15 Temmuz 2011 15 Temmuz Sayı

farkında olduğunu farkında olanlar için 4

Dino Buzzati

Kadın Donkişot ile söyleşi...

Beyniniz hakkında 10 şaşırtıcı gerçek

Yoksulluğun köleleri: kız çocukları

Nuri İyem

Türkiye'nin taşı toprağı peynir.

Uyana-ma- mak

Çelişki İlişkidir.

Neyzen rakıya nasıl başladı?

www.ayorum.com- 1 - Yasal uyarı : 24 yaşından küçüklerin alkol ile denemesi yasaktır !!! 2

24+

Neyzen rakıya nasıl başladı?

Neyzen Tevfik, rakıya nasıl başladığını, 13 Eylül “maya” tutmuştu. Bir gün Üsküdar'daki evimizde 1933 tarihli “Yedigün”de yayımlanan “Neyzen'le bermutat çakıyor, sabah rakısı içiyordum. Babam Konuşmalar” başlıklı yazısında Münir S. seslendi, tuz almak için bakkala yolladı. Tuzu Çapanoğlu'na anlatıyor: aldım, fakat tamam bir buçuk sene sonra eve dönebildim! “Çocukluk devrini geçmiş, delikanlılık çağına girmiştim. Baktım herkes rakı içiyor; bunda ne var Umumi Harp'e kadar 1868 okka rakı içtim; bütün diye merak ettim. Misvakla dişlerini yıkayan, yün gazeteler yazdı ya... Ondan sonrasını hesap çorapla ayaklarının murdar kokusunu gidermek etmedim. Bir mandalina, bir dilim portakalla bir için “hacı yağı” süren hocanın; bıyıklarını “sünnet-i okka içtiğim çok olmuştur. Aylarca değil yemek bir seniye” tarifince kestiren hacının tiksindiği şeyde ekmek bile ağzıma koymadım. bir fenalık görmedim. Beni rakıya teşvik eden olmadı. Ben, ona hürmetle Ben mideme rakı doldurmakla sarhoş olmayı başladım, tazimle içtim. Bir zemzem gibi sevmem. Gözüm doymalı, gözüm sarhoş olmalı, dudaklarıma değdirdim. Bugün içmediğim halde, gözüm!” ona hâlâ bir hiss-i hürmetle mütahassisim. Rakı ile Edebiyat Muhabbeti, Senelerce ayık gezdiğimi bilmiyorum. Esasen hayatımda bir kere sarhoş oldum. İçim bir kere Refik Durbaş Heyamola Yayınları

- 2 -

53

Dino Buzzati Deniz Günal

Açgözlü, ikiyüzlü, zalim, saf, kurnaz olduğumuzu biliriz ama duymak istemeyiz. Kendimizle ilgili bildiklerimizin konuşulması bizi rahatsız eder. Yadsırız. Kızarız. Kulak ardı ederiz. Ama bize benzemeyen insanların bambaşka zamanlarda, bambaşka yerlerde benzer açgözlülükleri, duyarsızlıkları, kandırmacaları yaşadıklarını bilmek, onların öykülerini, romanlarını okumak bizi rahatsız etmez. Nasıl anlatıldığına bağlı olarak hüzünlendirir, hep var. Tam, her şey söylenmiş olmalı, daha eğlendirir, biraz düşündürür, belki biraz kendimizi başka ne, daha ne kadar değişik söylenir derken... görmemizi de sağlar. Sanatın gücü belki de bu- Tam, hep aynı duygular, aynı korkular yaz yaz, oku radadır. Bize kendimizi öyle gösterir ki, ona katlan- oku nereye kadar derken... Okuma hazzını çoğal- abiliriz. tan, yaşama coşkusunu, insan olma hüznünü anımsatan bir yazar daha çıkıyor. Dino Buzzati’nin, ‘Tanrıyı Gören Köpek’ adlı öykü kitabı ilk kez 1992 yılında basılmış. Genişletilmiş Bir küçük kitapla, hiç bir mekanla sınırlı olmayan ikinci baskısı 2007 yılında yapılmış. Tam 15 yıl son- kısacık zaman dilimlerinde bambaşka dünyalara ra. Ben bu kitabı, bu yazarı daha önce yolculuğa çıkıyor insan yine. İnsanın aptallığına tanımamışım. Pek kimse de tanımamış ki, bu kadar gülüyor, yaşadığı acılar içini sızlatıyor, iyiliğin, zaman geçmiş aradan yeni bir baskısını yapmak temizliğin gücünü görüp insana yine inanmaya için. başlıyor; ama sonra kanıksadığımız, değişmezmiş gibi gelen hayatlarımızın başkalarının insafında Kendi adıma çok mutluyum. İyi ki, bilinmesi, okun- nasıl da bir anda değişebileceğini görüp irkiliyoruz. ması gereken tüm iyi yazarları önceden bilmiyorum. İyi ki, keşfedilmeyi bekleyen bir yazar Üstelik Dino Buzzati, ‘Tanrıyı Gören Köpek’ adlı

- 3 -

öykü kitabında bunları, ya gerçekdışı, zaman dışı dolanıp durmasının öyküsüdür, bize açgözlü, ben- dünyalar yaratarak ya da anlattığı hayatlara akıl cil, yoksul oluşumuzu anlatır. dışı olaylar katarak yapıyor. Üstelik öyle bir sa- hicilikle yapıyor ki, tüm bu dünyaların, bu akıl ‘Hamamböceği’ öyküsünde Buzzati, evine gece dışılıkların, onun ruhundan süzülüp öyküye yarısı gelen bir adamın ezdiği bir hamamböceği sızdığını duyumsuyoruz. ölürken, çevresindeki dünyanın nasıl korku, te- dirginlik içinde yaşadığını anlatır. Uyuyamaz adam, Bir yazarın, tüm içtenliği ile anlattığı bir hikaye, neler olduğuna bakmak için kalkar yatağından. koştura koştura, umutsuzluk, çaresizlik duyguları Koridorda parçalanmış, kara böceğin oynayan içinde yaşadığımız kendi hayatlarımızdan daha ayağını görür. Hayvanın iki buçuk saat boyunca, gerçek olabiliyor. helmeleşen iç organlarına karşın ölmediğini, can çekiştiğini görünce ürperir. Örneğin, ‘Bir Damla’da her gece basamaklardan şıp şıp yukarı çıkan bir damlanın yarattığı korkuyu “Son ayağıyla bir ileti ulaştırarak, şaşılacak bir anlatıyor. Damlayı hiç kimse görmüyor. Yalnızca biçimde ölmeyi sürdüyordu. Ama kimsenin duyuyorlar. Basamaklardan yukarı çıkan, geride az bilmediği bir pansiyon koridorunun karanlığında, bir ıslaklık bile bırakmayan küçük damlacık, gecenin üçünde, kim alabilirdi ki iletisini? İki buçuk herşeyi anlamaya, açıklamaya çalışan insanları saat boyunca, diye düşündüm, sağ kalan bacakta korku içinde bırakıyor. biriken son yaşam parçası, sürekli olarak aşağıya, yukarıya giderek adalet istemişti.” ‘Ermişler’ adlı öyküsünde, öbür dünyada ermişler, balkonu okyanusa bakan evlerde otururlar. Buzzati’nin, öykülerini, düşünmek, içimdeki sızıyı Tanrıdır o okyanus. Kendilerine dua eden insan- hissetmek, acıyı anlamak için durarak okuyorum. ların dileklerini yerine getirmeye çalışırlar. Az tanınan, dua almayan bir ermiş insanların dikkatini Bir çocuğun ağlaması dünyayı zehirlemeye yeter, çekmek için küçük mucizeler yapmaya çalışır. Ama diye okumuştum bir yerlerde... derken sona yak- bir türlü şansı yaver gitmez. Çok tanınmış, duadan laşır öykü. dilekten başını alamayan bir başka ermişse onu teselli etmeye çalışır. Birlikte yemek yemek için Bir hamamböceğinin can çekişmesiyle can çekişen ocaklarında odun yakarlar, bacalarından duman evrenin bir parçası varsa, dünya üzerindeki bunca süzülür. Tanrıdır o duman. kötülük, çocuklara yapılan bunca eziyet, bunca merhametsizlikle hiç şansımız yok diye Bir ‘Noel Öyküsü’nde, kilisede dolu olan Tanrıdan, düşünüyorum. kapısını çalan yabancıya birazcık olsun vermek istemez Papaz. Tanrıyla doluluğun, çilekeş bir Ve işte edebiyatın gücü. Hamamböceğinin titreyen hayat yaşayan Piskoposa ait olduğunu düşünür. bacağı ile merhameti anımsıyorum. Ama yabancının isteğini geri çevirmesiyle Tanrı da çıkar gider kiliseden. Papaz yollara düşer. Hayır, diğer öykülerinden söz etmeyeceğim. Onları okumanızı arzu ederim. Merhamet, kurnazlık, Bir ailenin evinin Tanrı ile dolu olduğunu görür. zavallılık, duyarsızlaşma, çaresizlik üzerine ne Ama hiç vermezler. Tanrı o evi terkeder. Tar- söylenmişe, Buzzati onları başka türlü söylemiş. lalarının altı üstü Tanrı ile kaplı bir köylü de bi- razcık olsun vermez zavallı Papaza. Ve Tanrı o tar- Buzzati’yi keşfetmenin tadı, sözcüklerle, anlamlar- laları da terkeder. Piskoposunun Tanrısız bir Noel la, kederlerle dolu yaşamlarımızdan bir armağan geçirmesini istemeyen Papazın, çaresizlik içinde olsun.

- 4 -

55

Uyana-ma- mak

Akasya Kansu

Uyanamamak. Önceki gün çok yorgun olduğun için uyanamamaktan söz etmiyorum. Ertesi günün boş olduğu hatta ondan sonraki günün de boş olduğu günden söz ediyorum.

gerçekten rüya görmezler ya da unuturlar. Ben Boşlukta olduğun için, uyandığın günün herhangi bu insanlara aslında üzülmemiz gereken daha bir değerinin olmadığı günlerden . Önceki gün pro- başka bir çok şeyden daha çok üzülüyorum. jen geç bitmiştir. Saat dörtte yatmışsındır. İşe Çünkü onları gözlemlediğimde, harika bir uyanmak, kalkıp külotlu çorap giymek istemiyor- hayatları olmadığını görüyorum. Bu insanlar için sundur. O zaman uyanmamak ya da alarmı beş da- rüyaları da yoksa, hayatın ne anlamı var diye kika sonraya kurmak mantıklıdır. düşünüyorum. Belki de bana öyle geliyor. Aslın- Ama zaten boş bir güne uyanacaksan, mantıksızdır. da çok fantastik bir hayatları var. Ya da aslında Yalnız bu durumu tek bir şey mantıklı hale getirir. O rüyalarında bol karda kayak yapıyorlar sonra da rüyaların harika olması. unutuyorlar. Diyelim çok içine kapanık bir tipsin ya da dışarı karşı Sonuçta uyanamamak çok kötüdür. İşe, derse çok dışa dönük gözüküyorsun ama yapay dna’yı aklını veremezsin. Aspirin alman gerekir. Güne yaratan kimyacılar gibi herkesten sakladığın başka uyum sağlayamazsın. Zordur. Ama zaten erken bir dünyan var. O zaman rüya görmeye devam et- yattığın bir akşamın ertesi günü öğlene kadar mek; uyanmaktan daha iyidir. Çünkü rüyanda harika rüyalar görüyorsan; bence boşver istediğin her şeyi yapabilirsin. Mesela sevip de söy- uyanma. Hayatında 24 saatlik sıkıntılı veya Seda leyemediğin kişileri sevebilirsin. Gerçek hayatta Sayanlı anlamsız bir gün geçecekse, geçmesin. gücünün yetmeyeceği kişileri rahatlıkla alt edebilir- Uyumaya devam et. sin. Bilinçaltının dibinde duran en eski arkadaşınla Her neyse aslında ayoruma sinema yazıları hiç olmayacak yerlere tatile gidebilirsin. Bunların yazıyorum. Ama bugün bu çelişkiyi sizinle hemen hepsi rüyalarda çok mümkün. paylaşmam gerekti. Yoksa çok sevdiğim rüya- Bütün bu rüya karmaşasının öteki yanında bir de larıma haksızlık etmiş olurdum. Çünkü son za- “ben uyurken rüya görmüyorum” insanları vardır.Ya

- 5 -

Türkiye, dört bir köşesinde evlerde, modern tesislerde üretilen onlarca peynir türü ile adeta bir "'peynir cenneti"... Her biri farklı lezzetler 6 barındıran, değişik yöntemlerle hazırlanan, adına festivaller düzenlenen peynir, Türk mutfağında da önemli besin kaynakları arasında yer alıyor.

Türkiye'nin taşı toprağı peynir.

Dünyada binlerce yıl önce üretilmeye başlanan, ketilebilen peynir, özellikle karpuz ve ekmekle zaman geçtikçe farklı lezzetlerle çeşitlendirilen birlikte en çok tercih edilen ''yaz ve diyet yem- peynir, özellikle kahvaltıların vazgeçilmezi... Yapılış eğini'' oluşturuyor. şekli ile farklı lezzetler sunan peynir, alternatif yemek kültürünü de oluşturuyor. ''Peynir cenneti'' Türkiye'de, peynirin tüketiciye ulaşıncaya kadarki yolculuğu her yöreye göre Geleneksel yollarla ya da modern tesislerde değişiyor. üretilen peynirlerin, bir bölümü bakkallarda ya da marketlerde yerini alabiliyor. Özellikle kırsal yer- KONYA'NIN KÜFLÜ PEYNİRİ leşim alanlarında evlerde üretilen peynir çeşitleri, Konya'da, yağı alınmış koyun sütünden üretilen ve yalnızca üretildiği bölgede bilinen gizli bir lezzet doğal olarak küflendirilen Konya küflü peyniri, olarak kalıyor. genellikle Karapınar, Ereğli, Cihanbeyli gibi koyun- Ülkedeki peynir çeşitliliği, üretim kalitesinde reka- culuğun yoğun olduğu yerlerde üretiliyor. Küflü beti de beraberinde getiriyor. Üretilen peynirin peynir, özellikle kırsal alanda yağı alınmış koyun belli yöreye özgü olarak ilan edilmesi, tanıtılması sütünden üretiliyor. Yağının alınması, doğal ve pazarda pay elde etmesi amacıyla festivaller küflenmeye yol açtığı için aflatoksin oluşmasını düzenleniyor. Peynir, üretildiği yörelere de önemli önlüyor. ekonomik gelir sağlıyor. BERENDİ VE DİVLE TULUM PEYNİRİ

İçerdiği protein ve vitaminlerle dengeli beslen- Ereğli ilçesi ile Karaman'ın Ayrancı ilçesi ve mede önemli yeri olan, günün her saatinde tü- çevresinde üretilen Berendi ve Divle tulum

- 6 -

K ü lt ü r peynirinin de pazar payı oldukça geniş. Berendi kadar evlerde, son yıllarda ise modern tesislerde tulum peyniri pastorize inek sütü kullanılarak üretilen tulum peyniri, ülkede en çok tüketilen modern tesislerde üretiliyor. Divle tulum peyniri peynir türleri arasında. Koyun sütünün ısıtılıp ma- ise tümüyle geleneksel usullerle, kuzulamaların yalandıktan sonra oluşan pıhtısı, bez torbada su- gerçekleştiği, mayıs ayı ile haziranın ortasına kadar dan ayrışması için 3 gün bekletiliyor. Daha sonra olan sütün bol olduğu dönemde koyunlardan pıhtı parçalanarak yüzde 3 oranında tuz ile sağılan süt biriktirilerek yapılıyor. Ayrancı'ya bağlı karıştırılıp 18 saat havayla temasa bırakılıyor. Divle köyünde vatandaşlar, sağdıkları sütleri her Peynirde istenen aromanın oluşması için bu işlem gün bir kişinin evinde imece usulüyle birleştiriyor, birkaç kez tekrarlanıyor ve hava almayacak şekilde ürettikleri peyniri mağaralarda saklıyor. Berendi ve bir tulum ya da bidonda 120 gün bekletilerek tü- Divle tulum peynirlerinin tam anlamıyla tadına ketime hazır hale getiriliyor. Tulum peyniri, başta varabilmek için, bu ürünleri alırken dikkat edilmesi Erzincan olmak üzere Türkiye'nin hemen her yer- gereken unsurlar da var. Kaliteli bir Berendi ve inde marketlerde ve şarküterilerde satışı yapılıyor. Divle peyniri, homojen bir yapıda ve açık sarı renge sahip. Bu peynirler, sulanmamış ve pütürsüz KARS GRAVYERİ olmalı. Berendi peynirinin kilogramı 9-10, Divle Mandıralarda üretimi yapılan peynirin hayvansal peynirinin kilogramı ise 15 YTL'den tüketicilere protein oranı yüzde 32 seviyelerinde. satılıyor. İlde yaygın olarak tüketilen gravyer, son yıllarda KAYSERİ'NİN ÇÖMLEK PEYNİRİ büyük şehirlerde de ilgi görmeye başladı. Özellikle Çömlek peyniri, taze koyun veya inek peynirinin yabancı turistlere ev sahipliği yapan otellerden süzülüp daha sonra çömleklere basılmasıyla Kars gravyerine yoğun talep geliyor. Gravyerin üretiliyor. Kalıplar halindeki taze peynir, önce bez gelecek yıllarda çok daha fazla ilgi görmesi torbalara konulup üzerine taş parçalarıyla baskı bekleniyor. İyi bir Kars gravyerinin sert kabuklu, yapılarak içerisindeki peynir suyunun dışarı akması kiraz büyüklüğünde gözenekleri, kesildiğinde sağlanıyor. ''Baskı'' adı verilen bu işlem 2 gün renginin koyu sarı olması ve yenildiğinde genzi sürüyor. Suyunu kaybeden taze peynir, daha sora yakacak düzeyde bir tadı bulunması gerekiyor. elde ufalanıp bir bez üzerine serilerek tuzlanıyor. Ufalanan peynirin içerisine bir miktar çörek otu katılıyor. Tuzlanıp bir gün bekletilen peynir çöm- leklere basılıyor. Üzerleri donmuş yağ ile kaplanan çöm- lekler daha sonra kayadan oyma mağaralarda veya evlerin zemin katında hazırlanan nemli kumlara gömülerek olgunlaşma- ya bırakılıyor. Yaklaşık 3 ay son- ra peynir tüketilmeye hazır hale geliyor.

