HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Hazırlayan

Yusuf Oğuzoğlu Bursa Büyükşehir Belediyesi Kitaplığı

Halil inatcık'ın Bursa Araştırmaları

• • • • • . 1"'· . • '• • BURSA BÜYÜ�EHIR BELEDl YESi

www.bursa.bel.tr

Proje Koordinatörü Aziz Elbas

Ahmet Erdönmez

Proje Yürütücüsü

BURSA BÜYÜKŞE HiRB ELEDiYESi .�\:: -, ARAŞTIRMALAR!BURSA J)LMERKEZI www.bu rs aarasti rmalari merkezi.org Işık Demir - Sibel Gök - Aysun (Yedikardeş) Dönmez Serap Tuba Yurteser-Cengiz Bütün - Cemil Menteşe

Hazırlayan Yapım Yusuf Oğuzoğlu

Son Okuma BURSA Serap Tuba Yurteser KÜLTUR A.�.

Tasarım © 2012 Bursa Külcür A.Ş. Bu ki[abın cüm yayın hakları Dore Ajans Bursa Kül[ür A.Ş.'ye ainir. Yazılı izin olmadan kısmen ya da camamen yeniden basılamaz.

Görsel Yönetmen - Kapak Tasarım Dağıtım Barış Güleç Bursa Kültür A.Ş. Basım Yılı ve Yeri Merinos Parkı Ararürk Kongre ve Kültür Merkezi Furkan Ofset B Kapısı Osmangazi/Bursa Tel:+ 90 224 253 26 46 Faks: + 90 224 253 14 85 Te mmuz-201 2 [email protected] 1 www.bursakulrur.com

ISBN KÜTÜPHANE BILGI KARTI Cacaloging-in-Publicacion Daca (CIP} 978-605-5382-29-2 lnalcık, Halil (d. 1916} Halillnalcık'ın Bursa Araşnrmaları

Tarih 2. Sana[ Tarihi 3. Arkeoloji

. . ll IÇINDEKILER• • •

SUNUM ················································ ············································ ...... V KENDI' AGZINDAN � SE.YH'IN' HIKAYESI' A ' 7 ...... ' KENDi AGZINDAN SEYH'iN HiKAYESi ...... 9 ...... • HALIL INALCIK BURSA 35 ve ...... HALIL INALCIK BURSA ...... 37 . . .ve ...... HALIL INALCIK ILE SOYLESI...... 43 . . . . . • HALiL HOCA'YA ULUDAG ÜNiVERSiTESi FAHRi DOKTORA ÜNVANI VERDi ...... 48 OSMAN GAZi BURSA ARASTIRMALARI ULUSLARARASI KONGRESi ...... 51 . ve .. . • . . . . . VIII. ULUSLARARASI.. TURKIVE'NIN. SOSYAL ve EKONOMIK TARIHI KONGRESI BURS�'DA DUZENLENDI (18-21 Haziran 1998).: ...... 53 HALIL INALCIK BURSA'DA OSMANLI ARKEOLOJISI'NI BAŞLATTI...... 56 . . HALiL i NALCIK ADI BURSA'DA ÖLÜMSÜZLESTi ...... 57 ...... HALIL. INALCIK. BURSA'NIN FAHRI. HEMSEHRISI•. . OLDU ...... 59 ...... • Prof. Dr. HALiL iNALCIK'IN KURULUS DÖNEMi OSMANLI TARiHi HAKKINDA BURSA ' ve ÇEVRESiNDE YAPTIGI ALAN ARAŞTIRMASI ...... 61 HALiL HOCA'NIN OBJEKTiFiNDEN OSMAN GAZi'NiN AT KOŞTURDUGU SAHALAR ...... 63 FETHE GIDEN. YOL 73 ...... BURSA OSMANGAZI ...... 73 ve ...... BURSA ...... 75 ......

OSMAN GAZi: SON AR�ŞTIRMA SONUÇLA�I . _...... 84 ...... OSMANLI KURULUS DONEMINE AIT YENI BILGILER ...... 94 ...... • . KENT, KENTLI TARIH ...... 104 ve ...... OSMAN GAZi'NiN FETiHLERi VE DEVLETiN KURULUSU ...... 112 . . . . • PAYlTAHT. BURSA'YI .INSA EDEN OSMANLI SULTANLARI 125 ...... OSMANLI SULTANLARININ UNVANLARI (TITULATUR) ve EGEMENLIK KAVRAMI...... 127 OSMAN ...... 133 1 ...... O RHAN ...... 1 57 ...... MURAD ...... 185 1 ......

... lll BAYEZID. . 207 1 ...... ÇELEBI. SULTAN MEHMED ...... 213 MURAD 221 11 ...... SUYUN OTEKI.. . YAKASINDA YENI BIR VATAN ...... 241 RUM ELI: GENEL BIR BAKIS ...... 243 • DUNYA.. SEHRI . BURSA ...... ' . 251 SANAYI ve TICARET ...... 251

XV. ASlR SANAYi ve TiCARET TARIHINE DAiR VESiKALAR ...... 253

BURSA ve iPEK TiCARETi ...... 273 HALIL INALCIK'IN BURSA FOTOGRAFLARI..- ...... 313

. IV SUNUM

Geleceği sağlam temeller üzerine inşa etmenin yolu tarihi doğru okumaktan geçer. Geçmişine yabancı kalan, görmezden gelen, gerekli dersleri çıkarmayan milletierin ilerleme kaydetmekte sorunlar yaşaması kaçınılmazdır.

Medeniyetleri ayakta tutan birçok değer vardır. Osmanlı'nın bir cihan devleti konumuna ulaşmasında ve asırlar boyunca o konumda kalmasında askeri, idari, iktisadi, sosyal ve kültürel birçok sebep sayılabilir.

Bursa, imparatorluğun ilk başkenti kimliği ile Osmanlı'nın cihan devleti olma yolundaki köşe taşlarından biridir. Bu yüzden tari h çi leri n, edebiyatçı ların, şai rlerin çalışmalarına ilham veren Bursa aynı zamanda seyyahların ve araştırmacıların da ilk dikkatini çeken kentlerden biridir.

Bugün incelenen tarihi vesikaların her biri, önceki dönemlerin sosyal kültürel ticari ve hukuki yaşantısı hakkında ipuçları vermektedir.

Prof. Dr. Halil i nalcık Hocamızın Bursa araştırmalarının bir neticesi olan bu çalışma, Bursa'ya dair oldukça önemli ipuçları veren bir eser olarak kütüphanelerimizdeki yerini alacaktır.

V Büyükşehir Belediyemizin tarihi ve kültürel mirası koruma ve yaşatma projeleri kapsamında sürdürdüğü Bursa Kitaplığı bünyesinde Bursalılara kazandırılan çalışmanın Bursa okumalarına yeni bir bakış açısı getireceği şüphesizdir.

Bu eserin hazırlanmasında büyük emekler sarf eden değerli hocamız Prof. Dr. Halil inalcık'a bir kez daha teşekkür ediyor, siz değerli okuyucuları sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Recep Altepe Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı

. VI

Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si

KENDi AGZINDAN SEYH'iN HiKAYESi1 '

Bölüm 1: Nasıl Tarihçi Olduğurnun HikayesF

1935'te Balıkesir Öğretmen Okulu'ndan mezun olduğumda önümde iki seçenek vardı: Ya bir köy ilkokulunda öğretmen olarak çalışmaya başlayacaktım ya da lise öğretmeni olmak için Ankara Yüksek Öğretmen Okulu sınaviarına girecektim. 1935 yılının yazında sürpriz bir yeni seçenek ortaya çıktı. Atatürk, o zaman üzerinde çalıştığı Türk tarih tezlerine akademik bir altyapı hazırlayacağı umuduyla Ankara'da Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi adında yeni bir kurum oluşturmuştu. Bu yeni kurumda çalışmak üzere çoğu Nazi Almanyası'ndan kaçmış olan bir kısım Alman profesörleri davet etmişti. ilk aşamada Ankara ve 'da yapılacak sınavlarla seçilecek 40 öğrencinin alınması planlanmıştı. Aslında prensipte daha düşük seviyede olan öğretmen okulu mezunlarının bu sınava girmesi mümkün değildi. Üniversite seviyesinde öğrenim ancak nizami yüksek öğretmen okulları mezunları için bir seçenekti. Fakat Dil ve Tarih­ Coğrafya Fakültesi daha yeni teşekkül ettiğinden o yaz bu kurala bir istisna getirilmiş ve sınav bütün Türkiye'deki öğretmen okulu mezunlarına açılmıştı. Daha sonra bu uygulamanın Afet inan sayesinde gerçekleştiğini öğrenecektik.

Afet inan da bir kız öğretmen okulu mezunuydu ve Atatürk onu okuluna yapmış olduğu bir teftiş gezisinde tanımıştı. Daha sonra onu evlat edinmiş ve yüksek eğitim için isviçre'ye göndermişti. Atatürk bunu yaparak onu gelecekte, Atatürk'ün Türk tarih teziyle ilgili görüşlerini temsil etmede oynayacağı role hazırlıyordu. Afet inan, 1935 yazında etkisini kullanarak bu yılın mezunları için benzersiz bir fırsat elde etmişti. Yıllar sonra Türk Tarih Kurumu üyesi olduğumda Afet'le tan ı ştı m.

ı Prof. Dr. Halil İnalcık, "l11e Shaykh's Srory Told By Himself", Parhs ro rhe Middle East, ed. Thomas Naif, Albany: S ra re University of New York, ı993, pp. ı 05-1 42'de yayımlanmıştır. 2 Çev. Dr. Gürsu Gürsakal, Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü. Email: [email protected]. tr.

9 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Afet, ömrünün sonuna kadar Atatürk'ün yanında bulunmuş ve bütün yönleriyle Türk tarih tezini Atatürk'le yakinen çalışmıştı. Atatürk'ün 1938'deki ölümünden sonra Doktor inan ile evlenerek soyadını almıştı. Hafızamda kendi başına önemli bir akademik mirası olmayan, ancak iyi kalpli, nazik bir kadın olarak yer etmişti. Buna karşın Türkiye'de tarihçiliğin gel işimini derinden etkilemiştir. 1935'te Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi sınaviarına girdim ve kabul edildim. Uluslararası öneme sahip akademisyenlerle çalışma fırsatı elde etmiştim. Fakülte, Türk tarihine Türk tarih tezi olarak bilinen belli bir yaklaşımı desteklemek ve geliştirmek amacıyla tasarlanmış ve oluşturulmuştu. Fakültenin kurucusu olan Alman profesörlerin arasında Sinoloji ve Türkoloji alanından Anne Marie von Gabain, Sümerolojiden E. Landsberger, Hititolojiden Hans Güterbock, Hindolojiden W. Rubens, Sinolojiden W. Eberhard ve bir coğrafya profesörü olan Herbere Louis vardı. 1930'Iarın ortalarında Hititoloji, Sümeroloji ve arkeoloji gibi alanlar, Türk tarih tezi açısından önemli oldukları varsayıldığı için özellikle popülerdi. ilk başta Çin dili, tarihi ve kültürü çalışmak istemiştim, ancak sonra Osmanlı tarihinde karar kıldım. Şimdi hacırladığım kadarıyla kararımı etkileyen ana faktör, tarihin bu döneminin Türk tarihinin diğer dönemlerinden kaynak açısından daha zengin ve daha belgelenmiş bir dönem olmasıydı. Bundan başka tarihin daha çok sosyal ve ekonomik kısımlarına ilgi duyduğum için ölü dilleri, çoktan kullanımdan kalkmış yazıları çalışmaya bütün bir hayat vakfetmek istemiyordum. Ayrıca, imparatorluğun eski başkenti istanbul'da büyümüş olmamın da seçtiğim alan üzerinde duygusal bir etkisi olmuş olabilir. Afet inan'ın öğretmen okulu mezunlarına giriş sınavında tanıdığı şans olmasa büyük ihtimalle tarihçi olmazdım. Fakültedeki ilk öğretmenlerimden biri hem akademide hem de politikada olmak üzere ikili bir kariyer yapan, ancak politikaya daha eğilimli olan Profesör Muzaffer Göker'di. Göker, siyasi tarih derslerine giriyordu. Kadrodaki diğer bir profesör Almanya'dan doktorasını alıp yeni Türkiye'ye dönmüş olan Bekir Sıdkı Baykal'dı. Hepsinden çok ortaçağ tarihi alanında ders veren Fuad Köprülü'den öğrendim. Köprülü, eserleriyle benim kökenlerimi bir tarihçi olarak en çok etkileyen Türk bilim adamıydı. Fakültedeki seminerlerinde öğrencisi olmam sebebiyle kişisel kılavuzluğundan da çok yararlanmıştım. O günlerde biz öğrenciler, Köprülü'ye, tarih ve edebiyat tarihi gibi geniş iki alana olan hakimiyetiyle usta bir akademisyen olarak büyük saygı duyardık. Köprülü de kendisini encellektüel olarak Rus oryantalisti V. V. Barthold'a borçlu hissederdi ve Köprülü'nün araştırma programında ve metodolojisinde bu Rus bilim adamının etkisi çok açıktı.

Mezuniyetimden sonra fakültede asistan olarak kalmam Köprülü'nün desteğiyle oldu. Yeni fakültenin mezunlarından biri olarak, hamimiz Atatürk'ün önümüze

10 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si koyduğu hedef olan Türk tarih tezinin bütün eğitim seviyelerinde öğretilmesi için gerekli akademik çerçeveyi sağlama görevine katkıda bulunmaya karşı bir tür misyoner vazifeşinaslığı hissediyordum. Atatürk'ün amacı Türk ulusunu ortaçağ'ın di ne dayalı toplumu olmaktan kurtarmak ve modern Türk devleti için gerekli koşulları yaratmaktı. O, Türk tarih çalışmalarına yeni bir anlam vermek, bu çalışmaları, ulusun kökenieri hakkındaki gerçekleri ortaya çıkarma ve halkın kendi ulusal kimlikleri hakkında kollektif bir bilinç elde etmesi ve Türk kökenleriyle gurur duyması yolunda bir araç olarak kullanmak istiyordu. Esasen, Atatürk'ün önündeki iş, hiç yoktan bir ulusal kimlik yaratmaktı ve ulusal bir tarihi bilince sahip olmanın bu süreçte elzem olduğuna dair sağlam bir inancı vardı. Atatürk, özellikle Batı'nın Osmanlılar ve selefleriyle altı yüz yıllık çatışmasına atfettiği, Batı'daki olumsuz Türk imajına karşı duyarlıydı. Türkiye'nin Batı tarafından bu hasım pozisyonuna yerleştirilmesini Türklerin XIX. yüzyılda yaşadığı ulusal trajedilerin ve XX. yüzyılda imparatorluğun çöküşünün önemli sebeplerinden biri olarak görüyordu. Batılılar kendi kafalarında ve edebiyatlarında Türk'ü Osmanlı imparatorluk emelleriyle özdeşleştirdiklerinden Türk tarihinin bir bütün olarak olumsuz görüldüğü düşüncesindeydi. Ayrıca, tarihsel yorumların genellikle hatalar, tahrifatlar, olguların kasıtlı çarpıcılması ile dolu kafası karışık yorumlar olduğu görüşündeydi. Bu, Atatürk'ü sadece ülkenin lideri olarak değil, sıradan bir Türk olarak da üzüyordu. Anadolu'da kurulmasına yardım ettiği yeni ulus devletin kısa sürede modern Batı ulusları arasında hak ettiği yeri alacağına ve bir eşit olarak kabul göreceğine inanıyordu. Her halükarda Osmanlı Devleti, varlığının son yüz yılında (1822-1922), Atatürk'ün hayaline belli bir işlerlik ve inandırıcılık kazandıran yoğun bir Batılılaşma sürecinden geçmişti.

Atatürk, 1930'Iar boyunca dikkatinin ve enerjisinin hatırı sayılır bir bölümünü Türk tarih tezini geliştirmeye adadı. 1930'da aralarında Fuad Köprülü, Sadri Maksudi Arsa!, Yusuf Akçura, Halil Edhem Eldem, Şemseddin Günaltay ve ismail Hakkı Uzunçarşılı'nın da bulunduğu Cumhuriyet'in en iyi tarihçilerinden bir grubu Türk Tarih Kurumu'nu kurmaları için bir araya getirdi. Ayrıca, onları Türklerin en eski zamanlardan XX. yüzyılın başına kadar olan dönemi kapsayan genel bir tarihini yazmakla görevlendirdi. Kitaba verilen başlık Türk Ta rihinin Genel Hatlan idi. Kitabı oluşturan temel fikirler şöyle özetlenebilir:

Türk tarihi Xl. yüzyıl sonlarında Selçukluların Anadolu'ya gelmesiyle başlamıyordu. Hititler ve Sümerlerden başlıyordu. ilk tarımsal teknikleri ve yazı sistemlerini bulanlar eski Yakındoğu halkları değil Orta Asya Türkleriydi. Orta Asya, dünyanın diğer taraflarına medeniyerin yayıldığı merkezdi.

11 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Türk Ta rihinin Genel Hatlan kitabının Osmanlılara ayrılan kısmı ismail Hakkı Uzunçarşılı tarafından kaleme alınmıştı. Uzunçarşılı'nın yaklaşımı devletin kurumsal yapısını vurguluyordu. Balıkesir Öğretmen Okulu'nda bir öğrenci iken Türk Tarih Kurumu'nun resmi yayınları vasıtasıyla Türk tarih teziyle tanışmıştım. Türkiye'de 1930'Iarın ortasında bütün okullarda Türk Ta rihinin Genel Hatlan'na dayanan metinler müfredattaydı ve tarih çalışmanın nasıl bir şey olduğuna dair ilk izlenimlerimi bu kitaptan edindim. Fakat, öğrenciliğimin o ilk dönemlerinde bile milliyetçi tarih yazımının, her ne kadar Batı'nın kültürel tarafgirliğine ve şövenliğine karşı bir tepki olarak anlaşılabilir de olsa birçok aşırılıklara ve geçmişi bilimsel olmayan bir şekilde romaneize edilmesine yol açtığını anlamaya başlamıştı m. Buna rağmen, profesyonel bir tari h çi olarak geçirdiği m bir yaşamdan sonra, Batı tarih yazımında hala hakim olan Türklerle ilgili çarpıtılmış görüşlerin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aslında birçok akademik çalışmama ilham veren, bu devam eden ihtiyacın bilincidir. O zamanlar Atatürk'ün bilgeliğinin farkında değildim. Ancak, daha sonraları Atatük'ün entelektüel ve pedagojik alanlarda enerjisini ve zamanını bu kadar harcamaya motive eden şeyin politik olarak hayati olan bu amaca yönelik olduğunu anladım. Bugün Türk tarih tezinin erken prototipieri hem akademik camia hem de kamu tarafından büyük ölçüde terk edilmiş durumda. Sonuçta Tü rk Ta rihinin Genel Hatlan benzeri kitaplar Türk okulları müfredatında artık yok. Ancak, Atatürk'ün Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni Türk kültürünün bilimsel çalışıldığı bir merkez olarak kurmasındaki öngörü, daha sonraki araştırma alanlarındaki keşifler için gerekli çerçeveyi oluşturdu. Bu keşifler hem Türk hem de Yakındoğu tarihini ve uygarlıklarını daha iyi anlamamıza çok büyük katkılarda bulundu. Örneğin, Türk arkeolojisindeki atılımlar sadece Atatürk'ün oluşturduğu kurumsal çerçeve sayesinde olabilirdi.

Batılı carihçilerin Türk tarihinin hatalı ve yüzeysel yorumlarının olumsuz etkileri hususunda bir örnek göstereyim. Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmed üzerine yazdığı kitapta Osmanlı imparatorluğu'nun gerçek kurucusu olan bu hükümdan işkence ve cinayetten zevk alan bir sadist olarak tarif etmişti. Babinger, kitap boyunca Sultan'ın seferlerinin tek amacının ganimet ve köle elde etmek olduğunu vurguluyordu. Babinger, bir tarihçi olarak Fatih'i kesintisiz sefer yapmaya sevk eden koşulları incelemeye lüzum görmemişti. Temel kaynağı, Batı'da Osmanlıların düşman ları nın kütüphane ve arşivlerinde bulunan belgelerdi ve dengeyi sağlamak için Osmanlı arşivlerindeki belgelerden faydalanmak için çok az çaba sarfetmişti. Eser, bu göze çarpan eksikliklerine rağmen hala hatırı sayılır ölçüde popülerliğe sahip. Maalesef, pekişmiş popüler anlayışlarla çatışan, çelişen ve bu görüş i ere meydan okuyacak tarih ler yazan tarihçiler çok en der.

12 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si

Bölüm ll: Entellektüel Etkiler

Tarihçilerden beni çok derinden etkileyen iki temel figür biliyorum. Bunlardan ilki daha önce belirttiğim gibi öğrenimimin ilk senelerinde ilgi alanlarımı yönlendiren Fuad Köprülü'ydü. Tanışma şansına eriştiğim diğer tarihçi ise Paul Wittek'tir. 1949'da Paul Wittek ile tanıştığımda Londra'daki School of Oriental and African Studies'de Türk Araştırmaları Profesörüydü. Londra'da kaldığım 1,5 yıl boyunca bazen 3-4 saat süren öğleden sonra seminerlerine düzenli olarak katıldım. Diğer düzenli katılımcılar arasında Bemard Lewis, Victor Menage, Vernon Parry ve Elizabeth Zachariadou vardı. Bu seminerlerde Profesör Wittek' bazen konular belirler, bazen de tartışma açar ve Osmanlı çalışmaları alanındaki son yayınlar hakkındaki düşüncelerini belirtirdi. Ara sıra seminer grubundan biri toplantıdakilere araştırmalarını sunar, eleştiriler gelir, tartışma yapılırdı. Wittek'in parlak bir eleştirel zekası vardı ve eleştirileri acımasız, bazen de yıkıcı olurdu. Özellikle, Osmanlı tarihi metinlerini eleştirel bir yaklaşım olmadan kullananlara müsamaha göstermezdi. Wittek'in Osmanlı çalışmalarına en büyük katkısı, Osmanlı tarihinin en eski kaynaklarına Batı'nın metin analizinde kullanılan bilimsel metodlarını uygulamasıydı. Onun 1940'Iarda başlattığı kritik metin edisyonu ve analizi işinin bugün henüz istekli ve liyakatli bir mirasçısının bulunamamış olması çok üzücüdür.

Osmanlı Devleti'nin ve ilk hükümdarlarının kökenieri hakkında literatüre hala iki görüş hakimdir. Bunlardan birine göre, erken dönem kroniklerde bulunan Osmanlı hanedanının kökeni ile ilgili hikayeler, tarihsel olgularla alakası olmayan salt uydurmalardır ve tarihsel kanıt olarak toptan gözden çıkarılmalıdır. ikinci yaklaşım, bu hikayeleri kritik analize tabi tutmadan harfiyen doğru kabul etmekte. Meselenin aslı ise her iki yaklaşımın bizi götüreceği yerden çok daha karmaşık. Osman Gazi ile ilgili hikayeler iki ayrı kaynaktan gelmektedir. Bir tarafta epik tarihsel yazından gelen ve XIV.yüzyıldaki koşulları yansıtan, olgulara dayalı kronik geleneği bulunmaktadır. Ancak, diğer tarafta bu gerçek sözlü geleneğe, Osmanlı imparatorluğu büyüyüp serpildikten sonraki dönemlere ait tarihçiler tarafından devletin kökenierini idealize etmek, hanedana meşruluk ve haşmet kazandırmak için yapılan eklemeler vardır. Şimdi, ciddi modern tarihçiler için yapılacak iş, anlatının XIV. yüzyıla ait epik hikayelerden gelen kısmını bu kısımlardan ayırmaktır. Bu işi gerçekleştirmek için izlenebilecek metodlar şunlardır:

• Aniatıdaki olguların doğruluğunu, yeni ortaya çıkan vakıf belgeleri gibi Osmanlı tarihinin ilk dönemleriyle ilgili belgelerle test etmek.

13 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

• Kaynaklarda en çok öne çıkan Kuzeybatı Anadolu bölgelerinde saha araştırmaları yapmak.

Yukarıdaki metodların uygulanması suretiyle son zamanlardaki bazı araştırmalarımla ilk Osmanlı sultanları Osman ve Orhan'ın saltanatlarının karmaşık kayıciarını ayıklamada önemli mesafe kat ettim. Doğal olarak problemi n en basit çözümü, bu hika.yelerin toptan güvenilmez ilan edilmesidir. Fakat, bu hikayeler dikkatli bir kritik incelemeye tabi tutulduklarında tarihsel olarak önemli birçok şeyi ortaya çıkarmaktadırlar. Geç XV. yüzyıltarihi derlemelerinde, Aşıkpaşazade, Neşri, Ruhi, idris-i ! ve ibn Kemal tarihlerinde örnekleri bulunduğu gibi, hanedana meşruluk ve yücelik kazandırma amacı güden ideolojik motivasyonlu bir takım eklemeler bulunduğu açıktır. Bu eklemeler, daha sonraki tarihlerde Osmanlı Devleti'nin karşılaştığı bazı sorunları ve yöneticilerin bu sorunlara karşı bir tepki olarak geliştirdiği politik söylemleri yansıtmaktadır. Osmanlı tarihsel yazınına gömülü olan bu söylemler ve iddialar, 1. Bayezid'in (hk. 1389-1402) Timur tarafından yenilgiye uğratılması ve Osmanlı toprak bütünlüğünün bozulması sonrasında özellikle öne çıktı. ingiltere'deki yeni Türkolog kuşağının, ciddi erken dönem Osmanlı incelemelerine Onun öncü çalışmalarının kapı açtığını tamamıyla unutarak, rayından çıkan bir revizyonizm ruhuyla Wittek'in akademik mirasına saldırmaya başlamasının çok talihsiz olduğunu düşünüyorum. Wittek'i, tarihsel yaklaşımında bilimsel metoddan çok duyguların hakim olduğu iddiasıyla suçluyorlar. Wittek'e karşı öne sürülen bu tip iddalar hem temelsiz hem de haksız. Wittek, islam adına yapılan gazanın Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda dinamik usurlardan birini oluşturduğunu söylerken Osmanlıların bu islami bağlılığı kendi amaçları için kullandığını çok iyi biliyordu. inançların ve inanç sistemlerinin insan davranışı ve sosyal normlar üzerinde birincil dereceden etkisi olduğunu inkar etmek ve tarihsel yorumlarda onları ikinci derecede önemli görmek tarihsel değişim sürecini basit mekanik determinizme indirgemektir. Tarihin, insanın toplum içindeki anlamlı hareketlerinin incelenmesi olduğunu savunan görüş yerindedir.

Türkiye'de Osmanlı tarihinin yorumlanması son zamanlarda birçok farklı aşamadan geçti. Hilafetin kaldırılması ve modern Türkiye'nin kurulmasından sonra tarihçiler ve sosyal bilimciler bilimsel çalışmalarını Osmanlı öncesi Türk tarihi çalışmalarına ve Türk kültürünün kökenieri ve yayı lışına yoğunlaştırdılar. Ulusal gelişimin bu aşamasında ana gündem Türk halkının kültürel ve siyasi kökenierini araştırmaktı. Daha imparatorluğun 1912-13 Balkan Savaşları'ndaki yenilgisinden sonraki dönemde bile milliyetçi akım kuvvetli şekilde kendini hissettiriyordu. Yüzyılın başında Osmanlı imparatorluğu'ndaki tarih yazımı

14 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si ekallerine güçlü bir milliyetçi crend hakimdi. Bu dönemde ana entellektüel figür ilk Türk sosyaloğu Ziya Gökalp idi. Emile Durkheim ve Gaswn Richard'ın yolunda ilerleyen Gökalp'in yazıları, Türkiye'de pozitivist ve kollektivisit sosyoloji ekolünün hakimiyetini sağlamıştı. Sonuçta Gökalp'in, ağırlığı ulusu ve ulusal kültürü vurgulayan tarihsel çalışmaları bu dönemde önem kazanmıştı. Fuad Köprülü'nün Türk kültürünün kökenieri üzerine yaptığı araştırmaları dönemin entellektüel akımlarıyla yakından ilişkilidir. Köprülü, Türk edebiyatının Orta Asya'daki kökenierini belirlemiş, ve Anadolu'ya gelen boylar yoluyla yayılışını izlemiş ve ortak Türk kültürünün kökenieri üzerine yaptığı keşiflerle bütünlüklü bir ekolü oluşcurmuştu. Asya boyunca Türk halk kültürünün gelişimini inceleyen Köprülü, bu coğrafi olarak dağınık edebiyatın ortak özelliklerini bulmaya ve tanımlamaya çalışmıştı. O, Orta Asya ve Yakındoğu'da MS. ikinci bin yılın islami ortamının ana hatlarını belirlemeye aynı zamanda da bu genel çerçeve ve gelenek içerisinde Türklere has dini ve kültürel unsurların kendine has karakterlerini ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Anadolu'daki popüler tasavvuf tarikatları (özellikle Babal, Kalender! ve Bektaşi) üzerine yaptığı çalışmalar, Orta Çağ Türk kültürel hayatının bilimsel olarak incelenmesinde çığır açmıştır. Bu çalışmasında, kitabın 1918 yılında yayımlandığı dikkate alınırsa, islam'ı kabul eden göçebe Türk wpluluklarının hala islamiyer öncesi geleneksel şamanistik inançlarının kuvvetli etkisi altında olduklarını söyleyerek oldukça cesur davranmıştı. Türk tarihi çalışmalannda bu pozitivist ve miliyetçi yaklaşım, her ne kadar aşırı yanları olsa da, Türk ve Osmanlı tarihi çalışmalarını Ortadoğu ve islam çalışmalarının sınırlı ve kısıtlayıcı kontekscinden çıkardığı ve daha uygun global bir jeopolitik ve disiplinlerarası konteksee yerleştirdiği için önemli bir ilerlemeyi temsil ediyordu.

1930'Iarda Türk tarih çalışmaların ın aldığı yön, olumsuz etkileri Türkiye'de de hissedilen dönemin gelişen uluslararası ekonomik kriziyle yakından ilişkiliydi. 1930'Iarda Atatürk, dikkatini Türkiye'nin ekonomik politikalarına yöneltti ve kitlelerin üzerindeki yükü azaltmak için formüller ve sosyal politikalar arayışına girdi. Bu dönemde sosyalist yazın ve sosyalizme olan ilgi artmıştı. Sosyal bilimlerde yeni bir yaklaşım ortaya çıkıyor ve bu entellektüel iklimde tekrar Köprülü'yü önde gelen figürlerden biri olarak görüyorduk. Kurucusu olduğu ve ilk sayısı 1931'de yayımlanan, Türk Hukuk ve Iktisat Ta rihi Dergisi adında yeni bir yayınla tarihsel araştırmalarda yeni trendlere yön veriyordu. Köprülü, hemen akabinde Sorbonne'a bir dizi ders vermeye çağrıldı ve Paris'te kaldığı süre içerisinde yeni tarih ekolünde aktif olan iki Fransız meslektaşından oldukça etkilendi: Lucien Lefebvre ve March Bloch. Bir grup Türk bilim adamı kurumlar tarihi alanında ilerleyerek Durkheim geleneğinde kalmaya devam ederken, sosyal ve ekonomik meselelere odaklanan yeni tarih ekolü giderek daha fazla ilgi çekmeye başlıyordu.

15 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Tam bu sıralarda (1930'Iarın başı) March Bloch'un aktif olduğu Strasbourg Üniversitesi'nde doktorasını yeni tamamlamış olan Ömer Lutfi Barkan Türkiye'ye dönmüştü. Türk ekonomik ve sosyal tarihinin öncülerinden biri olan Barkan, kendini arşiv çalışmalarına adadı ve XVI. yüzyıl Osmanlı vergi ve nüfus kayıtları üzerindeki ayrıntılı çalışmalarıyla Türk toprak ve hukuk tarihi alanında uzman laştı.

1935 yılında Ankara'daki Dil ve Ta rih-Coğrafya Fakültesi'nde çalışmalarıma başladığımda tarih disiplininde bu sosyal ve ekonomik tarihe odaklanan yeni trendler hakimdi. Diğer bir deyişle 1930'Iarın Türkiye'sindeki tarih eğitimi, kurumlar tarihine ve sosyal ve ekonomik tarihe öncelik veriyordu. 30'1arda yeni tarihçi kuşaklarına bu alanlarda yön ve ilham veren Köprülü ve Barkan'ın çalışmalarıydı. Bir tarihçi olarak kişiliğim bu iki Türk bilim adamının silinmez izlerini taşımakta. Etkileri, Tanzimat reformlarının sosyal sonuçlarına odaklandığım ve toprak sahipleri ile çiftçiler arasındaki çözülememiş sosyal ve ekonomik problemierin 1841'deki ve 1850'deki, Vidin ve Niş ayaklanmalarında oynadığı rolü incelediğim doktora tezimde açıkça görülebilir.

Fransız ekolü, Türk tarih yazımındaki etkisini hissettirmeye devam etti ve Fernand Braudel'in eserlerinden sonra başka bir yön almaya başladı. Braudel'in Akdeniz'i ilk yayımlandığında Paris'teydim. 1950'de Londra'dan Paris'te toplanan Uluslararası Ta rih Bilimleri Kongresi'ne katılmak üzere ayrıldım. Kongre boyunca, yeni bir stilde ve çok farklı bir tarihsel perspektifle yazılmış olan Braudel'in son kitabı canlı tartışmalara yol açtı. Kitabı okuduktan sonra Avrupa akademisinde ilk defa Osmanlı imparatorluğu'na tamamıyla farklı bir bakış açısıyla bakıldığı sonucuna vardım.

Braudel, eserinde, Osmanlı imparatorluğu'nun Akdeniz'in doğu kıyılarındaki yabancı bir dünyayı temsil etmekten çok uzak, sosyal, demografik ve ekonomik yapılarıyla batı Akdeniz'e çok yakın, bir bütünleyici parça olduğu yönünde görüşler sunuyordu. Braudel, Doğu ve Batı Akdeniz kıyılarını, daha önce selefierinin yaptığı gibi birbirinden ayrı ve uyuşmaz iki farklı dünyaya ait toprak parçası olarak görmek yerine, denizin iki yarısını karşılıklı etkileşimi ve teması olan bütünleyici parçalar olarak görüyordu. Braudel, Akdeniz tarihini anlamanın tek yolunun, onu Avrupa ve "doğu" (yani Osmanlı) diye parçalara ayırmak değil de bunları bütünleyici parçalar olarak görmekten geçtiğine inanıyordu. Onun Akdeniz tarihi yorumu, tarihi gerçekiere selefierinin herhangi birinden çok daha yakındı. Braudel, bir sosyal coğrafyacı olan Vidal de Lablache'ın öğrencisiydi ve coğrafi determinizm, longue-duree boyunca Bergsonvari bir tarihsel evrim gibi kavramlarla tarih çalışmalarına devrimsel yeni metodlar getirmişti. Aslında

16 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si birçok açıdan Braudel, total tarih kavramını geliştiren Lucien Lefebvre ve March Bloch'un açtığı yolu takip ediyordu. Bu yaklaşım, toplumun izole olaylar ve yapılardan oluşmadığını, verili bir kurumsal ve çevresel çerçevenin konceksri içindeki bir bütün olarak var olup değiştiğini vurguluyordu.

Braudel, bu maddi tarihe vurgu yapan total tarih kavramını Osmanlı da dahil olmak üzere Akdeniz toplumlarını incelediği çalışmasında uygulamıştır. Ancak, Osmanlılar hakkındaki bilgilerinin kısıtlı olduğunu belirtmiş ve imparatorluğu "önemli bir belirsizlik alanı" olarak tanımlamıştır. Braudel, 1940'1arın sonunda Akdeniz'i yazarken Osmanlı kurumları ve ekonomik koşulları hakkında ayrıntılı çok az çalışma vardı ve sık sık kusurlu ikincil kaynaklara bağımlı kalmak zorunda olması ciddi yorum hatalarına kapı açtı. Ancak, bütün hatalarına rağmen Osmanlı imparatorluğu'nun birçok temel meselesi üzerine çok iyi yazıları olan yetenekli bir tarihçiydi ve çalışmaları gelecekteki araştırmalar için çok sayıda soru ortaya çıkardı. Braudel tarafından ortaya konan soruların her biri Osmanlı tarihçileri için yeni alanlar açtı ve Akdeniz, şüphesiz Türk tarih yazımında çok derin bir iz bıraktı. Barkan, Braudel'in eseri hakkında bir eleştiri yazısı yazarak Türkiye'de kamuoyuna sunan ilk Türk tarihçisiydi. Aynı zamanda kendi araştırmalarını da Braudel'in soruları yönünde geliştirmişti. Kısa süre sonra ben de Mustafa Akdağ'ın Osmanlı Türkiyesi'nin ekonomik koşulları üzerine olan bir makalesine yazdığım eleştiri yazısında Osmanlı gerçeklerinin incelenmesinde Braudel'in tarihsel kavramsallaştırmasının önemine değindim. Bu makalede, Braudel'in Akdeniz ekonomisini etkilediğini düşündüğü Amerikan gümüşü istilası ve XVI. yüzyıl Avrupa demografik patlaması gibi global fenomenleri özellikle vurguladı m. Barkan'ın daveti üzerine Braudel'in Türkiye'ye gelmesiyle kendisiyle tanışma imkanı buldum. Braudel'in yaklaşımının dünya tarihi yazımındaki yeri bugün genelde kabul görmüştür, ancak Türk tarih yazımındaki rolü de eşit derecede önemlidir. Braudel Akdeniz'in ikinci baskısını hazırlarken, Barkan Osmanlı fiyat tarihi ile ilgili araştırmalarının sonuçlarını onunla paylaşmıştır.

Osmanlı tarihinin tahrifi bir dizi sebepten kaynaklanabilir. Kaynakların kritiğe tabi tutulmadan kullanılmasının yol açtığı sorunlur varken, en büyük problem milliyetçi ya da diğer doktrinlere (Marksist vs.) taraf olmaktan doğmaktadır. Bunların etkileri Balkan ya da Arap tarih yazımında görülebilir. Bölgesel milliyetçi önyargılardan öte daha geniş kapsamda bir anti-Osmanlı önyargısından kaynaklanan bozulmalar da bulunmaktadır. Bu gibi genel önyargıların kaynağı da Avrupamerkezcilik veya sömürgecilik gibi politik akımlardır. Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsız bir politik yapı olarak ortaya çıkışına ve Batılılaşma yanlısı ideolojilerin hakimiyetine rastlayan modern Türk tarih yazıcılığının başlangıç aşamalarında Osmanlı tarihi soğuk bir laik bakış

17 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI açısıyla yorumlanıyordu. XX. yüzyılın başında Ortadoğu ve Balkanlardaki politik gelişmeler bağlamında düşünüldüğünde bu milliyetçi önyargılar anlaşılabilirdi. Bu bölgelerde ulusal bağımsızlık öncesi, Osmanlı rejiminin baskıcı ve gerici olarak kötülenmesi ulusal uyanış ve kendini gerçekleştirme için kaçınılmaz bir önkoşuldu. Bu teoriye göre Balkan halklarının kalkınma potansiyeline Osmanlı hakimiyetindeki yüzyıllarda gerici, zorba ve sömürücü Türk yönetici sınıfı tarafından ket vurulmuşrur. Balkan tarihçilerinin hiçbiri vergi mükellefi reaya statüsündeki çok sayıda Müslüman çiftçinin yerli çiftçilerle yan yana yaşadığı gerçeğini görmek istemiyor. Müslüman ve gayrimüslim reaya aynı topraktaki komşular olarak aynı maddi koşullar içindeydi ve aynı hayat standardına tabiydi. Osmanlı sömürüsü Batı Avrupa karşısındaki yüzyıllar süren gerilik için bir günah keçisi işlevi görüyordu. Ancak, ll. Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda Osman lı arşiv kayıtları ve belgeleri kullanılmaya başlandı. Bu gelişme, tarih yazımında literatürde bulunan bazı gizli Osmanlı karşıtlığının inanırlığına gölge düşürecek revizyonist trendierin doğması na yol açtı. Arşiv çalışmalarında öncü olan Macar tarihçileriydi. Lajos Fekete ve halefieri Osman lı arşiv çalışmalarına önem li katkıda bulunmuşlardır. Macar tarihçileri Yugoslav, Bulgar, Rumen, Arnavut, Yunan tarihçiler takip etti ve kendi ülkelerinin erken modern dönem tarihleri için en güvenilir kaynak olarak Osmanlı arşiv kayıtlarını kullanmaya başladılar. Bu belgeye dayalı çalışmalar genelde kurumsal tarih, demografi, sosyal ve ekonomik koşullar, şehirleşme konularında yoğunlaşmıştır. 197ü'lerden itibaren Arap tarihçileri de Balkan meslektaşları gibi Osmanlı arşivlerinde çalışmaya başladılar.

Osmanlı tarihini etkileyen diğer entellektüel trendler arasında sosyolojik teori hatırı sayılır bir role sahiptir. Hem Marksist hem de Weberci ekaiden gelen sosyal tarihçiler ve sosyologlar, modellerini Osmanlı tarihine uygulamaya çalışmışlardır. Bu farklı metodlar, yeni bazen de ilginç araştırma güzergahları ortaya çıkarmıştır. Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihine dair hala yeterince çalışılmamış ve anlaşılamamış geniş alanlar bulunduğu için sosyal bilimciler tarafından yapılan erken genellemeler spekülatif kalmış ve olgusal cemele oturtulamamıştır. Ancak, sosyologların kavramları ve geneliemeleri tarihi araştırmalardaki soruları formüle etmek için faydalıdır. Sınıf çatışması veya patrimonyalizmden ilham alan ve tarih yorumlarında Karl Wittfogel ve Eisenstadt gibi tarihsel sosyologlardan etkiler görünen yeni bir Osmanlı tarihçileri kuşağı gelişti.

Son yıllarda Osmanlı tarihindeki ana problemleri tarihsel sosyolojinin sunduğu teorik perspektiften ele alan çalışmalar çoğaldı. Bu yaklaşımın temelinde, bu metodolojilerin tarihsel araştırmalardaki karmaşık sorunları, araştırmacı, belgeye ve aniacıya dayalı birincil kaynakları kullanmak için gerekli bilgi ve beceriye sahip olmasa bile kendisi çözebilecek kadar güçlü yorum araçları olduğu varsayımı

18 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si bulunmaktadır. Eğer tarih için uygun bir iş varsa o da zaman ve mekandan münezzeh genellemeler formüle etmek değil, zaman ve mekanda somut olayları incelemektir. Bu yüzden son zamanlarda tarihçiler arasında gelişen hermeneutik ve metin çalışmaları pozitif bir gelişme ve gerekli bir tepki olarak görülmelidir.

Çağdaş Osmanlı tarih yazımındaki yerimi en eski çalışmalarıma göre tanımlamak isteyenler 1940'1arda tarih yazmaya başladığırndan beri düşüncelerimin geçirdiği evrimi göremiyorlar. Tarih yazılarım birçok farklı dönemi kapsıyor. Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ndeki öğrencilik yıllarımda Yusuf Akçura'nın ders notlarında Marksist tarih yorumuyla tanışmıştım. Marksist tarih yorumu, Türkiye'de sol devrimci hareketlerin ağırlık kazandığı 1970'1erde en etkili dönemini yaşadı. O yıllarda ekonomik bunalım yüzünden iş bulamayan öğrenciler, Türkiye'nin sosyal ve ekonomik kalkınma problemlerini Osmanlı mirasında aradılar. Araştırmalarını Osmanlı sosyal yapısı üzerinde yoğunlaştıran genç yazarların çoğu, Türk kalkınma problemlerinin Marks'ın "Asya Tipi Üretim Tarzı" teorisiyle açıklanabileceğini düşünüyorlardı. Te orilerini desteklemek için ampirik kanıt ararken temelde Barkan, Akdağ ve benim araştırmalarımdan faydalanıyorlardı. Marksist yazarlar tarafından ortaya konan sorunlar Braudel'i n eserindekilere benziyordu. Türkiye'de Markise tarih ekolünün önde gelen temsilcileri nden bi ri Sencer Divitçioğl u idi.

Divitçioğlu, teorik model olarak Asya Tipi Üretim Tarzı'nı almıştı. O günlerde eserleri Türk tarihçileri ve sosyal bilimcileri arasında uzun süreli bir etki yapmıştı. Yeni kuşak tarihçilerden benimle de çalışmış Huri islamoğlu-inan ve sosyolog Çağlar Keyder bu yeni araştırma ekolünün en iyi temsicilerindendir. Araştırmalarında kullandıkları temel model Marks'ın toplumsal formasyon/ sosyal oluşum kavramıdır. Bu kavram, Braudel'in "Total Tarih" kavramına paraleldir. Huri islamoğlu-inan, bir tarihçi olarak, klasik "Asya Tipi Üretim Tarzı" teorisini modifiye etmiş ve eserlerinde Osmanlı sosyal sisteminin diğer Asya toplumlarından farklı yanlarını açığa kavuşturmaya çalışmıştı. 1980'1er boyunca ben de Asya Tipi Üretim Tarzı teorisi tartışmaları tarafından ortaya atılan sorular üzerinde eş zamanlı bir uğraş verdim. Özellikle yabancılaşma, toprak mülkiyetinin belli gruplarda yoğunlaşması ve çiftçinin sömürülmesi, Osmanlı toprak rejiminin, fiyat hareketlerinin ve kır-kent ilişkilerinin karakteristikleri gibi sorunların üzerine ışık tutabilecek verileri toplamak için arşiv çalışmalarıma ağırlık verdim. Asya Tipi Üretim Tarzı teorisinin Osmanlı örneğinin bazı unsurları için yetersiz bir açıklama olduğu ilk anda gözüme çarpmıştı. Arşiv çalışmalarım, kuşkuya yer bırakmaksızın, klasik dönemde (1450-1600) Osmanlı toprak mülkiyet sisteminin temelinde, son derece merkezileşmiş bürokratik devlet yapısı çerçevesinde geniş çiftçi hanesi kitlelerinin verimlilik kapasitesini düzenleme

19 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI amacıyla oluşturulmuş çift-hane adlı bir sistemin olduğunu ortaya çıkardı. Öyle görünüyor ki, Marks'ın Hint yarımadasındaki sosyal ilişkileri inceleyerek geliştirmiş olduğu teori, genel-geçer bir fenarnenideğil, özel bir tarihsel durumu yansıtıyordu. Marks tarafından öne sürülen ceori, çiftçi sınıfının tarımsal artı değerinin sömürücü askeri efendiler tarafından kaba kuvvetle çekilip alındığıydı. Böyle bir teori, Marks'ın kendi teorisi olan ve cemeli ürecim ilişkilerine dayanan toplumsal formasyon teorisiyle de çelişiyordu. Bu uygulamalar, Asya Tipi Üretim Tarzı teriminin çağrıştırdığının aksine Asya'da yaygın değildi. Asya Tipi Üretim Tarzı Teorisi, sosyal yapının ekonomik yollar ile değil, bu sınırlı kontekst içerisinde politik baskı ile evrildiğini öne sürüyordu. Diğer taraftan Osmanlı çift-hane sistemi arşiv kayıtları ile belgelenebilen süreçlerin gösterdiği özel bir ekonomik bağdır.

1977'de lmmanuel Wallerstein Fernand Braudel Araştırma Merkezi'nin kuruluşunda Binghamton'da uluslararası bir konferans düzenledi. Bu konferansca Braudelyan ekolünün Osmanlı sosyal ve ekonomi k tari h araştırmalarındaki etkileri üzerine bir bildiri sundum. Bildiride, ayrıca Braudel'in yaklaşımının getirdiği bazı sorular üzerindeki araştırmalarımın bir özetini de verdim. Wallerstein'in ilgisi çoğunlukla bu büyük imparatorluk kara parçasının Batı odaklı kapitalist dünya ekonomisindeki yeri sorunu üzerine yönelmişti. Wallerstein'in çevreleşme teorisi çerçevesinde Osmanlı ekonomisinin ne zaman, nasıl ve ne ölçüde Avrupa dünya ekonomisine eklemlendiği (çevreleştiği) soruları üzerinde duruldu. Wallerstein'in görüşleri Türk tarihçilerinin oldukça ilgisini çekti ve o yılın sonunda Ankara'da Türkiye'nin ilk Sosyal ve Ekonomik Tarihi kongresi toplandığında Wallerstein da davet edildi. Bu konferansta Çağlar Keyder ve Huri islamoğlu-inan, diğer genç sosyolog ve tarihçilerle beraber Wallerstei n'la tan ışma fırsatını elde ettiler ve daha sonra Binghamton'daki yeni merkeze öğrencilerini gönderdiler. Binghamton'daki New York State Üniversitesi'nde bir çalışma grubu oluştu ve Çağlar Keyder de daha sonra merkeze bu üniversitenin sosyoloji bölümünün bir üyesi olarak katıldı. Adı geçen araştırma grubu, çeşitli konferansların sponsorluğunu yaparak ve Osmanlı imparatorluğu'nun Wallerstein'ın çevreleşme teorisi konteksrinde yeri sorunu üzerine yayınlar hazırlayarak aktif rol aldı. Binghamton'da başlayan bu araştırma trendi kısa sürede diğer mahfillerden de takipçiler buldu. McGowan'ın Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi üzerine olan kitabı bu yeni çalışma ekolünün en güzel örneklerindendir. islamoğlu ve Keyder de Asya Tipi Üretim Tarzı teorisi ve çevreleşme üzerine düşündürücü bazı çalışmalar yayınladılar. Wallerstein'ın görüşüne göre Osmanlı imparatorluğu, Çin gibi neredeyse kendi kendine yeterli bir imparatorluk ekonomisine sahipti. Wallerscein'a göre cemelde Avrupa'nın kapitalist dünyasından bağımsız kalan bu tip imparatorluk ekonomileri ayrı bir kategoriyi cemsil ediyordu. Fakat, Osmanlı imparatorluğu onu Avrupa

20 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si ile yakın ticarete çeken coğrafi konumu ve Doğu Akdeniz'deki uzun kıyıları ile Çin'den ayırıyordu. Osmanlı imparatorluğu pamuk, deri, yün ve boya gibi Avrupa sanayisinin ihtiyaç duyduğu ham maddeleri temin eden önemli bir kaynaktı. Avrupa ile Osmanlı imparatorluğu arasındaki yakın ticaret ilişkileri zamanla o kadar ilerledi ki, Osmanlı toplumunun sosyal ve ekonomik yapısını değiştirmeye başladı. Wallerstein ekolü, Osmanlı imparatorluğu'nun uzun süren çevreleşmesinin bu koşullarda gerçekleştiğini savunuyordu. Binghamton'daki araştırma grubu, Osmanlı imparatorluğu'ndaki çevreleşme sürecini incelemek üzere ampirik çalışmalar yapmaya başladı. Çalışmalara göre öyle görünüyordu ki, Osmanlı ekonomisinin çevreleşmesi XVIII. yüzyılın ikinci yarısından evvel gerçekleşmemişti. Seattle'daki Washington Üniversitesi'nden Reşat Kasaba, bu alanda hala çalışan genç araştırmacıların önde gelenlerindendir. Türkiye ekonomisinin marjinalleşmesi üzerine olan ranışma yeni bir fenomen değildi ve 1930'lardaki Kadro hareketi de Türkiye'nin Avrupa'nın kapitalist ekonomileri tarafından yarı sömürge haline getirilişini tartışmıştı. Ancak, Wallerstein'in grubu bu fe nomeni çalışmak için daha keskin bir metodoloji geliştirmişti ve geç dönem Osmanlı çalışmalarında gittikçe artan bir etkileri olmuştu.

Bölüm lll:Belli Başli Çalişmalar Doktora çalışmamı 1940-1942 yılları arasında tamamladım. Doktora tezımın konusu Bulgaristan'daki Tanzimat reformlarıydı. Araştırmalarım sırasında, istanbul Daimabahçe Sarayı'nda Bulgar sorununa dair ll. Abdülhamid tarafından derlenmiş özel bir belge kolleksiyonu bulabilme şansına eriştim. On cilrten oluşan bu belgeler Başbakanlık Arşivlerinde saklanmıştı. Özellikle 1841 ve 1850 Vidin ayaklanmaları ile ilgili belgeleri inceledim. Eyaletin valisi ve istanbul'dan gönderilen özel müfettişler tarafından gönderilen raporlar, toprak sahipleri ile Bulgar çiftçiler ve marabalar arasındaki toprak anlaşmazlıklarının bu isyanların temelinde yatan asıl neden olduğunu gösteriyordu. Bosna Hersek'te benzer reformlar gerçekleştirilmeye çalışıldığında da toprak anlaşmazlıkları ve marabalar arasında memnuniyetsizlik ve ayaklanmalara yol açmıştı.

Böylece daha doktora tezi zamanında toprak mülkiyeri ve köylü problemleri gibi sorunlara dikkatimi yönelemeye başlamışrım. Aynı zamanda Ömer Lutfi Barkan da XVI. yüzyıldaki toprak meselesi üzerine çalışıyordu. Akademik kariyerim boyunca toprak ve ilgili sorunlar benim için sürekli bir ilgi merkezi oldu. 1942'yi takip eden yıllarda doktora tezimi tamamladığımda hem iç hem de dış yönleriyle Tanzimat dönemi Osmanlı tarihi üzerine çalışmalarımı sürdürdüm.

21 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

1953'te istanbul'un fe thinin 500. yıl dönümü yaklaşırken Türkiye'deki tarihçiler dikkatlerini bu olayın önemine ve genelde ll. Mehmed'in saltanacına odakladılar. Ben de bu faaliyetlerde yer aldım ve arşivlerde Osmanlı tarihinin bu dönemine ait bilgi toplamaya başladım. 1953'ten bu yana XV. yüzyıl Osmanlı tarihiyle ilgili bu araştırmalarıma dayanan birçok yayın gerçekleştirdim. Başbakanlık Arşivlerinden sağladığım ll. Mehmed dönemi ile ilgili bilgiler dışında Bursa Siciliati'nda (mahkeme kayıtları) da önemli bilgiler olduğunu keşfettim. Bursa kadı sicilieri 1460'lardan başlıyordu ve ll. Mehmed'in saltanatının son üç yılı (1479-81) kalın bir defterde bulunuyordu. Bursa Siciliati'ndaki bilgiler çoğunlukla şehir hayatıyla ilgili olduğu için ilgi alaniarım Osmanlı sanayisine, şehirciliğine, ipek ticaretine ve kadının idari faaliyetlerine kaymıştı. Araştırmama başladıktan kısa bir süre sonra sicillatın Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi için başlıca kaynaklardan bir olduğunun farkına varmıştım. Daha sonra Istanbul Siciliati'nı da kullandım. Osmanlı tarihi araştırmalarımda yıllar boyunca kullandığım belgelerin önemli bir kısmı yerel mahkeme kayıtlarından gelmiştir.

1935-1950 yılları arasındaki dönemde bu kayıtlarda kendi çalışmalarıma başlamadan önce Halk Evleri çatısı altında bir takım araştırmalar yapılmıştı. Büyük ölçüde lise öğretmenleri tarafından gerçekleştirilen bu çalışmaların çoğu, zor bulunan bazı dergilerde yayımlanmıştı. illerdeki yerleri yüzünden bu kayıtlar genellikle Ankara ve istanbul'daki profesörlerin kullanımına uzak kalmıştı. 1935- 1950 yılları arasındaki dönemin yayın çabaları, tutarlı standartların sağlanamayışı ve organizasyon eksikliği gibi sorunlardan muzdaripti. Ancak, yayın hataları ne olursa olsun, sicillanan seçilen orijinal belgeler külliyatı, yerel ekonomik durum, kırsal bölgedeki popüler hareketler, eşkiyalık vb. birçok önemli konuda birinci elden bilgi sağlıyordu.

Daha sonraki yıllarda Osmanlı şehirlerindeki kadı sicillerinden çıkarılan bilgilere dayalı yerel çalışmalar, imparatorluğun diğer tarafları için de popüler oldu. Sonraları Suriye, Mısır ve Balkan ülkelerinin tarihçileri, kendi tarihleri için Osmanlı siciliatının önemini kavradılar. Suriye'de Abdülkerim Refik, Mısırda Andre Raymond ve AA Abdurrahim, Bulgaristan'da G. Galabov, Berov ve S. Dimitrov, Bosna'da Hamid Krashevliavic, A Suceska, H. ShabanoviC, Hamid Hadzibegic ve diğerleri hep bu yerel kayıtlara dayalı çalışmalar yayımladı. Türkiye'de ise daha önce müzelerde ve illerdeki bazı belediye tesislerinde bulunan kayıtların bir araya toplanarak Ankara'daki Milli Kütüphane'ye aktarılmasına karar verildi.

1953'ün sonlarına doğru, ilgi alaniarım ve araştırma sahalarım açıklığa kavuşmuştu. Araşmmalarımın genel ekseni, toprak meselesi ve Osmanlı tırnar sistemi, Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi ve XV. yüzyıldan bu yana Osmanlı'da

22 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si

şehirleşme idi. Başbakanlık arşivlerinde ll. Mehmed dönemine ait tahrir kayıtları üzerindeki araştırmalarımı sürdürürken, Mehmed'in babası Murad dönemine ait son derece ilginç ve önemli bir belgeye rastladım. 1432'den kalma bu kayıt, Arnavutluk'taki Arvanid Sancağı'nın tırnar defteriydi ve 1954'te bu kaydı bir kitap olarak bastım. Bu Osmanlıya ait yayımianmış ilk tam tahrir kaydı idi. Bu alandaki tek erken eser Lajos Fekete'nin Macarca yayımladığı Estergon Ta hrirleri'ydi. Arnavutluk tırnar kayıtları 1432-1455 dönemiyle ilgili belgeleri içeriyor ve Osmanlı tırnar rejimine ışık tutatacak önemli bilgiler sağlıyordu. Ayrıca, Osmanlı'nın Arnavutluğa yerleşmesi ve Osmanlı tırnar sistemine entegre olan yerel Hristiyan ailelelerin kimlikleri ile ilgili bilgiler de vardı. Aynı zamanda üzerinde çalıştığım ll. Mehmed dönemine ait diğer kayıtlar da Osmanlı kontrolündeki Balkanların diğer bölgelerinde Hristiyan tımarlı sipahilerin varlığını ortaya çıkardı. Bu araştırma sonuçları bana Osmanlı öncesi rej imi temsil eden feodal-askeri aristokrasinin Osmanlı toplumunda sipahi olarak statüsünü sürdürdüğünü gösterdi. Bu keşif, Osmanlı fe thinin islam hukukuna uygun şekilde otomatik olarak bütün gayrimüslim toprak sahiplerinin topraklarına el konulması na yol açtığı iddialarının asılsız olduğunu gösteriyordu.

1956 yılında Dr. Robert Anhegger ile ll. Mehmed ve ll. Bayezid dönemlerine ait bir kanunnameler külliyatının edisyonunu yaptım. Eşzamanlı olarak Nicoara Beldiceanu tarafından bu kanunnarnelerin Fransızca versiyonları hazırlanmış, Franz Babinger ise metnin bir tıpkıbasımını yayımlamıştı. Bizim edisyonumuz basıldıktan sonra hazırlanan bu tercümede birçok ciddi hata vardı. Tercüme üzerine yazdığım eleştiri, maalesef bir arkadaşımı daha kaybetmeme sebep olmuştu.

Osmanlı kanunnameleri ve tahrirleri üzerine yaptığım araştırmalar sonucunda Osmanlı toprak rejimi ile ilgili önemli bir sonuca varmıştı m. Artık araştırmalarıma dayanarak Osmanlı vergi sisteminin kökeni ve genel karakterini tanımlamaya hazır olduğumu hissediyordum. "Raiyyet RüsCımu" adlı makalemde çift resmi gibi vergilerin aslında çiftçinin sosyal ve hukuki statüsünü tanımlayan ve belirleyen daha genel bir sistem bağlamında anlaşılması gerektiğini ilk defa ortaya koydum. Bu sistemin prensiplerine göre, bir çiftçi ailesinin ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte bir arazi parçasını ekip-biçen biri tam çift resmi ödüyor, bunun yarısı büyüklükte bir araziyi ekip-biçenler, topraklı köylü sınıfının ikinci grubunu oluşturuyor ve yarım çift resmi ödüyor, yarım çiftlikten az toprağa sahip olanlar ise topraklı köylü sınıfının en alt tabakasını oluşturuyordu. Bu kategorilerin, sosyal ve ekonomik statüyü belirleyen önemli kategoriler olduğu, vergi mükelleflerini bu üç kategoriden birine atayan tahrir kayıtları ile açıklığa kavuşuyordu. Ayrıca arazi ile araziyi işleyen ailenin aynı birim olarak beraber

23 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI kaydedildiği de ortaya çıkıyordu. Belli bir işgücü potansiyeli taşıyan çiftçi aileleri kayıtlara bireyler olarak değil, çift-hane gibi üretim birimleri olarak girmişti. Osmanlı arşiv belgelerinden anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı'daki imparatorluk toprak rejimi bağlamında köyleri n ve kasabaların sosyal kategorilerini tanımlayan şey çift-hane idi.

Böylece, Osmanlı idaresi, merkezi kayıtlar vasırası ile bütün bir kırsal ekonominin toprağını ve işgücünü düzenliyor, kategorize ediyor ve kendi kontrolü altında tucuyordu. Araştırmalarım, imparatorluk idari sisteminin özünü oluşturan bu sistemi ortaya çıkarmıştı. Ta hrir sisteminin kendisi de dahil olmak üzere diğer bütün temel Osmanlı idari uygulamalarını ve biçimlerini belirleyen temel sistem bu çift-hane sistemiydi. Ayrıca, vergi leri n ve toprağı n m i kcarı n ı ve karakterini de bu sistem belirliyordu. Daha sonraki araştırmalarımda, Osmanlı öncesi dönemlerde kuru tarım yapılan bölgelerde toprağı ve tarımsal işgücünü düzenlemek için benzer sistemlerin olduğunu gördüm. Geç Roma döneminden bu yana Akdeniz topraklarındaki imparatorluk yönecicileri ana gelir kaynakları olan toprak ve çiftçi üzerinde konerol sağlamak için bu tür siscemler gelişcirmişlerdi. Osmanlılar, kendilerine has çok az değişiklik gecirmişler, sadece var olan normları ve uygulamaları sürdürmüşlerdi. Esas tasaları, fethedilen yerlerdeki çiftçi toprak­ aile birimlerini, verimli vergi kaynağı yapılar olarak koruyabilmekci. Osmanlıları çiftçi toplumunu etkileyecek radikal değişiklikler yapmaya teşvik edecek çok az sebep vardı ve bununla pek ilgilenmediler. Fethettikleri kırsal bölgelere ne sosyal ne de dini bir devrim göcürmediler.

Ta hrir kayıtlarındaki son derece zengin Osmanlı arşiv kayıtları sayesinde imparatorluğun kırsal kesimindeki maddi koşulları ortaya koymak mümkündür. Osmanlı kayıtları ve Osmanlı rejiminin sosyal ve kurumsal muhafazakarlığı bilgisiyle donanmış olarak, Osmanlı öncesi Selçuklu, Bizans hatta Roma dönemlerinde Anadolu ve Balkanlardaki çiftçi hayatı ve kırsal yaşam koşullarının oldukça iyi bir resmini yeniden çizebiliriz. Osmanlı öncesinden çok az belge kaldığı için bu dönemlere ait bilgilerimiz hala muğlaktır. Fakat, Osmanlı çift­ hane sistemi hakkındaki ayrıntılı bilgilerimiz ışığında bu önceki rejimierin bazı unsurları açıklığa kavuşturulabilir. Böylece Osmanlı "Raiyyet RüsCımu" üzerine olan orijinal çalışmamız hem Osmanlı hem de mukayeseli kontekstlerde geniş bir yeni araştırma alanı ortaya çıkarmıştır.

Bir ampirik tarihçi olarak çalışmarnın en hayati öneme haiz yanlarından birinin belge ve metin yayını alanındaki çabalarım olduğunu düşünüyorum. ilk dönemlerde bu alandaki enerjimi Tanzimat reformları ile ilgili belgelere yönlendirmiştim. Yukarıda bahsettiğim gibi 1954'te Arvanid Sancağı tımar

24 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si defterinin tam eclisyonunu yayınladım. Aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed'in saltanarına ve Bursa şehrine dair bazı belgeler yayınladım. Bursa hakkındaki belgeler serisi (SOO'den fazla) Belgeler dergisinde bir dizi olarak devam etti. Daha sonraları Kefe limanının 1487-1490 yılları arasındaki gümrük kayıtlarını yayınladı m. XVI ve XVII. yüzyılların kanunnamelerini yayımlamak üzere copladım. Şu anda üç ana Osmanlı kanunnamesinin bir edisyonunu ve tercümesini hazırlıyorum. Bunlardan ilki ı. Süleyman'a ait. Kanun-name-i cedid adındaki ikincisi ise XVII. yüzyılın başlarında derlenmiş. Üçüncüsü ise Aydm Sancaği Kanunnamesi. Metinler, bu proje için, kritik metin edisyonu prensiplerine göre hazırlanıyor. Ayrıca, her kanunnameye dipnotlar, açıklamalar ve tam metin bir ingilizce tercüme eşlik ediyor.

Şu anda Gilles Veinstein ve M. Berindei ile üzerinde çalıştığım başka bir metin de XV. yüzyıl sonu ve XVI. yüzyıl başlarına ait Kilya ve Akkerman gümrük kayıtları. Kefe defteri ile birlikte bu yayın serisi, XV. yüzyıl Karadeniz ticareti için temel kaynakları oluşturacak.

Bölüm IV: Belli Başli Projeler

Kariyerim boyunca Osmanlı tarihi alanında gelecekteki çalışmalar için temel teşkil edeceğini bir dizi uzun soluklu proje gerçekleştirdim. Bunlardan bazıları nihayete erdi, bazıları ise devam etmekte.

Bu projelerden biri Bursa Siciliati ile ilgili. Bu kayıtlar üzerine 1950'Ierde çalışmaya başladığımda Bursa'da ı. Mehmed medresesindeki odalardan birinde coz-coprak içinde yığınlar hali nde duruyorlardı. Bursa'da yıllarca çalıştıktan sonra bu önemli belgeler için yeni bir yer bulmak amacıyla Ankara'daki Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bir koruma ve kataloglama programı önerdim. Bu fikir hevesli bir şekilde kabul edildi, fakat ilk aşama kayıtları yeniden cileleme için Topkapı Müzesi'ne gönderilmeyi öngördüğünden kendi önerimin başarısının kurbanı oldum. Kayıtlar istanbul'a temizleme, onarım ve yeniden cildeme için gönderildiğinde uzun bir süre araştırmaya kapalı kaldılar. En sonunda kayıtlar Bursa'ya döndü ve Arkeoloji Müzesi'ndeki özel arşivde saklanmaya başlandı. Siciller Bursa'ya döndüğü gibi, hem Türk hem de uluslararası bilim camiasının dikkatini çekti ve bunlara dayalı yayınlar arttı.

Daha sonra 1980'1erde, imparacorluk başkentinin tarihi hakkında potansiyel bir kaynak olabilecek Istanbul Sicillat1'na, dikkatimi verdim. Istanbul Siciliati şimdi istanbul Müftülüğü'ndeki arşivde ve yaklaşık 10.000 ciluen oluşmaktadır.

25 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bu arşiv, islami bilimlere, özellikle islam hukukuna karşı bir ilginin uyandığı ll. Abdülhamid (hk. 1876-1909) döneminde oluşturularak Şeyhülislam'a bağlanmıştı. ll. Abdülhamid döneminde arşiv özenle tasnif edilmiş ve bir katalog hazırlanmıştı. Bu arşiv sadece istanbul için değil, daha genel olarak Osmanlı şehir hayatı, sanayii, ticareti ve hukuk tarihi için birinci dereceden önemli bir kaynaktır. Uzun süre, bu önemli Osmanlı tarihi kaynağını tam anlamıyla kullanabilmek, araştırma sonuçlarını yayımlamak ve dağıtmak için bir çeşit kurumsal çerçeve geliştirmeye ihtiyaç olduğunu düşündüm. Bizans istanbulu üzerine değerli birçok bilimsel yayın hazırlanırken Osmanlı şehri için bu kadar büyük bir kaynağın atıl kalması ve neredeyse tamamıyla görmezden gelinmesi utanç vericiydi. Bu önemli kaynağın Başbakanlık ve Topkapı arşivi ile eşit derecede önemli belli başlı bir araştırma merkezi olarak tanınması konusunda kararlıydım. Kafamda bu fikirle, önce değerli istanbul Müftüsü Selahattin Kaya ile daha sonra da onun vasıtasıyla müftülük arşivindeki yardımcısı Abdülaziz Bayındır ile görüştüm. Derhal Chicago'daki bazı doktora öğrencilerimi burada araştırma yapmaları için teşvik ettim. Ayrıca, Istanbul Siciliati'na dayalı yayın çalışmalarını üstlenecek ehil araştırmacılardan oluşan küçük bir ekibi kurma gibi bir düşüncem de vardı. Profesör Abdullah Kuran ve Boğaziçi Üniversitesi'nden Zafer Toprak'a danışarak bu projenin desteklenmesi için bir yapı oluşturulması hususunda tavsiyeler aldım. Zamanın Büyükşehir Belediye Başkanı Bedreddin Dalan'a da konu hakkındaki düşüncelerini sorduk. Daha sonraları planlama komitesi Nurhan Atasoy, Cemal Kafadar ve Gülru Kafadar'ı da kapsayacak şekilde genişledi, ancak mal i kaynaklarım ız yetersiz old uğu içi n projenin gerçekleşmesi gecikti. Sonunda projenin Koç Firması'nın sponsorluğunda istanbul Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Merkezi'nde gerçekleştirilmesinde karar verildi. Şu anda kayıtlardaki içeriğin ve verilerin bilgisayarlar ve diğer teknik araçlarla elektronik ortama aktarılması çalışmaları sürmektedir. Projenin ilk aşamalarında üç asistandan oluşan yarı zamanlı araştırma ekibi bilgiyi sistematik şekilde işiemek için çalışmaktadır. ilk sicilin kısa süre içerisinde yayınlanması bekleniyor. Proje organizatörleri, Istanbul Siciliatı üzerine gelecek olan çalışmalar ve monograflar serisinin ilkini oluşturan bu yayın ortaya çıktığı zaman, projenin kamuoyuna duyurulmasının ve ilginin arttırılmasının kolaylaşacağını ümit ediyorlar.

Dünyada kendi ulusal tarihleri üzerine Türkler kadar zengin tarihi kaynaklara sahip çok az halk var. Türkiye'deki arşiv materyali çeşitliliği eşsiz... Türk tarihi üzerine çalıştığım son elli yıl içerisinde, öncelikler oluşturmayı, arşivlerin bilimsel tasnifini yapmayı ve Türk arşivlerine erişimin kolaylaştırılmasının kuvvetle savundum.

1985'te istanbul'da Eski Büyük Elçi Sayın ismail Soysal ile arşiv sorunu üzerine bir konferans serisi düzenledik. Başbakan Sayın Turgut Özal ve bir kısım arşiv

26 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si teknisyeni ve uzmanı bu konferanslarda bulundu ve sonuçta arşivin geliştirilmesi ve modernize edilmesi için geniş devlet fonları ayrılmasına karar verildi. Şu anda istanbul'daki Osmanlı arşivleri, Londra ve Paris arşivleri ile denk bir uluslararası bilimsel araşmma merkezi olma yolunda ilerliyor. Yüzlerce personel, arşivlerdeki milyonlarca belgeyi tasnif etmek için çalışıyor ve Türkiye'de ilk defa eğitimli bir arşiv kadrosu iş başında. Osmanlı imparatorluğu'nun küllerinden 20'den fazla bağımsız devlet türediğini düşünürsek, bu ülkelerdeki tarihçilerin kendi geçmişlerini aydınlatmak için Osmanlı arşivlerini kullanma ihtiyacı hissedecekleri aşikardır. Buna ilaveten Osmanlı imparatorluğu, Çin ve Roma imparatorlukları gibi dünya tarihinin büyük imparatorluklarından biridir ve Osmanlı tarihçileri ve diğer tarihçiler dışında sosyologların ve sosyal bilimcilerin de özellikle ilgisini çekmektedir. Örneğin, Karl Wittfogel ve Eisenstadt eserlerinin bir bölümünde Osmanlılar örneğini incelemişlerdir.

Yayın kurulunda hala görevli olduğum Türk Tarih Kurumu'nun yayımladığı Belgeler dergisi 1964'ten bu yana kesintisiz yayınlanmaktdır. Bu dergi, Osmanlı tarihi ile ilgili belgelerin yayı nlanmasında ana basın organlarından biri olarak görev yapmaktadır.

Osmanlı tarihi araştırmalarında en önemli arşiv kaynaklarından biri de 260 cildi aşan hacmiyle Mühimme defterleridir. Mühimme defterleri Divan-ı Hümayun'da tartışılan meseleleri ferman biçiminde özetleyen kayıtlardır. 30 yıldan fazla bir zaman önce Türk Tarih Kurumu'na bütün Mühimme defterlerini cilder halinde basmayı önerdim. Önerimin asli unsurları şunlar idi:

• Her Mühimme defterinin önce tıpkıbasımı yayımlanacak.

• Her Mühimme defteri isimler ve teknik terimleri içeren ayrıntılı bir alfabetik endekse sahip olacak.

• Her cilt, o cildin kendine has özelliklerini belirten bir önsöze sahip olacak.

Bu planın bilimsel copluluğun ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayacağını düşünüyordum. Bu defterlerin içeriklerinin özetlendiği ve metinlerin modern Türkçe versiyonlarının basıldığı daha önceki çabalar ciddi bilim adamlarının ve tarihçileri n gereksindiği kaynağı sunmaktan uzaktı. Maalesef,kurumun yönetim komitesi, teklifimi çok maliyetli olacağı gerekçesiyle reddetti. Hala red oyu verenler arasında meslektaşlarımın bulunduğunu hatıriayıp hayal kırıklığı duyarım. Proje gerçekleşmiş olsaydı 260 ciltlik setler dünyanın büyük üniversitelerinin kütüphanelerinde bütün ciddi Osmanlı çalışmalarına kaynak teşkil etmek üzere hazır bir şekilde bekliyor olacaktı.

27 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Diğer bir önem 1 i defter serisi de Başbakan lık arşivlerindeki tapu tahrir defterleridi r. Sayısı 2000'den fazla olan bu defterler bugün çoğunlukla istanbul'daki Osmanlı arşivlerinde; ancak bir kısmı da Ankara'daki Vakıflar Genel Müdürlüğü'ndedir. Bu belgelerin önemi, ilk defa merhum Ömer Lutfi Barkan'ın çalışmaları ile ortaya çıkmıştı. 1940'Iardan bu yana hem Türkiye içinde hem de uluslararası alanda aktif bir yayın konusu olmuşlardır. Ancak, yayın konusundaki hevesiere rağmen bilimsel ihtiyaçlara cevap veren ideal bir yayın metodu henüz bulunamamıştır. Örneğin, Macarca yayımlanan ve Macaristan dışındaki bilim adamlarına kapalı olan defterleri ele alalım. Eğer bunlar orijinal dillerinde uanskribe edilselerdi uluslararası camiaya daha faydalı olacaklardı. Türkiye'deki yayınlarda ise Osmanlı metinlerini sadeleştirme ve modernleştirme gibi talihsiz bir eğilim oluşmuştur. Bence, daha önce Mühimme defterlerinde önerdiğim gibi tıpkıbasımlar, indeksler ve notları içeren sistemin bir benzerini kullanmak bilimsel kullanım için en uygun alanıdır. Bu yayınların halkın kullanımı için olmadığı, sadece uzmanların kullanımı için tasarlandığı kabul edilmelidir.

Altı yıl önce 1986'da Türk Tarih Kurumu'na bu kayıtların bilimsel ve sistemli bir biçimde yayınianmasını sağlayacak bir proje önerdim. Bu projede ilk aşamada 1. Süleyman dönemine ait bugünkü Türkiye sınırları içerisinde kalan bütün bölgelerin defterlerinin bir seri halinde yayınianmasını teklif ettim. Bu yayınları hazırlarken uyulacak esasları yukarıda belirtmiştim. Ta hrir defterleri köylerin, kasabaların ve şehirlerin nüfusu ve tarımsal üretimin miktarı ve değeri de dahil olmak üzere ekonomik koşulları hakkında önemli veriler içerir. Bu sayımlar, devlet tarafından vergi gelirlerini tahmin etmek ve sosyal grupları belirlemek üzere gerçekleştirilmiştir. Projeye uygun olarak 1. Süleyman dönemi Türkiyesine ait bütün tahrir defterleri yayınlandığında, Anadolu'nun bütün demografik ve iktisadi kaynaklarını 400 yıl önceki halleriyle ayrımdandırmak mümkün olacaktır. Türk Ta rih Kurumu, bu projeyi genel planiarına almayı kabul etti ve tahrir uzmanlarından oluşan bir komite oluşturuldu. Şu anda Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü ile yayın işini yürütebilecek kişileri belirlemek için çalışmaktayız.

Sonuçlandırma şansını elde ettiğim projelerden biri de Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihinin araştırılması için oluşturduğum kalıcı organizasyondur. Bu projeyi başlatmak için uluslararası bir kongre düzenlemeyi tasariadım ve Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Emel Dağramacı ve Ekonomi Bölümü Başkanı Osman Okyar'ın katkılarıyla Hacettepe Üniversitesi ilk kongre mekanı olarak seçildi. ilk kongre 1977'de Ankara'da toplandı.

Dünyada, ll. Dünya Savaşı'ndan bu yana, sosyal ve ekonomik tarih, tarihçilerin giderek daha fazla ilgi gösterdikleri alanlar olarak ortaya çıktı. 1930'dan sonra

28 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si

Türk arşivlerinin açılması ile Türkiye'de ve Balkan ülkelerinde bu alanlarda bir dizi önemli çalışma yapıldı ve Osmanlı tarihinin sosyal ve ekonomik yönleri daha derinliğine incelenmeye başlandı. Bu alanda çalışanlar bir araya getirilerek bir takım yeni araştırma alanları belirlendi ve kongre Osmanlı çalışmalarının gelişimine pozitif bir katkı sağladı. Müteakip kongreler Strasbourg (1980), Princecon (1983), Munich (1986), istanbul (1989) ve Aix-en-Provence'de (1992) yapıldı. Bu çabaları devamlı kılmak ve gelecek araştırmaları desteklemek için Uluslarası Türkiye Sosyal ve Ekonomik Tarihi Komisyonu'nu oluşturduk. Kurucu üyeleri Osman Okyar, Emel Doğramacı, Kemal Karpat, Bernard Lewis, lrene Melikoff, William H. McNeil, Nikolai Todorov ve lmmanuel Wallerstein.

Osmanlı sosyal ve ekonomik tarihi alanındaki son projem, en son araştırmaları sentezlerneye yönelik bir ders kitabı eclisyonunu organize etmek. Yayıncı (Cambridge University Press) ile olan anlaşmaya göre imparacorluğun başlangıcından çöküşüne kadar olan dönemi 750 sayfada kapsayacak bu projenin katılımcıları olmaları için Osmanlı tarihinin belirli dönemleri üzerine çalışan 5 ünlü uzmana teklif götürdüm. Süreyya Farooqi, Bruce McGowan, Donald Quataert, Mehmed Genç ve Halil Sahillioğlu. Sonuçta son iki araştırmacı projeden çekildiler. 1300-1600 dönemini ben yazdım. Farooqi, McGowan ve Quataert ise sırasıyla XIX. yüzyılın sonuna kadar olan yüzyılları ele aldılar. Osmanlı para tarihi kısmını Sahillioğlu'nun yerine Şevket Pamuk yazmayı kabul etti. Kitap, bir taraftan Braudel'in şimdi bir klasik haline gelmiş olan Akdeniz dünyası üzerine kitabında ortaya attığı soruların bazılarını cevaplamak üzere diğer taraftan da Wilhelm Heyd'in Levanten ticareti üzerine olan kitabını tamamlamak için tasarlanmıştır. Bu kitapta, şu ana kadar ya eksik anlaşılmış ya da hafife alınmış olan Osmanlı imparacorluğu'nun dünya tarihinde oynadığı önemli ekonomik rolü hakkıyla gösterdiğimize inanıyorum. içinde olduğum bir diğer proje de UNESCO tarafından sponsorluğu yapılan lnsanhğm Bilimsel ve Kültürel Gelişiminin Ta rihi (History of the Scientific and Culrural Development of Mankind). Şu anda 7 cilt olarak tasarlanan bu eserin 5. cildi 1500-1800 dönemini kapsıyor. Cambridge Universitesi'nden Peter Burke ve ben bu cildin editörlüğünü paylaşıyoruz ve genel plan üzerinde anlaşmaya vardık bile.

Bir dizi derginin yazı kurulunda bulunmanın yanı sıra Osmanlı çalışmalarına adanmış iki derginin kuruluşunda ve sürdürülmesinde aktif rol aldım. Bunlardan ilki 1969'da Tibor Halasi-Kun ile kurduğum Archivum Ottomanicum, diğeri ise 1980'de Nejat Göyünç ve Heath Lowry ile kurduğum Ottoman Studies. Bu iki dergi, Türkoloji veya Türk tarihi konteksrindeki diğer dergilerin aksine özellikle

29 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Osmanlı çalışmalarına adanmıştır. Bütün bu alanları kapsayan genel dergiler kategorisinde şunlar sayılabilir: Şinasi tekin ve Gönül Tekin editörlüğündeki The journal of Turkish Studies (Cambridge, MA); International journal of Turkish Studies (Madison, Wl); Turcica (Paris); Türk Dünyasi Araşt1rmalan (istanbul, 1980). Bunlara ek olarak Viyana'da 1975'ten bu yana Andreas Tietze'nin yönetiminde yıllık olarak basılan Tü rkologiseher Anzeiger bulunmaktadır. Bunlar, Türkoloji ve daha özel olarak Osmanlı ile ilgili konularda dünya çapındaki yayınların kapsamlı listesini oluşturmaktadır.

Şu anda Osmanlı tarihi üzerinde çalışmak isteyen araştırmacılar için pratik değere sahip bir başka proje üzerinde çalışıyoruz. Osmanlı teknik terimleri sözlüğü olarak kullanılabilecek bir eser planlıyoruz. Araştırmalarını Osmanlı arşivleri üzerinde yoğunlaştıran öğrenciler ve uzmanlar için bu tip bir eserin olması artık bir gereklilik halini almıştır. Harvard Üniversitesi'nden Cemal Kafadar ve Konya Üniversitesi'nden Nejat Göyünç olmak üzere iki seçkin meslekeaşıma bu projede beraber çalışmayı önerdim. Daha sonra Şinasi Tekin de bize katıldı. Mehmed Zeki Pakalın, Midhat Sertoğlu ve Reşat Ekrem Koçu gibi bizden önce bu alanda eser vermiş olanları incelerken, planladığı m ız esere kendi araştırmalarımızın ürünü olan endeks kartlarını da eklemeyi düşündük.

Bölüm V: Amerika

1943-1972 yılları arasında Anakara'daki Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi'nde Osmanlı tarihi dersleri verdim. 1942 yılında asistan, 1943'te doçent, 1952'de ise profesör oldum. 1956'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ndeki derslerime ek olarak Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Osmanlı idari Tarihi ve inkılap Tarihi dersleri verdim. Bu dönemde birçok sefer Amerika'daki çeşidi üniversiteler tarafından konuk profesör olarak davet edildim. 1953-54 döneminde Columbia Üniversitesi'ndeki Uluslararası ilşkiler Okulu'nda bulundum. 1956'da Harvard Üniversitesi'nde bir yıllık bilimsel araştırma yapmak üzere Rockefeller Bursu'nu kazandım ve 1967'de Princeton Üniversitesi Yakındoğu Çalışmaları Bölümü'nde bir sömestr geçirdim.

1971 öncesinde, tamamen Amerika Birleşik Devletleri'ne taşınmayı hiç düşünmemiştim. Ancak, 1971'de Harvard Üniversitesi Tarih Bölümü beni iki ders vermem için davet etti ve bölümün devamlı kadrosuna girmem tartışıldı. Aynı zamanlarda Pennsylvania Üniversitesi Doğu Çalışmaları Bölümü'nden profesör Thomas Naff beni 5 yıllık bir sözleşmeyle bölümüne katılmaya davet etti, ancak Türkiye'yi temelli bırakmak konusunda karar veremediğimden bu

30 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si kadar uzun dönemli bir teklifi kabul edemedim. Bir sene sonra 1972'de, Chicago Üniversitesi'nden, Tarih Bölümü'nde Osmanlı tarihi öğretmemi ve Osmanlı araştırmalarının başında olmamı isteyen güzel bir teklif geldi. Türkiye'de 197ü'lerde öğrenci olayları baş göstermişti ve üniversite sınıflarında düzeni sağlamak gittikçe zorlaşıyordu. Koridorlarda silahlar ateşleniyor, öğrenci-polis çatışması günlük bir olay haline geliyordu. Olaylarda öğrencilerden birçoğu hayatını kaybediyordu. Bu öğrencilerin cenaze törenlerinde fakülte kapatılıyor ve bütün akademik işler sekteye uğruyordu. Bu tip bir atmosferde öğretimi ve araştırma çalışmalarını sürdürmek mümkün değildi. Böylece, Türkiye'den ayrılma fikrini eşim Şevkiye'ye açmaya karar verdim. Şevkiye ile 1945'ten beri evliydik ve o günlerde fakültedeki Arapça Bölümü'nün başkanı olmuştu. Chicago'dan gelen teklifi kabul etmenin onun için önemli bir fedakarlık olduğunun bilincindeydim. Bana eşlik etmeyi kabul etti, ben de Chicago'dan gelen teklifi kabul ettim. iki yıl önce doğmuş büyük o ği u muz Gökhan'ı da alarak Hyde Park'a yerleşti k. 1972'den bugüne değin Chicago'da yaşadım. istanbul gibi büyük bir şehirde büyüdüğüm için Amerika'nın büyük şehirlerinden birindeki hayata kolaylıkla uyum sağladı m. Michigan Gölü kıyısındaki evim, üniversiteye 20 dakika yürüme mesafesindeydi.

Ben Chicago'ya vardığı m zaman Tarih Bölümü'nün ruhu Rise of the West' in yazarı William McNeil idi. Bu global tarih ustasını daha önce Venedik ve Wisconsin, Madison'da olmak üzere iki defa görmüştüm. Chicago Üniversitesi'nde Tarih Bölümü'nü dünyanın bütün bölgeleri üzerine uzmanların toplandığı bir merkez hale getiren şey McNeil'in hırsıydı. Böyle bir vizyonla Osmanlı'nın bölümün programında temsil edilmemesi mümkün değildi. Bölüm ün diğer üyeleri arasında Avrupa uzmanları bulunmaktaydı. Bölüm başkanı olan Karl Morrison Ortaçağ Avrupa Ta rihi uzmanı, Erich Cocrane italyan Rönesansı uzmanı, Leonard Kriger Avrupa Entellektüel Tarihi uzman ıydı. Asya uzman ları arasında Asia in the Making of Europe'un yazarı Donald Lach ve tarihçi Ping-ei-Ho bulunmaktaydı. Bu seçkin bilim adamları grubu Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'ne dünyanın önde gelen araştırma merkezlerinden biri olarak şöhret kazandırmışlardı. Chicago'da hemen her gün alanında uzman birinin verdiği bir derse katılmak mükündü. Sosyal bilimlerde disiplinerarası çalışmalar, özel seminerler ve Sosyal Düşünce Komitesi aracılığıyla özellikle destekleniyordu. Dört milyon cildin üzerinde bir kolieksiyana sahip olan Chicago Kütüphanesi, ciddi tarihsel araştırmalar için önemli bir destekti. Amerika'nın kütüphanelere olan yatırımı hem eğitimin hem de modernizasyonun teşvik edilmesinde kritik öneme haizdi. Orijinal araştırma ve yayınlara birincil derecede önem veren bir kurum olarak Chicago Üniversitesi, profesörlerine öğretim tercih leri n i ve öneeli klerini belirlemede azam i özgürlük sağlıyordu. Sonuçta eğitim programımı, araştırma çalışmalarımla uyumlu bir hale getirecek şekilde ayarlamayı başararak, boş zamanımı yayın faaliyetleri için

31 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI en iyi biçimde kullandım. Chicago Üniversitesi bence bilim adamları için ideal çalışma ortamıydı. 1986'da emekliliğimin ardından, üniversitede akcif kaldım ve doktora öğrencilerimin çalışmalarına nezaret etmeyi sürdürdüm. Aynı zamanda meslektaşlarımla yakın ilişkiler kurdum.

Şimdi Chicago Üniversitesi'ndeki Türkiye çalışmalarına dönecek olursak, programın başlangıç tarihinin, Richard Chambers'in Yakındoğu Dilleri ve Kültürü Bölümü'ne ilk atandığı yıl olan 1962-1963 akademik yılına dayandığını söyleyebiliriz. Chicago Üniversitesi'ne varışımdan kısa bir süre sonra Fahir iz, Yakındoğu Dilleri ve Kültürü Bölümü'ne davet edilmişti. iz'in emekli olmasından bir süre sonra yerini Türkoloji alanında üretken bir uzman olan Robert Dankoff almıştı. Chicago Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencileri temel dil eğitimini tamamladıktan sonra Osmanlı kaynaklarını kullanarak özgün araştırmalar yapabi liyorlardı.

Chicago'daki yıliarım boyunca 12 yüksek 1 isans öğrencisi yetiştirdi m ve hepsi de araştırmalarını istanbul'daki Osmanlı arşivlerinde yaparak, orijinal doktora tezleri yazdılar. Kariyerlerinde ilerledikçe Ortadoğu tarihinin Osmanlı yüzyılları ile ilgili önemli bilimsel yayınlar yaparak katkıda bulundular. Bu öğrencileri yetiştirmekteki temel amacım, onları Osmanlı arşiv araştırmalarında uzman olarak hazırlamaktı. Derslerim her zaman bu amaca yönelik tasarlanmıştı. Doktora öğrencilerimle, öğrencilerinin Osmanlı Türkçesine hakimiyeti zayıf olduğu halde tez savunmaianna ve kitap basmalarına izin veren bazı hocaların ve danışmanların sözde uzman öğrencileriyle aynı akıbeti paylaşmamaları için, çok yakın çalışmayı bir prensip haline getirdim.

Son yıllarda arşiv yönetiminin modernizasyonu ve Osmanlı arşivlerine girişin kolaylaştırılmasına yönelik çalışmalarımız Osmanlı tarihi alanında ciddi araştırmaların yapılmasını sağladı. Bu arşivler, imparatorluğun yıkıntılarından doğan yirmiden fazla ülkenin ulusal tarihleri için bir kaynak olduğundan, birçok önemli üniversitenin, Osmanlı uzmanları için kadro ayırması kaçınılmaz olacaktır.

Bazı üniversitelerde Osmanlı çalışmaları ve Türkoloji'nin mali sebeplerden dolayı programdan kaldırıldığı yeni bir trendin başladığını üzüntüyle izliyorum. Maalesef benim kurum um olan Chicago Üniversitesi'nde de benim işgal ettiğim kadro diğer alanlara tahsis edildi ve Osmanlı çalışmaları eski seviyesinde değil. Benim dönemirnde Osmanlı çalışmaları için sağlam bir temel atıldığı için bu özellikle talihsiz bir durumdur. Buna karşın kayda değer gelişmelerden bir tanesi de Chicago Üniversitesi'nde önemli bir Osmanlı Belgeleri Kolleksiyonu'nun

32 Kendi Ağzmdan Şeyh'in Hikaye si oluşturulmuş olmasıdır. Kolieksiyon un çekirdeğini, Başbakanlık ve Topkapı Sarayı Arşivi'nden etkileyici miktarda mikrofilm getiren merhum profesör Alexandre Benningsen oluşturmuştur. Bu kolieksiyana ben de yıllar boyunca Türkiye'deki kütüphanelerden toplamış olduğum bazı el yazmalarının ve belgelerin mikrofilmlerini ekledim. Çoğaltma, cileleme ve tasnif işlemlerinden sonra bu materyal, üniversitenin Osmanlı belgeleri ve el yazmaları kolleksiyonunu önemli ölçüde genişletmiştir. Şimdi Chicago'daki Regenstein Kütüphanesi'nde bulunan Osmanlı belgeleri kolleksiyonunun, Türkiye dışında, Osmanlı tarihi araştırmaları için en zengin kaynaklardan biri olduğu söylenebilir. Bu materyali kullanarak doktora tezi yazmak mümkündür. Şu anda arşiv, Amerika'nın diğer taraflarından gelen öğrenciler ve profesörler tarafından da kullanılmaktadır.

Regenstein Kütüphanesi, arşiv materyalinden başka, Amerika'daki en ıyı Osmanlıca ve Türkçe basılı kitap kolleksiyonuna da ev sahipliği yapmaktadır. Chicago'da bir program oluşturmak için harcanan bunca çabadan sonra orayı terketmek ve canlılığını yitirmesini seyretmek düşünülemezdi. Bu duyguyu paylaşan üniversitedeki bazı meslektaşlarım, Osmanlı Çalışmaları Kürsüsü kurmak üzere bir fon ayrılması için ciddi çabalar sarf ettiler. Fonların yarısını Türk devletinin, yarısının ise Chicago Üniversitesi'nin karşılayacağı bir anlaşma yapılarak, bu kürsünün kurulmasına karar verildi. Hem üniversite başkanı Hanna Gray hem de eski Başbakan Turgut Özal, bu işe kişisel destekleri ni verdiler ve hatırı sayılır bir ilerleme şimdiden kaydedildi.

Chicago Üniversitesi'nin entellektüel geleneklerinden bir tanesi de disiplinlerarası araştırma ve ilişkiye verdiği önemdir. Benim üniversitedeki esas yerim tarihteydi, ancak Yakındoğu Dilleri ve Kültürü Bölümü'nün de bir üyesiydim ve çalışmalarını ilgiyle izliyordum. Bu bölümde eski Mısır ve Mezopotamya medeniyetlerinden günümüz dillerine kadar bütün Ortadoğu ülkelerinin dilleri ve kültürleri öğretilmekteydi. Bu bölümün öğrencileri ve öğretim kadrosu ile işbirliği yapmak benim içi n büyük faydalar sağladı. Ara sıra yakın araştırma sahalarında ortak seminerler düzenledik. Benim için bu ortak seminerierin en ilginçlerinden bir tanesi de modern öncesi dönemde Ortadoğu saray organizasyonu üzerine yapılan karşılaştırmalı seminerdi. Bu seminerde yapılan çalışmalar, haremlik selamlık uygulaması gibi saray organizasyonunun bazı temel unsurları eski Mezopotamya'ya kadar sürekli bir gelenek olarak gitmektedir. Bence ne Osmanlı imparatorluğu ne de Emevi ve Abbasi halifelikleri, eski Mezoptamya ve iran medeniyetleri göz önüne alınmadan aniaşılıp açıklanamaz. Bu eski uygarlıklar, devlet ve krallık kavramı, vergilendirme ve toprak düzeni, şehirleşme geleneği, ticaret uygulamaları ve benzeri birçok alanda tarihi halefleriyle çok yakındır.

33 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Chicago Üniversitesi'ndeki 20 yılım boyunca unutamadığım hatıralarımdan biri de Türkiye'deki Halveti tarikatından gelen bir grup misafir ile ilgiliydi. Başlarında şeyhleri Muzaffer ile yirmiden fazla derviş üniversitenin küçük kilisesinde sema ayini için toplanmışlardı. Kilise öğrenciler ve izleyicilerle dolmuşcu. Ayin bittiğinde şeyh Muzaffer farklı bir yerde soruları cevapladı. Konuşma ilerledikçe Muzaffer'in islam mistisizmi ve tasavvuf üzerine olan bilgisinin sınırları da ortaya çıktı. Muzaffer, gerçekte istanbul'da bir kitap sarıcısında çalışıyordu ve bazı teolojik kavramları yüzeysel olarak biliyordu. Soru-cevap kısmında bir an bocaladı ve sonunda tepesi attı. Ancak, bu utanç verici an bir yana bırakılacak olursa, bir bütün olarak faaliyet başarılıydı ve üniversitedeki önemli andarımdan biri olarak kaldı. Dervişlerin zikirleri, kilisenin tavanından yansıyarak manevi bir yoğunluk kazandırıyordu ve gerçekten etkileyiciydi. Amerika'nın kalbinde bu gibi bir etkinliğin sadece Hz. Muhammed'in mucizevi şefaatiyle gerçekleşebileceğini düşündüm.

Chicago'daki yıliarım boyunca katıldığım en hatırda kalır ve saygın iki bilimsel toplantı, Ralph Austen, J. Coatsworth ve benim tarafımdan düzenlenen köleler ve kölelik üzerine olan konferans ile Muhteşem Süleyman üzerine yine ben ve Richard Cumbers tarafından düzenlenen konferanstı.

Eşim Şevkiye'yi Ankara'da Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi'nde Arapça çalışırken tanıdım. 1945'te evlendik ve 1948'de kızımız Günhan doğdu. Yirmi yıl sonra oğlumuz Gökhan dünyaya geldi. 1989'da Şevkiye vefat etti. Benim için sadece bir hayat arkadaşı değil, aynı zamanda bir meslektaş ve iş arkadaşıydı. Arap dili ve edebiyatı üzerine çalışmalarını tamamladıktan sonra öğretim üyesi ve daha sonra da Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü başkanı oldu. Arap kroniklerinde Osmanlılada ilgili bölümler üzerine basılmamış bir doktor tezi verdi. Ayrıca, Kays bin Müllevah'ın Leyla ve Mecnun hikayelerinin bilimsel bir baskısını hazırladı.

Kendi kelimelerimle hayatımı, yaptıklarımı ve başaramadıklarımı meşhur Türk atasözüne uygun şekilde anlattım: "Şeyhin kerameti kendinden menkul."

34

. Halil Ina/cik ve Bursa

HALIL• INALCIK• BURSA ve

Halil inalcık, 26 Mayıs 1916'da istanbul'da doğdu. Dedesi Halil Bey Kırım hanlarının payitahtı olan Bahçesaray'daki Han Camii'nin müezzini idi. Babası Seyit Osman Nuri, küçükken Rus mekteplerine gidiyormuş, geceleri Rusça sayıklamaya başlayınca, babası "A man bu oğlan Rus oluyor" diye onu mektepten almış ve hafız olarak yetiştirmiş. Önce teyzeleri Türkiye'ye gelmişler. Halaları Zeynep Hanım ve Ayşe Hanım da Bursa'ya yerleşmişler. Halil Hoca, küçük bir çocukken 1924'1erde halasının yanına Bursa'ya geldiğini hatırlıyor. inalcık Hoca Bursa'ya gelişlerinde Emirhan'da mağazaları bulunan yeğenierini ziyaret ederek aile anılarını tazeler. Bursa'daki yakınları kendisini evlerine davet ederek ailenin büyüğü olarak saygılarını sunmaktalar.

Halil inalcık, 13 yaşındayken Ankara'da Gazi Muallim Mektebi'ne yazdırılıyor. Ancak, 1933 yılında ilk mektep öğretmeni yetiştirilen kısım kapanınca Bursa'nın yanıbaşında Balıkesir'de açılan Necatibey Erkek Muallim Mektebi'ne naklediliyor. Burada seçkin öğretmenlerden ders alan Halil Hoca'nın Fizik öğretmeni sonradan profesör olacak Kürkçüoğlu'ydu. Kimya öğretmeni Haldun Bey Fransa'da öğrenim görmüştü. Edebiyat hocası Konya Lisesi'nden gelen ünlü üstad Abdülbaki Gölpınarlı'ydı. Halil inalcık sadece edebiyana değil, matematikte de sınıf birincisiydi. O sıralarda Fransızca kitaplar okuyordu. (Balıkesir Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde 2004 yılında Prof. Dr. Necdet Hocaoğlu'nun rektörlüğü döneminde i nalcık Hoca'nın eski okul kayıtlarının da yer aldığı bir kütüphane ile adının verildiği bir konferans salonu açıldı).

Halil inalcık Balıkesir Necatibey Muallim Mektebi'ni 1935 yılında bitirdi. Gazi Terbiye Enstitüsü'ne müracaat etti. Aile dostları Sadri Maksudi Arsa!, "Atatürk Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni kuruyor" diyerek oraya yönlendirdi. Halil Bey, o yaz çok sıkı tarih çalıştı. Ankara ve istanbul'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin yatılısı için imtihanlar yapıldı. 500 kişi katıldı. 40 kişi yarılı olarak kabul edildi. Tarih Bölümü'nde Prof. Dr. Şemsettin Günaltay, Prof.Dr. Yusuf

37 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Hikmet Bayur, Prof. Dr. Fuat Köprülü gibi tanınmış isimlerden ders almaya başladı. Halil inalcık, Fuat Köprülü'nün desteğiyle 1942'de asistan oldu. istanbul Daimabahçe Sarayı'ndaki Abdülhamid Arşivi'nde araştırma yaparak "Tanzimat ve Bulgar Meselesi" konusu üzerine doktora yaptı. 1943 yılında doçent oldu. 1946 yılında askerden döndükten sonra Osmanlı tarihi üzerine 65 yıldır hala devam eden çalışma sürecine girdi.

Bundan sonrasını Halil inakık'tan dinleyelim.'

Londra'dan Türkiye'ye döndükten sonra, 1951 'de Bursa sicilieri araştırmamz var, çok önemli keşifler yapıyorsunuz ...

Cumhuriyet'in ilk yıllarında Bursa şer'iye mahkeme sicillerinin yakılması için emir verilmiş, bir imam bunları evine kaçırmış; çuvallarla ... Sonra hava yumuşayınca bunları müzeye vermiş, müzede de bir hücreye atılmış siciller. Müze Müdürlüğü, Köseoğlu orada çalışmış, oradan biliyorum Bursa'nın önemini. Bursa'daki o siciller önümde bir ufuk açtı. Siciller Bursa'da Yeşil'de, Müze'de bir hücrede toz toprak içindeydi, ilginç bir hikayedir; ben orada toz toprak içinde çalışırken Amerikalı yaşlı bir adamla karısı geldi içeri. Hiç beklemiyarlar tabii; bir delikanlı bu defterler üzerinde eğilmiş çalışıyor... "Ne yapıyorsunuz," diye merakla sordular, o zamanki ingilizce'mle anlattım; "Bunlar tarihi vesikalardır, üzerinde çalışıyorum," diye ... "Good bye" diyip gittiler, yıllar sonra 1957'de Amerika'da karşılaştım kendileriyle (Prof. William Langer).2

Profesör Langer benden eserin 4. Baskısı Türk-Osmanlı bölümleri için revizyon istedi, yaptım, 4 baskıda adım vardır (A Dictionary of World History, 1958).3

Toz toprak içinde arşivde çalıştımz, o defterleri kurtarmak için elinizden geleni yaptınız. Bursa tarihi size minnettar, Bursalı/ar sizi el üstünde tutuyor, biliyorum. Nasıl kurtardınız bu defter/eri?

Önce müdüre söyledim, o da Milli Eğitim Bakanlığı'na yazdı; "Bu arşivi kurtarmak lazım, Fatih devrine inen, çok mühim vesikalar var," diye ... Milli Eğitim bu defterleri tamir edip, ciltlenmesi için istanbul'da Topkapı Sarayı'ndaki atölyeye gönderdi. 280 kadar defter sandıklara kondu, iscanbul'a gönderildi. Ben iki-üç sene istifade edemez oldum tabii, ama iyi oldu; ciltlendi, temizlendi ve sandıklar

1 Emine Çaykara, Tarihçileı-in Ku tbıt "Halil İnalcık Kitabı'; Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2010, s. l26. 2 E. Çaykara, Tarihçiferin Ku tbu, s. 125. 3 E. Çaykara, a.g.e., , s . 126.

38 . Halil Ina/cik ve Bursa içinde geri gelen defterler Bursa'da arkeoloji Müzesi'nde özel bir araştırma odasında araştırmacıların istifadesine sunuldu. Benim neşriyatımdan sonra da tanındı, yabancılar gelmeye başladı.

Siz çalıştıktan sonra mı tamirini önderdiniz?

Biraz çalıştım tabii, notlarımı almıştım, iki sene sonra tekrar başladım. Bu sicillerin önemi milletlerarası araştırıcıları celbetti. Mesela, israil'den Prof. Dr. H. Gerber geldi ve bu siciliere dayanarak Bursa üzerine bir tez yaptı. Bursa o zaman çok ünlü bir ipek sanayi ve ticaret merkezi; zengin, sosyal, ekonomik bir hayat var şehirde... Sonradan Türkiye'deki bütün siciller Milli Kütüphane'ye nakledi Idi. Çünkü çalınıyor, yanıyor... Muhafaza altına aldılar, iyi oldu. Bursa'da Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu'nun yönlendirmesi ile Setbaşı'nda güzel bir kütüphanede (Büyükşehir Belesiyesi Kent Kütüphanesi) hizmete sunuldu. Bugün orada Bursa tarihine yönelik bütün bu sicillerin kopyalan var.

Muazzam ... Kadı sicillerinin önemi hakkında konuşsak biraz ... Kadılar her vak'ayı kaydediyor değil mi? Kadı sicilieri neden önemli hocam?

Sosyal tarihin bir kaynağı olarak kadı sicillerinin en önemli kaynak olduğu düşüncesine vardım. Kadılar, islam hukukuna göre herkesin miras meselelerini hallederler, tüccarların aralarındaki mukaveleler oraya gelir, her türlü hukuki ve içtimal mesele orada zapt edilir. Bundan başka hükümetin idareye ait emirlerini de kadılar takip eder; mesela, ordu için buğday, arpa toplanacak, buna avarız derler, bu iş kadılara emredilir. Kadı dolaşır, bunları toplar, arabalar temin eder ve mahalline gönderir. Eşkıya çıktı, bunların cezalandırılması için sancakbeyi ile işbirliği yapar. Demek istiyorum ki, kadı aynı zamanda bir idare adamıdır; bunun için kadıların defterleri ve sicil diyoruz bunlara, Osmanlı sosyal ve idari hayatının en mühim kaynaklarından biridir.•

Şer'iye Sicilieri de deniyor değil mi bu defterlere?

-Evet Şer'iye Sicilleri. Çünkü kadılar hem şer'l kanunların, hem de sulcana ait idari kanunların uygulanmasından sorumlu kişilerdi.

Bursa sicilleriyle ilgili merakımı nasıl doğdu peki?

-Barkan, o zamanlar bu kaynağı kullanmadan, daha çok tahrir defterleri üzerinde durarak neşriyat yapmıştı. Barkan'ın istanbul Üniversitesi iktisat

4 A.g.e., s. 127.

39 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Fakültesi Mecmuası'na (i FM, XV, 51-57) yazdığı m, "XV. asır Türkiye i ktisadi ve içtimai Tarihi Kaynakları" başlıklı makalemde; tahrir defterlerinin, devletin resmi defterleri olduğunu, ama onun dışında sosyal hayatın dinamiğini de yansıttığını belirctim. Barkan çok erkilenmiş bu bilgiden; bir bağış aldı ve Bursa'daki bütün o sicillerin fotokopilerini kendi enstitüsüne getirdi. Bursa Sicillerinin tam bir kopyası iktisat Fakültesi Enstitüsü'nde de vardır.

Aptalca gelebilir size, şöyle bir soru sormak istiyorum. O dönemde, bilmeden bir sürü kütüphaneye gidip neler var diye mi araştmyorsunuz? Elinizde bir bilgi yok, Cumhuriyet sonrast on/art nereye koyduk/art bilinmiyor... Etnografya Müzesi'ne nastl, yani hangi bilgiyle gittiniz?

Yerinde bir soru. Atatürk, Halkevleri'ni kurdu ya, o zaman lise hocaları bu halkevleri nde konferanslar veriyor ve hal k evi dergileri çıkarıyorlar; Afyon'da, Bursa'da, Konya'da çeşitli adlar altında... O zamanki lise hocaları tabii Osmanlıca'yı biliyorlar ve mahalli tarih için halkevleri mecmualarında neşriyatlar yaptılar. Benim hocam, Kamil Bey, Balıkesir tarihi üzerine değerli bir kitap çıkardı. Çağatay Uluçay'ın şöhreti de bu siciller üzerine yaptığı araştırmalara dayanır. Manisa sicillerini kullanarak eşkıyalık hareketlerini, sosyal ve ekonomik hayatı yazdı.s

Kamil Bey üniversite hacanız mt, lise hacanız mt?

Balıkesir Muallim Mektebi'ndeki hocam, 1935'ten önce ... Onun dersleri de sosyal hayata ilgimi uyandırmıştı. Ödev verirdi öğrencilere, bana dedi ki; "Balıkesir'de esnaf tarihi yazacağız, şimdiki esnafın durumu hakkında rapor hazırla." Ben gittim esnafla, bakırcı vb. olanlarla konuştum. Sicilin önemi hakkında bilgim oradan, 1935'ten geliyor, 1951'deyiz değil mi?

Yine aynı şeye geleceğiz, Bursa'ya niye gittiniz?

Bursa'da çalışmaya 1947'de başlamıştı m; mesela, Bursa Şer' iye Sici llerinde Fatih Sultan Mehmed'in fermanlarının kopyalarını buldum, yayımiadım (Bel/e/ten, CXIV, 1960). Londra dönüşü 1951 yazında tekrar Bursa'ya gittim. Sicil malzemesinden ilk makalelerim de Fatih devrinde Bursa'daki sosyal hayat, sınıflar üzerine oldu. Mesela, ölen kimselerin mirasını taksim için kadıya geliyorlar, kadı bütün eşyanın listesini tespit ediyor; mesela oradan, ölen kimselerin servet miktarını öğreniyoruz. Eşyasını liste halinde görüyorsunuz; para mı ipek mi ...

5 A.g.e., s. 128.

40 . Halil Ina/cik ve Bursa

Askeri olanlarda silahlar, halılar, lüks eşyalar var. O zaman da yaşayan sosyal grupların tercih ettikleri malları öğreniyorsunuz.

Inanılmaz... iFM'na verdiğim makalede (cilt XV) sicillerdeki servetleri tespit ettim ve buna göre zengin sınıf, orta sınıf ve fakir sınıf olarak bir tasnif yaptım. Zenginler toplumun kaçta kaçını oluşturuyor? Bu sırada en zengin sınıfın askeri sınıf olduğunu gördüm. Sancakbeyi, tırnarsahipleri filan en zengin ... Bursa bir sanayi merkezi aynı zamanda, ipekçilik var. Buna rağmen sivil sektördeki servetler askeri sınıfın servetleriyle mukayese edilemez. Görüyorsunuz; bu vesikaları kullanarak bursa şehir toplumunun sosyal yapısını orcaya çıkarabilirsin iz. Bugün çok ilerledi bu araştırmalar.6

6 A.g.e., s. 129.

41

. Halil Ina/cik ve Bursa

HALIL• INALCIK• •ILE SOYLESI•• • '

Ahmet Erdönmez (30 Te mmuz 2010 - Bursa Kent Müzesi)

Bursa ile ilgili özellikle neleri konuşmak istersiniz? Bursa ile bağm1z nas1l oluştu?

Bursa benim ikinci vatanım. Şimdi de benim için büyük bir mazhariyet olarak şehrin hemşehrisi oldum. Özellikle Bursa ile ilgili ilişkilerim üzerine konuşmak isterim. Tarih yazılarım belli, neşredilmiş, ama anılarım bilinmiyor. Bursa'ya ilk olarak 1923-1924 yıllarında geldim. Halalarım Bursa'ya daha önce Kırım'dan gelip yerleşmişler. Büyük halam Zeynep Hanım'ın kocası Hüseyin Efendi bibercizadeydi. Tuzpazarı'nda aktar dükkanı vardı. Kendisi iltizam işlerine de karışıyordu. Evleri Heykel'e yakındı. Ayşe Halam da Hisar'da oturuyordu. Belki de onlar Cumhuriyet'ten önce, Osmanlı devrinde Kırım'dan gelmişlerdi. Dedem, Kırım'da Han Camii'nin müezziniydi. Küçük halam Ayşe Hanım Hafız-ı Kur'an'dı. Babam da Kur'an hafızı sayılırdı. Babamın Kırım'dan Türkiye'ye gelişi 1905; Rus/ japon harbine rastlıyor. Rus ordusu onları yani Müslüman Kırımiıian japonlara karşı kullanmak amacıyla orduya almak istemiş. Babam Rus Devleti'nin siyasetine alet olmak istememiş ve kaçmış. Bursa'da akrabaları varmış zaten. Bursa'ya gelmiş; Bursa'dan da istanbul'a gitmiş. Ancak, halalarım, yani kız kardeşleri Bursa'da yaşadılar. Mezarları Pınarbaşı mezarlığındadır. Geldiğimde ziyaret ederim. Yani benim köklerim Bursa'dadır. Onun için Bursa hemşehrisi olmam tabiidir.

1924 y1/mdaki Bursa'y1 ve unutamad1ğm1z amlarlntZI anlatir miSintz?

Bursa 1924'1erde, Osman lı devri nden kalan eski bir şeh irdi. Evlerin çoğu ahşaptı. Ulucami'nin etrafındaki pazar bölgesi ve Kapalıçarşı o zaman da vardı. istanbul'dan gelenler için kaplıcalar önemliydi. Biz genelde geldiğimizde Çekirge'de kalırdı k. Bir defasında büyük bir faciadan kurtulmuştuk. istanbul'dan

43 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI kaplıcalara geldiğimiz bir ziyaretimizde; babam işi dolayısıyla daha erken istanbul'a döndü. Biz annem ile kalmaya devam ettik. Daha sonra Mudanya'ya trenle gittik. Ben 5-6 yaşlarındaydım. Mudanya'dan külüstür bir vapurla istanbul'a hareket ettik. Ancak Bozburun'da bir fırcınaya yakalandık. Çok kötü bir fırtınaydı. Vapurdakiler artık batacağımızı düşünerek dualara başladılar. Vapur burnu geçemedi ve o gece Armutlu'da kaldık. Ancak, istanbul'a "Vapur bam" haberi gitmiş. Ertesi gün deniz duruldu, biz yolumuza devam ettik. O zamanlar Aksaray'da Tevekkül Hamarnı'nın karşısında, büyük bahçeli bir evde oturuyorduk. Biz eve girdik, bir baktık, babam diz çökmüş Kur'an okuyordu; çünkü, bizim öldüğümüzü düşünüyordu. Bizi görünce bayram etmişti.

Bursa ruhani bir şehir... Hafız-ı Kur'an olan küçük halam camilere giderdi. Büyük halam, yani Zeynep halam, işadamının eşi olduğu için konumu biraz daha farklıydı. Eniştemiz bir taş ocağının işletmesini aldı. Ancak, taş çıkmayınca iflas etti. Çelik Palas'ın bulunduğu yer eniştemize aitti. Biz oraya atlı araba ile pikniğe giderdik. Orada üzüm bağları vardı. Hatırlıyorum, çocukluğumda orada üzüm yerdik. Eski bir hayattı. Onun da zevkleri vardı. Artık o kalmadı. Şimdi Bursa'da her taraf beton binalarla dolmuş.

Büyük halamın eşi iflas edince, çocukları Bursa'da uzun süre kalamadılar. Bir müddet sonra istanbul'a taşındılar. Küçük halam Ayşe Hanım'ın oğlu Mustafa, Bursa'da kaldı. Mustafa'yı halam 10-12 yaşlarında bize gönderdi. Babam iş adamıydı, kolonya fabrikası vardı. Mustafa onun yanında yetişti. Bursa'ya döndüğünde muhasebe işi yaptı. Bursa'da ipek imalatı çoktu. Fabrikalar imalat yapar; istanbul'dan Yahudi tüccarlar gelir burada üretilen ipekleri toplar istanbul'a götürür; Anadolu'dan gelen tüccarlar, istanbul'dan bunları satın alırlardı. Sonra Mustafa da bir fabrika edindi. Fabrikası Pınarbaşı tarafındaki surların bahçesindeydi. iyi iş yaptı, durumunu düzeltti. Mustafa'nın durumu iyileşince, biz onun Gemlik sahilindeki yazlığına gelmeye başladık. Sahil kenarındaki ilk evi Mustafa yapmıştı. Şimdi orası olduğu gibi mahalle oldu.

Hatırımda kalan başka bir şey, evden eve akan Pınarbaşı Suyu'dur. Karpuz falan atarlar, o suda soğuturlardı. Evin avlusunda yemek yerdik. Büyük halam Kent Müzesi'ne yakın bir yerde, eski bir evde oturuyordu.

1946� 1947 yıllarında Bursa Mahkeme Sicillerini bir araştırma neticesinde siz buldunuz. Bu serüveni anlatır mısınız?

1936-1938 yılları arasında da Bursa'ya gelip gidiyordum. 1940 senesinde Dil Tarih'ten mezun oldum. 1942'de doçent oldum. Doçentlikten sonra, 1943-1945

44 . Halil Ina/cik ve Bursa yıllarında Ankara'da 28. tümende yedek subay olarak görev yaptım. O zaman ordumuz perişandı. Tümende at arabası ile sevkiyat yapılırdı. Hitler; Alman ordusuyla çiğneyip geçecekti bizi. Bir gün Dil Tarih'ten çıktım, Radyoevi'nin önünden geçerken Hitler'in Rusya'ya taarruz ettiği haberini duyduk. Çok iyi hatırlıyorum; şapkamı çıkarıp havaya attım, "Kurtulduk!" diye. inönü, gece yararken bu haberi almış ve kalkmış karyolanın üzerinde zıplamaya başlamış; "Kurtulduk!" diye. Çünkü, Almanlar Ege'ye kadar gelmişti. Türkiye'ye de girseydi hiç şansımız yoktu.

O dönemlerde Bursa'ya gelmedim ama 1946-1947 yıllarında yaptığım ziyaretler çok verimli oldu. Bursa Müzesi Müdürü Neşet Köseoğllu'nun Bursa Mahalleleri başlıklı çalışması benim Bursa sicillerine olan merakımı artırmıştı. Bu merak ve heyecanla Bursa'ya geldim ve 200 kadar sicili Çelebi Mehmed Medresesi'nin tozlu bir hücresinde buldum. Siciliere baktım, Fatih devrine kadar yani 1400'1ere kadar gidiyordu. Türkiye'nin hiçbir yerinde böyle vesikalar yoktu. Ben tabii büyülendim; adeta bir hazine keşfetmiştim. Bir gün toz toprak içinde çalışırken Amerikalı biri karısıyla geldi. Beni öyle toz toprak içinde çalışırken görünce yanıma geldiler. Hayat çok enterasandır. Bu zat Lenger, Harward Üniversitesi'nde Tarih Bölümü'nün başkanı, çok meşhur bir zat. Sonra ben; 1956 yılında Harward'a, Lokofeller Bursu ile gidince bu zat tarih bölümünün başkanı çıktı. Çok dost olduk. Onun Dünya tarihini kronolojik olarak anlattığı bir kitabı var; orada Osmanlı Tarihi diye bir bölüm var; bana "O bölümü yenilernek istiyoruz, yazar mısın?" dedi, yazdım.

