<<

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİMDALI

MAIANDRIOS (BÜYÜK MENDERES) JEOPOLİTİĞİ VE JEOSTRATEJİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd.Doç.Dr. Mustafa YILMAZ

HAZIRLAYAN

Mehmet Nuri TOKGÖZ 094202011005

Konya 2011

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...... iii ÖZET ...... iv ABSTRAC ...... v KISALTMALAR ...... vi KAYNAKÇA ...... vii 1 GİRİŞ ...... 1 1.1 Çalışma Konusunun Önemi ...... 1 1.2 Uygulanan Metod ve Kapsam ...... 1 2 MAİNDROS’UN TARİHSEL GELİŞİMİ ...... 3 2.1 Maiandros Adının Kaynağı ...... 3 2.2 Maiandros ve Çevresi Tarihi ...... 5 2.2.1 Bölgenin Tarihçesi...... 5 2.2.2 Jeolojik Yapı ...... 9 2.3. Maiandros Çevresi Coğrafi Özellikleri ...... 10 2.3.1 Akarsular ve Göller ...... 10 2.3.2 İklim ...... 13 2.3.3 Bitki Örtüsü ...... 14 2.3.4 Ovalar ...... 14 2.3.5 Dağlar ...... 15 2.4 Menderesi Besleyen Önemli Kaynaklar ...... 17 2.4.1 Lykos (Çürüksu) Nehri ve Vadisi ...... 17 2.4.2 Çine (Marsyas) Çayı ...... 22 2.4.3 Hititler Döneminde Batı Anadolu ...... 23 2.4.3.1 Seha Nehri Ülkesi ...... 26 3 ANTİK DÖNEMDE MAIANDROS’UN JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİK ÖNEMİ ...... 33 3.1 Eskiçağ’da Batı Anadolu Bölgesi ve Büyük Menderes Vadisi ...... 33 3.2. Maiandros Çevresindeki Kentler ...... 50 3.2.1 ...... 51 3.2.2 ...... 55 3.2.3 ...... 57 3.2.4 Kelenai Apameia ...... 58 3.2.5 ...... 61

i

3.2.6 ...... 63

3.2.7 Laodikeia ad Lycum ...... 65 3.2.8 Tralleis ...... 70 3.2.9 Nysa ...... 74 3.2.10 Magnesia ad Meandrum (Menderes Magnesia’sı) ...... 81 3.2.11 Miletos ...... 83 3.2.12 ...... 96 3.3 Maiandros ve Çevresinin Ticari ve Ekonomik Önemi ...... 99 3.4 Maiandros ve Çevresinin Askeri-Stratejik ve Siyasi Önemi ...... 104 4 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ...... 109 LEVHALARIN LİSTESİ ...... 114 LEVHALAR ...... 119

ii

ÖNSÖZ

Maiandros vadisi günümüzde olduğu gibi antik dönemde de önemli bir tarım alanıdır.

Harpasos vadisinin Maiandros ile iç ve güney Karia’yı birbirine bağlayan stratejik konumu ve boğaz niteliğinde olması bölgeyi antik dönemde önemli bir stratejik bölge haline getirmiştir.

Tarım alanlarının hâkimiyeti ve stratejik konumu nedeniyle bölge antik dönem içinde büyük

çoğunlukla karışıklık içinde olmuştur. İ.Ö. V. yüzyılda çoğalan askeri mücadeleler, vergi toplama savaşı ve tarımsal üretime hâkim olabilmek için bölge de mücadeleler görülür.

Böylesine önemli ve büyük ve bir ırmağın bulunduğu coğrafyadaki konumu itibariyle, birçok antik bölge sınırlarından geçmektedir. Kaynaklarını aldığı Phyrgia bölgesinden sonra

Lydia, Karia ve bölgelerinden geçmektedir. İonia’dan denize dökülene kadar çevresinde birçok antik yerleşim yeri yer almaktadır.

Bu konu kapsamında literatür çalışması yaparak Menderes Havzasının etrafı ile ilişkilerini ve etkilerini ele almaya çalıştık. Bu anlamda bana bu konuyu çalışma fırsatı sunan danışman hocam Sayın Yrd. Doç. Dr. Mustafa YILMAZ’a, bölüm başkanımız Sayın Prof. Dr.

Hasan BAHAR’a, Prof. Dr. Özdemir KOÇAK’a ve her zaman desteğini gördüğüm aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Mehmet Nuri TOKGÖZ

KONYA 2011

iii

ÖZET

Maindros (Menderes) vadisi antik dönemde olduğu gibi günümüzde de önemli bir tarım alanıdır. Harpasos vadisinin Maiandros ile iç ve güney Karia’yı birbirine bağlayan stratejik konumu ve boğaz niteliğinde olması bölgeyi antik dönemde önemli bir yer haline getirmiştir. Menderes Lidya, , İonia ve Karia bölgelerinin kesiştiği noktada olması bakımında da birçok antik kent ile siyasi ve ticari ilişkilerin sağlanmasına olanak sağlamıştır.

Bu denli önemli coğrafya da bulunması ve birçok verimli araziye sahip olması, limanlara yakınlığı, bölgenin hâkimiyeti ve stratejik konumu nedeniyle bölge antik dönem içinde büyük

çoğunlukla karışıklık içinde olmuştur. İ.Ö. V. yüzyılda çoğalan askeri mücadeleler, vergi toplama savaşları, tarımsal üretime ve ticareti faaliyetlere hâkim olabilmek için mücadeleler görülmektedir.

Bu anlamda genel itibariyle bölgenin önemi tarihi süreç içerisinde ele alınıp değerlendirilmiştir. Birçok egemenliğin hakimiyet ettiği coğrafya sadece tarihsel anlamda değil bulunduğu jeopolitik durumu ile de ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Büyük Menderes Nehri, Jeopolitik ve Jeostratejik Önemi,

Menderes Ovası, Siyasi, Askeri ve Ticari Faaliyetler.

iv

ABSTRAC

Maiandrios valley is an important agricultural area today and in ancient times. The strategic position of Harpasos valley is valuable because it connects the iner and southern

Karia. It is a style of a strait so it makes Harposos important in ancient times. Maiandrios is at the intersection of Libya, Phrygia, Ionia and Karia regions and it ensure that political relation with many ancient city. It’s in a very important gography and it has got many fertile land, it’s close ports. Because of domination of the region and strategic position Maiandrios was in a disorder in ancient times. There were many military struggle in BC 5th century, there were tax collection battles. There were many fight so that they could control the agricultural production and commerical activity.

As the general, people examined the importance of the region in historical process.

And we can understand that in these geography many sovereignty lived. People approached these geography not only about its historical sense and also about its geopolitical position.

Keywords: Maiandrios River, The Importance of Geopolitics and Geostrategic, The

Maiandrios Vallet, Politicial, Military and Commerical Activities.

v

KISALTMALAR

Kaynakça ve Kısaltmalarda “Archäeologischer Anzeiger” de verilen kısaltmalar esas alınmıştır.

AA: Archäologischer Anzeiger

AJA: American Journal of Archaeology

AnSt: Anatolian Studies

AST: Araştırma Sonuçları Toplantısı

IstMitt: Istanbuler Mitteilungen

JHS: The Journal of Hellenic Studies

KST: Kazı Sonuçları Toplantısı

TAD: Türk Arkeoloji Dergisi

TTK: Türk Tarih Kongresi

TTKY: Türk Tarih Kurumu Yayınları

vi

KAYNAKÇA

Akdeniz 2002 Akdeniz, E., “Neolitik ve Kalkolitik Çağlarda Büyük Menderes Havzasındaki Kültürel Yapılanma ve Orta Kalkolitik Çağ Problemi”, V, Mersin, 2002, 59-75.