ERZİNCAN TULUM PEYNİRİ

Erzincan'da birkaç yıl öncesine

- 7 -

Tamamen organik olan bu peynirin kilogramı, İKİZDERE TULUM PEYNİRİ Kars'ta 25-30 YTL arasında satılıyor. Ardahan'da üretilen İkizdere tulum peyniri, Erzin- KARIN KAYMAĞI PEYNİRİ can tulum peyniri ile aynı pastörize işlemler uygu- lanarak elde ediliyor. Ancak Erzincan tulum peyniri Kars'ta yapılan bir diğer önemli peynir türü ise koyun, İkizdere tulum peyniri inek sütünden daha çok Sarıkamış ilçesinde ev koşullarında yapılıyor. Evlerde ailelerin kendi ihtiyaçlarını üretilen ''karın kaymağı'' peyniri. 24-34 derecede karşılamak amacıyla ürettiği peynir, pazarlarda mayalanan inek sütü, pıhtı haline gelmesinin ar- nadiren görülüyor. dından bez torbalarda baskıya alınarak suyu süzülmeye bırakılıyor. Yaklaşık 18 saat süren bu ARDAHAN KÜFLÜ PEYNİR işlemin ardından açılan torba içerisine yüzde 3 oranında tuz ilave edilerek pıhtı ufalanıyor ve belli Yine Ardahan'da üretilen küflü peynir, yağsız inek bir oranda krema veya tereyağı katılıp yoğruluyor. sütünden yapılıyor. Peynir, bölgede genellikle Daha sonra temizlenmiş ve kurutulmuş hayvan evlerde üretiliyor. İhtiyaç fazlası ürün, satışa işkembesi içerisine konuluyor. Ağzı sıkıca kapa- sunuluyor. Genellikle aynı bölgede tüketiliyor. tılarak ve düz bir yerde bırakılarak 120 kilogramlık ERZURUM'UN CİVİL PEYNİRİ baskı uygulanıyor. Baskı işlemi 3 gün devam ediyor ve sonra iplere asılarak serin odalarda 3 ay gibi bir Erzurum'a özgü civil peynir, yağsız inek ya da ko- süre olgunlaşmaya bırakılıyor. Ardından peynir yun sütünden yapılıyor. Yayıklanarak yağı alınan ve tüketilmeye hazır hale geliyor. tencerede mayalanan süt, pıhtı halini alana kadar ateş üzerinde sürekli karıştırılıyor. Oluşan pıhtı, VARTO KEÇİ PEYNİRİ başka bir kaba alınarak tuz ilave ediliyor. Peynir Keçi sütü, güneş sıcaklığında belli oranda kütlesi daha sonra bir kola sarılarak tel şeklini ısıtıldıktan sonra maya ilave edilerek pıhtı halini alıyor. Salamura suyu içerisinde muhafaza edile- alıyor ve oluşan bu pıhtı, hafifçe parçalanıp bildiği gibi, bolca tuzlanarak taze olarak da saklan- gözenekleri iri olmayan keten tarzı bez torbalarda abiliyor. Civil peynir, başta Erzurum olmak üzere bir süre bekletiliyor. Torbada en az 12 saat asılı Ankara ve İstanbul'da da değişik marketlerde bekletilerek suyu süzülen pıhtı, daha sonra keçi satışa sunuluyor. Yağsız olması nedeniyle, özellikle peyniri halini alıyor. diyet uygulayanlar tarafından tercih ediliyor. BİNGÖL SALAMURA PEYNİRİ

Bingöl'de çiğ koyun sütünden yapılan salamura peynir, yaylalar- da, ev koşullarında aile işletmeleri tarafından üretiliyor. Ailelerin ken- di ihtiyaçlarını karşılayacak düzey- de ürettiği salamura peyniri, koyun sütünün pişirilmeden güneş sıcaklığında mayalanarak pıhtı halini almasıyla elde ediliyor. Pıhtı, keten bez parçalarda 1-2 gün suyunun süzülmesi için baskıya alınıyor ve daha sonra küçük par- çalar halinde salamura suyuna

- 8 -

K ü lt ü r

konularak tüketime hazır hale getiriliyor. işlemden geçen, Diyarbakır'ın yüksek kesimlerinde daha çok bulunan ve keskin bir kokusu olan DİYARBAKIR'IN ÖRGÜLÜ PEYNİR ''kırkor'' adı verilen bitki, ince ince kıyılarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde hemen hemen peynirle birlikte yoğrularak lavaş veya yuvarlak her evin sofrasını süsleyen Diyarbakır'ın örgülü, peynir adıyla sofralardaki yerini alıyor. salamura, Şırnak'ın sirikli peyniri, sütün sihirli yol- ŞIRNAK VE SİİRT'İN SİRİKLİ PEYNİRİ culuğunu tamamladığı lezzet duraklarından sadece birkaçı. Diyarbakır'da özellikle mayıs ve haziran Şırnak ve Siirt'te, özellikle yaylalarda yetişen ve bir aylarında koyun, inek veya keçi sütü mayalanarak çeşit yabani sarımsak olduğu belirtilen ''sirik'' adlı elde edilen peynir, farklı işlem ve içine katılan ot- ot, sütün mayalanmasının ardından ince kıyılarak larla da çeşitli isimler alıyor. Kentte en çok rağbet peynirle birlikte yoğruluyor, yuvarlak veya kare gören ''örgülü'' peynirin serüveni sütün maya- şekiller halinde satışa sunuluyor. Mardin'de de lanmasıyla başlıyor. Yaklaşık 2 saat bekleyen peynire çörek otu katılarak farklı bir tat kazan- peynir, mayalandığı kaptan alınarak dilimleniyor dırılıyor. ve büyükçe bir tencerede 90 derece kaynayan suya atılıyor. Suda iyice eriyen peynir, kevgir PEYNİR DEPOSU ''MAĞARA'' yardımıyla alınarak başka bir yerde 6-7 dakika Sivas'ın Zara ilçesinde kışlık olarak hazırlanan yoğruluyor. Hamur haline getirilen peynir, şeritler peynirler, geleneklere göre yüzyıllardır depo alarak halinde saç gibi örülerek, peynir suyu ve tuzlu suya kullanılan mağaralarda korunuyor. Zara ve basılarak tüketime hazır hale getiriliyor. Aynı köylerinde yaz aylarında hazırlanan peynirler, daha

- 9 -

önceden belirlenen mağaralarda kış için sak- laşık 3 ay bekletilen peynirin bu süre içerisinde lanıyor. Peynirler yaz boyunca soğuk hava deposu suyu süzülüyor, rengi, kokusu ve tadı değişiyor. görevi yapan bu mağaralarda bekletiliyor, kış yak- laştığında bu peynirler mağaradan çıkartılarak TOKAT'TA KIŞLIK SALAMURA PEYNİR satılıyor ya da tüketiliyor. Keçi, koyun ve inek sütünden mayıs-ağustos ayları KÜP PEYNİR arasında yapılan peynir, çiğ sütten mayalanarak üretiliyor. Peynirler daha sonra kalın tuzla tu- Sivas ve ilçelerinde yoğun olarak küp peyniri üreti- zlanıp, küp ve bidonlara basılıyor. Bu peynir, 3 ay mi yapılıyor. Genellikle bahar aylarında yapımına sonra tuzdan ayıklanarak tüketilmeye başlanıyor. başlanan küp peyniri, inek sütünden taze peynir olarak yapılıyor. Suyu alındıktan sonra toprak TRABZON'UN ''TELLİ PEYNİRİ'' küplere veya plastik bidonlar içerisine dilimlenerek Doğu Karadeniz yaylalarında beslenen ineklerden yerleştirilen peynir, bol tuzlanıp, sıkıştırılıyor. elde edilen sütlerin ana maddesini oluşturduğu Peynirin ağız kısmına bez bir örtü konduktan sonra ''telli peynir'', kaşar peynirine benzeyen, küp veya bidonun kapağı kapatılıyor. Ters olarak sarımtırak renkli, lif lif ayrılabilen, ısıtıldığında uza- çevrilen küp veya bidonun ağız kısmı aşağı gelecek yan, az tuzlu peynir olarak nitelendiriliyor. Peynir şekilde evlerin serin olan genellikle bodrum üreticisi Ali Kemal Bıyıklı, AA muhabirine yaptığı kısımlarında yarıya kadar toprağa gömülüyor. Yak- açıklamada, ''telli peynir'' üretiminin geleneksel

- 10 -

olarak Trabzon ve ilçelerindeki köylerde kadınlar tarafından yapıldığını, son yıllarda da süt fabrikalarında ''telli peynir'' üretimi gerçekleştirildiğini söyledi. Telli peynirin dört mevsim üretilebildiğini belirten Bıyıklı, ''Ancak tüketicinin damak tadına en uygun dönem, hava sıcaklığının düşük seyrettiği, ekşimenin azaldığı kış aylarıdır'' dedi.

EDİRNE'NİN BEYAZ PEYNİRİ

Türk Patent Enstitüsü (TPE) tarafından tescil edilen Edirne peyniri, Anado- lu'nun her yanından rağbet gören bir lezzet olarak haz peynirinde, 8 litre sütten yaklaşık 2 kilogram öne çıkıyor. Edirne'nin değişik türdeki otlarıyla peynir elde ediliyor. Süt, peynir mayasıyla birlikte doğal beslenen inek, keçi ve koyunların sütünden 2 saat bekletiliyor. Maya tuttuktan sonra ortaya lezzetini alan Edirne peynirinin imalat aşamasında- çıkan peynir elle bir araya toplanıyor. Bir sahanda ki lezzetine lezzet katan diğer unsurlar da tuz ve sıkıştırılıyor ve bir gün bekletiliyor. Kaynayan suda maya. Meriç, Tunca ve Arda nehirlerinin oluştur- dilimler halinde karıştırılan peynire istenilen şekil duğu deltada yetişen bitki örtüsünün süte kattığı (örgü, tekerlek) verilebiliyor. lezzet, peynire de yansıyor. Edirne beyaz Çerkez peyniri ise Abhaz peynirine göre daha yu- peynirinin, yapımında kullanılacak sütün en çok 30 muşak. 10 litre sütten yaklaşık 2 kilograma yakın dakika içinde mayalanıp peynir haline getirilmesi, peynir üretilebiliyor. olgunlaştırma sürecini tamamlayan peynirin, havayla ilk temasından itibaren (teneke açıldıktan OTLU PEYNİR sonra) 3 ay içinde tüketilmesi gerekiyor. Hazmı kolaylaştırıcı özelliğe sahip olan Van'ın otlu Edirne ve Trakya'ya özgü peynir, tam yağlı ve peyniri, bu nedenle sadece kahvaltıda değil, yem- doğal olması özelliği ile tanınıyor. Edirne beyaz eklerden sonra da tüketiliyor. Genellikle Doğu peyniri ağızda kayganlık hissiyle ve ekşimsi tadıyla Anadolu Bölgesi'nde, 25 çeşit bitki kullanılarak diğer peynirlerden ayırt edici özelliğe sahip. Üreti- yapılan otlu peynirin, sofralarda farklı bir yeri ciler, Edirne peynirinin asıl özelliğini, ''yenildiğinde bulunuyor. Otlu peynirde çoğunlukla sirmo yeniden yeme hissi uyandırması'' olarak açıklıyor. (yabani sarımsak), mendo, helis, siyabo, nane ve Edirne'de özel olarak hazırlanan teneke kutularda kekik gibi yabani otlar kullanılıyor. İlkbaharda koyun peynirinin 1 kilogramı 8, 3 kilogramı 24, 5 dağlardan toplanan bitkiler, bir süre salamurada kilogramı 40 YTL, inek peynirinin 1 kilogramı da 9 bekletildikten sonra peynire katılıyor. Otlardaki YTL'den satışa sunuluyor. çeşitli mineraller hazımsızlık sorununu ortadan kaldırıyor. SAKARYA'NIN ABHAZ VE ÇERKEZ PEYNİRİ ÇANAK PEYNİRİ Sakarya'da yöresel olarak üretilen peynir türleri arasında Abhaz ve Çerkez peyniri öne çıkıyor. Ab- Yozgat'ta temmuz ve ağustos aylarında elde edilen

- 11 -

bırakılıyor.

İZMİR'İN YÖRESEL PEYNİRLERİ

Farklı kültürlerinin bir araya geldiği İzmir ve ilçelerinde, bu medeniyetler buluşması kendisini yöresel peynir çeşitlerinde de gösteriyor. En fazla tanınan İzmir tulumu, halen İzmir'in yanında Ödemiş, , Tire ve diğer ilçelerdeki man- dıralarda yapılıyor. Süt pastörize edildikten sonra mayalama sıcaklığına kadar soğutuluyor. Daha sonra ''pıhtı kırımı'' yapılıyor ve baskı ten- ekelerinde bekletiliyor. İzmir tulum peynirinde kullanılan salamura ise peynir altı suyundan elde ediliyor. Kesilen ve süzülen telemenin konulduğu teneke ya da deri, salamura ilave edilerek hava almayacak şekilde kapatılıyor. Tulum peyniri için kullanılan deriyse 1,5 yıl öncesinden hazır hale getiriliyor. Özel keçi derisi tuzlanarak 3-4 ay tuzla- ma süresi sonrası 8 ay kadar bekletiliyor. Hazırlan- an teleme, tulumun içine çaprazlama yer- leştirilerek boş kalan bölümler lor ile kapatılarak sütle hazırlanan ve çanaklarda toprağa gömülen tulumun ağzı kendir ipiyle bağlanıyor. Tulum çanak peyniri, sonbahar aylarında topraktan peyniri, tadını kazanması için 18-20 ay kadar soğuk çıkarılıyor ve kış mevsiminde tüketiliyor. Yozgat havada bekletiliyor. Belediyesi, yöreye özgü bu peyniri tescillemek için Türk Patent Enstitüsüne başvuruda bulundu. SEFERİHİSAR'IN ARMOLASI

AYDIN'IN TULUM PEYNİRİ Bölgeye özgü, diğer peynir türlerine benzemeyen peynir çeşitleri arasında yer alan armola peyniri, Aydın'da inek ve koyun sütlerinin karışımından Seferihisar ilçesindeki bir kaç mandıra ve evlerde üretilerek keçi derisine basılan tulum peyniri, yapılıyor. Eskiden tulum içinde yapılan peynirin şu lezzetiyle beğeni topluyor. Bölgedeki üreticiler, anda endüstriyel olarak tulum üretimi peynirin asıl lezzetinin keçi derisine basılmasından gerçekleşmiyor. Armola peyniri, keçi sütünden kaynaklandığını ifade ediyor. Keçi derisine basılan yapılan süzme yoğurt, keçi sütü loru ve , derinin şeklini alıyor. Bu haliyle peynirin peynirin karışımıyla ortaya çıkıyor. Armola, hafif yaklaşık bir yıl depolanarak acı suyunu dışarıya bir peynir olması ve istendiğinde domates atması bekleniyor. salatasına sos olarak kullanılabilme özelliği MALATYA PEYNİRİ nedeniyle çok tercih ediliyor. Keçi sütünden yapıl- ması ve peynir-yoğurt karışımı olması nedeniyle Genellikle köylerde üretilen Malatya peyniri, çiğ farklı bir lezzeti var. Genelde ekmeğe sürülerek sütün yağı ve kuru maddesi çekilmeden, peynir üzerine zeytinyağı, kırmızı biber, sarımsak ilave mayasıyla mayalanması ile üretiliyor. Mayalanan edilerek yeniliyor. peynir kesildikten sonra suyu alınıyor ve üzerine ağırlık konulan iki tahta arasında sıkıştırılıyor. KOPANİSTİ PEYNİRİ - EGE'NİN ORTAK MİRASI Peynir, kaynatıldıktan sonra salamuraya İzmir'in Karaburun Yarımadası'nı çevreleyen ilçe

- 12 -

ve beldelerinde yapılan kopanisti peyniri de özgün değerlendiriliyor. Bu peynir çeşidi lor üretiminin yapım şekli, tadı ve tüketim şekliyle ilginç özellikler yoğun olduğu bölgelerde mandıralar tarafından barındırıyor. üretilerek semt pazarları ve marketlerde satılıyor. Satış fiyatı 4-6 YTL arasında değişen çamur peyniri, Karaburun başta olmak üzere Çeşme, Dikili ve genelde yöre halkı tarafından tercih ediliyor. Foça'da sadece evlerde üretilen kopanisti peyniri, keçi sütü veya keçi-koyun sütü karışımının yaklaşık ANTEP PEYNİRİ bir ay her gün yoğrulmasıyla yapılıyor. Yapımı sü- resince oda sıcaklığında bırakılan lordaki acımsı Gaziantep'teki soğuk hava depolarında kışın tü- tat, kimi bölgelerde bu peynirin ''acı peynir'' olarak ketilmek üzere tonlarca Antep peyniri saklanıyor. adlandırılmasına neden oluyor. Kendine has ko- İnek, keçi ya da koyun sütünden yağlı, yarım yağlı kusu ve tadı bulunan peynir, bölgede kahvaltının ya da yağsız olarak üretilen Antep peyniri, , yanında içki mezesi ve börek içi olarak da değer- salça ve dolmalıklarla birlikte ailelerin kış lendiriliyor. hazırlıkları kapsamında temin ettiği temel gıda ürünleri arasında yer alıyor. Peynircilerden satın TİRE'NİN ÇAMUR PEYNİRİ alındıktan sonra tuzlanan ve üç gün bekletilen Antep peyniri daha sonra teneke ya da plastik bi- İzmir'in yöresel tatları arasında Tire ve Ödemiş donlara doldurularak kentteki soğuk hava depo- ilçesinde bilinen peynirlerden biri de çamur larına teslim ediliyor. Vatandaşlar, yıllık ih- peyniri. Keçi veya keçi-koyun sütü karışımından tiyaçlarını karşılamak için 15 ile 50 kilogram yapılan yağlı tulum lorunun, peynir altı suyu ile arasında peynir alarak saklıyor. karıştırılmasıyla elde edilen çamur peyniri, krem peynir kıvamında olması nedeniyle genelde ek- ÇANAKKALE'NİN EZİNE PEYNİRİ Deniz Günal meğe sürülerek zeytinyağıyla birlikte tüketiliyor. Çamur peyniri ayrıca salatalar için sos olarak da Türkiye'nin en lezzetli beyaz peynirleri arasında