Müzede bulduğum sicilieri hemen müdüre ve milli eğitim bakanına söyledim, ne kadar önemli belgeler olduğunu anlattım. Bunlara el koyarak, temizlemelerini istedim. Hemen bu siciller topariandı ve sandıklarla Topkapı Sarayı'na temizlenmek üzere götürüldü. iki sene çalışabiirnek için o sicillerin gelmesini bekledim. O sicillerin Bursa'da araştırılması benimle başlar. O sicillerden çıkardığım 400 kadar vesikayı Türk Ta rih Kurumu'nun çıkardığı Belgeler Dergisi'nde hem Türkçe, hem Arapça olarak neşrettim. Fakat, şimdiye kadar onları kullanan olmuyor. Gençler neşredilmiş vesikaları kullanmıyorlar, arşive gidiyorlar. Doğru düzgün okuyamıyorlar da. Bu 400 tane vesika, benim Bursa tarihine yaptığım önemli bir katkıdır. Bursa tarihini kurtardım, Bursa tarihi ile ilgili birçok neşriyatım oldu. Bunları Yusuf Oğuzoğlu yakından bilir.

1947'den sonra bu sicillerden faydalanarak Bursa üzerine makaleler neşretti m. Bu arşivlerin önemi ortaya çıkınca israil'den, Avrupa'dan uzmanlar gelip, tezler hazırladılar. Çok önemli vesikalardı bunlar. Mesela, ben o zamanki Bursa'nın sosyal hayatı hakkında birçok yazı yazdım. Terekelerden Bursa'nın Fatih

45 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI devrindeki sosyal hayarını inceledim. ikcisat Fakültesi Mecmuası'nda neşredildi. Bunlar çok dikkat çekti. Bursa'nın o zamanki sosyal hayatını; o zamanki sicillerin terekelerinden tahlil ertik. Bunlar tabii Sursalıların hoşuna gini. Bursa halkı kadir kıymet bilir. Bursa halkının bir özelliği de eski Osmanlı adeelerini devam ettirmesidir. Şimdi çok göç aldı tabii, ama çoğunlukla Osmanlı adetlerini sürdüren kesimde hala vardır. ilk Osmanlı yapılarından olan Bedescen ve çevresi hala önemini korumaktadır.

Bursa tarihini de en iyi şekilde çalışarak yazan adam Kazım Baykal'dır. Kirabeleri okuma yeteneği vardı. Bursa Amtlan adlı çalışması çok faydalı bir kitaptır. Kendisi Cilimboz Deresi'nin orada oturuyordu. Bursa'nın en eski yeri oralardır. Kazım Baykal ve başka arkadaşlar bu araştırmalara devam ettiler.

Bursa yemeklerini sever misiniz?

O zamanki Bursa ile ilgili hatırladığım; Atatürk Caddesi'nde Tarihi Belediye Binası'nın orada iskender Kebapçısı vardı. O zaman iskender Kebabı, Türkiye'de yalnız orada yen irdi. O kadar meşhur bir yerdi ki, kapısında kuyruk olurdu. Çünkü, kebapçı işini sanat edinmiş; kebabı size verirken yarım saat bekletirdi. Ankara'da da yapıyorlar, ama orijinali gibi olmuyor. Ben orijinalini biliyorum. Aşçı iskender, önce pideleri tereyağında kızarmdı. Sonra üzerine kebapları, yoğurdunu koyardı. Zaman zaman gelir; üzerinde rereyağı gezdirirdi.

Art1k Bursa'mn hemşehrisi oldunuz. DuygularmiZI alabilir miyiz?

Recep Alrepe, Büyükşehir Belediye Başkanı olmadan önce de Bursa'nın tarihi ile ilgileniyordu. Eski eserleri onarıyor, ciddi hizmetler veriyordu. Şehrin hüviyetini devam ettirmesi için eski eserlerin önemini bilen bir belediye başkanı. Ta bii bu karakterde olduğu için aramızda dostluk kuruldu. Birkaç kere beni buraya çağırdı. Tayyare Kültür Merkezi'nde konferanslar verdim. Benim ralebem olan Yusuf Oğuzoğlu, Uludağ Üniversitesi'ne geldi. Burada sempozyumlar yaptı. O sicillerin kopyalarını Setbaşı'ndaki kütüphaneye getirdi. Dolayısıyla, Bursa'nın tarihi, Bursa'nın hayatı üzerinde benim çocukluğumdan beri çok yakın bir ilişkim vardı. Ailemin önemli bir kısmı; halalarım burada yaşadılar ve Recep Bey Bursa Büyükşehir Belediyesi'nin başına geçince eksik olmasın kadirşinas bir insan olarak bana bu şehrin hemşehriliğini verdi. Hak ettim mi? Bilmiyorum.

46 . Halil Ina/cik ve Bursa

Bursa Kent Müzesi'nde, M üze Koordinatörü Ahmet Erdön m ez ile araştırma yaparken, 201 O

47 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

HALIL• HOCA'YA ULUDAGV UNI•• • VERSilESI• • FAHRI• DOKTORA UN•• VANI VERDI•

Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ulviye Özer'in girişimi ve Rektör Prof. Dr. Ayhan Kızıl'ın kabulüyle 19 Ekim 1995 tarihinde Halil Hoca'ya Fahri Bilim Dokwru unvanı verildi. "Tarih Bilgini Sayın Prof. Dr. Halil inalcık'a değerli araştırmaları ve yayınları ile Türk tarihinin dünya bilim çevrelerinde canıcılması ve uluslararası alanda öğretilmesinde verdiği hizmetlerin yanı sıra Bursa'nın tarihi ve kültürel kimliğinin aydınlarılmasındaki etkin çalışmaları," gerekçe gösterildi.

48 . Halil Ina/cik ve Bursa

TOrkiye Cumhuriyeti Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

Tarih Bilgini Sayın Prof.Dr. Halil inalcık'a

Değerli araştırınaları ve yayınları ile Tork tarihinin dünya bilim çevrelerınde tanılılması ve uluslararası alanda öğretilmesinde verdiği lıiznıetlerin yanısıra Bursa'nın tarihi ve kültiirel kllnliğinin ayd ınlattimasındaki etkin çalışmaları dolayısı ile

fen-Edebiyat Fakültesi fakülte Kumlu'nun teklifi ve Üniversite Senatosu'nun ı 9 Ekim 1995 tarihli kararı ile

Uludağ Üniversitesi Fahri Bilim Doktoru

Onvanı verilmiştir

02. ı 1. 1995

Prof.Dr.Uiviye ÖZER Prof.Dr.Ayhan KlZlL U.Ü.Fen-Edebiyaı Faldlhesi llludağ Üniversitesi RektörO Dellanı

49 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Halil ina !cık, Recep Altepe'nin restore ettirdiği Karabaş-i Veli Tekkesi'nde inceleme yaparken.

50 . Halil Ina/cik ve Bursa

OSMAN GAZI" . BURSA ARASTIR MALARI ve ' ULUSLARARASI KONGRESI•

Prof. Dr. Halil inalcık, Bursa ve çevresinde gerçekleştirdiği saha araştırmalarını Osmanlı kuruluş dönemi kaynakları ile değerlendirirken, Bursa için çok önem taşıyan bir etkinliğe imza attı. Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ayhan Kızıl, üniversitesinin Uludağ Kirazlıyayla Sosyal Tesisi'ni 18-20 Haziran 1997 tarihleri için tahsis ederek yerli ve yabancı birçok Osmanlı tarihi uzmanını konuk etti.

Halil inalcık, Uluslararası Kongre'ye son araştırma sonuçlarını sundu. Bursa'yı ve Osmanlı'yı konu alan orijinal tebliğler kamuoyunun dikkatini çekti. Bir süre sonra Bursa Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi Başkanlığ, Uludağ Üniversitesi, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası, Bursa Barosu gibi öncü kuruluşlar Bursa Araştı rm aları Vakfı kurulması için teşebbüse geçtiler. Halil Hoca'nın da katıldığı hazırlık toplantısından sonra Vakıf Senedi hazırlanarak kuruluş gerçekleşti.

51 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

İkinci Sirkiller

Osman Gazi ve Bursa Araştırmaları Uluslararası Kongresi 18-20 Haziran 1997

Buna Uludağ Onivcraitcti'ncc düzenlenen bu kongre için davet mektubumuz, umanz ki. timdiyedek elinize geçmitıir. Kongreye katılmak i3tiyocsanız, lutfen ekli formu doldurup en geç 1 Mart 1997 tarihine: luıdar a1ağıdalci adrese göndermenizi rica ederiz. Toplanular, Uludağ'da Kirazlıyayla'da (Tel. 0-224-783 21 54) Üniversite: Kongre Merwi'nde yapılacaktır. Bildiriler, öncrilen konularda 20 dalcika olarak

k.ıtıtlarımıttıt· Kongre süresince: konaklama ve aiıclama Üniversite tarafından kartılamıcakor. Mevcut mali kaynağımızııı yol mauaflannı kartılama imkanı vermediğini üzülerek belirtmek isteriz. Katılımcılar. 17 Haziran 1997 Salı günü Havaalanı ve Otobüs gannda kartılanl'<:aktır. Gecikme halinde, Uludağ Üniver sitesi Sosyal tesisleri binasında sck.retetliğe baıvuıul:ıbilir (Tel. 0-224-233 79 91).

Her türlü yazıtma ic,-in adres :

Uludağ Ünivcrsiteai Fen-Edebiyat Dekanlığı 16509Görükle, Bursa Tel. 0-224-442 81 36

Kükürtlü Miıafirhanc Tel. 0-224- 233 79 91 Kirazlıyayla Tel. 0·224-28.3 21 54

Halıl lNALCIK

52 . Halil Ina/cik ve Bursa

VIII. ULUSLARARASI TURKIVE'NIN• • • • SOSYAL EKONOMIK• TA RIHI• • KONGRESI• BURSA'DA ve DUZENLENDI•• • (18-21 Haziran 1998)

Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ayhan Kızıl'ın ulaşım ve konaklama desteği verdiği bu etkinlik Kirazlıyayla'da yapıldı. Türkiye tarihi alanında en önemli uluslararası coplantı kabul edilen bu etkinliğe Halil Hoca'nın davet ettiği yerli ve yabancı birçok bilim insanı katıldı.

Mihai Maxim, Elizabeth Zachariadou, Odile Moreau, Carter V. Findley, Wolf Hütteroth, Linda T. Darling, Rhods Murphey, Dariusz Kolodziejczyk, Minna Rozen, jean-Louis Bacque- Grammont, Daniel Panzac, David Kushner, Özer Ergenç, Mustafa Kara, Melek Delilbaşı, Nezihi Aykut, Salih Özbaran, Mehmet Önder, Yücel Özkaya, Şevket Pamuk, Oktay Özel, Tuncer Baykara, Rana Aslanoğlu, Oktay Yenal ve Taner Akçam Bursa'ya gelerek Türkiye tarihi araştırmalarına katkı yaptılar. Bildiriler daha sonra Kongre Kitabı'na dönüştürülerek Nurcan Abacı tarafından yayımlandı.

53 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Te.AUIU UNIVERSITY :l':lN-").n !UJ101:l1JIN OIASPORA RESEAACH INSffTUTE nı�ıgn;ı ı;ın"7 ııJnil

18February 1997

Prct. Dr. Halil tnalnt Prol.YUAifot-ıilu laUmalioıWcııa: Coııkr on Oııı:ıaııGa.zı and Bursa

Fu: 00 224 442 8022

OeatSin, T1unk youryou for lciod invitatioo to lbeconfereoce. I woulıl have been deligbteel to

participaıe, lıowever, at lbcmom ent my field of research i&lbe bi.story of Istanbul Jewry. 1 am

ııotıhallbc sure topic I c:aııoffer you c:aııbe incorporated in the program of lbe conlerence. Tlıctopic [ am olfering you is "TheRecords of the Rabbinical Courts of btanbul as a Souree for Historythe of lbcHasköy Ouarter in the F"ırsı Half of theNineteent.b Cennıry". Eadosed is a slıortSumıDM)' of my pre5entation. 1 would lilte to give it in Engli\lı.

W"ıllthat be pow"ble? Please !ct me ltnow your d.eci.sioo assooo as po55 ible.

Sincercly yours,

Prof. Minna Rozeo Director

972·l·6407287 ·ou<.ı .Ol�799 . 6409462 ·?rı 69978 l'JN'?n .:ı•:ıınırn ,;ıo·oı:ı·ııt�oı n•ıiJ

TEI. A\I!VUiliVER SIN. RMAAT AVIV T'ElAVIV6(()78 tSR.:.Ec TEL 972·l-6409799 6409<62 , FAX 972·3�7287

54 . Halil Ina/cik ve Bursa

Princeton University Neu Eutcrn Studies Department Joncc> Hall rnnceton, New Ic ney 08544-ı 008 Tclcphooc: 609-258-4280 Fax: 609-258-ı242

March 10, 1997

Professor Halil inalcık, Birinci Başkan Uluslaraarası Osman Gazi ve Bursa Araştırmaları Kongresi Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 16059 Görükle Bursa, Türkiye

FAX: 011 - 90 - 224 - 442-80-22

Sayın Halil Hocam:

1 was most honored to be asked to participate in the 'Osman Gazi and Bursa Conference' you are planning to hold in Kirazlı Yayla on June 20-22, 1997. 1 should have responded to you earlier, but only in the past few days has lt become clear that 1 wlll be able to be in Turkey in June. Consequently, 1 will (if you will stili have me) be honored to attend. If you are in agreement, ı will present a paper tentativeıy tltled: "The Population of Hüdavendigar Livası in the Opening Oecades of the Slxteenth Century." While ı realize this is a bit beyond the scope indicated by your suggested title, 1 really know nothing of interest about the Byzantine Bursa.

Once again, thank you for your kind lnvitation and ı ıook forward to seeing you in June if not earlier.

Sincerely yours, 1 (\� ç- \ � �··vv \ - ath W. L6Wry, \.naır & Atatürk Professor of Ottoman & Modern Turkish Studies

55 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

HALIL• INALCIK• BURSA'DA OSMANLI ARKEOLOJ •ISI'NI • • BASLATII '

Prof. Dr. Halil inalcık, 2000 yılında Bursa Araşmmaları Vakfı'na Hisar bölgesinde Osmanlı Sanayii'ne ait buluncuları gün ışığına çıkarmak amacıyla Kültür Bakanlığı'ndan on milyar TL'Iik ödenek çıkarttı. Bursa Müzesi Müdürlüğü'nce kurtarma kazısı olarak sürdürülen çalışma Haziran-Eylül 2000 tarihleri arasında Bursa Devlet Hastanesi karşısında isa Bey Camii'nin batı tarafındaki alanda gerçekleştirildi. Bu kazı çalışmalarında, çoğunlukla Bizans dönemine ait kalımılar ile galeriler ortaya çıkarıldı. Ayrıca, bir de çatı mezarında gömülü çocuk kemikleri ortaya çıkarıldı.

Müze Müdürlüğü, tahsis edilen ödenek bittiği için kazının soniandırıldığını belirtti. Prof. Dr. Halil inalcık, bu çalışma öncesinde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nden Erken Osmanlı Sanatı Uzmanı Prof. Dr. Ali Osman Uysal'ı davet etmiş, yüzey buluntularına dayanılarak bir rapor hazırlanmıştı. Ancak, Müze Müdürlüğü bilimsel bir işbirliği ortamı hazırlamayıp kazının sürdürülmesi için gerekli süreci gerçekleştirmeyince bu öncü çalışma başlangıç aşamasında kaldı. Ancak, Bursa'nın özellikle Bey Sarayı'na, Hisar'daki Orhan Medresesi'ne ve diğer erken Osmanlı buluntularına yönelik yeni arkeolajik kazılara ihtiyacı var. Halil Hoca yolu açtı, şimdi iş Bursa için karar vericilere düşüyor...

56 . Halil Ina/cik ve Bursa

HALIL• INALCIK• ADI BURSA'DA OLUMSUZ•• • • • • LESTI• '

Osmangazi Belediye Meclisi, 06/07/2005 tarihli olağan coplamısı nda, M uradiye Mahallesi, Muradiye Külliyesi yanında yer alan Avlu Sokak'a Osmanlı-Türk, Bursa kem tarihi ve kültürüne önemli katkıları ve sayısız araştırma ve eserleri bulunan "Prof. Dr. Halil inalcık" isminin verilmesini oybirliği ile kabul etti.

6 Nisan 2006 tarihinde Muradiye'de Halil Hoca'nın teşrifleri ile Başkan Recep Altepe tarafından bir tören düzenlenerek, "Prof. Dr. Halil inalcık Sokağı"nın açılışı yapıldı. Türkiye'nin seçkin üniversitelerinden gelen değerli bilim insanları bu onurlu gününde inalcık Hoca'yı yalnız bırakmadılar. Bu törene katılanlar arasında Prof. Dr. i lhan Tekeli, Prof. Dr. Nurhan Atasoy, Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu, Prof. Dr. Özer Ergenç, Prof. Dr. Zeren Tanındı, Prof. Dr. Günay Kut, Prof. Dr. Gönül Öney, Prof. Dr. Filiz Yen işehirlioğlu vardı. Toplamıda ayrıca sevgili kızı Günhan inalcık da bulunmuştur.

57 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Prof.Dr. Halil inalcık Sokağı'nın açılışı, 06.04.2006

Prof. Dr. Halil i nalcık Sokağı'nın açılışı, Halil Hoca, kızı ve meslektaşları ile 06.04.2006

58 . Halil Ina/cik ve Bursa

HAL •IL •IN ALCI K BURSA'NIN FAHRI• HEMSEHRISI• • OLDU '

Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 15/10/2009 tarihli olağan coplancısında Halil inalcık'a fahri hemşehrilik verilmesi için Başkan Recep Altepe'nin destek verdiği bir önerge sunuldu.

Önergede;

"Halil inalcık, Bursa'nın fethi ile sonuçlanan Osman Gazi'nin faaliyetlerini en son araştırmaları ile aydınlatmıştır. Bursa Araştırmaları Vakfı'nın kurulmasına, Osman Gazi'yi anma ve Bursa'nın fethi konusunu her yıl ilmi faaliyetlerle destekleyip periyodik hale gelmesini sağlamıştır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna ve payitaht Bursa'nın müesseselerini son yazdığı kuruluş dönemi Osmanlı sultanlarını ayrı ayrı inceleyen makaleleri ile bilim dünyasına sunmuştur.

Dünyanın birçok üniversitesinde kendisine dokcora payesi verilmiş, birçok tarih akademisinin üyesi olan Prof. Dr. Halil inalcık, bir bakıma Osmanlı şehri kimliğini taşıyan Bursa'nın tanıtılması, özellikle gençlerimizin bu konuda bilinçlendirilmesi için çalışan ünlü bir bilim adamımızdır. Bursa ile ilgili yayımlanan ve şehrimize yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine Bursa'nın fahri hemşehriliğinin verilmesi hususunun Meclis Gündemine alınarak görüşülmesini arz ederiz" deniliyordu;

Konunun Meclis'te görüşülmesi sonucunda; 5393 sayılı Belediye Kanunu'nun 18. maddesinin (r) bendi uyarınca, Prof. Dr. Halil inalcık'a fahri hemşehrilik payesi verilmesine ve önergen in aynen kabulüne, Büyükşehir Belediye Meclisi'nin 15/10/2009 günlü olağan toplamısında mevcudun oy birliği ile karar verilmiştir.

59 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bursa Kent Müzesi

Bursa Kentsel ve Mimari Gelişimi Sempozyumu, 2007

60 � ��l�l � fo\l(Çfl n�� [LU [D)(Ö)fMfE�� .ı� •

�D �1}{}� � kf � � [E�� [D)� � ·-pti\

Alan Araşttrmalan

HALIL. HOCA'NIN OBJEKTIFINDEN. . OSMAN GAZI" . 'NIN. AT KOSTURDUGU.., SAHALAR '

63 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Aksu Hanı

Baba Sultan Camii ve Tekkes i

64 Alan Araşttrmalan

Çoban Kale ve Yalakdere Vadi si

Bapheus'da Çoban Kale

65 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Di n boz'da Aydoğdu Bey Mezarı

Hersek iskelesi

66 Alan Araşttrmalan

iznik Kalesi

Kestel Kalesi

67 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Kite Kalesi

Kızılkilise-Kemaliye Köyü'nde bir Bizans sütun başlığı, 2006

68 Alan Araşttrmalan

Yenişehir Poştinpuş Tekkes i

Bursa'da Kültür ve Sanat Sempozyumu Sağdan sola: Hüseyin Algüi-Günay Kut-Halil i nalcık-Yusuf Oğuzoğlu, 2008

69 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Halil Hoca Bursa'nın Kentsel ve Mimari Gelişimi Sempozyumu'na katılan Bozkurt Güvenç, il han Tekeli, Özer Ergenç ve diğer konuklarla Oaruzziyafe'de, 2007

Hal il Hoca Bursa'da Tasavvuf Kültürü Sempozyumu'nda Süleyman U lu dağ ve Özer Ergenç ile, 2006

70 Alan Araşttrmalan

Halil inalcık, Ertuğrulgazi'nin Göç Yolu'nda inceleme yaparken, Mezitler Deresi Kenan, 1995 Sağdan sola: S eza i Sevim-Murat Çizakca-Halil Hoca-Yusuf Oğuzoğlu-Şoför Mehmet Bey

71

(@ {OJ[E �{Q)...... ,!ı ...... ,;:= {Q)��� ...... �

Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

BURSA1

Ta rihi

Bursa'nın antikçağlardaki adı Prusa'dır. Bugünkü ismi de buradan gelir. Şehrin genellikle Bithinya krallarından Prusias tarafından kurulduğu kabul edilir. Antik dönemdeki Prusa adlı diğer şehirlerden ayırt edilmek için "Prusa ad Olympum" (Oiimpos Prusası) adıyla anılmıştır. Şehrin kuruluş tarihi tam olarak bilinmemektedir. Bazı kaynaklarda MÖ. ll. yüzyıl sonlarında Prusias'a sığınan Kartaealı Annibal'ın teşebbüsü ile kurulduğu kaydedilir. Ayrıca, Bichinya kralları tarafından şimdiki hisarın yerinde bulunan daha eski bir yerleşimin üzerinde yeniden tesis edildiği de belirtilir.

Şehir Pontus kralı Michradates'in mağlup edilmesinden sonra Romalıların eline geçti ve önce Nicomedia'ya bağlandı. imparator Traianus zamanında buraya bir vali tayin edildi. Roma imparatorluğu'nun parçalanmasından sonra ise Roma hakimiyetindeki şehirlerden biri oldu. Bu dönemde zaman zaman Müslüman Arap ordularının ve ardından da Türklerin saldırılarına maruz kaldı. Anadolu facihi Süleyman Şah, 1080'de iznik'i alarak kendisine merkez yaptıkcan hemen sonra Bursa'yı fechetti. iznik'in 1097'de yeniden Bizans hakimiyetine girmesinin peşinden buranın da zapt edilip edilmediği hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Ancak, 1107'de 1. Kılıçarslan'ın ölümü ile şehzadeler arasında başlayan mücadeleler sırasında şehrin Türklerin hakimiyecinden çıktığı tahmin edilmektedir. Şehir, 1113'te Türk kuvvetleri tarafından tekrar zapt ediidiyse de az sonra imparator Aleksis Komnenos tarafından geri alındı. Böylece, Osmanlıların bu bölgede faaliyet göstermelerine kadar Bizans'ın elinde kaldı. XIV. yüzyıl Bizans tarihçisi Pachymeres'in kaydına göre 1300'lerde Türklerin Batı Anadolu'ya yaydışları sırasında Bizansın elinde kalan üç önemli kale şehirlerinden biri de Bursa idi.

1 Halil İnalcık, "Bursa", TDVİA , c. I, İstanbul 1992, s. 445-449.

75 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Şehir, ilk olarak 1308'de diğer tekfurlarla inifak kurarak Osmanlı kuvvetlerini Dinboz Geçidi'nde durdurmak isteyen Bursa tekfurunun mağlup edilmesinden sonra Osman Bey tarafından kuşatma altına alındı. Bu kuşatma, sonuca ulaşmamakla birlikte şehir, abluka siyaseti ile sıkıştırılmaya başlandı. On yıldan fazla bir süre herhangi bir yardım alamayan Bursa halkını perişanlığa ve açlığa mahkum eden bu abluka yüzünden şehir 6 Nisan 1326'da Osmanlılara teslim edildi. Bizanslı kumandanın iscanbul'a gitmesine izin verildi, ancak şehrin Osmanlılara teslimini sağlayan baş danışmanı buradan ayrılmayarak Osmanlı hizmetine girdi. Ayrıca, Bursa metropolirinin de şehirde kalıp görevi sürdürmesine müsaade edildi. Bursa'nın Rum halkı kaleden aşağı kısırnlara nakledilerek yerleştirildi. Kale ve civarına, stratejik mecburiyerlerden ötürü sadece Türkler yerleştirildi. 1432'de şehre gelen B.de la Broquiere, kalede 100 kadar evin bulunduğunu yazar. 1640'ta buraya gelen Evliya Çelebi de kale içindeki iskanı belirtmektedir.

Fetihten sonra inşa faaliyetleriyle yeni bir çehre kazanmaya başlayan şehre, her taraftan ahali nakli yapıldı ve gelişmesi desteklendi. Orhan Gazi, kale içindeki manastırı camiye çevirtti. Bunun yanında Bey Sarayı adı verilen bir de saray yaptırdı. Burası avaya nazır bir yerde olup bugün To phane adıyla anılmaktadır. Ayrıca 1337-1338 tarihli bir kitabe, burada bir de cami inşa edilmiş olduğunu gösterir.

Bursa, Orhan Gazi tarafından Osmanlı Beyliği'nin merkezi yapıldı. Orhan Gazi gümüş sikkesini (akçe) 1327'de burada darbettirdi. 1339-1340'ta kalenin doğu tarafında cami (Orhan Camii), imaret, medrese, hamam ve kervansaraydan (Beyhanı, Emirhanı) oluşan bir külliye vücuda getirdi. Bu bina grupları şehrin merkezini teşkil etti. Burası bugün de şehrin canlı bir ticaret merkezi olma özelliğini korumaktadır. Alaeddin Bey, Çoban Bey, Hoca Naib gibi adlar taşıyan yeni semtler bu dönemde kuruldu. Nitekim, 1333'te şehri ziyaret eden ibn Battuta, burayı canlı pazarları, büyük caddeleri bulunan güzel bir belde olarak tarif eder. Bundan sonraki dönemlerde gelişmesi daha da hızlanan şehrin başka kesimlerinde padişahlar, hanedan mensupları ve diğer ileri gelenler sayesinde zengin vakıfların tahsis edildiği birçok ticari ve dini merkezler teşekkül etmeye başladı. Bunlar, Yıldırım, Emir Sultan, Sultan Mehmed gibi yeni bölgelerin ve mahallelerin oluşmasını sağladı. Şehirde en büyük gelişme 1. Bayezid zamanında gerçekleşti. Bu dönemde 1399'da muhteşem Ulucami inşa edildi. O devrin seyyahlarından Schiltberger şehirde 200.000 ev (?) ile hangi dine mensup olursa olsun bütün fakiriere açık sekiz imaretin bulunduğunu belirtir. Her ne kadar hane sayısında mübalağa veya yanlışlık varsa da verdiği bilgiler buranın o dönem Batı Anadolu'sunun en muazzam şehirlerinden biri olduğunu

76 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi gösterir. Ancak, Timur'un Anadolu'ya girip 1402'de Osmanlıları mağlup etmesi Bursa'nın gelişmesine darbe vurdu. Timur'un askerleri Bursa'ya girerek her tarafı yağmalayıp şehri ateşe verdiler. Yangın sırasında ilk Osmanlı padişahlarına ait birçok resmi vesikalar ile telif eser yok oldu.

Timur'un istilası ve sonraki fetret devrinde, Bursa'nın yerine Edirne devletin başşehri haline geldi. iç savaş devresinde birbirleriyle mücadele eden şehzadeler, Edirne gibi Bursa'yı da kendi kontrollerine almak için büyük çaba sarfetttiler. Bursa'da tahta çıkmış olan ll. Murad döneminde şehir süratle büyümeye ve taparlanmaya başladı. Sultan Murad, Fazlullah Paşa, Umur Bey, Cebe Ali Bey, Şehabeddin Paşa gibi devlet erkanı tarafından tahsis edilen vakıflar sayesinde daha sonra bunların adlarıyla anılacak olan yeni bölgeler ve mahallelerin teşekkülü sağlandı. 1432'de şehri gören B.de La Broquere de Bursa'yı çok güzel bir yer, önemli bir ticaret merkezi ve Türklerin en muazzam beldesi şeklinde nitelendirir. Ayrıca, burada Kara Musa adlı birinin muhafız olarak bulunduğunu, imaretierin dördünde fakiriere her gün yemek dağıtıldığını, şehrin çarşılarında her cins ipekli kumaşın, değerli taşların ve incilerin ucuz fiyatla satın alınabildiğini, Ceneviz, Venedik ve diğer devletlerin tüccarlarının ticari faaliyetlerini sürdürdüklerini yazar.

Fatih Sultan Mehmed istanbul'u merkez yapmadan önce, Bursa istanbul'un bir rakibi olarak gelişme göstermişti. Fakat, daha sonra ahalinin çoğunun yeni payitaht istanbul'a göçürülmesi bu rekabeti ortadan kaldırdı. Ancak, Bursa yine de Fatih Sultan Mehmed'in hükümdarlığı dönemindeki büyük iktisadi gelişmelerden faydalandı. Ayrıca, onun saltanatı zamanında doğuya doğru girişilen seferler için bir askeri merkez olma özelliğini de kazandı. Fatih'in ölümü ile başlayan saltanat mücadelesinde Şehzade Cem'in taraftarlarının merkezi oldu. Hatta Cem, burada kendisini sultan ilan etti, para bastırdı ve on sekiz gün saltanat sürdü. Onun amacı Bursa'yı merkez yaparak Anadolu'ya hakim olmaktı. Cem hadisesinin kapanmasından sonra şehirde çok önemli bir olay cereyan etmedi. Yalnız zaman zaman XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bazı olaylara şahit oldu. 1577'de güvenliğin temini için semtler arasında gayet sağlam kapılar konuldu ve muhafızlar yerleştirildi. Ardından Rumeli'den Arnavutların şehre göçü de ciddi problemierin doğmasına yol açtı. Şehir 1595'ten itibaren eelall gruplarının hücumlarına uğradı. 1608'de Celall Kalenderoğlu burayı yağmalamak üzere geldi. Ayrıca, IV. Mehmed zamanında isyan eden Abaza Mehmed Paşa'nın da tehdidine maruz kaldı. Ancak, bu geçici tehlike ve badirelere rağmen Bursa, Osmanlıların üç büyük merkezinden biri olma özelliğini devam ettirdi. XVII. yüzyıla kadar Bursa Sarayı zaman zaman buraya gelen padişahlar tarafından kullanıldı. Şehir XVIII. ve XIX. yüzyıl boyunca nispeten sakin bir dönem geçirdi.

77 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Ancak, 8 Temmuz 1920'de Yunan işgaline uğradı. 10-1 1 Eylül 1922'de geri alındı. Cumhuriyet döneminde aynı adla kurulan ilin merkezi oldu.

• Sosyal ve Iktisadi Yap1

Osmanlı Devleti'nin en büyük şehirlerinden biri olan Bursa, tahrir defterlerine göre XVI. yüzyıl başlarında 152 civarında mahalleye sahipti. Bu rakam asrın ikinci yarısında 168'e yükseldi, nüfusu ise giderek artış gösterdi. ll. Mehmed devrine ait bir sic il kaydına göre Bursa'da 5000 avarız hanesi, yani yaklaşık 30.000 kadar nüfus barınıyordu. Bu rakam 1487'de 456 haneye yaklaşık 37.000 kişiye yükseldi. XVI. yüzyılın başlarında hemen hemen aynı durumunu muhafaza eden şehir, bu asrın ikinci yarısında daha da kalabalıklaştı ve nüfusu 1573 tarihli tahrire göre 60.000'i geçti. Burada ayrıca gayrimüslim cemaatlerde bulunuyordu. Bunların nüfusu XVI. yüzyılın başlarında 400 Hıristiyan, 600 Yahudi olmak üzere 1000, ikinci yarısında 3000 Hıristiyan, 1500 Yahudi olmak üzere 4500 kadardı. XVI. yüzyılda şehrin en kalabalık mahallelerini Emir Sultan, Sultaniye imareti, Hacı Baba, Yıldırım Bayezid, Cedid Yiğitoğlu, Reyhan Paşa, Hoca Enbiya, Umur Bey, Daye Hatun, Şeyh Paşa, Murad Han, Hamza Bey, Bayezid Paşa, Timurtaş ve Kiremitçioğlu mahalleleri teşkil ediyordu. Ayrıca, 1530'Iarda şehirde 8 imaret, 22 medrese, 18 cami, 130 mescit, 10 zaviye ve 10 da büyük hanın bulunduğu tespit edilmişti.

1548'de şehre gelen Fransız seyyahı Belon, buranın çok güzel ve müsait bir mevkide bulunduğunu, Lyon'dan daha geniş bir sahaya yayıldığını, istanbul kadar servet ve nüfusa sahip olduğunu belirterek ipek sanayisi sayesinde büyük şöhret kazandığını, her yıl 100'den fazla deve ile Anadolu ve Suriye'den getirilen i pekierin burada işlenip boyandığını ve sonra da başka memleketlere gönderildiğini yazar. Şehrin durumunu en canlı şekilde Evliya Çelebi tasvir eder. Ona göre iç kalede 200 hane, 7 mahalle, 7 mescit, 20 dükkan, 1 hamam, 1 çarşı bulunmakta, ayrıca burada Sultan Orhan Camii ve Türbesi de yer almaktadır. Aşağı surlarının lll. Mehmed zamanında eelall eşkıyasının hücumlarından korunmak için yapıldığını belirten Evliya Çelebi, şehrin kat kat yükseldiğini, 23.000 kadar ev ile 176 Müslüman, 9 Rum, 7 Ermeni mahallesi, 1 Kıpri mahallesi, 9 Yahudi cemaati ve bir de Miskinler mahallesinin bulunduğunu, son derece canlı bir alışverişin yapıldığı pazar ve çarşılarında 9000 dükkan, ayrıca bir de kale gibi 4 kapılı büyük bir bedesten ile 357'si sultanlar, vezirler ve diğer ileri gelenler tarafından yatırılmış camiierin de dahil olduğu 1040 kadar irili ufaklı caminin yer aldığını yazar. 1675'te şehre gelen George Wheler ise bu sıralarda Bursa'da 40.000 Türk ile 12.000 Yahudi'nin yaşadığını, ayrıca az sayıda Ermeni ve Rum'un bulunduğunu kaydeder.

78 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Şehir, fiziki bakımdan ve nüfus yönünden XVII. yüzyılda gösterdiği gelişmeyi sonraki asırlarda da sürdürdü. Ancak, 1855'teki büyük zelzele şehrin harap olmasına yol açtı. 1861'de burayı ziyaret eden Perrot, şehrin harap halde olup, nüfusun ancak 35.000'e ulaştığını, ayrıca 7-8'i Avrupalılar'a ait buharla çalışan 35 kadar iplikhanenin bulunduğunu belirtir. XIX. yüzyılın sonlarına ait kayıtlarda nüfus hakkında farklı rakamlar mevcuttur. V. Cuinet'e göre Bursa'nın nüfusu 76.303, diğer bazı seyyahlara göre 90.000 civarında idi. 1892 yılına ait Salname'de ise Bursa'nın nüfusu 5158 Rum, 2548 Yahudi, 7541 Ermeni ve kalanı Müslüman olmak üzere 76.000 olarak gösterilir. Ayrıca burada 165 cami, 57 okul, 27 medrese, 7 imaret, 7 kilise, 3 sinagog, 49 kervansaray ve 36 fabrikanın bulunduğu kaydedilir. 1927 sayımında nüfusun 61.690 olduğu tespit edilmiştir.

Bursa Osmanlılar döneminde siyasi yönden olduğu kadar iktisadi faaliyetler bakımından da büyük öneme sahipti. Önceleri Osmanlı idaresi altında Hıristiyan dünyasına yakın milletlerarası bir ticaret merkezi olarak gelişme gösterdi. iran'dan ipek kervanları giderek artan bir şekilde Bursa'ya geliyordu. 1400 yılı dolaylarında burada bulunan Schiltberger'e göre şehir, ipek ticaret ve endüstrisinin milletlerarası bir merkezi durumundaydı. Bursa'ya ulaşan ana ipek Yo lu Tebriz-Erzurum ve To kat güzergahını takip ediyordu. Diğer önemli ticaret yolları da bu ana yola bağlanarak şehre ulaşıyordu. Eski Halep-Konya-Kütahya yolu bu sıralarda yeniden önem kazanmıştı. 1432'de B.de La Broquilere Şam'da bu yolu takip eden Mekke kervanına katılmış ve getirilen baharat Bursa'da Galatalı Ceneviz taeirierine satılmıştı. Bir taraftan Şam-Halep-Bursa yolu, diğer taraftan iskenderiye-Antalya deniz yolu XV. yüzyılda giderek yoğun bir faaliyete sahne oldu. Baharat, şeker, boya, sabun gibi ticaret malları Suriye ve Mısır'dan bu yollar vasıtasıyla Bursa'ya taşınmaya başlandı. Hintli tüccarlar bu yolları takip ederek Bursa'ya geliyorlardı. Mesela, 1478'de Mahmud-ı Gavan'ın ticari temsilcileri Hint mallarını Bursa'ya getirmişlerdi. Ayrıca bu ticaret, 1470 yılı civarında Bursa pazarlarında baharat ticareti yapmayı ümit eden Floransalılar için büyük bir öneme sahipti. Fakat, Bursa'daki yüksek fiyat dolayısıyla baharat ticareti hiçbir zaman Mısır ile rekabet edilebilecek derecede gelişme gösterememişti. 1487'de Bursa'ya getirilen biber ve boyadan alınan gümrük vergileri yıllık 100.000 akçeye ulaşmıştı. Bursa, XVII. yüzyıla kadar Balkanlar, Doğu Avrupa ve istanbul için Doğu mallarının önemli bir antreposu olma özelliğini korudu. i pek ticareti ve endüstrisi Bursa'da refahı n ana kaynağı idi. Tebriz'den gelen kervanlar çok kıymetli Gilan, Esterabad ve Sari ipeklerini Bursa'ya getirirdi. Bu faal ticaret Bursa kadı sicillerindeki kayıtlarda açıkça görülmektedir. Bursa'da ticari temsilcileri bulunan Ceneviz, Venedik ve Floransalılar, birbirleriyle rekabet halinde ipek almaya çalışıyorlardı. Bu ticaretce kullanışlı ve geçerli bir uygulama,

79 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI yünlü mamullerin ipeklilerle mübadelesi şeklinde gerçekleşiyordu. 1501'de Floransalı Medici ailesinin ticari temsilcisi Maringhi, ipeğin bir yükünün 70-80 duka kar sağladığını belirtir. 1479'da iran'dan ithal edilen ipeğin değeri 150.000 Venedik altınına ulaşmıştı. Bu ipeğin çoğu mahalli ipek dokuma tezgahlarında tüketiliyordu. 1502'de Bursa'da 1000'den fazla dokuma tezgahı bulunuyordu. Bunların çoğu özel teşebbüsün elinde idi ve refah bir şehirli zümresini ortaya çıkarmıştı. Bu yüksek ve orta seviyedeki şehir ahalisi XV. yüzyılın ikinci yarısında Bursa nüfusunun aşağı yukarı %70'ini teşkil etmekteydi. ipek işçilerinin çoğu köle idi ve bunlar belirli bir süre sonra azat ediliyor, hana bizzat müteşebbis hale geliyorlardı. Bursa'ya ait ihtisab kanunlarında, adı geçen farklı kesimlere mensup kişilerin statüleriyle ne çeşit ve hangi cins ipekiiierin dakunduğu konusunu aydınlatacak bilgiler bulunmaktadır. Bundan anlaşıldığına göre, Bursa kemhası, müzehhep kadifesi çok aranan ipekiiierdi ve özellikle Avrupa'da, Mısır ve iran'da büyük alıcı kitlesi bulunuyordu. Fakat, bunların başlıca alıcısı Osmanlı sarayı idi. Bursa'da imal edilen ince ipekiiiere tafta adı veriliyor, bunlar geniş ölçüde kullanım için ihraç ediliyordu.

Bursa'daki yoğun ticari faaliyeti, XV. yüzyılda inşa edilmiş birçok kervansarayın bulunması da göstermektedir. Bunlar arasında 1. Mehmed'in saltanatı zamanında yapılan ipek Hanı, ll. Mehmed döneminde inşa edilen Mahmud Paşa Hanı ve Koza Hanı adıyla bilinen büyük hanlar, ll. Bayezid zamanında yapılan Pirinç Hanı sayılabilir. Bursa, ayrıca özellikle Doğu Avrupa ve Rumeli'ye ihraç edilen Batı Anadolu pamukluları için de bir antrepo durumunda idi. Bursa'daki ithal malların yıllık vergi yekünü 1487'de 140.000 dukaya ulaşmıştı. Burada, ayrıca gümüş ve bakır para basımı yapılan bir darphane vardı ve bundan bir yıl da 6000 duka gelir sağlanıyordu. Bursa'da ticaret hayatının bir göstergesi olan ihtisab vergi gelirleri, XVI. yüzyılda bir yıl için 215.000 gümrük gelirleri 166.666 akçeye mukataaya verilmişti. ipeğin tartılması sırasında alınan mizan vergi geliri ise 2.587.000 akçeye mukataaya verilmişken, bu rakam XVI. yüzyıl başlarından itibaren düşüş göstermeye başladı. 1599-1628 yıllarında Şah Abbas'ın Osmanlı­ iran ipek yolunu değiştirme teşebbüsü Bursa ticaretini bir süre için olumsuz yönde etkiledi. Ancak, bu durum Bursa ve civarında ipek üretimini teşvik etti. XVIII. yüzyılda Avrupa işi iyi kalite ipeğin ülkeye girişi, izmir'in ticaret şehri olarak rekabeti Bursa'nın eski önemini sarstı. Fakat, yine de iç tüketime yönelik ipekli kumaş üretimi sürdü. XIX. yüzyılda mahalli pazarları Avrupa'nın ucuz pamuklu ve ipekiiieri istila eni. Nitekim, 1846'da Bursa'nın ingiliz konsolosu buranın ipekiiierinin ve pamuklularının kullanım dışı kaldığını belirtir. Bursa ipek ve pamuklularının ingiliz, Alman ve isveç taklitleri şehirde büyük revaç bulmaya başladı. Ancak, 1837'de mahalli ipek endüstrisinde buhar gücünün kullanılmaya başlanması sonucu şehir sadece, Batı için ham ipek üreten bir yer olmaktan

80 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi kurtarıldı. Yirmi beş yıl içinde iplikhane sayısı 35'e ulaştı ve 1914'te ham ipek imali 1000 tona ulaştı. Bu gelişme istiklal harbi yıllarında gerilediyse de daha sonra bir toparlanma gösterdi.

Bursa, sadece bir iktisadi merkez değil aynı zamanda önemli bir kültür şehri durumunda idi. Özellikle istanbul'un fethinden önce şehirde oldukça yoğun bir kültürel faaliyet hakimdi. Nitekim, burada Osmanlı devlet adamlarının yanında Şemseddin Fenari, Abdurrahman Bestaml, Molla Hüsrev, Molla Yegan, Molla Zeyrek, Lamii, Üftade, Niyazi-i Mısri, Süleyman Çelebi, Sursalı ismail Hakkı, Hasan Çelebi, Ahmed-i Dai, Ahmet Paşa, Taceddin Ömer Şifal, Cinani gibi birçok alim, mutasavvıf, tarikat şeyhi, şair, edip ile Neşri, Cizyedarzade Mehmed Said gibi tarihçiler de yetişmiştir. Ayrıca, hakkında daha Osmanlı döneminde müstakil monografilerin yazıldığı şehirlerden biri de Bursa'dır. Özellikle ismail Beliğ'in Güldeste-i Riyaz-1 /rjan adlı eseri bunların arasında en önemlisidir.

Bursa'da fetihten sonra süratle gerek padişahlar gerek hanedan mensupları gerekse bunların yakınları ve diğer devlet adamları tarafından çeşitli eserler meydana getirildi. Bugüne ulaşabilen başlıca büyük abideler arasında, Orhan Camii ve Külliyesi, 1. Murad'ın yaptırdığı Hüdavendigar Camii ve Külliyesi, Yıldırım Bayezid zamanında inşa edilen Ulucami ve Yıldırım Bayezid Külliyesi, Yeşil Camii ve Külliyesi, ll. Murad'ın Muradiye Külliyesi, Alaeddin Camii, Şehadet veya Kale Camii, Timurtaş Paşa Camii ve Emir Sultan Camii sayılabilir. Ayrıca, irili ufaklı daha birçok mescit ve cami de bulunmaktadır. Bunlardan bugüne ulaşanların en eskileri arasında Selçuk Hatun Camii, Acem Reis Mescidi, Azeb Bey Mescidi, Tuzpazarı Camii, Koca Naib Camii, Bedreddin veya Hafsa Harun Camii'ni saymak mümkündür. Yine, bugüne gelebilen 9 kadar medrese mevcuttur. Külliyelere ait olanların dışında bunların en önemlileri, Orhan Bey döneminde yapılan Ula Şahin Paşa Medresesi, 1. Bayezid dönemine ait Eyne Bey ve Molla Fenari medreseleri, Fatih döneminde inşa edilen Ahmed Paşa Medresesi'dir. Osman Bey'den itibaren Fatih'e kadar gelen ilk Osmanlı padişahlarının türbeleri de buradadır. Ayrıca, diğer hanedan mensupları ile önde gelen kimselere ait daha birçok türbenin yer aldığı şehirde çoğu çifte hamam şeklindeki hamamlar da bulunmaktadır. Bunlar arasında, külliyedekiler dışında, 1. Murad dönemine ait Şengül Hamamı, 1. Mehmed döneminde yapılan Mahkeme Hamamı, ll. Murad dönemine ait Umur Bey ve Atpazarı hamamları ile Fatih devrinde yapılan Kadı ve Perşembe hamamları sayılabilir. Ayrıca, birçok han ve bedesten de zamanımıza ulaşabilmiştir.

Bursa, Osmanlı hakimiyeti döneminde Anadolu eyaleeine bağlı olan Hüdavendigar adını taşıyan sancağın merkezi idi. XVI. yüzyılda Hüdavendigar

81 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Sancağı'nın merkez kazası Bursa'dan başka otuz kadar kazası daha vardı. Bunlar arasında inegöl, Yarhisar, Domaniç, Ye nişehir, Söğüt, Taraklu, Geyve, Akyazı, Akhisar, Göynük, Beypazarı, Mihalıç, Kite, Gönen, Gölpazarı, Bergama önemli idari birimleri teşkil ediyordu. Ayrıca, Seferihisar, E rmen i pazarı, Atranos, Kepsut, Mihalıççık, Edincik, Kızılcatuzla, Tarhala ve Fesleke kazaları da buraya bağlı idi. Bu idari durum, ufak tefek değişikliklerle XIX. yüzyıla kadar sürdü. 1832'de müstakil mutasarrıflık olan Bursa, Karahisar, Kütahya, Bilecik, Erdek, Biga mutasarrıflıkları ile birlikte yeni teşkil edilen Hüdavendigar eyaJetine bağlandı ve bu eyaletin merkezi oldu. 1856-1857'de Hüdavendigar eyaleri Bursa, Koca-ili, Kütahya, Karahisar, Erdek, Biga, Karesi, Ayvalık livalarından meydana geliyordu. Bu sırada Bursa livasına bağlı yirmi dört nahiye bulunuyordu. 1865'te Hüdavendigar eyaJetine Bursa, Karesi, Koca-ili, Kütahya, Karahisar livaları bağlı olup, vali Bursa'da oturuyordu. 1908'de ise eyalet, Bursa, Ertuğrul, Kütahya, Karahisar ve Karesi sancakları ndan meydana geliyordu. Bursa Sancağı 6 kaza, 5 na h iye ve 664 köye sahip bulunuyordu. Bursa, Cumhuriyet döneminde müstakil il haline getirildi.

82 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

• • 8/BL/YOGRAFYA

BA.TD. nr. 23; Hüddvendigdı· Livası Ta hı·ir Defterleri {Haz. Ö. Lütfi Barkan-Enver Meriçli, İstanbul 1988, 1; "XV.Asnn Sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tespit ve Teftişi Hususlarını Tanzim Eden Kanunlar II:Kanunname-i İhtisab-ı Bursa" {Haz. Ö.Li.itfı Barkan), TV, II/7-12(1942-43), s.15-40; Ka nımname-i Sultani ber-Muceb-i Örfi Osmant {nşr. R.Anheger-Halil İnalcık), Ankara 1956, s. 36; Hüd!ıvendigdr Vilayeti Salnamesi ( 1287-1335); İbn-Battuta, Seyahatndme, I, 339-340; J.Schiltberger, The Bondage and Tr aveis (tre.) J.B.Telfer, London 1879, s. 40; B.de la Broquiere, Les Voy age d'outremer {ed.ch.Schefer), Paris 1892, s. 131-137; Aşıkpaşazade, Ta rih (Giese), s. 22-23, 28-29; Neşrli, Cihannitmil (Taeschner), 1,39; P.Belon, Les Observations de piusieurs s ingıdarites et ch oses mbııorables troıtvees en Grice, Paris 1588, s.450-451; Peçuylu İbrahim, Ta rih, I, 313; Kati b Çelebi, Cihanniim/1, s. 657-658; Evliya Çelebi, Seyahatnam e, Il, 7-55; G.Wheler-J .Spon, A jo urney in to Gı·ece in Company of Dr. Spon of Lyons, London 1682; I. P.deTournefort, Relation d'un llogage du Levant, Lyons 1717, Il, 469; Baldırzade Mehmed Efendi, Rallzatü'l Evliy/1, Bursa Orhan Cami Ktp., nr. 4; Beliğ, Güldeste; Eşrefzade Şeyh Ahmed Ziyaeddin, Vefeydtül-ıtrefo, Bursa Orhan Cami Ktp., nr.58; Mehmed Raşid, Zübdetül-vekayi' da-Belde-i Celile-i Bursa, Millet Ktp, Ali Emir!, Ta rih, nr. 89; J.Von Hamm er, Umbfick auf einer Reise von Ko nstantinopel nach Brııssa, Pest 1818; A.Grisebach, Reise dttrch Rumelieıı und ııach Brıussa im jahre 1839, Göttingen 1841, Il, 66; J.Lewis Farley, The Resoıtrces of Tu ı·key, London 1862 (D.Sandison'un Raporu, Public Record Office: F.O.nr.195; 113, 299, 393, 598, 680, 721, 774); G. Perrot, Souımıir d'ım voyage en Asia Mineure, Paris 1864; P.de Tchihatcheff, Asie Minettre, Paris 1864; P. De Tchihatcheff, Asie Mineuı·e, Paris 1866, I, 326; Cuinet, IV; A.Wachter, Der Va ıfalL des Griechentums in Kleinasien, Leipzig 1903, s. 55; Hasan Taib, Ha tıra ydhud Mir' dtı Bursa, Bursa 1323; Mehmed Şemseddin, Yd digd r-ı Şemsi, Bursa 1332; Texier, Kii çük Asya, I, s. 209-243; H. Wilde, Brııssa, eine Eııtwicklımgsstiitte türkiseher Anhitektıu· iıı Klei nasien ımter den ersten Osmanen, Berlin 1909; P. Masson, Histoire dtt Commerce Fraçais dans le Lwaııt, Paris 1911, Il, s. 492; A. D. Mordtmann, Anatolien, Skizzen und Reisebriefe aus Kleinasien 1850-1859, Hanover 192, s.29, 350; G.R. B. Richards, Floreııtine Merchants in the Age of Medicis, Cambridge 1932, s.1 08; A. Memduh Turgut Koyunluoğlu, İznik tJe Bursa Ta rihi, Bursa 1937; Kamil Kepeci, Bursa 1938; a.mlf. Bursa Ha nfarı, Bursa 1950; H. Turhan Dağlıoğlu, Onaltıncı Asırda Bursa, Bursa 1940; Neşet Köseoğlu, Ta rihte Bursa Mahalleleri, Bursa 1946; Sedat Çetintaş, Tiiı·k Mimari Anrtfarı: Osmanlı Devri Bıma'da ilk Eserler, İstanbul 1946; Kazım Baykal, Bursa Ya ngın/an, Bursa 1948; a.mlf. Bursa ve Anıt/arı, Bursa 1950; A. Gabriel, Une Cap itale turque: Brousse, Paris 1958; F. Dalsar, Bıma' da İp ekçilik, İstanbul 1960; A.Tevhid, "Bursa'da Umurbey Camii Kirabes i", TOEM, III/14, (1328), s. 865- 872: a.mlf"İlkAltı Padişahımızın Bursa'da KainTi.irbeleri",a.e. Illl6-17, (1328), s.977, 1047; a.mlf. "Bursa'da En Eski Kitabe", a.e.,V/29 (l330),s.318-320; M.Arif "Bursa'da Yeledi Yanc Camii", a.e. IIIIlS (1328), s. 967-968; M. Ziya, "Bursa'daki Ti.irbelerimizden Gayri Mektub Kitabeler", "Bursa İpek Sanayiinde Teknolojik Gelişmeler," {1835-1865), a.e. 1.(1987), s. 111- 122; ULudağ, Bursa Halkevi Dergisi; B. Darkor v.dğr. "Bursa". İA, Il,806-819.

83 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

OSMAN GAZI:,. . SON ARAŞTIRMA SONUÇLARlı

Helenizm ve Türkler: Bu uzun mücadele üzerinde tarihçilik her iki tarafta da, Türkler tarafında da Rumlar tarafında da, tamamıyla hissi, duygusal ve siyasi gayelere hizmet etmek üzere çok çarpıtılmış bir şekilde tetkik ediliyor. Bizans­ Osmanlı münasebetleri Yunanistan'da da aynı şekilde, Türkiye'de de öyle. Objektif,-objektif tarih olamaz zaten hiçbir zaman-fakat belgelere dayanan, daha sağlıklı, gerçeğe oldukça yakın bir tarihi takrir elimizde yok maalesef. Bu hususta Bizantinoloji tarafında benim en çok takdir ettiğim Bizantinist Ostrogosky'dir. Slav'dır, Yunanlı olmadığı için daha yansız yazabiliyor. Zachariadou da öyle. O da oldukça tarafsızdır.

Ben Osman Gazi, Orhan Gazi ve ı. Murad devrini, bir seneden beri yoğun olarak araştırmaktayım. Bizans kaynaklarını eskiden doğrudan doğruya kullanamıyordum. Fakat, şimdi çok güzel Almanca ve Fransızca tercümeleri var. Pachymeres'in Faiyee ve Lorant tercümesi 4 cilt çok güzel. Faiyee'nin yaptığı yorum notlarında çok hataları var, ama tercüme çok önemli. Pachymeres'i çok iyi okudum. Bunu Osman Gazi makalelerimde göreceksiniz. Çalışmalarımda bitaraf olmaya çalıştım. Pachymeres diyor ki; "Osman Gazi'yle yağma için gelen gaziler Boğaziçi'ne kadar ulaştılar ve Yoros, yani Hyeron'a geldiler. Şimdi, bizim tarihçiler Hyeron neresi? Yoros nerede? Hiç üzerinde durmuyorlar. Yoros, Boğaziçi'nin Karadeniz'e çıkan en önemli kalesidir. Osman Gazi zamanında akıncılar oraya kadar gelmiş. istanbul'a giderseniz mutlaka Yoros'a gidin; Anadolu Kavağı'na vapurla gideceksiniz, oradan bir taksi alacaksınız, yukarıya doğru çıkacaksınız (eskiden askeri bölgeydi çıkılamıyordu. Fakat, bugün turistlere açıktır, gezilebiliyor). Burası eski bir Bizans kalesidir, muazzam bir kale ve çok büyük. Ve Karadeniz Bağazı'ndan gelen Kazak -o zaman Dinyeper'den gelen Ruslar hücumlarını durdurmak için yapılmış- Hyeron-Yoros şu bakımdan

2 Halil İnalcık, "Osman Gazi: Son Araştırma Sonuçları", Osman Gazi ve Bursa Sempozyumu Payitaht Bursa'nın Kültürel ve Ekonomik İliş kileri, (04-05 Nisan 2005) Bildiri Kitabı, ed. Cafer

Çiftçi, Osmangazi Belediyesi Yayı nları., Bursa 2005, s. 10-21.

84 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi da önemli, bir gümrük dairesinin başlangıç noktasıdır burası. Aydın'a kadar olan, Gelibolu Yarımadası dahil gümrük bölgesi vardı. Roma zamanına kadar uzanır. Çok önemli bir kale bu. Pachymeres diyor ki; "Bu Türkler Yoros'a kadar geldiler." Demek ki, Osman Gazi zamanında Boğaziçi'ne kadar gelinmiş. Tabii, buraya gelen Türkler Anadolu'nun içlerinden geldiler.

Bu okumalarım sayesinde başka bir şey tespit ettim, çok enteresan bir şey. Osman Gazi Bizans imparatorluğu ile karşı karşıya geldi, çünkü biliyorsunuz, iznik'i kuşatıyordu; imparatorda iznik'i korumak için doğrudan doğruya Osman Gazi'yi karşısına aldı ve işte tam o anda Bizans Osmanlı mücadelesi başladı. Çünkü, iznik'i almak istiyor Osman Gazi. Ben bu konuda iki makale yazdım. Bu gelişmeler artık apaçık bir hakikattir. Fakat, bizim tarihlerimizde Osman Gazi'nin esas hedefinin iznik olduğu hiç söylenmez. iznik, Bizans'ın ikinci payitahtıdır. Kilise bakımından daima konsüllerin toplandığı en önemli merkezdir. O, tehlike altına düşüyor. Osman Gazi onu abluka altına aldı. iki kule yaptı. Bursa'ya da aynı şekilde iki kule yaptı. Birisi dağ başında yukarıda, diğeri de Kükürtlü'de olmak üzere . Bu bütün Batı Anadolu'daki büyük şehirleri düşürmek için kullandıkları bir taktikti. O zaman top yok. O kaleler hücumla alınmaz. Onun için aç bırakarak, suyunu keserek teslim olmaya zorluyorladı; yöntem buydu. Bütün fetihler, Rumeli'de de ilk zamanlar böyle yapıldı. Balkanlarda birçok şehir böyle alındı. Şehir aç ve susuz kalınca, oradaki halk tekfura karşı ayaklanıyor. "Bırak bizi. Nasıl olsa teslim olursak Osmanlı bizi öldürmeyecek" diyorlardı. Evet, Osmanlı çok kurnaz bir politika izliyordu. Tes lim olan şehirlerin halkına dokunmuyordu. Onları himaye ediyordu. Onun için halkı kendi tarafına çekiyor ve kumandanlar ister istemez teslime zorlanıyordu.

Bursa fethi üzerinde Aşıkpaşazade'deki rivayet çok otantikcir: Sözde kumandana soruyor Orhan, "Neden teslim oldunuz?" Birkaç sebep söylüyor. Bunlardan bir tanesi de genellikle açlıkm. Bütün şehirleri Osmanlılar böyle aç bırakarak teslim alıyor. Ve teslim olan halka dokunulmuyor. Yani canına, malına, ailesine dokunmuyor ve dinlerini serbestçe yaşarnalarına izin veriyorlar. Sadece, büyük kiliselerini ihtiyaçtan camiye çeviriyorlar. Biliyorsunuz; fethin en sembolik tarafı şudur: Bir yer fethedildiği zaman Osmanlıların ilk yapacakları, burasının bir islam alanı olduğunu göstermek ve bir kiliseyi camiye çevirip ezan okumakm. Fatih istanbul'u aldığı zaman ilk gittiği yer neresidir? Ayasofya Camii!

Şimdi, Pachymeres'ten Osman Gazi'nin asıl amacını okuyup, Türk kaynağı ile karşılaştırdığınız zaman çok enteresan durumlar çıkıyor. Osmanlı kroniklerini Bizans kaynakları ile karşılaştırmamız şart. Özellikle, Gregoras'ı ve Kantakuzenos'u kullanmak lazım. Şimdi, diyorlar ki: "Biz de Bizantinist yetiştirelim, bu kaynakları

85 HALİL İ NALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI tercüme edip değerlendirelim", ama anlamsız. iyi bir Bizaminise yetiştirmek için en az 20 sene lazım. Avrupa'da 500 senelik bir Bizantinist çalışma geleneği var. XVI. asırdan itibaren orda başlamışlar. Latince'ye tercüme etmişler. Ve bugün Batı dillerine tercüme ediliyor, Yunan kaynakları. Kancakuzenos ve Gregoras'tan sonra Bizans tarihinde bir boşluk var. Onlar gibi bir kaynak yok artık. Ta ki, Dukas, Franches ve Halkokondiles'e kadar. Onlar çok sonradır. Onlar da daha çok Türk-Rum tarihini ortaya koyuyorlar.

Şimdi, bulduğum çok emeresan bir bilgiyi sizinle paylaşmak isterim. Bu zannederim bir keşiftir. Onun için üzerinde durmakta fayda var. Evet, Osman Gazi'nin hedefi iznik'i almaktı. Çünkü, aynı tarihlerde güneyde büyük Bizans şehirleri düşmekteydi. Pirgos (Birgi) düşüyor, Ephesus (Efes) düşüyor; büyük şehirler bunlar. Osman Gazi de aynı amaçla hareket ediyor ve en önem li Bizans şehrine, iznik'e yoğunlaşıyor. Bizim tarihleri okursanız, Bizans tarihlerinde yok bu; Aşıkpaşazade'de var. Aşıkpaşazade; tarihi çok sonra yazılmış, ama oradaki rivayet Orhan devrine kadar gidiyor. Neden? Diyor ki, Aşıkpaşazade'de, Orhan'ın imamı ishak, oğlu Yahşi Fakih'e anlattı, Yahşi Fakih de XIV.yüzyı lın başlarında tarihini yazdı. Yıldırım Bayezid'e kadar, Aşıkpaşazade, "Ben Yahşi Fakih'i Geyve'de buldum, ben aldım bu kitabı okudum" diyor. Demek ki, bizim Aşıkpaşazade'deki rivayetler, Orhan'ın imamına kadar gidiyor. Ve çok otantik, güzel bilgiler. Neden? Çünkü, Orhan'ın imamı herhalde yaşlı bir insandı. Yaşlı olduğuna göre Osman Gazi zamanını da biliyordu, değil mi? Onun için Osman hakkındaki bu rivayeti, ishak Fakih dolayısıyla o zamana kadar indirebiliyoruz.

Evvela kaynak seçimini bu noktada iyi belirlemek lazım. Demek ki, Aşıkpaşazade'de Osman Gazi'ye ait çok otantik bilgiler olabilir. Buradan hareket ederek Osman Gazi'nin iki Sakarya seferi var: Birisi 1304'te. Osman Gazi'nin iznik ablukası ne zaman? 1302'de. 1305'te Sakarya'ya ikinci bir seferi var. Uzunçarşılı'ya bakarsanız, sefer yapıldı, ama hangi maksatla? Önemli bir amaç var bu iki seferde. Osman Gazi nereleri fethediyor? Sakarya'nın bir kıvrımı var, iznik'e çok yakın. Doğudan gelen bütün yollar Lefke, Geyve ve Mekece'den geçiyor. Osman Gazi nereleri fethediyor? işte bu üçünü fethediyor. Geyve, Lefke ve Mekece. Maksat iznik'i doğudan ve kuzeyden ayırmak. Çünkü, Sapanca üzerinden bir Bizans ordusu Geyve boğazından geçip iznik'e gelebilir. Yahut doğuda tekfurlar var, Sakarya nehri boyunca. Daha Bolu, Mudurnu filan alınmamış. Orada Bizans kuvvetleri var. Demek onlar Bizanslıların yanına gelebilir. ikinci sefere kendisi gitmiyor, Orhan'ı kumandanlada gönderiyor. Bizim eski rivayetlerde; Yahşi Fakih rivayetlerinde, "Köse Mihal, Akçakoca'yı yanına verdi, çünkü Orhan o zaman genç bir adam ve bu tanınmış Alplarla beraber Orhan'ı gönderdi" diyor. Orhan gittiği zaman Akhisar'ı karargah olarak seçti. Diyor ki; "Senin fethetmek istediğin,

86 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi benim 1304 seferinde fethedemediğim Karaçepüç ve Karatigin kaleleridir." Bu iki enteresan toponimi bize çok şey anlatıyor. Yani iznik'in esas hedef olduğu anlaşılıyor.

Karatigin nerededir, biliyor musunuz? iznik'in 4 km. doğusunda büyük bir ova var. Oradan besleniyor iznik şehri. Ve su yolları, Roma zamanından beri içecek suları yeraltından dağlardan geliyor. Orayı kesersen iznik düşer. Osman Gazi'nin Orhan'a verdiği hedef Karatigin'i almak. Karaçepüç nerede? Karaçepüç de Geyve boğazını tutan bir kale. Şimdi Osman Gazi'nin maksadı gayet açık: iznik'i düşürmek. Fakat 1302'de Osman Gazi iznik'i kuşatmaya giderken, i lk seferde, arkasını em niyete almak istiyor. Çünkü, Yen işehir, Bursa Ovası'ndaki tekfurların tehdidi altında. Oraya çıktığı zaman, iznik'e, Yenişehir'e arkadan hücum edebilirler, ricat yolunu kesebilirler. Onun için 1302'de iznik'e gitmeden önce Dinboz'a bir sefer yapıyor. Dinboz boğazını, buraları gezmenizi çok isterim. Ben bir yaz bütün bu bölgeyi dolaştım. Benim gibi Claive Foss, Le Forre gibi Bizantinistler de gezdiler buraları, fakat Türklerden kimse gitmedi. Bu fakir (ben), Uludağ Üniversitesi hocalarıyla (Prof.Dr. Yusuf Oğuzoğlu) oraları dolaştı. Dinboz çok enteresan bir yer. Derin bir vadidedir; Yenişehir ovasını Bursa ovasından ayıran derin bir darboğazdır. O boğaza kim hakim olursa iki ovaya da sahip olabilir. Ye nişehir Ovası Köprühisar'a kadar düz, muazzam bir ovadır. Tabii, Bursa Ovası'nı da biliyorsunuz, ama bu iki ovayı birleştiren şey Dinboz geçididir. iznik'ten döndükten sonra Osman Gazi'nin ikinci büyük seferi nereye idi biliyor musunuz? Evet, bu Dinboz muharebesidir. imparatordan aldıkları emirle bu bölgedeki bütün tekfurlar toplanıp (Bursa, Kestel, Kite, Atranos (bugün Orhaneli)) Dinboz'a geliyorlar. Hatta Dinboz'u geçiyorlar. Ye nişehir Ovası'nda Koyunhisar'a kadar ilerliyorlar. Ancak burada onları Osman Gazi karşılıyor ve püskürtüyor. Geçidi ele geçirdikten sonra bütün Bursa Ovası, Apollont'a (Uiuabad) kadar ayaklarının altında. O zaman akıncılar Apollont gölüne kadar yayılıyorlar. O zaman Osman Gazi Bursa'ya, iznik'te yaptığı gibi aç bırakmak için iki kule yaptırıyor. Bu kulelerin birisi şehrin kuzeyinde; bugün Çobanbey Türbesi'nin olduğu yerdedir (Çobanbey aslında Osman Gazi'nin oğullarından birisidir). Orada Balabancık, kuvveti yerleştiriyor. Diğer kule ise Güneyde Kükürtlü'de yapılıyor (Bizans'tan, yani, ovadan gelen yol Kükürtlü'den, Çekirge'den geçer) ve buraya Aktimur'u kumandan olarak yerleştiriyor. Diyeceksiniz ki; "Osman Gazi'nin emrinde o taştan kuleleri yapacak mimarlar yok." Kara Mustafa Paşa'nın kaplıcasına inerseniz görürsünüz, büyük bir duvarı hala duruyor. Onun üzerindeki tepede yapıyor kuleyi. Yani evet, Bursa'yı iznik gibi iki kuleyle kuşatıyor.

87 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bu kuleleri nasıl yapıyor Osman Gazi? Rumlarla işbirliği yapıyor ve Rum taşçıları kullanıyor. Balabancık'ın üst tarafları yıkılmışm, ama duvarları duruyor. Üzerine mektep yapılmış. Bunun tam bir örneğini biz başka bir yerde görüyoruz. Göksu ırmağı üzerinde Kuleler diye bir mevki var. iki kule var. Olduğu gibi duruyor bugün. Muazzam iki kule. Büyük değil. Kırk, elli veya yüz kişi alabilir, öyle bir kale. Osman Gazi'nin Rum ustalara yaptırdığı kulelerin örnekleri bugün duruyor. Biliyorsunuz; onu fotoğraflarıyla da neşrectim izni k makalemde. Demek ki, oraya iki kule yapmış. ibn Battura'yı okursanız, ibn Battuta ne zaman geliyor Osmanlı beyliğine? 1334'te. Artık tarihi kesinleşti. Geldiği zaman kendisine diyorlar ki; "Bu Orhan'ın babası Osman, yirmi sene iznik'i muhasara etti." Bu işte "contemporary" bir kaynak ve Aşıkpaşazade'yi teyit ediyor. Ama dikkat edin, şehri alamadığı için Aşıkpaşazade'de es geçiyor. Bu izni k muhasarasından bahsetmez Aşıkpaşazade. Kim bahseder? Anonimler. Bütün teferruatıyla anlatır. Aşıkpaşazade niye yazmadı, çünkü netice alınmadı. Orhan zamanında netice alındı. Aşıkpaşazade'ye tam olarak güvenilmez. Bütün diğer kaynaklarla mukayese ederek kullanacaksınız.

Ben iznik kuşatmasını anonimlerde buldum. Tam Pachymeres'i karşılıyor. Bapheus (Koyunhisar) muharebesi hakkında Pachymeres'teki bütün bilgiler aynen tutuyor. Çok enteresan. Demek ki, Bizans kaynaklarıyla Osmanlı kaynaklarını doğru kullanınca bu çalışmalar bize çok objektif tarihi bilgiler veriyor. Şimdi, Osman Gazi tarihini biliyoruz. Osman Gazi, Bilecik'i fethettikten sonra merkezini Eskişehir'den Yenişehir'e taşıdı. Yeni bir şehir kurdu. Evler yaptırdı. Osmanlı fetihleri daima bir uc tesisiyle oluyor. Ye nişehir'i bir uc yaptı. Bursa'ya da Dinboz boğazından geçerek gidersiniz. Bu ucda demek ki, sonra gördüğümüz ueların bir örneğini görüyoruz. Osman Gazi zamanında Ye nişehir bir uc merkezidir. Ailesini nerede bırakıyor? Bilecik'te. Ve Yenişehir'e yerieşeikten sonra doğrudan doğruya Bizans imparatorluğu'nu karşısına alıyor. Daha önce tekfurlarla savaşıyor. Önceki savaşları hep mahalli tekfurlarla. Bilecik tekfuru, Karacahisar tekfuru filan. Fakat şimdi, Yenişehir'e girince, Bitinya'nın iki büyük şehri iznik ve Bursa tehlike altına düşünce, o zaman Bizans orduları harekete geçıyor.

Muzalan var biliyorsunuz Bapheus muharebesinde. Buradan başka enteresan bir şey dikkatimi çekti. Bu bir keşiftir. Osman Gazi, Bizans imparatorunun kendisine karşı bir ordu gönderdiğini işitti. Osman, iznik muhasarasını bırakıp bu orduyu sahilde bugün Yalova'ya yakın, Hersek dili iskelesinde Yalova'nın doğusunda, Yalakova denilen yerde onu karşılayıp, Bizans ordusunu denize döküyor. ilk defa bir Bizans ve Osmanlı karşılaşmasıdır bu. Tabii, Osman'ın

88 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi casusları var, imparatorun ordu göndereceğini öğreniyor. Casusların adı da Martolos. Ta o zamandan var Martoloslar. Onlar haber veriyor. Burada tespit ettiğimiz çok önemli bir nokta var: Osman Gazi o zaman geriden yardım istiyor. Biz Bizans ordusunu karşılayamayız. Onun için nereden yardım istiyor? Sahibin Karahisar'dan. Sahibin Karahisar bugün Afyonkarahisar'dır. Neden bugün Afyon biliyor musunuz? Afyon ticareti ile meşhur bu şehir. O zamanki adı Sahibin Karahisar'dır. Neden Sahibin Karahisar? Çünkü büyük Selçuklu veziri Sahib iki oğlunu yerleştiriyor. Onun bölgesidir. Afyonkarahisar, Selçuklu devletinin Bizans'a karşı uc merkezidir.

/ Bizim eski Osmanlı rivayeti diyor ki; "Afyonkarahisardan Osman Gazi'ye kuvvet geldi." Demek ki/ Osman Gazi, Selçuklu devletinin desteğini almıştır. Çünkü Afyonkarahisar Selçuklu devletinin Bizans/a karşı uc merkezidir. Bu uc beyleri demek ki, müşkül durumda kalınca Selçuklu devletine müracaat ediyorlar. Aşıkpaşazade/de birtakım rivayecler var Selçuklu Sulcanıyla, Alaeddin ile bireakım ilişkiler, onlar da tefsire muhtaç. Şimdi bu hikaye midir? Uydurma mıdır? Colin lmber'e göre uydurmadır. Hayır, bu uc kuvvetleri sıkışınca Selçuk devletinden yardım istiyorlar. Osman Gazi, demek ki, Bapheus muharebesine girmeden önce Afyon/dan asker istemiş. Ve Pachymeres'e dönelim şimdi. Pachymeres diyor ki: Osman Gadnin etrafına büyük bir ordu toplandı. Muzalan'la gelen Bizans kuvvetleri 2000 kişi. Osman'ın kuvvetleri 5000 kişi. Anadolu'dan muazzam kuvvetler gelmiş. Arkadan gelen Türklerin maksadı; ganimet için geliyorlar. Bizans ordusunu yeneriz, ganimec elde ederiz, diye gelmişler. Pachymeres'e dönelim. Ne diyor biliyor musunuz? Bapheus'dan sonra, bu gelen gaziler Yoros'a kadar gidiyorlar. Öyle bir yağma yapıyorlar ki, buradaki Hıristiyan halk istanbul'a kaçıyor. Pachymeres diyor ki: "istanbul/a doldular, yollarda sokaklarda dileniyorlari sefalee içindeler. Hasta ve perişan bu kaçaklar. iscanbul'a sığınmışlar. Pachymeres anlatıyor; "öyle bir yağma yaptılar ki/ ağaçlardaki meyveleri bile toplayıp götürdüler," diyor. Demek ki, bakınız; Osmanlı akınları Bizans için yıkıcı bir mahiyet kazanıyor. Halk artık ekin ekemiyor, emniyet için hisariaral istanbul/a kaçıyorlar. Orada hastalık ve veba salgını başlıyor. Şimdi tarafsız bir tarihçi olarak Pachymeres'in bu gözlemlerini okuyacaksınız. Ama bunu Pachymeres anlatıyor. Bizim tarihlere bakarsanız, kutsal ganimec aldık değil mi7 Gaza ile ganimet aldık. Öbür tarafta sefaleti felaket, hastalık. Demek ki, Bizans Osmanlı ilişkilerinin başlangıç devresini böyle tesis ettik yeni baştan. Ne sayede? Osmanlı rivayederini Bizans kaynaklarıyla mukayese ederek değerlendirdik.

Başka ne yaptık: Zikredilen bütün yer adlarını gidip bizzat gördük, var mı bu yer diye; Karaçepüç diye bir yer var m ı? Var. Hüdavendigar defterinde anlatıyor. Mekece Zaviyesi var. En eski zaviye bu 1324 tarihli Mekece vakfiyesi. Akhisar /

89 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

(iznik-Sakarya arasında) çok önemli Bizans zamanında. Bugün çok verimli bir ovadır. Orhan 1305 seferinde Akhisar'ı karargah yapıyor, Karaçepüç ve Karatigin'i almadan. Bizans zamanında da burası, Melangia denilen bölge, Bizans imparawrlarının Anadolu'ya yaptıkları seferlerde ordularına at temin ertikieri çok verimli bir ovadır. istanbul'dan gelir Bizans imparawrları, burada süvarilerine at temin ederlerdi. Melangia'da. Claive Foss'un çok önemli bir makalesi var, o da bu Akhisar'ı anlatıyor. Orhan da, Akhisar'ı merkez ediniyor. Bugünkü Akhisar değil, dağdadır. Ben bu araştırmalarda Karatigin'i buldum, Karaçepüç'ü buldum. Benden önce Le Forre, Claive Foss bu kaleler üzerinde araştırmalar yaptılar. Ve ancak o zaman Aşıkpaşazade'nin uydurmadığını gördüm. Karaçepüç'ü, Aşıkpaşazade istanbul'da oturmuş tarih yazıyor, nasıl uydurabilir? Demek ki; bir Karaçepüç var. Var mı acaba? Git bak gör. Karatigin var. Benden önce Claive Foss ve Le Forre Bitinya kaleleri diye araştırdılar. Karaçepüç'ün nerede olduğunu bulamadılar. Karaçepüç'ü buldum, Geyve üzerinde, bugün Çobankale. Geyve boğazını koruyan bir kale. işte Bizans tarihini yeniliyoruz. Bizancinistler ve bilhassa Colin lmber "Bunların hepsi hikaye" diye bir kenara atıyor ama oradaki yer adlarından hareket edince ve Bizans kaynaklarıyla karşılaştırınca yepyeni şeyler buluyoruz. Mesela bakın; çok önemli bir keşif yaptım. Pachymeres diyor ki; "Orhan Gazi Karaçepüç'ü almak için geldiği zaman kaleyi almak için ordusunu üç bölüğe ayırdı. Birisini bir vadide pusuya sakladı. Bir bölüğünü kalenin arkasına gönderdi. Ve bir bölüğü de kendi kumandası altında doğrudan doğruya kaleye saldırdı." Ta bii, bu üçe ayırmak işi bir taktiktir. Meşhur Sırp Sındığı Savaşı'nda da aynı taktik kullanıldı. Üçe ayırdı kuvvetlerini Hacı ilbeyi. Üç taraftan saldırınca düşman şaşırıyor. Tabii ne tarafa gidecek? Bir dağınıklık oluyor. Bu bir Osmanlı taktiği. Şimdi gelelim Pachyme­ res'e. Pachymeres diyor ki; "Kawikiya kalesini Orhan ordusunu üçe ayırarak aldı." Buradan biz neyi keşfediyoruz? Karaçepüç Kawikiya'dır. Ufak bir teferruat. Aynı taktiği Pachymeres'te de buluyoruz. Demek ki, wpografi, toponimi ve taktik gibi şeyler bir tarihçi için çok önemli.

Pachymeres Osmanlı kaynaklarında olmayan, çok enceresan başka bir şey öğretti bize. Diyor ki, "Osman Gazi çok atılgan, en ön safta savaşan bir kimse." Ama bu aslında Kastamonu'daki Çobanoğullarına bağlı. Onun emrinde 1220'1erde (1. Alaeddin Keykubad zamanında), 1220-1230 arasında, burada Hüsameddin Çoban Bey var. Kendisi uc beyidir, emirü'l-ümera. Çok önemli bir beydir. Yani saltanat değişmelerinde rol oynayan ve maiyetinde onbinlerce Türkmen olan bir beydir. Bu Çoban Bey o kadar önemlidir ki, onun bir Kırım seferi vardır, gidip Suğdak'ı alıyor o zaman. Ticaret yolunu emniyet altına almak için. Yani Altınordu-Mısır ticaret yolu Kastamonu'dan geçer. Bunun wrunu Ali Bey bu

90 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi ucda. Kastamonu'dan hareket ederek Paflagonya'dan Sakarya'ya kadar gelmiş, dayanmış, Bizans'ı tehdit ediyor. O zaman Bizans'ın bu bölge ile inibatı denizden Heraklea (Karadeniz Ereğlisi) üzerinden oluyor -Heraklea 1346'da Osmanlılar tarafından alınacaktır- Şimdi, burada aslında Çobanoğulları hakim. Osman henüz önemsiz bir uc beyi. Onun gibi başka Alplar da var. Konur Alp var, Turgut Alp var, Aykut Alp var. Osman da alplardan birisi. Fakat, onların arasında sivriliyor Osman Gazi. Niçin? Onu da Pachymeres'ten öğreniyoruz. Çok güzel izah ediyor.

Çobanoğulları geriden Moğollar ve Selçuk Sultanı tarafından tehdit ediliyor. Müsameretü'I-Ahbar'da bu çok ayrıntılı anlatılıyor. Moğollar nasıl geldi? Selçuk tahtına bu Kastamonu emirinin desteklediği başka bir Selçuk şehzadesi var, Selçuk Sultanı Moğol kuvvetleriyle bunlara karşı geliyor ve Çobanoğlu Yavlak Arslan'ı ortadan kaldırıyorlar. O zaman Kastamonu'da Candar Ailesi yükseliyor. O zaman Çoban Ailesi'nden Ali, Sakarya tarafına kaçıyor. Ve Bizans'la sulh yapıyor. Maiyetindeki bu gaziler arcık ganimetten mahrum kalıyorlar. - Çobanoğulları hakkında en güzel eeckiki Yaşar Yücel yaptı. Onu mutlaka okuyun. Pachymeres'i de Fransızca'sından kısmen kullanmış.- Çobanoğlu Ali, Bizans'la sulh yapınca onun maiyetindeki gaziler ganimec yok, yani Sakarya üzerinden Bizans topraklarında yağma yapamazlar, ganimet alamazlar, onun için onlar diyor Pachymeres, daha atılgan olan öteki şefierin ve gaza yapan şefierin hizmetine girdi. işte Ali'nin maiyetindeki akıncılar Osman Gazi'nin hizmetine giriyorlar. Pachymeres diyor ki;"Bu Osman Gazi çok enerjik, atılgan, gaza yapan bir kumandandı. Gaziler onun hizmetine girince o kuvvetlendi." Bu ucda Osman Gazi'nin talihi yükseldi. ikincisi; Ankara'da o zamanki büyük emir Kızılbey'dir. Bugün Ankara'da Kızılbey Mahallesi var, Kızılbey Mescidi var. Bu Kızılbey Hüsameddin Çoban gibi önemli bir başkomutan. Kızılbey'den kim bahsediyor? ibn Bibi'de var bunlar (Hüsameddin Çoban da var). Ankara çok önemli o zaman. Yani Bizans'a karşı iki büyük askeri merkez. Üçüncüsü Afyonkarahisar'da. Dördüncüsü Denizli'de. Bizans'a karşı bunlar uc merkezleri. Sonradan klasik Osmanlı şehirleri olarak gelişiyorlar. Fakat, dört büyük merkez var Bizans'a karşı. Şimdi gelelim Osman Gazi'ye. Aslında Osmanlı tarihine ı. Keykubad'dan başlamamız gerekiyor. ı. Keykubad'ın saltanatı 1220 ile 1235 tarihleri arasında. Çok önemli. Batı uelarında gaza hareketlerini kuran adamdır. O Lazkaridier zamanında -bu da yeni bir buluş- bunu Longdon evvela ortaya attı. Longdon, Bizans tarafından gösterdi ki, Lazkaridlerden ll. Vatatzes Anadolu tarafında genişletmeye çalışıyor. Bizans anık elden gitmiş, Larinierin elinde. Onun için gözlerini Anadolu tarafına çeviriyor. Ve birtakım hareketler var. Longdon 2-3 makalesinde Bizans tarafından çok güzel anlatıyor. Fakat, Longdon'u okuduktan sonra gördüm ki, ı. Alaeddin Keykubad'ın

91 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI bu tarafta seferleri var beş sene. 1225-1230 arasında Ankara'ya gelmiş, halk kendisinden köprü, cami istemiş. Ankara'daki en eski cami ı. Alaeddin Camii'dir. Hisardaki camidir. Alaeddin'in yaptığı köprü de (Yeni Mahalle yolu üzerinde, Ankara Çayı'nın geçtiği yerde) bugün duruyor, restore edilmiştir. Sonra Alaeddin buraya nasıl geldi? Sefer yolunu takip ettik. Şereflikoçhisar'dan geçmiş. Karısı orada ölmüş, orada camii ve karısının türbesi var. Daha ileriye gittim, Konya'ya doğru. Sultan Hanı'nı Alaeddin Keykubad yapmmış. Beypazarı'nda 1225 tarihli bir Selçuk Camii var, Alaeddin Camii. Buraya gelmiş Selçuk Sultan ı, Lazkaridlerle savaşmış. Bu savaşı Cahen bir Suriye kaynağından tespit ediyor (ibn Nazif). Bizanslılarla Selçuklular arasında uzun savaşlar olduğundan bahsediyor. işte Osmanlıların, Ercuğrul'un menşei de buna dayanıyor.

Osmanlı rivayetinde çok enteresan bir kayıt var, diyor ki; "Ercuğrul Alaeddin'le beraber gitti, savaşta ona yardı m etti, Alaeddin de ona Kara cadağ eceği nde bir arazi verdi." Ankara civarında Karacadağ var mı? Ankara ile Konya arasında en büyük silsile Karacadağ silsilesidir. Oraya gittik, bir Türkmen köyü bulduk. Demek ki, bu rivayerin de bir doğruluğu var. Bir kere Alaeddin'in burada Lazkaridlere karşı sefere geldiğini biliyoruz. Demek ki, Alaeddin'in maiyetinde bir Türkmen grubu var. Onlara da Karacadağ'da toprak vermiş. Ve bu kim? Ertuğrul. Osmanlı rivayetine kadar geliyor. Görüyorsunuz, ilk Osmanlı devletini tamamen yeniden ele almak lazım. Şimdiye kadar yazılan bütün şeyleri bir tarafa atacaksınız, yeni baştan yazacaksınız. Bu Bizans Osmanlı ilişkilerine dair ilk dönemdir.

Şimdi, Osman Gazi tarihini yeni baştan yazmak lazım. Ben araştırmalarımı şu makalelerimde ele aldım. Kaynaklarını ve delillerini orada bulacaksınız. Bir kere "Osman Gazi'nin iznik Kuşatması ve Bapheus Muharebesi" adlı makalem, sonra "Struggle for Nicea between Osman Gazi and the Byzantine" adlı makalem. Bu iki makale Osman Gazi tarihini zannediyorum yenileyecektir.

Osman hakkındaki bilgiler 1305'ten sonra birden bire kesiliyor. Osmanlı kaynakları da Bizans kaynakları da Osman'dan bahsetmiyorlar artık. Ondan önce Bitinya'da olanlar, Bursa'nın düşmesi, hatta Bilecik'in düşmesi, Anglegekon'un (inegöl) düşmesi Pachymeres'te bahsediliyor. Ama ondan sonra Gregoras'tan sonra Bizans kaynaklarında bir bilgi yok.

Orhan devri çok önemli. Orhan devri yine Bizans imparatorluğu ile izmit ve iznik üzerinde yoğunlaşıyor. Biliyorsunuz; Osman Gazi iznik'i düşürmek için Draz Ali kulesini yapıp 100 kişiyi o kuleye koydu. Gittik baktık, öyle bir yer var mı, diye. H akikaten bugün Draz Al i Köyü var. Aşıkpaşazade ve idris-i Bitlisi diyor ki; "Köyün arkasında bir de Draz Ali Pınarı vardır. Köyün arkasındaki kayalıktan bir

92 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi pınar çıkar." Gittik, Draz Ali Köyü'ne. Dedim burada bir pınar olacak, hakikaten köyün arkasında muazzam bir kaya ve altından pınar akıyor. Bu son makalemde oranın bir fotoğrafını da verdik. Demek ki, Aşıkpaşazade Osmanlı kaynakları arasında bu kadar otantik. Ama onu kontrol etmek lazım. Neresinde efsane var, neresinde gerçek bilgi var.

93 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

OSMANLI KURULUS' DÖNEMiNE AiT YENi BiLGiLER3

Konuşmamda, Osmanlı tarihinde hurafeleşmiş bir takım bilgiler üzerinde durarak, gerçekiere ulaşmaya çalışacağım. Evvela; "Osman Gazi kimdir? Şahsiyeti nasıldır? Onun ilk hükümet ve devlet merkezleri nereleridir?" şeklindeki sorulara cevap bulmaya çalışacağım. Ondan sonra Osmanlı hanedanının bir hanedan olarak ortaya çıkışı problemini ele alarak, bir rüyanın ve hurafeleşmiş bir rivayet üzerinde yorumda bulunacağım. Ben özellikle bu konuları yeniden gözden geçirerek, yeni deliller ve tarihi kanıtlar arayarak aydınlatmaya çalıştım. Bu çalışmalarımın sonuçlarını sizlere akcaracağım. Bunların çoğunu yazılı olarak yayınladık. Fakat, esas araştırmalarım henüz çıkmamıştır.

Adını bu ilçeye (Osmangazi ilçesi) veren büyük cengaver şahsiyecin, Kayı boyundan bir oymağın başı olduğunu biliyoruz. Gaza hareketine katıldı ve bunun sonunda bir beylik kurdu. Kendisi ve Osmanlı hanedanı, büyük Oğuzhan neslinden gelen Kayı boyuna mensuprurlar. Osman Gazi kimdir? Heykellerdeki gibi cübbeli bir hakim insan veya şahlanmış at üzerinde duran bir kahraman mıdır? Önce bu sorulara cevap arayalım. Osman Gazi'ye ait bilgiler veren yerli kaynaklarımız XV. asırda yazılmıştır. Ve bu dönemde büyük sultanların şanına uygun bir şecere, bir tarih, Osman Gazi'ye atfedilmiştir. Bunlar tamamen yamanmış gerçeklerdir. Aşıkpaşazade Tarihi'nin 14. Babında Osman Gazi; "Bu yerleri ben gazayla fethettim, benim ceddim Anadolu Selçuklu Sultanlığı'nı kuran Süleyman Şah'tır" diyor ve ondan sonra Han unvanını benimsiyor, sultan olamazdı zaten. Çünkü, bu bir isyan manasına gel irdi. Anadolu'da sultanlık iddia eden beyler, Moğol Hanı yahut Selçuklular tarafından katledilmişlerdir. "Osman Gazi sulcandı, sikkesi vardı, hutbe okutru" gibi ifadelerle anlatılanların hepsi masaldır. Bu düşünceler, sonradan ortaya çıkmış efsanelerdir ve XV ve XVI. asrın büyük sultanlarının kendi eecllerineyakıştırdıkları bir takım masallardan ibarettir. Osman Gazi, ne bir göçebe oymağın başıdır, ne de bir sultandır. ikisinin ortasında, belli bir askeri-siyasi geleneğin mümessilidir ve sıfatı Alp'tır. Kaynaklarda Alp ile

3 İnalcık, Halil, "Osmanlı Kuruluş Dönemine Ait Yeni Bilgiler", Pay itahtBursa'da Kültür ve Sanat, 07-08 Nisan 2006 (Sempozyum Ki tabı), ed. Cafer Çiftçi, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa

2006, s. ı 3-24.

94 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Gazi terimi sinonimdir. Dikkat ediniz; en eski rivayetler, Orhan'ın imamı ishak Fakih'ten geliyor. Onun oğlu Yahşi Fakih bu rivayetleri wplamış ve Aşıkpaşazade birtakım değişikliklerle bu rivayerleri kaydetmiştir. Osman Gazi'nin arkadaşlarını sayalım: Hacı Alp, Turgut Alp, Hasan Alp, kardeşi Gündüz Alp. Demek ki, uelarda savaşan bir Alplar grubu var. Osman Gazi de şüphesiz bir Alp'tır. Alp Orta Asya'da çok eskilere giden, bir askeri kumandan, kahraman manasındadı r. Büyük sultanlar var; Alparslan, Kılıç Arslan gibi. Alp unvanı, Türk tarihinde belirli bir askeri kahramanı, bir savaşçıyı temsil eder. Çok şükür ki, Alp'in Osman Gazi zamanında yapılmış tasviri bir anlatımı var. Kırşehirli Aşık Paşa'nın Garibname adlı kitabında, yani Osman Gazi'nin çağdaşı olan bu kaynakta; "Alp olmak için dokuz şart lazımdır" denmekredi r. Bu şartlardan bazıları şunlardır: "Evvela; kendisi hızlı, atı hızlı, çınar biçiminde at zırhı olan, oku, yayı, kılıcı olan." Kılıç mukaddestir, diyor. Çünkü, Alplar onun üzerine yemin ederler, ant içerler. Bir yardımcısı olması lazımdır. Seferde daima kendisini kollayan, arkasında duran bir yoldaş. Osman Gazi'ninki kimdir? Köse Mihal'dir. Alpların yanında bilhassa çeşitli rivayetlerde başka bir kişi daha buluyoruz: Nöker. Alp ve nöker, bu uc bölgesindeki savaşçıları temsil eden sosyal askeri güçlerdir. Demek ki, Osman Gazi bir Alp'tı. Garibname'de tasvir edildiği gibi kahramanlığı ile sivrilmiş, zırhlı bir savaşçı, tipik bir uc savaşçısı. Osman Gazi'yi böyle tasvir ettik. Çağdaş bir kaynağın ışığı altında Osman Gazi budur ve böyle bir kişiliktir.

Osman Gazi'nin şahsiyeri hakkında bu ilginç bilgilerden sonra, onun uclardaki görevini izah edelim. Bu konuyla ilgili birkaç teori var. Gazi teşkilatı vardı yahut göçebeler ganimet için Bizans wpraklarına akınlar yapıp ganimet alıp kaçıyorlardı. Bu çok genel bir tariftir. Fakat ll. Murad zamanında yine çok eski bir kaynakta, iznik uc bölgesindeki savaşçıların fonksiyonunu görmekteyiz. Bizans hududunda çetin savaşlar, çetin akınlar içinde, bir de Ahi teşkilatı var. Uc bölgesinde çok eski bir gelenek devam ettiriliyor. Bunun kanıtı olarak sizlere bir misal vereyim: Osman Gazi, 1305'te oğlu Orhan'ı kumandanlarıyla izmit civarında Karatigin Kalesi'ni almaya gönderiyor. Kara Tigin ismi, Aşıkpaşazade rivayetinde geçiyor. Kara Tigin, Melikşah zamanında on birinci asır sonlarında, bu bölgede ve Karadeniz sahillerinde fütuhat yapmış büyük bir Selçuklu emiridir. Bu şahsiyerin adı Osman Gazi zamanı na, 130ü'lere kadar o bölgede yaşamış. Demek ki, iki asır onun adı bu uelarda gelip gitmiş. Osman Gazi uc teşkilatındaki bu savaş geleneğini temsil eden zattır, bir uc beyidir. Demek ki, uelarda hep prensip olarak belli bir teşkilat, askeri teşkilat, uc teşkilarına mensup bir adam var.

Osman Gazi zamanında yazılmış başka bir çağdaş kaynak var, Pachymeres'e ait Bizans kaynağı. Osman Gazi hakkındaki kararlarımızı ve tanımlamalarımızı

95 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI o kaynaktan, o kaynağa başvurarak yapacağız. Pachymeres, 1308'de biten bir tarih yazmıştır ve bir müddet sonra ölmüştür. Osman Gazi'nin çağdaşı olan bu kaynakta, Osman Gazi tasvir ediliyor. Pachymeres, Anadolu Batı beylerini tasvir ederken onların arasında bir Atamanes'ten bahsediyor. Bu Atamanes, hiç şüphesiz Osman Gazi'dir. Onun hakkında şunları yazıyor: "Bu şehrin Osmanlı uc beyi çok enerjik, çok atılganmış denilir. Fakat onun kumandanı Kastamonu'nun beyi Çobanoğulları beyidir." Çünkü Çobanoğulları'nı Selçuklu sultanı tayin ederdi. Yani sağ kola, Karadeniz Bölgesi'ndeki uclara, Hüsameddin Çoban'ın ailesinden bir aile hakimdi. Ancak, bir iç savaş sebebiyle Çobanoğulları gözden düştü ve Çobanoğulları'ndan Ali, Bizans hududuna kaçtı. Onun emrindeki gaziler, uc beyleri Osman Gazi'nin yanına geçtiler. Bu sebeple Osman Gazi, uelarda belli başlı bir şef durumuna geldi. Bu çağdaş bir kaynağın, bir Bizans kaynağının bize Osman Gazi'nin gençliği hakkında verdiği esaslı bilgilerdir.

Şimdi, Osman Gazi'nin siyasi sahada bir bey olarak, bir beylik kurucusu olarak nasıl ortaya çıktığını size açıklamaya çalışacağım. Pachymeres'in anlattığı gibi, Osman Gazi Kastamonu uc beyleri gibi hareket ediyordu. En ileri saflarda savaşan bir Alp olarak Bizanslılarla savaşmakta idi. Osman Gazi, Eskişehir bölgesinde yaşarken orada, Karacahisar adındaki yüksek tepede bir tekfur var idi. Bugün hala burada Karacahisar adında bir kale var. Yerleşme sahası olmadığı için duvarları bugüne kadar gelmiş. ikinci büyük tekfur da Bilecik'te. Bu bölgedeki tekfurlar erken dönemlerde Selçuklu akıniarına karşı Bizans'ı korumak için daha Manuel Komnenos döneminden itibaren bölgeye yerleştirilmişler ve kaleler yapmışlardır. Bu kaleleri Selçuklular fethedemediler. Fakat bu tekfurlar, Selçuk-Türkmen baskısı altında devamlı sulcana haraç veren haraçgüzar beyler haline geldiler. Bunlar haraçgüzar olunca, Karacahisar ve Bilecik tekfurunun sahası Bizans hududuna kadar, Bilecik'ten daha öteye uzanmıştır. Bilecik'e kadar olan bölge Darü'l-islam sayılıyordu ve kimse Karacahisar tekfuruna taarruz etmeyi düşünemiyordu. Çünkü, Selçuklu sulcanına bağlıydılar ve onlara bir hücum Selçuklu sulcanına isyan demekti. Tekfur, oradaki bütün Müslüman şehirlerine bakıyordu. Fakat, Osman Gazi bir bahane buldu ve Karacahisar'ı ele geçirmeyi aklına koydu, isyan etti. Sonunda Karacahisar'ı fethetti ve ilk payitaht burası oldu. Halk buraya gelip yerleşti ve burası bir Müslüman şehri haline geldi. Osman Gazi, Tursun Fakih'e buraya kadı tayin etmek istediğini belirtir. Tursun Fakih ise; "Sen kadı tayin edemezsin, çünkü Selçuklu sultanı değilsin. Selçuklu sulranının izni lazım," demiştir. Bunun üzerine hukuki bir yaklaşımla Osman Gazi, "Ben kağanım. Buraları da fethenim" demiştir. Çok enreresan, tabii XV. asırda Osman Gazi'yi yüceltmek için ortaya atılmış bir iddia. Bu olay, Osman Gazi zamanından bir rivayet olamaz. Karacahisar demek ki, Osman'ın ilk payitahtıdır. Buranın fethinden sonra, ikinci merhale Bilecik'in fethidir. Bilecik ve etrafındaki

96 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Ye nişehir, Yarhisar kaleleri fechedildi. Bu günümüzde çok önemli bir başarı olarak gösterilir. Bilecik tekfuru da Selçuklu sulcanına bağlı olduğu için, yine bir takım komplolar söz konusu. Tekfur, Osman Gazi'nin canına kastecmiş, onun için de Osman Gazi onu öldürtmüş. Bu dön hisarı fethenikten sonra, Bizans hududuna gelmiş. Bizans hududunda bir uc tesis ediyor. Bu uc, eski Bizans şehri olan Ye nişehir'dir. Türkler genellikle bir Hıristiyan şehri fethettikleri zaman orada yerleşmezler, karşısında bir yenişehir kurarlar. Teselya'daki Yen işehir gibi. Burada bir yenişehir kurdu. Bugünkü Yenişehir. Burası bir uc bölgesiydi. Fakat, Osman ailesini Bilecik'te bıraktı. Kendisi buradan Bitinya'n ın iki büyük Bizans şehrine doğrudan doğruya hücuma başladı. Dikkat edin, aynı tarihlerde güneyde Aydınoğulları da Ayasolug'u (Selçuk) almışlar. Böyle bir genel hücum var. O sıralarda Anadolu da büyük karmaşa içindeydi. ilhanlı kumandanı Sülemiş'in i sya n 1 arı var.

Yenişehir'e, Osman Gazi'nin ilk uc merkezi veya ikinci payicahcı diyebilirsiniz. Çünkü, ı. Murad zamanında dahi burada sulcanın büyük düğünler yaptığını, Cenevizl ilerle 1387 an !aşmasını yaptığı n ı bi!iyoruz. i ki nci payira he Karacahisar'dan sonra Yenişehir'dir. Burada size bizim carihlerimizde hiç belli olmayan bir gerçekten bahsettim. Osman Gazi'nin bütün siyasi hedefi Bursa'yı ve iznik'i almak. iznik çok daha önemli. iznik'e 1302'de bir sefer yapıyor, şehri abluka altına alıyor. Ama kale, güçlü surlar ve askerler nedeniyle şehir düşmüyor. Fakat oraya gitmeden önce, arkasını, Yenişehir'i emniyece almak için, Bursa iseikamecinden Dimboz istikametine Koyunhisar'a ve Marmaracık'a bir sefer yaptı. Oraları itaat altına aldıktan sonra iznik'e geri döndü. iznik'i kuşattı. Alamadı, orada iki havale kulesi yaptı. Bunlardan biri kaynaklarımızda geçen Draz Ali Kulesi'dir. Bugün iznik'e giderseniz, şehrin 3-4 km. dışında bir Draz Ali köyü bulursunuz. iznik muhasarası istanbul'u telaşa düşürdü. iznikliler yardıma gelinmezse teslim olacaklardı. Bu konu Pachymeres'in eserinde de vardır. Fakat bizim Aşikpaşazade Ta rihi'nde bu bilgi yok. Şehir alınamadığı için Aşıkpaşazade bunu önemli görmemiş. Hammer Ta rihi'nde ise iki üç sayfa iznik muhasarası ve Yalakova muharebesi hakkında ayrıncı var. Bu, Pachymeres'le cam uygunluk halinde. iznik'in yardımına koşmak için Bizans imparatoru ll. Andronikos, bölgeye Muzolon kumandasında iki bin kişilik bir kuvvet gönderiyor. Pachymeres, olayı bütün teferruatıyla anlatıyor: "iki bin kişi, bir kısmıAian'lar, bir kısmı mahalli askerler". Bu iki bin kişi iznik'i kurtarmak için yola çıkıyor. Bu ordu bugün meşhur Bağdat Caddesi (yolu) ile iznik'e girecek ve şehre yardıma gelecek. Fakat Osman, bu orduyu daha çıkartma yaptıkları zaman Hersek-dilinde (o zaman Yalak-ova) ordusuyla karşılıyor. Sahilde, Hersek-Dilinde meşhur Bapheus Muharebesi oluyor. Savaşta Osman'a yardım etmek için Anadolu'dan

97 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI yardımcı kuvvetler geliyor. Osman Gazi, Bizans ordusunu bu savaşta yeniyor. Pachymeres, Bizans ordusunun bu savaşta yenilgiye uğramasının nedenini, ordu içinde bulunanAlan'lar ile yerli askerlerin anlaşamamasına bağlamıştır. Bütün teferruatı biliyoruz ve Pachymeres bu savaşın tarihini de veriyor (27 Temmuz 1302). Osman, bu orduyu denize döküyor. Büyük Osman bir kahraman artık. Pachymeres diyor ki: "Onun şöhreti bundan sonra Paflagonya'ya (Kastamonu yöresi) kadar yayıldı ve her taraftan onun ayağına gelmeye başladılar." Ben kesin bildiğimiz bu tarihi, 27 Temmuz 1302'yi, Osmanlı hanedanının doğuş tarihi olarak tespit etmek istiyorum. Osman Gazi, artık Bizans ordusunu yenmiş büyük bir kumandan durumundadır. Dikkat ederseniz onun oğlu Orhan, hiç itirazsız beyliğin başına geçecektir. Demek ki, 27 Temmuz 1302 Osmanlı hanedanının tarih sahnesine çıkış tarihi, kuruluş tarihidir. Böylece Bapheus Muharebesi'yle Osmanlı hanedanının nasıl ortaya çıktığını izah etmeye çalıştım.

Bu zaferden sonra, Bursa ovasındaki tekfurlar intikam peşinde. Osman Gazi'ye karşı arkadan Yenişehir'e raarruza hazırlanıyorlar. O zaman Osman iznik't.en dönüyor ve bu orduyu Koyunhisar'ında karşılıyor. Tekfurlar, Dimboz'a kadar geri çekiliyorlar ve Osman Dimboz'da onları yeniyor. Dimboz, çok çetin bir boğazdır. Bu olaydan sonra Bursa ovası olduğu gibi Osman'ın askerlerine açılıyor. Aşıkpaşazade rivayet eder: "Osman Gazi Dimboz'dan geçip Apolyont'a kadar, Orhaneli'ne kadar, bütün ovayı ele geçiriyor, Bursa'yı muhasara altına alıyor". Demek ki, Osman Gazi 1303're iznik'ten dönüşte, Dimboz'dan Bursa ovasına iniyor ve derhal Bursa Kalesi'ni abluka altına alıyor. Aynı şekilde açlıkla teslim almak için. O zaman top yoktu, şehirler muhasara sonucundaki açlıkla teslim alınıyordu. Muhasara için Bursa'nın dağ tarafına Balabancık Kulesi'ni yaptırır. Kara Mustafa (Kaplıcası) üzerindeki tepeye de bir kule yaptırır ve buraya Aktimur'u yerleştirir. Bu iki kuleyle Bursa'yı etraftan soyutlar. Şehrin gıda teminine ve gıda ürünlerinin nakline imkanı kalmıyor. Demek ki, muhasara 1303 tarihinde, fakat şehrin teslim alınması 1326 yılında, Orhan zamanında. Bu uzun ablukayı ibn-i Battura da ifade etmiştir. Demek ki, Bursa yirmi üç sene abluka altında kaldıktan sonra teslim oluyor. Teslim şartlarını Aşıkpaşazade'nin anlatımında görüyorsunuz. Bursa'nın fethi, istanbul'un fethi kadar önemli. imparator daha sonra istanbul'dan büyük bir orduyla Osman'a karşı savaşmak için yola çıkar. Gebze önünde Palekanon Kalesi'ne kadar gelir. Fakat, Bizans ordusu yavaş yavaş ilerlerken, babasının ölümünden sonra Bursa'ya bey olan Orhan, ordularıyla gelip Gebze tepelerini işgal eder. Bu olay 1329 Mayısı'nın sonlarındadır. Yapılan savaşta Orhan, Bizans imparatorunu yeniyor. imparator gemiyle kaçıyor. Bu olay istanbul'un fethi kadar önemli bir savaştır. Bu savaştan sonra, iznik teslim oluyor (1331). işte Osmanlı Beyliği'ni kuran bütün şartları hazırlayan Osman Gazi'dir. Bu iki büyük şehri abluka altına alan ve teslime zorlayan Osman

98 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Gazi'dir. Osman Gazi'nin büyük bir devlet ve hanedan kurucusu olduğunu, benim bu araştırmalarım ortaya çıkarmıştır. Dönemin çağdaş kaynaklarının ışığında Osman Gazi'nin kim olduğu, nasıl bir beylik kurduğu, hangi savaşların onu beylik kurmaya götürdüğü ortaya çıkmıştır. Artık eski birtakım masalları, hurafeleri bırakalım ve gerçek tarihe yönelelim. Osmanlı beyliğinin kuruluşu hakkında son araştırmalarımda neler tespit ettiğimi izah eteikten sonra, bu defa Rumeli'ye geçiş ve Balkan fütuhatı hakkında araştırmalarımı nakledeceğim. 1. Murad devri, Balkan fütuhatından önce tamamen karanlıktadır. Bir takım mitler, yerleşmiş birtakım hurafelerden ibarertir. Balkaniara Osmanlılar nasıl geçti, yerleşti ve imparatorluğu kurdu? imparatorluğun hakiki kuruluşu, Osmanlıların Balkanlar'da ve Avrupa'da yerleşmesidir. Bu olay, Avrupa tarihi içerisinde çok önemli bir hadisedir. Ancak, Osmanlıların Rumeli'ye nasıl geçtikleri ve yerleştikleri, mitlere ve efsanelere dayandırılmaktadır. Sözde Rumeli'ye geçiş esnasında Osmanlıların gemileri yokmuş. Kırk kişilik yahur yüz kişilik gazi grubu bir sala binmiş, karşı sahile geçmiş ve Akçaburgaz civarındaki kaleleri almış. Orada bir Rum onlara rehberlik etmiş ve oradaki kaleleri bu suretle almışlar. Anadolu'ya gemileri oradan zaptedip göndermişler. Bu gem ileri e Osmanlı askeri Rumeli'ye geçmiş. Bunlar hepsi kahvehanelerde tablolar halinde bulunur ve tamamen yanlış düşüncelerdir. Anadolu Türklerinin Rumeli'ye yaptıkları o önünde durulmaz kaza ve ganimet seferleri, XIV. asrın başları nda Karesi Bey i iği'nin kurulmasıyla başladı. Karesi gazileri 1305'te, yani Osmanlıların 1352 yılında Çimpe'yi almalarından yarım asır önce, Rumeli'ye geçip akınlar yapmışlardı. Aynı dönemde Bizans hizmetinde bir ücretli asker grubu olan Katalanlar paralarını alamadıkları için isyan ettiler ve Gelibolu Kalesi'ni ele geçirdiler. Karesi gazileri de onlarla işbirliği yapmışlardır. Hatta sayılarını bile bir ispanyol kroniğinden öğrenebiliyoruz: Üç bin Türk, altı bin Katalan. Karesi gazileri karşı sahilde Maydos Kalesi'ni aldılar. Maydos bugün Eceabat'tır. Eceabac'a yerleştiler ve Gelibolu'daki Katalanlarla işbirliği yaptılar. Sonra onların bir kısmı geri döndü. Bir kısmı ishak Bey'in idaresinde Katalanlara katılarak Makedonya'yı çiğnediler. Atina'ya kadar gittiler ve oradaki Bizans tekfuru, ishak Bey'in Türk askerleri sayesinde savaşta yenilgiye uğratıldı. Katalanlar orada, ispanya-Katalanya'ya bağlı bir konduk kurdu. Türkler ise orada kalmak istemedi ve ishak Bey Karesi'ye geri döndü. Demek ki, Rumeli'nin ilk fati hleri Karesi gazileridir. Daha sonra Süleyman Paşa'ya öncülük edenlerin hepsi de Karesi fatihleridir. Evrenos Gazi, Gazi Fazıl, bilhassa Ece Bey, Avrupa'ya geçen ilk gazilerdir.

Karesi Beyliği, Orhan zamanında Osmanlı Devleti'nin eline geçmıştır. Karesi toprakları Osmanlılar tarafından safha safha fethedilmiştir. Mesela, Bergama

99 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI bölgesi 1. Murad zamanında alınmıştır. Daha önce aradaki copraklarda Bizans tekfurları var. Osmanlılar önce onları bertaraf ediyorlar. Osmanlı lar, Apolyom'un (gölünün) kuzeyinden Karesi'ye giriyor ve fetih gerçekleşince Orhan Gazi, büyük oğlunu Karesi ili'nin beyi olarak tayin ediyor. Merkezi de Biga'dır. Karesi gazileri, bilhassa Ece Bey, Süleyman Paşa'ya; "Biz sık sık bağazın karşı tarafına geçiyoruz. Niye gidip orada yerleşmiyoruz" şeklinde telkinde bulunmuşlardır. Bu sal ile karşı tarafa geçme hikayesi herhalde bu anlatımlardan kaynaklanıyor. Bence zaman zaman Karesi gazileri ve halktan insanlar ganimet için sala atlayıp karşı tarafa geçiyorlar ve birkaç kişiyi esir alıp geri dönüyorlar. Bu sal hikayesi, bu durumdan kaynaklanmış olmalı. Aslında Biga'da yerleşen Süleyman Paşa'nın çok daha önce 1334'ten beri bir donanması olduğunu biliyoruz. Kantakuzenos izmit muhasarasında, Orhan Gazi'nin gemilerinin sahilden geldiğini söylüyor. Osmanlıların diğer bütün denizci beylikler gibi kendi çapında bir donanması vardı.

Süleyman Paşa çok enerjik bir kumandan, bir başbuğdur, Orhan Gazi'nin büyük oğludur. Derler ki, 1352 yılında Karesi beylerinin teşvikiyle Süleyman Paşa, Aydıncık'tan (bugünkü Edincik) karşı sahili, büyük binaları görmüş ve Ece Bey'e, "Niye buraya geçmiyoruz, fethetmiyoruz?" diye sormuştur. Hayır, bu da yanlış bir malumattır. Görece adıyla anılan ve tam karşı sahili, Gelibolu sahilini gören bir yükseklik vardır. Bugün de aynı adla anılan Görece Köyü, Aşıkpaşazade tarafından da zikredilmiştir. Görece'den yukarıya çıkarsanız, bugün orada bir kale vardır. Keramides Kalesi diye zannediyoruz. Burası antik bir limandır ve bugün hala mermer rıhtımları duruyor. Orhan Gazi, üç bin kişilik bir orduyu buradan gemilere bindiriyor ve Karesi gazilerinin rehberliğinde Kozludere'ye gidiyor. Kozludere, Bolayır'ın hemen altında bir vadidir. Ben, tabii bütün bu yerleri gezdim ve Kozludere'yi buldum. Kozludere vadisinin adı bugün Kozluçeşmesi'nde de yaşıyor. Büyük bir çeşme, muazzam bir pınar. Oradan çıkarsanız Bolayır'a ulaşırsınız. Kozludere'den Bolayır'a giderek Süleyman Paşa'nın izlediği yolu takip ettim. Bolayır, Gelibolu yarımadasının en dar yeridir ve iki denizi de görür. Saros'u ve Çanakkale'yi görür, çok stratejik bir noktadır. Süleyman Paşa, 1352 yılında Eksamilion (Ortaköy) ve Bolayır'ı ele geçiriyor. Orhan Gazi'nin kayınpederi ve meşhur Bizans imparacoru olan Kantakuzenos'un, bu dönemdeki politikası, Paleologlara karşı daima Türkler'den askeri destek almaktı. Kantakuzenos kızı Theodora'yı Orhan Bey'e vermiş ve sıkı bir ittifak yapmıştır. Sırplar ve Bulgarlar Dimecoka'yı istila ettikleri zaman, Kantakuzenos damadı Orhan'dan yardım istemiştir. Orhan, bu yardımı, Süleyman Paşa'yı göndererek vermiştir. 1352 seferinde Osmanlılar Sırpları yeniyorlar ve püskürtüyorlar. Geri dönüşte Süleyman Paşa Kantakuzenos'a diyor ki: "Gelecek mevsimde biz tekrar geleceğiz. Bizi bu zahmetten kurtarmak istersen, Çimpe diye bir kale var (Tekirdağ-

100 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Gelibolu arasında, fakat kale bulunamadı), bu kaleyi bize ver." Kantakuzenos, bu isteğe razı oluyor ve Osmanlılar buraya yerleşiyor. Bizim kaynaklarda burası Cimbi, Çimbi Kalesi diye geçer. Osmanlı ordusu o kışı orada geçiriyar ve bu durum karşısında istanbul'da Kantakuzenos aleyhine büyük bir galeyan ortaya çıkıyor. Paleolog patriği; "Sen Türkleri Avrupa'ya yerleştirdin, bu kaleyi verdin. Hain!"diyor. Bu durum karşısında Kamakuzenos, damadından kaleyi boşaltması için söz alıyor. Ancak, Orhan'ın oğlu Süleyman Paşa, uzun müzakerelere rağmen kaleyi boşaltmayı reddediyor. Kantakuzenos ise kaleyi boşalttıramayınca 1355 yılında imparatorluk tacını bırakarak ve hain olarak manasma çekiliyor. Süleyman Paşa, Çimpe Kalesi'nin bulunduğu merkezde, bağazın en dar yerinde olduğu için iki cephe kurduruyor. Birisi Gelibolu'ya karşı, ( Gelibolu hala o zaman bir Bizans generalinin emrindedir). Diğeri kuzeye; Malkara ve Tekirdağ'a doğru. Gelibolu'ya karşı olan uca, Karesili Ece Bey'i yerleştiriyor. Öteki ucda ise kendisi faaliyetlerde bulunuyor. Bütün tarihi olay budur. Kamakuzenos bu işi açıklayan çağdaş bir kaynaktır, onu kullanıyoruz. Süleyman Paşa iki iseikameete Bizans'la savaşırken, 1354 yılının Mart ayının birinci gününü ikinci gününe bağlayan sabaha doğru müthiş bir deprem oluyor. Bütün kalelerin duvarları yıkılıyor. Bu bilgiyi yalnız Türk kaynakları söylemiyor, Bizans ve italyan kaynakları da bu depremden bahsetmişlerdir. Bu olayı fırsat bilen Türkler, derhal Gelibolu ve diğer kaleleri ele geçiriyor. Demek ki, Gelibolu yarımadasının uc kısmı tamamen Türklerin eline geçiyor. Kuzey tarafında ise Malkara ele geçiriliyor. Süleyman Paşa, Malkara'yı üs yapıyor. Gelecekte Malkara çok önemli bir merkez olacaktır. Fakat, Süleyman Paşa 1357'de bir avda avını kovalarken ansızın ölüyor. Bu bir suikast de olabilir tabii. Süleyman Paşa ölünce, Bizans diplomasisi Türklerin geri çekilmesi için faaliyete geçiyor. Süleyman Paşa -bu bizim kaynaklarda söylenen rivayet­ Avrupa'da yerleşmiş bir avuç gazilerine; "Beni Gelibolu'ya gömün. Düşman bilmemesi için de mezarımı belirsiz edin" diyor. Bugün Gelibolu'da o mevkide türbe vardır. Bu sırada Avrupa büyük bir telaş içinde ve Bizans'ın yardım isteği ile Haçlılar ile Papalık Türklere karşı faaliyete geçmişler. Türklere karşı ilk Haçlı Seferi 1359 yılında, bu tarihte oluyor. 1359 yılında sonraları aziz unvanı da alan Piyer Thomas adındaki bir şahsın idaresinde, Bizans'a bir haçlı donanması geliyor. Bizanslıların gemileriyle beraber hareket eden bu donanma, Türklerin geçit yeri olan Lapseki'ye çıkarma yapıyor. Fakat, Osmanlıların önemli bir taktikleri var. Pusuya bir ordu, bir kuvvet saklamışlar. Donanmadakiler sahile çıkıp Türklere doğru ilerlerken, birdenbire Türk kuvvetleri onlara bir baskın yapıyorlar. Bu sayede Bizans ve yandaşları bozguna uğrayarak gemilerine kaçıyorlar. Bu suretle Trakya'da Türklerin yerleşmesi kesinleşiyor. Bu olayların yanı sıra Orhan Gazi, diğer oğlu Murad'ı Uı la Şahin'le beraber, (dikkat edin şehzade olarak) gazilerin başına Trakya'ya gönderiyor.

