü savatlı bir pirinç amdan vardır. Biz bu bilgilere elimizdeki bakır kabları, hayretle inceledikten sonra sahip olduk. Bu gizli inceliklerin farkına varan olmu mu diye. Me ğer varmı ! Gerek Selçuklu’ların, gerekse Osmanlıların kendine has bir kâinat görü ü, bir mistik felsefesi vardır. Bu görü ve sezi di ğer sanat kollarında oldu ğu gibi, bakır ilemecili ği üzerinde de derin izler bırakmı tır. Motifleri inceledi ğimiz zaman, devrin sosyal yapısını, psikolojisini esteti ğini, inançlarını seyredebiliyoruz. Tabiatın etkisini de bilhassa çiçek zevkini de görmek mümkün. Anadolu’nun, uzun yıllar feodalite halinde idaresi, sanatı te vik ve himaye edici olmu tur. feodal beglerin, airet reislerinin her alanda üstünlük duygusu, iyiyi ve güzeli bulma ğa sevketmi tir, onları. Bu duygu ve kuygu, sanatçıyı korumu ve ona kıymet verdirmi tir. Çiçek sevgisi, Avrupa dan gelme bir adet de ğil, atalardan kalma bir görenektir. Türk tabiatı ve tabiat güzelliklerini sever, kendisi de tabiaten güzeldir. Hem mü kül pesent bir güzel, Đran edebiyatında “Türk” kelimesi bu anlamda kullanılır. Đ te irazlı Hâfızın me hur bir beyti: Eğer an Türk-i irâzı be dest âred dili mâra Be hâl-i Hinduye bah em, Semerkand ü Bu Harârâ Elimizdeki bakırları inceleyelim; XVI. XVII. Yüzyıllara ait bir ibrik üzerinde, ata binmi mızraklı süvari var. Ayni devre ait di ğer parçalarda a k destanları, av sahneleri görüyoruz. Edebiyatımızın teması olan a k ve kahramanlık, bakır üzerindeki dekorlarda da görülmektedir. Ruh bize ait oldu ğu gibi, ekil ve çizgiler de bize aittir hep. Bunlar senbolik ve stilize ekillerdir. Halıda, kilimde, ekil ve renk curcunası olarak neyi görür neyi bulursanız, bakır kablarda da bütün bunları bulabilirsiniz Sanat soframıza kadar gelmi , fakat kabın üstündeki yeme ğe dikkat etti ğimiz halde, altındaki eme ğe göz yoramamı ız. Bu bizim, en acı bir vefasızlı ğımız sayılmalıdır. Tezyini bakırcılık, bütün vatanı, bu kablara nak etmi sanki. Renk verme imkânı olmadı ğı halde, bakırlarımızın üstünde geyiklerin, karacaların, hülâsa kurdun

265 ku un ekilleri var. Hem de, çok ustalıkla zarif pozlarla küçük daireler içine yerle tirilmi ekilleri. Bu kablardaki ekiller daha do ğrusu nakı lar, yalnız bunlarla kalmıyor. Atilla’nın bayra ğı aman davulu üzerinde ne semboller varsa, bakırlarımızda da bunları bulabiliyoruz. Sümerlerin, Hurilerin u ğur alâmetlerine kadar. Bunlar, bir millî dehanın ruh esintisidir. Tetkikler gösteriyor ki, geçmi i inkâr yok Aksine ondan kuvvet almak var. Soysuzla madan sakınılıyor gerçek. Bakırlarımızda devirlerimizin karakter çizgileri de var. Bu günün soyut resim anlayı ı, bizim eski resim anlayı ımıza benziyor. O günün nakı ı ne ise, bu günün resmi öyle… Dinin, ekle ba ğlanmayı men etmesi ile beraber, mâvera zevki, sonsuzluk dü üncesi bunda amil olmalıdır. Bilhassa Türk ruhu ekilden ve huduttan kaçar, hür ufuklara do ğru ko mak ister, bunu bakır nakı larında da görüyoruz. XVI. ve XVII. Yüzyıllardan önce yapılan nakı larda, Selçuk zevki hakimdir. Geometrik eritlerle beraber, yaprak tezyinatı, Gaznelilerden gelme sekiz kö eli yıldız, hayvan ve ku motifleri var. Bu yüzyıllardan sonra ise, Horasandan gelen Hatâyî üslûbu hakimdir. Kıvrık dallar ve bir merkez etrafında birkaç sıra bordür ile, kenar bordürlerdeki Rumî nakı lar, ayrıca, göbek tezyinatından görünen, Hatâyî ve Rumî karı ımı dantel ve oyalar, ilemeler. Elimizdeki bir sininin yelken nakı larını tesbit ederken Yahya Kemâl’in: Akdeniz ufkunu bir mavi duman gölgeliyor. Elli kalyonlu donanma-yı hümayun geliyor. Beytini ilk okumu gibi heyecan duymamak mümkün de ğil. Bu incelik, bakırcı ustaların yeti mesindeki titizlikten gelmedir. Bu hususlara dair verilecek açıklamaya, bu sayfalar kâfi gelmez. Bir eser halinde yayınlamak nasib olursa, o zaman bu kablara muhakkak ki ba ka nazarla bakılacaktır. Bize ata yadigârı, Bakır dövmek, sim i lemek. Bir emek zevkidir kârı, Bir vatan harcıdır, emek (Cenâni Dökmeci, nr. 6, s. 19-20). 1. 3. 17. Halk Edebiyatının Halk E ğitimindeki Rolü Halk e ğitiminde halk edebiyatı öteden beri rolünü oynamakta devam ede gelmi tir. Halk e ğitiminde halk edebiyatından faydalanmak dü üncesi de ğildir. esasına bakılırsa halkın, aydın e ğitimciden bu konuda alabilece ği fazla bir ey yoktur, aksine aydın e ğitimcinin Türk hakkından halk edebiyatı konusunda bir takım bilgiler ve görgüler edinmesi gerekmektedir. Sözlerimiz yanlı anla ılmasın diye daha açık belirtelim: Halk edebiyatının geçmi te halk e ğitimi üzerinde büyük payı vardı. Bu durum bugün devam ediyor, yarın da devam edecek. Biz burada, bu konuda halk e ğitim yapaca ğını belirtmek istiyoruz. Belki neden diye sorulacak. Cevabını verelim; Çünkü halk e ğitimcisi halk edebiyatı konularına halk kadar yakın de ğildir, veya bu ölçüde geni bilgisi olan halk e ğitimcisinin pek aktif bir müdahalesi eğitimcisi pek az çıkar. Đ te ba tan beri söylemek istedi ğimiz gerçek budur. Tabii biz bu arada uygulama çevresi olarak ön planda köyleri dü ünmek zorundayız. Onun

266 içindir ki halk e ğitimcisinin halk edebiyatı konusunda köy halkına fazla bir ey veremeyece ğini ba tan beri tekrar edip durduk. Ho , ehir ve kasabalarda da halk eğitimcisinin bu konudaki aktivitesi dü ük olacaktır. Ancak, kasaba ve ehirlerde Halk E ğitim Merkezleri bazı folklor geceleri, halk oyunları geceleri gibi özel törenler düzenlemekle ehirli halka sinemanın ve tiyatronun yanında ulusal kültürün ses, söz, bu arada ritmik de ğerlerini tanıtmak yoluyla desteklenirse, yani folklor konularında halkı aydınlatıcı konu malara, açık oturumlara, müzakerelere yer verilirse daha verimli olur. Gene esasa dönelim: Yukarıda halkın bu konuda organizatöre (düzenleyiciye) ihtiyaç duymaksızın kendi kendini pek âlâ e ğitti ğini belirtmi tik. Bunun belirli örneklerini sıralarsak dü üncelerimizi daha açık bir ekilde ortaya koymu olaca ğımıza inanıyoruz: Kı gecelerinde köy kadınlarının ve erkeklerinin birbirlerine bilmeceler sordukları, maniler okudukları, türküler söyledikleri, tekerleme ve yanıltmaca yarı ları yaptıkları; masal, efsane ve hikâye anlattıkları çok bilinen bir gerçektir. Bu toplantılar, daha senli benli yerlerde karı ık topluluklar arasında yapılırken, biraz kaç göçü olan yerlerde, kadınların evlerde, erkeklerin köy kahvelerinde meydana getirdikleri topluluklarda yapılmaktadır. Kasaba ve ehirlerde de tombala, fırdöndü gibi oyunların da sahneye çıktı ğı küçük topluluklarda, kom u gezmelerinde bu gibi toplantılar yapılmakta oldu ğunu biliyoruz. Serbest zamanların de ğerlendirilmesi, zevk ve bilginin geli ip artması gibi kimsenin inkârına kalkı amayaca ğı bu faaliyetlerin muhakkak ki e ğitici bir yönü var. Biz, bu pek bilinen durumlara daha ilgi çekici bir iki örnek daha katmak istiyoruz Bugün i siz güçsüzlerin zaman öldürdükleri birer yer olan kahvelerin özellikle köy hayatında bir e ğitim yuvası görevi gördüklerini söyleme ğe bilmeyiz lüzum var mı? Bu noktada belli bir yaraya parmak basan Re at Nuri Güntekinin Anadolu Notları adlı eserindeki “Kahveler” yazısından bir paragraf okuyalım: “Kahve, dünyanın en asil ve kıdemli demokratı olan bu milletin, uzun zaman, toplantı yeri oldu. Sınıf farkı pek gözetilmeden orada dizdize oturulur, dertle ilirdi. Aile meseleleri, mahalle meseleleri, memleket meseleleri orada münaka a edilirdi. Tarihin “yabancı elemanlar bir arada ya ama ğa ba ladıkları vakit kafaca hangisi daha mütekâmilse o ötekiler yutar” diyen ezelî hükmü yerini bulur, kim en çok biliyor, en güzel söylüyorsa o “mirâi kelâm” olurdu. Uzaklardan gelen yolcular, seyyahlar dervi ler ilk önce kahveye gelirler, en taze yabancı il havadisleri orada duyulurdu. Karagözün, meddahın sahnesi kahvelerdi. Âıklar, saz airleri orada imtihan olurlardı. ” Re at Nuri Güntekin’in yazdıklarına biz de bir iki ey ekliyelim: Köy kahvesinde iki â ık kar ılıklı geçince orası dü ğün bayram eder, hikayesi günler de ğil; haftalar, aylar, hattâ yıllar boyunca anlatıla dururmu . Köy erkekleri kahvede toplanırlar, âıkları izzet’ü ikram ile a ğırladıktan sonra söz yerini saza, bırakırmı . Saz airinin biri, belli bir redif veya kafiyeyle biten bir manzumeyi hem söyleyip hem çalma ğa ba lar. Bitirince di ğeri ona gene aynı redif veya kafiyeyle biten bir manzumeyle kar ılık verir, bu böyle devam eder, tâ ki saz airlerinden biri pes diyesiye kadar. airin pes demesi, di ğer meslekta ına bir manzumeyle kar ılık verememesidir. Đ te o zaman üstün gelen airin köylü tarafından ne derece alkı landı ğını, be ğenildi ğini takdir edersiniz. Yenik dü en aire de aynı derecede olmasa bile gene ona yakın bir ilgi gösterilir, sevgi gösterisinde bulunulur. Birinci gelen airin sazı, bir hâtıra olarak kahve duvarına asılır, köyce alıkonur. Derken

267 aradan geçen yıllar, o olayı delikanlı iken seyretmi olanları torun sahibi eder ve geçmi in delikanlısı, zamanın ya lısı olan köylüler kendi çocuklarına ve torunlarına bu olayı naklederlerken kar ılarında â ıkların yarı masını seyreder, kulaklarında o Na ğmeleri i itir ve olayı yeni ba tan tekrar tekrar ya ar gibi olurlar ve bunun mutlulu ğunu tadarlarmı . Bu tip yarı maların daha ilgi çekici bir ekli vardır ki onu da Fahrettin Kırzıo ğlu’ndan nakledelim “…Bu tip manzumeler” medrese görmü lerin “lebde ğmez” de dedi ği deyi ler, ko ma biçiminde veya “divanî” olup; içersinde “b, p, m, f, v” gibi dudakların birbirine dokunması veya yakla ması ile söylenen sesler geçmeyen sözlerle söylenir. “Dudak de ğmez”i söyleyen saz airleri, gerek tek ba larına bir dernekte, gerekse “kar ı-beri” veya “kar ıla ma” sırasında iki duda ğı ortasında bir diki i ğnesi koyarak, bu türlü deyi teki hünerini gösterir. Đki dudak arasını sa ğlam bir diki i ğnesi konulması, yanılma olursa i ğnenin duda ğa hemen batarak kan çıkarması ve hakem olan kimselere kar ı itiraza yer bırakılmaması içindir. “Tap ırma”sında bu be dudak sesinden biri veya bir kaçı olanlar, sırf dudak de ğmezi söyleyebilmek için yeni veya ba kaca yedek bir mahlâs kullanırlar. Meselâ 18-19. yüz yılda ya ayan, Ahıska’nın Varnet köyünden yeti me Emrah, sırf bu yüzden ve dudakde ğmeze mahsus olarak “I ıği” tap ırmasını kullandı ğından bu yolda ünlü olmutur. ”. Osman Nuri Peremeci de “Atalar Sözleri” adlı eserinin önsözünde atasözleri ve bunların hikayelerinin eski Türk halkı arasında nasıl bir e ğitim ö ğesi olduklarını öyle açıklıyor: “Eskiden ya lıların ve orta ya lıların meclislerinde ortaya atasözleri atılır ve bu atasözlerini bilenler makbul tutulurlarmı . ” Bugün halk edebiyatına kar ı ilgi üphesiz eskisi kadar yoktur. kahvelerimiz de birer kültür yuvası olmaktan çıkarak tavla ve ka ğıt oyunlarıyla vakit öldürülen birer “Miskinler Tekkesi” haline gelmi tir. Geçmi in hatırası, sadece ve sadece kahvelerimizin tabelâlarında gördü ğümüz “kıraathane” kelimesinin fosille mi anlamından ibaret kalmı tır. Bugün eski canlılı ğı tam olarak yaratılmasa bile hiç olmazsa büsbütün silinip gitmesi istenmeyecek olan köy kahvelerini yine bir kültür yuvası haline getirmek, köylüyü bo ve faydasız konu malardan çekip kendi öz de ğerlerinin ifadesi olan halk edebiyatı konularına, folklora yöneltmek bizler için bazı faydalar sa ğlayacaktır. Đ , geçmi le bugünü bir birinden ayıran çözü ğü bulmak ve gereken yerde iki zamanı birbirine ba ğlayabilmektir. Her halde köylerimizin hepsinde demeyelim, bir ço ğunda görev alacak olan halk e ğitimcisinin fonksiyonu du bu noktada kendini gösterecektir. Halk E ğitim Te kilatı genel merkezinin de bu alanda üzerine bazı, iler dü ecektir. Öteden beri Arzu ile Kamber, Kerem Aslı, Leylâ ile Mecnun, Köro ğlu, Âık Garip hikâyelerini elden dü ürmeyen, onları hatmedercesine sık sık okuyan halka, önce gene bu eserlerin, güzel, üslûpla tırılmı baskılarını sunmak sonra da ebedî ve kültürel de ğerleri olan eserlerin gerek tam, gerekse özetlenmi baskılarını hazırlayıp da ğıtmak te kilatın görece ği hizmetler arasında anılabilir. Böylece Türk halkını Okuma yazma dersliklerine paralel bir e ğitime tabi tutmu , onları yeti tirmi olmaz mıyız acaba? Hattâ klasik usuldeki alfabelerin yerine bu gibi eserlerin özetlenmi baskılarından yararlanmak daha radikal bir tutum olmaz mı? Daha ilerisi için, kurulacak Gezici Köy Okuma kitaplıkları, gerek hayvan sırtında, gerekse motorlu araçlarla bu gibi eserleri belli zaman aralıklarıyla köy köy dolatırılabilir (Aydın Oy, nr. 11, s. 30-31).

268

1. 3. 18. Elâzı ğ ve Harput’un Özel Yemekleri Elâzı ğ ve Harput’un özel yemekleri; a) Harput Köftesi: Malzeme: 500 gr. ya ğsız kıyma 350 gr. kıymalık bulgur 150 gr. do ğan 1 demet maydanoz 1 adet taze so ğan, tuz Karabiber, kırmızı biber Yapılı : Bulgur ve ince do ğranmı so ğan, bol toz biber, tuz konup iyice yo ğurulur, bolgur sertli ğini kaybedene kadar yo ğurulur. Di ğer taraftan iki defa çekilmi koyun butundan kıyma, karabiber, ince do ğranmı maydanoz ilave edip tekrar yo ğrulur tam kıvamına gelince toplanır ceviz büyüklü ğünde parçalara bölünerek avuç içinde ekil verilip servis taba ğına dizilir taze so ğan ve maydanozla süslenip sofraya alınır. b) Livinc: Malzeme:3 yumurta 150 gr. yo ğurt 300 gr. un Karbonat 500 gr. ya ğ Yapılı : Hazır olan çi ğ köfte iki el ortasında ekil verilir, di ğer taraftan 3 yumurta 5 ka ık yo ğurt ve karbonat bir kap içinde yumurta teli ile çarpılır kıvamına gelinceye kadar un ilave. Hazır olan köfteler livince bulanıp kızgın ya ğda kızartıp servis taba ğına alınır (Zehra DO ĞAN, nr. 31, nr. 18-19). c) Đçli Köfte: Malzeme: Đçi için: Dı ı için: 500 gr. ya ğlı kıyma 500 gr. ya ğsız kıyma 300 gr. so ğan 1 yumurta 500 gr. ceviz tuz, biber 250 gr. ya ğ 250 gr. bulgur Karabiber, tuz Yapılı : Đçin 500 gr. ya ğlı kıyma geni bir kaba konup bir fincan su ilavesiyle pi irilir, bol miktarda cırtılmı , so ğan kıymaya ilave edilir. So ğanla kıyma ölünceye kadar pi irilir, bol ya ğ ilave edilir, ya ğlada pi irilir indirilen ince dövülmü ceviz, bol maydanoz, karabiber, tuz ilave edilerek karı tırılır donmaya bırakılır. Dı ı için, But tarafından (ya ğsız) iki kere çekilmi kıymayı yumurta ve biraz bulgur ilave edilerek yo ğrulur (tuz, karabiber) tam kıvamına gelince bir tarafta toplanır. Cevizden biraz küçük parçalara bölünür avuç içinde ortası çukur oval bir ekil verilir hazır olan içten bir miktar konarak a ğzı kapatılır. Köfteler bittikten sonra bir kapta tek sıra halinde ha lanır servise alınır. d) Borani: Malzeme: Pirpirim (semiz otu) Yo ğurt Ya ğ

269

Sarımsak Yapılı : Semiz otu ayıklanır 2-3 cm. uzunlu ğunda do ğranır bol suda yıkanır. Geni bir kapta tuzlu su içinde halanır. Ha lanan semiz otu bir süzgeçten bol su içinde yıkanır di ğer taraftan yo ğurtla sarımsak katılmı olarak semiz otu üzerine dökülür bir kapta kızartılan ya ğ üstüne gezdirilir. e) Hanım Kebabı (Yosma Kebabı): Malzeme: Kıymalık et So ğan Karabiber-tuz Bulgur Maydanoz Yapılı : Kıymalık et, tuz, so ğan ve bulgurun karı ımı ile yo ğurulur hasıl edilir ince do ğranmı maydanoz, karabiber ilave edilip tekrar yo ğurulur ceviz büyüklü ğünde parçalara bölünüp el içinde oval ve basık bir ekil verip ızgarada pi irilir. Not: Arzuya göre ya ğda da kızartılır. f) Mercimek Kıyması: Malzeme: 1 kase mercimek 1 kase bulgur Kavurma 250 gr. ya ğ 250 gr. so ğan 150 gr. biber, taze so ğan Yapılı : Bir kase mercimek suda ha lanır (mercimekler çok ezilmemek artiyle) yere inen mercime ğe bir kase bulgur ilave edilir karı tırılıp sıcak sıcak a ğzı kapatılır. Bulgur mercimek içinde açıla dursun. Di ğer taraftan bir tava kavurma ve yol ya ğ, bol so ğan ilavesiyle iç hazırlanır. Açılan mercimek ve bulgur tepsiye dökülür hazır olan iç ilave edilir, üzerine acı biber maydanoz ve taze so ğan konarak yo ğurulur iyice hasıl olunca cevizden biraz büyük parçalara ayrılır avuç içinde ekil verilir servis taba ğına alınır arzuya göre taze so ğan ve maydanozla süslenir (Zehra DO ĞAN, nr. 31, nr. 19). g) Dilim Dolma: Malzeme: 500 gr. kıyma 350 gr. bulgur 250 gr. patlıcan 250 gr. biber 250 gr. domates, sımak (100 gr. ) 175 gr. ya ğ, salça, tuz Yapılı : Kıyma, bulgur, tuz ince do ğranmı , so ğan ilave edilerek yo ğurulur di ğer taraftan patlıcanlar 1 cm eninde boyuna kesilir, biber ve domatesler oyulur hazır olan içten biber ve domatesler doldurulur odcalı ve ya ğlı tencereye ilk evvela biber sonra domates dizilir geri kalan kıymalar iki fınsık büyüklüğünde parçalar halinde patlıcanlara sarılır tencereye dizilir. Kaynar su ilave edip ate e konur. Di ğer taraftan bir kase kaynarsu içine bir avuç sımak 5 dakika bekletilir rengini ve kokusunu veren sımaklı su kaynamakta olan yeme ğe ilave edilir pi ince indirilir servise alınır.

270

h) E ğer Köftesi: Malzeme: Kıyma So ğan Salça Karabiber Ya ğ Tandır ekme ği Yapılı : Kıyma, so ğan, karabiber, tuz yo ğularak köfte halinde ya ğda kızartılır ve salçalı ve domatesli suda pi irilir bir iki ta ım pi en köfte di ğer tarafta tabaklara ufak do ğranan tandır ekme ğinin üzerine köfte ve et suyu ilave edilir yarımay do ğranan so ğan maydanoz karabiber karı tırıp köftelerin üzeri süslenir. ı) Kuymak: Malzeme:300 gr. ya ğ 400 gr. un Yapılı : Ya ğla un ate üzerinde iyice kavrulur, kavrulan un üzerine so ğuk su ilave ederek cıvıtılır pi ince sofraya alınır. i) Sö ğütme: Malzeme: 1 kg. patlıcan 200 gr. taze acı biber 250 gr. ya ğ 50 gr. sarımsak Yapılı : Patlıcanlar ate külünde pi irilir, kabukları soyulan patlıcanlar, biberler bir kap içinde iyice dövülür iyice ezilince, di ğer tarafta bir tavada ya ğ kızartılır tuzlanan patlıcan ve biberler ya ğ içine konarak iyice kavrulur kızaran patlıcanlar taba ğa alınmadan sarımsak ilave edip servis taba ğına alınır. j) Kındik: Malzeme: 1 kg. nohut 100 gr. kıymalık bulgur 350 gr. ya ğ 400 gr. kıyma veya (kavurma) 1 fincan un, tuz 500 gr. susam (küncü) 250 gr. so ğan 100 gr. acı biber Yapılı : Dı ı, nohutlar ha lanıp makinedan geçirilir bulgur ıslatılıp tuz, bir avuç un ilave ederek iyice yo ğurulur tam kıvamına gelince. Di ğer taraftan içi için, bol susam kavurup iyice dövülür soğan, ya ğ, dövülmü susam kıyma veya (ufak parçalara bölünmü kavurma) bol acı biber ilavesiyle iç hazırlanır hazır olan dı hamurundan bir ceviz büyüklü ğünde parçalar alınıp içine iç konur oval bir ekil verilirken iki el arasında bastırılır bol kaynar suda ha lanıp servis taba ğına alınır. Etrafı biber ve domatesle süslenir (Zehra DO ĞAN, nr. 31, nr. 20). k) Kelleco : Malzeme: Kurut ayranı 300 gr. kavurma 1 paket karabiber 250 gr. ya ğ

271

250 gr. so ğan 5 tane tandır ekme ği Tuz, biber Yapılı : Kurut ayranı özleme kıvamına kadar ezilir. Di ğer taraftan tavada kelle co un so ğaracı kavrulur (kavrulma, ya ğ, so ğan) servis taba ğına 3 cm. büyüklü ğünde do ğranır taba ğa yerle tirilir üzerine kepçe ile hazır olan kurut ayranı dökülür hazır olan so ğaraç konarak servise alınır. Not: Kurut (çökele ğe tuz ilave ederek yo ğrulup güne te kurutulur. Kurut daha ziyade köylerde kı için yapılır). l) Serme Sırın: Malzeme: 10 tane yufka ekme ği 500 gr. yo ğurt 400 gr. ya ğ 50 gr. sarımsak Yapılı : Geni bir tepsi içine ya ğ sürülür bir kat yufka ekme ği bir kat ya ğ dökülür. Yufkalar bitinceye kadar devam edilir. bu i bittikten sonra keskin bir bıçakla baklava dilimi kesilir sarımsaklı yo ğurt üzerinde dökülür tekrar ya ğ üzerine gezdirilir sofraya alınır. m) Sebzeli Patile: Malzeme: 250 gr. patlıcan 250 gr. domates 150 gr. biber 400 gr. kıyma 1 demet maydanoz Tuz, karabiber Yapılı : Fındık büyüklü ğünde parçalara bölünen patlıcan, biber, domates, küçük do ğranan maydanoz kıyma ilave edip ya ğda pi irilir karabiber, tuz ilave edip indirilir. Di ğer, tarafta hazır yufka yayılır yarısı bu içten yayılı di ğer yarım parça üzerine kapatılır. Saçta pi irilir pi en pideler ya ğlanarak servis taba ğına yerle tirilir. Not: Patile üç çe it yapılır peynirli, sebzeli, kıymalı ekil aynıdır içe göre isim de ğiir. n) Ke kek: Harput’un bir fakir yeme ğidir. Đstanbul’da bulunan Harput’lu Hacı Hayri Bey bu yeme ği özledi ğinde öyle der. Rahat etmez olmıyan râh-ı kanaât sâliki Kaydan âzâde olmaz cümle mâlın maliki Gerçi Đstanbul’da envâ-ı niam mebzûldur Harput’a, gitsem de bir ke kek yeseydim kâ ki Malzeme: 500 gr. et 250 gr. so ğan 100 gr. salça Yapılı : Döyme ile yapılır. Ku ba ı et hafif kavrulur so ğan, salça ilave edip so ğan ölünceye kadar pi irilir su ilave edilir. kaynayan suya tuz ve döyme dökülüp karı tırılır üç dört kaynardan sonra kıvamına gelince tabaklara konup servise alınır.

272

o) Vi ne Helvası: Malzeme: 500 gr. vi ne 100 gr. ya ğ 400 gr. eker 3 ka ık ni asta Yapılı : Çekirde ği çıkartılmı vi neler çok az ya ğ içinde hafif kızartılır. Di ğer tarafta 500 gr. eker üstünü kapıyacak kadar su ve 3 ka ık ni asta ilave edip karı tırılır hal edilir hazır olan ni astalı urup tavada kızarmı vi nenin üzerine yava yava dökülerek karı tırılır 3-4 kaynardan sonra kıvamına gelince tabaklara konup servise alınır (Zehra Do ğan, nr. 31, s. 20-21). Anadolu’dan Sesler! Fikret Memi oğlu Dostumun “Harput Ahengi” adlı eserinden geçen hafta bir mâni yazmı tım. Bu hafta burcu burcu vatan kokan kitaptan, gönül katıldı ğına derman olur diye bir iki parçaya temas edelim. Belki içimizde bir merhamet ı ığı avklanır da karanlıklarda bo ğulmaktan kurtuluruz. Güne dü tüm, güne dü tüm Gölgede güne dü tüm. Felek gözün kör olsun, Dedi ğin güne dü tüm. Peki, bu kara kara dü ünce yüklü günlerde bir umut ı ığı belirtmiyecek mi? bu günleri biz kendimize hazırlamasaydık. Dü manın haddine mi dü mü tü bizi bu hale getirmek!.. Derde kerim, derde kerim Gam derer, derde kerim Yas tutma deli gönül Mevlâ, her derde kerim… Ama Mevlâ bunca Peygamber gönderdi, bunca Veli’yi saldı yeryüzüne, hâlâ ibret alamadık. Hâlâ sevemedik birbirimizi. imdi ne yüzde. Onun adâletine sı ğınıyoruz? Bu, fazla yüzsüzlük olmuyor mu? Ama son dayana ğımızı yıkmak istemem. Anadolu, on asırlık Türklü ğü dantel dantel türkülerde i lemi tir. Đnsanın yücesini yeti tiren topraklar sözüm de incesi’ni salıvermi tir. Gökkubbeye… Dilen gez, dilen gez Yoksullan gez, dilen gez Gurbette bay olmadan Gel yurdunda dilen gez. Anadolu insanlarının da Vatan anlayı ı budur! Gurbette “bay = zengin” olmaktansa, vatanında dilenme ğe razıdır. Öyleyse neden kara trenler dolusu gidiyor. Almanya’ya, Hollanda’ya, Đsviçre’ye? Nedeni var mı? Vatanında dilense bile bir lokma bulamıyaca ğını bildi ği için gidiyor. Bıçak kemi ğe dayandı ğı için çolu ğunu çocu ğunu ya lı gözlerle bırakıp bilmedi ği iklimlere yöneliyor. Đmparatorluk iken göçüyorduk. Sebep? Sebebini göçleri ve akınları yapanlar da bilmiyorlardı ki, günün birinde Anadolu yaylasında ekme ğe muhtaç bir millet olarak kaldık. Eflâk ve Bu ğdanı bir malın zekâtı gibi veriverdi ğimizden, imdi yabancı ülkelerden un bekliyoruz, süt tozu istiyoruz. Nereden nereye dü mü üz! Hâlimizi dü ünmeden birbirimizi ısırıyoruz kuduz köpekler gibi…

273

Ben Harput Türkülerinde insanlık nâmına ne varsa hepsini buluyorum. Çocuk ayaklarımla tırmandı ğım Harput tepelerinde hürriyetin anlamını kavradı ğım günden beri Harput türkülerinde gerçek insanı, zavallılı ğı, akı, dostlu ğu, cesareti ile aradı ğım gerçek insanı buldu ğum için Harput türküleri daima gözümde ya olmu tur (Yeni Fırat Dergisi, nr. 32, s. 24). udeyi tekimecâztülleri arasında toplumumuzun çe itli davranı larını da bulmak zor de ğildir sanıyorum: Bu haber ne haberdir. Sinem kabar kabardır Bir yanım kurt ku yemi Bir yanım bihaberdir. Yalan mı? Ki i olarak, toplum olarak birbirimizden ne dereceye kadar haberliyiz? Birbirimize ne dereceye kadar omuzda ız!. . Heyhat bu bir acıklı hikâyedir ki söyliyenin de, dinleyenin de hicaptan yerlere geçmesi gerekir. Gülümü, gülene ver, Koklayıp gelene ver Gönül bir gonca güldür Kadrini bilene ver. Diyen mâniye inandı ğım için gönlümü Anadolu’ya, onun vefâlı insanına adadım. Siyaset dedikodularıyla dolu bir hafta sonunda bir parça iir, bizi kanatları üstünde ebedi saadete götüremese bile, bir anlık teselliye götürebilir. Harput’un âhengi Dostum Fikret Memi oğlu’na hukuk cüpesini attırıp, cepken giydirdi. Avrupa’da çayda çıra, Delilo, tanzara oynattı. Beni de bir parça söyletti ise, bunu Memi oğlu’nun co kun eserine ve siz okuyucularımın engin sabırlarına borçluyum!. Tanrı cümlemizi karagün dostları kadar yürekten dost etsin!. . ( Đmzasız, nr. 32, s. 29). 1. 3. 19. ehriye Gecesi Henüz günü tesbit edilememekle beraber, “ehriye Gecesi” adıyla bir gece yapılmasına ilimiz Halkevi yönetim kurulu tarafından karar verilmi tir. Bu gecede kızlarımız “Matal” söyliyerek ehriye kesecek, arada türküler de okuyacaklardır. ehriye kesilip, “hasavan” toplandıktan sonra kadın oyunları oynanacak ve gecenin birinci kısmı bu ekilde bitirilecektir. Đkinci kısımda E ğin (Kemaliye) ve Çemi gezek ekipleri kendi türkülerini söyliyerek oyunlarını oynıyacaklardır. Ancak Kemaliyeden gelecek ekibin türküleri ve oyunları çok oldu ğundan, Çemi gezek ekibinin, sonradan tertip edilecek ikinci bir gecede A ğın ve Keban ekipleri ile birlikte gösteri yapmaları vakit darlı ğından dolayı uygun görülmü tür. Çemi gezek ekibinin söyliyece ği türküler Yeni Fırat’ın 34. sayısında yayınlanmı bulunuyor. Eğin ekibi, bantla tesbit edildi ği üzre: 1- E ğin A ğzı denilen uzun havalar okuduktan sonra 2- A ğırlama (Ba Halay), 3- Fırat Suyu (Fırat suyu serindir; Girmiyesin derindir), 4- E ğin Kınası, 5- Sıklama, 6- Gecegü, 7- Hayriye, 8- Sinanlı, 9- Tırnanay, 10- Eski Hora, 11- Karsın Kalesi, 12- Kasab Oyunu, 13- Eğin Tamzarası, 14- Havaçor, 15- Delilo, 16- Kara Gelin, 17- E ğin Halayı, 18- Hostanın

274

Altı Ba ğlar, 19- Büyük Ceviz, 20- Kar ılama, 21- Dut A ğacı, 22- Gelin Çıkarma, 23- Gelin Đndirme, 24- Hamamın Önü, gibi türküler söyleyip oyunlar oynıyacaklardır. Ancak bunların söylenip oynanması bir saate sı ğmıyaca ğından oyunlardan: Ağırlama, Sinanlı, Sıklama, Eski Hora, Havaçor ve Hayriye oyunları kesin olarak oynanacak, söylenecek türküler de ayrılacak vakte göre seçilecektir. Gecenin üçüncü kısmında, Elâzı ğ Türküleri eski fasıl düzenine göre a ğır, yüksek ve oynak havalar söylenmek suretiyle okunacak, son olarak ta Elâzı ğ Ekibi Elâzı ğ oyunları oynıyarak geceye son verecektir. Gecenin önemine göre eksizlik yapılması için çalı malara devam edilecektir (Đmzasız, nr. 35, s. 40).

275

2. DĐL VE EDEB ĐYAT ĐLE ĐLG ĐLĐ YAZILAR 2. 1. iirler 1. YOLCU! Gö ğsünde, tarihin damgası varsa, Do ğu’dan gel, bu yol, serhat yoludur, Aıp Çalkavur’u, in beyaz Kars’a, Bu yer, cenk ülkesi, gazi elidir. Bir geçit bul da in Karadeniz’e, Ko , sana kol açsın, Trabzon, Rize; Çırpınan dalgalar gibi, dizdize, Bu bıçkın u aklar, Horon selidir. Ufukta dada lar bar tutar gibi, Gülümser, her yüz, dost gibi, yâr gibi; Erzurum, yol kesen bir diyar gibi, Sanki Köro ğlu’nun Çamlıbeli’dir, Harput’tan a yolcu! Elâzı ğ’a gel, Yüz çayda-çıra’yla saz dinle, tel tel, Duydu ğun, bu günün bestesi de ğil, Tarihten esen bir seher yelidir. Do ğunun kızı, bir i lenmi altun, Kâh bacı, kâh anne, kâh Nine Hatun; Bu gülen yüzlere, yüz alkı tutun, Bunlar can ba ğının gonca gülüdür. Irkının an yurdu, yi ğitlik u ğru, Trabzon, Erzurum, Harput, Kars, Ağrı, Yol açan, Do ğu’dan Batı’ya do ğru, Cengi raks eden bu yi ğit koludur (Fikret Memi oğlu, nr. 1, s. 4). 2. HARPUT A ĞRISI Duygu telinin has’ından Ördüm Harput’u, Harput’u Yüzyılların ötesinden Sordum Harput’u, Harput’u. Tarihe tut ı ığını Gör uygarlık be iğini Kim eylemi ta yı ğını Yurdum Harput’u, Harput’u? Ötesi yanlı ifade: Burada harap olan madde, Ruh geziyor cadde cadde Gördüm Harput’u, Harput’u.

Ruh baki, fâniyse beden,

276

Kim demi ki gelmez giden? Ben hayalimde yeniden Kurdum Harput’u, Harput’u. Sen ne söylesen bir kere Ağrı sinmi yüreklere Gönlümdeki ezik yere Sardım Harput’u, Harput’u (Ömer Kayao ğlu, nr. 1, s. 7). 3. BAKIRI Đ LERKEN Emek verdim yarım diye, Bakır tenli bir vazoya, Döver çekiç, ok ar e ğe, Nakı lanır oya, oya, Tezgâhımız, düzenimiz, Bize veliler mirası, Kırk kulpludur kazanımız, Her kulpu bir sır halkası. Ergenekon’dan ses verir, Körü ğümüz, çekicimiz. Alnımızda tarih erir, Efsane dolar içimiz. Tan yerinin kızıl rengi, Tereklerde hevenk hevenk. Ses âhengi, ıık cengi, “Nay” üstünden sıçrayan renk. Bize ata yadigârı, Bakır dövmek, sim i lemek. Bir emek zevkidir kârı; Bir vatan harcıdır emek (Cenâni Dökmeci, nr. 1, s. 10).