- 13 -

yer alan, adı Çanakkale ile özdeşleşen ''Ezine sahip olmalı. Ezine peyniri süt yağında meydana peyniri''nin en önemli özelliği, üretimde kullanılan gelen parçalanmalar sonucu açığa çıkan, kendine sütün belirli bir bölgeden sağlanması. Ezine Man- özgü bir tat ve aromaya da sahip. dıracıları Koruma ve Yaşatma Derneğinin (EPD) başvurusu sonucunda, Ezine peynirine 2006 yılın- Peynire olan talep, bu peynirin üreticilerini bir da Türk Patent Enstitüsünce, coğrafi işaret tescil dernek altında da toplamış. İsmi markalaşan Ezine belgesi verildi. Ezine peynirinin yapımında, Kaz Peynirciler Derneğine (EPD) 32 kayıtlı mandıra Dağları'nın kuzey ve batı kesimlerindeki Ezine, bulunuyor. Üreticiler, üzerinde ''EPD'' amblemi Bayramiç ve Ayvacık ilçelerinin doğal bitki örtüsü bulunmayan peynirin, gerçek Ezine peyniri olama- ve su kaynaklarıyla beslenen koyun, keçi ve yacağını savunuyor. Ezine peyniri, standart ineklerden elde edilen sütler kullanılıyor. Mevsime ağırlıklarda satılıyor. 35 gramlık peynir 75 YKr, 100 göre yüzde 40 oranında keçi sütü, yüzde 45-55 gramlık peynir 1,5 YTL, 2 kilo 200 gramlık teneke oranında koyun sütü ve yüzde 15 oranında inek peynir 24 YTL, 19 kilogramlık teneke peyniri ise sütü karıştırılarak hazırlanıyor. Ezine peynirinin 178 YTL'den satılıyor. üretimi, mart ayından ağustos ayına kadar MANYAS PEYNİRİ sürüyor. Kaliteli Ezine peyniri açık sarı renkte, orta sertlikte ve kırılgan olmayan bir yapıya sahip. Türkiye'nin süt ve süt ürünleri üretiminde lokomo- Peynirde az sayıda, küçük çaplı gözenekler bulun- tif iller arasında sayılan Balıkesir'de yapılan ünlü malı ve süt yağından kaynaklanan kremamsı tada Manyas peyniri, hiçbir katkı maddesi ilave

- 14 -

edilmeden, inek ve koyun sütü karıştırılarak üretili- AMASYA'DA KÖY PEYNİRLERİ yor. Türk ve dünya mutfaklarının vazgeçilmezleri arasında yer alan en az 200 yıllık Manyas peyniri, Amasya bölgesinde geleneksel yollarla yapılan köy protein zenginliği nedeniyle bölge halkının yanı peynirleri, sütün kıvamına göre çeşitli adlarla sıra ülkenin iş, siyaset, sanat ve spor dünyasının satışa sunuluyor. Yaklaşık 5 kilogram sütten bir önde gelen isimleri tarafından da tercih ediliyor. kilogram peynir üretiliyor. Yörede genellikle tel Dünyanın en ünlü peyniri olarak gösterilen Fransız peyniri, kaşar peyniri, manda sütünden elde edilen ''rokfor peynirine'' rakip olduğu ve yüzde 100 manda peyniri ve salamura peynir üretiliyor. doğal olarak üretildiği belirtilen Manyas peynirinin CEVİZLİ KAŞAR PEYNİRİ tezgahlara çıkış süreci 6 aylık bir zamanı kapsıyor. Ağızda dağılmayan Manyas peyniri, ekmek gibi Zonguldak'ın Çaycuma ilçesinde, tamamen doğal yenilebildiği için uzun süre tok tutma özelliğine ve kaynaklarla beslenen inek ve mandaların sütün- protein zenginliğine sahip. Katkı maddesi den, cevizli kaşar peyniri üretiliyor. Kapalı bir içermemesi ve küf oranının sıfır olması nedeniyle havzada doğal ortamda beslenen inek ve manda- Manyas peynirinin mide dostu olduğuna, kara- ların sütünden elde edilen peynir, standart kaşar ciğeri beslediğine, dişleri beyazlattığına inanılıyor. peynirlerden farklı olarak bir kilogramı için 9 kilo- gram yerine 15 kilogram süt kullanılarak yapılıyor. Bursa'nın, eski adı Mihaliç olan Karacabey Endüstriyel kaşar peynirlerin 10 saat kuruduktan ilçesinde ilk defa üretildiği için adı ''Mihaliç'' olarak sonra satışa sunulmasına karşın yöreye özgü ceviz- da bilinen Manyas peyniri, içerdiği fosfor ve besin li kaşar peyniri, tadının daha iyi olması için 2 gün değeri ile özellikle çocuk gelişimi açısından önemli süreyle kurutuluyor. Tuz oranı düşük peynir, besin kaynağı. şaraptaki şekerli tatların daha iyi hissedilmesine ''ÇİĞ KESİK'' PEYNİRİ olanak sağladığından Çaycuma Süt Ürünleri Fabri- kası'nda ''Le Gout de Vin'' markası adı altında Samsun'da, daha çok Alaçam ve çevresindeki yayl- ''şarap peyniri'' olarak satışa sunuluyor. Fabrikanın alarda yetişen koyunların sütünden çiğ olarak sahibi ve Genel Müdürü Hüsnü Sami Alpan, AA yapılan ve ''çiğ kesik'' olarak bilinen peynirler için muhabirine yaptığı açıklamada, ''Kaşar, beyaz ve birçok ilden özel siparişler alınıyor. İlçe merkezin- mozerella peynirlerinin harmanlanmasıyla oluştu- den yaklaşık 950 metre rakımda bulunan Yu- rulan ürün, şarap içerken tüketiliyor. Bölgemize karıkoçlu köyü yaylasında beslenen koyunların özgü ürün, farklı coğrafyada elde edilen sütle sütünden yapılan çiğ kesik peynirlerin kendine yapıldığında aynı tadı yakalamak mümkün olmuy- özgü yapılış tarzı ve tadı bulunuyor. Çiğ kesik or. Aylık ortalama 50 bin adet ürettiğimiz peyniri, peynirinin lezzeti, yaylalarda, başta kekik olmak 150 gramlık paketler halinde satışa sunuyoruz. üzere birçok türde otla beslenen koyunlardan elde Paketler, sadece şarap mahzeni mağazalarda 3 edilen sütten geliyor. Çiğ kesik peyniri için yurt içi YTL'den satılıyor'' diye konuştu. ve yurt dışından siparişler geldiği belirtiliyor. Peynir yaz mevsiminde, özellikle karpuzla birlikte TORBA VE KÜP ÇÖKELEK alternatif bir yemek kültürü de oluşturuyor. Hafif ve lezzetli olması nedeniyle de tercih edilen bu Ordu'da torba peyniri ve küp çökelek yöresel ikili, adeta birbirini tamamlıyor. peynirlerin başında geliyor. Çökelek peyniri daha çok kırsal kesimde üretiliyor. Isıtılan yayık ayranına Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokronoloji bir miktar yoğurt ilave ediliyor ve torbalara doldu- ve Metabolizma Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı rularak katı hale gelmesi için ağırlık altında yak- Prof. Dr. Tamer Tetiker, karpuz ve peynirin, şeker laşık bir hafta bekletilerek oluşturuluyor. Çökelek ve yüksek tansiyon sorunları olmayanlar için yaz peyniri genellikle pazarlarda satılıyor. aylarında, damak zevkini tatmin eden gıdalar

- 15 -

arasında olduğunu söyledi. güçlü olur.'' İzmir Kent Hastanesi Diyetisyeni Mel- ek Bölge Akyel de peynirin enerji değeri yüksek, Karpuzun yüzde 95'inin su olduğunu, vücudu protein, kalsiyum ve B2 vitamini yönünden zengin toksinlerden arındıran, böbrekleri çalıştıran, idrar bir besin maddesi olduğunu, sindiriminin de sütten söktürücü özelliğinin bulunduğunu belirten daha kolay olduğunu söyledi. Tetiker, bu meyveyi, böbreklerinde kum ve taştan yakınan hastaların da tüketmesi gerektiğine dik- Peynirin yağ oranının, çeşidine göre değişiklik kati çekti. gösterdiğini belirten Akyel, ''Ph'' seviyesi kontrol edebildiğinden dişler için iyi bir koruyucu Düşük kalori miktarı nedeniyle diyet yapanlara da olduğunun altını çizdi. Akyel, hamilelik döneminde önerdikleri karpuzun tüketiminde damak zevkini ve kemik erimesinde ortaya çıkan yüksek kalsiyum pekiştiren unsurun peynir olduğunu ifade eden ihtiyacının peynirin içerdiği zengin kalsiyum ile Tetiker, ''Peynir, D vitamini zengini olarak kemik karşılanabileceğini dile getirdi. gelişiminde olumlu etki yapar. Ancak, tansiyon sorunu olanlar peynirin daha az tuzlusunu ya da Melek Bölge Akyel, ''Peynir, kemik erimesini önler, tuzsuz olanını tercih etmeli. Tansiyon problemi enfeksiyonlara karşı etkilidir. Sindirim sistemini olmayanlar için ise peynirin yanında karpuz tüket- düzenler, kanserin önlenmesine yardımcı olur, diş mek, peynirin tuzundan kaynaklı terlemeyi telafi çürüklerini, kronik bronşiti önler'' diye konuştu. eder. Eğer karpuz soğuk tüketilirse bu telafi daha Not : Bu yazı 2008 yılında hazırlanmıştır.

- 16 -

Felsef e 17

Çelişki İlişkidir Metin Bobaroğlu

Bir çalışmayı sürdürürken teknik kavramlara ve o olduğunda da uygarlıktan söz ediyoruz demektir. kavramların kendi içsel zorunluluklarına girdikçe Kültür ve uygarlığı ben bu bağlamda birbirinden bazen veya çoğu zaman niyet kaybolur. "Niye ayırıyorum. Başka bir deyişle kültür, her insanın bunları yapıyorduk?" diye insan kendi kendisine kendi nesnel koşulları ve öznel ilişkileri içinde, sorar. Öğrenmenin güzelliği içinde, yapılan işin yaşadıklarıdır. Uygarlık ise, yaşantının içinden, hangi amaçla, hangi niyete bağlı olarak yapıldığı diğer insanlar için ve diğer zamanlar için kalıcı çoğu zaman unutulur, bu kaygıyı çokça taşıdığım olarak üretebildiği değerlerin dünyasıdır. için o teknik çalışmalardan fırsat buldukça, soluk aldıkça sürekli niyete geri dönüyorum, niyeti Değerler söz konusu olduğunda, kavramlardan pekiştirmeye çalışıyorum. söz ediyoruz demektir. Kavramlarla ilgili çok sorunumuz var biliyorsunuz. Örneğin ‘akıl’ Ondan sonra yine teknik alana dönüyorum, bazen diyorsunuz, bu bir isim, ama ‘akıl tanımı’ onun teknik alan bu anlamda zayıflıyor, niyet çok fazla kavramı. Tanım! Peki hangi tanım? Rasyonalizme belirginleşiyor. göre akıl başka, pozitivizme göre başka, eleştirel usçuluğa göre başka, mantıkçı pozitivizme göre Bu, benim kendi kendimle olan diyaloğum, çünkü başka, öznel idealizme göre başka, saltık idealizme doğrudan yönlendiriciliği alamıyorum, O nedenle, göre başka... 36 felsefi disiplinden söz ediliyor. Her kendi kendimle böyle bir iç diyalektik yaşıyorum, birinde akıl başka bir tanım olarak çıkıyor Kavgalar, çatışmalar, çelişmeler filan... Sizler bu karşımıza. Ve her dişiplin akıl kavramını başka bir sohbetlerde biraz da buna tanık oluyorsunuz. biçimde kuruyor, başka bir biçimde ilişkilendiriyor. Niyetle ilgili yukarılara çıkıp global olarak, küresel Biz hangisiyle düşünüyor, dinliyor, okuyor ve olarak tekrar baktığımızda, yaşantıyla, yaşantının yazıyoruz? Bu soruyu sormak, farkına varmak içinde insanla, insan topluluklarıyla, tarihle, felsefi bilince yükselmek demektir. Başka bir doğayla, doğa-insan ve insan-insan ilişkileriyle deyişle dilimizin farkındalıklı kullanımına toplum ve kültür doğuyor. Kültür en genel olarak ulaşmak felsefi bilinçtir. yaşam biçimidir. Kültürün içinden üretilen ve kalıcı Kullandığım sözcüklerin anlamları nelerdir? Onları, olan, nesilden nesile aktarılabilen, toplumdan anlamlarına (!) bağlı olarak— doğru ya da yanlış— topluma kabul görebilen değerler söz konusu

- 17 -

kullanırken diğer kavramlarla ya da aynı olgunun dönüşmüş olanlar, başkalaşmış olanlar da bunun diğer kavramsal kurgularıyla ne kadar tanışığım? içine girer. Var olan kültürü, tarihsel süreçteki o Onlarla tanışırken kendi kavramımla onları birikimi anlamaya, paylaşmaya kalkıştığımızda, algı algılayabilir miyim? Kavram beni belirliyorsa ve düzeyinde kalıyoruz, doğal bilincin davranışında yeni bir tanım, yeni bir kavramla karşılaştığımda kalıyoruz... O topluluklarla birlikte yaşamak, bir benim tanımıma uymadığında “Hıı, bu doğru değil, şey yapmak, üretmek, yaşamı paylaşmak yanlış” gibi dışlarsam, ya da “Ayy, tuh benimki istediğimizdeyse onları anlamamız gerekiyor veya yanlışmış, doğrusu buymuş” deyip onu alıp onların da bizi anlaması gerekiyor. Kendimizi hangi benimkini atarsam, acaba ne denli bilinçli bir iş biçimde ifade edersek daha anlamı bildirişim, daha yapmış olurum. Bunun sorgulanması ister istemez anlamlı iletişim sağlayabiliriz? Bunun kaygısını kavramların kendilerinin ne oldukları, nasıl çektiğimizde, bir kültürü derinlemesine anlamak oldukları; bilinçle; özneyle ilişkileri; toplumda, nasıl olanaklıdır? iletişimde, bildirişimde, literatürde nasıl kullanıldıkları ile ilgili bir farkındalığı gerektiriyor, Daha önce ”Öznenin özü nedir?” sorgusunda İşte bu farkındalık işine bunu yapabilme işine ben Descartes’in yolunu izleyerek ‘kuşku ve çelişki’ bir bağlamda ‘felsefi işlev’ diyorum. Felsefenin tek noktasında kendimizi ancak ‘güvenli güvensizlik’ işlevi bu değil kuşkusuz. içinde bulmuştuk. Neden? Çünkü ‘çatışkıyı’ bulduk, ‘çelişkiyi’ bulduk, yani ‘kuşkuyu’ bulduk. Bir kültürün derinlemesine kavranabilmesi Hatırlarsanız; “Ben her şeyden kuşkulanırım, ama sorununu açıyorum. Bir kültür var, birincil olarak kuşkulanmaktan kuşkulanamam” diyerek ‘us’u içinde yaşadığın kültür... Daha sonra karşılaştığın böyle bir noktada güvenli kılıyordu Descartes. bir başka kültür yani başka koşullarda, başka Fakat bu güvenli nokta aynı zamanda çatışkı süreçlerde oluşturulmuş başka yaşam biçimleri, olduğu için, çelişki olduğu için, kuşku olduğu için başka toplumlar. Bazen de kendi toplumunuzun bir o kadar da güvensiz. “Düşüncenin bilgiye içindeki özgül ayırımları olabilecek derecede dönüşmekte, güvenilir bilgi yaratmakta zemini

- 18 -

nedir ve güvenilir bir zemini var söz ettiğimde, diğer elementlerden kendisini mıdır?” anlamında bir kuşku, yani yöntemsel bir ayıran temel özellikleri kastetmiş oluyorum. kuşku, bir düşünce yöntemi. İlkesel düşündüğümde, artık onun adı kuşku değil, çelişki Bir nesneyi o yapan, olmazsa olmaz, zorunlu demektir. özelliklerden söz ettiğimde onu ‘olmazsa olmaz’ özellikler taşıyan diğer bir elementten ayırt Geçen çalışmamızda “Neyi bilebiliriz, nasıl etmiş oluyorum. O zaman, Descartes’ın düşüncesi, bilebiliriz, bilme olgusu nedir?” diye sormuştuk. her ne kadar yalın, sade bileşimi olmayan bir parçaya—atoma—götürüyor gibi görünüyorsa da, Kendime baktığımda, düşüncemi yokladığımda aslında elementer yapıya değil, onun analitik kuşkuya kadar gittim, Peki doğa nesneleri kavramına gidiyor oluşumuzu ya da o analitik karşısında durumum nedir, neyi bilebilirim kavramı zemin olarak almamız gerektiğini söylemiş sorusunu doğaya yönelttiğim zaman doğa oluyor. Nesnenin yalın halini değil, öz nesnelerini nasıl bilebilirim ve bilgiden nasıl emin niteliklerinde analitik ayırt edilme noktasını bize olabirim? Toplumsal bilgi için de bu böyle. söylemiş oluyor.Başka bir deyişle bilincimizi nesnel Çevremizdeki nesnelere baktığımızda kompoze, gerçeklikte bu zemine kadar taşıdığımızda ilişkiyi yani değişik öğelerden veya elementlerden oluşan buluruz. Yani ayırt etmeyle yola çıktığımızda, bir bir nesne olgusunu fark etmiş oluruz. Descartes nesnenin bileşiklerinden onu ayırıp saf elementer demiş ki, analiz ederim, ayrıştırırım (atomcu yapısına ulaştığımda, onu diğer neslelerden de düşünce). Nereye kadar? En basit olana, ayırt etmiş olurum. Analitik zeminim, kuşku elementer olana, bölünemez olana kadar zeminim budur. Descartes’ın gittiği yer aslında, ayrıştırırım. İşte benim için güvenilir zemin budur. belki Descartes’a rağmen budur. Ve o zaman bu Bundan sonra, bilgimi bu güvenilir zemin üzerinde kavramım benim bu nedenle kuşkuludur, bu örgütleyebilirim. Makro kozmos veya makro fizik nedenle kuşku zeminindedir. Yoksa çok güvenilir açısından düşünüldüğünde elementlerin en küçük element var orada atomuna onun ulaştığım parçası olarak atom modeli bilgimize zemin zaman, en küçük parçaya ulaştığımda niye kuşkulu olabilir. Ama mikro fizik bunun güvenilir bir olsun ki bilinç o zaman Descartes’ın söylediği başlangıç olmadığını bize öğretti. sadece öznel olur: ben düşüncelerimden kuşkulanıyorum ama kuşkulanma edimimden Atomu, bir nesnenin parçalandığında, onu o yapan kuşkulanmıyorum dolayısıyla benim düşüncemin temel özelliklerini yitirdiği bir olgu olarak odağı kuşkudur dersem sadece öznel bir şey kavrıyorum. O zaman düşünüyorum ve diyorum ki: söylemiş olurum. Belki de o da öyle söylemişti, Bir nesnenin elementer en basit parçacığını—yani psişik noktada duruyordu. Hatta benim atomu—düşünmeme zemin yapıyorum demek, düşünceme göre, bu sorgulamalarda kartezyen aslında o nesneyi kendi özellikleri, öz nitelikleri düşüncenin kendisine rağmen—ama onu açısından kendi bilgime konu yapıyorum demektir. sürdürerek—analitik düşünmeyi böyle bir noktaya Onu parçaladığımda, parçalanmanın götürdüğü taşıması gerekiyor ve ‘ilişkiye’ kadar iniyor. “İlişki boyut, o nesneyi o nesne yapan özelliklerini kuşkudur.” Çünkü her ilişki, son çözümlemede içermeyen başka bir boyuttur, orada başka bir ayırt edici bir özelliği ve de karşıtlığı bana söylüyor. zemin bulacağım demektir. Bir nesneyi o yapan Onun için ‘çelişki’ aslında bir ilişkidir. özellikleri ihtiva eden en küçük parçaya ben atom diyorum. Atom bölünemez değil, parçalandığında Bu ilişki eğer özsel bir ilişki ise, bu çok önemli bir artık o nesne ve o nesne ve o elementle ilgili sorun. Niye? Çünkü ben elementi diğer her şeyden değildir diye düşünüyorum. farklı öz nitelikleriyle saptarken onu soyutladım, gerçekliğinden kopardım, Artık ötekiyle olan bir Bir elementin en küçük parçası olarak atomdan ilişkisinin olmadığını söylemek gibi bir noktaya