101 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

1359'a gelindiğinde, Trakya'nın büyük fatihi Uıla Şahin, Evrenos Bey ve Hacı ilbey bölgede fetihlere devam ediyorlar. Ancak, Karesi büyük gazisi olan Hacı ilbey uc beyi olarak Dimetoka bölgesini Edirne'den önce fethederek güçlenince, Lala Şahin'le arası açılıyor. Ula Şahin de Karesili büyük bir gazidir. 1359'da Lala Şahin, Murad ve uc beyleri Edirne'yi fethetmek için bir plan yapıyorlar. Bu plana göre en büyük tehlike, Osmanlılar Edirne'yi muhasara ettikleri zaman istanbul'dan bir yardımcı kuvvetin geriden bastırmasıdır. Buna karşı 1360 yılında Murad ve ordusu, Edirne'yi istanbul'a bağlayan bütün kaleleri ele geçiriyor. Bu kaleler Çorlu, Misili, Lüleburgaz, Babaeski'dir. 1361 baharında Murad, Lala Şahin, Evrenos Bey ve Hacı ilbey Edirne'yi fethetmek için harekete geçiyorlar. Edirne'ye gelmeden hemen önce bir çöküntü vadi olan Sazlıdere'de, Edirne'den gelen tekfurla nihai savaş yapılıyor. (Şimdi burada arz ediyoruz) belki de burada yapılan savaşta Lala Şahin'indir zafer. Çünkü Murad, kırk-elli kilometre arkada bulunan Babaeski'de bekliyor. Te kfur önce Edirne'ye kaçıyor, sonra oradan da uzaklaşıyor ve şehir 1361 baharında Osmanlı kuvvetlerine teslim oluyor. Şimdi, Batı literatürüne bakarsan ız bu tarih 1369, Uzunçarşılı'da 1364'tür. Tüm bu faraziyeler şuradan ileri geliyor. Hepsi Aş1kpaşazade'yi okuyorlar. Diyorlar ki, Murad tahta geçti, gitti Edirne'yi aldı. Murad'ın tahta geçiş tarihini kesin olarak biliyoruz, 1362 Man ayı. Diyorlar ki, 1362 Mart'ında Murad sultan oldu. Sultan olarak Edirne'yi fethettiyse bu olay 1362'den sonra olmalı, 1363'te veya 1364'te. Hayır. Şu bilinmiyar ki, Murad Edirne'yi şehzade iken, Orhan Gazi'nin sağlığında almıştır. F. Babinger, kesin olarak bunu ifade ediyor. Türk ve Batı kaynakları o zaman güneş tutulması olmuş, diyorlar. Babinger, bunu astronomlara hesap eteirdi ve fetih olayı 1361 baharına rasclıyor. Kesin olarak Edirne'nin fethi makalesinde de izah ettim, bu durum matematiksel şekilde ispat edilmiştir. Edirne'nin fethi 1361 baharıdır ve fetih olayı arz ettiğim şekilde olmuştur. Ertesi sene Murad'ın babası Orhan 1362 Mart'ında ölünce, Murad, Rumeli'den Bursa'ya gelinceye kadar, kardeşlerine (o zaman Halil ve ibrahim sağdır) karşı durumu idare eden Bursa Kadısı Çandarlı Halil'dir. Demek ki, Çandarlı ailesi ile Murad ve ondan sonraki sultanların yakın ilişkileri, bütün idarenin Çandarlllara bırakllmasına neden olmuştur. Murad, tahtı Çandarlllara borçludur. Her şey çok güzel anlaşılıyor. Murad, Bursa'dan hareketle o zaman Karamanlı'ya gelip Sivrihisar'ı alıyor. Eretna Amasya Beyi Bahriyar Bey, Ankara'yı almış, yani Orhan zamanındaki fetihler kaybolmuş, elden gitmiştir. 1. Murad, bu seferle bu yerleri Karamanlı Beyinden alıyor. Murad daha sonraki seferlerinde, Rumeli'ye yöneliyor. 1366 yılının baharına denk gelir. Malkara'da Ahi Musa'ya verdiği meşhur vakfiye, bu tarihi gösteriyor. Recep ayında orada imiş ve o orada iken ikinci bir Haçlı Seferi geliyor. Haçlılar, Gelibolu'yu alıyor ve Murad artık Anadolu'ya geçemiyor, beş sene Rumeli'de kalıyor. Bu beş sene zarfında birçok fetihler yapıyor ve Edirne'de bir saray yapmıyor. 1. Murad'a ait daha fazla bilgiyi, Türkiye Diyanet Vakfı'nın çıkardığı Islam Ansiklopedisi'ndeki

102 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi ilgili maddeye yazdım. Bunları oradan da okuyabilirsiniz. Son olarak, Balkan fatihi 1. Murad'ın yaptıklarını anlatmanın yanı sıra, şunu da ifade etmek gerekir: O dönemde Osmanlı'yı büyük devlet yapan iki büyük adam vardır. ilki uelarda fetihler yapan Trakya fatihi Evrenos Gazi, ikincisi ise akıllı diplomat olan Çandarlı Halil'dir. Velhasıl Osmanlı tarihini yeniden yazmak lazım.

103 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

KENT, KENTLI• TARIH4• ve

Bursa'nın kencsel gelişiminden söz etmeden önce, öncelikle Batı Anadolu'nun uc bölgesindeki önemli şehirlerin nasıl fethedildiği, fetihlerde hangi mewtların kullanıldığı, şehir fethedildikten sonra ilk olarak ne gibi tedbirlerin alındığı hakkında bilgi vermek yerinde olacakcır. Osmanlılar, ancak 1380'1erde, Balkan fütuhatı sırasında top kullanmaya başlamışlardır. 1389 Kosova Muharebesi'nde sahra topu kullanıldığını kesin olarak söyleyebiliriz. Ondan önce bir şehri teslime zorlamak için güdülen başlıca metot, uzun süre abluka altında tutarak şehri besleyen bölgeyi itaat altına almak ve şehirle bağlantısını kesmekti. Sürekli tecrit taktiği için büyük şehirlerin yakınında havale kuleleri inşa edilmekceydi. Şehrin su kaynakları da kesilirdi. Batı Anadolu'da, Aydın'da Birgi ve Ayasolug şehirleri bu şekilde teslime zorlanmıştır. Havale kuleleri yapıldığını kesin olarak bildiğimiz bir muhasara vardır. 1302'de iznik yakınında Draz Ali Kulesi yapılmış ve bu abluka 1331'e kadar 30 yıl sürmüştür. 1334'te iznik'e gelen ibn BattCıta, Seyahatnamesi'nde bu uzun ablukadan bahseder.

Bitinya'nın büyük şehri olan Bursa aynı şekilde abluka altına alınmıştır. Bursa m u hasarası sırasında yüksekte Balabancı k ve ovada Aktimur hava le kuleleri inşa edildi. Aç kalan şehir de sonunda teslim oldu. Tekfur şehrin açlıktan teslim edildiğini itiraf eder. Havale kuleleri ile uzun abluka taktiği Balkanlarda şehirlerin tesliminde uygulanmıştır. Uzun abluka sırasında şehri aç bırakmak metoduyla beraber kaynaklarda tespit ettiğimiz iki nci taktik şudur: Havale kulesi nde yerleşen Türk kumandanı, kaleden dışarı çıkan Hıristiyan kumandanını pusuya düşürmek için devamlı gözeeleme halindedir. Şehrin kumandanını ele geçirdikten sonra şehrin önüne gidip halka teslim olmaları söylenir. Osmanlı rivayetleri nde, birçok şehir hakkında bu yöneemin kullanıldığı ifade edilmiştir. ilk bakışta efsane gibi görünse de bu metodun gerçek olduğu açıktır.

4 Halil İnalcık, "Kent, Kendi ve Ta rih," Bıma'rıın Ke ntsel ve Mimari Gelijimi, ed. Cafer Çiftçi, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa 2007, s. 11-20.

104 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Şehirlerin fe thinde ikinci taktik, komutanın yağma ilanıdır. islam hukukuna göre gayrimüslimlerin elindeki bir şehrin kumandanına üç kere, "Teslim ol, şehir kapısını aç" ihtarı verilir. Ondan sonra saldırı başlar. Zorla alınan şehir "yağma"ya tabi olur. Bir şehrin teslimi için üçüncü metot, şehir halkına "eman" garantilerini vermektir. Mesela, 1387'de Selanik ve birçok Balkan şehirleri bu şekilde teslim alınmıştır. Eman usulü islam hukukuna göre uygulanan bir taktiktir. Uzun bir kuşatma neticesi aç susuz kalan şehir halkına güvence verilir. "Teslim olursanız, canınız, malınız ve kendi dininizi serbestçe icra hakları verilecektir" denilir. Bu teklif islami bir yeminle teyit edilir. Hıristiyan halk, Müslümanların sözüne dinen sadık olduğunu bildiklerinden, teslim olur. Birçok şehir Türklere yeminle imzalanmış bir emanname ile teslim olmuşlardır. Bunun en güzel örneği dört sene muhasara altında sıkıntıya düşen Selanik'in teslimidir. Diğer örnek, Ceneviz Galata'sının teslimidir. Ceneviz halkına güvence belgesi, Zaganos Paşa tarafından verilmiştir. Bu güvence belgesinin Rumca metni günümüze ulaşmıştır.

Emanname veya ahidname denilen bir güvence neticesi, birçok şehir Osmanlı idaresine girmiştir. Daha sonra biz bu tür şehirlerde, Hıristiyan nüfusun ve kiliseleri n devamını görüyoruz. Şayet emanname teklifi üçüncü defa reddedilirse o zaman Türk komutan "yağma" ilan ederdi. Bu dini bakımdan onaylanan bir durumdur. Şehir halkı islami güvenceleri (can-mal emniyeti) reddettiğinde, halk esir alınıp malları yağma edilir. Şehir halkının geleceğini, fetheden kumandan tayin eder. Balkanlarda birçok şehir nüfusunun Müslüman, bazı şehirlerin nüfusunun ise Hıristiyan-Müslüman olarak karışık olduğunu görüyoruz. Bunun sebebi gayet açıktır: Birinci tip şehirler yağma, ikinci tip şehirler ise eman ile alınmıştır. Balkan tarihçileri bu durumu bilmediklerinden şehirlerin yapısı hakkında yanlış kanaatiere varmışlardır. Bazı sözde aydınlarımız da, güya insani sebeplere dayanarak istanbul'un neden yağma edildiğini sorgulayarak dövünürler. Tarihimiz, bugünkü kavram ve inanışlar değil, o zamanki inançlar dikkate alınırsa daha iyi kavranabilir. istanbul'un fethinde olduğu gibi, şehir yağma ile alındığı zaman bütün şehir halkı esir edilir. O zaman da bütün istanbul halkı çadırlarda idi. Sonradan Fatih bu harap şehri iskan etmek için kesin tedbirler aldı. Bir şehir yağma ile alındığında, Fatih'in yaptığı gibi eski Hıristiyan nüfusu affedip yerleştirmek yahut sürgün usulüyle halk getirip yerleştirmek suretiyle şehir nüfuslandırılmaya çalışılıyor. Genellikle yağma ile boşalan şehre, vaatlerle Türklerin gelmesi teşvik edilir veya "sürgün" usulüyle Türk nüfus getirilip yerleştirilirdi. Emanname ile teslim olan şehirlere yine Türk Müslüman nüfusu yerleştirmek için tedbirler alınırdı. Zira, Hıristiyan halk tamamen bırakılırsa, direnip ilerde isyana teşebbüs etmeleri tehlikesi vardı. Trabzon'u aldığı zaman Fatih'in etraftan Türk nüfus getirdiği biliniyor. Fatih, istanbul'un fethinden sonra, şehre Anadolu'dan 5.000 aile getirilip yerleştirilmesi em rini vermişti. Bu yöntem

105 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Balkanlar'da da uygulandı. Bu uygulamalar bize şehirlerdeki Türk-H ıristiyan nüfus karışımı hakkında bilgi vermektedir. Atina da nüfusu karışık bir şehirdi. Osmanlı imparawrluğu'nda şehir nüfusunun din ve kültür dokusu, alınan tedbirler ve takip edilen iskan siyasetiyle yakından alakalıdır.

Osmanlılar bir şehri fethedince derhal ve ilk olarak ana kiliseyi camiye çevirir ve ona Ulu Cami adını verirler. Her şehirde bir ulu cami vardır. Yani Osmanlılar, şehre hemen Müslüman damgası vururlar. Fatih de iscanbul'u fethedince Ayasofya'yı şehrin ulu camii ilan etti ve cizye gibi gelirleri bu camiye vakfetti. Kendi Fatih Külliyesi'ni yapıncaya kadar bu durum devam etti, fakat yine de Ayasofya daima padişahların Cuma narnazına çıktıkları şehrin cami-i kebiri olma vasfını devam ettirdi, ta ki müze oluncaya kadar. Ardından da şehre bir kadı tayin edilir. Osmanlı'da seyfiyye ve kalemiyye kesin olarak ayrıldığından asayiş, inzibat işlerini takip için kadıyla birlikte bir de subaşı tayin olunurdu. Osmanlılar, Balkanlarda da fetihlerden sonra her şehirde aynı usulü takip etmiştir. Bu durum, o şehrin resmi tahriri suretiyle Osmanlı arşivinde resmi bir belge altında kaydedilmiş bulunuyor. Vergiye tabi olanlar-olmayanlar, resmi şahıslar, mahalleler, mahallelerdeki müslim ve gayrimüslimler, reaya ve askeri sınıf ayrı ayrı her şehir için mufassal bir şekilde tahrir defterine geçilir. Bu tahrirden sonra, o şehrin imparawrluğun resmi bir parçası olma süreci tamamlanmış olur. Bilhassa büyük şehirlerde ayrıca başka askeri tedbirler de alınır.

Şehir,fizik/ bakımdan üç genel kısımdan ibarettir:

1. Hisar. En son müdafaa kısmı ki, şehrin en sarp ve müdafaası en kolay yerindedir.

2. Şehir büyüdükten sonra o hisarın altında, asıl şehri çevreleyen ikinci bir hisar vardır. Halkın oturduğu ve çarşı-pazar olan yerler bu surun içindedir.

3. Şehir büyüdükten sonra şehrin dışındaki varoş. Bursa Osmanlılar tarafından fethedilince, hisardaki bütün Hıristiyanlar varoşa çıkarıldı. Bugünkü Hisar Mahallesi'ne, saray ve resmi devlet büroları yerleşti. Topkapı Sarayı'nın bir duvarla çevrili olması gibi Bursa'da da saray, şehirdeki hisardan bir duvarla ayrılmıştı. Genelde varoş müdafaa surlarıyla çevrilmediğinden dışardan gelen saldırıya açıktır. Oraya genellikle gayrimüslim halk ve şehre sonradan gelenler yerleşir. Şehre sonradan gelenler "cemaat" denilen grubu oluşturur. Zamanla bu cemaat gelişir ve mahalleleri oluşturur. Bu durum en çok Yahudi iskanında görülmektedir.

106 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Hisar'da bulundurulan askeri zümre yeniçerilerdir. Yeniçeriler, müdafaa hususunda en sadık askeri grup sayıldığı için hisar onlara aitci. Başlarında bir dizdar bulunurdu. Mustahfızan adı verilen bu yeniçeriler, beylerbeyi ve sancakbeyinden değil, sadece padişahtan emir alırlardı. Şehirlerde ayyar denilen gençlerden oluşan işsiz güçsüz takımı sürekli asayişi bozucu hareketlerde bulunurlardı. Mesela, Hıristiyan ve Yahudi mahallesinde yangın çıkarır, yağma yapmak isterler. Dizdarın başlıca vazifesi, bu ayyar takımını önlemektir. Bağdat'ta, Budin'de, Şam'da şehri koruyan SOO yeniçeri vardı. Daha sonraları XVII. asırdan itibaren bu yeniçeriler şehrin tüm idaresini ele aldılar. Cezayir'de, Tunus'ta ve Bosna'da da böyle olmuştur. Bunların başbuğuna "Dayı" adı verilirdi. Buralar bir yeniçeri şehri haline gelmişlerdir. XVIII. asırda Bosna'ya gelen bir Fransız, "Bunlar kendi kendilerini idare eden bir cumhuriyet" ifadesini kullanmaktadır. Devletin tayin ettiği vali bile onların rızası olmadan gelip göreve başlayamazdı. Belgrad da zamanla aynı duruma düştü. Evvelce bu yeniçeriler, şehirlerde dizdarın kumandası altında küçük bir grubu oluşturuyorlardı. Fakat eelali isyanları üzerine padişah büyük şehirlerdeki kalelere çok sayıda yeniçeri ve sipahi asker gruplarını yerleştirmeye başladı. Yeniçerilerin kumandanına "yeniçeri serdarı," sipahilerin kumandanına "kethüdayeri" adı veriliyordu. Evliya Çelebi, her gittiği yerde yeniçeri serdarını ve kethüdayerini isimleriyle vermiştir. Bunlar, sulcanın kulu oldukları ve mahalli otoritelere tabi olmadıkları için, zamanla imtiyazlı bir grup olarak şehirlerde yerleştiler ve hakimiyet kurup mahalli otoriteleri saymamaya başladılar. Bu durum, ayanların ortaya çıkması suretiyle Osmanlı şehir dokusunda yeni bir gelişme olarak kaydedilmelidir.

Şehir tarihi için bilhassa XVII. asırdan itibaren en önemli kaynağımız Evliya Çelebi'dir. Evliya Çelebi, giniği her şehir halkının sosyal hiyerarşisini tavsif eder. Evvela, şehrin resmi ve askeri zabitlerini, sonra kadısını, muhtesibini, şehir kethüdasını sayar. Kethüda o şehri kadı ve hükümet nezdinde temsil eder. Kadı, şehri ve pazarı muhtesib vasıtasıyla denetler. Asayişi muhzırla temin eder. Genel polis işleri, dizdara yahut yeniçeri serdarına bağlıdır. Evliya Çelebi, her şehirde evvela bunları sayar. Sulcanın gönderdiği, Ağa denilen serdar ve dizdar sahib-i siyasenir. Şehirde sahib-i siyaset olanlarla olmayanlar birbirinden ayrılır. Sahib-i siyaset olanlar tam otorite sahibidir ve bunlar suçluları yakalayıp ceza verme yetkisine sahiptir. Sahib-i siyaset olanlar el kesme gibi ağır cezaları, muhtesib ise pazar halkına falaka ve para cezası gibi hafif cezaları verir.

Osmanlı şehir tarihi konusunda verdiğim bu bilgilerden sonra, Osman Gazi döneminden itibaren Bursa ve civarındaki siyasi gelişmeler vasıtasıyla, Bursa'nın önemli bir yerleşim birimi haline dönüşmesini izah edebiliriz. Osman Gazi, çok atılgan ve enerjik bir Türkmen liderdir. ileri görüşleri olan Osman Gazi, Eskişehir

107 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Karacahisar'daki payicahcını bırakıp 100 küsür kilomeere uzakcan Yenişehir'e gelip orada bir uc müessesesi, bir savaş serhaddi tesis etmiştir. Ye nişehir Osmanlı'nın ilk payitahtıdır ve daima da payitaht olarak kalmıştır. 1. Murad'ın 1387'de burada büyük ve muazzam bir sarayının var olduğunu biliyoruz. Yakın zamanda yapılan kazı çalışmaları da, Yen işehir'in payicaht dönemini ortaya çıkarmaktadır. Bu uc şehri olan Ye nişehir, iznik'e ancak 30-40 km., Bursa'ya da hemen hemen aynı mesafede ortada bir uc savaş merkezidir. Osman Gazi, buradan iznik'e giderek şehri 1301'de muhasara etmiştir. Bu muhasara çok büyük bir teşebbüstür. Bizans'ın ikinci büyük şehri olan İznik'in muhasarası, bir uc beyi olarak Osman Gazi'nin ne kadar atılgan bir lider olduğunu gösteriyordu. Fakat, şehrin etrafı bataklıktı ve surlar muazzam bir şekilde duruyordu. O zaman burada iki havale kulesi yaptırdı. Bunlardan birisi Draz Ali (Uzun Ali), ikincisi ise Kara Tigin Kulesi'dir. Bu yapılara havale kuleleri denmektedir. Kulelerin fonksiyonu; şehri ecraftan tecrit etmek, kente gıda ve yardım gelmesini önlemek ve bu suretle şehri teslim olmaya zorlamaktır. Bu sistem, ropun kullanımından önce Osmanlı'nın müracaat ettiği savaş taktiğidir. Fatih Sultan Mehmed bile bu yöntemi kullanmıştır. Fatih Sulcan Mehmed, 1456'da Belgrad'ı alamadı ve oraya şehri tecrit etmek için bir havale kulesi yapmdı. Eğer Sırbistan'a gidersen iz, orada yüksek bir yerde kurulu Havana adıyla anılan havale kulesinden bozma bir yer adıyla karşılaşırsınız. Yani, bütün Batı Anadolu'daki şehirler bu şekilde teslime zorlanmıştır. Osman Gazi, Bursa'nın fethi için de şehrin iki tarafında, Balabancık Kulesi ve Ak Timur Kulesi'ni inşa ettirmiştir. Bu iki kule ile Bursa'yı etraftan tecrit ettirmiştir. Osman Gazi Bursa'ya 1303'de gelip, şehri muhasara altına almıştır. Abluka yirmi üç sene devam eeciriimiş ve Bursa 1326'da Osmanlılara teslim olmuştur. iznik, aynı şekilde iki havale kulesinin baskısı altında 1331'de Osmanlılara teslim olmuştur.

Şimdi, tarihlerde belirtilmeyen bir noktayı vurgulamak isterim. 1326'da Bursa teslim olunca, bu olay Bizans payicahcında büyük bir etki meydana getirdi. Bitinya'nın iki büyük şehri olan iznik ve Bursa, Osman Gazi zamanında feche hazırlanmış bulunuyordu. Bursa'nın düşmesi istanbul'da büyük bir tepkiyle karşılandı. imparator Andronikos lll, Marmara sahillerinde Kara Biga denilen ve surlarla korunan yarımadaya geldi. Burada Karesioğluyla buluştu ve onlarla 1328 tarihinde Osmanlı'ya karşı bir müttefik olarak anlaşma imzaladı. Tarihlerde bu söylenmiyorsa da, Bizans impararoru Bursa'nın kaybedilmesine ve Bitinya'nın Türklerce istilasına tepkisini göstermekteydi. 1328 tarihinden bir yıl sonra, impararor bir orduyla izmit körfezine geldi. Bugün Eskihisar denilen bölgeden geçerek Bitinya'yı kurtarmak ve Bursa'yı geri almak istiyordu. Bizim carihlerimizde maalesef bu hikaye anlatılmıyor. Andronikos lll'ün izlediği yolun üzerindeki Gebze, çok iyi tahkim edilmiş yerleşim birimlerindendir. Burada dört

108 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi kale kurulmuşcur. Daritzion Kalesi, Pelekanon Kalesi, Eskihisar Kalesi muazzam kalelerdir. Bugün büyük kale hala ayakcadır. Buradan Anadolu'ya geçmek isteyen Andronikos'a karşı, Osmanlı sultanı Orhan, bölgeye daha önce gelip yukarıdaki tepeleri cutmuşcur. Çıkan savaşta imparator ordusuyla Gebze'nin aşağısında, sahilde ancak Pelekanon Kalesi etrafında cutunabilmiştir. Bu savaşa daha sonraları Bizans imparatoru olacak Kantekuzenos, bizzat Büyük Domestikos olarak katılmıştır. Pelekanon Savaşı, tarihimizde istanbul'un fethi kadar önemlidir. Maalesef, bu konuyu tarihlerimizde belircmiyoruz. Pelekanon Savaşı'nı bütün teferruatıyla biliyoruz, ancak size neticeyi anlatayım. imparator bacağından yaralandı ve bir halıyla sahildeki gemiye taşındı. Bu olay Osmanlılar için büyük bir zaferdir. Bunun hemen akabinde bütün Marmara sahili, Hereke, Pendik, Üsküdar ve bütün Anadolu'nun doğu sahili Yoros tepesine kadar Osmanlıların eline geçmiştir. Osmanlılar için bu önemli gelişmenin asıl büyük neticesi, Bizans açısından Bitinya, Bursa ve iznik'i kurtarmanın artık imkansız olduğunun ortaya çıkmasıdır. Belirttiğim gibi Pelekanon Savaşı, istanbul'un Osmanlılarca fethi kadar önemlidir. Şayet Bizans imparatoru Gebze'den geçebilseydi, belki Bursa'yı Osmanlılardan geri alabilirdi.

Buraya kadar anlattığım meseleyi tarihi bir nokta olarak arz ettikten sonra, size Bursa şehrinin XVI. asırda Avrupa'nın en önemli şehirlerinden biri durumuna nasıl geldiğin i ve bu gel iş m eni n hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini an !atmaya çalışacağım. Bursa'nın daha XIV. yüzyıl sonlarına doğru dünyadaki en büyük ipek sanayii ve ticaret merkezlerinden biri olduğunu Alman esir Schiltberger seyahat kitabında belirtmiştir. Şehrin ilk pazar yerini Sulcan Orhan bir bedesten ve han inşa ederek kurmuştur. Bu tesisler hisarın hemen dibinden başlayarak sonradan yapılan hanlar ve bedestenler ile genişlemiş ve Bursa'nın Kapalı Çarşısı'na vücut vermiştir. Bugün de Bursa'nın ticaret hayatı bu bölgede toplanmış bulunmaktadır. Osmanlı şehirlerinde iki büyük ana bölge vardır: Biri halkın ocurduğu mahallelerdir. O mahallelerde müslim ve gayrimüslim cemaatler, ayrı ayrı, kendi mahallelerinde mescit, kilise veya sinagog etrafında yerleşmişlerdir. Şehrin diğer ana bölümü pazar yeridir. Orada belli başlı idari üniteler, yani kadı mahkemesi, esnaf, gelen kervan ları n indiği han lar, kervansaraylar ve gün lük alışverişin cereyan ettiği pazaryerleri ve çarşılar yer alır. Bu bölgede müslim ve gayrimüslim şehir halkı birlikte, her sınıf esnafın (loncaların) içerisinde beraber çalışırlardı. Hatta, daha sonraları bağnazlık dolayısıyla ayrı ayrı bayramlarını kutlamadan önce bilhassa Nevruzlarda birlikte teferrüce çıkarlardı. Yani şehrin pazar bölgesi, müslim ve gayrimüslim unsurların işbirliği halinde birlikte çalıştıkları bir mekandı. Bursa'da bunu açık bir şekilde görüyoruz. Bursa, Osmanlı şehir tarihinde, daha sonra Edirne ve Balkanların büyük şehirleri ve istanbul'da ortaya çıkan şehirler için bir model olmuşcur. Yani, Osmanlı şehirleri daima bu

109 HALİL İ NALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI iki bölge üzerine kurulmuştur. Pazar yerini, genel hayacın yani kamusal hayatın toplandığı yer olarak düşünmeliyiz. Mesela, bir padişahın tahta cülusu veya padişahların fe rmanları, orada münadiler tarafından halka duyurulurdu. Kadı mahkemesi; esnafın nizamlarının ve şehrin mahalle nizarnının korunduğu, günlük narhın tespit edildiği, pazar yerinde muhtesib vasıtasıyla kontrolün sağlandığı ve kanunsuz iş yapanların muhakeme edildiği bir yerdi ve şehrin belki de en önemli merkezi sayılabilirdi. Bütün esnafı kadı huzurunda temsil eden bir şehir kethüdası bulunur, esnaf lancalarını kadı önünde kethüdaları temsil ederdi. Yiyecek maddelerine narhın tayini yine kadı mahkemesinde, esnafın katılımıyla tespit olunurdu. Başka deyimle, bugün belediyeye ait bütün fonksiyonlar kadı tarafından yürütülürdü. Bunun içindir ki, kadı sicilieri Osmanlı şehir tarihi için temel kaynağımızdır.

Bursa'nın önemi şuradan kaynaklanıyor: ilk Osmanlı şehirciliğinin şekillendiği şehir olması ve bu yönüyle de öteki Osmanlı şehirlerine örnek olmasının yanı sıra Bursa, daha Orhan Bey zamanından itibaren Doğu-Batı ticaretinin önemli bir merkezidir. Doğu'dan kervanların, Batı'dan İtalyan tüccarının geldiği bir merkez durumuna gelmiştir. O kadar ki, Bursa sicillerindeki belgelere göre, daha XV. asrın ikinci yarısında Rusya'dan tüccarlar Bursa'ya gelmekteydiler. Bursa, Mısır ve Suriye üzerinden Hint mallarının geldiği ve Batı'ya aktanldığı uluslararası bir ticaret merkeziydi. Özellikle, Bursa'nın uluslararası bir ticaret merkezi halinde yükselmesiyle -ki bu faaliyet daha Orhan Bey zamanında başlamıştır- şehir iran'dan gelen ipek kervanlarının merkezi olmuştu. Bu ipek Batı'da kapitalizmin ilk safhasında ipek sanayiinin beslenmesi için gerekliydi. Biz Bursa sic i Ileri i le i calyan kaynakları nın karşılaştı rı lmasından, Pera'dan gelen Yahudi ve İtalyan tüccarların istanbul'un fethinden önce Bursa'da önemli ölçüde faaliyet gösterdiklerini tespit ediyoruz. Yani, istanbul'un fethinden önce Akdeniz Hıristiyan tüccarları ve Ya hudiler ipek, baharat, hatta Sakız Adası'nın sakızını gelip Bursa'dan alıyorlardı. Bursa'nın merkezindeki çarşı, bedesten ve büyük hanlar bu ticaretin o zamanki önemine tanıklık ederler. istanbul Bizans'ın elinden düşmeden önce, 1400'e doğru Bursa'nın nüfusu istanbul'un nüfusu kadardır. Alman Bizaminise Schneider'in tespitine göre o zamanlarda istanbul'un nüfusu otuz bin ile kırk bin arasında tahmin ediliyor. Bursa şehrinin nüfusuna ait bilgilere Fatih zamanından beri kaydedilen kadı sicillerinden de ulaşabiliyoruz. Şehrin gelişmesini, nüfusunu, ekonomisini bu sicillerle öğreniyoruz. Bu sicillerden öğreniyoruz ki, 14. asır sonları ve 15. asrın ilk yarısında Bursa'nın nüfusu 5000 hanedir. XVI. asırda bu rakam 6000 haneye çıkmaktadır. Her hane sayısını 5 kabul ederseniz, Bursa o dönemde 30000 nüfuslu büyük bir şehirdir. Şehrin gelişmesi; siyasi önem kazanması kadar, bir

11o Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi ticaret merkezi olması ve ekonomisinin büyümesine bağlıdır. Bursa, Osmanlı idaresinde ekonomi bakımından müstesna durum kazanmıştır. Eskiden Akdeniz ve Avrupa ipek sanayisini besleyen ipek istihsali, iran'ın kuzey eyalerierinden Tebriz'den gelir, buradan Van Gölü'nün üzerinden Halep'e inerdi. Bu, ipek Yolu idi. Bu yolu kullananlar Osmanlı Beyliği'nin kuruluşundan itibaren kuzey yolunu seçmeye başladılar. Kervanlar, artık Tokat üzerinden (Merzifon-Gerede-Bolu­ Mudurnu-Göynük yolu ile) Sakarya'ya oradan Bursa'ya gelmeye başladılar. ipek Yolu'nun Bursa'ya gelmesi önemliydi. Bursa'ya senede beş-altı kervan gelmekteydi. Tebriz'den Bursa'ya gelen iran ipeği, Akdeniz ipek sanayisi için önemliydi. italya'daki Floransa ve Cenova'da yükselen bu sanayi bütün Avrupa'yı ipekle bezemekteydi. Beklenilen i pek, Bursa yolu i le Avrupa'ya geçmekteydi. i ran lı kervanlar ipeği buraya bırakırlar, buradan ipek Cenevizlilerin elindeki Pera'ya (istanbul/ Galata) geçirilirdi. Giovanni di Francesco Maringhi adlı Florasanlı bir tacirin, bir ajanın raporlarından biliyoruz ki, Bursa'da Yahudiler, Cenevizliler ve Florasanlılar bu ipeği kapışmak için mücadele etmektedirler. Avrupa ipek sanayisi için bu iş o kadar önemlidir. Bursa'dan Pera'ya ulaşan ipek, deniz yoluyla italya'ya geçiriliyordu. Bursa'da kurulu ipekli sanayi içinde, en aşağı bin tezgah olduğunu biliyoruz. Gelişen yerli sanayi Bursa'da Doğu'nun bütün inceliklerini yansıtan kumaş imalatına imkan sağladı. Bu ipekliler bugün Avrupa müzelerinde gösterilmektedir. Rus Çarları ve isveçli başpiskoposlar Bursa kemhasıyla elbiselerini diktirmekteydiler. Bu sanayi o kadar önemli ve bir o kadar başarılıydı. Bursa'nın ticari ve ekonomik hayatını etkileyen başka bir yol, Hindistan yoludur. Hindistan'ın türlü zenginlikleri, baharatı, kıymetli taşları evvela Mekke'ye gelir, Mekke kervanları Şam, Halep üzerinden Anadolu'yu takiple Akşehir üzerinden Bursa'ya gelirlerdi. Yani, Bursa aynı zamanda bir baharat merkezi idi. Dünya ticaretinin o zaman kıymetli metası olan baharat da Bursa'ya gelmektedir. ipek kervanlarıyla gelen iranlı tüccar, buradan baharat ve inci almaktaydı. inci gümrükten kaçırılması kolay kıymetli metadır. Bahreyn'in incileri de Bursa'ya gelmekteydi. Demek ki, bu yol Hindistan yoludur. Sicillerde çok güzel belgeler buldum. Hindistan'da vezir olan Mahmud Kavan, beş altı kişiden oluşan bir ticaret grubunu Hint mallarıyla Rusya'ya göndermekteydi. 1470'1i yıllarda bu taeirierden birisi ölüyor. Dolayısıyla, onların malları hakkında sicillerde kayıtlar bulunuyor. Bursa, aynı zamanda Akdeniz'e Sakız üzerinden de bağlanmaktaydı. Sakız Adası kapitülasyon almayan Avrupalı tüccarları n toplandığı bir merkez di. Oradan Avrupa malları Çeşme'den Bursa üzerine gelmekteydi. Bu üçüncü yoldu. Dördüncü yol Bursa'dan Gelibolu üzerinden Rumeli'ye ve oradan kuzey memleketlerine giden yol. Alman esir Schiltberger, 1400'1erde yazdığı kitapta diyor ki: "Bursa dünya ipek sanayisinin ve ticaretinin merkezidir". Görüldüğü gibi, fetihten altmış yetmiş sene sonra Bursa çok değişmiş bir sanayi ve ticaret merkezi haline gelmiştir.

111 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

OSMAN GA" ZI'NIN. . FETIHLERI. . VE DEVLETIN. KURULUSU5 '

Köprülü'ye göre Kayılar, "Osman lı Devleti'n i n i lk etnik çekirdeğin i oluşturm uştur."6 Buna karşı Paul Wittek (Deux Chapitres), Osmanlı hanedanının Kayı aşlretiyle ilgisi olmadığı tezini savunur. Osman'ı Oğuz Han'a bağlayan soy kütüğünün, hanedan siyaseti etkisiyle ll. Murad döneminde ortaya çıktığını vurgular. Sonraki tarihçiler tarafından sultanlar sülalesinin, bir "maksad-ı mahsusla" Kayı'ya dayandırıldığını Köprülü kendisi de vurgulamıştır.

Yazıcızade'ye Göre Osman'ın Han Seçilişi

" ... Tatar şerrinden korkup ol etrafda yayiaiar ve kışlardı, rüzgarla (zamanla) Tatardan ineinenler Uc'a gelüp çoğaldılar; pes, Osman katına geldiler. ... Merhum sultan 'Aiaeddln'den dahi size sarf-i nazar olmuştur, siz Han olun ve biz kullar, bu tarafda hizmetinizde gazaya meşgul ol alum, dedi ler; Osman Beg dahi kabul etdi. Pes, mecmu'urudurup Oğuz resmince üç kere yükinüp baş kodular, dolu abalardan karman getürdüp Osman Beg'e sundular... " (bu metin, Ruhi'ye atfolunan Oxford yazmasında: Bodleian, Marsh 313, verilmiştir).

Düsturname soy kütüğünde ilginç olan, Osman'ın atalarının taşıdığı alp unvanları. Osman Gazi'nin başlangıçtan beri yoldaş'ları Turgut Alp, Aykut Alp, Salcuk Alp, Hasan Alp gibi alplardır; alp unvanı Gazi önder unvanı ile eşanlamda kullanılır. Alplar, Selçuk Uc toplumunda Türkmen savaşçıları sefere götüren deneyimli, iyi silahlanmış komutanlar durumundadır.

5 Halil İnalcı k, "Osman Gazi' nin Fetihleri ve Devletin Kuruluşu", Osman Gazi ve Dönemi, Bursa'nrn Fethi ve Osman Gazi'yi Anma Sempozyumu (9- 10 Nisan 2010) Bildiri/eri, ed. Yusuf Oğuzoğlu, Osmangazi Belediyesi Yayınları, Bursa 201 O, s. 9- 22. 6 Bkz. Fuat Köprülü, Osmanlı Deı;/eti'nin Etnik Kö keni, Kaynak Yayınları, İstanbul 1999.

112 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Yerel göçebe Türkmenler ile beraber Osman Gazi'nin kuvvetleri, çoğunlukla uzaklardan (Paflogonya'dan: Pachymeres) gaza-doyum için gelen "garib" (yerini yurdunu bırakmış) Türkmenlerdi.

Başlangıçtan beri uc beylerinin fetih politikasına iki ilke yön vermiştir: Gaza ve istimalec.7

Gaza, sanıldığı gibi kontrol altına alınan bölgelerde halkı islamiaştırma amacına yönelik değildi. Gaza, Darü'l-islam'ın (Türkçe: illik) egemenlik alanının genişlemesini amaçlar (zor altında islamiaşmış olanları Osmanlı idaresi gerçek Müslüman sayma m ış, onları sahariyan yahut ahriyan adı altı nda Müslümanlardan farklı bir statü altına koymuştur).

Osman, Eskişehir'den Bilecik ve Yen işehir'e kadar geniş bir ülke sahibi olunca (1299), in-Önü'nü oğlu Orhan Bey'e, Yarhisar'ı Hasan Alp'a verdi (Neşrl, 112 "bu dahi bahadır yoldaş idi"). inegöl'ü Turgut Alp'a verdi. Osman ile sefere giden Saltuk Alp, Hasan Alp ve Konur Alp da önde gelen alplardır. Bu alp ve nökerlerin çocuk ve corunları, sonraları devlet idaresinde önemli makamları işgal edecekler ve bir çeşit Osmanlı "ariscokrasisi" oluşturacaklardır.

Rum abdal ları, baciyan ve ahllerle yan yana bir raife, yani belli bir statü altında bir grup olarak zikredilen Gaziyan,8 Osman dönemindeki alplar ve maiyetlerindeki gazilerden başkası değildir ve bu alplar belli nitelikler taşıyan bir gruptur.

• Iç Anadolu'da Gelişmeler Karşisında Osman

Osman'ın Sultan-Öyüğü Uc'unda harekatını, daima iç-Anadolu'daki olayların ışığında izlemek gerekir. 1285-1291 döneminde Anadolu'da Selçuk sulcanına ve Moğollara karşı Türkmen isyanları, Osman'ın Selçuk sultanının haraçgüzarı Karacahisar tekfuruna karşı hareketine ve 1288'de kaleyi ele geçirmesine fırsat verilmiş görünmektedir. (Moğol-ilhanlı) Emir Çoban, ilk kez 698 Şaban'ında (1299 Haziran) Sülemiş'e karşı Anadolu'ya geldi. Sülemiş'i yendikten sonra Memlüklere karşı Suriye sınırına yöneldi. 1314'te büyük bir ordu ile Anadolu'ya geldi. Osman'ın yurdundan uzak olmayan Karanbük'ü (Karabük) kışlak seçti. Türkmen beyleri gelip orada bağlılıklarını bildirdiler. Aksarayi (Müsameret), gelip itaat eden Etrak (Türk) beylerini, Hamidoğlu, Eşrefoğlu, Karahisar Beyi, Germiyanoğlu, Kascomonu'dan Süleyman Paşa diye anar. Osman'ın adı

7 HalU İnalcık, "Ottoman methods of conquest" Studia Islamica, 1954. 8 Aşıkpaşazade, Ttm arih-i Al-i Osman, s. 237-238.

113 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI zikredilmez. Bu sırada Osman, en ileri Uc bölgesinde yerel tekfurlarla uyum içinde yaşamakta idi. ilhanlılar için bir sorun yaratmıyordu.

Anadolu bey-emlr-hanları, 1335'de iran'da Abu Sa'ld Sahadır Han'ın ölümü üzerine Cengiz soyundan ilhanlar kalmayınca, ancak o zaman sultanlıklarını ilan edip hutbe ve sikke sahibi olmuşlardır. Şimdiye kadar tarihçiler, eski rivayeti izleyerek, 1299 tarihini Osmanlı hanedan ve devletinin gerçekten ve hukuken kuruluş tarihi kabul etmişlerdir. Türk geleneğinde devletin kuruluşu, her şeyden önce, egemenliğini Tanrı'dan aldığına (Tengride kut bulmuş) inanılan karizmatik bir hanın ortaya çıkışına bağlıdır. Ama bu, islami geleneğe göre hutbe ve sikke sahibi olmaya yetmez. 1288'de uzak Söğüd Uc kasabası yerine Osman, şimdi Karacahisar fethiyle Sultan'ın "naibi"ne ait Eskişehir yanında hakim durumda bir merkeze yerleşmiş bulunuyor; bu fetih, Osman'ı bölgede fiilen bir Gazi bey durumuna yükseltiyordu. Artık Osman Bey, Çobanoğulları gibi Selçuklu Sultanının sancak sahibi bir emlri mertebesine yükselmiş görünmektedir.

"Osman Gazi kim sancak begi oldu, nökeri Köse Mihal'e Taraklı-Yenicesi'ne segirdelüm (akına gidelim)" dedi.9

Bölgede kendi aşlreti (cema'at) ile yerleşmiş olan Sarnsa Çavuş'a işbirliği ıçın haber gönderdiler. Bu sefere çıkan Osman, yolda ilkin Beştaş Zaviyesi'ne kondu. Samsa Çavuş, bölge Rumları ile "müdara" edip (dostça geçinip) cema'atıyla yaşıyordu. Burada Mihal'e ait Harman-Kaya üzerinden onun kılavuzluğuyla Sakarya'yı geçip Karacahisar'a (Eskişehir), döndüler. 1288-1299 döneminde, Selçuk sınırları ötesinde tekfurlar eli nde bırakıl m ış bölgeyi Karacahisar'dan Bilecik-Yenişehir'e kadar geniş bir bölgeyi egemenliği altına alacak, birçok şehir ve kalelere hükmeden bir bey durumuna gelecektir. Bu dönemde Osman, Selçuk Sulcanına haraç ödeyen yerel tekfurları (Göynük, Gölpazarı, Bilecik, Ye nişehir, inegöl, Yarhisar Tekfurları) ortadan kaldıracak, doğrudan doğruya Bithynia'da Bizans imparatorluk topraklarına karşı gaza faa 1 iyeti ne başi ayacaktı r. 1299'a doğru Osman, savaş Uc'unu Karacah isar-Söğüt bölgesinden batıda ileride, Bilecik-Yenişehir bölgesine taşıyacaktır. Osman Gazi'nin payitahtını iznik'e yakın Ye nişehir'e nakletmesi, bundan sonraki hedefini göstermekteydi. Şimdi doğrudan Bizans sınırları bitişiğindeki Bithynia topraklarına akına başladı. Yenişehir'den akınlarında zaman zaman iznik'e inerdi.10

9 Aşıkpaşazade, a.g.e., 1 O. Bab; Neşri, I, 88-92. 10 Aşıkpaşazade, a.g.e., 15. Bab

114 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

129ü'larda Kastamonu'da Hüsameddin Çoban soyundan Muzafferüddin Yavlak Arslan, sipahbed-i diyar-i uc, unvanıyla hüküm sürüyordu.11 Pachymeres, Osman Gazi'nin ortaya çıkışını, Kastamonu emirine "Amurius oğulları"na yani "Emir oğulları" na bağlar.

Argun Han'ın ölümü ve Keyhatu'nun han seçilmesinden (22 Temmuz 1291) sonra iran Moğolları arasında başlayan taht kavgaları sırasında Anadolu anarşi içinde kaldı. Uelarda Türkmenler başkaldırdılar. Kılıç Arslan, Kastamonu Uc'una gitti ve oradaki Uc Türkmenlerini topladı. Eskiden beri MesCıd'a taraftar bulunan uc, Yavlak Aslan'ı öldürdü. 1291 olaylarında sonra Selçuklu Moğol bağımlılığından çıkmış olan Çoban oğlu Ali, uzakta Batı'da, Bizans topraklarına saldırılara başlamış, Sakarya nehrine kadar fe tihler yapmış, hatta akınlarını nehrin öbür tarafına kadar ilerietmişti (Pachymeres). Fakat, sonraları Bizanslılarla barışçı ilişkiye girdi. O zaman Osman Gazi en ileri ucda Sakarya vadisinin beri yakasında Söğüd bölgesinde bulunuyordu. Pachymeres, açıkça bildirmektedir ki, akını durduran Ali'nin yanındakiler Osman tarafına geçtiler ve onun önderliğinde akınlarını sürdürdüler. Pachymeres Osman'ın o zaman Çobanoğulları'nın emri altında ileri hatta bir uc savaşçısı olduğunu vurgular.12 Böylece, bu serhat bölgesinde önderlik, Osman Gazi'ye geçmiş. işte Pachymeres, Osman'ın ortaya çıkışını bu şekilde açıklamaya çalışır. Onun anlattığı tarihte Os ma n, Eskişehir-Kara ca h i sar'da n gel ip Bi lee i k-Yen işe h i r'de yerleşerek izn i k'i tehdit etmeye başlamıştı. Pachymeres, onun önceki Karacahisar dönemini (1288- 1299) tabii bilemezdi. Pachymeres'in kaydı şu bakımdan son derece önemlidir: ilk kez çağdaş bir yabancı tarihte zikredilmiş, böylece tarih sahnesine çıkmış bulunuyordu. Osman'la çağdaş olan tarihçi Pachymeres'in Osman hakkında şu gözlem i ilginçtir: Uc bölgesinde Türkmenler arasında en atılgan, en enerjik akıncı önderi Osman'dır. Bizanslı kronikçi, Osmanlı rivayetlerinde olmayan bir başka önemli noktayı belirtir: Osman (Atmanes), Kastamonu (Paflogonya) Uc emirleri Çoban-oğulları emrinde bir uc savaşçısıdır.

Osman'ın 1301'e doğru Bizans imparatorluğu'nun bir merkezi ve konsillerin toplantı yeri olan önemli iznik şehrini ele geçirmek üzere harekete geçti.

Pachymeres, imparatorun komutanı Mouzolôn ile Osman arasında Bapheus Savaşı'nı ayrıntılarıyla anlatır. Anonim Te varih, iznik kuşatmasını Dinboz Savaşı'ndan hemen öneeye koyar.

I ı Yaşar Yü cel, Çobanoğulları-Çandaroğulları, TIK, Ankara ı 980. 12 Pachymeres ve Zacharidau'daki yanılmalar için bkz. İnalcık, Halil, Ca mbridge History of Is lam, ı970.

115 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI iznik için Osman Gazi ve Bizans Mücadelesi

Osman 1299'da Bilecik-inegöl-Yenişehir bölgesini aldı. 1302'de gelip iznik'i kuşam ve Bapheus'ta bir Bizans ordusunu bozdu. Bilecik-Lefke-Mekece-Ahhisar-Geyve fet i h leriyle Bizans' ı n i kinci savunma hattın ı ele geçirdi (1299-1304); böylece iznik'i her yandan çevirmiş oldu.

Osman Gazi, bir uc gaza üssü olarak İznik'ten yalnız 25 km. uzakta bulunan Yenişehir'e yerleştiği zaman (1299) hedefi, Bthynia'nın iki büyük merkezi olan iznik ve Bursa idi. imparatorun oğlu IX. Mihal'in Batı Anadolu'ya hareket tarihinde, 1302 baharında, Pachymeres, "Amourios" (Yavlak Aslan oğlu Ali), "Lamises ve Atmanes (Osman)"ın saldırı halinde olduklarına işaret eder.n Ayrıca 1302 baharında Bizanslı general Mouzalôn Mesethynia'da ağır bir bozguna uğradığını (Bapheus Savaşı) ve tüm yöre Rum halkının göç etmekte olduğunu, bu bozgun üzerine Türklere karşı savunmanın acil bir durum yarattığını kaydeder.14

Bapheus Savaşı gerçekte 1302 Temmuz ayında vuku bulmuştur. Osmanlı rivayeri de bunu doğrular. Savaşı uzun uzadıya anlatan Anonim Te varih-i Al-i Osman's ve Aşı kpaşazade'nin özetiediği eski Menakıbname, Bapheus (Koyunhisarı) Savaşı'nı Dinboz (Dinboz, Dinanoz) Savaşı için eski menakıbname Hicrl 702 tarihini verir.'6 Aynı menakıbname, izni k kuşatmasını Dinboz Savaşı'ndan hemen öneeye koyar.

Savaşın yazın temmuzda vuku bulduğu düşünülürse (Pachymeres) Bapheus Savaşı 701 Hicrl yılının sonlarında, yani Temmuz 1302'de olmuştur.

Yalak-Ovası (Günümüzde, Yalova'ya bağlı Altınova ilçesi merkezi), Yalak­ Dere'nin Hersek Dili'ne ulaştığı düzlüktür. Burada vuku bulan savaştan önce Bizans kuvvetleriyle Osman'ın öncü kuvvetleri, izni k'ten gelen yolu kapatan Koyun-Hisarı'nda çarpışmışlardır (Pachymeres). Yalak-Dere vadisini izleyerek İznik'ten gelen ana yol üzerinde Koyun-Hisarı, Yalak-Ovası'na çıkmadan önce tepedeki hisardır. Menakıbname'nin bu hisar hakkında ifadesi aynen şöyledir: "Yukart sırtdaki hisar anun (Kaloyan'ın) idi. Şimdiki zamanda Türk ana Koyun-

13 Pachymeres, Georges, Relatiom Historiques, ed. Albert Belles Failer, translation inro French by Vitelien Laurenr, Paris: Les Lettres, IV, 1999, X, 20. s. 346; Y. Yt icel, "Çobanoğulları Beyliği", Anadolu Beylikleri Ha kkında AnıJtırmalar; Ankara 1991, s.31-51. 14 Pachymeres, X, 24, s. 355-357. 15 Die altosmarıischen anaonymen Chrorıiken, Yay., F. Giese, Breslau 1922. 16 Al1med �ıkl (Aşıkpaşazade), Tevdrih-i At-i Osman, yay. , ç.N. Atsız, İstanbul 1947, 16 ve 17. Bab'lar.

116 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Hisan derler". Pachymeres'in ifadesi de savaşın izmit'e yakın sahilde, ovada yapıldığını teyit eder. Bursa'ya yakın Dinboz üzerinde bir ikinci Koyun-Hisarı vardır.17 Menakıbname, Yenişehir-Bursa yolu üzerinde Dinboz (Dimboz, bugün Erdoğan) savaşını anlatırken, "Dimboz'da Koyun-Hisan'na giden yol"dan söz eder: "Bapheus'dan sonra 1303'de Tekvurlarla Osman ilkin Koyun-Hisarı'nda buluştular, ceng ede ede Dinboz'a geldiler".

Bapheus (Ya/ak -Ova) Zaferi (Pachymeres'ten almt1]18

"Osman, dağ geçidi ni geçip birden (ovada) göründü. O kendi kuvvetleriyle biri ikte, daha önce Paflogonya dolayiarından savaş için kendisine gelip katılan birçok savaşçının başında idi.'9 LE�on Mouzalôn kumandası altındaki kuvvetler,Aian'lar, oluşan kendi askeri ile yerli ve yabancı askerden oluşuyordu. Hepsi yaklaşık iki bin kişiye varıyordu. Kendi toprakları üzerinde savaşmakta oldukları olgusu, onlara kalabalık bir düşmana karşı savaşa atılma cesareti veriyordu.

Alan'lar ilk atılım gücünü kaybettiler ve pek cesaretle savaşa girmediler. Rumlardan birçoğu savaş meydanında kalırken, çoğu yakın olan izmir kalesine, hep beraber utanç verici şekilde, yol açıp kaçmak üzere firar yolunu tuttular.

... Kır halkı, tüm aileleriyle gelip lstanbul'a sığınmakta idiler. ... Yağmalar, Bursa ve lznik kapı/anna kadar uzanıyordu, böylece etraftaki tüm kırsal bölge tahrip edildi. Ta bribat korkunç ve önüne geçilmezdi. Her şey birkaç gün içinde harabeye dönmüştü':

Anonim Te varih 'te Koyunhisan

Osmanlı kaynaklarından bu savaşın en ayrıntılı biçimde anlatıldığı Anonim Te varih-i Al-i Osman'daki bölümü aşağıda veriyoruz:

1. Osman'ın bir oğlu, adını Ali Paşa kodu, anası yanında alıkodu.

17 Bazı yerel tarih yazarları Bapheus Savaşı'nın yeri olarak Ye nişehir-Bursa yolu üzerindeki ovanın sağ tarafındaki Koyunhisar' ı gösterirler. Sahile çıkan zırhlı Bizans kuvvetinin 50 km. uzakta savaşması mantık dışıdır. Koyun odatan çobanların sürülerini dinlendirdikleri birçok eski Roma hisarına "Koyun Hisarı" denmiştir. 18 Pachymeres, X, 25, s. 364-368. 19 Failer, 366, not. 66'da Pachymeres'i izleyerek Osman' a Meandre (BüyükMenderes) 'den kuvverler gelip karıldığını söyler. Bu doğru görünmüyor. Osman'a Karahisar'dan yardım geldiğini biliyoruz. Bkz. Aşağıda Osmanlı kaynaklarının analizi.

117 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

2. Osman Gazi (Neşrl, Orhan Gazi ile) bu tarafda iller açardı.

3. Ge/üp Köprü-Hisann yağma ile al up fethetti.

4. Andan ge/üp lznik'i hisar etti. (Kuşatmak için hava/e kule/eri)

5. Gördüler kim cenk ile alınmaz, dört yanı su, hiç katına adam vanmazdı.

6. Vardılar, Yenişehir'den, yana olan dağ divannda bir hava/e kule yaptılar, ol kal'anın içinde adam kodu/ar; o zemanda Tuz (Draz) Ali derlerdi, bir dilaver ad/u vard1, gayet bahad1r pehlivan idi.

12. Istanbul Te kvuru bu hale vakıfoldu, hayli gemiler cem' ed üp içine çok leşkerler koyup gönderdiler kim varalar, Gazileri lznik üzerinden ay1ralar. Gemilere girüp 'azm edüp gitdi/er kim varalar, Yalok-Ovası'na ç1kalar, andan lznik üzerine varalar, Gazileri gajilen basa/ar.

13 ... Gaziler dahi yürüyüp, ol kafirlerin ç1kacak kenarda pusuya girip durdular. Bu yanadan kafirler dahi gemilerin sürüp varup ol Yafak-Ovası'nda denizden ol kenara iskele urup bir gece Çlkmağa başladılar, kuruya (karaya) döküldü/er. .. . Kıl ı c urdular, kajirleri birbirine katt1far.

16. ... Bu kez Ya fak-Ovasi'na doluştular. Kim ol vakit bu Ya/ak-Ovası sarp dağlar ve sa rp hisariardı ve hem bi-nihaye ilierdi ve şenlik yer/erdi . ... Şöyle rivayet ederler kim, ol yörenin şenlik olmasma birkaç sebep beyan ettiler. Biri ol kim, sarp yer/erdi; ikincisi ol kim Gazilerden ürhip gelen dahi anda gelmişti'�

Köprühisar, güneyden Bilecik'ten ve batıdan Yen işehir'den iznik'e gelen başlıca yolarlı kavşak noktasıdır. iznik'e sefer için Osman'ın ilkin Köprühisar'ı alması gerekiyordu. Anonim'de, Pachymeres'te bahsedilen Koyunhisarı'na Osman'a karşı gönderilen yüz kişilik ilk keşif kuvvetinden söz edilmemiştir. Aslında Anonim ve Pachymeres birbirini tamamlayan bilgiler vermektedir. Her iki kaynak imparatorun; ordusunu, kuşatma altındaki iznik'i kurtarmak için gönderdiği noktasında birleşirler.

118 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi iznik kuşatması ve Koyunhisar Savaşı hakkında başka ayrıntılı bir Osmanlı rivayetini Neşrl'de:20 "lznik'in yol/ann kesip şehre karadan girmez oldu, k1tlik olup şehri halk1 bunal1p gölden uğurlaym lstanbu/'a mededci gönderip istimdad ettiler" (Pachymeres de istanbul'a habereinin "Göi-Kapısı'ndan" gönderildiğini açıklamıştır). Pacymeres, Osman'ın iznik kuşatmasını bırakarak "dağlık araziyi geçitler"den geçerek (Yalak-Dere üzerinde Kırk-Geçit) Bapheus'a geldiğini belirtir. Anonim, daha aşağıda bu ayrıntıları yerel bir (Rum) kaynaktan aldığını itiraf eder: (hem ol zamanı görmüş ademilerden rivayet olunmuştur). Anonim'in kaynağı, Yalak-Ova-izmit-Marmara bölgesinin "şenliği" nedenlerini de açıklamıştır. "0/ yörenin şenlik olmasma birkaç sebeb beyan ettiler, biri ol kim sarp yer/erdi, ikincisi ol kim Gazilerden ürküp gelen iller dahi anda gelmiş idi': Laskaridler (1204-1261) döneminde tarımda bölgenin refah nedenleri böylece açıklık kazanıyor: Türkmen akınları yüzünden bölgeye yoğun göç, bu bereketli düzlükte (Yalak-Ova) ve kıyı şeridi ile dağ sırtlarında köylünün yoğun tarım faaliyetlerine yol açmış olmalıdır.

Osman Gazi, imparator ordusunun yolda olduğu haberini alınca Konya sultanından yardım istemiştir. Pachymeres, bu yardımın Meandre (Menderes) bölgesinden geldiğini iddia eder. Bu noktada Neşrl'ye göre Osman der ki: "/stanbul'da bl-k1yas leşker geliyürür, eğer ayn!Jrsavuz üzerimize üzerimize hücum edip etraf Rumi'nin kofirieri bize şlr-glr olurlar; bu gelen kafirin smmasma bir çare olsa dedi. Gaziler eyittiler. Bizim adam1m1z ad1r, biz dahi Alaeddin-i Sani'den istimdad edelim deyip fi'l-hôl Konya'ya adam gönderdiler. ....Sultan Altıeddin-i San/ (sic) bu haberleri işidib ... Buyurdu ki, Sahib-i Karahisar'dan bir nice bir halk muavene varalar, Sultan'a giden adam dahi gelmedin Istanbul'dan kafir gelip Dil'dengeçmeğe başladi': Neşrl'ye göre (1, 106), Osman, "Ya/ak-H isan'ndan (Koyun­ hisar) dil (tutsak)alup kafirin gafletin" öğrenmiş.

Bizans kaynağı 1305'te Osman' ı n ordusunun atlı ve yaya beş bini bulduğunu, Bapheus zaferinden sonra bu askerin istanbul Bağazı'na kadar akınlar yapıp her yana yayıldığını doğrular. Pachymeres, Osman'ın ordusuna Paflogonya'dan (Bolu-Kastamonu-Sinop) birçok savaşçının katıldığını belirtir. Böylece, Bapheus Savaşı dönemi, Bizans ile Selçuklu uc güçlerinin bu tarihte harekete geçtiği kapsamlı bir karşılaşma niteliği kazanmıştır (1304'te Ephesus'un düşmesi). Anonim rivayetinde bu geniş harekat tam anlamıyla açıklanmış değildir.

20 Neşrl, Kitab-ı Cihan-Niim!ı, I, yay. Unar, F.R.,-A. Köymen, Ankara I 949, s. 104-108.

119 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Savaş, Anonim'e göre Bizans kuvvetleri Yalak-Ovası'nda sahile çıkmaya başladığında gazilerin baskını biçiminde "gafilen" başlamıştır. Neşri, Osman'ın "g ece" bask1n edüp basıp ba'zm kılıçtan geçirip ve ba'zm denize gark edüp" zafer kazandığını söyleyerek Anonim'den biraz ayrılmıştır. Neşri'ye göre karadan Gebze'ye yakın istanbul'a gitmişlerdir. Farklı ayrımılar dikkate alınırsa, Anonim ve Neşri birbirinden bağımsız görünmekcedir veya her ikisinin kaynağı bu savaşa ait ayrımılı bir menakıbname olmalıdır.

Ancak, olayları mancıksal bir kronolojiye sokma çabasında olan Neşrl'ye göre, bu büyük başarıyı öğrenen Selçuklu Sultanı Alaeddin (lll. Alaeddin Keykubad, 1298-1302), Osman'a sancak beyliği sembolleri (tabıi, alem, at, kılıç ve hil'at) göndermiştir. Oysa Neşr'i'nin kaynağı Aşikpaşazade Ta rihi'nde, (8. Bab) Sultan'ın bu beylik alametlerini 687/1288 Karacahisar'ın fethi üzerine gönderdiği kaydedilmiştir. Neşri, bu kaydı Koyunhisar Savaşı tarihine 1302'ye koymayı daha doğru bulmuştur. XV. yüzyıl sonları ve XVI. yüzyılda yazılan genel Osmanlı tarihleri idris Bitlisi (Bidlisi), Kemal Paşazade, Ruhi, Lutfi Paşa'nın üç temel

kaynağı, Aşıkpaşazade, Neşri ve Anonim Te var/h-i Al- i Osman'dan birini, ikisini veya her üçünü kopya etmek veya bağdaştırmak dışında yeni bir şey içermezler, herhalde bağımsız birer kaynak niteliği yoktur.2'

Bizans imparatorluk ordusuna karşı kazanılan bu zafer, Osman'ı bölgede sivrilen karizmatik bir bey durumuna yükseltmiştir. Pachymeres, bu zaferle Osman'ın şöhretinin Paflagonya (Kastamonu) bölgesine yayıldığını ve gazilerin onun bayrağı altına koşuştuklarını kaydeder. XV. yüzyıl sonlarında tarihçi Neşri, onun beyliğini bu tarihe koymakla haklıdır. Bapheus Savaşı, Osman'a hanedan kurucusu bir bey prestiji kazandırmış, kendisinden sonra oğlu Orhan rakipsiz beylik tahtına geçmiştir. Böylece 27 Temmuz 1302 tarihini Osmanlı hanedanının, dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin kesin kuruluş tarihi olarak kabul edebiliriz.

Kuşkusuz, Bapheus zaferiyle Osman, Bithynia'da Bizans egemenliğini tehdit eden önemli bir siyasi-askeri güç olarak ortaya çıkmıştır. Pachymeres gibi Osmanlı yazarı Yazıcızade de, 1300'den sonra Osman'ın şöhretinin uzak islam memlekeclerine yayı ldığını ve her taraftan "göçe göç ardmca Tü rk-evleri gelip dolduğunu" kaydeder.

Bapheus'tan Sonraki Gelişmeler

Pachymeres'in açıkladığı gibi, direnç görmeyen ve ganimet için uc bölgesine koşup gelmiş gaziler, bir sel gibi istanbul Boğazı'na kadar yayıldılar. Bapheus 21 Ha!U İnalcık, "Osman Gazi's Siege", s. 82-87.

120 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi bozgunundan sonra 1302-1307 yılları arasında bu durum karşısında Bizans'ın düştüğü anarşi ve çaresizlik durumunu Pachymeres son bölümlerinde dramatik ifadelerle anlatmaktadır. Tüm Mesothynia bu akıncıların ayakları altına düşmüş bulunuyordu (Mesothynia, iznik kuzeyi, istanbul karşısında Kadıköy'e ve aşağı Sakarya'ya kadar Koca-eli bölgesi olarak tespit olunmaktadır. Bu bölge, Sakarya Ucu'ndaki Türk kuvvetlerinin 1301- 1307 yılları arasında ileri harekatta bulundukları toprakları içermektedir).

(Rumlar) sadece hayatlarını kurtarmak için Doğu'yu bırakıp Batı'ya kaçıyorlardı: ...Türkler çok kalabalık idiler ve birçok başbuğ kumandası altında idiler. Bu akıncılar, 1304 yılı başlarında Koca-eli'nde istanbul Boğazı'na kadar her yerde faaliyet göstermekte idiler. Türkler bir gemi bulunca Boğaz'ı geçiyor, istanbul önlerine kadar geliyorlardı. Chele (Şile) ve Anadolu-Kavağı'nda tepede Hieron (Yoros) kaleleri onların saldırılarına hedef oluyordu. Panik halinde kaçan Rum halkı, istanbul'a sığınıyor; sokaklar açlık ve hastalık çeken insanlarla doluyordu.

1302'de IX. Mihail'in ricatı, Gazan Han'ın ölümü (Mayıs 1304) ve Katalanların Batı Anadolu'da Tü rkmenler karşısında kalıcı bir sonuç alamadan geri dönüşü (1304 sonbaharı) ve nihayet Ephesus'un Sasa Bey tarafından fethi (26 Ekim 1304) Osman'ın Bizans'a karşı neden 1302-1305 yıllarında saldırgan bir siyaset günüğünü açıklar.

Pachymeres Türkler için şöyle demiştir: " ... Kalabalik ve birbirinden ay n gruplar halindeki Türkler birçok başbuğa tabi olup, bir başbuğ, adamianna başka başbuğlann idaresinde yağmalara katilma izni veriyordu':

Bapheus'tan sonra Osman, denize kadar "iznik ve Pythia etrafındaki tüm toprakları ele geçirmiş bulunuyordu (Pythia, "izmit körfezi güney kıyısında bir şehir" bugünkü Yalova olarak düşünülüyor).

Osmanlı kuvvetleri, 1303 Dinboz zaferi üzerine batıda Ulubad (Lopadion), güneyde Adrianoi (Atranos;bugün Orhaneli) kalelerine kadar akın yaptılar ve Yenişehir'e çekildiler.22 Keza; Osman, Bursa ve iznik etrafında "havale" kuleleri inşa ederek Bithynia'nın bu iki şehri önünden esas kuvvetlerini çekti. Osman, 1304 ve 1305 yıllarında doğuda Sakarya vadisinde iznik'e giden ana yollar üzeri ndeki h isarlar üzeri ne seferleri içi n kuvvetleri toplamak zorunda idi.

Ye nişehir Ovası'ndan Bursa Ovası'na giden yol, Koyunhisarı kalesi ve tepede Marmaracık kalesi üzerinden derin bir boğaza, Dinboz (Dimboz, bugün Erdoğan)

22 Aşıkpaşazade, a.g. e., 17. Bab.

121 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI dağ geçidine varır. Bursa ovasındaki tekfurlar, Bapheus'tan sonra Osman'ın artan tehdidi karşısında, belki imparatordan aldıkları emir üzerine ittifak ettiler. Bursa, Adranos, Bidnos, (Patnos?), Kestel, Kite tekfurları kuvvetleri birleştirip Dinboz Boğazı'nı geçip, Osman'ın uc merkezi Yenişehir'e doğru yürüdüler.

Bu büyük kuvveti Osman'ın yanındaki askerler Koyun hisarı'nda karşıladı: düşman savaşa savaşa Dimboz Boğazı'na kadar çekildi ve kesin savaşı orada verdi. Tekfurlar "dağa arka verdiler, durdılar, gayet de kırkun oldu"; Zafer Osman'ın oldu. Boğaz'ı geçerek Bursa Ovası'na indi. Kestel tekfuru savaşta düşmüştü (ölmüştü). Adranos tekfuru kaçmayı başardı, Bursa tekfuru kaçıp Bursa hisarına kapandı. Osman karşısında kalan Kite cekfurunu Lopadionea'ya (Uiubad) kadar kovaladı. Tekfur, köprüyü geçip Ulubad tekfuruna sığındı. Tekfur köprüyü hiçbir zaman geçmeye kalkışmaması koşuluyla Kite tekfurunu Osman'a teslim etti. Artık Sakarya-Ya lova hattının güneyinde Uluabat Gölü'ne kadar topraklar Türklerin yerleşimine açılmıştı.

Paflogonya ve Anadolu'nun başka taraflarından gaza ve "doyum" için akın akın bayrağı altına gelen yoldaşlada ordusu beş bin kişiye varmış bulunuyordu.

Hicrl 704 seferi hakkında ilk ve en ayrıntılı kaynağımız, Aşıkpaşazade'de (20. Bab) ishak Faklh ve Ya h şi Faklh'ten gelen rivayettir. Sefer mevsimi yaz ayları olduğundan Osman'ın bu seferi 1304 yılına düşse gerekir.

Osman Gazi'nin Sakarya Seteri (70411304)

Aşıkpaşazade (20. Bab) bu seferle ilgili;

" ....Doğru Lefke'ye vard!lar, Çadtrlu Tekvuru ve Lefke Tekvuru muti' olup karşu geldiler (karştlad!lar), memleket/erin teslim ettiler..... Andan Mekece'ye vard!lar; ol dahi ita'atilen geldi. Te kvuru Ak-Hisar'a bile geldi. Ak-Hisar Te kvuru leşker cem' etmiş, karşu geldi, gayetde eyü ceng etdiler, ahir kaçdt, hisarına girmedi. Gaziler hisart yağma ettiler. ... Geyve'ye vard!lar. ... Te kvurun dutdtlar; Osman Gazi'ye getürdiler.. .. Bir ayda n artucak ol vilayette durdular; muti' olan yerleri timar-erine verdiler. Halktn emn ü aman ilen inandırd!lar. Vilayet mukarrer o/dı, ta şimdiye değin," demiştir.

Osman Gazi'nin bu Sakarya seferinde, Orta-Sakarya üzerinde iznik'e kuzeyden ve doğudan gelen belli başlı geçit yerlerindeki kaleleri, Lefke, Mekece ve Geyve'yi ve yakın hisariarı ele geçirdiği anlaşılmaktadır.

122 Fethe Giden Yol Bursa ve Osmanga zi

Bapheus Zaferi (1302) üzerine Bizans direncinin kırıldığına inanan binlerce gazi Anadolu içlerinden gaza ve ganimec için Bithynia bölgesine akın akın gelmektedir.

Türkler, yalnız Ch€M (Şile) ve Asrrabit'e (Şile'nin 60 km. doğusunda) değil, Boğaz'ın girişinde Hieron kalesine (Anadolu Kavağı'nda tepede Yoros Kalesi) saldırıyordu. izmit açlık ve susuzluk içinde son derece kötü durumdaydı, iznik şehri ecraftan çevrilmiş dışarıyla ilişkisi kesilmiş kıtlık içindeydi. Kroulla ve Katoika'nın durumu daha kötü idi. (Kroulla Gürle'dir. Failler, Katoika'yı Arnakis'i izleyerek Kite olarak ileri sürmüştür. Katoika, Kara-Çepüş Kalesi'dir). Bizans'tan Harakleion (Marmara Ereğlisi) Limanı'na, oradan iznik'e gelen yolun kapanmış olduğunu Pachymeres açıklıyor. 1304 seferinde Osman tüm Sakarya vadisini, Geyve, Mekece, Absu (Hypsu) ve Lefke'yi ele geçirmiş bulunuyordu. iznik'e erişmek yalnız göl tarafından Kios (Gemilik, Gemlik) yolu açık kalmıştı. Neşrl de Osman'ın 1302 kuşatmasında yalnız göl kapısından iscanbul'a haberci gidebildiğini yineler.

Rum tarihçi genel durumu tasvir ederek şöyle devam ediyor (21. Bab): "Pylai (Topçu Iskelesi) ve Pthyia (Yalova) halkı, Chalcedon (Kadıköy) halkı ve Halizônlar (/zmit-Yalova arasında yaşayan yerli halk) aynı güç duruma düşmüş/erdi. Kios (Gemlik)'a gemi ile gelenler o gün orada bekliyor ve gece selametle yollarına devam ediyorlar, sahili izleyerek Askania Gölü'ne (/znik Gölü) varıyorlar, şehrin göl kapıstnda kıyıya çıkıyorlar, şehre giriyor/ardı".

Orhan 'm Seteri (1305)

Bu arada Pachymeres, Marmara Denizi kıyısında Pegai'in aynı güçlükler içinde olduğunu belirtir. Pegai yarımadası (Kara-Biga) antik dönemden muazzam sırlarla Marmara tarafından ele geçirilmiştir. Pachymeres'e göre Kara-Biga yarımadasına civar halkı kaçıp sığınmış, kalabalıkcan salgın hastalık çıkmış, her gün yüzlerce insan ölüme kurban girmişti.

Katalanlar, 1303-1304 kışında Kyzikos (Kapudağı)'ca atıl oturuyorlardı ve tüm kaygıları imparatordan para koparmaktı. Öte yandan ücretli gruplar, özellikle Katalanlarla Alan'lar arasındaki çekişme, Türklere karşı hareketi geciktiriyordu.

Türkmen gazi beylerinin üstün yanı, sadece ganimet vaadiyle Anadolu içinden binlerce gaziyi bayrakları alcında toplayabilmeleridir. Bizans'a karşı Türkmen beylerinin askeri üstünlüğünü bu durum açıklayabilir. imparator, Katalanları Pegai ve dolaylarında Türk akıniarına karşı gönderme imkanı bulamadı.

123 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Türkmen beylerinin en güçlüsü Germiyan Beyi Alişlr, Philadelphia'yı (Alaşehir) kuşatmış, ecraftaki kaleleri eline geçirmiş olup şehri açlıkla teslim almak üzere idi (1304). imparator, Katalanları o tarafa sevk eni.

Daha bu tarihte Osmanlı uc kuvvetleri Sakarya Vadisi'nde Absu'yu (Pachymeres'te Hypsu, bugün Abcalar) ve Kara-Çepüş'ten ileride Beşköprü-Adapazarı Ovası'na inmiş görünmektedirler. Kara-Çepüş ve Absuyu fetihten sonra Konur-Aip'a uc verildi.

Böylece 1 305'te iznik'e gelen tüm yollar, Osman Gazi'nin kontrolü altı na geçmiştir. Sapanca'dan gelen yol üzerinde Akhisar, Geyve ve Kara-Çepüş (Katoika) kaleleri, doğudan gelen yolları Sakarya üzerinde kontrol eden Mekece ve Lefke, hepsi bu tarihte Osman'ın eline geçmiş bulunuyordu.

124 � r �u � ...__---fo\: lE lE o ·"""' � �lUJ [L: � �

. Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

OSMANLI SULTANLARININ UNV•• ANLARI (TITULA• • • TUR)•• EGEMENLIK• KAVRAMiı ve

Osmanlı sultanlarının çeşitli dönemlerde kullandıkları unvanlar aynı zamanda devlet ve hükümdarlık kavramlarını ve devletin gelişme dönemlerini de açıklar. Önem verilen unvanlar Han (Hakan, Kağan), Sultan ve Padişah unvanlarıdır. Bu unsurlar sırasıyla Orca Asya Türk devleti, islam devleti ve irani devlet geleneğini yansıtmaktadır. Tabii, hükümdan n ülkesi ve gücü geliştikçe bu unvaniara yenileri eklenmiş yahut onların daha şatafatlı öz-deyimleri kullanılmaya başlanmıştır, istanbul'un fethinden sonra Mekke ve Medine ile Arap memleketlerinin ilhakıyla ı. Selim "Hadimu'I-Haremeyni'ş-Şerifeyn," Kanuni Süleyman "Halife-i Müslimin ve Hallfe-i RCıy-i Zemin" unvaniarını yeğledi. ilk Osmanlı beyliğini kurmuş olan Osman, Gazi Bey (Beg) veya Emir, Emlru'l­ mu'azzam unvanlarıyla yetinmiş görünmektedir. Sonraki rivayetlerde Osman için Han unvanı da yakıştırılmıştır. Gazi unvanı, Türkçe asil savaşçı anlamında Avrasya'da kullanılan Alp unvanının karşılığı olarak kullanılmıştır. Osman'ın kardeşi Gündüz ve silah arkadaşları hep Alp unvanı taşımışlardır. Aynı zamanda Moğolca aynı anlamda Bagatur unvanını Bahadır şekliyle alp karşılığı kullanmışlardır. Orhan, ilk kez adına gümüş sikke basılan ve sultan unvanı alan Osmanlı hükümdarıdır. Daha önceki tarihlerde kirabelerde Orhan için kullanılan sultanü'l-guzat, yani gaziler sultanı unvanı, gerçek sultanü'l-a'zam unvanını alamadığı için kaçarnaklı kullanılmıştır. Moğol ilhanlı hükümdarları sultan unvanı almaya kalkışan Anadolu emirlerini şiddetle cezalandırmışlardır. Zira, bağımsız hükümdar olarak sultan unvanını kullanmak için mutlaka adına hutbe okunmak ve gümüş akça basılmak gerekir. Orhan, bir hükümdar olarak son ilhanlı hükümdan Abu Said Bahadır Han'ın ölümünden (1336) sonra öteki Anadolu emirleri gibi Sultan unvanını kullanmaya başladı. Rumeli'de

1 HalU İnalcık, "Osmanlı Sultanlarının Unvaniarı (Tıtülatür) ve Egemenlik Kavramı", Doğu Batı, Makaleler Il, 2.b., Doğu Batı Yayınları, Ankara 2009, s. 188-192.

127 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI imparatorluğu kuran 1. Murad ilk defa yüce hükümdar, imparator anlamında HüdavendigBeg>Bey daima, siyasi hüküm sahibi kişi anlamında kullanılmıştır. Osmanlı literatüründe kumanda yetkisine sahip zalm/subaşılar ve sancak beyi gibi daha yukarı rütbedekiler Beg (Bey) unvanı taşırlardı. Öbür yandan, Yunanca kökenli efendi ve kefalya (kavala) unvaniarı da yerleşmiştir. Birincisi ileri gelen ulema, ikincisi XV. yüzyıla kadar uc bölgelerindeki subaşılar için kullanılmıştır (mesela Kavala Şahin). Çok sonraları, siyasi ve dini otoriteyi kişiliğinde birleştirenler için Beyefendi unvanı ortaya çıkacaktır.

Yıldırım Bayezid (1389-1402) tüm Anadolu'da öbür sultanlar üzerinde Selçuklu sultanlarının varisi olma iddiasıyla, Mısır'daki Abbas! halifesinden Sultanu'r­ Rum (Anadolu Sultanı) unvanının bir menşur (berat) ile kendisine tanımasını istedi (ibnu'I-Fırat). Bayezid'le çağdaş Avrupa resmi dilinde Bayezid imperator Tu rcorum diye anılmaktadır. Fetret döneminde (1402-1413); birbiriyle savaşan Bayezid'in beş oğlu Çelebi unvanıyla kaldılar, çünkü, Türk devleelerinde bir saltanat veraset kanunu yoktu; saltanatı yalnız olağanüstü bir olayla Tanrı belli eder inancı yerleşmiş idi. Dolayısıyla, bütün ülkenin meşru hükümdarının hangisi olduğu belli değildi; ta ki, Çelebi Mehmed tüm kardeşlerini savaşla saf dışı bıraktı, o zaman (1413) sultan unvanını alabildi. islami bir unvan olan sultan unvanı gerçek meşru hükümdarlığı ifade ettiği için daima kullanılmıştır.

Sultanu'I-Mu'azzam, Sulcanu's-Selatln veya Sultan-i a'zam, Sultanu'I-Arab ve'I­ Acem şekilleri tercih olunuyordu. Bir Müslüman devletin meşru hükümdan olarak sultan unvanından vazgeçilemezdi. ll. Murad döneminde genellikle Padişah-i 'A iem-penah (cihan halkının himayesine sığındığı ulu hükümdar, imparator) unvanı yaygınlaştı. Pehlevkede pad ulu, büyük anlamında terimierin başında gelir (pad-men=batman gibi). Pad-şah unvanıyla eş anlamda şahlar şahı demek olan Şehinşah unvanını Osmanlı hükümdarları pek az kullanmışlardır. 1. Selim ve 1. Süleyman Selim Şah ve Süleyman Şah adlarını tercih etmişlerdir. istanbul Fatihi, Doğu Roma imparatorlarının varisi olma iddiasıyla unvaniarına Kayser-i Rum unvanını ekledi. Aynı zamanda Sultanu'I-Berreyn ve Hakanu'l

128 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Bahreyn (iki karanın sulcanı ve iki denizin hakanı) unvanıyla Anadolu ve Rumeli ve Karadeniz ve Akdeniz'in hükümdan unvanını benimsedi. Bu unvanı Sultanu'l-berr ve Hakanu'l-bahr şeklinde Anadolu Selçuklularında da buluyoruz. Ataları gibi Fatih'in yeğlediği bir başka unvan da Sulcanu'I-Guzac ve'I-Mucahıdln unvanıdır.

Veli ve Şah unvanlarıyla bu dünyada ve öbür dünyada üstün varlık olma iddiasıyla ortaya çıkan Şeyh Safiyüddin Erdebill soyundan Şah ismail, "iki cihanda sultandır kalender" diyordu. Velayet, velilik, nübüvvetin koruyucusudur inancı Türkmenler, Kızılbaşlar arasında yaygı ndı. iran Safavi hükümdarlarının bu iddiasına karşı ll. Bayezid kendi zamanında veli ve kutb unvanlarıyla anılmaya başlandı. Firdevsi-i Rumi, Midilli Seferi için yazdığı kitaba Kutbname unvanını verdiği gibi Sultan'a şöyle hitab eder:

Kutb ai-Aktab1 kJian sana beyan

Ta bilerin kim dürür kutbu 'ayan

Işbu asnn kutbu kimdir şerh edem

Resm edüp kizb amdan tarh edem

Kulbsuz olmaz zaman anla yakin

Kutba inkar etmegil gayet saktn

Kub-i aktab olmaytnca her zaman

Hu zamamn kutbunu anla cedld

Şah Sultan Al-i Osman Bayez/d Kutb-i alem Padişahd1r bi-güman

Kutbu'1-aktab olmasayd1 şehriyar dileğince dönmez idi rüzgar

Tae u tahttn olmuş iken sahibi

Oldu fakr ile fe na mn ta/ibi

Kutbu'l-aktab olalı Şeh Bayez/d Bahr u berrde hark u gark oldu Yezld

Nitekim devran eder da yim fe/ek

129 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Osmanlı sulcanları sahib-i velayec (velilik) unvanına önem verir olmuşlardır. Kanuni Süleyman'a şair Yahya Sahib-i Velayet diye hitab etmiştir. Bu dönemde tasavvufl akımların güç kazanmasıyla beraber velaye ve kütbiyya teorileri padişahın dini ve cismanl otoriteyi nefislerinde cemsil ettikleri inancını kuvvetlendirdi. Arap ülkelerini, özellikle Hicaz'ı ülkesine katmış olan Yavuz Selim, Memluk sulcanlarının Hamiyu'I-Haramayni'ş-Şerlfeyn unvanını Hadimu'I­ Haremeyni'ş-Şerlfeyn (Mekke ve Medine'nin hadimi) biçiminde benimsemiş, fakat Abbas! halifelerine özgü olan Hilafet-i Kübra'ya yani dünyadaki bütün Müslümanların meşru dini ve siyasi hakimi olmak iddiasında bulunmamıştır. Halife'nin bu unvanı na saygı gösteren Anadolu Selçuklu sulcanları saltanat tahtına oturduklarında Bağdad Abbasi halifelerinden bir tayin menşuru istemişler ve kirabelerde kendilerini halifenin "zahiri", "mu'lni", yardımcısı olarak anmışlardır. Onlar böylece, sulcanın yani islam'da siyasi otoritenin icrasına halife tarafından izin verilmiş hükümdar teorisine daima sadık kalmışlardır. Böylece halife teorik olarak Umma (ümmet)'nın, yani bütün Müslümanların üzerinde sayılmıştır. ı. Selim'in evrensel hilafet yetki ve sembollerini Mısır'da oturan Abbas! halifesi lll. EI-Mütevekkil'den bir merasimle devraldığına dair rivayet, galiba XVIII. yüzyılda ortaya atılmış ve Osmanlı sultanlarınca benimsenmiş asılsız bir rivayettir. Çağdaş Osmanlı ve Arap kaynaklarında buna dair bir kayıt yoktur.2 EI-Mütevekkil, Selim tarafından istanbul'a gönderilmiş, yolsuzlukları yüzünden Yedikule'de hapsolunmuş, Kanuni tahta çıktığında Kahire'ye dönmesine izin verilmiştir. Osmanlı Mısır valisi Hain Ahmed Paşa, kendisini sultan, ei-Mütevekkil'i Halife ilan etmişse de, paşa yakalanıp idam edilmiş, EI-Mütevekkil, Kahire'de bir köşede belirsiz biçimde ömrünü tamamlamıştır.

Kanuni Süleyman, Hallfe-i Muslim'In ve Hallfe-i Ruy-i Zemin unvaniarını kullanmıştır. Bu, bütün Müslümanların halifeliği iddiasında bulunduğuna dair bir kanıt olarak ele alınabilir; fakat, bunun o zaman bir tartışma konusu olduğu anlaşılmaktadır. Zira;'imam Kureyş'tendir", ("EI-eimmetu min Kurayş": Buhar! ve öteki hadis mecmuaları); islam cemaatinin dini başkanlığı Kureyş kabilesine aittir, hadisi karşısında Osmanlı hükümdarının bütün Müslümanların halifesi olma iddiası o zaman iki temel tarihi olguya dayandınlmak istenmiştir: Osmanlı hükümdarları, Fatih'ten beri, tüm islam'ın gazi kılıcını elinde tutma hakkının kendilerinde olduğunu iddia etmişlerdir (istanbul fe thinden sonra Fatih'in Mısır M emluk sultanı na yazdığı mektup: Feridun Bey, M ünşeatü 's -Se/at/n, ı, s. 236). Fatih ve ll. Bayezid'e Cezayir Müslümanları ispanyol istilasına karşı heyetler gönderip himaye istemişlerdir. Dünya çapında gaza görevini üstlenen Sultan Süleyman, dünyada Hıristiyan devletlerin saldırısına uğrayan bütün Müslüman devletlerine

2 Bkz. H. Edhem, Düvel-i İslamiyye, İsranbul 1927, s. 17-19.

130 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan arka çıkmakla bu iddiayı kanıtlama yolunda idi. Örneğin, Portekiz saldırısına uğrayan Sumarra'da Atje (Açe) sultanı Alaeddin'e kale, wp ve gemi yapması için uzmanlar göndermiş, Osmanlı donanmasını yardıma göndermeyi vaad etmiş idi.3 Kazan ve Ascrahan'ı zapteden Moskof Çarına karşı Orra Asya Müslümanlarının başvurması üzeri ne Volga ve Asrrahan'a sefer düzenlenmiş (1569), Orca Asya haniıkiarına ateşli silahlarla donatılmış yeniçeri müfrezeleri yollanmış idi.4 Rus Çarı'na karşı himaye isteyen Harezm Hanı'na gönderdiği namede Süleyman, kapısını "me'haz-i (sığınacak yer) selarin-i namdar" diye anıyordu. Osmanlı hükümdarı, dünya Müslümanlarına, Mekke ve Medine'nin hadimi olarak hacca serbestçe gelip gitmeleri için güvence vermekte, bu maksatla kara ve denizde sefer önlemleri almakta idi. Kuzey Afrika Arap ülkelerini ispanyol haçlılarına karşı korumak için levent (Korsan) Babaorucca (Barbaros) Hayreddin Reis'i Kapudan-i Derya arayarak donanma ile Batı Akdeniz'e yollamakta ve Preveza'da Andrea Doria kumandası altında imparawr V. Karl'ın güçlü donanmasını bozguna uğratıyor, ülkesini Akdeniz'de en büyük deniz gücü durumuna getiriyordu (1538). Gaza ve hac yollarını koruma, Osmanlı hükümdarını fiilen bütün islam dünyasının koruyucusu durumuna getirmekte ve bu sıfatla Kanuni Süleyman Hilafet-i Kübra'ya hak iddia etmekte idi. Süleymaniye Camii kapılarından birinde Ebu's-Su'Lıd'un yazdığı kitabede Süleyman "Halife ... zıllu'l­ lah 'ala kaffetu'l-ümem" diye anılıyordu. Onun bilgin veya bilgiç vezirazamı Lutfi Paşa, hilafet üzerine risalesinde gaza'yı, onun tüm islam'ın hamisi olduğu tezini savunmakta idi. Şu olguyu da kaydetmek gerekir: 1258'de Hulagu'nun Bağdad'ı zaptı ve Abbasi ailesini kılıçtan geçirmesinden sonra islam dünyasının büyük bir bölümü Müslüman olmayan Moğol hanlarının hükmü altına düşmüştü. O zaman şeriatın uygulanması yerel ulemanın sorumluluğu halini aldı. Öbür yandan Müslüman hükümdarlar da şeriatın baş uygulayıcısı olarak imamet ve saltanatı kendi nefislerinde birleştirdiler ve bu sıfatla halife unvanını kullanmaya başladılar. ı. Murad'dan beri Osmanlı hükümdarları da, islam dünyasının başka taraflarında olduğu gibi halife unvanını kullanmışlardır. Osmanlılarda Hilafet-i Kübra iddiası, zayıflayan siyasi gücü desteklemek amacıyla gittikçe kuvvetlendi ve XVIII. yüzyıldan bu yana bütün islam dünyasının meşru halifesi biçiminde gelişme gösterdi. 1. Dünya savaşı bitiminde Hint Müslümanlarının Osmanlı hilafetini ingiliz hakimiyetine karşı kullanmaları, Hilafet Hareketi, Osmanlı sultanının halifelik iddiasının islam dünyası tarafından benimsenmiş olduğunu göstermekte idi.

3 Bkz. H. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Ek onomik ve Sosyal Tarih, s. 378-391. 4 H. İnalcık., "The Origins of rhc Orroman-Russian Rivalry and rhe Don-Volga Canal. 1569," Les Anna/es de!'Universite d'Ankara, I, 1947, s. 47-106: Türkçe çeviri: Belleteıı,XII (1948), s. 349-402. Süleyman üzerinde bkz.Ka nımfArmağ anı, TTK, Ankara 1970; Soliman leMagnifigue et son temps, Paris: Rencomres de I'Ecole de Louvre 1992.

131 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Halil inalcık Bursa'daki Osman Gazi Heykeli'nin ön çalışmasını yorumlarken

132 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

OSMAN 15

Osmanlı Devleti'nin ve Hanedanlığının Kurucusu (1302-1324) (Öim. 724/1324) ilk Osmanlı kaynaklarına göre, Anadolu'ya gelen bir Türkmen boyuna mensup olup Söğüt uc bölgesine yerleşen Ertuğrul Gazi'nin oğludur. ibn Baw:ıca, adını Osmancuk ş eki inde de verir. Ailenin menşei ve şeceresi kaynaklarda farklı şekillerde kayıtlıdır. Osman'ın babası Ertuğrul'a bağlı aşlretin Sulranöyüğü (Sultaönü)-Eskişehir bölgesinde sınır uc hattının en ileri kesiminde Söğüt'e nasıl ve ne zaman geldiği hakkındaki rivayer belirsizdir ve yanlış harıralar içerir. XV. yüzyıl Osmanlı kaynaklarından Neşrl'deki bir kayıcra Ertuğrul'un, aşiretiyle Sürmeli Çukur'a (Aras Vadisi) kadar Anadolu ve Azerbaycan'da dolaştıktan sonra gelip Engüri'ye (Ankara) yakın Karacadağ'a indiği anlatılır (bugün Ankara'nın güneyindeki Karacadağ ereğinde tipik bir Türkmen köyü olan Yaraşlı vardır ve buranın eski adı Gülşehri'dir; bu dağ üzerinde Karacadağ yaylasında Antikçağ'a ait önemli şehir arkeolojik araştırmalara konu olmuştur). Ertuğrul'un (o zaman "henüz nev-civan" olan Ertuğrul, 93 yaşında öldü)6 Selçuklu Sultanı Alaeddin'e bir savaşında yardımcı olduğu rivayeti7 aslı nda tarihi bir gerçeği n belirsiz bir hatırasını yansıtır. Nitekim, iznik Laskaris hükümdarlarından lll. loannes Vatatzes döneminde (1222-1254) uc Türkleriyle bilhassa 1225-1231 yılları arasında savaş alevlenmiş, I.Aiaeddin Keykubad Bitinya (Bithynia) uc bölgesine gelerek mücadeleye katılmıştır. Bizans kaynakları ve Suriyeli ibn Nazif Kroniği Alaeddin'in seferleri hakkında kesin deliller sağlamaktadır. ibn Nazif, Sultan Alaeddin'in Vatatzes'e karşı savaşta bazı kaleleri fethettiğini zikreder. Osmanlı rivayetinde8 Sultan Alaeddin'in Karacahisar'ı fethi hakkındaki bilgi bu çerçevede tarihi bir gerçeklik kazanır. ibn Nazif'e göre Bizans-Selçuklu

5 Halil İnalcık, "Osman I", TDViA, c. 33, s. 443-452. 6 Neşrl, I, 64, 78.

7 Aşıkpaşazade, a.g.e. , s. 92-93; Neşrl, I, 62. 8 Neşrl, I, 64.

133 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI mücadelesi Alaeddin'in "büyük kaleleri" fethi üzerine 1227'de başlamış, fakat Vatatzes Selçuk ordusunu boz muş, savaş k esi n bir sonuca ulaşmadan 1229'da devam etmiş, Celaleddin Harizmşah'ın Selçuklu doğu topraklarını tehdit etmesi (Yassıçimen Savaşı, 1230) ve ertesi yıl bir Moğol ordusunun Sivas'a kadar gelmesi üzerine Alaeddin Keykubad barış yapmıştır (1231 ). Alaeddin'in 622'ye (1225) doğru Ankara uc bölgesine geldiği hakkında kanıtlar mevcuttur. Ona ait Akköprü kirabesi 619 (1222) tarihini taşır ve Ankara Kalesi'nde Alaeddin'e nisbet edilen bir cami vardır. Alaeddin, ayrıca Konya'dan Ankara'ya gelişinde Şereflikoçhisar'da ve Beypazarı'nda camiler yaptırmıştır (622/1225). Ertuğrul'un Sultan Alaeddin ile bu bölgeye geldiği rivayeri Yazıcızade'nin eserinde yer alır.

Ertuğrul'un Alaeddin Keykubad'a bir savaşta yardımcı olduğu, sultan tarafından kendisine ilkin Karacadağ'da, ardından Söğüt'te yurt verildiği rivayeti, Laskarisler'e karşı savaşların Türkmen toplumu arasında yaşayan bir hatırası olmalıdır. Karacahisar ilk defa o zaman alınmış, sonra terk edilmiştir.9 Ankara-Eskişehir uc bölgesinden hareket eden Ertuğrul'a en ileri hatta Söğüt'te yurrluk, Domaniç'te (Domalic) yaylak verildiği anlaşılmaktadır. Ertuğrul'un halkı Söğüt'te yerleşmiş olmakla beraber yazın sürüleri Domaniç'e yayiaya götürülüyordu. XIII. yüzyıl ortalarında Sultanöyüğü bölgesinde Türkmenlerin köylerde yerleşip yarı göçebe hayata geçtikleri açıktır (Cacaoğlu Vakfiyesi). Diğer Batı Anadolu beyliklerinin kuruluşunda olduğu gibi bu bölgede de halk arasında alp gaziler gaza akınlarını örgütlemekteydi. Kendisi de bir alp olan Osman'ın gaza faaliyetine başladığı tarihten (683/1284 Kulaca fethi) önce Eskişehir ucunda durum şöyle idi: Bizans ile sınır Bilecik'te başlıyordu. Sultanöyüğü ile Bilecik arasındaki uc bölgesinde yerli tekfurlar Selçuklu sultanını tanıyor ve bölgede yaylak ve kışiakiarı olan Türkmenler ile barış içinde yaşıyordu.10 Ertuğrul'un merkezi Sultanöyüğü ucunda en ileri hatta Söğüt kasabası idi.

Neşrl'deki rivayere göre Osman, gençliğinde babası Ertuğrul ile Söğüt'te oturuyordu.11 Bu dönemde Osman'ın itburnu Köyü'nden bir kadınla macerası dolayısıyla anlatılan hikaye tarihi ilginç noktalar içerir ( itburnu Köyü Sultanönü tahrir defterlerinde kayıtlıdır; haritalarda Beştaş'a yakın itburnu Köyü Yukarı Söğüt ile Aşağı Söğüt arasında bir köydür). Bu macerada Osman'ın inönü beyi ile dostluğu, Eskihisar beyi ve Eskişehir beyi ile savaştığı anlatılır. Bu bilgiler 659-679 (1260-1280) yılları arasında bölgedeki siyasi durumu yansıtır. Eskihisar, Eskişehir'e yakın hakim tepedeki höyük (Şarhöyük) üzerindeydi, höyük Eskiçağ'lardan beri çeşitli kültürlere sahne olmuştur. Buradaki hisarda bir beyin oturduğu

9 Aşıkpaşazade, s.ı 00. ı O Neşrl, I, 64. ı 1 Neşrl, I, 74.

134 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan ve Eskişehir beyine bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Eskişehir kaplıcalannın bulunduğu Ilıca karşısında Odunpazarı bayırında Müslümanların kurduğu Eski (Yeni) şehir 1260'a doğru Selçuklu-Moğol naibi Cacaoğlu Nureddin'in oturduğu yerdi. Cacaoğlu'nun valiliği sırasında Sultanöyüğü bölgesinde Eskişehir oldukça gelişmiş bir yerdi. Vakfedilen köyler arasında Eğriözü, Gözözü, Alıncak, Sevindik, Sarıkavak, Direkli köyleri bölgede Türkmen yerleşmesinin açık bir kanıtıdır. Sonuç olarak Osman Gazi'nin gençliğinde Eskişehir ve etrafında yerleşik hayatın oldukça gelişmiş olduğu söylenebilir. Eskişehir, Eskihisar, inönü ve Söğüt'te oturan ve birbiriyle rekabet halinde bulunan beyler hakkında Neşrl'deki rivayet12 Cacaoğlu vakfiyesiyle tarihi gerçeklik kazanmaktadır. Ertuğrul'un oğlu Osman bu mücadelede bir taraf olarak görünmektedir. Söğüt'te "Ertuğrul canı için" bir çiftlik vakıf dikkati çeker.13 Bu resmi kayıt Ertuğrul hakkında en eski belgedir.

Osman'ın ve babası Ertuğrul'un mensup bul unduğu boyun hangisi olduğu konusu tartışmalıdı r. K ayı (Kayıg) boyu Xl. yüzyılda diğer Oğuz boyları gibi büyük kitleler halinde Anadolu'ya gelmiş ve küçük gruplar halinde ülkenin çeşitli bölgelerine yerleşmiştir.14 Bunu Anadolu'da yer adları haritası kanıtlamaktadır. Osman ailesinin ortaya çıktığı Sultanönü bölgesinde Kayı veya Kayı-ili adıyla köylere rastlanır. Hanedan kuran diğer Türk boyları gibi Osmanlılar Kayı damgasını bir egemenlik sembolü olarak sikkelerinde ve önemli eşyada kullanmışlardır. M.Fuad Köprülü'ye göre Kayılar, Osmanlı Devleti'nin ilk etnik çekirdeğini oluşturmuştur. Osman'ın aşireti hakkında kroniklere aktarılan bilgiler ve uydurma jenealojiler (soy kütükleri) hiçbir tarihi esasa dayanmaz. Kroniklerde genel giriş kısmında efsaneleşmiş birtakım belirsiz iddia ve gelenekler, içerdikleri tarihi bilgileri ayırt ederek kullanılmalıdır. Paul Wittek, Osmanlı hanedanının Kayı aşiretiyle ilgisi olmadığı tezini savunur; Osman'ı Oğuz Han'a bağlayan soy kütüğünün haneden siyaseti etkisiyle ll. Murad döneminde ortaya çıktığını vurgular. 138ü'lerde küçümseme amacıyla Kadı Burhaneddin, Osman'ın bir kayıkçı oğlu (Kayıg boyu kelimesinden) olduğunu söylemiştir. Timur, Yıldırım Bayezid'e bir mektubunda Osmanlı sulranına bir kayıkçı Türkmen soyundan geldiği gerekçesiyle hakaret etmek istem iştir. Osman lı hanedan ı n soyu meselesi, Timur'dan sonra oğlu Şahruh zamanında bir diplomatik tartışma konusu olmuştur. Timur, Anadolu'dan ayrılmadan önce Osmanlı çelebi sultanlar dahil bütün beylere birer yarlık vererek egemenliklerini tasdik etmişti. Oğlu Şahruh, karşıtlarını berearaf edip tahta yerleşince 1. Mehmed ve ll. Murad'a ferman ve hilatler göndererek kendisine bağımlılıklarını göstermelerini istemiş, Osmanlı sarayı bu baskı ve tehdit karşısında ciddi bir kaygıya düşmüştü. Saraya yakın

12 Neşrl, I, 74-76. 13 Hiiddvendigdr Livası Tahrir Defter/eri, s. 283 14 Köprülü, VII/27, 1943, s. 38, 66

135 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Yazıcıoğlu ailesinden Ali, o zaman Ta rih-i Al-i Selçuk'unda (yazılışı 840/1436- 37) Osman'ı Kayı'ya bağlayan soy kütüğünü koymuş ve Osman'ın Oğuz Han'ın büyük oğlu Gün Han'ın oğlu Kayı'nın soyundan geldiğini ileri sürerek Timur ve Şahruh'un üstünlük iddiasını çürütmek istemiştir. Oğuzname'ye göre Oğuz Han, yirmi dört boy arasında egemenlik kavgası olmaması için töre koymuş, her birinin mansıbını, nişan ve damgasını tayin etmiştir. Oğuz'un öncelik verdiği oğlu Gün Han'dır. Ona bağlı boylar başta Kayı olmak üzere Bayar, Alkaevli, Karaevli'dir. Kayı'nın damgası "IYI"dır. Oğuz Han'ın kendisinden sonra töre gereği Kayı hanlar hanı olmuştur. Aşıkpaşazade Ta rih'inde (s. 92) Osman'ın soy kütüğünü Oğuz Han'a kadar götürür. Bu soy kütüğü Yazıcıoğlu tarafından Reşidüddün'in Cami'u't-tevar/h'indeki Oğuz fasl ından alınmıştır (Woods, s.173- 182). Oğuz Han rivayeti çeşitli Türk devletleri tarihlerine az çok farklarla geçmiş (bu arada özellikle Akkoyunlular ve Timur tarihlerinde), Osmanlı tarihlerine ilk defa Yazıcızade Ali'nin Ta rih-i Al-i Selçuk'unda ayrıntılarıyla nakledilmiştir. Osmanlı sultanları, bundan sonra bu teoriyi hararetle benimsemiş ve bir Oğuzculuk geleneği yerleşmiştir.

Öte yandan Osman Gazi'yi bir çoban olarak tasvir edenler de yanılmaktadır. Osman, Söğüt'te ona bağlı bir Türkmen boyundan gelmiş olabilir. Osman, aslında, ucda Türkmenleri ve gelen "garip"leri (yerini yurdunu terk etmiş) gaza savaşları için örgütleyen subaşılardan bir alp gazi idi.

Bu alp su başılarından XIII. yüzyıl sonlarına doğru Efiakl ve 730'da (1330) Aşık Paşa (Garibname) söz etmektedir. Osman'ın çağdaşı Bizanslı Pachymeres de onu Kas­ camonu uc beyi emlrü'l-ümera Çobanoğulları'na bağlı bir sınır savaşçısı olarak canıtır. Eserini 840'ta (1436) kaleme alan Yazıcıoğlu Ali, Osman'ın dedesinin adını Gökalp olarak verir ve Sultan ı. Alaeddin Keykubad'ın ucun idaresini Kayı boyundan Çoban'a (Kascamonu'da Emir Hüsameddin Çoban) ve Kayı beylerinden Ertuğrul, Gündüz Alp ve Gökalp'e havale ettiğini yazar. Osman'ın han olarak seçilişini ise şu ifadelerle nakleder: "Uctaki Türk beyleri ki, Oğuz'un her boyundan cem' olmuşlardi, Ta tar şerrinden korkup ol etrafta yaylarlar ve kiş/ar/ardi, rüzgarla Ta tar'dan ineinenler uca gelip çoğa/di/ar; pes Osman katma geldiler, meşveret ki/di/ar, eyittiler ki: Kay1 Han hod mecmu' Oğuz boylarmm Oğuz'dan sonra ağas1 ve ham idi ve Oğuz töresi mucebince hanl1k ve padişahlik, Kay1 soyu varken özge boya değmez, şimdiden sonra hod Selçuk sultanlanndan bize çare ve medet yoktur... Merhum Sultan Alaeddin'clen dahi size safarnazar olmuştur, siz han olun ve biz kullar bu tarafta hizmetinizde gazaya meşgul ola/1m dediler; Osman Bey dahi kabul etti. Pes mecmu' örü durup Oğuz resmince üç kere yükünüp baş kodu/ar, dolu abalardan kamran getürdüp Osman Bey'e sundular ..."

136 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

869'da (1465) kaleme alınan Düstur-name-i Enverlde Oğuzname kullanılarak Osman'ın şeceresi şöyle verilir: Gazan, Mlr Süleyman Alp, Şahmelik, Gündüz Alp ve Gökalp, Gündüz Alp oğlu Ertuğrul ve onun oğlu Osman. Şükrullah'ın Behcetü't-tevar/h'ine göre Osman'ın soy kütüğü Oğuz, Gökalp, Kızıl Boğa, Kayaalp, Süleyman Şah, Ertuğrul şeklindedir. Karamani Mehmed Paşa ise Oğuz Han, Kayık Alp, Sarkuk Alp, Gökalp, Gündüz Alp, Ertuğrul rivayetini benimser. Aşıkpaşazade'de Oğuz, Gökalp, Basuk, Kayaalp, Süleyman Şah, Ertuğrul silsilesi bulunur. Neşri'de soy kütüğü Süleyman Şah ve onun oğulları Sungur Tekin, Ertuğrul, Gündoğdu, Dündar olarak verilir. Ertuğrul'un üç oğlu Saru Yatı, Osman ve Gündüz'dür. Bunların içinde bağımsız bir kaynağı kullanan DüstUrname farklı soy kütüğüyle dikkati çeker. Ertuğrul'un babası Gündüz Alp, onun babası Şahmelik, onun babası Mlr Süleyman Alp'tir. Mlr Süleyman Alp diğerlerinde Süleyman Şah olmuştur. Bu soy kütüğü ötekilere göre daha güvenilir görünmektedir. DüstUrname'de Karadeniz ötesinde Altın Orda'dan bir Tatar akını tarihi bir gerçeği yansıtmış olabilir. Tatarlar'ın "katıyay"ına yapılan atıf ilginçtir. Ok menzili normalden uzak olan katıyay, Türk ve Moğollar'a savaşta silah üstünlüğü sağlıyordu. Osman'ın Karadeniz kuzeyinde Kıpçak'tan gelen Ataman (Pachymeres) adında biri olduğu faraziyesi ise (Heywood) uzak bir ihtimaldir. Düsturname soy kütüğünde asıl ilginç olan Osman'ın atalarının taşıdığı alp unvanıdır. Osman Gazi'nin başlangıçtan beri yoldaşları Turgut, Aykut, Saltuk, Hasan gibi alplerdir; alp unvanı gazi unvanı ile eş anlamda kullanılır. Alpler, Selçuk uc toplumunda Türkmen savaşçılarını sefere götüren deneyimli, iyi silahlanmış kumandanlar durumundadır. Alp gaziler, göçebe Türkmenleri gaza için örgütlemekte ve bu kuvveclerle fetihler yaparak beylik kurmaktadırlar. 1300'1ere kadar inen rivayetlerde bu süreç üzerinde açık kanıtlar bulunmaktadır. Yerel göçebe Türkmenler ile beraber Osman Gazi'nin kuvvetleri çoğunlukla uzaklardan, Pachymeres'te Paflagonya'dan (Kastamonu yöresi) gaza-doyum için gelen garip Türkmenler'di. Bunlar kızıl börk giyip savaşçı olarak ayrıcalık kazanıyor, böylece göçebe topluluğunda farklılaşma, çoban ve akıncı ayırımcılığı ortaya çıkıyordu.

Başlangıçtan beri uc beylerinin fetih politikasına iki prensip yön vermıştır: Gaza ve istimalet (fethetme arzusu). Dini ideoloji olarak kutsal savaş islami gaza, Hıristiyan ülkelerine karşı örgütlenmiş askeri uc bölgelerinde ilk aşamada aralıksız akınlar, daha sonra fetih ve yerleşme ve sonunda uc gazi beyliklerinin kuruluşu şeklinde bir gelişme göstermiştir. Gaza, sanıldığı gibi kontrol altına alınan bölgelerde halkı islamiaştırma amacına yönelik değildi. Gaza, darülislamın (Müslüman coğrafyanın) egemenlik alanını genişletmeyi amaçlar (zor altında islamiaşmış olanları Osmanlı idaresi gerçek Müslüman saymamış, onları "sahariyan" yahut "ahriyan" adı altında Müslümanlardan farklı bir statüye

137 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI koymuştur). Komrol altına alınmış bölgede yaşayan gayrimüslimler (Ehl-i Kitap) islam şeriacının tespit ettiği kurallar altında bir statüye (ehl-i zimme) sahip olur ve bu kurallar her Müslüman için dini bir ödev kabul edilirdi. Osmanlı uc gazi beyleri de bu kurallar hakkında din alimlerine danışır ve uygulamada onlara uyum sağlamaya çalışırlardı. Fıkıh okumuş Edebali ve Dursun Fakih Osman'ın danışmanları idi.

Başlangıçta alplar Osman Gazi ile birer yoldaş olarak seferler yapmaktaydı.15 Öyle anlaşılıyor ki, Osman Gazi önemli başarılar kazanıp sivrilince uelarda alpler onun kumandası altına girdi. Osman'ın seferlerinde alplar "yarar yoldaş" ve "nöker"leri idi. Osman, Eskişehir'den Bilecik ve Yenişehir'e kadar geniş bir ülke sahibi olduğunda (698/1299) inönü'yü oğlu Orhan Bey'e, Yarhisar'ı Hasan Alp'a,16 inegöl'ü Turgut Alp'a verdi. Osman ile sefere giden Saltuk, Hasan ve Konur önde gelen alplerdir. Bu alp ve nökerlerin çocuk ve torunları sonraları devlet idaresinde önemli makamlara gelecekler ve bir çeşit Osmanlı aristokrasisi oluşturacaklardır. Mesela, inegöl'ü fetheden Turgut Alp'a bu bölge bir yurt (apanaj) olarak verilmiş görünmektedir. Bölgenin o zaman Turgut-ili diye anılması bu bakımdan kayda değer. Selçuklular'da ve Osmanlı klasik döneminde yurt veya yurtluk, "bir göçer-ev grubunun reisine özerklikle verilen bir arazi birimi" olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle yurt soylu bir bahadıra ait apanajdır. Osman alınan vilayetleri gazilere taksim etmekteydiY 720'1erde (1320) uelarda Konuralp'a Karaçepüş Hisarı, Akçakoca'ya Absu (Hypsu) Hisarı uc verilmişti. Bu feodal yurt-apanaj sistemi daha sonra Rumeli'de gaza yapan uc beyleri Evrenosoğulları, Mihaloğulları, Paşayiğitoğullan için uygulanacaktır. Osman döneminde beyliğin bu feodal yapısı karşısında Orhan döneminde ulema sınıfından vezirler idaresinde merkeziyetçi bürokratik rejim hinterianna egemenlik kazanacaktır.

Rum abdalları, baciyan ve ah'llerle yanyana bir taife, yani belli bir statü altında bir grup olarak zikredilen gaziyan Osman dönemindeki alpler ve maiyetindeki gazilerden başkası değildir ve bu alpler belli nitelikler taşıyan bir gruptur. Öte yandan nöker denilen askeri grup da Osman'ın etrafındaki gücü belirler. Orta Asya Türk-Moğal toplumunda nökerlik Batı feodalizminde "commendatio" veya "hommage" ile kıyaslanabilir.18 Osman ile Köse Mihal arasındaki bağımlılık üzerinde Osmanlı rivayeri ilginçtir: "Köse Mihal daim anun ile bile olurdu,

15 Aşıkpaşazade, s. 99-100. 16 Neşrl, I, 112. 17 Neşri, I, 118.

18 Mare Bloch, La so-ciete feodafe, lafirmation desliens de de-peııdaııce, s. 210-217

138 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan ekseri bu gazi/erin hizmetkarlan Harmankaya kafirleriydi." 19 XIII. yüzyıl Moğol toplumunda nöker "soylu kişilerin, bahadırların evinde ve seferde yanından ay­ rılmayan hizmetkarı ve silah arkadaşı" olarak tanımlanır. Esirlikten gelen nöker, kendine tabi olanlarla birlikte şefin hizmetine girer. Çoğu esir edilip ant içmekle başbuğa hayat boyu bağlı silah arkadaşıdır. Osman zamanında Köse Mihal bu tip bir nökerdir.20 Böylece Avrasya steplerinde olduğu gibi alpler etrafında gaza akın birlikleri oluşmakta, her biri ucun bir bölgesinde gaza faaliyetinde bulunmaktadır. Osman Gazi de şüphesiz başlangıçta bu alplerden biriydi. Onu ötekiler arasında seçkin duruma getiren özellik, rivayere göre Vefal-Sabal tarikat halifesi olarak uca gelen Edebali'nin yakınlık ve manevi desteği olmuştur. Osman ile şeyh arasında folklorik bir kutsama hikayesinin ilavesi,21 bütün Türkmen beylerinin bu çeşit kutsamaları beyliğin tanrısal teyidi ve meşrulaştırma gayreti olarak yorumlanmalıdır. Çağdaş Bizans tarihçisi Pachymeres, Osman'ı bölgede Bizans topraklarına karşı akın yapanlar arasında en atılgan bir önder olarak ta­ nıtmaktadır. Ucda gaziler-alplar gaza ve ganimet seferlerinde en başarılı önderin bayrağı altına girerlerdi. Osman Gazi'nin hayatında başarısı seferlerde alpları ve nökerleri bayrağı altında toplayabilmesidir. Osman Gazi döneminde nökerlik 1 yoldaşlık egemen bir kurum olarak görünmektedir. 703'te (1304) Osman'ın Sakarya seferinde Lefke (Osmaneli) ve Çadırlı tekfurları kendisine itaat ettiler ve Osman Gazi'ye has nöker oldular.22 Nökerli k, sonraları Osmanlı Devleti'ni n gelişme çağında kul sistemine yol açmış görünmektedir. Sulcanın yeniçerileri, bey kulları (gulam-ı mir), tımarlı sipahilerin hizmetkarı gulamlar hep nöker durumundadır.

Uc toplumunda Osman Gazi'nin manevi destekleyicisi hukuki ve içtimal hayatı örgütleyici olarak ahiler ve fakihlerdir (fakı). Osman, bir bölgeyi ele geçirdikten sonra burayı nasıl örgütleyeceğini ve dini kuralları fakihlerden sormaktadır. Fakihler islam hukukunu, Sünni akaidini ve islam kurumlarını bilen insanlar olarak gazi önderi yönlendirici bilgiler sağlar, daha aşağı düzeyde şehir ve köylerde imamet hizmeti görürlerdi. ilk Osmanlı beyleri Osman ve Orhan tarafından ahiler ve fakihlere verilmiş birçok vakıf köy ve çiftlik tahrir defterleri, kayıtlarıyla bugüne ulaşmıştır. Osman döneminde bu fakihlerin en meşhuru Dursun Fakih'tir. Eskiden Osman Gazi'nin uc toplumunda daha çok ahilerin önde geldiği sanılıyordu. Fakat, tahrir defterlerindeki vakıf kayıtları fakihlerin daha ağır basmakta olduğuna işaret eder.23 Vakıfların kanıciadığı gibi

19 Aşıkpaşazade, s. 99-100. 20 Neşrl, I, 76. 2 ı Aşıkpaşazade, s. 95. 22 Aşıkpaşazade, s. 99-100; Neşrt, I, 120. 23 BA, MAD, nr. 16016, s. 13-17.

139 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI daha Osman Gazi zamanında islam hukukunu bilen kişilerle devlet kuran bey arasında sıkı ilişkiler vardı. Ayrıca, vakfiyeleri yazan bir çeşit bürokratın varlığı da ileri sürülebilir. Beyliği teşkilatlandırma, sosyal hayatı düzenleme bakımından bu fakihler ve ahiler son derece önemli bir rol oynamıştır. Din bilginlerinin ilk dönemlerde devletin örgütlenmesinde yardımcılık ve beylere danışmanlık yap­ mış olmaları, ilk vezirlerin de onlar arasından seçilmiş olması hususunu açıklar. Osman'ın son zamanlarında Alaeddin Paşa vezir durumundaydı.

Etrafında çeşitli askeri, içtimal ve dini gruplar toplayan ve beyliğin nüvesini oluş­ turan Osman'ın Sultanöyüğü ucunda harekatı iç Anadolu'daki olayların ışığında izlenebilir. 684-690 (1285-1291) döneminde Anadolu'da Selçuklu sulcanına ve Moğollar'a karşı Türkmen isyanları, Osman'ın Selçuklu sultanının haraçgüzarı Karacahisar tekfuruna karşı hareketi 687'de (1288) kaleyi ele geçirmesine fırsat vermiş görünmektedir. Osman'ın oğullarından Çoban'ın adı ilhanlı büyük emir Çoban ile ilişkili olabilir. Emir Çoban, ilk defa Şaban 698'de (Mayıs 1299) Sülemiş'e karşı Anadolu'ya geldi ve Sülemiş'i yendikten sonra Memlüklere karşı Suriye sınırına yöneldi. ikinci defa ayaklanma halindeki Türkmenlere karşı 714'te (1314) büyük bir ordu ile Anadolu'ya geldi, Osman'ın yurdundan uzak olmayan Karanbük'ü (Karabük) kışlak seçti. Türkmen beyleri gelip orada bağlılıklarını bildirdiler. Bu yıllarda Osmanlı kroniklerinde Osman'ın veya oğlu Orhan'ın herhangi bir gaza hareketi kaydedilmemiştir. Selçuklu tarihçisi Aksaray!, itaat eden "E trak" (Türk) beylerini Hamldoğlu, Eşrefoğlu, Karahisar beyi, Germiyanoğlu, Kastamonu'dan Süleyman Paşa diye anar; Osman'ın adı zikredilmez. Bu sırada Osman en ileri uc bölgesinde yerel tekfurlarla uyum içinde yaşamaktaydı ve belli ki bu durum ilhanlılar için bir sorun teşkil etmemekteydi.