Aksu 1987 Aksu, A. E., “Quaternary Growth Patterns of Büyük Menderes and Küçük Menderes Deltas, Western .”, Sedimentary Geology 52: 227-250.

Aktüre 2003 Aktüre, S., Anadolu’da Demir Çağı Kentleri, , 2003.

Akurgal 1993 Akurgal, E., Anadolu Uygarlıkları, İstanbul, 1993.

Alparslan 2002 Alparslan, M., “Artukka: Assuwa Ülkesi ve Lokalizasyonu”, Anadolu Araştırmaları, Jahrbuch Für Kleinasiatische Forschung, Band XVI, İstanbul, 2002, 23-34.

Anabolu 1967 Anabolu, M.U., “Alinda Karpuzlu”, TAD XIV, Ankara 1967, 87-102.

Anabolu 1988 Anabolu, M. U., Batı Anadolu’da Bulunan Demeter ve Khitonien Tanrılar Tapınakları, Araştırma Sonuçları Toplantısı VI, Ankara, 121- 140.

Arrianos Arrianos, İskender’in Anabasisi, (Çev. Hayrullah Öz), Maarif Matbaası, İstanbul, 1965.

Arslan 2007 Arslan, M., Roma’nın Büyük Düşmanı Mithradates VI Eupator, İstanbul, 2007.

Atalay 1987 Atalay, İ.,Türkiye Jeomorfolojisine Giriş, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir, 1987.

Ay 2010a Ay, Ş., “Ahhiyava-Hitit İlişkileri ve Ahhiyavalıların Batı Anadolu’daki Faaliyetleri”, ODÜ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Cilt:1, Sayı:1, Ordu, 2010.

Ay 2010b Ay, Ş., “Hitit Siyasi Tarihinde Seha Nehri Ülkesi ve Önemi”, History

vii

Studies, International Journal of History, 2010.

Banar 1998 Banar, H., “The Kingdom of Ahhiyawa”, AnSt, Vol: 48-49, Ankara, 1998-1999, s. 47-67.

Başar 2008 Başar, H., Dilek Yarımadası-Büyük Menderes Deltası Milli Parkının Rekreasyon Amacıyla Kullanımının Ekonomik Değerinin Saptanması: Bir Seyahat Maliyeti Yöntemi Uygulaması, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara, 2008.

Başgelen 1996 Başgelen, N., “Çine Çayı (Marsyas) Gökbel Vadisi/İncekemer Köprüsü”, ArkSanat, Sayı: 75, İstanbul, 1996, 16.

Bayburtluoğlu 1981 Bayburtluoğlu, C., Antik Kentler, Ankara, 1981.

Baysal 2000 Baysal, H., “Lycos Vadisindeki Antik Kentler”, Lycos Vadisi Türk Arkeoloji Araştırmaları, Edit: F. D’Andria ve F. Silvestrelli, Ankara, 2000.

Bejor 2000 Bejor, G., Per una Ricerca di Laodikeia Laodicea Elle Listica, Laodicea di Phrygia, Georgio Pretschneidider Editore, Roma, 15-23.

Bean – Cook 1957 Bean, G.- Cook, J.M.,“The Carian Coast III”, BSA LII, 1957, 58-146.

Bean 1980 Bean, G.,Turkey Beyond the Meander, London, 1980.

Bean 1987 Bean, G., Karia, Çev: B. Akgüç, İstanbul, 1987.

Bean 2000 Bean, G.,Eski Çağ’da Menderes’in Ötesi, (Çev: Pınar Kuloğlu), İstanbul, 2000.

Bean 2001 Bean, G., Eskiçağda Ege Bölgesi, (Çev: İnci Delemen), İstanbul, 2001.

Bingöl 1991 Bingöl, O., “Magnesia ad Meandrum 1989”, 12 KST/II, Ankara, 1991, 105-114.

Bingöl 2005 Bingöl, O., Magnesia ad Maeandrum (Menderes Magnesiası), Ankara, 2005.

viii

Cengil 2009 Cengil, B., İklim Değişiminin Büyük Menderes Havzasında Zeytin

Yetiştirme Alanları Üzerine Etkisi, Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İzmir, 2009.

Ceylan 2000 Ceylan, A., “ Antik Kenti ve Nekropolü Kazı Çalışmaları”, Lykos Vadisi Türk Arkeoloji Araştırmaları, 83-88.

Cicero Cicero, “De Natura Deorum”, Tanrıların Doğası (Çeviren: Telatar F. – Özaktürk F. G.), Dost Kitabevi, İstanbul, 2007.

Chrysostom 1951 Chrysostom, D., Discourses, (Çev: J. W. Cohoon), Harvard Universty Press, 1951.

Cline 1991a Cline, Eric, H., “Hittite Objects in the Aegean”, AnSt 41, 1991, s.133-143.

Cline 1991b Cline, Eric, H., “A Possible Hittite Embargo Against the Myceneans”, Historia 60, 1991, s.1-9.

D’Andria 2006 D’Andria, F., (Pamukkale) Dün ve Bugün, Uluslar arası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu, 2. Cilt, Denizli, 32-37.

Demir 2005 Demir, M., Antik Dönem Atina Toplumunda Kayralı Köleler”, OLBA, XI, 2005.

Demirtaş 2006 Demirtaş, M. B., Magnesia Artemis Tapınağı’nın Teknik ve İşçilik Özellikleri,Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2006.

Dinç 1998 Dinç, R., “Tralleis Kazısı 1996”, 19. KST/II, Ankara, 1998, 205-236.

Dinç – Özkan – Dinç, R. – Özkan, H. – Takaoğlu, T., “Tralleis Kazı Çalışmaları 1997- Takaoğlu 1999 1998”, ArkSanat 95, İstanbul, 1999, 2-14.

Dinç 2003 Dinç, R., Tralleis, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003.

Dinç – Dede 2004 Dinç, R. – Dede, E., “Tralleis 2002 Yılı Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, 25. KST/I, Ankara, 2004, 339-354.

ix

Dinç – Şahan 2006 Dinç. R. – Şahan, M., “Tralleis Kazılarında Bulunan Kabartmaları

Mermer Duvar Panoları”, Hayat Erkanal’a Armağan, Kültürlerin Yansıması, İstanbul, 2006, 249-256.

DMİ Türkiye İklim Sınıflandırması, T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Ankara, 2008.

Doruk 1987 Doruk, S., “Antik Alinda Kentinde Pazar Yapısı”, Belleten Sayı: 201, 1987, Ankara, 1987, 1117-1137.

Drews 1976 Drews, R., “Karadeniz’de En Eski Grek Yerleşmeleri”, (Çev: Doç. Dr. Ömer Çapar), JHS XCVI, 18-31.

Dugel 2001 Dugel, M., Büyük Menderes Nehri’nin Su Kalitesinin Biyolojik ve Fiziko-Kimyasal Yöntemlerle Belirlenmesi, Hacettepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2001.

Duman - Konakçı Duman, B. – Konakçı, E., “Kolossai: Höyük, Kalıntı ve Buluntuları”, 2006 (: The Mound, Remains and Findings), Arkeoloji Dergisi 8- 2, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir, 79-104.

Erhat 1997 Erhat, A., Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, 1997.

Garstang-Gurney Garstang, J. – Gurney, O. R., “The Geography of the Hittite Empire”, 1959 British Institute of Archaeology, London, 1959.