277

4. ĐKĐ EH ĐRDE SABAH Masdar da ğlarında sabah oluyor Elâzizin… Saat dörtle be arası Hâlâ uyuyorsun biliyorum. Yüzün sarı saçlarımla örtük Ve yorgandan dı arıda dizin. Gökte bulutlar tek tük. Gökte bulutlar karmakarı ık, Masdar da ğlarının ardında Karanlı ğı boyuyor ı ık. Hâ’â uyudu ğun limandan biliyorum Küçük tekneler, açılıyor engine. Burada da, orada da sevgilim, Karanlı ğı boyuyor ı ık Bal rengine ( Đmzasız, nr. 1, s. 11). 5. KOPUZDAN EZG ĐLER Harput’tan Anılar Bir türkü tutturdum Kayaba ı’nda, Deli gönlümce hoyrattan… Kövenk yollarında kaldı gözlerim. Bülbüller akıdı gül dallarında Ye il ba ördekler uçtu Murat’tan. Bir türkü tutturdum Kayaba ı’nda, Keklikler öttü Delik Ta ’ında. Gider meterise a ğam, çifte omzunda; Güllü, elinde aynası sürmeler gözlerini. Bir maya duyulur Buzluk’tan. “Çık ayvana, bak yıldızın merdine Ben de dü tüm bir güzelin derdine” Bir türkü tutturdum Kayaba ı’nda, Deli gönlümce hoyrattan. Saray yolunda giden kız açtı yüzünü: “Al almayı benden al!. ” Di gelde geç yıkılası Harput’tan. Bir türkü tutturdum Kayaba ı’nda, Hey heyler yükseldi Kaleden!. “Meyhaneler kapısı bahtım gibi kapansın” “Sensin beni kul eden…” Bir türkü tutturdum Kayaba ı’nda, Ezan sesi gelir Sarahatun’dan. Yerle gök arası bir mutlu hazda. Vecd içinde Türbeler… Kamu ervah NAMAZDA (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 1, s. 12).

278

6. MAYALAR Bir dal kestim vi neden Sarho oldum içmeden Bu yara yâr yarası Ölene dek i leden. Bülbül koydum kafese Meftunum güzel sese Ma allah deyin dostlar Uğramasın nefese ( Đmzasız, nr. 1, s. 15). 7. SILA YOLCULU ĞU Yâr diyor, yâr diyorum, Akı me kediyorum, Ben yana yana da ğlar, Yurduma gidiyorum. Yol verin bana da ğlar, Açılın yana da ğlar, Yurduma gidiyorum, Ben yana yana da ğlar. Sılamın yolu dardır, Yolumun sonu yardır, Yol verin bana da ğlar, Belki bir soran vardır. Soranı sormak lazım, Dosta göz yormak olmaz, Açılın yana da ğlar, Yolcuyum durmak olmaz. Yâr derim, yanar yürek, Bahar olur gülerek, Yâr güman, da ğlar duman, (Yolcu) yolunda gerek… (Yolcu, nr. 2, s. 7)

279

8. MEKTUBUN ARDINDAN Demin aramızda da ğlar, mesafeler; imdi odamdayım seninle beraber. Her duygu zerresi böyle mi geni ler Ayrı dü en sevenlerin hâtırasında? Bu ak am yine koruda bulu tuk Okul kaça ğı iki sanki çocuktuk. Đ te mektuplardaki mutluluk Bak nasıl yücelir sırasında. Gördün mü bir ömür dinmeyen ya ğı? Sular duracak ki bulanmı . Zamanı aylarla ölçme ğe çalı : Ne kaldı unun urasında? Sabır selâmetmi , Allah kerim. Dünya’da acısız ya ayan kim? Ve bu ak am gizli bir yol ke festtim Harput’la Kuzguncuk arasında (Ömer Kayao ğlu, nr. 2, s. 11). 9. ĐKĐNC Đ MURAD’IN RUHU Haktan sefer göründü, Atları çekin o ğul! Yine zafer göründü, Tu ğlarla çıkın o ğul! Gönül hakka ayansa, Dönülmez dünya yansa. Sür Bizans’a Bizans’a! Akın var akın o ğul! Ağarmadan tan yeri, Koman dilden tekbiri. Dolu dizgin ileri, Surları yakın o ğul! Al emseddin Gürani, Sormu : müjdemiz hani? Desin Murad-ı sani: Müjdeniz yakın o ğul! Hep and için mestine, Çıkın fetih kasdine, Gül açsın gül üstüne, Bayraklar dikin o ğul! Rüzgar olup esen, bu! Ar a bayrak asan, bu! Ulubatlı Hasan, bu! u burca bakın o ğul! (Cenâni Dökmeci, nr. 2, s. 13)

280

10. KEBAN GÜZELLEMES Đ Fırat’ın koynunda bir mavi boncuk; Karanlık gecede yıldız gibidir. Bir hayli gün görmü , de ğil pek çocuk. Güzellikte yine bir kız gibidir. Vatan kapısının gümü e iği, Ya ğız yavruların ye il be iği; Cevher kayna ğı hep delik de iği; Türk’ün bile ğinde nabız gibidir. Da ğları granit, yalçın tepesi Zirveleri gökte yıldız öpesi. “Birvan” sa ğda “Nimri1 solda küpesi; Taze çilek, turfanda muz gibidir. Ağam!. Yol dü erse u ğra Keban’a, Küçük yer, deyip te atma yabana Geçmi ini ö ğren, sor da babana: Sultanlar içinde Yavuz gibidir. Keban bir ku konmu gümü ba ğına. ans kartalı yuva yapmı da ğına Barajla girecek altın ça ğına Ufuklar imdiden deniz gibidir. Sesi yamaçlarda yaparken yankı Anmadan geçmeyi hiç Etibank’ı O, bugün, Keban’ın kalbidir sanki, Yemekte tat, ekmekte tuz gibidir. Hak söyleriz, Tanrı bizden sorsa da: Büyük bina olmaz küçük arsada Her ne kadar kıskançlı ğı varsa da Ağın’la, bacanak-baldız gibidir. Yıldırım: söz uzadıkça inciler Canli varlık budandıkça gencelir Keban’lılar de ğil, Keban gücenir Bazı batar, söz çuvaldız gibidir (Yıldırım Gençosmano ğlu, nr. 2, s. 17).

281

11. GÖLCÜK’E DO ĞRU Sıladır, sine da ğlar Körk’e gel, Gezin’e git Yol verir sana da ğlar Gezine, gezine git Kanat aç da ğdan da ğa Dü me elden aya ğa Bulut ol ya ğa ya ğa Rüzgârın hızına git Tez gel (Murad)a ula (Kaz gedi ği)ni dola Git, Gölcükle kucakla Dal, ye il gözüne git, Omuz omuza daya Yaslan “Hazar-baba” ya Seyret de doya doya Gölcü ğün düzüne git Gölcük bir iç denizdir Bir ürperen benizdir Kâh yüz dalga, bin izdir Kâh durul, izine git Gölcük’ün derin gibi Periler havzı gibi Her kalbin bir nasibi Var da bak yüzüne git Gök mavi, Gölcük ye il Yanıyor ı ıl ı ıl Yat, uyu, mı ıl mı ıl, Ba koyup dizine, git Bu yer, bir ba ka diyar: Ara, bul bir kuytu yar, Atla, hançer gibi yar Suların özüne gir. Ligimin çok dü ğümü Bilen yok çekti ğimi Niçin diz çöktü ğümü Sor, “deniz kızı” na git Yüz yüze “Durak”dan Geldim sana merakdan Yak çıramı ırakdan Özene, bezene git

282

Aıkım, meramım var. Helâl et, haramım var. Can kurban, bayramım var, Ba kesip sözüne git Da ğ ta a ıp evdi ğim, Sensin sevip övdü ğüm. Kı yaz deme sevdi ğim Yazına güzüne git Gölcük akyüze benzer Bir dalgın göze benzer Bulunmaz bize benzer Ey YOLCU tezine git (Yolcu, nr. 3, s. 8). 12. ERENLER YOLUNDA Her hak yolun göstereni, Gönüle mihman eylerim, Hak u ğruna ser vereni Bu mülke sultan eylerim. Açarım eli Mevlâ’ya, Ba ğlarım dili Mevlâ’ya, Gâhi a ğlaya a ğlaya, Nârı gülüstan eylerim. Bürünmü isyana ruhum, Gömülmü nisyana ruhum; Çevir, senden yana ruhum, Ma ğfiret güman eylerim. Ruhum, kalbimle seninim; Üftadenim, esrinim. Bo de ğil bunca eninim, Takriri efgan eylerim. Oda yanmı ım Allahım! Tutar eflâkı günahım. Sen oldun ilticdgâhım Sıtkile iman eylerim (nr. Çöteli, nr. 3, s. 14).

283

13. YUNUS’LAYIN Yola dü mek kolay de ğil, Bu kervanda neler gördüm. Bu toy’a, bu yük tay de ğil, Yorulanda neler gördüm. Damla damla olsak da hiç, Oluk oluk dolsak da hiç, Gül gül açıp solsak da hiç, Öte yanda neler gördüm. Uğrum dönük, ba ğrım yanık, Dolandım uyur uyanık. Akdım bulanık bulanık, Durulanda neler gördüm. Fele ğin adı sanı var, Dönen dünyanın sonu var. Ate i var, odunu var, Bu külhanda neler gördüm. Ba ğlar misâli bozulup Öz arap oldum ezilip. Bismillah ile yazılıp, Gör, Kur’anda neler gördüm. Cenâni der: Â ık Yunus, Yoluma nur saçan fanus. Sual etme, dil ba ğla, sus! Bu zindanda neler gördüm (Cenâni Dökmeci, nr. 3, s. 16). 14. HARPUT Â ĞRISI II Yel, da ğından ta götürür Çevredeki orman hani? Derdi gözden ya götürür Merhem hani, derman hani? Harputlu bir “alıcıku ” Demek sebep de ğil yoku . Her sabah bir o ğul uçmu Petek nerde, kovan hani? Bu kaçı ovaya do ğru Kalan bir cevapsız soru. Pirler, Âıklar huzuru Meclis nerde, divan hani? Kaleminde çizgi; Âyet, Kılıcında kale: diyet,

284

Duygusunda kutsal niyet O “dal boylu civan” hani? Bir sır ki ehline ayan! Gariplere saygı duyan, Tac edip ba ına koyan “Dost, dost!” deyen ihvan hani? Rum’dan, kafkasdan yürünür, Üçyüz atlı “can” görünür. “Harput’ta cihan görünür” Deyip gelen kervan hani? Kayao ğlu dinle bir kez: Her dua ya ğmur getirmez. Çık da harabesini gez Atayurdun-yuvan hani? (Ömer Kayao ğlu, nr. 3, s. 20). 15. HARPUT A ĞRISI III Harput yolu döne döne çıkılır, Kalesinden kartal gibi bakılır. Duvarında sitem kokar, ta ından Sıva sıva, pul pul tarih dökülür. Erenlere sebil etmi tadını, Evlâtları helâl emmi sütünü. Var kıyas et erke ğini hem erim “Sâra” diye nam bırakmı “Harput”u. Namı gitmi yedi iklim içine, Yıldız olmu kaç sultanın tacına. Velilere, Yatırlara yurt olmu , Nur elenmi kalesinin burcuna. Yi ğitlere yi ğit olmu eri var: Bakırcılar çar ısında biri var! Ha olmu uz olmamı ız oralı Yurt edinsek, sıla desek yeri var. KAYAOĞLU bir derdin var, bilirim, Ağrısından için sızlar, bilirim. Hangi hava özlemini çekti ğin, Hangi sular, hangi da ğlar… bilirim (Ömer Kayao ğlu, nr. 4, s. 7).

285

16. ÜÇ HECE Toplasın üstümüzden Eteklerini gece Ve çözülsün bilmece… Ne içip, ne yiyelim Adını söyliyelim… Ve kâinat bir cüce. Ba langıçta ve sonda Ne varsa hepsi O’nda Ve O, hepsinden yüce… Bir anda “yok” olsun “var” Arkada kalsın duvar Ve dilimde üç hece… (Yıldırım Gençosmano ğlu, nr. 4, s. 13). 17. BĐR KINA GECES ĐNĐN ERTES Đ Konsun amdanlara mum, olsun ergenler sıra… Đnsin davula tokmak, ba lasın ÇAYDAÇIRA… Durur deryada balık, durur gökte turnalar Bizim ÇAYDAÇIRA’ya ba layınca zurnalar. Diz vur gakko um, heyy!. De. Kükresin halay kolu: KÖVENK’in pınar ba ı, görünsün Saray YOLU. Bunlar, bu yerin sesi, bu gökün gürlemesi: Mayası a k, ate tir; belki sarmaz herkesi! Bir vuru u tokma ğın yeti ir co mamıza, Bir tel sesi çok bile köpürüp ta mamıza. u HARPUT’un ba ına ya ğan çi ğ mi, kar mıdır? Bize KAYABA I’ndan el sallayan yar mıdır? Hey! Yardır o, yardır yar!! Omzunda alı da var: Üstünde AY-YILDIZ’ı: beyazı, alı da var. u dere ba tan ba a ayva, nar, dut olaydı, Çıkardık kalesine eski HARPUT olaydı! Görürdük ovasını, alırdık havasını, Yaradan kabul eder â ıkın duâsını. Yansın amdanlarda mum, olsun ergenler sıra. Đnsin davula tokmak, ba lasın ÇAYDAÇIRA… Ortası güllü mendil, elinde kolba ının, Çıksın artık üstüne gelin, binek ta ının. Doldur ver bo tasımı ey pınar. Gider oldum, Ben, anayı-babayı, yarı terk eder oldum!.. (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 5, s. 5).

286

18. AĞIN’IN YOLLARI Mektubum gelmi tazeden Yüre ğimi köz, köz eden Ne bacıdan, ne teyzeden. - Ağın’ın yolları ini - Kokusu var yârdan gelmi . Çiçekli, ku lu bir yazı Satırlara sinmi yazı Đki çe me iki gözü - Ağın’ın yolları ini , - Acı çekmeyen ne bilmi . Lâmba isinde islemi , Parmak basmı ta süslemi , Oğlumu yaman beslemi . Gurbette ne imi i im Oğlum olmu görmem im. Söz edermi giden gelen: Gurbette evlenmi , falan Amma do ğru amma yalan - Ağın’ın yolları ose - Đnanmamı kim ne dese. Meyvalar dalları tutmu , Yayma, yayma dut kurutmu Bu ayrılık cana yetmi - A ğın’ın yolları çamur - Böyle geçer miymi ömür. Oru tutmu Ramazanda Pekmez kaynatmı kazanda Us yokmu gurbet gezende - A ğın’ın yolları tozlu - Sitem etmi elâ gözlü. Yata ğım dama serilmi , Yorgana koku sürülmü , Yastı ğa çevre sarılmı , - A ğın’ın yolları e ğri - Gurbette durulmaz gayri. Ağı olmu suyu, aı Benimle doluymu dü ’ü, Bekliyormu bu yazba ı - A ğın’ın yolları yoku - Gitmek vacip oldu bu kı (Ömer Kayao ğlu, nr. 5, s. 10).

287

19. HEY PARA HEY! Sana hiç kıymet vermedim Cevâhir ta ’ım para hey!. Senden de hiç yüz görmedim Bir öz sırda ’ım para hey!. Gümü yüzlü, altın gözlü Cilve eden gizli gizli Her gönül yanık sözlü Hey yüzük-ka ı’m para hey!. Pi mi a a sular katan Çatılmaz çöpleri çatan Namus alıp, vicdan satan Yosma oyna ’ım para hey!. Sende tek ahde vefâ var Tek sende gerçek safâ var Her derde, sende ifâ var Son kö eba ı’m para hey!. Görülmez i e fermansın Onulmaz ba a dermansın Savrulup tozan harmansın evkim, telâ ım para hey!. Dinle pendime kulak ver Nâmerd elinden yüz çevir Dü manı her, dostu ho gör Hey gözü-aı’m, para hey!. Her açık gö ğse düzülme Her yumuk elde büzülme Her su yoluna süzülme Đnci göz ya ı’m para hey!. Senden gayrı dost olana El veren çıkar yalana Ak olsun seni bulana Ey pi mi a ’ım para hey!. Đster aç olsun, ister tok Đnsan o ğlu, bir kalp boncuk Senden katı dost olan yok Ey gam yolda ı’m para hey!. Susuz kalana testisin Çıplak olanın postusun Dara dü enin dostusun Ana’m para, baba’m para Bacı’m, karda ’m para hey! (Fikret Memi oğlu, nr. 5, s. 22).

288

20. CUMHUR ĐYET GÜZEL ĐNE Göster cemâlini, gündüzler olsun; Rüyada gördü ğüm sûret sendedir. Açıl da gözlerim nurunla dolsun, Hülyada buldu ğum siret sendedir. Süpürüp tekkeden eyhi, ahnayı; Çıkardım gönülden kara sevdayı. Aradım, kendimde buldum Mevlâyı, Bir hakim arama, hikmet sendedir. Ye il ba ördekler çıkıp aradan, Kolayca fark ettik akı, karadan. Ölümden kurtardı bizi Yaradan, Miraca yükseldik, himmet sendedir. Ba ımda türeyen dü ğümü kırdım, Taklidi bırakıp, tahkika girdim. Çürük kubbeleri yıkdım, devirdim. Ferdayı kurtaran hâlet sendedir. Kızıl pöstekiyi sırtımdan attım, Ye il imâmeyi hocaya sattım. Ak yüzlü fenlerle fikri donattım, Ba larda ta ınan ziynet sendedir. Son nefeste eyhim! Hak yoldan saptım, Rahmanı bırakıp, eytana taptım. Đbâdet yerine cinâyet yaptım. Aklına tân etme, cinnet sendedir. “Emel-tül-kitâbe” demi Tanrımız; Okuyup yazmaktır, bizim hayrımız. Đrfanda olmasın ayrı gayrımız, Akına me k olan millet sendedir. Đlimle, irfanla ecdat ün almı , Fatihler, Yavuzlar deryaya dalmı . Cehâlet yüzünden ümmet bunalmı , Âtiyi parlatan devlet sendedir. Remzi’ye kulak ver, ders al sözümden. Bir damla ya gibi, dü me gözümden! Gel artık tövbe et, feyz al özümden, Te nesi oldu ğun Cennet sendedir (Tatlı Sert, nr. 6, s. 2).

289

21. MEVLÂNA Soyundum libastan, deriden; Yava tan yol aldım geriden. Beni a k odunda eriden Mevlâna! Mevlâna! Mevlâna! Bilirim sen de yâr kulusun; Hülyalar, sevdalar dolusun. Erimi , erimi sin, velisin, Mevlâna! Mevlâna! Mevlâna! Yemye il yapraksın dallarda, Nur olmu manâsın hallarda, Tut beni dü miyem yollarda, Mevlâna! Mevlâna! Mevlâna! Ko arak eri tim izine; Karı tım kı ına, yazına. Ko beni ba koyam dizine, Mevlâna! Mevlâna! Mevlâna! Sıyrıldım çiniden, atlastan, Yürüdüm Harputtan, Bitlisten. Bir nida i ittim herkesten: Mevlâna! Mevlâna! Mevlâna! Gül dalda, sen gülde öz mânâ, Gül kokun da ğılmı dört yana. Đrad et kul oldum ben sana, Mevlâna! Mevlâna! Mevlâna (Cenâni Dökmeci, nr. 6, s. 5). 22. KURBAN Kerem oldum yakılası, Alev alev tele kurban. Kıvrım kıvrım bükülesi Bo ğum bo ğum bele kurban. Ezel ba tım ayak oldum, Gül dalına dayak oldum. Çevresinde yaprak oldum, Koklanmamı güle kurban. Ok de ğil bu, bir yan bakı , Đğ ne i ğne gönül yakı . Daldalarda nakı nakı , Mendil veren ele kurban. Ne sarho um, ne de ayık, Bir kurt dü mü içim oyuk. Her sitemi bana lâyık, Söyle ti ği dile kurban.

290

Gâh bir içim suya benzer, Gâh yol kesen çaya benzer. Yeni do ğmu aya benzer, Kemend olan kola kurban (Cenâni Dökmeci, nr. 7, s. 7). 23. YURDUMUN ORMANLARINA A ĞIT Benim yurdum kem nefesten arınmı Bir gelindi ye il duvak bürünmü . Bir ormandı Atalarca korunmu . Bugün dedik, dü ünmedik yarın’ı, Oğul, torun bilemedik kadrini. Kaçak demi , helâl demi kırmı ız, “Açma” demi baltaları vurmu uz, Yangın yapmı , seyirine durmu uz. Bir tutam kıl, iki çanak süt diye Fidanları ba ğıladık keçiye. Kovanında o ğul balı kalmamı , “Çamçak” da çam, “Kuz” da çalı kalmamı , Bir gölgelik a ğaç dalı kalmamı . Đki günlük nafakanın u ğruna Bir o ğlu balta inmi ba ğrına. Đ lemi de, da ğlarının yarası Bunun için boz bulanık deresi. Çakallara terk edilmi mer’ası. Kaderine bunlar da mı yazıldı “Alageyik” yurdun, yuvan bozuldu. Nasıl yanmaz duyguları insanın Yeri geldi a ğlamanın, tasanın. Bir ba larsa ya ğmurları Nisan’ın Rahmet diye bekledi ğin sel gelir Yurdun sana yaban gelir, el gelir. Bu sözlerin yavan oldu, az oldu, KAYAO ĞLU ye il yurdun boz oldu. Đmdadına ko mak sana farz oldu, Topra ğına göz ya ını dök gayrı Fidan diye yüre ğini dik gayrı (Ömer Kayao ğlu, nr. 7, s. 11).

291

24. SĐHĐRL Đ D ĐL KAYAO ĞLU üstadımız, Bir arkı bülbüldür bize. Filizlendi muradımız; Bir yemye il yoldur bize Gayrın hayrına uyulmaz, Dostun cevrine doyulmaz. Hemderd olan el sayılmaz, MAÇKA, bizim eldir, bize. KAYAO ĞLU bir öz ki i KABUK’un içten nakı ı. Bu demet bir seçkin i i, Katmer katmer güldür, bize. Eri mi bir yüce kata, Yunuslayın tüte tüte. Deyi i “KADERDEN ÖTE” Bir sihirli dildir, bize… (Cenâni Dökmeci, nr. 7, s. 15). 25. NE FARK EDER K Đ GAKGO Gördün ve görmedesin, Hanya, Konya hepsi bir; Đsli ekmek sacıyla, baklavalık tepsi bir; Saraydan göç etmekle, mermerde otopsi bir; Gördüklerin nâfile ve geçirdiklerin bo , Gönüller aydın olsun, ne fark eder ki gakgo ! Kar ımda Marmara’nın pırıl pırıl incisi; Lâkin kulaklarımda Harput’un yanık sesi. Yabancı görmedeyim nerde olsam herkesi! Sanki nûr içindeyim veya dört bir yanım bo , Gönüller aydın olsun, ne fark eder ki gakgo ! Âlemin hamamında, hanında gözümüz yok; Harmanları bol olsun, veyhasıl sözümüz yok. Bizim de Hakka ükür de ğiik özümüz yok. Bizim ayakda hırik, onlarınkinde kalo , Gönüller aydın olsun, ne fark eder ki gakgo ! Allah, kalbimizdedir; mescid, kıblemizdedir. Hâlis dua, katıksız ba ğlanı lar bizdedir Günak mı kıyas etsek? Bizimkiler dizdedir. Onlarınki gırtlakda, koy desinler ki sarho ! Gönüller aydın olsun, ne fark eder ki gakgo ! (Sûzi Can, nr. 8, s. 4).

292

26. DA Ğ TUTMASI Bir mekânın olacaksa da ğ olsun Gel güne im, yücelerden do ğ bana. Sen ki da ğı tuhaf ettin, kutlusun; Gel ya ğmurum, ince ince ya ğ bana. Đki cihan Tanrı katı dura ğım, Doru ğuna duman olsa yüre ğim… Yalın bassa çimenine aya ğım Halılardan, dö eklerden ye ğ bana. Ben da ğların, çam kokulu yeliyim, Yaprakların, dö edi ği, yoluyum, Kurdu, ku u, ağacıyım, dalıyım Korku vermez tipi bana, çı ğ bana. Buluta da de ğer ba ı gö ğe de Orda insan bey de kendi, ağa da. Ben (HEY!) diye selâm verdim da ğa da (HEY! HEY!) diye selâm verdi da ğ bana (Ömer Kayao ğlu, nr. 8, s. 10). 27. BAKIR Yere yı ğdım, rafa dizdim Çivilere astım bakır. Nakı vurdum, ekil çizdim Tas’ım, sini’m testi’m bakır Sende denemi bakırcı Tanrıdan aldı ğı gücü, Noktalar, vurup çekici Ne hal eyler ustam bakır! Dolmu dükkânıma afak Soka ğa ta an renge bak! Çekiçlerin sesi Tak, Tak: Yazılmamı , beste’m bakır! Dı ından kirli sanmı ım Đçinde kanmı am Đbri ğimle yıkanmı ım Bir ömürlük dostum: Bakır! Tas’ın, yanmı a su veren, A’ımı yapan tenceren; Süt koydu ğum bakraç da sen Bir kupa’nla mest’im bakır! Gü ğümlerin boynu ince Kazanların koca koca KAYAO ĞLU sözü bunca Uzatmaktan kastım: Bakır! (Ömer Kayao ğlu, nr. 9, s. 10).

293

28. KEBAN’DA FIRAT gider serinini vermeden; Atam, dedem hayırını görmeden Yıllar yılı muradına emredeni Nica filiz nesli kurur Keban’da. Vadisinde birkaç ye il dal kalır Bulut geçer, toz savuran yel kalır. Ne tarlada, ne bahçede hal kalır Yaz ö ğlesi gün kavurur Keban’da. Bir yi ğit ustaca kazmayı vurmu . Ta ı bakır etmi , topra ğı gümü , imdi “Bent”dir uykumuzu bölen dü . Memleketin nabzı vurur Keban’da. Demirden da ğları eritip geçen Ceddimin namını dinleyerekten Bir yi ğit çıkıp da öyle yürekten “Akma!” dese, Fırat durur Keban’da (Hem eri, nr. 9, s. 15). 29. ELVEDÂ Ayrılık demidir gidiyor heyha! Hazret’-i ramazan Mevlâya kar ı u fakir ilden de bir çok tahiyyat Götürsün Kâbe-i vefaya kar ı Oturup a ğlasın garip olur mu? Göz ya ım derdime tabib olur mu? Bir daha kavu mak nasib olur mu? Hasretim o beri-Lika’ya kar ı. Ne kadar gözlesem gelen hilâli Gidenin gözünde tüter hayâli Bir daha do ğar mı bedri cemâli Diyerek bakarım semaya kar ı Ervâha sefâdır bu güzel günler Emrâza ifâdır bu güzel günler Eyyâm-ı vefadır bu güzel günler Onunçün yanarım bu aya kar ı Cennetle kevserde gönlüm gözüm yok Bir güzel severim ba ka sözüm yok Onun da yanında gerçi yüzüm yok Mecnun oldu ğum Leylâya kar ı Elvedâ! ey bedr-i cemal el firak! Firakın ediyor kulûbu ihrak Kusurum çoksa da götürme bırak Günahı affeden Hüdâya kar ı (Tatlı Sert, nr. 9, s. 20).

294

30. SÖZ B ĐRL ĐĞĐ Seyrettim âlemi bir uçtan uca (Ben güzel görmedim senden ziyade) Dolun ay gibiydi yüzün dün gece (Bu gün güzelli ğin dünden ziyade) Yüzüme gül, gonca gibi kapanma Adımı çeken el sözüne kanma Seni benim kadar seven var sanma (Seni seven yoktur beden ziyade) Ben bahtı karayım, nedem yüzüm ay! Vay beni… Bakı ın oktur, ka ın yay Hangi bir derdime yanam, vay eyvay! Yar, derdim, bir de ğil, binden ziyade Güzele naz gerek, diye yerinme Gel, gözüm yollarda kaldı erinme Güle nisbet edip, ele görünme Bize zulüm olmaz bundan ziyade Gidi in, genç ömrün, kar kıı gibi Geli in, cana gül koku u gibi Yolunu beklerim pun ku u gibi Di tez gel, bu gün her günden ziyade Karacao ğlan’la söz birlik ettik Dost için dü manla biz dirlik ettik Yolcu! yar u ğruna kadirlik ettik O, ba tan ziyade, candan ziyade (Yolcu, nr. 10, s. 17). 31. ESK Đ HARPUT Tarihin örsünde seslenen Harput, Maddenin demiri, tuncu gibiydi. Ay-yıldız altında süslenen Harput, Manada bir dizi inci gibiydi. Cana can katan bu sudan, topraktan, Yeni bir ruh alır, her gün er kalkan. Dü mezdi hiç biri elden ayaktan, Ömrünü yoran da dinci gibiydi. Zengini fakiri ayırt eden ey, Burada tek bir addı; o yi ğit, bu bey. O günler, ne gündü? Hey gidi hey hey! Piri de koçak bir genci gibiydi. Her yanda bir maya, bir türkü sesi, Sanki toy dü ğündü, günü gecesi! Kan terle silerken kılıçtan pası, u havat cenginde öncü gibiydi.

295

“Geldim, hey hey…” deyip, cirit atanlar, Sanki yel biçerdi, at oynatanlar. Nerdeyse kalkacak yerde yatanlar, Yerde bu hey heyler, sancı gibiydi. Göke ba kaldıran o Kayaba ı, u Örtmek tepesi, Tilkilik ta ı, Bu eski kalenin burç arkada ı, Yıkılan bu yurdun hıncı gibiydi. Her zevki tüketti, gam, süze süze! Bir kurak göz oldu imdi Gür göze! Devran yol verirken en göçümüze, Biz yolcu, Harput ta hancı gibiydi! (Nuri Gürgöze, nr. 10, s. 23). 32. BĐLEMEZS ĐN Kondun ba ka dala, duydum güzelim Bahçemdeki rengi, pek bulamazsın Demi sin ki “kaba”, duydum güzelim Bizde yi ğit serttir pek bilemezsin Seni gülüm bildim, akıdım durdum arkımı, türkümü sana okurdum Anlamadın beni; haklısın yavrum Ben da ğ rüzgarıyım pek bilemezsin Sev sevil mesut ol; budur dile ğim Her gece rüyamda seni göreyim Senin ate inle yanıp durayım Bizde hayat budur, pek bilemezsin (Eren Omay, nr. 11, s. 2). 33. SEN Đ Genç duygular denge bilmezi Bilemedim üzdüm seni. Okuyup üfledim bir kez, Dü ğüm dü ğüm çözdüm seni. Gün oldu acıdım sana Dolandım dü tüm tasana Söylemeden anlasana Yüre ğimde sezdim seni Seni gördüm her sokakta Ye ilde, mavide, akta Çizgi çizgi, nokta nokta Satırlara dizdim seni Arzu gibi, emir gibi Bir özlenen devir gibi Mektup gibi, iir gibi Kitaplara yazdım seni (Ömer Kayao ğlu, nr. 11, s. 10).

296

34. GÖZ YORUMU Vatan tutma gurbet elde, Kapını çalanım sen ol. Koyma beni gözü yolda Ya ımı silenim sen ol. Bulut ol ya ğ ince ince, Gülsün seni içen gonca Yerin damarı dolunca, Bo anıp gelenim sen ol. Ne haldesin, ne yoldasın? Hem gönülde, hem dildesin. Kâh ye ilde, kâh aldasın, Sözümü bilenim sen ol. Sürüp gözlerine kara, Soktun aklımı zarara. Digel imdi, sorup ara, Kaybedip bulanım sen ol. Ba ak tutup biçim’e gel, Lâle gülle seçime gel. Bo alıp dol içim’e gel, Bardakta kalanım sen ol. Do ğruca haber az gelir; Kem söz uzaktan tez gelir. Eğri do ğru her söz gelir, Gerçe ğim, yalanım sen ol (Cenâni Dökmeci, nr. 12, s. 3). 35. SONUÇ Her gönülde boy süren Gizli bir filiz sanki. Her göze yol gösteren O, bir ye il iz sanki. Görünmez bir güzeli Bazen gördü ğüm olur. Koparken ince beli Aklım kör dü ğüm olur. Geçer kâh çalım satıp, Sormadan hiç hâl-hatır. Dudak büküp, ka çatıp Kâh da yürek kanatır. Hem tanımaz, hem arar Her gün ismim de ğiir!

297

Kâh yakar, kâh tipi-kar, Güler, mevsim de ğiir. Beni cin mi, peri mi, Dü üren, bu gümana? Dünyâ, hep zan yeri mi? Kavu mak ne zamana! Olmadık gitti bir gün, Bir daha iki yaprak. Ergeç olur toy-dü ğün Ye erir kara toprak!.. (Yolcu, nr. 12, s. 8). 36. USTAM Bakırı, çekici bo verdim gayri Yepyeni bir tezgâh kurdum ben ustam. Ba ğlayan her kaydı, ho gördüm gayri, Onunçün son sözü sordum ben ustam. Eni, bir ham bakır gibi tut, ile, Örs olsun yüre ğim, hem vur, hem ha la! Usta olmasak da biz bu gidi le, Çıraklık sırrına erdim ben ustam. Murada erdiren sele karı tım; Damla damla dolan göle eri tim. Erlik meydanında ba a güre tim, El-ayak üstünde durdum ben ustam. Davut yumru ğuyla dö ğmü demiri, Rodin adam etmi , yontup mermeri, Ben de bir kunt elin oldum hamurui Yu ğrulup kıvama girdim ben ustam. Dalganın yankısı sahilden gelir, Meyline kapılan su, yoldan gelir. Cevabın tutgunu sualden gelir, Her dü ü bir hayra yordum ben ustam. Yolum düze çıktı, atım yoku u, Bahara ermeden unuttum kı ı. Bir düzen sandım, her ince nakı ı, Bir nice gizli sır gördüm ben ustam. Karanlık basınca kapına dü tüm, Feyzinden hız alıp da ğ, deniz a tım. Bo alıp, elinden bir dolu içtim, Postu dost u ğruna serdim ben ustam (Cenâni Dökmeci, nr. 13, nr. 22).

298

37. KÖTÜMSER Kader sana di biledi Zaman zaman vurdu seni, Filiz iken örseledi, Dal olunca kırdı seni. Ya ula tırmadı melek, Ya ters anla ıldı dilek. Đnceltti inceltti felek Đplik iplik ördü seni. Sal’ın yüzemeden battı, Dert, aına a ğu kattı, Binbir belâya u ğrattı, Elâlemin derdi seni. Ömrünce bo kaldı kesen; “Bir lokma, bir hırka” hissen. Dost diye kime güvensen Tutup yere serdi seni. Haydi KAYAO ĞLU haydi Ya ın kırksekize de ğdi, Kadrini bilenler saydı Bilmeyenler yerdi seni (Ömer Kayao ğlu, nr. 14, s. 3). 38. HARPUT A ĞZI Deyi im, Harput A ğzı, Derim ki bazı, bazı Sen derman ol bana tek, Gönül her derde razı. Safâ de ğil, haz de ğil, Çekilen dert, naz de ğil; Kulun kurbanın olam Etti ğin çok, az de ğil! Yol demedim, yürüdüm, Yol demedim, sürüdüm. Güne dü en kar gibi, Yüzün gördüm, eridim. Da ğ a tım, düze geldim; Ba e ğdim, dize geldim; Giybetim yok, çok ükür Bugün, yüz yüze geldim. Bugün sa ğım, zindeyim; Ba koydum, dizindeyim.

299

Da ğlar arkada kaldı. Ben Harput düzündeyim. Bu ne gün, bu ne murat, Đster gül, ister a ğlat; Senin gönül pazarı, Dilersen bir pula sat. Dolandım diyar, diyar, Geldim sana balam yâr. Sen al giy, ben de ye il, Desinler, bahtiyar. Gelip geçme gülerek, Naz edip, yarma yürek. Yüzünü gün görmesin, El ver, tel duva ğ örek. Herkesin, bir derdi var; Benim dört yanım duvar. Eller der; ha var, ha yok, Ben derim: ha var, ha var! Harput’un yolu çiçek, Gülüm, gelip geçecek. Vay, bugün ba ım duman! Yâr beni zor seçecek! Yıl olur, aylar bana, Sel olur, çaylar bana; Görsem, gözüm kama ır; Görmesem, vaylar bana! Gün görem ça ğ içinde, Gül derem ba ğ içinde. Ben ele güne kar ı, Sen tel duva ğ içinde (Yolcu, nr. 14, s. 12-13). 39. OLSAM Dü üp a kın ummanına Mani destan yazar olsam. Dilde sözüm elde sazım Da ğda, belde gezer olsam. Bir diyar özledim pekçe: Sözlerle i ler erkekçe. Yi ğitlikten ba ka akçe Geçmeyen bir Pazar olsam. Merhem yavan, yara derin Dü tük eline kaderin. Bu yedi ba lı ejderin Büyüsünü bozar olsam.

300

KAYAO ĞLU kısmetin az Ne dersen de kalanı söz Yanına varsam da bir kez Yar’e de ğen nazar olsam (Ömer Kayao ğlu, nr. 15, s. 11). 40. AYNADAK Đ AKS ĐME Yaralı bir öksüz, bereli bir yüz; Eski bir kuma ta gizli nakı lar! Tutu up, tutu up sönen bakı lar Bir ömür iklime içinde bir güz. Ben miyim bu acep, bir ba kası mı? Yoksa bir tabiat levhası mı bu?! Ba ımda dönen bir pus halkası mı? Yoksa bir kalbin son sayhası mı bu?! Ziya! Bu kitabı, dür artık kapat, Anlamak ne mümkün, bu konu pek güç, Takdiri bozma ğa, hiç yetmiyor güç, Bırak bir sel gibi aksın bu hayat!.. (Ziya Özer, nr. 15, s. 30). 41. ÖRSELER Karanlık gözlerle seyre dü eli, Beni bir yol kesen bakı örseler. Bastı ğı her yerde halı dö eli, Korkarım dizini nakı örseler. Her gören u ğruna verir varını, Bu güne erenler anmaz yarını. Bir mermer top gibi omuzlarını, Tel tel saç da ğıtı , dökü örseler. Ne yandan bakınsam yoktur kusuru, Gülü ü dalgalı, bakı ı duru. Lâkin u gönlüme dolan huzuru, Ne i tir bu… bir ka yıkı örseler. Ördü ğü bayramlık, sırma, tel i i, Bir toy dü ğün olur çıka geli i. Sezip yüzümdeki gizli gülü ü, Zulmeder, bir dudak bükü örseler. Bir yufka yüre ğe bu yâr de ğilmi , Yolunda ser çeken da ğlar e ğilmi . Gördük her kendinden geçen ayılmı , Bizi de bir kadeh toku örseler (Cenâni Dökmeci, nr. 16, s. 8).