Öteki uc beyleri gibi Osman'ın yerel tekfurlara ve Bizans'a karşı gaza hareketine başlaması, Moğollar'a karşı Anadolu'da uc Türkmenleri arasında direnç ve isyanların artmasıyla yakından ilişkili olmalıdır. Uelarda Moğol idaresine karşı hareketler ll. izzeddin Keykavus'un isyanı ve uc Türkmenlerine sığınmasıyla kendini göstermişti (659/1261 ). Mısır sultanları Türkmenlerle iş birliği yaparak Müslüman Anadolu'yu Moğol egemenliğinden kurtarmaya çalıştılar. Memlüklerin bu siyaseti, Anadolu'da Moğol valilerinin ilhanlılara karşı isyan hareketlerini desteklemeleri biçiminde sürdü. Bunlar Togaçar (694/1295), Baltu (696/1297) ve Sülemiş (699/1299-1300) isyanlarıdır. Bu dönem, Osman'ın Sultanöyüğü ucunda yerli tekfurlara karşı önemli gaza hareketlerine giriştiği ve bir Moğol müdahalesinden çekinmediği yıllara rastlar. Özellikle, Sülemiş'in isyanı uc Türkmenlerinden destek görmüştür. Bütün Türkmen beyleri gibi Osman da Memluk sultanının desteklediği Sülemiş yanlısıdır. Osman Gazi'nin oğullarından birine Melik Nasır (Memluk Sultanı ei-Melikü'n-Nasır Muhammed

140 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan b. Kalavun'un saltanat yılları: 1293-1294, 1299, 1309, 1310-1341) adını vermiş olması da bir rastlamı değildir. Muhammed b. Kalavun'un ikinci defa Memluk tahtına oturduğu yıl, Anadolu'da Sülemiş'in isyanı almış yürümüştü. Eski Os­ manlı rivayetinde bu olay belirsiz şekilde yankı bulmuştur. Bu rivayere göre sözde Sultan lll. Alaeddin Keykubad (1298-1302) Osman ile beraber Karacahisar kuşatmasında iken Bayıncar Tatar Anadolu'ya gelmiş, Ereğli'yi (Karaman) tahrip etmiş, bunun üzerine Alaeddin Keykubad ona karşı yürümüş, Bigaöyüğü'nde büyük savaşta Bayıncar'ın ordusu yenilmiştir Bu rivayette Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad, Bayıncar'a karşı savaşmış gösterilirse de gerçekte Gazan Han, Bay ı ncar'ı ve Boçukur'u büyük bir ordu i le Sülemiş'i ortadan kaldırması için göndermişti. Sülemiş, onları yenmiş ve Bayıncar'ı katletmişti. Dikkat çe­ ken husus, tam bu olaylar sırasında 1299 yılının Osmanlı rivayetinde Osman'ın Bilecik fethi ve bağımsızlık yılı olarak kaydedilmesidir.

Selçuklu sultanının haraçgüzarı Bilecik tekfuru bölgedeki diğer yerli tekfurlar üzerinde en güçlü olanıydı. Bilecik tekfuru Selçuk-ilhanlı egemenliğini tanıyordu. Aşıkpaşazade'nin kaynağına göre ilk zamanlarda Osman da ona "mudara" gösteriyordu24 Mudaranın (aşağıdan alma, yaranma), sebebini anlamak için 684'te (1285) Osman'ın aşlretiyle Söğüt-Domaniç arasında göç devrine dönmek gerekir. Osman'ın aşlreti sürüleriyle Söğüt-Domaniç arasında göç ederken Bilecik tekfurunun himayesine muhtaçtı, inegöl ovasında sürüler tarım topraklarını çiğnediği için inegöl tekfuruyla aralarında başından beri düşmanlık vardı.25 Osman'dan armağan alan Bilecik tekfuru Osman'ı koruyordu. Osman bu bölgede göç yolunu engelleyen inegöl tekfuru ile çatışma halindeydi. Ermenibeli çatışması, yerel önemsiz bir karşılaşma idi (Ermenibeli Söğüt-Domaniç yolu üzerindedir; Söğüt-Domaniç yolu bugün de Ermenipazarı/Pazar Yeri üzerinden inegöl ovasına iner). Osmanlı rivayetine göre Ermenibeli çatışmasının ardından Osman, Edebali eliyle gaza kılıcı kuşanmış ve bölge tekfurlarına karşı aktif gazaya başlamıştır. inegöl Rumları'na karşı bir gece baskını yapmış, inegöl yakınında küçük Kulaca Hisarı'nı yağmalayıp ateşe vermiştir (684!1285)Bugün inegöl'ün Kulaca köyü yakınında bazı kale kalıntıları gözlemlenmiştir; sonradan Orhan burada cami yaptırmıştır.26

Osman'ın Kulaca'yı yakması üzerine inegöl bölgesi Rumları telaşlandılar; toplanıp Karacahisar tekfurundan yardım istediler. Öyle anlaşılıyor ki, bu tarihlerde Osman Gazi'nin halkı Söğüt'te yerleşmiş, fakat yazları Domaniç yaylasına çıkan bir yörük topluluğu idi. Karacahisar tekfuru bir adamıyla asker gönderdi;

24 Aşıkpaşazade, s. 99-I 00. 25 Aşıkpaşazade, s. 94. 26 RaifKaplanoğlu, Bıma Ansiklopedisi, (Aşıkpaşazade, s. 97; Neşrl, I, 66). I, s. 197.

141 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI inegöl Rumları ile birleştiler. Osman da gazileri copladı. ikizce'ye yakın Domaniç belini aştıkları yerde büyük savaş oldu (685/1286). Bu savaş Osman'ın gerçek anlamda ilk savaşı sayılmalıdır. Osman'ın kardeşi Saru Yatı burada hayatını kayberti. Böylece Osman ile Karacahisar tekfuru arasında savaş başlamış oldu. Kulaca akınından iki yıl sonra, Osman bölgenin ikinci büyük tekfuru Karacahisar tekfurundan hisarı aldı, beylik merkezi yaptı. Rivayere göre bu önemli fetih sonucu ucda sancak beyliğine erişti.27 Karacahisar'ın konumu yapılan çalışmalarla aydınlatılmıştır. Nehirlerin kesiştiği verimli ovada bu tarihlerde zamanla kurulmuş şu merkezler vardı: Antik şehir Dorylaion kalıntılarının bulunduğu Şarhöyük, Porsuk Çayı ötesinde Odunpazarı bayırında kurulmuş bir Müslüman şehri Eskişehir, Eskişehir'e 7 km. uzaklıkta hakim tepede Bizans kalesi Karaca h i sar, Karacah i sar eceğinde Karacaşehir. Karacahisar'ın, Anadolu'dan iznik-istanbul'a giden ana yolların kesiştiği bir noktada stratej ik konumu son derece önemli, çıkılması güç bir kale olduğu anlaşılmaktadır. Osman, Karacahi­ sar fethiyle bütün bölgeye hakim olmuş, fiilen bu kesimdeki Selçuklu-ilhanlı naibleri yerine geçmiş görünmektedir. Neşrl'ye göre Osman Gazi Karacahisar'ı fethedip Eskişehir'e malik oldu.28 Konya'ya gönderdiği yeğeni Aktimur'un sancak beyliği sembolleri getirdiği doğru kabul edilirse, Osman'ın 1288'de bölgeye Selçuklu sultanı adına hakim olduğu söylenebilir. Sonraki tahrir defterlerinde Sultanönü sancağı Bilecik, Eskişehir, inönü, Seyitgazi kazaları ile Karacaşehir ve Günyüzü nahiyelerini içermekteydi. Tahrirlerde Eskişehir'de gayrimüslim kaydı yoktur. Burası başlangıçtan beri bir Türk-Müslüman şehri olarak kurulmuştur. Buna karşı yüksek tepede eski Bizans kalesi Karacahisar halkı Fatih Sultan Mehmed döneminde tepenin hemen ereğinde Karacaşehir'e nakledilmiştir.29 Rivayere göre Osman, Karacahisar'da kendi adına hutbe okutmuş, bağımsız beylik iddiasında bulunmuştur. Aşıkpaşazade'de (Bab 14) Osman'ın bağımsızlık, yani kendi adına hutbe okurması iddiasında bulunması için şu olgular üzerinde durduğu ileri sürülür ki, bu iddialar aslında çok sonraları hanedanın Osman ile başladığı inancında olanlar tarafından eklenmiştir: Karacahisar Müslüman halk ile iskan edilip bir beylik merkezi durumuna gelmiş; Müslüman halk mescit ve pazar yeri kurmuş; dolayısıyla imam, kadı ve hatip istemiş; Osman bu şehri kendi kılıcı ile aldığını, kendisine Allah tarafından gaza ile hanlık verildiğini, Selçuklu sultanı Osman'a sancak gönderip gazada onu temsil etme yetkisi vermiş denirse, buna karşı kendisinin kafirlerle uğraşarak bölgeyi fethettiğini ve büyük atasının Anadolu'ya ilk gelen Süleyman Şah olduğunu ve Gökalp neslinden geldiğini söylemiştir. Aşıkpaşazade'nin rivayetine göre Osman, han sıfatıyla kanun koymuş, belli başlı alp yoldaşları na beyliğin belli kısımlarını tımar, daha doğrusu

27 Aşıkpaşazade, s. 98. 28 Neşrl, Cihannüma, I, s. 86. 29 BA, MAD, nr. 18333

142 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan il-yurtluk tayin etmiştir. Bütün bunlar, Osman'ın beyliği han sıfatıyla Türk devlet geleneğine göre teşkilatlandırdığını anlatmak için kullanılmış argümanlardır. Bu teşkilat Osman'ın beylik yapısının esasları olmuştur. Genelde Osmanlılar bir yeri fethedince üç şeyi hemen yerine getirirlerdi: Bir kadı, bir subaşı tayin edilir, pazar yeri belirlenirdi. Kaynaklar, bu aşamada Osman'ı diğer Türkmen beyleri gibi gaza ile bağımsızlığa hak kazanmış, kendi adına hutbe okutabilecek bir bey, bir han gibi göstermeye çalışmaktadır. Neşri, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad'ın ölümüyle Selçuklu hanedanının ortadan kalkması üzerine, "Hutbe Osman Gazi adına okundu" diye farklı bir yorum yapar.30 O tarihte Osman, Neşri'ye göre hutbe ve sikke sahibi bir islam hükümdan olmuştur. Aslında Selçuklu Sultanı lll. Alaeddin 1302'de Moğollar tarafından Tebriz'e götürülmüş, son Selçuklu hükümdan ll. Mesud'un idaresi 1308'e kadar sürmüştür. Bütün Anadolu bey­ emir-hanları, ancak 1335'te iran'da Ebu Said Bahadır Han'ın ölümü üzerine Cengiz soyundan ilhanlar kalmayınca sultanlıklarını ilan edip hutbe ve sikke sahibi olmuşlardır. Şimdiye kadar tarihçiler, eski rivayeri izleyerek 1299 tarihini Osmanlı hanedan ve devletinin gerçekten ve hukuken kuruluş tarihi kabul etmişlerdir. Türk geleneğinde devletin kuruluşu, her şeyden önce egemenliğini Tanrı'dan aldığı na inanılan karizmatik bir hanın ortaya çıkışına bağlıdır. Fakat bu, islami geleneğe göre hutbe ve si kke sahibi olmaya yetmez.

Sultanöyüğü bölgesinde uzun zamandır bir Rum tekfuru elinde bırakılmış bir kalenin fethedilmiş olması iki yönden önemliydi. ilkin bölgede sulcanın haraçgüzarı olarak yaşamakta olan tekfurlarla barışın terkedilmesi, bölgenin bir gaza alanı haline gelmesi; ikinci olarak Osman'ın doğrudan doğruya kendi hükmü altında Karacahisar gibi hakim bir kaleye sahip olmasıdır. Kaleye bölgeden ve Germiyan gibi uzak yerlerden halkın gelip yerleşmesi sonucu tepede Karacahisar Müslüman nüfuslu bir şehir oldu. Aşağıda Ilıca yanında pazar da Osman'ın kontrolü altına geçmiş görünmektedir. 1288'de uzak Söğüt uc kasabası yerine Osman, şimdi Karacahisar fethiyle sulcanın naibine ait Eskişehir yanında hakim durumda bir merkeze yerleşmiş bulunuyordu. Fetih Osman'ı bölgede fiilen bir gazi bey durumuna yükseltiyordu. Böylece Osman, Kastamonu emlri Çobanoğulları gibi Selçuklu sultanının sancak sahibi bir emiri (bey) mertebesine ulaşmış görünmektedir.

Osman Bey'in bundan sonraki ana hedefi Sakarya nehrinin doğusundaki bölge oldu. Osmanlı kaynaklarına göre Osman Gazi sancak beyi olunca, nökeri Köse Mihal'e Taraklı Yenicesi'ne akına gitmek gerektiğini söyledi.31 Harmankaya-Göl bölgesinde tekfur olan Köse Mihal'in Orta Sakarya kıvrımı içindeki tekfurlar

30 Neşrl, Cihannüma, I, s. 106-112. 31 Aşıkpaşazade, s. 99-1 00; Neşrt, I, 88-92.

143 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ve bölgedeki yollar hakkında bilgisi vardı; seferin planını özetledi: Beştaş'tan geçilecek, Sarıkaya'da Sakarya ırmağı aşılacak, böylece Sakarya kıvrımı içinde geniş bölge, özellikle iznik'e ipek getiren kervanların yolu, Göynük suyu üzerinde Mudurnu Göynük ve Taraklı Yenicesi kasabaları üzerinde konerol kurulabilecekti. Bölgede kendi aşlretiyle yerleşmiş olan Sarnsa Çavuş'la iş birliği için haber gönderildi. Bu sefere çıkan Osman, yolda ilkin Beştaş Zaviyesi'ne kondu (sonraki tahrir defterlerinde Beştaş Zaviyesi kaydı vardır). Tekke şeyhinden Sakarya'nın geçit yeri n i sordular (gerçekten geçit yeri Sarıcakaya'dır, bugün burada yeni ve eski iki köprü vardır; nehir atların geçmesi için elverişli haldedir). Sakarya üzerinde SarnsaÇavuş onları karşıladı ve Sorkun (haritada Sakarya'dan kuzeyde) üzerine götürdü. Sorkun Rumları, SarnsaÇavuş aracılığı ile itaate razı oldular, ahd ile itaat edip yağmadan ve esaretten kurtuldular. Oradan Sarnsa Çavuş kılavuz olup Mudurnu vilayetine çıkcılar (Sorkun'dan sonra yol kuzeye yönelir). Sarnsa Çavuş bölge Rumları ile mudara edip cemaatiyle yaşıyordu. Osman bu vilayeti ona bıraktı. Mudurnu'dan nehri izleyip sıra ile Göynük'e, Ta raklı Yenicesi'ne gelip yağma erti; ardından güneye yönelip dağlık bölgeden Göl-Fianoz (Kianoz?, bugün Gölpazarı) ovasına indi. Burada Mihal'e ait Harmankaya üzerinden onun kılavuzluğu ile Sakarya'yı geçip Karacahisar'a döndü. Bu rivayet, izlenen yollar ve topografya dikkate alındığında sıhhatli bir anlatıma dayanır. Bu seferle güdülen amacın ganimet almak, fakat aynı zamanda bölge tekfurları üzerinde Karacahisar'ın yeni hakimi olarak otorite kurmak olmalıdır.

Bizans'tan Batı Anadolu topraklarını fetheden diğer beyler gibi Osman Gazi de 687-699 (1288-1299) döneminde, Selçuklu sınırları içinde haraçgüzar tekfurlar elinde bırakılmış bölgeyi, Karacahisar'dan Bilecik-Yenişehir'e kadar egemenliği ve kontrolü altına alarak birçok şehir ve kaleye hükmeden bir bey durumuna geldi.

1288-1299 döneminde Osman, Selçuklu sulcanına haraç ödeyen yerel tekfurları (Göynük, Göl pazarı, Bilecik, Ye nişehir, i negöl, Ya rhisar tekfurları) ortadan kaldırdı, daha sonra doğrudan doğruya Bichynia'da Bizans imparatorluk topraklarına karşı gaza faaliyecine başladı. Neşrl'deki bir rivayere göre Ertuğrul'un ölümü üzerine Söğüt'te beylik sorunu ortaya çıkmıştı. Göçer evierden bir bölüğü Osman'ı, bir bölüğü amcası Dündar'ı (Tündar) bey yapmak istiyordu32 Osman'ın kendi kabilesi onu tutru. Bir araya gelindiğinde çoğunluk Osman'ı destekledi; bunun üzeri ne Dündar da ona uydu. 1299'a doğru Dündar Osman'ın kethüdası idi (vekili, bir çeşit vezir). Bu yılda Osman'ın fetih politikasında kökten bir değişiklik oldu. Başlangıçta Osman'ın güçlü Bilecik tekfuruyla ilişkileri dostluk, hatta bir çeşit bağımlılık biçimindeydi. Eskişehir-Bilecik arasındaki haraçgüzar Rumlarla iyi

32 Neşrl, I, 78.

144 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan geçinme politikası bölgede cucunmak için gerekli sayılıyordu. Germiyan saldırıları Osman'ı bölge tekfurlarıyla uzlaşma zorunda bırakıyordu. Karacahisar'dan sonra Osman, akınlarını bölge dışı Mudurnu-Göynük tekfurlarına karşı yöneltti. Bilecik tekfuruna başkaldıran Köprühisar tekfurunu Dündar'la birlikte itaat altına aldılar. 1299'da Osman ile amcası arasında beyliğin bundan sonraki politikası üzerinde görüş ayrılığı belirdi. Dündar, Bilecik tekfuruna ve Rum halkına karşı iyi geçinme politikasının sürdürülmesi gerektiğini ileri sürdü.33 Osman bu sözü kendisinin savaş ve egemenlik hakkını engelleme olarak anladı ve okla Dündar'ı vurup öldürdü (Neşrl'nin kaydına göre Bilecik fethi Dündar'ın katlinden öncedir). 1299 yılına doğru Osman, savaş alanını Karacahisar-Söğüt bölgesinden batıda ileride Bilecik-Yenişehir bölgesine taşıdı. Osman Gazi'nin payitahtını 1299'da Karacahisar'dan Bilecik'e ve uc merkezini iznik'e yakın Yenişehir'e nakletmesi bundan sonraki hedefini göstermekteydi. Doğrudan Bizans sınırları ötesinde Bithynia topraklarına akına başlayan Osman, Ye nişehir'den zaman zaman iznik'e kadar inerdi.

Osman Gazi'den ve fetih girişimlerinden söz eden çağdaşı Bizans tarihçisi G. Pachymeres, şüphesiz onun hakkında en güvenilir kaynaktır. 701'de (1302) Osman'ın iznik kuşatması ve Bapheus savaşı dolayısıyla Bizanslı kronikçi Osman'la ilgili etraflıca bilgi verir. Osman'ın menşei hakkında on yıl öncesine gider; Osman'ın nasıl ve ne zaman ortaya çıktığını anlatır. E. A. Zachariadou, Pachymeres'te Osman ile Çobanoğulları arasındaki ilişkiden söz ederek bu parçayı 689-692 (1290-1293) dönemine ait tahmin eder. C lmber, bu bilgileri 1300'1ere koyarak olayları karıştırır.34 Pachymeres, o yıllarda Bizans'a karşı aktif gaza hareketlerinde Kastamonu uc emirliğinde Çobanoğlu Yavlak Arslan ve sonra Ali'den söz eder. 1290'1arda Kastamonu'da Hüsameddin Çoban soyundan Muzafferüddin Yavlak Arslan, "sipahbed-i diyar-ı uc" unvanıyla hüküm sürüyordu. Pachymeres, Osman Gazi'nin ortaya çıkışını Kastamonu emlri "Amourioi"na (Emlroğullarına) bağlar. Onun "Melek Masur ve Amourioi" hakkında verdiği karışık bilgileri çağdaş Selçuklu kaynağı Kerlmüddin Aksarayi aydınlatmaktadır. Bu kaynağa göre Sultan ll. Keykavus'un oğulları Kırım'dan Anadolu'ya döndükten sonra onlardan Sultan ll. Mesud, Argun Han'dan Selçuklu tahtını elde etmiş, kardeşi Rükneddin Kılıçarslan'ı uc bölgesinde (muhtemelen Akşehir civarında) yerleştirmişti. Argun Han'ın ölümü ve Geyhacu'nun han seçilmesinden (22 Te mmuz 1291) sonra iran Moğolları arasında başlayan taht kavgaları sırasında Anadolu karışıklık içinde kaldı. Uelarda Türkmenler başkaldırdı. Kılıçarslan da kardeşi Mesud'a karşı ayaklandı. Geyhatu Han'ın ordusuyla gelmesi üzerine (Zilkade 690/Kasım 1291) Kılıçarslan Kastamonu ucuna gitti ve oradaki uc 33 Neşrl, I. 94. 34 Ef ling.l, VIII, 180-182.

145 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Türkmenlerini etrafına topladı. Eskiden beri Mesud'a taraftar olan uc emiri Yavlak Arslan'ı öldürdü. Geyhatu tarafından ona karşı gönderilen Sultan Mesud önce yeniidi (Pachymeres, Melik Kılıçarslan yerine Masur'u yani Sultan Mesud'u koymakla yanılmıştır). Mesud, ardından yanındaki Moğol kuvvetleri sayesinde galip geldi (Aralık 1291 ). Kılıçarslan kaçmışsa da Yavlak Arslan'ın oğlu Ali nihayet bir baskında onu katletti. 1291 olaylarından sonra Selçuklu-Moğol bağımlılığından çıkmış olan Çobanoğlu Ali, uzakta batıda Bizans topraklarına saldırılara başlamış, Sakarya nehrine kadar fetihler yapmış, hatta akınlarını nehrin öbür tarafına kadar ilerletmişti. Fakat sonraları Bizanslılarla barışçı ilişkiye girdi. O zaman Osman Gazi en ileri ucda Sakarya vadisinin beri yakasında Söğüt bölgesinde bulunuyordu. Pachymeres, akını durduran Ali'nin yanındakilerin Osman tarafına geçtiğini ve onun önderliğinde akınları sürdürdüğünü belirtir ve Osman'ın o zaman Çobanoğulları'nın emri altında ileri hatta bir uc savaşçısı olduğunu vurgular. Böylece bu serhad bölgesinde önderlik Osman Gazi'ye geçmiştir. Bu sıralarda Osman, Eskişehir-Karacahisar'dan Bilecik-Yenişehir'de yerleşerek iznik'i tehdit etmeye başlamıştı. Pachymeres, onun önceki Karacahisar dönemini (1288-1299) bilmiyordu. Ancak, onun kaydı, Osman'ın (Atmanes) ilk defa çağdaş bir kaynakta adı geçtiği ve tarihi kimliğini ortaya koyduğu için önem arzeder. Pachymeres, onu uc bölgesinde Türkmenler arasında en atılgan, en enerjik akıncı önderi olarak tanıtır; bölgede kendi başına hareket eden başka önderler olduğuna da (Osmanlı rivayetinde adı geçen Konuralp, Akça Koca, Turgut Alp gibi) işaret eder. Bizanslı kronikçi Osmanlı rivayetlerinde olmayan bir başka önemli noktayı belirtir: Osman, başlangıçta Kastamonu uc emirleri Çobanoğulları emrinde bir uc savaşçısıdır.

Osman, Bizans topraklarına karşı akın merkezi olarak Yenişehir'de yerleşip ailesini Bilecik'te bıraktıktan sonra bütün faaliyetini iznik'e yöneltti. ilk akınlardan sonra gelip iznik'i kuşattı. Bunun üzerine, bir Bizans birliği iznik'i kurtarmak için harekete geçci. Bunu haber alan Osman Gazi, onlarla Pachymeres'e göre 27 Te mmuz 1302'de (Osmanlı kaynaklarına göre 701/1301-1302'de) Bapheus'ta (Koyunhisar) savaştı. Bapheus Savaşı'nın vuku bulduğu yer Osmanlı rivayetinde Yalakova olarak gösterilir. Yalakova, Yalakdere'nin Hersek dilinde denize ulaştığı düzlüktür. Burada vuku bulan savaştan önce Bizans kuvvetleriyle Osman'ın öncü keşif kuvvetleri iznik'ten gelen yolu kapatan Koyunhisar'da çarpışmışlardı. Yalakdere vadisini izleyerek iznik'ten gelen ana yol üzerinde Koyunhisar, Yalakova'ya çıkmadan önce tepedeki hisardır ve bugün yıkıntıları mevcuttur.

Bu önemli savaşın ayrıntıları Pachymeres tarafından aktarılır. Ona göre Osman, iznik bölgesinden ayrılıp dağlık araziyi geçitlerden geçerek Halizônların ülkesine girmiştir. Bundan önce 100 kadar öncü Türk kuvveti aniden Telemaia'da

146 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

(Koyunhisar Kalesi) gece baskını yapmış, ganimetle kaçarken Bizans askerleri onların peşine düşmüştür. Bir cepeye çıkan Türkler kendilerini oklarıyla savunmuşlardır. Bu ilk karşılaşmadan cesaret alan Osman'ın yanındaki askerler, Meandre (Büyük Menderes) bölgesinden gelen başka Türk kuvvetleriyle büyük bir sayıya ulaşmışlardır. Emir Ali (Yavlak Arslan'ın oğlu) uzaktan akına gelenlerin Osman'ın yanına gittiğini görerek imparatorla yapmış olduğu anlaşmaları çiğnemiş ve o da akına başlamıştır. Osman, dağ geçidini (Yalakdere Vadisi) geçip birden Yalakova'da görünmüştür. Osman, kendi kuvvetleriyle birlikte daha önce Kastamonu dolayiarından savaş için kendisine gelip katılan birçok savaşçının başında yer almıştır. Leon Mouzalôn kumandası altındaki Bizans ordusu, Bizanslı ve Alan'lardan başka yerli ve yabancı askerden oluşuyordu ve hepsi yaklaşık 2000 kişi idi. Alan'lara verilmek üzere istenen yardım dolayısıyla atlarından ve paralarından mahrum edilmiş olan yerli asker gevşek ve gayretsiz bir hava içindeydi ve bu sebeple cesaretle savaşa girmem işti. Bu durum Türklere büyük bir güvenle saidırma fırsatı verdi; sayıca üstün olduklarından (5000 kişi) yürekli idiler. Böylece savaş, hem sayı hem moral bakımından eşit olmayan şartlarda başladı. Rumlar'dan birçoğu savaş meydanında kalırken çoğu yakın olan izmit Kalesi'ne doğru hep beraber utanç verici şekilde firar yolunu tunu. Bu sırada Rumlar için hayatlarını feda eden Alan'lar çok yararlı oldular.Aian'lar, Rum piyadenin saflarını sıkılaştırıp ilerlemelerine ve kendilerini kurtarmalarına imkan verdiler. Türkler için o zaman savaşı bitirmek, etrafa dağılıp hiç direnç görme­ den kolayca ganimet toplamakcan başka iş kalmamıştı. Mahsul toplama zamanı idi. Köylülerin bir kısmı tutsak ediliyor, bir kısmı boğazlanıyor, başına geleceği önceden aniayarak kurtuluşu bir kaleye sığınmakta bulan bazıları ise firar yolunu tutuyordu. Kır halkı aileleriyle gelip istanbul'a sığınmaktaydı. Edremit'e kadar bütün bölgeler Türkler tarafından yağma edildi. Ancak, daha ötede Achyraous (Balıkesir yakınında Akira), Kyzikos (Kapıdağı), Pegai (Karabiga) ve Lopadion (Uiubat) denize yakın bölgeler tahribattan kurculmuşcu. Yağmalar Bursa ve iznik kapılarına kadar uzanıyordu. Her yer birkaç gün içinde harabeye dönmüştü.35

Bu bilgiler Anonim Te vtırlh-iAl-i Osman'daki anlatılanlarla önemli ölçüde örtüşür. Burada iznik kuşatması üzerine istanbul'dan yardım talebinde bulunulduğu ve istanbul'un tekfurun güvendiği bir adamının idaresinde ordu hazırladığı, bunların gemilere girip Yalakova'ya çıkarak iznik'i kurtarmak üzere harekete geçtikleri, bir casusun durumu haber aldığı, nereye çıkacaklarını bildirdiği, pusuya yatan Osmanlı kuvvetlerinin çıkarma yaparken bunların üzerine saldırdığı ve denize döktüğü bildirilir.36 Anonim tarihte iznik kuşatması için ilk önce Köprühisar'ın alındığı zikredilir. Köprühisar, güneyden Bilecik'ten ve batıdan Yenişehir'den

35 Relations Historiques, IV, 25, s. 364-368. 36 Anonim Tevarih-i Al-i Osman, nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat, s. 11-12.

147 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI iznik'e gelen başlıca yolların kavşak noktasıdır. Bu hisar iznik'e giden Kızılhisar­ Derbend (bu köyler bugün mevcurtur) vadisinin başlangıç noktasıdır, Osman, iznik'e bu vadiden gidecektir. Her iki kaynak imparatorun, ordusunu kuşatma altındaki iznik'i kurtarmak için gönderdiği noktasında birleşir. iznik önünde kaleden çıkış hareketleri ve çarpışmalar olduğu anonim tarihten öğ­ renilmektedir. iznik'in bataklıkla çevrili durumda bulunduğu da burada belirtilir. O zaman Osman bütün Türkmen beylerinin uyguladığı taktiğe başvurup, şehri abluka altına almış ve açlıkla teslim almaya çalışmıştır. Uzun abluka için Osman "Yenişehir'den yana olan dağ" yamacında bir havale kulesi yaptırmış ve içine Taz (Draz) Ali kumandasında ufak bir kuvvet yerleştirmiştir (bugün İznik'ten Yenişehir'e giden yolun solunda Draz Ali köyü ve Draz Ali Pınarı vardır). Anonim tarihte yer alan, İznikiiierin o zaman umutsuz kalıp şehri teslim ettiklerine dair bilgi doğru değildir, iznik, Orhan tarafından 1331'de teslim alınacaktır. Bununla beraber Neşri, kuşatmanın ardından uzun abluka sırasında birçoklarının şehri bırakıp kaçtığını belirtir ve fethin bu tarihte olmadığına işaret ederY Bizans imparatorluk ordusuna karşı kazanılan bu zafer Osman'ı bölgede karizmatik bir bey durumuna yükseltmiştir. Pachymeres, bu zaferle Osman'ın şöhretinin Paflagonya, bölgesine kadar yayıldığını ve gazilerin onun bayrağı altına koşuştuklarını kaydeder. Bapheus Savaşı Osman'a hanedan kurucu bir bey ünü kazandırmış, kendisinden sonra oğlu Orhan rakipsiz beylik tahtına geçmiştir. Böylece 27 Temmuz 1302 tarihi Osmanlı hanedanının, dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin kuruluş tarihi olarak kabul edilebilir.

Bapheus zaferiyle Osman, bütün Bithynia'da Bizans egemenliğini tehdit eden önemli bir siyasi-askeri güç olarak ortaya çıkmıştır. Bizans imparatoru Osman'ı durdurmak için iran'da Gazan Han'a, onun ölümünün ardından Olcaytu Han'a bir Bizanslı prensesi zevce olarak önermiş ve bir Moğol ordusunu tahrik etme girişiminde bulun muştur. Pachymeres'in açıkladığı gibi, o zaman direnç görmeyen, gaza ve ganimet için uc bölgesine koşup gelmiş gaziler istanbul Bağazı'na kadar yayılmışlardı. Bapheus bozgunundan sonra 1302-1307 yılları arasında Bizans'ın düştüğü çaresizliği, Pachymeres dramatik ifadelerle anlatır. Ona göre bütün Mesothynia (Kocaeli) bu akınciların saldırılarına hedef olmaktaydı. Pachymeres, Bapheus Savaşı'ndan ve Osman'ın 702-705 (1303-1305) seferlerinin ardından yerli halkın sadece hayatlarını kurtarmak için Batı'ya kaçtıklarını, Türklerin çok kalabalık olup birçok başbuğ kumandası altında toplandıklarını, onlardan biriyle anlaşma yapmanın faydasız olduğunu, çünkü, onların kendilerini yağmaya götürecek şefi arayıp bulduklarını belirtiyordu. Alp gaziler emrinde küçük gruplar halinde hareket eden bu akıncılar, 703 yılı ortalarında (1304 yılı başları)

37 Neşri, Cihannüma, I, 106

148 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan istanbul Bağazı'na kadar her yerde görünmekteydiler. Türkler bir gemi bulunca Boğaz'ı geçiyor, istanbul önlerine kadar geliyorlardı. Chele (Şile) ve Anadolu Kavağı'nda tepede Hieron (Yoros) kaleleri onların saldırılarına hedef oluyordu. Panik halinde kaçan Rum halkı istanbul'a sığınıyor, sokaklar açlık ve hastalık çeken insanlarla doluyordu.

Osman, iznik kuşatmasına gitmeden önce Yenişehir'i ve arkasını güvence altına almak için Marmaracık (eskiden burada bir göl vardı) ve Koyunhisar tekfurları üzerine bir akın yaparak onları itaat altına almıştı. Fakat Bapheus Savaşı'ndan sonra Bursa ovasındaki Adranos, Bidnos, Kestel ve Kite tekfurları birleşip Osman'a saldırmak üzere ittifak etti ler. Bu savaş için Aşıkpaşazade 702 (1303) tarihini verir. 702 yılı miladl26 Ağustos 1302'de başlar. 702 yılının baharı 1303'ün ilk yedi ayına rastlar. Tekfurların ordusu bu tarihte harekete geçmiş olmalıdır. ittifak ve saldırı kuşkusuz istanbul'dan gelen emir üzerine yapılmıştır. Tekfurların Yenişehir'e doğru saldırı hareketi başlangıçta başarılı oldu. Osman, yanındaki kuvvetlerle tekfurlar ordusunu Ye nişehir ovasındaki diğer Koyunhisar'da karşıladı. Düşman savaşa savaşa dar Dinboz (Dimboz/Dinbos) Bağazı'na kadar çekildi. Osman'a karşı orada son bir savaşa giriştiler. Şehitler arasında Osman'ın kardeşi Gündüz Alp'in oğlu Aydoğdu da vardı ( türbesi Dinboz'tan Koyunhisar'a giden yol üzerindedir). Zafer, Osman tarafında kaldı Dinboz Savaşı'nda (yakın zamana kadar boğazdaki köy Dinboz adını taşıyordu, şimdi Erdoğan) Kestel tekfuru savaş meydanında öldü. Bursa ve Adranos (bugün Orhaneli) tekfurları kaçıp hisariarına sığındılar. Osman, karşısında savaşan ve bozgunda firar yolunu tutan Kite tekfurunun (Bursa'ya yakın Kite Kalesi surlarından bir kısmı bugün ayaktadır) peşini bırakmadı, Ulubat (Lopadion) Köprüsü başına kadar kovaladı. Tekfur Ulubat Kalesi'ne sığındı. Köprüyü koruyan kaleden ileriye geçme imkanı yoktu. Osman, kaçak tekfurun teslim edilmesini istedi, aksi takdirde gölü dolaşıp yurdunu yağma tehdidinde bulundu. Sonunda Ulubat tekfuru ile yapılan anlaşmada Osman, kendisinden sonra gelecek beyler adına köprüyü geçmeye yeltenmeyeceklerine dair söz verdi. Tekfuru teslim alan Osman, Kite (Ürünlü) Kalesi önünde onu idam edince kale teslim oldu (1303). Dinboz Savaşı'nın ardından Ulubat'a kadar Bursa ovası ve Uludağ, Türkmen yerleşmesine açıldı. Bursa ise yirmi üç yıl kuşatma altında kalacaktır. Osman şehri kuşatıp etraftan tecrit etmek için iki havale kulesi; Aktimur ile Balabancık kulelerini yaptı ve çeki Idi. U ludağ'da Türkmen köyleri ve Uludağ eceğinde Kızı k köyleri 1303-1326 döneminde kurulmuş olmalıdır.

Bapheus ve Dinboz zaferinden sonra Osman, Bizans karşısında kendini güçlü hissediyor, Paflagonya ve Anadolu'nun diğer taraflarından gaza ve doyum için akın akın bayrağı altına gelen yoldaşlada ordusu sefer zamanı 5000 kişiye varmış

149 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI bulunuyordu. iznik'i düşürmek ve istanbul'dan gelecek yardımiara karşı ablukayı tamamlamak için Sakarya üzerindeki geçit yerlerine karşı yeni seferler düzenle­ meye başladı. 704 (1304) seferi hakkında ilk ve en ayrıntılı kaynak ishak Fakih­ Yahşi Fakih'ten gelen rivayettir. Aşıkpaşazade metninde yer alan bu rivayete göre Osman Bey, Leblebüci Hisarı'na (Kabakluca 1 Koubouklia ?) geldiğinde tekfur itaat etti. Onu yerinde bırakan Osman oğlunu yanına aldı. Oradan Lefke'ye (Leukai) vardı. Çadırlu ve Lefke tekfurları bağlılık bildirince onlara memleketleri bırakıldı ve Osman Gazi'nin yanında nöker oldular. Osman, oradan Mekece'ye ulaştı, oranın tekfuru da itaat etti ve Akhisar'a (Metabole) Osman ile beraber geldi. Akhisar tekfuru adam toplayıp savaşa girdi, ancak yenilip kaçtı; hisarına girerneyince Karaçepüş (Katoikia) Hisarı'na çekildi. Osman Geyve'ye (Kabakia) gidip boş bulduğu hisarı aldı. Ardından Te kfurpınarı'nı da ele geçirip bir aydan fazla bir zaman bu bölgede kaldı.38

Burada verilen toponimi ve güzergah dikkate alınırsa kaynaktaki bu rivayerin tamamıyla tarihi gerçeğe dayandığı anlaşılır. Osman, merkezi Karacahisar'dan ha­ reket etmeden önce Mihal'i çağırmış, islam'a davet etmişti. Lefke'ye kestirme yol Mihal'e ait bölgeden, Harmankaya (bugün Harman köy) ve Gölpazarı üzerinden Sakarya vadisine inmektedir. Osman bu yolu izlemiş olmalıdır. Köse Mihal, bu sebeple seferden önce Karacahisar'a çağrılmıştı. Osman'ın yolu üzerinde ilk fethi Leblebüci Hisarı'dır. Ondan sonra Lefke, Sakarya vadisinde iznik'e gelen ana yol üzeri ndedir. Lefke'den Mekece'ye kadar sa rp Sakarya va d isi boyunca kuzeye dönülür ve Akhisar ovasına (bugün Pamukova, Eskihisar tepede) ulaşılır. Osman, bu seferde Karaçepüş Kalesi'ni alamadı ancak ertesi yıl oğlu Orhan'ı deneyimli kumandanlarla bu kale ve Karatigin (bugün Karadin) üzerine gönderdi.

Bapheus'tan sonra Osman Gazi'nin 1304 Sakarya seferinin istanbul'da panik havası doğurduğu anlaşılmaktadır. Pachymeres, hiçbir umudun kalmadığını saraya yakın bir adam olarak yana yakıla anlatır.39 izmit, açlık ve susuzluk içinde son derece kötü durumdaydı. iznik şehri de etraftan çevrilmiş, dışarıyla ilişkisi kesilmiş, kıtlık içinde bulunuyordu. Belokömis (Bilecik), Angelokömis (inegöl), Anagourdy (?), Palatanea (Bursa- iznik yolu üzerinde), Melangeia (Yenişehir) ve dolayiarının halkı kaçmış, memleket ıssızlaşmıştı. Kroulla ve Katoikia'nın durumu daha kötü idi (Kroulla yol kavşağı Gürle'dir_ Katoikia, Karaçepüş'tür). Bu ' kalelerin Türklerin eline geçmesiyle Bizans'tan iznik'e gelen yol kapanmıştır. 1304 seferinde Osman, Sakarya vadisinde Geyve, Mekece, Absu (Hypsu) ve Lefke'yi ele geçirmiş bulunuyordu. iznik'e erişmek için yalnız göl tarafından Kios 1 Cius (Gemlik) yolu açık kalmıştı.

38 Aşıkpaşazade, Tarih, s. ı 07.

39 Relations Historiques, XI, 21, s. 650.

150 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Osman, 1304'te seferde iken Çavdar (Çavdarlı) Tatarı, Karacahisar pazarını gelip yağmalamıştı. 705 yılında (24 Temmuz 1305'te başlar) Osman Gazi, Mihal ve öteki tecrübeli kumandanlarla Orhan'ı Karaçepüş ve Karatigin hisariarını fethetmeye gönderdi.40 Bu seferin amacı iznik'in bu yönden tecrit işini tamamlamaktı. Orhan, Karatigin'i aldığı zaman, "Benim garazım izniktir" de­ mişti.41 Osman ise Çavdar Tatarı'nın yeni bir saldırısı ihtimali yüzünden yahut yaşı ve hastalığı dolayısıyla Karacahisar'da kaldı. Orhan, Karaçepüş ve Absu hisariarını fethetri. Arkasını emniyete almak amacıyla Karaçepüş'te Konuralp ve Absu'da Akça Koca'yı bıraktı. Karatigin'i de alıp tekfurunu idam etti. Draz Ali ve Karatigin havale hisarlarından iznik kuşatması çeyrek yüzyıl sürecektir. O zamana kadar Absafı-Bıçkı dağ kitlesini aşmak imkansızdı, tek yol Sakarya vadisi idi. Ancak bu vadide de Akhisar, Geyve, Absu ve Karaçepüş kaleleri bulunuyor ve bu yolu Osmanlılara kapatıordu. 1305'te Orhan, Akhisar'ı harekat merkezi yaptı. Kalelerin düşmesi üzerine Osmanlılar, Sakarya'dan Beşköprü­ Adapazarı düzlüğüne inmiş görünmektedir. Bu düzlüğün doğusunda Bizans'a ait Akyazı, batısında Sapanca'nın (Sophon) güney kıyılarından izmit ve ku­ zeyde Adapazarı bölgeleri şimdi Osmanlı akıniarına açılmış bulunuyordu. Böylece Osman'ın 1304, Orhan'ın 1305 seferi izmit ve istanbul yolu üzerinde Osmanlı egemenliğini sağlamış ve iznik'e bu yönden bir yardım gelmesini önlemiştir. Bölgede yeni uelarda Konuralp Akyazı tarafına, Akça Koca izmit üzerine sürekli akıniara başladı. Konuralp Akyazı'da Tuzpazarı'nı aldı ve Bizans kuvvetleriyle Uzuncabel'de iki gün iki gece çetin bir savaştan sonra bütün bölgeyi ele geçirdi. Tuzpazarı'nı yeni uc merkezi yaptı. Akça Koca, Osman'ın yeğeni Aktimur'la batıda Kocaeli'ne akın düzenliyor, Konuralp doğuda Akyazı, Konurpa, Mudurnu ve Bolu'yu ele geçiriyordu. Sakarya üzerinde Karaçepüş ve Absu'da Gazi Abdurrahman yerleşti ve Akova'ya akına başladı. Aşıkpaşazade ve Neşrl'de kısaca kaydedilen bu gelişmelerin çoğu kuşkusuz 1305 seferinden sonraki yıllarda gerçekleşmiştir. Böylece 1305'te izn ik'e gelen bütün yollar Osman Gazi'nin koncrolü altına geçmiştir.

Pachymeres'e göre 1305'te imparator, "srratopedark" unvanı verilen Sguros adlı birini "arbaletli askeri başında" Osman'a karşı gönderdi ve bir miktar para verdi; Sguros bu para ile mahallinde yerli bir kuvvet meydana getirecekti. Sguros, Katoikia bölgesine geldi. Fakat 5000 kadar Osmanlı kuvveti belli etmeksizin gece kaleye gelen yolları ele geçirmişti. Pachymeres'te ve eski Osmanlı rivayetinde Orhan'ın taktiği üzerinde birbiriyle örtüşen ayrıntılar, Osmanlı rivayetinin tamamıyla güvenilir niteliğini bir defa daha ortaya koyar. Orhan'ın taktiği hakkında ayrıntılar Karaçepüş Kalesi'nin Katoikia olduğunu kesinlikle

40 Aşıkpaşazade, s. ı 08-11 O. 41 Neşrl, I, 126.

151 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI kanıtlamaktadır. Pachymeres, para ile tutulan askerden bir yarar gelmediğini, kaleye sığınmak için kaçan kadın ve çocukların kaleyi zapeecmiş olan Türklerin eline düştüğünü, şehrin yakıldığını ekler. Bu noktada Bizansi ı tarihçi çoğu zaman yaptığı gibi daha önceki olaylara geçer, Osman'ın Belokömis'i (Bilecik) aldığını, sadece Bursa'nın direndiğini hatırlatır. Osmanlı menakıbnamesine göre Bilecik 1299'da ele geçirilmiş ve Bursa, Dinboz Savaşı'ndan sonra 1303'te abluka altına alınmıştır. Osman, beyliği ailenin diğer üyeleriyle birlikte idare eder görünmektedir. Kara- cahisar subaşılığını kardeşi Gündüz'e vermişti. Önemli siyasi kararları amcası Dündar'a danışırdı. 1303'te Bursa Hisarı'nı abluka için yaptırdığı havale kulelerinden birini kardeşinin oğlu Aktimur'a verdi. Osman, oğlu Orhan'ı kendi sağlığında deneyimli kumandanlar Akça Koca, Konuralp, Köse Mihal ile seferlere gönderip, onu beylik için hazırlıyordu. Hasta olan Osman son yıllarında beyliği fiilen oğlu Orhan'a bırakmıştı.

Osmanlı rivayeri erken bir tarihten, 1305'ten sonra Osman'ın herhangi bir faaliyetinden söz etmez. Bu rivayetlerde Osman Bey'in ayağında "nikris zahmeti" bulunduğu için işleri Orhan'a bıraktığından kendisinin yaşlanıp "mütekait" olduğundan söz edilir.42 Osman'ın ölüm tarihi Asporça Hatun ile Mekece vakfiyeleri ne göre belirlenebilir. Biri ncisinde Osman hayatta, i kincisinde vefat etmiş görünmektedir. Dolayısıyla, Osman 724'te (1324) ölmüştür. Osmanlı rivayetine göre vefatında hicri yıl hesabıyla altmış dokuz yaşındaydı ve yirmi yedi yıl hükümdarlık yapmıştı. Bu kayda göre doğumu 1257 olmalıdır. Osmanlı rivayetine göre vefatında Orhan Bey, Bursa'yı kuşatmakla meşguldü. Osman\ vasiyeti gereği Hisar'da Tophane'de "Manastırda kubbenin altında" defnettiler. Gümüşlükubbe denilen manasm43 1271 (1855) depreminde yıkılınca 1280'de (1863) şimdiki sade türbe Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. Osman'ın Orhan'a vasiyeti olarak daima şeriat hükümlerine riayet, emrindekileri gözetme ve ihsanda bulunma maddeleri zikredilir. 1324 tarihli Mekece Vakfiyesi'nde şahitler kısmında Osman'ın Orhan dışında Çoban, Melik, Hamid, Pazarlı adlı oğulları ve Fatma Melek adlı kızı yer alır. Şahitler arasında Ömer Bey kızı Mal Harun'un adı geçer. Kroniklerde Mal Hatun hanımı ve Şeyh Edebali'nin kızı olarak kayıtlıdır. Ayrıca bir başka oğlu olarak Alaeddin Ali'nin adı zikredilir. Orhan, 1305'ten beri seferlerde kumandan olarak ordunun başında olduğundan babasının ölümünde olaysız beylik tahtına oturmuştur.

Osman dönemine ait en önemli belge Asporça Vakfiyesi'dir ve 723 Ramazan ayı başlarında (Eylül 1323 başları) düzenlenmiştir. Belgede, Osman Gazi b. Ertuğrul

42 Aşıkpaşazade, s. 112; Neşri, I, 136. 43 Tasviri için bkz.Texier, Ch., Asie Mineure, Paris 1862, 130.

152 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan oğlu Orhan'ın eşi Asporça Harun kendi huzurunda Alaeddin Paşa'yı vakıfları için vekil tayin etmiştir. Asporça Harun'a Osman tarafından hibe edilen beylik köyler Narlı ve Kıyaklı (Kapaklı?) vakfedilmiştir. Kendisinden sonra iki oğlu Şerefullah ile ibrahim Bey ve onların neslinden gelecekler hasılanan haklarını vakıf şartlarına göre alacaklardır. Asporça Hacun, tevliyeti büyük oğlu ibrahim Bey'e vermiştir. Bunun dışında Sultanönü Livası tahrir defterlerinde Osman dönemine inen atıflar mevcuttur. Öte yandan Osmanlı tarihinin ilk dönemini nakleden Aşıkpaşazade'nin Te varlh-i Al-i Osman'ının ana kaynağı Orhan'ın imamı ishak Fakih oğlu Yahşi Fakih'in yazdığı, bugüne ulaşmayan Ch. bir vakayinamedir. Yahşi Fakih'in Osman ve Orhan dönemlerine ait rivayetleri ishak Fakih'ten, yani çağdaş bir raviden gelir. Bu rivayerin doğru tarihi bilgiler içerdiği yer adlarının kontrolü, topanimik-topografik araştırmalar sonunda orraya çıkmıştır. Aşıkpaşazade'den başlayarak Neşrl, Ruhi Çelebi (veya ona atfedilen Oxford anonimi), anonimler, Oruç b. Adil'in Te varlh-i Al-i Osman'ı ve Ahmedl'nin gazavat tarzında manzum Te var/h-i Mü/Uk-i Al-i Osman'ında Yahşi Fakih'in eserinin kullanıldığı açıktır. XV. yüzyılda yazılan derleme tarihler, Yahşi Fakih'i ihtisar eden Aşıkpaşazade'den veya onun bugüne ulaşmamış nüshalarından aktarmaktadır. Aşıkpaşazade'nin Yahşi Fakih menakıbnamesini ihtisar ederken atlamalar yaptığı anlaşılmaktadır. Onun eksik bıraktıkları (mesela Bapheus savaşı, iznik ablukası, 1329 Pelekanon savaşı) Anonim Te varlh-i Al-i Osman'da ve kısmen idrls-i Bitlis!, ibn Kemal gibi sonraki klasik kompilasyonlarda dikkate alınmıştır. Hoca Sadeddin'in Ta cü't­ tevar/h'i, esas itibariyle idrls'in Heşt Bihişt'inin Türkçe inşa diliyle bir özetinden ibarettir. Çok defa Sadeddin'in italyanca Bratutti çevirisini kullanan Batılı ta­ rihçiler (J.von Hammer, J. W. Zinkeisen, N. jorga) idrls'i kullanmamışlardır. Bazıları Leunclavius çevirilerinden yararlanırlar. Bunlar bu ilk dönem üzerinde ağır yaniışiara düştüklerinden ihtiyatla kullanılmalıdır. Osmanlı tarihinin Türkçe kaynakları konusunda yapılacak ilk iş Aşıkpaşazade, Neşrl ve anonimlerden hareketle olabildiğince Yahşi Fakih menakıbnamesinin aslını ortaya çıkarmaktır. Bunun için de ilkin bu kaynakların metin renkidi metoduyla doğru tespiti gerekir. Aşıkpaşazade'nin Atsız tarafından yayımlanan metni (istanbul 1949) pek çok yanlış içerir. Kemal Yavuz ve M. A. Yekta Saraç'ın günümüz Türkçe'siyle neşrettikleri Aş1kpaşazade: Osmanoğullannm Ta rihi (istanbul 2003) ilmi maksatla kullanılamaz. Günümüzde bu tarihi metinleri içerdikleri destanl-folklorik malzerneye bakarak toptan masal- efsane saymak ve ilk dönem tarihinin "ka­ ra boşluk"tan ibaret olduğunu iddia etmek44 işin kolayına gitmektir. Kuşkusuz, Osman Bey dönemi üzerinde eldeki Te varlh-i Al-i Osman çok noksandır. Ancak, Osman dönemine ait çağdaş Bizans tarihçisi G. Pachymeres önemli ayrıncılar sağlar.

44 C. İmber, The OttomanEmpire: 1300-1481, İstanbul 1990.

153 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

• • 8/BL/YOGRAFYA:

BA, MAD, nr. 16016, s. 13-17; nr. 18333; BA, TD, nr. 438; BA, KK, nr. 3358; Hüdavendigar Livası Ta hrir Defter/eri, haz. Ö. Lütfi Barkan-Enver Meriçli, Ankara 1988, s. 283; İbn Blb!, el­ Eva mirü'I-Al!ıiyye: Selçukname, tre. Mürsel Öztürk, Ankara 1996, II, 124-129, 243 vd.; G. Pachymeres, Relations Historiques, nşr. A. Failler, tre. V. Laurent, Paris 1999, IV, 25, 358-368; Xl, 21, 650; Aksaray!, Miisameretii'l-ahbdr, tre. Mürsel Öztürk, Ankara 2000, s. 238-244; Aşık Paşa, Gaı·ibn!ıme, haz. Kemal Yavuz, İstanbul 2000, H/2, s. 549-579; Ahmed Eflak!, Ariflerin Menkıbeleri, tre. Tahsin Yazıcı, İstanbul ı 989, II, 234 vd., 342- 345; Yazıcızade Ali, Ta rih-i Al-i Selçuk, TSMK, Reva n Köşkü, nr. 1391, vr. 431•, 444"; İbn Battilta, Seyahatnam e, tre. A. Sait Aykut, İstanbul 2004, I, 430-435; N. Gregoras, Rhomaische Geschichte, tre. J. L. van Dieten, Stuttgart 1973, I. Register: Türken; Ahmed!, Dastan ve Tevadh-i Afüluk-i Al-i Osman, haz. Çiftçioğlu N. Arsız, Osmanlı Tarihleri I içinde, İstanbul 1949, s. 6-9; Şükrullah, Behcetü't­ tevarih, tre. Çiftçioğlu N. Arsız, a.e. içinde, s. 51-53; Aşıkpaşazade, Ta rih (Arsız), s. 91 116; Oruç b. Adil, Tevarih Al-i Osman, s. 4-14; Neşrl, Cihanniima (Unat), I, 60-147; Fatih Devri Kaynaklarından Diistı'trn!ıme-iEnveri: Osmanlı Tarihi Kısmı (1299-1466), haz. Necdet Öztürk, İstanbul 2003, s. 10-23; İbn Kemal, Tevarth-i Al-i Osman, l, 1-204; Anonim Tev!ırih-i Al-i Osman, nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat, İstanbul 1992, s. 3-15; Ruhi Ta rihi, TTK Belgeler, XIV/18 (1992) içinde, tıpkı basımı ile birlikte, nşr. Halil Erdoğan Cengiz-Yaşar Yücel, s. 359- 383; Hoca Sadeddin, Ta cü't-tevarih, İstanbul 1279, I, 12-30; Şikart, Ka ramanoğullan Tarihi, tür. yer.; Hammer, GOR, I, 71-86; Ch. Texier, Asie Minettre, Paris 1862, s. 130; P. Wittek, The Rise of the , London 1938, tür.yer.; a.mlf., "The Ta king of Aydos Castle: A Ghazi Legend and its Transformation", Arabic and Is lamic Studies in Ho nor of Ha mi/ton A. R. Gibb, ed. G. Makdisi, Leiden 1965, s. 662-672; a.mlf., "Der Stammbaum der Osman en", Isi, XIV, 1925, s. 94-100; a.ınlf., "Deux chapltres de l'histoire des turcs de Roum", Byzantion, II, Bruxelles 1936, s. 285-319; Ahmet Te mir, Kıı-;ehir Emiri Ca ca Oğlu Nur el-Din'in 1272 Ta ı·ihli Aı-apça-Moğolca Va kfiyesi, Ankara 1959, s. 97, 202; İbrahim Hakkı Konyalı, Söğüt'de Eı·tuğml Gazi Tü rbesi ve İhtifoli, İstanbul 1959; Osmanlı Tarihine Ait Ta kvimleı; nşr. Arsız, İstanbul 1961, s. 25, 67- 68, 1 O 1; Cl. Cah en, "The Mongols and The Near East", A History of the Crusades, ed. R. Lee Wo lff-H. W. Hazard, Philadelphia 1962, II, 715-734; a.ınlf., "La Question d'histoire de la provin- ce de Kastamonu au XIII• siecle", Tu ı·cobyzantin et Orieııs Christians, London 1974, s. 146-ı58; V. L. Menage, "The Beginnings of Ottoman Historiography", Historians of the Middle East, ed. B. Lewis - P. M. Holt, London 1962, s. 168-179; a.mlf., "The Menaqib ofYakhshi Faqih", BSOAS, XXVI, 1963, s. 50-54; I. Beldiceanu-Steinherr, Recherches mr les actes de regnes des sultans Osman, Orkhan et ll,furad I, Monachii 1967, tür. yer.; a.mlf.,"La conquete de la Bithynie mariri me: etape decisive dans la fonciation de 1'e tat ottoınan", Byzaııs als Raıım, ed. K. Belke v.dğr., Wien 2000, s. 21-36; S. Vryonis, The Decliııe of Medieval Hellenism iıı Asia Minor, London 1971; a.ınlf., "The Byzan tine Legacy and Ottoman Forms", Dumbarton Oaks Papers, sy. 23-24, Washington 1969-70, s. 253-308; a.mlf., "Nomadization and Islamization in Asia Minor", a.e., s. 29 (1975), s. 41-71; M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu'nun Kı mtlttftt, nşr. Adnan Erzi, Ankara 1972, tür.yer.; a.mlf., "Osmanlı İm­ paratorluğunun Etnik Menşei Meseleleri", TTK Belleten, VII/27, 1943, s. 284-301; J. E. Woods, The Aqquyımlu: Clan, Confederation, Empire, Minneapolis-Chicago 1976, s. ı 73-183; İbrahim Artuk, "Osmanlı Beyliğinin Kurucusu Osman Gazi'ye Ait Sikke", Tü rkiye'nin Sosyal ve Ekonomik Ta rihi: 1071-1920, Social and Eco nomic History of Tıırkey, 1071-1920, ed. Osman Okyar-Halil İnalcık, Ankara 1980, s. 27 -33; Faruk S ümer, Oğuzlar (Türkmenlu) Tarihleri, Boy TeJkilatı, Destan/an, İstanbul 1980, tür. yer.; a.mlf., "Osmanlı Devrinde Anadolu'da Kayılar", Belleten, TTK XII/47 (1948), s. 575-615; a.mlf., "Osmanlı Devletinin Kuruluşu ile İlgili Meseleler Üzerinde Araştırmalar", Tü rk Dünyası Tarih Dergisi, V/51, İstanbul 1991, s. 3-9; R. P. Lindner, Nomads and Ottomaııs in Medieval Anatolia, Bloomington 1983, s. 1-51; Osman

154 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Turan, Selçuklular Za manında Tüı·kiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 509, 613-614, 648, 653-657; E. VVemer, Die Geburt ein er Grossmacht-Die Osman en (1300- 1481), Weimar 1985, tür. yer.; K. Hopvvood, "Türkmen, Bandits and Nomads: Problems and Per- ceptions", Proceedings of C!EPO Sixth Symposium, ed. J. L. Bacque-Grammont-E. van Donzel, İstanbul 1987, s. 23-30; a.mlf., "Nomads or Bandits", By zantinische Forschımgen, XVI, Amsterdam 1991, s. 179-194; Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Ara1tırmalar: Çoban-oğulları Beyliği, Candar-oğullan Beyliği, Ankara 1991, I, 183-203; J. S. Langdon, Byzantium's Last Imp erial Offe nsive in Asia Mino,·, New Rochelle 1992, tür.yer.; Ahmet Yaşar Ocak, Kü ltür Ta rihi Kay nağı 0/a,-ak Menlıkıbndmeler, Ankara 1992, tür.yer.; Halime Doğru, XVI. Yüzyılda Eskilehir ve Sultanönü Sancağı, İstanbul 1992, tür.yer.; a.mlf., "Karahisar Kalesi ve Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Önemi", Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, lll, Eskişehir 2001, s. 1 05-127; The Ottoman Emirate, 1300-1389, ed. E. Zachariadou, Rethymnon 1993, tür. yer.; Cemal Kafadar, Between Tı vo Wo rlds: The Construction of the Ottoman State, Berkeley 1995, tür. yer.; C. Imber, "ldeals and Legitimation in Early Ottoman History", Süleyman the Magnificentand His Age, ed. C. Woodhead-Metin Kunt), London 1995, s. 138-153; a.mlf., "What does Ghazi Actualy Mean?", The Balance of Tr uth, Essays in Ho nour of Professor Geoffrey Lewis, ed. Çiğdem Balım­ Harding- Clmber, İstanbul 2000, s. 165-178; a.mlf., "The Ottoman Dynasric Mytlı", Tu ı·cica, XIX, Paris 1987, s. 7-27; a.mlf.. "Orhman I", EP (İng.), VIII, 180-182; Halil İnalcık, "Osman Gazi'nin İznik Kuşarınası ve Bafeus Muharebesi", Osmanlı Beyliği: 1300-1380, tre. Gül Çağalı Güven v.dğr, İstanbul 1997, s. 78-100; a.mlf., "Karacahisar ve Karacaşehir Üzerinde Bir Belge (MAD 18333, Sultanönü Evkaf Defteri)", Osmangazi Sempozyumu, Eski1ehir Anadolu Üniversitesi, 1998; a.mlf., "İznik İçin Osman Gazi ve Bizans Mücadelesi", Tarih Boyunca İz nik, haz. Iş ıl Akbaygil v.dğr., İstanbul 2004, s. 59-85; a.mlf., "Orroman Methods of Concjuest', Sr.l, II, 1954, s. 103-129; a.mlf., "The Question of the Erneegence of rhe Ottoman Srate", IJTS, II, 1980, s. 71-79; C. Heywood, "The Fronrier in Ottoman History, Old Ideas and the New Myrhs", Fro ntiers in Question: Euro-Asian Boderlands, 700-1700, ed. D. Power- N. Standen, New York 1999, s. 228-250; a.mlf., "Betvveen Historical Myrh and 'Myrho- history': The Li mi ts of Ottoman Hisrory", By zantine and Modern Greek Studies, XII, Oxford 1988, s. 315-345; D. M. Nicol, Bizans'ın Son Yüzyıl/arı: 1261-1453, tre. Bilge Umar, İstanbul 1999, s. 135-153; Raif Kaplanoğlu, Osmanlı Devleti'nin Ku ruluıu, İstanbul 2000, rür.yer.; a.mlf.. Bursa Ansiklopedisi, Bursa 2001, I, rür.yer.; Feridun M. Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Bey­ lik/ai Dünyası, İsranbul 2001, s. 1-23; La Birhynie au moyen age, ed. B. Geyer-J. Leforr, Paris 2003, rür.yer.; H. W. Lowry, The Na ture of the Eaı·ly Ottoman State, Albany 2003, tür.yer.; E. A. Zachariadou, "İlk Osmanlılara Dair Tarih ve Efsaneler", Siiğütten İstanbzel'a: Osmanlı Dev­ letinin Kıtrulu;u Üz erine Ta rtıfmalar, haz. Oktay Özel-Mehmet Öz, Ankara 2005, s. 341- 396; a.mlf., "Pachymeres on the 'Amourioi' of Kastamonu", By zantine and J'ıl!odern Greek Studies, III, Oxford 1977, s. 57-70; a.mlf.,"Observations on S ome Turcica of Pachymeres", REB, XXXVI, 1978, s. 261-267; The Ottoman Emp ire: My ths, Realities and Black Ho/es, ed. E. Kermeli-Oktay Özel, İstanbul 2006, tür. yer.; Fr. Giese, "Das Problem der Entstehung des Osmanisehen Reiches", Zeitschriftfiir Semitistik und Verwandte Gebiete, Il, Leipzig 1923, s. 246-271; Hüseyin Hüsameddin, "Orhan Bey'in Yakfiyesi", TTEM, XYI/94, 1926, s. 284-30 1; J. H. Kram ers, "Wer war Osman?", AO, VI, 1928, s. 242-254; Fr. Taeschner, "Beitrage zur Geschichte der Achis in Anarolien (14.-15. lhdt) auf Grund neuer Quellen", Islamica, IV, Leipzig 1929, s. 1-47; a. mlf., "Beirrage zur frühosmanischen Epigrafık und Archaologie", Isl, XX, 1932, s. 109- 186; XXII, 1935, s. 69-73; A. Zeki Yelidi Togan, "Moğollar Devrinde Anadolu' nun İktisadi Yaziyeti", THİTM, l, 1931, s. 1-42; İhsan Uludağ, "Osman Gazi'ye Dair Mühim Bir Yesika: Aspurça Harun'un Yakfiyesi", Uludağ, s. 26, Bursa 1940, s. 61-68; İ. Hakkı Uzunçarşılı, "Gazi Orhan Bey Yakfıyesi, 724 Rebiülevvel/1324 Mart", BeIl eten, TTK, V (1941), s. 277-288; a. mlf. , "Gazi Orhan Bey'in Hükümdar Olduğu Tarih ve İlk Sikkesi", a.e., IX, (1945), s. 207-211; Adnan Erzi, "Osmanlı Devletinin Kurucusunun İsmi Meselesi", TA1, VII-VIII (1940-1942), s.

155 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

323-326; Şevkiye İnalcık, "İbn Hacer'de Osmanlılara Dair Haberler", DTCFD, VI (ı948), s. ı89-ı95; E. Frances, "La fe odalite byzantine et la conquete Hırque", SAO, IV (1962), s. 69-90; H. Glykatzi-Ahrvveiler, "l'Histoire et la geographie de la region de Smyrne entre !es deux occupations turques, ıo8ı-ı3ı7", Tra uaux et Memoires, I, Paris ı965, s. ı-204; D. Jacoby, "Catalans, Tu res et Venitiens en Romani e (ı305-ı 332)", Studi Medieıeali, XVII, Torino ı 974, s. 2 ı 7 -26ı; C. Fo ss, "The Defenses ofAsia Minör against the Uırks", Greek Orthodox Th eological Review, XXVII, Brookline ı 982, s. ı 45-205; a.mlf., "Byzantine Malagina and the Lower Sangarius", Anato/ian Studies, XI, Ankara ı 990, s. ı 6 ı-ı 84; R. C. Jennings, "S ome Thoughts on the Gazi Thesis", WZKM, sy. 76 (ı986), s. ı5ı-ı6ı; Şinasi Tekin, "XIV'üncü Yüzyıla Ait Bir İlim-i Hal: Risaletü'l-islam", a.e., sy. 76 (ı986), s. 279-292; a.mlf., "XIV. Yüzyılda Yazılmış Gazilik 'farikası, 'Gaziliğin Yolları' Adlı Bir Eski Anadolu Türkçesi Metni ve Gaza 1 Cihad Kavramları Hakkında", ]TS, XIII (ı989), s. ı39-204; L. Darling, "Contested Terrirory: Ottoman Holy War in Comparative Context", St.!, XCI (2000), s. ı33-ı69; a.mlf., "Persianate Sources on Anatolia and the Early History of the Ottomans", Studies on Persiarıate Societies, II, Tiluan 2004, s. ı26-ı44; M. Tayyib Gök- bilgin, "Osman", İA , IX, 43ı-443.

156 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

ORHAN45

Osmanlı Padişahı (1324-1362) (Öim. 763/1362)

Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin oğlu olup doğum tarihi tartışmalıdır. 699'da (1299) Nilüfer'le evlendiğinde "yiğit" (genç) diye anılmış olmasından hareketle bu tarihte on sekiz yaş civarında olduğu düşünülebilir. Osmanlı rivayetine göre, tutsak edilen Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer'le (Lülüfer, Rumca Luludia 1 çiçek) evlendirilmiş, Süleyman ve Murad bu evlilikten doğmuştur.

699'da (1299) Osman Gazi merkezini Bilecik-Yenişehir'e naklettiğinde Orhan'ı deneyimli atabey Gündüz Alp ile Karacahisar'a gönderdi. Osman Gazi'nin iznik kuşatması (701/1302) ve Dimboz (Dinboz) savaşına (702/1303) katıldığı anlaşılan Orhan, Lefke seferinde (703/1304) Germiyanlılar'ın tehdidine karşı Eskişehir-Karacahisar'da kaldı.

Yanında babasının güvendiği adamları Salcuk Alp ile Köse Mihal de bulunu­ yordu. Osman Gazi, Lefke seferinde Sakarya üzerinden iznik'e yol veren kaleleri n fethiyle uğraşırken Germiyan'dan Çavdar Ta tar, "Karacahisar'ın pazarına" (Ilıca yanında) yağma akını yapıp çekildi. Orhan yağmacıların peşine düştü, onlara Oynaşhisarı'nda (bugün Çavdarhisar) yetişti, yağma mallarını ellerinden aldı ve Çavdar Ta tar'ın oğlunu ele geçirdi. Osman Gazi, bu esirle bir anlaşma yaptı ve onu babasına geri gönderdi. Daha sonra Osman, Germiyan-Çavdar saldırılarını karşılamak üzere kendisi Karacahisar'da kalmaya karar verdiğinde Orhan'ı yanına kattığı gazi alpleri Akça Koca, Konuralp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal ile birlikte Sakarya'ya gönderdi (705/1305). Aşıkpaşazade, Orhan'ın kumanda ettiği ilk seferin bu olduğunu belirtir.46 Orhan, stratejik önemi olan

45 Halil İııalcık, "Orhan", TD VİA, c. 33, s. 375-386. 46 Aşıkpaşazade, Tarih, s. 108.

157 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Karaçepüş (Katoikia), iznik önünde Karatigin, Absu (Hypsu: Geyve Boğazı'nda) kalelerini fethetti. Yenişehir'de babası yanına geldi. Bu harekatın hedefi iznik'e gelecek yardımı keserek burayı teslim olmaya zorlamaktı; Orhan bu seferlerde askeri tecrübe kazanmış oldu. Babasının zamanındaki son seferi Adranos Kalesi (Orhaneli) üzerinedir. Bu seferde yanında yine Köse Mihal ile Turgut Alp vardı. 723 Ramazan ayı başlarında (Eylül 1323) düzenlenmiş Asporça Hatun Vakfi­ yesi'ne göre o tarihte Osman hayarta idi. Orhan'ın beyliğe geliş tarihi Rebiülevvel 724'tür (Mart 1324). Osman'ın ölümü de bu iki tarih arasında olmalıdır.

Orhan. beyliğin başına geçince Bizans Bitinyası'nın iki büyük merkezi Bursa ve iznik üzerindeki kuşatmayı sıkılaştırdı. 726 (1326) baharında bütün kuvvetleriyle Bursa önüne gelip teslim olmasını istedi. Bursa tekfuruyla uzlaşılan teslim ahidnamesinin maddeleri şunlardır: 1. Şehre giren Osmanlı askerleri halka zarar vermeyecek (yağma olmayacak, esir alınmayacak). 2. Gitmek isteyenler mallarıyla Osmanlı askerlerinin himayesinde şehri terkedecek. 3. Teslimde Orhan Bey'e 30.000 altı n ödenecek. Bursa tekfuru şehri terkedince Aşı kpaşazade'ye göre. "Ptnarbaşt'nda Ah/ Hasan çtktt, burç üzerinde muhkem durdu, ondan sonra Müslümanlar kovuldular" (2 Cemaziyelevvel 726 1 6 Nisan 1326).

Bursa'nın düşmesi ve iznik'in kuşatma altında sıkıntıda olması. istanbul'da Bitinya bölgesinin tamamının kaybedilmek üzere olduğu kaygısını uyandırdı. Bizans imparatoru lll. Andronikos Paleiologos, Gebze önünde Pelekanan'dan (bugün Eskihisar geçidinde) denizi geçip abluka altındaki iznik'i ve mümkün olursa Bursa'yı kurtarmaya karar verdi. Ordu başkumandanı (Grandomestikos) Yuannis Kantakuzenos'un hatıratında.47 Pelekanon Savaşı bütün ayrıntılarıyla verilmiştir. Bu kaynağa göre imparator daha önce 1328'de Anadolu sahilinde Bizans'a ait Kyzikos (Kapıdağı) ve tahkimli yarımada Pegae'ya (bugün sahilde Karabiga) gitmiş ve Karesi Beyi Temirhan ile (Demirhan) bir anlaşma yapmıştır. Kantakuzenos'a göre imparator, Karesi beyini saldırıdan vazgeçirmeyi ve bağımlı duruma getirmeyi amaçlamıştı.48 Aslında bu bir ittifak anlaşması idi. Osman Gazi zamanında 1303'te Apolyond'a kadar Bursa ovası istila edilmişti; 724'te (1324) Adranos Kalesi'nin fethedilmesi Karesi Beyliği'yle anlaşmazlığın kaynağı olmalıdır. imparator, ilkin Mesothenia (Türklerin Kocaeli'si) Valisi Kontofre'yi yanına çağır­ dı, sefer hakkında kendisiyle görüştü. Kontofre valiliği sırasında Kocaeli'nde Türkler'le karşılaşmalarında tecrübe kazanmış, yetenekli bir askerdi; Türklerin savaş taktiğini yakından öğrenmişti. Kontofre, imparatoru bu sefere teşvik etti. Osmanlı vekayinamelerinde layıkıyla yer almayan ve çok kısa olarak Abdurrahman

47 Notlarla Almanca çevirisi için bkz. Geschichte, Il, 22 vd. 48 A.g.e., Il, 20.

158 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Gazi'nin Orhan Gazi ile beraber bir Bizans kuvvetini püskürttüğü şeklinde belirtilen Pelekanon Savaşı i ki aşamada gerçekleşti. Birinci aşamada Bizans imparatorunun savaş meclisinde tepelerdeki Osmanlı kuvvetlerinin düzlüğe çekilmesi ve savaşın bu düzlükte yapılması kararı alındı. Bizans komutanı eğer bunu yaparnazsa o zaman savaş meydanını bırakıp dönmeyi düşünüyor, böyle­ ce daha başlangıçta tepelere yerleşen Osmanlılar scratejik üstünlük sağlamış oluyordu. Orhan Bey, tepeden harp sahasını gözetliyor, Bizans ordusunu arızalı araziye çekip orada çevirmeyi düşünüyordu. Bunun için de önemli bir kuvveti bir vadide pusuya sokmuştu. Bu klasik Osmanlı savaş taktiğiydi. Savaşın ilk günü (1 Haziran 1329) Orhan Gazi, Bizans ordusunu kendine çekmek için 300 kişilik bir kuvveti üzerlerine gönderdi (bu ordu düzenli 2000 askerden ibareni). Osmanlı akıncı kuvveti Bizans ordusuna yaklaştı, oklarını attı, ardından geriye doğru çekildi. Bu çekilişten maksat Bizans ordusunu yerinden çıkarıp tepelere doğru getirtmekti. Saldırı birkaç defa tekrar edildi. Başlangıçta Bizans ordusu mevzilerini bırakmadı. Orhan Bey'in kuvvecleri de tepeleri cerketmedi. Fakat savaşın ikinci günü tekrarlanan akıncı saldırıları sırasında imparator bu ufak kuvveti yok etmek için harekete geçti. Bunun üzerine Orhan Bey, bir kısım kuvvetlerini kardeşi Pazarlu kumandasında düzlüğe gönderdi. Bizans ordusu karşı çıktı; bu suretle akın şeklinde başlayan çarpışmalar iki tarafın büyük kuvvetlerinin katıldığı bir savaş halini aldı. imparacor, okla baldırından yaralandı ve öldüğü haberi yayı ldı. Bizans ordusunda panik kendini gösterdi. Panik halinde kaçan Bizans kuvvetleri sahildeki kalelere ve özellikle Filokren'e sığınmaya çalıştı. Orhan'ın kuvvetleri kaçanları kovalıyordu. Bizans imparatoru paniği önleyemeyince kendisini bir halıyla gemiye taşıttı ve istanbul'a kaçtı. Orhan, bütün Kocaeli'ni ele geçirdi; zaferden sonra izniklilerin hiçbir ümidi kalmadı. Osmanlılar, ablukayı şiddetlendirerek şehri teslim aldı49 (21 Cemaziyelevvel 731/2 Mart 1331).50 iznik fethiyle islam dünyasında şöhret kazanan Orhan Bey, Irak Celayirli Sulcanı Hasan-ı Büzürg ile de dostça ilişkiler kurdu.51.

Bitinya'nın tamamında sağiamca yerleşen Orhan Bey'i o sırada gören Arap seyyahı ibn Battuta onu "Sultan Osmancık oğlu ihciyarüddin Orhan Bey" diye anar ve zenginlik, arazi, askeri kuvvet bakımından Türkmen sultanlarının en büyüğü olup 100 kadar kalesinin bulunduğunu, zamanının çoğunu bu kaleleri dolaşmakla geçirdiğini, her birinde birkaç gün kalıp durumu teftiş ettiğini, bir şehirdeki ikamecinin asla bir ayı bulmadığını, kafi rlerle sürekli savaşta olup onları kalelerinde kuşatma altında tuttuğunu kaydeder.

49 Teslim şartları ve ilk önlemler için bkz. Aşıkpaşazade, s. ı ı 8-1 ı 9; Neşrl, I, 156-158, rarih için Schreiner, II, 238. 50 İbn Kemal 73411333 rarihini verir; Bkz. Tevarih, I, 42-48. 51 İbn Kemal, I, 61.

159 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Ayrıca, Bursa'yı Rumlardan babasının aldığını ve mezarının eskiden Hıristiyanlara ait bir kilise olan cami içinde bulunduğunu, rivayere göre Osman'ın iznik şehrini yaklaşık yirmi yıl kuşatma altında cuttuktan sonra oğlunun on iki yıl daha kuşatıp ele geçirdiğini yazar. ibn Battuta, Bursa'da tanıştığı Orhan Bey'in kendisine para gönderdiğini de belirtir. Bu ifadelerden Osman'ın faal beyliğinin 1322'de son bulduğu sonucu çıkarılabilir. Yine, Orhan Bey zamanında yaşayan Memluk tarihçisi ibn Fazlullah ei-Ömeri de merkezi Bursa'da oturan "Toman" oğlu Orhan'ın elli şehir ve elliden çok kalesi olduğunu, 40.000 atiısı olup yayaları da toplanınca sayılamayacak kadar kalabalık ordusu bulunduğunu, zengin ve korkulduğu kadar güçlü olmayıp Müslüman komşularıyla barış içinde ya­ şadığını, düşmaniarına karşı bazan galebe çaldığı nı, bazen de yenildiğini belirtir. Ömeri bu bilgileri Osmanlı arşıtı Germiyanlıların yanında bulunan bir şahıstan derlem iştir.

1329'dan beri Bizans ile savaş durumunda olan Orhan Bey'in yine Bizanslılar'la savaş halindeki Aydınoglu Umur Bey ile irtibat kurduğu Enveri'nin Düsturname adlı eserinden anlaşılır.52 Orhan 730'da (1330) onunla Saruhan'da buluşmuş ve Bizans'a karşı ortak harekata karar vermişlerdir. P. Lemerle, adı geçen Orhan'ı Menteşe beyi olarak yorumlarsa da53 1329'dan beri Orhan ve Umur'un Bizans'a karşı savaş halinde bulunduklarını dikkate almaz. Anadolu'dan gazilerin akın yolunu kesen Gelibolu Kalesi'ne saldırı, Aydınoğlu-Saruhanoğlu ve Orhan arasında bir görüşme sonunda kararlaştırılmış görünmektedir.

Bu sırada emektar uc (serhad) beylerinden Konuralp Akyazı, Konurpa-ili ve Mudurnu'ya yönelik akın faaliyetlerini sürdürürken Bolu tarafına bir akınında Uzuncabel'de iki gün iki gece çetin bir savaş vermek zorunda kalmış, oradan Akyazı'da Tuz (Düz) Pazarı'na gelmişti s4 Geyve boğazında Karaçepüş ve Absu'ya da Gazi Abdurrahman yerleştirilmişti. Batıda Bizans'a karşı savaşan bir diğer uc beyi Akça Koca ise Kocaeli'nde Kandıra'yı ve Ermini-ili'ni (Kocaeli'nde) fethedip yerleşti ve Samandıra'daki Bizans askerine karşı sürekli mücadeleye girdi.55 Samandıra'nın fethinden sonra Aydos'ta (Aetos) üslenen Bizans askeriyle çetin savaşlar yapıldı.56 Burada Osmanlılar'a karşı Bizans'ın Mesothenia valisi Kontofre (Katalan7) savaşıyordu. 1329 Pelekanon zaferinin ardından Kocaeli'de Hereke ve sahil kasabaları Üsküdar'a kadar Orhan Bey'in hükmü altına girdi. 733 (1333) yazında lll. Andronikos, Chalkidike'den hareket ettiği sırada Orhan'ın

52 Envert, Diistürndme, s. 25. 5 3 P.Leınerle, !'Emirat, s. 66. 54 Aşıkpaşazade, s. ı 09. 55 Ibn Kemal, ll, 12-13. 56 Aşıkpaşazade, s. ı ı 2.

160 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Nikomedia'yı (Eis-Nikomedia'dan eski Osmanlıca iznikmid, modern izmit) büyük bir ordu ve mancınıklarla kuşartığı haberini aldı. Kamakuzenos, bu konuda önemli ayrıntılar verirY Bu bilgilere göre imparator, aldığı haber üzerine süratle şehrin yardımına koştu. Filo henüz yolda olup Nikomedia'ya erişmek üzere iken Orhan bir elçi heyeti gönderdi, anlaşmaya razı olduğu takdirde savaştan çekileceğini, fakat savaşmak isterse buna hazır olduğunu bildirdi. impararor barışa razı oldu. Anlaşmaya göre, Orhan impararorun dostu olacak ve Bizans'a bağlı şehirlere karşı düşmanca hareketlere girişmeyecekti. Karşılıklı armağanlar gönderildi. Orhan impararora atlar, av köpekleri, halı ve panter kürkü yolladı; o da Türk beyine gümüş kaplar, yünlü ve ipekli kumaşlar, bir at ve bir eyer örtüsü gönderdi. izmit önünde Orhan'la yapılan anlaşmaya göre impararor, izmit kuşatmasından vazgeçmesi karşılığında Orhan'a yılda 12.000 altın (hyperper) ödemeye söz vermiş, böylece Osmanlı emiri gözünde Bizans haraçgüzar bir ülke durumuna düşmüştür (Zilhice 733/Ağusros 1333)

1337'de Bizans impararoru Arnavutluk'ta asilere karşı seferde idi. Orhan bunu fırsat bilerek izmit'i kuşattı. Osmanlı rivayetinde izmit fethi üzerinde ilginç ayrıntılar verilir.58 Konuralp ölünce, Orhan o bölgeyi Süleyman Paşa'ya vermişti. Gazi Abdurrahman'dan bilgi edinen Orhan Bey asker toplayıp Bursa'dan Yenişe­ hir üzerinden Geyve'ye geldi. Geyve boğazında Absu'da Süleyman kendisiyle buluştu, Ayan gölü (Sapanca/Siphon) ve Aydos'tan gaziler gelip kendisine katıldılar. izmit'i kuşatabilmek için Yalova yönünde Yalakova'da Koyunhisarı'nı (Hersekdili'ne inen iznik yolu üzerinde bir tepede Kaloyan elindeki Koyunhisarı) almak gerekiyordu. Orhan, bundan sonra bütün kuvvetleriyle gelip izmit'i kuşattı. Aşıkpaşazade'ye göre, "izmit'in sahibesi bir hatun idi, istanbul tekvuruna taalluku vardı." (Bu bilgi Bizans kaynaklarıyla uyuşur). Hatun, Orhan ile anlaşıp kaleyi ahidname ile teslim etmek zorunda kaldı; zira istanbul kayseri uzakta Arnavutluk'ta isyancılara karşı savaşa girmişti (Kantakuzenos, ll, 295) izmit fethi için idris-i Biriisi'nin kaynağındaki 738 (1337) tarihi doğrudur. Orhan, Aydos'taki gazileri şehrin muhafazasına tayin etti. Kiliseler mescide çevrildi. Bir kilise medrese için ayrıldı. Süleyman Paşa izmit'e vali tayin edildi. izmit-Yalakova Marmara sahilini koruma görevi Kara Mürsel'e verildi. Bizans'tan gelebilecek saldırıları önlemek için Akça Koca'nın merkezi Kandıra bölgesindeki uc gazileri buraya getirildi. Bizans'ın Mesothenia bölgesi Akça Koca ile bölgeye gelmiş olan gaziler arasında bölüşüldü. Orhan Bey, Ermeni-ili (bugün Akmeşe) bölgesini Yahşilü'ye (Yahşi Bey ?), Kandıra bölgesini Ak-Baş'a verdi.

57 Geschichte, ll, 89-90. 58 Aşıkpaşazade, s. 116-117; Hoca Sadeddin, I, 34-37.

161 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI izmit fethinden sonra Orhan Bey, ülkesini yeni baştan teşkil<'ıtlandırdı; büyük oğlu Süleyman'a izmit'i verdi. Bursa sancağına ikinci oğlu Murad'ı gönderdi, bölgeye "Bey Sancağı" adı verildi. Eskişehir yakınında ilk payitaht Karacahisar'a amcasının oğlu Gündüz Alp'i tayin eni. Orhan Gazi, kendi vilayetlerinin "ulubey"i oldu. Anadolu beyliklerinde Selçuklular'daki gibi ülkenin oğullar arasında bölüştürülmesi adetti; hükümdar ulubey unvanı ile bütün beyliğin yüksek sahibi sayılırdı. Süleyman Paşa, izmit ucundan doğuda Taraklı Yenicesi, Göynük ve Mudurnu'yu doğrudan Osmanlı idaresi altına aldı.59 Tebriz ipek Yolu üzerindeki bu kasabalar önemliydi. Kaynaklara göre Süleyman Paşa ada­ letli davrandı. Birçok köy halkı "Bu Türk kavmini görerek Müslüman oldu". Rumca bilen bu mühtedileri Yıldırım Bayezid, istanbul'da kurulan Müslüman mahallelerine yerleştirecektir.

Bizans kaynakları (Kantakuzenos, Gregoras) 738 (1337) yaz sonunda istanbul'a karşı Orhan'ın bir saldırısından söz eder. O sırada imparator Edirne'de idi. Orhan'ın otuz altı gemilik bir donanma ile istanbul civarına çıkarma yaptığı haberi geldi. Gregoras, Türklerin istanbul civarına yönelik bu saldırısından ayrıntılı b içi m de söz eder. Olay, istanbul'da korku uyandırm ış, kayserin emri üzerine Başkumandan Kantakuzenos, istanbul'da mevcut az miktarda askerle Ennakosia (istanbul civarında bir kale) mevkiinde Türkleri beklemişti. istanbul önünde Osmanlıların ilk defa görünmesi izmit'e yönelik girişimi önlemek için olmalıdır.

Orhan ve Karesi Beyfiği

Osmanlı Beyliği'nin Batı Anadolu beylikleriyle ilişkileri genelde gaza iş birliği çerçevesindeydi. Ancak, Karesi ve Germiyanoğulları ile rekabet kaçınılmazdı. Orhan'ın Bizans'a karşı Aydınoğlu Umur Bey'le ittifak ettiği bilinmektedir (730/1330). Rumeli'nde Osmanlı gazilerinin Umur'un Trakya seferlerini bildikleri ve kendilerine "Umurca oğlanları" dendiği belirtilir. Orhan döneminde Karesi Beyi Demirhan (Temirhan) ile (Osmanlı kaynaklarında bir istinsah hatası olarak Aclan) aradaki gerginlik zikredilir (Demirhan ile lll. Andronik Anlaşması, 1328). Özellikle başlangıçtan beri Germiyan Beyliği düşmanca davranıyordu. Germiyan beyleri bütün Batı Anadolu beyleri üzerinde egemenlik iddiasındaydı. Osman ve Orhan devrinde Germiyan Beyliği, ı. Yakub idaresinde (1300?-1 340) en güçlü dönemini yaşıyordu. Osman'ın beyliği onun Bizans topraklarında akınına engel olmaktaydı. ei-Mesalik'e göre Bizans, Germiyan akınlarından korunmak için Yakub'a önemli miktarda haraç ödüyordu (1 00.000 dinar). Bu rolü şimdi Osmanlı Beyliği üzerine almıştı.

59 Süleyman' ın Göynük Haman1ı ve Camii ile bölgedeki vakıflan için bkz. Ayverdi, s. 145-150.

162 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Öte yandan, Karesi gazileri gazaya devam etmek için Bizans'a karşı güçlü Osmanlı beyi ile birleşrnek istiyordu. Orhan'ın yanına sığınmış olan Demirhan'ın küçük oğlu Tursun'u (Dursun) Karesi gazileri desteklemeye karar verdiler. Hacı ilbey ile Karesi ayanları Demirhan'ın ölümünde (1335 veya 1345) Tursun'u davet ettiler. Orhan, Karesi Beyliğini ülkesine katmak için bu fırsattan yararlandı. Tursun ile yapılan anlaşmada Karesi Beyliği_bütünüyle Osmanlı ülkesine katılıyor, Tursun'a Behramkale (Machramion) ile zengin tuz geliri olan Kızılca-Tuzla bölgesi bırakılıyordu. Osmanlı Beyliği'nin batıda sınırı, 1303'te Osman Gazi'nin Bursa ovasını işgal ettiğinden beri Ulubat Köprüsü ve Kocasu (Uiubat Suyu) idi. Gölün güneyi yol vermeyen dağlık bölgeydi. Batıya yolu kapatan Lopadion (Uiubat) Kalesi, Bursa gibi Bitinya'nın en önemli kalelerinden sayılıyordu. Osmanlı rivaye­ tine göre Karesi seferinde Orhan, Ulubat'ı emanla almış ve tekfuru yerinde bırak­ mıştı. Göl üzerinde Gölyazı (Galyas) ve Gilyos (Kilyos, eski Karaağaç) kaleleri ele geçirildi. Gölün batısında Kirmasti Kalesi sahibesi "Kalamascorya" ve kardeşi Mihalıç gelip itaat ettiler, Orhan onları yerlerinde bıraktı.

Orhan, ilk aşamada Balıkesir üzerine yürüdü, Tursun'un kardeşi sarp Bergama (Pergamon) tepesindeki antik büyük kaleye sığındı. Tursun yanında olduğu halde Orhan gelip Bergama Kalesi'ni kuşattı. Kale altına kardeşiyle konuşmak üzere giden Tursun kaleden atılan bir okla hayatını kaybetti. Buna içerleyen Orhan,

Osmanlı rivayetine göre şöyle demiş: 'ji'l-hiıl çağ1rtt1 kim i/ vilayet ahd ü emanla şimden gerü Orhan Gazi'nindir, her kim itaat etmeye kiliçtan geçiririz." Bu fetih 735'te (1334-35) vuku buldu. Tımar sahibi kimselere Orhan tımariarını verdi. Karesi ile Osmanlı Beyliği arasında gidiş gelişi kontrolü altında tutan Ulubat Kalesi tekfur elinde bırakılamazdı, "hıyaneti" dolayısıyla burası da ele geçirildi. Karesioğul larından Beylerbeyi Çelebi, Bergama'da 1341'e kadar beylik yap m ı ştır.

Karesi sancağına Süleyman Paşa'yı tayin eden Orhan, içeride tepede yer alan Biga'yı uc merkezi yaptı. Orhan, Karesi'yi ilhak ettiği sırada stratejik Bursa­ Lapseki yolu üzerinde Cyzicus (Kapıdağı), Aydıncık (bugün Edincik), Biga, Kemer (Virancahisar antik limanı), Lapseki (Lampsakos) ve bütün sahil ovası Bizans'a aitti. Sahilde yüksek antik surlarla korunan yarımadada Bizans'ın Pegae Kalesi bu sahil şeridini muhafaza etmekteydi. Zamanla Süleyman Paşa bölgeyi fethetti. Bursa-Lapseki sahil yolu Anadolu'dan savaşçı gazi, göçmen ve cücearın Rumeli'ye geçiş yolu olarak büyük önem kazanacaktır. Yıldırım Bayezici'in bu yol üstünde inşa ettirdiği muhteşem kervansaray günümüze kadar ayakta kalmıştır. Sahil ovası Bizans'ın sahildeki Pegae Kalesi alınıncaya kadar tam emni­ yette değildi. Pegae Kalesi, ı. Murad tarafından karadan ve denizden kuşatma sonunda 773 (1371) yazında ele geçirilmiştir.

163 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Yarım yüzyıl boyunca Türkler'le yalnız savaşlar değil, birlikte yaşama deneyimi Kantakuzenos'u Türklere ısındırmış (kendisi Türkçe biliyordu), bu durum, onu hiç olmazsa Doğu Roma topraklarını Avrupa yakasında elde tutmak için Türk askeri gücünden yararlanma düşüncesine götürmüştü. Kantakuzenos, askeri üstünlüğü deneyimlerle ortaya çıkmış olan Türkleri hatıratında ücretli asker gibi görmeye alışmıştı. Esasen birçok Türk, bu dönemde ücretli asker olarak Bizans ve Latin devletlerinin hizmetine girmiş, Hıristiyanlaşmış, "Turkopouloi" adı altında onların başlıca savaş gücünü oluşturmuştu. Kanrakuzenos'un Osmanlı ittifakı o dönemin şartları dikkate alınırsa tamamıyla olağan bir politika idi. Kanrakuzenos, 1346'da kızı Theodora'yı zevce olarak Orhan'a verdi. Evlenme Bizans imparatorluk geleneğine göre yapıldı. Merasim Kanrakuzenos tarafından ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Nikah töreni Silivri Kalesi dışında bir tahta set üzerinde gerçekleşti. Kayser ailesi ve ruhban hazır değildi. Kantakuzenos, hatıratında kızının islamiyet'i kabul etmediğini, birçok Hıristiyan esiri, fidyelerini ödeyip kurtardığını iddia eder. Kendisi kızını gelin gönderirken şüphesiz Orhan'dan isteyeceği askeri yardımı düşünüyordu.60 Orhan ile ittifaktan bir yıl sonra Kantakuzenos maiyetindeki 1000 kişilik kuvvetle istanbul'a girip sarayı kuşattı ve genç imparatorun ortağı olarak tahta oturdu (8 Şubat 1347). 1347'de Theodora, Orhan'ı babasıyla görüştürrnek üzere Üsküdar'a (1329 Pelekanon zaferinden beri Osmanlı ülkesinde) getirecektir.

Rumeli Yakasma Geçiş

Kantakuzenos'un istanbul'a ortak kayser olarak yerleştiği sırada Sırp Kralı Duşan, Selanik'i tehdit ediyordu. 1348'de Selanik'te isyancı Zealotlar şehri Sırp kralına vereceklerini ilan ettiler; Duşan gelip şehri kuşatma altına aldı. Kancakuzenos, Orhan ve Umur'un göndereceği kuvvetlerle Duşan'a darbe yapmak üzere bir plan hazırladı ve Orhan, Süleyman Paşa kumandasında Sırplar'a karşı büyükçe bir kuvvet (20.000 süvari ?) gönderdi. Kantakuzenos'un oğlu Mattheos, Sırplar'a karşı yürürken Süleyman onunla birleşecekti. Yirmi iki gemiden oluşan Türk deniz kuvveti Strumca (Strymon) nehri ağzına geldi (bu gemiler Kantaku­ zenos'un talebi üzerine Umur tarafından gönderilmiş olabilir). Umur o sırada aşağı izmir'deki kaleyi kuşatmakla meşguldü. Umur savaşırken hayatını kaybetti (Safer 749/Mayıs 1348). Umur'dan yardım gelmemesi üzerine Kantakuzenos'un Sırplar'a karşı planı sonuçsuz kaldı.61 Süleyman, Kavala'nın (Christoupolis) Sırpların eline düşmesinin ardından daha ileriye gitmedi ve Anadolu'ya döndü. Orhan kayınpederine mazeret olarak Anadolu'da saldırıya uğradığını bildirdi. Serbest kalan Sı rp lar bütün Kuzey Yunanistan\ Tesalya ve Epir'i işgal etti ler.

60 Bryer, s. 486. 61 Lemerle, s. 227-229; Soulis, s. 34-35.

164 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

V. loannes Palaiologos gelip, Mattheos'u Edirne'de kuşatma altına aldı. istanbul'da Kantakuzenos güveni kaybetmişti. Onun Türklerin Trakya'ya akınlarını önlemediğine, Tsympe'yi verdiğine inananlar V. loannes Palaiologos'a katılıyordu. Trakya şehirlerinin çoğu V. loannes Palaiologos'u destekliyordu. Trakya'da durum kötüleşince Kantakuzenos, Cenevizlilerle barış yaparak bir Türk kuvvetiyle hemen Trakya'ya hareket etti. Ona karşı V. loannes Palaiologos, Sırp ve Bulgar krallarından yardım istedi. Sırp Kralı Duşan önemli bir kuvvet (4000 süvari) gönderdi. Bunlara Bulgar Çarı Aleksandr da katıldı (1352 güz). Orhan, Kantakuzenos'un oğlunu desteklemeye karar verdi. Böylece Mattheos'a karşı savaş, Orhan'ın önemli rol aldığı bir Balkan savaşına dönüştü. Sırp ve Bulgar askerleri Meriç boyunca yerleşti. Orhan'ın, oğlu Süleyman kumandasında gönderdiği 10-12.000 kişilik süvari ordusu duruma hakim oldu. Süleyman, Meriç üzerinde Empithion'da Bulgarları yendi (1352 kışı). Sırplar ve Bizans kuvvetleri bir süre direndilerse de Türklerin sayı üstün lüğü ve cesaretleri karşısında bozguna uğradılar. Kaçabilenler Dimecoka Hisarı'na sığındı. Türk süvarilerinin hızlı ve dayanıklı atları, dolayısıyla üstünlüğü vardı. Bizans tahtı için Palaiologos ve Kantakuzenos aileleri arasında rekabet Trakya'yı Osmanlılara açmaktaydı. Bunun ardından Süleyman, Kantakuzenos'u Edirne'de buldu. Türk birlikleri ganimetierini arttırmak için Bulgaristan'a akın yaptılar. Süleyman, askerini kışı geçirmek üzere Tzympe (Cinbi/Çimbi) Kalesi'ne yerleştirdi. loannes Palaiologos, Süleyman'ı kendi tarafı na çekmek içi n elçi gönderdi, Süleyman ise bunu nezaketle geri çevirdi. Ümidini kaybeden loannes, rakip Kantakuzenoslar ile anlaşma yapmak ve iç savaşa son vermek zorunda kaldı. Trakya şehirleri Kantakuzenoslara teslim oldu. Baba Kantakuzenos istanbul'a geldi. Sonuçta Orhan olayların gidişini belirleyen güç olarak ortaya çıkmıştı.

Aşıkpaşazade tarihinde popüler-folklorik hikayelerle (öküz derisi, salla geçiş vb.) anlatılan Avrupa'ya geçiş rivayeti62 Düsturname'deki tarihi bilgiler ışığında değerlendirilmelidir. Aşıkpaşazade'nin rivayetine göre Süleyman Paşa, Aydıncık tepesinden (Temaşalık) Cyzikus harabelerini görüp hayrete düşmüş ve Rumeli'ye geçip yerleşmeyi düşünmüş, Ece Bey ve Gazi Fazı! ile görüşüp bunu kararlaştırmıştır. Bu olay, Süleyman'ın Kapıdağı-Aydıncık-Lapseki sahil ovasını fethettiği bir zamana rastlamış olmalıdır.63 Aydıncık'tan Rumeli sahili görünmez. Mahalli rivayet bir noktayı teyit eder: Süleyman, Görece tepesi nden karşı yakayı seyretmiştir (Görece yer adı, Aşıkpaşazade'nin nüshalarında çeşitli biçimlerde verilmiştir). Süleyman Paşa, Görece'den (bugün Kemer'in güneyinde tepede bu adda bir köy mevcuttur) sahilde Virancahisar'a (Görece'den aşağı sahilde Kemer'e 4-5 km.) inmiştir. Kemer (yakınında Virancahisar, antik Parion harabe! eri)

62 Aşıkpaşazade, iarih, s. 123-125; Neşr!, I, 170-182; Hoca Sadeddin, I, 51-62.

63 Enver!, s. 83.

165 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI burada önemli bir liman şehridir. Karabiga (amik Priapos) bir yarımada üzerinde kurulmuş büyük bir kaledir. Süleyman Paşa, Bolayır fethi için Kemer'den bir ordu ile hareket etmiştir. Düsturname'de Gelibolu Tekfuru Esen'in oğlunun tutulduğu ve Müslüman olarak Melik Bey adını aldığı, bu şahsın Süleyman'ı sürekli Rumeli fethi için desteklediği, Lapseki'de yapılan gemi lerle geceleyin asker taşı n dığı bi lgi si yer alır. Lemerle, o sırada Gelibolu valisinin Asan Andronik olduğunu, Asanların üç kardeş olup aralarında geçimsizlik bulunduğunu, birinin kaçarak Süleyman'ın yanına geldiğini tespit etmiştir.64 Düsturname de onun Müslüman olup ilk Os­ manlı fetihlerinde önde olduğunu gösterir. Aşıkpaşazade'nin geceleyin salla geçilip bağların arasında bir kafirin ele geçirildiği, Süleyman Paşa'nın buna bir kaftan giydirdiği ve onun yol göstermesiyle kaleye girildiği şeklindeki rivayeri genelde Düsturname'deki bilgiyle uyuşur ve bunun Gelibolu tekfurunun oğlu Asan olduğu ortaya çıkar. Aynı kaynak ilk Osmanlı fethi Akça-Burgos'u onun aldığını, Gelibolu düştükten sonra bir derya seferinde boğulduğunu açıklar (Kemer'in doğusunda Şahmelek [Şahmelik) Limanı'nda onun adı bugüne kadar yaşamıştır). Aşıkpaşazade rivayeri Süleyman Paşa'nın Cinbi 1 Çimbi 1 Çimpi Hisarı fethinin ardından Bolayır yakınında Akçaliman'ı alıp gemileri yaktığını açıklar. Aşıkpaşazade'ye göre bir iki gün içinde 200065 asker geçirdiler ve bir gece Aya Şilonya'yı aldılar. Bu rivayerin başka bir versiyonunda66 Odköklük ile Eksamilye'nin de fethedildiği belirtilir (Eksamiliye, Bolayır'ın kuzeyinde her iki denizi gören Bizans Hexamilion Hisarı'dır, yakın zamanlara kadar haritalarda Eksamilye adını korumuştur). Odköklük veya Köklük (Balabancık) Hisarı'nın fethi Süleyman Paşa'nın Bolayır seferinde ilk fethidir. Öteki kalelerin fethi, Süleyman Paşa'nın Kemer'den (Parion, Virancahisar) 3000 kişiyle gelip Bolayır'ı fethetmesinden sonra olmalıdır, DüstUrname'de kaydedildiği gibi Süleyman Paşa'nın 2000 (3000) kişiyle Kemer Limanı'ndan Kozludere'ye asker çıkarıp Bolayır'ı fethi Rumeli fütuhatında bir dönüm noktasıdır.

Şimdiye kadar literacürde Osmanlıların Avrupa yakasında yerleşmeleri hakkında yazılan şudur: 1352 'de sefer dönüşü Kantakuzenos, Süleyman'a Tzympe Kalesi'nde geçici olarak yerleşme izni vermiş, o bu kaleden çıkmayıp Trakya'da yerleşmiştir. Gerçekte bu, daha ziyade Bolayır fethi sonucu Osmanlıların Gelibolu yarımadasında stratejik bir noktada yerleşmesiyle mümkün olmuştur. DüstUrname'de Süleyman Paşa'nın Anadolu'da Kemer Limanı'ndan o zaman için büyük bir ordu olan 3000 kişi ile Kozludere'ye çıkarma yaptığı belirtilmektir (Kozludere kıyıdaki limandan Bolayır'a uzanan vadidir, bugün bu vadide Kozluçeşme, Kozludere adları yaşamaktadır).

64 P.Leınerle, !'Emirat, s. 63-73. 65 Hoca Sadeddin, I, 55: 3000. 66 Neşrl, I, 176.

166 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Süleyman'ın Bolayır uc merkezi Gelibolu yarımadasının en dar yerinde serate­ jik bir noktada idi. Süleyman Bolayır'da ueları teşkilatlandırdı. Ece Bey ve Gazi Fazıl kumandasındaki kuvvetler kuzey ucunda Gelibolu'yu abluka altına aldı67 Kuzeyde Süleyman Paşa'nın kendi kumandasındaki uc geleneksel Türk stratejisine uygun biçimde sağ kol, orta kol ve sol kol olarak örgütlendi. Orta kol önemli merkez Malkara'ya (Megal-khora), sol kol Evrenos idaresinde Keşan'a, sağ kol Banatoz (Panados)-Tekfurdağı doğrultusunda teşkilatlandırıldı. Süleyman Paşa, bölgeye Anadolu'dan derhal asker ve halk getirip yerleştirme ve bir köprübaşı kurma konusunda büyük çaba gösterdi. Hisarlardaki Bizans askeri Anadolu'ya sürüldü. Babası Orhan'a adam gönderdi, fethedilen hisariarı korumak için çok askere ihtiyaç olduğunu bildirdi.68 Bununla beraber 1351-1355 Ceneviz-Venedik Savaşı'nı n ortaya çıkardığı şartlar olmasaydı, Osmanlıların Rumeli yakasında yerleşmesi kolay olmazdı. istanbul'da Pera'daki (Galata) Ceneviz kolonisi, varlığını sürdürebilmek için Mar­ mara'nın ötesinde gelişen Osmanlı Beyliği'ni tabii bir müttefik olarak görmeye başladı. Özellikle Pelekanon savaşından sonra Orhan'ın beyliği Üsküdar'dan Karadeniz ağzında Ceneviz'in Hieros (Yoros) Kalesi'ne kadar Boğaz'ın doğu sahiline yerleşmiş bulunuyordu. 1351'de Venedik donanması Pera'yı kuşatma altına aldı. Pera, Bizans ve Venedik karşısında ancak Orhan ile iş birliği sayesinde dayanabilirdi. 1 351-1355 Ceneviz-Venedik Savaşı döneminde Ceneviz donanması erzak ikmalini Orhan Bey'e ait limanlardan yapacaktır. Bu savaş boyunca Pera, Orhan'ı yanında tabii bir müttefik olarak buldu. Orhan'a gelince, Boğaz'da tutunmak için güçlü deniz devleti Venedik ve Aragon ile Bizans ittifakına karşı Ceneviz'i tabii bir müttefik görüyordu. Osmanlı Beyliği scrateji bakımından hayati bir duruma gelmişti. Karesi Beyliği zaptedilmiş, sınır Çanakkale Bağazı'na dayanmıştı. Süleyman Paşa, Rumeli'ye ulaşan tarihi Kapıdağı (Cyzikos), Lapseki (Lampsacus) yolunu ele geçirmişti. 1350'Iilerde öte yakaya geçip yerleşmek için şartlar en uygun zamanı gösteriyordu. Ceneviz ile Venedik-Bizans-Aragon ittifakı arasındaki savaş Orhan için elverişli şartlar hazırladı. 1351 Kasım ayında Orhan'ın Cenevizlilerle temasa geçtiği dikkati çeker. Orhan'ın elçileri Ceneviz amiraliyle buluştular ve düşman hakkında bilgi verdiler.69 Üsküdar'a gelen Orhan, Pera'yı m üttefi klere karşı savunmak üzere 1000 okçu gönderdi. Osman lı kuvvetlerini deniz aşırı Avrupa yakasına geçirmekte Cenevizlilerin daima iş birliği yaptıkları, gemi kiraladıkları bilinmektedir. Orhan karşı yakaya kitle halinde taşıma için bir defasında 60.000 altın ödemişti.

67 Aşıkpaşazade, s. 124.

68 A.g.e., s. 124-125; ayrıca bkz. Neşrl, I, 176.

69 Bkz. Balard, IV (1970), s. 431-469.

167 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bu dönemde Ceneviz desteğini sağlayan Orhan'ın istanbul'u tehdidi Bizans'ta ve Venedik'te ciddi kaygıya sebep oldu. Venedikli Faliero, şehri n Türklere karşı dayanamayacağını belirterek Venedik'in doğrudan doğruya şehri ilhak etmesini tavsiye etti.70 Pera'nı n yardımına gelen Ceneviz Am ira li Pegan i no Doria'nı n donanması altmış kadırgadan oluşuyor ve 10500 tayfa ve asker taşıyordu. Doria, Marmara kıyılarını izleyip istanbul'a doğru gelirken Heraklea'yı (Marmara Ereğlisi) işgal etti. Ceneviz kaptanı Hieros 1 Hieron Kalesi'ni (bugün Anadolu Kavağı'nda tepede Yoros Kalesi) harekat üssü olarak kullanacaktır. Orhan'la iş birliği ise Boğaz'da başladı. 1351 Ekim ortalarında Doria'nın donanması Pera'ya ulaştı. Osmanlıların Gelibolu yarımadasında fetihleri aynı tarihtedir ve bu bir rastlantı değildir. Ceneviz kaynağında 12 Kasım 1351'de Orhan'ın elçilerinden söz edilir. Balard'a göre mektup ve elçilerin gidip gelmesi arada bir anlaşmanın kesin göstergesidir. Ceneviz donanmasında dokuz Türk gemisi (parescarmi) vardı. Mart ayı boyunca Orhan armağanlar göndermişti. Türkler Boğaz'da demirleyen Doria ile haberleşiyordu. Balard'a göre her şey, Boğaz Savaşı'ndan (Şubat 1352) sonra Cenevizliler ile Orhan arasında bir ittifak yapılmış olduğunu kanıtlar. Orhan'ın Cenevizlilerle ittifakı Bizans'a karşıydı. Aynı zamanda Doria'ya erzak sağlamış, un yüklemek üzere otuz kadırganın Osmanlı topraklarından geçmesine izin vermişti. Orhan'ın Cenevizlilere bağışladığı ilk kapitülasyon 1352 başlarına rastlar. Orhan'ın Üsküdar'da kuvvet yığarak 1352 Şubat deniz savaşında Cenevizlileri desteklediği açıktır.71 Böylece Ceneviz-Venedik Savaşı, Osmanlıların Trakya'da yerleşmesine herhalde katkıda bulunmuştur. Bundan önce ticaret gemilerini korumak için Cenevizliler Haçlı ittifakiarına katılıyordu. Şimdi Cenevizliler büyük bir Osmanlı kuvvetini ücret karşılığı gemileriyle karşı sahile çıkarmayı kabul ediyordu. Çağdaş Cenevizli devlet adamı Lucanio dal Vermeda, "Türkiye Emiri Orhan Bey'den ne kadar iyilik ve lutufkarlık gördüğümüz bizce, sizce ve bütün Cenevizlilerce bilinmektedir" diyor ve Orhan'ı "Peralılar'ın kardeşi ve sevgili babası" diye anıyor.72 Venedik-Katalan donanmasının istanbul'dan ayrılması üzerine yalnız kalan Bizans, Orhan'la ve Cenevizlilerle barış anlaşması imzalamak zorunda kaldı (6 Mayıs 1352).

Bu arada Süleyman Paşa, Trakya'dan Anadolu'ya geri çekilmeyi reddediyor, elindeki şehirleri ve Tzympe'yi boşaltmak istemiyordu. Kantakuzenos, Türk işgalindeki şehirleri güç kullanıp geri almanın imkansızlığını görerek damadı Orhan'a başvurdu. Fakat Süleyman, Tzympe'yi ödünsüz boşaltmayı reddeni. Kantakuzenos'a göre bu olayda Orhan da suç ortağı idi. Orhan ise kayınpederi imparatorla iyi ilişkiyi korumak istiyordu ve onu oyalıyordu. Nihayet imparator,

70 Ostrogorsky, Histoty, s. 475.

71 Balard, IV (1970), s. 444. 72 Turan, s. 197.

168 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan anlaşma şartlarının yerine getirilmesinde ısrar ederek 40.000 altın ödemeyi önerdi. Gemiyle izmit'e gelip Orhan'la buluşmak istediyse de Orhan hastalığını ileri sürerek gitmedi. Görüşmeler devam ederken 5-6 Safer 755 (1-2 Mart 1354) gecesi korkunç bir deprem Trakya sahillerindeki birçok şehir ve kaleyi bu arada Gelibolu'yu ve etrafındaki kaleleri yerle bir etti. Süleyman, bu savunmasız şehirleri derhal işgal ederek güçlendirdi. Bu durum Bizans ile ilişkilerin bozulmasına yol açtı. Cenevizlilerin desteğini sağlayan Orhan'ın istanbul'a yönelik tehdidi Bizans'ta ve Venedik'te ciddi kaygıya sebep oldu. Venedik balyozu 1355 Ağus­ tos'unda Venedik doçuna bu tehdide karşı istanbul'un bir Hıristiyan devletinin, Venedik, Sırp Kralı Duşan veya Macar kralının himayesi altına girmeye hazır olduğunu yazdı.

Süleyman Paşa, Trakya'da Bolayır-Gelibolu'dan hareketle sınırlarını Tekfurdağı'na, Malkara'ya (Migalkara) kadar genişletmişti. Osmanlı kuvvetleri batıda Hay­ rabolu'ya (Hariupolus), doğuda Vize'ye, batıda Keşan (Kisson) ve Dimotoka'ya (Didimoteichon) kadar akınlar yapıyordu. Bizans iç savaşları, Türk akınları, veba salgını yüzünden nüfuzu azalan Trakya harap bir bölge haline geldi. Bizans iç savaşları ( 1328-1341 ve 1341-1347), Karesi ve Um ur Gazi'n i n akın ları, Bulgarları n istilaları ve özellikle 1348 ve 1362 veba salgınları yerleşik köylü halkı ve şehirleri kırmış geçirmişti; halk bir kurtarıcı arıyordu. Kantakuzenos yanlısı Patrik Philotheos, istilacı Sırpların Türk akıniarına hedef olmadığından, fakat sayısız Rum'un katiedildiğinden veya tutsak yapılıp götürüldüğünden yakınıyordu. Baba oğul Kamauzenoslar, Orhan'ın yardımıyla Trakya'da toprak sahibi zengin ve soylu büyüklerden destek buluyorlardı. Baba Kantakuzenos, tahtı bırakmak zorunda kaldığı zaman oğlu Mattheos'un yanındaki Türk kuvvetleri onun davasını benimseyeceklerdir. Diğer bir ifadeyle, Bizans'taki iç savaş, soylular, kilise ve köylüler arasında sosyal gerilim, Osmanlı yayılışına ayrıca yardım etmekteydi.

Bu sıralarda Orhan, iç Anadolu'daki gelişmelerle de ilgilenmekteydi. Ankara böl­ gesi Sivas sultanı Eretna soyundan Gıyaseddin Mehmed'e aitti. Onun zayıf kişili­ ği yüzünden Eretna Sultanlığı'nda iç karışıklıklar baş gösterdi, Mehmed 20 Recep 755'te (10 Ağustos 1354) tahtını bırakıp Karamanoğlu'na sığındı. Karamanoğlu, onu destekleyerek Ankara'yı ele geçirmeye çalıştı. Osmanlılar bu kargaşadan yararlandı. ipekyolu üzerinde safimalatı ve ticareti zengin bir şehir olan Ankara'yı işgal etmeye karar verdiler. Süleyman'ın, şehre hakim olan ahilerle anlaşma ve iş birliği yaptığına kuşku yoktur. Amasya Emlri Hacı Kutluşah ile aniaşan Orhan, Süleyman Paşa kumandasında orduyu harekete geçirip, Ankara ve Sivrihisar'ı ele geçirdi. Ankara ve Sivrihisar için bu karşılaşma, Osmanlılar ile Karamanoğulları arasında gelecekteki büyük mücadelenin başlangıcı sayılabilir.

169 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Ankara dönüşü Süleyman sonbaharda (755/1354) babası Orhan ile anlaşarak veya onun baskısıyla Kantakuzenos'a birlikte elçi gönderdiler ve Trakya'da işgal edilen şehirleri geri vermek için görüşmeye hazır olduklarını bildirdiler. imparator, bizzat Trakya'ya gidip bu şehirleri alıp garnizonlar yerleştirmeye hazır olduğu cevabını verdi. Tam bu sırada V. loannes Palaiologos tahtı geri almak üzere Te nedos'tan (Bozcaada) gizlice istanbul'a geldi ve halkın desteğini sağladı. Kantakuzenos, Trakya'da yerleş m iş olan Türklerden yardımcı kuvvet geleceği haberini yayarak rakipleri üzerinde baskı yapmayı denedi.

Tzympe'den Süleyman'ı çıkaramayan Kantakuzenos papaya yaklaşmış, kiliseler birliği için bir dini meclis (konsil) toplanmasını önermişti (1352).73 Türklerin Avrupa toprağına kalıcı olarak gelmesi üzerine Bizans ile Papalık arasında Haçlı seferi görüşmeleri ciddilik kazandı. Papalık, Kantakuzenos'tan ümidini keserek Türklere karşı güçlü Sırp Kralı Stefan Duşan'ı desteklemeye karar verdi. Kantakuzenos, istanbul'daki düşmaniarına karşı mücadelede başlangıçta Duşan'a dayanmak istemişsede (1342 anlaşması) onun tehlikeli bir müttefik olduğunu anlamakta gecikmedi. Kantakuzenos Umur'a dönmüş, onun gönderdiği kuvvetlerle Sırplar arasındaki ilk karşılaşma (Mayıs 1344) başarılı olmuş, Duşan Doğu Makedonya'da yerleşme imkanı bulamamıştı. Bu arada Duşan Serez'i aldı ve Christopolis'e (Kavala) kadar ilerledi (1347). Sırpların ve Rumların imparatoru unvanını alarak Bizans imparatorluğu'nun, "Tanrı'nın inayeriyle büyük kutsal Grek imparatorlarının varisi" olma iddiasında bulundu (1345). Sırp kralının başarıları karşısında Kantakuzenos, her zamankinden çok Türk yardımına bağımlı hale geldi. Duşan, Doğu Roma imparatorluğu'nu kendi egemenliği altında ihya etme planı karşısında en büyük engel olarak Osmanlı Türkleri'ni görüyor, papanın desteğine güveniyordu. istanbul'a sefer için deniz gücü Venedik'in desteğini aradı. Kesin hareket için Duşan'ı bağlayan şey kuzeyden Macaristan baskısı idi. Kantakuzenos, Anadolu'da Bizans hakimiyetini geri getirme fikrinden tamamen vazgeçmiş, politikasını Avrupa'da imparatorluğu ihya fikrine hasretmişti. Böyle bir siyasetin başarısı ancak Türklerden asker sağlamakla mümkündü. Bizanslılar, Sırpların eline geçen Makedonya şehirlerini geri almak için Türklerin yardımıyla bir sefer hazırlığına giriştiler (Soulis, s. 35). 1348'de veba salgını Rumeli'yi kasıp kavuruyordu. Duşan, Trakya'da yerleşme çabasında bul u nan Türkleri berearaf edip istanbul'u almak amacıyla son bir hamleye hazırlanırken birdenbire öldü (20 Aralık 1355). Sırp imparatorluğu Duşan'ın ölümü üzerine parçalandı, Balkanlar'da Osmanlılar'a yol açıldı.