Greaves 2003 Greaves, A. M., Miletos Bir Tarih, (Çev: Hüseyin Çınar Öztürk), İstanbul, 2003.

Goetze 1967 Goetze, A., “Annalen des Mursilis”, MvAEG 38, Darmstad, 1967.

Göçer 1971 Göçer, S., Afyon İli Tarihi, Cilt:1, İzmir, 1971.

Gurney 1952 Gurney, O. R., The , London, 1952.

Harmankaya vd. Harmankaya, S. – Tanındı, O. - Özbaşaran, M., TAY - Türkiye 1997 Arkeolojik Yerleşmeleri–2: Neolitik, Ege Yayınları, İstanbul, 1997.

Hawkins 1998 Hawkins, J. D., “Tarkasnawa King of Mira, Tarkondemos‟, Boğazköy

x

Sealing and Karabel”, AS 48/1998, 1-31.

Head 1977 Head, B., Historia Nummorum: A Manual of Greek Numismatics, London, 1977.

Heredot Heredot, Heredot Tarihi, (Çev: Müntekim Ökmen), İstanbul, 1991.

Hesiodos Hesiodos, Theogonia, (Çev: Selahattin Eyüboğlu – Azra Erhat), Ankara, 1977.

Hooker 1976 Hooker, J. T., Mycenean , London, 1976.

Homeros Homeros, Odysseia, (Çev: Azra Erhat – A. Kadir), İstanbul, 2002.

Hornblower 1982 Hornblower, S., Mausolos, Oxford, 1982.

Hoşafcı 2007 Hoşafcı, Ö. D., “Lykos Vadisinde Dionysos Kültü”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Denizli, 2007.

Human1904 Human, C., Magnesia am Meander, Berlin, 1904.

Huxley 1960 Huxley, G. L., Achaeans and Hittites, Oxford, 1960.

İdil 1999 İdil, V., Nysa ve Akharaka, Yaşar Eğitim Kültür Vakfı, İstanbul, 1999.

İdil – Kadıoğlı 2007 İdil, V. - Kadıoğlı, M., “2005 Yılı Nysa Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, 28 KST/I, Ankara, 2007, 647-670.

Karauğuz 2002 Karauğuz, G., “Boğazköy ve Ugarit Çivi Yazılı Belgelerine Göre Hitit Devletinin Siyasi Antlaşma Metinleri”, Konya, 2002.

Kerenyi 1976 Kerenyi, C., Dionysos, Archetypal Image Indestructible Life, Princeton, 1976.

Konuk 2003 Konuk, K., Karun’dan Karia’ya, Muharrem Kayhan Koleksiyonundan Erken Anadolu Sikkeleri / From Kroisos to Karia, Early Anatolian Coins from the Muharrem Kayhan Collection, İstanbul, 2003.

Laumonier 1958 Laumonier, A., Les Cultes Indigenes en Carie: Paris, 1958.

xi

Magie 1950 Magie, D., Roman Rule in Asia Minor, Vol.I-II, Princeton University

Press, Princeton, 1950.

Magie 2002 Magie, D., Anadolu’da Romalılar 2, (Çev: N. Basgelen - Ö. Çapar), İstanbul, 2002.

Magie 2003 Magie, D., Anadolu’da Romalılar 3, Batı Anadolu Kent Devletleri, (Çev. N. Başgelen – Ö. Çapar), İstanbul, 2003.

Malay 1983 Malay, H., “Batı Anadolu’nun Antik Çağ’daki Ekonomik Durumu”, AD II, 1983, 50- 61.

Mansel 1999 Mansel, A.M., Ege ve Yunan Tarihi, Ankara 1999.

Mellart 1974 Mellart, J., “Western , and the Hittites”, Mansel’e Armağan I, TTK, Ankara, 1974, 493-526. Mellaart 1981 Mellaart, J., “Anatolia and the Indo-Europeans”, JEOL 9–1,2/1981, s. 135-143. Mellink 1983 Mellink, M. J., “Archeaological Comments on Ahhiyava-Achaians in Western Anatolia”, AJA 87-2/1983, 138-141. Memiş 1994 Memiş, E., “Hitit Devletlerinin Batı Anadolu Politikası”, S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:3, Konya, 1994, s.367-375. Memiş 2005 Memiş, E., Troya ve Troyalılar (Troyalılar Türk Müdür?), Çizgi Kitabevi, Konya, 2005. Memiş 2006 Memiş, E., Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, (Ekin Kitabevi), Bursa, 2006. Memiş 2007 Memiş, E., Eskiçağ Türkiye Tarihi, (Çizgi Kitabevi), Konya, 2007.

Morgan 1996 Morgan, J. R., Review of Phlegon of Tralles Book of Marvels,Translated With an Introduction and Commentary by William Hansen, University of Exeter Press, 1996.

Otten 1987 Otten, H., “Die Bronzetafel”, 9.KST/1, Ankara, 1987, 271-276.

Özgan 1982 Özgan, R., Yunan ve Roma Devri Tralleis Heykeltıraşlığı, (S.Ü. Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 1982.

Özkaya 2006 Özkaya, V., “Alinda: Kentsel Dokusu ve Nekropol Kalıntıları ile

xii

Karia Bölgesi’nde Bir Kent”, Hayat Erkanal’a Armağan, Kültürlerin

Yansıması, İstanbul, 2006, 606-611.

Özsait 1982 Özsait, M., “Anadolu’da Roma Egemenliği”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi III, İstanbul, 1982.

Pausanias , Description of Greece I-V, (İngilizceye Çeviren: Jones W. H. S.– Ormerod H. A.), The , London, 1988.

Plinius Plinius the Elder: Natural History: III-VII, (İngilizceye Çeviren: Rackham H.), Harvard University, Cambridge, 1989.

Ramsay 1895 Ramsay, W. M., The Cities And Bishoprics of Phrygia I, Oxford, 1895.

Ramsay 1960 Ramsay, W. M., Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası, (Çev: Mihri Pektaş), İstanbul, 1960.

Ramsay 2003 Ramsay, W. M., The Cities and Bishoprics of Phrygia, Vol. I, Elibron Classics Series, USA, 2003.

Reinhard 1999 Reinhard, S. W., Handwerksbetriebe und öffendliche Bauten im archaischen Miletos, İstanbul, 1999.

Ridgevay 1896 Ridgeway, W., “Bassareus”, CR Vol. 10/1, 1896, s. 21-22.

Ruzicka 1985 Ruzicka, S., “Cyrus and Tissaphernes, 407–401 BC”, Classical Journal, No:3, 1985.

Sevin 2001 Sevin, V., Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası I, TTK Yayını, Ankara, 2001.

Sevin 2003 Sevin, V., Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul, 2003.

Strabon Strabon, Geograpika: Antik Anadolu Coğrafyası, (Çev: Adnan Pekman), İstanbul, 2000.

Şimşek 1999 Şimşek, C., “Antik Dönemde Çürüksu (Lycos) Vadisinde Kültürel ve Ekonomik Yaşam”, ArkSanat, Sayı: 92, İstanbul, 1999, 2-9.

xiii

Şimşek 2004 Şimşek, C., “2003 Yılı Laodikeia Antik Kenti Kazısı”, 26. Araştırma

Sonuçları Toplantısı 1, Ankara, 2004.

Şimşek 2006 Şimşek, C., “Laodikeia Ana Küme Girlandlı Lahitleri”, Arkeoloji ve Sanat, Sayı:85, İstanbul.

Şimşek 2007 Şimşek, C., Laodikeia (Laodikeia ad Lycum), İstanbul, 2007.