- 19 -

geldim. Her öteki olan elementi de böyle göstermesi gerekiyordu, oraya kadar gitmedi tanımladığımda, yani öz nitelikleriyle, olmazsa demek istiyorum ve gitseydi, gittiğinde orada olmaz nitelikleriyle onu belirleğidimde, saf, çelişkiyi bulacaktı: yani en azdan konuşuyorum. homojen, masif, elementer bir yapıyı, atomu İkili olarak iki tane elementimiz var saf, olmazsa söylüyor olduğumda, diğeriyle olan ilişkisini olmaz öz niteliklerini kendilerinde barındırıyorlar, söylemiyorum, aslında yalıtarak konuşuyorum. başka bir deyişle: birine A diyelim, birine B Sonuna kadar analitik bir düşünceyle yalıtıyorum. diyelim: A olan B değildir olarak tanımlanıyor, B Kartezyen düşünce de zaten bunu yapıyor. Ama o olan dan başlayarak kuracağım düşüncemi (ya da elementer basitliği alıyor ve onun üzerine B) diyor. Halbuki burada kuşku (çözümleme) düşünmeyi kurguluyor. Ben şimdi bir ileriye sürdürülseydi, kuşkuyu düşünmenin zemini yaptığı götürüyorum, diyorum ki: Descartes’ın kuşkuyu gibi, nesnel gerçeklikte de bu noktaya kadar yöntem olarak kullanırken, elementer yapıda gitseydi, olacağı şuydu: En az iki elementin sade durup oradan güvenilir bir zemin alarak yürümesi yalın ve üzerine bina edilmek üzere bekleyen yanlış bir iştir. Çünkü, orada saf elemente ulaştığı elementlerin kendileri kuşkusuz bir zemin olarak zaman aslında diğerleriyle ayırt edilen bir noktayı karşımıza çıkar.

- 20 -

B iyo g r af i Bunu niye sorguladım? Bunu yaparsanız, çok ilginç kozmosa geçmeliyim. Mikro kozmosa geçtiğimde, bir şey buluyorsunuz: orada bir nesneyi artık orada atom özellikleriyle belirlenen bir bulmuyorsunuz, orada bir kavramı buluyorsunuz. nesneden söz edilemez. Örneğin, hidrojen Yani Descartes’ın güvenilir zemin, saf atom, atomunu parçaladığımda, artık hidrojeni hidrojen analizde varılan son parçası, altının en küçük yapan, onu o yapan temel özelliklerden söz parçası olan altın atomu dediğinde artık onun edemem. İşte bu yapıda, denendi bilimsel üzerine bina edecek düşüncesini. Ben diyorum ki gerçeklik olarak bilindi. Ama bunu yaptığımızda hayır, onu daha dediğin anda gümüş olmadığını nesnenin yok olmadığını gördük. Nesnenin artık o söyledin, gümüş olmadığını söylediğin noktada form altında o niteliklerle tanımlanamayacağını, gümüşten ayırt etme özelliklerini söylüyorsun, ama dönüştüğünü gördük. Bunu gördüğümüzde, çelişkiyi söylüyorsun. İki nesnenin arasındaki ilişki atomize düzeyin düşüncemize başlama zemini ve çelişkiden söz ediyorsun, nesnenin kendisinden, olamayacağını: başka bir şeye dönüşme noktasının onu o yapan özelliğinden değil. O zaman da sen bir onun çelişik birliği, onun asıl varoluş ilişkisinin kavrama yaslanmışsın. Kalktığın yer bir kavramdır, olduğunu anladık. İşte biz oradan başlamalıydık. başka deyişle olgudur. Bir nesne değildir. Bizim başlama yerimiz o ilişki, bir nesnenin başka bir nesneye “dönüşme noktası” olan o ilişki Soru: O kavram kuşku mu, çelişki mi? olmalıydı. Orası ilişkidir ve orası çelişkidir ve orası Bu kavram “çelişki olarak kuşku”, ama çelişkiden gerçektir. Kavramımız gerçektir o zaman ve bu söz edebilmem için de orada bir ilişkinin olduğunu kavram gerçekliği üzerine bilgimizi ürettiğimizde, kanıtlamam gerekiyor. Bir ilişki varsa orada o güvenilir bir bilgimiz olacak demektir. Burada zaman bir çelişki ve bir kuşku bana zemin olabilir. dikkate değer olan nokta “dönüşüm” noktasıdır. Yok eğer yalıtık nesneler olarak algılarsam, Gerçek varoluş ilişkisini bulmak için, değişimi birbirlerinden yalıtık, hiçbir ilişkisi olmayan gözlemek yeterli değildir. Niteliksel dönüşüm atomlar gibi algılarsam, çözümlemenin son gerekli. noktasında, onu basit element olarak ele alıp Şimdi dönüşme noktasında bir nesneyi başka bir üzerine kurgu yapmaya başladığınızda, siz bir nesneye dönüşme olarak algıladığımızda ve bunun bakıma nesneden hareket ediyor olmakla güvenilir süre giden yani süreçli bir iş olduğunu bir zemin bulduğunuzu zannediyor olabilirsiniz. algıladığımızda peki nereden söz edeceğiz. Ama gerçekte, yalıtım yaptığınız için başka Başlangıçta dönüşmeye başlayan “A” nesnesini söz ilişkilerinden bağımsız olarak onu ele almaya konusu edemiyoruz, o dönüşmekte. B nesnesine kalktığınız için aslında sanal bir yerde hareket dönüşmek üzere yola çıkmıştı daha “B” nesnesi ediyorsunuz, Nesnel bir gerçeklikten hareket ortada yoktur dediğimiz, o ara noktada, etmiyorsunuz. Nesneden hareket ediyorum reaksiyonların olduğu, geçişin olduğu noktada derken, nesneyi kendi kavramınızla yalıtmış hangi nesneden söz edeceğiz? Şu nesne, bu nesne soyutlanmış olarak bilincinize konu yaptığınız için diyebilir miyiz? Diyemiyoruz, Enerji Fiziği düzeyine bu kavram “nesne işte bak burada, vuruyorum, indiğimiz zaman karşımıza bu sorun çıkıyor. Artık gerçek, işte herkes vursun, görsün gerçek” orada uranyumu uranyum yapan temel nitelikler dediğiniz şey (ampirik başlangıç) aslında güvenilir, bir daha bir araya gelmemek üzere ortadan gerçek bir zemin değildir. Duyumsamanızda kalkmaktadır. gerçek, kavramınızda sanal. Kimyasal düzeyden söz etmek atomik düzeyden Bir nesneyi o nesne yapan temel özelliklere söz etmektir. Bu nedenle, değişime uğrayan ulaştığımda, “bilgi için güvenilir zemin budur” kimyasal bileşiği, tekrar ayrıştırabiliriz. Örneğin tuz diyebilmem için onu ortadan kaldırmalıyım, Onu o molekülünü ayrıştırdığımızda, sodyumumu ve yapan özelliklerini yok etmeliyim, yani mikro klorürü yeniden elde ederim, çünkü elementler

- 21 -

duruyor. çelişkiydi, Son derece önemli bir şey bulmuştu Descartes, Özne felsefesini üretmişti. Dönüşüm düzeyinde sözünü edebileceğim şey fizik bağlamda enerjidir. Enerji düzeylerinden söz Öznenin çelişik birliği olan us noktası, “psişenin edeceğim, diyeceğim ki: Filan enerji düzeyindeki özü us’tur diyen Aristoteles’le birleşerek bir atom filan ilişkide, filan dönüşümde şu enerji düşünürsek orada benliğin, kimliğin tanımı yok, bir değişimlerinden geçerek, falan nitelikteki diğer energia var. Yine aynı biçimde, düşüncenizin nesnelere dönüşmektedir. Arada enerji diye bir temeli kuşkuysa siz bir energiasınız, psişeniz, bir kavramdan söz edeceğim. Peki o enerji kavramı hareket yumağı, potansiyel olanaklar bütün... nedir? Nesnel gerçeklik bilgisi için, düşünmeye kendinize anlam katmanız çelişik bir yerden başlama zemini olarak onu koyduğumda sadece başladığınızda, size oradan gelemez. Siz bu çelişkiyi onu bir “hareket” olarak algılayacağım. Enerji, gidermeye yöneldiğinizde yapacağınız edimleriniz, kavram için hareketten başka bir şey değildir. Bu “noesis” işletilen akıl, faal akıl—Türkçe’de bağlamda Fizik de, enerjinin ya da hareketin “edimsel us” —yani, sizi usun edimleri anlamlı yasalarının bilimi olur. O zaman hareketi, kavrama kılacak. zemin olarak almak zorundayım. Böylece kavram da hareketin mantığı olur. Şimdi ilişki dediğimizde farklılışmayı söylüyoruz.

Eyvah, işler fena. Niye? Hareket ediyor, bir dursa Farklılaşmanın gerçekliğini söylediğimizde, başlayacağım. Onun için Descartes’ın analitik hareketi söylüyoruz. Gerçeklik, hareket, nesnenin dediği uygulama, aslında kendi metoduna rağmen gerçek tözüdür. Çünkü energiadır. Bütün olguların bir yerde analitik olmaktan çıktı ve çelişkiyi dönüşümü ve varoluşu hareketle olanaklıdır. bulamadı. Kuşku düşüncenin öz doğasıydı, yani Dönüşümün kendisi tözdür.

- 22 -

Bir Oyum Var... Ferruh Dinçkal 23 Yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları da oy kullanacakmış. Türkiye'de yaşamaya devam eden 70 milyonun kaderini belirleyecek olan seçimlerde yurtdışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları niye oy kullanmak ister ki?

Belki asıl soru şu: Niçin oy kullanılır?

Bence yanıt basit. Bir ülkede ki o ülke seçme Ama ille de bir başka ülkenin seçimlerinde oy seçilme hakkı varsa her yurttaş ülkenin ve buna kullanma hakkına sahip olmam gerekiyorsa, bağlı olarak kendi gelecegini gönlendirebilmek için yürüttüğü politikalar ile hayatımın her aşamasınaa düşüncelerine uygun olanı değil genelde önüne doğrudan etki eden, keyfi bir biçimde müdahalede konulanlardan birini bulunabilen Amerika Birleşik seçer. Devletleri seçimlerinde oy kullanmak istiyorum. Neden seçme hakkı yurttaşa tanınır ve yurtaş Evet! Türkiye ya da Avustralya bu hakkı kullanır? hükümetlerinin yaptıkları seçimlerden daha fazla ABD Çünkü bu yurttaş ülkesine hükümetlerinin seçimlerinden değer katar. Üretir, vergi etkilendiğime göre, ABD verir, kendi ve seçimlerinde oy kullanma çocuklarının gelecegini hakkımı istiyorum! düşünür. ABD’de başlayan ekonomik kriz, Yurttaş bu hakkını neden Beyaz Sarayda alınan savaş kullanır? Hayatında olabilecek iyi vaya kötü kararları, petrol fiyatları, bir valinin kimle yattığı, gelişmeleri bir ölcüde bir ölçüde etkileyebilmek hangi polisin hangi aracı takip edip nasıl ister ya da etilediğini sanır. yakaladığı, hayvanat bahçesinde hangi aslanın doğurduğu… Hepsi ilgi alanıma düzenli ve yoğun Sanırım buraya dek yazılanlara eklenecek çok şey olarak sunulmakta. vardır ama ana temaya kimsenin bir diyeceği yoktur. ABD gibi, küresel terör örgütler de eylemleri ile günümü doğrudan etkileme, tüm yaşamımı trajik Öyleyse, Türkiye Cumhuriyetine vergi ödemeyen, olarak değiştirebilme olasılığına, gücüne sahipler. topraklarında mal varlığı olmayan, ülkeye hiç bir değer katmayan, yalnızca ülkede yurttaşlık Ödediğim vergilerin buharlaşmasına, yeni yasal numarası kalmış, yıllardır yurt dışında yaşayan ve düzenlemelerle yurttaşlık haklarımın dönmeyi de düşünmeyen arkadaşa neden oy özgürlüklerimin kısıtlanmasına ortam hazırlıyor, hakkı verilir, o da niye kullanır? neden oluyorlar. Bu terör örgütlerde uygun olması halinde OY kullanabilmek istiyorum. Hayatımı geçirdiğim, gelişmelerinden doğrudan ve dolaylı etkilendiğim Avustralya’da bir yurttaş Yetkili ve yetkisizlere duyrulur…. olarak oyumu tüm seçimlerde hiç sektirmeden kullanıyorum. - 23 - 24 Neslihan Acu ile yıllar, yıllar önce tanıştım. İkimiz de üniver- siteyi yeni bitirmiş olarak çalışmaya başladığımız şirkette yan yana iki masada oturur- duk. Günümüzün dokuz saatini geçirdiğimiz, yazsa öğle tatilinde kendimizi bahçesin- deki çimenlere attığımız, kışsa karanlıkta girip karanlıkta çıktığımız koca binada kimi

Kadın Donkişot ile söyleşi... Saba Öymen romanım olduğu için tabii ki tam Kimi zamansa bir an önce akşam olmasını di- olarak bunu başardığımı söyleyemem. Yine de leyerek, bizi yaşantımızın öbür bölümüne genelde olumlu eleştiriler aldım. Bu da çok önem- taşıyacak olan servis arabalarını beklerdik.Yaşama, liydi, yeni romanlar yazmak için bana güç verdi. ilişkilere, geleceğe ait sohbetler yapardık böyle zamanlarda. İkinci romanın 'Kadından Donkişot olmaz', Özal döneminin eleştirisi gibi. bu arada medyaya da Neslihan geçtiğimiz yıllarda dört roman yazdı ve saldırıyorsun. yayınlattı. Bir süre önce de Medyatava adlı inter- net gazetesinin köşe yazarları arasına katıldı. Onu Evet, Kadından Donkişot Olmaz, Özal döneminin sizlere tanıtmak için bir söyleşi yapıyoruz. ve son on beş yıldır yaşamın her katmanına dal budak sarmış olan popüler kültürün eleştirisini de Neslihan ilk romanın 'Meltem K’yı Kim Öldürdü’de içeren bir kadın romanı. 60’ların ve 70’lerin henüz sınıf atlama çabasındaki bir genç kızı, toplumdaki küreselleşmemiş, masum, ideallerini yitirmemiş çarpık ilişkileri anlatıyorsun. Neler söyleyeceksin Türkiye’sine özlem de barındıran bir roman. Türki- 'Meltem K'yı Kim Öldürdü' üzerine? ye’de son yirmi yıldır hüküm süren ko- kuşmuşluğun, toplumsal çürümenin en büyük “Meltem K’yı Kim Öldürdü”, hayli öfkeli bir ruh nedeni ve yaratıcısı olarak “medya”yı görüyorum haliyle yazdığım, ilk roman olmanın avantajlarına ben. Parayı verenin düdüğü çaldığı, her türlü re- ve dezavantajlarına sahip bir kitap. Yine de, orada zilliğin yaşandığı, herkesin kolunun bacağının yarattığım karakterlerden memnunum. Genelde birbirine dolandığı bir ilişkiler ağı içersinde, doğru insan psikolojisini derinlemesine ele alan roman- ve tarafsız haberciliğin yapılamadığı bir ortam. ları okumayı severim. Simenon en sevdiğim Rating denilen sistem yüzünden mahalle kültürü yazarlardan biridir, romanları hem psikolojik der- her yana egemen oldu. Oysa olması gereken, o inlik barındırdığı için hem de polisiye tadında mahalle kültürünü daha iyi bir şeye dönüştürmek, olduğu için (Maigret dizisi zaten polisiye, diğer bilgiyi ve sanatı daha yaygın bir şekilde insanlara kitaplarından söz ediyorum). Meltem K bir fikir ulaştırabilmekti. Şu anda “sanat” eğitimli ve paralı olarak doğduğunda, onu bu tarzda bir kara- küçük bir zümrenin egemenliğinde... Nüfusun psikolojik roman olarak yazmak istemiştim. İlk eğitimsiz (ya da kötü eğitimli diyelim, çünkü - 24 -