301

42. HARPUT A ĞRISI IV Kalesinde korunmu uz Yedi atadan ileri Yazısında barınmı ız Handan, odadan ileri. Dert gelir diye o ğluna Feda olmu nice ana Kayaba ı tanık buna: Harput fedadan ileri. Kayaba ı, Kayaba ı Harput’un gerçe ği, dü ’ü Ağrı olur ki ate i Geçer sevdadan ileri. Gör, havuzun gere ği ne: Su serpilmi yüre ğine. Bayrak asmı dire ğine Göksel nidadan ileri. KAYAO ĞLU o mâbede Yürür secde ede ede “Baki kalan bu kubbede Bir ho sada”dan ileri (Ömer Kayao ğlu, nr. 16, s. 10). 43. ARKADA LIK KADR Đ Đster kadın olsun, ister erkek, Gerçek dost, özge bir cihanmı . Bir cân olan arkada la gerçek, Dost olmak güç bir imtihanmı ! Anla mak, anla ılmak içten, Her kalb için ömre tek güvendir; Dünya olur arkada la Gül en, Cennet bile arkada la endir (Fikret Memi oğlu, nr. 16, s. 23). 44. HARPUT’TAN BURDUR’A Melül mahzun, hergün seni anıyoruz hasretle. Harput, sanki gurbet oldu, sen bu ilden gideli, Çünkü hasret âdet oldu, Dost ili terk edeli, Su içti ğin pınarlardan kanıyoruz hasretle. Bu yerlerde hatırın var, tarihden bir ün gibi, Kara bahta ı ık tuttun, âikâr bu, gün gibi. Sensin “fahri ba kan”ımız bugün yine, dün gibi; Bir gün dönüp, geleceksin sanıyoruz, hasretle. Bir günde dört sefer geldin kayıtları bizdedir. Đni -yoku yorgunlu ğu unutulmaz, dizdedir. Mâbedlerin yeri burada, anahtarı sizdedir; Gel aç diye umutlanıp kanıyoruz hasretle.

302

Merhum (Yurtçu) ile öksüz çorbasında tuzum var. Hâlâ esen yelde hızın, tozan yerde izin var. “Kayaba ı” boynu bükük, “Meteris”de hüzün var. Đçimize kor dü ürdün, yanıyoruz hasretle. Atalardan, ne kalmı sa, kadir-kıymet bah ettin; Toprak kardın, müze kurdun, da ğı ta ı nak ettin. Gönül verdik yine Yurda, ku kumuzu a kettin; Yaralıyız için için kanıyoruz hasretle. Ayrılırken, al giyenler bile kara ba ğladı. “Kırk kuyular” co a gelip, göze göze ça ğladı. Gün karardı, rüzgâr durdu, bulut dolup a ğladı. Senden ayrı tuza ekmek banıyoruz hasretle. Kanatlanma ey KOÇDEM ĐR, uçamazsın (Burdur)a. Kim kaldı ki senin derdin sual edip, sordura?! Yâr olmadı, aklın sana, zincir gerek durdura Zaten seni deli diye tanıyoruz, hasretle (Mehmet Koçdemir, nr. 16, s. 25). 45. HARPUT GEL ĐN Bir gelin almı ım Alıp getirmi im uzaklardan Senin masallarını sormu bana “Orası Harput, sevgili” demi im. Sonra, senden konu mu uz Bir sevgi payla ılmı aramızda Kale’n yücelmi , anıtlar büyümü Sonra, senden konu mu uz. Seninle ba ba a kalmı ız. Tarih ulu bir ovaya seninle uzanmı Söylenmemi masallardaki üveyikler Çözüp esrarlarını bulutlara kaçmı . Gelinim boynu bükük “Ben oraya gidece ğim” der. Gece gündüz, dü lerinde, iinde Gelinim sana varmadan da sever (Erdal Ceylan, nr. 17, s. 13).

303

46. KAÇALIM BALAM Da ğ ta a an atımız var Seni beni ta ır, balam! Olsa da çevrem dört duvar, Sen el versen a ar, balam! Arada engeller varken, Gönlüm sana dü tü, derken. Ça ğla a kım, olmu erken Sen topla, sen dö ür, balam! Di gel söz verdi ğin yere, En son söze gelsin sıra. Fırsat geçer dura dura, Ay batar, gün ı ır, balam! Đ im yok güne le ayla, Bahtıma yıldız ol söyle: Seveni öldüren böyle, Nasıl gamsız ya ar, balam! Sarıl atımın saçına, Çıra tut gönül göçüne. Ak sı ğmazsa yurt içine, Yol gurbete dü er, balam! (Cenâni Dökmeci, nr. 17, s. 23). 47. BU A K Diken diken, ince ince, Bu a k neler etti bana. Çiçek, çiçek, gonca gonca, Bu a k neler etti bana. Gör, ne ektim, ne dö ürdüm, Gafildim, gönül dü ürdüm. Đ i gücü hep aırdım, Bu a k neler etti bana. Kan’ım, kınalı keklikte; Sürmeyim nemli kirpikte. Kâh ba tayım, kâh topukta, Bu a k neler etti bana. Yar için hep, söz de, saz da… Bir naz için, bin niyazda… Dört yanım yari yol çıkmazda; Bu a k neler etti bana. Kabuk kırıp buldum özü, Dü e kalka tuttum düzü. Mevlâm esirgedi bizi, Bu a k neler etti bana (Cenâni Dökmeci, nr. 18, s. 7).

304

48. BAYKAL GÖLÜ Bir rüzgâr u ğultusu, Doldu kulaklarıma, Baykal’dan bir damla su De ğdi yanaklarıma… Do ğan aydan akisler, Seferber oldu suda; Ruhla birle ti hisler, Ate oldu pusuda… Rüzgârdan uçan damla, Su de ğil göz ya ıydı, Pembele ti ak amla; Bu bir ehit ba ıydı… Dinledim bestesini, Anamın ninnisinde… Bir çiçek destesini, Ba ğlıyorken sesinde. Yıldırım çaktı gökte Dumanla doldu yollar… Tüyleri solmu “börkte” Dile geldi yüz yıllar… (Yıldırım Niyazi Gençaydın, nr. 18, s. 22). 49. YABAN BAHÇE Mekân tuttuk civarını, Seyreyledik baharını. Açılmayınca kapısı Atık bahçe duvarını. Hamken ta layıp dü ürdük, Etek dolusu dö ürdük. Neler etti bize heves: Yavan sularda pi irdik. Kimi ek i, kimi koruk; Tad birikti buruk buruk… Belirtisi gözdeki nem, Dilde, dudaktaki yarık. KAYAO ĞLU deme sırrı Đçinde büyüsün gayrı. Baharla güz bir de ğilmi : Çiçek ayrı, meyva ayrı (Ömer Kayao ğlu, nr. 20, s. 13).

305

50. ACI DAMLALAR Nerde, kim aheser’in?! Her dar günde hem erin. Yürek yanınca, olmu Yer soluk, nah er serin. Yavru, ana, karde ler, Yürekde kor ate ler; Bu ne gün, bu ne gece? Nerde aylar, güne ler?! Ne dostum, ne sevgilim?! Ne yolum var, ne ilim?! Bir dram seyri, hayat, Bitsin artık bu film! Baba, bahtı karalı; Karde , ba ğrı yaralı. Ayırd etmek mümkün mü? Artık karadan, ah?! Ne küçük, ne büyü ğüm? Ortada, bir kör dü ğüm!. . Ne zaman çözülecek Çilesini ördü ğüm?! Ne gül dermek içinmi ! Ne kol germek içinmi ! Dünyâya geli , gidi , Bir gün görmek içinmi ! Yok bir kan a ğlıyanım! Derdimi kime yanım?! Sen misin fele ği de Ey melek yaradan’ım?! Yüre ğim dilim dilim, Lâl oldu akır dilim! Her ey de ğiik bana Ben bile, ben de ğilim!. . Her acıdan tad aldım, Teselliden bunaldım. Göç menzil aldı, Yolcu Bir ben mi geri kaldım? (Yolcu, nr. 21, s. 3).

306

51. KIBRIS KO MASI Olmu u Kıbrıs’da kan revan yine, Can alıp satma ğa Pazar kurulmu ! Dul, öksüz, ihtiyar, kız civan yine, Kanlara bulanmı , kollar kırılmı . Yürekte kalmadı eridi ya ğlar Öç almak için ah içim kan a ğlar. Yol verin bize ey dumanlı da ğlar! Kâfirin hesabı bizden sorulmu . Ne Đncil, ne Tevrat, ne Zeburda var, Zulme hak verdiren bir emir, bir kâr. Bu vah et ne olmu , ne de görülmü . Cinsine bu zülmü etmez canavar, Din ehli de ğil o, maça papazı. Hazret-i Đsanın, kin hokkabazı Çok sürmez, gün gelir yırtılır a ğzı, Gerildikçe bu gün lâkin gerilmi . Bozulmu yuvalar, sönmü bacalar; Câmiler yıkılmı , susmu hocalar; Zulûmle sava mı , gençler kocalar, Kimi yaralanmı , kimi vurulmu . Kıbrıs’dan yükselen bir ince duman, Yetimler âhıdır tüter bir zaman. Sonunda vermeyiz biz de dâd aman, Đstenen dâd aman çoktan verilmi . Hameyli koynunda, pazvant kolunda, Yi ğitler saf olmu Kıbrıs yolunda. Bir melek sa ğında, biri solunda; Sanki on bin yi ğit, yine dirilmi . Atılmı , diyorlar, yavru, yuvadan; Hastanın nasibi yokmu devâdan. Gayri yok zikrimiz, Hakka duadan, Bize bu inayet Hakdan verilmi Netti bu yavrular, neden bu zulum?! Makaryos! aklına gelmez mi ölüm? Ne sabrın kaldı bil, ne tahammülüm, Yazmakdan kalemim bile yorulmu ! Yok mu hiç telâ ın u âhu vahdan Bilirim korkmazsın Ulu Allahdan. Lâkin bil, nasibin olmaz iflahdan, Görürsün boyunu, yere serilmi .

307

Bilmem ne canavar, nasıl milletsin?! Sen her ne ettinse ba ında yetsin. Her iki cihanda Allah kahretsin. Dünyada defterin soldan verilmi . Yüz masum kan ile yo ğrulmu kumlar, Sönmü bin yetimin âhile mumlar. Öç günü yakındır ey kahpe Rumlar! Ölçülmü biçilmi , hesap görülmü . Yine koç yi ğitler, vurmak için tos, Öç günü bekliyor ey Makariyos! Tarihde bir de ğil, Otuz A ğustos, Silâhlar ba ğlanmı , toplar kurulmu . Sus artık ey VAHAP a ğlatma bizi, Dün dikdik topra ğa gülü, nerkizi!. . Alkana boyamak u Akdenizi, Yurd için, yar için, bize ar olmu (Vahap Güray, nr. 21, s. 6-7). 52. AH KATI DÜ LER Đ Biri, kendi yelkenine yel olmu , Kendisi hem gemi, hem yolcu, hem kaptan. Bir gün ah belirmi , bir gün kul olmu , Söz etmi her ince hesaptan. Dolu’ya i inde Hak görünmü Bir tel iplikte yumak görünmü Murat, bahçe sulamak görünmü Ve ummanlar do ğmu dolaptan. Nasıl ki iç içe namlu, mermi, barut Do ğruyla, güzelle sarma ır yi ğit. Ulu’dur, ya da bir Ulu’ya mürit Ki ba ağı yüksek görmez saptan. Barınmak için sarayla ko ğu. Serçe ku ise kartal da ku . Biri anasından sarho do ğmu , Birinin mahmurlu ğu araptan. Gene kat altında üstteki kat. Ulular indinde kim sa ğ, kim sakat? Bir garip ki ide tükendi takat; Ne umdu, ne buldu bu seraptan (Ömer Kayao ğlu, nr. 21, s. 9).

308

53. DÜZEN BOZUMU Đlk defa kaçı ım, bu vazifen, Đlk defa, imzasız kalacak fi im. Đlk defa her eyde bu huzur neden? Đlk defa, ağrısız ba ımla, di im… Đlk defa, ayımdan eksik bir sayı, Basacâm böyle bir gün istifayı!. . Bana ne? insanlar fethetmi ayı!. . Bana ne? sahipsiz kalacak i im? Me gul etmiyecek zihnimi küre, Mâziye dönecem kısa bir süre. Đlk defa diyecem yalan, müdüre: - Hastalık yüzünden, dün gelmeyi im (!) Đlk defa giyindim, ba ka biçimde, Đlk defa, saadet umdum geçimde, Đlk defa kaynıyor, bir ey içimde, Đlk defa gezmeyi tercih etmi im! (Sıddık Yi ğittop, nr. 21, s. 15). 54. BELED ĐYE ÜSTÜNE Elâzı ğ’da yok sanma, var elbet Belediye, Hep Karaçalı olduk, fakat, su gele, diye. Ba ğlatmı su bendini, Belediye belki de, Gitmesin yol arsa ev, kazârâ sele, diye. Anlattık derdimizi, söz etti bir yetkili: “Balık de ğilsiniz ya? bekleyin hele…” diye. Bütün mahalle halkı, kazan kaldırdı dama, Ya ğmurdan medet umduk; bo anıp, dola diye. Sâde gönül, göz de ğil; el, yüz de temiz gerek, Yüzümüz kara çıkdı, suya müptelâ, diye. “Teyemmüm”le geçirdik, ramazanı bayramı; Kılınan namazımız, mûteber ola, diye. Çe me ba ında herkes, cenk ederken, “her yer te t!” Kı gibi günde yandı, bu el Kerbelâ, diye. Sudan vazgeçip, dedik: Beterin beteri var, Vermesin Allah artık, ba ka bir belâ diye. Büyük elin derdine, Küçük el, dermân olsa, ükrederiz Allaha, “lâhevlevelâ” diye (Yümnü Tekindal, nr. 21, s. 29).

309

55. DERD ORTAĞI Bir gün semâda, ben bana… pek yalnızım gibi, Mahzûn uçarken, ağladım içten azâbıma. Ansız, karanlık ufkumu, aydınlatıp benim, Kar ımda do ğdu ay gibi bir yüz, bir ayten’im, Rikkatle aktı kalbime, öz yıldızım gibi… Bir kaynak oldu handesi, donmu serâbıma, Candan suâli, verdi teselli, cevâbıma. Bir gamzesiyle güldü yüzüm, gamsızım gibi!. . Ortak çıkınca, artık o son iztirâbıma, Beyhûde katmasın a ğu, tâlih, arâbıma. Gördüm o gözlerin ye il ufkunda cenneti, Duydum yürekten içli tesellide minneti. Sandım ki sardı rûhumu, hüznüm, sızım gibi, Ablam, bacım, o, sevgilim, annem, kızım gibi… (Fikret Memi oğlu, nr. 22, s. 5). 56. ORDU YAHUT MEHMETÇ ĐK MAR I Gö ğsüm iman yı ğını, im ek gözümdeki nur. Kılıcımın kınında yurdumun nabzı vurur. Bayra ğım alev alev akar damarlarımda, Süngümün parıltısı ufka fecir doldurur. Karanlıklara yalım, Sava lara kartalım. Barı ın baharında Çiçe ğe duran dalım. Hakkı ba lar üstüne yücelten kudret ben’im, Kem bakı lara perde, kötülü ğe set ben’im. Zulme çevrilen topun mermiyim namlusunda, Cihanın tanıdı ğı, saydı ğı MEHMET ben’im. Hak yolunun tozuyum, Destanlara yazıyım. Dü man beni kurt bilir Dostlar için kuzuyum. Hürriyet konusunda ahlanır duygularım Yurdun bütünlü ğüne de ğen eli kırarım. Đçerde belirse de, dı arıdan saldırsa da Türklü ğe kasdedenin kar ısında ben varım. Kahramanın özüyüm, Destanlara yazıyım. Sava ın ertesinde Ya ehit ya gaziyim (Ömer Kayao ğlu, nr. 22, s. 7).

310

57. DÖRTLÜKLER Ak, Tanrı arma ğanı, erme ğe irfan ister Bazen devirler geçer, bazen da bir an ister Ehl-i vefâ âdettir, hasret gider dünyâdan Ulu Tanrı bezmine can ile cânân ister. Ak, ezeli varlı ğın kayna ğından gelmede Âyet âyet dökülmü sevgili Muhammed’e Cihânın var olu u â ık, mâ ûk içinmi Akı duyan gönüller ancak erer tevhid’e (K. Abbas Altınka , nr. 22,s. 12). 58. ZÜ ĞÜRTLÜK Tezdirdi vatandan, yürütüp cânı zü ğürtlük Gezdirdi, bütün Pertek’i, Tercan’ı zü ğürtlük. Çektim ya sabûr akla gelirken geçen eyyâm Sattırdı fakat tesbih-i mercânı zü ğürtlük. Hergün kara sû içmek için telvesiz evde Çaldırdı banâ, kahvede fincânı zü ğürtlük (Saçlı Hoca, nr. 22, s. 17). 59. KARA BAHTIM Kara bulut gibi çökme üstüme, Bahar yeli gibi es, kara bahtım. Gelme, kara haber gibi, kasdime; Ver bana, bir aydın ses, kara bahtım! Ba ıma, kar ya ğdı, dü üp tasana, Dumanlı gözümden söz alsana… Kanadı kırık bir ku gibi, sana, Pek çoktan demi im pes kara bahtım! Naci’nin sen misin yolunu kesen? Ey bahtım, karayel gibi sert esen!. Ba ımda ötme, sus, bayku gibi, sen; Sus artık, sesini kes kara bahtım (Naci Akyol, nr. 22, s. 29). 60. KIBRIS’IM Dinle ey Ba kanım, ba ımın tacı! Al kana boyanmı ye il Kıbrıs’ım. Söyle, bu yaramın, nedir ilacı? Yürekde olmu bir fitil, Kıbrıs’ım. Ağlayan biz miyiz tek ona kar ı, Ma ğriple, mu rik de dökdü göz ya ı. Ey kâfir Makaryos, ey çete ba ı! Görünsün gözüme, -çekil-Kıbrıs’ım. Bilmez mi Rum, Moskof, Türkün adını? Cephede erke ği, yolda kadını. Çok acı çıkartır harbin tadını, Ona da var fakat mehil, Kıbrıs’ım!

311

Bizde yok, ey Efzun! Kadri, doların, Moskof’un elinde senin yuların. Pahası biçilmez, o yavruların; Onların, kadri bir de ğil, Kıbrıs’ım! ühedâ ruhları inmi Ada’ya, Kol açmı sanki her kıyı, her kaya. Geliriz, belki de kalmaz bir aya, Sabırda selâmet var bil, Kıbrıs’ım! Vahap der, söyleyen sözü özümdür; Yunan’a ahdolsun, bu son sözümdür. Orda kan a ğlayan iki gözümdür; Artık göz ya ını sil, sil, Kıbrıs’ım! (Vahap Güray, nr. 22, s. 33). 61. FIRAT’LA HESAPLA MA Yüzyıllarca, durmadan; ça ğladın, yıktın, söktün Topra ğımı, ta ımı götürüp çöle verdin!. Vatanımdan kıskandın suyunu, serinini Vefasız çıktın Fırat; nen varsa ele verdin Vadilerimi yardın, ovalarımı yuttun Kaç oca ğın külünü savurdun; yele verdin! Ok adık, sevdik seni; “dur gitme” “yava ” diye Sen kudurdun, köpürdün; yurdumu sele verdin Ne kervanlarımı yol, ne yolculara geçit… Biz sana bel ba ğladık; sen bize çile verdin. Fakat doldu vâdesi, zulüm saltanatının Çelikten kementlerle boynunu buraca ğız… Gayrı azgın kurt gibi kapıp kaçmıyacaksın Keban vâdilerinde kar ına duraca ğız. Aht ettik ba ğrımıza basmaya seni Fırat! Belini sarmak için hızını kıraca ğın. Ey Palandökenler’den kükreyen erkek arslan Seni, yelelerinden zincire, vuraca ğız Ve geçmi i unutup; sen, ben omuz omuza Medeniyet yükselen bir vatan kuraca ğız… (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 23, s. 3). 62. AH KATI DÜ LER II ahı açıl demeyince Açılana el mi derim Tanrı’dan gayrı huzurda Bükülene bel mi derim Rahmetçe gelmez ya ğıı Yuvada dondurur ku u Ne yazı belli, ne kı ı Geçen yıla yıl mı derim

312

Sarı bala petek de ğil Bir çiçe ğe destek de ğil Doruklarca yüksek de ğil, Ben o dala dal mı derim Kahra, zulme varır sonu Namerde dayanmı yanı Ömrümden bezdirir seni Öyle yola yol mu derim Derdi verirse ba ına Derman gönderir pe ine Ulu Tanrı’nın i ine Karı an’ı kul mu derim Kayao ğlu ne incesin Ne pir indinde yücesin Bu sevdadan vaz geçesin Hallerine hal mi derim (Ömer Kayao ğlu, nr. 23, s. 19). 63. SÖYLE, SÖYLE!. . Bir zevâl-i visâle çe m-i firak, Hangi mehtapta söyle a ğlıyacak? Hangi eptapta söyle a ğlıyacak, Bir visâl-i zevâle çe m-i firak? Ne kadar çok hazânı sevdânın? Her zamânında bin dü ünce, sehap! Yok mu gülzârı ömr-ü nâlânın? Niye hep böyle gird-ı bâd-ı serap?! Nice yazlar, bahârlar andı, Sevginin â ıyân-ı handânı. Hem cihan, hem menâkib aldandı, Geçti hep gamla a kın ezmânı Bu kadar inkisâr ü cevr ü firak Hangi mehtapta söyle a ğlıyacak. Hangi mehtapta gözlerinde gözüm, Seçecek leyl-i ûh-u âmâl-i? Dolacak ne ve-i seherle özüm, Bitecek hep bu a kın ehvâli. Na ğmeler, nâleler, visâl ü firak Hangi mehtapta söyle a ğlıyacak Hangi mehtapta ellerinde elim, Kalacak bikeder ve bihicran! Bitecek ya la hep bu ye’s-i elim, Sönecek âte -i melâl-i cihan,

313

Demlerim, gamlarımla mest-i firak, Hangi mehtapta söyle a ğlıyacak (Ahmet Kemal, nr. 23, s. 24). 64. CANDAN ÖTE Yâr kemend atmı boynundan Çeker gerçek a ka beni. Dünya çekilmi aynımdan Ayna kılar ı ka beni. Nicedir gönlün dermanı, Hak kılmı a ka fermanı Yedi da ğın de ğirmeni Bir ben eder ba ka, beni. Ate olma mı odundan, Cismin bilmezdim adından. Zümrüdanka kanadından Yâr ça ğırır me ke beni. Hak ustalar neylediler, Yâre pul pul peylediler. Kapı kulu eylediler Bir tavansız kö ke beni. Bir geceden bir geceye, Sevdâ eri ti niceye. En güzele, en yüceye Yol etseler ke ke beni… (Fezai, nr. 23, s. 33). 65. RÜZGÂR SAATLARI Gel benim ruhumun gerçek sesi gel! Yıllardır sönmiyen alevim, korum… Gel benim ömrümün hikâyesi gel! iirim, sonsuzum, gerçe ğim, zorum… Gökle yerin birle ti ği kav akta, Seni bulup bulup kaybediyorum. Đlkin rüzgâr de ğil sanki nefesti; Bir kez ba layınca, estikçe esti… Sonra bir upuzun karanlık bastı; Sürdü hep aynı dü , hep aynı yorum… imdi duraklarda her ak amüstü Seni bulup bulup kaybediyorum… Yitiksin, baharlar, güzler içinde, Resimler, arkılar, sözler içinde… Bazen bir iz görüp, izler içinde; Cevap olu uyla titriyor sorum; Sonra en tanıdık yüzler içinde, Seni bulup bulup kaybediyorum… (Bekir Sıtkı Erdo ğan, nr. 24, s. 6).

314

66. ĐĞ CĐ BABA Đ te bu tren düdü ğü balım Đ te bu nal sesleri duyulan Karanlıklar acemi askerler gibi Ve bir kamçı olmu arabacının elinde Milâtla atba ı beraberdir zaman Karanlıklar acemi askerler gibi Đstasyon yollarında sa ğ-salim Bakma sen elimdeki üçüncü mevki biletine Üçüncü mevkilere sı ğmaz vah ili ğim Caddeler kalabalık mı; göremiyorum Oysa insanları öylesine severdim Đğ ci Baba’nın ininde gözlerim mi arasın Arama, gözlerimi  ık Veysel’e verdim Göremem da ğlardan inen rüzgâr mı kar mı Caddelerden kervan kıran çakır yıldızlar gelir “Böyle sevda dü man ba ına” dostlar Allah etmesin insan delirir. Benim kadar bilemezsin sevdayı dudu ku um Gecelerimi eritiyor hoyrat bir dü ünce Sana yüz bir gözlü sarayımı verdim haydi al Al anahtarları önce Bütün sevgilere ba kaldırıyorum Bilirsiniz, olmuyor insan sevince (Kâmil Uğurlu, nr. 24, s. 16). 67. OLUR Saçını beyhude yüzüne serme, Çünkü sert esince yel, tül tül olur, Sana her bakanın gözüne girme, Yüzünde utanç er geç pul pul oluyor. Çi ğ de ğil, yanaktan süzülen terler, Yüre ği yanmı a gülsuyu derler. Ak gerdan üstünde göz de ğen yerler, Kâh domur domurcuk, kâh gül gül olur. Yol kesen sel gibi, ey nemli gonca, Đçimi doldurup, ta ırma bunca, Kirpikler ıslanıp, gözler dolunca, Gönlümde her damla ya göl göl olur. Bakı ın muamma de ğilse, gene O berrak gözlerde bu lo gölge ne? Karanlık çökse de afak ülkene, Yine tan yerinde ay tül tül olur.

315

Ben (tekin) de ğilim, artık, derdinden; Gitsen de gam de ğil, gönül yurdundan, Çünkü ay batsa da, senin ardından, Bana gün do ğar da ğ, ta yol yol olur (Yümmü Tekindal, nr. 25, s. 32). 68. KÖYDEK Đ BACIM Bir tas su ver bacım Sevdi ğim, yıllardır hasretine zor dayandı ğım Köyümün buz gibi pungarından Doya doya içeyim. Ağzımdan ırıl ırıl aksın çeneme do ğru Sızan sular Gö ğsümden da ğ sıca ğını alsın Götür harmana bacım beni Bineyim döneyim ta bu ğdaylar ezilene dek Ağzında bir keklik türküsü Ver biraz tandır ekme ğinden bacım Yiyeyim Bir tas da ayran hah öyle Sa ğol bacım yerin cennet olsun imdi armudun dibine yatıp Bir güzel köy uykusuna dalayım (Tülây Đ bil, nr. 25, s. 32). 69. BARAJ GÜZELLEMES Đ Fırat, bize avk oku atan bir yay gibidir, Iık, bereket saçıp co an bir kudret gibi; Tâ A ğrı’dan hız alıp bo anan tay gibidir, ahlanıp da ğı ta ı a an son savlet gibi. Kol atmı Erzurum’dan, Munzur’dan, Pülümürden, Tâ Mu ’a müjde verip gelmi , beyaz kömür’den; Bendetmek için onu, çok gün geçti ömürden Fırat, sabır tüketen, yeni bir hasret gibi. Simli bir kur un kalem, yazmı gö ğsüne berat, Artık dizgin tutacak, da ğ ta a an bu kır at. Ba ğrımıza basıp ta geçemezsin ey Fırat! Yandıkça kanaca ğız sana, muhabbet gibi. Emek bizim, güç bizim, bizden hüner, ustalık, Yu ğrulup mânâ ile madde harç olsun artık; Vatan altın ça ğına girdi, dost-dü man tanık, Yurt artık ba tanba a donansın cennet gibi. Baraj Anadoluya ta an servet olacak, Do ğudan batıya güç, fecre kuvvet olacak, Baharın feyzine denk öz taravet olacak Dört ufka hükmedecek millet de devlet gibi. “Yeni bir ça ğ gelmede toz pembe seher sanki” Akın me k edip da ğ ta , kendine çeker sanki,

316

Bu her eserden üstün, özge bir eser sanki, Bu kurulan yepyeni bir medeniyet gibi. Baraj, gecelerimi ı ıtan rüyâ imdi, Dudaklarımda kalan kutlu bir duâ imdi; Sanki ben bir Mecnûn’um o da bir Leylâ imdi, Baraj kara sevdâya bir hâlet gibi. Ruhları dile getirir, bu a k için Yarabbi! Onun için kaside yazsın Fuzûli, Nâbi; Yeter; anlatamazsın, bu a kı sen, Hicâbi! Ustan “Yıldırım” gibi, üstâdın “Fikret” gibi… (Hicabi Karaçorlu, nr. 26, s. 4). 70. YIKILAN HARPUT Toz, duman içinde bıraktı felek, Harput’ta e ğlenen, gülen kalmadı. Her Cuma, al ata binip yelekcek, “Girit Meydanı” na gelen kalmadı. Eskiden nice bir nasip paylandı; “ehir”de kı lanıp, ba ğda yaylandı. Dereden tepeye hoyrat söylendi; O, mutlu günleri, bilen kalmadı. Ustası, çıra ğı; toyu, ermi i; Tezgâh ba larında bıraktı i i, Pu unun, yazmanın, yok savrulu u; Bardaktan bo alan, dolan kalmadı. Minare lal olmu , sararmı çınar; Sırrını kaybetmi ince nakı lar. Ne “kürsü ba ı” var; ne yar, ne karar; Anadan atadan kalan, kalmadı. Bu günü a arak, aydın düne çık! Dört yana gözünü kapıyarak bak! Camilerden ta an en cemaat yok; Be vakti kıldıran, kılan kalmadı. Artık, orciklere pestil dolanmaz; Çortunlar akıp da sular bulanmaz. Yad eli de ğse de böyle talanmaz, Talan gerçek oldu, yalan kalmadı. Kapılar kitlenmi , çar ılar bombo ; Ne yazımız yazdır, ne kı ımız kı , Halayı, avre i unuttuk karde ! Oynıyan kalmadı, çalan kalmadı (Cenâni Dökmeci, nr. 26, s. 7).

317

71. KO MA Bu “dolu ses”le dol, iç doya doya, Bil nasıl olurmu çile dolu u! Kulak ver, Korenino ğlu Mamo’ya Gör nice, bülbülün dile geli i. Ses de ğil bu, sanki evle denizde, Ah içde kaynayı , ürperi yüzde; O bahtı yâr olan gelinlik kızda Utancın, kıskanıp, güle gülü ü. Seslenen; u tarih, co ğrafya mı? Söylenen; Elezber, Hoyrat, Maya mı? Divan mı, Tecnis mi, “Nevruz-Oya”mı? Belki de dostun bu, lâle yolu u! Harput’u bu sesmi , yakıp kül eden, Yolcu âh o da yok, gelmiyor giden! Bilinmez bu sesin, nasıl ve neden, Ta kalbe i leyen yolu, yolu bulu u?! (Yolcu, nr. 26, s. 14). 72. BĐR LOKMA ĐÇĐN Sarı öküzün a ğzında, Dü ören, bir ince teldir. Harmana dalmı gözünde. Yanıp sönen avk, emeldir. Sapan çizer, tapan düzer, Toprak satır satır gizler; Bir gizli destanız bizler, Göz çift nokta, bel virgüldür. Yer yanık yanık iç çeker, Bulut inci inci döker. Tohum yaka yırtıp çıkar, Muradın rengi ye ildir. Sarı ba aktadır güman, Rengi renge katar zaman. Altın tanelerle harman, Damla damla dolan göldür. Bir lokma için i ler, Er geç gerçek olur dü ler. Đ bitti ği yerde ba lar, Çırpız, sır söyliyen dildir (Cenâni Dökmeci, nr. 27, s. 13).

318

73. HARPUT’A A ĞIT Ötelerden, Çok ötelerden Yürekler burkan bir ses gelir: “Harput karalar içinde Harput ba ka biçimde” Oh, anam oh! Ba ka biçimde diye, Görmeliydin bugünkü halinde Harput’u, Sen de a ğıt tutardın bizler gibi. Gerçekler nasıl masal olurmu , Harput, nasıl unutulurmu , sen de anlardın. u insano ğlu yok mu, Bütün vefasızlar onda. Bütün kötülükler onda. Gününü gün etmektir Onun ya am felsefesi, Bak, tarihe destanlar yazan bir belde, imdi kimsesiz, öksüz benizli, Ye il yerine, yıkıklar kokan yüzlü Bir Harput var. Masalı söylenen Yanık türküler ona yakılır, Gerçekler, karanlıkların ötesinde. Evliyalar, yi ğitler diyarı Ama onu dü ünen, anlıyanlar nerede. Nerede Harput’un o görkemli varlı ğı, Göklere yükselen yapıtları nerede? Ku lar bile selâm vermez olmu imdi Harput’a Sunguro ğlu orada, Koçdemirler burada. Yeter mi bukadar selâm sana. Sevenler kân a ğlar, Ama kaç ki i bunlar. Kayaba ı bir ho seslenir, Balak, Gazi, Çubuk Beyler dile gelir. Boy boy geçi irler gözümüzün önünden. Yıkıntılar arasında uzun bir tarih canlanır. Harput’u, Elâzı ğ’lı de ğil bütün Türklük tanır. Kur unlu cami, Ulu cami, Sara Hatun Gene öle dimdik dururlar. Ovanın ye illi ği yok imdi. Kuru kuru binalar, silip götürmü ye illi ği, Harput’u unutanlar, imdi ova da konutlanmı . Sen gene tasalanma Harput’um, De ğerin, güç geçtikçe anla ılacak.

319

Ve seni unutanlar Bir gün gelecek, kuca ğında konutlanacak. Süzüyorsun her an bunları yüceden, Gündüzün daha iyi de ğil imdi geceden. Đçinde bir burkuntu var: “Ne biçim yaratıklar u insanlar” Der, bakıyorsun bizlere. Ne yapalım, Kayaba ını duman almı imdi, Bulutlar a ğlar da a ğlar. Üzülme Harput’un sden gayri, Seni elbet unutmayanlar da var. Bak, Mumlar yakınır, Sana a ğıt tutar “Çayda Çıra”lar… ( ükrü Kaçar, nr. 27, s. 14-15). 74. BARAJ DESTANI Da ğlar ba ı dumanlı, ovalar ba ğrıyanık; Dü en ya ğmur alında, damla damla ter gibi. Rahmet çalıp da çöl çöl kaçana, yer gök tanık, Fırat, ba ğrımı yarıp, geçen bir hançer gibi! Ne kar ılık bekledik, ne de yakın bir emir; Yurda, hep altın gümü sundu Keban, bir ömür. imdi de alnını ak edecek beyaz kömür, Yanı ğa su, sönü ğe fer veren cevher gibi. Eski bir kıraç bizim; ardıç, ot, çalı bizim; Yeniden amma Pertek, Egin, Pak, Palı bizim; Her yanda ba ğ olan da ğ, her köyde yalı bizim; Yılların yası imdi, zevk sefa sürer gibi. Đlim, fen sihir gibi, ülkeye fend oluyor; Murad’a ermek için kollarım Bend oluyor; Artık köyler kasaba, ehirler kend oluyor, Bir yeni ça ğ gelmede, toz pembe seher gibi. Seferber olmu Ulus, yazı yabana do ğru; Dün benden kaçan, bugün, ko uyor bana do ğru; Yedi, iklim, dört bucak, dönmü Keban’a do ğru; Baraj destanı Fikret! Her dilde ezber gibi (Fikret Memi oğlu , nr. 28, s. 4).

320

75. FIRAT’LA SÖYLE ME Dur Fırat! Sana gizli bir sorum var: Bingöl’den, Harran’dan haber ver bana. Ağrı’dan yol alıp Mardin’e kadar Geçti ğin her yandan haber ver bana. Çöllere bo anıp akma, dur, artık. Sana söz yormaktan solup sarardık. Iığa dönsün, bu, çöken karanlık Bir aydın vatandan haber ver bana. Murada ermektir gönül talebi Sana “bend” olu un hep bu sebebi. Akı ın Alparslan akını gibi, Yeni bir destandan haber ver bana. Dünyada var mı hiç su gibi aziz? Sen vatan koynunda ol bir iç deniz. Bir ba ğrı yanıktır Urfa, Elâziz, Derdim çok, dermandan haber ver bana. Ça ğla ki avkınla da ğ-ta uyansın, Her yanın ye ile ala boyansın Kacalar tütsün hep, ocaklar yansın Dur Fırat! Keban’dan haber ver bana (Cenâni Dökmeci, nr. 28, s. 7). 76. KEBAN’DA FIRAT gider serinini vermeden; Atam, dedem hayrını görmeden Yıllar yılı muradına ermeden, Nice filiz nesli kurur Keban’da. Vadisinde birkaç ye il dal kalır Bulut geçer, toz savuran yel kalır. Ne tarlada, ne bahçede hal kalır Yaz ö ğlesi gün kavurur Keban’da. Bir yi ğit ustaca kazmayı vurmu . Ta ı bakır etmi , topra ğı gümü , imdi “Bent”dir uykumuzu bölen dü . Memleketin nabzı vurur Keban’da. Demirden da ğları eritip geçen Ceddimin namını dinleyerekten Bir yi ğit çıkıp da öyle yürekten “Akma!” dese, Fırat durur Keban’da (Ömer Kayao ğlu, nr. 28, s. 12).

321

77. KEBAN GÜZELLEMES Đ Fırat’ın koynunda bir mavi boncuk; Karanlık gecede yıldız gibidir. Bir hayli gün görmü , de ğildir çocuk… Güzellikte yine bir kız gibidir. Vatan kapısının gümü e iği, Cevher kayna ğı hep delik de iği; Ya ğız yavruların ye il be iği; Türk’ün bile ğinde nabız gibidir. Da ğları granit, yalçın tepesi Zirveleri gökte yıldız öpesi. “Birvan” sa ğda “Nimri” solda küpesi; Taze çilek, turfanda muz gibidir. Ağam. Yol dü erse u ğra Keban’a, Geçmi ini ö ğren, sor da babana: Küçük yer, deyip te atma yabana Sultanlar içinde Yavuz gibidir. Keban bir ku konmu gümü ba ğına. ans kartalı yuva yapmı da ğına Barajla girecek altın ça ğına Ufuklar imdiden deniz gibidir. Sesi yamaçlarda yaparken yankı Anmadan geçmeyiz hiç Etibank’ı O, bugün, Keban’ın kalbidir sanki, Yemekte tat, ekmekte tuz gibidir. Hak söyleriz, Tanrı bizden sorsa da: Büyük bina olmaz küçük arsada Her ne kadar kıskançlı ğı varsa da Ağın’a, bacanak-baldız gibidir. Yıldırım: Söz uzadıkça incelir Keban’lılar de ğil, Keban gücenir Canlı varlık budandıkça gencelir Bazı batar-Söz çuvaldız gibidir (Yıldırım Gençosmano ğlu, nr. 28, s. 21).