Tekin 1997 Tekin, O., Antik Nümismatik ve Anadolu (Arkaik ve Klasik Çağlar), İstanbul, 1997.

Texier 2002 Texier, C., Küçük Asya, Coğrafyası Tarihi ve Arkeolojisi, Cilt II, (Çev: Ali Suat), İstanbul, 2002.

Thukydides Thukydides I /13

Traversari 1994 Traversari, G., “1993’te Frigya Kenti Laodicea’da Yapılan Araştırma”, XII. Araştırma Sonuçları Toplantısı, Ankara, 1994.

Tulay 2001 Tulay, A. S., Genel Nümizmatik Sözlüğü, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2001.

Uğur 2003 Uğur, A., “Aydın Şehrinin Kuruluşu ve Gelişme Evreleri”, Ankara Üniversitesi DTCF Coğrafi Bilimler Dergisi, Ankara, 2003, 41-62.

Umar 1993 Umar, B., Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İstanbul, 1993.

Umar 2001 Umar, B., Bir Tarihsel Coğrafya Araştırması ve Gezi Rehberi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2001.

Ünal 2003 Ünal, A., “Hititler Devrinde Anadolu”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003.

Üreten 2005 Üreten, H., “Bir Grup Sikkenin Isıgında Mastaura Kenti Tanrı ve Kültleri”, Çankaya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi/ Journal of Arts and Sciences, Sayı: 4, Aralık 2005.

Vapur 2009 Vapur, Ö., Menderes Magnesiası Hypokaustlu Yapı Yerel Üretim Seramikleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora

xiv

Tezi, Ankara, 2009.

Vitruvius Vitruvius, Mimarlık Üzerine On Kitap, (Çev. Adnan Pekman), İstanbul, 2005.

Yakar 1976 Yakar, J., “Hittite Involvement in Western Anatolia”, AS-26, 1976, 117-128.

Yaylalı 1976 Yaylalı, A., Der Friges des Artemisions von Magnesia am Meander, Tübbingen-Almanya, 1976.

Yaylalı 2008 Yaylalı, A., “2006 Yılı Tralleis Antik Kenti Kazı ve Restorasyon Çalışmaları”, 29. KST/I, Ankara, 2008, 555-578.

Yiğit 2003 Yiğit, T., “İlk Tunç Çağı’nın Son Evresinde Anadolu’nun Siyasi Görünümü”, TAD 21-33, Ankara, 2003, 167-182.

Wilson 1896 Wison, C. W., Profesor Ramsay’s Work On Phrygia – Rewiew, The Geographical Journal, 7-2, 190-193.

Xenophon Xenophon, Anabasis, (Çev: Tanju Gökçöl), Sosyal Yayınları, İstanbul, 1985.

xv

1 GİRİŞ

1.1 Çalışma Konusunun Önemi

Akarsular uygarlık tarihinde insan yaşamında büyük öneme sahiptir. Günümüze kadar gelmiş uygarlıklar su ile bağlantılı olarak gelişme göstermişlerdir. Maiandros (Büyük

Menderes) çevresi, birçok bakımından değişik özellikler sergileyen ve uluslararası öneme sahip sulak bir alandır. Bu bölge, barındırdığı biyoçeşitlilikten ötürü hem Türkiye’de hem de uluslararası düzeyde koruma altına alınmıştır.

Maiandros tarihiyle, mitolojisiyle, ekonomik ve stratejik durumları itibariyle büyük

önem taşıyor. Maiandros nehri, günümüzde Denizli, Uşak ve Aydın İlini geçerek, Söke ilçesinden sonra denizle kucaklaşana kadar, kıvrım kıvrım akararak, bir gelin gibi salınarak birden fazla il sınırlarından geçmektedir.

Maiandros, ilkçağ yazınında en çok adı geçen ırmaklardan biridir. Maiandros’un adı ilkçağdan bu yana özel ad olmaktan çıkmış, kıvrıntılı akışı dolayısıyla ırmağın adı ırmak, yol kıvrıntısı ya da mimaride yılankavi motifler, dilde dolambaçlı konuşmalar için kullanılagelmiştir. Maiandros ırmağının miller taşıyarak, eski zamanlarda denize açılan limanları olan birçok şehri toprak altında boğduğu bilinmektedir. Bugün bile göz göre göre izlenebilen bu süreç ilkçağdan beri Ege şehirlerinin başlıca sorunu sayılmaktaydı.

1.2 Uygulanan Metod ve Kapsam

Maiandros vadisi günümüzde olduğu gibi antik dönemde de önemli bir tarım alanı olması, Harpasos vadisinin Maiandros ile iç ve güney Karia’yı birbirine bağlayan stratejik konumu ve boğaz niteliğinde olması bölgeyi antik dönemde önemli bir yer haline getirir.

Tarım alanlarının hâkimiyeti ve stratejik konumu nedeniyle bölge antik dönem içinde büyük

çoğunlukla karışıklık içinde olmuştur. İ.Ö. V. yüzyılda çoğalan askeri mücadeleler, vergi toplama savaşı ve tarımsal üretime hâkim olabilmek için mücadeleler görülür.

1

Böylesine büyük bir ırmağın bulunduğu coğrafyadaki konumu itibariyle, birçok antik bölge sınırlarından geçmektedir. Kaynaklarını aldığı Phyrgia bölgesinden sonra Lydia, Karia ve İonia bölgelerinden geçmektedir. İonia’dan denize dökülene kadar çevresinde birçok antik yerleşim yeri yer almaktadır. Maiandros çevresindeki devletlerin, kentlerin ve insan topluluklarının sosyal, ekonomik, stratejik ve coğrafi yapılarını etkilemiştir. Bu etkileşimin hangi yönde olduğu sorusuna yanıt aramak için yapılan bu çalışmada Antik Dönemde

Maiandros ve çevresinin stratejik ve jeopolitik önemi araştırılmıştır.

2

2 MAİNDROS’UN TARİHSEL GELİŞİMİ

2.1 Maiandros Adının Kaynağı

Aynı coğrafi özelliklere sahip olan Batı Anadolu’daki iki menderes nehrinden Lydia sınırlarında ve küçük olanı antik dönemde “Kaystros” ismini taşır. Büyük olanının ismi ise birçok antik kaynakta sıkça söz edilen “Maiandros”tur1. Büyük Menderes nehri adının coğrafi tanımına da uygun olarak akışını, döküleceği Ege Denizine ulaşıncaya kadar hiçbir kesinti yapmadan yatağını, dönüşlerini sık sık ve sürekli değiştirerek, kıvrımlarını durmadan zenginleştirerek gerçekleştirmektedir. (Lev.Ia)

Eski bir atasözü der ki: Meander motifleri tıpkı bir labirent gibidir. (Lev.Ib)

Genellikle labirent tanımı özellikle M.Ö.7.-6.yy.’lar için söylenmiştir. Bu durum Herodot tarafından Mısır labirentleriyle kıyaslanmıştır2. Buradan hareketle Meander genel anlamda

“Kıvrım” manasına gelir. Aslı eski Yunanca da “Maiandros” olarak geçer. Yapılan araştırmalarda ele geçen bir Magnesia ad Maendrum Sikkesi’nin3arka yüzündeki motiflerde

Maiandros ismini ve özelliğini kanıtlar niteliktedir.

Hesiodos’a göre, toprak ana Gaia, Khaos’tan çıkar çıkmaz kendi kendine Uranos ile

Pontos’u, yani Gök ile Deniz’i yaratır. Sonra da Uranos ile Okeanos’u meydana getirir.