göstermelik bir eğitim sistemi tabii ki var) büyük Romanlarda hep saplantılı kişilikleri ve saplantılı çoğunluğu ise popüler kültürle zehirlenmekte ve ilişkileri ele aldığım doğru. Bu da benim saplantım uyuşturulmakta. Bu da tabii ki görsel medya herhalde. Bu bakımdan, karakterlerin birbirlerine aracılığıyla yapılıyor. az da olsa benzemeleri doğal. Ama tabii biraz ayrıntılı incelediğinizde iki karakter arasında ciddi Peki medya iyi bir şeyler yapmıyor mu farklılıklar olduğunu görürsünüz. Meltem, sınıf hiç? Popular kültür tanımına girebilecek her şey o atlamak için her türlü zorluğu, mücadeleyi, hatta kadar kötü mü? Arada bir romantik komediler sey- aşağılanmayı göze alan, hırslı, cüretkar, erkekleri retmeye ya da mesela bir futbol maçı izlemeye kullanmaktan hiç çekinmeyen bir karakterdi. Aysel hepimizin ihtiyacı var. çok farklı. Hayatını yönlendirmekten aciz, Arada değil, her zaman seyredilir romantik coşkusuz, edilgen, bir erkek tarafından korunup komediler, maçlar, yarışma programları… Ben sevilmek isteyen bir genç kadın o. Ama Tarık’la bunu kastetmiyorum. Türkiye televizyon kültürü yaşadığı imkansız aşk nedeniyle kişilik değiştiriyor. ve kullanımı bakımından başka ülkelere benzemi- Romanı zaten o değişimi göstermek için yazdım. yor. Çok fazla kanal var. Bunlar üstünde doğru Hem Tarık’ın hem de Aysel’in hayatları çok trajik düzgün, aklı başında bir denetim mekanizması yok. bir şekilde değişiyor. “Ne Güzel Bir Hiçlikti Aşk”, RTÜK dizilerdeki ya da sohbet programlarındaki üstünde çok uğraştığım, çok emek verdiğim bir içki bardaklarıyla uğraşıyor sadece. Oysa özellikle roman. Bu bakımdan ayrı bir yeri vardır bende. gündüz kuşaklarında kadınlara yönelik (ki bu pro- Son romanın 'Kuzgunun Şarkısı' ilk üçünden olduk- gramları sadece kadınlar değil, işsiz kesim de ca farklı bir roman. Asu isimli kız çocuğunun ağzın- seyrediyor) ve her türlü değeri suistimal eden, dan Girit’ten Marmara adasına göç etmis bir aile mahalle kültürünü her yana pompalayan program- anlatılıyor. Asu biraz da sensin değil mi? lar yayınlanıyor. Prime time dediğimiz akşam saat- lerinde, hepsi de birbirinden klişe ve şiddetten Asu elbette ki biraz benim. Çocukluğumdan iti- geçilmeyen, muhakkak silahların patladığı, son baren çevremde gördüğüm tipleri ve yaşadığım derece düzeysiz diziler var. Şimdi diyeceksiniz ki, olayları, epeyce bir mizah sosuyla karıştırarak öbür tarafta belgesel kanalı da var ya da düzgün yazdım bu romanı. Amacım hem bir kız çocuğunun filmler, diziler oynatan kanallar da var, gitsin onları gözünden göçmen bir ailenin trajikomik öyküsünü seyretsin.. Ne yazık ki o kadar basit değil. İnsanlar anlatabilmek, hem de göç olayı üzerine birkaç laf çere çöpe çok çabuk alışıyorlar maalesef. Hele ki edebilmekti. Tabii olaylar kız çocuğunun gözünden bizimki gibi eğitim sisteminin içler acısı olduğu bir anlatılınca roman ister istemez şenlikli bir hale ülkede. Televizyon iyi kullanıldığında iyi bir araçtır. dönüştü. Ama sömürü maksadıyla kullanıldığında beyinleri uyuşturmaya yarar. Türkiye’de de işlevi budur. Oldukça kısa aralıklarla dört roman yazdın. kendini İnsanlar saçma sapan şeyleri seyrediyor ve her verimli bir yazar olarak görüyor musun? Söylemek geçen gün biraz daha aptallaşıyorlar. Bunu hakaret istediklerini söyleyebildin mi romanlarında? olarak söylemiyorum. Bu bir gerçek. Kullanılmayan Evet, oldukça verimli geçti son dört yıl. Oldukça akıl geriler. tempolu ve hevesli çalıştım. İnsan her zaman böyle Sırayla gidip, üçüncü romanın 'Ne Güzel Bir Hiçlikti üretken olamıyor. O bakımdan benim için kıymetli Aşk’tan sözedelim istersen. 'Ne Güzel Bir Hiçlikti bir zaman aralığıydı. Romanlarda söylemek istedi- Aşk’da gene çarpık bir ilişki var. Ben bu romanının klerimi söyleyebildim sanırım. Kadın erkek mese- baş kişisi Aysel ile Meltem K. nın biraz benzeştikle- leleri, sınıf farklılıkları, yalnızlıklar, tutkular, im- rini düşünüyorum. Birbirlerinden farklılar ama kansız aşklar… Konularım bunlar. Zaten romanda benzeyen bir yanları var, saplantılı kişilikleri. konu o kadar önemli değil. Sahici bir şeyler an- lattığınızda konu ne olursa olsun okuru çekebiliyor-

- 25 -

sunuz. Bütün mesele sahici olabilmek ve canlı bir Yazılarıma gelince… Genelde olumlu eleştiriler ruhla yazabilmek... alıyorum. Öfkeli ama aynı zamanda bir fikir tazeliği içeren yazılar olduğu söyleniyor. Bu çok mutluluk Senaryo çalışmaların var. Roman mı senaryo mu verici bir şey. Çünkü günlük yazılar yazarken en sorusuna ne cevap verirsin? önemli şey, yeni ve taze fikir üretebilmektir. Bunu Senaryo yazmak pek keyifli bir iş değil açıkçası. biraz da olsa başarabiliyorsam doğru yoldayım Teknik tarafları ağır basan bir uğraşı. Çok demektir. beğendiğiniz bir filmin senaryosunu okumaktan Yazmak senin için nedir? Yazarlık serüvenin seni hiç keyif almayabilirsiniz. Çok kuru gelir, tat ver- mutlu etti mi, ediyor mu? mez. Romanda anlatım olanakları çeşitlidir, yazar özgürce kılıktan kılığa girebilir, tarzdan tarza at- Aslında yazarlık insanı mutlu eden bir uğraşı layarak meramını dilediği biçimlerde anlatabilir. olamaz bence. Neden dersen, şöyle açıklayayım: Roman yazmak bu bakımdan senaryo yazmaktan Kişinin kendini sanatla ifade edebilmesinin çeşitli çok daha keyifli. Ama şurası bir gerçek, roman yolları var… Müzik, resim, roman, öykü, şiir, hey- sanatı 19. yüzyılda, 20. yüzyılın başlarında en par- kel, sinema… “Yazmak” kendini ifade edebilmenin lak dönemini yaşadı. Bizim çağımızda yani şimdi, en zor hali. Çünkü bu uğraşıda elinde sadece sinema var artık. Çünkü sinema, bir hikayeyi anlat- kupkuru kelimeler var. Oysa müzisyenin elinde mak için romanın sunduğu olanaklardan çok daha notalar var, ressamın renkleri var… Onların işi çok fazlasını sunuyor bizlere. Ve ulaştığı insan sayısı da daha kolay. romana göre çok fazla. Bir yazar olarak o kupkuru kelimelere hayat ver- Son zamanlarda senin Medyatava adlı sitede mek, onları bestelercesine bir araya getirip öykü yazılarını okuyoruz. eleştiren, öfkeli ama cesur, ya da roman yazmak çok zor bir iş. aynı zamanda eğlenceli, okuması çok keyifli yazılar bunlar. Yani yazarlık öyle dışarıdan göründüğü gibi, “a ne güzel oturmuş masa başına önünde bir fincan çay, Medyatava sitesinde yazıyor olmaktan dolayı çok tıkır tıkır yazıyor” tablosundan çok farklı bir şey. mutluyum. Çünkü ülkede olan bitene dair söy- leyeceğim çok şey var, Medyatava bana o olanağı Ama her şeye rağmen, evet yine de mutlu ediyor. verdi. Bir de, internet medyasının konvansiyonel Neden dersen, kendini en zor kulvarda ifade medyaya göre çok daha iyi bir platform olduğunu ettiğinin bilincindeysen, bunun verdiği haz da düşünüyorum. Daha hızlı hareket edilebilen, daha büyük oluyor. esnek bir ortam. Bence internet medyası Ama doğruya doğru, müziğe yeteneğim olsaydı sayesinde konvansiyonel medya da yavaştan müzisyen olmayı tercih ederdim. Kendimi müzikle değişmeye başladı, kendisine çekidüzen vermek ifade etmek beni çok daha mutlu ederdi, bu çok zorunda kalıyor. açık. - 26 -

Beyniniz hakkında 10 şaşırtıcı gerçek Görüntüleme sistemlerinin iyileştirmesi beyin hakkında bilinenlerin yıldan 27 yıla artmasına yol açıyor. "Welcome to Your Brain (Beyninize Hoşgeldiniz)" adlı kitapta beynin bilmediğiniz ayrıntıları sıralanıyor.

1. Beyniniz, buzdolabınızın ampulünden daha az 2. Sık yaşanan jet-lag hafızaya zarar verebilir enerji tüketir Jet-lag sadece sinir bozucu olmakla kalmaz, eğer Beyin 12 watt gücünde enerji kullanır ki büyük boy sık aralıklarla tekrarlanırsa beyin sağlığınıza iki muzdan elde edilecek enerjiye eşittir. Vücut zararlıdır. Sıklıkla kıtalararası uçuş yapan insanlar ağırlığının sadece %3’ünü oluşturmasına karşın beyin hasarı veya hafıza zayıflığı yaşayabilirler. beyin bütün enerjisinin yüzde17’sini tüketir. Bu Muhtemelen bunun sebebi jet-lag sırasında çok enerjinin büyük kısmı ise beynin bakım ve destek fazla stres hormonu salgılanması ve bu hormon- faaliyetlerine gider. Dikkatli ve yoğun düşünme ların beyin lobuna ve hafızaya zarar vermesidir. esnasında harcadığınız enerji o kadar küçüktür ki fark edilmez bile. Vardiya usulü çalışan insanlarda da benzer bir risk

söz konusu olabilir. Çalışma saatlerinde sıklıkla meydana gelen değişiklikler, tıpkı sık yapılan uçak yolculukları gibi, strese neden olmakta bu da vücut ve beyin üzerinde hasar yaratmaktadır.

3. Gürültülü bir odada niçin telefon ko- nuşması yapmak zordur?

Gürültülü yerlerde cep telefonuyla ko- nuşmak zordur. Cep telefonunuz içinde bulunduğunuz odanın sesleriyle hattın diğer ucundan gelen sesleri karıştırmak suretiyle beyninizin işini zorlaştırmaktadır. Bu durumda beyniniz telefondaki arka- daşınızın sesiyle odadaki diğer sesleri ayırt etmekte zorlanmaktadır. Telefonunuzun mikrofonunu elinizle kapattığınız anda aslında içinde bulunduğunuz odadaki seslerin telefona girmesine engel olduğunuz için ses karışımına engel olmak- ta ve beyninizin işini kolaylaştırmaktasınız.

4. Video oyunları, aynı anda birden fazla işi yapabilmenize yardımcı olabilir

Dikkatinizi aynı anda birden fazla şeye yöneltebilme yeteneği pratik yaparak - 27 -

artırılabilmektedir. Bu konuda yapabileceğiniz çözmekten farkı ise, günlük yaşamda her gün pratik ise, pek çok hedefe ateş etmek zorunda rastlamayacağımız türden ama kendi içinde tutarlı kaldığınız bir video oyunu olabilir. Bu tür oyunlar bir hikâyenin bulunmasıdır. Beyinlerinin ön lobu dikkatinizi ekrandaki her alana yaymanızı gerek- (bilhassa sağ lobu) hasar görmüş bazı hastalar, tireceği için olayları çabuk kavrama ve çabuk yapılan esprileri anlayamamaktadır. Genelde reaksiyon verme konusunda egzersiz yerine geçe- bunun nedeni, fıkra ya da espriye konu olan imaj- bilir. ları yeni bir perspektifle değerlendirme aşamasın- da beynin normal fonksiyonlarını yerine Tetris oynamak aynı etkiyi yapmaz çünkü tetris getirememesidir. Bu türden insanlar, anlatılan bir oynarken birden fazla noktaya aynı anda dikkatini fıkradaki hikâyeyi takip edebilir ama fıkranın yöneltmek yerine sadece bir tek parçaya sonunu nasıl bağlarsanız bağlayın asla komik bul- odaklanmış oluyorsunuz. Ama bu şekilde bir mazlar. düşünce tarzıyla çocuklara iyi bir örnek olma- dığınızı da bilmelisiniz. 6. O şarkıyı bir türü hatırlayamıyorsanız sebebi var 5. Beynin bir şaka merkezi vardır Bazen bir şarkı veya şarkının bir bölümü aklınıza Mizah denen şeyi tanımlamak zordur ama onu takılır kalır, bir türlü hangi şarkı olduğunu gördüğümüzde hemen tanırız. Mizahın tarifini hatırlayamazsınız. Çok sinir bozucudur gerçekten. yapmaya çalışan bir teoriye göre, mizah kendi Ama beynin ‘sıralı hatırlama’ ilkesi, hafızamızın içinde bir sürpriz unsuru içermelidir –bir sonraki işleyişi açısından özel ve kullanışlı bir göreve sa- cümlede ne olacağını bildiğimizi sandığımız halde hiptir. Her şeyi olay akışının sırası içinde hatırlama- esprinin kendisi bizi başka bir noktaya götürmelid- mız gerekir. ir- sonra da vardığımız bu yeni noktayı önceden tahmin ettiğimiz noktayla karşılaştırarak yeni bir Herhangi bir kâğıda adınızı yazarken, sabahları çay perspektif elde ederiz. Mizahın beynimizde al- demlerken veya akşam evinize dönerken hangi gılanma şekli aşağı yukarı böyledir. sokaklardan ve kapılardan geçeceğinize karar verirken bile beyniniz bu kurala göre çalışmak- Fıkra anlatmanın ya da espri yapmanın bulmaca tadır.

- 28 -

Bu ‘sıralı hatırlama’ fonksiyonu sayesinde günlük üzerine yerleştirerek gıdıklanma hissine engel işlerimizi sürdürebiliyoruz. Bir şarkının veya bir olurlar. Bu nasıl olmaktadır? Çünkü gıdıklanmaya film repliğinin sadece bir parçasını düşün- ne kadar duyarlı olursanız olun, kendinizi düğünüzde, beyniniz –anılarınızın arasında- bu gıdıklayamazsınız. bilgi parçacığını eşleştireceği bir olay dizini ara- maktadır. Büyük ihtimalle beyniniz en sonunda bu Bunun nedeni beynimizin etrafımızda olan biten- parçacığı bulacak ve siz aklınıza takılan o şarkıyı leri takip ederken pek çok hissimiz arasında en hatırlayacaksınız. Ama eğer ‘aklınıza takılıp kalmış önemli olanları hissetmeye programlanmış ol- olması’ sizi rahatsız ediyorsa ve o anlık takıntıdan masıdır. Mesela oturduğunuz sandalyeyi veya kurtulmak istiyorsanız, beyninize uğraşması için ayağımıza giydiğimiz çorabı –özellikle onları başka bir ‘sıra’ verin. Söz gelişi başka bir şarkıyı düşünmediğimiz sürece- hissetmeyiz ama omzu- düşünün veya söylemeye çalışın. Muhtemelen muza dokunan bir el hemen bizi irkiltecektir. beyniniz ‘dağınık hafıza kalabalığı’ içinde sizin yönlendirmenizle biraz daha kısa sürede sonuca Beynin bu ‘hisleri ayırt etme’ fonksiyonunu sürdü- ulaşacaktır. Umarız bu yöntemi denerken başka rebilmesi için bizim temasımızı başkalarının te- bir can sıkıcı şarkıya takılıp kalmazsınız. masından ayırt etmeye yarayan bir sinyal üretmesi gerekmektedir. Bu fonksiyonu gerçekleştiren ise 7. Güneş ışığı hapşırmanıza neden olur beyinciktir. Yaklaşık 110 gram ağırlığındaki bu or- gan, kendi eylemlerimizin yaratacağı hisleri tayin Parlak güneş ışığına bakan pek çok kişi hapşırır. eden yerdir. Beklenen veya beklenmeyen Niçin böyle bir refleks vardır ve nasıl çalışır? reaksiyonları ayırt etme işi beyinciğe aittir. Hapşırmanın temel fonksiyonu bellidir: sizin nefes yollarınızı rahatsız eden madde veya parçacıkların Beyincikten gelen sinyallere göre, beyin bu hissin dışarı atılması. Hapşırmayı kontrol eden merkez önemli olup olmadığına karar verir. Gıdıklanma beynin lateral medulla denilen bölgesindedir. Bu hissi abartılmış bir refleks olmakla birlikte, eğer bölgenin hasar görmesi halinde hapşırabilme size dokunan gene size ait bir organsa, beyin bu yeteneğimizi kaybederiz. gıdıklanmanıza değil, dokunduğunuz organdan (mesela elinizden) gelen hislere öncelik verecektir. Hapşırma genellikle ‘rahatsız edici’ bir unsurun uyarısıyla tetiklenir. Bu uyarının beyinde ulaşacağı 9. Esnemek beyni uyandırır nokta ‘lateral medulla’dır. Bu bilgi beyne burnu- muzdaki çeşitli sinirler vasıtasıyla iletilir. Bu sinirl- Esneme aktivitesini uyku hali veya sıkılmış olmakla erden biri de trigeminal sinirdir ve çok yoğun ilişkilendirmemize rağmen esnemenin fonksiyonu çalışan bir trafiğe aracılık etmektedir. Normalde uyandırmaktır. Esneme, daha fazla miktarda parlak güneş ışığının yalnızca göz bebeklerinin havanın ciğerlerimize dolmasına neden olacak küçülmesini tetiklemesi gerekirken burun şekilde kas gruplarını çalıştırır ve kanımızdaki oksi- kaşındırıcı impulsları ileten komşu bölgelerdeki jen oranını hızla yükselterek bizi uyandırır. Memeli nöronlar da aynı şekilde etkilenebilmekte. Gözbe- hayvanlar ve kuşlarda da esneme vardır. 12 beklerinin küçültülmesi sinyali bu nedenle bazen haftalık olmuş fetuslarda esneme olduğu hapşırmaya neden oluyor. gözlenmiştir.