73 A.g.e.,s. I9.

170 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Bu tarihlerde istanbul'da, Osmanlı istilası karşısında bir Haçlı seferine bel bağlayan ve Roma ki lisesiyle pacrikl ik arası nda birleşme yan lısı Greko-Latin skolastiğini benimsemiş aydınlardan oluşan güçlü bir grup onaya çıktı; bunlar Kan takuzen os'u n Türk politikası na şi d d eti e karşı i di 1 er. Bizans'ta Ka n takuzen os'u n desteklediği palamizm (hesychasm) dini hareketinin başı (1354'te Orhan'a esir düşen ve fidye karşılığı serbest bırakılan Gregory Palamas) Doğu mistisizminin en aykırı şekillerini benimsemiş bir rahip olup/4 istanbul'da papa taraftariarına karşı mücadele halindeydi. Orhan'ın ülkesinde tasavvuf mistisizmi revaçta idi. 1333'te iznik'te ilk medreseyi kuran Davud-i Kayseri büyük islam mutasavvıfı Muhyiddin ibnü'I-Arabi'nin etkisi altında idi, onun Fususü'l-hikem adlı eserine bir şerh yazmıştı. Orhan bu akımı desteklemekte, heterodoks alperen dervişleri himaye etmekte, onlar için zaviye vakıfları bağışlamaktaydı. Özetle; bu tarihlerde tebaası arasında büyük bir Rum topluluğu bulunan Osmanlılar, Hıristiyanlarla bir uzlaşma zemini arıyorlardı.

Süleyman Paşa'nın Trakya'da yerleşmesi ve özellikle Türklerin Balkanlar'a geçi­ şini kontrol eden Kallipolis'in (Geli bolu) düşmesi üzerine (755/1354) istanbul'da saray mensupları ve aydınlar Kantakuzenos'un güttüğü politikanın iflas ectiğini görüyordu. Artan zıtlık karşısında Kantakuzenos tahtı bırakmaya razı oldu (Aralık 1354). Ayrılırken verdiği nutkunda neden Türklerle işbirliği yapmak zorunda kaldığını açıklamaya çalışarak şöyle söylemiştir: "Barbarlarla (Türklerle) aram1zdaki ja rk1 bilmezlikten gelemeyiz. Biz asker/ tercübe bakimmdan onlardan üstün değiliz. Onlar silah/an, sayilan ve savaş atlfganl1ğ1 bak1mmdan bizi geçtiler. Onlar orduda paraSIZ gönüllü hizmet ederler. Asya ve Avrupa'da bizden ald1klan geniş topraklara sahip olduklan gibi kalan topraklanmiZI da ele geçirmek için bütün gayretlerini harcayacaklard1r. Fetihlerinde şimdiye kadar kolayca elde ettikleri başan onlara bu umudu vermektedir. Bu sebeple onlarla banş1 korumayi tavsiye ederim. lleride hazine top/ay1p ordu ve donanma yaparak karş1 saldmya geçmek gerek. Unutmaym1z ki, yalmz Orhan'a karş1 değil Asya'daki bütün Türklere karş1 savaşma zorunlu olacaktir. On/ann dininde ölüm (şehadet) ahirette sonsuz mutluluktur."75 Bu söylevde tecrübeli devlet adamı realist biçimde gerçekleri belirtmekteydi. Fakat gençler, onun damadı Orhan'la ittifakı yüzünden Türkleri korur biçimde konuştuğuna inanıyorlardı. Onlar Trakya'da savaş konusunda ayak dirediler. Gerçekte Kantakuzenos manasma çekildikten sonra oğlu Mactheos'a Trakya'da Türkler destek oldu. Yanında Anadolu beyliklerinden para istemeyen, sırf ganimet akınına gelmiş 5000 Türk askeri bulunmaktaydı. Mattheos onları ganimet almaları için Bulgaristan üzerine sevketti. Pheria'ya (Karaferye) çekil­ diği zaman da onları Sırplar üzerine gönderdi. Yağmadan dönüşte Türkler bir 74 Halecki, s. 13. 75 Kanrakuzenos, III, 292.

171 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Sırp saldırısından korkup paniğe kapıldılar. Mattheos'un karşıtı V. loannes Palaiologos, Türklere karşı Sırplar'a ittifak önerdi.

Kantakuzenos sahneden çekildikten sonra V. loannes Palaiologos tarafından Trakya'da Türklere karşı savaş başlatıldı. istanbul'da papa-Latin panisi işleri tamamıyla ele aldı. Katalik olan V. loannes Palaiologos, Türklere karşı papaya mektup yazarak halkını Katolikliğe sokmak için bir plan sundu (15 Aralık 1355). Haçlı yardım ı olarak derhal on beş gemiyle 500 şövalye ve 1000 yaya askeri istiyordu. Papa, imparator loannes'in mektubunu aldıktan sonra Haçlı seferini gerçekleştirmek için Venedik, Kıbrıs kralı, Rodos şövalyeleriyle temasa geçti, Bizans'a yardım etmelerini istedi. loannes'e güvence verdi ve Boğaz Savaşı (Şubat 1352) sırasında Orhan ile ittifak etmiş olan Cenevizlileri ileride Haç­ lı ittifakına sokmak amacıyla bir mektup gönderip taahhütlerinin hükümsüz olduğunu bildirdi (6 Ağustos 1355), Boğaz kıyısına istanbul karşısına gelen Osmanlılar şimdi Trakya'da istanbul doğrultusunda ilerlemekteydiler. Ortodoks inançlarına sıkı sıkıya bağlı sıradan Rum halkı Katolikliğe kesinlikle karşı idi; bu gerçek Osmanlı yaydışında önemli bir faktör olacaktır. Osmanlı idarecileri, bey ve ulema fıkhın gayrimüslimlere tanıdığı zimmet hukukunu (istimalet politikası) izliyor, öte yandan itaat eden Rum halkı Osmanlı egemenliğini kabul etmeyi cek çare olarak görüyordu. islamiaşmalar istanbul parriğini telaşa düşürmekteydi. Patrik, iznik Hıristiyanlarına mektuplar göndererek ihtidaların önüne geçmeye çalışıyordu.76

758'de (1357) Orhan, küçük oğlu Halil'in (o zaman on bir yaşında) izmit körfezinde "korsanlar" tarafından tutsak edilip Eski Foça'ya götürüldüğünü öğrendi. Aslında Eski Foça'da Bizans Valisi Leo Kalochetos, Bizans sarayının yakından tanıdığı biriydi.77 1329'da lll. Andronikos, Cenevizlileri Sakız'dan çıkardığı zaman onu Sakız'a vali yapmıştı. Olayların gelişi, Halil'in tutsaklığının aslında Bizans sarayının Orhan'ı barışa zorlamak için bir tertibi olduğunu gösterir. ihtiyar ve hasta Sultan Orhan, Theodora'dan olan çok sevdiği oğlu Halil'in kurtarılması için imparatora başvurdu. Bizans diplomasisi durumdan fazlasıyla yararlandı ve Orhan'a bir anlaşma imzalattı. Buna göre Orhan, Trakya'da Bizans topraklarına karşı her türlü saldırıyı durduracak, oğlunu kurtarmak için Foça'ya gönderilecek gemilerin bütün masraflarını üzerine alacak, im paratorun o zamana kadarki borçlarını silecekti. Orhan, aynı zamanda Trakya'da Kantakuzenos'un oğlu Mattheos'a yardımdan vazgeçmeyi ve imparator loannes'i desteklerneyi vaad ediyordu. Bizans tarihçisi Gregoras'ın ifadesine göre Orhan'ın imparatorla yaptığı barış anlaşması Süleyman'ın ölümünden sonradır. Bu anlaşma ile

76 Vryonis, The Decline, s. 341-343. 77 Lemerle, s. 71-75.

172 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Osmanlılar, Rumeli'de Osmanlı topraklarını genişletmek için şimdiye kadar Kamakuzenos ailesiyle yaptıkları iş birliği politikasından vazgeçiyor, önemli bir bekleme ve gerileme dönemine girmiş görünüyordu. Gerçekten 760'ta (1359) Halil kurtalıncaya kadar Rumeli'de Osmanlıların yayılma faaliyetleri durdu. V. loannes, bir taraftan Orhan'la anlaşma düzenlerken öbür yandan papanın Rumeli'ye acele bir Haçlı kuvveti göndermesine umut bağlıyordu. Bizans, Haçlı yardımıyla denizden boğazları kesmek, Rumeli'deki Türkleri yok etmek stratejisini izlemekteydi. Osmanlılar için cidden kritik bir durum ortaya çıkmıştı.

Zorunluluktan yapılan bu anlaşma Rumeli yakasında bir avuç Osmanlı'yı umutsuz bir durum içine atmak demekti. Kendi başına bırakılan Mattheos Kantakuzenos da bu sırada Sırplar tarafından esir alınarak imparatora teslim edildi (1358). Böylece istanbul, Trakya'da durumu kendi lehine çevirmiş bulunuyordu. Orhan'la yapılan anlaşmada imparatorun eski borçlarından söz edilmektedir. Gerçekten 1333'te izmit'i rahat bırakma karşılığında imparator yıllık bir haraç ödemeyi kabul etmişti. Bizans'ın tekrar bir Osmanlı haraçgüzarı durumuna düşmesi 1371 'de Meriç Savaşı'yla gerçekleşecektir. Gazi ler, yeni durum karşısında ümitsizlik içindeydiler.78 Karesili gaziler, Rumeli'ni boşaltmaya kesinlikle karşı olmalıdır. Çimbi ve Gelibolu feth inden sonra Karesi'den halk Rumeli'ye geçip yerleşmeye, köyler kurmaya başlamıştı. Orhan, bu tarihte yeni bir felaketle sarsıldı. Süleyman, bir kazada yahut bir suikast sonucu hayatını kaybetti (758/1357). Süleyman, rivayere göre Rumeli'nin terk edilmesi gibi bir ihtimalin önüne geçmek için ölüm döşeğinde cesedinin Bolayır'da gömülmesini ve yerinin belli edilmemesini vasiyet etmişti. Onun ölümü üzerine Orhan yerine ikinci oğlu Şehzade Murad'ı tecrübeli kumandan lalası Şahin'le beraber Gelibolu'ya gönderdi. Halil kurtarılıncaya kadar (1359) Murad hareketsiz bekledi.

Halil'in kurcanlması için Bizans imparatoru 759 (1358) baharında üç kadırgasıyla Foça üzerine hareket etti. Orhan'ın dostu Saruhan Beyi ilyas da aynı zaman­ da karadan yürüdü ve şehri kuşatrı; fakat bir sonuç alamadılar. imparator, Or­ han'a danışmadan istanbul'a döndü. Eski Foça'nın hakimi Kalothetos, Halil için büyük bir meblağ koparmaya çalışıyordu. Orhan, anlaşmayı bozacağını söyleyip tehdit etti. imparator, hemen Orhan ile buluşma isteğinde bulundu. Prikonisos Limanı'nda Orhan'ı ziyaretle yatıştırdı ve aynı yıl içinde tekrar Foça'ya gitti, ancak bu seferde sonuç vermedi. 760 (1359) baharında Üsküdür'a gelen Orhan ile Arkla'ya (kızkulesi) gelen i m parator arası nda elçiler aracılığıyla görüşme başladı. Bizans, Orhan'ın güç durumundan sonuna kadar yararlanmak istiyordu. Orhan'a yeni şartlar kabul ettirildi. Orhan fidye olarak 30.000 Venedik altını ödedi ve Halil

78 Anonim Tevarih-iAl'i Osman, s. 20-21.

173 HALİL İ NALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI kurtarıldı. istanbul'a getirilip orada loannes'in küçük kızı iren ile nişanlandı ve imparator tarafından izmit'e getirildi. imparator, Halil'in Orhan'dan sonra tahta geçmesi vaadini de aldı. Bizans, böylece Halil'in şahsında Osmanlılarla bir barış ve denge dönemi açmayı arzuluyordu. Gregoras'a göre Orhan bu düzenlemeyi kabul etti. Türk-Moğol geleneğini izleyen Osmanlılarda hükümdarlık için bir veraset ve veliahtlık kanunu yoktu, Halil'in veliahtlığı unutuldu. Rumeli'deki Şehzade Murad bu politikaya karşı idi ve Karesil i gazi beyler ve lalasıyla birlikte gaza ve yayılma politikasında kararlı idi; Trakya'da Bizans'a karşı savaş ve başarı kendisine taht yolunu açacaktı.

V. loannes Palaiologos'un Türklere karşı Papa V. lnnocent'e bir Haçlı seferi için başvurusu 1 355 tarihindedir. Haçlı hazırlıkları için Pa pa Pierre Thomas' ı istanbul'a gönderdi (ikameci: Mayıs sonu-Kasım 1357). loannes, Haçlı yardımıyla Türkleri Trakya'dan tamamıyla çıkarmayı umuyordu. Papaya gönderdiği mektupta (21 Te mmuz 1357) imparator Türklere karşı başarılarından söz etmekteydi. Thomas, 1359 sonbaharında papanın Doğu'da apostalik Lega'sı gibi büyük bir unvanla istanbul'a geldiği zaman imparatoru Trakya'da Türklerle savaş halinde buldu. Venedik'in sağladığı gemilerde Rodos, Venedik, Ceneviz ve ingiliz askerleri Türklere karşı Haçlı ordusunu oluşturmaktaydı. Sonradan aziz mertebesi verilen Thomas'ın biyografisini yazan Philippe de Mezieres'e göre Bizans askerinin katıldığı bu Haçlı ordusu Türklerin Avrupa'ya geçiş iskelesi olan Lapseki'ye çıkarma yaptı; kasaba yakıldı. Bunlar gemilerine dönerken pusudaki Türklerin saldırısına uğradılar, karmaşa içinde kaçarken çoğu kılıçtan geçirildi, Thomas hayatını güçlükle kurtarabildi. Bu olay Osmanlı kaynaklarında kaydedilmiştir.79

Bu hadisenin ardından Trakya'da Osmanlıların en önemli hamlesi olan Edirne'nin fethi gerçekleşti. Literatürde Edirne fet h i içi n 1363, 1364, 1369, 1371 gibi tari h ler verilir. Ancak, Edirne 762'de (1361) Şehzade Murad ve lalası Şahin tarafından ele geçirilmiştir. Araştırmacıları yanıltan nokta, Murad'ın Edirne'yi sultan olduktan (763/1362) sonra fethettiği bilgisinden kaynaklanır. Gerçek şudur: Şehzade Murad, 1357-1362 arasındaki durgunluk dönemindeki Rumeli uc kumandanı olarak faaliyette bulunmuş, Edirne'yi 1361'de ele geçirmiştir. Bu sırada Anadolu'dan yeni göçlerle Rumeli'deki köprübaşı sağlamlaştırılmış, Süleyman Paşa'nın ölümünde Trakya'da sınır batıda Keşan-ipsala arasında Yayladağı'ndan, Marmara tarafında Tekirdağı güneyinde Bakacak tepesi ve Hora'ya kadar uzanmıştı. Tekirdağı ve ipsala henüz bu sınırın ötesinde kalıyor, akıncılar ipsala, Dimetoka, Vize, hatta Edirne'ye kadar yayılıyordu. Paşa livasının, Rumeli beylerbeyliğinin çekirdeği böylece Süleyman Paşa zamanında oluşmuştur. Edir-

79 A.g.e., s. 20-21

174 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan ne fethinden ve Murad tahta geçtikten (1362) sonra Edirne'de yerleşen Lala Şahin, paşa unvanıyla ilk Rumeli beylerbeyi olacaktır.

Edirne fethiyle sonuçlanan olaylara gelince, 1359'da Halil kurtatılır kurtarılmaz Şehzade Murad ve Lala Şahin kumandasında Osmanlıların Trakya'da sistemli fe­ tih harekatı başlamıştır. Osmanlı kaynakları, Murad'ın Rumeli'de büyük fücuhata giriştiği tarihi doğru olarak 761 (23 Kasım 1359'da başlar) şeklinde verir.8° Fakat, bu kaynaklar genelde Murad'ın aynı yıl içinde tahta çıkmış olduğu hatasını yapar. Grek ve italyan kaynakları harekatın 1359'da başladığını teyit eder (Gregoras, tür.yer.; Villanı, tür.yer.). Viiiani 1359'da akıncıların istanbul surları önünde göründüğüne işaret eder. Osman lı kaynakları, 1359'da başlayan büyük taarruzu belirtir ve Murad'ın istanbul yolu üzerinde ilkin Çorluhisarı'nı aldığını kaydeder. Murad ve Lala Şahin, Çorlu'yu aldıktan sonra arkalarından emin olabilmek için istanbul-Edirne yolu üzerindeki hisariara yöneldiler. Asıl amaç ise Edirne idi.81 Bu Trakya harekatından Batı kaynakları da söz etmştir.

Murad, 1359-1 360 taarruzunda doğrudan Edirne üzerine yurumeyip önce istanbul-Edirne yolu üzerindeki Çorlu, Misini, Burgos (Lüle-Burgaz) kalelerini aldı. Edirne'yi güneyden Meriç vadisi üzerinden koruyan kaleler, başlıca Dimetoka (Didymoteichon) uc beyleri tarafından baskı altında cutulmaktaydı. Hacı ilbey, Meriç ken arı n da fethettiği "Burgo s"ta82 yeri eş m iş, Di meto ka' yı sı kıştırmakta yd ı. Nihayet, bu kalenin tekfurunu pusuya düşürüp esir aldı ve kaleyi teslim etmeleri üzerine kendisini serbest bıraktı. Yine bu tarafta Meriç vadisinde Gazi Evrenos, Keşan hisarını almış, oradan ipsala'yı zorlamaktaydı.83 1361'de harekatın ikinci ve son safhasında Murad, uc beylerini orduya çağırdı. Edirne'ye 55 km. kadar uzaklıkta Babaeski'de karargahını kurdu, oradan Ula Şahin'i Edirne üzerine gönderdi. Edirne'de toplanmış olan Bizans kuvvetleri Osmanlıları püskürtrnek için kaleden çıkarak Sazlıdere'de (bugün askeri müdafaa hattı) savaş verdiler, fakat yenilerek Edirne Kalesi'ne çekildiler. Sazlıdere zaferinden sonra Murad, Edirne'ye karşı son taarruz harekatına girişrnek üzere bütün kuvvetleriyle şehre yürüdü. Edirne'nin bir kuşatma savaşı yapılmasına hacet kalmadan teslim alındığı rivayeri gerçeğe uygundur. Sazlıdere yenilgisinin ardından Edirne halkı için Murad'ın ordusuna karşı başarı ümidi azaldı. Halk anlaşma ile teslime razı idi. Osmanlılar, bu durumlarda ahidname ile can ve mal güvenliği, din serbestliği ga­ rantisi verirdi. Tekfur kaçtı, halk direniş göstermedi. Bizans'ın istanbul ve Selanik'-

80 Aşıkpaşazade, s. 126; Anonim Tevdı-ih-iAl-i Osman, s. 21. 81 Aşıkpaşazade, s. 126-128.

82 Oruç b. Adil, s. 20, 93. 83 Aşıkpaşazade, s. 126-127.

175 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ten sonra en önemli şehri, Trakya'nın merkezi Edirne teslim oldu.84 Edirne'nin fethinden az sonra yaşı oldukça ilerlemiş olan Orhan, Cemaziyelevvel 763'te (Mart 1362) Bursa'da vebadan öldü,85 Daha 755'te (1354) karaciğerinden rahatsız olduğu ve kendisine Taranites adlı bir Rum hekimin baktığı belirtilmektedir. Türbesi Bursa'da babası Osman Gazi'nin yanındadır. Orhan Bey vefat ettiğinde Süleyman Paşa, Sultan, Murad, ibrahim, Halil ve Kasım adlı altı oğlundan Murad, ibrahim ve Halil hayanaydı. Orhan Gazi, Şehadet Camii duvarına sonradan konan 738 (1337) tarihli mescit kirabesinde "el-emlrü'1-keblri'l muazzam el­ mücahid sulcanü'l-guzat... şücaü'd-dünya ve'd-dln ... bahadır-ı zaman Orhan b. Osman" şeklinde anılmıştır. "Sultanü'l-a'zam" unvanını ilhanlı Ebu Said Bahadır'ın ölümünden (1335) önce hiçbir Türkmen beyi almaya cesaret edememişti. "Gazi, mücahid" unvaniarının bir gerçeği ifade etmediği, gazanın bu bey ve sultanlar için gerçek bir önem taşımadığı iddiaları doğru değildir.86 Gaza, özellikle Batı Anadolu beyliklerinde temel devlet ideolojisi idi.

Orhan Bey'in Bursa'nın fethi üzerine 727 (1327) tarihinde ilhanlı sikkeleri tipinde gümüş sikke bastırdığı bilinmektedir.87 Ona ait beş tip sikke tespit edilmiştir (Zhukov, tür. yer). Orhan döneminde bir vezir idaresinde bürokrasinin oluştuğu iddiaları da açıklama ister. Osman ve Orhan zamanında verilmiş vakıflar, 723 (1323) tarihli Asporça Hatun vakfiyesi ve 724 (1324) tarihli Mekece vakfiyesi, bürokratik uygulamaların Orhan'ın babası zamanında başladığını kanıtlar. Hüseyin Hüsameddin'e göre ilk vezir, Asporça Hatun vakfiyesinde adı geçen ulemadan Kemaleddin oğlu Alaeddin Paşa'dır (bu, Orhan'ın kardeşi Alaeddin değildir). 749'a (1348) doğru Ahmed b. Mahmud, 749'da (1348) Hacı Paşa, daha sonra Sinaneddin Yusuf Paşa vezir olarak zikredilir. Orhan'ın yedinci veziri, Sina­ neddin ei-Fakih adında ulemadan bir fıkıh alimidir. Osmanlı Devleti'ni "çoban" Türkmen beylerinin kuramayacağını iddia eden Batılı tarihçiler (son defa Lowry) yanılgı içindedir. Edebali'den beri beyliğin idaresini çoğu fakih, ulemadan kişiler kurmuş ve yürütmüştür. Bu alim vezirler islam hukukunu ve kurumlarını iyi bilen yetenekli kişilerdi. Alaeddin, Sinaneddin ve Çandarlı (Çendereli) Kara Halil bu ulema-bürokratların önde gelenleridir. Orhan'ın önce iznik, ardından Bursa kadısı yaptığı Çandarlı Kara Halil, 1. Murad döneminde vezirlik ve kumandanlık görevlerinde bulunmuştur. Orhan dönemine ait birçok vakfiye ve mülkname, iyice gelişmiş bir bürokrasinin eseridir. Orhan, kadı yetiştirmek üzere iznik'te mutasavvıf Davud-i Kayseri idaresinde ilk medreseyi kurmuştu (731/1331 ).

84 HalU İnalcık, Edirne, s. 137-159. 85 Schreiner, Il, 290. 86 Lowry, s. 39. 87 İ. HakkıUzunçarş ılı, Be!!eten, IX, TTK, (1945), s. 207-21 1)

176 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Orhan Gazi devrinde askeri teşkilacın yeni bir düzenlemesinin yapılmış olduğu açıktır. Beyliklerde, Tü rkmenler arasında gaza akıniarına katılan yayalar, okçulukta üstün beceri kazanmış özel bir savaşçı grubu oluşturur, bunlar sıradan halktan kızıl börk ile ayırt edilirdi. Düsturm]me'de Umur Gazi'nin deniz seferlerine iştirak eden savaşçıların kızıl börk giymiş Türkmen askeri olduğu belirtilmiştir. Bunlar atlı ve yaya olabilirdi. Sefer ilanı üzerine beyin bayrağı altında toplanırlardı. Buna "ilden yaya çıkarma" denirdi. Orhan Gazi, Vezir Alaeddin Paşa'nın sözüyle beyin maiyetinde sürekli hizmet gören hassa yaya askerini teşkil etti (Aiaeddin'in vezirliği 1333'ten önce). Rivayere göre padişaha özgü bir hassa maiyet askeri teşkil i Orhan'ın bir padişah düzeyinde hükümdarlığa erişmesi üzeri ne gerekli görülmüştü. Kızıl börklü Türkmenler'den farklı bu hassa askerine özel bir başlık, "ak börk" giydirildi (ak rengi Türkler'de soyluluk işaretidir). Seferlere çok asker gerektiğinden ilden çıkarılan askere de ak börk giydirildi. Bu gibi yenilikler daima islam hukuku bilgisine sahip ulemanın onayıyla uygulamaya konmaktaydı.

Tımar sistemine gelince Müslüman Türkler'de "tımar" kelimesi "bakım" anla­ mında kullanılırdı. Grekçe'de "pronoia" da aynı anlama gelir ve bu eyalerlerde toprak tasarrufuna dayanan belli bir atlı asker teşkilarına ad olmuştur. Speros Vryonis, tımar ve pronoia kelimelerinin aynı anlama geldiğinden hareketle iki sistem arası ndaki benzerliği "göze batar" bulmakta, tımarın Bizans menşei faraziyesini incelemek gerektiğini söylemekte, fakat aynı zamanda Selçuk ikta sisteminden gelişmiş olabileceği noktasına da işaret etmektedir. Te varlh-i Al-i Osman'da Osman Gazi zamanından başlayarak Osmanlı beylerinin askere tımar verdiği belirtilir. Osman'ın belli başlı kumandanlara tımar verdiği kaydedilmiştir, bu arada Turgut Alp'e verilen inegöl bölgesi Turgut-ili diye adlandırılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Aşıkpaşazade "yurtluk" olarak verilen toprakları, kendi zamanının terimini kullanarak tırnaradıyla anmaktadır. Yurtluklar babadan oğula irsldir; XV. yüzyılda Rumeli uc sancaklarında uc beyine verilen topraklar irsl yurtluklardır; babadan oğula geçer, feodal bir karakter taşır. Galiba, Osman döneminin yurtluk yöntemi, Orhan-Murad dönemlerinde tipik Osmanlı tırnarsistemine doğru bir gel iş me göstermiştir.

Osman-Orhan devrinde Orta Anadolu'dan Baba! dervişleri ve ahilerin Osmanlı ülkesine göçlerini tahrir defteri kayıtları kanıtlamaktadır. Orhan, vilayet teftişlerinde (ibn Battuta) zaviye dervişlerini de teftiş ederdi. inegöl bölgesini Turgut-ili adıyla tasarruf eden Turgut Alp, Babai dervişleriyle gelen Geyikli Baba hakkında Orhan'a haber gönderir. Geyikli Baba, "Baba 1/yas müridiyim ve Seyyid Ebülvefa tarikindenim" der.88 Derviş, bir kavak (veya çınar) fidesi ile

88 Aşıkpaşazade, s. 122.

177 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Orhan'ın hisardaki sarayına geldi. Avlu kapısının iç yanına ağacı dikti. Orhan, dervişe Uludağ eceğinde bugün Babasultan denilen yeri bağışladı. Sonraları, Orhan onun mezarı üzerine kubbeli bir türbe, yanına zaviye ve cuma mescidi yaptırdı. Göç eden Babailer, Göynük'te iki mahalle (XVI. yüzyılda altmış üç hane) kurdu. Osman ve Orhan'ın danışmanı fıkıh alimi Edebali bir Babai-Vefai halifesi olarak Osmanlı ucuna gelip yerleşmişti. 1260-1330 döneminde Moğol baskısı sonucu uzak Osmanlı ucuna önemli bir ahi ve Babai göç hareketinden söz edilebilir. Osman ve Orhan devirlerinde birçok ahi ve dervişin zaviye vakıfları almış olması bir tesadüf değildir. Geyikli Baba köyü (Babasultan) için vakıf kaydı, "Karye-i Babailer ki vakıftır, Orhan Bey'den Baba'ya" şeklindedir. Günümüzde Babasultan'da Haziran ayında 20-30.000 kişinin toplandığı anma töreni yapılır. Rumeli'de de Babailer'e ait mahalleler tespit edilmektedir. Payitaht Yenişehir'de şehrin hakim cepesinde Orhan'ın Postinpuş Baba için yaptırdığı türbeyi 1. Murad görkemli bir ziyarecgah haline getirmiştir.

Orhan Bey zamanında Trakya'da islamiaşma hareketinin başladığı dikkati çeker. Osmanlı tarihçisi Ruhi, Süleyman Paşa'nın altı yıl süren gaza harekatı sırasında Trakya'da bazı günler katirierden bin kişinin imana geldiği şeklindeki rivayeri kaydeder. 1354'te Orhan'ın kişiliği ve Rum babası hakkında Selanik Başpiskoposu Gregor Palamas'ın gözlemleri önemlidir. Bizans'ta bir dini hareketin (palamizm) önderi olan Palamas, Bozcaada'dan (Tenedos) iscanbul'a gelirken Gelibolu önünde, yanındaki keşişlerle birlikte esir edilip Orhan Bey'in huzuruna götürülür. Palamas, Selaniklilere mektubunda o zaman Osmanlıların ilerlemesi karşısında Rumlar arasında baş gösteren ruhsal çöküşü ve karamsarlığı yansıtır. Bursa'da Hıristiyan Rumlar da gelip kendisiyle görüşmüşlerdi. Rum rahipleri oradan yayiaya götürüldü. "Büyük emir" Orhan, yazı geçirmek için serin bir yayiaya çıkmıştı. Palamas, Şehzade ismail ile buluştu. Yemekte meraklı şehzade piskoposla din üzerinde tartışmaya girdi. lsa'nın çarmıha gerilmesi, haça tapınma, Meryem'in bakireliği, Müslümanların kabul etmedikleri türlü sorular ortaya acıldı. ismail her ne kadar Hıristiyanların en amansız düşmanlarından biri idiyse de düşmanca bir tutuma girmedi. Daha sonra Palamas, Orhan'ın huzuruna götürüldü. Emir, karaciğerinden hasta olduğundan yanında Taranites adlı bir Rum tabip vardı, o tercümanlık yaptı. Emir, Taronites'e bu kişinin kim olduğunu sordu ve onun çok önemli bir din adamı olduğunu öğrendi; o zaman kendi ulemasıyla dini konuda bir toplantı düzenlenmesini emretti. Osmanlı uleması birkaç "arhont" (bey) ve Palapanis (Balaban) denilen biriyle hazır oldu. Tartışma Palapanis başkan lığında başladı. To plantıda hazır bul u nan Ta ro n i tes konuşulan ları özetledi. ilkin başpiskopos Hıristiyan dininin esaslarını anlattı. Ulema, "Tsa bir insan olarak doğduysa ona nasıl Allah diyebilirsiniz?" diye sordu; Meryem'in bakireliği üzerinde duruldu. Tartışma kızışınca Balaban görüşmeye son verdi.

178 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Bu olay, o dönem Osmanlı idarecilerinin Rum halk ile uzlaşma politikasına ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Gregor Palamas, bir dini hareketin önderiydi. Palamizm, gerçek bir ruhani yaşam yoluyla insanın ilahi nura, Ta nrı'nın gerçek müşahedesine varacağı görüşünü savunuyordu. O dönemde Orhan'ın etrafındaki alperenler, abdalan ve iznik Medresesi, Muhyiddin ibnü'I-Arabi'nin vahdet-i vücCıd mistisizmini benimsemişti. Bizans'ta 1351 dini konsil palamizmi onaylamıştı. Palamas, Bizans'ta Latinler'e, Batı Kataliklik taraftarı aydınlara kar­ şı yazılarıyla mücadele erti ve kilisenin Ortodoks görüşünü hararetle savundu. Onun bu tutumu kendisini Osmanlılar'a yakınlaştırmıştır.

Orhan Bey döneminden kalma vakıf ve temlik kayıtları, Osmanlı aile fertleri ve idareci zümre ile dini zümre mensupları hakkında bilgi verir. Orhan Bey'in 724 Rebiülevvel onalarında (Mart 1324) Şerefeddin Mukbil'e verdiği berat son derece önemlidir. Belge, Orhan'ın Mekece'de kurduğu hankahın mütevelliliğine azat edilmiş kullarından hadım Şerefeddin Mukbil'i tayin ettiğine dairdir. Orhan'ın kurduğu birçok zaviyenin beratlarında görüldüğü üzere Mukbil, mütevellilik hizmeti karşılığında hasılatın onda birini alacaktı; tevliyet hiz­ metlerini görürken üçüncü şahısların karışmamaları veya sultanların kendisini tevliyetten azietmelerini önlemek üzere berat kendi eline verilmiştir. Vakfiye şartlarını ve hizmetlerini Mukbil yerine getirecektir. Hankahın vakfiyesi bugüne ulaşmamıştır (vakıf defterlerinde özeti vardır). Mukbil, vakfiyede belirtilen hankah gelirlerini toplayacak, dervişlere, güçsüzlere, yurdundan ayrılmışlara ve fakiriere sarfedecektir. Beratta "Hudavendigar" unvanı ilk defa Orhan için bu belgede kullanılmıştır. Orhan'ın altı oğlundan dördünün adları Süleyman, Murad, Halil ve ibrahim bu belgede yer alır. Süleyman Paşa'nın kızı Sultan Hatun, Kastamonu Beyi ll. Süleyman'ın eşi oldu. Süleyman Paşa'nın üç oğlu ishak, Melik Nasır ve ismail Düsturname'de zikredilmiş,89 ismail "akıncı serveri" diye anılmıştır.

Orhan'ın "zaim" (komutan) Ferzende'ye 749 Rebiülahir sonları (Temmuz 1348) tarihli temliknamesi akrabası ve belli başlı idareciler üzerinde bilgi sağlamaktadır. Belgede ilkin Orhan'ın, Ferzende tarafından armağan verilen oğulları Süleyman Paşa, Murad Bey, Halil Bey, ibrahim Bey sırayla sayılır; Vezir Hacı Paşa'ya at ile vezirlik kırmızı kemha bağışlanmıştır. Şahitler; sırasıyla başta Sinaneddin Fakih, Hacı Paşa, Timur Boğa. Yusuf, Nusret Bey, Bahadır ve Taştimur Ağa'dır (Taştimur Ağa, şüphesiz Aykut Alp oğlu Emir Ali oğlu ünlü Kara Timurtaş'tır). Kendisine Pambucak deresi temlik edilen Ferzende önemli bir kumandan olmalıdır. Bu temlikin 1337'de izmit fechinden sonra yapılmış olması dikkat çekicidir.

89 Düstıtrndme, s. 83.

179 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Hüdavendigar Livası Tahrir Defteri'nde Süleyman Paşa evkaf ve temlikleri, onun vali olarak bulunduğu bölgeleri (Taraklı Yenicesi, Geyve, Akyazı, Akhisar, Göy­ nük, Kite, Biga, Ezinepazarı, Lapseki, iznik, Yalakabad, Bolayır, Seydikavagı, Mal­ kara, iznikmid (izmit) kazaları) göstermektedir. Orhan'ın oğlu Süleyman için yaptığı vakıfları içeren vakfiyede Süleyman, "seyyidü'l-guzat ve'1-m üdhidin... Süleyman b. Orhan" diye anılır. Vakıflar, Süleyman'ın ruhu ve Bolayır'da mezarı yanında inşa edilen zaviye için tahsis edilmiştir. Vakfiye, yetmiş kadar Türk köyünü içerir, az sayıda Rum köyü dikkati çeker. Vakfiye Türklerin Rumeli'ye göçebe olarak değil köy kurmak üzere gittiklerini kanıtlar. Köy kuranlar arasında göçebe olmaları muhtemel sayılanlar azınlıktadır. Anadolu'dan gelen bazı grupların menşei köy adlarından öğrenilebilir: Saruhanlılar, Kastamonulular, Ta tarlar. Malkara civarında köy kuranlar arasında Babailer ve Ahi Evran Mezar­ lığı, Karaahi köyü sayılabilir. Vakfiye, Süleyman Paşa'nın ölüm tarihinde Osmanlı yayı lış bölgelerini de tespit etmeye yarar: Bolayır, Evreşe, Seyyidkavağı, Migalkara (Malkara) bu bölgenin sınırları içindedir.

Ayrıca, Gelibolu tahrir defterleri ilk yerleşmeler hakkında ayrımılı bilgi sağlar. Süleyman Paşa yayabaşlarından Karı-Yaya'nın adı geçer. Gelibolu bölgesinde Eksamil ve Çimbi'ye ait kayıtlar dikkati çeker. Çim bi, Şehirköy'e tabi bir köy olup beş hane Müslüman, doksan dokuz Hıristiyan; Klamic (nüfusu hep Hıristiyan), Platinos (nüfusu Hıristiyan), Eksamil Evreşe'ye tabi, Hıristiyanlar çoğunluktadır. Malkara köylerinden H ırala'da Hıristiyan "kadim i ku ll ar" ve "ortakçılar" (on dokuz nefer), aynı köyde yirmi dört Müslüman hanesi, otuz dört Hıristiyan kayıtlıdır. Defterde Ece Halil ve Orhan devrine ait vakıf kayıtlarına rastlanır. Kozludere'de "kadimde kafiri kovan" Hacı Hızır'ın vakfı ilginçtir.

Orhan Gazi'nin 1329 Pelekanon Savaşı'ndan sonra Gebze'yi Kocaeli'nin merkez şehri haline getirdiği burada bir külliye kurmasından anlaşılmaktadır. Cami ve hamamı günümüze ulaşmıştır. Orhan Danişmenddivanı, Karral köyü, Harunsuyu köylerini Gebze Camii'ne vakıf yapmış; Gedikli, Dereköy, Danişmentli, Çepni köylerini imaretine tahsis etmiştir. Sofya Milli Kütüphanesi'nde Orhan vakıfları defteri ( OAK, nr. 27 /34) Bursa Hisar Medresesi, Bursa imaret ve medresesi için vakıflarını içerir (Bursa Kızık köyleri bu evkaf arasındadır). Orhan Bey'in Bursa imaretine vakıfları dükkan ve mukataalar dahil yılda 166.305 akçe gelir sağlıyordu. Orhan'ın diğer vakıfları iznik'te camisine, Mekece'de imaretine, Soloz Köyü'nde Ahi Zaviyesi ve Camii'ne aittir.

180 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

• • 8/BL/YOGRAFYA:

Osmanlı tarihinin ilk dönemi üzerinde bütün Tevarth-i Al-i Osman'ın ana kaynağı olan ve Yahşi Fakih tarafından yazıldığı bilinen tarih kayıptır. Bu eserdeki Osman ve Orhan dönemlerine ait rivayetler Orhan'ın imaını ve Yahşi Fakih'in babası olan İshak Fakih'ten, yani Orhan ile çağdaş bir raviden gelmektedir. Bu rivayetlerin doğru bilgiler içerdiğini, yer adlarının kontrolü ve toponimik-topografık araştırmalar ortaya koymuştur. Alımedi'nin gazavar tarzındaki manzum tarihi, Aşıkpaşazade, Neşri, Ruhi, anonimler ve Oruç esas itibariyle Yahşi Fakih metnine dayanmakta ve hepsi, Yahşi Fakih'i ihtisar eden Aşıkpaşazade'den veya onun günümüze kadar gelmemiş nüshalarından aktarılmış görünmektedir. Diisturndme'de verilen tarihi doğru ayrıntılar, Ya hşi Fakih'in ihtisarında hayli atlamalar yapıldığını gösterir. Aşıkpaşazade'nin önemli atlamalarından bazıları, Osman'ın Koyunhisarı (Bapheus) savaşı, İznik ablukası ve Orhan'ın Pelekanon savaşıyla alakalıdır. Buna karşılık Haçlılar'ın Lapseki çıkarması ve Koyunhisarı savaşı anonim Tevarih-i AL-i Osman'da mevcuttur. idris-i Bitlisi, İbn Kemal gibi sonraki klasik derlemelerde bu kayıtlar dikkate alınmıştır. Manzum Tevdrth-i AL-i

Osman 'lardan Kemal (Sellıtinnlıme, haz. Necdet Öztürk, Ankara 200 ı, s. 48-62) ve Hadidi (haz. Necdet Öztürk, İstanbul ı99ı, s. 58-8ı) Aşıkpaşazade-Neşri metnini izler. Hoca Sadeddin'in Td cii 't-tevarth'i, esas itibariyle İdris-i Biriisi'nin Heft Bihijtinin Türkçe inşa diliyle bir özetinden ibarettir. Sadeddin'in İtalyanca'ya Bratutti çevirisini kullanan Batılı tarihçiler (J. W. Zinkelsen, N. Jorga) İdris ile ona kaynak olan Aşıkpaşazade'yi, Neşrl'yi ve anonimleri kullanmazlar. Bazıları Levunclavius çevirilerinden yararlanır. Zinkeisen ve Jorga ilk döneme ait kısımlarda ağır yaniışiara düştüklerinden ilıtiyatla kullanılmalıdır. Osmanlı tarihinin Türkçe kaynakları konusunda yapılacak ilk iş; Aşıkpaşazade, Neşrl ve anonimlerden faydalanarak mümkün ol­ duğunca Yahşi Fakih'in aslını ortaya çıkarmaktır. Bugün için öncelikle bu kaynakların metin tenki di metoduyla doğru tespiti gerekir (Aşıkpaşazade' nin Giese ve Atsız tarafından yayımlanan metni birçok yanlış içerir, Kemal Yavuz ve M. A. Yekta Saraç' ın günümüz Türkçe'siyle neşeettikleri "Aşık Paşazade, Osmanoğullarının Ta 1·ihi, İstanbul, 2003" bilimsel amaçla kullanılamaz). Bu kaynakların metin renkidi metoduyla asıllarını tespit işi, ilkin Alman-Avusturya fıloloji mektebi (Fr. Giese, P. Wittek, Fr. Taeschner) tarafından ele alınmıştır. Günümüzde bu tarihi metinleri içerdikleri destani-folklorik malzemeye bakarak toptan masal-efsane saymak ve ilk dönem tarihinin "kara boşluk"tan (Black Hole) ibaret olduğunu iddia etmek (C. İmber, The Ottoman Empire, 1300-1481, İstanbul ı990, birçok yanlış içerir ve bu işin kolayına gitmektir.

Orhan dönemi üzerine eldeki Tevdrih-i AL-i Osman ' lar çok noksan olmakla birlikte, Osman ve Orhan dönemi hakkında çağdaş Bizans tarihçileri (Pachymeres, Kantakuzenos, Gregoras) ve İtalyan kronikleri (özellikle Matteo Villanı), Yatikan, Ve nedik ve Ceneviz arşiv kayıtları boşlukları doldurmaya yardım etmektedir. Hammer, Zinkeisen ve Jorga başlıca bu kaynakları kullandıkları için önemlidir (Osmanlı kroniklerinin analizi üzerine ayrıca bkz. Halil İnalcık, "The Rise of Ottoman Historiography", Historians of the Middle East, ed. B. Lewis-P. Holt, London 1962, s. ı 52-ı 67; V. L. Menage, Neshı·i's History of the Ottomaııs, the Sounes and Development of the Text, London ı 964).

İbn Fazlullah el-Ömeri, Meslılik (Taeschner), VIII. fasıl; N. Gregoras, Rhomaische Geschichte (tre. J. L. Dieten), Stuttgart ı973,ı-IV, bkz. Register: Orhan (Hyrkanos); J. Kantakuzenos, Geschichte (tre. G. Fatouros - T. Krischer), Stuttgart ı 986, bkz. Register: Orhan, Türken; III, 292; İbn Battuta, Seyahatname (tre. A. Sait Aykut), İstanbul 2004, I, 430; D. Cydones, Correspondance (ed. R. J. Loenertz), Ya rican City ı 956-60, I-ll, tür. yer.; Ahmed!, Dastan ve Tevdrth-i Müluk-i Al-i Osman (haz. Çiftçioğlu N. Ats ız, Osmanlı Ta ı·ihleri I içinde), İstanbul 1949, s. 10-14; Şükrullah Çelebi, Behcetii't-tevarih (tre. Nihai Arsız, a.g.e. içinde), s. 53-54; lstaııbul'ım Fe thinden Önce Yazı/mı; Tarihi Ta kvimler (nşr. Osman Tu ran), Ankara ı 984, s. 19,

181 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

53; Ducas, Deeline and Fal! of Byzantiıem to the Ottoman Tu rks (tre. H. J. Magoulias), Detroit ı975, bkz. İndeks; Aşıkpaşazade, Ta rih (Atsız), s. ı 02-ı28; G. Phrantzes, The Fa ll of the Byzantiıım Empire (tre. M. Philippides), Amherst ı980, tür.yer.; Oruç b. Adil, Tevarlh-i Al-i Osman, tür.yer.; Neşrl, Cihannitmit (Unat), I, ı45-ı9ı; İbn Kemal, Te11arth-i AL -i Osman, I, 42-48, 6ı, ı28-ı95; II, ı-202; J. Leunclavius, Historiae mıesulmanae Tıtrcorum, Fracofurti ı59ı; Anonim Tevadh-i Al-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul ı992, s. ı5-2ı; Enverl, Düsturndme, s. 25, 82-84; Hoca Sadeddin. Ttıcü't-tevtırih, İstanbul ı279, I, 30-63; Hammer. GOR, s. 89-ı42; G. Vıllani, Cronica di Giovanni Viiiani (ed. F. G. Dragomanni), Floransa ı844-45,ı-IV; C. N. Sathas, Documents inedits ı·elatifs lı l'histoit·e de la Grece au moyen dge, Paris ı880-90, I-IX, tür. yer.; N. Jorga, Philippe de Mezil:res et la croisade au XIV' siecle, Paris ı896; a.mlf., Geschichte des Osmanisehen Reiches, Gotha ı908, I, ı49-ı95; a.mlf., "Latins et grecs d'orient et l'etablissement des turcs en Europe, ı342-ı362", BZ, XV (ı906), s. ı79-222; G. Schlumberger, Exp edition des "a fmuga Mres" ou routiers catalans en orient de !'an 1302 tı !'an ı3ıı, Paris ı902; .J.Gay, Le papa C/ement VI et fes affaires d'orient (1342-1352), Paris ı904, tür. yer.; O. Halecki, Un empereıeı· de By zance lı Rome, Warszawa ı930; Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu, İstanbul ı938, Iv. ı; Fr. Babinger, Beitriige zur Frıthgeschichte der Tü rkenherrschaftin Rumelim (14.-15. ja hrhımdert), M ünehen-Wien ı944, s. 46; G. G. Arnakis, Oi Protoi Othomanoi: The Early Osman/is, Athenai ı947, İngilizce özet, s. 239-246; a.mlf., "Gregory Palamas, the XIOVES, and the Fail of Gallipoli", By zantion, XXII (1952), s. 305- 3ı2; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, ıı7-ı6ı; a.mlf., "Osmanlı Ta rihine Ait Yeni Bir Ve sikanın Eheınmiyeti ve İzahı ve Bu Münasebede Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütalea", TTK Belleten, III/9 (ı939), s. 99-ı06; a.mlf., "Gazi Orhan Bey Vakfiyesi, 724 Rebiülevvelll324 Mart", a.e., Vll9 (l94ı), s. 277-288; a.ınlf., "Gazi Orhan Bey'in Hükümdar Olduğu Tarih ve İlk Sikkesi", a.e., IX (ı945), s. 207-2ıı; a.mlf., "Orhan Gazi'nin Vefat Eden Oğlu Süleyman Paşa İçin Te rtip Ettirdiği Vakfıyeni n Aslı", a.e., XXVII (ı963), s. 437 -443; E. Werner, "Johannes Kantakuzenos, Umur Pasha und Orchan", Byzantinoslavica, XXVI, Prague ı955, s. 255-276; P. Lemerle, L'Emirat d 'Aydın: Byzance et L'Occident, Paris, ı957, s. 63-75, 227-229; F. Thiriet, Regestes des deliberations dıe Senat de Venise concernant La Romanie, Paris ı958; J. Meyendorf, Intı·oduction lt L'etude de Gıigoire Pafamas, Paris ı959; M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti'nin Kurıduşıt, Ankara ı959, tür. yer.; a.mlf., "Osmanlı İmparatorluğunun Etnik Menşei Meseleleri", TTK Befleten, VII (1943), s. 2ı9-3ı4; a.mlf., "Abdal Musa", TK, XI!l24 (ı973), s. 6-ı5; Osmanlı Tarihine Ait Takilimler (nşr. N. Atsız), İstanbul ı96ı, s. 25, 7ı, ıoı; Halil İnalcık, "Edirne'nin Fethi ı36ı", Edi rne: Edirne'nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara ı965, s. ı37-ı59; a.mlf., "Ottoman Methods of' Conquest", St.!, II (ı954), s. ı03- ı29; Ayverdi, Osmanlı Mimarisi I, s. ı45-ı50; I. Beldiceanu-Steinherr, Recherches sur !es actes des regnes des suftans Osman, Orkhan et Murad l, Monochii ı967, s. ı06-ı ıO; a.mlf., "Seyyid Ali Sultan d' apres !es registres ortomans, !'installation de l'lslam heteredoxe en thrace", The Via Eg natia ımdeı· Ottoman Rule (1380-1699) (ed. E. Zachariadou), Crete ı996, s. 45-66; G. Ostrogorsky, History of the Byzantine State (tre. J. Hussey), Oxford ı968; a.mlf., "Byzance, etat tributaire de 1' empire turc", Zbomik Radova Vizantolokog instituta, V, Beograd ı958, s. 49-58; D. M. Nicol, The Byzantine Fa mily of' Ka ntakuzenos (Cantacıezenus), ca. ııOO-ı460, Washington ı968; a.mlf., Chuı·ch and Society in the Last Centuries of Byzantiıem, Cambridge ı979; a.ınlf., The Last Centuries of Byzantium (1261-1453), Cambridge ı993; a.mlf., The Relıtctant Emp ero1; A Biography of jo hn Cantacıtzene, Byzantine Emperor and Monk c. 1295- 1389), Cambridge ı996, tür.yer.; K. - P. Matschke, Fortschritt und Reaction in Byzance im 14. Ja hrhımdert: Ko nstantinope! in der Bürgerkriegs-periode von 1341 b is 1354, Berlin ı97ı; Artuk, İsla m'ı Sikkefer Ka talogıı, II, 453-456; Jr. S. Vryonis, The Decline of Medie11ai Hellenism in Asia Minöı·, London ı97ı; a.ınlf., "The Byzantine Legacy and Ottoman Forms", Dumbarton Oaks Papers, sy. 23-24, Wa shington ı969-79, s. 253-308; Apostolos E. Vacalopoulos, Origins of the Greek Na tion: The Byzantine Period: 1204-1461 (tre. I. Moles), New Brunswick ı973; a.mlf,

182 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

"Les limites de l'empire byzancin depuis la fın du XIV

Medieval Balkans, Ann Arbor 1987; K. A. Zhukov, Eg eiskie Emiraty XIV-XV vv., Moskva 1988; E. de Yries-Van der Yelden, /'Elite byzantine devant l'avance tıerque a l'epoue de lagıeerre civile de 1341 a 1453, Amsterdam 1989; Şerafenin Turan, Türkiye-İtalya İlişkilai, İstanbul 1990; Cemal Kafadar, Between Two Wo l'lds: The Construction of the Ottoman State, Berkeley 1995; H. W. Lovvry, The Na tuı·e of the Early Ottoman Sta te, Albany 2003; La Bithynie au moyen age (ed. B. Geyer- J. Lefon) , Paris 2003; Feridun M. Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul 2005; J. Drasecke, "Der Übergang der Osmanen nach Europa im XIV. Jahrhunden", Ne u e ja hrbiicher fiir das Klassische Alter tum, Geschichte und Deutsche Li teratur undfür Pii dagogik, Leipzig 1914, s. 489-506; Hüseyin Hüsameddin, "Asporça Harun Namına 72311323'de Tertip Edilen Yakfiye ve Cemaziyelahir 761 1 Nisan 1360 Tarihli Orhan Bey Vakfiyesi", TTEM, XVI/94 (1926), s. 284-301; Fr. Taeschner, "Beiuage zur Geschichte der Achis in Anacolien (14.-15. Jhdt) auf Grund neuer Quellen", Islamica, IV, Leipzig 1929, s. 1-47; a. mlf., "Beitcage zur fr ühosmanischen Ep i grafik und Archaologie", Isi, XX (1932), s. 109-186; XXII (1935), s. 69-73; İhsan Uludağ, "Osman Gazi'ye Dair Mühim Bir Yesika, Aspurça Harun'un Yakfiyesi", Uludağ, sy. 26, Bursa 1940, s. 61-68; P. Charanis, "Internal Strife in Byzancium during the Founeench Century", Byza ntion, XV (1940-41), s. 208-230; VI. Mirmiroğlu, "Orhan Bey ile Bizans imparatoru III. Andronikos Arasındaki Pelekanon Muharebesi", TTK BeIlet en, XIII/50 (1949), s. 309-320; M ün ir Aktepe, "Osmanlıların Ruınelide İlk Feth Enikleri Çimpe Kalesi", TD, //12 (1950), s. 283-308; R. J. Loenenz, "Notes d'hiscoire et de chronologie byzantines", REB, XVII (1959), s. 158-167; E. Frances, "La fe odalice byzantine et la conquete Turque" SAO, IV (1962), s. 69-90; K. P. Kyriss, "John Cantacuzenus and the Genoese, 1321-1348", Miscellanea Storica Liguı·e, lll, Genova 1963, s. 8-48; Mustafa Akdağ, "Ankara Sultan Alaeddin Camii Kapısında Bulunan Hicrl 763 Tarihli Bir Kirabenin Ta rihi Önemi", TV, 1/3 (18) (1961), s. 366-373; M. Balard, "A propos de la bataille du Bosphore: I'Expedition genoise de Paganino Doria a Constancinople, 1351-1352", Taraı,aux et Memoires, IV, Paris 1970, s. 431-469; A. E. Laiou, "Marino Sanudo Torsello, Byzantiuın and the Turks: The Background to the Anti-Turkish League of 1332-1334", Speculum (Cambridge), XLV, 1970, s. 374-392; D. Jacoby, "Catalans, Turcs et Ye nitiens en Romanie (1305-1332)", Studi lvledievali, XV/1, Torino 1974, s. 217-261; A. Ducellier, "!'Islam et !es musulmans vus de Byzance au XIV. siecle", Byzantina, sy. 12 (1983), s. 93-134; M. Tayyi b Gökbilgin, "Orhan", İA , IX, 399-408.

183 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

184 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

MURAD 190

Osmanlı Padişahı (1362-1389)

726'da (1326) doğdu. Babası Orhan Bey, annesi Yarhisar Tekfurunun kızı Nilüfer (Lülüfer) Hatun'dur. Kaynaklarda ve kirabelerde "bey, emir-i a'zam, han, hüdavendigar, padişah, sultanü's-selatln, melikü'l-müluk" gibi unvanlarla anılır. Osmanlı tarihlerinde yaygın olarak Gazi Hünkar ve Hudavendigar şeklinde geçer. Sırp ve Bulgar kaynaklarında Tsar, büyük emir; bir Ceneviz belgesinde "dominus armiratorum Turchie" unvanına rastlanır. Büyük kardeşi Süleyman aynı anneden doğmuştur. Diğer kardeşleri Sultan ibrahim, Halil ve Kasım başka annelerdendir. Tahta çıktığı sırada bunlardan ibrahim ve Halil hayattaydı.

Orhan Bey, izmit fethi için harekete geçmeden önce (737/1 337) ona Bursa ile Bey Sancağı'nı verdi. Murad on iki yaşında "küçük yaşından beri lalası olan Şahin" ile (idris) birlikte Bursa Bey Sancağı'na gönderildi.91 izmit'in fethinden sonra Sultanöyüğü (Eskişehir) Sancağı'na nakledildi. Rumeli fatihi olarak anılan kardeşi Süleyman Paşa'nın ölmesi üzerine 758'de (1357) lalası Şahin ile birlikte önemli bir kuvvetle Rumeli'ye gönderildi. Orada 1362'ye kadar şehzade sıfatıyla fütuhatta bulundu. Osmanlı kroniklerinde bu faaliyeti tahta cülusundan sonraya yerleştirilmiş ve bu yanlışlık modern tarihçileri bir takım hatalı varsayımiara götürmüştür.

Papalık ve Bizans Haçlı donanmasının 760'ta (1359) Lapseki ve Saros körfezi çıkarmasını önleyen Şehzade Murad'ın emrinde Lala Şahin gibi yetenekli bir kumandanın yanı sıra Evrenos (Evrenuz) ve Hacı ilbey gibi serhad (uc) beyleri de bulunuyordu. Ancak, küçük kardeşi Halil'in Rum korsanlarınca esir alınıp Foça'ya götürülmesi, babası Orhan'ın oğlunun kurtarılması için imparator V.

90 Bu madde için bkz. H. İnalcık, "Murad I", TDVİA, c. 31, s. 156-164 91 Neşrl, I, 162-164.

185 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Yuannis Paleolog ile anlaşması sırasında Rumeli'deki askeri faaliyetlerini bir süre durdurmak zorunda kaldı. Halil'in kurtarılıp teslim edilmesi üzerine (Şevvai­ Zilkade 760/Eylüi-Ekim 1359) fetih harekatına yeniden başladı. 1360-1361'deki faaliyetlerini belirli bir plana göre icra etti. Önce Edirne'ye gelebilecek askeri yardımları kesmek için akınciları istanbul önlerine kadar gönderdi. istanbul­ Edirne yolu üzerindeki başlıca kaleler olan Bantoz (Panados), Çorlu (Tsurullos), Misini (Mosunopolis), Lüleburgaz (Verguli) ve Babaeski (Bulgarufigon) ele geçirildi.92 Öte yandan Meriç Nehri'ne doğru Güney Trakya'nın yol kavşağında Keşan Kalesi, Edirne'nin güneyinde Trakya'nın ikinci büyük merkezi Dimetoka (Didymoteikhon) Kalesi zaptedildi (761/1360 veya 762/1361). Böylece Edirne her türlü yardımdan tecrit edildi.

762 (1361) baharında Şehzade Murad, Rumeli kuvvetlerini emri altında toplayıp Edirne üzerine yürüdü. Edirne'nin 55 km. doğusunda Babaeski'de karargah kurup Lala Şahin Paşa kumandasında orduyu ileri gönderdi. Edirne Tekfuru onu Sazlıdere vadisi önünde karşıladıysa da bozguna uğradı ve Edirne'ye çekildi; geceleyin Meriç üzerinden gemiyle Enez'e kaçtı. Ardından Edirne halkı şehri teslim etti (28 Cemaziyelahir 762 1 5 Mayıs 1361 ). Murad ordusuyla Kum Kalesi kapısından şehre girdi (Oruç b. Adil, vr. 4P). Daha sonra Edirne'yi güvence altına almak için Lala Şahin ile birlikte kuzeyde Bulgaristan'a ait Eski Zağra ve Yukarı Meriç vadisinde Filibe doğrultusunda sefere çıktı. Fakat, bu sırada Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil'den Sultan Orhan'ın ölümü haberi geldi (Cemaziyelevvel 163/Mart 1362). iznik ve Eskişehir'de bulunan kardeşleri ibrahim'in (o zaman altı yaşında) ve Halil'in (on altı yaşında) adamları, Karaman ve Eretna kuvvetlerinin desteğiyle şehzadeler adına Bursa'da tahtı ele geçirmek için hareket.e geçtikleri gibi, Orhan Bey'in ölümünü fırsat bilen Amasya emirlerinden Bahriyar Bey de Ankara'yı almış, Karamanoğlu 757'de (1356) Osmanlıların eline geçmiş olan Sivrihisar bölgesini işgal etmişt.i. Murad, Rumeli'de lalası Şahin'i uc beyleri üzerinde beylerbeyi c.ayin edip Rumeli'den ayrılarak Bursa'ya ulaştı ve Kadı Çandarlı Kara Halil ile buluştu. Çandarlı, o gelinceye kadar duruma hakim olmuş, böylece Murad güvenle tahta çıkabilmişti. Bu arada Edirne'de oturan Beylerbeyi Lala Şahin, Eski Zağra ve Filibe'yi eman ile teslim almıştı. Meriç vadisinde önemli bir şehir olan Filibe, Osmanlı rivayetine göre uzun bir kuşatma sonucunda 765'te (herhalde miladl 1364 bahar veya yazında) teslim olmuştu. Burası 767'de (1366) Murad Rumeli'de iken Beylerbeyi Lala Şahin'in uc merkezi olacak, Şahin oradan ihtiman ve Samakov istikametinde akıniara başlayacaktır.

92 HalU İnalcık, Edirne, s. 146)

186 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

1. Murad tahta geçtikten sonra 766 (1365) yılına akdar Karaman ve Eretna tehdidi yüzünden Anadolu'da kaldı. Eretnaoğlu Mehmed'i tahta çıkaran Karamanoğlu Alaeddin, Ankara'ya hakim olan Bahriyar Bey'le ittifak halinde Osmanlı topraklarına saldırdı. 1. Murad, 1362 kışını Bursa'da geçirdikten sonra güçlü bir ordu toplayarak ertesi yılın baharında sefere çıktı. Eretna'nın Moğol birliklerini (Barımbay ve Samagar aşiret kuvvetleri) Eskişehir bölgesinde bozguna uğrattı. Karaman ordusunu püskürttü. Bunun üzerine kuşatma altında bulunan Ankara ahileri kalenin anahtarlarını getirip teslim ettiler. Karaman ve Eretna tehdidi böylece ortadan kalktı.

1364'te Anadolu'da Türkmen beylikleri ve Mısır'da Memlükler'e karşı genel bir Haçlı seferi hazırlıkları yapılmaktaydı. Safer 767'de (Ekim 1365) on altı kadırga, 10.000 asker taşıyan altmış sekiz gemi ile Kıbrıs Kralı Pierre'in ordusu iskenderiye'yi ele geçirmiş, Mısır'ın zengin ticaret limanı yağma ve yangında harabeye dönmüştü. iskenderiye yağma ve katliamı Avrupa'da islam'a karşı kazanılmış en büyük zaferlerden biri olarak kutlandı. Ertesi yıl papalığın genel Haçlı planı dahilinde Osmanlılar'a karşı Savua Komu VI. Amedeo kumandasında bir Haçlı ordusu Gelibolu'yu aldı (Zilhicce 767/Ağustos 1366).

1. Murad, Bizans'a ve Haçlılar'a karşı Trakya'daki fetihleri korumak ve istanbul doğrultusunda yeni fetihler yapmak için daha önce Recep 767'de (Mart 1366) Rumeli'ye geçmiş, Gelibolu Boğazı yoluyla Malkara'ya gelmişti. idrls-i Biriisi'ye göre beş yıl Rumeli'de kalan 1. Murad, bu zaman zarfında Bizans ve Bulgar topraklarında birçok fetihte bulundu. Meriç Nehri üzerinde Edirne yakınında Çirmen (Çirmianon/Tshronomen) üstüne kuvvet gönderdi, kale eman dileyip teslim oldu. ı. Murad, Lala Şahin ve Gazi Evrenos emrindeki kuvvetleri Malkara'ya çağırdı; kuvvetlerinin arkasını güvenceye almak için Lala Şahin'i Meriç ağzında Ferecik (Fire, Vira) üzerine gönderdi, kendisi de Bizans'a karşı harekete geçti. istanbul yakınında incüğez'i kuşatıp aldı, oradan Burgaz dağları tarafına yönelerek istanbul'a yakın Çatalburgaz'ı (Çatalca) ve Küçükçekmece yakınında iki kaleyi ele geçirdi. Lala Şahin, Ferecik fethini tamamlayıp onunla buluştu ve birlikte Karadeniz kıyısında Polunya (Apolunia, Sozopol, Süzebolu) Hisarı üzerine yürüdüler, ancak burayı ele geçiremediler. Savua kroniğine göre Amedeo kaleyi 1366 Ekiminde Bulgarlar'dan almış ve Skafida'da Osmanlı gemilerini yakmıştı. Osmanlı kuşatması, kale henüz Amedeo'nun elinde iken 1366 Ekimi ile 1367 Nisanı arasında cereyan etmiş olmalıdır. Anonim tarihler Murad'ın kaleyi on beş gün kuşattığını, fakat alamayıp hayal kırıklığı içinde Devletlü Kabaağaç (bugün haritalarda Sozopol'ün 100 km. batısında Devletliağaç) mevkiine çekildiğini belirtir. Rumeli'de kaldığı sırada ilkin Dimetoka'da orurmuş, Edirne'de saray inşasını emretmiş, inşaat bitince oraya geçmişti (770/1 369).

187 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bizans'a karşı 1366 seferinde 1. Murad başlangıçta Bulgar Çarı Aleksandr ile bir­ likte hareket etmişti. Bizans imparacoru Bulgaristan'a ait Sozopol (Süzebolu), Mesembria (Misivri) ve Anchialos (Ahyolu) kalelerini ele geçirmek istediğinden, Bulgar Çarı Aleksandr Murad ile münefik olmuştu. Amedeo bu kaleleri alıp Bizans'a verdi ve çar ile anlaştı. 1 366 yılı sonlarında 1. Murad'ın Bulgarçarı ile ittifakı son bulmuş ve Bulgar coprakları Osmanlı saldırılarına açılmış bulunuyordu. 769 (1368) baharında ı. Murad, Doğu Bulgaristan'da önemli askeri harekata girişti. Balkan dağ geçitlerini kontrol eden Aydos (Aetôs) ve Karin ovası (Karnobat 1 Karinabad) üzeri ne yürüdü; Aydos savaşsız teslim oldu. Ka ri n ovası da kolaylı k la ele geçirildi. Oradan yenilgiyle ric'at ettiği Sozopol üzerine gelip kaleyi kuşattı ve eman ile teslim aldı (Osmanlı rivayetlerinde 779/1377 tarihi yanlıştır). 770 (1369) kışında Edirne Sarayı'nda kaldı. O yılın baharında Bizans'a karşı yeniden harekata geçerek Trakya'da Iseıranca (bugün Yıldız) dağları ereğinde Pınarhisar, Kırkkilise (Kırklareli) ve Vize kalelerini ele geçirdi. Sultan Murad'ın istanbul doğrultusunda Trakya'da yaptığı bu fetihler istanbul'da paniğe yol açtı. imparator V. Yuannis, son çare olarak Kacolikliği tanıma pahasına Batı'dan bir Haçlı ordusunu harekete geçirmek amacıyla papanın yanına gitmeye karar verdi.93

1. Murad, 1368-1369'da Bulgaristan ve Bizans'a karşı hareket ederken aynı zamanda Kara Timurtaş Bey'i Tunca vadisinde Kızılağaç Yenicesi (Eihowo) Yanbolu (Yamboli) Lala Şahin'i Samakov ihtiman üzerine göndermişti (herhalde 1369 bahar ve yazı) Timurtaş, Kızılağaç Yenicesi ve Yanbolu'yu alıp çok miktarda ganimetle Edirne'ye döndü. Lala Şahin ise büyük kuvvetlerle hareket ederek Rodop ve Balkan silsileleri arasında tarihi Kapulu-Derbend'e (Trajan-Kapısı, XIX. yüzyıl haritalarında Kapucuk) dayanmış, oradan ihtiman ovasına inmiş, halkı eman güvencesiyle Osmanlı himayesi altına almıştı. Ardından güneye dönüp Samakov'a yürüdü. Sırp (Laz) askerinin büyük kuvvetlerle işgal etmiş bulunduğu Çamurluova'da çetin bir savaş verdi. Samakov yolunu açtı ve önemli demir madeni bulunan bu şehri Osmanlı hakimiyeti altına soktu. ihtiman'ın ele geçirilmesiyle Sofya doğrultusunda ana yol açılmış oluyordu. Lala Şahin'in bundan sonraki akınları bu iseikameete olacaktır. Bizans diplomasisi, Haçlı girişimlerini daha ziyade Osmanlılar üzerine çekmek için yoğun çaba gösteriyordu.94 V. Urban'ın (1362-1370) papa seçilmesi Haçlı Seferleri'nin Osmanlılar'a karşı yoğunlaşması sonucunu verdi. Bu sırada icalya'da iki yıla yakın kalan imparator (Ağuscos 1369 - Nisan 1371 ), Türklere karşı hiçbir siyasi yarar sağlayamamıştı.95

Aslında Amedeo'nun Gelibolu'yu ele geçirip Bizans'a teslim etmesi (14 Haziran 1367) Rumeli'de Osmanlılar için kritik bir durum ortaya çıkarmıştı

93 O. Halecki, Un empereur deByz ance d Rome, Warszawa 1930, s. 169-212. 94 O. Halecki, a.g.e., s. 82, 85 .. 95 O. Halecki, a.g.e., s. 233.

188 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan ve istanbul'da papa ve Latinlerle iş birliğini zorunlu gören Batı-Katalik yanlısı partiyi kuvvetlendirmişti. 1. Murad, Gelibolu'nun iadesi için baskı yapıyordu. Çirmen Savaşı'ndan önce Serez Despotu Uglyeşa'nın elçileri istanbul'a geldiği sırada 1. Murad, Bizans'a Gelibolu'nun teslimi şartı ile barış önerdi.96 1367-1370 döneminde ı. Murad'ın Trakya'daki fet ihleri istanbul'da korku ve telaşa sebep olmuş, imparator sulcana elçi heyeti göndererek97 uzlaşmayı denemiş, 1. Murad, Gelibolu'nun geri verilmesinde ısrar etmişti. Kydenos'a göre Türkler, Rodop dahil Trakya'nın önemli bir bölümünü ellerinde tutmaktaydı. istanbul halkı "bir ha­ piste veya kafesteki hayvanlar gibi" şehirde kapalı kalmıştı. Makedonya Sırp Des­ potu Jovan Uglyeşa'dan istanbul'a gelen Sırp heyeti, ortak düşman olan Türklere karşı ittifakı bir izdivaçla güçlendirme teklifini getirmiş ve para sun muştur. Kyde­ nos'a göre, yardım ancak icalyanlar ve Macarlar gibi para ve asker bakımından zengin Batı ülkelerinden gelebilirdi. 1. Murad, Gelibolu geri verilmedikçe barış yapmayacağını bildirdi. istanbul'daki çoğunluk Gelibolu'nun teslimine razıydı. Kydenos ve Latin yanlıları ise uzlaşmaya karşıydılar. Sonunda Sırpların ittifak teklifi kabul edildi. V.Yuannis Paleolog ve Sırp Despotu Jovan Uglyeşa, Türkleri Trakya'dan tamamıy­ la sürüp çıkarmak düşüncesi ndeydi. Uglyeşa güneyde Evrenos'un, kuzeyde Meriç vadisinde Hacı ilbey ve Lala Şahin'in ilerlemesini tehlikeli görüyordu. 1360'tan bu yana Türkler, akınlarını Athos manastırları bölgesine kadar götürmüşlerdi. Uglyeşa, Patrik Kallistos'un ölümünden sonra da Türklere karşı Bizans ile ittifak fikrini hararetle sürdürdü,98 istanbul'dan yeni panik Philotheos anlaşma için Serez'e iznik metropolirini gönderdi. Sırp ve Bizans patriklikleri arasındaki problem çözüldü ve anlaşma imzalandı (1368). Mayıs 1371'de kiliselerin birliği ilan edildi. Uglyeşa'nın despatiuğu Serez merkez olmak üzere Rum ve Türkler ile sınırdaştı. Batı Makedonya'da Uglyeşa'nın kardeşi ve müttefiki Kral Vulkaşin'in toprağı Prizren, Üsküp ve Prilep'i içine alıyordu. Ostrogorski'ye göre, Vulkaşin'in sefere katılmış olması Sırplar bakımından Çirmen Savaşı'nın önemini göstermektedir. Saldırı kararı 772 (1371) baharında alındı. Sırp ordusu, Trakya'dan Arnavutluk'a kadar uzayan bölgedeki yerli Rum ve Sırp kuvvetlerinden oluşmaktaydı.

Rumeli'de Lala Şahin, Sırp ordusunun yürüyüşü karşısında Bursa'daki ı. Murad'dan yardım istedi. Sırp ordusu güçlü bir direnişle karşılaşmadan Meriç'in sol kıyısında Çirmen'e kadar ilerledi. Edirne tehlike altına girdi. Lala Şahin'den imdat haberini alan 1. M ura d, Anadolu kuvvetlerini toplayıp harekete geçti. Boğaz'a kadar

96 O. Halecki, a.g.e., s. 243. 97 Kydones'i.in Gelibolu'ya air "non reddenda" nutku için bkz. O. Halecki, a.g. e., s. 241. 98 Ostrogorski, s. 127.

189 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI geldiyse de buraya ve Gelibolu'ya Sırpların müttefiki olan Bizanslılar hakim ol­ duğundan geçemedi. Ayrıca, Bursa-Lapseki yolu üzerinde Karabiga'yı da (Pegae) gerisinde bırakamazdı. Osmanlı savaş meclisi, o yaz muazzam surların arkasında denizden destek alan Pegae Kalesi'nin alınmasına karar verdi. Ordu kaleye kara tarafından saldırırken, Aydıncık (Edincik) deniz üssünden ildutan kumandasında (mezarı ve camisi Edincik'te) gelen Osmanlı donanması denizden yardımı kesmekle görevlendirildi. Sultan denizden ve karadan "yağma", genel saldırı ilan etti. Biga kuşatmasının 1371 yazında olduğu kesindir (Osmanlı rivayetinde verilen 766/1364-1365 tarihi yanlıştır).

Osmanlı rivayetine göre Çirmen veya Sırp Sındığı Savaşı (15 Reblülevvel 773 1 26 Eylül 1371) Hacı ilbeği idaresindeki öncü Osmanlı kuvvetlerinin ani bir baskınıyla sonuçlandı. Sırplar, bu "gece baskını" neticesi çıkan karışıklıkta birbirine girdi; çoğu Meriç'e düşüp boğuldu ve tam bir bozguna uğradı. Savaşın ayrıntıları Osmanlı kaynaklarından Aşıkpaşazade ve Neşrl'de verilir ve Sırp Sındığı diye de anılır. Anonim tevarfh-i Al-i Osmanlar'da ise Sırpları dağıtan Hacı ilbeği'dir. Savaşın tarihi Osmanlı kaynaklarında 766 (1364-1365) olarak verilirse de Hıristiyan kaynakları doğru tarihi 26 Eylül 1371 şeklinde kaydetmiştir. Sırp keşişi isaiya'ya göre ise Despot Uglyeşa, bölgedeki bütün Sırp ve Rum askerleri toplayıp kardeşi Vulkaşin ile birlikte Türkleri Makedonya'dan (Trakya) kovmak için hareket eni. Sırp ve Rum askerleri 60.000'i buluyordu. isaiya'ya göre ancak Sırp önderleri Allah'ın emirlerine karşı geldikleri için bu kötü akıbete uğradı­ lar. Batı tarafındaki Hıristiyanlar (öbür Sırp knezleri) yardıma gelmedi. 1. Murad, Anadolu'da Biga kuşatmasındaydı.

Savaştan sonra Makedonya'daki Sırp prensleri Vulkaşi'ni n oğlu Kral Marco, Despot Dragaş, kardeşi Konstantin, ı. Murad'a baş eğip haraçgüzarı olmayı kabul ecciler. Uglyeşa'nın topraklarına ailesi sahip çıkmadı. Bizans imparatoru bir beratla oğlu Manuel Paleologos'a "Sırp boyunduruğundan kurtulmuş" Bizans şe hi rieri n i tevcih etei. 1373'te Kavala'da Rum Alexios, Türkler'den ve Sı rp lar'dan bazı şehirleri zaptectiğini Venedik'e bildiriyor, ertesi yıl Venedik vatandaşlığını alıyordu. Papalık Hıristiyanların başına gelen bu felaketi ancak 1372 ilkbaharında öğrendi. Papa Xl. Gregor, Macar kralına 1372 tarihli yazısında Türklerin "Sırp magnatlarını" hakimiyet altına aldıkları, böylece Macaristan, Sırbistan ve Arnavutluk'un arasına sokuldukları, Adriyatik denizi kıyılarındaki limanlara kadar gelmelerinden korkulduğu ve Türklerin Hıristiyanlık sınırları dışına atıl­ ması gerektiğinden söz edilmektedir.

Meriç Savaşı sırasında ölen Vulkaşin'in mirası üzerinde anlaşmazlık çıktı. işkod­ ra'dan Georg Balşic, Prizren'i ele geçirdi (1372); Jupan, Nikola AltomanoviC'in

190 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan hücumuna uğradı. Duşan'ın imparacorluğu rakip yerel prensiikiere bölünmüş bulunuyordu.

Bu gelişmeler ı. Murad'ı Balkanlar'da üstün bir hükümdar durumuna getiriyor, Tuna ve Adriatik'e tarafına yapılacak fetihleri kolaylaştırıyordu. Papa, Venedik'e gönderdiği 13 Kasım 1372 tarihli "bulla"sında Osmanlı zaferinden Bizans ve Sırp Krallığı'na karşı bir zafer olarak söz etmişti. Papa, daha önceki bir mektubunda Murad'ın Bizans copraklarına büyük bir saldırıda bulunduğunu da belirtmişti. Söz konusu Osmanlı fetihleri, Kırkkilise-Vize kalelerinin fethiyle sonuçlanan harekattan ibarenir. Papanın bu sözleri de Bizans'ın Sırplarla inifak etmiş olduğunda kuşku bırakmaz. Çirmen'deki yenilgi haberi üzerine papa, bir Haçlı seferi hazırlamak içi n Thebes'te (Livadia) i lgi li Hıristiyan h ükümetierin in bir araya gelip görüşmelerini istedi. Venedik, Cenova, Kıbrıs, Yunanistan'daki bütün Latin devletleri ve Aragon kralı coplantıya davet edildi. O zaman Levant'ta Batılı Latinler, Pera, izmir, Atina, Rodos, Kıbrıs, Antalya, Ege adaları ve Mora'da hakimdiler. Türk istilasını durdurmanın yollarının konuşulduğu coplantıdan bir sonuç alınamadı.

1. Murad'a karşı imparacorla anlaşma yapan ve hararetli bir haçlı yanlısı olan Papa V. Urban 1370'te ölünce kiliselerin birliği ve Türklere karşı Haçlı tasarıları suya düştü. Borca batmış, küçük bir ücretli asker grubu ile istanbul'a dönen imparacor Çirmen'de olan biteni öğrendi. Bizans için bütün umutlar kaybolmuştu. imparacor ile anlaşma yanlılarına katılmaktan başka çare kalmadığını gördü; diğer Balkan hanedanları gibi I.Murad'ın haraçgüzarı olmayı kabul etti. Yılda 15.000 "hyperper" (1 hyperper yarım Venedik altını) ödeyecek ve sulcanın sefer­ lerine askeriyle bir vasal olarak katılacaktı. imparator'un Osmanlı sultanının vasalı olması 1. Murad için son derece önemli bir başarı idi. Böylece, Gelibolu Bağazı'ndan Rumeli'ye tehlikesiz geçme imkanı doğuyor, Rumeli'de Osmanlı hakimiyeti güvence altına alınıyordu.

Son haber Roma'da şaşkınlık doğurmuştu ve imparacorun Türklerle ittifak etti­ ği, birlikte sefere çıktığı söyleniyordu. 775 (1373) sonbaharında imparatorun, büyük oğlu Andronik'in hukukunu çiğneyip, küçük oğlu Manuel'i ortak imparacor ilan etmesi, Murad'la bir anlaşmanın sonucu olabilir.99 imparacor, papaya gönderdiği mesajlarda Murad ile yapılan anlaşmanın geçici bir barış olduğunu söylüyor, papa ile ilişkilerini kesmemeye çalışıyor, özür olarak Macar Kralı'nın vaadini yerine getirip ordusuyla hareket etmediğini ekliyor ve papanın Macar Kralı'nı harekete geçmeye teşvik etmesini istiyordu. Papa, Macar Kralı'na

99 Halecki, s. 303; krş. Barker, s. 20.

191 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI bu konuyu bildirmekte gecikmedi. Papa, 1375'te istanbul'un Türkler tarafından işgal edilmesi ihtimalinden dolayı ciddi olarak kaygı içindeydi.100 Ege'deki Latin kolonileri Anadolu'dan gıda maddeleri, özellikle buğday almadan yaşayamaz­ dı. Papalık için şimdi öncelikli konu, Türkleri Batı'ya yayılmaktan alıkoymaktı. Papa, Haçlı seferi için endüljanslar dağıtıp para topladığı gibi, Türklerle ticaret yapan Hıristiyanları aforoz ediyordu. Te briz'den istanbul'a gelen bir piskoposun gözlemine göre, imparatorla anlaşma arifesinde birçok Türk istanbul'a gelmiş, şehir sanki onların işgalindeymiş gibi bir görüntü ortaya çıkmıştı.101 ı. Murad'ın Batı'daki gelişmelerden korkusu yokcu.

Türklere karşı Balkanlar'da Haçlı seferi için Macar kralı düşünülüyordu. Macar Kralı Louis, papaya mektubunda Meriç zaferinden sonra Bulgaristan ve Sırbistan'da Osmanlıların geniş bölgeleri ele geçirdiklerini ve doğrudan doğ­ ruya Macar topraklarını tehdit ettiklerini vurgular; kendisinin 1374 Mayısı'nda harekete geçeceğini bildirir.102 Tuna'nın güney kıyılarında Macar hanlıkları kurulmuş olup Sırplar, Bulgarlar ve Bosna, Osmanlı fetihleri kadar Macarlardan da çekinmekteydi. Kral, çok geçmeden Dalmaçya'da rakibi Venedik'e karşı savaş ilan etti. Aslında Macar Kralı'nın Kuzey Balkanlar'da Tuna'nın güneyinde yayı lma girişimleri ı. Murad'ın işine yaramaktaydı. ı. Murad'ın haraçgüzarlığını kabul etmekle beraber imparator, papalıkla sıkı teması sürdürüyordu. istanbul ve Selanik kuşatma altındaydı. 1367'den beri Gelibolu'yu elinde tutan imparator, papaya Rumeli ile Anadolu arasında gidiş gelişi konerol için Boğaz'da on iki kadırgan ı n sürekli devriye gezmesi n i önerdi; masrafı ilgili devletler sağlayacak­ tı.ıo3

Çirmen zaferinden sonra 1. Murad, idris-i Biriisi'nin rivayetine göre, 773-775 (1372-1374) yılları arasında ikinci defa geçtiği Rumeli'de önemli fetihlerde bu­ lunmuştur (Trakya'da 1366-1370 yıllarındaki fetihler kaynaklarda yanlış olarak 1372 yılında gösterilir). 773 hicri yılı baharı 1372 yılına, 775 yılı baharı ise 1374 baharına rastlar (sefer mevsimi daima bahardadır). idris-i Bitlisi'ye göre 772 (1370) yazında Lala Şahin Sarıyar Savaşı'nı kazanır. Rilya (Rila) Dağı eteğindeki bölge halkını itaat altına alıp Filibe'ye döner. Rila Manastırı keşişlerine muafiyet beratı ilk defa bu tarihte verilmiş olmalıdır (Nedkoff, 805 tarihli berat). Böylece Sofya akıniara açılmıştır (o sırada Sultan Bursa'da idi). Lala Şahin, Kostancin­ ili (Köstendil) taraflarında bazı yerleri işgal etmişti. Yine bu kaynağa göre 773 (1372) baharında ı. Murad, Lala Şahin'in fetihlerini tamamlamak üzere büyük

100 Halecki, s. 306-307.

101 A.g.e. , s. 308.

102 A.g.e. , s. 266.

103 A.g.e. , s. 274.

192 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan bir ordu ile Rumeli'ye geçti, Velbujd hakimi Konseancin üzerine yürüdü. Tekfur boyun eğdi ve kalelerin anahtarlarını getirip teslim eni. 1. Murad, onu haraçgüzar olarak bölgesinde bıraktı. 791'de (1389) ı. Murad Kosova'ya hareket ettiği sırada Köscendil hakimi Konscantin, sulcanın ordusuna katılıp orduya erzak sağlayacakcır. 1 O Nisan 1372'de Osman lı kuvvetleri ilk defa Selani k'i kuşam ve çekilir. 1. Murad, Osmanlı zaferinden yararlanan Sırp knezlerinin ve Bizans'ın, Uglyeşa'nın mirasına kanmasına göz yumamazdı. Yine 1372 ve 1373 yıllarında ı. Murad Rumeli'de bulunuyordu. imparacor'un Osmanlı haraçgüzarlığını kabul edip bu sıfatla sulcanın ordusuna kacıldığı kesindir; o sırada istanbul ve Bursa'da bırakılmış olan Andronikos ve Savcı Bey'in birlikte isyanları na dair Bizans ve Batı kaynaklarında kesin bilgiler vardır. Savcı Bey isyan ı hakkında Osmanlı rivayeri 787 (1385) tarihini verir ki, yanlıştır. imparacor loannes'in büyük oğlu Andronikos Palaiologos ve Şehzade Savcı Bey, 1373 Mayıs başında harekete geçtiler. Savcı Bey, Bursa'da kendini sultan, Andronikos istanbul'da kendini imparacor ilan eni. Bizans kaynaklarına göre 25 Mayıs 1373'te Boğaziçi'nde Pikridion'da her ikisi savaşta yenilgiye uğradı, Andronikos babasına teslim olurken (30 Mayıs) Savcı Bey Trakya'ya kaçıp Dimecoka Hisarı'na sığındı, orada 7 Eylül'e kadar dayandı.104 Osmanlı rivayeri ise farklıdır. Buna göre Bursa'da Savcı Bey isyan eniğinde ı. Murad Edirne'de idi. isyanı duyunca Boğaz'ı geçip Biga tarafına gel­ di ve isyandan habersiz görünerek oğlunu buraya sürek avına çağırdı. Savcı Bey, ecrafındaki yakınlarının kışkırtmasıyla hazineyi dağıtmış ve kendi adına hucbe okucmuşcu. Savcı Bey, babasının davetine gitmedi, asker coplayıp karşı koymaya karar verdi. Bunun üzerine 1. Murad Bursa'ya yürüdü; Bursa yakınında Kite ovasındaki karşılaşmada şehzade ele geçti; yandaşları kılıçtan geçirildi. 1. Murad, oğlunun suçunu itiraf ile itaat etmesini istedi, öğütte bulundu. Şehzade sert sözlerle karşı koydu ve babasını hiddeclendirdi. 1. Murad, bir daha tahta geçme imkanını ortadan kaldırmak için oğlunun gözlerine mil çektirdi. Bir Bizans kroniğine göre de Savcı Bey, on ay on gün babasından kaçtı.105 Onun bu zaman zarfında Dimecoka'dan Bursa'ya döndüğü anlaşılıyor. Bu takdirde Kite ovası ndaki çarpışmanın 1374 baharında olduğu areaya çıkar. 1. Mura d, 1373 baharında V. loannes'ten denizi geçmek üzere gemiler hazırlanmasını istemişti.106 Sulcanın loannes ile birlikte 1373'te Edirne'de olduğuna şüphe yokrur. Osmanlı rivayetinde Kite Savaşı hakkında verilen ayrıncılar herhalde hikayenin kalan kısmını camamlamakcadır.

Osmanlı rivayetine göre 1. Murad, 775 başlarında (Haziran 1373) Çandarlı Kara Halil Hayreddin ile Rumeli'de idi. Kendisi Edirne'de oturup Hayreddin ile Gazi

104 Dölger, (1961), s. 329-332) 105 Barker, s. 20, not 47. 106 Thirier, Regestes, I, 541; 14 Te mmuz 1374.

193 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Evrenos'a Serez istikametinde ileri harekatta bulunma emrini verdi. Beylerbeyi Lala Şahin'i de Batı Bulgaristan üzerine gönderdi. Hayreddin Paşa Gümülcine (Komotini) uc merkezinde oturdu. Evrenos Bey, Buri (Borukale, Pôros), iskeçe'yi (Xanthi), eman ile aldıktan sonra daha batıda Marulya'ya (Maronia, Avrathisarı) yöneldi ve burayı da teslim aldı. Kalenin hakimi bir prenses olduğundan Türkler kaleye Avrathisarı adını verdiler. Hayreddin Paşa'nın Serez üzerine gönderdiği Kara Balaban burayı alamadı ve şehri sürekli abluka altında tunu. idris-i Bitlisiye göre 1. Murad üçüncü defa Rumeli'ye geçip Bulgar Çarı Şişman (Susmanos) üzerine yürüdü. Bulgar çarı Sırp knezleri gibi itaat edeceğini söyleyerek üç yıllık haraç ve plşkeş ile sulcanın huzuruna çıktı; yapılan anlaşmaya göre Şişman sulcanın her seferine katılacaktı. Kışı Rumeli'de geçiren ı. Murad, Timurtaş'ı "bi'l istiklal" beylerbeyi yapıp Bursa'ya döndü.

Timurtaş 1375-1381 döneminde Rumeli'de önemli reformlar gerçekleştirdi, yerli Hıristiyan askerlere tımar verilerek eski topraklarının bir kısmında Osmanlı ordusunda hizmet şanıyla yerlerinde bırakılması sağlandı. Bu reform Osmanlıların Balkanlllaşması sürecinde önemli bir adım oldu. Her şeyden önce Balkanlar'da yerli askeri grupların direnci önlendi, Osmanlı ordusu, Müslüman ve Hıristiyan erlerle bir Balkan ordusu haline geldi, Murad'a Anadolu'daki rakiplerine karşı ezici bir üstünlük sağladı. islam memleketlerinden gelip padişahın hizmetine giren Arap, Acem ve Türkler sarayda sipahi oğlanları bölüklerine alındı. Bu kapıkulu sipahileri, Bizans imparatoru'nun hassa alayına benzemekteydi. Daha önemli bir reform ise tımarlı ordusunda yaygın bir hoşnutsuzluk sebebi olan, ölen tımar erinin tımarının alınıp başkasına verilmesi uygulaması yerine tımarın ölenin oğulları arasında bölüştürülmesi kuralının getirilmesiydi.

Bu sırada Osmanlı diplomasisinin en çok ilgilendiği şey, Gelibolu'yu geri almaktı. 1376 Ağustosunda IV. Andronikos (kör edilmiş, fakat iyileşmişti), Cenevizlilerin ve 1. Murad'ın yardımıyla istanbul'da tekrar imparatorluk tahtını ele geçirdi. Andronikos, babası V. loannes'i ve oğullarını zindana attı. Tenedos'u (Bozcaada) Cenevizlilere vermeyi vaad ettiyse de, Venedikliler adayı işgal edince Cenevizliler ile savaş başladı; Andronikos, Gelibolu'yu 1. Murad'a teslim etti (779/1377). 1. Murad, 1379'da siyasetini değiştirdi. Reblülevvel 781'de (Haziran 1379) V. loannes zindandan kurtulup Üsküdar'a onun yanına kaçmayı başardı. 1. Murad'a daha fazla haraç ödeme, ordusuna yardımcı asker gönderme ve Anadolu'da Philadelphia'yı (Alaşehir) teslim etme vaadinde bulundu. Andronikos, Pera'ya Cenevizlilerin yanına sığındı ve 1381'de babasıyla yapılan bir anlaşmaya kadar mücadeleyi sürdürdü.

194 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Gelibolu Bağazı'nı konerol eden Te nedos adasını elde etmek iki büyük deniz gücü olan Venedik ile Cenova arasında bir mücadele konusu oldu; o zaman ı. Murad, donanmasından yararlandığı Cenova'yı destekledi. Osmanlılar, daha önce 1352-1355 Venedik-Ceneviz Savaşı'nda Cenevizliler ile iş birliği yapmış ve kapicülasyon vermiş olup Cenova'yı bir müttefik olarak görüyordu. Cenova, Osmanlı limanlarını serbestçe kullanmakta ve donanmaya gerekli erzakı bu limanlardan sağlamakcaydı. Ceneviz Perası karşısında istanbul limanında büyük yatırımları olan Venedik, daima Bizans'ın yanında yer alıyor, istanbul'un Osmanlı nüfuzu altına girmesine karşı bulunuyordu. Torino Anlaşması ile (Ağustos 1381) Tenedos'ta kalelerin yıkılması gündeme geldiği zaman Venedik, Cenevizlilere adaya yönelik Osmanlı tehdidini hatırlattı.

783 (1381) yılında 1. Murad, Anadolu beyleri üzerinde kontrolünü sağlamak için diplomatik teşebbüse geçti. Bursa'da büyük bir düğün tertip etti. Anadolu beylerini çağırdı. Germiyanoğlu Süleyman, Hamid-ili'ni ele geçirmek isteyen Karamanoğlu'na karşı Hamid-ili Beyi ilyas'ı deseekiemiş ve iki arada kalmamak için 1. Murad ile akrabalığı ve iş birliğini tercih etmişti. Şehzade Bayezid ile Süleyman'ın kızının düğünü için 1. Murad 1381 sonbaharı veya kışında Edirne'den Bursa'ya geldi. Düğün 784 (1382) ilkbaharında Bursa'da büyük merasimle gerçekleşti. Anadolu beyleri Karamanoğlu, Hamidoğlu Menteşeoğlu, Te keoğlu, Batı Anadolu'dan Saruhan ve Aydınoğlu, Kastamonu'dan isfendiyar düğüne çağrıldı. Karaman ve Güney Anadolu beyleri üzerinde üstün nüfuz sa­ hibi Memluk sultanı ihmal edilmemişti. Düğünde Mısır elçisine bütün öbür elçiler üzerinde yer verildi. Düğünde ı. Murad, kızı Nefise (Melek) Hatun'u Karamanoğlu Alaeddin Ali Bey'e nişanladı. Rumeli'den gelen uc beyi Evrenos, Anadolu beylerini gölgede bırakan bir zenginlik ve servet gösterdi. Düğüne 1. Murad'ın Rumeli'deki haraçgüzar Hıristiyan knezleri de davet edilmiş olmalıdır. Osmanlı rivayeri bunlardan yalnız Brankovic'i (Vılkoğlu) zikreder. Düğün esnasında önemli diplomatik anlaşmalar yapıldı. Germiyan'dan, Karaman ülkesine sınırdaş bölge (Kütahya, Simav, Eğrigöz [Emer]. Tavşanlı) ve zengin Gediz Şaphanesi Bayezid'in çeyizi olarak şehzadeye verildi. ı. Murad, Rumeli'ye hareketinden önce Bayezid'i Timurtaş'la beraber Kütahya'da yerleştirecektir. Osmanlı hanedanı ile Anadolu ve Balkan hanedanları üzerinde izdivaç yoluyla bağımlılık kurma, 1. Murad zamanında başlıca diplomatik araç olarak sık sık uygulanmıştır.

Düğün, ı. Murad'ın Anadolu beylerine üstün hakimiyetini kabul ettirdiği bir olaya dönmüştü. Lazar'a karşı büyük sefere çıkmadan önce 1. Murad, Anadolu beylerinden ve özellikle Karamanoğlu'ndan emin olmak zorundaydı. izdivaç ilişkileri, tehdit, şer'i satın alma (herhalde Çandarlı'nın fikri) gibi yollarla düğün

195 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ve sonrasında bu siyaset gerçekleşti. Rumeli'deki fetihlerle çok güçlü bir duruma erişen 1. Murad'a beyler karşı duramadılar ve bütün isteklerini kabul ettiler. 1. Murad'ın ikinci girişimi düğünde Hamidoğlu'ndan Göller bölgesini almak, böy­ lece Karaman'ın batısına inmekti. Sultan, düğünde yapılan satış vaadi üzerine Hamidoğlu Hüseyin'den kalelerin teslim edilmesini istedi. Ordusuyla Kütahya'ya geldi (1382 baharı). Hamidoğlu Hüseyin'in baskı sonucu teslim ettiği altı şehre (Akşehir, Beyşehri, Seydişehri, Yalvaç, Karaağaç ve Isparta) 1. Murad kendi adamlarını yerleştirdi. Eskiden beri bölge üzerinde Karaman beyi hakimiyet iddiasındaydı. Karamanoğulları Göller bölgesini kendi ülkelerinden sayıyorlardı, Osmanlıların işgalini hiçbir zaman kabullenmediler. 1385'te 1. Murad Rumeli'de iken Karamanoğlu gelip bölgeyi ele geçirdi. ı. Murad'ın 788 (1386) yılındaki Ka­ raman seferinin sebebi budur.

1381-1383 yıllarında ı. Murad, Anadolu'da işleri yoluna koyduktan sonra 785'de (1383) dördüncü defa Edirne'ye dönmüştü. Batı Balkanlar'da başlayan Osmanlı saldırısı karşısında Sırp prensleri arasında birlik yoktu. Merkezi Kruşevac'ta (Aiacahisar) bulunan Knez Lazar, diğer Sırp beyleri üzerinde kontrolünü kuramamıştı. Lazar'ın arazisi, Morava nehri vadisinde zengin gümüş madenierinin bulunduğu Novabrdo (Novaberda), Rudnik ve Braniçevo'yı içine alıyordu. Vuk Brankovic (Vılkoğlu) Priştine, Trepça, Vulçıtrin, Zveçan, Prizren ve Üsküp'te hüküm sürmekteydi. Vılkoğlu 1382'de Bursa'da düğüne çağrıldığına göre ı. Murad'ın haraçgüzarı idi. Lazar'ın Macar kralı ile anlaşma yapmış olması Osmanlılar'a karşı en ciddi önlem sayılabilir. Macar Kralı Büyük Louis'in ölümü üzerine (Eylül 1382) 1. Murad, Balkanlar'da en büyük rakibinden kurtulmuş oluyordu. Bu şartlar altında Osmanlıların Batı Balkanlar'da Niş, Epir, Arnavutluk doğrultusunda fetih harekatı sürat kazandı.

1. Murad 785'te (1383) dördüncü defa Rumeli'ye geçti, veziri Çandar! ı Hayreddin Paşa'yı Serez ve Selanik üzerine gönderdi (Selanik Kuşatması 1383-1387). 1371- 1381 döneminde Rumeli'de yapılan Osmanlı fetihleri güneyde ve batıda Serez­ Vidin hattı üzerinde duraklamıştı. Uelarda yoğun yerleşme yapan Anadalulu göçmenler fütuhat ve yeni tımar bölgeleri için baskıda bulunuyordu. ı. Murad, Hayreddin Paşa ile uc beyi Evrenos'u karadan, Azeb Bey kumandasında donanmayı denizden Kavala (Hristopolis) üzerine yolladı. Venedik'ten yardım alamayan Kavala, teslim oldu. Bu sırada Serez de alındı (19 Eylül 1 383). Teslim olan şehirler ahalisine ı. Murad'ın ahidnamesiyle tam güvenlik veriliyor, mukavemetle alınan şehirler ise "yağma" ilanıyla hücumla alınıyor, halkı esir ediliyor, şehir yağmaya uğruyordu. Güneyde Edirne'yi Adriyatik denizinde Draç (Durazzo) Limanı'na ulaştıran Via Egnatia tarihi ana yolu üzerinde Evrenos'un fetihleri ileri hatlara vardı. Evrenos'un fütuhatını planladığı ilk uc merkezi Gümülcine

196 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan idi. Oradan Hayreddin Paşa gözetiminde yaptığı fetihler, onu Serez önlerine getirdi. Ele geçirilen Serez, Evrenos'un uc merkezi oldu. Hayreddin Paşa, ayrıca 785'ten beri (1383) Selanik kuşatmasını sürdürüyordu. Evrenos, daha sonra Batı Makedonya'da yeni fetihler için uc merkezini, bir Müslüman kasabası olarak kurduğu Yenice-i Vardar'a taşıdı. Buradan Batı Makedonya, Epir, Arnavutluk ve Teselya'ya akınlar başlanı. Bu arada Evrenos'un uc bölgesine, Vardar ve Serez ovasına Saruhan (Manisa) kesiminden yörükler getirilip yerleştirilmiştir.

1. Murad, Rumeli Beylerbeyi Timurtaş'ı Arnavutluk ve Bosna üzerine gönderdi. Timurtaş Pirlepe'yi (Prilep) kuşatıp teslim aldı. Oradan Manastır'a (Bitola) yürüdü ve zorlu bir savaş sonucu şehri fethetti. Ardından Osmanlı kuvvetleri iştip'i ele geçirdi. Timurtaş'ın kuvvetleri 1383-1385'te Epir bölgesinde fe tihler yaptı. Timurtaş, Devol vadisi üzerinden Güney Arnavutluk'ta Savra (Muzakiye) ovasına indi. Muzakiye ovasındaki savaşta Balşa'yı ağır bir yenilgiye uğrattı (787 /1385). Bu savaş Arnavutluk'ta Osmanlı hakimiyetinin başlangıcı sayılır. Herhalde Sırp Balşalar'a karşı Güney Arnavut senyörleri Thopia ve Araniti Osmanlı hakimiyetini o zaman tanıdılar. Yine, Arnavutluk dağlık bölgesinde kabileler başında Leka ve Paul Dukagin, Kuzey Arnavutluk'ta ll. Curac Balşic barış yaparak Osmanlı himayesini kabullenmişlerdi.

1384'te Timurtaş'ı Arnavut! u k ve Bosna'ya karşı gönderen 1. Mura d, Bursa'ya dönmüştü, 787 (1385) baharında tekrar beşinci defa Rumeli'ye geçti. idrls-i Bitlisi'ye göre Lazar, halkını ve mallarını kalelere koymak ve dağ geçitlerini güçlendirerek memleketi boşaltmak suretiyle köklü savunma önlemleri almıştı. Osmanlı ordusu dört ay dolaştı ve Lazar'ın kuvvetlerini göremedi. Kış yaklaşmıştı, erzak yoktu. Anadolu askeri yurduna dönmek istiyordu. Lazar Tuna üzerinde Semendire (Smederovo) Kalesi'ne sığınmıştı. 1. Murad için durum kötüydü. Nihayet, toplanan savaş meclisinde Niş üzerine yürüme kararı verildi; Lazar'ın ülkesi Morava vadisini koruyan Niş Kalesi çetin savaşlara sahne oldu ve "yağma" ilanı (halkın malları yağma, kendileri esir) üzerine şehir alındı. Niş düşünce Morava vadisi savunmasız kaldı, Lazar elçi yollayıp haraçgüzarlığı kabul ederek 150 okka gümüş gönderdi ve her yıl haraç olarak 50 vukiye gümüş ve 1. Murad'ın seferlerine 1000 (yahut 2000) zırhlı asker göndermeyi vaad etti. 1. Murad, 1385 seferi sonrası Karaman seferi hazırlıkları için Bursa'ya döndü. Gerçekten 1386'da Murad'ın Karaman seferinde yardımcı Sırp askeri hazır bulunacaktır. Öyle görünüyor ki, Niş düştükten sonra akıncılar Morova vadisine inmiş, Lazar'ın merkezi KruşevaC'ı tehdit altına almışlardı. Önemli bir stratejik merkez durumundaki Sofya, daha önce 1. Murad'ın Rumeli'de bulunduğu 1383'te ele geçirilmiş olmalıdır.

197 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

ı. Murad, 1385'te Sırp seferi nden Edirne'ye döndüğünde Karamanaği u Alaeddin Bey'in Hamid-ili arazisine saldırdığını öğrendi. Bursa'da kışiayıp 788 (1386) baharında sefere çıktı. Bu savaş Anadolu tarihinde kesin sonuç veren tarihi karşılaşmalardan biridir. Savaşın ayrıntılı tasviri Ahmedi'nin Gazaname'sinde mevcuttur.107 Frenk yazısı denilen yerde yapılan savaş, düzenli Osmanlı ordusunun karşısında geleneksel aşiret kuvvetlerinin iş göremeye­ ceğini göstermesi bakımından tarihi bir önem taşır. Karşılaşmada mağlup olan Karamanoğlu Konya'ya çekildi. 1. Murad, arkasından gidip şehri kuşattı. Sulcanın emrini dinlemeyerek yağmaya kalkışan Sırp askerlerini idamla cezalandırdı (bu olay Lazar'ın isyanında başlıca sebeplerden bi ri olacaktır). Karamanaği u Alaeddin Bey'in eşi Murad'ın kızı Nefise Hatun, babasına kocasını affetmesi için yalvardı, o da katına gelip elini öpmesi şartıyla (el öpme tabilik, vasallık merasiminin simgesidir) "iklimini kendüye bağışladı." ı. Murad hemen Konya önünden kalkıp Hamid-ili'ni (Beyşehri-Süleymanşehri) yeniden ülkesine kattı. Antalya ve istanoz Beyi Tekeoğlu'ndan itaatini istedi; o karşı çıkınca buralar da ele geçirildi.108

Bu arada, daha önce 1383-1384 döneminde Amasya ve Kastamonu'daki geliş­ meler ı. Murad'ı bu tarafa yönelik harekatta bulunmaya zorlamıştı. Amasya­ Tokat bölgesiyle yakın ilgi, başlıca Tebriz-Tokat-Amasya-Bursa arasında ipek kervanlarının geçtiği hayati yol dolayısıyladır. Diğer taraftan Sivas hakimi Kadı Burhaneddin, Danişmendiye'nin bir parçası saydığı Amasya'yı ülkesine katmak için çetin bir mücadele içindeydi ve Amasya Emiri Hacı Şadgeldi'yi ortadan kaldı rm ış, Amasya'yı kuşatmıştı. 109 Amasya-Tokat bölgesiyle Kastamonu Beyi (Kötürüm) Bayezid de ilgileniyor ve Kadı Burhaneddin ile mücadele ediyordu. Kötürüm Bayezid ile oğlu Süleyman bir aile faciası yüzünden birbirine karşı düşman durumuna düşünce daha önce Amasya emirinin oğlu Ahmed gibi o da ı. Murad'a sığınmıştı (1383-1384 kışı). Amasya Emiri Ahmed'i himayesine alan 1. Murad, Kastamonu Emiri Bayezid'e karşı bir ordu gönderdi. Bayezid, oğlu isfendiyar ile Sinop'a kaçtı. 1. Murad'ın gönderdiği askerle Süleyman Kastamonu'ya hakim oldu. ı. Murad da Kastamonu Beyliği'nin doğu bölgelerini ele geçirdi. iran ipek yolu üzerindeki Osmancık Osmanlı himayesini tanı­ dı. 1. Murad Rumeli'de iken Süleyman halkın desteğiyle Osmanlı işgaline karşı ayaklandıysa da, Kötürüm Bayezid'in Kastamonu'da beyliğin başına geçmesi üzerine tekrar Osmanlılara sığındı. 1. Murad da onu bir Osmanlı kuvvetiyle Kastamonu'ya gönderdi (786/1384) ve 1. Murad kardeşi Süleyman Paşa'nın kızı Sultan Hatun ile Süleyman'ı evlendirdi. Bu izdivaç Kastamonu Beyliği üzerinde

ı 07 Neşrl, I, 226-230'da iktibas edilmiştir. ı 08 İs tanbul'un Fe thinden Önce Yazılmıf Tarihi Takvim/er, s. ı8, 54; Neşrl, ı, 234. ı 09 Esterabadl, s. 3ı8.

198 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Osmanlı hakimiyetinin başlangıcı sayılabilir. ı. Murad ile Mısır Sultanı Berkuk arasındaki ittifak, Kadı Burhaneddin ve Karamanoğlu'na karşıydı. 1388 kışında Berkuk ile 1. Murad arasında elçiler gidip gelecektir. Memlükler ve Osmanlılar 1365'ten beri Haçlı saldırıları karşısında birlik içindeydiler. Bu durum 1. Murad'ın şehadetine kadar sürdü.

1383 sonbaharından beri Çandarlı Hayreddin Paşa tarafından kuşatma altında tutulan Selanik, Bizans ve diğer Hıristiyan kaynaklarına göre 1387 Nisanında düş­ m üştü. Hayreddin Paşa, Selanik valisi Manuel'e Selanik'i eman ile teslim etmesini önermiş, aksi takdirde yağma ilanı ile alınacağını, halkın esir ve mallarının yağma edileceğini bildirmiş, görüşmeler sonuç vermemiş, fakat uzun kuşatma ve kara­ dan tecrit sonucu halk teslim olup kurtulma seçeneğine eğilim göstermiş, şehri deniz yoluyla bırakıp kaçanlar artmış, Manuel'in yardım için başvurduğu Venedik (Nisan 1385), imparator ile 1. Murad arasında ateşkes için aracılık yapma kararı almış, temaslarından bir netice alamayan Manuel 6 Nisan 1387'de gemiye binip Midilli'ye sığınmış ve üç gün sonra şehir Türklere teslim olmuştu.

Aynı yıl Bosna kralının tehdit ettiği işkodra hakimi ll. Curac Balşic, Kuzey Arna­ vutluk uc beyi Kavala (Rumca subaşı karşılığı Kefalya'dan) Şahin ile (Osmanlı rivayetinde Lala Şahin ile karıştırılır) beraber Bursa'ya gelip Murad'a bağımlılığını arzetmişti (789/1387 kışı). BalşiC, kendisini Sırp kralları neslinden saymakta ve Bosna kralı ile çatışmaktaydı. Bosna kralının sultanı tanımadığını söyleyen Balşic, Şahin ile birlikte Bosna üzerine sefer yapıp kralı tekrar bağımlılığa zorlayacaklarını anlanı. ı. Murad, Şahin'e Bosna'ya akın emri verdi. Kavala Şahin, Beylerbeyi Timurtaş'ın 1382-1385 Epir Arnavutluk seferinde en ileri uelarda faaliyet gösteriyordu. Kavala Şahin, 1385 Arnavutluk seferinde Balşa'nın yenilgisinden sonra Kuzey Arnavutluk'ta yerleşmişti. Balşa'nın halefi ll. Curac Balşic, Güney Arnavutluk'taki topraklarını Arnavut senyörü Thopia'ya (Topya) bırakmak zorunda kalmış, Kuzey Arnavutluk'ta Zeta (lşkodra) bölgesine çekil­ mişti. Başlangıçta Bosna kralına karşı Balşic ile Şahin arasındaki iş birliğini Batı kaynakları da teyit etmektedir.110 Osmanlı kaynağına göre BalşiC, Bosna kralı ve Sırplar'a Şahin'in akınını haber vererek ihanet etmiştir. Kavala Şahin, Bosna'ya yaptığı seferde Trebinye kuzeyinde Biletsa (Bileca) mevkiinde Vlatko Vukovic kumandasında bir Bosna ordusu tarafından baskın la bozguna uğratıldı (26 veya 27 Ağustos 1388). Gazaname'de bu bozguna ait ilginç ayrıntılar verilmiştir.111 Buna göre, Kuzey Arnavutluk uc beyi olarak Şahin, iskenderiye (işkodra, Şkoder) tekfurunun tahrikiyle Bosna Krallığına bir yağma akını (20.000 er) düzenlemiş, Bosna'ya giren askerin büyük kısmı yağma için dağılmıştı. Şahin'in yanında 1000

I ı O Emmert, s. 39. I ı ı Neşrl, I, 238-242.

199 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI kadar er kalmış, gün ağardığında beklenmedik bir anda karşılarında "30.000 gök demirli kafir" belirmiş. Şahin, geceye kadar dar sarp bir vadide dayanıp askerin gelip katılmasını beklemek istemiş, fakat düzensiz azeblerin ileri atılmasını önleyememiş, akşama kadar süren boğuşmada Osmanlı askeri kırılmış, akın­ dan gelenler de pusuya düşürülüp tutsak edilmiş, yalnız kalan Şahin, başını kurtarmak için kalan askerle (5000 er) Kuzey Arnavutluk'taki uc merkezine çe­ kilmiştir (Ağustos 1388).

ı. Murad, Şahin'i Bosna'ya akına gönderdikten sonra 789 (1387) baharında Ye­ nişehir Sarayı'na gelmişti. ittifak görüşmeleri için Mısır Sultanı Berkuk'a yolladığı elçi Yazıcıoğlu Mısır'dan iyi haberlerle dönmüştü. Ye nişehir, o yaz büyük düğün­ lere sahne olmuş, 1. Murad, imparatorun bir kızını kendine, iki kızını da oğulları Bayezid ve Yakub'a eş olarak almış, aynı zamanda Bayezici'in üç oğlunu sünnet ettirmiş, bu düğün sırasında (Haziran 1387) Pera'dan gelen Ceneviz elçileriyle 1352 ticaret anlaşmasını yenilemişti.

Ertesi yıl Kavala Şahin'in yenilgisi Balkanlar'da yeni gelişmeleri de beraberinde getirdi. 1385'te ı. Murad'a baş eğen Knez Lazar Hrebeljanovic, Osmanlı vasal beyleri arasında en güçlü olanıydı. O, hakimiyet alanını diğer Sırp beyleri aleyhine gittikçe genişletmiş, Macar Kralı Louis'nin yardımıyla başlıca rakibi Nikola Altomanovic'i yenmiş, özellikle Yukarı Morava vadisindeki zengin gümüş maden bölgesini (Plana, Zaplanina, Trepça, Novobrdo) ele geçirmiş, Saxon madencileri kullanarak ve buradan elde ettiği gümüşü Dubrovnik cücearı eliyle i talya'ya sevkederek büyük bir gelir sağlam ı ştı. Bu büyük servet kaynağı sayesinde zengin vakıflada inşa ettiği ve desteklediği kil ise ve manastıdar (başlıcası Ravanica) vasıtasıyla kilise ve ruhbanı kendine bağlamış, Sırp kilisesini paniklik düzeyine çıkarmıştı. Lazar'ın Kosova savaş meydanında Frenk (Katalan), Macar, Çek, Arnavut ve Efiaklar'dan yardımcı asker toplamış olduğu Gazaname'de kay­ dedilir. Bu, şüphesiz Lazar'ın elindeki servet kaynaklarıyla mümkün olmuştur.

Gazaname'de Lazar'ın damadı Vılkoğlu ve Bosna kralının (Tvrcko) 1387'de Lazar'ı baş kaldırmaya ikna ettikleri belirtilir.112 Bosna'da Kavala Şahin'in yenilgisi şüphesiz onu cesaretlendirmiş, aile bağlarıyla bağlı Vuk Brankovic (Kosova ve Üsküp sahibi), Bosna Kralı Tvrtko ve Bulgaristan Kralı Şişman'ı ittifakına almıştı. Neticede Lazar, ı. Murad'a karşı meydan okuyacak kadar kendini güçlü görü­ yordu. Haraçgüzarlığı reddederek sulcana mektuplarında "kardeşim" diye hitap etmeye başladı. ı. Murad ile ilişkisinde yeni gelişme sonucu Macar Kralı Sigismund ile vasallık ilişkilerini yenilemişti. Lazar'ın beyliği Türklerin önünden kaçanların

112 A.g.e. , I, 236.

200 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan sığındığı bir bölge haline gelmişti. Böylece Lazar, Duşan Sırp imparatorluğu'nun merkez bölgelerini kendi hükmü altında birleştirmişti. Sırp kilisesinin onu "ulu hükümdar" (samodrzac) unvanıyla anmaya başlaması sebepsiz değildi.

Kavala Şahin'in Bosna Bozgunu, Balkanlar'da 1381-1385 harekatı sonucu haraçgüzar olan devletlerin ayaklanması na yol açtı. Doğu Rumeli'deki eski haraçgüzar beylerden Vidin Bulgar Çarı Stratsimir, Köstendil hakimi Konstantin DeyanoviC, 1. Murad'a sadık kaldılar. 1. Mura d, Karamanoğlu'na güvenmediğinden Emir Timurtaş'ı ve bazı sancak beyleriyle 5000 askeri Anadolu korumasına bırakarak, altıncı defa Rumeli'ye hareket etti. Rumeli'deki diğer haraçgüzar Hıristiyan beylere de hazır olmalarını bildirdi. Bulgar Kralı Şişman, Dobruca hakimi Dobrotic ona karşı çıktılar. Konstantin, sulcanın ordusuna ihtiman ovasında katılacaktır. 1. Murad için Bulgar ordusunu arkada bırakıp gitmek tehlikeliydi. 1388-1389 kışında çok güvendiği Çandarlı Ali Paşa'yı Timurtaş oğlu Yahşi Bey'le beraber 30.000 askerle Bulgar çarı ve Dobrotic üzerine gönderdi. Bulgaristan'ın süratle itaat altına alınmasının ardından Kosova'ya ha­ reket edilmesi kararlaştırıldı. Ali Paşa'nın stratej isi, kalelerin itaatini sağlayıp bir yerde uzun zaman kalmadan Çar Şişman'ı ele geçirmek veya itaate zorlamaktı. Şumnu'ya geldi ve itaat eden bu şehirde karargahını kurdu. ı. Murad'ın ordu­ suyla Yanbolu'ya ulaştığını öğrenince onunla görüştü. Şişman, Osmanlı rivayeti­ ne göre kendi devlet büyüklerinin kararıyla sulcana itaatini sunmak üzere Yanbo­ lu'ya geldi. 1. Murad onu affedip hil'at giydirdi. Şişman, Tuna üzerinde sığındığı Silistre Kalesi'ni teslim etmeyi vaad etti; 1. Murad, Ali Paşa'ya Silistre'ye gitmesini emretti. Ali Paşa, Şumnu'dan Silistre'nin teslimi için çara haber gönderdi. Yemi­ ninden cayan Şişman kaleyi vermedi, Siliscre'den merkezi Tırnova'ya, oradan da Niğbolu Kalesi'ne kaçtı. Ali Paşa'nın çarın peşinden harekatı ve itaat altına aldığı ' kalel er Gazaname de ayrıntılarıyla gösteri 1 m işti r.113

Balkanlar'da yayı lma politikasında Osmanlıları durdurabilecek büyük güç Ma­ caristan idi. Ancak, yeni Macar Kralı Sigismund'un Tuna'nın diğer yakasında nüfuzunu sürdürme siyaseti onu Lazar ve Bosna kralıyla karşı karşıya getirmiş, bu durum Kosova Savaşı arefesinde ı. Murad'ın işine yaramıştır. Gazaname'ye göre Sırplar, 1. Murad'ın planını ve askerinin durumunu öğrenmek için bir elçi gönde­ rilmesine karar vermişler, Lazar'ın tavırlarına öfkelenen 1. Murad, ordusuyla ha­ rekete geçip K içi Morava'nın dar dağ geçidinden Kosova ovasına inmek zorunda kalmış ve ovada Gümüşhisar (Lipljang) önünde ordugahını kurmuştur.

113 A.g.e. , I, 254-262.

201 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Kosova Savaşı, Osmanlı kuvvetlerinin kesin galibiyeriyle sonuçlandı. Başlangıçta Osmanlı sol kolu çöktü. Fakat sağ koldaki Yıldırım Bayezid'in büyük gayreti sayesinde zafer kazanıldı. Gazaname'ye göre ı. Murad, birkaç hasekiyle gelip cesetler arasına saklanmış bulunan Mil oş Kobilovic tarafından hançerle yaralandı ve az sonra öldü. iç organları çıkarıldıktan sonra şehit düştüğü yerde gömüldü; daha sonra, Yıldırım Bayezid'in tahta çıktığı sırada idam ettiği oğlu Yakub Bey'in cesediyle Bursa'ya götürülüp Çekirge'deki türbesine defnedildi. Yaralandığı ve öldüğü yere Hüdavendigar Meşhedi denilen bir türbe yapıldı (Batı kaynaklarına göre 19 Cemaziyelahir 791 /15 veya 28 Haziran 1389).