Okeanos, Gaia’nın on iki Titan dölünün ilkidir. Titanlar arasında ayrı bir rol oynar, Titan kuşakları arasındaki savaşa karışmaz, dünyanın ucuna çekilerek, oraya yerleşir. Hellen erken ilkçağının dünya görüşüne göre, yeryüzü yuvarlak ve yassı bir diske benzemektedir. Okeanos da, bu diski çepeçevre sarmaktadır. Okeanos, bir deniz gibi değil, evrensel bir ırmak ve

ırmakların babası olarak tasarlanır. Derin anaforlu, burgaçlı diye nitelenmesi akan bir su

1 Tulay 2001, 135 2 Erhat 1997, 198 3 Bingöl 2005, 5

3 olduğundandır4. Hesiodos’un ifadesinde; “Tethys Okeanos’a ırmaklar doğurdu, suları burgaç, burgaç ırmaklar. Nil, Alpheinos, Eridanos, derin burgaçlı Styrmon, Maiandros, Istros, güzel akışlı Phasis, Rhesos, Akhelaos...”5. Bu ifade de görüldüğü gibi Maiandros derin burgaçlı yani kıvrımlı yapısı sayesinde bu isimle anılmaktadır. Strabon Maiandros’la ilgili “…akıntısı o kadar kıvrımlıdır ki bu derece kıvrımlı olan her şeye Maiandros’lamak adı verilir”… ifadesiyle bunu kanıtlamaktadır6.

Menderes nehri, Aulocrène adında bir dağın üzerinde aynı adla anılan bir gölden

çıkar7; Bu nehir, Klenai şehrinden Apameia yöresini sular, Eumenia, 'dan ve

Plinius’un zamanında Miletos'ten on stade (stad mesafede denize dökülürdü. Plutarchos nehirlere ait kitabında, Menderes'in eskiden dolaşıp önceki yere gelen anlamında Anabaenon diye adlandırıldığını söyler ve der ki: Bütün nehirlerin, içinde yalnız bu su kaynağından aktığı yerlere döner gelir " Yazarın verdiği ayrıntıya göre, Cercaphus ve Anaxibie'nin oğlu Méandre

Pessinus (Pessinunte) şehriyle savaştığı sırada, zafer haberini aldığını kendisine ilk tebrik edecek adamı kurban edeceğini, ana tanrıçaya söz vermiştir8. Yanına ilk gelenler oğlu

Archelaus ile kız kardeşi ve annesi olmuştur. Kan bağına rağmen yine sözünü yerine getirmek istediyse de arkasından heyecandan şaşırmış ve acıdan kıvranarak kendini Anabaenon'a atmıştır. Bundan dolayı nehre, Méandre adı verildi. Timolaus, bu olayı Frigya (Phrygie) İşleri unvanlı eserinin onuncu kitabında, bu şekilde anlatır: Agatocle Le Samien de

Cumhuriyeti adlı eserinde, bundan söz eder. Fakat Apameialı Demostrate'nin dediğine bakılırsa, Pessinus ile olan savaşta yeniden general atanan Méandre, umduğunun aksine yenildiğinden, Ana Tanrıçaya ait adakları askerlere paylaştırdı. Tanrı da bunun aklını

4Homeros, 155 5 Hesiodos, 335–345 6 Strabon, XIII, 83 7 Plinius, Natural Histaria, V, 29 8 Texier 2002, 50

4 kaybetmesine izin verdi ve delilik krizi geldiği bir anda, karısıyla oğlunu öldürdü. Daha sonra aklı başına gelince, kendini nehre attı ve nehir de Méandre adını aldı.

Romalılar zamanında Miletos şehri artık Menderes (Méandre) nehri ağzında değildi ve deniz kenarında kurulmuş olan Priène adındaki diğer bir meşhur şehir, Plinius'un yazdığı sıralarda, ondan kırk stade uzaktaydı. Miletos körfezi, aşama aşama kapanıyordu ve sonunda

Bafa (Oufa-Bafi), adında acı sulu bir göle dönüştü. Boyu, yaklaşık iki fersahtır9.

2.2 Maiandros ve Çevresi Tarihi

2.2.1 Bölgenin Tarihçesi

Maiandros ve çevresinin Neolitik dönemde önemli yerleşmelere sahne olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte batıda Maiondros’un orta kısımlarına yakın bölgedeki

Mastaura (Nazilli-Bozyurt)’nın güneyindeki günümüzdeki Hamidiye Köyü’nün yaklaşık

500m doğusunda, ana yoldan köye giren yolun güneyindeki Hamidiye Höyüktür(Lev.IIa).

Maiandros’un taşım alanından biraz güneydedir. D.H. French’in 1960 yılı yüzey araştırmasında saptanmış olan yerleşmenin Neolitik Çağ dışında Son Kalkolitik Çağ, İlk

Tunç, Orta Tunç Çağ’ına tarihlenebilecek bulgular da elde edildiği bilinmektedir. Neolitik

Çağ’a tarihlenen yalın açkılı maldan çanak çömlekler kırmızı, nadir olarak gri veya siyah astarlı, açkılı, saman katkılı hamurlu, el yapımıdır. Yalın Açkılı mal bulunan diğer batı

Anadolu yerleşmeleri gibi Son Neolitik Çağ’a tarihlenmektedir10.

25000 km2’lik bir alanı dolaşarak Ege denizine ulaşan 600 km. uzunluğundaki Büyük

Menderes Irmağı Ege Bölgesi’nin en uzun akarsuyudur. Dinar-Sandıklı arasındaki yüksek araziden doğan ırmak, daha sonra birkaç kol tarafından beslenerek önce güneye, ardından batıya yönelir ve aynı adla anılan çöküntü ovasını oluşturur. Dandalas Çayı (Morsynos),

Akçay (Harpasos) ve Çine Çayı (Marsyas) ovanın güneyinden Büyük Menderes’le birleşir.

9 Texier 2002, 50. 10 Harmankaya – Tanındı – Özbaşaran 1997, 57

5

Irmak, Germencik-Söke arasında güneybatıya yönelerek Bafa Gölü’nün batısından denize dökülür11.

Büyük Menderes Havza’sında toplam 129 merkezde prehistorik dönemlere ait yerleşim kalıntılarına rastlanmıştır. Bölgenin prehistorik dönemlerdeki kültürel yapısını anlamamızı sağlayacak çok sayıda merkez olmasına rağmen, bunların coğrafi ve tarihsel dağılımında bir düzensizlik söz konusudur12.

Eldeki veriler, havzadaki ilk kültürel yapılanmanın Neolitik Çağ’a belki de daha

öncesine uzanabileceğini düşündürmektedir13. Bu erken kültürler arasındaki dikkat çekici kalıntılar Bafa Gölü çevresindeki kaya sığınakları resimleridir. Bu resimler kesin olmamakla birlikte M.Ö VIII. binyıla tarihlenmektedir. Havzada en erken kültürel kalıntıların Bafa Gölü resimleriyle Neolitik Çağ’a belki de daha öncesine tarihlenmesine karşın, eldeki bilgiler gerçek anlamda ilk yerleşim Geç Neolitik Çağ’da başlamıştır. Havzada Neolitik Çağ’ın erken evresine tarihlenebilecek herhangi bir merkez bulunamamış, Geç Neolitik Çağ’a ait on merkez tespit edilmiştir.