322

78. DÜ G ĐBĐ Duydukça sesini, içim ürperir; Mutlu bir müjdeye erimi gibi. Salınıp, güldükçe, gönlüm ye erir; Ye il bir daldan gül dermi im gibi. Ben Ademo ğluyum, Havva kızı o; Meyvede yasak tad, dilde sızı o, Toy dü ğün ufkumun tan yıldızı o, Fecrine, hayli göz yormu um gibi, Böyle âh uzaktan niçin bakınır? Gayra mı, bana mı yanıp yakınır?. ! Yanına varmakdan kalbim sakınır, Sevip, bir vebâle girmi im gibi. Da ğıldı, bahçemin kokusu, rengi; Ba ğlanmı gidiyor çünkü, göç dengi! Çözülmez fakat hiç, gönül çelengi, Ba ına, tel duvak örmü üm gibi. Sermestim ona ben, hem de ne mestim! Görmekden gayri hiç yokdu bir kasdim. Ne çabuk özledim, ne tez göresdim?. ! Uğrunda, bir ömür vermi im gibi. Allaha emânet imi o me ğer. “Da ğ da ğa kavu maz, el ele de ğer” Kavli, bir söz de ğil, gerçekse e ğer, Beyhûde bahtımı yermi im gibi. Ah içten içe bir yanan kor’um ben, Yel verip, gidene; “gel!” diyorum ben. Gelir, er geç diye, bekliyorum ben, Yoluna göz nuru sermi im gibi. Ey yolcu! Bir mektup yazmak, emelim; Her kalem alı ta titriyor elim. “Ecmel-i mahlûkât” olan güzelim, Ben seni de ğil, dü görmü üm gibi (Yolcu, nr. 29, s. 5).

323

79. BAHAR UYANI I Ku lar, böcekler, arılar, Arayıp tarıyor seni. Ye iller, allar, sarılar, Sardıkça sarıyor seni. Mavi gölde beyaz ku ğu, Kanadında gönül ba ğı. Bir körpe ipek böce ği, Ördükçe örüyor seni. Giyindin ye ili, alı, Oldun sanki kiraz dalı. Ku ların akıyan dili, Sordukça soruyor seni. Sevgi tatlı, özlem acı, Dinmez ba ğrımdaki sancı. Ye ermi dalların ucu. Sürdükçe sürüyor seni, Gün gibi doldun gözüme, Ni an dü ürdün özüme. Eller çok görüp yüzüme Vurdukça vuruyor seni. Bir ye il dal ba ğlar bizi; Ayıramaz da ğlar bizi, Bu ba ğın bayırı, düzü, Yordukça yoruyor seni. Ben bir yanda, sen bir yanda; Çift çubuk kaldı harmanda. Gözler görmemi cihanda, Gördükçe görüyor seni. Çare bul! Gönül derdine; Çıkalım huzur yurduna. Gönül efkârlanmı yine, Kurdukça kuruyor seni (Cenâni Dökmeci, nr. 29, s. 7).

324

80. SEZEMED ĐM Zehir söyler elin a ğzı Torba de ğil büzemedim Daldım da dost ummanına Đki kulaç yüzemedim. Dü tüm pe ine bir avın Yolunu kaybettim evin Đçimde büyüyen devin Tılsımını bozamadım Kurda yedirdim kuzuyu Canla besledim sızıyı Diledi ğim ak yazıyı Ak alnıma yazamadım Derdimi döktüm kâ ğıda Đletemedim yi ğite Đki türküm bir a ğıta Dü ğüm olmu çözemedim Nereye yordumsa dü ümü Bir ipli ğe dizemedim Tutup gönlümle ba ımı Ağrı koymadı pe imi Arzu kale duvarınca Döndüm kö eye varınca Yolumu basmı karınca Birisini ezemedim KAYAO ĞLU gör u hali Tanrı övmemi her kulu Kim uzanıp e ğer dalı Kim dev irir sezemedim (Ömer Kayao ğlu, nr. 29, s. 15). 81. BĐR MARTI UÇTU GÖLCÜK’TEN Engin denizler ufkuna, Bir martı uçtu Gölcük’ten. Tırnakları kına kına, Bir martı uçtu Gölcük’ten Uçtu, bir yandan bir yana; Ayrılık, koydu duyana. Kanatları yana yana Bir martı uçtu Gölcük’ten. Tül tül açılırken ufuk, Perde perde söktü afak,

325

Yavru gibi ufak-tefek Bir martı uçtu Gölcük’ten. Gece dalıp baktı aya, Yıldızları saya saya, Sekip dalgadan dalgaya, Bir martı uçtu Gölcük’ten. Bulutları yene yene, Sanki gitti toy dü ğüne; Belki dönüp gelir yine, Bir martı uçtu Gölcük’ten. Altımda “Göl” sere-serpe, Yol aldı göz kırpa kırpa. Henüz yavru, henüz körpe Bir martı uçtu Gölcük’ten. Ne yanda, imdi nerede? Ya kuytu bir lo derede, Ya da bo bir pencerede; Bir martı uçtu Gölcük’ten Martı de ğil, bir dü tü bu; Belki de bir duyu tu bu. Yolcu, garib bir ku tu bu, Bir martı uçtu Gölcük’ten (Yolcu, nr. 30, s. 6). 82. ÇAYDA ÇIRA DESTANI Mumlar yanar karanlı ğın içinde, Bir gökta ı gibi izce söyle ir; Ocak, korca yanar, közce söyle ir, Güzellik, ses olup avka bürünür, Hevesler tutu ur, zevka bürünür, Kulakta küpeler gözce söyle ir. Bulutlar gül oya, ufuklar nakı , Yüceden geceye yol bulup akı , Ay, yıldız bükülen dizce söyle ir. Yemeni ucunda bir geyik oya, Ceylan gibi dil uzatır kuyuya, Ba ğrını kavuran tuzca söyle ir. Gökten inen bir elvenin aksi bu! Anayurt öleni aman raksı bu! Niyaza el açıp nazca söyle ir. Yar için, yır olup dönen her mumda, Bengisu içer can, ten bir yudumda, Kabuk kırılarak özce söyle ir.

326

Bir kutlu ahenk bu; ne gerçek, ne dü , Mutlu bir yarına, bir u ğra dönü , Yer, gök bizce susar, bizce konu ur (Hicabi Karaçorlu, nr. 30, s. 8). 83. MERHABA Mehmet Çiftçi akraba Uğruyordu haraba Bin faslı bâb okusan Asla almaz hesaba Kim ki nefsiyle yardır, Mahlemizden firardır. Kısmeti, âhüzârdır; Dökülmü kaptan kaba, Vadinde sabit olmaz, Cennet kokusun almaz; Görmiyen yolu bulmaz, Emekleri hep heba. Hubb-i sivâ kaplamı , Her eyden alıkonmu . Sanki maksadı o’mu Cümlesi olmu caba. Uyan be karde uyan!. Uyan, Mevlâya dayan! Gözün aç, kaldın yayan! Hak sözü tut, merhaba! (Mustafa Kökok, nr. 30, s. 31). 84. SONU NE OLACAK Đyce dü ün hâlini, Yonga bilme mâlini, Ne söz ile topladın, Gözde kıylü kâlini? Bunları Hak soracak, Kul huzurda duracak; Anda mizan kuracak, Alma el vebâlini. Varını kor gidersin, Tatlı canın n’edersin? Ya sen, neyi güdersin? Dü ün bir ahvâlini. Hak sahibi yaka’nı, Tutar, yırtıp yakanı.

327

Cehenneme sokanı Tanı, bil celâlini. “Halekalmesneviyan” Demi , Server-i Cihan Yani günü gün olan, Göstersin kemâlini (Mustafa Kökok, nr. 30, s. 31). 85. YAS DESTANI Öğle sonu, ikindi; Yine da ğ, ta silkindi! Yurdun, tuzla buz oldu, Bir daha köyü, kendi. Yine zelzele, ta kın; Ölen üçbinden a kın!. Ya ar ölüye döndük, Kalan, ölenden akın!. Yıkıldı yine heyhat, Karlıova, Hınıs, Çat! Erzurum’dan, Mu ’a dek “Sin”ler dizildi kat kat! Gösterip Hakka rıza, Günahsız gördük ceza. Bir varmı , bir yok olmu , “Varto” bu nice kaza!. Bir gün, bir ay de ğil ki, Her yıl bu böyle belki! Depremin, baskının ah Ne sonu bu, ne ilki. Ürperdik derd a ğında, Allahın her ça ğında! Đl, hamakta sallanır, Biz, deprem kuca ğında! Kimi aç, kimi tokmu , Kalandan ölen çokmu . Öyle damlar çökmü ki. Bir tek kurtulan yokmu !. Yuva, yurd oldu dümdüz, Yar, yavru kaldı öksüz. Koy beni, oy diyem oy! Ağlıyam gece gündüz. Kerem et, lutfu bol sun! Yeter, bu çile dolsun. Tanrım! Bu millet için, Bu yas, bâri son olsun (Yolcu, nr. 31, s. 4).

328

86. APAÇIK Sırdan çektim perdeyi, Đ im, sanatım belli. Dosta zulmüm; özgeye Meylim, efkatim belli. Đbret alıp suçumdan, Öze döndüm, biçimden. Uçmak gelir içimden, Kolum, kanadım belli. Yolum övgüye âyan, Hem atlıyım, hem yayan. Yerdeki katım ayan. Gökteki katım belli. Bu ğday biçtim susamda, ahla kul bir yasamda. Adını anmasam da Pirim, üstadım belli. Bir dolu yüre ğim var Her günaha tövbekâr. Yolum izim â ıkâr, Vaktim, saatim belli. Gerçek, gerekli de ğil Diyenler, haklı de ğil. Bir yanım saklı de ğil, Gücüm, tâkâtim belli. Maya, hamurdan önce; Nur var ki nurdan önce. Toprak, çamurdan önce, Kasdim, muradım belli Karakapan da ğlıyım, Doruklara ba ğlıyım. Ömer Kayao ğlu’yum, Adım, sıfatım belli (Ömer Kayao ğlu, nr. 31, s. 7).

329

87. TÜRKÜLER ĐMĐZ Yönünü bülbüle dönen Güle, “yüzgörümü” bunlar. Na ğme na ğme yanıp sönen “Çaydaçıra” mumu bunlar. Gönül yükü kile kile, Söz anlatmak mü gül dile. Sıla, göz göz durmu yola; Dü lerin yorumu bunlar. Ezelden sevdaya dalmı , Yıldızı bahtına gülmü . Yerlerden temenna almı Đlkbaharın çimi bunlar. Bunlar, ak üstünde kara Gecelere, olmu çıra. Bo küpten süzülen ıra, Has barda ğın demi bunlar. Kı burada, yaz burada; Atlı gitmi , iz burada. Eme geçer söz burada, Masalların tümü bunlar. Kıt’a kıt’a, pâre pâre, Da ğılır dertlere çâre. Sevdadan yük tutup, yâre Yelken açan gemi bunlar. Meyva dalındaymı me ğer, Rahmet oluk oluk ya ğar. Mihrabından ay’lar do ğar, Gönüllerde cami bunlar. Tel, duvak, gelin ba ıdır, Toy, dü ğün, binek ta ıdır. Acı, tatlı göz ya ıdır, Mendillerin nemi bunlar. Atalar sesidir türkü: Serhatlerden gelir belki; Hepsi o kadar bizdenki; Dayı, bibi, emi bunlar. Ağyara derman sormadan, Nâmerde ferman vermeden, Bir hayat akmı durmadan, Akan selin kumu bunlar (Cenâni Dökmeci, nr. 31, s. 16).

330

88. HARPUT AHENG Đ Bir ey yazayım derken, Yürekten yana, yana; Gözlerim bitabında, Dakikalarca durdu. Önümde yaprak yaprak Bir mâzi ya ıyorum. Öyle bir deste gül ki Yanıyorum rengine. Bo una geçemeseydi Günlerim, belki sana, iir diye verecek Mısralarım olurdu! Heyecanla doluyor, Hicranla ta ıyorum. Bir ömür feda olsun u “Harput Ahengi” ne (Ahmet Kızıltan, nr. 31, s. 32). 89. BAKIN DA GÖRÜN Gitgide serpilip bir fidan oldu, u gönül bahçemin gülüne bakın. Aleme an verdi, bir destan oldu; Gelin, ba ba ğlayıp gelene bakın. Güldükçe yüzünde bahar açılan, Bu goncagül müydü, gönle saçılan? Nârına yanmakdan korkup kaçılan, Saçının u pul pul teline bakın. Tanıdım, yüzüme bakıp, solunca; Yeni bir gül de ğil, eski gonca. Fakat yar yad olup, kalbe dolunca, Gözümün bo alan seline bakın. Kırklara karı sam da beni tanır, “Git, gelme” dese de, gelirim sanır. Bana gel, diyeni, benden kıskanır, u sıra da ğların yeline bakın. Ba ımda, ne bu toz duman, biriken?!. Bu gün bin bir olmu , derdim bir iken! Neden âh o gülün bakı ı diken? Hele bir yol ince beline bakın. Sanki o hâlâ bir seher ça ğında, Uyuyor gibi, tül salınca ğında.

331

Lâkin u küllenmi a k oca ğında, Kıvılcım arıyan eline bakın. Kem gözle bakanı, uğrumdan sürün; Yolcu’ya ba tacı bir çeleng örün. Boyuna bosuna, bakın da görün, Kız iken sevdi ğim geline bakın (Yolcu, nr. 32, s. 4). 90. MUL TÜRKÜSÜ Çı ğlık koparır ku lar öterken, Bingöl’de a ğıt, Mu ’ta a ğıt var! Birden, bin ocak söndü tüterken, Üstünden uçan ku ta a ğıt var! “Çat, Varto, Hınıs” bahsi edende: Çiy, gözya ıdır, gülde, çimende. Bir türküsü var, aksı Yemen’de, Mu derken akan ya ta a ğıt var Yarap o ne afet, o ne gündü? Gün ortası, bin bir çıra söndü!. Ta , topra ğa; toprak, ta a döndü; Toprakta a ğıt, ta ta a ğıt var (Haydar Duman, nr. 32, s. 7). 91. APAYDINLIK Gökten bir ı ıklı ya ğmur, Ya ğar üstüme üstüme, Yıldız yıldız bir ince nur, Do ğar üstüme üstüme, Baktım apaydın ufuklar; Ne tufan, ne bora, ne kar… Renk renk çiçekleri rüzgâr, Yı ğar üstüme üstüme, Gördü ğüm ı ık dolu hal, Oldu bir cevapsız sual, Gökku ağı, uğra dal dal, Eğer üstüme üstüme, Akan ne çay, ne da ğ yeli; imdi ça ğlıyan gün seli. Aydınlı ğın nurlu eli, De ğer üstüme üstüme. Ayan oldu Hak buyru ğu, Öze döndü can kabu ğu, Bo altmı lar aydınlı ğı, Me ğer üstüme üstüme (Cenâni Dökmeci, nr. 32, s. 15).

332

92. LÜZUM KALMADI Yıllanmı tortuydum arap küpünde, irası kaynıyan üzüm kalmadı. Körkütük yıkılıp, kaldım kapında Eiğe sürecek yüzüm kalmadı. Saz eski saz de ğil, teller karı ık; Bülbülün sesi yad, güller buru uk; Elimden tutan dost eller; kırı ık Kıyna ğı yenecek kozun kalmadı. Anladım bu devran yalan dolan, Çünkü fark edilmez gülen a ğlıyan, Kimseye açılma, yan yüre ğim yan! Gayri ya dökecek gözüm kalmadı. Hep böyle çaresiz, hep böyle yaslı, Bir yaprak gibiyim, sararmı paslı, Yokmu bu Dünyanın hiç aslı faslı, Kerem’e, Aslı’ya sözüm kalmadı. Toz etti yel beni vura savura, Buldum en sonunda araya sora; Senli benli oldum dü üne yora, Artık göz yorma ğa lüzum kalmadı (Hicabi Karaçorlu, nr. 32, s. 21). 93. AĞIT DESTANI Bir a ğıt söyleyim, da ğlar dilinden Dumlu’dan A ğrı’ya ün gitsin gelsin!. Destanlar duyulsun tarih yolundan, O günden dünlere an gitsin gelsin… Çekin küheylanın atlasın binsin, Al yelelerinde yankılar dönsün, Afyon’dan Đzmir’e ordular insin Süngü uçlarından can gitsin gelsin… Neymi yarım?! Sancak çıksın ta uca, ılasın göklerde yüceden yüce; Sormak lüzum de ğil, halimiz nice? Yanan yüreklerden kan gitsin gelsin… Sen ey yayda bir ok gibi kurulu! Bir ok de ğdi, dü tün yere yaralı! Dört yanında ak mermerler örülü, Sars, devir bunları, sin gitsin gelsin… Gökyay’ım neylesin ıssız ça ğlarda?!. Bir a ğlar, bir güler, durmaz karada;

333

Bir ba ka da ğ gibi sen dur da ğlarda, Ak amdan sabaha gün gitsin gelsin… (Orhan aik Gökyay, nr. 33, s. 6). 94. YAR ARDINDAN KO MA Kâh bakar gülersin, umutlanırım; Kâh bakmaz, ba ğrımı yakar gidersin. Her yerde ben seni görür sanırım, Gönlümü pe ine takar gidersin. Bir içten gülü ün, bin vefa bana; Bir gizli selâmın, yüz ifa cana, Gel, gönül kö künü donattım dana, Bir gel de, dilersen, yıkar gidersin. Sendedir, tek mavi boncu ğum sende; Đzinden ayrılmam ben, ne dersen de! Akından ho nudum, cefa etsen de, Gülerek, ardına bakar gidersin. Her yüze gülene yok tahammülüm! Tek senin u ğrunda akır bülbül’üm, Bir gülsen, her çiçek har olur gül’üm, Sen de hep, gül gibi kokar gidersin. Bakıp tül perdeden yüz göster bana, Çıkıp bir yol git de, iz göster bana, Gördü ğüm dü ü, gel tez göster bana, Belki bu sevdadan bıkar gidersin. Bilirim, son arzum nedir bilirsin; Derim her ufuktan avkın belirsin, Her gece koynuma dü te gelirsin, Her sabah gözümden akar gidersin. Bunca kahretmezsin, kastimi bilsen, Sevil de melek ol, eytan de ğilsen. Karanlık gecede im ek gibi sen, Gözümde nûre olup çakar gidersin (Yolcu, nr. 33, s. 11).

334

95. OYA Menek e, lâle karanfil, Kelebek gibi kanatlı, Sim çeken bir kınalı el, Kaderden ince san’atlı. afaklar tüllenmi renk renk; Mehtap dalmı için için; Çiçekten, ııktan çelenk Örmü , ba ba ğlamak için. Gönülden süzülüp inen, Turnateli, keklik kanı. Al yanakta yanıp dönen, Can nakı ı anı anı… Đğ ne, ibri im gülü üp, Tülbente örmü hülyayı. Periler çeyiz bölü üp, Ba tacı etmi oyayı. Nabsolmu inceden ince, Yurt yuva destanı güya. Göz nuru i lenmi bunca Yazmalara oya oya. Öpücük gönderir ku lar, Sanki kır çiçeklerine. Oyalar uçu a ba lar, Kelebeklerin yerine (Cenâni Dökmeci, nr. 33, s. 13). 96. DEN ĐZ OLSAM Deniz olsam, balık olup yüzmez misin? Gemi olsam, kaptan olup gezmez misin? Olsam dalga, olsan kıyı; Saçsam köpük köpük suyu. Sen bir kova, ben bir kuyu, Son damlamı süzmez misin? Olsan deryalarda inci, Olsam dalgıçların genci. Midyeler içinde sancı Çeksin, beni üzmez misin? Olsan deniz, olsam kara, Olsam meltem, olsam bora, Her geminin ardı sıra Bir hikâye dizmez misin? (R. E., nr. 33, s. 18).

335

97. BACIM Biz sözde aydındık bacı Sen dilimizde yabanın köylü karısı Kirliydin dokunulmazdı ellerine Yenmezdi pi irdiklerin Ama bir yüre ğin vardı bacım bir yüre ğin Büyük Okyanus kadar Kimseye yaban demez Severdin Tanrı kadar Sevgin ehvetsiz menfaatsizdi Benzemezdi bizlerin sevgisine Ellerini iyice yu ama bacım Yüre ğin dönmesin bizimkine (Hur it Saim, nr. 33, s. 19). 98. OSMAN BEDR Đ HAZRETLER Đ’NE Tanık, halk içinde, Đmam Efendi, Nâmı da künyede Osman Bedri’dir Tekvâde mânâda tamâm efendi, Biz noksan kullara sultan, Bedri’dir. Yazayım evsafım, yâdigâr olsun. Okuyan bizlere bir dua kılsın. Đsterim duacım murâdın alsın. Ak ehli canlara, cânân, Bedri dir. Sa ğında âmini, solunda Bedri, Dü künler önüne dü üp, fer verdi. Dergâhı izette yücedir kadri, Karanlık gecede amdan, Bedri’dir. Ey karde sen de gel, derse devam et, Selef-i Sâlihin yolu üzre git, Gâfil olma sakın, sözümü i it, Eden bize lütûf, ihsan Bedri’dir. Cesedi türbede, rûhuysa tayyar, u mülk-i cihânı geziyor seyyar Nerde müridi var, gözetir her bar, Derdi, bâr olana, derman, Bedri’dir. Server-i Enbiyâ, ruhsatın-vermi , “Hâfız Osman korkma diye buyurmu ; Bu emri, Sâminine duyurmu … Mutahhar ravzada püyan, Bedri’dir. Bekçiler, taaccüp etti i ine u noktayı insan, gerek dü üne,

336

Tâ çocukken dü mü , akın pe ine, Đllallah diyerek, nâlân Bedri’dir. Bahtiyar olmu tur, tutan elinden! Mevlâya eri ir, giden yolundan: Hâlik de râzıdır öyle kulundan Açılmı gülleri handan Bedri’dir. Âlemi mânâda hâlin bilirdi, Ba ğdat’tan, Basra’dan kalkan gelirdi, Her kim elin tutsa, hayran olurdu, Deryaya dü ene, liman, Bedri’dir. Gel sen de onu tut canından aziz Çünkü her bir sözü, ekerden leziz, Hak anı yaratmı , ak, pâk, tertemiz Kûtbül evliyadır, hâkân Bedri’dir. Oku “Fâtihâ” yı, seb’almesâni Ba ğıla rûhuna güzel ihsânı. Mustafa! Bize o, derdin dermanı. Bu ifâhanede, lokman Bedri’dir (Mustafa Kökok, nr. 33, s. 27). 99. YA AMAK Öğrenebildi ğimiz en katı gerçek: Ya amalar bir gün tükenecek! Kendini ya amı sayacak mıdır? Gö ğsünü arılara açmayan çiçek. At ölür, fakat meydan ya ar; Can ya ar görünür, canan ya ar. Ya amak ona derim ki ben Bütün ömrünce bir an ya ar. Kimi bir ufak tümse ği a amaz, Ula tım sanır ya… ula amaz. Kimi ko ğukda ya ar alabildi ğine, Kimi sarayda oturur, ya amaz (Ömer Kayao ğlu, nr. 34, s. 9).

337

100. BĐZĐM D ĐLDEN B ĐZĐM KÖY I Da ğ ye il, ta yalın, su ça ğıl ça ğıl, Da ğ ba ları ferah olur Allahtan, Yaprak hı ır, hı ır, dal gürül gürül, Tepeler rüzgarsız olmaz essahtan. Köpe ğin avcılı sürer, yalanır; Kekli ğin kanadı kara belenir. Kaval kan a ğlayıp sular bulanır, Türküler söylenir Dertli, Emrah’tan. Keklik burnu üzüm gelir tevekten; Bal süzülmü o ğul dolu petekten. Ayranlar, yo ğurtlar ta ar külekten; Ba lanır her i e, hep, Bismillahtan, Bu köyün damları elifli mertek; Bir yanı Harputtur, bir yanı Pertek. Kimimiz a ğayız, kimimiz ortak, Gönlümüz gözümüz toktur, ferahtan. Yüksek damda kalın yorgan örtülür; Ter duda ğa tevek suyu sürtülür. Bıyı ğı terliyen dertte kurtulur, Se ğirtir burnuna su, tez, günahtan. Ceviz pirliyenin eli karadır; Nakı lı tezekler sıra sıradır. Nasip her yıl bize, yazı turadır; Kutlu gün bellidir do ğan sabahtan. Süyüngün beze ği kofik dizisi; Mele ir koyunun garip kuzusu. Boz toprak bu köyün alın yazısı, Gülümser ye ilden, ağlar siyahtan. Çobanın yastı ğı yaban, yamaçtır; Çıkında ekme ği yufka pa ğaçtr. Đçi irin erbet dolu güveçtir, Geçmez yine dili, ah’tan, eyvah’tan. Bulutlar ya ğmurlu, pekmezler damda; Orcikler nem kapar boy boy ayvanda. Bir çoban ata ı harlar adamda, Tad kalmaz damakta gah’tan, guymah’tan. Delikanlımızda bir kaynar hal var; Belde lahur ku ak, dizde mor alvar. Gö ğsünün üstünde bir deste gül var; Parikler da ğınık, savruk külahtan

338

Tarhana, pirpirim, pilav a ımız; Seksene eri sek keser di imiz. “Dam küremek sabah, ak am i imiz” Hulkumuz geni tir sözden, mizahtan. Somatlar kurulur dü ğün dernekte; Hüner, kına olmu her bir parmakta. Tad vardır, tandırda pi en ekmekte, Soframız ıraktır dertten, firahtan. Kimimiz yorgunuz tavla, tımarla, Kimimiz nahırda gezer liverle; Gelin ocaklıkta, kızlar davarla, Ho nuduz avratta, attan, silahtan. II Çırpı çırpanların kolları güçlü, Ta dere boyundan sesler geliyor. Kollar çemirlenmi , eller köpüçlü, Tırısmana çıkıp, ses yükseliyor. Her bahar navruzlar, çi ğdemler açsın, Menek e havaya kokular saçsın; Sevenler demleyip çayını içsin, Turunç çayı ba ka güne kalıyor. Nurtopu ça ğalar, ça ğala yolmu , Yemlikler, körmanlar çıkma dolmu . Çırpız dil verecek mevsimi bilmi , Zümrüt tarlalarda kuzu meliyor. Birisi ot verip, biri bükende, Avuçlar savrulur tohum ekende. Đnek ayak vurup sütü dökende, Đne ği moz tutmu , bıcik gülüyor. Sakız kanatılır kuru kengerden, Pilav ka ıklanır bakır lengerden. Meyvasını kolay vermez bö ğürtlen, Diken tırmalıyor, yaprak yalıyor. Çubu ğu at yapıp biner ko ardık, Ağaç göle ğinde kortik e erdik. Hep ekmek elden, su gölden ya ardık, Günden güne mevsim geçip soluyor, Beyaz misk alucu, sarı pi otlar. Salçalar, reyhanlar, acı isotlar… Yerde e babiye, çuvalda tut var. Güz gelince bütün ev bark doluyor. Hoyratı, Mayası var bu topra ğın, Koru ğu üzüme dönmü yapra ğın.

339

Sugözü, Yedigöz ve Cumba ğ’ın, Bülbülü güllere destan salıyor. Bostanı haymada yatıp bekleriz, Yastı ğın altına deynek saklarız. Karpuza fiskeyle vurup yoklarız, De ğmi leri kara ku lar deliyor. Çorbamızda yüzen yarpuz, anuktur, Ekin derenlerin ba ğrı yanıktır. Hazar baba, Meyrem ana tanıktır. Çocuklar bile be vaktı kılıyor. Kütükler ta yazdan kırıp sökülmü , Tandır ergeceden kalkıp yakılmı . Ekmekciden çıkan emre bakılmı , Kimi bilik yapıp, kimi eliyor. Ana geç kalkanı dürtüp kaldırdı, Yabancıya ba ğlı köpek saldırdı. Korkup kaçanlar da bizi güldürdü, Đtimiz dü manı, dostu biliyor. Hasret Da ğı’mızdan sular dökülmü , Gam kasavet öbek öbek yıkılmı . Ay tutulup gece silah sıkılmı , Bu amata gökten pusu siliyor. Korkuluk dikilir bostana, ba ğa; Nazarlık seçilir cücük tosba ğa. Omzunda ta ır her do ğan ça ğa, Analar hölükten kundak beliyor. Kurbanlar kesilip, mevlüt okunup, Gözlerden ya gelir kalbe dokunup. Günahtan, vebalden herkes sakınıp Feth Ahmet Baba’da dilek diliyor. Aık do ğmu , aık ya ar köylümüz; Dile tad getirir her bir türkümüz. Titremeyiz olmasa da kürkümüz, Olmıyan olandan ödünç alıyor (Cenâni Dökmeci, nr. 34, s. 15-17).

340

101. HARPUT’A KURBAN Harput’um, yüce yurdum! Yayla ğ’an, dp ğ’an kurban. El ba ğıp, divan durdum Yol’an, dura ğ’an kurban Büklüm büklüm yolların, Meyve basan dalların. Açılmamı güllerin, Gül’en, yapra ğ’an kurban, Karakı , yol tutanda, Karayel, pük atanda; Kı ladım, öz vatanda, Süyüng’en lo ğ’an kurban Ekmek çıkaran ta tan, Güç kuvvet alır i ten. Bahar’ı soran, kı tan, Irgad’an, ağa’n kurban. Cüz okuyan hafızın, Kergef dokuyan kızın; Ba ğ, bahçede navruzun, Bahçe’n kul, ba ğ’an kurban. Mihrabın, mimberinden, Kubbe’n inler derinden. Maya’n, Elezber’inden Seslenen, ça ğ’an kurban. Erlerin, erenlerin, Yatır derinden derin. Bir türbedir her yerin Ölmü ’en, sa ğ’an kurban Kul olan ad’an ben’im, Alan ben gada’n, ben’im. Acı’ndan tad’an ben’im. Bal’an kayma ğ’an kurban. El güler, ben a ğlarım, Đçden içe ça ğlarım; Diz çöker el ba ğlarım, Ta ’an topra ğ’an kurban Hicabi’nin dilinde Sensin gidip gelende Can adanmı yolunda Ad’an ada ğ’an kurban (Hicabi Karaçorlu, nr. 34, s. 19-20).

341

102. RAMAZAN HAZRETLER ĐNE Safa geldin amma, küpler tam takır, Hiç böyle kupkuru siyam olur mu? O gümü somatlar oldu hep bakır, Ben senden kaçarsam kıyam olur mu? Bir dilim ekme ğin varsa kurudur, Bir kase ayranın olsa durudur. Zü ğürtlük damarda kanı kurudur Ramazan çıksa da bayram olur mu? Her yılda bir defa gelip, kaçarsın; Gönülde bir irin da ğı açarsın, Ma ğrifet tütersin, müjde saçarsın, Hiç senin gibi ho eyyam olur mu? Velakin fakirin peri an hali, Zenginin boynunda bütün vebâli, Ruyada görünce “mâh-ı evvâl”ı Orucu bozarsam haram olur mu? u mübârek günde bize bakan yok. Pilav yok, zerde yok, ocak yakan yok. Ne çe it esnese halden çakan yok Böyle kof ahbâb-ı kiram olur mu? Đlâhi kerem et, tâkatim bitti Eridi, canımın cevheri, gitti. Hele bu gün açlık cana kâr etti Acaba çarçabuk ak am olur mu? Yine sen bize kıl, Yârap, merhamet; Tez gönder bayramı, kopar kıyamet! Te ne-i lutfundur, u merhum ümmet Kurumu dudaklar gülfam olur mu? Hey Remzi! sözlerin ba ğrımı yaktı, ekerden tatlı bir nükte bıraktı. Hep oruçluların ho afı aktı, Bu kadar erbetli kelam olur mu? (Tatlı Sert, nr. 34, s. 25).

342

103. BĐZĐM D ĐLDEN B ĐZĐM KÖY Ye ermek için biz, dalı yapra ğı, Bir ömür, hozana hozana verdik, Keder ki “sür!” dedi, kara topra ğı, Külüngü biz de sarp da ğlara vurduk. Da ğlar bizden korkar, kâh sert eseriz, Kâh dosta güler, kâh bahta küseriz. Her yıl bir yamaçta “sekü” keseriz; Kazmayla, kürekle nice kö k kurduk. Allaha ükreder gönül, göz göre Nimet mübarektir saçılmaz yere Rızka minnet için yatsılık töre Yere ba ğda kurup, sinide yerdik. Ka ğnı gıcırtısı, uzatır sözü, Çıngırak sesidir, bulduran izi. Ye il kurba ğalar a ğlatır bizi Biz böyle nice bir dü lere girdik. Tavana ham kavun dü ğler asardık, “Samanın zamanı var” der basardık. Büyük sözü duymak için susardık, Dinleyi dinleyi irfana erdik. Dutlu ğumuz hayrat, suyumuz köyün Bizden önce dalda koz kırar deyin. Bu köyde farkı yok özün, öveyin, Urbamız yamalı, de ğildi yırtık. Ekme ği dizinde okumu ların; Ona sebep, kende ko anı görun. Kaç menzil uzakta, okulu sorun! Okumaktan fazla, yol tepip durduk. Deli keçi gibi, düzden gitmezdik. Arı yuvasına çöp sokan bizdik. Yazın yelyepelek harmanda tozduk, Kı ın da elele buzda sırpardık. Kı gecesi ayaz olur, yalınca, Odamız is tutar fitil dalınca. “Dındik” kullanırken lambadan önce, Tavanda nice bir cin, peri görürdük. Yakacak çırpımız kuru “hortut” tu, Sıla ğımız geni , suyumuz kıttı. Yeyip içti ğimiz pekmez, yo ğuttu, Ayran barda ğını bu yolda kırdık.

343

“Đçkınlı yumurta” mevsim yeme ği, “Dilim dolma” mızın ifa, suma ğı. Nimet olsun diye, öküz eme ği, Gıjagıj günlerde bile gem sürdük Yaz i i bitince, güz i i gelir, Büyük süt selesi, tel dolap olur. Herkes kı gününün kahrını bilir. Onunçün gelmeden kı a göz yorduk. Hevenk hevenk üzüm düzdük, ba ğ bozup, Đ leri bitirdik, sıraya dizip. Sıladan gurbete bir mektup yazıp, Tanıdık, bildikten hal hatır sorduk. Hatırdan çıkar mı Delikta adı, Gıdi ğim, ovarcık yeyip çatladı. “Velime çekme”nin a ğzımda tadı Künefe yu ğurduk, kıyma kavurduk. Köyümüz varsa da, yoktur dayımız, Yeter ak unumuz, souk suyumuz. Yuzümuz güleçtir, ho tur huyumuz. Bir kusur i lersek, saklamaz derdik. Bir eme geçer her yapra ğı dutun, Yazılı her anım, üstünde bütün. Tütünce pacadan bir ince tütün Sayfayı çevirdik, defteri dürdük (Cenâni Dökmeci, nr. 35, s. 8-9). 104. ESK Đ HARPUT’LA BA BA A Çok de ğil, elli yıl önce, Feyiz, berekettin Harput!. Fele ğin devri dönünce, Birden itip, bittin Harput! Sen’din do ğum yerim, yurdum; Hep seni dü ünüp durdum. Hasretinle hayal kurdum, Her derdime yettin Harput! Ömrümün en ho ça ğında, Çok gün gördüm kuca ğında. Duman tütmez oca ğında, Ne tez sönüp, gittin Harput? O havuzba lar’ın n’oldu? Niye ba ğın bahçen soldu?! Dalıp, baktım, gözüm doldu; Sabrımı tükettin Harput!

344

Hani eski Kureyba ı? Nerde imdi can yolda ı? Kalan varsa mezar ta ı, Ölene rahmettin Harput! Ne toprak’tan uçar kulun? Ne ça ğlar Yarıçavu ’un?! Böyle virviran olu un, Ne hikmettir, nettin Harput!? Đlim, irfan oca ğıydın, Hak erenler dura ğıydın. Seven, sevilen da ğıydın; Ne en memlekettin Harput!? Tarihten de yüce ba ın; Yüzbir türbe da ğın ta ın. Namaz gahtı Kayaba ı’n, Vicdanda yer ettin Harput! Seni, ça ğında görenler, Söylese bir, da ğ ta inler. Ne söyler var, ne de dinler? imdi n’oldun n’ettin Harput!? Yeter Hafız Osman yeter! Ne biter bu dert, ne iter? Ate dü en yerden tüter; Yanıp, yakıp tüttün Harput!.. (Hafız Osman Öge, nr. 36, s. 6). 105. BĐZĐM D ĐLDEN B ĐZĐM KÖY IV Ortalık kararıp ak am olunca, “Çınar”ın altında sohbet kurulur, Yol yorgunu esnaf bir bir gelince ehirden yeni bir haber sorulur. Gazete buru ur heybe gözünde Yalılar oturup okur dizinde Çok yalan varsa da ellik sözünde Bir yana atılmaz rafa serilir. Kararan yollarda insanlar nokta Berber Ömer maya söyler uzakta Dille en demirler ta tır çakmakta Kav’a kıvılcımdan ate verilir. Hancıgilin Osman gezip avlanır Kâzım gakko yemez içmez tavlanır Memik dayı heye yo ğa huylanır Topu ğu öfkeden yer yer yarılır. Đster cepte sakla ister belle, sök! Ayrık otu dü ğüm dü ğüm sürer kök

345

Keçe kilim deme, üstüne diz çök! Sofamıza dal dal çiçek serilir. Parmak çalmak için akan ballara Tırmanırdık arı gibi dallara Yaprak arasından bizi kim göre Hı ırtı çıksa da hayra yorulur. Çıplak ata biner dört nal sürerdik Ufuklardan öte hayal kurardık Üçlüce içinde dörtlü aradık Bir yoncalık bir dü için derilir. Geleni kucaklar suya atardık Çamur gölü birbirine katardık Sonra çayırlıkta taklak atardık imdi, o günler çok uzak görülür. Deyinler cevizi hem yer, hem saklar Çıkçık’lar vurdukça çi ğitler çıtlar Bedürüsler büyür, domurlar pıtlar Ek i dala, tatlı a ı vurulur. Lstikli sapanın çatalı ince Ku akların dili de perice cince Ayranlı çorbayı tas tas içince Miskine can gelir, ölen dirilir. Külbenin sapı var, gülün dalından akır dil, bülbülün yanık dilinden Su için! Gidip ta Ozan Gölünden Đçmezseniz tel tel gönlüm kırılır. Yaz gelip de koyun keçi kırpılsa; Güz olunca ceviz, payam çırpılsa; Yamaçlara üçer be er serpilse “Ba ak” etmemize destur verilir. Erük’ler de ğince ne olur? deme! Al seleyi çık ki göresin dama! Haspaya gerekmez hiç tepikleme; Sabahlara kadar erük yarılır. “Gurbet”e dut verip alınır elek Kuzu Postu gidip, gelir dömbelek Üstü, çi ğitlerle bezeli çilek Gibi, nakı nakı çorap örülür. Kuru ot kokusu gelir merek’ten Oynıyan fıncık ver, arsız kurikten Çile çeker iplik uman, çırıktan Kelep iplik nezük’lere sarılır.