1. Murad, Osmanlı kaynaklarında orta boylu, yuvarlak yüzlü, koç burunlu; hayırsever, adil, ömrünü gazaya sarfetmiş, bir hükümdar olarak tasvir edilir. Bizans kaynaklarında ise az konuşan, fakat konuştuğunda güzel sözler söyleyen, ava düşkün, yorulmak bilmeyen, Hıristiyanlara karşı merhametli, ancak hataya göz yummayan ve sertliğe başvurabilen, düşmaniarına karşı daima başarılı bir sultan şeklinde anılır. Adları kaynaklarda zikredilen dört oğlu tespit edilebilmektedir (Bayezid, Yakub, Savcı, ibrahim). Düzenlettiği vakfiyesi Kaplıca imareti'ne ait olup Cemaziyelahir 787 ortalarinda Temmuz 1385) hazırlanmıştır.

Kosova Savaşı neticesinde ı. Murad'ın katli haberi istanbul'da sevinçle karşılan­ mıştı. Venedik ise 1389 Temmuz sonunda henüz kesin bir haber alamamaktan sızlanıyor, fakat ne olursa olsun ı. Murad'ın ölümü dolayısıyla yeni sultana (Bayezid mi, Yakub mu bilinmiyor) başsağlığı dilernektegecikmiy ordu. Kosova Savaşı'nın sonucu Paris'te de yankı buldu. 1389 Ekimi'nde Paris'te Philippe Mezieres, Türklerin tam bir bozguna uğratıldığını, sultanla bir oğlunun ve ordusundan pek çok erin ölmüş olduğunu yazdı. Sırpların son büyük direnişini temsil eden Kosova'daki mücadele, günümüze kadar Sırplar için bir milli destan konusu olmuştur.114 Sonraki Sırp kaynakları Knez Lazar'ı yüceltip Sırpların zaferinden söz etmişlerdir.115 Lazar'ın halefi LazareviC'in biyografı Konstantin Filozof ise Kosova Savaşı'nda yenilgiyi açıkça kabul eder.

ı. Murad'ın ölümü, Bayezid'in savaş meydanında tahta çıkarılması, Yakub'un ida­ m ı haberi o zaman Sivas'a kadar Anadolu'da yayılmış ve 1. Murad'a bağımlılığı kabul etmiş olan beyler ayaklanmıştı. Savaşa Vlatko Vukovic'i göndermiş olan Bosna Kralı 1. Tvrtko, savaşı kendi zaferi gibi gösterdi, 1 Ağustos'ta Trogir şehrine yolladığı yazısında sadece kendisinden bahisle Türklerin bozgunundan söz etti; iki ay sonra Floransa'ya gönderdiği yazıda da aynı iddiada bulundu.116 Burada,

I ı 4 Emmert, s. 79-ı 42; Malcolm, s. 58-80.

I ı5 Mihaljcic, s. 45.

I ı 6 Emmert, s. 43-44.

202 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

"düşman saflarını yarıp kılıç ellerinde Murad'ın çadırına kadar ilerleyen on iki kahraman"dan söz edilir. Bu ifade, Kosova Savaşı hakkında sonradan ortaya çıkan rivayetlerde ı. Murad'ın nasıl katiedildiği hakkında epik tasvirlerin kaynağıdır. Miloş savaştan önce Lazar önünde ı. Murad'ı öldürmek üzere kendini fedai ilan etmiş.

Gaza için altı defa Rumeli'ye geçmiş olan ı. Murad'ın temel politikası, Balkanlar'da egemen almaktı. Baba! şeyhleri gibi kendini Tanrı ilhamına mazhar bir veli şeklinde hisseden ı. Murad, gazayı dini bir ödev gibi benimsemiş bulunuyordu. 1386'da Karaman seferini yapmak zorunda kalınca, bu duyguları nı "erkan-ı saltanat"ı önünde coşkuyla dile getirmiştir.117 Anadolu seferleri ona zoraki bir görev gibi geliyordu. Ta hta geçişinde Bursa Kadısı Çandarlı Hayreddin kesin bir rol oynamış görünmektedir. Hayreddin'in Bizans ile çetin diplomatik savaşta etkili olduğu, sonunda Paleologları haraçgüzar durumuna getirdiği anlaşılmak­ tadır. Devletin gerçek merkezi Bursa olmakla beraber 1. Murad, Edirne'de yaptırdığı saray sayesinde bu şehri Rumeli'de ikinci merkez haline getirmişti. Oradan kendi kumandanları Lala Şahin, Timurtaş ve Hayreddin Paşa'yı uelara gönderip fetihleri kontrol ediyordu. Özellikle, anayollar üzerinde Anadolu'dan geniş ölçüde sürgün veya kendiliğinden gelip yerleşen yörükler sayesinde, Rumeli'de Osmanlı hakimiyeti sağlam şekilde yerleşmişti. Evrenos ve Ula Şahin, Rumeli'de ilk yerleşme döneminde (1360-1370) kesin rol oynamışlardı. Malkara, Gümülcine, Yenice-i Karasu, Yenice-i Vardar, Filibe şehirleri onların kurdukları külliyeler, hanlar ve zaviyelerle Osmanlı Kültürü'nün ilk merkezleri ve dayanak noktaları olmuştur. 1. Murad döneminde Rumeli ikinci vatan haline gelmiş, Osmanlılara Anadolu'da üstünlük sağlamış, böylece Osmanlı imparatorluğunun ilk taslağı meydana çıkmıştır. Gazi Hudavendigar unvanı, onun gaza ile imparatorluk kurucusu kimliğini ifade eder. Gaza ideolojisi, kendisini örnek alan bütün Osmanlı padişahları için Avrupa'da yayılışın simgesi olarak sürüp gidecektir.

Hıristiyan hanedanlardan kız almak, Anadolu beylerine kız vermek, izdivaç ve feodal bağımlılık, 1. Murad'ın başvurduğu başlıca diplomatik araçlardandı. Onun döneminde Trakya ve Doğu Balkanlar'da yerleşme sonucu Rumeli Tımarlı sipahi askerleri artmış ve kendisine Anadolu'daki rakipleri karşısında üstünlük sağlamıştı. Uelara sürülen Yörük grupları başlıca akıncı kuvvetlerini oluşturuyordu. Çandarlı Hayreddin, savaş esirlerinden yeniçeri ordusunu kurdu. 1389 Kosova seferinde kapıkullarından söz edilir.118 Orhan Bey'in Türkler'den oluşturduğu yaya kuvvetleri hala ordunun önemli bir kısmını teşkil etmekteydi. ll7 Neşrl, I, 216. II8 A.g.e.,I, 290.

203 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

XIV.yüzyılda Dubrovnik'te top sanayii Sırplar'a ve Osmanlılar'a top sağlamaktay­ dı. Kosova'da her iki tarafın top kullandığı na şüphe yoktur. Orhan Bey zamanında kurulmuş olan donanma, l. Murad döneminde önemli bir güç haline gelmiş, liman kuşatmalarında rol oynamıştır. Gelibolu ve Aydıncık deniz üssü oldu. 1. Murad devrinde klasik Osmanlı ordusu esas kollarıyla oluşmuş bulunuyordu. Sultan'ın "emir-i keblr-i azam", "melikü müluki'l Arab ve'l Acem" gibi sıfatlarla anıldığı 787 ( 1385) tari h 1 i vakfiyesine göre, Bursa'da Çekirge'de bir cam i, medrese, imaret, misafirhaneden meydana gelen bir külliye, Bursa Hisarında sarayın yanında bir cami, Bilecik ve Yenişehir'de birer cami yaptırmıştır. Ayrıca, annesi adına iznik'te 790 Cemaziyelevveli başlarında bir imaret inşa ettirmiştir. Edirne'de bir saray yaptırdığı (1369), Ye nişehir'deki sarayda Haziran 1387'de büyük bir düğün düzenlediği, Edirne'deki saray bitineeye kadar Dimetoka Sarayı'nda kaldığı bilinmektedir. Yenişehir'de Orhan Bey'in derviş Postinpuş için inşa ettirdiği zaviye ı. Murad'a atfedilir.119 Onun Bursa Sarayı Hisar'da Şehadet Camii karşısındaydı ve 1278 (1861-1862) planına göre on dört kuleli bir duvarla çevriliydi. Edirne'de fetihten sonra kale içindeki kiliseyi camiye çevirmiştir. (Halebi/Ayasofya Camii). Ona izafe edilen başka camiler de vardır. (Hudavendigar Camii/Ayvacık; Hudavendigar Camii/Filibe; Karaferye'de kiliseden çevrilen ı. Murad Camii gibi). Paraları, Orhan Bey'in sikkeleri gibi Selçuklu tarzındadır. ei-Melkü'I-Adil unvanı bakır sikkelerde görülür. 1. Murad'ın Gelibol u, Malkara ve Bolayır'da dervişlere ve ahilere çeşitli vakıflar yaptığı da tespit edilmektedir.

1. Murad devrinin temel kaynakları arasında özellikle Türkçe kronikler dikkati çeker. Bu dönem için Yıldırım Bayezid zamanına kadar gelen ve bugün kayıp olan Ya hşi Fakih Menakıbnamesi, Aşıkpaşazade Ta rihi içinde özetlenmiştir.120 ı. Murad devrinin çağdaş kaynakları olarak Esterabadi'nin Bezm ü Rezm'isi (istanbul 1928) ve Neşrl'nin Cihannüma'sı içinde (1, 210-310) yer alan Ahmedi'nin Gazaname'si önemlidir. Ah medT'nin Dastan ve Te varih-i Müluk-i Al-i Osman'ın ı, Aşıkpaşazade Ta rihi'ni, Ruhi ve Ta kvimler'i az değişiklikle ve kendine göre bir sıralaması ile kelime kelime aktaran, 1366-1385 dönemindeki Sırbistan seferlerini bir arada vererek kronolojiyi tam karışıklığa dönüştüren Neşrl, 1385-1389 devresi için Kosova Savaşı'nda Şehzade Beyazid'in yanında bulunması muhtemel şair Ahmedl'nin Gazaname'sini aynen nakletmiştir. Bu kısım "Hikayet-i Feth-i Niş" ile başlar, "Cülus-i Bayezid Han"a kadar gelir. Bu metnin Ahmedl'nin kaleminden çıktığı, onun lskendername adlı büyük eserindeki aynı beyit ve ifadelerle tespit edilmiştir.121 Osmanlı şehnamelerinin ilki sayılabilecek bu Gazaname'yi yazarken Ahmed!, Vezir Çandarlı Ali Paşa, Gazi Evrenos, Sultan Bayezid ve

I I 9 Ay verdi, s. 209. 120 Halil İnalcık, Studies in Ottoman, s.I39-I56. 121 Halil İnalcık, Ko sova, s.21-26.

204 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan hatta Sırp tanıklardan yararlanmıştır. 1. Murad dönemine aic olduğu iddia edilen mekcuplar122 ise vekayi'namelerdeki bilgilere göre uydurulmuş metinlerdir.123

• • 8/BL/YOGRAFYA:

Ahmedi, Dastan ve Te!larih-i Mülı'tk-iAl-i Osman (haz. Çiftçioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri I içinde), İstanbul 1949, s. 14-20; Esterabadi, Bezm ü Rezm (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul 1928, s. 318, 381-383, 387-388; D. Cydones, Correspondance, Vatican 1975, I-II, tür.yer.; İstanbul'un Fe thinden Önce Ya zrlmı; Ta rihi Takvimler (nşr. Osman Turan), Ankara 1984, s. 18, 19, 54, 55, 70; Ducas, Decline and Fal/ of By zantium to the Ottoman Tu rks (tre. H. J. Magoulias), Detroit 1975, tür. yer. ; N. Gregoras, Rhomiiische Geschichte (tre. J. L. Dieten), Stuttgart 1973-88, I-III, tür.yer.; a.mlf., "Şehzade Halil'in Sergüzeşti" (tre. İ. Hoçi). TOEM, 1/4 (1328), s. 239-252; Karamani Mehmed Paşa, Osmanlı Sultanları Ta rihi (tre. İ. Hakkı Konyalı, Osmanlı Ta rihleri I içinde), İstanbul 1949, s. 346-347; Aşıkpaşazade, Ta rih (Atsız), s. 126-134; Enveri, Düstı2rname, s. 84-87; Oruç b. Adil, Ta rih, Manisa Muradiye Ktp., nr. 1373, vr. 41; a.e.: Tevarlh-i Al-i Osman, s. 20-26, 92-97; Neşrl, Cihannümd (Unat), I, 162-164, 190-196, 210-31 O; Feridun Bey, Mün;eat, I, 89-116; Anonim Tevarth-i Al-i Osman (nşr. Fr. Giese), Breslau 1922, tür.yer.; a.e. (haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 21-29; Hiidavendigdı· Li!Jast Ta hrir Defterleri (nşr. Ö. Lütfi Barkan - Enver Meriçli), Ankara 1988, s. 26-44; Hoca Sadeddin, Ta cü't-te!Jarth, İstanbul 1279, I, s. 103-125; Phil. Konstantin, Lebensbeschreibımg des Despoten Stefan Lazarevic (ed. M. Braun), s-Gravenhage 1956; C. Jirecek, Geschichte deı· Bıdgaren, Prag 1876, s. 351-352; a.mlf., Geschichte der Serben, Gotha 1911-18, I-II; tür.yer.; N. Jorga, Geschichte des Osmanisehen Reiches, Gotha 1908, I, 196-266; a.mlf., "Latins et grecs d' Orient et 1' establissement des tures en Euro pe, 1342-1362", BZ, XV (1906), s. 179-222; Amasya Ta rihi, III, 63-65; O. Halecki, Un emperom· de Byzance it Rome, Warszawa 1930, s. 82- 85, 169-212, 233, 241-309; P. Lemerle, Phillippes et la Macedoine orientale d l'epogue chretienne et Byzantine, Paris 1945,1-II, tür.yer.; Gökbilgin, Edirııe ve Paşa Livdsı, tür.yer.; a.mlf., Ru­ meli'de Yi irii.kler, Tatarlar lle Evldd-ı Fa tihan, İstanbul 1957, tür.yer.; F. Thiriet, Regestes des deliberations du Senat de Venise concernant la Romanie, Paris 1958, I, 541; a.m if., "Una pro­ posta di !ega antiturca tra Venezia, Genova e Bizanzio ne! 1363", Archivio stoı·ico italiano, sy. 113 (1955), s. 321-334; S. Novakovic, Sı·bi i Tı trci, XIV i XV veka, Beograd 1960, s. 197, 437-438; Halil İnalcık, "Stefan Duşan'dan Osmanlı İmparatorluğuna: XV. Asırcia Rumeli'de Hristiyan Sipahiler ve Menşeleri", 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köp n'ilü Armağanı, İs­ tanbul 1953, s. 207-248; a.mlf., "Edirne'nin Fethi", Edirne: Edirne'nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Ki ta bı, Ankara 1965, s. 137-159; a.mlf., "How to Read Aşık Pashazade's History", Studies in Ottoman Histoı'Y in Ho nor of Proffessor V. L. Menage (ed. C. Heywood - C. Imber), İstanbul 1994, s. 139-156; a.mlf., "Ahmedi's Gazaıüme on the Battle of Kosova", Ko so!Ja, Paris 2000, s. 21-26; M. C. Şehabeddin Tekindağ, Berkuk Devı·inde Memluk Sıdtanlığı, İstanbul 1961, tür. yer.; G. Ostrogorski, Serska oblast pos le dusanove smrti, Beograd 1965, tür. yer.; Ayverdi, Osmanlı Mi'martsi I, s. 209, 219-361; I. Beldiceanu-Steinherr, Recherches sur fes actes des regnes des sultans Osman, Orkhan et Murad I, Münich 1967, tür.yer.; a.mlf.. "La prise de Serres et le Firman de 1372 en faveur du monastere de Saint-Jean-Prodrome", Acta Historica, IV (1965), s. 15-24; a.mlf.. "La conquete d'Andrinople par !es turcs: La penetration turque en Thrace et la valeur des chroniques ottomanes", Tra!Jaux et memoires, I, Paris 1965, s. 439-461; a.mlf., "Un acte concernant la surveillance des Dardanelles", BEO, XXIX (1977), s. 17-24;

122 Feridun Bey, I, 89-116. 123 Yinanç, XI/62-77, 1339, s. 161-168; XI/63, s. 77-81.

205 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

J. W. Barker, Ma nuel II Pa laeologus (1391-1425): A Study in Late Byzantine Statesmanship, New Brunswick 1969, rür.yer.; Yaşar Yücel, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Det�Leti (1344-1398), Ankara 1970, s. 103-104, 121; Mustafa Çetin Varlık, Ger·miyanoğullar·ı Tarihi (1300-1429), Ankara 1974, s. 57; R. Mihaljcic, Kraj S1pskog carstva, Beograd 1975, s. 43-45; D. M. Nicol, The Last Ceııturies of By zantium (1261-1453), Cambridge 1975, rür.yer.; Ctoııaca dei To cco di Cefolonia (ed. G. Schiro), Roma 1975, rür.yer.; K. M. Serron, The Papacy and the Levant (1204-1571), Philadelphia 1976, II, rür.yer.; A. Lumell, Latin Greece, the Hospillers and the Crusades (1291-1440), London 1982; E. A. Zachariadou, Tı·ade and Crusade, Ye nice 1983, tür. yer.; a.mlf.,"Marginelia on the Hisrory ofEp i rus and Albania ( 1380-1418)", WZKM, LXXVIII (1988), s. 195-21 O; Th. A. Em mert, Serbian Golgotha: Ko sovo 1389, New York 1990, s. 39, 43-44, 79-142; S. W. Reinert, "A Byzanrine Source on the Bardes of Bileca (?) and Kosovo Polje", Studies in Ottoman History in Ho nor of Proffessor V. L. Menage, s. 249-272; N. Malcolm, Ko sovo: A Short History, New York 1998, s. 58-80; K. Fleet, Eur-opean and !slamic Trade in the Early Ottoman State: The Merchaııts of Genoa and Tu rkey, Cambridge 1999, s. 15-20; a.mlf.. "The Treary of 1387 bervveen Murad I and the Genoese", BSOAS, LVI/1 (1993); Mükrimin Halil Yinanç, "Ferldtın Bey Münşeihı", TOEM, XI/62-77 (1339), s. 161-168; XI/63 (1339), s. 77-81; P. Charanis, "An Imporram Shon Chronicle of the Fourteenrh Century", By zantion, XIII, Bruxelles 1938, s. 335-362; a.mlf., "The Srrife Among the Palaeologi and the Onoman Turks, 1370-1402", a.e., XVI (1943), s. 286-314; P. Tomac, "Birka na Marici", Voj noistorijski glasnik, VII, Beograd 1956, s. 61-74; R.J. Loenerrz, "Jean VPaleologue a Yenise (1370-1371)", REB, XVI (1958), s. 217-232; F. Dülger, "Zum Aussrand Andronikos gegen seinem Var er Johannes V. im Mai 1373", a.e., XIX (1961), s. 328-332; G. A. Skrivanid, "Bitka na Marici", Vojııoistorijski glasnik, XIV (1963), s. 71-94; M. Spremic, "Harac Soluna XV veku", Zbornik RadotJa Vizantoloskog !nstituta, X, Beograd ı 967, s. 187-195; J. Chrysostomides, "Studies on the Chronicle of Caroldo wirh Special Reference ro the History of Byzanrium 1371 to ı 377", Orientalia Christiana Periodica, XXXV, Roma 1969, s. 123-182; P. Schreiner, "Zur Geschichte Phila-delpheias im 14. Jahrhunderr ( 1293-1390) ", a. e., XXXV (1969), s. 375-43 1; V. Gjuzelev, "Chronikon Mesembrie", Godimik na Sofia Vniversite lsto1·. Fa kultat, sy. 66, Sofia 1975, s. 145- 199; İsmail Eren, " Kosova'da I. Murad Hüdavendigar Türbesine Ait Tarih! Bir Belge", GDAAD, IV-V (1976), s. 67-80; J. Gill, "John V. Palaeologus at the Courr of Louis of Hungary (1366)", Byzantinoslaı,ica, XXXVIIlll, Prague 1977, s. 31-38; N. Kocev, "Quelques reflexions au sujer de la diplomarie de Byzance a 1' epoque de la penerration ottomane dans !es Balkans", EB, sy. 2 (1978), s. 101-ı 13; İbrahim Arnık, "I. Murad'ın Sikkelerine Genel bir Bakış", TTK BelLeten, XXXVI/184 (1982), s. 782-794; H. Matanov. "Contribution ro the Polirical History of Sourh­ Eastern Macedonia after the Barde of Cernomen", EB, sy. 2 (1986), s. 3ı-44.

206 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

BAYEZiD 1124

Yıldırım Lakabıyla Ta nınan Osmanlı Padişahı (1389-1403) (Öim. 805/1403)

755'te (1354) doğdu. 1 Muradın büyük oğlu olup annesi Gülçiçek Hatun'dur. 1381 yılı dolaylarında Germiyanoğlu Süleyman Çelebi'nin kızı Sultan Hatun ile evlendi ve hanımının çeyizi olarak Osmanlılara bırakılan topraklara sancak beyi tayin edildi. Yerleştiği Kütahya'da Osmanlıların doğu sınırlarının muhafaza ve gözetimi ile görevlendirildi. 1386'da babasının Karamanoğlu Alaeddin Bey'e karşı giriştiği sefere katıldı, Frenk Yazısı Savaşı'nda gösterdiği cesaret ve atılganlık dolayısıyla Yıldırım lakabını aldı. Onun ilk Amasya valisi olduğu kanaati, Kadı Burhaneddin'e karşı Osmanlı hakimiyetini kabul eden Amasya Emlri Ahmed ve Çandarlı Süleyman Bey ile olan münasebetler sırası nda (1384-1388) bazı bölgelerin Osmanlı idaresine girmesi hadisesinden ortaya çıkmıştır. Şehzade Bayezid, 15 Haziran 1389'da Türklerin Rumeli'deki geleceğini tayin eden Kosova Savaşı'nın kazanılmasında önemli rol oynadı. Bu savaş sırasında babası 1. Murad çok ağır bir şekilde yaralanınca, büyük oğul olması ve üstün yeteneği dolayısıyla kendi yerine onun getirilmesini vasiyet eni. 1. Murad'ın ölümü ile de bu vasiyet gereği tahta çıkarıldı. Devlet erkanının tavsiyesiyle, hayatcaki tek kardeşi Yakub'u herhangi bir iç savaşa sebep olmaması için öldürttü. Bu arada esir düşen Sırp Prensi Lazar da savaş meydanında idam edildi.

Yeni padişah, savaştan sonra Bursa'ya dönmek üzere derhal harekete geçti. Çünkü, bu sırada Anadolu'da Osmanlılara tabi olan beylikler isyana kalkışmışlar, eski topraklarına yeniden sahip olabilmek için Karamanoğlu'nun etrafında toplanmışlardı. Karamanoğlu Alaeddin Bey, Beyşehir'i alarak Eskişehir'e kadar uzanmış, Germiyanoğlu ll. Yakub Bey miras yoluyla kaptırdığı toprakları yeniden zaptetmiş, Kadı Burhaneddin ise Kırşehir'i almıştı. Bayezid, Anadolu'ya geçmeden önce Sırp kralının oğlu Stefan Lazareviç ile müzakereye girişerek kız kardeşi Olivera'yla (Maria Despina) evlenmek ve Sırplar'dan yardımcı kuvvet olarak

124 Halil İnalcık, "Bayezid I", TDVİA , c. V.

207 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI faydalanmak üzere bir anlaşma yaptı. Bundan sonra Stefan, sürekli Macar baskısı sebebiyle Bayezid'e sadık kaldı ve hatta onun seferlerine katıldı. Fakat, Yukarı Sırbistan (Üsküp, Priştine bölgeleri) hakimi Vuk Brankoviç, kendi bölgesindeki önemli maden şehirlerine sahip olmaya çalışan Osmanlılar'a karşı koydu. Ancak, bu yörede faaliyet gösteren Paşa Yiğit Bey, 1391'de Üsküp'ü almayı başardı. Böylece Bosna ve Arnavucluk'a yönelecek akınlar için bir üs elde edilmiş oldu. Anadolu'ya geçen Bayezid 1389-1390 kışında Alaşehir'i zaptectiği gibi Batı Ana­ dolu'daki Türkmen beyliklerini, Aydın, Saruhan, Menteşe, Hamld ve Germiyan'ı Osmanlı idaresi altına aldı. Çandaroğlu Süleyman Bey ve Bizans imparatorunun oğlu Manuel Palaeologus da kuvvetleriyle birlikte Osmanlı ordusunun yanında bu sefere katılmışlardı. Bayezid, 1390 Mayısı'nda Afyonkarahisar'da bulunuyor ve Karamanoğlu'na karşı sefer hazırlığı ile uğraşıyordu. Nihayet, harekete geçerek Beyşehir'i aldı. Ardından Konya'ya yürüdü ve şehri kuşattı. Bu sırada itti­ faktan ayrılıp Kastamonu'ya dönen Süleyman Bey, Karamanoğlu'na yardım için Kadı Burhaneddin ile bir anlaşma yaptı. Ortak kuvvetlerin Kırşehir'e gelmeleri, muhtemelen Bayezid'in Konya kuşatmasını kaldırmasına ve Karamanoğlu'nun anlaşma teklifini kabul etmesine yol açtı. Bu anlaşma ile iki devlet arasında Çarşamba Suyu sınır oldu, Beyşehir ve civarındaki bazı yerler ise Osmanlı haki­ m iyerinde kaldı. Bayezid, 1391 'de Süleyman Bey' i n üzeri ne yürüdü. Ancak, Süleyman'ın müttefiki Kadı Burhaneddin'in kuvvetleri karşısında başarılı olamadı. 1 392 ilkbaharında yeniden Süleyman Bey'in üzeri ne yürümek için büyük hazırlıklar yapmaya başladı. Hatta, 6 Nisan 1392 tarihli bir Venedik raporunda, Bayezid'in vassali durumunda bulunan Manuel Palaeologus'un Sinop'a karşı yapılacak deniz seferine katılmak üzere olduğu bildirilmekteydi. Bu sefer, Sinop hariç Süleyman'a ait yerlerin zaptı ve onun ölümü ile sonuçlandı. Daha sonra Bayezid, Kadı Burhaneddin'in protesto ve tehditlerine rağmen Osmancık üzeri­ ne yürüyerek burayı ele geçirdi. Fakat, Çorumlu mevkiinde iki taraf arasındaki mücadeleyi Kadı Burhaneddin kazandı ve yenilgiye uğrayan Osmanlı kuvvecleri geri çekildi. Kadı Burhaneddin, bu galibiyerin verdiği cesaretle hücumlarını Sivrihisar ve Ankara'ya kadar uzattı, yağma ve tahribatta bulundu. Ancak, Burha­ neddin'in kuşatması altındaki Amasya Emlri 1392'de Amasya'yı Osmanlılar'a teslim etti. Ertesi yıl bölgeye gelen Bayezid Amasya'ya girerek şehri teslim aldı. O yörede bulunan Çarşamba Vadisi'ndeki Taceddinoğulları, Merzifon bölge­ sindeki Ta şanoğulları ve Bafra hakimi gibi mahalli beyler Bayezid'in hakimiyetini tanıdılar. Bu arada müttefikleriyle bozuşan Kadı Burhaneddin ise geri dönüş sırasında Osmanlı kuvvetlerine karşı taciz edici hücumlar dışında önemli bir harekata girişemedi.

Bayezid, daha sonra dikkatini batıya çevirdi ve burada hakimiyetini sağlam­ laştırmaya çalıştı. Kosova Savaşı'ndan sonra Bizans üzerindeki kontrolü oldukça

208 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan artmıştı. Bizans imparatoru VII. johannes'in tahta çıkışını (1390) destekledi. V. johannes ve oğlu ortak imparacor Manuel'e de aynı desteği verdi (1391) Hatta Manuel, Anadolu seferlerinde ona yardımda bulunmuş ve bağlılık göstermişti. Doğuda Anadolu işleriyle ilgilendiği sırada batıda sınır boylarındaki uc beyleri düşmanlarını baskı altında tutuyor ve gaza faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Paşa Yiğit, Vuk Brankoviç'e boyun eğdirmiş. Evrenos Bey Kitros ve Vodena'yı fethederek Tesalya'ya doğru i leri em iş, Fi ruz Bey Eflak'a, Şah i n Bey ise Arnavut! uk'a karşı akı n larda bulunmuştu. Fakat, Eflak Prensi Mirçea, Bayezici'in Anadolu'daki meşguliyecinden faydalanarak Silisue'yi geri almayı başarmış ve Karinabad'daki akıncılara karşı başarılı hücumlar yapmıştı. Venedikliler bir yandan Bizans üzerinde baskı kurmaya çalışırken aynı zamanda Mora ve Arnavutluk'ta da faaliyet gösteriyorlar, Macar­ lar ise Eflak ve Tuna Bulgaristanı'nda nüfuzlarını yaymak için uğraşıyorlardı. Bu durum karşısında Bayezid, bütün gücünü Balkan işlerine vermeye mecbur oldu. 1388'den beri Osmanlı kontrolü altında bulunan Tırnova'yı 17 Haziran 1393'te aldı. Bulgar Kralı Şişman, bir Osmanlı vassali olarak Niğbolu'ya gitmek zorunda kaldı. 1393-1394 kışında Bayezid, bütün Balkan prenslerini ve Palaiologosları Serez'de coplantıya davet ederek kendisine olan bağlılıklarını güçlendirmeye ça­ lıştı. Özellikle Theodore Palaiologos'tan Venedik'e karşı Mora'daki belli başlı şe­ hirlerin teslimini istedi. Ümitsizlik içindeki Palaeologlar, Theodore ve Manuel ona karşı çıktılar ve batıdan özellikle Venediklilerden yardım talep etciler. Bunun üzerine Bayezid, bizzat Yunanistan üstüne yürüdü ve ilk olarak 1387'de alı­ nan, ancak daha sonra 1389'da kaybedilen Selanik'i yeniden ele geçirdi (1394). Ayrıca, Te salya bölgesini Salone, Neopacrai gibi şehirler de dahil olmak üzere fet­ hetti. Evrenos Bey'i kuvvetleriyle Mora'ya gönderdi. Fakat, Theodore bu arada Argos'u Venediklilere vermişti (27 Mayıs 1394). Diğer bir Osmanlı toprağını ise doğrudan doğruya hakimiyet altına alınan Güney Arnavutluk teşkil etti. La la Şahin Arnavutluk sahilleri üzerindeki Venedik hakimiyeti altında bulunan yerlerde taciz edici bir baskı kurdu. Bayezid, ayrıca yedi yıldır abluka altında tuttuğu istanbul'u 1394 ilkbaharında yeniden sıkı bir kuşatma altına aldı. 1395'te ise Macaristan üzerine hücuma geçti ve yolu üzerindeki Slankamen, Titel, Beçkerek, Tımışvar, Kraşova ve Mehadiye gibi kalelere saldırdı. Eflak'ta Argeş nehri civarında 17 Mayıs 1395'te meydana gelen savaşta yenilgiye uğrattığı Mirçea'nın yerine Vlad'ı tahta geçirdi. Ardından Tuna'yı geçerek Niğbolu'ya ulaştı ve Kral Şişman'ı yakalatıp öldürttü (3 Haziran 1395).

Bayezici'in bu ani ve süratli fetih leri, Macarlar ve Venediklilerin bir ittifak kurarak Osman! ıl ara karşı yeni bir Haçlı seferi başlatmaları na yol açtı. 1396'da Bayezid istanbul'u almak için büyük bir gayret sarfederken Macar Kralı Sigismund idaresindeki Haçlı kuvvetleri N iğbolu'yu kuşattılar. Acele olarak kuşatmayı kaldırıp oraya giden Bayezid onları büyük bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396).

209 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Ardından son bağımsız Bulgar Prensi Stratsimir'den Vidin'i aldı. Anık, Balkan­ lar ve istanbul'un kaderi tamamıyla Bayezid'in elindeydi. Bizans imparatoru Manuel, istanbul'da bir Türk mahallesi kurulması, cami yapılması ve bir kadı yerleştirilmesi teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Evrenos Bey, 1397'de Argos ve Atina'yı aldı. Bayezid, Niğbolu mücadelesi sırasında düşmanca hareketlerde bulunan Karamanoğlu Alaeddin Bey'in üzerine yürümek için Anadolu'ya geçti. Akçay Savaşı'nda mağiCtp olan Alaeddin Bey, Konya Kalesi'ne kapandıysa da yakalanarak öldürüldü. Konya ve diğer Karaman toprakları Osmanlı hakimiyeti altına girdi (1397 sonbaharı). Ertesi yıl Canik bölgesi ve Kadı Burhaneddin'in hakim olduğu yerler Osmanlı topraklarına katıldı. Ancak Bayezid, Timur tehlikesine karşı Memluk sultanı ile anlaşmak yerine onlara ait Elbistan, Malatya, Behisni, Kahta ve Divriği gibi şehirleri ele geçirdi.

Öte yandan Bizans'a yardım için Türk sahillerine gelen Mareşal Boucicaut, Ge­ libolu önlerinde zayıf Türk filosunu vurarak istanbul'a ulaşmış, ancak onun getirdiği az sayıdaki yardım kuvveti Bizans'ı rahatlarmaya yetmemişti (1399 yazı). Manuel, Türklere karşı daha fazla yardım talebinde bulunmak üzere Av­ rupa'ya gitti (10 Aralık 1399). Fakat, istanbul kuşatmasına iyice hız verildiği ve şehrin düşmesinin an meselesi olduğu bir sırada doğuda Timur tehlikesi baş gösterdi. Nitekim, 1399 sonbaharında Timur Doğu Anadolu'da bulunuyordu. Timur, 1394'te Anadolu'nun doğu kesimindeki ilk işgalinin ardından batı taraflarını da ele geçirmeyi arzu ediyordu. iran'a hakim olan Timur, Büyük Selçukluların ve ilhanlıların varisi olmak iddiasıyla Anadolu üzerinde hakimiyet kurmak istiyordu. Bayezid ise Selçuklular'ın mirasçısı sıfatıyla Anadolu'da birliği sağlamak düşüncesindeydi. Ancak Timur, başlangıçta gazanın liderliğini elinde tutan Bayezid'e karşı harekete geçmek içi n tereddüt etti. Bayezid'e karşı koyan ve kaçıp kendisine sığınan Anadolu beylerini iyi karşıladı. Buna mukabil Bayezid de Timur'un düşmanları Sultan Ahmed Celayir ve Kara Yusuf'u korudu, onları kendi hizmetine aldı. Bu durum Timur'u çok kızdırdı. Anadolu'ya yürüyüp Erzincan'a geldi ve Erzincan Emlri Mutahharten tarafından karşılandı. Ardından Osmanlılara ait Sivas Kalesi'ni kuşattı (1400 Ağustosu); şehir teslim olduysa da kanlı bir şekilde yağmalandı, sonra da Mıtahharten'e bırakıldı (1401 ). Nihayet Timur ile Bayezid, Ankara yakınında Çubuk ovasında karşı karşıya geldiler (28 Temmuz 1402). Yapılan savaşta Bayezid yeniidi ve esir düştü, bir süre sonra da esaret altında Akşehir'de vefat etti (8 Mart 1403). Ankara Savaşı, Bayezid'i n süratli bir şekilde genişlettiği devletin çökmesine yol açtı. Eski topraklarına yeniden sahip olan Anadolu beyleri gibi ülkenin geri kalan kısmı için birbirleriyle mücadeleye girişen Osmanlı şehzadeleri de Timur'un hakimiyetini tanıdılar. Os­ manlı tarihinde Fetret Devri adıyla anılan bu döneme ait meseleler, ancak ll. Mehmed devrinde kesin bir çözüme kavuşturulabildi.

210 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Bayezid, Anadolu ve Rumeli'de tabi hanedanları ortadan kaldırmak ve Yakın­ doğu islam devlet anlayışı çerçevesinde merkezi bir devlet kurmak gayesini benimsemişti. Bu gayesinde kısmen başarılı olmuş, ilk merkezi idareyi kurarak kul sistemini düzenleyip yerleştirmiş, yeni örfl hukuk uygulamaları getirmiş, kanunnameler çıkartmıştır. Onun zamanında Tuna'dan Fırat'a kadar, padişahın kulları tarafından idare edilen merkezi bir devlet sistemi başarıyla uygulanmış, böylece Osmanlı Devleti Batı Avrupa'dan Orta Asya'ya, Mısır'dan Altı n Orda sahasına kadar uzanan bölgede milletlerarası siyasetin başlıca odak noktasını oluşturmuştur. Fakat, bu yeni merkezi devlet çok uzun ömürlü olmamış, Ti­ mur darbesiyle Osmanlı Devleti Anadolu'da hemen hemen 1. Murad devri baş­ larındaki sınırlarına çekilmiştir. Ancak, bütünlüğünü koruyan Rumeli toprakları sayesinde bu zor dönem tekrar aşılmış ve yeniden toparlanma mümkün olabil­ m iştir. Son derece cesur, faal ve yetenekli ve adil bir idareci olan Bayezid, sert bir mizaca sahipti. Hayatta kalan altı oğlundan Süleyman, lsa, Musa ve Mehmed Çelebi'lerin saltanat mücadelesine giriştikleri, en küçük oğlu Kasım'ın Süleyman Çelebi tarafından rehin bırakıldığı Bizans'ta kaldığı, Mustafa'nın ise "Düzmece" lakabıyla özellikle ll. Murad zamanında taht iddiacısı olarak ortaya çıktığı bilinmektedir.

Hayatı baştanbaşa savaş ve mücadelelerle geçen Bayezid'in öldüğü zaman birçok hayratı da bulunmaktaydı. Bursa'da zaviye, medrese, imaret, han, köp­ rü, darüşşifa yaptırmış, muhteşem Ulu Cami'yi de yine o inşa ettirmiştir (1400). istanbul'u baskı altında tutmak için Güzelhisar diye de anılan Anadoluhisarı'nı yaptırdığı gibi (1396-1397), Anadolu'nun diğer bazı şehirlerinde ve Rumeli'de hayır eserleri meydana getirmiştir.

211 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

• • 8/BL/YOGRAFYA:

Nizameddin-i Şam i, Zafername (tre. Necati Lugal), Ankara 1987, s. 30 1-324; Ah medt, "Dasiran-ı Tevarih-i MülCık-i Al- i Osman" (nşr. Nihad Sami Banarlı) TM, VI 11939), s. 170-

176; İbn Arabşah, 'Acd'ibii'l-makdur, Kahire 1868, s. 142; İbn Hacer, lnbd'ıd-ğumı-, V, 55-57; Şerefeddin, Zafername (Urumbayev), s. 421 -422; 1. Schiltberger, The Bondage and Tra vels (tre. Telfer), London 1879, tür.yer.; Esterabadi, Bezm it Rezm (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul

ı 928, s. 302, 308, 387, 418-420; Enveri, Diistumdme, I, s. 87-91; Aşıkpaşazade, Ta rih, s. 64-80; Dukas, Bizans Tarihi (tre. VI. Mirmiroğlu) İstanbul 1956, s. 8-9. 26-43; Oruç b. Adil, Tevdrth-iAI-i Osman, s. 26-37; Neşri, Cihannüma (Unat), I, s. 311-361; Ruhi Çelebi, Tev!ırih-i Al-i Osman, Berlin Staatsbibliothek, Tübingen MS, nr. 821, vr. 366' vd.; İbn Kemal, Tev!ırih-i Al-i Osman, Nuruosmaniye Kütüphanesi, nr. 3078, vr. 70'-1 OOb; Chalcondyle, Ch1·onique (tre. V. Bourbon-nois), Paris 1612, s. 39-95; Tevaı-th-i Al-i Osman (nşr. F. Giese), Breslau 1822, s. 22 vd.; A. S. Atiya, The Cmsade of Ni copolis, London 1938; M. M. Alexandrescu-Dersca, La Campagne de Timur en Anatolie, Bueharest 1942; P. Wittek, Menteşe Be)ıliği (tre. O. Şaik Gökyay), Ankara 1944. s. 76 vd.; lstanbıd'un Fethinden Önce Ya zıLmış Ta rihi Ta kvimler (nşr. Osman Turan), Ankara 1954, s. 34, 50; M.C. Şehabeddin Te kindağ, Berkuk Deı1rinde Mem­ luk Sultanlığı, İstanbul 1961, s. 1 O 1 1 02; Yaşar Yücel, Kadı Burhdneddin Ahmed ve Devleti (1344-1398), Ankara 1970, s. lll -117, 159-162; a.mlf.. "XIV-XV. Yüzyıllar Türkiye Ta­ rihi Hakkında Araştırmalar 1: Mutahharten ve Erzincan Emirliği", TTK Belleten, XXXV1 ı 40 (1971). s. 665-719; a.mlf.. "XIV-XV. Yüzyıllar Türkiye Tarihi Hakkında Araştırmalar II: Türkiye - Yakındoğu Üzerinde 1393/94 Timur Te hlikesi", a.a., XXXVII/l46 (1973). s. 159- 181; F. Dölger. "1ohannes VII", BZ, I 118921, s. 21-36; S. Stanojevic, "Die Biographie Stefan Lazarevic's von Konstantin", Arehiv j Slav. Ph il, XVIII, s. 409-428; R. 1. Loenertz, "Pour l'histoire du Plopenese au XIV siecle", REB, I (1943), s. 152-196; Mükrimin Halil Yınanç. "Bayezid I", fA, II, 369-392; Halil İnalcık, "Bayazid I", f./2(İng.). I, 1117-1119.

212 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

ÇELEBi SULTAN MEHMED125

Mehmed 1 (1413-1421) Ölm. 1421

Mehmed Çelebi 1386 veya 1387 yılında dünyaya geldi. 1. Bayezid'in Devlet Hatun adlı bir cariyesinden doğma dördüncü oğludur. "Çelebi" veya Yunanca Krytsez (genç efendi) kelimesinden gelen "Kirişçi" lakabıyla tanınır. Fetret devrinde kardeşi Süleyman (1402-1411) ve daha sonra Musa (1411-1413) Edirne'den Rumeli topraklarını kontrol ederken Mehmed 1403-1413 yılları arasında Anadolu'da ilkin Tokat, Amasya'ya ve Bursa'ya (1403) hakim olmuştur. 1403- 1404 ve 1410-1413 yıllarında Batı Anadolu ve Bursa'yı hakimiyeti altına almış, kendi hükümdarlığı (1413-1421) döneminde Osmanlı Devleti'nin iki parçasını birleştirmeyi başarmıştır.

Çelebi Mehmed, on iki yaşında lalası Bayezid ile Haziran 1399'da Amasya, Tokat, Sivas ve Ankara'yı içine alan, daha önce Eretna hanedanının toprakları olan Rum vilayetine Danişmendiye (Rumiye-i suğra) vali gönderildi. Ertuğrul (ölm. 1400), Mustafa (1402 yılında Timur tarafından yakalanıp Semerkand'a götürüldü), Süleyman, Musa, Tsa ve Kasım adlı altı kardeşi vardı. 1402'de Musa, babasıyla birlikte Timur tarafından yakalandığında on iki yaşında idi, Kasım, Bursa'daki sarayda bulunuyordu. Süleyman, Tsa, Mehmed ve Musa ise "darüssaltana" olarak kabul edilen Bursa'yı ve Rumeli'nin merkezi Edirne'yi ele geçirmek için birbirleriyle mücadeleye giriştiler. Timur'un izmir kuşatması esnasında (2 Aralık 1402-5 Ocak 1403) Süleyman'a Boğaz'ın öte yakasındaki topraklar üzerinde hakimiyecini belirleyen bir yarlık verildi.126 Kütahya'ya görüşmek üzere çağrılan Mehmed ise bu emre itaat etmedi. Tokat ve Amasya bölgesindeki Türkmen beylerine karşı Mehmed'in ilk faaliyeti bazı Osmanlı tarihleri içinde yer alan menakıbnamede127 deseansı bir üslupla anlatılmıştır. Hükümranlığını

125 Halil İnalcık, TDVİA , c. 28, s. 391-394.

126 Şerefeddin, s. 424. 127 Neşrl, Il, 423-551.

213 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI kabule karşılık olarak bu beylerin topraklarındaki mülkiyeri kendisinin tasdik etmesiyle neticelenen bir uzlaşmanın söz konusu olduğu görülmektedir. ileride Osmanlı merkeziyetçiliği yenidien tesis edildiğinde mirasa dayalı bu mülk­ cımar konusu önemli bir problem haline gelecektir. Bu mahalli hanedanların kontrolündeki Türkmen veya Tatar kuvvetleri Mehmed'in ordusunda önemli bir güç oluşturuyorlardı. 816'da (1413) Musa'ya karşı olan savaşta yanında Tatar ve Türkmen tümenleri vardı n8

Kara Devletşah, Kubad-oğlu, Mezid Bey ve Taşan ailesi129 Ankara Savaşı'ndan sonra Timur'un hükümranlığını kabul eden ve Osmanlı hakimiyetine meydan okuyan yerel hanedanlardı. Mehmed de Timur'un hükümranlığını kabul etti. Ve böylece Tokat, Amasya bölgesindeki hükümranlığını meşrulaştırdı. Burada rakiplerine karşı otoritesini kurma mücadelesinde ulema ve şehir eşrafı tarafından deseeklendiği görülürken yerel beylerin Tatar ve Türkmen tabileriyle ona karşı ne prestijleri vardı ne de bunlar Osmanlı şehzadesinin sahip olduğu meşruiyeti haizdi.130

Hakim Türk geleneğine göre bir hükümdarın çocuklarından her birinin babasının yerine geçme hakkı vardır ve veraseti düzenleyen bir kanun olmadığı için onun meşruiyeti tartışılamaz. Menakıbname'nin açıkça ifade ettiği gibi canınmak için mücadele eden şehzadelere halkın çoğunluğu, Allah'ın yardımının işareti olarak yorumladıkları savaşı kazanma zorunda oldukları söylerdin1 Her ne kadar ilk başlarda Mehmed kendinden büyük kardeşi Süleyman'ın otoriteyi temsil ettiğini kabul etse de yaşta büyüklük prensibi bağlayıcı değildi m

Osmanlı şehzadeleri (çelebiler) arasında 1402-1413 yıllarındaki mücadele Menakıbname'den takip edilebilir. Bu kaynağa göre, karşılaşmaların çoğunda lsa Çelebi, Batı Anadolu beyleri ve Kastamonulu isfendiyar'ın ittifakını elde etmesine rağmen Mehmed'e yeniidi ve Mehmed Bursa'yı aldı.133 Ardından onu yakalayıp Eskişehir'de öldürdü (1403-1404). Elizabeth Zachariadou, lsa'nın 1403'te Süleyman tarafından öldürüldüğünü belirtir.134 1403-1404'te Mehmed, Rumeli'den gelen Süleyman Çelebi ile yaptığı mücadele sonrasında Bursa ve Ankara'yı kaybecti, Tokat-Amasya üssüne çekilmek zorunda kaldı ve Musa'yı

128 A.g.e. , II, 512-513. 129 Bu ailenin menşei hakkında bkz. Esterabadl, s. 397. 130 Amasya Tarihi, II, 157-198. 131 Neşrl, II, 432, 434, 446, 456, 462, 504, 508. 132 Aııorıim Tev/irih-i Al-i Osman (nşr. F. Giese), 47. 133 Neşrl, II, 422-450. 134 Is!, X, 1983, 283-291.

214 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Rumeli'ye gitmeye teşvik eni.135 Musa, Eflak Voyvodası Mircea'nin davetini kabul ederek 809'da ( 1406) Eflak'a den iz yoluyla vardı.136 Musa'n ı n Doğu Bal kan lar'daki başarıları, Süleyman'ı Rumeli için Bursa'yı terketmeye mecbur eni. Yanbolu Savaşı'ndaki ilk zaferinin ardından (13 Şubat 1410) Musa, iki defa yeniidi (Ha­ ziran 1410).137 Sonunda ani bir saldırı ile Edirne'yi ele geçirdi ve Süleyman'ı kaçarken yakaladı ve öldürdü (17 Şubat 1411). Süleyman'ın Anadolu'dan ayrılmasının ardından Mehmed Bursa'yı yeniden ele geçirdi.B8 Ancak, Mehmed ile olan anlaşmasına uymayan Musa, bağımsız tarzda hareket etmeye başladı, uc beylerinin gaza politikasını benimseyerek vasal devletleri kendinden soğuttu, onlar da Mehmed'in tarafına geçti.139 Musa, Süleyman'a karşı iki başarısız teşebbüste bulunduktan sonra uc beyleri ve vasal devletleri n ittifakıyla 5 Te mmuz 1413'te rakibini yendi ve saf dışı bıraktı.140 Neşrl'deki Menakıbname'ye göre 1402'den başlayarak Süleyman sekiz yıl on ay on yedi gün, Musa iki yıl yedi ay yirmi gün ve Mehmed yedi yıl on bir ay hükümdarlık yapmışlardır.

Timur'un hükümranlığı altında eski beyliklerini ele geçiren Candaroğulları, Karamanlılar, Germiyan, Saruhan ve Aydın beyleri, Osmanlı şehzadeleri nin başşehir kabul edilen Bursa'yı elde etme mücadelesine fiilen katıldılar. Onların bu mücadelelerdeki politikaları Bizans, Eflak ve Sırbistan'ınki gibi Ankara Savaşı'ndan sonra oluşan seatünün devam ettirilmesine yönelikti. Her bir Osmanlı şehzadesi, kendi adına onların oronomi veya bağımsızlıklarına saygılı davranacağını göstererek destek veya tarafsızi ıkiarını kazanmaya çalıştı. Timur'un Anadolu'dan ayrılığı (Ağusros 1403), Anadolu yerel hanedanların ın Osmanlı güç ve üstünlüğünün sarsılmaz bir gerçek olduğunu anlamalarını gösterdi. Hana, bazıları Bursa'yı hangi şehzade ele geçirdiyse onun hükümranlığını kabul eni.

Bizans ve Balkanlar'daki vasal devletler, 1. Murad (1362-1389) ve 1. Bayezid (1389- 1403) dönemlerinde haraç ödüyorlardı. Ankara Savaşı'nın ardından bağımsız hale geldiler ve bazı ropraklarını geri aldılar. Özellikle, Bizans Selanik'i aldı. Vasal devletler Fetret Dönemi'nin karışık ortamında bir Osmanlı şehzadesini diğeri­ ne karşı destekliyor ve sığınma hakkı veriyor, üzerlerinde hükümranlık iddia edecek kadar güçlü hale gelen ve sultanlık hakkı iddia eden herhangi birine (başlıca Musa'ya) karşı diğer Osmanlı şehzadelerini kullanıyorlardı. Dolayısıyla,

135 Neşrl, Il, 473-474. 136 Dersca, X-XI, 1968, 116-117'de Guboğlu' nu zikrederek 1406 tarihini verir. Neşrl'deki Mendkıbndme'de bu tarih tasdik edilir: Il, 478-479; burada Ali Paşa' nın vefat ettiği bilgisi yer alır ki, bunun tarihi 17 Recep 809/28 Aralık 1406'dır; bkz. idrls-i Bitlis!, 278. 137 Bkz. Dersca, X-XI, 1968, s. 122-123. 138 Neşrl, Il, 480. 139 idrls-i Bitlis!, s.281-288. 140 idrls-i Bitlis!, s. 86-288; Neşrl, Il, 506-516.

215 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Eflak Voyvodası Mircea ve Bizans imparatoru ll. Manuel'in politik manevraları, Osmanlı şehzadeleri arasındaki mücadeleyi ciddi şekilde etkilemiştir. Kaybedilen toprakları geri alma siyasetini benimseyen ve daha çok saldırgan akınlarla meşgul olan Musa dışında, diğer şehzadeler Süleyman ve Mehmed, bazen uzlaşarak bazen da taviz vererek Hıristiyan hükümdarlarla irtibatlarını kesmediler. Fetret Dönemi boyunca Bizans, merkezi bir rol oynadı ve rakip Osmanlı şehzadelerini destekledi. Bu durum, Süleyman Çelebi ile 1403 Anlaşması'ndan sonra Bizans'ın Anadolu ve Rumeli arasındaki geçişleri kontrol etmesi gerçeğine dayanır. 1403'te Süleyman Anadolu'ya geçip Bursa'daki Mehmed üzerine yürümeye karar verdiği nde, küçük kardeşi Kasım ve kız kardeşi Fatma'yı imparatora rehine olarak bıraktı. Daha sonra yatıştırma politikasının bir parçası olarak Süleyman, oğlu Orhan'ı imparator ll. Manuel'e rehin olarak gönderdi. imparator da önce Musa'ya karşı ve o berearaf edildiğinde 1413'te Mehmed'e karşı, Süleyman'ın meşru halefi olarak Osmanlı tahtını talep eden Orhan'ı kullanmayı denedi. Çelebi Mehmed'in nihai başarısı, kendisine baba dediği imparatora karşı çoğunlukla yarıştırıcı ve uzlaşmacı tavrına dayanır.141 Musa'nın saldırgan siyaseti veya verasetle beyliğe gelen uc beylerini gücendiren merkeziyetçi ve otokratik politikası onları Musa'dan soğutmuştur.

•• Ulkenin Birliği Yeniden Kurulur

Mehmed, 1413'te Edirne'de Osmanlı ülkesinin tek hükümdan olarak tahta çıkışı üzerine, Bizans, Sırbistan, Eflak, Mora Despotluğu, Atina Prensliği dahil haraç ödeyen vasal ülkelerin elçilerini kabul etti ve onları kuvvetli bir barış ve dostluk garantisiyle geri gönderdi. Balkanlar'da kendini emin hissedince, sonraki iki yılı Anadolu'daki hakimiyetini yeniden tesis etme mücadelesine ve kendisine karşı Musa'ya yardım eden beyleri cezalandırmaya ayırdı. Musa'yı bırakarak izmir'e dönen ve orada beyliğini yeniden canlandıran Cüneyd'i 1414'te yenip bütün Batı Anadolu'yu ele geçirdi. Aydın-ili işgal edildi ve bir Osmanlı sancağı haline getirildi. Bu mücadelede Germiyanoğulları, Menteşeoğulları, Sakız adasındaki Cenevizler, Midilli adası hakimi, Foça, Rodos şövalyeleri Cüneyd'in haşin ve sert davranışını hesaba katarak Mehmed'in tarafını tuttular. Mücadele sırasında Mehmed, şövalyelerin izmir'de tekrar inşa ettiği kaleyi yıktı. Menteşeoğulları da onun hükümdarlığını kabul etti.142 1413'te Mehmed, Rumeli'de Musa'ya karşı ilerlerken Karaman Beyi Mehmed Bursa'yı kuşattı ve kale etrafındaki mahalleleri yaktı.143 Mehmed'in Musa'ya karşı zaferi haberi geldiğinde Karamanlılar otuz bir

141 Dukas, s. 114. 142 Wittek, Das Fii l'stentıtm Nfenteche, s. 97. 143 Makrizi, IV, 47'; Neşri, II, 519-520.

216 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan gün süren kuşatmanın ardından geri çekildiler. Mehmed, hemen Candaroğlu isfendiyar'a karşı bir se fe re hazırlanı rken o, Karamani ılar'a karşı planlanan sefere yardımcı kuvvet göndereceğine söz vererek bağlılık bildirdi. Karamanidar tarafından işgal edilen Germiyan ise, Osmanlıların tabii müttefiki ve vasalıydı.144 Karaman'a karşı büyük seferden önce Mehmed, Karamanlılar'ın hamisi ka­ bul edilen MemiCık sulcanına pahalı hediyelerle bir elçi gönderdi.145 (Mehmed bu seferde Karamaniılan yendi ve Konya'yı kuşatma altına aldı (Mart 1415). Karamanoğlu barış istedi, Hamld-ili, Said-ili toprakları Osmanlı ülkesine katıldı.

Anadolu ve Rumeli'de Osmanlı idaresinin kurulup toprakların bir hükümdarın emri altında yeniden birleşmesi ve Mehmed'in daha önceki Osmanlı vasal devletleri üzerinde tekrar hakimiyet tesisi üzerine Bizans imparatoru, Papa ve Venedik birlikte Osmanlılar'a karşı Haçlı seferi çağrısında bulunmak için diplomatik faaliyete başladılar.146 Fetret Dönemi'ndeki karışıklıklardan istifade eden Venedik, kontrolünü Batı Yunanistan, Arnavutluk ve Mora adasına kadar genişletmeyi başarmıştı. 1. Mehmed ile bir anlaşmaya varma müzakereleri ise, onun kardeşlerine karşı galibiyeriyle birlikte başarısızlığa uğradı. 1. Mehmed'in 1414'te Cüneyd'e karşı mücadelesi sırasında Nakşa adasının Venedikli dükü, bağlılıklarını yenileyen Ege'deki diğer Latinlere katılmadı. Bunun üzerine 1. Mehmed, 1415'te Batı Anadolu'daki deniz gazilerini Venediklerin Ege'de sahip oldukları yerler üzerine akına gönderdi. Çalı Bey kumandasında Gelibolu donanmasını da (13 kadırga olmak üzere 112 gemi) Kiklat adalarına yolladı.147 Venedik, bu saldırıya saldırı ile karşılık vermeye karar verdi. Pietro Loredano kumandasındaki Venedik donanması sürpriz bir atak yaparak Gelibolu'daki Osmanlı donanmasını tahrip etti (29 Mayıs 1416).

ı. Mehmed'in kardeşi Mustafa, Timurlu Şahruh tarafından serbest bırakıldıktan sonra Trabzon'a ulaştı (Ocak 1415). Mustafa'nın yolladığı adamları, Venedikliler ve Bizans imparatoruyla müzakereye başladı.148 Önce Konya'ya, sonra Kastamonu'ya gelen Mustafa oradan deniz yoluyla Rumeli yakasına, Eflak'a geçti. ı. Mehmed tarafı ndan N iğbolu beyliğiyle uzaklaştı rı lmış olan Cüneyd Bey ona katıldı. 1. Mehmed'in büyük kardeşi Mustafa'n ın sahneye çıkması, Anadolu ve Rumeli'deki vasal devletlerin düşmanca tavrı, dini-içtimal ayaklanmaları beraberinde getiren bir iç savaşı başlattı. Askeri olarak Mircea tarafından desteklenmesine rağmen

144 Neşrl, Il, 516-534. 145 İbn Hacer, III, 518; inegöl'de iken yazdığı mektup evasıt-ı Zilhicce 817 (Şubat 1415 ortaları) tarihlidir; bkz. Feridun Bey, I, 145 . 146 Barker, s. 290-353. 147 Dukas, s. 119, Thirier, II, nr. 1569, 1573, 1584, 1588, 1597, 1598. 148 Thirier, Il, nr. 1563, 1564.

217 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Mustafa ve Cüneyd, uc kuvvetlerini kendilerine çekmekte başarısız oldular ve istanbul'a dönmeye mecbur kaldılar. imparawr bu defa (bahar 1416) onları Selanik'e gönderdi.149 ı. Mehmed Bizans'a karşı savaş ilan eni. Mustafa ve Cü­ neyd Makedonya'da Serez'i ele geçirdiler ve bununla Osmanlı uc kuvvetlerinin desteğini kazanmayı ümit eniler. Ancak bunda başarısız oldular, ı. Mehmed onları yine Selanik'e ilticaya zorladı (sonbahar 1416).150 Sonunda imparawr, onları ı. Mehmed hayana olduğu müddetçe hapiste tutma hususunda anlaştı ve bunun karşılığında 1. Mehmed'den yıllık 300.000 akçe (10.000 altın duka civarında) tazminat almayı kabul etti.151 Rumeli'de Mustafa'ya karşı savaşırken 1. Mehmed, aynı zamanda Batı Anadolu'da ve Rumeli'de Deliorman'da Şeyh Bedreddin tarafından düzenlenen ayaklanmayla uğraşmak zorunda kaldı (1416 yaz ve sonbaharı). Şeyhi koruyan ve bilfiil destekleyen Mircea, Deliorman'ı işgal eni ve Siliscre'ye saldırdı (sonbahar 1416).152 ı. Mehmed, şeyhi Zagra'da yakalayarak Serez'de idam ettirdi. Sulcanın Rumeli'deki bu meşguliyeti sırasında Anadolu beyleri yine hareketlenmeye başladı. Bunun üzerine 1. Mehmed önce, şeyhin Eflak'e geçmesine yardım eden isfendiyar Bey'e karşı yürüdü (1417). isfendiyar'ın 1. Mehmed'in hükümranlığını kabul etmesi üzerine barış sağlandı. 1417'de ı. Mehmed, ciddi şekilde hasta olduğu için Karaman üzerine olan sefer, Bayezid Paşa tarafından düzenlendi, Karaman Bey yakalandı.153

Fecret Dönemi'nde Balkanlar'daki Osmanlı hakimiyetine karşı en önemli rakip olarak belirginleştiği için Eflak Voyvodası Mircea, Macaristan Kralı Sigismund tarafından desteklendi. 1. Mehmed'in 1419'da Mircea'ya karşı seferi Sigismund'un Balkanları işgal etme planıyla ilgilidir.154

ı. Mehmed'in Anadolu'daki vasalları Karamanlı ve Candaroğulları beyleri, bu büyük sefere oğullarının kumandasında destek kuvvetler gönderdiler. 1. Mehmed, Eflak üzerine seferde, Yeni-Yergögü (daha sonra Rusçuk) Kalesi'ni Tuna'nın sağ kıyısında inşa ettirdi, ardından "Macaristan vilayetine varıp Severin Kalesi'ni" aldı.155 Neşri'ye göre, Eflak Voyvodası Mircea teslim oldu ve üç oğlunu sulcana rehin olarak gönderip haraç ödemeyi kabul eni.

149 Jorga, Geschichte desOsmanisehen Reiches, I, 373. 150 A.g.e. I, 374. 151 Dukas, s.125. 152 Jorga, a.g. e., I, 373.) 153 Idrls-i Bitlis!, s. 289-291; Neşri, II, 530-534; ilk Osmanlı derlemelerinde, Karaman' a yapılan çeşitli seferler birbirine karıştırılmıştır. 154 Doğru tarih için bkz. İbn Hacer, III, 526; Mehmed'in Şahmh'a Kasım 1419 tarihli mektubu için bkz. Feridun Bey, I, 150-151. 155 Neşri, II, 536; Anonim Tevdrih-i Al-i Osman, nr. 1047, vr. 34 a-b; burada Mehmed'in bu seferi için verilen 1414 ve 1416 tarihleri uc beylerinin önceki akıniarına ait olmalıdır, Dukas, s.l25.

218 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Karakoyunlular'ın Azerbaycan ve Batı iran'daki başarısı ve 1. Mehmed'in Anadolu'daki statükoyu değiştirmesi Timurlular'a karşı bir meydan okuma anlamına geliyordu. Şahruh, doğudaki hakimiyetini tesis ettikten sonra Batı'da konrrolü yeniden oluşturmak için harekete geçti. Önce 1416'da Osmanlı topraklarında iç savaşın yeniden başlamasına sebep olan bir hareket olarak Semerkant'ta tutuklu bulunan Mustafa'yı serbest bıraktı. Mustafa'nın serbest bırakılmasının Timurlu planı olduğu, 1. Mehmed'in kardeşlerini berearaf etmesi­ nin ardından buna Şahruh'un gösterdiği tepkiden açıkça anlaşılmaktadır.156 Buna cevabında ı. Mehmed, Karakoyunlu Kara Yusuf'u desteklemediğini ispat etmeye çalışmakta ve Osmanlı Devleti'nin bölünmesinin islam düşmaniarına yaradığını ve bu bölünmeden dolayı Selanik dahil birçok yeri Müslümanların kaybettiğini ileri sürmektedir. 1419'da Şahruh'un Batı'ya geniş çaplı bir sefer hazırlığı, Osmanlı tarafında büyük endişeye yol açtı, hatta bu ihtimale karşı Karakoyunlular ile Osmanlılar arasında elçiler gidip geldi.157 Azerbaycan'ı işgal ettikten sonra Şahruh, ı. Mehmed'i uyararak Kara Yusuf'un oğlu iskender'in Osmanlı topraklarına sığınması halinde ona yardım etmemesini istedi (Aralık 1420). Bu uyarıya cevabında ı. Mehmed, tam bir teslimiyet ifade etti. Bu sırada Osmanlılar, büyük endişe ile doğu cephesindeki gelişmeleri izliyordu. Akkoyunlu Kara Osman'ın iskender tarafından mağlup edilmesi üzerine (Nisan 1421) Şahruh, Doğu Anadolu'ya girmiş ve iskender'e karşı ezici bir zafer kazanmıştı (Temmuz 1421 ). Bu orcamda ı. Mehmed, Şahruh tarafından tehdit edilen Memlükler'le dostane ilişkilerini sürdürmeye çalışıyordu. 158

1421'de ı. Mehmed'in hastalandığı anlaşılmaktadır. Hastalığı sırasında en büyük amacı, büyük oğlu Murad'ın herhangi bir bunalıma sebebiyet vermeksizin tahta çıkmasını temin etmek olmuştur. Süleyman'ın oğlu Orhan, kör edilip zindanda tutulmasına rağmen Mehmed'in kardeşi Mustafa ciddi bir rakipti ve bazı Osmanlı liderleri tarafından sultan olarak canındığı için Bizans imparatoru onu uygun bir zamanda serbest bırakabilirdi. Şehzade Murad'ı destekleyenler, Mustafa'nın öldüğü ve taht iddiasında bulunanın Düzmece Mustafa olduğu dedikodusunu yaydılar. Sultan Mehmed, Murad'ın tahta çıkışını sağlamak için yöneticilere karşı kendini çok liberal gösterdi ve imparatorla anlaşma yaptı.159 Buna göre, Murad, Edirne'de kendisinin halefi olacak; oğlu Mustafa Anadolu'da kalacak; iki küçük oğlu Yusuf (sekiz yaşında) ve Mahmud (yedi yaşında) ll. Manuel'in yanında rehine olarak istanbul'a gönderilecek ve buna karşılık imparator da Mustafa'yı

156 I. Mehmed' e mektubu için bkz. Feridun Bey, I, 150-151. 157 A.g.e. , I, 150-157. 158 A.g.e., I, 145-146, 164-167. 159 Dukas, s.129; Sırp voyvodasıylaaynı nitelikte bir anlaşma için bkz.Lebeıısbeschteibung, s. 56-58.

219 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI serbest bırakmayacaktı.160 imparacor bu iki Osmanlı şehzadesinin muhafazası için yıllık bir para alacaktı. ı. Mehmed 25 Haziran 1421'de Edirne'de vefat etci­ ğinde, Murad Bursa'da tahta çıktı ve kardeşlerini imparacora göndermeyi reddetti.

ı. Mehmed'in saltanatı boyunca en temel mesele, Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Balkanlar'da, 1402 felaketinden sonraki olumsuz şartlarda hakim bir güç olarak yeniden ortaya çıkmasının gerçekleşmesidir. ilk önce, Ankara Savaşı'nın ardından askeri çöküntüye rağmen, Osman i ılar her iki bölgede de büyük askeri güç olmaya devam etciler. ikinci olarak, Osmanlı hanedanı, feodal beyler ve bölgedeki diğer hanedan lar üzeri nde tek meşruiyet kaynağı olan emperyal geleneği tesis edebildi. 1405'te ve 1413 yılında, mesela Sırp prenslerinin arasındaki çekişmenin çözümünde, Osmanlı yöneticileri devreye girmişti.161 En az bunlar kadar önemli bir başka husus da, Osmanlı askeri grupları, sipahiler, yaya, müsellem, kapıkulları ve köylülerin, kendi statülerinin ve coprak hukuku­ nun, meşruiyeti ve Osmanlı merkezi hükümetinin varlığına ve işlerliğine dayalı olduğunu bilmeleriydi. Bundan dolayı, Osmanlı tahrir ve tımar sistemi bu dönemde geliştirilmiş ve yaygın olarak uygulanmıştır.

ı. Mehmed'in altı oğlu (Murad, Mustafa, Kasım, Ahmed, Yusuf, Mahmud) ile yedi kızının olduğu bilinmektedir. Bursa'da cami (1419), medrese, imaret ve türbe (824/1421) yaptırmış, bunlara vakıflar tahsis etmiştir. Ayrıca, Edirne'de yaptırılan Eskicami onun zamanında tamamlanmış (1413) ve buraya vakıf olmak üzere bir bedesten inşa etcirmiştir.

160 İA, V, 598-599) 161 Lebensbeschreibung, s. 27, 55.

220 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

MURAD 11162

Osmanlı Padişahı (1421-1444, 1446-1451). (Öim. 855/1451)

Zilhicce 806'da (Haziran 1404) Amasya/da doğdu. 1. Mehmed'in bir cariyeden olma oğludur. (H. Hüsameddin, Amasya Tarihi'nde [llt 180) annesinin Amasya ayanından Divitdar Ahmed Paşa'nın kızı Şehzade Harun olduğu kaydedildi. On iki yaşına girince Amasya, Tokat/ Sivas, Çorum ve Osmancık bölgelerini içine alan Rum vilayeti beyliğiyle Amasya'ya gönderildi. Bir yıl sonra Amasya kuvvetleriyle Börklüce Mustafa isyanı'nı bastırmak üzere Saruhan ve izmir tarafına hareket emri aldı. O sırada babası Çelebi Mehmed Selanik'te Düzme Mustafa ile uğraşıyordu; Venedikliler Gelibolu/da Türk donanmasını yakmış, boğazı kesmişlerdi (29 Mayıs 1416). Bayezid Paşa/ Amasya ve Sivas kuvvetleriyle isyanı bastırdı. Murad Amasya'dan ayrılınca bu bölgedeki Moğol göçebeleri (Kara Tatarlar) kargaşalık çıkardılar. Şehzade/ Bayezid Paşa ile beraber tekrar Amasya'ya döndü. 820-824 (1417-1421) yılları arasında Rum (Amasya) sınırında Osmanlılara karşı önemli gelişmeler oldu. Şehzade Murad ve yeni atabeyi Rum beylerbeyi Hamza Bey, Samsun/u isfendiyaroğlu'nun elinden aldılar (Samsun/un Cenevizlilere ait kısmı daha önce ele geçirilmiş görünmektedir; Neşrl, 141 8'de Çelebi Mehmed/in başarısız seferiyle 1421'de Samsun'un fe thini karıştırır).163 Bu başarıdan az son­ ra Şehzade Murad ölüm döşeğinde olan babası tarafından Bursa'ya çağrıldı. Oraya gittiği zaman Çelebi Mehmed ölmüştü. Bizanslıların yanında bulunan Düzme (Düzmece) Mustafa'nın harekete geçmesi korkusuyla vezirler padişahın ölümünü gizli tutmuşlar ve yeniçerileri bir bahane ile Anadolu'ya geçirmişlerdi. Bursa'da erkan ve bir kısım yeniçeriler tarafından kendisine biat edilen Murad, Osmanlı tahtına çıktı (23 Cemaziyelahir 824 /25 Haziran 1421).

O sırada on yedi yaşında bulunan ll. Murad, Çelebi Mehmed/in en büyük oğlu olup dört erkek ve yedi kız kardeşi vardı. Erkek kardeşleri Mustafa, Ahmed,

162 Bu madde için bkz. İnalcık, Halil1 "Murad II", TDVİA, c. 31, s. 164-172. 163 Krş. İstanbul'un Fe thinden Önce Yazılmış Tarihi Takvimler1 s. 21 vd.

221 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Yusuf ve Mahmud çelebiler idi. Ahmed babasının sağlığında ölmüştü. Mustafa on iki yaşında olup bir yıl önce Hamid-ili sancak beyliğine gönderilmişti. Yusuf sekiz ve Mahmud yedi yaşındaydı. Kardeş öldürme bir adet şeklinde yerleşmiş olduğundan Mehmed Çelebi ölümünden önce çocuklarının hayatını korumak istemişti. Murad, Edirne'de Osmanlı tahtına geçecek, Anadolu Mustafa'ya kalacak, Yusuf ve Mahmud Bizans imparatorunun yanına gönderilecekti. Buna karşılık imparator Çelebi Mehmed'in kardeşi Mustafa'yı serbest bırakmayacaktı. Murad, kardeşlerinin masrafları için imparatora her yıl para ödeyecekti. ll. Murad tahta çıktığında Bayezid Paşa vezlriazam ve Rumeli beylerbeyi olarak devlet işleri n i yürütüyordu. Bayezid Paşa, gelen Bizans elçileri ne Yusuf ve Mahmud çelebilerin teslim edilmeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine ll. Manuel Palaiologos, Limni'de sürgün bulunan Mustafa ile bir anlaşma yaparak onunla birlikte izmiroğlu Cüneyd Bey'i serbest bıraktı ve on gemilik bir donanmayla, Dimitrios Leontarios kumandasında Bizans askerleriyle onları Gelibolu önüne çıkardı (Ramazan 824 1 Eylül 1421). Bizans Mustafa'yı meşru sultan tanıyordu. ll. Murad'a karşı sadece Bizans değil, Anadolu'daki beylikler de ayaklanmıştı. Germiyanoğlu Yakub Bey, onun sultanlığını tanımayarak Hamid-ili sancak be­ yi olan Mustafa Çelebi tarafını tuttu. Hamid-ili arazisi Karamanoğlu tarafından işgal edildi. ll. Murad elçi gönderip yatıştırma siyasetine başvurdu ve durumu kabul etti. Çelebi Mehmed'in 1415'ten beri tabiiyet altına aldığı Menteşeoğlu da ayaklandı ve bağımsızlığını ilan etti. Menteşeoğulları Ahmed ve Leys, babaları ilyas Bey gibi 1421'de bastırdıkları paraya Osmanlı padişahının adını koymadılar. Aydınoğlu ve Saruhanoğlu bu sırada bir kısım topraklarını tekrar ele geçirdi. ll. Murad elçiler yollayıp Anadolu'daki beyleri himayesinde Çankırı, Kalecik ve Tosya'da yerleşmiş olan kendi oğlu Kasım Bey'i oradan çıkarmıştı. ll. Murad, isfendiyar Bey'e karşı kuvvet gönderdi. Sinop'a kaçan isfendiyar Bey, diğer Anadolu beylerinin aracılığı ile barış yaptı (824/1421 sonbaharı veya kışı). ll. Murad, Düzme Mustafa karşısında taht mücadelesi içinde bulunduğundan bu değişiklikleri kabullenmek zorunda kalmıştı.

Gelibolu'ya çıkan Mustafa Çelebi, ahali tarafından iyi karşılan m ış, ancak Gelibolu Hisarı'nda Şah Melik Bey ona karşı çıkmıştı. Mustafa, Gelibolu kuşatmasını izmiroğlu Cüneyd'e bırakarak kendisi Edirne'ye yürüdü. Onu her tarafta Yıldırım'ın oğlu ve sultan olarak tanıdılar. Mustafa'nın Edirne'ye girmesini önlemek için harekete geçen Bayezid Paşa, Sazlıdere'de karşısına çıktıysa da emrindeki Rumeli askerlerinin Mustafa Çelebi tarafına geçmesi yüzünden ona itaat etmek mecburiyerinde kaldı, ancak Cüneyd Bey'in tahrikiyle idam edildi. Mustafa Edirne'ye girdi, bu haber üzerine Gelibolu Hisarı da t.eslim oldu. Fakat Mustafa ile Cüneyd, daha önceki anlaşmaya uyup kaleyi Bizanslılar'a teslim et-

222 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan meye yanaşmadılar. Bu durumda Bizans ile ll. Murad arasında bir yakınlaşma ol­ duysa da anlaşma sağlanamadı.164 Gelibolu geçidine ve donanmaya hakim olan Mustafa Çelebi istanbul Boğazı'nı da tutmuş bulunuyordu. ll. Murad o zaman denizde bir müttefik buldu. Yeni Foça podestası Giovanni Adorno, Manisa şap madenierinden kalan borçlarının affı karşılığında, ll. Murad için gemi ve asker hazırlamayı taahhüt ecti. Ceneviz yardımı ll. Murad'ın başarısında önemli bir amil olacaktır.

Mustafa, 26 Muharrem 825'te (20 Ocak 1422) 12.000 sipahi ve 5000 piyade ile Gelibolu üzerinden Anadolu'ya geçti.165 Bursa yolunu ona kapatmak için Ulubat gölünün ayağı üzerindeki köprü yıktırıldı. Mustafa, Ulubat suyunun öbür tarafında kaldı. Onun 4000 kişilik bir kuvvetle yapmak istediği baskın, yeniçeriler tarafından sonuçsuz bırakıldı. O zaman Mihaloğlu Mehmed Bey uc beylerini ll. Murad tarafına geçmeye teşvik etti. Cüneyd'e gizlice izmir beyliği ve Aydın ili vaad edilerek kaçması sağlandı. izmir beyliği ve bu son tedbir Mustafa'nın ordusunda bozguna yol açtı. Mustafa geri çekilince Hacı ivaz Paşa yapılan tahta köprüden yen içerilerle geçip onun yaya askerin i, azeblerini kılıçtan geçirdi. Rumeli uc beyleri de gelip ll. Murad'a itaatlerini arzettiler. Mustafa Gelibolu'ya geçmeyi başardıysa da ll. Murad'ın, Ceneviz gemilerinin yardımıyla Gelibolu'ya geçmesine engel olamadı. Ardından Edirne'ye ulaştı, oradan Eflak taraflarına hareket etti; ancak Kızılağaç Yenicesi'nde yakalandı ve Edirne'de idam edildi (825 1 1422 kışı). Diğer bir rivayere göre ise Mustafa Eflak'a, oradan Kefe'ye kaçmayı başarmıştı. ll. Murad, bunun arkasından Bizans üzerine yürüdü (Recep 825 1 Haziran 1422). elli günden fazla süren kuşatma sonuç vermedi. Kardeşi Küçük Mustafa (o za­ man on üç yaşındaydı) Karaman ve Germiyan beylerinin yanına kattıkları bir kuvvetle gelip Bursa'yı kuşatmıştı. (Ramazan 825/Ağustos 1422). Bu durumda ll. Murad istanbul'a karşı son bir genel taarruz yapmış ve şehri kuşatmaya devam edecek bir kuvvet bırakarak Edirne'ye girmişti. Onun başarılarından endişeye düşen Anadolu beylerinden yalnız Karaman ve Germiyanoğulları değil, isfendiyar Bey de saldırıya geçip Mustafa'yı destekiernekte gecikmedi. Rumeli'de Candaroğulları'nın müttefiki olan Eflak beyi aynı zamanda saldırıya geçti. Venedik ve Macaristan da bu ittifakta yerini aldı. Küçük Mustafa vak'ası gerçekce ll. Murad'a karşı yapılan genel saldırı hareketinin bir yönünü teşkil eder. Bursa'yı kuşatan Mustafa, ll. Murad'ın gönderdiği Mihaloğlu kuvvecleri karşısın­ da kaçıp istanbul'a sığındı. imparator ile görüşerek Silivri'ye geçti; fakat Rumeli askeri karşısında tekrar kaçıp Kocaeli'ne gitti. Oradan iznik'e gelince şehir ona 164 Dukas, s. 95. 165 No teset eztraits, I, 3 l 6.

223 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI kapılarını açtı; Bursa ovasının bir kısmını da ele geçirdi. Bursalılar, bir taraftan ll. Murad'a imdatçı gönderdikleri gibi diğer taraftan şehir büyüklerinden Ahi Yakub ve Ahi Kadem'i rica için Mustafa'nın lalası Şarabdar ilyas Bey'e yolladılar. Bunlar ilyas Bey'i Bursa kuşatmasından vazgeçirdiler. İznik'te yerleşen Mustafa'ya Anadolu'nun önemli bir kısmı itaat etmiş görünmekcedir. ll. Murad lalası Yörgüç'ün ısrarı ile Bursa'ya gitmeye karar verdi. Önce Mihaloğlu gönderildi. Arkasından kendisi Bursa'ya geldi. Oradan hareketle iznik'i muhasara etti. Kış yaklaştığından Mustafa'nın kuvvetleri dağılmıştı. ilyas Bey, kendisine Anadolu beylerbeyliği verilmek suretiyle elde edilmiş, halk da tekrar ll. Murad'a dön­ müştü. Mihaloğlu iznik'i kuşattı ve şiddetli çarpışmalar oldu. Bir çıkış hareketi sırasında içeri dalan Mihaloğlu ağır şekilde yaralandı. Ele geçen iznik yağmaya uğradı. ilyas Bey'in getirip teslim ettiği Mustafa idam edildi (9 Rebiülevvel 826 1 20 Şubat 1423). ll. Murad, iznik'i aldıktan hemen sonra Taraklı Borlu'ya kadar ilerlemiş olan isfendiyar Bey kuvvetleri üzerine yürüyüp onun kuvvetlerini dağıttı. Küçük Mustafa'yı Bursa'ya gönderen Karamanlılardan Mehmed Bey ise Antalya'yı kuşattığı sırada kaleden atılan bir top güllesiyle vurularak öldü (Safer 826 1 Ocak 1423). Karaman tahtı için çıkan iç mücadeleden ll. Murad faydalandı ve tahta çıkmasına yardım ettiği ibrahim Bey'e bir anlaşma imzalattı. Karamanoğlu 1421'de babasının aldığı Hamid-ili'ni bıraktı ve Osmanlı tabiliğini kabul etti. Macar yardımı ile Tu na üzerinde geçit yerleri nden saldıran Eflak beyi, ll. Murad'ın Anadolu'daki başarılarını öğrenince iki oğlunu rehine gönderip barış istedi. Öte yandan Bizans'a karşı baskısı sürüyordu. Cemaziyelahir 826'da (Mayıs 1423) Turahan Bey, Hexamilion (Kerme) surunu zaprederek Mora'ya girmiş, Selanik kuşatma altına alınmıştı. Venedik Bizans'ın ümitsiz durumundan faydalanıp bir anlaşma ile Selanik şehrinin idaresini devralınca (826/1423 yazı) yeni bir bunalım çıktı.

Venedik, Osmanlıların Selanik işgalini tanıması için bir taraftan yıllık haraç vermeyi (1500-2000 Duka) teklif ediyor, diğer taraftan Pietro Loredano kumandasında donanmasını Gelibolu karşısına gönderiyor, nihayet genel bir taarruz için izmir Beyi Cüneyd, Eflak beyi ve Macar kralı ile ittifak hazırlıyordu. Osmanlılar, istanbul'un da Venediklilere teslim edileceği endişesine kapıldı. Cenevizlilerin aracılığı ile ll. Murad, Bizans imparatoru ile barış anlaşması imzaladı. imparator yıllık 300.000 akçe haraç ödemeyi, Silivri ve Terkos hisariarı hariç Marmara, Ege ve Karadeniz kıyılarında 1402'den sonra aldığı yerleri geri vermeyi kabul etti. izmir Beyliği'ni ve Aydın ilini ele geçiren, ancak Osmanlı tabiliğini reddeden Cüneyd, Anadolu beylerini ve Bizans'ı tahrikten geri kalmadığı gibi Venedik

224 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan ile ilişkiye girdi; ona karşı 828'de (1425) Anadolu beylerbeyliğine tayin edilen Hamza Bey'in Halil Bey idaresinde sevkeuiği kuvvetler onu Akhisar civarında Gülnas'ta yendi. (Hypsela) Kalesi'ne sığınan Cüneyd teslim olmak zorunda kaldı ve soyu sopu ile birlikte imha edildi. Osmanlılar o yıl yalnız izmir ve Aydın-ili'ni zaptermekle kalmadılar, Menceşeoğulları'nın ve Hamidoğulları'nın Teke'deki kolunun ropraklarını da ilhak eniler. Bu sırada Venedikliler, Bayezid'in oğlu olduğu iddia edilen bir Düzme Mustafa'yı daha meydana çıkardılar. 828 (1425) baharında Selanik'ten yola çıkan Mustafa, Venedik donanması ile iş birliği yaptı. Kassandra ve Kavala Venediklilerin eline düştü. Böylece Osmanlı-Venedik sa­ vaşı (1425-1430) başlamış oluyordu. Ertesi yıl Osmanlılar kayıplarını giderdiler. Selanik'ten tekrar çıkan Mustafa'ya Pazarlı ve Sarıca Beyler karşı koydular. Savaş Arnavucluk'a da yayıldı. Osmanlılar burada Venedik'e ait Draç'ı (Dyrrachium) kuşanı. Zilhicce 828'de (Ekim 1425) Venedik ile Macarlar arasında Osmanlılara karşı ittifak görüşmeleri başladı.166

824'cen (1421) beri Eflak ve Sırbistan üzerinde Macar nüfuzu kuvvetlenmişti. ll. Murad bu iki memlekette tekrar Osmanlı hakimiyetini kurmaya çalıştı. Macar himayesinde olan Eflak Beyi ll. Dan'ın yerine Radu'yu geeirmek için 827'de (1424) Osmanlı uc kuvvetlerinin yaptığı harekata karşı Macar Kralı Sigismund Orsova'ya geldi. Osmanlılar 1426'da Dan'ı ve Macar kumandanı Pippo'yu bozguna uğrattılar. Bir Sırp kaynağına göre Sofya'ya gelen ll. Murad, Vidin'den Tuna'yı aştı ve Macarlar'a önemli kayıplar verdirdi. Sırp Despotu Stefan Lazarevic işkodra, Drivasro, Dulcigno (Öigün) gibi limanları zapretmiş olan Venedik'e karşı 1421'den beri savaş halinde olup ll. Murad ile dostluğa önem veriyor ve Arnavutluk'taki Osmanlı uc beyleri kendisine yardım ediyordu. Fakat, çok geçmeden Scefan, Venedik ile bir anlaşma yaptı (12 Ağusros 1423) ve bunu 1426'da tasdik etti. Onun her yıl Macar kralının yanına gitmesi ve Osmanlılara tabiiyecini unutmuş görünmesi Edirne sarayının gözünden kaçmıyordu. 829'da (1426) Sırbistan'a giden Osmanlı elçisi onun Macaristan'dan dönmesini bekledi, ancak despot tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine Sofya'da bulunan ll. Murad, bir ordu yollayıp Alacahisar'a (Kruşevac) kadar memleketini yağmalactı. Despot hemen bir elçi göndererek Alacahisar'a kadar olan yerleri terkedeceği ni, her yıl haraç vereceğini, Macarlar veya kendisi tarafından Osmanlı ropraklarına tecavüz edilmeyeceğini bildirdi. Osmanlılar da Bosna'ya karşı kendisine yardım etmeyi kabul ettiler. Stefan, Srebrenicaya yürürken Osmanlı uc kuvvetleri de güneyden Bosna'ya girdiler ve Hırvacistan'a kadar ilerlediler. Stefan'ın ölümüyle (19 Temmuz 1427) onun mirası meselesi Sırbistan üzerinde Osmanlı-Macar mücadelesini birdenbire şiddetlendirdi. Stefan, despatiuğu yeğeni Georg

166 Notes et extraits, I, 409.

225 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Vulkovic'e (Vılkoğlu Brankovic) bırakmıştı. Fakat ll. Murad, Olivera'nın Yıldırım Bayezid ile evliliğini öne sürerek kendisinin meşru varis olduğunu söyledi. Bu arada Sigismund gelip Belgrad'ı işgal eni. Osmanlı kuvvetleri de Alacahisar ve Tuna üzerindeki Güvercinlik (Golubac) Kalesi'ni ve Macar adasını aldılar. O kış Macar kralı Güvercinlik'i kuşattıysa da, Vidin uc beyi Sinan'ın yaptığı baskın üzerine geri çekildi; kuvvetlerinin önemli bir kısmı Tuna'da boğuldu veya esir edildi. Yeni despot Vılkoğlu elçi gönderip Stefan ile padişah arasında yapılmış eski anlaşmayı yeniledi, ayrıca kızını padişaha zevce olarak vermeyi kabul etti. Osmanlılar Eflak'ta da üstün geldiler. Sigismund 830 (1427) ilkbaharında Dan ile birlikte tekrar Eflak'a girmiş ve Yergöğü'yü almıştı. Fakat ertesi yıl Osmanlı hücumları sebebiyle Dan, padişaha sadakatini arzetti.167 Bundan sonra ll. Murad ile Macar kralı arasında üç yıllık bir ateşkes imzalandı.

Devletin Tuna üzerinde meşgul olduğu yıllarda (1426-1428) Venedik yeni barış teklifleriyle Selanik işini kabul ettirmeye çalışmış, yıllık vergiyi 300.000 akçeye ka­ dar çıkarmıştı. Bu sırada doğuda baş gösteren gelişmeler onları tekrar ümitlendir­ di. Macar kralı ile ilişki kuran Karamanoğlu, Macarlar Güvercinlik'i muhasara ederken Anadolu'da harekete geçmiş, Beyşehri'ni işgal edip Şarabdar ilyas'ı esir almıştı.168 Rumeli'den ayrılamayan padişah Hamid-ili'ni Karamanlllara bırakmak zorunda kaldı. Venedik, Karamanlılar ile Kıbrıs Kralı Janus vasıtasıyla bir ittifak için ilişkiye girdi. Diğer taraftan Şahruh'un büyük bir ordu ile Anadolu'ya doğru yürüdüğü haberi Timur devrinde olduğu gibi bütün Hıristiyanlık aleminde sevinçle karşılandı. Venedik 832'de (1429) savaşı şiddetlendirdi. Ağustosta Venedik Amirali Pietro Mocenigo, Gelibolu Limanı'na saldırdı; limanı kapatan duvarı yıktıysa da burayı alamadı. Gelibolu karşısında beş gemi bırakarak çekildi. ll. Murad, Selanik'e karşı yine kesin bir harekete girişemeyip doğudaki gelişmeleri endişe ile izlemeye başladı, Şahruh'a karşı onun ölümüne kadar (850/1447) mutedil bir siyaset günü, Timurluları tahrik etmekten kaçındı, daima bağlılığını teyit etti. Şahruh'a karşı cephe alan kuvvetler Karakoyunlular ile Memlukler idi. Malatya ve Divriği'ye kadar Anadolu içine sokulmuş olan Memluklerin de belli bir Anadolu siyaseti vardı. Onlar, Dulkadırlılarla Karamanoğulları'nı kendi himayeleri altında tutmak ve Osmanlıların birleştirme, doğuya doğru genişleme siyasetine karşı koymak istiyorlardı. 832'de (1429) Şahruh ikinci defa büyük ordusu ile batıya doğru yürüdü. Müşterek tehlike karşısında Osmanlı-Memluk ilişkileri dostane bir hal aldı. Bir yıl önce Altın Orda Hanı Uluğ Muhammed Han da ll. Murad'a bir mektup göndererek Toktamış ile Bayezid arasındaki dostluğu anıyor ve Eflak Beyliği'ni ortadan kaldırmak için birleşme teklifinde bulunu-

167 Jorga, I, 392. 168 Aşıkpaşazade, s. ı 07.

226 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan yordu.169 Şahruh'un Selmas Meydan Muharebesi'nde Karakoyunlu kuvvetlerini perişan etmesi (17-18 Zilhicce 832 1 17-18 Eylül 1429), önünde Anadolu ve Suriye yolunun açılması Memlukler gibi Osmanlıları da kaygıya düşürdü. Ancak, Şahruh'un Azerbaycan'dan Herat'a geri dönmeye karar vermesi onlara rahat bir nefes aldırdı. ll. Murad, Selanik meselesini çözmek için o kış hazırlıklarını tamamladı. Cemaziyelevvel 833'te bütün ordusu ile Selanik üzerine yürüdü. Beylerbeyi Hamza kumandasında Anadolu kuvvetleri de bu sefere katıldı. Venedik donanması yetişmeden 4 Receb'de sabaha karşı yapılan genel bir taarruzla kale alındı.

Osman i ılar Selanik'i fethetciği sı rada Venedi k Am i ral i S. Morasi n i, E pir sa h i llerinde oyalanıyordu. Şehrin düştüğü haberini alınca senato Arnavutluk'taki toprakları için de korkmaya başladı. Morasini'ye verilen talimatta barış görüşmeleriyle beraber Gelibolu'ya saldırabileceği bildiriliyordu. Şahruh'un Azerbaycan'da bulunduğu haberi gelince (1430 baharına kadar Karabağ'da kalmıştır) Venedik Selanik'i geri alma ümidine kapılarak, oraya taarruz emri gönderdi. Morosini, Gelibolu'ya gelip Emir Süleyman- Burgazı denilen hisarı kuşam ve Osmanlılar'a önemli kayıplar verdirdi (833/1430 yazı). Venedik donanması Boğazlar'da Osmanlıların her türlü askeri ve ticari gidiş gelişini durdurdu. Bunun üzerine Hamza Bey, Lapseki'de ilk barış kararlarını imzaladı (Şevval 833 1 Temmuz 1430, tasdik tarihi 15 Zilhicce 833 1 4 Eylül 1430). Selanik ve civarındaki Osmanlı hakimiyeti tanınıyor, buna karşı Arnavutluk'taki şehirlerle inebahtı'da (Lepanto) Venedik hakimiyeti yıllık 236 du ka haraç karşılığında kabul ediliyor ve Boğazlar'da Türk gemileri için serbest gidiş geliş taahhüt ediliyordu. 170 Venedik, ll. Murad ile barış yapınca hemen Ceneviz'e karşı savaşa girdi. Osmanlılar, eski mütcefiklerine erzak ve gemi vererek her türlü yardımda bulundular. Osmanlı-Venedik ilişkileri bozuldu, savaşın yeniden başlama tehlikesi belirdi. Fakat, o sırada Osmanlılar Arnavutluk'ta önemli sorunlarla karşılaştılar; Venedik'in tarafsızlığı büyük önem kazandı. Osmanlılar, Arnavutluk'un güney ve merkez kısımlarında kendi idarelerini kurmuşlar, kuzeyde ve dağlık bölgelerde kabilelere dayanan Arnavut beylerini haraçgüzar tabiler olarak bırakmışlardı. Bunların içinde en kuvvetli kişi, Akçahisar (Kroya) kuzeyinde Yuvan-ili'nde hakim bulunan ivan (Yuvan) Kaseriota idi. Diğer Arnavut beyleri gibi o da yıllık tahsisat vaadi alınca Venedik tarafına dönmekten ve onlara hizmet etmekten çekinmedi. 1428'de Venedik himayesine girmişti ve oğlu iskender Bey, bir Osmanlı beyi sıfatıyla Venedik

169 Kurat, s. 6-16. 170 Metni için bkz. No tes et extraits, I, 526.

227 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI arazisine saldırırsa bundan kendini sorumlu tutmamalarını rica ediyordu.171 Selanik'ten sonra Yuvan-ili'ne gelen Osmanlı kuvvetleri ona tekrar boyun eğdirdiler. Aynı zamanda Rumeli Beylerbeyi Sinan, Epir'de Toccolar arasında çıkan anlaşmazlıktan faydalanarak Yanya ve havalisini ilhak etti. Carlo Tocco, despotluğun kalan kısmında (merkezi Arta) Osmanlılara yıllık haraç ödemeyi kabul etti (1430). Osmanlı lar, bu önemli fütuhattan hemen sonra bölgede 835'te (1431-1432) yeni bir tahrir yaptılar. Arnavutluk'ta köylerin tımar olarak taksimi esnasında mukavemetler görüldü. Asilere karşı hareket eden Evrenosoğlu Ali Bey bir bağazda pusuya düşürülerek ağır kayıplara uğratıldı. Osmanlılar bu isyanı Venediklilerin tahrik ettiğini tahmin edip ihtarda bulundular. Bizzat ll. Murad, Serez'e gidip harekat sahasına yakın bulunmak istedi (836/1432-1433 kışı). isyan bastı rı ldı. Venedik Senatosu, asilere yardım edilmemesi için Arnavut­ luk'taki makamlara emir göndermişti. O zaman dağlara sığınan Arnavut asi senyörleri Macar kralı ile ilişkiye girdiler. Kral, Balkanlarda Osmanlılara karşı yeni bir müttefik bulduğuna inanarak onları teşvik etti. Hatta 838'de (1435) yanında bulunan Osmanlı saltanat iddiacısı Kosova'da idam edilen Şehzade Yakub'un oğlu Davud Çelebi'yi gizlice Arnavutluk'a soktu. Bu suretle Osmanlıları yarım yüzyıl uğraşman Arnavut meselesi ortaya çıkmış oldu.

1431'de Macarlarla mütareke sona ermişti. Sigismund'un elçisi sultandan, kralın Bosna, Sırbistan, Eflak ve hatta Tuna Bulgaristan'ı üzerinde üstün hakimiyetinin resmen tanımasını istedi. ll. Murad, bu istekleri sert bir şekilde reddetti. Macarlar, Balkanlarda mücadele için hazırlığa geçtiler. Kralın yanında ll. Murad'a karşı kullanmak üzere saltanat iddiacıları toplanmıştı. Bunlar Osmanlı şehzadesi Davud Çelebi'den başka Yanya üzerinde hak iddia eden Memnon Tocco, Bulgar tahtını isteyen Frujin idi. 1434'te Bosna Kralı ll. Tvrtko ve Sırp Despotu Vılkoğlu Georg, Sigismund'un yanına geldiler. Aslında Sırp despotu, 1433'te kızı Mara'yı ll. Murad'ın zevcesi olarak büyük bir çeyizle (400.000 duka) Edirne'ye göndermiş, oğlu Gregor, uc beyi ishak Bey'le işkodra'ya kadar ilerleyerek Venediklilere karşı Zeta'da eski iddiaları gündeme getirmişti. Despotun Osmanlılara bu kadar bağlı olduğu bir sırada Macarlara iltihakının sebebi tamamen belli değildir. Bunda defterdar Fazlullah'ın önemli etkisi olmuş görünmektedir. Semendire'yi inşa ve tahkime izin vererek Sırp despotuna yumuşak davrandığı iddia edilen Sarıca Paşa azledilmiş, amansız fetih ve savaş taraftarı Fazlullah devletin siyasetine hakim olmuştu. Kral ll. Tvrtko'ya gelince; onun toprakları Osmanlı akıniarına uğramıştı. 1435'te Eflak'ta sadık bir Osmanlı tabii olarak ölen Aldea'nın yerine Macar yardımı ile 1. Vlad Drakul geldi. ll. Murad, Osmanlılar aleyhine bozulan dengeyi sağlamak için harekete geçti. Uc beylerini Eflak ve Erde! üzerine gönderdi (839/

171 A.g.e. , I, 474 vd.

228 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

1436). Fakat, bu sırada Anadolu'da durum tekrar karıştığından harekata devam edilemedi.

838'de (1435) Şahruh'un tekrar batıya hareketi Macarlarda ve Osmanlılara bağlı memleketlerde heyecan uyandırdı. Şahruh, bütün Anadolu hükümdarlarını kendi himayesi altında göstermek istiyordu. Zilhicce 838'e (Temmuz 1435) doğru Karayülük ve oğullarına, Dulkadırlı Nasırüddin Mehmed'e, Karamanoğlu ibrahim Bey'e ve nihayet ll. Murad'a hil'atlar gönderip kendi memlekeclerinde onun naibleriymiş gibi bu hil'atları giymelerini istedi. Osmanlı sulcanının hil'atı giymesi ve Şahruh'a tabi görünmesi Mısır sulcanının canını sıktı. Zira, Timurlulara karşı Anadolu'da en güvenilecek kuvvet Osmanlılar idi. Bu sırada Karakoyunlu iskender'i takip eden Timurlular, Osmanlı sınırında durdular. To­ kat'a sığınan iskender bir süre burada kaldı. 839 (1436) baharı gelince, Osmanlılar bu tehlikeli misafirden bir an önce kurtulmak istediler. Şahruh, bütün Anadolu hükümdarlarına iskender'i kendi topraklarına kabul etmemeleri ihtarında bu­ lunmuştu. Şahruh tehlikesi kalkınca Osmanlılar, Kayseri'yi ele geçirmiş olan Karamanoğlu'na karşı Dulkadırlıları desteklediler. Cemaziyelahir 840'ta (Aralık 1436) Karaman kuvvecleri Amasya Beylerbeyi Yörgüç Paşa'yı sı kıştırdılar (i b n Hacer, ll, vr. 1973). Bunun üzerine ll. Murad, Dulkadırlılarla beraber doğudan ve batıdan Karaman ülkesine saldırdı. Tokat'tan gelen bir Osmanlı ordusu Dulkadırlı Süleyman ile birlikte Kayseri'yi kuşatırken ll. Murad, Rumeli ve Anadolu kuvvetleriyle Akşehir'e girdi (Ramazan 840 1 Mart 1437). Karaman kuvvetleri mağlup edilerek Konya, Beyşehir (Beyşehri) ve bütün Hamid-ili ele geçirildi. Taş-ili'ne sığınan ibrahim Bey, Osmanlı kuvvetleri tarafından orada da takip edildi. Bunun üzerine Karamanoğlu ibrahim Bey, Mevlana Hamza'yı ve Murad'ın kız kardeşi olan karısını gönderip barış istedi. ll. Murad Konya halkını Karahisar'a sürmekten vazgeçtiğini, Hamid-ili arazisini yanında bulunan ibrahim'in kardeşi lsa'ya verdiğini bildirdi (muahede tarihi Zilkade 840 1 Mayıs­ Haziran 1437).172 Karamanoğlu Tsa Bey, kardeşine karşı başarılı olamayarak mak­ tul düştü. Osmanlılar Akşehir, Beyşehir ve yöresini muhafaza ettiler.

Macar Kralı Sigismund'un ölümü (9 Aralık 1437) ve Macaristan'da taht için mücadelenin başlaması üzerine ll. Murad, 1437'den sonra üç yıl içinde Sırp Despotluğu'nu tamamıyla ortadan kaldırmayı ve Eflak'ta hakimiyet kurmayı başardı. Sigismund'un ölümünün ilk sonucu Eflak Beyi Drakul'un oğullarını Edirne'ye getirip rehine bırakarak Osmanlı tabiiyecini kabul etmesi olmuştur. 1438 yılında ll. Murad, bizzat büyük bir ordunun başında Macaristan'a sefere çıktı. Sefer sırasında ll. Murad Tuna'yı aşarak Erdel'in merkezi Zibin önlerine

172 Bkz. a.g.e., Il, vr. l99'

229 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI gelmiş, on beş gün kadar burayı kuşatmış, etrafa akıncılar göndermiş, ardından Eflak'a girmiş, oradan Edirne'ye dönmüştü. ll. Murad seferde Macarlardan hiçbir karşılık görmedi. Bu durumda Sırbistan'ın ve Eflak'ın işgal i mümkün görünüyordu. Drakul ile Vılkoğlu Edirne'ye çağrıldılarsa da gelmediler. ll. Murad, Şevval 842'de (Mart 1439) Sırbistan'ı ele geçirdi ve despotun merkezi Semendire'yi zaptecti.

Vılkoğlu daha önce burasını oğlu Gregor'a bırakıp Macaristan'a kaçmıştı. Segedin'de küçük bir orduyla bekleyen yeni Macar Kralı Albert hiçbir yardımda bulunamadı. Osmanlı kuvvetleri aynı yıl Üsküp uc beyi ishak Bey, oğlu Isa Bey idaresinde Bosna kralının merkezi Yayca'yı almaya çalıştı. Kral Turtko yılda 2500 altın haraç vermeyi kabul eni. Nihayet 844'te (1440) ll. Murad, Sırp mirasının Macarların elinde kalan kuvvetli noktası Belgrad Kalesi'ni de zaptetmeye çalıştı. Altı ay süren kuşatma bir sonuç vermedi. ilk defa Türklere karşı kullanılan tü­ fek ateşi bu başarısızlığın am illerinden biri gibi görünmektedir. Ancak, o yıl yeni Rumeli Beylerbeyi Şehabeddin Şahin Paşa önemli gümüş madeni merkezi olan Novoberda'yı (Novobrdo) ele geçirdi.

Belgrad başarısızlığı ll. Murad için bir dönüm noktası oldu. Isa Bey Bosna'dan çıkarıldı. Macarlar, Yanko'nun idaresinde Osmanlı kuvvetlerine karşı başarılı harekatta bulundurlar (845/1441 ). Sırbistan uc beyi Mezid Bey pusuya düşürüldü. Ertesi yıl, Şehabeddin Paşa'nın ordusu yukarı Yalomitza'da baskına uğrayıp dağıtıldı. Bu yenilgiler Hıristiyan aleminde Türklere karşı bir haçlı seferi açma şevkini uyandırdı. Yanko'nun zaferi Venedik'te büyük merasimle kutlandı.173 Osmanlı baskısı altındaki Bizans da yeni ümitlere kapıldı. Daha 1437'de imparator, bütün yüksek Ortodoks rahiplerini yanına alarak Katalik kilisesiyle birleşme işini görüşmek için Avrupa'ya gitmiş, Floransa Konsili'nde kilise birliğini imzalamış, bir Haçlı seferi düzenlenmesini planlamıştı.

Osmanlılar Floransa Konsili'ni kaygıyla karşılamış, imparator istanbul'a döner dönmez, ll. Murad elçilerini gönderip güvence istemişti.174 1442'de imparatorun temsi Icisi )anaki Torzello, i talya ve Macaristan sarayiarına giderek Haçlı tasarısı nı n bir an önce uygulanması için büyük faaliyet gösterdi. Bizans imparatoru Karamanoğlu ile de temasta idi. Erdel'deki bozgun haberini alan Karamanoğlu ibrahim Bey, Akşehir ve Beyşehir üzerine yürüdü (846/1443). ll. Murad, hemen kapıkulu askeriyle harekete geçti. Diğer taraftan Amasya kuvvetleriyle şehzade Alaeddin yürüdü. Bu defa Osmanlılar, Konya ve Larende dahil Karaman ili'ni yağma ve tahrip etciler; ancak Rumeli'deki durumu göz önüne alan ll. Murad barış imzaladı ve Edirne'ye döndü.

173 Jorga, I, 428. 174 Ducas, s. 215.

230 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Büyük kısmı tımarlılardan oluşan Osmanlı ordusunun sonbaharda dağıldığını iyi bilen Yanko (Hunyadi Janos), yanında Sırp despotu ve yeni Macar Kralı Ladislas olduğu halde Tuna'yı aştı (Recep 847 1 Ekim 1443); Rumeli kuvvetlerini bozarak Niş ve Sofya'yı aldı, Meriç vadisine yol veren son Balkan geçitlerine dayandı. ll. Murad, bunları Zlatica 1 Zlatitsa (izladi) geçidinde karşıladı ve durdurdu (1 Şaban 847 1 24 Kasım 1443). Macarların Balkan içlerine kadar ilerlemesi Batı'da olduğu gibi Balkanlar'da ve Anadolu'da yeni hareketlenmelere yol açtı. iskender Bey, kaçıp Arnavutluk'a koşmuş, isyanı alevlendirmişti. Güney Arnavutluk'ta Araniti tekrar faaliyete geçti. Bu sırada ll. Murad'ın çok sevdiği ve güvendiği oğlu Alaeddin Ali Çelebi'nin Amasya'da öldüğü haberi geldi. Bu haber Murad'ı çok sarstı. Padişah, Macarlar'a karşı gerektiği şekilde savaşmamış ve dağılıp gitmiş olan uc kuvvetlerinin büyük beyi Turahan Bey'i yakalatıp Tokat'a hapse gönderdi. Devletin siyasetini idare eden Çandarlı Halil Paşa, her tarafta fedakarlıklarda bulunarak barış sağlamaktan başka çare göremiyordu. Anadolu'da Karamanlılar tekrar harekete geçmiş, Sivrihisar, Beypazarı, Ankara ve Karahisar'a kadar ilerlemiş, Akşehir ve Beyşehir bölgesini işgal etmişti {848/1444 baharı). ll. Murad, bir mütareke için Macarlarla temasa geçmişti. Sırp despotunun kızı padişahın karısı Mara Sultan bunda önemli rol oynadı. Macar kralı ile Yanko ve despotun elçileri Edirne'ye gelerek bir anlaşma yaptılar. (848 1 12 Haziran 1444). Sırp Despotluğu, 1427'de Stefan'ın ölümündeki haliyle {Güvercinlik dahil) Vılkoğlu'na geri verilecek, her iki taraf Tuna'yı aşmayacak, Bulgaristan üzerinde padişahın hakimiyeti tanınacak, Eflak beyi padişaha tabi olmaya devam edecek, vergi verecek, kendisi padişahın yanına gitme görevinden affolunacaktı.

Bu tarafta barışı sağlama aldığına inanan ll. Murad, kapıkulu ile Karamanlılara karşı Anadolu'ya geçti. Karaman'ı istilaya girişmeyip Bursa Yenişehri'nde ibrahim Bey'in elçileriyle bir "sevgendname" imzaladı. ibrahim Bey, Murad Bey ve oğ­ lu Mehmed Bey'e her yıl oğlunu bir kuvvetle göndermeyi taahhüt ediyordu. ll. Murad, 1438'de aldığı yerleri (Beyşehir, Seydişehir, Oklukhisarı, Akşehir) i brahim'e geri veriyordu. ll. Murad, böylece batıda ve doğuda aldığı önemli yerlerden çekilmiş oluyor, fa­ kat devleti tehlikeli durumdan kurtararak her tarafta barışı sağladığına inanıyordu. Bu inançla Cemaziyelevvel 848'de (Ağustos 1444) Mihalıç'ta kapıkulu ve beyler önünde oğlu ll. Mehmed lehine resmen tahttan indi ve Bursa civarında kendisini zuhd ve takva hayatına verdi. Son olaylar, büyük oğlunun ölümü, uc beylerinden gördüğü muhalefet kendisini bu karara sevketmiş olmalıdır. Çağdaş kaynaklar onu duygusal, iyi kalp li, tasavvufa, sanata ve ilme meraklı olduğu kadar azimli bir şahsiyet olarak tasvir eder. Fakat, ll. Murad eğlenceye ve içki içmeye fazla düşkündü.

231 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ll. Murad'ın, tahtını on iki yaşında bir çocuğa bırakarak çekilmesi devleti ağır bir bunalıma sürükledi. Devlet içinde Çandarlı Halil Paşa büyük bir kudret kazandı. Diğer vezirler, bilhassa Şehabeddin ile ll. Mehmed'in lalaları Zağanos ve ibrahim ona karşı cephe aldılar. Haçlı taarruzu her zamankinden daha ağır bir şekilde kendini gösterdi. Bizans imparatoru, Venedik, papalık ve Yanko Türklere karşı kesin darbeyi vurmanın tam zamanı olduğunu düşünüyordu. ll. Murad, despota topraklarını iade ettiği ve anlaşma maddelerini yerine getirdiği halde onlar, Macar kralına Segedin'de verdiği yemini bozdurdular. 4 Ağustos 1444'te kral Türklere karşı Haçlı seferine çıkacağını teyit etti. Bu şartlar altında Edirne'de halk telaşlanmaya ve ileri gelenler Anadolu'ya kaçmaya başladı. O yaz Rumeli'yi ayaklandırıp tahtı küçük Mehmed'in elinden almak üzere saltanat id­ diacısı Orhan Çelebi istanbul'dan çıkarak inceğiz'e geldi. Orada turunamayınca Dobruca'ya çekildi. Şehabeddin Paşa'nın sıkı cakibi neticesinde hiçbir başarı kazanamadan tekrar istanbul'a kaçtı.175 Macarların Tuna'yı aştığı gün Edirne'de Hurlıfl katliamı yapıldı ve bedestenle 7000 evi kül eden büyük bir yangın çıktı. 4-8 Cemaziyelahir 848'de (18-22 Eylül 1444) Tuna'yı aşan Macar-Eflak ordusu Kuzey Bulgaristan üzerinden Varna civarına kadar sokuldu. Ayrıca, kuvvetli bir Venedik donanması Gelibolu Boğazını kesmiş, ancak Sırp despotu tarafsız kalmıştı. Edirne'de savunma hazırlıkları yapılırken diğer taraftan ll. Murad'a adam gönderildi. Kırgın hükümdar gelmek istemediyse de ısrar üzerine hareke­ te geçti, süratle Edirne'ye yetişti. Şehabeddin ile Zağanos onu Edirne'de bırak­ mak ve ll. Mehmed'i ordunun başına geçirmek istediler. Nihayet Halil Paşa'nın ısrarıyla ll. Murad başkumandan olarak hareket ecti. ll. Mehmed ise resmen padişahlığı muhafaza ediyordu.

Çandarlı Halil Paşa, Murad'a daima gerçek padişah muamelesi yapıyordu. Fakat Murad, istanbul'daki taht iddiacısına karşı oğlu Mehmed'in durumunu sarsmak istemedi. Edirne'de kısa bir süre kalıp Manisa'ya döndü. Aydın, Menteşe ve Saruhan illerinin geliri kendisine tahsis edildi. Varna'dan sonra memlekette nüfuz ve iktidarı tekrar kurulmuş olduğundan Manisa'da bir padişah gibi yaşıyordu. Bu dönemde Çandarlı ile rakipleri arasında mücadele şiddetlendi. ll. Mehmed'i Bizans, Sırp despotu ve Anadolu beylerine karşı sert bir siyaset takibine teşvik eden Zağanos ve Şehabeddin paşalar Murad'ın müdahalesine sebep oldular.

Dış tehlike bütünüyle ortadan kalkmamıştı. Macarlar, Tuna üzerine harekete geç­ tiler. Onlarla iş birliği yapan Eflak beyi Yergöğü'yü ele geçirdi. Osmanlı tahtında hak iddia eden Davud Çelebi, Dobruca'ya çıkarıldıysa da bir şey yapamadı. Bu sırada bir yeniçeri isyanı patlak verdi. Görünüşe nazaran Halil Paşa'nın tahrik

175 Ag. e., s. 37-38.

232 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan ettiği isyan genişledi; isyancılardan bir kısmı istanbul'daki taht iddiacısı Orhan'ın yanına gitme tehdidinde bulundu. isyan halkın yardımıyla bastırıldı. ll. Murad'ın tekrar saltanat tahtı na gelmesi devleti n iç ye dış güven liği içi n gerekli görülüyordu. Halil Paşa, onu gizlice tahta çağırdı. ll. Murad, 8 Safer 850'de (5 Mayıs 1446) Manisa'dan acele yola çıktı. Ardından, belki Edirne'deki isyan sebebiyle fikrini değiştirerek Bursa'ya geldi. Ağustos sonlarında oğlunun haberi olmaksızın Rumeli'ye geçip Edirne'ye ulaştı. ll. Mehmed'e tahttan babası lehine vazgeçtiğini söylettiler. Zağanos ve Şehabeddin paşalar bu değişikliği istemiyordu. ll. Murad, iki yıllık bir aradan sonra tekrar saltanata geçmiş oldu; Mehmed veliaht sayıldı. Zağanos ve Şehabeddin paşalar onunla birlikte Manisa'ya gönderildi.176 ll. Murad tahta çıkınca ilk olarak, yeni Haçlı taarruzlarına cesaret veren Arna­ vutluk isyanını bastırmak, Eflak voyvodası ile mora despotunu itaat altına almakla uğraştı. Mora'ya sefer yaparak 8 Ramazan 850'de (27 Kasım 1446) Hexamilia (Kerme) s uru önünde göründü. Surlar ele geçirilip yıkıldı (21 Ramazan/ 1 O Aralık). Akıncı lar yarımadanın her tarafına yayılırken kendisi Petras ve Klarencza'ya kadar ilerledi, oradan Edirne'ye döndü. Paleologlar, tekrar Osmanlı tabiiyecini tanıdılar. Türklerin yeniden güçlendiğini gören Eflak Beyi 1. Vlad Drakul, padişahla anlaşmak istediyse de Yan ko tarafından öldürüldü (851/1447). Papa ve Macar kralı ile ilişkiye geçip yardım alan iskender Bey, Arnavutluk yolu üzerinde Kocacık Hisarı'nı (Svetigrad) ele geçirmişti. Onun Venedik ile arasının açılması üzerine 852 (1448) yazında ll. Murad, büyük bir ordu ile Arnavutluk'a gelerek Kocacık Hisarı'nı geri aldı; fakat az sonra Yanko'nun Arnavutluk'a doğru yürüdüğü haberi alındı. Sofya'ya çekilen padişah ordusunu yeniden düzene sok­ tuktan sonra Kosova ovasında onları karşıladı. Üç gün süren çetin bir muharebe­ den sonra Macarlar yeniidi (18-21 Şaban 852 /17-20 Ekim 1448). Yanko, 1444'te olduğu gibi ateşli silahlarla takviye edilmiş arabaların himayesinde (tabur cengi) çekilebildi. Sırplar bu defa da Macarlarla iş birliği yapmadılar ve Karamanidar Murad'a askeri yardım gönderdiler. Yanko Kosova'ya doğru yürürken Eflak Beyi Dan oğlu Vladislav, Niğbolu'dan geçip Osmanlı topraklarına taarruz etmişti. 853'te (1449) yeni Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Bey Yergöğü'yü geri aldı.

854 (1450) yazında ll. Murad, oğlu Mehmed'i yanına alıp Arnavutluk'a ikinci seferini yapn. Bu defa Akçahisar'ı (Croia, Kruye) kuşattıysa da Yanko'nun tekrar sa 1 d ı rı ya geçeceği söy lentisi üzeri ne uzayan kuşa tmayı ka ldı ra rak kuvvetleri n i geri çekti. O senenin kışında Murad'ın oğlu Mehmed'in Dulkadıroğlu Süleyman Bey'in kızı Sitti Hatun ile evlenmesi dolayısıyla Edirne'de muhteşem bir düğün yapıldı. Düğünün ardından ll. Murad hastalanarak vefat etti (1 Muharrem 855/3

176 A.g.e., s. 76-104.

233 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Şubat 1451 ). Öldüğünde 48 yaşındaydı. 9 Cem aziyelevvel 850'de (2 Ağustos 1446) tanzim enirdiği vasiyemamesinde, şöyle buyurdu ki: "Bumlda Merhum oğlum Ali ya m ndaki kabrin katmda kayalar... Üzerime bir çar d/var türbe yapa/ar, üstü aç1k ola ki, üzerime yağmur yağa ... Soyumda n sopumdan her kim ki, ölecek olursa benim yammda komayalar, kat1ma getirmeye/er" diye vasiyet ediyordu: ayrıca bütün kölelerini azat etmişti.