8. Kendinizi gıdıklayamazsınız Esnemenin, vücut tarafından tam uyanıklığa erişmek amacıyla başlatılan bir hareket olduğunu Gıdıklanma konusunda duyarlı hastaları muayene düşünün. Ve esnemek bulaşıcıdır. Odada bir kişi ederken doktorlar hastanın elini kendi elleri esnerse diğerleri de esnemeye başlar. Bunun

- 29 -

nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, topluluk tilmiştir. içinde birisi ‘uyanıklığa ihtiyaç duymuşsa’ herkesin ‘uyanık olması’ gerektiği şeklinde toplumsal bir Buna benzer olgulara dağcılarda da rastlanır ki içgüdüden kaynaklanıyor olabilir. Köpeklerin bunların pek çoğunun mistik kişiler olmadığını esnemesi, stresli bir durumda ‘rahatlatıcı’ etki biliyoruz. Bunun nedeni genelde yerden yaratmaktadır. Köpekler esneyerek etrafındakileri yükseldikçe havadaki oksijen oranının düşmesi ve ‘sakinleştir’. Huzursuzluk eden köpeğinizin beyne daha az oksijen gitmesidir. 2 bin 400 metre karşısında esneyerek onu sakinleştirebilirsiniz. yükseklik bu durumda bir sınır değer olarak kabul edilmektedir. Bu yükseklikten daha yukarı tırman- 10. İrtifa arttıkça beyin garip resimler görür an dağcılar görünmeyen bir takım varlıkları hissettiklerini, kimisi ise yanlarındaki arka- Pek çok dinin hikâyelerinde yüksek yerlerde daşlarının vücudundan ışık yayıldığını ve bazen görülen özel görüntüler anlatılır. Mesela Hz.Musa sebepsiz yere korkuya kapıldıklarını bildirmişlerdir. Sina Dağı’nda ‘yanan bir çalı’ görmüştü. Hz. Mu- Oksijen seviyesindeki düşmenin, beynin görsel ve hammed ise Hira Dağı’nda Cebrail’i gördü. duygusal sinyalleri kontrol eden bölümlerinde ya- Genelde anlatılan ruhsal deneyimlerde yabancı bir vaşlama veya bozulmaya neden olduğu varlığın hissedilmesi (sesinin duyulması) bir şekil düşünülmektedir. görme veya çeşitli ışık demetleri ve huzmeleri görüldüğü ve korku duyulduğu ortak olarak belir-

- 30 -

İşkence ve Hekimlik

Prof. Dr. M. Orhan Öztürk 31

İşkence bir insanlık suçudur. Türkiye yıllardan beri, uluslararası değer- lendirmelere göre, işkenceyi devlet eliyle sürdürmüş olan birçok ülkeden biridir. Özellikle, 1980 darbesini yapan generaller yöne- timinde işkence çok yaygınlaşmış, Türkiye bir işkence ülkesi olarak tanınmıştır. Özellikle, Güneydoğuda yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız, devlet ile bir terör örgütü arasında sıkışmış kalmış, işkenceye en çok uğrayanlar olmuştur.

Düşünebiliyor musunuz, işkence yönt- emleri arasında tüm bir köy halkına insan dışkısı yedirmek gibi uygulamalar bile görülmüştür. Avrupa Birliği’ne girmeye çalışan Türkiye’nin işkence karnesinde 2000’li yıllarda bir miktar düzelme başlamışsa da, işkence ülkesi olmaktan da uğramışlardı. O dönemden beri Türk Tabipleri henüz tam anlamı ile kurtulamamıştır. Birliği, hekimler arasında, hükümetler katında ve toplum içinde bir bilinçliliğin gelişmesi ve hekim- Amerikan Tıp Birliği Dergisi (JAMA) bütün dünyada lerin suça katılmamaları için çalışmışsa da, en çok okunan, en etkili tıp dergilerinden biri- ülkemizde hekimlerin büyük çoğunluğu işkence dir. Bu derginin 7 Ağustos 1996 sayısında (cilt konusunda suskun, edilgin kalmıştır. Örneğin, Türk 278, sayı 5) ülkemizle ilgili bir araştırma Tabipleri Birliği'nin çeşitli girişimlerine, kimi yazısı yayımlandı. Yazarlarının değişik kaynaklar- gazetelerdeki yayınlara, özellikle psikiyatri kon- dan geçerli, güvenilir bilgi toplamaya çalıştıkları bu grelerinde işkence konusundaki açık oturumlara araştırma, ülkemizde hekimlerin, baskı ve tehdit karşın, bu suskunluk ve edilginlikte büyük bir altında, işkence yapanların suç ortağı duru- değişim olmamıştır. Londra Üniversitesi'nden Dr. muna sokulabildiklerini açıkça göstermektedir. Metin Başoğlu'nun hazırladığı ve bütün dünyada Bu konuda ilk kıpırdanışı, 1980'lerin başında, Türk işkencenin ruhsal etkileri konusunda en yeni, en hekimliğinin unutulmaz örnek insanı Nusret Fişek değerli bilimsel verileri içeren "İşkence ve Doğur- hocanın başkanlığında Türk Tabipleri Birliği başlat- guları" adlı kitap, yayımlandığından beri, mıştı. Bu yüzden Türk Tabipleri Birliği Merkez Kon- ülkemizde çok az ilgi çekmiştir. Bu konuda suskun seyi üyeleri 1980 darbecilerinin soruşturmalarına kaldıkça hepimizin suçlu olduğumuzu ve suçlu

- 31 -

olarak bilineceğimizi vurgulamak istiyorum. nur. Bunların üstüne, belli bir eğitimden geçerek belgelenen meslek kimliği eklenir. Ancak, hekimi Acıdır, ama gerçekten tanınmış bir işkence ülkesi başka bütün mesleklerden ayıran, iki bin beş yüz yıl olmuş durumdayız. 1980'lerden beri bütün dünya öncesinden beri, hekim kimliğinin ayrılmaz bir par- gözünde işkence yapılan ülkeler arasında ön sırada çası olan kimlik öğesi onun evrensel-hümanist kim- bir ülke durumuna düşerken, ülkemizde güvenlik liğidir. Hipokrat’tan beri uyulan hekim andının ve yargı görevlileri, politikacılar, yöneticiler işken- içinde en önemli olan sözler işte bu evrensel- cenin önlenebilmesi için önemli bir adım hümanist kimlikle ilgili olanlardır: Hekim, her atmamışlar, hatta zaman zaman, işkence yapanları koşulda, bir savaş sırasında bile, hastasını ulus, ırk, korudukları izlenimini de ırakmışlardır. İşkenceye inanç, ideoloji, cinsiyet ayırımları yapmadan değer- karşı olan kişilerin, sivil toplum örgütlerinin ve kimi lendirmek ve yardım etmek zorundadır. Evrensel- yayın kuruluşlarının uyarıları yargının, güvenlik hümanist kimliği üstlenmek ve buyruklarına uymak güçlerinin, hekimliğin, tüm toplumun süregelen hekimin kendi etnik, dinsel, cinsel, ideolojik kim- işkenceler yüzünden yara almasını, lekelenmesini liklerinden geçici olarak sıyrılabilmesi, bunları geçi- önleyememiştir. ci olarak bırakabilmesi Ülkemiz, yalnız kendile- demektir. Bunu yapa- rinin ya da partilerinin bilmek kişiliğin gelişim çıkarlarını düşünen sürecinde özerk benlik yetersiz, güvenilmez duygusunun özüm- politikacılar elinde senmiş olmasına çözümü zor, boyutları bağlıdır. İnançlarının, çok büyük sorunlar etnik duygu- yumağının içine larının etkisinden itilmiştir. Bu ara- sıyrılamayan kul benlikli da, birçok alanlarda kişilerin evrensel- olduğu gibi, hekimlik de hümanist kimliği ben- çözümü güç sorunlarla imsemeleri çok güç, baş başa belki de olanaksızdır. bırakılmıştır. Hekimler Diplomasını alırken her kamu kuruluşlarında hekim bu evrensel- görev aldıklarında yerel hümanist kimliğin ger- yöneticilerin denetiminde çalışmakta, onlara bir eklerine uymaya namus sözü verir. Bu söze uya- belediye başkanı, bir savcı, bir kaymakam, bir polis mayan hekim, hekim sayılamaz. Örneğin, dinsel müdürü buyruk verebilmektedir. Çok yaygın ol- inançları ve saplantıları ile karşı cinsten olanı muay- masa bile, kimi yerlerde, işkence görmüş bir tu- ene etmeyen, ulusal kimliğine, ideolojisine uyma- tukluyu muayene ettiklerinde, hekimlerin yan insanlara işkence yapılmasına göz yuman, ra- bağımsızca rapor yazmaları çeşitli tehditlerle porları ile işkenceye suç ortağı olan bir tıp fakültesi önlenebilmektedir. mezunu hekim sayılamaz. Böyle kişiler özerk benlik Hekim kimliğinin gerçek iç yapısına baktığımızda şu duygusunu kazanamamış, inançlarına, etnik duygu- öğeleri görürüz: Onun çocukluktan, aile ve toplu- larına aşırı bağlı kul benlikli kişilerdir. mundan getirdiği bir kişisel kimliği vardır. Bu kişisel Ülkemizde ağır bir siyasal, ekonomik, kültürel bu- kimliğin içinde cinsel, etnik, ulusal, dinsel, ideolojik nalım ve ahlak yozlaşması yaşanmaktadır. Devlet kimlik öğelerinin yanı sıra, her kişide olduğu gibi yönetimine, yöneticilere güven ileri derecede insan olmakla ilgili kimlik duygusu da bulu- sarsılmıştır. Ülkenin içinden ve dışından gelen

- 32 -

götürüp, çeşitli tehditler altında, gerçek dışı rapor bütün eleştirilere kulaklarını tıkamış bir iktidar ve düzenlemeye zorlayan bir savcı, bir emniyet onu destekleyen politikacılar insan hakları, müdürü, bir kaymakam karşısında hekimin içine işkence, düşünce özgürlüğü gibi sorunlar düştüğü çaresizliği gidermenin yollarını aramak ve karşısında duyarsız görünmektedirler. Oysa, Tü- bulmak zorundayız. Hekimin evrensel-hümanist rkiye Cumhuriyeti uygar dünyanın insan hakları kimliğinin özelliğini anlayamayan, tanımayan bir ve işkence konusundaki bütün uluslararası savcının, yargıcın, güvenlik görevlisinin de sözleşmelerini imzalamış bir devlettir. Bu temelde kul benlikli kişiler olduklarını kabul ede- konularda belirgin duyarsızlık göstermiş olan biliriz. İşkence yapan, yaptıran, işkenceye göz yöneticilerimizi birçok kez uyaran Uluslararası Af yuman, onaylayan kişiler ya kendilerine verilen Örgütü (Amnesty International) şu sıralarda, komutlara düşünmeden boyun eğen ya da içlerin- hükümetleri ve toplumu etkileyebilmek, bir baskı deki ezici, yıkıcı, insanı aşağılayıcı eğilimlere yaratabilmek amacı ile Türkiye'deki insan hakları (sadizme) teslim olmuş kul benlikli ve işkence sorunlarını bütün dünyaya duyurmak kişilerdir. Baskıcı yönetimlerin egemen olduğu için çalışmalarını hızlandırmış bulunmaktadır. Bu toplumlarda böyle kul benlikli kişilerin işkence da ülkemize, toplumumuza karşı, zaten yüzlerce yapmaya yönlendirilmeleri sık görülmektedir. yıldır var olan, önyargıları, olumsuz duygu ve tutumları artırmaktadır. Yabancılara kızarak, Ülkemizde hekimlerin, genel olarak toplumun "bize ne karışıyorlar" dediğimizde, devekuşu suskunluğu, edilginliği sürdükçe, işkence yapan- örneği ilkel yadsıma (inkar) türü bir aldatma ları koruyan yöneticilere ve işkenceye karşı top- savunmasından başka bir şey yapmadığımızı lum olarak kesin bir tutum alamadıkça; güçlü, bilsek iyi olur. Bu ülkenin bir hekimi, bir etkili ses çıkaramadıkça, yalnızca işkenceyi yapan- vatandaşı olarak bu tür uluslararası gönüllü top- ların, yaptıranların, yanlış rapor vermeye zorlanan lum örgütlerinin tepkilerini anlamak, bunlar hekimlerin değil, bütün yöneticilerin, bütün top- üzerinde düşünmek, araştırma yapmak, çareler lumun suç ortağı durumuna düşeceğini görmemiz bulmaya çalışmakla yükümlüyüz. gerekir. Geç de kalmış olsak, bu konuda bilinçle- nerek etkin ve etkili bir savaşımı başlatabilmek Bu koşullar altında, yalnızca hekimin sorumlu- için, bir yandan Türk Tabipleri Birliği ve benzeri luğunu belirtmekle, hekimi suçlamakla sorunun kuruluşları, gönüllü toplum örgütlerini çözülemeyeceğini bilmemiz gerekir. Görevli adli güçlendirmek, sürekli uyarmak, bir yandan da tıp ya da sağlık ocağı hekimini zorla muayeneye bireyler ya da büyük, küçük kümeler düzeyinde KÜNYE girişimler yapmak, çabalar göstermek zorundayız. Cumhuriyet, 16 Kasım 1996 (Değiştirilmiştir)

Adı : A artı yorum dergisi Editör : Deniz Günal Sayfa tasarım : Ferruh Dinçkal İletişim 297 Sydney Rd. Brunswick Vic. 3056 Australia Tel : +61 (0) 3 9388 1265 Fax : +61 (0) 3 9387 1262 Web sitesi : www.ayorum.com E-mail : [email protected]

Ön kapak foto : Ferruh Dinçkal

a+yorum dergisi ayorum.com sitesinin ücretsiz ekidir. - 33 -

34 Göl ve Yabancılaşma Yiğit Uygur

İnsanlar yaşadıkları acıları sadece hisleri ile değil Sanatçı bu kısa cümleyi bir sevda şarkısında dile mantıklarıyla da yaşarlarsa o acılardan ders alabili- getiriyor ve kendince bir derinliğinin var olduğunu yorlar, olay ve kavramları sadece hisleri ile düşünüyorum. Ancak diğer taraftan ben onu yaşayan bireyler kendilerine bir ders çıkaramıyor- inanılmaz derinlikte bir aforizma olarak lar, çünkü insanlarda acı hafızası bulunmuyor. taçlandırıyorum ve ekliyorum “Aslında ben yokum”, çünkü varlığımız her ne kadar bize çok Ne yalan söyleyeyim Zeki Müren’i çok da sevmem, özel gelse de, başı sonu belirsiz evren ve zamanda bu benim bireysel tercihimdir ve kimse alınmasın; Bootstrap* kuramı açısından varlığımız buna gerekçe olarak sanatçının cinsel tercihi değil, yadsınamaz bir gerçek ve gerçeklikten çıkarıp sadece görsel ve yapısal olarak doğallıkla yakından atılamayacak bir parça. Ancak tüm bunlara karşın uzaktan alakası olmayışını gösterebilirim. birey sonsuzluk karşısında kendini her zaman Günümüz şartlarında, sanayi toplumu hastalıkları, yokluk hissiyle baş başa bulacaktır. Bu aforizmaya ne yazık ki insanoğluna doğanın bir parçası bir de daha dünyasal ve daha ideolojik bir yak- olduğunu unutturmuş durumda. Konformist, laşımla, -hatta ironiyle- “Düşünüyorum öyleyse elitist; daha güzel, daha rahat ve daha uzun yaşam yokum”, tanımlaması ile bir karşı aforizmanın pen- adına çıkılan serüvenle, kalıp ve standartlar altına ceresinden bakmak gerektiğini düşünüyorum. alınan yaşam, sosyal yaptırım ve otoriteyle formül- “Düşünüyorum öyleyse yokum”, (ya da J.P. Sar- lendirildi. Birey farkına varmadan kendi neslinin tre’nin değişiyle; hiçbir şeyi düşünmeyi becere- yarattığı baskının altında ezilirken toplum mediğim için varım) herkesin bildiği Descartes’in psikolojisi hastalıklı değişimlere uğradı. Yine de ünlü sözü “Cogito ergo sum” yani “Düşünüyorum Zeki Müren ve cinsel tercihi 3. cins olan ve bunu öyleyse varım”ın zaman-koşul farklılaşması ile gizlemeyen herkes toplum içinde cesur ka- kendine anlam açmış bir önermesi olarak badayılar olarak gezen birçok politikacı, mafya ya günümüzde gelip karşımıza oturuyor… da çete üyesinden daha cesur geliyor bana. Zeki “Düşünüyorum öyleyse yokum” - Çünkü Müren kendisi için doğal neyse o doğrultuda bir günümüzde ve tüm dünyada sistem düşünen in- tercih yapmıştı. Ancak kendine yabancılaşma, sanı yok etmek üzere planlanmış. tercihten sonra gelen dış etkilere karşı geliştirilen tepki ile meydana çıkıyor. Kişi, hastalıklı, nevrotik, Bu durumda Zeki Müren’in kendine yabancılaşmış saplantılı bir bireye dönüşüyor ve kendi kendini düşünce tarzı ve hayat felsefesi genel, sosyal ve doğaya yabancılaştırıyor. Ancak Zeki Müren’in bir ahlak anlayışının karşında bir “yanlış” (biraz açar- şarkısında geçen bir tek “saptama” benim için bir sak, biyolojik dengesizlik ve onun sonucu hormo- aforizma değerinde: “Ben yokum”… nal farklılaşma ve onun sonucu fiziksel değişim ve