346

Ma allah deme ğe erinen dil var; Kapının üstünde bu yüzden nal var, Mastar’da azgın yel, Hasret’te sel var, Sanmayın yel diner, seller durulur. Nahırın önünde bir beyaz keçi, Kâh sa ğa, kâh sola dönüp bakmada Sürünün hep ona yüklenir suçu Meleyi meleyi yoldan çıkmada Ak amdan yutar da üzüm yükünü Sabahtan er söker, yolcu akını, Göz, yolda fark eder ı ıyan günü Güne enselere vurup yakmada (Cenâni Dökmeci, nr. 36, s. 12). 106. BELL Đ DE ĞĐ L Solak bir puthane olmu , bu il ki Tapan belli de ğil, put belli de ğil! Bir ceylan ardında yüz uyuz tilki, Tazı belli de ğil, it belli de ğil. Eskiden at, avrat kavli bir yoldu; imdi her er kalkan bir meydan buldu. Herkes el altında süvari oldu, Dizgin belli de ğil, kit belli de ğil. Hangi bir derdimi söyliyem hangi? Bülbül zar, gül har, ba ğ ö ğle viran ki, Meyveler bile tad de ğimi sanki, Armut belli de ğil, dut belli de ğil. Ne gözde fer kalmı , ne dizde takat; Di keskin, dil azgın, kel kızgın fakat, Her yeni kuma ın bir yanı sakat, Dü ğüm belli de ğil, pot belli de ğil. Her zaman har vurdu harman savuran, Ülke o sebepten olmu virviran, Yine o yıkık han, o kopuk kervan, Eek belli de ğil, at belli de ğil. Dur durak bilmiyen bir geçit bu yer; Aç kalır, tok haram yemezse e ğer. Bal, eker sanıp da herkes zukkum yer, Ağu belli değil, tat belli de ğil. Edene, kötülük bile kâr kalır; Đyilik be ğ olsa darda bunalır. Her gö ğsü yılgın bir ka ıntı alır, Pire belli de ğil, bit belli de ğil. Her kırık kazma bir kör kuyu e er, Kazanın u ğruna kazmıyan dü er.

347

Hesaba gelmiyen haddini a ar. Çeper belli de ğil, çit belli de ğil! Gayrı dost elinden tutup gezen yok, Gönülden anlıyan, gözden sezen yok; Ölçüler de ğimi , bildik düzen yok, Ölçek belli de ğil, kot belli de ğil! Yine her yolda bir sofra serilir, Göbekler itikçe ier gerilir. Bu kadar hayvana ne yem verilir? Yonca belli de ğil, ot belli de ğil! Bu dünya hali bir bozgun muamma, Ak akça, her gözde bir kara humma. Herkesin a ğzında bir lokma amma, Kemik belli de ğil, et belli de ğil! Çalınan kanun mu, cümbü mü saz mı? Bilen yok, öten ku angut mu, kaz mı? Bilmem bu deyi im fazla mı, az mı? Akın belli de ğil, kıt belli de ğil! Her mihnet çekenin yüre ği ezik, Her yo ğurt mayası bozuk. Yazık bu dünyanın haline yazık, Ayran belli de ğil, süt belli de ğil! Zamane o ğlu, yüz renge bürünür; Tvis’de kızdan da baskın görünür. Dil, dudak “fıstıki ye il” sürünür, Beniz belli de ğil, bet belli de ğil. Her yönü tutmu bir solak u ağı, Kimi bir piç katır kimi ka ağı. Ortada ba konu, belden a ağı, Düzgün belli de ğil, küt belli de ğil. Her yatan yüz bulur dü ünde imdi, Her kalkan hız alır i inde imdi. Her sapkın, bir öküz pe inde imdi, Sapan belli de ğil, çüt belli de ğil. Ey Ka mer! Bülbül yok, gül soldu gitti; Bo alan kadehe, sem doldu gitti. O damla damla göl, sel oldu gitti, Tümsek belli değil, set belli de ğil (Ka mero ğlu, nr. 36, s. 18).

348

107. BATTAL GAZ Đ SÖYLÜYOR Tam meylini bulan ırmak Akar bir ummana do ğru. Ayçiçe ği gibiyim bak, Yüzüm senden yana do ğru. Sevinç, tasa senin için. Töre, yasa senin için. Neyim varsa senin için. Neyim varsa sana do ğru. Ak ate i dü dü cana. Yola dü sek yana yana. Malatya’ya, Erzincan’a, Erzurum’a, Van’a do ğru. Sa ğken geçdik binbir Sırat Dur, binecek ben’im kırat! Ötesi çöl, akma FIRAT! Dön yüzünü, bana do ğru! (Behçet Kemal Ça ğlar, nr. 4, s. 4). 108. KI OĞLU’NA DESTAN Yine dillerde namlandı “Duman” tuta kı oğlu’nu! Beyaz ay verdi zamlandı Kı oğlu’nu “Duman” tuta! Henüz yetmi ya ındadır, Bir delege pe indedir. Mornik dahi dü ündedir, “Duman” tuta kı -oğlu’nu! Mornik’te mor sümbül biter, Yümnü kuu, durmaz öter. Ate dü mü , yanıp tüter, Kı oğlu’nu “Duman” tuta! Gelir, gider Ankara’ya Ay ba ını saya, saya, Derler ki; der, Hacı Kaya “Duman” tuta kı oğlu’nu! “Duman” tuta kı oğlu’nu! Kı oğlu’nun tahtı tacı, Mornik’ten alır haracı; Hesap sorar Hatun Bacı, Kı oğlu’nu “Duman” tuta! (Duman, nr. 4, s. 10). NOT: Rahmetli Kı oğlu’nun sa ğlı ğında yazılan bu destana, üstad Fazıl Ahmet cevap yazmak istemi se de, kı kırtma olur diye, Hasan bey mani olmu tur. onlarla ba a çıkamazsın diye…

349

109. MU TU VE Ö ĞÜT Bir tufan koptu Asya’dan Urum sele gark olacak. Arınacak tüm ufuklar, Garb ı ıyıp, ark olacak. Oğuz Ka ğan dile ğiyle, Alp-Er Tunga yüre ğiyle, Evlenip cenk mele ğiyle Koç erker ev-bark olacak. Yarı ın! im ekle, yelle. Ok, yumruktur; kılıç sille! Her vuru ta dü en kelle En azından kırk olacak! Kan olursa yurt harcında Parlar hilâl gök burcunda, Tanrı izniyle acunda Türk, en üstün ırk olacak. Sönecek Salib’in bahtı Yıkılacak Bizans tahtı Yüce Peygamber’in ahdı Karanlıkta berk olacak. Dedi ki bir gizli ulak: Bir er gelir adı Balak; Onun parma ğında Felek Döne döne çark olacak. Alpler, erenler, ba bu ğlar Ardınca, yürüsün tu ğlar! Yedi iklim, yüce da ğlar, Karı karı Türk olacak (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 9, s. 5). 110. MALAZG ĐRT Aylardan a ğustos, günlerden Cuma; Çatı mak üzeredir küfrile iyman. “Bismillâh” diyerek geçtik hücuma Ve Bismillâh dedi cümle âsüman!. Alpaslan buyurdu: Kurtlarım vurun. Ok çekin, gürz atın, pala savurun. Bile ğinde kuvvet koman gâvurun!. Koman ahbazlarım, koçlarım koman… Sıyrıldı bir anda ellibin kılıç; De ğdi birbirine, iki kızgın uç. Yerde yedi iklim, gökte dokuz burç, Dediler: El-aman…Sümme el aman!.

350

Na ğramızı duyan, aklın yitürür. Gürz, indi ği yerden haber getürür. Al kanlar sel olmu gövde götürür… Ufuklar kapkara, gökler toz, duman. Ağustos güne i altında kızgın ahlanan atları, tutmuyor dizgin. Dü man saflarında belirdi bozgun! Böylesine bir cenk görmedi zaman. Müjde gitti yurdu, gümü tu ğralı; Onsekiz bin ölü, kırk bin yaralı, Esirler içinde Urum Kıralı!. Zafer enlikleri ba lasın heman. Bükülmez bile ği O ğuz kolunun Açtı kapısını Bizans yolunun. Ba lansın fethine Anadolu’nun; Kaderin hükmünde kalmasın güman. Alpaslan buyurdu: Ya ayan ölür. Gelece ği ancak Tanrımız bilür. Balak Gazin derler bir yi ğit gelir Erlikteki ünü, sizden de yaman (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 10, s. 5). 111. BALAK GAZ Đ DESTANI’NDAN Alp-Erenlerin Dü ü u ufuk çevresinden Đnce bir ay do ğacak u pençe pençe ı ık Karanlı ğı bo ğacak u rahmet bulutundan Bir yeni hız ya ğacak u Bozkurt memesinden Yi ğitler süt sa ğacak u engin gönüllere Bütün dünya sı ğacak Harput ufkunda bir ün Ar a de ğin a ğacak. Bu ün, Balak’ın ünü Yakındır top-dü ğünü Arayı Tanrıda ğı’ndan esip, Gelen tan yeli nerde? Rengine kan dökülen afa ğın gülü nerde?

351

Bir yudumda kandırıp, Ta ıran “dolu” nerde? Kor dü mü içimize, Akdeniz yolu nerde? Ulusa yol gösteren Uludan ulu nerde? Rastlayıp Gök-börü’ye Sor: Anadolu nerde? Yürü yolundan kalma Görünsün Kızılelma!. Yürüyü Yedi kola ayrılmı Yedi Bin Alp-Er yürür. Kapılmı nal sesine Da ğ, ta , tekmil yer yürür. Al kısraklar ahlanır, Kır atlar ki ner yürür. Apı lardan ak köpük, Sa ğrılardan ter yürür. Do ğu’dan Batı’ya dek Kös vurur, mehter yürür. Göklerden gönüllere Allahuekber yürür. Zar a ğlasın karanlık Güne do ğuyor artık (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 11, s. 6). 112. ZAMANA DESTAN Bir destan yazayım dedim zamana, Kalem belli de ğil, söz belli de ğil Uymadı bu deli gönül devrana Cihet belli de ğil, iz belli de ğil. Karga ile bir gezer oldu bülbüller Çöplü ğe dikildi hep katmer güller Neden böyle akın oldu gönüller Ne ’e belli de ğil, haz belli de ğil. Torbaya koyulmu bütün vicdanlar Nalıncı keseri olmu insanlar Yanmı viran olmu en hanümanlar Alev belli de ğil, köz belli de ğil. Kalle li ği övüp mertli ği yerdik Mürüvvet alını bo ipe gerdik

352

Soyumuz çekildi gayeye erdik Posa belli de ğil, öz belli de ğil. Nerede o eski terbiye edep Gazino, pavyon, bar gençli ğe mektep Đç dı a, dı içe tebdil oldu hep Astar belli de ğil, yüz belli de ğil. Hani o efeler, hani kızanlar Nerde o kanıyla destan yazanlar Mızraplar kırılmı susmu ozanlar Perde belli de ğil, saz belli de ğil. Dil ehli birbirin anlamaz oldu Küçükler büyü ğü dinlemez oldu Hacılar hocalar beynamaz oldu Kitap belli de ğil, cüz belli de ğil. Sevmeyi bilen yok, sevilmeyen çok Kelini gösterip kalpak giyen çok Ağyarım yoksa da yarım diyen çok Niyaz belli de ğil, naz belli de ğil. Niye hep tersine i ler sıralı Neden bu halkın hep bahtı karalı Mevsimlerin bile ba ğrı yaralı Bahar belli de ğil, yaz belli de ğil. Sezai! Dumanlı, dumanlı ba ın Đçine akıyor kanlı gözya ın Hep nankör çıkıyor kim yese a ın Ekmek belli de ğil, tuz belli de ğil (Sezai Çöteli, nr. 13, s. 6-7). 113. SEÇ ĐM DESTANI Elifbada hecesi Ayaklanmı necesi Hacı mektebe girdi Bedriyedir hocası Köye memur gelecek Rey alanlar gülecek Hayriye tez önlük dik Hacı derse gidecek Bakma seksen ya ına, Sakalına, saçına! Hacı imza ö ğrendi Vay cahiller ba ına Hakkı! Yükle samanı Yakla tı rey zamanı Hacı okudu yazdı Oldu mektep azmanı

353

Göllü ba ğ’a ip serdik Üstüne mendil gerdik Hacı mebus olacak Rey için hep söz verdik (Cenap Osmano ğlu, nr. 13, s. 14). 114. ANADOLU’NUN FETH Đ Gelecek bir gün var diye beklendi Ovalar, yaylalar hep çiçeklendi: Beklenen o gün de, geldi en sonunda, Ufku, yer yer yakıp yandırdı bugün Tekbir im ekleri karanlıklara Kızıl öpücükler kondurdu bugün. Gâziler elinde tevhid sanca ğı, Rahmet bulutunu, andırdı bugün Kızılırmaklarca, alkanlarımız, Çorak toprakları kandırdı bugün. Türk’ün ruhundaki iyman zemzemi, Küfrün oca ğını söndürdü bugün. Malazgirt önünde kabaran seller, Bizans surlarına bindirdi bugün. Estikçe Do ğu’dan sert fırtınalar, Batı, yüre ğine indirdi bugün. Zâlimi kahreden hak kılıçları, Zülme diz çöktürüp, sindirdi bugün Đnsanlık, dinmeyen acılarını, Türklü ğün ba ğrına dindirdi bugün Ve, tersine dönen çark-ı fele ği, Tanrı, gönlümüzce döndürdü bugün (Yıldım N. Gençosmano ğlu, nr. 14, s. 18). 115. SAVA MEYDANLARININ D ĐLĐ Yi ğit, er meydanında Okca konu ur At rüzgârca, kılıçlar Hakca konu ur. Her pusat özge dilce Kan sebilce. Gürz, kalkan Tokca konu ur. Na ğralar zelzelece Hücumlar velvelece Suçlar yelece…Alın Akça konu ur. Nâmertle, korkak nazca Kahramanlar ahbazca

354

Pekce konu ur. Bir a k bin kine kar ı Kür-ad bir Çin’e kar ı BALAK yüzbine kar ı Tekce konu ur (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 16, s. 4). 116. GENÇOSMAN DESTANI Harput’tan geçecek, dendi, Murad Han; Hey. deyip, bir na’ra saldı, Gençosman! Derler, en güzel il Ba ğdat. yok, güman; Ezel, her güzele kuldu Gençosman. Sipâhi beyleri, tu ğ, tu ğra taktı, Katılıp orduya, sel gibi aktı. San, Tanrı da ğından bir im ek çaktı; Gök gibi bo alıp doldu Gencosman Gün vurmu , parlıyor ok, mızrak, kılınç; “Peyler”in duası, kutlu bir sevinç; Uzakdan dört nala geldi bir toy genç, Görenin, gönlünü çeldi, Gencosman. Gencosman denen er, bir yavuz ki i; Ağın’da, Ba ğın’da yok bir tek e i Ba ı dik, gözü pek, zevkı cenk i i Hep hücum borusun çaldı Gencosman. Çeriler cöngünde, er yazılma ğa, At sürüp gelmi bu can, da ğdan da ğa; Gelenin, yolunu kesti bey, ağa, Mü küle erdi ğin bildi Gencosman. Dediler: “Ne mümkün, dön bize bir bak? Böyle bir bıyıkla asker yazılmak!” Ansızın saplandı duda ğa tarak!. Sızan al kanların sildi, Gencosman. Murad Han dedi: Kim bu genç? Göreyim; Gelsin, can ahdine, ben de ereyim; Gerçek bir yi ğitse, üç tu ğ vereyim. Boyunun ölçüsün aldı Gencosman. Bin yi ğit önünde imtihan verip, âd oldu “gönüllü” sırrına erip; Atladı kırata, orduya girip, Son safta, yerini buldu Gencosman. Kurt ku hep, Me hed’e do ğru uçuyor, ahlanan kıratlar, rüzgâr biçiyor; Gitgide, Gencosman, öne geçiyor; Cenge geç kalı tan yıldı Gencosman!

355

Ba ğdat bu ülkenin yosma gelini, Ne mümkün koklatmak, gayra, gülünü?! “Osmanlı” tutarken fetih yolunu, Baktı ay, yıldıza, güldü, Gencosman. Askerin bir ucu, yol aldı Van’dan, Bir ucu, kol saldı, am’dan, Silvan’dan; Görünmez oldu yer, tozdan, dumandan; Toz, duman içinde kaldı, Gencosman. Uzakdan Kal’ayı, burcu görünce, Herkesi, sardı bir çetin dü ünce! Na’rası, da ğları tutmadan önce, Đki rekât namaz kaldı Gencosman. En kızgın anında gazâ önderi, Đmdâda ça ğırdı Molla Peykeri, Kıl, kılçık; toz, duman yaktı gözleri Bir tozan da ğ gibi, yeldi, Gencosman. Allah Allah’ deyip, atladı öne, Yaradan halk etmi bizi ne güne?! Kâh sa ğdan vurdu, kâh soldan, gelene; Dü mana, dalkılıç daldı, Gencosman. Uzakdan uza ğa savrulur gülle, Azgına gürz indi, korkana sille; Vurdukça uçu tu, kol, bacak, kelle; Safları ikiye böldü, Gencosman. Đlkin, öç köcünü, Gencosman açtı; Canından korkanın, tedbiri atı. Kelle koltu ğunda üç gün sava tı, Erenler burcunu aldı Gencosman. Her ana do ğurmaz böyle bir arslan, Kükredi: “vuruldum” diyene, yastan, “Sa ğından vurgundan, soluna yaslan!” “Vur!. ” Deyip, ta duvar deldi Gencosman. Duyuldu nâmı, tâ Đran’da, Çin’de, Göklere yol aldı, Tanrı göçünde; Ak yüzü sarardı, kanlar içinde, Bir gonca gül gibi, soldu Gencosman. Murad Han, erdi, an saâdetine; Bin tövbe etti âh, öç âdetine. Bâzısı, inanmaz ahâdetine; Bâzısı, dedi, âh öldü Gencosman!. Ey Yolcu! Bulutlar rahmet çiliyor; Ufukdan, Osman’a im ek gülüyor! Açılın kapular! Osman geliyor;

356

Hey hey de yine hey!. Geldi Gencosman!. (Yolcu, nr. 18, s. 18-19). 117. ANT Ben ki Behram o ğlu Balak! Tanık olsun Cenab-ı Hak: Gürliyen gök, çakan im ek Ve Pusat hakkı için. Arı soydan, ak süt emmi Öz AVRAT hakkı için. Cenkten cenge dolu dizgin Ko an AT hakkı için. Yedi deryâ, yedi iklim, Yedi kat hakkı için… Toprak doymayınca kana; Kılıç girmeyecek kına… Öç u ğrunda kızıl seller Çıkar dizden yukarı Töremizce ant içilmez Đ “bu söz” den yukarı Anadolu ba tan ba a Akdenizden yukarı, Haç’a mezar, Hilâl’e yurt olacak; Yol gösteren yine Bozkurt olacak, Bize, bizden yukarı, Gam mı sanki, olsa dü man Bire yüzden yukarı? Öç duygusu, vatan a kı Ba tan gözden yukarı. . (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 19, s. 15). 118. Sürüç Kalesi Önünde Titremeli felekler Tekbir sesinden. Nal akırtılarından Dünya göçmeli. Yeleden kanatlarla Uçarken atlar; Kargılar gö ğüslerde Hedef seçmeli. Yaylar gerilmeli ta Kırılasıya Oklar yedi kat zırhı Delip geçmeli. Kabzalar kavranmalı Bismillâh ile,

357

Kılıçlar dokuz gövde Birden biçmeli. Ve kırk batmanlık gürz küffar içinde Meydân açmalı!. Palalar savrulmalı Sa ğ, sol demeden; Omuzlar üzerinden Ba lar uçmalı. Zülfikâr a kına cümle pusatlar Al kan saçmalı… Na ğralar öylesine Gür atılmalı Ki ilk hamlemizde Dü man kaçmalı Türkmen yi ğitleri Hilâl u ğrunda ehitlik erbetini Tas tas içmeli Bir velvele koptu atarken afak Uçtu be yüzatlı, en önde BALAK (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 20, s. 6). 119. BARAJ DESTANI Da ğlar ba ı dumanlı, ovalar ba ğrıyanık; Dü en ya ğmur alında, damla damla ter gibi. Rahmet çalıp da çöl çöl kaçana, yer gök tanık, Fırat, ba ğrımı yarıp, geçen bir hançer gibi! Ne kar ılık bekledik, ne de yatkın bir emir; Yurda, hep altın gümü sundu Keban, bir ömür. imdi de alnını ak edecek beyaz kömür, Yanı ğa su, sönü ğe fer veren cevher gibi. Eski kır kıraç bizim; ardıç, ot, çalı bizim; Yeniden amma Pertek, Egin, Pak, Palı bizim; Her yanda ba ğ olan, her koyda yalı bizim; Yılların yası imdi, zevk safa sürer gibi. Đlim, fen sihir ülkeye fend oluyor; Artık köyler kasaba ehirler kend oluyor, Murad’a ermek için kollarım Fend oluyor, Bir yeni ça ğ gelmede, toz pembe seher gibi. Seferber olmu Ulus, yazı yabana do ğru; Dün benden kaçan, bugün, ko uyor bana do ğru;

358

Yedi, iklim, dört bucak, dönmü Keban’a do ğru; Baraj destanı Fikret! Her dilde ezber gibi (F. M. , nr. 25, s. 13). 120. FETH-Đ MÜBÎN Bir genç, elinde sancak, ba bu ğu bir diyârın; Kutsal hadîse ermi , en dinci ehriyârın. Türk’ün ba ında buyruk, timsâli Zülfikârın; Tâ ark ü garb: tutmu , avkıydı rûzigârın. Keskin bakı larından, kalkan kılıç za ğ içmi Tı ğiyle ülke ölçüp, kalbiyle ülkü biçmi Maksûdu Tanrısından, mutlak ya hep, hiçmi Uğrunda dümdüz olmu da ğ ta bu ehsuvârın. “Kostantaniyye” Gelmi bir müjde, Türk’e, Kafdan. Çepçevre asker elbir, hiç çıkmamı bu safdan. “Orhân” için sarılmı , her burcu, bir taraftan, Bir çok ku atmadan sa ğ, sâlim çıkan Hisar’ın. Her burcu fetheden güç, da ğlar yaran gönülmü Bundan Bizansın a kı, kalbehli Türk’e gülmü Her fendü bendi bir bir, son gün gelip, çözülmü Bir çok hücûma kar ı, “zincir ü âb nâr”m. Kâfi gıyâben artık, söyle mek içtinâbı; Ol pâdi aha gönlün, veçh’en gerek hitâbı. Lâzım huzûra çıkmak, yâdetmek inkılâbı; Vâcib vicâhen elbet, tavkîri, ol vekârın. Sensin o hân Ebülfeth, ol anlı anlı Fâtih; Dü manla dosta sensin, hemdest ü hem müsâlih, Miftâhın oldu Merih, meftûhun oldu tarih; Durdukça âlem artar, kârınca îtibârın. Ecdât ezberinden, bir yadigâr olan ehr; Rûyâ’na verdi ziynet, nak ü nigâr olan ehr; Her faslı, gül gülistan, her dem bahâr olan ehr; Olmu du özge yârın, bir özge gül-izârın. Her ilm fenne vâkıf, her ihtirâa kâdir, Bir kahraman kumandan, kahir bir âdil âmir. Sendin en üstün, ârif, sendin en içli âir, Metbûu sendin ancak, ömrünce en kibârın. Seyf ü kalem muhakkak, kadrinle buldu elyâk; Lutf u kerem de oldu, sadrınla kadre ortak. Tasvir için bir elden, hûn ü mürekkep elhak, Nak etti ar ü fer e, dâvânı iktidârın. Sendin yol ehlinin sen, en merdi, en cesûru, Olmu tu ebçirâ ğın, Đslâmın a k umûru. Çevrende “ ems-i dîn”in hâle’ydi feyz-i nûru; Ak yüzle ar a çıkmak, “uçmak”dı intizârın.

359

Hem her kutupda dâhî, hem cezbe mihveriydin; Hem en karanlık asrın, pür-ûle tanyeriydin. Gerçek Hak â ıkıydın, hakkiyle a k’eriydin; Hürmetle efkat artık, evlâda yâdigârın. Fecrinle a k odundan, dağlandı zulm ü zulmet. El ba ğlayıp kefâret, keffâret etti hikmet. Do ğmu hilâl, adâlet burcunda, âhid ümmet, Serbest olup, bir elden, ba ğlandı zülfiyârın. Deryâ tutan donanma’n, dindirdi gasb ü darbi; Sahrâda müthi ordun, sindirdi ark ü Garbi. Tanzim-i sulh için sen, koydun nizâma harbi, Kânun-ı Hakka uygun, ilk emr ü son karârın. Đndinde saltanat bir külfetti, cism ü câna; Tavzîf olunmak ammâ, devletti imtihâna; Zirâ gelir her insan, bir borç için cihâna, Der, say’ü ray’ ederdin, rikkatdi iytizârın. Đslâma her cihâdın, her dem selâm iletti; Ecdâd gayretiyle, ahfâda nâm iletti. Hem meste, dem tutup, hem mahmûra câm iletti; Mest oldu ğun var ammâ, yokmu fakat humârın. Devrinde yirmi devlet, diz çöktü savletinle, Ma ğrûr o üç hümâyun, bir oldu, devletinle. Üç bahrı bir bir aldın, pür-cû milletinle; Kıldın bir iç deniz hep, mevc oldu kâr ü zârın. “Feth-i mübin”le lâkin, da ğ, lâlezârın oldu. Bir hayli kâfir âhû, vurgun ikârın oldu. Ammâ senin bu yoldan, kâr almak ârın oldu; Nâmusûn itti Rûm’u, Đblisi ko ğdu ârın. Kavgâ-yı saltanattan, fâri ğ gerek, karında ! Derken “nizâm-ı âlem” koydun, seçip kurû, ya . Hulkunla halk için sen, fark etmedin, ayak, ba . Đymâr içindi kat’in, tâmiyr için hasârın. “Feth-i mübîn”i zâmin, emr-i aliyülâlâ, Teb ir edip gazâ’nı çalkandı zîr ü bâlâ (Hâmid) susunca, Fikret, ardınca der ki hâlâ: “Emsâr bah iindir, ebhâr yâdigârın” Ey her güzelle elbir tedbir edip, giden genç! Her türlü hüsn ü ânı, nefsinde cem’eden genç! Ey tâze devr açan genç, târih eskiden genç! Elbet olunca Türk’ün kalbindedir mezârın (Fikret Memi oğlu, nr. 27, s. 3-5).

360

121. BALAK GAZ Đ DESTANI’NDAN HARPUT KALES Đ Kim bilir kimler kodu Temele ilk harcını… Bu ta lar, kaç ustanın Eritti kaç murcunu?. Bu yapıda kaç insan Ödedi can borcunu… Ve zulüm, kaç omuzda aklattı kırbacını. Kaç bezirgân bo altıp Altın dolu hurcunu, Ödedi yol pacını… Kaç kıral, kaç ülkenin Toplayıp haracını, Diktiler HARPUT adlı Bu efsâne burcunu. Ça ğlar eritemedi Onun bir tek ta ını. Dört bin yıl indirmedi Bulutlardan ba ını. Doldurdu ba bu ğların, Kıralların dü ünü. Ve masallar demedi Harput’un bir e ini. HARPUT’A DO ĞRU Çatlamalı ya ğız atlar, Al kısraklar döl atmalı. Biniciler hallaç olup “Pamuk” diye yol atmalı. Varıp Harut Kalesi’nde Tunç kapıya el atmalı. Getirip bir hünerine Kırılan Kılıç yerine Hasma kar ı kol atmalı. Dü man dönmeli akına öyle ki: Tanrı a kına Sa ğ dü erse, sol atmalı. Balak Be ğ’i dinliyen Koçyi ğitler atlanır. Genç gaziler, tepeden Tırna ğa pusatlanır. Onarılır takımlar, Kılıçlar masatlanır. Mahmuzlar sivriltilir

361

Ve nallar polatlanır. Ustaysa binicisi, At ko maz, kanatlanır. Nice güçlüyse dü man Cenk o denlü taclanır (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 27, s. 8). 122. BALAK GAZ Đ KONU TU Artuk Be ğ’in torunu Behram Be ğ’in o ğluyum. Ve Kayı Han’dan öte Oğuz Han’a ba ğlıyım?. Altay’da, Ötügen’de Obalı, ota ğlıyım. Urum’u fethe geldim, Aslen Tanrıda ğlıyım. Harput Kalesi tahtım, Sancaklıyım, tu ğluyum. Bu ses Rum göklerinde Yeni bir ufk açmada. Ne varsa eski, bozuk Yıkıp kesip, biçmede. Asyadan Türk’ler de ğil, Sanki tarih göçmede. Ve her Türkmen bölü ğü Bir öncüyle uçmada. Okuyla, kalkanıyla, Kılıncıyla uçmada. Aylı Kurt, Haça kar ı, Öç hıncıyla uçmada. Dirlik, düzen kurmanın Đnancıyla uçmada. Yüklü bulutlar, yeni Bir sancıyla uçmada. Bir ulus, kocasıyla Ve genciyle uçmada. Ba tan aya ğa Türklük Bilinciyle uçmada. Toprak, VATAN olmanın Sevinciyle uçmada (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 29, s. 9). 123. CĐVAN ÖMRÜ Bir güzel ki, on ya ına girince, Açılmamı körpe fidana benzer. Yıldan yıla ay yüzü, gün görünce, Her yıl devri dönen, devrana benzer. On birinde, gonca diye koklarlar; Onikide, elma diye saklarlar;

362

Onüçünde, hatır gönül yoklarlar; Ondördünde, eker satana benzer. Onbe inde, güzelli ğin ça ğıdır; Onaltıda, gören aklın da ğıtır; Onyedide, gö ğsü cennet ba ğıdır; Boyu uzar, servi revana benzer. Onsekizde, hem artırır zarını, Ondokuzda hem terk eder arını. Yirmisinde, gözedir ikârını, Zincirlerden kopmu arslana benzer. Yirmibe ten sonra, bıyık burulur; Otuzunda, akar sular durulur; Otuzbe te, ettikleri sorulur, Sevap, günah neyse gümana benzer. Kırk ya ında, gazel döker, su ça ğlar; Kırkbe inde, har ömrüne zar a ğlar; Ellisinde, elo ğluna bel ba ğlar; Da ğ ba ına çöken dumana benzer. Ellibe te, sızı iner dizine; Altmı ında, duman çöker gözüne; Altmı be te, bakılmaz hiç yüzüne; Ahrete yol soran seyrana benzer. Altmı be ten sonra, beli bükülür; Damarında akan kanlar çekilir, “Gel gel” diyen topra ğa diz çökülür, “Geldi geçti” denir yalana benzer. Ağlatma ki beni, sen de gülesin. Ben ya ıyam, reva mı sen ölesin?. Önün sıra ben yolcuyum, bilesin, Konan göçer, dünya bir hana benzer (Anonim, nr. 29, s. 13). 124. YOKTUR TAPACAK-ÇALAP’TIR ANCAK Bir gece Türk ka ğanı uyurken ota ğında, Mavi nurdan bir alev gördü Tanrıda ğı’nda. Bu alevler içinden ak tolgalı, al atlı Bir yi ğit çıktı, im ek gözlü, rüzgâr kanatlı. Bir anda, uçtan uca dola tı Türkelini, Sonra ka ğan’a do ğru uzatıp sa ğ elini: Dedi: Ey uyan, Satuk Bu ğra Han! Kalp gözünü aç! Buyurdu Yalvaç: “Yoktur tapacak Çalap’tır ancak”

363

De ki, yücelsin Kurt ba lı sancak. Uludur, birdir; Ne gök, ne yerdir?! Yıldız, güne , ay, Olmaz O’na tay; Hep O’nun kulu Ayzıt ve Umay. Sana bu mu tu Haktan ula tı. Da ğıt yasını, Kullan usunu, Birli ğe ça ğır Türk Ulusu’nu!. Tanrının sözü: Gök ve yeryüzü, Her varlık O’ndan; Đnsan dedi ğin Bir damla kandan! Al O’ndan ı ık-Durma uyu uk; Bozkurt’a yol ver-Ergenekon’dan (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 30, s. 14). 125. AKIN Üçlerin, yedilerin Kırkların akını bu. Zırhların, tolgaların Börklerin akını bu. Boranın, fırtınanın Göklerin akını bu. Obaların, evlerin Barkların akını bu. Yüzlere diz çöktüren Teklerin akını bu. Kırgızın, Türkmenin Öz Beklerin akını bu. Dönmemek üzere, Ruma Türklerin akını bu. Oğul, torun, kız-kızan At, avrat, ana yolda Koç, kuzu, oğlak, anaç Mal-malak, dana yolda

364

Ak sakallı ihtiyar, Ak saçlı nine yolda Genç irisi o ğlanlar, Ay, ayzıt, suna yolda Ti ğin, Tarkan, Han, Hakan Ve Börteçine yolda (Yıldırım N. Gençosmano ğlu, nr. 31, s. 33). 126. AMAN D ĐNLEMEZ Can pazarıdır kurulan, Cenk davuludur vurulan… Đman gücüyle gerilen Yaylar aman dinlemez Ok sürdükçe kiri lere Korkusu girer dü lere Mahmuz indikçe dö lere Taylar aman dinlemez. Önde giden, arttan gelen Hepsi Anayurttan gelen. Mayası Bozkurt’tan gelen Soylar aman dinlemez. Türk’ün olur Rum illeri Al açar beyaz gülleri. Karı ınca kan selleri Çaylar aman dinlemez. Soy kütü ğünce kayıtlı Her obası kırk yi ğitli. Atam O ğuz’dan ö ğütlü Boylar aman dinlemez. Ölüm belde ku ak gibi Gök, yorgan, yer dö ek gibi Kasırga ve im ek gibi eyler aman dinlemez. Buyruk verince Ba bu ğ’lar Yankılanır kar ı da ğlar. Gök’e yükseldimi tu ğlar Beyler aman dinlemez (Niyazi Gençosmano ğlu, nr. 34, s. 12).