Çağdaş Arap tarihçisi ibn Tağriberdi'ye göre; "Hükümdarl1ğ1 uzun sürmüş, yükselmiş, haşmet kazanm1ş, saadete ermiş ve Rum hükümdarlannin en büyüğü olmuştur. Cihaddan asla geri kalmamakla beraber eğlenceye ve zevke düşkündü. Halka karş1 adil olup, on/ann işleriyle yakmdan ilgilenirdi. Aym zamanda cömert ve iyi huylu idi. Eğlence ve çalg1 erbabm1 severdi. Bu hali civar memleketlerde yay1im1ş, her taraftan çalg1c1/ar onun yanma akm etmeye başlam1şt1. Fakat, bir cihad haberi gelince derhal kalkar, her şeyi b1rak1rd1."177

Dedesi Yıldırım Bayezid ve oğlu Fatih Sultan Mehmed gibi füwhatçı bir padişah ol m ayan ll. Murad'ın barışseveri iğinde, Çandarlı ların ihtiyat siyaseti kadar siyasi şartlar da rol oynamıştır. Fakat, zamanında devlet tehlikeleri karşılayacak ve so­ nuçta ülkeyi genişletecek bir güce erişmiştir. Ducas, "Bugün Gelibolu Bağall'ndan Tu na'ya kadar olan yerlerdeki Türkler Anadolu'da bulunan Osman/1 tebaas1 Türklerden fazlad!Y" der.178 ll. Murad devrinde, merkezde hakiki iktidarı ve merkezle eyalerler arasındaki ilişkileri belirleyen güçler ve şartlar sonraki devirlerden oldukça farklı idi. Gerçi Brocquiere padişahın çok kuvvetli olduğunu belirterek, "Bildiğim hükümdarlar arasmda Osman/1 padişah1 tebaas1 tarafmdan en ziyade itaat gösterilen hükümdard1r"179 demekteyse de onun iktidarını fiilen belirleyen güçler merkezde veziriazam ile kapıkulu, eyaleelerde ise uc beyleridir. ll. Murad döneminde Çandarlıların devlet içinde üstün yeri kuvvetlenmiştir. Rebiülevvel 823 (Mart­ Nisan 1420) tarihli Oruç Bey Vakfiyesi'ne göre, birinci vezir Bayezid, ikinci vezir Çandarlı ibrahim, üçüncü vezir Hacı ivaz paşalardı. Çandarlılar, Rumeli'de Çelebi Mehmed'in rakiplerine hizmet ettikleri için eski nüfuzlarını kaybetmişlerdi. Çelebi Mehmed, Bayezid Paşa'ya güveniyordu. Bayezid Paşa, ll. Murad tahta çıktığı zaman veziriazam ve Rumeli beylerbeyi olarak bütün devlet işlerine hakimdi. Ulemadan olan ve asker üzerinde doğrudan doğruya bir nüfuzu bu­ lunmayan Çandarlı ibrahim, Hacı ivaz ile beraber Bayezid Paşa'dan kurtulmayı başardı ve veziriazamlığı ele geçirdi, ölümüne kadar (24 Zilkade 832 1 25

177 el-MenhelüŞ-şafi, II. Vr. 215. 178 Decline, s. 83. 179 Le voyage, s. 273.

234 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

Ağustos 1429) bu mevkide kaldı. ikinci vezir mevkiine geçen Hacı ivaz Paşa da berearaf edildi. Murad, Çandarlı ibrahim'in, ondan sonra Fazlullah Paşa'nın, en sonra da Çandarlı Halil'in etkisinde kalmış görünmektedir. Venedik belgelerine göre 1428 Ağustosu'nda ibrahim Paşa birinci, Mehmed Ağa ikinci vezir, Sinan Bey Rumeli beylerbeyi olarak devletin en nüfuzlu şahsiyetleri idiler. Çandarlı'nın ardından Amasyalı Mehmed Ağa (Hoca veya Koca Mehmed Paşa) vezlriazam olmuştur (Şevval 833 /Temmuz 1430 tarihli ll. Murad'ın imaret vakfiyesinde Hoca Mehmed Paşa veziri;ham sıfatıyla vakfın nazırı tayin edilmiştir). Raguza belgelerine göre 1431 Ekiminde Sarıca Paşa ikinci ve Halil Paşa üçüncü vezirdi. Mehmed Paşa, vakfiyelerine göre 1440'ta hala veziriazam görünmektedir (5 Ramazan 843 1 9 Şubat 1440 tarihiyle Bursa'da tanzim ettiği vakfiyeleri). Bu devirde başlangıçta, Rum aslından olan Sarıca Paşa büyük nüfuz kazandı, fakat 1435 veya 1436'da azledildi. O sırada gaza ve fütuhat siyasetinin ateşli taraftarı olan Kadı Fazlullah'ın nüfuzu üstün geldi. Fazlullah 840'ta (1436-1437) divanda vezir olmuş görünmektedir. Ducas'a göre ll. Murad onu birinci vezir (veziriazam) yapmış180 ve o da Sırbistan ve Macaristan'a karşı savaş siyaseti izlemiştir. 846 yılı sonlarında (1443 başları) Çandarlı Halil'in birinci vezir ve Fazlullah'ın ikinci vezir olduğu tespit edilmektedir. 1443'te vezirler Halil ve Fazlullah paşalarla Fenarizade Hasan Paşa idi ve bun ları n hepsi de u lema kökenden geliyordu. Halil Paşa, Mehmed ve Fazlullah paşalar aziedildikten sonra 1453'e kadar mevkiini tam bir yetkiyle işgal etmiştir. 1446'da ll. Murad, Halil Paşa'nın çabasıyla tekrar tahta çıktığı zaman Sarıca Paşa ikinci, ishak Paşa üçüncü vezirdi. ll. Murad devrinde uc beyleri devlet içinde önemli bir rol oynayacak kudret ve nüfuza sahipti. Başlangıçta Mihaloğlu Mehmed Bey, onun ölümünden (825/1422) sonra Paşa Yiğitoğlu Turahan Bey uc kuvvetlerinin başı oldu. Turahan Bey, Tırhala ve Ye nişehir merkez olarak Yunanistan ve Mora'ya yapılan akınları idare ederdi. ikinci uc bölgesi başlangıçta Selanik'e karşı Serez ve Arnavutluk'ta Ergiri idi. Bu bölge Evrenosoğulları'ndan Ali, isa ve Barak'a aitti. Ali ve isa Beyler sırayla Arnavut-ili uc beyi oldular. Üçüncü uc bölgesi Üsküp'tü. Burada Paşa Yiğit Bey'den sonra evlatlığı ishak Bey, onun ölümünün ardından oğlu Tsa ve Mustafa beyler hakimdi. Bunların faaliyet alanı Sırbistan ve Bosna idi. ishak Bey akınlarını Hırvatistan'a ve Dalmaçya'ya kadar genişletti. Dördüncü bölgenin merkezi Vidin olup buradan Sırbistan, Macaristan ve Eflak'a karşı seferler yapılırdı. Niğbolu'da Firuz Bey'in oğlu Mehmed Bey ve Silistre'de Gümülüoğulları faaliyetteydi.

Bu uc sancakları, eski Osmanlı geleneğini devam ettiren irsi ve yarı feodal bir ya­ pıya sahipti. Uc beyleri padişaha ve merkezi kuvveti temsil eden beylerbeyine karşı

180 Dedine, s. 126 vd.

235 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI gelmekten, saltanat iddiacılarını dahi desteklemekten çekinmezdi. iziadi Savaşı'nda Kasım Paşa'ya gerektiği şekilde yardım etmedikleri için padişahın emriyle Turahan Bey yakalanıp Tokat'a hapse gönderilmiş, fakat Varna Muharebesi'nden sonra mevkiine iade edilmişti. Murad uc beylerine hiçbir zaman güvenmedi. Bu dö­ nemde Hıristiyan kuvveclerinin gittikçe daha fazla ateşli silahlar kullanması ve Yanko gibi güçlü bir düşmanın ortaya çıkması üzerine uc beyleri zaaflarını anla­ mışlar ve merkeze daha sıkı bağlanmak gereğini duymuşlardır. ll. Murad'dan sonra onların 1420 yıllarındaki kudret ve nüfuzu tarihe karışmıştır.

Osmanlı ilim hayatı büyük bir ilerleme göstermiştir. Bu dönemde müftü ve kadı Molla Yegan'ın kişiliği hakimdir. Fatih Sultan Mehmed devrinin birçok üstadı, bu arada Hızır Bey ve Hatibzade Taceddin ibrahim onun yetiştirmelerindendir. Murad döneminde Arabistan, Türkistan ve Kırım'dan birçok değerli ulema gelmiştir. Başlıcaları Molla Güranl, Alaeddin et-Tusl, Şerefeddin Kırlml, Seydi Ahmed Kırlml, Bahrü'l-'u/Um sahibi Alaeddin es-Semerkandl, Seydi Ali Arabi ve Acem Sinan'dır. Çoğu Seyyid Şerif ei-Cürcanl'nin ve Sa'deddin et-Teftazanl'nin talebeleri olup, bu iki üstat arasındaki ilmi tartışma konularını Anadolu'ya getirerek ilmi hayata canlılık vermişlerdir. Osmanlılar arasında tasavvufa eğilim kuvvetle devam etmekteydi. Bu devirde Zeyniyye ile Mevleviyye yüksek mahfillerde rağbet görmüştür. Bayramiyye de çok yayılmıştı. ll. Murad'ın Hacı Bayram-ı Veli müridierine vergi muafiyeti tanıması bu tari katın yayılıp gelişmesine yardım etmiştir. 1438-14 58 yılları arasında esir olarak Türkiye'de kalmış olan Fr. Georgius de Hungaria, ll. Murad'ın dervişlerle sıkı ilişkisine temas etmekte ve danişmendler, dervişler, sufller ve hurufller olarak dört dini zümreden söz etmektedir. Bu dönemde Hacı Bayram hulefasından Yazıcızade ailesi Türk kültür tarihinde seçkin bir yere sahiptir. Yazıcızade Mehmed'in Muhammediyye'si ve Ali'nin Murad'a ithaf ettiği Selçukname'si devrin iki kuvvetli akımını temsil eden eserlerdir. Birincisinde tasavvuf, ikincisinde Oğuz geleneği belirmekce, her ikisi de o devir Türkçe nesrin in mükemmel örneklerini oluşturmaktadır. Bu dönemde hakim olan Oğuz-Kayı geleneği daha ziyade pratik siyasi bir gayeye hizmet etmekte olup bu da Osmanlı hanedanını Timurlular karşısında yükseltmekte ve Türkmen çevrelerinde nüfuz sağlamaktaydı. ll. Murad devrinde birçok eserin Arapça ve Farsça'dan Türkçe'ye çevrilmesi Osmanlı Türk kültürünün gelişmesi bakımından önemli olmuştur; 1447'de bitirilebilmiştir. Caminin avlusunda yapılan Üç Şerefeli Medrese, Fatih döneminde Sahn-ı Seman kurulduktan sonra da imparatorluğun yüksek medresesi mevkiini muhafaza etmiştir. ll. Murad, Bursa'da Simavlılar mahallesinde Muharrem 830'da (Kasım 1426) tamamlanmış olan camisinin etrafında bir zaviye ile bir medrese yaptırmış, bunların 22 Şevval 833 (14 Temmuz 1430) tarihli vakviyesi günümüze ulaşmıştır.

236 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan ll. Murad'ın ve oğlu Aleddin'in türbeleri de buradadır. Bursa'nın bu köşesi Muradiye adını taşır. ll. Murad büyük eserlerini Edirne'de yapmmıştır. Tunca kenarında darülhadisi inşa ettirdikten dört yıl sonra (vakfiyesi Şaban 838 1 Mart 1435) Şeyh Sücaeddin Karamani için mescit ve zaviye kurdurmuştur. Bu devrin büyük mimari eserleri Yenicami ile (sonra Üç Şerefeli adını almıştır) Şerefeli Cami'de imparatorluk döneminin büyük cami tipinin ilk örneği görülür. ll. Murad 1438'de Macaristan seferine çıkarken caminin temelini atmış, fakat bina ancak 1447'de bitirilebilmiştir.

Manisa Sarayı'nı inşa ettirdiği, Üsküp, Alacahisar, Selanik, Merzifon'da adını taşıyan camiler ve diğer hayratının bulunduğu belirtilir. ll. Murad, muazzam eserleri dolayısıyla "abü'l-hayrat" (hayırların babası) unvanını kazanmıştır.

237 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

7Sb 11!8 - TIMAR-ı HAMZA. (K.] M.... kuf.

Kar ye�i J i b n e d e (·�j) .. hane 8. Ha�uı:- 44 (K.) MGo.uud bu köy b�g.kulu Holl'ı.-'• verUdl, )'\lluır(l• yas.ıldı.

Karye•i Rib e k (�_;) • hane 4. 1-Hlsıl : 20 (K.J ��.,... .:J,; ;..,...; ;.l � dh '""T \o .. •••a- ı l•karap.. r'da cem(oldu. Karye-i O 1 v tri (4SJ.. }\) - hane 3. HAsıl : 17

HA•d • ••

189 - T 1 MAR-ı O S MA N (miüd�) ve Mahmud ve Ha�.-·. Saruhan'lulardır, Mahmud il Hazar sürülüp srelmiş. Osman ş:ürülügelen karındaşa ardmca kendü razasiyle gelm i merhum Sultan zamanından bero. yeyügelmişlcr, elle rinde merhum Sultan beriltı va (Birer gultim, kendiller cebelü)

ll. K.] .,;J..ı JJ> ...,,...... :..- .Jı_,.:; .>-'"l ,ı ..; r\: ..,.�, ..;.J�ı/. \o � ••/ �.. (11. K.] Gayrı y�rdo timAr oMu dc:;)'u bildlrdilcr.

Karye-i Karkanos (_..._,:J_)) -hane 45, bive 2. HA.sıl :. 2847• [ 1. K.) Bu köyün 1i:yidec:ııl Zagaoox bel' ma.1) ad lu köyü.. le :1111-10t• Mutı:ııkiya tevib,

76 . 190 - TıMAR-ı KA D l ·i B El. CRA D, bundan önden kadı olanlar yeyügelmi a.mma bir köyün bö1üp gayrı kişiye vcrmişlermiş, sonra K 1 o s ( .... -.,_5"') ad lu köyü nısfıı'l civaz vermiş le r, ant d&hi alup gayn kişiye ver mişler. (C•b•ia f)

Karye·i 8 aştr a n i y (.• i � �)- hane 9. Hisıl: 8� Kö'lrye-i Pe s k o p iye ("::-..,J-!). virA.ne imiş, kadı şenletmiş- hane 5. Hôsıl : 21 Karye-l Li van i (J.�) .. hisşa : biig 1. z:eyhtn 4.draht·i meyva 1�. hane 27. btve 2. Hasıl , 2H

Ha •• ı, 5205

191 - T 1 MA R-ı YUS U F veled-i Kutlu, ırulam ..ı mir, merhum Sultan zamananda Idi han (..)��) ve Yefii-beg- (.tJ.. �)ve Yabla (*�) yermiş, urulmuş. bozulmuş, sebebden Sultanım•ı: 7.amanında me�kôre verilmiş, elinde Sancak�beiti biti vardır. ( Kendü cebelü) •'

1 s timar-ı 7. Karye-i Ş a e (..,.Jl.!), ldilhan· hane Hasıl 705 1 p s r i (<.S;41), timar-ı 6. Karye-i a Yabla· hane Hasıl 412a.

Hieri 835 Tarihli SOret-i Defteri Sancak-i Arvanid, Yay. Halil inalcık, 2. Basım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987

238 . Payitaht Bursa 'Y I Inşa Eden Osmanli Sultanlan

• •

. ..

. �- - ...... -· • �..... • &" .J ..., cil, 't»!Jf�• • .·.

# �� . R:

,..,..,. t :1..;;.�. � .,... ,.. � (,...,-T• -"'�""-'� .,..._.:.:.. .J..J­- �d �� �- J:--�.;. -Vl:�»J..:..;

'

Varak 75 b-76 a

Hicr1 835 Tarihli SOret-i Defteri Sancak-i Arvanid, Yay. Halil ina !cık, 2. Basım, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1987

239 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

• • 8/BL/YOGRAFYA :

TSMA, nr. E. 6374; İbn Hacer, Inba'ii'L-gttmr, Köprülü Ktp., nr. 1008, ll, vr. 187b, ı97', ı99•; B. de la Broquiere, Le Voy age d'outremer (ed. Ch. Schefer), Paris 1892, s. 181, 184, 207, 265, 273; Bedreddin el-Ayni, 'İkdii'l-cüman (nşr. Abdür-razık et-Tantavi el-Karm(ıt), Kal1ire ı40911989, 206, 329, 333, 406, 484, 552, 63ı; İbn Tağriberdi, en-Niidemii'z-zahire, VI, 649, 733-734, 747, 755, 778; a.mlf., el-Menhefü'ş-;afi, Nucuosmaniye Ktp., nr. 3428, Il, vr. 215', 4ı5•; Ducas, Deeline and Fa il of Byzantium to the Ottoman Tıerks (tre. H. J. Magoulias), Detroit ı 975, tür. yer.; G. Sphrantzes, Chronicon minus. Georgios Sp hrantzes, lvfemorii 1401-1477 (ed. V. Grecu), Bucharest 1966, s. 64, 74-78; L. Chalkokandyles, Historiae (ed. E. Darko), Budapest 1922-1927, II, 102, 107, llO, 147; Şükrullah Çelebi, Behcetii't-tevdrih (tre. Nihai Atsız, Osmanlı Ta rihleri I içinde), İstanbul 1949, tür.yer.; Aşıkpaşazade, Ttlrih (Giese), s. 93, 99, 107-120; Oruç b. Adil, Teı,arih-i AL -i Osman, s. ı8, 5ı-53, 114; Gazavat-t Sultan Murad b. Mehemmed Han (nşr. Halil İnalcık-Mevlud Oğuz), Ankara 1978; Neşri, Cihanniimd (Unat), Il, 557-683; a.e. (Taeschner), I, ı54, 163-164; Anonim Tevarih-i AL -i Osman, nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul ı992, tür.yer.; Feridun Bey, Mün;edt, I, 150, 153-156, 169, 195- 212, 303-305; Hoca Sadeddin, Td cü't-tevdrih, İstanbul ı279, ı, 305-408; Sarı Abdullah Efendi, Miinşedt, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3333, vr. 23•-28•; Zinkeisen, Geschichte, ı, 500- 798; Notes et extraits poıer serviı· d l'histoire des croisades aıe XV' siecle (ed. N. Iorga), Paris 1899, I, 3ı2, 316, 324-325, 373-394, 409, 474 vd., 485-488, 505-526; N. Jorga, Geschichte des Osmanisehen Reiches, Gotha ı908, I, 377-486; Amasya Tarihi, III, ı80, 201; D. A. Zakythinos, Le despotat grec de Moree, Paris 1934, s. 193-196, 23ı-232; Akdes Nimet Kurat, Top kapı Saı·ayı Müzesi ArJiılindeki Altın Ordu, Kmm ve Tü rkistan Ha nianna Ait Yarlık ve Bitikleı·, İstanbul ı 940, s. 6-ı6; P.Wittek, Menteşe Beyliği (tre. Orhan Şaik Gökyay), Ankara 1944, s. 158; K. D. Merdjos, Mnimeia Makedonikes İstorias, Selanik ı947, III. kısım; Fr. G. de Hungaria, Tra ctatıes de Moribus condicionibus et nequicia Tıercoı·ium (ed. A. B. Palmer. Bıtfletin of the Jo hn Ry lands University Libı·ary of Manchester içinde), XXXIVIl, London 1951, s. 44-68; Tayyib Gökbilgin, Edirne ve PaJa Livdsı, s. 203-299; İstanbul'un Fe thinden Önce Ya zılmış Ta rihi Ta kvimler (nşr. Osman Turan), Ankara 1954, s. 2ı-62; Lebensbeschreibung des Despoten Stefan Lazarevic (ed. M. Braun), Gravenhage ı956, s. 58; Halil İnalcık, Fa tih Devri Üz erinde Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1987, s. ı6-28, 33, 35-38, 52, 56, 59, 70-ı04, 206-207; a.mlf., "Murad II", İA, VIII, 598-6ı5; D. M. Ni co!, The Last Centıtries of Byzantiıtm (I261-1 453), Cambridge 1993, s. 339- 374; St. Stanojevie, "Die Biographie Stefan Lazarevic's von Konstantin", Arehiv fi ir Slavische Philolagie, XVIII, Berlin 1896, s. 409-470; B. Flemming, "The Reign of Murad II: A Survey (I)", Anatolica, XX, Leiden 1994, s. 249-267; J. H. Kramers, "Murad II", E2 (İng.), VII, 594- 595.

240

.. Suyu n Oteki Ya kasmda Yeni Bir Vatan

RUMELi: GENEL BiR BAKIS1 '

Bizanslıların kendileri ve ülkeleri için kullandıkları Roımıioi, Romania kelimeleri islam dünyasında onları n Rum, Doğu Roma imparatorluğu ülkesinin de "biladü'r­ RCım" veya "memleketü'r-RCım" şeklinde tanınmaianna yol açmış, bu tabirler, Anadolu'nun Türk-islam hakimiyeti altına girmesinden sonra Rum ismiyle Bizans idaresinde bulunmuş Anadolu'yu gösteren bir coğrafi ad olarak yaygınlaşmıştır. Batılı seyyahlar, XIII. yüzyılda Türklerin idaresindeki Anadolu'ya Tu rquemenie (Turquie) ve Bizans imparatorluğu'na tabi yerlere Romanie (Romania) diyorlardı. Nihayet bu tabir, daha ziyade Ortodoks Yunan mezhebinin hakim bulunduğu Balkan yarımadasını ifade etmeye başladı. Osmanlı Türkleri, Balkanlar için Rum­ ili adını Romanya'dan aldılar ve Anadolu'ya karşı denizin ötesinde Bizanslılar'dan fethettikleri bölgeler için kullandılar. Yalnız Rum adı ise eski manasını muhafaza ederek Anadolu'da Selçukluların hakim olduğu yerleri gösteren coğrafi bir isim olarak kaldı. Rumeli, tarihi bir adiandırma olmasının dışında günümüzde istanbul şehrinin, boğazın batısında kalan kesimlerinin adı olarak Rumeli Yakası şeklinde kullanılmakta, ayrıca bu yakada Rumelihisarı ve Rumelikavağı gibi semt adlarına, Boğaz'ın daha yukarı kesimlerinde Rumelifeneri gibi köy isimlerine rastlanmaktadır.

Bizans imparatoru 1. lustinianos zamanında imparatorluğun kuzey sınırları Tuna ve Drava ırmakları idi. Osmanlı hükümdarları da 1. Bayezid'den itibaren Tu na nehri güneyinde uzayan yarımadayı kendi hakimiyet sahaları şeklinde düşündüler ve Ege denizi adalarını (Eğriboz, Midilli, Rodos) aynı coğrafl-siyasi sınırlar içine soktular. ll. Murad, Macaristan ile 1444'te yaptığı anlaşmada Macarların Tuna'yı aşmayacağına dair söz alırken açıkça bu geleneği takip etmekteydi.

Anadolu Türklerinin Balkanlar'da ilk yerleşmesi H. 660 (1262)'ta Selçuklular'dan ll. izzeddin Keykavus'un Bizans'a kaçıp sığınması hadisesiyle alakal ıdır. imparator

1 Halil İnalcık, "Rumeli: Genel Bir Bakış", Doğu Batı, Makaleler II, 2.b., Doğu Batı Yay. , Anlara

2009, s. ı 1 1-120.

243 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

VIII. Mikhail Palaiologos ona ve askerlerine yerleşmek üzere Dobruca ili ni tahsis eni. Bunun üzerine Anadolu'dan kendisine taraftar olan bir göçebe Türk grubu Sarı Salruk Baba ile beraber Dobruca'ya geçti ve oruz kırk oba ile iki üç kasaba oluşturdu. Babadağ kasabasını ibn Barura 1330 tarihlerinde zikreder. XIII. yüzyılın ikinci yarısında Altın Orda Hanı Berke ve ondan sonra Emir Nogay, Balkan işlerine yakından müdahale eniler ve Dobruca'daki Müslüman Türkleri himayeleri altına aldılar. Aşağı Tuna üzerinde Sakçı (isakça) bu tarihlerde bir Müslüman şehri ve Emir Nogay'ın bir karargahı olarak zikredilmektedir. Nogay'ın ardından Altın Orda Hanı Tohru, Sakçı'ya oğlu Tukal Boğa'yı yerleş­ tirdi. Nogay'ın oğlu Çeke'yi (Çaka) öldüren Bulgarlar, Dobruca Türklerini rahatsız etmeye başladı. Bunun üzerine Dobruca Türklerinden bir kısmı 1307- 1311 yılları arası nda Anadal u'ya döndü; kalanlar ise Hıristiyanlığı kabul eni. 1365 yılına doğru Dobruca'da Balık ve kardeşi Dobrotiç idaresinde kurulmuş olan Dobruca Despotluğu'nu bu Türkler ile Hıristiyan Kumanların kurdukları kuvvetle ileri sürülebilir. Despotluğun merkezi başlangıçta Kalliakra, Osmanlı Türkleri geldiği sırada ise Varna idi. Batı Anadolu'yu fetheden Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Karesi beyleri donanmalarıyla Ege denizini geçerek Balkaniara akınlar yapmaya başladı. Bu akınların en tanınmış kahramanı Aydınoğulları'ndan Gazi Umur Bey'dir (ölm. 1345). Bu sırada Balkanlarda istimalet (fethedip haraca bağlama) siyaseti takip edilmiştir. Aşıkpaşazade, "Onlar bu yerlerin kafirlerini incitmediler, içinden birkaç beliice kofirierini tuttular. Cimbi kofirieri bu Gaziler ile müttefik oldular" şeklindeki ifadeleri bu durumu yansıtır.2 Osmanlılar, Rumeli füruhatında bu siyasete daima sadık kaldılar. Uelarda gaza akınları sürerken devlet kendi himayesine giren Hıristiyanları ve özellikle köylü ahaliyi korumaya ve kendi tarafına kazanmaya çalışıyordu. Yerel Hıristiyan derebeyler berearaf ediliyor, karşı koymadıkları takdirde bunlar da Osmanlı askeri tımar kadrolarına alınıyordu. ll. Murad ve Fatih Sultan Mehmed devirlerinde dahi Rumeli'de eski Bizans tımar (pronya) topraklarında Osmanlı tımar sipahisi olarak bırakılmış Hıristiyan asker ailelerine rastlanır. Yine, Duşan idaresinde eyaleelerde "voynik" (savaşçı) adı altında görülen küçük arazi sahibi askerler Osmanlı devrinde de "voynuk" adıyla yeni devletin askeri kadrolarında muhafaza edildi. XV. yüzyılda bunlar Makedonya, Tesalya ve Arnavutluk'ta aynı isimle önemli bir miktara varıyordu. Tuna üzerinde kalelerdeki martoloslar ve "eflak" adı altında askeri nizama tabi Hıristiyan göçebeler de kendi beyleri idaresinde Osmanlı askeri kadrosuna alındı. Bu siyaset Osmanlıların Rumeli'de yayı lışını kolaylaştırdı. Fakat asıl Ortodoks kilisesini korumaları ve onlara kolaylık sağlamaları Osmanlı idaresinin geniş halk kitleleri ve köylü sınıfı tarafından benimsenmesini sağladı. Bu faaliyetler Balkanlar'da Bizans imparatorluğu'nun,

2 Aşıkpaşazade, Tarih, s. 123

244 .. Suyu n Oteki Ya kasmda Yeni Bir Vatan

Bulgar Çarlığı'nın ve Duşan imparatorluğu'nun parçalandığı bir döneme rasclar. O sırada derebeylik adetleri Balkanlar'da yerleşmeye ve merkezi kuvvetin yokluğu dolayısıyla derebeylik yayılmaya başlamıştı. Osmanlıların "tekfur" adı altında gösterdikleri bu mahalli senyörler toprağı daha sıkı bir şekilde şahsi konualleri altında tutmaya çalışmaktaydı lar. Osmanlı lar, önce ziraat topraklarını mlrl arazi olarak tamamıyla devletin kontrolü altına sokup mahalli derebeyliğe son verdiler; angaryaları sistemli bir şekilde kaldırıp angarya hizmetlerini bir vergi ile (çift resmi) karşıladılar. Osmanlı yayı lması karşısında köylü kiclelerinin desteğini sağlayamayan senyörler, Haçlı bayrağı altında batıdan gelen Larinierin ve Macarların himayesini aramaktaydılar. Katalik olan Latinler ve Macarlar, Rafızi saydıkları yerli Ortodoks halktan nefret etmekte, Katolik olmaları için onlara şiddet uygulamaktaydılar. Osmanlılar gittikleri yerlerde meuopolitleri tanımak ve himaye etmekle kalmıyor, onlara tırnarlar veriyor, böylece kendilerini doğrudan doğruya devlet memuru durumuna getiriyordu. XIV. yüzyılda Balkanlar'da Türk iskanı da geniş ölçüde kendini göstermiştir. Timur istilası, Anadolu'dan Rumeli'ye büyük bir göç dalgasına yol açtı. Bundan sonra Osmanlılar, Rumeli'yi gerçek yurtları saymaya başladı ve Edirne devletin başşehri durumuna geldi. Osmanlı Devleti'nin Rumeli'ye kurulduktan sonra Anadolu'yu içine aldığı iddiası şüphesiz büyük bir hakikat payı taşır. Bu göçler neticesinde Trakya, Doğu Bulgaristan, Meriç vadisi ve ardından Dobruca süracle Türkleşti. Tahrir defterlerine göre yapılan incelemeler, bu bölgelerde XVI. yüzyılda nüfus çoğunluğunun Türklerde olduğunu kesin biçimde meydana çıkarmıştır. Bu yerleşmenin başlıca vasıllarından biri devletin uyguladığı iskan usulüdür. Bununla beraber daha Orhan Bey zamanından beri süren kendiliğinden göçler de önemli­ dir. Bu yerleşmenin şartları hakkında bölgede yer adlarının incelenmesi tarihi kayıtları teyit eden neticeler vermiştir. XV. yüzyıl tahrir defterleri nde Trakya ve Meriç vadisindeki köy adlarının Kayı, Salurlu, Türkmen, Akça-Koyunlu gibi göçebe yörük gruplarına; Saruhanlı, Menteşeli, Simavlı, Hamitli, Efluganlı gibi Anadolu'da bir yer adıyla alakalı yerleşik veya göçebe topluluğa; Davudbeyli; Turahanlı gibi meşhur askeri önderiere bağlı olanlara; Doğancı, Çavuş, müder­ ris, kadı, sekban gibi Osmanlı askeri sınıf mensuplarına; Karaca Resul, Hacı Timurhan gibi şahıslara, bir zaviye veya vakfa; nihayet Kayacık, Ada, Hisarlı, Yarıcılar, Çömlekçi, Eskicepazar gibi coğrafi görünüşe veya iktisadi duruma bağlı olduğu görülür. Zaviyelerin Türk köylerinin teşekkülünde çok önemli bir rol oynadığına ayrıca işaret etmek gerekir. Adı geçen bölgelerde eski yer adlarının azınlıkta kalması ve daha ziyade kasaba adlarında yaşaması kayda değer bir hu­ suscur. Türk göçmenleri genellikle müstakil köyler kurmuş ve bunlar duruma göre çeşitli Türk adları almıştır. Genellikle köylerde ve şehirlerde Anadolu'dan gelen Müslüman Türkler yerli Hıristiyan halkla karışmamışm. Şehirlerde dahi Hıristiyan mahalleleri ayrıdır. XIV. ve XV. yüzyıllarda islamiaşma olduğu da

245 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI görülür. Bu daha ziyade Doğu Balkan geçitleri, Meriç vadisi ve Via Egnatia yolu civarındaki askeri bölgeleri kapsar. 893-896 ( 1488-1491) tarih li Cizye Defteri'ne göre üç yılda din değiştirenierin sayısı 255 kişidir; devşirme alınanlar bu sayıya dahil değildir. Ana dilini kullanmayı sürdürenler söz konusu islamiaşma'nın en önemli delilini oluşturur. Boşnaklar, Arnavut Müslümanları ve Pomaklar bu gibi büyük gruplar olarak dikkat çeker. Sadece Türkçe veya iki dil konuşan Müslüman gruplar içinde ana dili Türkçe olanlar tamamıyla Anadolu menşelidir. Kuzey Karadeniz steplerindeki Türkler, Deliorman, Dobruca, Varna yöresindeki Türkler veya Tatarlar, Meriç vadisindekiler gibi bu kategoriye dahil edilebilir. Moldova, Bucak ve Dobruca'daki Nogaylar da bunlara eklenebilir. Rumeli'de XVI. yüzyılda ziraat sahalarının genişlediği tahrir defterlerinde pek çok ifrazat kaydından anlaşılır. 1535 yılına doğru nüfusun 5 milyona ulaştığı tahmin edilmektedir. Türkler, Balkaniara pamuk ve pirinç ziraatını sokmuş ve yaymıştır. istanbul gibi kalabalık bir merkezin (XVI. yüzyılda nüfusu 400.000 tahmin edilmektedir) ortaya çıkışı, Trakya ve Bulgaristan için büyük bir pazar sağladı ve her türlü tarım üretimi teşvik edildi. Osmanlı devrinde Rumeli'de madencilik faaliyeti arttı, yeni maden ocakları açıldı. Sırbistan'da Novobrdo, Kratovo, Rudnik, Trepça, Zaplan ina'da bakır, kurşun, altın, demir ve bu arada önemli miktarda gümüş elde edilmekteydi. En önemli gümüş istihsal merkezi Selanik yakınında Sidrekapısı idi. Bosna-Hersek'te çeşitli maden merkezlerinde gümüş ve kurşun çıkarılıyordu. En önemli demir üretimi merkezleri Bulgaristan'da Samakov, Sırbistan'da Vlasina ve Rudnik idi.

Süleyman Paşa, Gelibolu'da devletin esas kuvvetlerinin başkumandanı sıfatıyla beylerbeyi durumunda idi. ı. Murad, Edirne'yi alınca (1361) lalası Şahin\ Eski­ Zağra (Stara-Zagora) ve Filibe istikametinde fütuhatta bulunmak üzere orta uca tayin etti. ilk beylerbeyi merkezi Edirne oldu. Böylece Rumeli, bir beylerbeyi idaresinde ayrı bir askeri-idari bölge olarak meydana çıktı. Bu bölgenin denizle ayrılmış olması devletin fiilen iki idari bölge halinde ayrılmasını gerektirmekteydi. Osmanlı Devleti'nin ilk beylerbeyiliği olan Rumeli beylerbeyiliği diğer beylerbeyilikler teşekkül ettikten sonra da özel mevkiini muhafaza etti. XIV-XV. yüzyıllarda Rumeli beylerbeyileri umumiyerle merkezde bulunur, vezirler gibi paşa unvanı taşır ve divan toplamılarının üyesi olarak müzakerelere katılırdı. Rumeli beylerbeyi devletin tımarlı sipahilerinden oluşan en önemli ordusunu kumanda ettiği için Fatih Sultan Mehmed'in veziriazamı Mahmud Paşa ve Kanuni Sultan Süleyman'ın veziriazamı Makbul ibrahim Paşa aynı zamanda Rumeli beylerbeyiliğini kendi ellerinde tutmuşlardır.

XV. yüzyılda Balkanlar'da yapılan bütün fetihler Rumeli beylerbeyiliğindendi. Yalnız Tuna'nın güneyindeki arazi değil, Tuna'nın ötesindeki Kili ve Akkirman da

246 .. Suyu n Oteki Ya kasmda Yeni Bir Vatan bu beylerbeyiliğe bağlandı (889/1484). Ancak, 1541'de Budin beylerbeyiliğinin teşkil i üzerine Avrupa'da Osman lı beylerbeyili klerinin sayısı arttı. Ay n ı tarih lerde Bosna da bir beylerbeyilik haline getirildi. 1475'te Promontorio de Campis'in verdiği listede Rumeli'de (Grecia) şu on yedi sancak beyliği zikredilir: istanbul, Gelibolu, Edirne, Niğbolu ve Zagora, Vidin, Sofya, Sırbiya (Laz-ili), Sırbiya (Despot-ili), Vardar (Evrenosoğulları), Üsküp, Arnavutili (iskender Bey'e ait), Arnavut-ili (Araniti'ye ait), Bosna (krala ait), Bosna (Stefan'a ait); Arta, Zituni ve Atina; Mora, Manastır. Rumeli beylerbeyi bu on yedi sancaktan yaklaşık 22.000 tımarlı asker çıkarıyordu. Ayrıca 8000 akıncı, 6000 azeb vardı.

Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk zamanlarına ait bir Osmanlı belgesinde Rumeli sancakları, bunları o zaman tasarruf eden beylerin derecesine göre livaların isimleri ve sancak beyi hasları gösterilerek şöyle sıralanmaktadır: Paşa, Bosna (sancak beyi hassı: 739.000), Mora (606.000), Semendire (622.000), Vidin (580.000), Hersek (560.000), Silistre (560.000), Ohri (535.000), Avlonya (535.000), iskenderiye/işkodra (512.000), Yanya (515.000), Gelibolu (500.000), Köstendil (500.000), Niğbolu (457.000), Sofya (430.000), inebahtı (400.000), Tırhala (372.000), Alacahisar (360.000), Vulçıtrin (350.000), Kefe (300.000), Prizren (263.000), Karh-ili (250.000), Eğriboz (250.000), Çirmen (250.000), Vize (230.000), izvornik (264.000), Florina (200.000), ilbasan (200.000), Çingene (190.000), Midilli (170.000), Karadağ (100.000), Müselleman-i Kırkkilise (81.000), Voynuk (52.000).

Bunlardan Çingene, Müsellem ve Voynuk sancakları muayyen bir mahalle ait sancaklar değildir. Dağınık olan bu zümrelerin her biri bir sancak beyi idaresi altına konmuştur. Ta hminen 1534 tarihli bir resmi listede Sofya, inebahtı ve Florina hariç yukarıdaki bütün sancaklar yer alır. Ayrıca, Selanik livası zikredilmiştir. Umumiyerle Selanik, padişah hasları arasına alınmakta veya emeklilik olarak vezirlere verilmekteydi. Sofya da bu tarihlerde padişah hasları arasına alınmıştır. Paşa sancağı, Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk zamanlarında Üs­ küp, Pirlepe, Manastır, Kastorya (Kesriye) şehirlerini içine almakta ve Rumeli'de geniş bir bölgeye yayılmaktadır. Sonraları bu şehirler sancak beyi merkezleri olmuştur.

1018 (1609) yılına doğru Ayni Ali Efendi'nin verdiği listede Sofya ve Manastır, Paşa Sancağı'na eklenmiştir. Bu listede Selanik, Üsküp, Dukakin, Devline, Kırkkilise, Akkirman (Bender ile biraber) sancaklarına da rastlanır. Buna karşılık bu tarihten önce Rumeli'nin bazı sancaklarına da rastlanır. Buna karşılık bu tarihten önce Rumeli'nin bazı sancakları yeni teşekkül eden Cezayir-i Bahr-i Sefid, Kefe ve Bosna eyalerierine verilmiştir. Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaleeine verilen sancaklar Gelibolu, Eğriboz, inabahtı, Karalı-ili ve Midilli'dir. Bosna eyaleeine

247 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI bağlanan sancaklar ise Kilis (Kiis), Hersek, Pojega, izvornik (Zvornik), Zaçana (Zaçasna veya Pakrac), Rahovica (Orahovica), Kırka (Krka)'dır. Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaleti 1533'te Barbaros Hayreddin Paşa'ya Beylerbeyilik verilmek suretiyle meydana çıkmıştır. Özi veya Silistre eyaleeine Rumeli'de Silistre, Niğbolu, Çirmen, Vize, Kırkkilise, Bender ve Akkirman sancakları katılmıştır. 1054 (1644) tarihli bir ruus defterinde Rumeli sancakları Köstendil, Tırhala, Prizren, Ya nya, Delvine, Vulçıtrim, Üsküp, ilbasan, Avyonya, Dukakim, işkodra ve Voynuk olarak geçer. XVIII. yüzyılda Mora, Rumeli eyalerinden ayrılarak ayrı bir eyalee haline getirilmiş ve zaman zaman muhassıllık şeklinde idare edilmiştir.

XIX. yüzyılda Tanzimat Devri'nde Rumeli'nin idari taksimatı birçok değişikliğe uğradı ve küçük eyaleeler teşkil edildi. 1847 yılına doğru Üsküp, Bosna, Yanya, Selanik eyaleeleri kuruldu; asıl Rumeli eyaleti ise işkodra, Ohri ve Kasriye sancaklarından ibaret kaldı. 1864'te ilk vilayet teşkilatı uygulandığı zaman Rumeli eyalee merkezi Manastır olarak Kasriye ve Ohri, işkodra livalarından ibareni. 1864'te Tuna vilayeti (livaları: Rusçuk, Tulçı, Vidin, Sofya, Tırnova, Niş ve Varna) oluşturduktan sonra birbiri arasından yeni vilayetler meydana getirildi (Bosna vilayeti, işkodra, Yanya, Selanik ve Edirne) ve Rumeli artık coğrafi bir tabirden ibaret kaldı. Yeni Selanik vilayeti; Selanik, Manastır, Serez, Drama ve Üsküp livalarını içine almaktaydı. Bulgaristan ayrıldıktan sonra 1894'te Rumeli, Edirne, Selanik, Kosova, Yanya, işkodra, Manastır vilayetine ayrılmış bulunuyordu.

248 .. Suyu n Oteki Ya kasmda Yeni Bir Vatan

• • 8/BL/YOGRAFYA

Hicri 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-ı Arnavid (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1954, s. 58, 73; Enver!, Diisturname, tür. yer.; Aşıkpaşazade, Ta rih (Ats ız), s. 123, 125; Neş ri, Cihaııniima {Taesehner), I, 49; Ayni Ali, Risale-i Va zifehôran, s. 11-13; Katib Çelebi, Rumeli und Bosna {tre. J. V. Hammer), Wien 1812; Kantakuzenos, Histoire de Constanlinople {tre. Cousin), Paris 1674, s. 206 vd., 230. 232, 236, 245-248, 260-295; Tureicae Deseriptio (Notes et extraits pottr servir d l'histoiı·e des Cl'oisades au XV'' siecle (ed. M. lorga] içinde), Bükreş 1915, V, 338-339; W. de Tiesenhausen, Altınordu Devleti Ta rihine Ait Metinler (tre. İsmail Hakkı İzmirli), İstanbul I 941, s. 221, 282; R. Anhegger, Beitı·iige zur Geschichte des Berghaus im Osmanisehen Reiches, İstanbul 1943, s. 131-212; Z. Velid! Togan, Um umi Tı'irk Tarihine Giriş, İstanbul 1946, s. 256, 325; D. A. Zakythinos, Processus de leodalisation l'Heilenisme contemporain, Atina 1948, II, 499-514; T. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, s. 125-150; a.mlf., Rumeli'de Yiiriikleı; Tatarlar ve EıJ/ad-ı Fa tihan, İstanbul 1957; a.mlf., "Kanuni Sultan Süleyman Devri Başlarında Rumeli Eyaleti, Livaları, Şehir ve Kasabaları", TTK Beileten, XX178 (1956), s. 247-286; Halil İnalcık, Fa tih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, Ankara 1954, s. 22; a.mlf., "Ottoman Methods of Conquest", St.I, ll (1954), s. 103-129; a.ınlf., "Osınanlılarda Raiyyet Rüsumu", TTK Belleten, XXIII/92 (1959), s. 575-581; a.mlf'., "Rumeli", E2 (İng.), VIII, 607-611; Fr. Babinger, Die Aıdzeichnungeıı des Genuesen lacop o de Pı·omımtorio de Compis iiber dem Osmanemtaat ıtm 1475, M ünehen 1957, s. 48-55; Hazim Sabanovic, Bosanski Paşaluk, Sarajevo 1959, tür. yer.; R. Lampe -M. R. Jaekson, Balkan Economie History: 1550-1950, Bloomington 1982, tür. yer. N. Todorov, The Balkan To wn: 1400-1900, Seatt!e 1983, tür.yer.,- E. Höseh, Geschichte der Balkanlander von der Fı·üzeit bis zur GegenıJ/art, Munieh 1988, tür. yer.; F. Ada n ır, "Tradition and Rural Change in South-Eastern Europe during Ottoman Rule", The Origins of Backwardrıess in Fas tem Europe: Eco nomics and Politics fi'om the Middle Ages ımtil the Eaı·ly Twentieth Century (ed. D. Chirot), Berkeley 1989, s. 117 -176; Bilal Şimşir, Rumeli'de Tı'irk Göçler i, Ankara 1989, tür. yer.; B. Jelaviteh, History of Balkans, Cambridge 1991, tür.yer.; P. Wittek, "Le sultan de Rum", Annuaire del'institttt de philologie et d'histoire orientales et slaves, VI, Bruxelles 1938, s. 361-390; a.mlf., "Yazidgioghlu Ali on the Christian Turks of the Dobruea", BSOAS, XIV (1952), s. 639- 668; Münir Aktepe, "Osmanlı' nın Rumeli'de İlk Fethettikleri Çimbi Kalesi", TD, I (1950), s. 303, 304; Ö. Lütfi Barkan, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Bir İskan ve Kolanizasyon Metodu Olarak Sürgünler", İFM, XV/l-4 (1955), s. 209-237.

249 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

250 {U]-,� �� D (7 o (/ ijw® u� � -.. =

Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

XV. ASlR SANAYI• TIC• ARET TARIHINE• • DAIR• ve VESiKALAR1

istanbul'un fethinden önce Osmanlı Bursa'sı, genişleyen Osmanlı Devleti'nin siyasi merkezi olarak süratle gelişmiş, aynı zamanda yalnız Anadolu ile Rumeli arasındaki ticaretin bir merkezi haline gelmekle kalmamış, batı ile doğu arasında milleclerarası ticaretin en mühim antrepolarından biri mevkiine yükselmişti. Bu bakımdan kayda değer ki, o zaman istanbul'un hem rakibi hem tamamlayıcısı olan Bursa'nın nüfusu XV. asır ortalarında istanbul'unkine yaklaşmış, hatta aşm ıştı.2 istanbul'daki arşivlerde (Başvekalet, Topkapı) XV. asrın ikinci yarısında Bursa ticaret tarihine ait bazı malzemeler vardır. Fakat bu bakımdan aynı devre ait Bursa kadı sicilieri ve tereke defterleri kıyas kabul etmez derecede zengin bir kaynak teşkil eder.3 Biz burada, bu sicillerden XV. asırda Bursa tarihine ait seçtiğimiz tipik vesikaları muayyen konular etrafında bir seri halinde yayınlayacağız. ilkin Bursa sanayi ve ticaret tarihine ait vesikaları ele alacak, sonra maliyeye, bilhassa havale ve mukata'a sistemine ve nihayet sosyal hayata ait vesikaları bir arada verecegız.

1 İnalcık, Halil, "Bursa I. X.V. Asır Sanayi ve Ticaret Tarihine Dair Vesikalar", Be!leten, C., XXIV, sy. 93, (1960) 45-66, 224, 258 2 4 Şevval 890/13 Ekim 1485 tarihli bir resmi kayda göre (Bursa Müzesi, Şer' iye Sicilleri, A 4-4, 409 a) "n efi-i Bıımsa eski salgım defteıi mlicebince be; bin hane tahmin olımmuftltr ve nahiye-i Bıırttsa 733 hanedir". Buna göre Bursa nüfusu 40-50 bin olmalıdır. (bkz. Be!!eten, Sy: 60, s.637). Halbuki, ferihren önce İstanbul nüfusu 30-40 bine kadar düşınüştü. Bursa'nın XVI. asırda nüfusu için bkz. O. L. Barkan, "Essai sur les donnees sraristiques des regisrres de recensement dans I'empire otoman aux xv• er XVl siecles", jo urnal of Economic and Social History of the Orient, Yo l. I.no.I (1957), p.9-36 ve A. Gabriel, Une Cap ita!e Tu rqııe, Broıtsse, Bursa, Paris 1958, I, s. 3. 3 Tahrir, mukata'a ve gümrük defterlerinden topladığımız malzemeyi başka bir yazıda takdim edeceğiz. Bursa şer'iye sicilleri hakkında bakınız: Belleten, sy. 44, s. 693-696 ve İktisat Fa kültesi Mecmuası, İstanbul, cilt 15, no: 1-4, s.51.

253 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bursa'nın, Osmanlı idaresine geçtikten kısa bir zaman sonra siyasi bir merkez olduğu kadar milletlerarası bir ticaret merkezi haline gelmesi, Anadolu yollar sisteminin gelişmesine yol açan mühim bir amil teşkil etmiştir.

/. Sam-Bursa Yo lu ve Arabistan ve Hint Ticareti , Bursa'nın siyasi ve ticari bir merkez olarak yükselmesine muvazi olarak Anadolu'yu çaprazlamasına kat eden eski bir yol, bu devirde tekrar gittikçe artan bir ehemmiyet kazanmaya başlamış ve istanbul yerine münteha noktası olarak Bursa'ya yönelmiştir. 1432'de bir Osmanlı hac-ticaret kervanı ile Şam'dan Bursa'ya gelmiş olan Benrandon de la Broquiere, bize bu yol hakkında en eski ve mühim tasviri bırakmıştır.4 O, Şam, Halep, Adana, Konya, Akşehir, Karahisar, Kütahya yolu ile elli günde Şam'dan Bursa'ya gelmiştir. Broquiere, Akşehir'de bir kervansarayda 25 kadar Arap'a rast gelmiştir. Bursa'da yerleşmiş Floransalı ve Ceneviz tacirleri bulmuş, buraya kervanın getirdiği baharatı satın almaya gelmiş üç Ceneviz tacir ile Pera (Galata)'ya hareket etmiştir. O, Pera'nın Türklerle sıkı münasebetleri bulunan bir ticaret şehri olduğunu ve Türklerin burada büyük serbestliğe sahip olduklarını da kaydetmiştir. Bu müşahede şunu göstermektedir ki, daha XV. asır başlarında eski Osmanlı Payitahtı, i talyan tacirleri için şark mallarının bir antreposu durumunda bulunmakta idi. Broquiere, Bursa'nın zengin pazarında her nevi ipekli kumaşın, ucuz ve bol miktarda inci ve pamuklunun sayılamayacak kadar çeşitli ticaret eşyasının bulunduğunu ilave eder.5

1474'e doğru Konya'da bulunan J.-M. Angiolello, Suriye'den Anadolu'ya gelen diğer büyük ticaret yolunun Kayseri'den geçtiğini işaret eder. Bu yol da, umumiyerle Karamanoğullarının elinde idi. Osmanlı-Karaman münasebetleri üzerinde bu hayati ticaret yollarının serbestliği meselesi büyük bir tesir icra etmiş görünmektedir. 1468de Konya'nın kesin olarak işgaliyle Osmanlılar Şam­ Bursa ticaret yolu üzerindeki kontrollerini tam manası ile tesis edeceklerdir.

Mekke'ye giden Osmanlı tacirleri orada Hint mallarını bol bol bulmaktaydılar ve kayda değer ki, bu tarihlerde Mekke baharat ticareti yeni bir canlılık kazanmış bulunuyordu.

1478-1500 yılları arasında Bursa kadı sicillerinde, Halepli ve Şamlı taeirierin Bursa'da faaliyette bulundukları ve Frenk tacirleri ile Bursa pazarında baharat ve kumaş üzerinde ticaret muamelelerine girişciklerini tespit etmekteyiz (mesela

4 Le 1-0yage d'Otttremer, Ch. Schefer neşri, Paris 1892, s. 58-137. 5 Broquiere, s.134.

254 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa bkz. Vesika no. 9).6 Bursalı Türk tacirlerinden Balıkçızade Hayreddin'le Hoca Mehmed'in bu kara yolu ile Arabistan'a safran ve Bursa kumaşı gönderdiklerini tespir ediyoruz. Öyle görünüyor ki, Türk tacirleri yükte ağır pahada hafif malları (kereste, demir, sahtiyan, zift) Amalya'da deniz yolu ile kıymetli mallarını ıse kervanlarla çapraz kara yolu ile göndermekteydiler (vesika no. 37).

Yalnız Arap tacirleri değil, aynı yolla gelen Hint tacirleri Bursa'da faaliyet göstermekte, bu merkezlerden ticaret için Rumeli'ne geçmekte idiler. Hindistan'da Behmenilerin meşhur veziri Münşl, devlet adamı ve tacir Hace-i Cihan Mahmud Gavan'ın Bursa'ya muntazaman ticaret malları ile vekilierini gönderdiğini aşağıda yayınladığımız vesikalar ortaya koymaktadır (vesika no. 3, 12, 40).

1470 tarihine doğru Floransalı ajan Benedetto Dei, vatandaşlarının Bursa pazarında yalnız pamuk ve balmumu değil, aynı zamanda baharat da bulduklarını yazıyor ve burada onların, Venediklilerin Mısır'da, iskenderiye'de olduğundan daha müsait bir durumda olduklarını, zira Venedikliler altın, gümüş vermek mecburiyerinde oldukları halde Floransalıların Bursa'da baharatı kumaş karşılığında alabildiklerini belirciyordu.7 Fakat XV. asır sonlarında Bursa'da yerleşmiş başka bir Floransalı ajan, Maringhi, baharatın Bursa da oldukça pahalı olduğunu ve bu ticaretin kar getirmediğini yazıyordu. Kumaşla uampa, bu mahzuru kısmen hafifletmekte idi. Bursa pazarına getirilen Him emciası, bilhassa baharat, buradan Balkanlara, Karadeniz ve Tuna limanlarından kuzey memleketlerine (Eflak, Boğdan, Lwow yolu ile Lehistan'a, Kefe'den Rusya'ya) sevk edilmekteydi. Bu devre ait Kefe, Akkerman gümrük defterleri bu baharat ricaretinin ehemmiyeti hakkında bizi kafi derecede aydınlatmaktadır.s

Bursa pazarına gelen başlıca Him eşyası, mensucat, baharat ve kumaş boyasından mürekkeptir.9 Baharat çeşitleri arasında birinci mevkii daima biber (fülfül) tutmaktadır. Yalnız mutfakta değil, birçok ilaçların imalinde kullanılan baharat (karanfil, zencefil, tarçın, 'udulkarh, sinameki, havlican, zerdeçal vs.) ticaretine ait Bursa sicilieri oldukça bol malzeme vermektedir. 1487'de Bursa'da boya ve biber

6 Bu vesikalarda başlıca Hint kumaşlan zikredilmiştir. Şu yazıya da bakınız; A.Geijer, "Some evidence of İndo-European Cotton Trade in pre-Mughal rim es", Journalof Jndian Textile History, no. I, ı 995. 7 W. Heyd, Hist. du Commercedu Levant, trad. Furcy Raym au, Leipzig ı 936, II, 345, 349-350. 8 Akkerman, def.Başv. Arşivi. Maliye'den müdevver defterler no.6,rarihi ı 505-ı 506 ve ı 487 r. Kefe defterleri, Başv. Arşivi no.5280; bu defteri neşir için hazırlıyoruz. Biberin okkası oralarda 35-50 akça arasında idi. 9 Başlıca boyalar, ipekiiieri boyamak için kullanılan lök boyası ve hindi çivid (nil boya, indigo) idi. Bursa boyal1aneleri Batı Anadolu'dan getirilen pamuklular için de kullanılırdı.

255 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

üzerinden alınan resim (vergi) ayrı bir mukata'a halinde olup 100 bin akçaya (49 akça bir Venedik alrını) yükseliyordu.10

Osmanlılar. Anadolu çapraz yoluna Karaman elini aldıkran sonra tamamı ile hakim oldular ve bu ticareti kolaylaştırmak üzere bir takım tedbirler aldılar. Bu meyanda. evvelce Toros geçitlerinde Türkmen beylerinin kervanlardan aldıkları resimleri kaldırdılar.1' idris-i Bitlis!, Ulaş-oğluna karşı yapılan mücadeleyi aniacırken Şam-Bursa yolunun açık turulmasındaki ehemmiyeti belirtmiştir.

Karamanoğulları ülkesi Osmanlı devletine ilhak olunmadan önce Osmanlılar. Arab ülkeleri ile doğrudan doğruya münasebetlerini başka bir yoldan, Antalya deniz yolundan temin etmeye çalışmışlardır. Antalya-Bursa yolu. Bursa için erkenden en ehemmiyetli ticaret yollarından biri haline gelmişti. Osmanlıların daha 1. Murad devrinden başlayarak Hamid-eli'ni tamamıyla ele geçirmek ve Karamanlılara karşı korumak için inatla mücadele etmelerinin mühim bir sebebi de şüphesiz budur.

139ü'da 1. Bayezid, Çarşamba Suyu'nu Karaman-Osmanlı hududu olarak tespit etmişti. Hariraya bakılırsa bu ırmağın sağındaki arazinin Antalya-Karahisar ve Antalya-Akşehir yolları için ehemmiyeti derhal görülür. Osmanlılar Ankara bozgunundan sonra bu bölgeyi ellerinden çıkardılar, fakat 1. Mehmed devrinde tekrar ele geçirmek için her türlü tehlikeyi göze aldılar.

Antalya'dan Bursa'ya giden bir yol da, Manisa-Balıkesir üzerinden geçen Batı Anadolu yoluydu ki, Balat, izmir, Ayaslug. Sakız adası vasıtasıyla Batı ticaretine bağlandığı için sonraları da ehemmiyetini muhafaza etmiştir. 1333'e doğru ibn Battuta bu yolu (Tire, Ayaslug, izmir, Foça. Balıkesir) takip etmişti. Bursa sicillerinde Ayasluglu, Sakız adalı taeiriere rastlıyoruz.

XIV. asır sonunda Şemseddin Cezeri ve 1. Bayezid'in nezdinde gelen Mısır elçileri de Antalya-iskenderiye deniz yolunu kullanmışlardı.ıı Antalya ve Alanya ile iskenderiye arasındaki ticaret yolu şüphesiz Selçuklular devrinde ehemmiyet kazanmıştı.

Ancalya-iskenderiye ve Alanya-Trablusşam deniz yolu Kıbrıs ve Rodos'ta yuvalanmış olan Hıristiyan korsanlarının daimi tehdidi altında idi. Antalya'da

10 Hüdavendigar sancağı def. Nefs-i Bursa (Başv. Arşivi tapu deft. no. 23, tarihi 892 H.) Bu mukataa daha önceleri ı 35000 akça imiş. 1 ı Bkz. Sis kanunu, Ö.Barkan neşri, Kanunlar, l.s.20l. 12 Ayni, "İkdu'l Cuman, 799 H. Vekayii".

256 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa padişaha ait mavnaların cüceariara kiralanması ve bu gemilerin ticaret işlerinde kullanılması burada kayda değer. Fatih Sultan Mehmed, yalnız Rodos'un zaptı için büyük gayretler sarf etmiş değil, aynı zamanda Kıbrıs krallığı ile de ilgilenmişti.'3 Daha önce ll. Murad zamanında bu krallığa karşı Osmanlılarla Mısır Memlük sultanlığı arasındaki yakınlaşma da manidardır. Halbuki, Karaman oğulları daha ziyade Osmanlılara karşı Kıbrıs Krallığı ile dostluk münasebetleri gütmüştür. Daha sonraları da, aynı şartlardan istifade ederek Osmanlılara karşı Konya tahtı için mücadele eden Karamanoğulları ile Rodos ve Kıbrıs arasında kendi himayesinde bir cephe kurmağa çalışıyordu.'4

Antalya gümrük mutakaasına ait kayıtlardan ogreniyoruz ki,'5 oradan Arabistan'a yalnız hamuleli eşya (kereste, ağaç, demir, zift, vs.) değil, kumaş ve Ankara sofları da ihraç olunmakta idi. iskenderiye'den şeker, kumaş boyaları, baharat, Suriye limanlarından bilhassa sabun ithal olunduğunu yine Antalya gümrük mukataalarından öğrenmekteyiz. 1472'de Haçlı donanması Osmanlı devletine kuvvetli bir darbe vurmak istediği zaman izmir !imanına ve sonra Antalya'ya taarruz etmiş ve Antalya eşya depolarında büyük miktarda baharat ve kıymetli kumaşlar yağma edilmişti. O zaman Mısır Memlukleri, Suriye'deki Venedik mailarına karşı mukabele bilmisil yapmak tehdidinde bulunmuşlardı.'6 Bu, onların Antalya Arabistan ticaretine verdikleri ehemmiyeti ve Osmanlılarla tesanütlerini açık bir şekilde gösterir.

9 ve 37 no.lu vesikalar Antalya'daki bu ticaretre Bursa tacirlerinin önemli bir yer tuttuklarını ortaya koymaktadır. Bu yolun, Osmanlı Devleti'nin ilk devirlerinde Bursa ticareti için özel bir ehemmiyete haiz oluğuna şüphe yoktur. Mısır ve Rodos'un fethinden sonra XVI. asırda, istanbul ile iskenderiye arasında doğrudan doğruya muntazam deniz seferlerinin emniyetle yapılması imkan dahiline girince, iskenderiye-Antalya-Bursa yolu eski ehemmiyetini kaybetmiş görünmektedir. Fatih ve sonradan gelen padişahlar tarafından istanbul'un şuurlu bir şekilde imparatorluğun en mühim ticaret şehri haline getirilmesi politikası güdüldüğü devirde, Bursa bilhassa iran ipeğinin başlıca antreposu olmaya devam etmiş, Anadolu'nun en mühim ticaret ve sanayi şehri sıfatını muhafaza etmiştir.17 Esasen XVI. asırdan sonra Hint ticareti yalnız Bursa'yı değil,

13 DE Verrot, Hist. Des Chevaliers Hospitaliers de S. jean de Jemsalem, 3. baskı (Paris 1737) III, s. 17- 19; 1480 Rodos seferi sebepleri arasında Müslüman gemilerini korumak gayesi vardı (Sadeddin, Tac'ür-Tevarih, 1,572). 14 Bkz. Mehmed Il. İ.A.cüz 75, s. 525. 15 Başv. Arşivi, Maliye def. no 176, s. 87. 16 Heyd, Il, s. 315. 17 İzmir, XVII. asırda Bursa'ya karşı bir rakip olarak yükselecekrir. XV. asırda Bursa, Anadolu'ya şamil muhtelif mukata'alann idare merkezini teşkil ediyordu (bkz. Belteten, no.44, s.700; Anhegger-

257 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI bütün Ortadoğu pazarlarını terk etmiş bulunuyordu. Baharat o zaman Bursa'dan Galata'ya değil, Galata'dan Bursa'ya gelmeye başladı.

• • ll. Iran Ipek Yolu ve Bursa Osmanlıların zuhurundan önce Selçuklular ve Moğollar idaresinde iran'ın ticaret malları ve bilhassa çok makbul ince i ran ipeği Trabzon'da, iskenderun Körfezi'nde Ay as (Lajazzo )'da batı tüccarları nın eline geçiyordu. Bu devirde MemiCıklerle iran Moğolları arasındaki mücadele sebebiyle Mısır ve Suriye sahası aleyhine Anadolu'daki ticaret yollarının ehemmiyeti artmış bulunuyordu.'8 Osmanlı Devleti, yükselince Bursa, iran Müslüman tacirlerinin emniyecle gelebildikleri, islam dünyasının batıda en ileri merkezi haline geldi. iran ipeğinin mühim bir kısmı, Galata ve istanbul'daki İtalyan taeirierine çok yakın bulunan bu yeni pazara gelmeYe başladı.

Diğer taraftan 1343'te Azak (Tana)'taki italyan tacirlerinin Altın-Ordu tarafından tazyiki üzerine italya'da ipek fiyatları iki misline çıkmış, bu tarafta bu nevi kargaşalıklar gittikçe ziyadeleşmeye başlamıştı.

XV. asır başlarında j. Schiltberger'9 şu müşahedede bulunmaktadır. "Şam'da, Kefe'de ve Türkiye'de Müslümanların payitahtı olan Wursa (Bursa)'da ipekten güzel kumaşlar yapılır. ipek, Venedik ve Lickka (Lucca)'ya da götürülür ve oralarda güzel kadife yapılır." Aynı tarihlerde Clavijo da, Bursa'nın o zamanki dünyada bir ipek ticaret ve sanayi olarak ehemmiyetine işaret etmiştir.

Arap kaynakları XIV. asır ve XV. asır sonları ve XV. asır başlarında Bursa'dan Osmanlı sarayından Mısır sulranına giden hediyeler arasında daima Rumi altınlı ipek kumaşlar ve kadifelerden bahsederler. Broquiere (1432) Bursa pazarlarında ipekli kumaşların bolluğuna işaret eder. Bu kayıtlardan şunu istintac edebiliriz ki, daha XIV. asır sonlarında Bursa önemli bir ipek ticaret ve sanayi merkezi halini almış bulunuyordu. Diğer taraftan, XV. asırda Avrupa'da ipekli sanayi büyük inkişaf gösterdi ve iran'ın makbul ipekleri Bursa'da her zamandan ziyade aranır oldu. Böylece XV. asır ikinci yarısında Bursa'nı n, Halep gibi Akdeniz memleketleri içinde mühim bir ipek pazarı haline geldiğini görüyoruz.

İnalcık, Ka nrenname-i Sultani ber Mliceb-i 'öif-i Osmaııi, Ankara, 1956, v.50). 18 İlhanlılar zamanında Ona-Asya'dan Anadolu'ya gelen büyük yol, Şahrah-i Garbi, Konya nihayecleniyor, Sivas'dan Bizans'a bir tali yol ayrılıyordu. (Z.V.Togan,"Reşideddin'in Mektuplarında

Anadolu", İktisat Fa kültesi Mec. c. Xl,1-4,s.45). 19 ]. Schiltberger, Tra vels aııdBondage, Te lfer çeviri ve neşri, Londra 1879, s. 34.

258 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Tebriz-Bursa kervan yolu, biri kuzeyden Kastamonu-Bolu, diğeri güneyden Çorum-Ankara üzerinden iki istikamet takip ettikten sonra Amasya-Tokat­ Erzincan-Erzurum ve Aras vadisi üzerinden Tebriz'e kavuşuyordu. ipek yolu, doğuya doğru Osmanlı fetihlerinin istikametini tayin eden arnillerden biri olarak görünmektedir. Osmanlılar, daha 1. Murad zamanında Çorum­ Osmancık istikametinde ilerlemişler ve Yıldırım Bayezid devrinde Erzincan'a kadar bu yol üzerinde bütün mühim merkezleri ele geçirmişlerdi. Candar­ oğulları ile mücadelenin mihverini, bu yol üzerindeki merkezlerin Osmanlı kontrolü altına sokulması meselesi teşkil etmekte idi. Amasya ve To kat'ta Osmanlı nüfusunu kurmak için Yıldırım Bayezid daha 1391'de bizzat hareket etmiş ve bunun için Kadı Burhaneddin gibi tehlikeli bir rakibe karşı mücadeleye girmekten çekinmemişti.20 Halbuki bu esnada Osmanlı Devleti'ni Rumeli'de meşgul eden mühim meseleler vardı. Amasya'nın bir asırdan fazla bir zaman Osmanlı şehzadelerinin payitahtı ve Osmanlı doğu siyasetinin idare edildiği başlıca merkez haline gelmesi, yalnız iki siyasi bir gelenek neticesi değildir; Bursa'nın iktisadi durumu da birinci derecede bu taraftaki emniyecle ilgili idi. i ran ipeği üzerinde Osmanlılar ilk gümrüğü Tokat'ta, ikincisini Bursa'da alırlardı. ipekiiierin Bursa'dan başka tarafa gitmemesi için sıkı tedbirlere başvurulduğunu görm ekteyiz.2' iranlılar, Tokat'ta ikinci bir gümrük ihdasından çok şikayetçi idiler. Uzun Hasan, bunu Fatih'in çıkardığı haksız bir bid'at sayarak kötülüyordu. 1472'de Akkoyunlular, Tokat'ı alıp tahrip etciler.

Anadolu'da Bursa pazarı, iran ipeği inhisarını elinde tutuyordu. Bu, Osmanlı hükümetine ipek gümrüğünü orada simsar ve mültezimler vasıtası ile kolayca tahsil etmek imkanını sağladığı gibi Bursa ve istanbul i peki i sanayinin ihtiyaçlarını da garanti altına alıyordu.

Bursa şer'iye sicilleri, iran (Acem) tacirlerinin Bursa'da tam bir hukuki emniyetle iş yaptıklarını gösteren vesikalarla doludur. Rahat, emin ve güzel hanları ile Bursa, bu tacirler için cazip bir yerdi. 1490'da ll. Bayezid tarafından yaptırılan Bursa'nın en büyük ve güzel hanlarından Koza Hanı, o zamanlarda Acem Hanı adı ile anılmakta idi ve ipek-mizanı (terazisi) bu handa yerleşmişti. (Bu han şu isimlerle anılıyordu: Han-i Cedid, Simkeş-Hanı, Beylik-Yeni-Kervansaray). Ondan

20 HalU İnalcık, "Bayezid I", Eneye. of Is lam, 2. Baskı (Leiden). 21 Bkz.Anhegger -İnalcık, Ka nCmn/ime, vesikano.3 1. Uzun Hasan Kanununa göre "haıir yükünden geçiibRuma gitse 170 tıkça alma, Terakime kavminden 150 alına." Bkz. Barkan, Kanun/ar, s. 188.

259 HALİL İ NALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

önce Çelebi Mehmed zamanın da Yeşil Camii'ne vakıf olarak yapmılan ipek Hanı meşhurdu.22 (Daha önce Bey Hanı, yahut Eski-Bezzazistan adı ile anılan Sultan Orhan'ın yaptırdığı han, 1. Murad'ın yaptırdığı Kapan Hanı, Hacı ivaz Hanı, Mahmud Çelebi Hanı, Osmancıklı Mehmed Paşa Kervansarayı, Mahmud Paşa Hanı, Bursa'da başlıca ticaret merkezleri idi. Bursa'ya ipek kervanları ile muntazaman gelen iranlı tacirler arasında Te brizliler, Gilanlılar, Şirvanlılar ekseriyeti teşkil etmekte idi ve bunlar arasında Azeri Türkleri ve Ermeniler az değildi. Bunların birçoğu da Bursa'ya yerleşmişlerdi.

Bursa pazarına getirilen ipek (ibrişim) çeşitleri arasında en makbulu, iraiyaniarın "setta stravai" dedikleri Esterabadi ibrişimdi.n Bu ipeğin fiyatı, Bursa pazarında, fazla rağbet görmesi ve akçanın kıymetini kaybetmesi dolayısıyla mütemadiyen yüksel m iş, 1467'de 50, 1478'de 67, 1488'de 70 akçaya çıkm ıştır.241 501'de Bursa'da 65-70 akça iken Tuna üzerinde Kili'de 95-100 akça idi. Aynı tarihte Bursa'da Floransalı firmaların ajanı olan Maringhi, burada satın alınan ipekten Floransa'da Fardello (yük)2s başına 70-80 altın duka kar sağlandığını yazmakta idi26• ipek kervanı gelir gelmez, mal süratle satılmakta, tüccarlar mümkün mertebe çok ipek almak için rekabet etmekte idiler.27 Beklenen ipek kervanının biraz gecikmesi ipek fiyatlarının derhal yükselmesini intac etmekte idi. Her sene müteaddid ipek kervanı gelirdi; Maringhi'nin verdiği habere göre, bir kervan ortalama 200 yük Esterabadl ipek getirmekte idi.28 1467'de yalnız Şamahlli Abdurrahim 220 bin akça değerinde 4400 lidre (1100 okka) ibrişim getirmişti.29 Yalnız Bursa ipekli sanayinin günlük ipek ihtiyacı 1501'de Maringhi tarafından beş fardello (307.5 kg.) olarak hesaplanmıştır.lo Aynı tarihlerde Bursa'da bin kadar ipekli dokuma tezgahı tespit edilmiştir.3'

Siciller, Bursa pazarında Ceneviz, Venedik ve Floransa tüccarlarının büyük iş yaptıklarını teyit etmektedir. Bunların orada husus! teşkilatları ve ticaret usulleri

22 Kamil Kepecioğlu, Bursa Ha n/arı, Halkevi Neşriyatı no. 4, Bursa 1935. 23 İran ipeği hakkında bkz. A.U. Poppe, A Survey of Pe rsian Art, III, London 1939,s.l995-2174. Avrupa'da XVasırakadar ipekli kumaş imalinde başta gelen Lucca, bu üstünlüğünü başlıca kullandığı İran ipeğine borçlu idi. Bkz. EE. de Rover, "Luccese Silks", Ciba Review (Haziran 1950), 2902-30.

24 Bkz. İnalcık, Halil, "XV asır Türkiye İktisadi ve İçtimai Tarihi Kaynakları", İktisat Fak. Mec. c. XI,l -4,s.63. 25 İpek Yükü 61.5 kg. idi. 26 G.R. B. Richards, Flo rentine Merchants in the Age of the Medici, Cambridge, Mass. 1932, s. 122. 27 A.g.e, s.l27. 28 A.g.e, s. 110. 29 Bkz. iktisad Fak. Mec. c. XI.l-4,s. 62. 30 Richards, a.g.e, s. 1 1 O. 31 "Bursa İhtisab Kanunu", Tarih VesikaUırı Dergisi, sy. 7, s. 30.

260 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa hakkında italyan kaynakları tafsilat vermektedir.32 Bu tüccarlar umumiyerle kendileri Galata'da oturmakta, Bursa'ya ajanlarını göndermekte idiler. Adı geçen Maringhi 1501'de Bursa'da Medidieri ve başka Floransa firmalarını temsil etmekte idi. Bursa sicilieri bize bu gibi başka ajanları tanıtmaktadır. (bkz. vesika no. 7, 10, 19, 32). Bursa kadı defterlerindeki hukuki vesikalar, senet ve hüccetlerden ticari usulleri tafsilatıyla tespit edebilmekteyiz. Ticari muamelelerin büyük kısmı üç, altı ve on iki aylık kredi ile yapılmakta idi. Borç için kefalet veya rehin ve kadının tescili mutaddı. Bu kredi muameleleri, aynı tarihlerde Batı Avrupa'da noter senedine müstenit kredi sistemine benziyordu. italyan tacirleri ipek mübayaalarını bazen altın, gümüş para ile yapmakta, fakat ekseriye bol miktarda getirdikleri yünlü kumaşla (çuha) ipeği trampa etmekte idiler. Bu suretle Bursa, yalnız iran ipeği için bir pazar olarak kalmıyor, aynı zamanda şark için Avrupa yünlülerinin bir antreposu mevkiinde bulunuyordu. Anadolu ve iran'a bu yünlüler Bursa'dan yayılıyordu. Erken Orta Çağda doğu memlekeclerinde Avrupalıların en mühim ihraç malını yüksek kalitede ince yünlüler teşkil etmekte idi. Flandr, Lombardiya, Floransa, ispanya ve sonraları Londra yünlü sanayinin gelişmesinde bu şark pazarları büyük rol oynamıştır. Avrupa'da ticaret ve sanayi hayatının gelişmesi, kapitalizmin doğuşu meselelerini incelerken şarka yünlü ihracatının ehemmiyeti üzerinde şimdi iktisat tarihçileri ginikçe daha ziyade durmaktadırlar.33 Bu bakımdan Bursa gibi bu ticaretin belli başlı pazarlarından birinde kadı sicillerinin ihtiva ettiği orijinal vesikalar büyük bir önem taşımaktadır. Muamelata ait bu vesikalarla birlikte bu ticareti düzenleyen umumi Osmanlı kanunları da bize kadar imikal etmiştir.34 lll. Yünlü ve Pamuk/u Ticareti i lhan Moğol hanları zamanında iran'a, istanbul, Trabzon, Ayas gibi merkezlerden

32 G. Vedovato rorinamento capitolare in Oriente nei privilegi toscani dei secoli XII-XV, Firenze 1946; A.Sapori, Le marchand italien au Moyen-Age, Paris 1952. İstanbul Kadısı Muhiddin'in 882 Zilhecce başlarında yaptığı rahrire göre (Topkapı Sarayı Arş. No. D. 9524) Galata'da 335 Müslüman hane, 592 Nasrani (Ortodosks) hane, 332 Efrenc (İtalyan ve diğer Larin millerleri) ve 62 Ermeni hane vardı. 1507'de Galata'da 60-70 Florasanlı tüccar vardı ve yıllık iş hacmi beş alrı yüz bin dukaya varmakta idi. (Heyd, II, s. 344). M. Berza, La colonia fiorentina di Constantinopoli, RHSE, 21, 1944. 33 Bkz. The Cambridge Economic History of Europe, c. II, s. 355-413. Osmanlı vesiklarında Londra kumaşına XV. asır ikinci yarısında rasrlanmaktadır. Floransa, Batı Avrupa yü nlülerini toplamakta, bunları ıslah etmekte ve Levam pazarlarına sevk etmekte idi. Evvelce, Venedik bu ricarerin büyük kısmını kontrol ederken, Fatih Sulran Mehmed 1463 'den itibaren Venedik' e karşı Floransalıları teşvik etmiş ve böylece Medici'lerin Floransa'sı Osmanlı ülkesi ike doğrudan doğruya ticari münaseberler kurarak ricaret ve sanayiini geliştirmek imkanını bulmuştur. 34 Bkz. Anhegger-İnalcık, a.g.e., s. 40-50.

261 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI dağıtılan Avrupa yünlüleri, kumaş-t Frene ve Skirlavs XV. asırda büyük miktarda Bursa pazarından gitmekte idi. XVI. asra ait Doğu Anadolu bac (vergi) kanunlarında "Diyar-ı Rumdan pastav ile çuha" ve "frengi akmışa" nakliyatından sık sık bahsedilir ki/6 bunun merkezi Bursa idi.

Osmanlılarda saray mensupları, yüksek tabaka halk, Avrupa yünlüleri giymekteydiler ve talep artmakta idi.�7 Maringhi, Osmanlı ülkesinde imal edilen yünlü kumaşların Avrupa yünlüleri ile asla rekabet edecek kalitede olmadığına işaret etmekte idi.�8 Fakat Ankara ve Kastamonu sofları, italyan tacirleri tarafından Bursa pazarında çok aranan bir mamCıldü. Ankara sofları, büyük miktarda Bursa'ya getiri! mekte, oradan Avrupa'ya, Rumeli ve Kuzey memleketlerine, Arabistan'a sevk edilmekte idi.l9

Bursa, aynı zamanda Rumeli, kuzey memleketleri (Eflak, Boğdan, Kırım, Lehistan, Rusya) ve Avrupa'ya geniş ölçüde sevk edilen Batı Anadolu pamuklu mamulleri ve pamuğunun bir antreposu hizmetini görmekte idi. XV. asırda Bursa sicilleri, kefece Akkerman-kili gümrük defterleri bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bursa-Karacabey (Mihalıç)-Biga-Çardak-Gelibolu- Edirne yolu Bursa'yı Rumeli merkezlerine bağlayan çok faal bir yoldu. Floransalılar, Bursa'dan aldıkları ipeği aynı yoldan Raguza (Dubrovnik)'e, oradan Aneona üzerinden Floransa'ya sevk etmeyi tercih etmekte idiler. Zira, denizde Venedik müdahalesi ihtimali karşısında bu yol daha emniyetli görünüyordu.40 Çardak ile Bursa arasında yıldırım Bayezid'in yaptırdığı ıssız-Han gibi kervansaraylar, Bursa­ Rumeli yolunun ehemmiyetini gösteren eserlerdir. Esasen, istanbul'un fethinden önce bu yol, Anadolu-Rumeli arasında başlıca askeri yoldu. istanbul'un büyük bir gelişme göstermesi (nüfusu 1 530'a doğru 400 bin) Bursa'nın inkişafını yavaşlatmış olabilir, fakat hiçbir suretle durdurmamıştır (Bursa nüfusu 1520-1530'da 6531 aile, 1570-1580'de ise bunun iki misli olmuştur).41

3 5 .ı.� _,&....liJ Jı...>:lı,;rt; .;wı.-- :\:.. IA..:ll_,;li .:ı (Resdla�ye Fa lakiyya, W. Hinz neşri, Wiesbaden 1952, s.173. 36 Bkz. 1518 tarihli Harput Kanunu (Barkan neşri, Kanun/ar, I) s. 166; Ergani, s. 151; , s. 161; Bayburt, s. 188. 37 1511'de saray için 96000 zira (1 zira=67-68 sm.) Selanik çuhası ve 1476 zira Floransa kumaşı alınmıştı. (Başv. Arş. A.Emiri tasnifi no.26). Bu sonuncusu Sultan ve yüksek mevki sahipleri içindi. ı 527-28'de saray için alınan kumaşların değeri 5 milyon akçaya yaklaşıyordu. (Ö.L.Barkan, "H.933-934 mali yılına ait bir bütçe örneği", İktisat Fak. Mec. XI, ı-4, s.282). 38 Richards, a.g.e., s.1 ı 6. 39 Bkz. İktisat Fa k. Mec. XI,1-4, s.64. 40 Bkz. Richards, a.e. 41 Bkz. Barkan, Essai sur !es donnees statistigues, s.19 vd.

262 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa ipek ve baharat ticaretini kısmen üzerine çekmekle beraber, istanbul, Bursa sanayii için ihtiyaç ve talepleri gittikçe anan yakın ve büyük bir pazar haline gelmişti. Fatih devrine ait vesikalar istanbul sarayının kumaş, altın para vs. birçok ihtiyaçlarını Bursa pazarından sağladığını göstermektedir. Bursa'da padişah adına bu mübayaaları yapan hassa harc-eminine ait bazı vesikaları (vesika no.11.20) burada yayınlamaktayız.42

Bursa ile istanbul arası ticari nakliyat, Mudanya ve Gemlik iskelelerinden yahut iznik-izmit-Hereke-Üsküdar üzerinden yapılırdıY

IV. ursaB Ticaret Hacmi ve Nizam/an H. 892/M. 1487 tarihli Hüdavendigar sancağı tahrir defterinde,4' Bursa şehrinde muhtelif eşyadan alınan resimlerin tahmini gelirlerini mukata'a halinde tespit edilmiş bulunuyoruz ki, bu adetler şehrin ticaret hacmi hakkında bize oldukça açık bir fikir verebilir.

: L.J.J'. � if W.\Al.l..:..

�r r. � J r�&- �)o J � ..:...)�&- J ,_,...)� J .:ıır-' )j� J * )j� J .:ıı.; ,.w.La.. (ı .303.333 & 230.633 4 ji:.

� 50.000 � ?.)� _,_. r. � J )JJ. ... ,�� ).) �G..--! ,wt.t.... (2 .23.333

135.000 4?.) � r r. � J (fülfül) Jili J !.I_,J J J_,...... ,JUci ,.w.u. (3 .100.000 &

.90.000 & 100.000 4 ?.) �r r. � J Y.Jj) )j� ,....ı.ü... (4

.51.666 & 30.000 � J ..J'}i ,....l.ü... (5

42 Hassa Harc-emininin vazife ve durumu hakkında bkz. Anhegger-İnalcık, Ka nıtnndme, vesika no 26. 43 Osmanlı devrinde yollar hakkında umumiyede bkz, Fr. Taeschner. Das anatolische We genetz, II cilt, Leipzig 1924-6. 44 Başvek. Arş. tapu defr. no. 23.

263 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

.246.666 � 300.000 � J �� •).i .,..W..li. (6

.2.000.000 � 2.587.000 � J \.,.J.ft ı)\� r..W..li. (7

ı;;lj, ;}'� . 76.000 � ı.i ._;.;..ı;-�tl ..;,� ):.:4.,.....ı:ı..u J' � u� ..:.ı.)� .,..W.. li. (8

·J,t..ı;� ı:ıu 4. 41..�fob ..u�;• ..:.ı.)tr. Jı _;�

. ı 86.666 � J � \.,.J .J.J .!l .r-5' r..W..li. (9

Bursa şehrine ait mukata'alar:

1. Kapan, şehir pazarı, badihava, adet-i ganem ve umuma mahsus yol (tarik-i am) mukata'ası, eski defter gereğince yılda: 230.633 (halihazırda takdir olunan) meblağ: 303.333.

2. Şem'hane (mum imalatı) mukata'ası, ameldar elinde, yılda eski defter gereğince: 50.000, (halen) yılda 23.333.

3. Aspur (usfur: sarı boya), lök (Hint'ten gelen kırmızı boya) fülfül (biber) mukata'ası, yılda eski defter gereğince: 135.000, (halen) meblağ: 100.000.

4. Pirinç ve arpa mukata'ası, yılda eski defter gereğince: 100.000, (halen) meblağ: 90.000.

5. Fulus (bakı rpara) mukata'ası, yılda: 30.000, (halen) meblağ: 51.666.

6. Nukrahane (gümüş akça darphanesi) mukata'ası, yılda: 300.000 (halen) meblağ: 246.666.

7. Bursa mizanı mukata'ası, yılda 2.587.000, (halen) meblağ: 2.000.000.

8. Adet-i kapan mukata'ası ki, evvelden (Bursa şehri) subaşıları tasarruf edermiş, yılda 76.000 (bu mukata'a) yukarıda zikr olunan kapan (mukata'a asında) dahil edilmiştir, amile (mültezime) satılmıştır.

9. Bursa gümrüğü mukata'ası, meblağ yılda: 186.666.

264 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Mlzan (terazi), başlıca ipeğin ve kumaşların tartılıp yük veya hesap ile resim, bac alındığı yerdir.45 Fatih kanunnamesine göre46 kumaş yükünden iki akça alınıyordu. Bursa'da mukata'alar gelirinin büyük kısmını, yani 3 milyon akçadan 2 milyonu mlzan mukata'asından geliyordu.

Kapan, (Arapça Kabban, ağır yükler için büyük tartı), yiyecek şeylerin, mezbahalık hayvanların, pamuk, kösele gibi yükte ağır pahada hafif malların tartıldığı ve yük başına resim (bac) alındığı yerdir.

Bursa'da büyük-kantar ve küçük- kantar olarak iki türlü kantar mukata'ası tespit etmekteyiz. H. 890/M.1485'de büyük kantar mukata'asına 170 bin, küçük kantar mukata'asına 80 bin akçaya talip çıkmıştı. H.892/M. 1487 tarihinde mukata'alar arasında boyaların kantar mukata'asına tabi olduğunu görüyoruz; bu şüphesiz küçük kantardır. Büyük-kantar hayvan vs. için kullanılırdı.47

Mumhane mukata'ası şehirde m um imali ve satışı inhisar ve imtiyazının iltizama verilmesinden elde edilen gelirdir.43 Devletin bakır gümüş veya alcın para basımı inhisarı keza mültezimlere (amillere) verilirdi. ipekten, Tokat ve Bursa mizanlarında olmak üzere iki defa terazu-resmi (bac) alınırdı. Fatih devri sonlarına ait olması lazım gelen bir Bursa ibrişim Yasağı'nda,49 terazu-resmi kaçakçılığını önlemek üzere alınmış tedbirleri görmekteyiz. Evvela ipek, Bursa'da ipek mizanının bulunduğu muayyen bir kervansaraya getirilecektir. Satıştan ve resmi ödemeden evvel başka bir tarafa götürül m esi yasaktır. Burada simsarı n izni olmadan ipek satışı yapmak veya ipeği cendereye sarmak keza men edilmiştir. Resmin tamamıyla ödendiğine dair simsarın onayı olmadan ipeğin sahibi kervansarayı terk edemez. ipek, yalnız simsarın kontrolü altında bulunan terazide yapılır. Bazı tüccarlar ağır gelsin diye ipeklerini ıslatmaktadırlar, simsar buna mani olacaktır. Simsar tarafından yapılan resim tahsilatını kontrol etmek vazifesi kethüdayaso aittir. Satış muameleleri her ikisi huzurunda yapılırdı. Satış için aracı dellallar, simsar tarafından tayin olunur, kadı marifet ile yine onun tarafından azi olunabilirlerdi. Dellal, alandan ve satandan delialiye denilen bir resim alı rdı.51

45 Bkz. Anhegger-İnalcık, Ka mmn!tme, s. 4ı-44. 46 Kraelitz neşri, MOG,I.,s.26,madde 3 ı ve s. 30m. ı O. 47 Anhegger-İnalcık, s. 59-60. 48 Anhegger-İnalcık, s. 56. 49 Anhegger-İnalcık. s. 4 ı-43. 50 Kethüda hakkında bkz. A.g.e., s. 35. 5 ı Bu devre ait bir deliall ık kanunu için bkz. A.g.e, s. 57-59

265 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bazı Bursa tüccarları Tokat'ta ve Bursa'da iki yerde resim ödememek için Tokat'a kadar gidip iranlı bezirganların getirdikleri ipeği orada almaktaydılar.52 Buna karşı Bursa'ya kim getirirse getirsin, ipek için iki resim ödenmesi mecburiyeri konmuştur. Bazen de tüccarlar, Tokat'tan Bursa'ya gelirken ipeğin bir kısmını yolda herhangi bir şekilde elden çıkarırlardı. Bu gibi suiistimalleri yapanların ipekiiierinin devlet hazinesi için müsadere edilmesi aynı kanunda emredilmiştir.

Dışarıdan gelen ipek ve kumaştan mizem-t resmi (bac)'dan başka ayrıca gümrük alınırdı. Fatih devrine ait eski bir Bursa gümrük kanununa göre,S3 Müslüman, haraçgüzar veya Venedik, Ceneviz, sakız ve başka yerlerden gelen yabancı tacirler, getirip sattıkları kumaş için kıymet üzerinden, ad valorem, yüzde üç gümrük verirlerdi. Bu yabancılar (Frenk'ler) Bursa kumaşı alıp gittikleri takdirde bunun için de yüzde üç gümrük öderlerdi. Bu kumaşı yine Bursa'da satariarsa gümrük ödemezlerdi. Bursa'da uzun zaman oturarak haraca tabi olan Frenkler de, diğerleri gibi gümrük verirlerdi. Gümrükten eşya kaçıran ları n bu eşyası devlet hazinesi için müsadere edilirdi.

XV. asır ikinci yarısında istanbul gümrüğünde tatbik edilen değişik nisbetleri tespit ediyoruz ve aynı nisbeclerin Bursa'da da cari olduğunu t.ahminediyoruz. istanbul gümrüğünde muhtelif tarihlerde yapılan değişiklikler şunlardır: Dışarıdan, kara veya deniz yoluyla getirilen Frenk kumaşı, ipek ve ipekli kumaş, kürk ve hububattan yabancılar kıymet üzerinden yüzde 4, haracgüzarlar yüzde 2, Müslümanlar yüzde 1 öderlerdi.5' 1476'da nispetler yabancılar için yüzde 5, haraç.güzarve Müslümanlar için yüzde 4'e çıkarılmıştı.ss ll. Bayezid tahta çıkınca (1481) yalnız Müslümanlar için gümrük yüzde 2'ye indirilmiştir. Bursa'dan istanbul'a götürülen ipek ve Bursa kumaşından da istanbul'da aynı gümrükler alınmakta idi.

Bursa şer'i sicillerinde ve umumi mukata'a defterinde56 mukata'a mukavelelerine ait kaynaklardan öğreniyoruz ki, Bursa'da zamanla bazı mukata'alar artmış, bazıları azalmı ştır.

52 İpek Osmanlı ülkesine girmeden önce de ağır resimlere tabi tutulmaktadır. Uzun Hasan' ın tedvin

ettiği kanunlara göre Mardin'de "Harir yiikii geçib gitse her yükünden iiçyiiz Osmant akça bdc-ı ıtbı'ir aiınıtr imi/'. (Barkan, s.l61). Mardin üzerinden geçen ipek Haleb' e gidiyordu. Krş. Yukarıda not 17. 5 3 Anhegger-İnal cık, s. 40-41. 54 A.g.e., s. 78-79. 55 A.g.e, XXI. 56 Fatih devrinde mukata' alar için bilhassa şu defterler en mühim kaynakdır: Başvekalet Arşiv i, Maliye no.7387, 6222, 176.

266 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Bursa gümrüğü Bursa mumhanesi Yıl Bursa Kapanı m.akça m.akça m.akça H.872 210.000 H.875 266.666 178.333 H.878 233.333 120.000 H.881 243.333 136.666 H.883 243.333 136.666 20.666 H.890 23.333 H.892 23.333

H. 892 tarihli defterde padişah hasları arasına alınan mukata'alar meyanında bozahane mukata'ası zikredilmiştir. O zamanlar bir nevi kahvehane vazifesi gören bozahaneler, devlet tarafından işletilir, daha doğrusu bir şahsa iltizama verilirdi. Bozahane mukata'ası H. 884 yılında üç yıllığına 500.000 akça gibi büyük bir meblağ tutuyordu. Keza, H. 883'te 1200 altın floriye (1 altın = 49 akça) mukata'aya verilen Bursa kumaş ölçülüğünü mukata'ası da defterde zikredi 1 m em iştir.s7

Bursa mukata'alarından milletlerarası ticareti ilgilendiren gümrük ve mızan mukata'alarının bir eksilme gösterdiğini tespit etmekteyiz.

Bu rakamları daha iyi anlamak için XVI. asırda Osmanlı imparatorluğu'nda Halep ve Şam gibi en büyük ticaret şehirleri ile bir mukayese yapmak yerinde olur. Halep'te ll. Selim devrinde ipek mizanı mukata'ası yılda 400 bin akça idi.ss H. 926'da bakır para mukata'ası yılda 30 bin akça, Efrenc gümrüğü mukata'ası ancak 20 bin akça idi. Bütün mukata'alar yekunu (vakıflar hariç) 935.190 akça idi. (Bursa'da H.892'de yekun 3 milyon 1664 akça). Şam'a gelince, şehrin gümrüğü H. 955 yılındas9 222.222 ve ipek mizanı 118 bin akça hesaplanmıştı. Bu rakamlar bize Bursa'yı, daha XV. asır ikinci yarısında Yakın-doğu'nun en mühim ticaret şehirleri 57 Mukata'a hakkında, Bursa sicillerinden mukata'alara ait vesikaları yayıolarken ayrıntı vereceğiz. Burada kısaca bahsetmek gerekirse, Osmanlılarda mukata'a umumiyede iltizam mukavelesi yalmt iltizam konusu olan devlete ai t gelir manasına kullanılmaktadır. Abbasiler devrinde de muhtelif manalarda kullanılmakta idi. (bkz. F.Lokkegaard, Islamic Taxation, Kopenhag, 1950, s. 108). O zan1an mukata'adan umumi olarak mukavele, uzlaşma, şurCıt anlaşılıyordu. Keza bir bölgenin vergi işlerini üzerine alan kimsenin devlet hazinesine ödediği aidat manasına da geliyordu. Mülrizemle devlet arasında omayyen bir gelirin ilrizamı üzerinde yapılan mukavele mefhumu mukara'anın esası olarak görünmektedir. 58 Başvekaler arşivi (İstanbul), tapu defr. no. 544. 59 Başvekaler arşivi tapu deft. no. 263, tarihi H. 955/M. 1548.

267 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ile kıyaslayabileceğimizi göstermektedir (XVI. asır ikinci yarısında Halep'te 12.366, Bursa'da 12.852 aile sayılmıştır).60

Bursa, yalnız milletlerarası bir antrepo olmakla kalmamış, aynı zamanda istihsal hacmi geniş ve kalite itibari ile yüksek bir ipekli sanayinin merkezi olmuştur. Yukarıdaki işaret ettiğimiz gibi, XV. asır sonlarında Bursa'da bin kadar ipekli dokuma tezgahı vardır.

Bu tarihlerde Bursa kumaş sanayi ıçın elimizde en önemli vesika 1502 tarihli

Kanunname-i lhtisab-i Bursa 'dır.6' Bu mühim merkezde mamulatta ve fiyatlardaki değişikliği teftiş etmek üzere payitahttan bir müfettiş gönderilmiştir. Fatih Sultan Mehmed zamanından beri vuku bulan değişiklikler "hiçbir hirfette kanun-i kadimden eser" kalmadığı şeklinde ifade edilmiştir. Ehl-i hirfet, Bursa'da başlıca üç çeşit ipekli kumaş, yani kadife, kemha ve tafta dokunduğunu ifade etmişlerdir. Kadife, yüzü havlu olup en ziyade ipek harcanan çeşittir. Türlü nevileri kirmiZI kadife ile müzehheb (altın telli) kadife olarak iki çeşitte toplanmaktadır. iyi kalite müzehheb kadifede yüz dirhem gümüşe bir miskal has frengi flori altını harcanmaktadır. Kadifelerde kadife tayin olunurken bir dirhem kadifeye 40-50 tel girer. Kırmızı kadifede, Hindistan'dan ithal olunan pahalı lök kırmızısı, kumaşın kalitesini tayin eden esaslı bir unsurdur. ikinci çeşit kemha, yüzü düz, dokuyuştan desenli ağır ipeklidir. Çözgüsüne yedi-sekiz bin tel girer. Bursa'da dokunan başlıca kemha nevileri do/abi kemha, tab-dihl kemha, yek-renk-kemha, gülistan/- kemha'dır. Üçüncü çeşit ipekli, yüzü düz ve parlak, fakat hafif, tafta çeşididir ki, o zaman başlıca nevileri vale, mugrak va/e, musannaf va/e, çifte tafta, duhezarl tafta, yekta tafta 'dır. Tafta nevileri de muayyen genişlikte kumaşa giren tel adedine göre ayrılır. Duhezarlde iki bin tel, yektada bin tel vardır. ipekli kumaşın kalitesinde ehemmiyetli olan şey de, ipek telinin bükülü olup olmamasıdır. Bürümcek, telleri ziyadesi ile bükülü ipeklidir ve çok makbuldür.

Aynı ihtisab kanununa göre, kadife imali ile uğraşanlar, kadifeciler, sabbağlar (boyacılar) ve harncılar olarak muhtelif sanat gruplarına ayrılmışlardır. Kadifeciler, piyasa için imalatı idare eden tüccarlardır. Bursa kadılarının tereke defterleri binlerce kadifecin in serveti, malzeme ve vas ı caları hakkında bizi aydın latmaktadır.62 Hamcılar, ipek mizanından ipeği alıp dokuyan zümredir.

60 Halep nüfusu II. Selim devrine ait tahrir defterlerinde (Başv. Arşivi, tapu deft. no. 544) II226 hane (aile) I ı 00 mi.icerred (bekir) olarak tespit olunmuştur. Bundan Müslüman hane, I 0770 ve ıni.icerredler I 077, Yahudiler 294 hane 37 mi.icerred, ErmenUer 223 hane mi.icerredler 26'dır (yekun aslında tutmuyor). Bursa nüfusu için yukarıda not I. Bursa'da nüfusun ı 2.I2I hanesi Müslim, 423'i Hıristiyan, 308'i Yahudidir. 6ı Ö. L. Barkan neşri, Tarih Vesikaları Dergisi, sayı 7, s.I5-40. 62 Bu terekelerin mahiyeti hakkında bkz. İktisat Fak. Mecmuası (İstanbul), XI.ı-4(1953-94),s.5I-75.

268 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Kadifeciler, bu dokunan ipeği onlardan alır ve sabbağlara vererek istedikleri şekilde boyatırlardı.63 Kaide olarak kökboyası kullanmak gerekirdi, fakat pahalı olduğundan ( okkası o zaman 95-1 O akça) ucuz olan kızıl boya ( okkası 2 akça) kullanılmaya başlamış ve kumaşların kalitesi bozulmuştur; müfertişin düzeltmek istediği başlıca hususlardan biri bu idi. Bu şahısar hususi teşebbüs halinde bağımsız olarak çalışırlardı. Dokuma işinde umumiyetle esirler çalıştırılmaktadır.64 Kadifelerin terekesi arasında ekseriya bu kölelere rastlanmaktadır. Bunlar, efendileri için muayyen bir zaman içinde muayyen miktarda kumaş dokuyarak o müddet sonunda hür olmak üzere mukavele yapariardı ki, buna fıkh dilile mükatebe denmekte isi. Bursa sicillerinde böyle birçok mükatebe görmekteyiz.

Bu muhtelif sanat erbabının teşkilatları hakkında vesikalar fazla malumat ihtiva etmemektedir. Fakat ahilerin XV. asır ilk yarısında hala büyük nüfuza sahip olduklarını gösteren bazı tarihi işaretler vardır. 1422 sonbaharında saltanat müddeisi Küçük Mustafa gelip Bursa'yı muhasaraya kastetriği zaman "Bursa'nın uluları bunu işidib ilden akça devşirip yüz pare kumaş dahi a/1p Ahi Ya kub'la Ahi Kadem'i gönderdiler."6s ihtisab kanunnamesinin ortaya koyduğu gibi, Bursa'da kumaş imalatı zaman zaman merkezden gönderilen müfertişler tarafından teftiş ve kumaşların muayyen vasıfları ve kullanılacak malzeme kanun ve nizamac ile tespit olunurdu. Devletin bu müdahalesi, sadece hileye mani olmak gibi şer'i hisbe vazifeleri cümlesinden sayılmakta idi. Kalite ve fiyatları kontrol, yani ihtisab kanununun tatbiki, mahalli kadı'nın vazife ve salahiyerleri dairesinde idi. 1502 tarihli Bursa ihtisab kanunundaki bazı kayıtlardan66 Fatih Sultan Mehmed zamanında da böyle bir ihtisap kanunnamesi yapıldığını tespit edebiliyoruz.

Bununla beraber malzemenin pahalılaşması ve fazla talep gibi iktisadi sebeplerle bu sıkı kaidelere karşı zamanla bazı yeni cereyanların galebe çaldığı görülmektedir. Şu misal bilhassa dikkate değer. Bursa'da, 1477'den beri güliseani kemha işleyen bazı imalatçılar, içindeki ipek miktarını azaltarak halkın kesesine daha uygun

63 H.893 tarihli tereke defterinde (Bursa şer'iye sicilleri, A 6!6, 53a) Murad'ın azadiısı boyacı Abdullah'ın terekesindeki eşya bu sanatta kullanılan malzeme hakkında bir fikir verebilir. Bu eşya arasında, tokmak, kazan, tezgah kepçesi, tabla, terazi, havale, tekne, bakraç, tas, iplik, kızılboya, hindiçivid, alaca çivid, şap, ot boya vardı. Bursa'da Batı Anadolu'dan gelen pamuklu bezler için de boyahaneler bulunduğunu, Bursa'da kumaş boyacılığının başlı başına bir sanayi teşkil ettiğini işaret edelim. 64 Bkz. iktisad Fa k.Mec., Xl, 1-4, s.58-59. 65 Neşri, Gihannuma, Fr. Taescher neşri, 1.5.152. 66 Ttı.rih Vesikaları Dergisi, sayı 7, s.29, 31. Bizans'ta ipek sanayinin sıkı kontrol altında tutulduğu hakkında bkz. RS. Lopez, "Silk Industry in the Byzantine Empire", Sp eculum, XX-I, 1945.

269 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI aşağı kalitede yeni bir çeşit çıkarmışlar ve piyasaya sürmüşlerdi. Esasen bazı çeşitlerin düşük kalite ile yeni bir çeşidin piyasaya sürülmesi çok rağbet gördü ve Padişah'ın gönderdiği müfeniş, cücearın isteği ile bu yeniliği kabul etmek zorunda kaldı. Keza, ucuz boya kullanmak, tellerinin bükümünden vazgeçmek, müzehhep kadifelerin altın miktarını azaltmak sureti ile daha aşağı kalitede kadifeler de yapılmaya başlanmıştı. Fakat bunlara müsaade olunmamıştır. Kaldı ki, bizzat Saray, yüksek kalite Bursa kumaşlarının büyük alıcısı idi.67

Bursa kumaş imalatı her şeyden evvel iç pazarın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Bursa tereke defterleri yüksek tabaka halk arasında bu kumaşların geniş ölçüde kullanıldığını ortaya koymaktadır.6a Serveti, kıymetli kumaşiara yatırmak, diğer islam memleketlerinde olduğu gibi, Bursa'da da bir adet olarak görünmektedir. Halk ucuz vale ve tafta çeşitlerine rağbet ediyordu.

Sarayda kullanılan veya hediye verilen kumaşları gösteren resmi vesikalarda ve in'am defterlerinde Bursa kadife ve kemhaları en değerli ve pahalı kumaşlar arasında mühim bir yer tutmaktadır. Fatih Sultan Mehmed'in bize kadar gelen elbiselerinden ikisi Bursa kadifesinden yapılmıştır.69 1483'te Venedik elçisine hediye edilen kumaşlar arasında muhtelif cins Bursa kadifeleri ve Bursa kemhaları (kadife-i çatma-i Bursa müzehheb, kadife-i müzehheb-i benek-i Bursa, kemha-i Bursa) dahildi. 1503-1526 yıllarına ait mühim bir in'amat defterinde/o muhtelif hükümdarlara gönderilen, padişahın akrabalarına elçilere ve devlet büyüklerine verilen hediyeler arasında Bursa kadife ve kemhaları büyük bir yer tutmakcadır (bunların arasnda Amasya kırmızı kemhası da zikredilmiştir; cenup ipek yolu üzeri nd eki şe hi rierde, mesela Mardin'de de, eskiden beri faal bir ipek sanayi yerleşmiş bulunuyordu). Bu defterdeki bir karar bilhassa dikkati çekmektedir. Deniyor ki: "Bundan evvel merhum Hüdavendigar (//. Bayezid) zamanında ktzlanna ve oğlu kızianna ve kızt kızianna ve oğlu analarına yıldan yıla vaki olan in'amdır ki, zikr olunur: Merhum Hüdavendigar kıziarına on beşer bin akça ile dörder tonluk (elbise/ik) frengl kumaş ve ikişer tonluk Bursa kumaşlan iki tahta samur verilir idi... "

Bu vesikalarda en çok adı geçen Bursa kadifeleri renk ve motiflerine göre şu

67 İtalya'da aynı tarihlerde haklın alabileceği ucuz ipekli sanayi meydana çıkıp sürade gelişmişri (F.E.de roover, mez. makale). Bu durum Bursa ipek pazarını canlandırdığı gibi, orada ucuz ipekli imalarını da teşvik ermiş olabilir. 68 Bkz. Te reke defterleri için, İktsati Fa k. Mec. XI, 1-4, s.65-67. Bu cilt içinde s. 200-201. 69 Bkz. Öz, Tal1sin, Ti irk Kumaş 11e Kadife/eri, Levha V, VI. Bir varidat ve masarifar defterinde (H.954-955, Başv. Arş. Maliye 117) saray için 713589 akçalık mütenevi kumaş, 52150 akçalık mürenevi çuha ve 975 akçalık hi ndi alaca alındığını görüyoruz. 70 İstanbul Belediye Kütüphanesi, Cevdet yazmaları, no: 71.

270 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

çeşitlere ayrılıyordu: Alaca Bursa kadifesi, müzehheb Bursa kadifesi, müzehheb çatma Bursa kadifesi, Bursa beneki kadifesi, Bursa munakkaş kadifesi.

Bursa'dan saray için kumaş mübayaası, Bursa kadısı ve hassa harc-emini vasıtası ile yapılırdı.7' Hassa harc-emin i, merkezden gönderilen havalelerle Bursa'daki mukata'alardan para sağlar ve kumaşı bununla alırdı. Bu muameleler Bursa kadısının nezarec ve bilgisi dahilinde yapıldığından şer'iye sicillerinde buna dair birçok vesika bulmakcayız.

Bursa'da başka yerlere mahsus kumaşların da imal edildiğine dair vesikalar vardır. 1518'de Bursa'da Saray için kefevl kemha satın alınmıştır.72

1501 tarihine doğru Bursa'da faaliyette bulunan Floransalı ajan Maringhi'nin raporları göstermektedir ki, Floransa'da Bursa ipekiiieri çok makbul bir kumaş olarak aranmakta idi. O, 4 Mayıs 1501 tarihli mektubunda diyor ki: "Ayni hClmil ile sizefe vkalade bir parça bursa kumaşı gönderiyorum, bunu Ser Pacie Banbe/li'ye verirsiniz, kendisi bana bunu bir müddet önce ısmarlamıştı. Fiyatı 180 akça yani 3 duka ve 8 grossi'dir.73 Maringhi, 1501 kışında Bursa'dan iyi kar getireceğini yazarak Floransa'ya muhtelif renk ve nakışta bir miktar satin (atlas) ile damask (kemha) gönderdi.74 Bununla beraber bu mektuplardan anlıyoruz ki, italyan tüccarların kar sağladığı halde Bursa kumaşından yeter derecede alamıyorlardı ve bu, Ankara sofu gibi geniş ölçüde ticaret konusu olam ıyordu.7s Fakat herhalde Avrupa saraylarında ve bilhassa yüksek rühbanın ayin elbiselerinde Bursa ipekli kumaşları, Şark'ın diğer kıymetli ve nadir kumaşları arasında seçkin bir yer almış bulunuyordu. Bursa kumaşları, bilhassa Yezd ve Herat'ta dokunan ipekliler ile dünyaca tanınmış eski bir ipekli sanayiine sahip iran'da ve meşhur Şam, Halep, iskenderiye ipeklerini çıkaran Arap memleketlerinde dahi aranmakta idi. 1507'de iran'ı dolaşmış olan bir batılı seyyah, Tebriz'de Bursa kumaşiarına işaret etmiştir.76 Yavuz Selim'in Çaldıran zaferinden sonra Tebriz'de Şah'ın sarayından aldığı ganimet eşyası arasında Bursa kumaşından yapılmış 91 takım elbise bulunuyordu.77

Bursa kadı sicillerinde Bursa kumaşı satın alan Acem (iranlı) tacire rastlıyoruz.

71 Anhegger-İnalcık, Ka nımn!ıme, s. 35-36. 72 Tahsin Öz, a.g.e., s.49. Fakat orada keferi kemha; kefevi kemha olmalıdır. Kefe ipeklileri bütün Yakın-Doğu'da ıneşhurdu. Karş. Anhegger-İnalcık, a.g. e., s.49. 73 Richards, a.g.e, s.88. 74 A.g.e., s.156.

75 Karş. Heyd, mez. eser, II, s. 709. Ona göre Avrupa'da gelişen istihsali Doğu'dan ithalatı azaltmıştır. 76 A Na rratiı1e of !ta/ian Ti'IZve!s in Persia, ed. M. Grey, Hakluyt Society, Londra 1873, s. 173. 77 Tal1sinÖz, a.g.e., 42; TSMA.,vesika no. D. 5738.

271 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

XVI. asıra ait Doğu Anadolu Osmanlı bac kanunlarında Bursa kumaşları sık sık zikredi lmektedir.

Doğu Anadolu'nun Osmanlılar tarafından zaptı, Bursa kumaşları için bu tarafta geniş bir pazar sağlamış görünmektedir.

Unutmamalıdır ki, bu devirde dahi Frenk ipekli kumaşları Osmanlı sarayında Bursa'da, Anadolu ve iran'da geniş ölçüde kullanılan makbul bir meta idi. XIV. asır ortalarına ait, Resala-ye Falakiyya'des ve XV. asır Bursa şer'iye sicillerinde Frenk kadifeleri, frengi atlaslar ve frengl münakkaş kemhalar zikredilir. 1478'de Bursa tacirleri Frenk Piyero'dan ipek karşılığında mühim miktarda frengi kadife ve atlas almışlardı. Floransa'da Arte di Seta (ipek loncası) 12. asır sonlarında meydana çıkmış, fakat, ancak XV. asırda Ane di Lana kadar ehemmiyet kazanmıştı. iralyan ipek sanayi çok geçmeden Şark kemhalarını kopya ettiği gibi Bursa ipekiiierine de renk ve desen bakımından muvaffakiyeele taklide başladı.79 Bununla beraber XVI. asırda da Bursa ipekli kumaşı, Avrupa ipekleri ile muvaffakiyeele rekabet edecek bir seviyede idi. Fakat aynı asırda Avrupa'da merkantilist zihniyet milli ekonomilere hakim olurken, Osmanlıların ihracattan gümrük alan, istihsali ve ihracatı mahdut çerçevede bırakan ve kapitülasyonlarla memleket ticaretini Avrupalıların keyfine terk eden Ortaçağ usullerinden ayrılmaması, Osmanlı sanayi merkezlerini bir ham madde pazarı durumuna düşürmekte gecikmeyecekti r. Öyle görünüyor ki, Orta-Doğu'nun inhitatında, müstevli bir iktisadi sistemle hareket eden merkantilist Avrupa karşısında (geleneksel) ananevi iktisadi zihniyece ve ticaret politikasına bağlı kalmanın rolü zannedildiğinden daha mühimdir.80

78 W. Hinz neşri, Wiesbaden 1952, s.14. 79 Wace'nin Tahsin Öz'ün a.g.e.'ne yazdığı mukaddime, s.3. 80 F. Sabri Ülgen er, İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meseleleri, İstanbul 1951.

272 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

BURSA •IPEK TIC• ARETI• ve

1550'YE KADARa,

"Ticaret ekonomiyi döndüren çarkt1r" düsrurunu, belki de "moda ekonomiyi döndüren çarktır" diye değiştirmek gerekir. Gerçekten de, bütün bir zanaat ve ticaret dalını gah geliştirip gah yıkan güç, moda olabiliyor. Özellikle, Haçlı devletlerinin Suriye'de yerleşmesinin ardından ipekiiierin Avrupa'da kazandığı rağbet/2 onüçüncü yüzyılın ticaret devriminin belirleyici etmenleri nden biri olmuşa benzer. Bu çerçevede ipek, hayli gelişkin yerli yünlü dokuma sanayilerinin yanısıra, onüçüncü yüzyıldan onsekizinci yüzyıla değin Batı ülkelerinin uluslararası değişim ve zenginliklerinin başlıca kaynağı haline geldi. Ham ipek ve ipekli kumaşlar ticaretre hatırı sayılır bir yer aldı. Batı'nın yönetimdeki seçkinler arasında pahalı ipekli kumaş kullanımının yaygı nlaşması, canlı bir lüks ipekli dokuma sanayii yarattı ve Taskanya'nın Lucca kenti, daha 1250'1er gibi çok erken bir tarihte, bu sanayiin Avrupa'daki ilk merkezi ve başkenti oldu.83 iki­ üç yüzyıl boyunca Lucca tüccarı lüks mallarını Roma, Bruges ve Londra gibi kentlerde, ya da uluslararası Champagne panayırlarında satışa sundu. Lucca ipek dokumadarının üstün tekniklerini zamanla öğrenen Bologna, Cenova, Floransa ve Venedik ondördüncü yüzyılda Lucca'nın rakipleri olarak yükseldiler. Bu arada, daha önce Doğu'da yaşanmış bir süreç, italya'da da gözlendi ve ipekli dokuma tekniklerinin yaygı nlaşması, Lucca'lı dokuma ustalarının başka diyariara göçüp yerleşmeleriyle elele gitti. 1257'den sonra Çin, bol ve ucuz ham ipek kaynaklarını Batı'ya akıtmaya başladığında&4, iralyan sanayileri üretimlerini büyük ölçüde arttırıp talepteki gelişmeyi karşılayabildiler. Robert Lopez'in deyişiyle, bu sırada

81 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatoı-luğıt'nım Ekonomik ve Sosyal Tr.ıı·ihi C. I 1300-1600, çev. Halil Berkray, Eren Yayınları, İstanbul 2000. 82 Heyd, Histoı·ie du commerce du Leı,ant, 1, Fransızca çev. F. Raynaud, Leipzig 1936, s. 170-80. 83 E E. Roover, "l11e beginnings and commercial aspects of the Lucchese silk industry", CIBA, LXXX, 1950, s. 2907. 84 R.S. Lopez, "Nuove lluci sugli haliani in Estremo Oriente prim adi Colombus", Studi Colombiaııi nefı, centenario de/la Na scita, III, 1952, s. 346-54, 1952 b.

273 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Çin'den "sınırsız miktarda" ipek geliyordu.ss Zaman Çin'in Avrupa'ya başlıca ihraç ürünü ham ipek olmuşcu. Derken XIII. yüzyılın sonlarına doğru Çin ipeğinin Cenova noter kayıtlarından silindiğin i86 ve yerini hemen tamamen iran ham ipeği ne bıraktığını görüyoruz. Moğol imparatorluğu'nda başgösteren karışıklıklar nedeniyle Çin ipeği eskisi gibi akmaz olduğunda, Cenova, tacirlerinin doğrudan doğruya Tebriz'den veya Azov'dan (Osmanlı dönemindeki adıyla Azak'tan) satın aldığı iran ipeğine giderek tamamıyla bağımlı hale geldi.87 iran ham ipeği, daha pahalı (ama aynı zamanda daha kaliteli) olmasına karşın, daha onüçüncü yüzyılın ortalarına kadar inen bir tarihte Cenovalılarca italya'ya sokulmaya başlamıştı.88 1300'den itibaren, italyan ipekli dokuma sanayiinin tükettiği ham ipeğin çoğu, artık iran'ın Hazar kıyısı eyaJetlerinden geliyordu. 1400 dolayiarına ait seyahatnamelerde Gilan, Şemahi ve Karabağ, kuzey iran'ın en önemli ipekçilik yöreleri olarak gösterilmekteydi.89 Ancak istahrl, daha onuncu yüzyılda, Gilan'daki Lahican'dan bir ham ipek üretim merkezi olarak söz ediyordu.90

Avrupa'da ipekli kumaş kullanımının ve ipekli dokuma sanayilerinin yaygınlaşmasının etkisi küçümsenemez. Bu süreç, Osmanlı ve i ran ekonomilerinin gelişmesinin yapısal temelini oluşturmuştur. Her iki imparatorluk, kamu gelirleri ile gümüş stoklarının önemli bir bölümünü Avrupa ile ipek ticaretinden sağlar hale geldi. Osmanlı imparatorluğu'nda esas olarak Amasya, Bursa, istanbul, Mardin ve Diyarbekir'deki ipekli dokuma sanayileri, iran'dan gelen ham ipeği işliyordu. iran'ın kuzey eyaletlerinde, özellikle, Mazendaran, Gilan ve Şirvan'da ipek üretiminin çeltikçiliği geriJeterek genişlemesinin de temelinde, herhalde Avrupa'nın artan ham ipek talebi yatıyordu.

XIV. yüzyılda dünya ticaret yolları şebekesinde başgösteren devrimci değişiklikler zinciri/' yalnız ham ipek açısından değil, diğer Asya malları için de Bursa'yı, Doğu ile Batı'yı köprüleyen bir dünya pazarı haline getirdi. Bu sırada Moğol egemenliğindeki Tebriz dünya ticaretinde merkezi bir rol oynamaya başlamıştır. Gerek Bağdat\ gerekse dünya ticaretinin Yakındoğu'daki diğer mahreçlerini gölgede bırakan kent, Asya ticaretinin en büyük merkezi konumuna yükselmişti.

85 Lopez, R.S., "China silkin Europe in theYuan period",]AOS, s. 76, 1952a; krş.R.-H. Bautier, "Les Relations economiques des occidemaux avec !es pays d' Orient au Moyen Age, points de vue et docemems", M. Mollat, (der. ), Sadet es et compagnies de commerce en Orient et daııs l'Ocean

!n dien, Paris 1970, s. 289-91. 86 Lopez (1952a), s. 74; Bautier (1970), s. 291. 87 Bautier (1970), s. 291. 88 Lopez (1 952a), s. 73. 89 Clavijo, R.G. de, Embajada a Tamorlaııi, der. F.L. Estrada, Madrid 1943, s. 1 12. 90 A.A. İstahrl, Mesdlik wa Mamdlik, Yay. lradj Afshar, Tahran 1969, s. 202-204.