- 34 -

onun sonucu ortaya çıkan sosyal konum) olarak da yararını kabullenmeliyiz”. Ancak sadece göre- dururken ve benim baktığım yabancılaşma per- bildiği kadar düşünenler bunun anlamını kavraya- spektifinde de yanlış bir konuma karşılık gelirken, maz. Ne üzücü ki, -bu bizim genetik haritamızla mı sistemin yanlış düşünceyi yok etme konusunda çok ilişkili bilmiyorum- yaşanan toplumsal acılar, bizim da azimli olmadığını anlıyoruz. Zeki Müren gibi naif toplumumuzda sosyolojik bir hafıza yaratmıyor. Su bir sanatçı üzerinden daha fazla yol almak istemi- fakiri ülkemizde siyasiler 100 golf sahası sloganı ile yorum. Sanat tarihimiz onu hep güzellikle anacak- kurak bölgelere bile golf sahası projelendiriyor. Bir tır. Ama diğer yandan yanlış düşünce sorunsalını kuzey sporu olan golf, sadece bir bahane, amaç topluma ve tabana yayarsak, görüyoruz ki, sistem golf sahası manzaralı villa yapıp, satmak… Örneğin toplumların içinde olduğu yanlış düşünce zincirleri- Bodrum’a 25 km mesafedeki Tuzla sulak alanında ni kullanarak kendine hayat buluyor. Sistem eko sistem hızla değişirken, sulak alana hala besinini dünyadaki kaostan sağlıyor. bölgedeki 2 dereden evsel ve sanayi atıklar boşalıyor. Aynı havzaya binlerce 2. konut ve 10’lar- Şimdi bir hikaye yazalım. Sayısı bilinmeyecek kadar ca otelin atıkları deşarj oluyor; onbinlerce insanı çok insan bir gölü geçmeye çalışıyormuş. En öndeki barındıracak, içinde 2 golf sahası bulunan kendisine elden ele arkadan iletilen taşı bir adım yapılaşmanın temelleri geleceğimizin üstüne ileriye atıyor ve sonra attığı taşın üzerine çıkarak atılıyor. Sanayisi olmayan bir ülke olarak devlet, arkadan iletilen yeni taşı yine bir adım ileri yatırımcıyı inşaat sektörüne koşuyor. Turizmin de, atıyormuş, böyle böyle uçsuz bucaksız gölü turizme mekan olan doğanın da sonunu hazırlayan geçmeye çalışıyorlarmış, suya düşmeden. –Suya “yabancılaşma”, toplumsal bir hastalıktır. Poli- düşen oyundan atılıyormuş zaten- Neyse bu böyle tikacılarımız ise ellerindeki siyasi erkle, aynı bin yıllarca sürmüş gitmiş, sonra bakmışlar ki, ne yabancılaşmanın meclisteki temsilcileridirler. Sis- nereye gittiklerini biliyorlar, ne de nereden geldi- tem bir kısır döngü olarak çarklarını döndürüyor. klerini, taşın bile nereden geldiğini bilmiyorlarmış Lou Tzu’ya dönecek olursak, var olan golf sahasın- artık, hep bir geridekinden geliyormuş ve tüm bild- dansa, var olmayan golf sahası daha yararlı ikleri buymuş, suya düşene ne olacağını bile artık gözüküyor… Yukarıdaki hikayenin sonu şöyle; bilmiyorlarmış. Bunun nedeni artık yaptıkları işe gölün sonu nihayet gözükür ama bu hayra alamet bile yabancılaşmış olmalarından kaynak- değildir. Çünkü yaşam bu göldür aslında… lanıyormuş. Yabancılaşmanın sonucunda doğru düşünemez hale gelmişler ve İçlerinden biri bu Not: Bu yazıdaki psikoloji ve sosyoloji biliminin alanına suyun kenarına neden bir golf sahası yapmıyoruz ki giren tespitlerim, bilimsel bir makale değil, sadece kişisel demiş. Ellerinde su da var, taş da var. Ve suyun da, fikirlerimden oluşan bir deneme niteliğindedir, doğruluğu taşın da nereden geldiğini hiç sorgulamadan tartışmaya açıktır. hemen oraya bir golf sahası yapmışlar. Geleceğim * Bootstrap; Geoffrey Chew’in ortaya attığı bir hipo- nokta şu; sistem doğru düşüneni dışlıyor çünkü tezdir. Temelleri Antik Yunan felsefesinden gelen mad- psikolojideki doğru: “yaygın düşünce neyse doğru deyi temel taşlarına indirgeme, bileşenlerine ayırma da odur”. Farklılaşan doğru bile olsa, psikolojide geleneğine karşı olarak Bootstrap, aynı Budizm’deki gibi hasta sayılıyor. Bir laf vardır, iki yanlış bir doğru evreni var eden her küçük parçanın bir diğerinden farklı etmez ama unutmamak lazım ki, milyonlarca yanlış olmadığını; bir bütünü var eden devingen bileşik alanın parçaları olduğunu savunur. Matematiksel çatısı S- bir doğru ediyor. matriks teorisini kullanır; Kuantum ve İzafiyet teorilerini Anlatmak istediğim şu ki, insanoğlu kendine o ka- kapsamında bulundurur. Budizm ve bilimin buluştuğu bir dar yabancılaşmış durumda ki, evrensel değil, kuramdır. sadece gözünün görebildiği mesafe kadar uzağı (Detaylı bilgi; Tanrı ve Yeni Fizik, Paul Davies, İm Yayın- görüyor ve o çapta düşünebiliyor. Lao Tzu şöyle ları, 1994) der; var olandan yararlandığımız gibi var olmayanın

- 35 -

Sanatçı deyince pavyon- larda şarkı söyleyen 36 kişileri anımsayan bir ülkede yaşıyorsanız, kendinden önceki sanat yapıtlarını izlemeden san- at yapılacağına inanan kişilerce yönetiliyorsanız, kültür olarak hurafelerin öğretilmeye çalışıldığı bir yerde sanat yapmanın ne denli zor olduğunu anlay- abilir misiniz bilemem!

Nuri İyem Cemil Eren

Yıl 1955. Adil Han’daki atölyeyi kiralayalı bir yıl ilk tanışmamızda bana ev adresini vermiş, davet kadar olmuştu. Anıtkabir’deki fresk çalışmalarım etmişti. İstanbul’a gidince, ziyaretine gittim. Acele sırasında tanıştığım mimar arkadaşlarım Rahmi işi olduğu için hemen çıkmamız gerekti, beni Nuri Bediz’le Demirtaş Kamçıl, Etibank Genel İyem’in Kadıköy’deki atölyesine bırakacağını Merkezi’nin Atatürk Bulvarı cephesinin düz duvarı söyledi. Çıktık, vapurla karşıya geçtik. . için bir rölyef yarışması açıldığını söyleyip katıl- mamı önerdiler. Katıldım, ikincilik ödülünü aldım. Nuri İyem’in atölyesi Karaköyün arkalarında bir Heykeltıraş Şadi Çalık birinci seçilmişti. Kendisi ile hanın son katındaydı. Bir arkadaşıyla satranç oynuyordu. Şadi’nin acele işi vardı, yarı açık

- 36 -

kapıdan seslendi, gitti. alması özel bir anlam taşıyordu benim için.

Nuri! Bu Cemil Eren Rahmi’lerin arkadaşı. Anka- Nuri ile aynı zamanda akademide okumuş iyi bir ra’dan geldi. ressamdı Nasip. İyem’ler para sıkıntısı çekerken, bir seramik fırını alıp, Şişli’deki evin terasını Nuri İyem’in aldırmadan oyuna devam edişine seramik atölyesi haline getirdiler. Nasip böylece bozuldum, bir an kalkıp gitmek istedim. Satrancın seramik yapmaya başladı. Mimar arkadaşları da bitmesini bekledim yine de. Paltom, kenarları yeni yapılarda ona iş çıkartıyordu. Böylece du- İspanyol şapkaları gibi kıvrılmış Borsalino fötr şap- rumları biraz düzeldi. İstanbul’a gittiğimde Nasip kam elimde oturdum. Satranç bitince yalnız kaldık. önüme bir topak çamur koydu. Haydi bakalım sok Beni mimar sanmış. Mimar olmadığımı, ona iş elini çamura! Denize atlayıp atlamamakta kararsız getirmediğimi anlayınca sanki yüzünden bir gölge olan insanların durumuna düştüm; bir süre öylece geçer gibi oldu. Ressam olduğumu söyledim, res- kaldıktan sonra ne olursa olsun atlayacağım, imlerini gösterdi. Çok etkilendiğim büyük res- dedim ve ellerimi çamura soktum, bir çığlık atarak. imlerinden birini aldım. Beni seramik yapmaya sevgili Nasip İyem iteledi. Nuri İyem’le dostluğumuz böyle başladı. Yıllar Kasımpaşadaki Tavanarası boyunca, kimi zaman kesintilerle sürdü. Birbiri- mize sık sık karşılıklı olarak Ankara ve İstanbul’da Ankara’daGüngör bir işi olduğunda, İblikçi ya da sergi açacağı sergiler ayarladık. O yıllarda özel galeriler yoktu. zaman Nuri bizde kalırdı. Yenimahalledeki iki odalı Sergi açabilmek için dilekçeyle baş vurmak, sıra evimizin bir odasını ona hazırlardık. Ben de İstan- gelene dek beklemek gerekiyordu. Nuri’nin bir bul’a gittiğimde, otelde kalmama izin vermezdi. düşü vardı. Ankara ve İstanbul’lu sanatçıların bir Kasımpaşa’da kapısı tavana doğru açılan küçük bir araya gelip, ortaklaşa bir galeri açmaları. Bu ko- evi vardı. Nasip, çocukları Müjde ile Ümit sevinçle nuda birkaç toplantı da yapmıştık ama ne yazık ki karşılardı. Tavan arasından bozma bir evdi, gerçekleştiremediğimiz bir düş olarak kaldı. oldukça karanlıktı. Kapı konacak yer olmadığı için merdivenin sonuna yukarı doğru açılan bir kapak- Nuri’den aldığım ilk resim Yenimahalle’deki tan kapı koymuşlardı. Kızım Zeynep ilk kez beş evimizde bir süre asılı kaldı. Milli Kütüphane’ye, yaşında gitmiş, bu kapaktan kapıyı çok sevmişti. Nabi Sami Özerdim resim alıyordu. Nuri İyem’den de isteyince bendeki resmi verdim, onun yerine ilk Ortak Sergi gidişimde aklımın kaldığı, kalın çizgilerle kahverengi ve kırmızı boyalarla yapılmış, derinlikli Nuri, Güzel Sanatlar Hocaları tarafından dışlanıyor- bir başka soyut resmi aldım. du. Sanatı onları tedirgin ediyordu, onu tanımaz- dan geliyorlar, hiçbir yerde görev vermiyorlardı. Nasip İyem’le tanışma Ne kadar dışlansa da görmezden gelinecek bir kişi değildi. İstanbul’da ilk kez 1957’de Ertem galeride sergi açtım. O sergiye Nuri’nin eşi yontu sanatçısı Nasip Alman Kültür Merkezi, galerisini iki sanatçıya İyem de geldi. Sade, zevkli giyinmiş, güzel, seve- verirdi. Salonun bir yanında bir sanatçı, diğer cen bir hanımdı. O gün Nuri’nin üzerinde o dö- yanında da diğeri resimlerini sergilerdi. Nuri res- nemlerde Kanada’nın kırsal kesimlerinde giyilen, imlerimizi karışık asalım, salonu ikiye bölmeyelim kırmızı damalı bir ceket vardı. İri yarı Nuri’ye çok teklifinde bulundu. Diğer ressamlara bir da- yakışmıştı. O sergiye Eren Eyüpoğlu da gelmiş ve yanışma örneği vermek istemişti. sergilediğim üç halıdan birini satın almıştı. Kendi desenlerimle Kula’da yaptırdığım bir halıydı. Hay- Ben yine beyazları kullanarak yapmıştım resimleri- ranı olduğum Eren Eyüboğlu’nun benden bir şey mi; Nuri de bazı resimlerini beyaz tonlarla yap-

- 37 -

mıştı. Bu sergide, Tatbiki Sanatlar Yüksek Oku- mazdı. Gündüz işine giderdi, döndüğünde yakın bir lunun bir hocası ikimizi de öven bir yazı yazmıştı. lokantada yemek yer sonra atölyede akşam Çok sevinmiştik. sohbetlerine devam ederdik. Bir akşam Can Yücel ve Vüs’at O. Bener’le Ulus’ta Üç Nal meyhanesine, Adana arkasından da Gar Gazinosu’na gitmiştik. O gecen- in sabahı Vüs’at geldi. Eşi Raziye kapıyı açmayınca, Bir mimar arkadaşımız Adana’da Sapmazların pencereden içeri girip sandalyeleri masaları kırıp kızına villa yaptı. Nuri’ye de bir duvar resmi geçirmiş. yaptırttı. Arkasından karma bir sergi yapmamızı istediler. İstanbul’dan Nuri ve Nasip İyem, Sadi O yıllarda resim satışı yok denecek kadar azdı. Res- Öziş, Ali Bütün, Ankara’dan ben. Sergi çok iyi gitti. samların hemen hepsi bir işte çalışıp bir yandan da Güney sanayinin patronu Ahmet Sapmaz resim resim yapıyorlardı. Ben zaten ressam olmak için alınca davetli gelen diğer patronlar da aldılar. askerliği bırakmıştım, başka bir işe girmeyi düşü- Açılış bitmeden resimler bitti. nemezdim. Nuri resimden başka bir şey yapamazdı ama ona resim öğretmenliği bile vermiyorlardı. Sapmaz bize bir akşam yemeği verdi. Arka- Resim satışı çok az olduğu gibi sipariş panolar da daşlarımızdan biri, Adana’nın barları ünlüymüş, yok denecek kadar azdı. deyince, Sapmaz kalkın bara gidiyoruz, dedi geç saatte. Gittiğimizde program bitmişti. Sapmaz ye- Nuri, Ankara’ya gelmediği zamanlarda mektup niden başlattı programı... yazardı. Mektuplarında genellikle tarih bulunmaz. Öyle bir mektubunda, iki ay önce sözleşmesi Sanat Çınarı Ödülü yapılmış olan işten haber çıkmamış, şöyle yazıyor- 1998’de Vakıfbank İstiklal caddesindeki sergime du bana: gelip bir resim aldı Nuri. ‘’Deniz kıyısında rakı içen “Parasızlığım en son haddini buldu, canımın balıkçılar’’ tablosu. 2002’de Ümit İyem’le eşi sıkıntısı neredeyse beynimi sulandıracak. Göz açıp Evin’in galerisi Evin Galeri’de sergi açtım. Orada da kapasıya, bankaya 500 lirayı, faiz parası olarak iki küçük resim aldı. Son yıllarında sık sık beni arar tosluyoruz. Ne hal kaldı ne de mecal. Uçan kuşa olmuştu. Uzun uzun konuşurduk. borçlunun örneği oldum.” Ankara Film Festivali’nin bana Sanat Çınarı ödülü Aynı sıkıntılar benim başıma da hep gelmiştir, verdiğini gazetede görünce telefonla aramıştı. Çok bunun nasıl bir işkence olduğunu çok iyi bilirim. sevindiğini söyledi. Çok önemli, dedi, kutladı. Nuri İyem’in işi resim yapmaktı. Başına ne gelirse Sağlığının iyi olmadığını ekledi, vücudu gerekli kanı gelsin her durumda resim yapmaya zorunluydu. üretemiyormuş, sık sık kan verilmesi gere- Güzel Sanatlar Akademisini birincilikle bitirmişti. kiyormuş. Düzelir daha çok konuşuruz, demiştim. Benimsediği sol düşünce, insanların hakça Derken ölüm haberi geldi. Son konuşmamız yaşamasını sağlama yolunda üretmesini gerektiri- olmuştu. yordu. Akademiyi bitirirken yaptığı Nalbantlar Maddi Sıkıntılar tablosu onun resminin ne yolda olacağının bir göstergesi gibi gelir bana. Nuri, Ankara’da kalmayı sevmezdi; sergi açmışsa iki gün sonra, bir iş için gelmişse işi biter bitmez Soyut Resme Geçiş Ankara’yı terk ederdi. Eşimden ayrıldıktan sonra Demokrat Parti 1950’de iktidara geldi. Her yerde Adil Han’da yatar kalkar olmuştum. Atölyede bir komünizm izleri aranıyordu. Figüratif resim yapan sedir bir de asker işi portatif karyola vardı. Nuri ressamların resimleri taranıyor, resimlerin şurasın- Ankara’ya geldiğinde atölyedeki sedirde yatardı; da burasında orak çekiç aranıyordu. Bazı res- varlıklı dostları vardı ama gidip onların evinde kal-

- 38 -

samların başı bu yüzden belaya girmişti. Nuri çatlak yüz çizgileriyle işlenmiş anaç kadın portrel- başından beri dikkat çeken bir ressam olmuştu, bu eri bir çeşit Toprak Ana Tanrıçasını anımsatan yüzden polisin büyütecinin altındaydı. görünüşleri ile çok etkileyiciydi.

Soyut resim yeni bir soluktu. Entellektüel bir Anadolu Kadın Portreleri eylemdi. Polis ilgilenmedi. Soyut resmin içindeki özgürlük çekiciydi. Suçlanma riski yoktu. 2.Dünya Anadolu kadınlarının çehrelerinden esinlenerek Savaşı sonrası bütün dünyada devrimci bir eylem yaptığı portreler ilginç geldi. İstekler sel gibi olarak değerlendiriliyordu. Nuri ve bazı ressamlar büyüyordu. Bunları yapmak zorundaydı; polisle uğraşmak yerine, soyut resmin sonsuz geçinecekti. Ayrıca gördüğü sevgi, ilgi, ondaki bitip olanakları içinde fırça sallamayı yeğlediler. Ayrıca, tükenmez üretme coşkusunu körüklüyordu. Nuri soyut resim sayesinde bazı ressamlar, seramikçiler İyem o yoğun, duygu yüklü portrelerin yerine, ve yontucular büyük yapılarda yapıtlarını uygula- giderek daha düz renklerle çalışılmış Anadolu ma olanağı buldular. kadını portrelerini koyarak çalışmayı sürdürdü.

Figüratif resim yapanlarla, soyut resim yapanlar arasında açık, gizli savaş sürüyordu. Birbirlerini Yaptığı yüzlerce Anadolu Kadını portreleri arasın- küçümsemeler eksik olmuyordu. Eşref Üren kendi da, başlangıçta boyadığı Toprak Ana çehreli kadın resimlerinden birinin fonundaki bir küçük alanı portrelerinin başka bir yeri vardır sanıyorum. Nuri işaretleyerek, işte size soyut resim, demişti. için İstanbul’da yapılan Retrospektif Resim Sergis- Somut Dönem inde 1500 kadar olan resimleri arasında Anadolulu Kadın portreleri çoğunluktaydı. İlk bakışta birbirl- 1960 ihtilali, ihtilale hedef olanların ve onların erine benzedikleri sanılan bu portreler yine de yandaşlarının dışında yurt genelinde büyük bir farklıydılar. coşku uyandırmıştı. İnsanlar sokaklara dökülmüş bayram ediyorlardı. Yasaklanmış kitaplar ortaya Nuri İyem’i yaptığı yinelemelerden dolayı savun- dökülmüş, gizli gizli okunan Nazım Hikmet şiirleri maya değil, anlamaya çalışıyorum. Sanatta, her yerli basımlara kavuşmuştu. Polis si- çağda resim alıcısının istekleri göz önüne lahsızlandırılmış, olur olmaz aramalar ve tutukla- alınmıştır. Rönesans resmi baştan sona sipariştir. malar durmuştu. Modern çağın ünlü ressamları da, en azından sayısız müzelerin taleplerine yanıt verebilmek için 1961 Anayasası kabul edilip, özgürlükler resimlerini değişik kompozisyon ve armonilerde meşrulaşınca, bu entellektüel ortamda Nuri İyem yinelemişlerdir. figüratif resme döndü. İstanbul İstiklal caddesin- deki Belediye resim galerisinde açtığı soyut res- Kaybetmekten çok büyük bir üzüntü duyduğum imlerin arasına birkaç tane de portre koymuştu; değerli dostum, büyük ressam ve büyük insan Nuri bunlardan biri kara sakallı bir yobazın portresiydi. İyem’in bir dönem çalışmalarına ve düşüncelerine ışık tutmaya çalıştım. Nuri İyem somut döneme geçtikten sonra, soyut dönemde kazandığı nitelikleri kaldırıp bir yana Unutmayalım, sanatta gelişen ülkelerin sanatçıları atmış değildir. Somut döneme geçtikten sonra arkalarında hep ülkelerinin desteğini bulmuşlardır. yaptığı portrelerinde, soyut çalışmalarının renk Doğru dürüst sanat müzesi olmayan, olanların da olgunluğunun yanı sıra, bir zamanlar yaptığı ne zaman açık ne zaman kapalı oldukları biline- seramik çalışmalarında bulduğu renkleri, güneş meyen bir ülkede yaşayıp da özgün yapıtlar ver- yanığı Anadolu kadını yüzlerinin kırışık çizgileri mek çok zordur. Bir ülke yönetiminin öncelikle arasına yerleştirmişti. Susuz kalmış topraklar gibi uluslararası alanda sanatın ne denli etkili

- 39 -

olduğunun bilincinde olması, sanatçılarına değer ama karşı koyamaz. Koyarsa, kabilesinden dışarıya vermesi gerekir ki sanat gelişebilsin. kovulur ya da öldürülür.