365

2. 2. Düz Yazılar Dilde Sadele tirme 1. Đki Söz Bir Cadı Çok konu uyoruz. Muhakkak ki, insan olarak en büyük ihtiyacımız. Ağır a ğır geli en duygu ve dü üncelerimize, o tercüman oldu ğu gibi sosyal çevremizi de ona borçluyuz. Dostça uzatılan ilk nazar, dü manca fırlatılan ilk ta da odur. Đnsan olarak, ölçme ve ölçülmemizde de, mâna âlemimizi ekillendiren sözler ba rolü oynamıyor mu? Onlar kaprislerimizin, sevgi ve nefretlerimizle çe itli yönlerdeki meyillerimizin siluetlerini çizerken, iç hayatımızı da ekil ve renk olarak bütün çıplaklı ğı ile ortaya döküyor. Bir taraftan duygu ve fikirlerin fonksiyonu olması, di ğer taraftan da ortamın fert üzerindeki tesirleri bakımından dü ünülecek olursa, konu malarımız gerek ahıslarımız ve gerekse cemiyetlerimiz hakkında aydınlatıcı bir ölçü te kil ederler. Ancak konu madan konu maya da fark vardır. Đnsanı bilâhare dü ünmeye icbar eden konu ma tarzı kar ısında, mantık süzgecinden geçirilerek yapılan konu ma gibi. Bizde, maalesef ne birincisi ve ne de ikincisi. Ne pe inen ve ne de sonradan dü ünme sorumlulu ğu hissettirmeyen bir konu ma ekli revaçtadır. Bol bol lâf imal ediyoruz. Evde, sokakta, resmî, gayrı resmî her yerde ve her mevzuda. Belki de bu, bir i i arzu edilen kıvamda ortaya koyamayı ımızın bir nevi tatmin yolu, bir kefaretidir. Maliyeti ahsen kıymetsiz addedilebilse de, toplum yönünden sarf edilen zaman ölçüsü bakımından o nispette a ğır. Bu arzu zannederim, insanda tecessüs hissi ile paralel yürüyor, hatta bazen onu kırbaçlayabiliyor. Zaman zaman projektörlerin, hiçbir ilgimizin olmamasına ra ğmen, özel mahremiyetlere yöneltilmesi, onu takiben muhayyiledeki agrandizörlerin faaliyete geçmesi, sonra da “filânca hanımın, filânca beyin, falanca daire veya mesle ğin durumu, gidi atı hakkında” lâf olarak dökülmesi ba ka nasıl izah edilebilir? Sanki, hep kendimizin dı ındaki insanlar için ya amak üzere vazifelendirilmi iz. Hep etrafımızdaki insanların gidi atına yön vermeye çalı ırız. Hiç kimse kendisinin de ğil, kar ısındakinin akıl küpü, akıl hocasıdır. Nasıl hareket etmen mi lâzım? Kes sesini! Çevrendekileri dinle. Sonra sen de konu ! Konu ki, birkaç ki iye de sen yön veresin. Bakarsınız, kaderi aynı meslek çatısı altında birle en birkaç ki i ba ba a mesle ğin derdini lime lime ederler, dairelerindeki icraattan ba layarak, en üst kademedeki mesullere kadar lâf üstüne lâf toku tururlar. Memleketin çe itli dertlerine tekrar tekrar parmak basarlar. Tabiatı ile hep kabahat, ho a gitmeyen durumların günahı ba ta idareciler olmak üzere kendimizin dı ında olanlardadır. Hükümetin en üst makamlarına varıncaya kadar yapılan tenkitlere tütün dumanlarının sarma dola oldu ğu köy odalarındaki toplantılardan tut, esnafın, sanatkârın tezgâhlarına kadar hep aynı nakarat devam eder durur. Ho nutsuzluklar belirtilir, sorumlu olanlar yerilir. Bir lâhza içerisinde zannedersiniz ki memleketin iktisadi, sınaî, ticarî, ziraî v.s. mevzularındaki en müessir dü üncelere sahip insanlar bunlardır. Bunlar, dillerinde lâftan imal edilmi sihirli asaların sahibi ki iler, ortamı bir anda cennete çevireceklerdir (Muzaffer Suphi Çetin, nr. 21, s. 19). Hatta en kritik mevzularda dahi Devlet gemisinin rotasının bu nevi’den lâflarla çizilmek istendi ğine ahit olursunuz. Yüksek politika, sevki idare olanca

366 ampirikli ğine ra ğmen hep, bu lâfı güzaftadır. “Davada süren, tavlada vuran kazanır. Đlk hamlede Kıbrıs’a çıkarma yapmalıydık”. Đ te, size kendini yerden gö ğe kadar haklı gören bir inanı içerisinde, tavla ve dama tabiyesi ile meselenin halline ait en müessir tavsiye. Lâf bitmez ki, en iyi gayelerle bir araya gelir bir eyler yapmayı arzu edersiniz, herkes ayrı ayrı iyi ve güzel dü ünür. Fakat saatlerin saatleri kovalaması havanda su dövmekten veya oldu ğunuz yerde patinaj yapmaktan ba ka neye yaramı tır? Çevremize kar ı bu kadar hassas bir uyanıklı ğa ra ğmen, neden kendimize kar ı uykudayız? Bütün kabiliyetler, bütün iyilikler hep bizde mi cem edilmi ? Acaba memleketin ihtiyaç hissetti ği ölçüler içerisinde çiftçi olsun, sanatkâr, esnaf, memur olsun kaç tane ideal olanı çıkarılabilir? Kendimize ait daracık mesuliyet sınırları içerisinde yaptı ğımız yüzlerce falsoya ra ğmen nasıl olabiliyor da ba kaları hakkında bu kadar cesurane konu abiliyoruz? Hangimiz, gönül ve fikir birli ği içerisinde, küskün de ğil, barı çı bir zihniyetle birbirimize el uzatarak ba arının hazzını topluca payla abilmek olgunlu ğunu gösterebiliyoruz? Demek istemiyorum ki, konu ulmasın. Esasen yazımızın ba kısmında bunun zarurili ğine parmak basmı bir insan olarak böyle dü ünmeme de imkân yoktur. Bahusus demokrasilerde hükümetlerin tutumu çe itli duygu ve dü üncelerdeki halk eğilimlerinin bir bile kesi olarak tanzim edilmek gerekir. Fertlerin toplum davalarına bigâne kalması hiç dü ünülemez. Hele aydınların lâkaydisi asla tasvip edilemez. Yakın tarih bir çok memleketlerde bu yüzden acı gerçeklerin sahneye zoraki itildi ğini bize göstermi tir. Yalnız gerçek olan u ki, hiç dü ünmemek veya konu tuktan sonra dü ünmeye mecbur kalmaktansa, konu madan önce iyice dü ünmek. Eğer lâfla milletler kalkınabilseydi, köylerimizden ehirlerimize kadar toplum kalkınması en ideal ekli ile gerçekle ir, belki aya ilk füzeyi ula tırabilmekte bizlere nasip olurdu. Maalesef, bu husustaki çalı kanlı ğımıza ra ğmen gerçekler de bütün acılı ğı ve çıplaklı ğı ile ortadadır. Neden? Herkesin hatayı kendisinde de ğil, kar ısındakinde görmesinden. Onun düzeltilmesine de kendi dı ından ba lanılmasını istemek ve beklemekten. Hiç kimsenin ıslahata kendi öz nefsinden ba lama ihtiyacını duymayı tan. Ne olur, biraz kendimize dönsek, çevremizdekilere kar ı a ırı bir ekilde yöneltti ğimiz aynayı biraz da kendimize çevirsek. Bir nevi otokritik ile kendimizi tanıyabilmek gayretini sarfetsek. Neredeyiz? Bulundu ğumuz yerdeki manevî ebadımız nedir? Nerede ve nasıl olmalıydık, niçin böyleyiz? Đ te bu soruların cevabını verebilsek. Bütün dertler bilinir hale gelmi tir. Bunları sakız gibi çi ğnemekte ısrar etmek, gayreti ve zamanı heder etmektir. Lâf de ğil, i zamanı çoktan gelip çatmı tır. Çok konu an az i yapan de ğil, az fakat öz konu up çok i gören ve çok okuyan toplumların yarı asrındayız. Bu milletlerin bir nevi ölüm kalım mücadelesidir. Uzun lâfın kısası herkese öyle ol böyle ol demektense, marifet evvelâ öyle olabilmektedir. Kendimizi her bakımdan toplumun arzuladı ğı en ideal ölçülere yükseltip sonra da etrafımızdaki en yakınlardan ba layarak aynı ölçülere uygun insanları kazanabildi ğimiz gün hayat olunca mutlulu ğu ile yüzümüze gülecektir (Muzaffer Suphi Çetin, nr. 21, s. 20).

367

2. Yuva Bu kelimenin, “yavmak” mastarından geldi ğini sanıyoruz. Anadolu’da yavmak; yavu mak; sokulmak, barınmak, kayna mak anlamlarına kullanılır. Yavru, yavuklu, yavu uk, kelimeleri de, bu mastardan türetilmi tir. Yavu mak mastarı da aynı kökten yapılan di ğer bir mastar. Da ğları savu amam, Yol bulup kavu amam, Göz açtım seni gördüm, Ellerle yavu amam. Bu manide, yuvanın ve annenin, özelli ği ve güzelli ği, gizlice anlatılmak isteniyor. Göz açan çocuk, önce annesini ve yuvasını görür. Yavrunun barınaca ğı yer, baba oca ğı, anne kuca ğıdır. Bir kelimeyle yuvası. Kanatlanıp uçan yavru bile, yeni bir yuva kuruncaya kadar, dönüp dola ır, bu yuvaya döner. Bu oca ğın ate i, bu kuca ğın kavrayı ı, hiçbir eyde yoktur. Onun için, halk airi, yavuklunun yurdunu bile, ilk yavu tu ğu yuvasına benzetmi , te bih etmi tir. Đlk göz a ğrısı, hiçbir gönül acısına benzemez. Đlk sevilen, orta ve son sevilenlerden, ileridir. Onunla yavu uldu ğu kadar, ondan sonrakilerle yavu ulamaz, sevi ilemez. Anla ılıyor ki, her eyi unutturan a k, o tutku bile, anayı ve yuvayı unutturamıyor. Aksine, onu anlatabilmek için, bir destek olmaktadır. Ananın ve yuvanın hakkı, nasıl inkâr edilebilir artık? Çünkü yavrunun, yuvanın derdine ilk ortak olan, anadır. Bir derdin varsa, ona; “a ğlarsa anan a ğlar, gayrısı yalan a ğlar. ” Sevinç de, dövünç de, yuvada ancak bütün gerçekli ğini bulur. Yuva yıkmak, ev yıkmak kadar, insanı vebale sokan, hiçbir i , hiçbir didi yoktur. Ananın, en acı feryadı; “Kom ular! Evim, barkım yıkıldı; yurdum, yuvam da ğıldı!” haykırı ı de ğil mi? Ziyâ Pa a bile, zulme kar ı haykırıp, karı verirken: Zâlim, yine bir zulme giriftâr olur âhır, Elbet de olur ev yıkanın hânesi viyran. Diyerek, evin kutsallı ğını belirtir. Ev, bir ku yuvası gibidir. Yavrular, orada beslenir, kumrular orada seslenir. Dö ğüün, çeki in bile, o çevre içinde, gönül ba ğlayıcı, yürek da ğlayıcı bir hâli vardır. Yine Ziyâ Pa a diyor ki; evini düzene koyamayanın âlemi düzene koymaya kalkı ması, gülünç olur. Bu i e kalkanın, yerinde a ğır oturması gerek (A. . , nr. 21, nr. 23): Onlar ki verir lâf ile dünyâya nizâmât, Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde. Yuvanın derdine çare bulmak, insanın elini kolunu ba ğlıyan, çözülmez bir köstektir. Yoksa, be er dedikleri ku u, kolay kolay ba ğlamak mümkün de ğil. Azâ delik evkiyle kavrulan âir Dertli bile, bu kayıttan kurtulamadı ğı için, evinin yıkılmasını bile ister. Ama bu istek, çoluk çocu ğa kar ı duyulan, iç ba ğlılı ğın ne kadar kör dü ğüm oldu ğunu da anlatır bize. Bir bâ ıma kalsam eh-î devrâna kul olmam, Viyrân olası hânede, evlâd ü iyal var. Yuvanın, ne kadar kutsal oldu ğunu, bu sözler anlatma ğa yetmez. Onu, yavrularının cıvıltısını duymak için, dı arıdan evine ko an bir anne kalbinin çırpını ı;

368 bir babanın çocuklarıyla bir sofraya oturmak için evine ev i i; birkaç saat bile olsa, efkate ve rikkate muhtaç çocukların, yuvaya dönü sevinci; anlatabilir ancak. Ev, bir dört duvar de ğil; yuva, kerpiçten yapılmı bir bina de ğildir. Orası kıvancın, sevincin, övüncün bir bahçesi; bir hayâl ve kâinat kayna ğıdır. Türk olan, yuvayı böyle dü ünür. Fakat evini zindan eden veya zindan bilen, ferahlamak için kendini dı arıya atanlarımız da yok de ğil. Huzûru dı arıda, kahve kö elerinde, lokantalarda, barlarda arayan babalar; günlük toplantılara ü üen analar; gurbet ellerde evlenip kalan o ğullar, kızlar; bu gönül bahçesinin yolunu ve yordamını kaybetmi , serseri ku lar gibidir. Velhâsıl yuvayı anlatmak mümkün de ğildir. onu, anlamak için, yaradı ıltan anlama ve anla ma gücü olmalı insanda…yakarı ımız, Tanrı’nın kullarını bu güçten yoksun bırakmaması…Ben, yuvama dönüyorum… (A. ., nr. 21, s. 24). 3. Karga Oda bir ku mu sanki?! Đster karası, ister alacası olsun!. . Her eye burnunu sokan, bu ku de ğil mi? O kadar sokulgan yaratık, anka bile olsa sevilmez. Đster saksa ğan, ister kuzgun olsun, yenilir, yutulur ku de ğil bunlar!. Karabulut gibi insana karamsarlık veren, kuzgun en sevimsiz ku . Hele o cırlak sesi’… Saksa ğan da onun ba ka bir çe idi…davetsiz misafir gibi, ağaç dallarına, balkon demirlerine konar, garip sesler çıkararak insanı tedirgin eder. Damda, ayvanda bir ey bırakılmı sa kapıp kaçtı ğı da eksik olmaz. Đ te, kargaca ğız için, insano ğlunun dü ündükleri bunlar…yaratılı ımızda mı vardır, nedir? Đyimserlikten sakınırız hep!. Bu zavallı ku hakkındaki karamsar dü üncelerimiz de, kötümserli ğimizden olmalı!. . Büyük air Bakî, saraya mensup, hem güzel, hem de zarîf olan “Tûtî Hanım”la evlenince, arkada ları: “Mucizeyû ve ho bû Tûtî avladın, bundan sonra eker yiyip, ükür demelisin!” diye Bakî’ye takılırlar. air, bu sözlere kar ı, omuz silkerek: - O kadar uçurmayın, aldı ğımın adı Tûtî amma, tadı gurâb! Yani kargadır. Bakın hele!. air bile, o uzun burnunu dü ünmeksizin, kargaya sata maktan kendini alamıyor. Bu söz, Tûtî Hâtun’un kula ğına gidince, o da öcünü, kocasından, uzun burunlu oldu ğu için, onu kargaya benzeterek almak ister: “Vehleten olmu iken Tûtî gurâba hemni în Yîne dâvâyı gurâb eyler gurâbet bundadır. ” Tûtî Hâtun, kocası air Bakî’ye kar ı demek istiyor ki: “Tûtî gibi e siz bir ku oldu ğum halde, kader beni, bir kargaya evde etti. Benim, kara bahtıma küsmem gerekirken, tesadüfen bana e olan kara karga gibi Bakî yeriniyor. Böyle garâbet olur mu? bu ne garib i !. . Đki zarîf airin birbirlerine attıkları ta , yine zavallı kargadan öteye gitmiyor. Halbuki bu kadar kötüledi ğimiz karga, ne hayırlı ne u ğurlu bir yaratıktır. Yüzyıllar boyunca felâketleri bize, önceden haber veren onlar… Sürekli karga çı ğlıkları mı var? Biliniz ki, ya bir zelzele olacaktır, ya bir yıkıcı fırtına kopacaktır. Onların acı çı ğlıkları, barınıp korunmamız için, bize önceden yapılan u ğurlu bir tenbih. Ama ço ğumuz, bunun farkında de ğilizdir. Bu ku ca ğız yalnız kara haber de ğil, ak haber, pembe haber de ula tırır bize (A. ., nr. 22, s. 11). Anneler, yakın dalda öten ku ların çocuklarına müjdeli haber getirdi ğine kanıktırlar. Yakın dala konan ku da bu kötüledi ğimiz kargacıktır, saksa ğandır hep.

369

Halkın sözünde gerçek vardır. Đnanmayan olabilir, fakat ben buna tanı ğım. Hem de çoktan beri. Ni anlım nerede, ben nerede? Birbirimizden çok uzaktaydık. Bu il bakımından uzaklık, bizi gönül bakımından daha çok yakla tırmaktaydı. Her gün bir mektup beklerdim. Fakat, mektupların gidi geli süresi, bu bir günü, en azından on güne çıkarıyor. O kadar uzaktaydık ki birbirimizden… Mektup aldı ğım gün, cevap yazıyorum, cevap alındı ğı gün, mektup yazılıyor. Bizim acelemiz, yolları kısaltmıyor tabiî… Đ te bu, arada geçen zaman, o kadar uzun geliyordu ki, adeta sabrımı tüketiyordu. Günleri de aırdı ğım olurdu bazen!. Ama kâh süyünk üstünden, kâh iğne dalından seslenen bir karga, beni telâ landırıyor. Gözlerim sevinç ve umutla postacıyı beklemekde… Đhtiyar annem de karganın bana müjde verdi ğini biliyor. Karga öttü, yüzün güldü; nerdeyse imdi postacı çıkar… Gerçek, çok geçmez, postacının kö eden döndü ğünü, ya ben görürüm, ya gören haber verir bana. Ko ar inerim, gerçekten bekledi ğim mektup!. Bu aylarca böyle devam etti. Karga öttü, annem söz etti, postacı ko up imdadıma yetti. Karganın ötü ünde hiç amayan o müjde haberi… Bana müjdeyi veren aynı karga mı, ayrı karga mı? Bunu ayırt edemiyorum. Bildi ğim bir ey varsa, kula ğımı delercesine müjdeyi veren ku , tek kargaydı hep. Karganın verdi ği o pembe haber, o müjde haberi kesildi bir gün!. Çünkü, ni anlım gelmi , dü ğün dernek yaparak evlenmi , yuva kurmu tuk. Bu yuvayı rahatsız etmemek için, uğramıyordu belki de…Bu da ku un, yuvaya kar ı saygısından olmalı… Yıllar geçti, dallara nice kargalar konup uçtu, biz çoluk çocu ğa karı tık. Bu yuvada büyüyen yavrulardan biri, aramızdan ayrılıp, yüksek tahsil için uza ğa gitti. Yine gözümüz yolda, mektup bekliyoruz. Yine karga geldi, balkonun kar ısındaki salkım sö ğüdün üstüne konup öttü, öttü… Eski günleri andım yine… Çok geçmeden, eskiden pembe mektubunu bekledi ğim, imdi elinde bir ak mektupla eve do ğru geliyordu. Bu ak mektup da o ğlumun mektubu, onu getiren de o ğlumun babası önceden müjdeyi veren, gönlümün, o eski alaca kargası yine… Hangi insan böyle garazsız, ivazsız müjde verir? Karga bana, ak haberler de getiriyor artık… Kim ne derse desin, ben kargadan yanayım (A. ., nr. 22, s. 12). 4. Harput Adı Bir çok ekilde söylenen ve bir çok halk tarafından benimsenen ehir adlarından biri de Harput’tur. Bu adın; hangi millete ait bulundu ğu ve anlamının ne oldu ğu, henüz kesince çözülememi tir. Ancak, bütün iddialara ra ğmen, Huriler ve Urartular zamanından kalma bir ad oldu ğu kuvvetli ihtimal. Bu ihtimale hak veren sebep, muhtelif söyleni lere ra ğmen, ilk zamandan beri söylenen harf ve hecelerin kaybolmaması, bu bölgeye gelenlerin bu ismi, sâde kendi lehçelerine göre, ufak de ğiikliklere telâffuz ettikleri halde bu söyleni ekillerinin de birbirine uygun ve yatgın bulunmasıdır. Yerli halkın, yer adlarını aslını de ğitirmeksizin oldu ğu gibi söylemek itiyadından dolayı, son söyleni eklinin, ilk söyleni tarzına pek yakın olmasıyla beraber, bu çevrede Huriler ve Urartular’dan kalma, imdi dahi de ğimemi bir çok adlar bulunmasıdır. Mazgert gibi Vasgert gibi vs. Sümerler ve Etiler zamanında, Harput bölgesinin adı Đ UVA idi. bu zamanda Harput ve çevresinin hâkimi Huriler idi.

370

Milâttan önce 2. yüzyıl sıralarında Harput KARAPATA=KARPOTE diye anılmaktadır. Asurluların çivi yazılı kitabelerinde Harput adı bu ekilde görülmektedir. Bizans kaynaklarında ise, Haput, ismi, buna pek yakın bir telaffuzla söylenir: KHARPETA veya KHARPOTE. Milâttan önce 13. Yüzyılda Harput’un ismi (Harputas) olarak okunmaktadır. Daha sonraki yüzyıllarda bu isim (Harputanavas) eklinde söylenir. Urartular ise, Milâttan önce dokuzyüz yıllarında Harput ve çevresine, SUPHANE = Suphani demekte, aynı adı Yunanlılar ve Romalılarda kendi telaffuzlarına uydurarak kullanmaktadırlar. SOFENE. Alman alimleri, bu Suphane adının eyalet veya bölge adı oldu ğunu, Harput adının ise merkez ehre verildi ğini belirtirler. Harput ehrinin (Karkatiokerta) adını ta ıdı ğı ve Harput isminin, bu adın kısaltılmı ekli oldu ğunu ise, seyyah TOZER ileri sürmektedir. Kert, Gert veya Gerta kelimeleri Urartoca ehir ve kasaba anlamlarına gelir. Türkiye de sonu bu vekilde biten birçok yer ismi var. Malazkert, Mazkert vs. bu yer isimlerinin sonundaki gert veya Kert ekleri Urartocada hep kasaba anlamında kullanılmı . (Karkatia) ile (Karpota) arasındaki yakınlıkla beraber, Kerta eki nazara alınınca, Harput isminin, Urartolardan kalma veyahut Hurilerden gelme bir ad oldu ğuna ihtimal vermek mecburiyeti var ( Đmzasız, nr. 25, s. 14). Ermeniler, Harput adının, her ne kadar Ermenice KHARPERT’den geldi ğini iddia ederlerse de, ta kale manasına gelen bu isim, bir hususiyet ifade etmez. Çünkü bütün kaleler ta dandır. Ermenilerin hakimiyet zamanında bile Harput ismi Karpert olarak de ğil, KARPOTE olarak kullanıldı ğına göre, Ermeni iddiası, temessül ve temellük siyasetinin bir propaganda vesilesinden ibaret kalır. Harput’a bir aralık Süryaniler (Hıznade Zaid) adını verip, Ziyata Castellum’dan bozma olarak Araplar tarafından da (Hısn-ı Ziyad) adı verildi ği görülmektedir. Ancak Ziyad adında bir kumandanın Harput’u zaptetti ği veya burada Hükümet sürdü ğü bilinmedi ğine göre, (Hızn-ı Ziyad) adının bir benzetme olmak üzere, Ziyate Castellum’dan bozma oldu ğu üphesiz görülüyor. Ancak Arap co ğrafyacısı Aldımı ki, (Hızn-ı Ziyad) adının, yalnız kaleye verildi ğini, ehrin ise (Hartabirt) diye anıldı ğını yazmaktadır ki, bu kayıt da Hızn-ı Ziyad adının kaleye verilmi muvakkat bir ad oldu ğunu gösterir. Harput adının bazen (Harbüt), merkep heykeli manasına; bazen da (Hayrelbüyut) yani evlerin hayırlısı, manasına gelen kelimeler eklinde, yazıldı ğı ve bir ekilde anıldı ğı da görülmektedir. 12. Yüzyılda Harput’a gelip uzun bir kaside yazan Üsamabin-münkaz ise Harput’U, Harbet olarak zikretmekte, fakat Mûcemülbül dan adlı eserin müellifi, ismin esasen Ermenice (Hartabirt) olup (Ta)nın vezin zarureti ile nazımda dü ürülüp, Harpert yazıldı ğını ileri sürerek tenakuza dü mektedir. Çünkü Hartabirt Ermenice bir kelime de ğil, Harpert veya Karpert Ermenice bir kelimedir. Gerek Hartabirt ve gerekse Harpert daha eski adlara ve söyleni lere uyadı ğından, müellifin bu iddiası, bu sebeple mesnetsiz kalır. Harput isminin, Ermenice oldu ğu iddiasını, mahalli rivayetlere dayanan Evliya Çelebi dahi kabul etmemekte ve aksine i’lâllere dayanan iddialar yürütmektedir.

371

Eski yazmalarda dahi Harput isminin Ermeni telaffuzuna uygun olmadığı görülüyor. Hatta (Kaside-i Bür’e) ârihi me hur Ömer Naimi Efendinin (Manzûme-i Naima) ba lıklı manzumesinde de bu isim Harpert olarak de ğil, Herburut veya Harpurut olarak geçer: Kazâ-i Harburut oldu Vatan hem Olurdu mesnedim ki câh-ı fetvâ Bu konu üzerinde, önceleri de tarihçiler arasında tartı malar yapılmı ve Harput isminin Ermenice mürekkep bir isim olmadı ğı, eski milletlerden kalma basit bir isim oldu ğu sonucuna varılmı tır. 1312 tarihli bir salnamede öyle bir kayıt var: (Đcra olunan tetebbuatte, Harput lâfzının aslı, Harpert lafz-ı basitinden ibaret idigü, tebeyyün etmekte, ve binanaleyh Karpert lafz-ı mürekkebinden menkul idigüne ihtimal görülememektedir). Basılan eski paralarda da Harput, Karpert eklinde de ğil, eski ekillerine uygun olarak Harpert eklinde görülüyor: (Durebi Harbüt), (Durabi Harpert) ( Đmzasız, nr. 25, s. 14-15). Harput isminin Hurilerden veya Urartulardan kalma oldu ğunda tereddüd edilmemeli. Sondaki hecenin (Bert) veya (Pert) oldu ğu kabul edilse bile, bunun (Gert) gibi Huri ve Urartu dillerinden kalma kasaba ehir ve buna benzer bir mana ta ıdı ğı muhakkaktır. ayet Ermeniler tarafından kullanılan böyle bir kelime varsa, bu kelimenin de bu eski dillerden kalma oldu ğu üphe götürmez. Ermenilerin Harput ismi üzerinde oldu ğu gibi, di ğer bir çok yer adlarında da temessül ve temellük siyasetlerinin bir neticesi olarak komik iddialarına rastlanmaktadır. Meselâ ( ehsu) adını ( ıh-zo) ya, Karasenk)’i (Harasik) kelimesine çevirmek istedikleri görülmü tür. ( ıh) ile (Zo) nun bir araya gelmesi yani Ermeni o ğlu ile, Müslüman eyhin bir isim altında birle tirilmesi, yersiz oldu ğu gibi, Munzur suyu kenarında bulunan bir köye ( ıhzo) diye Ermenice bir ad verilmesi hiçbir haklı sebebe dayanmaz. Aslı ise “ ehsu”dur. (Karata ) manasına gelen ve bugün bile köyün hâkim mevkii, Karata mevkii olup, civarında da (Karasu) adında bir su bulunan, di ğer bir köye, gelin mânasına gelen Harasik denilmesi, hem yersiz hemde gülünçtür. Eğer benzetmek artsa (Harbüt) isminin Farsça oldu ğunu kabul etmek gerekir. çünki bir rivayete göre Harput’da altın ba lı bir merkep totemi yani (Put: Büt)ü olup, sonradan bu Putun, Gölcük köyündeki kilisiye kaçırılarak, orada saklandı ğı söylenir. Đ te bu merkep toteminden dolayı, ehrin Harbüt adını aldı ğı dahi, ileri sürülür. Bu benzetmeler ve rivayetler, bir tarafa bırakılırsa, yukarıda verilen açıklamaya göre, Harput adının Hurilerden veya ayni ırka mensup Urartulardan kalma bir ad oldu ğunun kabulü mecburiyeti vardır. Osmanlı Tarihi Kronolojisi’nde Harput adına ait izahat veriliyor (Sahife 508): Harput (Elâziz) Elâzık-Mamuratilaziz vilâyeti merkez kazasında nahiye. Bu vilâyete Mamuratilaziz ve kısaca Elâziz denilmesi, Sultanaziz zamanında te kil ve imâr edilmi olmasından dolayıdır. Harput kasabası bir zaman vilâyet merkezi oldu ğu için Harput Vilâyeti)’de denilmi tir. Eski ismi (Zaita); Arap menbaalarında (Hızn-ı Ziyad) ve (Khartebirete) ekillerine teadüf edilir.

372

Yukardaki incelemeden anla ıldı ğı üzere, anlamı henüz çözülmemi se de, bu ad, Turâni Milletlerin dilinden kalma bir addır ( Đmzasız, nr. 25, s. 15-16). 5. Mustafa Kökok (eyh Mustafa) diye anılıyor ama, eyhli ği yok. Ancak kendisini Đmam efendinin müridi sayıyor. Ona, hümetle yazdı ğı ko malardan da, din korkusu, günah kaygusu içinde oldu ğu a ikâr. air’in adı. Mustafa Kökok’dur. Babası Emin, annesi Elif…304 yılında Çemi gezek’in (Pulu) köyünde do ğmu , orada ya amaktadır. Eski harflerle okuma yazması var. Fakat devamlı bir tahsil görmemi . Hocalarının ismini birer birer saymakta. Bunlar; Di idili Hâfız Ali, aynı köylü Hâfız Mustafa, ve Muhittin hoca, Ayrıca Vah inli Mahmut efendiden de ders almı . 10-15 sene okuma yazma ö ğrendi ğini söylemekte ise de, bu müddet, tahsil müddeti de ğil, tahsil ça ğı olmalıdır. iire, “destan” diyor. Yazdıklarının ço ğunu istek üzerine yazmı ve Ankara da, Đstanbul da bulunan tanıdıklarına göndermi tir. Halk iir tekni ği zayıfsa da, air tabiatının sevkiyle, samimi söyleyi leri var. Müsvedde halinde, kâ ğıtlara yazdı ğı bir tomar iirini bize verdi; yazıp iade edelim, dedik. Đstemedi. “Sizin olsun, ben yine yazarım” dedi. Anla ıyor ki, iirlerini toplamak, yazdı ğını okumak hevesi yok. Ne yazmı sa isteyenlere vermi . Bunlar, somut (mü ahhas) iirleri olsa gerek. Özellikleri olmalıdır. Alâka gösteri imizden, hislendi hassas oldu ğu belli. Te ekkür edip ayrılırken, ya aran gözleriyle bizi u ğurladı. Ko malarından aldı ğımız örnekleri sunuyoruz (Mustafa Kökok, nr. 27, s. 30- 31): Alınca elime ben bu kalemi, Beybahlık edenler, razı olur mu? Yazsam u gördü ğüm derdi, elemi; Edenin yanına bunlar kalır mı? Bu nasıl kom uluk, bu nice deh et?!. Bu halkı, gün güne kaplamı vah et! Herkes birbirine ediyor nisbet! Nisbet sahipleri murâd alır mı?! Vakterip gafletten uyansa bir kul, Yaradan indinde olmaz mı makbul? Dosdo ğru kurulmu erkân ve usul, Yol, erkân bilmiyen, yola gelir mi? Aklımız da ğılmı , ba ımız bo tur. Bu nasıl davranı , bu nasıl i tir?! Gözünü aç o ğul! Deme, bu dü tür, Hiç göz yormuyana mihman güler mi? Bize hükmeden hep, hubb-i sivâdır; Onunla u ğra mak, bo bir havadır. Ancak onu yenen, olur bâhadır, Yenilen âh olsa, evket bulur mu?

373

Korkuyla, recayı, bırakma dilden. Sarıl o mesle ğe, candan gönülden. Biz, âciz bir kuluz, ne gelir elden?! Rahmetle açılan güller solar mı? Adımız Müslüman, yeriz harâmı!. Haramla ömrümüz bulmu , nizâmı Almaz mı bizlerden Hak intikamı? Kırılan kâseye zemzem dolar mı?! Biz ne yol biliriz, ne de bir usul, Ba ımız gaffette, iimiz füzûl. Namazımız bile olur mu kabul?! Niyâzı bilmiyen, namaz kılar mı?. Dil evini, tamir için cihanda; “Kenzilâyefna” var, her müslümanda “Hubb-isivü” çıksa gül açar canda; Sivâdan ayrlan, öksüz ölür mü? Dünkü gün biriyle ben, yola çıktım; Yollar tebdil olmu , her yana baktım. “Bu ne i tir” diye, aklımı takdım; Gonca gülmeyince bülbül çiler mi Her zaman, Mevlâyı bilmek gerekir. Arayıp, kalbinde bulmak, gerekir. Onunla e ğlenip kalmak gerekir. Ondan gayrısını gönül diler mi?. 6. Urartu Kralı Menua’ya Ait Kitabe Đlimizin ve Do ğu Anadolu’nun eski ahalisi olan Urartu’lara ait, Karakoçan civarındaki Ba ğın köyünde bulunan çivi yazılı kitabe Harput Müzesi Müdürü Bn. Ferhan Ek ve Avukat Fikret Memi oğlu tarafından Harput Müzesine getirilmi tir. Bu önemli kitabe, Urartu Kıralı MENUA’ya aittir. Menua, Đsadan önce, 815- 790 yılları arasında hüküm sürmü olup, zamanında, Urartu Devletinin hudutları do ğuda Urmiye gölünden ba lıyarak, batıda, Malatya civarında Fırat’a kadar uzanıyordu. Menua, Urartu’ların en öhretli kırallarından birisidir. Bu devletin hükümet merkezi, o zaman TU PA adını ta ıyan Van ehri idi. Urartu’lar, o devrin en medeni kavimlerinden idiler. Bilhassa madencilikte çok ileri gitmi lerdir. Urartular çivi yazısı dedi ğimiz yazıyı kullanırlardı. Bu yazı ile yazılmı , Do ğu Anadolu’da, Urartulara ait pek çok kaya kitabesi vardır. Urartular kayalarda, kale, su yolu, tapınak ve mezar gibi bir çok in aat da bırakmılardır. Elâzı ğ bölgesinde Urartu kırallarına ait üç kaya kitabesi vardır. ve bir de, yukarıda bahsedilen ta kitabe mevcuttur. Bu kitabelerden birisi Palu kalesinde olup, yine kral Menua’ya aittir. Đkincisi Đzolu’da Habibu ağı köyü yakınında ve Fıat kenarındadır. Kral SARDUR’a aittir. Üçüncüsü ise, Mazgirt Kalesinde olup kral RUSA’ya aittir. Ba ğın’dan Harput müzesine getirilen kitabede, Kral Menua’nın bu mıntıkaya TĐTĐA adlı bir vali tayin etti ğinden bahsediliyor. Buna göre, kitabeye yazılı metin,

374

Menua’nın, bir fermanı demektir. Bu ferman birbirinden az-çok farklı iki metin halinde ta ın arka ve ön yüklerine çivi yazısı ile yazılmı tır. Kitabe daha evvel bir çok âlimler tarafından tetkik edilmi , yeni dillere tercüme edilmi tir. Türkçe tercümesini de a ağıya koyuyoruz: KĐTABEN ĐN ÖN YÜZÜ “Tanrı Haldi’nin kudreti sayesinde, Đ puinio ğlu Menua, efendimiz Tanrı Haldi’ye, bu ta ı nezret. ” “Ben Tanrı Haldi’nin büyüklü ğü sayesinde, kudretli kral, büyük kral, Biai memleketleri Kralı, TU PA ehrinin hâkime Đ PU ĐNĐ o ğlu MENUA’yım. “MENUA konu uyor: T ĐTĐA’yı, buraya vali olarak tayin ettim. “Tanrı Haldi’nin kudreti sayesinde, Đ PU ĐNĐ o ğlu MENUA, efendimiz tanrı Hadliye bu ta ı nezretti. KĐTABEN ĐN ARKA YÜZÜ “Ben Tanrı HALD Đ’N ĐN büyüklü ğü sayesinde, kudretli kral BĐAĐ memleketleri kralı, TU PA ehrinin hâkimi, Đ OU ĐNĐ o ğlu MENUA’yım. “MENUA konu uyor: T ĐTĐ’yı buraya vali olarak tayin ettim. “Menua konu uyor: Kim bu kitabeyi yok ederse, kim buna zarar verirse, kim bunun gibi bir ey yaparsa, bir ba ka kimse: “Bu i leri ben yaptım” derse, Tanrı Haldi tarafından, Fırtına Tanrısı, Güne Tanrısı ve di ğer tanrılar tarafından yok edilsin. Gün ı ığından mahrum kalsın. ARH Đ ve ĐNĐAN Đ’si ve hayatı yok olsun ve yoklu ğa gitsin.” (Nurettin Ardıço ğlu, nr. 29, s. 6). 7. Evliya Çelebi Aramızda Gö ğsünde üç madalyasıyla, bastonuna dayanarak, caddelerde gezen siyah elbiseli, melon apkalı yi ğit bir adam…Bu bir gâzidir, bu bir mâzidir. Bu gördü ğünüz, Keklik Emine’nin â ıkı, Kemal Atatürk’ün sâdıkı, iir tahtının lâyıkı olan, bir yayla göçmeni, bir Anadolu gezginidir. Edebiyat tarihimize adı geçen bu ihtiyar çınar, adıyla sanıyla “Tablibi Co kun”dur. Bir halk ozanı, bir halk ermi idir. Ona, Evliya Çelebi denilmesinin sebebi, rüyasında ondan destur almasından dolayı. Atatürk’ün ölümünden sonra, bahtsız dünyada, ahtsız kalaca ğını sanarak, intihar edece ği odada, nurlu yüzü, sihirli sözüyle kar ısına çıkıp, ahret yolculu ğundan geri çeviren Evliya Çelebi oldu ğu için, ondan destur, ondan huzur almı . Onun gibi 7 iklim, 4 buca ğı gezip dola an air, bugün ilimizde, bu gün aramızda bulunuyor. Kendisine yine kendisinin mısralarıyla seslenelim: Elaziz iline sefa geldin sen: Sel gibi ça ğlayan ey içli air1 Fırat’ın Bendinden ilham aldın sen; Deryalar misali ey güçlü air! Đlimize geli i, Keban Barajının temel atma günlerine rastlıyor. Bu çok u ğurlu bir rastlayı . Kalkınma destanı, onun dilinde, gür pınarlar gibi ça ğlıyacak. Ama, ne kötü tesadüf. En ünlü devlet büyüklerinin, en de ğerli Üniversite profesörlerinin, madalya ve tavsiyelerle kendisini takdim etmelerine ra ğmen, Milli E ğitim Müdürlü ğünde ilgi görmemi !. . Bir muavin arkada tarafından da azarlanmı olmakdan üzgün. Öğretmenler lokalinde, onu ilgi ile kar ılamamı lardır. Bu gezgin ozanı, üzgün ve bezgin bunlar i te…Ba tan aya ğa kadar, yaralı bir aslan oldu ğunu ne bilsinler!?.

375

Halbuki Talibi Co kun, kalbinden yaralı, aya ğından bereli. Keklik Emine, onu vurmu ; kara tren, çarpıp aya ğını kırmı !. Bunlar uzun macera, ne anlatmakla biter, ne dinlemekle… Ancak bir film konusudur. “Rüzgâr geçti” filmine benzer. Uzun ve hazin bir konu. 40’a yakın kitabı var. Bunları, kendisi bastırmı de ğil, fakirin kâ ğıda, matbaaya verecek parası nerde?. Yarası çok olan, parası az olur. o da, yeyimine giyimine yeter ancak. Âık Co kun da öyledir. Kitaplarını, edebiyatçılar ve fakülteler bastırmı . “Külliyat” halinde de bastırılması isteniyormu . Bu iste ğin yerine getirilmesi, edebiyatımız için ne büyük kazanç olacak? Gerek halk iirinin özü, gerekse Anadolu Türkçesinin, sözü ve sazı bakımından… (Fikret Memi oğlu, nr. 29, s. 22). Tâlibi Co kun’un nüfusda adı, Hacı Bekta dır. Sivasın arkı laya ba ğlı “Tonos” köyündendir. Ünlü air Ruhsati’nin soyundan Mustafa o ğlu, Meryemden do ğma, 316 do ğumlu olan Talibi, Keklik Emine kalbine girdikten sonra air olmu . Sevgilisinin adı keklik amma, vuran o vurulan kendisi!. Gönülden yaralandık dan, sonra dilinden dökülen ilk damlalar öyle: Yüce da ğ ba ında pınar gözüsün, Güzeller ba ısın, yayla kızısın. Sürüden seçilmi emlik kuzusun Belki seni, bana yazmı Yaradan. Kızlarla gidersin toya, dü ğüne, Gerdanın avkısı dü er o ğüne. Bilmem bu hasretin acap sonu ne? Belki seni, bana yazmı yaradan. Keklik Emine, zengin kızı. Ömer A ğa, onu, bu fakire verir mi? Vermek öyle dursun, köyüne bile yakla tırmıyor. Bütün bu tedbire ra ğmen, âık uzakta eli kolu ba ğlı iken, Emine’yi kaçırırlar. Ara ki bulasın. Da ğlara, yaylalara kaçanı, kaçırılanı, bulmak ne mümkün? Eri se bunlara, Devlet eli eri ir? Ömer a ğa; kızını kaçırdı ğı için zırıl Yusufdan, altınlarını a ırdı ğı için, de kızı Emine’den ek vac… Kaymakama, Savcıya pullu dilekçeler vermi . Talibinin arkasına takılan jandarma müfrezeleriyle, Yusufu ve Emine’yi bulmak için da ğlarda kol geziliyor. Co kun a ık, yayladan yaylaya rüzgârlara sesleniyor i te: Nazlı yarı kaçırmı lar, Đzlerini süren var mı? Yolculardan haber sorun Yazılarda gören var mı?. Jandarmalar tüfek takın! Yollara dikkatli bakın!. Da ğları ate e yakın! Gonca gülü deren var mı? Gayret edin müfrezeler! Eminem nerde gezeler? Dü manlar, beni cezalar, Bana kuvvet veren var mı? Tâlibi der: noluyorum? Güller gibi soluyorum!.