Bölgede kazısı yapılan tek Geç Neolitik Çağ yerleşimi ’dır. M.Ö 6. binyılın başlarına tarihlenen bu yerleşim havzada kazısıyla saptanan en erken merkez olma

özelliğine sahiptir. Aphrodisias kazıları bölgenin Geç Neolitik Çağı hakkında yeterince bilgi vermemektedir. Büyük Menderes Havzasında gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında, tüm

Batı Anadolu’da görülen taşçık katkılı, siyah özlü ve genelde kırmızı astarlı seramik parçaları, havzadaki yerleşimlerde de ele geçmiştir.

Geç Neolitik Çağ’ın ardından gelen Kalkolitik Çağ geleneksel kronolojide Erken ve

Geç olmak üzere iki evreye ayrılmıştır. Fakat son yıllarda yapılan kazı ve yüzey araştırmaları

11 Akdeniz 2002, 59 12 Akdeniz 2002, 63 13 Memiş 2007; Akurgal 1993. 6 neticelerinde, bu iki evre arasında Orta Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan bir ara evrenin varlığını zorunlu kılmıştır. Bu evre başlıca çanak çömlek özellikleriyle belgelenmektedir.

Bölgenin Geç Kalkolitik Çağ çömleği, Erken Kalkolitik Çağ çanak çömleğinden tamamen farklıdır. Boyalı çanak çömleğin yerini tek renkli çanak çömlek almıştır.

Büyük Menderes Havzası’nda Geç Neolitik Çağ’daki buluntu merkezi sayısı, Erken ve

Orta Kalkolitik Çağ’da azalır. Yerleşimlerin çoğu Geç Neolitik Çağda olduğu gibi Aşağı

Büyük Menderes’te yer almaktadır. Aşağı Büyük Menderes’teki Mersinlidere ve Altınkum’da bulunan obsidyen aletler Erken Kalkolitik Çağ’da havzanın bu kesimindeki yerleşimlerin, gelişmiş kültürel birikime sahip olduklarını göstermektedir14.

Geç Kalkolitik Dönem’de tüm Batı Anadolu’da olduğu gibi bölgede de yerleşim sayısı artar. Bu artışın yanı sıra gelişmiş mimariye sahip yapılardan meydana gelen ve neredeyse köy özelliğini aşmış yerleşimler kurulmuştur. Kazı sonuçları ve yüzey araştırmaları havzadaki

Geç Kalkolitik Çağ insanının göçebe kültüründen büyük ölçüde sıyrılarak ekonomik açıdan kendi kendine yeter duruma geldiğini ortaya koymuştur. Çoğalan nüfusun besin ihtiyacını karşılamak amacıyla, sulu tarım yoğun bir şekilde yapılmaya başlanmıştır. Tarım faaliyetlerinin artmasına karşın, avcı-toplayıcılığın tamamen terk edildiği söylenemez. Tarım ve toplayıcılık yoluyla elde edilen tahıl, yabani meyve-sebze dışında koyun, keçi, alageyik eti, bu dönem insanının temel besin kaynakları arasında yer almıştır. Az miktarda olmakla birlikte deniz ve tatlı su kabukluları da tüketilmiştir15.

Bu dönemde toplumda sınıflaşma ve iş bölümü de başlamıştır. Çiftçi, taş ustası, iplik eğirici, dokumacı, çömlekçi, metal ustası gibi iş kolları oluşmuştur. Geç Kalkolitik Çağ,

Büyük Menderes Havzası toplumlarının dini inanışlarıyla ilgili fazla bilgi yoktur. Bu döneme

14 Uğur 2003, 45 15 Akdeniz 2002, 66

7 tarihlenebilecek herhangi bir kutsal alan saptanamamıştır. Dini inançlar hakkında bilgi verebilecek mezarlar ve idoller de oldukça az sayıdadır16.

Maiandros’a yakın önemli bir Kalkolitik Çağ yerleşmesi Beycesultan yer almaktadır(Lev.IIb). Maiandros’un günümüzde kurumuş olan bir kolunun hemen yanında çift konili bir tepedir. İlk olarak J. Mellaart tarafından saptanan; daha sonra 1954–59 yılları arasında S. Lloyd ve J. Mellaart yönetiminde kazılan höyük; Ege Bölgesi arkeolojisine

özellikle Tunç çağları açısından önemli bilgiler kazandırmıştır17.

Maiandros ve çevresinden daha sonraki dönemlerde özellikle M.Ö. 2000 civarlarında

Arzava bölgesi olarak söz edilmekteydi. Bölgenin M.Ö. 1600’lerde ise Hitit Krallığı hâkimiyetinde olduğu bilinmektedir18. Demir çağında ise bölgenin Lydia hakimiyetinde olduğu bilinmekle birlikte önemli yerleşme yerlerinin varlığından söz etmek mümkündür.

Bununla birlikte İÖ. 900 yıllarına doğru göçe başlayan Dorlar Anadolu’nun, Karlar’ın oturduğu güney kıyılarına yerleşmeye başlayınca zaman zaman yerli halktan büyük bir direnişle karşılaştılar. Buna karşı zamanla, Dor Heksapolis’i yani Dor Altıkenti adı verilen bir

Birlik oluşturarak kendilerini güçlendirmeye çalıştılar. Rodos adasından Lindos, Ialysos ve

Kamiros ile Kos (İstanköy), Anadolu’dan da Halikarnassos ve kentlerinin katıldığı bu

Birliğin dini yönü ağır basmaktaydı19. Daha sonra 12 kenti içerisine alan İonia bölgesi

Maiandros’un denize döküldüğü kısımlarda varlığını göstermiştir.

Bölgenin daha sonra Pers Krallığı hakimiyetinde kaldığını söylemek mümkündür20.

M.Ö.334’te Büyük İskender’in eline geçen ve Rodos yönetimine bırakılan bölge, İskender’in

16 Akdeniz 2002, 67 17 Sevin 2003, 103 18 Sevin 2003, 167 19 Sevin 2001, 106–107 20 Strabon, XIV, 246 8

ölümünden sonra generalleri arasında çekişme konusu oldu. Önce Antigonos’un, M.Ö. 301 yılından sonra Lysimakhos’un, M.Ö.281 yılı sonrasında da Seleukos’un eline geçti. Bu arada kıyıdaki , Halikarnassos ve Myndos gibi kimi kentler Ptolemaioslar tarafından zapt edildi. Bir süre Makedonia kralı V. Philippos’un (M.Ö.221–179) tehdidi altında kaldı.

M.Ö.190 yılında Roma ve bağlaşıkları Rodos ile Bergama ve III. Andokhos arasında

Magnesia () yöresinde yapılan ve Antiokhos’un yenilgisiyle sonuçlanan savaştan sonra imzalanan Apameia barış antlaşmasının hükümleri gereğince, Maiandros’un güneyindeki tüm bölge Rodos’a, kuzeyindeki dar şerit ise Bergama’ya bırakılmıştır21. (Lev.IIc)

Maiandros ve çevresinin idari taksimatta Batıda kıyı bölümlerde İonia, biraz iç kesimlerde Karia, doğuya doğru Lydia ve Phrygia bölgeleri sınırları içerisinde kaldığı söylenebilir.

2.2.2 Jeolojik Yapı

Batı Anadolu’da Menderes masifi dahilinde kabaca doğu-batı yönünde uzanan ve içlerinde nehirlerin geçtiği, 60-120 km kadar uzunlukta, bir kaç bin metre genişlikte ve deniz seviyesinden 200 m kadar yükselen, tabanı alüvyonlarla örtülü olan dar ve derin oluklar bulunmaktadır(Lev.IIIa). Menderes masifi Neojen’de bir peneplen halinde uzanmaktaydı, ayrıca kuzey ve güney kanatların alçalması ve merkezi bölgenin yükselmesi ile masif kubbeleşmiştir. Bu aşamada masifin orta bölümü aşınarak yeni bir aşınım alanı gelişirken masifin kenarlarında kalın neojen klastikleri birikmiştir22. Neojen sonlarında masif faylarla parçalanmış, muhtelif bloklar halinde yükselmiş ve masifin yükselen kesiminde aşınan enkaz masifin kenarlarında kaba unsurlu malzemeler halinde çökelmiştir (tmolos depoları)23.