91 Bautier (1970), s. 280-92.

274 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Tebriz'den çıkan ticaret yolu, Erzincan-Sivas şahrahi üzerinden ya Konya'ya, ya da Moğol döneminde Asya ürünlerinin esas ihraç limanı durumuna gelen iskenderun körfezincieki Ayaş'a (Lajazzo) ulaşıyordu.n Konya'dan kervan yolları, Denizli'den geçip Efes veya Antalya limaniarına varmakraydı. Batı tüccarı, ipek ve baharat gibi değerli Asya ürünlerini işte bu limanlardan sağlıyordu.93 Pax Mangalica'da (Moğol barışı döneminde) görülmedik bir gelişme gösteren bu uluslararası ticaret yolları şebekesi sayesinde Küçük Asya, dünya ticaretinin önemli kanallarından biri oldu ve büyük bir refaha kavuştu. (Bu patlamanın çarpıcı kanıtı, aynı dönemde Selçuklu egemenliğindeki Anadolu'da kervan yolları üzerinde inşa edilen bir dizi anıtsal kervansaraydır.94) Tebriz'e yerleşen italyan tüccarı ise, kendi yünlü kumaşlarını burada gerek iran ipeğiyle, gerekse Hürmüz ve Bağdat üzerinden gelen Hint baharatıyla değiştirmek imkanına sahipti.

1350 dolayiarına gelindiğinde, dünya ticaretinin ağırlık merkezinin bir kere daha güneye, Kızıldeniz ile Memluk egemenliğindeki Mısır ve Suriye limaniarına kaymasına karşın,95 Asya malları, özellikle de ham ipek, Tebriz'den (daha doğrusu, Olcaytu'nun hükümdarlığında Tebriz'in yerini alan Sultaniye'den) Efes, Antalya ve Trabzon gibi Anadolu limaniarına uzanan eski güzergahı izlemeye devam edecektir. Tebriz'deki iraiyaniarın kılıçtan geçirilip kentten atılmasının (1340- 1341), sonra da 1343'te Altınordu Hanı Canibek'in Cenovalıların elindeki Kefe'yi kuşatmasının ardından, Cenovalılar iran'dan ipek ikmali için artık Trabzon'dan Pera'ya veya Konstantinopol is'e uzanan yola bel bağlamak zorunda kaldılar; bu da Pera-Konstantinopolis'in ticari etkinliğini canlandırdı. Pera'yı Cenova'nın esas antreposu konumuna yükselten bu yeni durum, herhalde Bursa'nın da gelecekte iran ham ipeği için önemli bir pazar haline gelmesinin zeminini hazırlamıştır. Nitekim Cenovalılar, kapitülasyon olarak bilinen ilk ticaret ayrıcalıklarını, Osmanlı sultanı Orhan'dan 1352'de kopardılar.

Öte yandan, italyanların Tebriz'den kovulmasıyla birlikte Hazar Denizi-Astrahan­ Ta na ipek yolu da yeni bir önem kazanmıştı.96 Cenovalılar, i ran ham ipeği ni ya Aza k (Tana)'da, ya da genişleyen ipekli dokuma sanayileri ve ticaretleri için yaşamsal önem kazanan Kefe'de teslim alıp, deniz yoluyla Cenova'ya naklediyorlardı (bu

92 Heyd (1936), II, s. 74-92; Bautier, 1970, s. 280-86, 93 Pegolotti, F.B., La pratica de/la mercatura, der. A. Evans, Cambridge, Mass 1936; Turan, Osman, Tü rkiye Selçuk/ıdarı Hakkıııda Resmi Ve sikalar, Ankara 1958; Cahen, C., "Le commerce anatolien au de b ur du XIII' sieel e", Melangr!s du Moyen Age, Paris 1951, s. 317-25; Heyd (1936), I, s. 534-54. 94 K. Erdrnann, Das Anatolishe Ka r·avansaray, I-II, Berlin 1961. 95 Bautier (1970), s. 285; Ashtor, Levant Trade in the Middle Ages, Princeton 1983, s. 3-102. 96 Bautier (1970), s. 287.

275 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI arada Cenova gibi Kefe de, i ran ipeğiyle beslenmesi sayesinde, XV. yüzyıl gibi geç bir tarihte bile ünlü ipekli kumaş ürünlerini ihraç etmeyi sürdürerek hatırı sayılır bir i peki i dokuma sanayi ine kavuşmuşcu.) Şirvan, Gi lan ve Mazendaran ipeği, deniz yoluyla doğru Astrahan'a taşınıyor, oradan ya Volga üzerindeki Saray'a, ya da kervanla Tana'ya gidiyordu. Çin ipeği pahalılandığında, ya da bir zamanlar Asya'yı kucaklamış olan Pax Mangalica'nın XIV. yüzyıl ortasında çöküvermesi sonucu, artık hiç ithal edilmez hale geldiğinde, iran ipeğine olan talep büsbütün keskin leşti.

1395'te Timur'un Astrahan, Saray ve Azov (Azak) gibi ticaret merkezlerini bilinçli ve kasıtlı olarak yakıp yıkması kayda değer. O, herhalde, Şirvan'da Şemahi ile Gilan'da Lahican ve Reşd'in, o sıralar doğrudan deniz yoluyla Ascrahan'a sevkedilmekte olduğunu kaydettiğimiz ham ipek kaynaklarını tekrar Tebriz'e çekmeyi amaçlıyordu.97 Sözkonusu rota değişikliğinden Tebriz'in ipek ticareti de, ipekten elde edilen büyük gümrük gelirleri de adam akıllı zarar görmüş olmalıydı. Timur'dan Önce Tebriz'in ham ipekten alınan gümrük (tamga) resminden sağladığı gelir 1341'de 300.000 dinarı buluyordu ki, bu, bütün tamga gelirleri içinde en yüksek olanıydı.9a Timur'un, Tebriz'i tekrar ham ipek ve ipekli dokuma ticaretinin merkezi haline getirme çabaları, son tahlilde eski Tebriz-Küçük Asya güzergahına yaradı. Çok geçmeden Küçük Asya da Timur'un kontrolü altına girdi. Timur'un ipek ticaretinin kuzeydeki başlıca uğrak noktalarını yakıp yıkmasının ardından, Altın Ordu'da patlak veren uzun taht kavgalarında, Batu Han'ın halefierinden her birinin rakip kabileleri kendi etrafında toplayıp mücadeleye girmesi, Doğu Avrupa bozkırını kervanlar için tehlikeli kılmıştı. 1436'da bu bölgeden geçen Barbara'ya göre, baharat ve ipek ticareti daha o tarihte kuzey güzergahından Suriye'ye kaymış bulunuyordu.99 1520 kadar geç bir tarihte bile bazı kervanların Astrahan-Tana yolunu izliyor olmasına karşın,•oo açıktır ki, bu güzergah Timur'un indirdiği darbeden sonra önemini yitirmişti. Üstelik o sırada Bursa, artık dünyanın en önemli ham ipek pazarlarından biri haline gelmişti ve Pera'da üslenen, Osmanlılarca da kayırılan Cenovalılar, bu piyasadan diledikleri kadar ipek alabiliyorlardı. Konstantinopolis ve Pera'nın yanısıra, XIV. yüzyılın, ikinci yarısında bir dünya pazarı olarak Bursa'nın gösterdiği yükselişin, Osmanlı gücünün ekonomik temelini oluşturduğunu burada eklemeliyiz.

Demek ki, Bursa'nın uluslararası bir pazar konumuna yükselmesi, XIV. yüzyılın ortaları olarak tarihlenmelidir. 1352'de Cenovalılara tanınan ticari ayrıcalıklar

97 Heyd (1936), II, s. ı89, 377. 98 Mizandarani, A., Die Resii lii -ye Fa lakiyyii, Wiesbaden, ı 952, s. 58-59. 99 G. Barbaro Travels, çev. by W. Thomas, Lonra ı 873, s. 3 ı; P. Tafur, Travels and Adventttres, 1435-1439, İng. çev. M. Letts, New Yo rk ve Londra ı 926, s. ı 34. 100 İnalcık (1979-1980), s. 464.

276 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa ile 1354'te Ankara'nın Osmanlılar tarafından ilhakı, bu yönde atılan önemli adımlardı. XIV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlıların, çabalarını doğuya uzanan ipek yolunun başlıca merkezlerini, yani Ankara (1354, 1362), Osmancık (1392), Amasya (1392) ve Erzincan'ı (1401) ele geçirmek üzerinde yoğunlaştırmış olmaları da ilginçtir. Zaten, Osmanlı sultanı 1. Bayezid'i, 1402 Ankara Savaşı'nda Timur'la karşı karşıya getiren de, Tebriz'e giden yol üzerindeki bu cüretkar atılımlar oldu. Şurası kesindir ki, Osmanlılar, daima ipek yolunu açık tutmaya veya kendi denetimleri altına almaya çalışıyorlardı. ilk defa 1. Selim döneminde Tebriz'i de işgal ettiler (1514). iran'ın en zengin ipekçilik eyalerierinden olan Gilan'ın yerel hanedanı, bağımsızlığı 1592'de Şah Abbas tarafından yok edilineeye değin, Osmanlı himayesini aramaktan geri durmayacaktır.

Tablo 1: Bursa'nın nüfusu

Hane Tarih Kaynak halkı

1485 5.000 Avarız haneleri sayısı için, bkz. inalcık (1960b), s. 45

Barkan (1975), s. 27-28, toplam nüfusu, 34.930 kişi 1520-30 6.351 olarak tahmin ediliyor.

1571-80 12.852 Barkan (aynı yerde) 70.686 kişi tahmin ediyor.

Not: Toplam kişi sayısını hesaplamak için Barkan birey/hane halkı katsayısını 5 kabul etmiş ve bu çarpıma, vergi yükümlüsü olmadıklarından ilk rakama dahil edilmeyenler için yüzde 10 eklemiştir.

1400 yılı na doğru Bursa'nın ipek ticareti ve sanayi bakımından büyük merkezler arasında sayıldığı kuşkusuzdur (Tablo 1). O tarihlerde johannes Schiltberger, en iyi kumaşların Tamaş [Dımışk, Şam] ve Kaffa [Kefe] ve keza Wursa'da [Bursa] dokunmasında kullanılan ipeğin; Venedik ile Lickka'ya [Lucca] da götürülüp, buralarda kaliteli kadife işlendiğinden söz ediyordu.'0' Clavijo, 1405'te Semerkand'dan dönerken Tebriz-Bursa arasında ipek kervanlarının yolunu izlemişti. XIV. yüzyıl sona ererken, eski Kefe-istanbul, Trabzon-istanbul ve Sivas­ istanbul ipek yolları geçmişteki önemlerini yitirmiş bulunuyordu.

101 H. Schilrberger, Bondage and Tra vels, İng. çev. Telfer, Londra 1879, s. 34.

277 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Bursa gibi Batı Anadolu limanları da, galiba daha XIV. yüzyılın ortalarında iran ipek ticaretinden nasiplenmeye başlamıştı. iran'dan geldiği açık olan ham ipek, Efes (Aitoluogo) ve Milet'ten de (Palatia-Balat) ihraç ediliyor;'02 buralara herhalde eski Tebriz-Konya-Denizli kervan yoluyla geliyordu. 1341 dolaylarında Rudolf von Suchen, Efes'ten pamuk ve buğdayla birlikte ipek de ihraç edildiğini gözlemişti.'03 1. Bayezid 1390'da Efes'i ve diğer batı Anadolu limanlarını ilhak etmekle, iran ticaretinin Küçük Asya'daki bütün önemli ihraç noktalarını ele geçirmiş oluyordu.

Artık ipek kervanları, Osmanlı koruması altında Bursa'ya kadar güvenle yol alabilir ve bu noktada kıymetli yüklerini, Pera'da üslenmiş bulunan italyan tüccara satabilirdi. XV. yüzyılın ikinci yarısına ait kadı sicillerinin ortaya koyduğu gibi,'04 çoğu Müslüman Azerbaycanlı olan iranlı tüccar, ipek yüklerini Bursa'da italyanlarca ithal edilen Batı mallarıyla değişmekteydi. Moğol güzergahının kargaşa içine yuvarlandığı dönemde Bursa, yalnız iran ham ipeği için değil, baharat ve diğer Asya ürünleri için de önemli bir uluslararası pazar konumuna yükselmişti. ipek ticaretinde Bursa'yla rekabet edebilen biricik pazar, güneyde Bitlis-Diyarbekir-Mardin güzergahını kullanan i ran kervanlarının yüklerini getirip boşalttığı Halep'ti. iranlı ham ipek cücearı elde ettikleri nakide Bursa'da mal alımına giriştiklerinden, bu ilk Osmanlı başkenti iran'a yapılacak her türlü ihracatın ancreposu haline geldi. iran cücearı Bursa'da Batı yünlülerinin yanısıra, Körfez'den gelme incileri, Mısır ve Kıbrıs'tan gelme şekeri, hatta Hindistan'dan gelme baharatı da satın alıyordu.

Bursa'nın ipek ticaretindeki rolü, 1352-1453 döneminde Cenovalılar ile Osmanlılar arasında hüküm süren yakın işbirliğini de açıklar. Osmanlılar Anadolu şap madenierinden çıkan şapın son derece karlı ticaret tekelini de Cenovalılara vermişlerdi. 8 Haziran 1387'de yenilenen Cenova kapitülasyonlarına göre,'05 1. Murad Cenovalıları Pera'dan yapılan ihracat ve ithalat için gümrük vergisinden m u af tutuyor; buna karşı lı k malların değerinin yüzde 8'i oranında bir pazar resmi ödenmesini şart koşuyordu. Bu, Osmanlı sultanının Ceneviz Perasını yabancı bir ülke saymadığı anlamına geliyordu. Bu çerçevede Pera'da, pazar bacı gelirinden sorumlu bir Osmanlı temsilcisi de yerleştirilmişti.

ı 02 İnal cık, "Harir", El1, III, ı969, s. 2ı2. ( ı969a); E. A. Zachariadou, Trade and Crusade, Venetian Creteand the Emirates ofMenteche and Aydın (1300-1415), Venedik I 983, s. ı69, not 7ı7. ı 03 Cl ive Foss, Ep hesıts aft er antiquity: a!ate antique, Byzantine and Tu rkshi cit;ı, Cambridge ı979, s. ı46-47. ı 04 Halil İnalcık, "Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Ta rihiyle İlgili Belgeler", Bl, X, ı8, 2ı, 22, 27, 35, 36, 53, ı03, 109, ı 13, ı14, ı31, 164, 172 sayılı belgeler. (1981a); İnalcık, Halil, "Osmanlı İdare, Sosyal ve ekonomik Tarihiyle İlgili Belgeler", Bl, XIII, no. 100. (1988b). ı05 Heyd, (1 936), II, s. 259.

278 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Daha sonra 1432'de Bertrand de la Brocquiere, Türklerin Pera'ya çok sık gelip gittiğini (gram hamise) ve ticaret nedeniyle Konstanrinopolis'te bir acenta bulundurduklarını kendi gözleriyle görecekti.'06 La Brocquiere, Pera'ya gidebilmek için Bursa'da, "[Şam'dan gelen] kervandan satın alacakları baharatı Pera'ya götürecek olan tüccar"ın gelmesini beklemek zorunda kalmıştı. Bursa ile Pera arasındaki trafik Osmanlıların kontrolünde olduğundan, La Brocquiere kapitülasyonların dokunulmazlık tanıdığı Cenovalı taeirierin refakatinde Pera'ya seyahat edebilecekti. Üsküdar'dan Pera'ya geçmek için de Rumiara ait bir gemiye binmişti. Pera'nın Osmanlılara bağımlılığı o kadar güçlüydü ki, 1423 veya 1424'te Pera Cenovalıları ll. Murad'a, surlar üzerinde yaptınlacak yeni bir burca kendi arma ve alametlerini koyması, buna karşılık inşaata malzeme ve para yardımında bulunması teklifini götürmüşlerdi.'07

1453'te Konstantinopolis fe thedildi ve sultan, Pera'yı hiç zarar vermeksizin ele geçirmek için, kentin Cenovalı, Rum, Ermeni ve Yahudi nüfusuyla anlaşmaya çalıştı. Pera'nın bir ahidname garanrisi altında teslimi sırasında Konstantinopolis halkının başına gelenleri gören çok sayıda Cenovalının paniğe kapılıp kaçmasına karşılık, bazıları Pera'da kaldı ve diğer dini cemaatlerin mensupları gibi, Osmanlı tebaası olmayı kabul etti. Kapitülasyon ayrıcalıkları çerçevesinde Pera'da kalan Cenova vatandaşları, noter kayıtlarına göre "sanki hiçbir şey değişmemişçesine" normal ticari faaliyetlerini sürdürdüler.'08 Bunu izleyen dönemde Cenovalıları, Bursa pazarının en aktif ipek alıcıları arasında görüyoruz. Bursa'dan Çeşme (Aerithrea) yarımadasının en ucunda Çeşme kasabasına kadar uzanan bir kervan yolu, Bursa pazarını Sakız adasına da bağlıyordu. Eldeki kayıtlara göre, daha 1456'da Sakız'dan Cenova'ya oldukça büyük bir ipek sevkiyatı yapılmıştı.'09 Gene de iran ham ipeğinin esas ihraç kanalı, daha kısa olan Bursa-Mudanya­ Pera yoluydu. Bir bakıma bu, Papalığın doğu Akdeniz'deki islam ülkelerine 1291'de koyduğu ablukaya Müslüman dünyasının cevabıydı. Batı'nın Kutsal Diyarlar'daki son kalesi olan Akka'nın da 1291'de düşmesinin ardından, genellikle Latinler Levant'taki mevzilerinde; Kefe, Trabzon, Sakız ve diğer doğu Ege adalarıyla birlikte Kıbrıs'ta cucunmaya çalışıyorlardı. italyanlar, mevcut koşullar karşısında Konstantinopolis-Pera'ya çekilip burayı karargah edinmişlerdi. Burası faaliyetlerinin başlıca merkezi haline gelmiş ve yeni bir ticari canlanış dönemi yaşamaya başlamıştı. Öte yandan, batı Anadolu'daki Türkmen beyliklerinin yükselişini ve onların içinde, Bizans ile Ceneviz Pera'sına en yakını, en güçlüsü,

ıo6 B. de La Brocquiere, Le voyage d'Ou�·emer, der. Ch. Schefer, Paris 1892, s. 86-87, 102. ı 07 Heyd (ı936), II, s. 278-85.

ı08 İnalcık, "Ottoman Galata, ı453-1553", der. E. Eldem, Premiıire recontre internationale sıır l'empire et la Ottoman et la Tu rquie moderne, İstaııbul ı99ı, s. 57-60. ı 09 J. Heers, Genes au XVsiecle, activite eecoııomiqueet problims sociaux, Paris ı96ı, s. 54.

279 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI aynı zamanda bölgenin en çok gelecek vaat eden unsuru olarak Osmanlı devletinin belirmesi ni de, ancak Levant'a hakim olan yeni koşullar çerçevesinde anlayabiliriz. Her halükarda, büyük bir talep patlamasının ve Floransalı, Cenovalı, Yahudi cücearın verdiği yüksek fiyatların hareketlendirdiği Bursa ipek pazarının, 1487-1512 döneminde rekor düzeyde ham ipek ithal ettiğini görüyoruz (Tablo ll) .

Tablo ll: Bursa'da ham ipekten alman mlzan (tartı) vergisinden sağlanan toplam gelir (üç yıllık iltizamlar itibariyle, milyon akça olarak).

Yıl Toplam gelir 1487 6.00 1508 5.45 Gelibolu'nun Mizan vergisi geliri 1512 7.35 dahil 1513 7.30

1521 2.1 o 15 14-20 ı. Selim'in ipek ambargosu 1523 3.00

1531 3.1 o 1540 2.90 1542 3.80 1557 4.20

1558 4.1 o 1577 2.38 1578 iran Savaşı 1598 4.55 iran Savaşı 1606 5.20 iran Savaşı 1638 3.12 iran Savaşı

Pera ile Bursa arasındaki ticaretin örüntüsü ve müşterilerinin 1432'den 1500'e değişiklik göstermediğine, La Brocquiere ve Maringhi tanıktır. Öte yandan, Sakız için 1415'ten beri sultana haraç vermekte olan Cenovalılar Bursa ile canlı bir ticaret sürdürüyorlardı. Sakız tüccarı, Bursa'ya büyük miktarlarda mastika getirip karşılığında ham ipek alıyordu. Böylece Bursa, mastika için de bir pazar oluşcurmuştu; gerek Doğu, gerekse Batı tüccarı, bu kıymetli metayı buradan satın alıyordu. Sakız Cenovalılarının Osmanlılara karşı Cenova'dan bağımsız bir siyaset izlemelerinin temelinde, bu olgu yatıyordu.

280 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Tablo lll: 1519'da Cenova'nın Osmanlı imparatorluğu'ndan yaptığı ithalat (duka altını olarak).110

Ham ipek 369.991 Yün 106.194 Pamuk 67.377

Bir zamanlar Karadeniz'de köle alım satımına hakim olan Cenovalıların, ll. Mehmed'in Müslüman köle ticaretine getirdiği yasak nedeniyle, bu çok canlı ticaretlerinin büyük ölçüde gerilemesine karşın, onların Levant'ta özellikle ham ipek ticareti gelişme gösteriyordu (Tablo lll). 1500'e gelindiğinde, Maringhi'ye bakılırsa, Bursa pazarında ham ipek alımında artık sadece Cenovalılar ve Yahudiler, Floransalılarla rekabet edebiliyordu. Kefe Cenovalıları da, 1475'te Kefe fe thedilip Cenovalı nüfus istanbul'a sürülünceye kadar, Cenova'nın eski Sakız­ Pera-Kefe trafik düzeninin aktif ortakları arasındaydılar.111

XV ve XVI. yüzyıllarda iran'dan Bursa'ya gelen ipek tüccarının ezici çoğunluğunu, Farsl ve Azeri Müslümanlar oluşturuyordu. Çoğu Tebriz, Şemahi, Saad Çukuru, Gilan ve Şirvan'dan olmakla birlikte, aralarında Yezd, Şiraz, Kazvin, Kazerun, isfahan, Kaşan ve Sebzavar'dan olanlar da vardı. Bazıları Bursa'ya yerleşip kalıyordu; örneğin, Alagöz adında birine, Bosna'daki tüccardan alacaklarını tahsil etme yetkisi verdiğini öğrendiğimiz Hoca imadeddin bunlardandı. Tebriz gibi Bursa da, iran'daki ortaklarının acentası olarak faaliyet gösteren iranlı tüccar ve sarrafların karargahına dönüşmüştü. Bunlar ya italyanlarla Bursa'da doğrudan temas kurup iş yapıyor, ya da kendi temsilcilerini Balkaniara ve italya'ya yolluyorlardı. Tipik bir iranlı taptancı tacir, 1467'de Bursa'ya 220.000 akçe (veya 5.000 duka altını) değerinde 4.400 lidre (ya da 1.408 kilo) ham ipek getirmiş olan Şemahili Hoca Abdürrahim'di.112 Türk ipek cücearı da iranlılardan Bursa'da satın aldıkları ham ipeği doğrudan italya'ya ihraç ederken, bazen acenta olarak azatlık kölelerinden yararlanıyorlardı.

XV. yüzyıl ile XVI. yüzyılın ilk yarısında ipek ticaretine, Osmanlılar ve italyanlarla birlikte Müslüman iranlılar hakimdi. italyan belgelerinde iranlılardan (Osmanlıların Farsl ve Azeriler için kullandığı Acem sözcüğünden bozma bir deyimle) Azemi diye söz edilir. Bu dönemde Bursa kadı sicillerinde Ermeni

I ı O Tablo, Gioffre, (ı960), s. 233-234'ten derlenmiştir. I ı ı M. Balard, La Romanie genoise, II, Paris I978,s. 533-98, 852-62. I ı 2 Halil İnalcık, (l960a), s. 53.

281 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI tüccara daha az rastlanır.m Ne var ki, Şah Abbas zamanından başlayarak onun öncelik verdiği Ermeni ler, Müslümanların yerini alacak; ta Venedik ve Livorno'ya kadar iran ticaretine hakim olacaklardır. italya'nın, gelişen ipekli dokuma sanayilerinin, XV. yüzyılda Bursa pazarından ithal edilen iran ham ipeğine bağımlı olduğunu söylemiştik. Bu pazarın 1500 yılındaki canlı ve renkli görüntüsünü, Giovanni de Maringhi adındaki Floransalı bir tacirin mekcup ve raporları aracılığıyla yakalıyoruz.

1500 dolaylarında Bursa pazarı ndaki i ran ipeği ticareti çok canlıydı (bkz. Tablo ll). Yabancı tüccar, ipek kervanlarının Bursa'ya varışını sabırsızlıkla bekliyor; mümkün olduğu kadar çok ipek satın almak için keskin bir rekabet içinde bulunuyordu. 1501 yılının ilk yarısında Floransalıların satın aldığı 60 balya, Cenovalı ve Yahudi cücearın alımları toplamının iki katıydı."4 Ağustos'ta satın alacak ipek kalmadığında, fiyat lidre başına 69 akçeye yükselmişti. Fiyatlar bu şekilde, piyasada mevcut ipek miktarına göre 62 akçe ile 69 akçe arasında mevsimlik oynamalar gösteriyor; Floransa'da ipek fiyatları Bursa'yı izliyordu. iş hacmi ilkbaharda doruğuna ulaşır; her biri ortalama 200 fardel/o dolayında astarabadl ipek taşıyan kervanlar peşpeşe Bursa'ya varırdı. Bursa'nın bu sırada bin tezgah çalıştıran ipek sanayii115, herhalde çalışma döneminde günde beş yük tüketiyordu. Bursa pazarına bir yıl içinde altı kervanın geldiği düşünülürse toplam 1.200 yük, ya da 120 metrik ton ham ipek geldiğini kabul edebiliriz. 1617'de Şah Abbas ingilizlere ihracat için 2-3.000 balya teklif etmişti; toplam üretimin ise 20- 22.000 balya olduğu tahmin ediliyordu. Bursa'nın iran'dan ham ipek ithalatının yarısından dörtte üçüne kadarı buradan italya'ya ihraç edilmekteydi. Bursa ipekli sanayiinin kendi tüketiminin yarısını, 1500'1ü yıllarda iran ham ipeğinin bir bölümü de, Kefe ve Akkirman ile Tuna iskelelerine ait gümrük defterlerinin tanıklık ettiği gibi, Balkanlar ile orta ve kuzey Avrupa'ya ihraç ediliyordu."6 Bu dönemde Bursa piyasasında satılan en kaliteli mallar, Stravai (Astarabadl), Leggi (Lahican) ve Sari türü ham ipeklerdi.

Baharat ticareti gibi ipek ticaretinin de, 1250'den itibaren dünya siyasetini etkileyen en önemli ekonomik sorunlar arasında yer aldığını söylersek, abartmış olmayız. ipek ticaretine taraf olan devletler, yani iran, Osmanlı imparatorluğu ve i talyan kent devletleri, bu ticaretin ekonomileri ve maliyeleri açısı ndan taşıdığı can

113 F. Dalsar, Bursa'da İpekçi/ik, İstanbul 1960; s. 274; İnalcık , a.g.e., (l960a), Belge no: 32· 114 G.R. B., Ffo rentimıe merchants in the Age of the Medicis, Cambridge, Mass I 93 2, s. II8. 115 İnalcık (1969) aynı eser. 216. 116 Halil İnalcık, "1l1e question of the dosing of the Black Sea under the Otromans", A1·kheon Po ntu, XXXV, 1979, s. 74-110. (1979 a).

282 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa alıcı önemin tamamıyla farkındaydılar. Tebriz ile Bursa arasındaki ipek yolunun komrolü uğruna verilen mücadele, Osmanlılarla iran hükümdarları arasında XV ve XVI. yüzyıllar boyunca sürüp gini. 1472'de Uzun Hasan, ll. Mehmed'in kaçakçılığı önlemek için yeni bir gümrükhane tesis etmiş olduğu Tokat'ı, kasıtlı ve bilinçli olarak yerle bir eni. Buna karşılık, doğuda barışı bozmamaya özen gösteren ll. Bayezid döneminde ipek ithalatı rekor düzeylere ulaştı (bkz. Tablo ll). Ne yapıp yapıp Şah ismail'i mahvetmeye azmeden 1. Selim ise olağanüstü bir yönteme başvurdu. iran'dan her türlü ipek ithalatına ambargo koydu ve Osmanlı topraklarında ham ipek ticaretini tümüyle yasakladı.117 Kesin ambargo, şaha karşı sefer hazırlığının başlamış olduğu 1514 ilkbaharında ilan edildi. iran'ın Avrupa'ya ipek ihracatını tamamen durdurmak amacıyla sultan, Memluk egemenliğindeki Arap ülkelerini de ambargonun kapsamına aldı. Herhangi bir şekilde iran ipeği bulunduran Türk, iranlı veya Arap her kim olursa olsun malına el konacağını açıkladı."8 Selim'in bir elçi aracılığıyla kararının nedenlerini açıklamasına karşın, bu önlem Mısır'la arasında ek bir süreüşme nedeni oldu. Herhalde bu ambargo, eşi görülmedik derecede radikal bir adımdı. Ortadoğu geleneğinde, hükümdarlar arasındaki çatışmaların, vergi yükümlüsü sıradan halka uzanmasının, ya da onlara zarar vermesinin yeri yoktu. Sadece geçimini sağlamakla ilgileniyor olması gereken halk, her koşul altında korunmalıydı. Tebaasının günlük hayatı ve geçim kaynaklarına müdahale, şöhret ve itibarını korumak isteyen adil bir hükümdarın titizlikle kaçınması gereken bir şeydi. Dolayısıyla, başlıbaşına ambargo düşüncesi, toplumun bütününün asla kabul ederneyeceği bir yenilikti (bid'at). Açıktır ki, bu yasak, savaş dönemine özgü geçici bir önlemdi. Herhangi bir tacirin stoklarının siyasi nedenlerle müsadere edilmesi hukuk dışı olduğundan, el konan mallar titizlikle kaydedilip, olağan koşullara dönüldüğünde sahibine iade edilecekleri bildiriliyordu. Gene de bu sert ve alışılmadık önlemin kamuoyu üzerindeki etkisi, Osmanlı tarihçilerini, sulcanın amacının aslında müsadere değil, sadece düşmanı gelir kaynaklarından yoksun bırakmak olduğunu uzun uzadıya anlatmaya sevkedecek derecede derin oldu.119 Gene aynı eylemi haklı göstermek için, cücearın iran'a silah taşımakta olduğu da öne sürüldü. Osmanlı topraklarında yakalanan iranlılar Rumeli'ye sürgün edilip orada gözaltına alındı ve ipek yüklerine el kondu. Derken 1518'de, Osmanlı topraklarında ham ipek satışı toptan yasaklandı. Emirlere karşı gelen Osmanlı tebaasının, sarmış oldukları ipeğin karşılığı olan parayı hazineye teslim etmeleri zorunlu kılındı.'20 Bu haşin önlemlerin ipek cücearı ve sanayii üzerindeki dolaysız etkisinin yanı sıra, ambargonun ekonomik sonuçları yalnız iranlılar için

117 Sa'dedin, Tiicii't-twarih, II, İstanbul 1863, II, s. 276. I 18 A. Feridun, Miiıı;edtii's-Sel.lıtin, I, 1858, s. 425. IJ9 Sadedin, II, 1863, s.276. 120 Dalsar (1960), s. 200-213

283 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI değil, Osmanlılar ve i talyanlar için de felaket oldu. Ambargo nedeniyle Bursa ipek sanayiinde yaygın bir şekilde işsizlik ve iflaslar başgöstermiş olmalıdır. 1586 gibi daha geç bir tarihte Osmanlı imparatorluğu ile i ran tekrar savaşa turuşruklarında, beklenen iran tüccarının ancak yarısının gelmesi, Bursa piyasasında ham ipek fiyatlarının fırlamasına ve Bursa'daki ipekli dokuma tezgahlarının dörtte üçünün durmasına yol açacak; 30, 40, hatta 60 tezgahı olan büyük dokumacılar iflas ederken, birçoğu, anlaşılan borçları nedeniyle ortadan kaybolacaktı.121 1514-1518 ambargosu sırasında ise, Sohumi üzerinden gelen Gürcistan ipeği kısıtlamaların dışında rutulmuşcu.ın Ayrıca, Osmanlı topraklarında, örneğin Balkanlar'da Mora, Prizren ve Arnavutluk ile Anadolu'da Bursa, Bilecik ve Amasya'da da, bir miktar ham ipek üretiliyordu. Oysa normal zamanlarda, yüksek kaliteli ve görece ucuz iran ham ipeğinin Bursa pazarındaki bolluğu, yerli ham ipek üretiminin gelişmesini önleyici bir rol oynamaktaydı.

Selim'in ambargosu İtalyan ipekli dokuma sanayıını en önemli hammadde kaynağından yoksun bıraktığından, italya'da paniğe neden oldu. Girişimci Cenovalılar eski Astarabad-Hazer Denizi-Ascrahan güzergahından ticaret trafiğini canlandırmanın yollarını aramaya başladılar.m Astrahan-Moskova güzergah ı, daha 1476'da Co n tari n i Astrahan'a geldiği nde bi le akti fti'24 ve Moskova bu yolla Yezd'den ipekli kumaş alıyordu. Daha sonra ingilizler de, Hindistan ve iran malları için böyle bir ticarec yolu oluşturmaya çalışacaklardı.

Sultan Selim'in koyduğu ambargonun, uluslararası ticaretin yıllardır yerleşmiş örüntüsünü bozmak suretiyle, ilgili herkesi büyük kayıplara uğratmakta olduğu açıktı. 1. Süleyman (1520-1566) babasının yerine tahta çıktığında, iran'la ipek ticaretini eski düzenine kavuşturmakla kalmadı; hapisteki tüccarı serbest bıraktırıp, malları emanete alınmışsa iade, yoksa tazmin eteirmek yoluna gitti. Ancak, bu tarihten itibaren, Azerbaycan'ın ipek üretim bölgelerini doğrudan denetim altına almanın, muhtemelen Osmanlıların hedefleri arasına girdiğini an lıyoruz. Süleyman' ı n 1533-1536, 1548-15SO ve 1553 -155 5 'teki i ran seferleri sırasında Azerbaycan üst üste istila ve Tebriz iki kere işgal edildi (1534, 1548). ı. Selim döneminden başlayarak Dağıstan, Şirvan ve Gilan'daki yerel hanedanlar hep Osmanlı'dan himaye ummuşlardı. Azerbaycan'ın Şirvan'a kadar olan bölümü, ancak 1578-1590 savaşı sırasında Osmanlı imparatorluğu tarafından işgal ve ilhak edildi. Böylece belli başlı ipek üretim bölgeleri, Şah Abbas karşı saldırıya geçip 1603-1605'te Osmanlıları Azerbaycan'dan atıncaya kadar, bir

121 Aynı eser, belge no. 273. 122 Aynı eser, belge no. 83. 123 Hey d (1 936), II, s. 507.

124 Conrarini, Tra vels in Tıma and Persia, der. Lord Stanley of Alderfy, Londra 1873, s. 151 .

284 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa süre Osmanlıların elinde kaldı. Her halükarda Bursa, 1540'Iarda hala, ipek satıp kalay ve Batı'nın yünlü kumaşlarını alan iranlı tüccarın başlıca amreposu olmaya devam ediyordu. 1600 dolaylarında iran'ın bu mallara ihtiyacı tahminen 2.000 balya kumaş ve 40-50 ton kadar kalaydı.m iranlıların Bursa'da Hint baharacı da almış olmaları ilginçtir. Örneğin, Alaeddin adında bir iranlı tacirin, Kıbrıs'tan ithal edilmiş şeker ve Hindistan'dan ithal edilmiş karabiber alımına 32.000 akçe ya da 640 duka altını harcadığını biliyoruz.126

125 N. Steensgaard, Carrack, caravans and companies, Kopenhag 1972, s. 368. 126 Dalsar (1960), s. 272.

285 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

PERA VE BURSA'DA FL ORANSALILAR

Bizans'ta Floransa tüccarı, yünlü kumaşlarının satışı açısından ayrıcalı k lı bir konuma sahipti. Floransa yünlüleri bütün Asya'nın lüks emtia ticaretinde çok aranan mallardan olduğundan, keme büyük karlar sağlıyordu. Ne var ki, 1421'de Pisa'yı artık kesin olarak ele geçirinceye kadar, Levam ile ticaretinde Floransa, Venedik ve Cenovalılara bağımlıydı. Floransa kumaşlarını Venedik'in satın alıp tekrar Doğu'ya ihraç ediyor olması, 1423'te Venedik doge'u Tommasa Mocenigo için hala övünç kaynağıydı:

Floransa'dan her ytl gelen 15.000 parça kumaşı, Venedik Magrib'e, Mısır'a, Suriye'ye, Kıbrıs'a, Romanya'ya [Balkan/ara], Girit'e, Mora'ya ve Styria'ya dağıtır. Onlar ayrıca, aylık değeri 70.000, yıllık değeri ise 840.000 duka altınını bulan daha bir yığın malı da bize teslim ederler. Buna karşılık Floransalılar Ve nedik'ten Fransa ve Katalanya yünü, ktrmtzt boyasıyla boyanmtş kumaş/ar, taranmış yün, ipek, altın ve gümüş iplik ve kıymetli taşlar alırlar.127

Bursa'da Floransa tüccarının varlığı, 1432'den itibaren belgelenmiş bulunmaktadır.128 1463-1500 döneminde Pera'daki Floransa kolonisi, ll. Mehmed'in politikası sayesinde büyük servet ve nüfuz kazanmıştı.129 Venedik ve Cenovalılar, ll. Mehmed'in Mora, Arnavutluk, Bosna ve Karadeniz'e yayılma planlarının karşısına dikildiklerinde, sultan, imparatorluğunun Batı'yla olan can alıcı ticaret ilişkilerinde, Venediklilere bağımlılığını azaltmak amacıyla, Floransalılara yöneldi ve onları özellikle kayırmaya başladı. Ayrıca Osmanlılar, Batı'nın en önemli ihraç ürünü olan kaliteli yünlülerin aslında Floransa'nın arte di lana'sı (yün esnafı loncası) tarafından dokunup veya son işlemlerinden geçirilip, daha sonra Venedik üzerinden Osmanlı pazarlarına ihraç edildiğinin de farkındaydılar.

Bu dönemde Levant ticareti, cam bir yükseliş içindeydi. Galata'ya yerleşmiş Floransalı ticaret ajanı Benedetto Dei, 1460-1472 yıllarında sulcanın en güvenilir danışmanı oldu. Aslında ll. Mehmed'in Levant ticaretinde Floransa'yı arkalama düşüncesi, Konstantinopolis'i fethettiği günlerde doğmuştu. Daha 1455'te sultan, Osmanlı topraklarındaki Floransalılara çeşitli lütuflar bahşediyordu. 1454'ten sonraki ticari gelişmenin bir yansıması olarak, her yıl istanbul !imanına

127 Heyd (1936), II, s. 296. 1420 dolaylarında Venedik'iıı, esas olarak Levant'a ihraç etmek üzere satııı aldığı kumaş miktarı, bazen yılda 48.000 parçayı bıtLuyordıt: bkz. Luzzatto'dan naklen Sella,

1968, s. lll. 128 La Brocquiı�re, 1892, s.82.

129 İnalcık, (1991), s. 60-66.

286 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa gelen Floransa teknelerinin sayısı 1454-1461 arasında tek bir gemiden üç gemilik bir konvoya çıkmıştı.

Elde ettikleri muazzam çıkarlar karşılığında Floransalılar, Galata'da acentalarını idame için gerekli, yılda 5.000 duka altınını seve seve ödüyorlardı. 1461'de sultan bir bahaneyle Venediklileri devlete ait (mirl) evierden çıkartıp, yerlerine Floransalıları aldı. Ertesi yıl Mehmed Midilli'yi fethettiğinde, o sırada Haliç'te demirli olan üç Floransa gemisi sultanı memnun etmek uğruna zafer şenliklerine katıldı. Gene 1463'te, sulcanın Bosna'da kazandığı zafer vesilesiyle Pera'daki Floransalılar evlerini ve sokaklarını süsledikleri gibi, sultan da banker Carlo Martelli'nin konağına misafir gelip yemek davetine katılmak suretiyle onları şahsen onurlandırdı. Nihayet, Pera'daki Floransa kolonisinin başı olan konsolos Mainardo Ubaldini ile Pera'n ın diğer Floransalı tacir ve acentaları, ll. Mehmed'in 1463'te Venedik'e savaş açma kararında aktif bir rol oynadı lar.

Venedik Cumhuriyeti sulcanla savaş halindeyken Floransa'ya özel bir elçi yollayıp o yıl istanbul'a gemi gönderilmemesi talebinde bulundu. Floransa buna ilginç bir tepki gösterdi. Külliyeeli miktarda kumaşın Osmanlı pazarına sevkedilmek üzere hazır beklediğini; öte yandan gönderilecek gemilerin, aslında istanbul'da oturan Floransalıları korumaya yarayacağı n ı öne sürdüler. işi n gerçeği, politik ve ekonomik koşulların Venedik'e karşı sultan ile Floransa arasında doğal bir ittifak yaratmış olmasıydı. Venedik'in ve Papa'nın Floransa üzerindeki baskısı ise, ll. Mehmed'in Galata'daki Floransalılara olağanüstü bir dostluk göstermesiyle dengeleniyordu.

1467'de Floransa, i talyan kamuoyunun baskısıyla n ihayet Pera'yı boşaltmaya karar verip de, bütün ticari firmaların yöneticileri servetlerini Aneona gemilerine yükleyerek ülkelerine dönmek üzere yelken açtıklarında, açık denizde yol alan Venediklilerce kesilip herşeyleri yağma edildi. Böylece, Floransa ile Galata arasındaki dolaysız trafik 1472'ye kadar kesintiye uğradı. Her ne kadar bu dönemde Floransalılar, Cenova aracılığıyla Pera ile bağlantı kurabildilerse de, 1467 ve 1469'da istanbul ve Pera dahil Osmanlı wpraklarını kasıp kavuran korkunç veba salgını, Floransa'nın Levant ticaretine bir darbe daha indirdi. 1467 yazının ortalarında başgösteren bu salgın hastalık, olaylara bizzat tanık olan Kriwvoulos'a göre, Osmanlı başkentinde günde 600'den fazla kişinin canını alıyordu.130 Bütün bu aksiliklere karşın elli dolayında Floransalı ticari acenta, Osmanlı imparawrluğu'nda, Edirne, istanbul, Gelibolu ve Pera'da oturmaya devam ediyordu.

130 Krirovoulos , 1954, s. 219-21. İnalcık, 1991, s. 62. Aynı eser, s. 63-66.

287 HALİL İ NALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ll. Mehmed'in Floransalılara verdiği ilk resmi kapitülasyonun metni, henüz bulunabilmiş değildir. Ancak, ellerinde böyle bir araç olmadan, Floransa kolonisi Pera'da tutunamazdı. Venedik'le barışın 1479'da tekrar tesis edilmesine karşın, ll. Bayezid (1481-1512) de Floransalılarla iyi geçinme ve payitahtındaki varlıklarını sürdürmeye özendirme konusunda babasından geri kalmadı. Hatta, bu konuda belki daha müsait davrandıysa, herhalde bunun bir nedeni, Osmanlı tahtı üzerinde hak iddia eden Cem Sultan'ın 1482'den beri Avrupa'da yaşıyor olmasıydı. 1483'te yeni sultan, Floransa'ya gönderdiği elçisi aracılığıyla, saray için her yıl vergiden muaf olarak 5.000 pastav yünlü kumaş satın almayı taahhüt ediyordu (bir pastav veya fardeli o, 50 arşun ya da 34 meere kadardı).131 1507'de Galata'daki Floransalı cücearın sayısı altmış veya yetmiş dolayı na çıkmıştı ve yıllık ciroları da 5-600.000 duka altınını buluyordu. ll. Bayezid ve ı. Selim'in Floransalılara bağışladıkları kapitülasyonlar, ı. Süleyman tarafından 1527 Ekim'inde yenilendi.132 Bunların 1482'de Venedik'e tanınan kapitülasyonlarla karşılaştırılması, Floransalıların aynı seyahat ve ticaret özgürlüğü güvenceleri ile taeirierin kendilerinin ve mallarının güvenliğine ya da gümrük vergisi oranlarına ilişkin aynı hükümlerden yararlanabildiğini ortaya koymaktadır. istanbul'a gidecek olan Floransa elçisine 1488'de verilen tali matta, Lecce-Avlonya deniz yolunu izleyen Floransalıların Avianya'daki yerel Osmanlı makamlarınca maruz bırakıldığı çeşitli güçlükler ile Avionya-Edirne kara yolu üzerinde aynı vergi ve resimleri iki-üç defa ödemek zorunda bırakılmaları hakkında bazı şikayetler dile getirilmişti. Floransalı tüccar, Aneona veya Raguza'dan (Dubrovnik) deniz yoluyla istanbul'a gidecek olduğunda, genellikle Aneona veya Raguza gemilerine biniyordu. Ancak, gerek korsanlardan, gerekse Venediklilerden kaçınabiirnek için, kısmen denizden, kısmen de karadan giden Ancona-Raguza-Saraybosna­ N o vi bazar-Edirne-Pera veya Leece-Avionya-Ed i rn e-Pera güzergah 1 arı n ı terci h ettikleri oluyordu. Raguzalı ve Müslüman tüccarın da kullandığı bu kara yolları, Adriyatik'ten Edirne'ye Balkan yarımadasını enlemesine kesen başlıca ticaret yolları haline gelmişti. Sonuç olarak, 1. Süleyman'ın Ekim 1527'de yenilediği kapitülasyonların özel bir hükmünde (madde 20), Floransalı cücearın Balkanları kara yoluyla aşarken karşılaştığı güçlük ve tehlikeler dile getiriliyordu.

Avianya'dan deniz yoluyla Adriyatik'in i talya yakasına geçiş güveni i ği de Floransalı tüccar için hayari önem taşıdığından, bir başka özel hüküm, Venedik ve Cenovalıların deniz korsanlığına karşı Floransa tüccarının mal varlığını güvence altına alıyordu. Bunun örtük anlamı, aynı güvencenin Avianya'daki

131 İnalcık (1991), s.62. 132 Aynı eser, s. 63-66.

288 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Osmanlı leventlerinin olası eylemlerine karşı da geçerli olmasıydı. Floransalılar kendilerine verilecek kapitülasyonlara, çifte vergilendirmenin önlenmesine, yerli gayrimüslimlerin maiyetlerinde istihdamına ve farklı hukuki yetki alanlarında alınan belgelerin geçerliliğine ilişkin özel hükümler koydurtmayı da gerekli görmüşlerdi, çünkü, bu gibi konularda yerel makamlarca sık sık taciz edilebiliyorlardı. Osmanlı hükümetinin kapitülasyon belgesine bu gibi özel hükümler eklenmesini kabul etmesi ise gerçekten özel bir kayırma demekti. istanbul, Pera, Bursa, Edirne, Gelibolu, Sofya ve Rodos'ta Floransa konsolosları ve cücearı bulunuyordu.

Benedetto Dei, Floransa'nın Osmanlı imparatorluğu'ndaki ticari faaliyetinin Venedik üstünlüğüne meydan okuyarak geliştiği ve parlak bir geleceğe uzandığı inancındaydı.m Türkiye'ye ihraç edilen Floransa yünlüleri hacminin, Floransa ipekiiierinden çok daha fazla olmasına karşılık, kıymetli kadifeler ve brokarlı kumaşlar d ah il Floransa i peki ileri, daha çok Fransa panayırları na, ingiltere'ye ve Hollanda'ya (Antwerp'e) akıyordu.'3' Gerek 1. Selim'in, gerekse halefi 1. Süleyman'ın Floransa kapitülasyonlarını yenilemesine karşın, aslında Floransa'nın Levant'taki "Altın Çağ"ı daha 1. Selim döneminde hızla yok olmaktaydı. Herhalde dış rekabet ve Yeni Dünya'nın keşfinin "insanların dikkatini Levant'tan başka yönlere çekmesi", Floransa'nın gerilemesinin başlıca nedenleri arasındaydı. Daha düşük fiyatlı yabancı yünlülerin devreye girmesiyle birlikte, Yeni Dünya kökenli altın ve gümüş stoklarının bollaşması, bu süreçte özellikle vurgulanması gereken bir rol oynuyordu.m Bu sırada, Venedik'in kendi yünlü kumaş üretimi görece sınırlı boyutlardaydı ve başlangıçta yılda 3.000 parçanın üzerine çıkm ıyordu.'36 Oysa 1569'a gelindiğinde, Venedik'in yüksek kalite yünlü kumaş üretimi yılda 26.000 parçayı aşmış; başka bir deyişle, XVI. yüzyıl boyunca "kent ekonomisinin temel direklerinden biri" haline gelmiş bulunuyordu.137

Oysa Floransa ticareti, XVI. yüzyıla büyük bir patlamayla girmişti. 1499-1503 Osmanlı-Venedik Savaşı, Venediklileri Osmanlı pazarlarından dışlamış; fiyatlar da yüksek seyrettiğinden, bu durum, Floransalıların Osmanlı Türkiyesi'yle ticari gelişiminin dürtüsü olmuştu. Floransalılar, savaş nedeniyle sulcanın kendilerine karşı her zamankinden daha istekli bir tutuma girdiğini memnuniyetle kaydediyorlardı.138 Ne var ki, 1503'te Osmanlı-Venedik Barışı'nın imzalanmasını n 133 Richards, 1932, s. 215. 134 Aynı eser, s. 46, 154. Ağustos ı50ı 'de parlak veren ve 25.000 ölüme yol açan koleranın da, Floransa'nın Türkiye'yle iş ilişkilerine çok olumsuz etkisi olmuştu. 135 Floransa' nın ekonomik gerilemesi için, bkz. G. Luzzatto, Storia ecoııomica, Padua ı954, s. ı O 1. 136 D. Sella, "The rise and fal! ofthe Venetian woolen industry", Pullan (der), ı968, s. lll. 137 Aynı eser, s. 109, 112, 115. 138 Richards (1932), s. ı47.

289 HALİL İ NALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ardından, Venedik'in izlediği saldırgan ticaret politikası belki de yüzyılın ilk birkaç on yılında Floransa'nın Levant ticaretinde başgösteren gerilemenin asıl nedeni oldu. Herhalde Venedik yünlü dokuma sanayii üretiminin 1510'1ardan itibaren fırlaması139 ile Levant piyasalarında Floransalıların yerini Venediklilerin alması, bir tesadüf değildi. Yukarıda belirtildiği gibi, 1527'de yenilediği ayrıcalıklada Sultan Süleyman, Floransa ile ticareti teşvik etmeye çalışmış; 1530-1570 arasında ise imparatorluğun daha önce eşi görülmedik bir servet birikimine ulaşmasıyla birlikte, Batı'nın lüks kumaşiarına olan talebin sürekli artması, muhtemelen, Floransa'nın yünlü dokuma sanayiinin canlanma nedenleri arasında yer almıştı. 1529'da Venedik elçisi, geçmişte Floransa'nın (en iyi ingiliz yününden yapılma) kaliteli "San Martino" kumaşından her yıl 4.000'i aşkın parça, ispanyol yününden yapılma garbi kumaşlarından ise 18-20.000 parça üretegelmiş olduğunu yazıyordu.14° Floransa'nın Osmanlı piyasasına ihracatının büyük bölümü, işte bu garbilerden oluşmaktaydı. Daha sonra, Floransa yünlü dokuma sanayiinin şaşırtıcı biçimde toparlanıp, 1572'de, yani Kıbrıs nedeniyle Venedik'in bir kere daha Osmanlılada yıkıcı bir savaşa tutuşmuş olduğu bir sırada, toplam 33.312 parça kumaş üretmeyi başardığını; bunun da büyük kısmının Levant'a gittiğini görüyoruz ... '

1537-1540 Osmanlı-Venedik Savaşı, Venedik'in kumaş üretimini belirgin biçimde etkilernesininardından, 1570-1573 Kıbrıs Savaşı, Venedik yünlü kumaş sanayiindeki gerilemenin başlangıcı oldu. ileride göreceğimiz gibi, 1569'dan sonra sultanlar artık Fransa ve ingiltere'yi kayırmaya başlayacak; Osmanlı imparatorluğu'na yüksek kalite yünlü kumaş ihracatında Venedik ile Floransa'nın yerini, giderek bu iki ülke alacaktı.

Pera'da F/oransa/1 Bir Ticaret Temsilcisi: Giovanni di Francesco Maringhi, 1497-1506

Floransalı tacir ve ticaret acentası Giovanni di Francesco Maringhi'nin, gerek temsil ettiği Floransa firmalarına, gerekse Osmanlı ticaret merkezlerindeki kendi acentalarına 1501-1502 yıllarında yazdığı mektuplar, italyan işadamlarının Osmanlı imparatorluğu'ndaki faaliyeti ve bu faaliyetin koşullarına ilişkin eşsiz bir tanıklık sunar. Maringhi, 1497'den 1506'ya kadar Pera'da ikamet eden Floransalı bir ticaret acentasıydı. Floransa'nın Venturi, Medici, Galilei ve Michelozzi firmalarını temsil ediyordu ve anlaşılan, bir müstahdem olmaktan çok bir ortak

139 Sella (1968), s. 112. 140 Aynı eser, s. 1 14. 141 Aynı eser, s.115.

290 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa statüsü taşıyordu.142 Örneğin, Mart 1502'de Floransa'dan Leonardo Venturi'yle yaptığı üç yıllık işbirliği sözleşmesine göre, kendisi karın beşte üçünü, Venturi ise beşte ikisini alacak; "çırak"ların yaşama masrafları da aynı oranlarda paylaşılacaktı. Anlaşmaya göre Venturi ve ortakları en az 7.000 duka aleını yatırım yapmak ve son işlemlerini tamamladıkları bütün panni (yünlü kumaş coplarını) Türkiye'de sarılmak veya takas edilmek üzere Maringhi'ye yollamak zorundaydılar. Bu gibi sözleşmeler yoluyla panni tedarik etmenin alternatifi, Floransa'da peşin parayla alım yapmaktı.w

Karargahını Pera'da kuran Maringhi'nin, Bursa, Gelibolu, Edirne ve Sofya'da onun adına alım satım yapan ücretli acentaları vardı.144 Te msilcilerinden Risalti adında, Türkçe bilen biri, Floransa, Pera ve Bursa arasını düzenli olarak dolaşıp, mal ve bilgi topluyordu. Risalti'nin kara yolculuğu masrafları ipek yükü başına 700 akçeyi buluyordu. Maringhi'nin acentalarından bazıları zaman zaman aynı tür başka firmalarla anlaşmaya vardıklarından, hepsini hizmetinde tutmak kolay olmamaktaydı.'4s Arada sırada Maringhi'nin kendisi de bu pazar kentlerine gidip geliyordu.

Maringhi, Galata'daki kumaş coptancılarına kumaş satıyordu. Pera'daki yıllık tüm harcamaları 180-200.000 duka altınını bulduğundan, bunu karşılamak için yılda en az 200 panni satması gerekiyordu. Yerli tüccarın, çoğunlukla da istanbullu Yahudilerin veya Pera'da oturan Cenovalıların satın aldığı panni,'46 imparatorluğun diğer pazar kent ve kasabalarına götürülüyor veya sevkediliyordu. Örneğin, Antonio da Lagnasco adındaki, Pera'nın hayli canınmış bir Cenovalı kumaş coptancısı, kredili alım yapıp pannisini Kefe'ye götürür, kumaşları sarınca borcunu öderdi.147

Maringhi'n in esas işi, Osman lı-Fioransa ticareti nin genel karakteri ne uygun olarak, Floransa pannisini Bursa pazarında iran ipeğiyle değiştirmekci.'48 Bununla birlikte, tipik bir Rönesans taeiri olarak Ankara tiftiği, ipekli kumaş ve kürkler, karabiber, balmumu, Çin raventi, misk, mahmude kökü, kaba yünlüler, iskenderiye keneviri ve başka bazı kalemler dahil hemen her çeşit malın ticaretini yapmaktan geri

142 Richards (l932), s. 147. 143 Aynı eser, s. ı 82. 144 Aynı eser, s. 99, 143. 145 Aynı eser, s. 171 146 Aynı eser, s. 155. 147 Aynı eser, s. 152-153. 148 Hoshino, H., "Il commercio fiorentino nell'imperio orromani: cesri e profırri negli ann i ı 484- 1488", Asp etti, Pisa 1984, s. 984.

291 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI durmuyordu.149 Üç diğer Floransalı onağıyla birlikte Moncasuo'da (Akkerman) ortak iş kurma girişimi özellikle ilginçtir.'S

Levam ticareti açısından siyasi ortam her zaman birincil önem taşıdığından, Maringhi, istanbul'daki Floransa em ino'su aracılığıyla Osmanlı hükümetiyle yakın temas içinde bulunuyordu.151

Maringhi, 22 Şubat 1506'da öldüğünde, geride en az 97.000 duka altını değerinde emlak ve "çeşitli taeirierden alınmış 127.000 duka altını değerinde mal" bırakcı.m Onun meslek hayatı, o sırada Osmanlı imparatorluğu'nda faaliyet gösteren diğer Floransalılar için; örneğin, Medici ailesi mensuplarından Pera, Bursa ve Edirne'de ticareele uğraşan Francesco, Giovanni ve Rafaello için de emsal teşkil eder.153 Francesco daha 1470'de, Medici ve ortaklarını temsilen Pera'da bulunuyor, Bursa ve Edirne'ye de gidip geliyordu. imparatorluk sınırları içindeki diğer Mediciler ise bankacılıktan sabun üretimi ve kumaş boyacılığına kadar çeşitli ekonomik faaliyetlerde bul unuyorlardı.154

Bursa kadı sicilleri, kentteki italyan cücearı ve acentalarının alışveriş işlemleri ve anlaşmazlıklarını daha yakından yansıtmaktadır. 1478'de Piero adındaki bir Floranslı ticaret temsilcisi, toplam 207.920 akçe ya da 4.000 düka altını değer biçilen Batı kumaşlarını dört Müslüman tacire ait ham ipek ve ipekli kumaşlarla takas etmişti.155 Bu takas işlemine giren Batı kumaşlarının dökümü Tablo IV'te gösteri 1 m işeir .

149 Maringhi' nin envanreri için bkz. Richards (1932), s. 185-20 l. 150 Aynı eser, s. 172. 151 Aynı eser, s. 167. 152 Aynı eser, s. 184. 153 Aynı eser, s. 155. 154 Aynı eser, s. 227-28. 155 H. İnalcık, "Osmanlı İdare, Sosyal ve Ekonomik Ta rihiyle İlgili Belgeler", Bl. XIII, 1988, belge no. I.

292 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Tablo IV: Bursa'ya ithal edilen Batı kumaşı türleri156

Miktar Değer(akçe olarak) 113 top 135.600 Floransa yünlüsü 6 top 9.000 19 top 23.000 Bergama yünlüsü 18 top 10.000 Frengi (italyan)kadife 57.5 arşın 11.000 82.5 arşın 7.420 Frengi saten 32.5 arşın 6.500 Altın işlemeli kadife 25 arşın 5.000

Not: Bir arşın 68 santimetreydi ve 1479'da bir düka altını yaklaşık 45 akçe ediyordu

Piero, Ekim 1478'de Bursa'da öldüğünde, kadı bir Cenovalıyı alacaklarını toplasın ve borçlarını ödesin diye terekesine vekil atadı.157 Bunun üzerine, Şam'ın ünlü baharat taeiri Abdurrahman'ın, vefat etmiş bulunan Florasanlı ticaret temsilcisinden 86.000 akçelik bir alacağı olduğu ortaya çıktı. Suriyeli tacir, Piero'ya vermiş olduğu avans nedeniyle önce Zeno, Berto (veya Breto), Andrea ve Bartolomi adındaki dört italyan ile müteveffanın terekesine karşı hak iddiasında bulunda. Bunun üzerine Mihalis adındaki Rum müreveili duruma müdahale etti ve sonunda Abdurrahman'ın alacağı konusunda varılan uzlaşma, resmen mahkeme siciline geçti.158 Öte yandan Pera'da oturan Bartolomi'nin Piero'ya 1.101.5 lid re ham ipek satışı ndan 67.200 akçe borcu olduğu görüldü.

Maringhi gibi Piero da, iranlı tüccarlardan kredi karşılığı ham ipek ve Şam'ın Arap cücearından baharat alıp satmaktaydı. Buna göre, Arap, iranlı, Cenovalı ve Floransalı tacirler dolaysız alışveriş işlemlerine taraf olmuş oluyorlardı. Yerel koşullara aşina olan Levanten italyanlar ile Rumlar da işin içindeydi (bkz. Tablo VI). Öte yandan, bu ticaretin bütün hukuki boyutlarını Bursa kadı sı düzenliyor ve güvence atına alıyordu. Başka bir deyişle, uluslararası Bursa piyasasının karmaşık bir ilişkiler ağı vardı ve bu piyasanın pürüzsüz işleyişinde Osmanlı kadısı önemli bir rol oynuyordu.

156 Kaynak: Richards (1932). 157 Aynı eser, belge no. 29. 158 Aynı eser, 37 ve 41 sayılı belgeler.

293 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Değişilen mallar i pek: Floransa'da art e di s eta daha 1193'e kadar inen erken bir tarihte ortaya çıkmıştı ve "XV. yüzyıla gelindiğinde, önem ve zenginlik bakımından arte di lana ile aynı sırada yer alıyordu."159 1473'te yün cücearı loncasına 270 acölye, ipek cücearı loncasına ise 83 atölye dahiidi ve ipek imalatçılarının Fransa, ingiltere ve Hollanda'nın yanı sıra Osmanlı imparatorluğu'nda da temsilcilikleri bulunuyordu. 1470'Ii yıllarda Pera'daki Floransalı ticaret ajanı Benedeuo Dei, bütün bu yerlerde satılan "her çeşit Floransa mamulünün, özellikle de ipekliferiyle altın ve gümüş brokarlı kumaşlarının, Venedik, Cenova ve Lucca mallannın toplamından fazla" olduğunu söyleyerek övünüyordu.160

Bütün bu iş alanlarından en karlısı, Bursa ile Floransa arasındaki ipek ticareciydi. 1509 yılı dolaylarında, eaşıma maliyeelerinin balya başına 900 akçe veya 18 duka altını gibi olağanüstü yüksek düzeylere ulaşmasına karşın, Floransa'da ham ipek balyası başına 70-80 duka altını kar elde edilebiliyordu.161 Guanti'nin muhasebe defterine göre,162 1484 ile 1488 yılları arasında bu kişi adına Floransa'da satılan ham ipeğin coplam ağırlığı 4.795 Bursa lidresini (1 lidre = 320,7 gram), değeri 6.022 "büyük" florini, buna karşılık satış masrafları 1.172 florini buluyordu (bir "büyük" florin veya Floransa altını yaklaşık 48 akçaydı). Guanti net karını 977 florin olarak veriyordu (ipek alım fiyatları için, bkz. Tablo V).

Tablo V: 1501'de Floransalılarca Bursa'da yapılan ipek alımlarının fiyatları163

Akça olarak fıyat, Bursa lidre'si Ta rih ipek türü başına

Mayıs Seca leggi 59-60

Mayıs Seca leggi 59

Mayıs Scravai (?)64

Haziran Serava i 65

1 Te mmuz Leggi, scravai 65-69

14 Te mmuz Sari 69-70

Ağustos 66

Not: Bir Bursa lidresi 320,7 gramdı.

159 Richards (1932), s. 44. 160 Aynı eser, s. 45. 161 Aynı eser, s. 102, 104, 112, 169, 262. 162 Hoshino ( 1984). 163 Kaynak: Richards (1932), s. 67-70, 111-112.

294 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

Floransa yünlüleri: Floransa'nın refahının temelini, yünlülerinin Bursa'da ham ipekle değişilmesi oluşruruyordu. 1400-1630 döneminde Bursa, yukarıda anlatıldığı gıbi hem i ran ham ipeğinin başlıca uluslararası pazarı, hem de Asya'nın bütünü için en iyi kalite Batı yünlülerinin anueposu konumundaydı. Daha XIV. yüzyılın ortalarına doğru Tebriz gümrük yönetmeliklerinde "kumaşlar ve scarlat gibi Avrupa mamulleri"nden söz edilmesi,164 Batı'nın kumaş ticaretinin iran'da kazandığı önemi yansıtmaktaydı. Daha önce de kaydettiğimiz gibi XIV. yüzyılın ikinci yarısında italya ile Tebriz arasındaki trafik, Trabzon-Konstantinopolis hattından Tebriz ile Bursa arasındaki kervan yoluna kayacak; böylece ilk Osmanlı başkenti, Avrupa kumaş ticaretinin en önemli uluslararası mahreci haline gelecekti. Batı'dan Bizans Konstantinopol is' i ne ve Pera'ya ulaşan kumaş balyaları, bu tarihte Bursa'ya naklediliyordu. iran'a transit gidenlerin yanısıra, tabii bu ithalatın önemli bir bölümü de Osmanlı imparatorluğu'nun dört bir yanına sevkedilmek üzere yerel tüccar tarafından satın alınıyordu. Floransa'nın ipekli ve yünlü dokuma sanayilerinin canlılığının, iran ipeğinin Bursa piyasası üzerinden ithal ve tekrar ihraç edilmesine bağlı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Büyük ipek alımları, yünlülerin ipekle takasından sağlanan karın yüksekliği nedeniyle, yünlü kumaş üretiminin aremasını da teşvik ediyordu. Maringhi, yünlüleri ipekle takas etmenin, doğrudan Bursa'daki kumaş coptancılarına parayla satmaktan daha akıllıca olduğunu gözlemişti. Örneğin, bir seferinde, 91 parça calisse (ispanya'da imal edilen ucuz bir çeşit kumaş) karşılığı bir buçuk balya ipek alınabilmişti.165 Yünlülerin ipek balyalarıyla takası Floransa'da da yerleşmiş bir uygulamaydı.166 Dolayısıyla Maringhi, yünlü kumaşiara olan büyük talebi ve bu ticaretten sağlanacak yüksek karları ısrarla vurgulayarak, temsil ettiği firmalardan yünlü sevkiyatını sürekli arttırmalarını istiyordu. Örneğin, Venturi ve ortaklarının üç yılda yolladığı 260 panninin pekala bir yılda eritilebileceğine işaret ederek, 167 firmaları kendisine yılda en az 500-600 cop kumaş temin etmeleri için sıkıştırıyordu. Türkiye'de üretilen yünlüler kalite bakımından Floransa yünlüleriyle boy ölçüşemezdi; nitekim her parti kumaş hızla satılıp gidiyor ve fiyatlar yükselmeye devam ediyordu.

Floransa firmaları, kendi ürettikleri yüksek kaliteli panniye ek olarak, Fransa, ispanya (ca/isse) ve ingiltere'den (panni inglese) satın aldıkları büyük miktarda yünlü kumaşı da, son işlemlerini yapıp, röruşlayıp reeksport etmekteydiler. 1501 tarihli tek bir örnekte, 4.000 parça calisse tekrar Osmanlı imparatorluğu'na

164 Mazandarani (1952), s, 99b, 133b. 165 Richards, 1932, s. 81. 166 Aynı eser, s. llO. 167 Aynı eser, s. 85, 120.

295 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ihraç edilmek üzere ithal edilmişti.168 Başka ülkelerin pan n isi, pan ni fiorentini'yle karıştırılmayıp ayrı muamele görüyordu.

Bursa piyasasındaki altın/gümüş oranının yüksekliği ve Floransa'dan (Raguza üzerinden) altın getirtmenin zorluğu nedeniyle, takas daima tercih edilmekteydi.169 Ancak, gelen Floransa kumaşlarının miktarı bazen yeterli olmadığından, Floransalılar yine de Floransa'dan sikke ithal etmek zorunda kalıyorlardı. Nitekim, Maringhi de Bursa'daki temsilcisine sık sık hem altın para, hem akçe olarak nakit yolluyordu.170

Türkiye'de 1500'e gelindiğinde Floransa firmaları, ucuz ve düşük kaliteli kumaşlardan çok daha büyük miktarlarda ihraç ediyordu. 1490'larda Osmanlı piyasası için sapramani denilen biraz daha kaliteli bir türü üretilmeye başlamıştı. Bir pan no düşük kaliteli kumaş, Bursa'da 20 "büyük" florine satılıyordu 171 (bkz. Tablo VII).

Bu dönemde Floransa pannisi ticaretinde net ka.r oranı yüzde 11.9'du, ama Bursa'dan sevkedilen astarabadl ipeğinin satışından sağlanan kar da eklendiğinde, gerçek kar yüzde 20'yi buluyordu. 172 Faiz oranının genellikle yüzde 15 dolayında olduğu Ortaçağ koşullarında bu, aslında ortalama bir kar oranıydı. Ta şıma maliyetleri panninin üretim maliyetinin yüzde 31'ini, hain ipeğin alım değerinin ise yüzde 19'unu buluyordu. Gümrük resimleri, Sakız adasından Osmanlı ana karasına geçiş için yüzde 4, Avianya'da yüzde 2.5, Bursa gümrükhanesinde ise yüzde 3 olarak ödeniyordu. Livorno-Sakız-Bursa güzergahı ile Leece-Avionya­ Bursa güzergahı üzerindeki gümrük ödemeleri, sonunda üç aşağı beş yukarı aynı m i ktarlara geliyordu.

Karabiber: XV. yüzyılda Bursa, Hindistan ve Arabistan'dan gelen baharat içi n de önemli bir transit merkeziydi. Çoğunlukla Suriyeli Arap tüccar tarafından kente, Halep ve Şam'dan büyük miktarda baharat ithal ediliyordu.173 Karabiber Bursa'dan tekrar hem Balkanlara, hem de Tuna ve Karadeniz ötesinde kuzey ve merkez-doğu Avrupa ülkelerine ihraç edilmekteydi. Floransalı ticaret temsilcisi Maringhi, Bursa'dan Floransa'ya karabiber ihraç etmeyi denediyse de, sevkettiği

168 Aynı eser, s. 146. 169 Aynı eser, s. 67, 158, 163. 170 Aynı eser, s. 105, 130, 140, 158, 263. 171 Hoshino (1984), s. 48, 52. 172 Aynı eser, s. 51 173 H. İnalcık, "Bursaand the commerce of the Levant",JESHO, III, 1960, s. 131-39, 1960b.

296 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa partinin satışı iyi gitmedi.174 O sırada karabiberin Floransa fiyatı yük başına 24 duka altınıydı ve Maringhi, bunun iyi bir kar elde etmek için yeterli olduğunu sanmıştı. Ama kısa zamanda bunun iyi bir yatırım olmadığı ortaya çıktı ve Maringhi, üç çuval karabiberden kalanının iadesini istedi. "Baharatın," diyordu, "pek bir şey bırakmasını beklememek gerekir"175 (bkz. Tablo VIII).

Ta blo VI: Maringhi'nin 1502 tarihli mektuplarında geçen istanbul, Pera ve Bursa'daki kumaş tüccarı ve bankerler.176

Kumaş Tacirleri Sarraf ve Bankerler istanbul ve Pera'da italyan lar 19 13 Yahudiler 19 2 Rumlar 1 Bursa'da italyan lar 6 8 Yahudiler 2 Rumlar 1

Ta blo VII: Maringhi'ye göre 1502 yılında Floransa'dan ithal edilen yünlü kumaşların fiyatları.

Panno başına fiyat (akça olarak) panni, yüksek kalite 1.366-1.600 calisse 640-670

Not: 1 panno, 50 arşın veya 34 metreye eşitti.177

Diğer mallar: Osmanlı ihracatı ham ipeğin yanı sıra tipik olarak ravent, balmumu, misk, sof (moher), karabiber, Bursa ipekiiieri ve ilaçlar ile bazen de deniz-aygırı dişi (Rusya menşeli), yün, pamuk, kaliteli pamuklular, halı ve kilimler, hayvan derileri ve kürklerden oluşuyordu. Ravent, Floransa'da yüksek kar getiriyordu

174 Richards, (1932), s. 82, 108. 175 Aynı eser, s. 117. 176 Kaynak: Richards (1932). 177 Kaynak: Richards (1932).

297 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

(bkz. Tablo VIII). Bursa'nın brokarlı ipek dokumaları, dışarıda hayranlık uyandırıyorduysa da, çok sınırlı miktarda ihraç edilebiliyordu. Buna karşılık bir başka lüks mera olarak Floransa ipekiiierinin Bursa satışı iyi, ama anlaşılan yine küçük miktardaydı.178

Ankara sofu lüks ve pahah bir dokuma olarak, seçkinler arasında moda olduğu / italya'da çok aranıyordu. Ünlü Ankara safunun başlıca pazarı yine Bursa ydı.179 Mart 1502'deMaringhi/ Floransa pannisini üç top sof ile takas etmiş ve bir 200- 250 duka altını daha borçlu kalmıştı.180 Daha sonra temsilcisi Viatti Erminia'yı, Ankara'ya sof satın almaya göndermişri. Bir topra (tavola) 50 parça sof vardı ve her parça Floransa'da 4.75 ila 5 duka altınına satılıyordu. Floransalılar aldıkları sofun bir bölümünü tekrar Fransa'nın Lyons kentine ihraç ediyorlardı.

Tablo VIII: 1501-2 yıllarında Bursa veya Pera'daki karabiber ve ravent fiyatları 181

Fiyat (duka altını) Ölçü Karabiber 25-27 çuval başına Ravenr 14 lidre (320.7 gram) başına

Ticaret Yö ntemleri

Maringhi'nin mektupları/ iraiyaniarın Türkiye'ye dönük ticaret stratejileri ve uygulamalarına da ışık tutmaktadır. Örneğin Maringhi, Floransa/daki kumaş üreticilerine sadece takas yoluyla ne kadar kar edebilecekleri ve mevcut ham ipek arzının boyutları gibi konularda değil, Osmanlı piyasasında aranan pan ni nin ölçüleri, kalitesi ve renkleri konusunda da düzenli bilgi veriyor, hatta bazen örnek bile gönderiyordu.182 Bunlar/ daha sonra yeni pazarlar arayışı içindeki merkantilist­ kapitalist Batı ekonomilerinin de sürdüreceği uygulamalardı. Örneğin, 1501'de Maringhi ilişki içinde olduğu firmalara kırmızı ve koyu mavi kumaşların iyi kar getireceğini bildiriyordu. Floransa kumaşlarının Bursa pazarındaki ününün korunması açısından yüksek bir kalite düzeyinin sürdürülmesi, Maringhi'nin hep

178 Aynı eser, s. ı 68. 179 Aynı eser, s. ı 27; İnalcık, "Stefan dışan'dan Osmanlı İmparatorluğu' na", Fuat Köp riilıtArmağan ı, İstanbul 1953, s. 51-57, I953a. 180 Richards (1932) s. 13 ı, 161. 181 Kaynak: Richards (1932). 182 Aynı eser, s. 68, 7ı, 75, 77, 83.

298 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa vurguladığı bir husustu. Ne var ki, Osmanlı ipekli kumaş üreticilerinin de başına geldiği gibi, aslında görece daha ucuz kumaşlar daha iyi satıyor ve Bursa'da kendilerine daha geniş bir pazar yaratıyordu. Daha sonra iraiyaniarın rakipleri, özellikle de ingilizler işte bu eğilimden yararlanarak Floransa ve Venedik'in pahalı, kaliteli kumaşlarını saf dışı bırakacaklardı. Ama XVI. yüzyıl başlarında kar oranlan henüz o kadar çekiciydi ki, Türk ve Rum tüccar da "yükler d ol us u pan ni satın almak"183 için Floransa'ya kadar uzanmaktan geri durmuyorlardı.

Bursa'da genellikle kredili alışveriş söz konusuydu ve hesaplar bir dönem sonra dengelenip kapatılıyordu.184 Bu, yalnız Floransalı tüccarın kendi aralarında değil, Floransalılar ile Osmanlılar arasında da geçerliydi. Osmanlı imparatorluğu'nda faaliyet gösteren Floransa acentaları, Floransa firmalarına olan borçlarını sık sık sevkettikleri ipek veya safyükleriyle tasfiye ediyorlardı. Bir seferinde Maringhi'nin Bursa'daki temsilcisi, Yahudi bir toptancıya bedeli dört aylık taksitte ödenmek üzere 8 panni Floransa kumaşı satmıştı.185 M ari ngh i'ni n terekesi, Türkler, Yahudiler ve italyanlarla kredi ilişkileri içinde olduğunu gösteriyor. Pera ve Bursa'da kredi karşılığı panni alan yerli tüccar arasında Yahudi taptancı kumaş tacirleri ağır basmaktaydı. iki ile dört aylık kısa dönemlerle yapılan kredili satışlar yaygındı. Alacaklı, borçlunun satın almış olduğu panniyi elden çıkarmasını beklemek zorundaydı. Borçlu daha önce kararlaştırılan çerçevede borcunu ödeyemediği takdirde, yeni bir düzenleme önerebiliyordu. Floransalılar gerek kadılarla, gerek gümrük temsilcileriyle sık sık muhatap oluyorlardı. Floransa'da Nicolo Michelozzi'ye gönderdiği mektupların birinde Maringhi, vergi ödememek için bir kutu m iski bir biber çuvalının içine sakladığını yazıyordu.186 Her halükarda, dostluk kurmayı başardığı emino, Pera'da oturan Cenovalı bir tacire kredi karşılığı sattığı panniden doğan alacağını tahsil etmesi için gerekli düzenlemeleri yapmasında yardımcı olmuştu.187

Venedik dukası, Osmanlı dış ticaretinde kullanılan standart altın para birimiydi. XV. yüzyılın başlarından itibaren Floransa florinlerinin (fiorini d'oro) yerini alması188, herhalde Osmanlı ticaretindeki Venedik üstünlüğünün bir yansımasıydı. Mayıs 1501'de altının gümüşe oranı Bursa'da Cenova'dakinden yüzde 19 daha yüksekti. Dolayısıyla Floransa'dan nakit sevkiyatı duka altını olarak yapılıyor; nakit sıkıntısı başgösterdiğinde ise Pera'daki bankerler yılda

183 Aynı eser, s. 226. 184 Aynı eser, s. 61, 78, 104, 138. 185 Aynı eser, s. 99, 168. 186 Aynı eser, s. 135. 187 Aynı eser, s. 138, 153. 188 Hoshino (1984), s. 47.

299 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI yüzde 15 faizle borçlanma yoluna gidiyorlardı.189 Altınla yapılacak ödemeler için uzun kredi dönemleri tanınması usuldendi. Altın karşılığı sarış daima daha karlı sayılıyord u.

Ticaret Yollan

Floransa i le Osmanlı ticaret merkezleri arası nda, taşıyıcılığını genelli kle Cenova gemilerinin üstlendiği deniz trafiği, Pisa veya Livorno'dan yola çıkıp Sakız adasına ulaşır; yükler buradan Anadolu kıyısındaki Çeşme !imanına getirilir, oradan da kervanlarla Bursa ve istanbul'a taşınırdı. Bu uzun deniz yolu çok güvenli değildi, çünkü Venedik'in deniz hakimiyeti ve korsanlık faaliyeti karşısında Floransalıların elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bu durumun bir kere daha kanıciadığı gibi denizlerde üstünlük, geç Ortaçağ'da denizaşırı pazarların koncrolü için temel koşuldu. Nitekim, daha sonra göreceğimiz gibi, Venedik'in de zamanla Levant piyasasını ingiliz ve Hollandalılara kaptırması, esas olarak bu Batılı ulusların 1590'Iı yıllarda Akdeniz'de üstünlük kurmalarından kaynaklanıyordu.

Buna karşılık, Dubrovnik'ten veya Arnavutluk'taki Avlonya limanı ile işkodra'dan başlayan kara yolu, Osmanlı himayesi sayesinde daha güvenliydi. 1492'den itibaren Osmanlı yönetimi, Avianya'nın ekonomik canlılığını arttırmak amacıyla ispanya'dan atılan Sefarad Yahudilerini buraya yerleştirdi. Bir sancak beyinin merkez edindiği bu önemli liman, hem Osmanlı donanmasının Adriyatik üssü, hem de Selanik üzerinden Edirne, istanbul ve Bursa'ya kadar Balkan yarımadasını boydan boya kat eden güney karayolunun terminaliydi. Aynı yolun daha kuzeydeki Dubrovnik terminali de, haraçgüzar bir kent-devleti olarak Osmanlı himayesinden yararlanıyordu. Floransa ile Pera veya Bursa arasındaki crafiğin büyük bölümü Dubrovnik'ten geçiyordu.19° Floransa'dan yapılan sevkiyat Pesaro, Fano veya Aneona gibi italyan limanlarından yüklenerek Dubrovnik'e ulaşır, oradan kara yol una aktarılırdı. Ancak, Adriyatik Denizi'ndeki bu kısa yolculuk için bile Floransa, Venedik'e ve korsaniara karşı Osmanlı himayesini kapitülasyon güvencelerine bağlamaya çalışıyordu (Yeri gelmişken belirtelim ki, bu gibi talepler Osmanlılarca daima resmi bir himayenin, bir protektora tesisi n i n gerekçesi sayı! m ı ştır). Bosnasaray-Novi bazar-Üskü p-Fi 1 i be-Edirne güzergahı üzerinde at ve katır kervanlarıyla taşınan yükler, Dubrovnik'ten yola çıkar veya (ters yönde) Dubrovnik'e ulaşırdı. Edirne, Pera tüccarının daima temsilci bulundurdukları Balkanlardaki dağıtım merkeziydi. Edirne'den Bursa yönüne devam eden trafik Gelibolu-Lapseki yolunu izlerdi. Bu kara

189 Richards (1932), s. 24, 70, 150-51.

190 Hoshino (1984), s. 46

300 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa yolculuğunun tamamı altı hafta kadardı (Çok daha hızlı yol alan bir ulak ise, Galata'dan Dubrovnik'e on günde gidebiliyordu).191 Bildiğimiz bir örnekce, bir buçuk balya (375 lidre. veya 120 kilo dolayında) ham ipeğin istanbui-Fioransa arasında taşıma maliyeti yaklaşık 900 akçe'yi ya da 18 duka altınını bulmuştu.192 Floransalı diplamatların Floransa-Ancona kara yolunu açık tutmak için Roma'da özel girişimlerde bulunmalarına karşılık, Adriyatik geçişi ile Balkanlardaki trafik Osmanlı yönetiminin sorumluluğundaydı.

Osmanlıların bu kara yolu üzerindeki güvenliğin sağlanmasına gösterdikleri özen, ilginç bir olayda somutlanmıştır. Yaklaşık 150 duka altını değerindeki bir parti ham ipek (bir yük seta leggi) Novibazar'da çalındığında, sultan bir çavuşu olay yerine yollayıp, köylülerden ya çalınan malı ya da hırsızları bulup teslim etmelerini istemiş; sonunda yirmi köylü 15.000 akçe tazminat ödemeyi kabul etmiş; çeşitli resim ve rüşvetler de 2.000 akçeyi bulmuşru.193

Osmanlılar Apulia ile Aneona limanına daima büyük bir ilgi duymuşlardı. 1480'de Otranto'yu, kısa bir süre için de olsa, işgal ertikierini hiç unutmuyorlardı. ı. Süleyman'ın Korfu seferi olarak bilinen harekatı da başlangıçta, italya'nın istilası amacını güdüyordu.1941487'de Boccolino Guzzoni'nin italya'ya gerineceği Osmanlı birliklerinin yardımıyla Aneona kıyı bölgelerini ele geçirme girişimi, bütün italya'da korku ve yankı uyandırmıştı.195

Daha geç bir dönemde ise, Taskanya grandükü, güney Avrupa'ya baharat dağıtımı işlevini Venedik'in elinden almak amacıyla gerek Osmanlılara, gerekse Portekiziiiere yanaşmış,196 nihayet bu uğurda Livorno'yu 1593'te serbest liman haline getirmişti.

Ancona: Daha Osmanlı öncesi dönemde Bosna, gerek Dubrovnik, gerekse Dalmaçya kıyısındaki Split (Spalato), Zadar, Şibenik ve Tragir limanları aracılığıyla, italya ile canlı bir ticaret içine girmiş bulunuyordu. XIV. yüzyılın ikinci yarısında Kotor, Zadar, Zagrep, Medrusa ve Dubrovnik'ten gelip Aneona'ya yerleşen tacirler, Balkanlar ile ticaret ilişkilerini sürdürüyorlardı.197 Venedik'in kontrolü dışında kalıp, Floransa-Osmanlı ticaretinin başlıca transit merkezi olarak sivrilen

191 Richards (1 932), s. 56, 97. 192 Aynı eser, s. 104.

193 Aynı eser, s. 163.

194 H. İnalcık, the Ottoman empire: 7he ClassicalAge, 1300-1600, Londra 1973, s. 36, 1973a. 195 İnalcık (1989), s. 337.

196 F. Braudel, the Medi tm·anean and the Mediterranean Wo rldin the Age ofPhi lipp II, I, İng. çev. S. Reynolds, New York, I 972, s. 557. 197 T. Sroianovich, "The conquering Balkan Ortodox Merchanr",JEH, XX, 1960, s. 236.

301 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Aneona limanı, böylece Avrupa'da Osmanlı ropraklarından gelen bir tüccar kolonisi oluşturmuş ilk bölgelerden biri oluyordu.

1514'te Osmanlı yönetimi, Aneona'daki gerek Müslüman, gerekse gayrimüslim tebaası için özel ticari ayrıcalıklar elde etti ve kentin "palatio della farina"sı (un kapanı) çok sayıda "mercanti turchi et altri Maumetani" (Türk ve diğer Müslüman tüccar) için bir fo ndaco'ya dönüştürüldü.198 XVI. yüzyılın ortasına doğru Aneona'da 200 Rum ticarethanesi ve birçok da Osmanlı Yahudi şirketi faaliyet gösteriyordu. Yalnız italya'nın gittikçe büyüyen kent merkezlerine yapılan tahıl ihracatı değil, Doğu'ya özgü lüks emtia da Aneona güzergahını izlemekteydi. Doğu Adriyatik limanlarından yüklenen bu tür malların Lanzan ve Recanti gibi orta italya panayırlarında ulaştığı hacim, Venedik'i kendi Levant ticareti konusunda endişelendirmeye başlamıştı. "Bu panayırlarda Osmanlı tüccarı, Rumlar, Türkler ve Azemini [iranlılar] bizzat hazır bulunuyor ve doğrudan iş görüyorlardı."199 XVI. yüzyıl ortalarında Aneona'nın Osmanlı himayesine girme eğiliminde olduğuna ilişkin söylentiler, Roma ile Venedik'te ciddi kaygılara yol açmıştı. 1555'te Papa IV. Paul (Pavlos), Marrano Yahudilerini tutuklatıp yaktırmaya ve maliarına mülklerine el koydurmaya başladığında, Aneona'ya sermaye yatırmış bulunan çok sayıda Selanik ve istanbul Yahudisi'nin bu yüzden iflas etmesi, Osmanlı yönetiminin Yahudiler adına ciddi bir müdahale girişiminde bulunmasına yol açmıştı. italya'da baskıya uğrayan bu Yahudilerin bazıları Osmanlı tüccarının temsilciliğini yapmaktaydı. Hana, yine aynı nedenle Yahudi banker Mendes ailesi, Osmanlı imparatorluğu'ndaki bütün Yahudileri, Aneona kentine karşı boykot ilanında birleştirmeye kalkışmıştı.200

•• • • • • 1550-1630 DONEMINDE IPEK TICARETI i pek li dokuma sanayi i nin Batı ülkeleri ne girişi, Fransa için 1. François ( 1515-1547), ingiltere için de 1. Elizabeth (1558-1603) dönemi gibi oldukça geç tarihlerde oldu. Bundan sonra bu ülkelerde ipekli sanayiinde hızlı gelişmenin ardında ise italyan ve Doğu ipekiiieri için ödenen (ve Fransa'da dört milyon altını bulan) muazzam miktarda kıymetli madenin ülkeden çıkmasını önlemek gibi merkantilist bir kaygı yatıyordu. 1600 yılına gelindiğinde Lyons'da o zaman 7.000 atölye olduğu söyleniyordu.201 ingiltere'de 1590'Iarda büyük miktarlarda ham ipek ithal edilmeye başlandı ve 1620'1ere gelindiğinde ipek ülkenin en büyük ithal kalemi olup çıktı.202 1617'de

198 Stoianovich (1960), s. 237' de sözü edilen belgeler. 199 M. Sanuto, I diarii, I-LVIII, Venedik 1893, s. 406-7: Ashtor (1983), s. 213-53. 200 İnalcık (1969d), s. 121-26. 201 L. Boulnois, La ro ute de la soie, Paris 1963, s. 218. 202 A. Millar,'dan aktaran R.Davis, "English imports from Middle East 1570-1780", der. Cook, 1970, s. 196.

302 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa ingiliz ipekli dokuma sanayiinin yılda tahminen 300-600 balya ham ipeğe ihtiyaç göstermesine karşılık, Şahin önerdiği sevkiyat miktarı 2-3.000 balyayı buluyordu. 1628'e gelindiğinde, Hollanda'nın yıllık talebi 1.200 balya idi.203 ingilizler ve Ho!landalılar kendi ihtiyaç fazlalarını diğer Avrupa ülkelerine ihraç etmek suretiyle bu piyasada Venedik ve Cenova'nın yerini almaktaydılar. XVII. yüzyıl ortalarına gelindiğinde, ipek arcık "bir dizi ithal malının en önemlisi" konumundaydı.204 Yeni ve sürekli büyüyen ipek piyasaları, ihtiyaç duydukları ham ipeği Osmanlı imparatorluğu üzerinden iran'dan sağlıyordu. Başka bir deyişle, Bacı'nın genişleyen ipek piyasası iran ve Osmanlı ekonomileri için yeni bir refah kaynağı haline gelmişti. "Conquistadores için altın ve gümüş neyse" der Steensgaard, "XVII. yüzyil başlannın Asya ticareti için de ipek oydu ... ve nitekim Iran ham ipeği, Avrupa'nın Asya'dan yapt1ğı ithalatta ikinci sırada yer alıyordu."205 istanbul'daki Hollanda sefirinin 1615 tarihli bir raporunda kullandığı ifadeyle, ipek ticareti "H1ristiyan aleminde günden güne büyüyen gösteriş tutkusu sayesinde" almış yürümüştü.206 Bir hesaba göre, 1620'lerde Avrupa'nın toplam iran ipeği ithalatı yılda bir milyon lidreyi buluyordu.207

1600 yılına doğru Halep, Levanc'taki en önemli ipek ihracat pazarı konumuna gelmişti; öyle ki, sırf Venedik, iran ve Suriye ham ipeğinin (miktar olarak yılda 140 ton, değer olarak da 1,5 milyon duka altını tutan) yarısını burada satın alıyordu.208 Diğer yarısı ise öbür Avrupa ülkelerince kapışılmaktaydı (bkz. Ta blo IX). 1578-1627 yıllarında iran ipek ticaretinin bu piyasada gösterdiği dalgalanmaları Venedik konsolosluk raporlarından izlemek mümkündür209 1578-1590'daki Osmanlı-iran savaşı sırasında trafikte bir düşüş görülmesine karşılık, bundan sonraki 1590-1602 barış döneminin Halep pazarında tanık olduğu canlılık, 1599 ila 1602 yıllarında, yani Osmanlı-iran savaşlarının 1603'te tekrar başlamasından hemen önce doruğa ulaşmıştı. Bu dönemde Halep gümrük gelirleri yılda 300.000 duka altını gibi rekor bir düzeye çıkmış; Suriye'nin istanbul'a aktardığı yılda 460.000 duka altını tutarındaki gelir faz lasının büyük bölümü Halep gümrüğünden sağlanır olmuşcu.210

203 Steensgaard (ı 972), s. 375.

204 Davis (1970), s. ı 96. 205 Steensgaard (1972), s. 367. 206 Aktaran Steensgaard (1972), s. ı 9 1. 207 Steensgaard (ı972), s. ı62. Ancak Steensgaard, gerçek toplamın pekala bu miktarın yarısında kalabileceğini kabul etmiştir. Çünkü, pratikte tahminler yılda 4.000 ile 7.500 balya arasında oynamaktadır. Steensgaard bir balyanın 280 lidre veya 90 kilo çektiğini, bir al yükünün ise iki balyadan oluştuğunu, yani 550 lidre veya ı 65 kilo kadar geldiğini belirtiyor. Krş. Dalsar (1960), s. 289; İnalcık (ı984), s. 132-35. 208 Konsolos Emo'nun tal1minlerinden aktaran Steensgaard (ı972), s. ı60. 209 Steensgaard (1972), s. 175-83.

2 ı O Aynı eser, s. 178.

303 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

Tablo IX: 1630'1arda Avrupa'nın yıllık iran ipeği ithalatı tahminleri (balya olarak)211

Marsil ya 3.000 (daha önce ancak 100-200 dolayında) Venedik 1.500 ama 1623'te ancak 300 ve 1 629'da ancak 600 ingiltere 600 ama 1623'te ancak 295

Hollanda soo Cenova, Lucca, Messina ve 400 Floransa Toplam 6.000

Tablo X: 1605'te Halep'te Avrupa'dan yapılan ithalat212

ithalat (1000 duka altını) iskenderun'a yanaşan gemi sayısı Venedik 1.500 4-5, çoğunlukla yünlü ve ipekli kumaş yüklü Fransa 800 20, çoğunlukla gümüş para yüklü ingiltere 300 2-3, esas olarak kersey yüklü Hollanda 150

Savaş patlak verdikten sonra dahi gümrük gelirleri 1604'te hala 200.000 duka altınını buluyordu. ilginç bir nokta, Venediklilerin Halep'te satın aldıkları ham ipeğin karşılığını, Osmanlı imparacorluğu'na ithal ettikleri büyük miktarda yünlü ve ipekli kumaşla ödemeleriydi. 1590'Iı yıllarda ithal ettikleri sırf ipekli kumaş miktarı yılda 200.000 braccio'yu (arşın veya endaze) buluyordu (Tablo X).

XVII. yüzyılda izmir'in yükselişi,213 büyük ölçüde, Bursa ve Halep'e rakip çıkan izmir'in, iran ham ipeğinin Avrupalılar açısından en önemli pazarı haline

2 ı ı Kaynak: Steensgaard (ı972), s. ı 59 64. 2ı2 Kaynak: Texeira'dan aktaran Steensgaard (1972), s. ı 80. 2 ı3 D. Goffman, "The Jews of Safad and the maktu system in the sixteenth century: a study of two documents froö the Onoman archives," ]OS, III, ı 982, s. 50-76.

304 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa gelmesinden kaynaklanıyordu. Pratikte bu, 1590'dan önce bu bölgede Efes'in, Sakız adasının, Çeşme'nin ve her iki (Eski ve Yeni) Foça'nın oynamış olduğu rolü izmir'in üstlenmesi demekti. Başlangıçta, Batı ülkeleri Asya ticaretlerinde Sakız'ı transit merkezi olarak kullanırken, daha sonra kapitülasyonlar sayesinde sultandan dolaysız ticaret ayrıcalıkları koparmışlar; yeni gelenler, yani ingilizler ve Hollandalılar, izmir'de diğer ulusları gölgede bırakmışlardı. izmir limanı hem Anadolu ana karasına denizden ucuz geçişi biraz daha uzatıyor, hem de gerek korsanlara, gerekse Ege Denizi'nin öfkesine karşı daha güvenli bir sığınak sağlıyordu. 1593'te Atiantik kıyısının tüccar ulusları için serbest liman haline getirildiğini gördüğümüz Livorno, iran ipeğinin pazarlanmasında izmir'in rolünü paylaşmaktaydı. Şah Abbas'ın iran ipeğini doğrudan Avrupa'ya satma politikası çerçevesinde işlev kazanan i ran Ermeni leri, önce i zmir'de çok aktif hale gel m işler, sonra da Livorno'yu XVII. yüzyılda Avrupa'nın başlıca ipek pazarı konumuna yükseltmişlerdi.214 Tebriz-Revan 1 Erivan - Kars - Erzurum - Tokat - Ankara - Afyon-izmir güzergahından her yıl beş-altı iran kervanı geçiyor; 1670 yılına gelindiğinde iran'da üretilen 22.000 balya ipeğin 3.000'i ihraç edilmek üzere izmir'e ulaşıyordu.215 1671'de Fransızlar, Halep'i, Levant'taki ticaret merkezleri arasında izmir, iskenderiye ve Sayda'nın (Sidon) ardından dördüncü sırada sayıyorlardı.216 Gerçekten de, izmir daha 1621'de "Avrupa ile Asya arasında transit ticaretine konu olan her türlü emtianın en büyük antreposu" olarak anılmaktaydı.217

• Şah Abbas'ın Ipek Yolunu Osmanli Diyariarının Dişına Çekme Çabalan

1514'te 1. Selim'in iran'ı ekonomik ve mali bakımdan çökertmek amacıyla başvurduğu ambargo politikasını, Şah 1. Abbas (1587-1629) iran açısından 1603- 1629 döneminde denedi. Abbas'ın planı, ipek yolunu Osmanlı topraklarından Him Okyanusu'na kaydırmaktı. Şah, o günegelinceyedeğin HimOkyanusu'nda üstünlük kurmuş bulunan ingiliz ve Hollandalıların, Osmanlı limanlarında ödedikleri ekstra vergi lerden218 kurtul mak amacıyla Osman lı ları n aracılığı n ı el bi riiğiyl e devreden çıkarmaya hevesli olduklarını görmüştü. Böylece Osmanlı-iran rekabeti, karşılıklı ambargolara yol açan ekonomik bir savaş niteliğine büründü. iranlılar ipek

2 ı 4 B. Mc Govvan, EcoııomicLife in Ottoman Eu rope, Cambridge ve Paris ı 982, s. 21. 2 ı 5 P.Masson, HMorie du commerceFrcmçais dans le Lwant au XVI/e siecle, I, Paris 1896, s. 421. 2ı6 Mc Govvan (1981}, s. 281. 2ı7 Tavernier'den aktaran Steensgaard (1972), s. 186; Krş. Golfman (ı982}, s. 5ı-66. 2 ı 8 Develerie taşıma maliyeti 40 guruşu, ya da yaklaşık 26 duka altınına geliyor; yol boyunca ödenen çeşidi resimler eklendiğinde maliyet 122 guruşa yükseliyor; bunun üzerine bir de İzmir'de ödenmesi gereken 46 guruşluk gümrük vergisi biniyordu. Bir guruş, bir duka altınının üçte ikisi değerindeydi. Krş. Steensgaard (1972), s. 34.

305 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI ihracatını yasaklarken, Osmanlılar da iran'a altın ve gümüş sevkıyatını durdurmaya yönelik önlemler aldılar. Bu, Acem diyarındaki parasal bunalımı keskinleştirmekten geri durmadı. Şah Abbas bu sorunu Bender Abbas'ta kuzeyiiiere büyük miktarda ipek satarak çözmeye çalıştı. Osmanlı imparatorluğunun dünyadan yalıtilması tehlikesini doğuran bu mücadele hayli ilginç bir seyir gösterdi.

1599 yazında Şah, kişisel maiyet mensuplarından Hüseyn Ali Bey adında birini, yanına Sir Anthony Sherley'i de katarak belli başlı Avrupa başkentlerine gönderdi. Bu heyecin görevi, Osmanlı imparatorluğu'na karşı Hıristiyan taht ve taç sahipleriyle bir ittifak oluşturmak ve söz konusu ticaret yolunun Osmanlı diyariarı dışında kalacak şekilde yeniden yönlendirilmesi için güvence almaktı. Osmanlılarla savaş halinde olan Alman imparatoru heyete hüsn-ü kabul gösterdi ve olumlu bir karşılık verdi. Hıristiyan yönetimler arasında Türklere karşı bir birlik kurulması yönünde çaba sarfetmeyi sürdüreceğini vaat etmenin yanısıra, Hıristiyanların Türklerle ticaret yapmaması için de çalışacağını açıkladı. iran heyeti daha sonra ispanya'ya, oradan da ingiltere'ye geçti. Ancak Şah, Bahreyn'e göz dikmiş bulunan ve zaten Hürmüz'deki durum nedeniyle iranlılar için bir kaygı nedeni olan ispanyollarla bu konuda anlaşmayı başaramadı.

1603'te Osmanlılarla iran arasında tekrar savaş patlak verdi ve Şah Abbas'ın temsilcileri bir kere daha Avrupa'ya yollandı. 1610'da Avrupa'ya gönderdiği yeni bir heyetle birlikte, deniz yolunun daha ekonomik olduğunu kanıtlamak için Lizbon'a 200 bal ya da i pek sevketti. Madrid'deki Venedik sefirinin verdiği bilgilere göre, iranllların başlıca amaçlarından biri, sultanı iran ipeği üzerindeki gümrük vergilerinden sağladığı büyük gelirden yoksun bırakmaktı. Elçilerin getirdiği öneriler arasında, ispanya'nın Osmanlı imparatorluğu'na saldırması gibi siyasi-askeri bir koşul da yer alıyordu. Venedik piyasasını altüst edeceği düşünülen bu girişimler Venediklileri telaşa verdi. 1611'de ingiltere'ye gönderilen iran heyeti içinde yer alan (Anthony Sherley'in kardeşi) Robert Sherley, Türklere karşı kullanılmak üzere iran'a silah götürecek gemilerin, karşılığında ipek alıp gelmesi talebinde bulundu. Ancak görüşmeler sonuçsuz kaldı.219 Bu sırada istanbul'dan Osmanlı elçileri de Londra'ya ulaştı ve ingiltere kralı Sherley'i huzuruna kabul etmeyi reddetti. Aynı yıl Türkiye'ye bol miktarda ingiliz çeliği ve kılıçları sevkedildi. Öte yandan Hollandalılar gibi ingilizler de, Osmanlıların Körfez ve Kızıldeniz üzerinden yürüttükleri Hindistan ticaretine adam akıllı zarar vermekten geri durmuyorlardı. 1613 yılına gelindiğinde, ingiliz ve Hollandalı korsanların Kızıldeniz'deki akınları o kadar vahim boyutlara ulaşmıştı ki, Osmanlı Divan-ı Hümayun'u artık bunlara karşı harekete geçmenin

2 ı 9 Steensgaard (ı 972), s. 323-333.

306 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa zorunlu olduğu kararına vardı ve Kızıldenız'de bir filo inşası amacıyla Mısır'a beş kadırga dolusu kereste gönderdi. Bundan kısa bir süre sonra da ingiliz hükümeti, iran ipeğine yeni bir güzergah bulunması konusunu tekrar ciddiyeele gündeme getirdi. 1617'de kralın emriyle ingiltere'nin Hindistan sefiri Thomas Roe, ipek ticaretini Türkiye'nin elinden almaya yönelik görüşmeler yapması için iran'a bir temsilci gönderdi. Osmanlı limanlarından geçmeyen, daha ucuz ve daha güvenli bir güzergahın tesisine yol açacağı umuluyordu. ingilizler, bu yüzden herhangi bir noktada Levant ticarecini gözden çıkarmak zorunda kalsalar bile, en çok ihtiyaç duydukları pamuk ile mazıları yine de diğer Avrupalı tüccar aracılığıyla elde edebilecekleri kan ısı ndaydılar. Ancak, ispanyollar ve Portekizliler, i ran ile ingiltere arasındaki ticaret bağlantısını kesmeye yönelik önlemler aldıklarından, ingilizler yeni ipek yolunun Hint Okyanusu yerine Moskova üzerinden geçmesini tercih ediyorlardı. ipek karşılığı iran'a bu yolla kumaş ve kalay sevketmeyi öngörmekteydiler. iran'dan yapılacak ipek alımlarının ingiltere'ye sadece üç veya dört milyon altına mal olacağını hesaplıyorlardı. Ülke içinden bu kadar nakit toplamanın zorluğu karşısında ve tabii bir de bu parayı yurt dışına çıkarmak istemediklerinden, bunun yerine ayni ödeme öneriyorlardı. Şah Abbas ise kredili bir siscemden yanaydı. Nihayet 1618'de, üçte biri nakit, üçte ikisi mal karşılığı ödeme yapılmasını kabul etti. Bu ayrıntılar, iran'ın Osmanlı topraklarından süzülüp kendisine ulaşan kıymetli madeniere bağımlılığını bir kere daha ortaya koymaktadır. Öte yandan Osmanlı yönetiminin de, iran ambargosunun etkisini hisseniğini, veziriazamın Venedik bailo'suna ülkesinin (Venedik'in) ipek talebinin gerektiğinde sırf yerli üretimle karşılanabileceğini söylemek ihtiyacını duymasından anlıyoruz. ipek ve baharat yolunun 1622'de kesilmesiyle Osmanlı hazinesinin uğradığı zararın, yitirilen gümrük gelirleri itibariyle yılda en az 300.000 düka altını dolayında olduğu tahmin edilmektedir. istanbul'daki Venedik balio'su, Osmanlı hükümetine ilertiği mesajda, Suriye ipek yolu üzerinden ipek ve diğer emtia crafiğinin tamamen son bulabiieceği uyarısında bulunmuştu. Veziriazam ise özellikle deniz yolunun uzunluğuna dikkat çekerek, bu kaygıya kacılmıyor gibiydi. Gerçekten de, bu sırada iran'la barış (1618 tarihli Serav Barışı) imzalanmış ve bol miktarda ipek ile diğer emtia Bağdat üzerinden tekrar Halep piyasasına akmaya başlamıştı.

Serav Barış Anlaşması'yla Osmanlıların, Kafkasya'daki fetihlerinin tamamını yitirmelerine karşılık, iran'ın vergi olarak yılda 200 balya ipek vermeyi kabul etmiş olması ilginçtir. Barış yapılır yapılmaz Venedikliler, Bağdat'tan gelen bir kervanın bin balya iran ham ipeği ile bin kutu çivit getirmiş olduğu müjdesini duyurdular.220 Yine de bir miktar Acem ipeği kuzey iran ve Bender Abbas

220 CSP: Ve nedik XII, belge no. 352.

307 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

üzerinden ingiltere'ye ulaşmakta idi.

Bu sırada Halep'te Osmanlıların ipekten yeni yeni vergiler almaya kalkışmak gibi dar görüşlü bir politika izlemeleri, alternatif bir ipek yolu tesis etmeye çalışanların kararlılığını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. 1622'de Londra'daki Venedik temsilcisi, büyük miktarda iran ipeği yüklü üç geminin Hindistan'dan gelip limana ulaştığını bildirdi. Bundan kısa bir süre sonra yeni bir Osmanlı-iran Savaşı paclak verdi. Bu yıllarda ingiiiz-iran dostluğu önemli gelişme göstermiş ve 1622'de iranlılar, ingiliz gemilerinin desteğiyle Hürmüz'ü Portekiziiierden almışlardı. 1624'te ise Hindistan'ın Yakındoğu ile ticaretinde çok önemli bir uansit merkezi olan Bağdat, iranlıların eline geçti. Yeni bir iran diplomatik heyeti ispanya, Fransa, Hollanda ve (seksen balya ipekle birlikte) ingiltere'yi ziyaret etmekte gecikmedi. Amaçları Londra'da bir ittifak ve ticaret anlaşması imzalamaktı. ı. Charles'ın Şah'a yanıtı, 1626'da iran'a bir heyet yollamak oldu. Şah, iran limanlarından her yıl ingiltere'ye 8.000 balya ipek teslim etmek vaadinde bulundu. Bağdat'ı ele geçirmesinin ardından, ingilizlere Halep'i de Osmanlılardan alabileceği ve ipeği bu kısa güzergah üzerinden sevkedebileceği umudunu veriyordu. Ancak, iran yönetiminin özellikle bu kadar büyük miktarlarda ipeği yerli üreticilerden satın almak için ihtiyaç duyduğu altın ve gümüşün (ingilizler tarafından) ceminindeki zorluklar, güney Atiantik rotasının uzunluğu, ispanyol ve Portekiziiierin düşmanlığı, n ihayet Levant Kumpanyası'nın geleceği ne ilişki n belirsizlikler gibi faktörler birleşince, ingilizler Şah'ın önerileri konusunda kararsız kalmaya devam ettiler. Önce ingilizler, sonra da Hollandalılar, Hint Okyanusu'nda bir zamanlar ispanyol ve Portekiziiierin sahip olduğu konumu ele geçirme sürecindeydiler. Sadece iran Körfezi'nde Şah'la işbirliği yapmakla kalmıyor; aynı zamanda Hindistan'dan Kızıldeniz'e uzanan hac ve ticaret crafiğine saldırıyorlardı. Bu da Kahire'deki vergi gelirinin azalmasına yol açtığından, Osmanlı yönetimini kızdırıyordu. 1627'de bir grup Arap, gemilerinin Basra Körfezi'nde ingiliz ve iranlılarca yağmalanmakta olduğu gerekçesiyle Osmanlı Divan-ı Hümayun'una başvurmuştu. Şah'ın yeni tesis ettiği Bender Abbas (Gambroon) limanı da ingiliz ve Hollandalılarla ticaret sayesinde hızla gelişmekteydi. 1633'te ingiltere'deki Venedik sefiri, Bender'deki ingiliz ticareti n i n büyük artış gösterdiğin i; buradan getirtilen ipeğin Avrupa'nın dört bir yanına dağıldığını bildiriyordu.

Böylece ispanyollar ve Portekizliler, Hint Okyanusu'ndaki egemenliklerini ingilizler'e kaptırmalarının ardından, kendilerini eski düşmanları Osmanlılarla olağanüstü bir ortak girişim içinde buldular. ipek ve baharat ile diğer Hint emtiasını, Körfez ve Kızıldeniz üzerinden taşımayı teklif eniler. Bunun bir Osmanlı-ispanyol yakınlaşmasına yol açması ihtimalini gören ingiliz sefiri, Osmanlılara acilen sunduğu bir notada, hem planın uygulanabilir olmadığını

308 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa ve dolayısıyla aldatıcı bir nitelik taşıdığını söylüyor, hem de Kızıldeniz'i tekrar ispanyollara açmanın tehlikelerini hatırlatıyordu.

Bununla birlikte, yukarıda belirtilen nedenlerle iran ticareti Osmanlı limanlarından bütünüyle yok olmadı. Türkiye ile iran arasında, ekonomik boyutlarına yukarıda değindiğimiz, uzun ve yıpratıcı mücadele, uzun vadeli bir barışla sonuçlandı. Şah Abbas öldüğünde (1629), gümüş olduğu ipek politikası halefince terkedi Idi. Abbas, ham ipek akışını Bender Abbas yönüne çevirebilmek için iran'ın kendi içindeki ipek ticaretinde tekel uygulamak zorunda kalmıştı. Ondan önce ham ipek, çok sayıda özel kişiler tarafından toplanıp Osmanlı pazarlarına sevkediliyordu. Venedik sefirine göre, yeni Şah'ın ipek ticaretinin işleyişini tamamen tebaasına bırakma kararı, ülke içinde büyük destek bulmuştu.

Osmanlı imparatorluğu, iran ipek ticaretini kısmen kurtarmasına karşılık 1630 yılına gelindiğinde Hindistan baharat ticaretini anık neredeyse tamamen yitirmiş bulunuyordu. Bağdat, Halep ve Kahire artık uluslararası Doğu-Bacı ticaretinin transit merkezleri arasında yer almıyordu. Servet ve kudretini bu ticarete borçlu olan Venedik, nasıl bir darbe yemiş olduğunu 1628'de itiraf edebilmiştir. Cumhuriyet'in yüksek organlarından Beşler Kurulu'nun (Cinque Savii'mn) 31 Mart 1628 tarihli raporunda kullanılan ifadeyle: "Geçmişte Levant ticareti (Venedik'in] bu piyasa[sı]nın esas temelini oluşturur ve Almanya'nın tamamına baharat bu piyasadan sağlanırken, şimdi artık [onların] ikmali[ni] ingilizler ve Felemenkliler temin ediyor[du)."

309 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI

• Bursa'da Ip ek Fiya tlan (1467- 1646)

Bursa piyasasındaki ham ipek fiyatının esas olarak iran'ın arz hacmiyle belirlendiği açıktır. 1587-90, 1603-12, 1615-18 ve 1624-39 yıllarını kapsayan Osmanlı-iran savaşları tabii arz darlığı yaratıyor ve keskin fiyat dalgalanmaianna yol açıyordu (Tablo Xl ve XII).

Tablo Xl: Bursa'da ham ipek fiyatları, (1467-1646)221

Bir lidre ipek fiyatının Bir lidre ipek fiyatının akça Yıl Yıl akça olarak bileşik olarak bileşik endeksi endeksi 1467 50 1578 99 1478 67-68 1580 84 1488 70 1581 136 1494 82 1582 151 1501 60-70 1584 250 1513 77 1588 182 1519 93 1597 224 1521 62 1603 351 1548 59 1607 233 1557 83 1617 174 1566 94 1622 338 1569 68 1630 99 1570 41 1634 240 1571 74 1637 394 1572 81 1639 250 1573 67 1646 199

221 Kaynak: Çizakça (1980), Bursa kadı sicilleri.

310 Dünya Şehri Bursa Sanayive Bursa

TabloXII:

(a) Çeşitli ham ipek türlerinin fiyatları, 1482-83 (akça olarak)

Bursa piyasası Kili piyasası Astarabadi 56 Koyu kırmızı 90-100 Tilani 49 Heft-renk 80 Gıkın 44 Siyah 70-80 Beyaz 70

(b) Ambargo sırasında 1519'da Bursa'daki ham ipek fiyatları (akça olarak)222

Tilani 93-100 Kenar (düşük kalite) 49-77 Tisaki 57 Arnavutluk 72-80 Trablus 80

Tablo XIII: Ortalama ham ipek fiyatları ve fiyat artışları, 1557-1639 (lidre başına akça olarak)223

Tilani 93-100 Kenar (düşük kalite) 49-77 Tisaki 57 Arnavutluk 72-80 Trablus 80

Not: Bir lidre - 100 dirhem veya 320,7 gram.

1603, 1622 ve 1637 yıllarında gözlenen olağanüstü fiyatlar, her halde doğu cephesindeki çatışmaların sonucuydu. Halep'ten gönderilen Venedik raporlarında da, savaş halinin yol açtığı bir darlık anlatılıyordu.224 Özetle, üç ayrı dönemden söz etmek mümkündür. 1470-1580 arasında ortalama fiyat lidre

222 Kaynak: Çizakça (1980), Bursa kadı sicilleri. 223 Kaynak: Çizakça (1980), Bursa kadı sicilleri. 224 Steensgaard (ı972), s. 16ı, 175-84.

311 HALİL İNALCIK'IN BURSA ARAŞTIRMALARI başına 70 akçe, 1580-1597 arasında 200 akçe, 1597-1639 arasında ise 320 akçeydi (Tablo XIII). Öte yandan gümüş akçenin altın karşısında yaşadığı enflasyonu hesaba katacak şekilde düzeltilmiş fiyatlar üzerinden hesaplanan gerçek artışın, hem iran'dan yapılan ithalanaki azalmadan, hem de Batı'dan talebin hızla artmasından kaynaklandığı düşünülmelidir.

Vergi Gelirleri

Devlet hazinesi ham ipek ticareti üzerindeki vergilerden büyük gelir sağlıyordu. 1570 tarihli bir kanuna göre, her 30 lidre ya da yaklaşık 9,6 kilo ham ipeğe 104 akçe vergi isabet ediyor ve alıcı ile satıcı arasında eşit olarak paylaştırılıyordu.225 Bu vergi lidre başına 1,5 veya 2 akçe üzerinden hesaplanmaktaydı.226 Ayrıca, yük başına bir altın (60 akçe) olarak alınan bir simsarlık vergisi ile bir yük ham ipekten 6 guruş olarak alınan bir yasakiyye söz konusuydu (o sırada bir yük, 550 lidre kabul ediliyordu).227 Bütün bunların toplamı (yük başına) 2.200 akçeyi buluyordu. 1589'a gelindiğinde bunlara kassabiye olarak bilinen ve her yüz akçe değerindeki ham ipekten bir akçe olarak alınan bir vergi daha eklenmişti. Bir yük ham ipek ortalama 38.500 akçeye satıldığından, 1589 yılı itibariyle vergi yükü toplam değerin yüzde 6,7'sini buluyordu. Ham ipek Osmanlı gümrüğüne ulaşmadan önce, XV. yüzyıl sonlarında Akkoyunluların egemenliğindeki iran topraklarında çeşitli vergilere tabi idi. Bunların toplamı da 234 akçe kadardı. ister Müslüman, ister gayrimüslim olsun Osmanlı tebaasının gümrük vergisi ödememesine karşılık, gayrimüslim yabancılar bir de gümrük vergisi ödemek zorundaydılar. 1500 dolaylarında gayrimüslim yabancılar (italyanlar) için gümrük vergisi oranı advalorem yüzde 5'ti. Ancak, Osmanlı tabiiyerindeki Yahudi ve Hıristiyanlara tanınan gümrük vergisi muafiyeti yabancıların ihracatı yararına hile ile kötüye kullanıldığından, 1521'de sultan onların da gümrük vergisi ödemesini emreni.228

225 Dalsar (1960), s. 271, belge no. 201. 226 R. Anhegger-H. İnalcık, Kanı'ınname-iSıdtani derMiiceb-i 'Örfi Osm!mt, ITK, Ankara 1956, no. 31, 32. 227 Dalsar (1960), s. 289. 228 Aynı eser, s. 271, Belge no.202.

312

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı, Sayın Recep Altepe'nin Osmangazi Belediye Başkanlığı döneminde düzenlenen Halil inalcık Sokağı'nın açılış töreninde, 06.04.2006

314 Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı, Sayın Recep Altepe'nin Osmangazi Belediye Başkanlığı döneminde restore ettirdiği Karabaş-i Veli Tekkesi'ni gezerken.

315 •

Bilkent'te Osman Gazi heykeline ilişkin değerlendirme yaparken (Eser Çalıkuşu ve Yusuf Oğuzoğlu ile)

f'

Sayın Recep Altepe'yi ziyareti

316 Fa h ri hemşehrilik töreninde

Fa h ri hemşehrilik beratını Başkan Sayın Recep Altepe Halil Hoca'ya takdim ediyor

317 Bursa Kent Müzesi'nde

Bursa Kent Müzesi'nde bir belgeyi incelerken (Müze Koordinatörü Ahmet Erdönmez ile)

318 Hüdavendigar (Sultan 1. Murad) Türbesi içinde

319 Öğrencisi Özer Ergenç ile Merinos "beklemesi" önünde

Hüdavendigar (Sultan ı. Murad) Külliyesi'nde

320