376

Aha ben de ölüyorum, Kefenimi saran var mı?!. Talibi’nin rüzgârlara sesleni i, biraz da da ğdan da ğı soran jandarmaların iste ğiyle. “-Haydi koca a ık, belki senin sesleni in, onu bizim yolumuza getirir. Birkaç beyit söyle de yorgunlu ğumuzu unutalım. ” (Fikret Memi oğlu, nr. 29, s. 22-23). Emine’nin bir bey, bir a ğa o ğluyla de ğil, bir çobanla kaçtı ğını söylüyorlar. Talibi, buna ihtimal vermiyor. Onun kaçı ı, bir sebebe göredir. Kaçtı ğı çoban da olsa kaçırtan ba kasıdır. Çünkü Emine, çobana gönül vermez, çoban yanında durmaz, O, konaklara layıktır. Bunu diyen, Eminenin a ıkı, ama gerçekden, yürekden a ıkı olan Talibidir. Gerçek a ıklık, kendisini tutuyanı, tutmak de ğil mi? Talibi da ğda konu uluyor, güzel olan biraz da, ahmak olur. Boynu bükük Talibi Co kunda i te öyle. Ne desin? Bir yandan, bu konu ulanlara cevap veriyor; bir yandan da, gö ğsünü sert rüzgarlara gererek, yaslanıp gidiyor, seslenip gidiyor (Fikret Memi oğlu, nr. 29, s. 23-24): EM ĐNEM, EM ĐNEM!.. Ceran oldun, yadellerde gezersin, Gayri dile dü kün, seslen Eminem! Sarpa dü tün bir avcıya tezersin, Çimenli da ğlarda, puslan Eminem!. Çi ğdemli’den a tım, Poyraz saza ğı, Daramı zülfünü turna toza ğı, Dü manlasr yoluna kurmu tuza ğı, Yalçın kayalara yaslan Eminem!. aırdım Eminem, aırdım yolu! Bir kara Çingene koklattın gülü!. . Evvel be ğenmezken kayna ğı, balı Arpa ekme ğiyle beslen Eminem!. Eminemi, yanıltmı lar bazılar; Nasıl aldatmı lar küplü cazılar?! Bana haber verin da ğlar, yazılar!. Gayrı deli olma uslan Eminem!. Kör Osmanın evi a ğıl kö esi, Ne mangalı olur, ne de ma ası?. Kermenin üstünde kirli iesi, Đsli duvarlarda islen Eminem!. Oca ğın üstünde kırık tencere, Bulgur bulamaz ki kata pancara; Karanlık kö ede yıkık pencere, Ağıl kö esine köslen Eminem!. Güzelsin, kadrini bilmedin ahmak!. Yüzbin lira de ğer sana bir bakmak. Ak gö ğsün üstüne, çil altun takmak; Türlü ziynet ise süslen Eminem!.

377

Emine gibi bir güzel yo ğidi, Aldatmı cazılar, vermi ö ğüdü!. Yine bulamadım baba yi ğidi, Tilkiye yenilmez aslan Eminem!. Babası yalvarır yüzüne bakmaz Arkasın döner de aya ğa kalkmaz Bu senin etti ğin mah erde çıkmaz Ulu Mahkemede uslan Eminem! Tâlibi Co kun der: Bu sözüm yeter; Elmanın eyisin, ayılar yutar. Unutmam ben bunu mah ere kadar imdi bu dünyada seslen Eminem!. . “Dü manımın dü manı, benim dostumdur” derler. Emine’nin babası Ömer Ağanın dü manı, kızını kaçıran adam. Onun dü manı da kaçırdı ğı Emine’nin a ıkı, Talibi Co kun. O halde Ömer A ğa ile Talibi’nin dost olması lazım. Gerçekten de öyle oldu. Ömer A ğa, Talibi’ye gelerek: “ke ke sana verseydim de bu i ler ba ıma gelmeseydi. Kader böyle imi demek! imdi, sen a kını, ben paramı ortaya koyalım; arayıp bu kızı bulalım. Kaçan da kaçıran da, kanuna çarpılıp, cezasını bulsun”. Bu sözleri söylüyen, dedi ğini yaptı da. Nihayet, baba bir yandan, aık bir yandan, jandarma öbür yandan, elbirlik edip, Emine ile Yusufu yakaladılar ve Adalete teslim ettiler. Kafile, da ğdan Mahkemeye indi. ahitler arasında, aık Co kun da var. Hem ahit, hem dâvacı… Emine, babasının altınını, Talibi’nin de göynünu çalmı ; Đkisini de pe i sıra da ğlara salmı ! Bunlar dâvacı olmasın da, kim dâvacı olsun Emine’den?!. Talibi Co kun, gece gündüz bu dâvanın pe inde. Hep Emine’nin dâvasını görüyor o: Bu gece yatarken gaflet halinde, Yine Emine’nin dü ünü gördüm. Çayıra oturmu , mendil elinde, Ağlamı , gözünün ya ını gördüm! Sabah oldu hep yürüdük Kaza’ya, Bizi celbettiler A ğır Ceza’ya; Hepimiz bir olduk durduk hizaya, Sa ğdan, Emine’nin ka ını gördüm. Üçü birden içeriye girdiler, Huzuru Hakime kar ı, durdular; Alelusul ifadeyi verdiler. Uzattı boynunu, ba ını gördüm. Emine bilmez engini, yüceyi, Beraber getirmi o bir kocayı; Müba ir yüzünden aldı peçeyi, Al duda ğın, inci di ini gördüm.

378

Đpek gibi, elde ele, üzülmü , Mercan gibi, koldan kola düzülmü . Yadel de ğmi dü ğmeleri çözülmü , Ne kadar da beyaz! dö ünü gördüm Talibi der: ifademiz kurtuldu, Bu gün yarı gördüm, yürek yırtıldı. Üçü bir çıktılar kapu örtüldü, Sonraki bakmada pe in gördüm. Mahkeme uzun sürer. Kılı kırk yaracak… Emine ile Talibi, çok gidip geldiler. Bu gidip geli lerden, Emine üzgün, Talibi memnun… Emine, yüz vermiyor amma; O, Emine’nin yüzünü görüyor ya, yeter ona… Co kun a ıkın kar ısında, bir gün ma uk Emine de dile gelir. Gül mü, bülbül mü? Artık onu, gören ve dinliyen bilsin. Aldı Emine, bakalım ne dedi (Fikret Memi oğlu, nr. 29, s. 24-25): Sana acıyorum, Talibi Co kun! Daha bu sevdadan yılmaz mısın sen?. Beyhude pe ime dü ersin akın, Bu sevdanın yolun bilmez misin sen? Benim a kım, senden ezel uyurdu, Senin a kın, her tarafa duyurdu, u dü manlar beni senden ayırdı, Ahrette arayıp bulmaz mısın sen?. Biz zalime, ben saçımı kestirdim; Yanlı yere, mühürümü bastırdım! Affet, bu dünyada seni küstürdüm, Yarın mah ere de gelmez misin sen?. Ben bilirim, sen murada ermedin; Benim ile hiçbir alıp vermedin. Dünya Hâkiminden vefa görmedin, Huzurullahda dâva çalmaz mısın sen?. Emine der: Ölsem beni yusalar, Talibi’nin sevgilisi deseler. Cenazemi musallaya kısalar Gelip, namazımı kılmaz mısın sen? Dertli sölegen olur. Hele a ık, hele air olursa. imdi sıra Talibi de. Bakalım, o ne cevap verecek? Yine Mahkemede bir dâva açsam, Do ğru bir ifade veremez misin?. Huzuru hâkimde bir yemin içsem, Sen bu hakikate eremez misin?. Ölenedek, bu dâvamız çalmasın; Yemin edek, ifademiz alınsın.

379

Sen vebalde kalma taze gelinsin, Dünyada hakkını aramaz mısın?. Koyun oldun, bir köpe ğe sa ğıldın; Aslan oldun, bir kediye bo ğuldun. Do ğru ifade ver, niçin yanıldın? Eski ikrarında duramaz mısın?! u Keklik Emine arar e ini, Zırıl Yusuf, bırakmıyor pe ini. Eller için sürmelemi ka ını, Bana da bir zülüf taramaz mısın?. Bahçedeki fidanları kırdındın, Türlü meyvaları ele yedirdin. Tomurcuk güllerin gayrıya verdin, Bana da bir çiçek veremez misin? Emine! sen beni ate e yaktın, Kalbimin evini himinden yıktın! Akın zincirini, boynuna takdın, Bunu mah eredek kıramaz mısın?. Keklik Eminenin, mahkemesi, uzun sürdü. Hâkimler, aık Co kun’a çok acıyor, Emine’yi, ona vermek istiyorlardı. Ama bu i in, gönül rızasıyla olması lazımdı. Fakat Emine, bir türlü kazaya rıza göstermedi, inadı, murat bildi… Aık Co kun, Erzincan’a gidiyordu. Yıl 945, aylardan bir gün. Bir tren kazası oldu. Zavallı a ıkın, ba ğrı yanık oldu ğu yetmiyormu gibi, aya ğı da ezilip kırıldı. Dert üstüne dert, acı üstüne acı, bütün bunlar onun kader pacı!.. (Fikret Memi oğlu, nr. 29, s. 25-26). Ne yapsın, Aık Co kun yine derdini, kendi kendine payla ıyor: 1 Bilemedim bilemedim, Çok a ğladım gülemedim! Yalan imi yalan dünya, Muradımı alamadım. 2 Bir anadan olmuyaydım, Bu günleri görmüyeydim! Zulumettin, kahpe felek!. u dünyaya gelmiyeydim. 3 Güzün ba ğlar sökülüyor, Gazel, yaprak dökülüyor. Katlan, deli gönül katlan! Ba a gelen çekiliyor. 4 Bülbül gider, ba ğlar kalır; Duman gider, da ğlar kalır.

380

Ben gibi kanadı kırıklar, Yol üstünde a ğlar kalır. 5 Da ğlar koyaksız olur mu?. Güller boyaksız olur mu? Kesme vurdun, kahpe felek! Adam ayaksız olur mu? 6 Bu yara felek yarası, Dayan, yi ğitlik sırası! Bu dünya bir yazar bozar, Akından çoktur karası. Talibi Co kun, aya ğı kırılmadan, ağır sıklet bir pehlivandı. Sivas’da bir çok yarı malara girdi. Felek, onu, elden ayakdan dü ürünce, pehlivanlık da elinden gitti. Nesi kaldı ki Talibi’nin?!. Hak vergisi iir söylemesi var sâde… Bu madde dünyasında, onu kim mânalandıracak? Öyle demeyin; sen, ben kadir bilmeyiz amma, kadir bilen bulunur. Ankaraya varan a ık Co kun, Dil, Tarih-Co ğrafya Fakültesine uğradı. Onu dinlediler, onu anladılar iirlerini yazılar, topladılar, hatta bastırdılar bile… Basılmı bir çok eserleri var. Belki kırk, belki kırkdan da fazla. Hatırında kalanlardan, bir düznesinin adları unlar: TAL ĐBĐNĐN ESERLER Đ: 1. Vefasız Keklik Emine, Talihsiz Talibi Co kun, 2. Seheryeli gibi, 3. Zelzele ve seylap hatırası, 4. Çukurova sesleniyor, 5. Trakya zaferi, 6. Ankara destanı, 7. Đnkılâp sesi, 8. Erciyas yaylası, 9. Tonusluo ğlu, 10. Dola tı dünyayı aldı diline, 11. Talibiden seçilmi parçalar, 12. Talibinin, hicivleri Behçet Kemal Ça ğlar’da, Talibi’yi tanıyor. “Ankarada A ık Ömer”, halk airlerini, kalem airlerine de ğimez. Ama nedense, suları bir araya gitmemi . Hatta ona bir, ta laması da var Talibinin (Fikret Memi oğlu, nr. 29, s. 27): 1 Ne airsin, Behçet Kemal? Elinde bir sazın yoktur! Gel beraber bölü elim, Meydanda bir kozun yoktur!. 2 Nedir bunca talavızın? Serçedendir klavızın! Sen ebemin pilavısın, Han taldın tuzun yoktur. 3 Sen bir eme yarıyamani Bir muamma arıyaman. Bu yollarda yürüyemen, Ağır basan dizin yoktur. 4 Devre dönen bir tekersin,

381

Đnsan aldatır, ekersin!.

Evli de ğilsin, bekarsın; Oğlun yoktur, kızın yoktur. eytanın var eddatın var, Onurlusun hiddetin var. Zemheriden iddetin var, Amma karın, buzun yoktur. Talibi’nin asıl dâvası, ekvası, undan bundan de ğil; o, asıl, felekden ikayetçi, fele ğe tutkundur. Atatürk’ten sonra, onun kim kadrini bilecek. O sa ğken kendide da ğ gibiydi. Kadri biliniyordu, itibarı vardı. Köyüne döndü ğü zaman para pul sahibi, kurban kul sahibi, muteber bir insandı. Ama Atatürk öldü, her i yarıda kaldı. imdi, gönül avutmak, talih uyutmak için, gezip dola ıyor. Tebdili mekânda ferahlık vardır. “Seyahat Ya Resulallah!” diyerek gezen, Talibi Co kun, her vardı ğı yerde, kahpe fele ği yermekden, vazgeçmiyor. Ne kadar da do ğru söylüyor Talibi Co kun?. . Yine biz susalım da, o konu sun: Ben söylerim hakikati, Sözlerimde yalan olmaz. Bu dünyada bir derdim var, Buna çare bulan olmaz!. Güne gibi ahsım olsa, Devlet gibi tahtım olsa, Gazi gibi bahtım olsa, Yine bana gelen olmaz! Güller açsam ba ğlar gibi, Gazel döksem, ça ğlar gibi. Altın olsam da ğlar gibi, Kıymetimi bilen olmaz!. Hazne dolu akçam olsa, Türlü kuma bohçam olsa, Yalan dünya, bohçam olsa, Benden bir gül alan olmaz!. Ben nedeyim dünyasını?!. Bana çakdı i ğnesini! u kalbimin aynasını, Parıldatıp, silen olmaz! Ku olsam, gezsem havayı, Arayıp bulsam yuvayı, Dünyada kuru dâvayı, Benim gibi çalan olmaz!. Elin bahtı, yolu bilir, Benim bahtım, geri kalır.

382

Kurtlar, ku lar murad alır, Benden geri kalan olmaz!. Talibi der ki; n’olurum? Mekânı nerde bulurum? Korkarım, garip ölürüm, Namazımı kılan olmaz!. . Bu kadar i ten sonra, gün geçti devran döndü, Talibi yine bekar; Güzel Emine de dul kaldı. Ama yine güzel, yine sevimli… Fırsat bu fırsat diye, evlenir sanarak, Emine’yi Talibi’ye teklif ettiler. Bu defada Talibi olmaz, artık olmaz diyor. Çok naz aık usandırır çünkü… “Evvel gerekti o tımar; öldü kırat kaldı semer” Talibi bu teklife son cevabını verdi Kar ı da ğlar yayla de ğil yurt de ğil Ağaçları meyve de ğil dut de ğil Benim gibi yar sözüne mert de ğil Güvenilmez bahtı kara dutlara!.. (Fikret Memi oğlu, nr. 29, s. 27-28). 8. Türkülerin Dili Türkçede, Türk toplumunda türkülerin ayrı bir yeri, ayrı bir dili vardır. Yüzyılların ötesinden kopup gelen Türkülerimizde geçmi imizi görür, soyumuzun eğilimlerini anlarız. Temalar bir ba ka olur, halk türkülerimizde. Kahramanlıktan yana, aktan yana, sevgiliden yana türküler dizi dizi dökülür gönlümüzün önüne. Çok kez Anadolu yaylasının buram buram kokan özlemini duyarız bu türkülerde. Edirne’den, Estergon’dan, Kars’tan, Uzunyayla’dan tatlı tatlı sesler gelir kula ğımıza ve bu türkülerde buluruz kendimizi. Do ğunun karakteristi ği ba kadır. Türküleri de o biçim ba kadır. Alafranganın yanında, içe dönük, yanık türküler burkar yüre ğimizi. Hepsinde bir yınıklık, bir güzellik kokar. Gömüldükçe gömülürüz içimize. Özlemi olanlar, dertli olanlar, türkülerde avutmak isterler kendilerini, türküler tatlı olur, türküler yolda olur bu çe it dü ünenlere. Türkçemizin temiz havası iyiden iyiye yerle mi tir türkülerimize. Kapalı yanları, anla ılmayan yönleri yoktur bunların. Ozanlar konu tukları gibi seslenmi konu tukları gibi duygularını terennüm etmi lerdir. alt bir dü ünceleri yoktur sözlerinin. Ama bugün biz bunları de ğitiriyor, bir ba ka anlamda söylemek istiyoruz. Türkülerde, arka dü üncelerimizi yansıtma ğa çalı ıyoruz. Bir toplumsal hastalı ğın mikropları bizi ister istemez hastalı ğın akı ına do ğru kaydırıyor. Toplumu bölmek, çatı maları körüklemek için güzelim türkülerimizin eklini de ğitiriyor, okunu unu bozuyoruz. Đlle de öyle olsun istiyoruz. Ata arma ğanı türkülerimiz, orijinalliklerini yitiriyor, bir ba ka anlamda kar ımıza çıkarılmak isteniliyorlar. Ki isel çıkarlar, art dü ünceler önünde anlamını yitiren türkülerimiz, tarihsel de ğerlerini de yitiriyorlar böylece. Đlimizin bir büyük aile parkı vardır. Bu parkı izleyenler, orada ses sanatkârları tarafından hangi türkülerin söylendi ğini, hangilerinin alkı tuttuklarını iyi bilirler. Bizi parçalamak isteyen, bizden olmayan arka dü ünceler, gizli emeller, mikrofon ba ında okunan türkülerde istedikleri zehiri güzelce kusabilmektedirler. Ama ses sanatkârı bunun ayrıntısında de ğildir. O okudu ğu türkünün tutup tutmadı ğına bakar.

383

Alkı tutanların sayısını görmek ister. Türkçeden gayri kelimeler de sere serpe dökülür ortaya. Anadolu’da, Türklerin ya adı ğı bir ülkede, bilinsin veya bilinmesin, ayrıntısına varılsın veya varılmasın bu denli davranı ların Türklü ğe zarar getirece ğini açıkça söyleyebiliriz. Bugüne kadar gazete, dergi ve kitaplarda ekilen kötü tohumlar yeti miyormu gibi, imdi de türkülerle bu ayrıcalık yapılma ğa çalı ılıyor. Đyi bir davranı de ğildir bu. Yasaların koruna ğı, güvencesi altında bunları yapmak, do ğrudan do ğruya ulusal yapımıza, ulusal bütünlü ğümüze kastetmektedir. Bize, bunlarda bir kasıt vardır gibi geliyor. Yoksa, imdiye kadar söylenmeyen, iitilmeyen bu türkülerin, koca ehri rahatsız edercesine söylenilme ğe çalı ılmasının sebebi nedir? Umarız ki i in iç yüzü böyle olmasın. Türklük gururu ve heyecanı üstün gelerek bu denli davranı lar hemen bırakılsın ( ükrü Kaçar, nr. 30, s. 32). 9. 34. Dil Bayramı 26 Eylül 1932’de Atatürk, Birinci Türk Dil Kurultayı’nı toplamı tı. Bu kurultay da her yıl 26 Eylül’ün Dil Bayramı olarak kutlanmasına karar verilmi ti. Atatürk daha 1930’da demi ti ki: (Millî has ile dil arasındaki ba ğ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin inki afında ba lıca müessesidir. Türk Dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki dil uurla i lensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduru ğundan kurtarmalıdır). Bu sözler, dil devrimimizin ana çizgilerini vermektedir. Buna göre amaç udur: yüz yıllardan beri yabancı dillerin baskısı altında kısırla mı olan Türkçeyi egemenli ğine kavu turmak, geli tirmek, bilim, teknik, sanat kavramlarını karılayacak yolda zenginle tirmek ( Đmzasız, nr. 31, s. 29). Amaca varmak için otuz dört yıl içinde büyük adımlar atılmı tır. Dil devriminden önce yazı dilimizde ancak üçte bir oranında Türkçe varken bugün bu oran üçte ikiyi a mı tır. Bu u ğurda çalı anlara yol göstermek ve kolaylık sa ğlamak için yalnız Dil Kurumunca basılıp yayımlanan eserlerin sayısı 250’yi bulmu tur. Dil Kurumu dı ında pek çok ülküde ler, bilim ve sanat adamları, yazarlar. da yüzlerce, binlerce kitap, hikâye, iir ve günlük yazılarıyla devrimi kökle tirmi , yaymı lardır. Dil devrimi, toplumumuzun özlemle bekledi ği, büyük sevgi ile kar ıladı ğı bir olay ve öteki devrimlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Đçinde bulundu ğumuz ko ullar bizi dil devrimini gerçekle tirmeye zorlamı tır. Dil devrimine kar ı direnmeler, ço ğu zaman, yenili ğe kolay alı amayanlardan gelmektedir. Bu ola ğan bir eydir. Ama dili özle tirmenin yanlı bir tutum oldu ğunu ileri sürenler haksızdırlar. Dil devriminin yurtta ları ve baba ile evlâdı anla amaz hale getirdi ğini söyleyenler vardır. Onlara soralım: babalarımızın kullandı ğı “mütekarrib-ül-hulûl olan iyd-i said-i fıtır”, ya da “dessame-i zû selâset-ü-erafe” biçimindeki dil mi yurtta ların ve baba ile o ğlun birbirini anlamasına yardım ediyordu? Bizi birbirimizle anla amaz hale getiren özümseyemedi ğimiz yabancı sözcüklerdir. Türk toplumunun en güzel anla ma aracı Türkçe sözcüklerdir. Dilimizi Arapça, Farsça sözcüklerden temizlemek için otuz dört yıldan beri harcanan çabalar bizi ba arıya ula tırmı tır. imdi bütün gücümüzle ikinci tehlikenin üzerine yüklenmek zorundayız: Batı dillerinden Türkçeye girmekte olan sözcüklerin sayısı günden güne artmaktadır. Bunların yazı dilimizdeki oranı 34 yıl önce yüzde üç

384 iken bugün yüzde on be e yükselmi tir. Biz Türkçede hiçbir Batılı sözcük kalmayacaktır demiyoruz. Nitekim Arapça ve Farsça sözcüklerden kimisinin de Türkçesini imdilik aramayı gerekli görmüyoruz. Ancak, kullanılmalarında zorluluk bulunmayan ve Türkçe kar ılıkları kolayca bulunabilen yüzlerce belki binlerce Batılı sözcük, ya ilgisizli ğimizden, ya gösteri için, ya da yabancı sözcü ğü Türkçeden üstün görmek gibi yersiz bir duygunun etkisiyle dilimizde kullanılmaktadır. “Dilimiz yetersizdir, onu yabancı sözcüklerle zenginle tirmeliyiz, arıtıcılık yanlı tır” diyenlerin de dil devrimcilerini iyi anlamaları gerektir. Hiçbir dil yüzde yüz arı olamaz. Ama bu, “Arı dile do ğru giden yol kapalıdır” demek de ğildir. yetersiz olan dilimizi yabancı sözcüklerle doldurmadan önce, olanaklarından yararlanarak üretece ğimiz sözcüklerle zenginle tirmek bizim için hem bilimsel ödevdir, hem yurtta lık ödevi. Özet olarak, dil devrimi bilimsel ve ulusal bir zorunlulu ğun sonucudur. Bunun için tutunmu tur ve o kadar hızlanmı tır ki önüne geçmek hiç kimsenin elinde de ğildir ( Đmzasız, nr. 31, s. 29-30). 10. Türk Dilinin Korunması Sovyet hâkimiyetinin ilk devirlerinde komünistlerin ark kültür siyasetinde sözcüleri ve “Yeni ark” dergisinin müdürü olan Pavloviç 1920 de Komüntern’in Đkinci Kongresi sırasında yazıp teksir etti ği ve bir nüshası Turar Ryskolov’un eline geçen raporunda arkta çalı acak komünistlere yol göstererek. ”Komünistler, arkta burjuva kültürünün ya amasına yardım edecek bir muvazaada bulunamazlar” dedikten sonra Đslâm milletlerinin dillerinde istikrar olmamasını ve mezhep farklarını bahis konusu etmi ve bu milletleri dillerinde hâkim arkayizmle mücadeleyi ve lisanı halka yakla tırma hareketlerini ele geçirmek için, çalı mayı ve temelleri çürük saydı ğı bu dillerde istikrarsızlık yaratmayı, mezhep ihtilaflarını körükleyip bunu arkta mevcut olmayan sınıf mücadelesi yerine geçirmeyi tavsiye etmi ti. Bu yazı komünistlerin Rusya’ya kom u olan arktaki milletlerine kar ı kat’iyen samimi olmadıklarını pek vazih olarak göstermi ti. Bu yazıda dil meselesine dair ortaya atılan fikirleri Prof. E. Polinanov 1927 de “ Đnkılâpçı ark” (Revolutsiyonnyy Vostok) dergisinde “Sovyetler Birli ğine dahil milletlerin yazı dilleri ve inkılâp” unvaniyle ne retti ği yön gösterici makalesinde ve di ğer yazılarında geni çe izah etti. Oi imlâ, grafik ıslahının siyasî gayeler için asıl istifade edilece ğini ve ayrı edebî dillerin nasıl yaradılaca ğını, Arapça ve Farsçayı atınca yerine hemen Rusça ıstılâhların nasıl getirilece ğini, fakat bu i lerin “Russitsizm” tesmiye etti ği tarzda, yani göze çarpan bir Rusla tırıcılık gayreti eklinde yapılmayıp, fikrin bu ayrı dillerde konu an kavimlerin aydın mümessilleri eliyle i letilmesini ve komünist üniversitelerinde “ana dilleri seksiyonları” vücuda getirerek bunlarda bir taraftan bu dillere kar ı feragat gösterisinde bulunmayı, fakat bunlar vasıtasiyle yapılacak Rusla tırmanın edebî dilleri “Garpla tırma” (yani Rusla tırmanın) kaçınılmaz bir zaruret oldu ğuna dair “grafik ıslahat”ta “fonetik imlâ”nın esas edilmesi gerekti ğine kandırma usûlünün tatbikinin art oldu ğunu ileri sürdü. Polivanov’un nazariyetleri riyakâr “hüsnüteveccüh”le arklı talebeye tekin edildi. Moskova’da tahsilde bulunan Türkiyeli talebeden bu fikirleri temelli olarak benimseyen birisi Ahmed Cevad Emre idi. o, 1928 de Đstanbul’da yayınladı ğı “Muhtaç oldu ğumuz Lisan Đnkılâbı” unvanlı kitabında o sene kabul edilecek olan yeni Türk alfabesinin tatbikinde Polivanov’un edebî dillerin telâffuz “fonetik imlâ” esasında kurulması gerekti ğini, “lisanın

385 mütemadi tebeddülü” nazariyesini benimsemi oldu ğundan bu fikri ark edebiyatından misaller getirerek dilde istikrarsızlı ğın tabiîli ğini gayet mâsum bir fikirmi gibi aydınlattı (Zeki Velidi Togan, nr. 32, s. 5). Bundan sonraki “tekâmül”, Rusya’da Türk dillerine Lâtince yerine Rusça Siril harfleri tatbiki dolayısıyla bu dillerin “ruhen” Rus diline yakınla tırılması zaruretinden bahseden yazılarda görüldü. Bunda Türk dillerinin bünye, syntax bakımından “yava ça Garbla tırılmaları”, keza “Q” ve “ng” gibi. Slavca’da bulunmıyan sadâların, onlara yeni Siril alfabesinde yer vermemek suretiyle tedricen bertaraf Rusça vasıtasıyla Türk lehçelerine geçen Garblı kelimelerin Rus diline uygun ekilde “G” ile yazılması (meselâ Holanda, Hegel, Hitler, yerine Gollanda, Gegel, Gitler), Türkçeye geçen Rusça kelimelerin Rus imlâsı ile yazılması ileri sürüldü. Devrik cümle “Türk dillerinde, Garbe aykırı olmakla yok olmaya mahkûm olan gayritabiî hal” olarak telkin olundu. Kazakistanda ve Azerbaycanda Türkler bu siyasetle ciddî ve uurlu olarak mücadele ettiler. 1963 te Frankfurt’ta toplanan milletler arası Petrol Kongresine Rus delegeleriyle bir çok Türk mühendisi de gelmi ti. Bunlardan birine bir Türkiyeli talebe (Anlıyormusunuz) diyerek “Cumhuriyet” gazetesini sundu ğunda Azerbaycanlı mühendis gazeteyi evirmi çevirmi ve nihayet “Pek anlamıyorum ama bir ey anladım: Bizim sekiz sene sava arak yerdi ğimiz devrik cümleleri imdi size satmaya çalı ıyorlar. Bu manat (yani para) geçmez, siz dilin bünyesinin devrilmesinin nereye kadar gidece ğini bilemezsiniz, biz ise biliyoruz” demi ti. Rus siyasî dilcilerinin Rusyanın do ğulu kom ularına hulülleri hiçbir yerde bizzat Rusların müdahalesi eklinde yapılmaz, bunu yerliler eliyle yaparlar. Đran da Tûde zamanında Lâhutî’nin dil ve imlâ siyaseti, Komünist Çin’de, Moskova’da terbiye gören Çinliler eliyle Çin dilini Rus alfabesi tatbiki yoluyla bir çok dillere ayırmak siyaseti malûmdur. Đrandakilere senatör Seyyid Hasan Takizade “Yadigâr” mecmuasında ne retti ği mükemmel yazıları ile yere serdi. Çinde yapılan Rus dil siyasetinin 1950 ye kadarki safhalarını John Hopkins Üniversitesinde Dr. John de Francis “Çinde milliyetçilik ve dil ıslahatı” ismindeki eserinde, daha sonraki geli meleri Prof. Er Michail (Seattle) yazılarında anlatmı lardır. Bu Rus siyasetine kar ı ve lâtince lehine güre en ÇU-Çiu-Pay muvaffak olmu ve 1956 da Lâtin taraftarları efkârı kendi lehlerine çevirebilmi lerdir. Prof. Michail’in anlattı ğına göre imdiki Rus-Çin ihtilâflarında Rusların, Çinde takib etmek istedikleri dil ve kültür siyaseti mühim rol oynamı tır. Türkiye’de Rus siyasetini yerlilerin eliyle tatbik etme tecrübelerinden birisine bizzat kendim de ahid oldum: 1940 ta Đslâm Ansiklopedisinin Türkçesinin ne rine ba larken Maarif Vekili Hasan Âli Beyin idaresinde toplanan idare heyeti Adnan Adıvar beyle benim, teklif etti ğimiz Müste rikler transkripsiyonu kabul olunmu tur. Bu da 1935 te Romada toplanmı olan 19uncu Mü te rikler Kongresinde Alman bilginleri tarafından teklif olunan matbu bir transkripsiyon sistemi idi. bunu memnuniyetle kabul eden Hasan Âli Yücel birkaç gün sonra Adnan Beye telefon ederek Müste rikler transkripsiyonunu Đstanbul geli ine kadar tatbik etmemiz gerekti ğini emretmi . Geldi, nedense vekil bey fikirlerini tam olarak de ğitirmi “Q”ve di ğer bir iki harf yerine o sene Sovyetlerin Türk dilleri için cebren tatbikine ba ladıkları alfabedeki iki ekli gayet âmirine bir ekilde (ite bunları tatbik edeceksiniz) dedi. “”yerine Rusların kabul ettikleri kuyruklu “K” idi. vekil bey bunları güya kendi fikri imi gibi ortaya koydu ğundan ben bunun Rusların

386 alfabesinden alınmı oldu ğunu o toplantıda söylemedim. Fakat Adnan Bey bunu biliyordu, o da o hâlde “K” nın altına bir nokta koyalım, öyle yazanlar var dedi. Burada Hasan Âli Beye bu i aretleri birer solcu arkada ı vasıtasıyla kabul ettirmi olabilirler. Kazakistan da “Q” harfi aleyhine “K” kabul olunması u ğurunda mücadele eden Rus dilcisi Prof. Sminova, ve emsali zevat Garbte ve Arab âleminde, Đranda ve Hindistan da kabul olunan “Q”nun kar ısına dikilmeleri Türk kavimlerini Lâtin harfinde dahi di ğer Đslâm milletlerinden ayrı bulundurmak oldu ğunu gizlemiyorlardı. Bir de Rus dilinde bulunmayan bu harf Türk lehçelerini Rusla tırma siyasetine kar ı koyan bir dü man telâkki olunuyordu (Zeki Velidi Togan, nr. 32, s. 5-6). 11. Atatürk ve Türkçemiz Türkçe’mizin önemini, Karaman Beyi Mehmet Beyden sonra Türk Devlet Adamları içinde, benimsiyen, tek ki i. Atatürk’tür, denilebilir. Di ğer Devlet Adamlarımız, Türkçe’ye kar ı ya kayıtsız kalmı , ya da tersine tavır takınmı lardır. Halbuki dil, millet fertlerini birbirine ba ğlıyan, en çözülmez ba ğdır. Bu, tartı ılmaz bir gerçektir. Tâ Konfiçyüs’den beri, bütün toplum uluları, dilin öneminde birle ik ve ba ğda ıktırlar. Türkçeyi korumak için, bizde Nevâi, Fuzûli gibi yüce âirler, büyük çabalar harcamı sa da, kendisinden sonra gelenler, açtıkları çı ğırda onları kollamamı lardır. Divan âirlerinin, bu do ğru çı ğırdan sapı ı, hem Türkçemiz, hem de Edebiyatımız için, çok zararlı sonuçlar do ğurmu . Hâlâ da sapık çı ğırlar içinde bocalayıp durmaktayız. Ziya Gökalp, hiçbir ku kuya yer kalmaksızın, do ğru yolu gösterdi ği gibi, Atatürk de bu u ğurda hiçbir gayretten sakınmamı , büyük dâvanın halli için, hem bir fakülte, hem de bir kurum ba lamı bize. Ancak, O’ndan sonra bu güne kadar dil konusunda kar ılıklı çatı malar var. Yalnız bilginler de ğil, kurumlar ve dernekler bile, birbiriyle çatı ıp durmaktalar. Bunları ba ğda tırmak da mümkün de ğil! Amma bu kar ılıklı grupların dâvası aynı; Türkçenin korunması ve arınması; sevdası ayrı; Sa ğdan sola, ya da soldan sa ğa olsun. airin dedi ği gibi: Kadd-i yârı kîmi halkın serv, kîmi elif Cümlenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif. Đ te bu ihtilâfın, anla mazlı ğın, çözümü imkânsız. Çünkü Türkçenin korunması, “kelimecilik”le olmaz. Kelimecilik, lügat i i, sözlük i idir. Dilin korunmasında, ba dâva, kelimelerinin Öztürkçe, yahut yabancı, ya da Türkçele mi kelimeler davâsı de ğildir. Türkçenin edâsı, söyleni güzelli ği, deyim zevkiyle bu mesele çözülebilir ancak, Bu konuda yazılan yazılar, yapılan tartı malar gözlenip, izlenince, hiçbir yazarın, “Türkçenin Edâsı” üzerinde durmadı ğı görülecektir. Dil dâvası, kelime dâvası de ğil, dilin edâsı, akıcılı ğı davâsıdır. Bundan dolayıdır ki Fuzûli: Bende Tevfik olsa bu dü vârı âsân eylerim Nevbdhâr Olgaç dikenden berk-i gül izhâr olur. Diyor. Fuzûli’nin, Tanrıdan ba arı isteyi i, dikeni gül yapmak, yani Türkçenin edâsına uygun, söz söylemek, iir yazmak için.