Pleistosende masif faylarla parçalanmış, Bozdağ ve Aydın Dağları’na karşılık gelen

21 Sevin 2001, 108 22 Aksu 1987, 227-250 23 Atalay 1987, 61

9 meyilleşmiş yüksek bloklar ile Küçük Menderes Ovası’na karşılık gelen çökmüş bir fay bloğu olmuştur. Bu arada masifin kenarlarında oluşan Gediz ve Büyük Menderes ovalarının bulunduğu alanlar da faylaşma ile çökmüşler ve temelin faylarla parçalanması ile temelin

üstünde örtü halinde bulunan tmolos depoları çeşitli seviyelere yükselmiştir. Bu son hareketler akarsu ağı üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur. Günümüzdeki ana drenaj, graben alanlarına yerleşen Büyük ve Küçük Menderes gibi konsekantlar (vadiler) ile bunların kolları olan yüksek alanlardan gelen akarsulardır24. (Lev. IIIb)

Pliyosen’den yakın bir geçmişe kadar devam eden özellikle düşey faylaşmalar sonucunda Gediz ve Büyük Menderes grabenlerinin bulunduğu alanlar 1000 m’den daha fazla

çökmüşler, yine faylaşmalara bağlı olarak Menderes masifi doğu-batı ve diğer yönlerde

önemli sayılacak parçalanmaya uğramıştır. Aşınım yüzeyleri ve Plio-kuvaterner depoları değişik yönlere doğru eğimleşmiş ve çarpılmışlardır25. Gediz, Büyük ve Küçük Menderes grabenlerinin batı kesimleri, deniz tarafından işgal edilerek adeta birer koy veya körfez haline gelmişlerdir. Nehirlerin taşıdığı alüvyonlarla günümüzdeki durum ortaya çıkmıştır26.

2.3. Maiandros Çevresi Coğrafi Özellikleri

2.3.1 Akarsular ve Göller

Maiandros antik çağda Phrigia’dan başlayıp Lydia-Karia sınır çizgisinden İonia’ya ulaşır. İonia’da denize dökülen ve bölgedeki en uzun ve en büyük akarsu yatağı Maiandros

(584 km)tur(Lev.Ia). Kıvrımlı bir yatak oluşturan nehir büyük tuzcul stepler ve çamur alanlarından oluşan büyük bir delta şeklinde Ege Denizi’ne dökülür. Anadolu’nun en büyük deltası olan Büyük Menderes Deltası, 9.800 hektarlık yüzölçümüyle önemli bir sulak alandır.

24 Dugel 2001, 7 25 Aksu 1987, 229 26 Atalay 1987, 76

10

Büyük Menderes, toplam 24.976 km2’lik drenaj alanına sahiptir ve yıllık debisi 3 km3’tür; bu da günümüz Türkiye’sinin su potansiyelinin % 1.6’sına tekabül eder27.

Maiandros’un güneye akan nehir kollarından en önemlileri doğudan batıya doğru

Plinius’un (N.H.V 108) Orsinus dediği Morsynos (Vandalos), Harpagos (Akçay) ve Marsyas

(Çine) Çayı’dır28. Bunların yanında kuzeyde Messogis Dağı’ndan kaynaklan Mastaura

(Bozyurt) yakınındaki Khrysaoras (Sekendere) ile Tralles yakınındaki Eudonos (Tabakhane

Deresi) ve küçük kolu Thebaites gibi bir takım dereleri de bulunmaktadır29.

Bölgenin kuzeyinden güneyine doğru akan Marsyas çayından Herodotos, “İdrias

ülkesinden (Yatağan civarı) geçerek Maiandros’a karışan Marsyas Nehri” diyerek bahsetmektedir30.

Asya’nın büyük ticaret merkezlerinden olan Apameia (Dinar) Marsyas Nehri’nin kaynağı yakınında kurulmuştur31. Nehir bu kentin ortasından akmakta, aşağıya doğru kentin civarında dolaştıktan sonra, şiddetli ve aceleci bir akımla Maiandros’a karışmaktadır. Marsyas başındaki vadiyi Latmos ile İmbros arasında kesmekte ve Maiandros Vadisi’nden daha önce yayılmaktadır.Bunun yanında Strabon Apameia yakınlarındaki Kelainai’nin yukarısında bir göl bulunduğunu, hem Marsyas’ın hem de Maiandros’un kaynaklarının bu gölden beslendiğini belirtmektedir32.

Latmos körfezinin ağzı kumlarla dolduğu için, göle dönüşmüştür; (Lev. IXa) Türkler ve Rumların Oufa Bafi Kapoumoula adını verdikleri göl budur. Uzunluğu altı ve genişliği iki

27 Cengil 2009, 23–24 28 Başgelen 1996, 16 29 Sevin 2001, 111 30 Heredot, 119 31 Mansel 1999, 294 32 Strabon, XIII, 83

11 coğrafya milidir, bir taraftan Latmos Dağı ve diğer taraftan Grius Dağının bir kanadıyla sınırlı olup kuzeyden güneye doğru uzanır. Balığı çok boldur; köyün sakinleri sandallarla avını yaparlar. Araçları, altı düz ve tahtaları topluca çivilenmiş, kötü yapılmış kayıklardır.

Bafa Gölünün batı kıyısı sığ ve bataklık, karşısı olan kıyı ise, aksine suyun içine inen granit kayalıklarla çevrilidir. (Lev.IVa)Bu kayalann hemen hepsinin tepeleri, Bizanslılar tarafından tahkim edilmiş çok sayıda adayı oluşturur. Gölün orta kısmındaki en büyük adanın

üzerinde, ufak bir kiliseyle bir manastır harabesi ve eski bazı taşlar vardır. Karada ve daima aynı kıyıda, donanmaya ait liman havuzunu oluşturduğu anlaşılan, tuğladan yapılmış sıra kemerler görülür. Bütün bu askerî tahkimat, Bafa (Çamiçi) gölünün denizle bağlantısı olduğu zamana aittir. Bu bağlantı, bugün geçilmez kıyı bataklıkları halindeki zor zaptedilen sulara dönüşmüştür. Buradan geçenler, ağaç dallarından kulübelerde oturan Serçin adındaki tek köyü ayıran çok çamurlu ve tehlikeli bataklıkları dolaşmak zorunda kalırlar. Bununla beraber burası, bir ağanın ikamet ettiği yerdir. Bu noktadan Miletos'e, altı kilometrelik bir mesafe vardır. Bu mesafe, ile Miletos arasını, otuz stade (stadyum) uzaklıkta gösterir33.

Menderes nehri, burada birçok adacık oluştururak yavaşça denize doğru akar34.

Ovanın ilerisinden yükselmiş bazı engebeler, hiç şüphesiz eski körfezin girişindeki adaları gösterir. Bunlar içinde, Thuykdides'in söz ettiği Tychiusa adası bulunmaktadır. Bu adaya, aynı tarihçi tarafından Glauce ve Bizanslı Etienne tarafından Glaucia adı verilmiştir.