Kendi kaleminden dökülmüş düşünceleri bilinme- Sanıyor musun ki, uygar dünyanın, toplumsal den onun için yazılanlar sadece yorumdan ibaret ruhunda, ya da iç güdüsünde, bu karşı koymak, kalır, diye düşünmekteyim. artık terk edilmiş, unutulmuştur ve her eylemin doğru ya da zararlı oluşunu, aklın ve kanunlarının Nuri İyem’in mektuplarının bir çoğunu okuduktan yetisi belirtir. Ne gezer! Asla hiçbir akıl düzeni, top- sonra sakladım. Bu mektuplar, Nuri İyem’in du- lumsal ruhun, o iç güdünün yolunu çevirememiştir. ruşunu, Türkiye’de sanatın durumunu, sanatçıların arkalarında politik gücün bulunmaması bir yana, Karşı koyuş her zaman her yerde vardır. Ama şekli sanat yapmalarına nasıl engel olunduğunu, neler değişmiştir. Dostum, derece, derece, hepimiz (yani yapabileceğimizi anlatır. işinde şerefli, doğru ve ileri bir tutumu olsun isteyenlerin tümü) bu karşı koyuşla pençeleşmek İşte bu mektuplardan ikisi: zorundadır. Ne var ki, bu işin günümüz koşulları içinde bir garip, garip olduğu kertede çapraşık, zor Cemil Kardeş, anlaşılır yönü vardır. İnsanın uygar toplulukların Her şeyi yoluna koymuş olmanı candan diliyorum. karşı koyuşunun, doğrudan doğruya olmadığını Gerçi pek zor bu benim dilediğim. Ama, dünyanın anlaması çok geç oluyor. Çünkü görünürde, hiçbir bütün yörelerinde, namuslu kalmak isteyen, tutu- engel yok gibidir. Sanırsın ki alabildiğine munda bir içtenlik bulunan sanatçıların kaderi hep özgürlükler vardır. Hep dinler ve anlar gibi böyle olmuştur ve olmaktadır. görünürler. İnanmış, doğru bulmuş gibi dururlar karşımızda. Belki akılları ile bunun böyle olması Toplum, her yerde biraz dikleşen, sözü, görüşleri gerektiğine de varırlar. Ne var ki, duyguları ile bu- aykırılaşana karşı kor. Bunda, diyebilirim ki, her na asla katılmazlar. Hiç kuşkun olmasın, yaşamayı toplum sözleşmişcesine böyledir. Gerçekten de sürdüren, tehlikelerden insan oğlunu haberli kılan iyice düşünülecek olursa, toplumsal ruh diye- duygulardır. bileceğimiz bir güç vardır ve o, daima iktidarda kalmak ister. Bu da onun yaşama iç güdüsüdür.

Toplumda bir aykırı, bir başka olmaya, hemen karşı koymak eğilimi kendiliğinden varsa, bu bir çeşit kendini savunma iç güdüsü ile anca açıklanabilir.

Toplum karşı koyuşlarının, akıl yolundan an- latılabilecek, açıklanabilecek, ya da akla uygun düşen davranışlar olarak görülebilecek bir yönü yoktur. İlkel toplulukları düşündüğümüz zaman bu yönü daha iyi anlayabiliriz. İlkel geleneklerle birlikte anca yaşayabilir. Bu onun yaşayabilme, direnme inancıdır. Kararlaştırılmş, anlaşmalı olarak ortaya konmuş, toplu yaşayış düzenini, daha akla dayanan, daha doğru olan başka türlü yaşamak şekline çevirmek, sanki içlerin- den hiç birinin aklından geçemez. Belki geçer, belki mevcut yaşayış düzenini saçma da bulur,

- 40 -

Ne var ki, duygular yaşayışımızı sürdürdükleri ve runluyuz da onun için yazıyorum sana düşünceleri- bizi korudukları halde (buna soyumuzu sürdürmeyi mi. de katabiliriz), GERÇEĞİ görmeye ve göstermeye elverişli değillerdir. İnsan soyu, aklını duygularının Uzun bir süre ve elime geçen her fırsatta, Anka- baskısından kurtarabilseydi, dünyanın kaderini ra’daki çevreyi izledim. Sana yakin –hem de çok çoktan çözmüş, yoluna koymuştu, aklın ışığında. yakın olanlarından- uzak ve karşı olanlarına dek, bir çoğunu konuşturabildim. Ama insan soyu, duyguları (hisleri) ile, alıştığına, menfaatlarına göregeldiklerinne sıkı sıkıya Dostum, senin resmine karşı çok şiddetli bir tepki bağlıdır. Bir anlamda bu zorunlu ve huzur içinde var. (Bu tepkiyi P…… meslekdaşlarımız da yaşamak için gerekli bir tempodur da. Ama körüklüyorlar tabii.) Resminin sana özgü oluşu ve monoton tempo, öldürücü, bireysel ruhu öldürücü, yalnız senin tarafından yapılmakta bulunuşu, (hoş sindirici, uyuşturucu tempo. İyi ya işte anca böyleli- en güzel yönü bu ama anlayan kim?), çevreyi bir kle toplumsal ruh daima iktidarda kalabilir. garip güvensizliğe sürüklüyor. (Söz gelişi, Turgut Uyar senden daha şanslı çünkü onu izleyen birkaç Sen şimdi bana, A Nuri bey, yeniden felsefe- kişi, onun gibi şiirlere özenen birkaç şair var.) sosyoloji-mantık mı okuyacağız? diyeceksin. Ya da toplum ve ahlak üstüne allame mi kesileceğiz? İşte bu güvensizlikten doğan tepkiyi yenmen lazım.

Değil Cemil kardeş, değil. Kendi yalın ve kimseye Ne var ki bunu artık karşı koyma ile yapamazsın. zararı dokunmaz, (tam tersine her keze faydalı (İstersen Picasso’nun hayatını izle, göreceksin ki olacak) yaşayışımız içinde, bizi bin türlü harap kuvvetli tepki karşısında, tutumunu değiştirir eden, boy boy, karşı koyuşların ağırlığı ile bu- görünmüştür.) nalıyoruz. Sonunda pusulayı biz de şaşırıyor, tıpkı Ukalalık olmasın, akıl vermek olmasın ama, senin onlar gibi, biz de duygularımızın, içgüdülerimizin için de yol galiba bu. Bir mola vereceksin adeta. Ve savunucu, karşı koyucu etkenleri ile gerçeği çevreyi dinler görüneceksin. Eski inançlarını daha göremez duruma düşüyoruz. renkli kılmış, daha değişik kompozisyonlara sürmüş Sonuç şu ki, bizden çok daha kalabalık, bizden çok resimler yap, (şimdilerde yaptığın gibi) ve bunları, daha büyük ve güçlü olanla kör döğüşünden farksız onun bunun görebileceği yerlere koy, evinde sakla- bir çatışmaya giriyoruz. Ne var ki, bu çatışma anca ma. Bu değişikliği fark etsinler, ‘sözümüzü bize pahalıya mal olur. Kesin olarak yenilen biz isteklerimizi dikkatle dinliyor diye’, hissedilir şekil- oluruz. de hareketleneceklerdir.

O halde ne yapmalıyız? Sanat çalışmalarımızda, bir İnan ki çevre de suçsuz bu direnişte. Kendi araların- yerde pek de işimize yararı olmayan aklımızı, da yetişmiş bir insanın, birden bu kadar aykırılığa çatışmanın kaçınılmaz olduğu bu alana sürmeliyiz. gitmesini hoş karşılayabilmek onların elinde değil. Burada aklın ışığı bize yol gösterici olacaktır. Bu bir yaşama sevk i tabiisi Dostum. Öyle bil bunu.

Bütün bu can sıkıcı vaizlerimle kafanı şişirmemin Yalın bir ‘aşağılık duygusu’ ya da başkaca yargılara nedenlerini anladın elbet. bağlanmaz, bu karşı koyuşun nedenleri. Aslında karşı koyuşun kökleri yukarda belirtmeye çaba- Orada iken ‘yaptıklarından bir süre için vaz geç’ ladığım gibi, çok daha derinlerde. Dediğim gibi, demiştim, hatırlıyorsan. İnan ki sana olan karşı aklın ışığının dışında, toplumsal ruh ve iç güdüsün- koyuşun bir başka çeşiti de benim başımda. Sana, de. biraz teselli bulasın diye yazmıyorum bunları, böyle şey aklımdan geçmez. Ortak bir dayanışmaya zo- Yumuşak, anlayışlı, insancıl duygulara dönecek ve onların bu karşı koyuşuna, hoş görürlükle ba-

- 41 -

Kardeşim,

Mektubunu peş peşine FORM dergilerini aldım. Yazını çok sevdim. Devleti, tablolarına yüksek fiyatlar ödemeye sürükleyen tu- tumları, çok ustalıklı, açık seçik anlatmışsın. Bu yüz karası işin, nedenleri ile birlikte oluşumunu anlatman, bizim sanat gerçeğimizi pek ala, pek güzel belirtiyordu. Rezil herifler, sonraki kuşakları da, birer bi- rer yolozlaştırıyorlar. Tahta kurusu herifler.

Mektubuma bir yazı daha iliştiriyorum. Bunu yazmak hevesini, emin olan senin yazın uyandırdı bende. Önce, her ne kadar zahmetse de bir oku ve münasip kacaksın. ‘Peki ben yanılmışım’ dermişcesine ya görüyorsan, FORM’a ver. Yeditepe’de önümüzdeki da ‘nasıl artık sizlerle anlaşabiliyorum değil mi’ sayıda, devlet sergisine ilişkin ve bir de T.E. gibisine. Resmini komposizyonları, renkleri ile biraz yüzsüzüne cevap olarak bir yazım çıkacak. değiştireceksin. Cemil Kardeş, Haluk Muratoğlun’a bir mektup Belki şu başına gelen ağrılarıdan sonra daha iyi göndermiş ve Ulustaki iş hanında durumun nice anlıyorsundur. Picasso’nun hayatı boyunca altı olduğunu sordurmuştum. Cevap alamadım. Ya yedi çeşit resmi hep birlikte götürüşünü ve bir kızın Haluk benim angaryalarımdan usandı, ya da portresinden, 13 ayrı sonuçla biten 13 portre yap- yazlığa bir yere gitti. Kendisine selamlarımı ile- masını. tirsen çok memnun olacağım.

Pratik, cin gibi zeki adam. Şu yedi türlü çeşni ile Kuzum ne oldu gerçekten Ulustaki iş? Geçende her çeşit insana hayatı boyunca seslenebilmek elime yaptığımız mukavele geçti. Tarihine baktım olanağını buldu. 15 Nisan. E, Mayıs Haziran geçti. Bugün de Tem- Geçmiş gitmiş devirlerini sen de kapatma. Onları muz’un 11’i. Galiba, 86 gün geçmiş. Mukavelede şimdiki genişlemiş, derinlik kazanmış anlayışınla, 150 iş gününde işin bitmesi gerekli deniyor. Geriye bir kez daha ele al. Nasıl olsa bunlar senin dam- şu hale nazaran 64 gün kaldı. Hala ses seda yok. ganı taşıyor. Onlar da mı caydı bu işten? Ne dönüyor bir anlasa- na, veya bildiğin varsa beni haberdar et. Hatta kolajlarını, bu günkü vardığın kattan nice yaparsın? Bence çok ilginç bir çalışma bu. Bütün Parasızlığım en son haddini buldu. Canımın sıkıntısı müzisyenlerin yaptıklarını Picasso resimde yaptı. nerde ise beynimi sulandıracak. Göz açıp kapasıya bankaya 500 lirayı, faiz parası olarak tosluyoruz. Velhasıl, yokla çevreni ve bunu yaparken onların Ne hal kaldı ne de mecal. Uçan kuşa borçlunun suçsuz olduğunu bil. Bethofen, çevresini çok aşmış örneği oldum. bir insandı. Ne var ki, her zaman anlayışla ve bir Baba şefkati ile dönüp dönüp onların gereksinli Bizim hane halkının sizlere selamlar. Çocukların oldukları ile meşgul olmuştur. gözlerinden öperim. Hadi hoşça kal aziz kardeşim.

N.İyem N.Iyem

- 42 -

Yoksulluğun köleleri Kız çocukları 43 Çoğu kez çiğnenen temel hak'larını, hayal etme olasılığı bile yadsınan, dünyada milyonlarca kız çocuğu için okula gitmek, oyun oynamak yasak. Ev işlerinde yağ ve is ile kirlenen onların temiz elleri, ağır işlerin üstesinden gelemeyince, köleler gibi şiddettin herhangi bir biçimine maruz kalır.

Küresel düzeyde yapılan ve aynı sonuçlara ulaşılan Recife (Brezilya) eyaleti yetkilileri tarafından araştırmalara göre; 16 yaşından küçük kızlar, yetersiz yaptırılan geniş kapsamlı bir araştırmaya göre, ev ekonomik nedenlerden dolayı bu alanda işlerinde çalıştırılan çocukların % 94,5 i 17 yaşından çalıştırılmaktadır. Ev işleri birçok kadın için de küçük. Guatemala’da ise bu oran % 90,4. hayatta kalmanın tek yoludur. Uluslararası Çocukları Koruma Örgütü SAVE, bu alan- Özellikle daha iyi ekonomik koşullar bulmak için da çalıştırılan çocukların, “tek ebeveynli ailelerden başka ülkelere giden, sonuçta kendilerini ev geldiklerini veya 18 yaşından küçükken ev işlerinde temizliğinde bulan, eğitim düzeyi düşük, fakir çalışan annelere sahip olduklarını belirterek, bunun göçmen kadınların bu işlerle karşılaştıkları bir gerçek. çok yaygın bir durum” olduğuna dikkat çekti. Bir oku- Eğitim düzeyi yüksek göçmen kadınların, başka işlere lun sınıfında oturmaya can atan ancak hayat koşulları yönelmeleri durumunda, ayrımcılığa uğradığı, daha tarafından, başkalarının kıyafetlerini yıkamaya, bu- düşük ücretlerle çalıştırıldığı gerçeği de bilinmekte. laşıklarını ovmaya zorlanan yoksul kız çocukları ve genç kızların yinelenen acı tarihidir bu. Uluslararası Çocukları Koruma Örgütü “SAVE de Chil- dren”, “Kapıların ardındaki köleler: Çocuk Ev SAVE de Children örgütüne göre, “erken yaşlardan İşçiliğinin En Kötü Biçimleri” adlı raporunda; “cinsiyet itibaren ev işlerinde çalıştırılan kadınların büyük ayrımcılığının ve dünyada çocuk işçiliğindeki artışın, çoğunluğunun, bu alana yönelmelerinde; yoksulluk, kaygı verici boyutlara ulaştığına dikkat çekerek, kadın olma, sosyal dışlanma, etnik ve cinsiyet bunun şüphe götürmez bir gerçek” olduğunu belirtti. ayrıcılığı eğitimsizlik ve de aile içi şiddet” önemli fak- “Çocukların çok erken yaşlarda çalıştırıldıklarını ve törlerdir. bunun da aileleri tarafından, kişilik gelişiminin bir parçası olarak algılandığını” söyledi. Örgüt, “ev çocuk işçiliğinin tamamıyla zararsız bir meslek olarak yaygın bir şekilde kabul gördüğünü Bazı uluslarda ebeveynlerin çoğunluğu; diğer çocuk belirterek, bunun doğru olmadığını, ev işlerinin, etkin işlerinin tersine ev işleri işçiliğini, kazançlı, evliliğe ve aktif bir biçimde incelenmediğini, bu alanda hazırlık ve eğitime karşı bir seçenek olarak görüyor. çocuklara yönelik ilgisizlik ve suiistimal durumlarının yaşandığını” açıkladı. SAVE de Children, “bu ergin Fahişelik yaptırılan, küçük yaşta uyuşturucu trafiği olmayan insanların sık sık şiddetle karşılaştıklarını ve gibi çok tehlikeli “işlerde”, tarım ve inşaat alanlarında bunun gizli kaldığını” da ekledi. çalıştırılan milyonlarca çocuğun bulunduğunu söy- leyen SAVE örgütü, ev işlerinde çalışan çocukların Dünyada ev işlerinde çalışan çocuk sayısı 40 milyon çoğunluğunun kızlardan oluştuğuna işaret ederek civarında. Organizasción No Gobernamental (ONG) çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri olan, bu alanlarda “Bunların büyük bir çoğunluğunun, hiçbir hakka sa- bulunmalarındansa, ev işlerinde çalışmalarını tercih hip olmayan gerçek köleler olduklarını” açıkladı. ettiklerini belirtti. Onların, çiğnenen haklarıyla birlikte, daha ümit verici 6-17 yaş arasındaki (kız ve erkek) çocuklardan oluşan bir dünyayı hayal etme olasılığı da yok edilmiş oldu. ve ev işlerinde çalıştırılan çocuk işçilerin, gelir düzeyi düşük ailelerden çıkması alışılagelmiş bir durumdur. Mariela Pérez | Valenzuela - 43 - www.ayorum.com

- 44 -