387

Atatürk’le Ziya Gökalp’ın istedikleri de budur elbet. Fuzûli dehâsına yakı ır bir alçak gönüllülükle “Tevfik” istemekle kalmamı , buna muvaffak da olmu tur. Bu güne kadar, unutulmayı ı; gerek aydınlar, gerekse halk tarafından okunarak anı lı ı da, bu ba arısından dolayıdır. Nedîm’in de öyle… Yüzyıllarca dillerde ve gönüllerde kalı ları; “dahi” diye anılı ları da bundan ötürü… (Yeni Fırat Dergisi, nr. 33, s. 3). Đleri sürülen bu hüküm, toy bir hüküm oldu ğu için, belki de yadırganacak! Đmdi verece ğimiz örnekler, bu hükmün do ğrulu ğuna delil olacaktır. Nedim’le Fuzûli’yi di ğer airlerimizden daha çok sevi imizin ve övü ümüzün nedeni de ortaya konmu olacak böylece. Ötesi de var. Bu yolla uydurulan bazı kelimelerin, niçin tutundu ğu (sayım, seçim, kurum gibi), bazı kelimelerin ise (ilginç, örne ğin, erek, imge gibi) niçin yadırgandı ğı anla ılmı olacaktır. Dilin edâsı, hamurun mayası gibidir. Onunla ancak Kelimeler, halhamur olup benimsenir. Bu kolay bir i de ğil. Fuzûli’nin dedi ği gibi, “dü var”, güç bir i . Ba arı, bunu sa ğlamaktır. Yoksa kelimeler üzerinde tartı mak, kelimecilik yapmak akıntıya kürek çekmek olur. kim ne derse desin dil ırma ğı ça ğlıya ça ğlıya akıp gidiyor. Fuzûli den örnekler verelim: Đ te ilk gazelinin son beyti: Ey Fuzûli intihâsız zevk buldun a kdan Böyledir her i ki Hak âdıyla kıl sen iptidâ Bu beyitte, Türkçe ve yabancı kelimeler, hemen hemen birbirine eit. Söyleni Divan tarzında. Buna ra ğmen beytin bizi ok uyan ho bir edâsı var. Bu edâ niçin ve neden? Divan diliyle konu masına ra ğmen Fuzûli, halk edâsıyla terennüm ediliyor da ondan. Hani, “sevincimizin sonu yoktur. Tanrı’nın hikmeti bu. Her i e besmele ile ba lamalı” diye konu maz mıyız? Đ te Fuzûli de bu tabii ve samimi konu malarımızı, iirinin ahengine örnek tutarak beyit yapmı tır. Ortadaki gazellerinden bir orta beyit alalım: Kime izhâr eyliyem, bilmem bu pinhân derdimi Vâr yüzbin derd-i pinhân, kudret-i izhâr yok. Fuzûli, lugatli konu uyor amma, yine senli benli konu uyor, bizim gibi söyle iyor. Diyor ki: “Bilmem ben bu gizli derdimi kime açayım, yüzbin gizli derdim var amma, birini açı ğa vuracak takat yok bende. Vay beni beni. ” Bir de, son gazelinin ilk beyitini alalım: Gönül! Yetti ecel, zevk-i ruh-î dildâr yetmez mi? Ağrdı mûy-i ser, sevdâ-yı zülf-i yâr yetmez mi? Fuzûli yine, bizim evde konu tu ğumuz tarzda konu makta. Veznin, kafiyenin, sözü kalıba sokmasına bakmayın, edâ yine aynı edâdır. Kendi kendimize içlenip konu maz mıyız? O da öyle. Meselâ “Ya kemalini buldu, artık dünya zevkine ba ğlanmak gerekmez bize. Ba ımızın kılı a ğardı, kara saçlı, kara ka lı güzel nemize gerek” Fuzûli de böyle bir içleni le gazeline ba lıyor. ekle bakmayın. iirin edâsı, yorgun gönüllü bir ihtiyar Türk’ün nidâsıdır. Đ leni aynı i leni , ileyi de aynı ileyi tir. Biz rastgele örnekler aldık. “Su kasidesi” gibi hafızalara nak olmu manzumeler, dü üncemizi daha çok peki tirir. Bunu okuyucularımıza bırakıyoruz.

388

Nedîm’den örnekler verelim (Yeni Fırat Dergisi, nr. 33, s. 4): Bigâne gamzen â ıka, nâdâna â inâ Tâkey tegâfül ey büt-ü bigâne â inâ Bu beyit, ilk gazelinin ilk beyti. Nedim diyor ki “Ey sevgili! Süzgün bakı ın seni sevene yabancı, fakat seni anlamayana da dost gibi. Ey bize yabancı davranan kâfir dost! Bu bilmemezlikden geli , ne kadar sürüp gidecek?!” Halk içinde “Söz ebeleri” vardır ya, çaprazlama çapkınca konu madan hazzederler. Nedim de onlar gibi konu uyor i te. Çözümü yapılan bu konu ma, güzel Türkçemizin tâ kendisi de ğil midir? Đsterse içinde Türkçe tek bir kelime olmasın. Mayası da Türk, edâsı da Türk. Kelimeler de Türkçe olsaydı olmaz mıydı? Diyeceksiniz. Olur, hem de çok güzel olurdu. Birkaç ki i de ğil, herkes, hepimiz anlamı ve zevk almı olurduk. Bu da dili i lemek, millete kabul ettirmekle mümkündür. Đ te böyle i leyi , dilin geli mesini sa ğlar ancak. Ke ke Divan airleri, Fuzûli gibi Türkçeyi kelime bakımından da i lemi olsalardı. O zaman Nedim’i, Nâbi’yi Nef’iyi de; Karacao ğlan gibi, Yûnus gibi zevkle okur, evkle anlar ve anardık. Nedim bu yolda bir gayret harcamı sa da, Đstanbul ivesinin bütün, inceli ği, Divânını ba tan ba a sarmı tır. Halk edâsına eri i, “Ko ma” yazmasından da belli. Đ te orda gazellerinden bir beytini örnek alalım: Gördükçe bendeni, bu eker handeler nedir? Bildin mi tûti-yi ekeristân’ın oldu ğum. “Sana kul köle olan beni gördükçe, eker gibi bu tatlı gülü ler nedir sevgilim?! Tatlı meclisinin eker yiyen duduku u oldu ğumu bildin de, onun için mi böyle yapıyorsun?” Nedim’in bu söyleyi i, Đstanbul’un çapkın kibar dili de ğil mi? Bu de ği Arap ağzı, Acem a ğzı de ğildir. Đstanbul ivesi, Đstanbul edâsıyla söyleyi tir. Kelimelerin ço ğu yabancı olsa bile. imdi de son gazelinin son beytini alalım: Sanmanız lükneti var harf-ı giran cümbü eder Mestolup bây-i arâb-î leb-i dilrûsundan. Nedim, nükteli konu mayı sever. Hani espirili konu mayı, zarafet bilen, güzel konu ur insanlar var ya. Nedim de o edâ ile iir yazmak sevdasındadır. “Sevgilimin dilinde rekaket, kekemelik oldu ğunu sanmayın. Güzel duda ğındaki arabın kokusuyla sarho oldu ğu için, dilimde, ağır harf cümbü yapıyor. ” Nedim’den aldı ğımız örnekler, daha çok rasgele oldu. Olsun, ne zarar? E ğer dillerde tekrarlanan gazelleri, arkıları örnek alınsaydı dü üncemiz daha çok aydınlı ğa eri ecekti. Buna ra ğmen, ondaki edâda olan özellik ve güzellik apaydındır. Kelimelerin Türkçe seçilmesi, bu aydınlı ğa üphesiz daha güzel bir renk vermi olacaktı. Tanyeli gibi, bahar aydınlı ğı gibi. Ne yapalım ki öyle seçmemi !. Örnekleri, halk airleri’nden almak gerekirse, tamamen aydınlı ğa kavu mu oluruz. Bunlarda kelime sâdeli ğiyle birlikde, Türkçenin insanı büyülüyen, alıp götürücü, sürüp uçurucu edâsı da vardır. Örnek vermek beyhude. Radyo’da, Halk Türküleri saatini açıp, söylenen türküleri dinlemek örnek bulmak yerine geçecektir. Türkçenin sırrını ve sihrini, bu türkülerde kolayca bulmak mümkün.

389

Đ te Atatürk’ü ve Gökalp’ı da büyüleyen, Türkçenin bu edasıdır. Yahya Kemal de bundan dolayı: (Türkçe a ğzımda annemin sütüdür) diyor. Tartı ma konusu olan Türkçeyi kelime yönünden de ğil de bu yönden i lemek bu yandan yürümek gerek. O zaman, bilginler ve kurumlar arasında anla mazlık da kalmaz artık ( Đmzasız, nr. 33, s. 4-5). 12. Sanatın Kaçı ı Sanat; yaratıklar içinde yalnız insana özgü ar, edep gibi bir eydir. Yalnız faziletin ve medeniyetin oturdu ğu yerde oturur, kaçtı ğı yerden de kaçar. Arsızın, pirsizin çöreklendi ği yerde sanatın ne i i var?! Çünkü orası argo meydanıdır. O meydanın zevki, yapmada de ğil, yıkmadadır ancak. Sanatın kayna ğı, gençlik ve dinçliktir. Maziden kuvvet alıp, atiye atılan bir gençlik… Gençlik de, topraktan güç kazanıp, kökten göke do ğru kol kanat açan, çam gibi, çınar gibi. Dinçlik ise, milli hıncı ve sevinciyle tırpan atan öce güç, güce öc katan bir dirilik bir dinamizmdir. Beli tutan, seli yırtan bir burç, bir kale gibi (Fikret Memi oğlu, nr. 36, s. 13). Bugün artık “mütûv” ilmi de ğil, beton ilmi ö ğreniyoruz. Sanat eserlerine de ğer yok, kıymet pasajda apartmandadır. Sanatkâr kö ede bucakta boynu dü ük, beli bükük garip bir sı ğıntı gibi…Meydanı, yüce katlı mimarlar almı hep. Etrafa bakınız, sanat adına ne varsa, hepsi eskiden kalma. Artık ne ta oymaları, ne a ğaç içli ği, ne el ileri, ne de gönül deyi leri var?! Büsbütün yok de ğil, var amma, özenti gibi, bezenti gibi… Edebiyata ve iire susuyanlar, doya doya kanmak de ğil, kurumu dudaklarına ıslatmaktan da yoksundur bugün…Gerçi dergilerde sayısız iir, bir sürü air var ama, bu iirler, gerçek sanatın çerçevesine sı ğmayan söz yı ğınlarıdır. air de, ses ve söz örgüsü yapan usta de ğil, sayıklayıp duran usta gibi. Yazanlardan ve yazılanlardan hiçbiri Milletin kalbine sinmemi tir ve sinemiyor. Halk ozanlarının da dergilerde dile gelmesine ve getirilmesine meydan vermiyoruz. Onlar, yine da ğlarda ba ğlarla, yellerle, sellerle konu up gülü üyorlar. De ğer bilmeyi imiz, de ğerimizi yitirmi olmamızdan. Bunun sebebi ne olsa gerek? Bir kısmı, kusuru; durucu ve gericilerde; di ğer kısmı ise, ilerici ve yericilerde buluyorlar. Kabahatin kimde oldu ğunu tesbit etmek, sosyolojik bir etüt meselesi olsa gerek. Ama ku kuya yer olmayan bir gerçek var ki, o da yabancı ideolojilerin saldırı ı, aırı akımların yıldırı ıdır. Bu akımlar içinde bir çok “ Đzm”ler var, olmıyan yalnız Türkizmdir. Bundan dolayı Millet yine kendi kabu ğu içinde; sedefle inci gibi. Ama ortada akıyanlar alabildi ğine ıkırtım sesleri çıkartarak kulakları uğuldatmaktadır, kör ceviz ıkıltısı gibi. Tarih ve co ğrafyamıza sadece yabancı de ğil, dü man da oldu ğu için, halkın hor gördü ğü sosyalizm adlı komünizm, arın; edebin, sanatın ve rikkatin, kıyıya, kuruya çekilmesine sebep oluyor. Toz toprak sininceye kadar, gül ve yaprak açmamak kararında sanki. Gönüller baharı bekliyor, “Fecr-i imali”nin kızıllı ğını de ğil… Felâket alâmeti olmasa bile, görülüp kaybolması bile sevimsiz. Halk bo una, “havanın bulutu bile keyfe keder verir!” dememi ! Hikmeti olmayan sözü, söylemez halkımız… Bu bulanık hava içinde, Anadoluyu gezerken, eski yapıtları ve yazıtları gördükçe insanın içi duruluyor. Müzelerde toplanan oymalarda, oyalarda göz nurunu,

390 görür gibi oluyor insan. ”On parma ğı hünerli” deyimi, bugünün sözü de ğildir. kızdır, nazdır diye anılanların, parmakları olsa gerek bunlar. Camilerde, çe melerde, köprülerde, hamamlarda, kümbetlerde, hatta mezar ta larında, er ki ilerin büyülü elleriyle, sabırlı, yüreklerinin silinmez izleri var. Van’dan Edirne’ye; Trabzon’dan Antalya’ya kadar de ğil, ta kaftan kafa kadar. Bunlar “Kızıl elma”yı arayan erenlerdi üphesiz… üphesiz ki atalarımız gönül ehliymi . Đman ve irfanla yu ğrulan insan, onlarmı ite. Edebiyatımızda da bu böyleymi . Bakın Fuzuli ne diyor: Her gören aybetti âb-ı dîyde-i giryânımı Eyledim tahkîk görmü kimse yok cânânımı Lahza lahza hûblar gördüm ki dil kasdindedir Pâre pâre eyledim ben hemdil-î sûzânımı Gözümün ya ını kim gördüyse beni ayıpladı hep. Anladım ki sevgilimi gören yok. Eğer olsaydı, beni ayıplamak öyle dursun, bana hak verirdi. Zaman zaman, gönül çelmek isteyen güzeller gördüm. Onların iste ğine kar ı koyulur mu? Yanan kalbimi ben de parça parça ederek onlara verdim. Güzel kadrini bilmek, bunu gerektirir i te. Baki’nin civanmertli ğine bakın (Fikret Memi oğlu, nr. 36, s. 13-14): Cihânın nîmetinden kendi âb ü dânemiz yeydir Đlin kâ anesinden kû ey-i virânemiz yeydir. Muhabbet em’ine ehper yakan pervânemiz yeydir Hümâ-yi evç-i izzet gibi gayretsizden ey Bâki Bize kısmet olan bir yudum u ve bir tane bu ğday, cihanın bütün nimetlerinden daha iyidir. Sı ğındı ğımız viran evin kö esini, ba kasının sarayına, kâ anesine de ğimeyiz. Sabırlı fakiriz çünkü. Bizim için en büyük nimet kanaattir. Đkbal burcuna konan devlet ku u nemize gerek! Sevgi kandiline kanat yakan pervane olmak bizim için daha üstündür. Dünyada muhabbetten üstün izzet ve kıymet olur mu? Koca sarıklı eyhulislam Yahya’daki yüceli ğe, inceli ğe bakın hele: Safây-ı hâtırım oldur senî safâde görem Bu ben belâke i hicrânına vefâda görem Hemî e hurrem ü handân ü âdman olasın Hemî e gonce-i ikbâlini kü âde görem Seni ne e içinde görmek benim için de gönül ne esidir. Bütün arzum bela çeken beni, senin ayrılı ğına vefada görmektir. Đsterim ki daima ad, en ve Gülgün olasın. Bahtının goncasını açılmı görmek, benim tek arzumdur. Nâili’nin duâsını bugün pek yadırgarız. Dile ğimiz tamamen onun tersine olsa gerek: Yıkanlar hâtır-ı nâ âdımı Yârabbi âdolsun Benimçün nâmürad olsun diyenler bermurâd olsun

391

Ne esiz gönlümü yıkanlar, ad olsun Yarabbi! Kötülü ğümü isteyenlerin bile, kötülünü istemem ben. Murat almasın diyenlere kar ı, dile ğim, murad almalarıdır. Çünkü iyili ğe iyilik her ki inin, kötülü ğe iyilik er ki inin kârıdır. Etse Nef’i nola ger gönliyle dâim bezm-i has Hem kadeh, hem bâde, hem bir ûh sâkîdir gönül Nef’i kendi gönlü ile özel bir meclis kurarsa amayın. Çünkü gönül, onun için hem kadeh, hem arap, hem de caba yakın bir içki sunucudur. Nedim’le söz keselim artık: Lâl-i nâbın çâ nisenc-i itâb etmez misin Lutfedip kahrile olsun bir cevâb etmez misin Kâmetin seyreyle insâfet o bâlâ mısraı Zâhidâ sen âir olsan intihâb etmez misin Türk’ün ne esini en kıvrak Đstanbul ivesiyle, ağdalı olsa bile, konu an Nedim, öyle demek istiyor: Temiz duda ğınla biraz da azarlayıcı çe ni ve lezzetle konu maz mısın sevgilim! Hitâbıma, hiçbir cevap vermiyorsun. Tek cevap ver de kahrile olsun itap et, azarla beni. Ey ham sofu! Sevgilimin boyunu kâmet kabul ederek seyret hele…O yüce mısraı bir gazelin, en güzel satırı gibi, eğer âir olsan seçmek, intihab etmek istemez misin? (Fikret Memi oğlu, nr. 36, s. 14-15). Yukarda verilen örnekler, gerçi çok lügatli, çok a ğdalı…Ancak içinde Türk’ün edâsı, Türk’ün söyleyi inceli ği var. Kutu içinde saklı mücevher, hâleye bürünmü ay, bulutla pençelenmi güne gibi. Eski sanatımızı, bizim yenileri bırakın, hatta eskilerimiz de bir yana koyun, objektif görü le etüd eden Avrupa Müste rikleri, Arap ve Đran edebiyatından ayırarak, kendisine has özelliklerle de ğerlendirmektedirler. Onları bulip okusak bile yeter bizim için. imdi sosyetik çevreden kaçan, tabiat ve samimiyete yürek açan halk âirlerinden örnekler verelim: Đ te halkın büyük velisi Emre Yunus: Akın aldı benden beni: Bana seni gerek seni Ben yanarım dünü günü: Bana seni gerek seni Yunus’durur benim adım: Gün geldikçe artar odum Đki cihanda maksudum: Bana seni gerek seni Eskiler, bugünkü gibi sosyetik de ğil, gerçek â ıklarmı . Đ te bunlardan biri de Erefo ğlu: Akın oldu ci ğerimi, Yaka geldi, yaka gider. Garip ba ım bu sevgiyi, Çeke geldi, çeke gider. Arifler, durur sözüne; Gayrı, görünmez gözüne. Erefo ğlu yar yüzüne, Baka geldi, baka gider. Köro ğlu, yalnız Bolu Beyi’yle de ğil, kendi gönlüyle de sava içinde: Gayre bakma yüzün göster,

392

Ben gönlümü bilmez miyim? Günde padi ahlık ister, Ben gönlümü bilmez miyim? Köro ğlu der, giden gelmez; Bir yaram vardır onulmaz. Attan, avrattan ayrılmaz Ben gönlümü bilmez miyim? Đ te Azerbaycan’dan, Van’a, Đran’dan Yunan’a kadar bütün Türk ülkelerini sazı ve sözüyle yakıp kül eden A ık Kerem: Yükse ğinde yavru ahın beslenir, “Yıldızda ğı” niçin a ğmaz dumanın? Alça ğında kumru, bülbül beslenir, “Yıldızda ğı” niçin a ğmaz dumanın? Her ta lardan boyalıca ta ın var, ahin yuva yapmı öter ku un var. Kerem gibi ne belâlı ba ın var. “Yıldızda ğı”, niçin a ğmaz dumanın? Keklik kanı gibi Kızılba olan Pir Sultan Abdal’ı dinliyelim: Uyur iken uyardılar, Diriye saydılar bizi. Koyun diye kayırdılar, Sürüye saydılar bizi. Halimizi hal eyledik, Yolumuzu yol eyledik. Her çiçekten bal eyledik, Arıya saydılar bizi. Tabiat kadar cömert olan ve tabiatı de o ekilde seven Kâtibi ne diyor bakalım: Evvel baharda açılır Gonca gonca gülün da ğlar! Can ile serden geçilir, Đçildikçe mülün da ğlar! Gözüm yıldızlara bakar, Yolumuza duman çöker. Co edip de beni yıkar. Boz bulanık selin da ğlar!.. Karacao ğlan ölmü mü sanıyorsunuz? Hiç ummuyorum. Belki de ruh olarak aramızda gezip dola mada. Aslı nereli olursa olsun, bizim ellerde de “Köro ğlan” diye anılıp durmaktadır. iirlerine de “Köro ğlan düzmeleri” deniliyor. Ne söylemi se hepsini yazmak geliyor insanın içinden. Söylediklerinin hepsini duymu , bilmi olsak bile… (Fikret Memi oğlu, nr. 36, nr. 15-16). Yara selam söylen seher yelleri! Çıkıp u yollara naz eylemesin. Ba ğları ak güllü, derin gölleri, Uçan turnaları kaz eylemesin.

393

Đncecikten bir kar ya ğar, Tozar Elif Elif diye,

Deli gönül abdal a ğar, Gezer elif elif diye. Elif’in u ğru nakı lı, Yayla çiçe ği koku lu, Gözü, balaban bakı lı, Süzer elif elif diye Karacao ğlan eder bire a ğalar Firkat yolumuzu ucuca ba ğlar, Yare söylen gelsin ö ğünsün sa ğlar. Benim çok ömrümü az eylemesin. Elif’in elinde bardak, Evlerinin önü çardak; Sanki ye il ba lı ördek, Yüzer elif elif diye. Karacao ğlan e ğmelerin, Gönül sevmez de ğmelerin. Đliklemi dü ğmelerin. Çözer elif elif diye. Karacao ğlan’ı kıskanan A ık Ömer’den de bir iki parça: Dedim dilber, yanakların kızarmı ; Dedi, çiçek taktım gül yarasıdır. Dedim, domur domur olmu benlerin; Dedi, zülfün de ğdi tel yarasıdır. Dedim, bu Ömer’in aklını aldın Dedi, sevdi ğine pi man mı oldun? Dedim, dilber niçin sararıp soldun? Dedi, hep çekti ğim dil yarasıdır! Halk edebiyatımızın me hurlarından olan Gevheri, bize öyle sesleniyor: Kara gözlüm! Yarın ben gider oldum, Sakınıp zülfünü yoldurmayı gör. Ağlama sevdi ğim! Yine gelirim, Hasretle aklını aldırmayı gör. Gevheri derki, yar sakın açılma! Yanılıp da dilden bir söz kaçırma. Ellerin yanında gö ğüs geçirme, Dü manı kendine güldürmeyi gör. Hangi birinden örnek verelim. Hasan Dede’den mi, Kerem Dede’den mi, Emrah’tan mı, Dertli’den mi, Zihni’den mi, Seyrani’den mi, Dadalo ğlun’dan mı? Ünlü isimler saymkla bitmez. Son yılların üç halk airinden örnek vererek yetinmek istiyoruz.

394

Ruhsati diyor ki: Belâ bâbında nasibim Bol eyledin, sebr eyledim. Kaç yüzyıl el kapısında, Kul eyledin, sabr eyledin. Uzak eyledin dostumu, Ate e verdin üstümü. Kendine soyup postumu, al eyledin, sabr eyledim. Đ te sazını da, sözünü de dinledi ğiniz yaralı A ık Veysel: Uzun ince bir yoldayım, Gidiyorum gündüz gece. Bilmiyorum ne haldayım, Gidiyorum gündüz gece. aar Veysel i bu hale, Gah a ğlaya gahi güle. Yeti mek için menzile, Gidiyorum gündüz gece. Garip dostumuz Talibi Co kun, Anadolu’ya öyle sesleniyor: Gidin kı lar gidin, yazlar geliyor, Elvan elvan renge boyanın da ğlar! Turnalar gidiyor, kazlar geliyor, Giyinin, ku anın, donanın da ğlar! Al çiçekler domur domur göz verir, Sallandıkca birbirine söz verir. Gökler, yere ninni söyler, naz verir, Ala afak söktü uyanın da ğlar! Yukardaki kıtalar, bazı dergilerde Ali Đzzet imzasını ta ır. O da Talibi’nin dengi, di ğer bir air. O da Talibi gibi co kun, o da onun gibi pi kin bir insan. Hangi birini analım, gönül kervanı bu! Hepsi birbirinin ardından geliyor. En arda kalan da biz olsak gerek (Fikret Memi oğlu, nr. 36, s. 17). 13. Kore Destanı 27 Kasım Kunuri sava ının yıl dönümü idi. Tugayımızın komünistler tarafından çevrildi ği haberi gelince, mevlütler okundu, dualar edildi. Rahmetli Hacı Tevfik Efendi de o gün aramızda ve Rahmana el açanlar arasında idi. Nihayet Celâl Dora’nın komutasında sava an erlerin çemberi yararak dünyaya parmak ısırttıkları anı hatırlıyoruz. Kore’de kalan ehitlerimizi rahmetle, yurda dönen gazilerimizi hürmetle andı ğımız günden beri on yıl geçmi bulunuyor. On yıl önce 27 Kasım günü, Türk’ün tarihe son destanını yazdırdı ğı gündür. Bu destanın edebiyatımızda da yeri var. Yahya Kemal, yayınlanmamı bir iiri ile o destanı öyle tesemüm ediyor. KORE TÜRKÜSÜ Zafer ufkunda esen fırtına lâkin nerede Yeni Cami’de, Sellimiyye’de, hatta Kore’de

395

Karlı da ğlarda, bütün güller açan kan rengi Vatanın imdi o gözlerde tüten ahengi Her ehametle do ğan saltanatın a kıyla Vecdalır bin yılın ecdad uyanan evkiyle Ve nihayet yine destan olarak tarihe Yükselir ar a kadar ruhu erer Merrih’e Harbilâhiyle u volkanlar olur hayranı Kan de ğil döktü ğü, ulvi zaferin fermanı Bu son destanımızı halk airlerimiz de dile getirdiler. Đlimiz et kesicilerinden Vahap Güray’ın yazdı ğı “Kore Destanı”ndan birkaç kıta ( Đmzasız, nr. 7, nr. 8): KORE DESTANI Dikildi gö ğsüne Kore ni anı, Gazilik rütbesin taktı Mehmetçik Arslan Celâl Dora bastı dü manı Sel gibi kızıl kan döktü Mehmetçik. Mızıka çalınca Đstiklâl Mar ı And içti koç erler, sanca ğa kar ı, Allah Allah sesi titretti ar ı Allah Allah zikrin çekti Mehmetçik Bir gece gizlice ordu sarıldı afakla beraber çember yarıldı Kâfire imtihan dersi verildi. Süngüyle safları söktü Mehmetçik Kokar ehit kanı miski amberi Bir avuç koç yi ğit yardı çemberi Gelme kâfir dedi, çekil dön geri! Güllesin ba ına kaktı Mehmetçik Nice bin kâfiri attı tamuya Yaradan mevlâyı orda tanıya Yüzünü çevirip ulu Tanrı’ya Kâh yere kâh Gök’e baktı Mehmetçik Cihadın yolunda Ahmet Mustafa Seyrine durdular ulu asfiya Göklerden seslendi bütün evliya Ta ar -ı âlâya çıktı Mehmetçik Karanlık geceler çabuk yırtıldı ehitler üstüne afak örtüldü Gaziler elinde sancak kurtuldu Çekip ba ucuna dikti Mehmetçik Da ğlarda al kandan güller açıldı Vadesi dolana rahmet saçıldı ehit karda lara hülle biçildi. Sönen ocakları yaktı Mehmetçik.

396

Kırıldı dü man takatı, gücü, Ba ğrı tı kaçanlar acıdan acı

Sevinçten a ğladı Tahsin yazıcı Moskofun bö ğrüne çöktü Mehmetçik Bu garip Vahap der yazdım sözümü Al kana boyadım iki gözümü Ayrılık ate i yaktı özümü Ba ğrıma bin bir dert ekti Mehmetçik Aydınlarımız da bu destanın iirine özendiler. Tercüman gazetesi fıkra yazarı kıymetli hem ehrimiz Ahmet Kabaklı’nın Kore Gazilerine arma ğanı ( Đmzasız, nr. 7, nr. 8-9). KORE GAZ ĐLER ĐNE Gidiniz… Sevgili aslanları Türk’ün, gidiniz… Dosta imdâd ile dü manları berbâd ediniz…

Gücerat’dan size yol gösterecek Seydi Reis Yine alemleri tutsun o sahih erli ğiniz. Bol evik zulmü, temelden yıkılıp çökmelidir. Ve barı al al açıp, tarihe an dökmelidir. Ürkütüp tekni ği, iymana zafer sa ğlayınız üheda kö küne, cenette, emel ba ğlayınız Đlk hücumunda afak söktü sanılsın yerden O kızıl sıtma, o kâbus defolsun birden Yürü sultancasına, gir Kore’ye, geç Kore’den Gördü kaç yüz Koreler fethini tarihte deden O acı günlerin hâtırasını tatlı günlerde de unutmamak için yazılan bir manzumeyi de a ağıya aldık, Kore ehitlerini rahmet ve gazilerini minnetle tekrar anıyoruz. SON KAHRAMANLARA Bir anlı haber geldi semadan yine yurda Kimdir ya ıyan, kimdir ölen kim, bu u ğurda? Kimdir o Hilâl u ğruna ma rıkta sönen kim? Kimdir Kore’den anlı zaferlerle dönen kim? Sensin, yine ö ğrendik o malûmu, mükerrer Sensin tek evet, ey adı meçhul olan asker Destanını duyduk yine da ğdan ve denizden; Bir zelzele olmu , dediler, kükremenizden Ey Yıldırım’ın, Fatih’in ahfadı olanlar! Ey Ni ğbolu’dan, Kırklareli’nden yol alanlar! Cemberle sarılmı ken ate ten ön’ün, ard’ın

397

Bir yıldırım inmi gibi Çin Seddini yardın. Yardın ve devirdin yine her Seddi de ğil mi? Sensin yine, öğreten ahfâda o ilmi! Hür do ğdun evet, zulme e ğilmez ba ın elbet im ekler ufuklarda sava yolda ın elbet Süngü’n ne demirdir, ne çelik… bir öz âlemdir Târiyhi yazan elde, o, bir kanlı kalemdir. Yazmı o kalem, göklere destanınıi yer yer, “Yurdum ya asın tek…” diye ey can veren asker! (Kim’mi tutacak kükremi aslan yelesinden?) Mehmet’çi ğin inler, Küre, gür velvelesinden!.. ( Đmzasız, nr. 7, s. 10). 1. 12. 17. Türk Kültürü Türk kültürü denilince, Türk E ğitim Tarihi’nin enginli ğinde yatan Türk’e özgü kültür aklımıza gelir. Đlk ve Ortaça ğ’da bu kültür sayesinde Türkler, dünyaya üstünlük sa ğlamı , uygarlık bir sel gibi do ğudan batıya akmı tır. Eğitim, sa ğlık ve sava alanında sa ğlanan üstünlükleri, o tarihteki Türk kültürüne borçlu bulundu ğumuzu çekinmeden söyliyebiliriz. Đbni Sina’lar, Farabi’ler, Gazali’ler, bu devrin yeti tirdi ği ünlü Türk bilginleridir. Barut’u, tüfe ği, topu, pusulayı bulan Türk dünyası, öyle bir an gelmi tir ki, batı dünyasının dikkatini üzerine çekmi ve hatta yüzyıllar boyu sürüp giden Haçlı Sava ları da bu yüzden olmu tur. Güçlü din adamlarımızın bulundu ğu bu devrede, din ile bilim arasında en ufak bir çatı ma olmamı , üstelik o günün din adamları bilim adamlı ğı niteli ğini de ta ımak suretiyle uygarlı ğın yayılıp kökle mesine yol açmı lardır. Bugün hala tıp dünyasının (Pirî) olarak anılan Đbnî Sina, bununla da kalmıyarak, eski Yunan’da Sokrat’ların, Aristo’ların açtı ğı felsefe çı ğırının benzerini Türk-Đslam Dünyasında açmasını ba armı tır. Ama bugün Türk kültürünün engin deryasında yatan bu ünlü ki ileri, unutan bizler, kurtulu u Avrupa ve Amerika kültürüne ba ğlanmakta aramaktayız. Yıllardır süregelen batı hayranlı ğımızın, bizi her geçen günde biraz daha ulusal benli ğimizden koparıp ayırmı , kısır bir döngü içerisinde ne yaptı ğını bilmiyen insanlar durumuna getirmi tir. Eğitim programlarımızın kendi yapımıza uygun olmayı ı, yeti mekte olan genç ku ağa bir sürü a ğırlıklar yükleyi i, yıllardır yolumuzu seçmemize nedenler hazırlamı tır. Bugün gençli ğimizdeki dalgalanmaları, çe itli dü ün ayrılıklarını meydana getiren gerçek sebepte budur. Eğitimimizin, resmi adı (Milli E ğitim)’se de bugüne kadar ulusal yapıya yakla maktan çok, yüzümüzü hep ba ka toplumlara, özellikle batıya dönmü , bilerek veya bilmiyerek karma ık bir eğitim ortamı meydana getirmi izdir ( ükrü Kaçar, nr. 27, s. 6). Ya am görü ünde (hayat felsefesinde) birle en ve ulusalla an bir gençlik yeti tirmek, Türk gibi ya amak, Türk gibi dü ünmek, Türk gibi güçlü olmak bilincini vermek, Türk’e özgü bir e ğitim yolu, eğitim yöntemi izlememize ba ğlıdır. Bu yolu tuttu ğumuz, kendimize döndü ğümüz gün, ulusal kalkınmamızı da, ki ili ğimizi bulma ğı da ba armı olaca ğız. Eğitim Bakanlı ğımızın, öğrenim programlarına böyle bir anlayı kazandırması ve ö ğretmen adaylarını Türk Kültürü açısından yeti tirmesi artık bir zorunluluk haline gelmi tir. Yabancı ülkelerin e ğitim görü lerinden elbeltteki yararlanaca ğız. Ama kendi kültürümüzü bir yana itip büsbütün onlara

398 ba ğlanıp kalmıyaca ğız. Geçmi te oldu ğu gibi bugün de ulusal kültürümüzün belli bir ki ili ği olmalıdır. Öğrenim kurumlarımızda görevli her e ğitimci, Türk e ğitim felsefesinin ana çizgilerini kutsal bir kitap gibi bilmelidir. Bu ruh ve ülkü aılamadıkça, biz toplum olma niteli ğimizi yitirir, ba kalarına her zaman el açan ki iliksiz toplumlar durumuna dü eriz. Oysa bizim kafa yapımız da, insan gücümüz de, ulusal kalkınmamızı sa ğlıyacak güçte ve yeterliktedir. Yeterki bu güç ve inancı, bilinçli bir ekilde kullanmasını bilelim, bir tarım ülkesi olan Türkiye’mizde herkesin parmak ısıraca ğı atılımlara (hamlelere) giri elim. Aydınlarımız, gerçek vatanseverlerimiz, bu yolda birle meli, ki isel çıkarlar, art dü ünceler bir yana itilerek, memleket hizmetine ko malıdır. Ulusal kültürümüzün ı ığı altında gereken atılımları yapar ve gençli ğimize de belli e ğitim görü leri kazandırabilirsek, kalkınmamamıza sebep yoktur. Me in ceketli âsi gençlik yerine, bilinçli ve dâvalarına ba ğlı bir gençlik yeti tirmek, Türk Kurtulu Sava ı’ndaki (Kuvayi Milliyeyi) ruhunu yeniden canlandırmak olacaktır. Buna gereksinmemiz de vardır. hak yolunda, birlik olma yolunda yüce Tanrı daima bizimledir. Biz istersek, tarihler yaratan, sayfalar kapatan Akıncıların gerçek o ğulları, torunları olabiliriz ( ükrü Kaçar, nr. 27, s. 6-7).

399

SONUÇ

1962 yılında Fikret Memi oğlu tarafından kurulan Yeni Fırat dergisi , Harput ve çevresinin co ğrafi, ekonomik, edebiyat ve kültürel özelliklerinin geli tirilmesi ve tanıtılması amacıyla çıkarılmı tır. Dergi adını Fırat Nehri’nden almı tır. Derginin ba ında bulunan ‘ Yeni ‘ sıfatı ise daha önce 1920 yılında Elazı ğ’da çıkarılmı olan Fırat Dergisi ’nin devamı niteli ğinde olmasına i aret edilerek eklenmi tir. Yeni Fırat dergisi kendisini ilkesel olarak Fırat Dergisi ’nin devamı niteli ğinde görmektedir.

Yeni Fırat dergisinin kurucusu, sahibi ve yazı i leri müdürü Fikret Memi oğlu’dur. Đlk dört sayıda Cenani Dökmeci mesul müdürlük yapmı tır. 5. ve 6. sayılarda mesul müdürlü ğü Fikret Memi oğlu yaparken daha sonra 7. sayıdan 26. sayıya kadar Ömer Kayao ğlu mesul müdürlük yapmı tır. 26. sayıdan 36. sayıya kadar ise Cenani Dökmeci tekrar mesul müdürlük yapmı tır. 36 sayı çıkan dergi ekonomik sıkıntılar nedeniyle 1967 yılının Eylül ayında son sayısıyla ömrünü tamamlayarak kapanır.

Geni bir muhtevaya sahip olarak kar ımıza çıkan Yeni Fırat dergisi içerisinde; makaleler, fıkralar, denemeler, sohbetler, hatıralar, iirler, gezi yazıları, önemli ki ilerin hayatları, tarihi olaylar,dini yazılar, maniler, mayalar, tecnisler, hoyratlar, bazı önemli çeviri yazılar, yerel ve ulusal haberler yer alır. Bu yazıların yanı sıra sosyal ve kültürel hayata dair birçok yazıya da yer verilmi tir. Dergi Elazı ğ’ın o dönemlere ait sorunlarını dile getirmesi ve bu sorunlara çözüm üretmesi bakımından da önemli görevler üstlenmi tir. Çalı mamızın bu yönüyle birçok ara tırmaya kaynaklık edebilece ği dü üncesindeyiz. Çalı mamızın ikinci bölümünü olu turan Tahlili Fihrist kısmında ise dergide yer alan yazıların yazar adına ve konularına göre fihristini yaptık. Bu bölümün, sosyal bilimlerin birçok koluna yardımcı olabilece ği inancındayız.

Süreli yayınlar, sosyal bilimlerin gün ı ığına çıkmamı birçok noktasını aydınlatabilecek son derece önemli kaynaklardır. Bizim çalı mamız 36 sayı çıkan Yeni Fırat dergisinin incelemesinden olu maktadır. Yeni Fırat dergisi gerek Elazı ğ yöresi kültürünü yansıtması bakımından gerekse halkbilimine kaynak olu turması

400 bakımından oldukça önemli bir eserdir. Bu tarz dergilerin incelenmesi Türk Edebiyatı ve sosyal bilimler açısından birçok malzemeyi gün yüzüne çıkaracaktır.

401

KAYNAKÇA

DEVELL ĐOĞLU, Ferit(2003), Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat , Aydın Kitabevi, Ankara

ELESKAV(2000), Hazar iir Ak amları Güldestesi , , Elazı ğ

POLAT, H. Nâzım (2005), Rübab Mecmuası ve 2. Me rutiyet Dönemi Türk Kültür, Edebiyat Hayatı , Akça ğ Yayınları, Ankara

EMSETT ĐN Sami(2004 ), Kamus-ı Türkî, Ça ğrı Yayınları , Đstanbul

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi(1998), C. 8, Dergâh Yayınları, Đstanbul

402

ÖZGEÇM Đ KĐĐ SEL B ĐLG ĐLER

Adı ve Soyadı : Saadettin YILMAZ

Do ğum Tarihi ve Yeri : 10.01.1975 / Elazı ğ

Medeni Hali : Evli

Đleti im Bilgileri : [email protected]

0505 270 49 64 (GSM)

EĞĐ TĐM B ĐLG ĐLER Đ

1981 – 1986 Elazı ğ Đstiklal Đlkokulu

1986 – 1989 Elazı ğ Atatürk Ortaokulu

1989 – 1992 Elazı ğ Lisesi

1994 – 1998 Fırat Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

2010 – 2014 Ni ğde Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

403