Dromiscus ve Perne adaları da bu türdendir; bunların birincisi, Etienne ve Thucydide'in

Drymusa dedikleridir. Bu yörenin bilinmeyen şehirlerinden Bizanslı Etienne'nin Miletos şehri yakınında diye kaydettiği Thebae'yi belirtmek gerekir.

33 Texier 2002, 225 34 Dugel 2001, 56

12

Deniz savaşıyla ünlü Lade adasıyla sonunda Trogilis, Pison ve Argennum adaları bulunan ve Samsun Dağından (Mycale) uzanan Trogilium burnu, Menderes'in kuzeyinde bulunuyordu35.

2.3.2 İklim

Maiandros boyunca doğudaki dağlık kesim ile batıdaki kıyı şeridi arasında farklı iklim

özelliklerine rastlanır. Sözgelimi kıyı şeridi ve buna yakın yerlerde Akdeniz İklimi egemendir.

Aynı özellik iç kesimin batı ve kuzeyindeki alçak kesimlerinde de görülmekle birlikte, doğuya doğru denizden uzak ve yüksek alanlarda karasal etkiler ortaya çıkmaktadır36.

Nitekim Maiandros ve çevresinde Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü söylemek mümkündür. Bu iklim tipinin en belirgin özelliği yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı olmasıdır. Kıyı bölgelerde kar ve don olayı nadiren görülür. Yaz kuraklığı, geç ilkbahar ile sonbaharın ortalarına kadar uzanır. Kıyı kesimden içeriye doğru gidildikçe yağış miktarı azalır37.

Günümüzde ortalama aylık sıcaklıklar yılın 4-6 ayında 20oC’den yüksektir. En sıcak ayın (Temmuz/Ağustos) ortalaması 26–27oC’dir. Deniz etkisinin kuvvetli olması nedeniyle kış aylarında sıcaklık genellikle fazla düşmez38. Kışın en soğuk ayda ortalama sıcaklık 7-10oC arasındadır. Bu tip iklim Akdeniz kuşağı ülkeleri dışında yeryüzünde çok sınırlı olup ancak birkaç bölgede bulunur. Havzanın uzun yıllar yağış ortalaması 541.0 mm, minimum sıcaklık ortalaması -6.0oC, maksimum sıcaklık ortalaması 39.2oC’dir. Bölgede kurak geçen

35 Texier 2002, 225 36 Sevin 2001, 110 37 DMİ 2008, 2 38 Cengil 2009, 25 13 dönemlerin yanısıra bazı yıllar yağış rejiminde düzensizlik sorunu ile de sıkça karşılaşılmaktadır39.

2.3.3 Bitki Örtüsü

Günümüzde Maiandros ve çevresinde tarla bitkileri, özellikle de endüstri bitkileri yetiştiriciliği tarımsal üretimde en önemli yeri almakta, bunun yanı sıra sebze ve meyve yetiştiriciliği ile hayvancılık da yapılmaktadır. Yukarı havzada yetiştirilen bitki türlerinin başında şeker pancarı, hububat ve yem bitkileri gelmektedir. Kıyıya yakın bölümünde zeytin ağaçlarının fazlalığı dikkat çekmektedir40.

Bölge, zeytin yetiştiriciliği ve incirciliğe daha çok elverişlidir. Zeytincilik, tümüyle

Akdeniz ikliminin etkisi altındaki Maiandros vadisi ile kıyı kesimde etkindi. Nitekim

Karia’da üretilen zeytinyağının ünü, M.Ö 4. yüzyılda Atina’ya kadar uzanmıştır41.

Doğal bitki örtüsünün ana çizgileri iklim koşullarına bağlıdır. Bu yüzden bölgede

Akdeniz İkliminin hüküm sürdüğü yerlerde bu iklime uymuş bitki örtüsü yaygındır. İç kesimlere gittikçe, denizden uzaklaşılması ve yüksekliğin artması nedeniyle yavaş yavaş step görünüşü belirmeye başlar. Günümüzde bölgenin yaklaşık olarak % 60’ı ormanlarla kaplıdır.

Bugün yer yer büyük bir yıkıma uğramış bulunan bu orman örtüsünün eskiden çok daha geniş alanlar kapladığı anlaşılmaktadır42.

2.3.4 Ovalar

Ovaları ele aldığımızda, bölgenin en büyük ve tek sayılabilecek ovası Maiandros

Nehri’nin oluşturduğu Maiandros ovasıdır.(Lev.IVb) Strabon bu ovayı şu sözlerle tanımlamaktadır: “Magnesia’dan (Manisa) sonra yol Tralles’e ulaşır. Messogis Dağı solda ve

39 Cengil 2009, 24 40 Cengil 2009, 28-29 41 Mansel 1999, 302 42 Sevin 2001, 110

14 yolun sağında Lydialılar, Karialılar, İonialılar, Miletoslular, Mysialılar ve Magnesia’nın

Aioller’i tarafından işgal edilen Maiandros Nehri’nin ovası bulunur. Aynı tür topografya Nysa ve Antiokheia’ya (Çiftlik) kadar devam eder”43. Tabanı kalın bir alüvyon tabakasıyla kaplı olan ovanın genişliği doğudan batıya doğru artmaktadır44. (Lev.Va)

2.3.5 Dağlar

Kuzeyde doğu-batı yönlerinde uzanıp Lydia bölgesiyle sınırı çizen ve aşağıda sözü edilecek olan Messogis (Aydın) dağlarından (1819 m.) başka, kuzeydoğu uçta Phrygia ile sınır oluşturan Salbakos (Babadağ) dağı (2 308 m.) yer almaktadır. Batı uçta da Büyük

Menderes ovası, ovası ve Çine çayı vadisi arasında yer alan Latmos (Beşparmak) dağı

(1367 m.), batı uçta Mykale (Samsun) Dağıdır45 bulunmaktadır.

Mycale dağı deniz tarafından tepesi kesik, düzgün bir koni gibi görünmektedir. Kolları kuzey yönünden inerek, Kuşadası (Scala Nova) iskelesini ve Sisam () boğazını saran dağların eteklerini oluşturur46. Strabon Mycale Dağını şu şekilde tanımlar47; “Menderes

(Meandre) nehrinin ağzından sonra gelen kıyıda Priene şehriyle Mycale dağı vardır.

Ormanları ve av kuşları bol olan bu dağ Sisam adası tarafına yönelerek Trogilium burnunun diğer tarafında yaklaşık yedi stade (1308 metre) genişliğinde bir boğaz oluşturur. Bu ölçü çok azdır. Fakat tanımın geriye kalan kısmı Samsun dağına uygun düşer. Coğrafyacılardan

Theopompe’e göre Messogis dağı Dinar ()’dan Mycale’ye kadar uzanır. (Lev.Vb)

Öyle ki bu dağın Celaenae ve Apamae’ye komşu olan kısmı Frigyalılar, diğer kısmı Misya ve

Lidyalılar ve geriye kalan kısmında da Karyalılar ve İyonialıar oturmaktadır. Dağın kuzey yüzü güney yamacından daha çok dik ve engebelidir. Bu dağ Manisa (Magnesia) ya akan

43Strabon, XIII, 84 44 Sevin 2001, 110 45 Strabon, XIII, 85 46 Texier 2002, 56 47 Strabon, XIV, 656

15

Latheaus ve Trallies’e akan Eudon gibi zamanında ünlü olan küçük ırmakları meydana getiren derin vadilerle sınırlanmıştır.

Messois dağının batısından bir kol kuzeye doğru ayrılarak Prion ve Thorax gibi ikinci derecedeki dağları içeren Pactyas silsilesini meydana getirir. Bu Pactyas dağı İzmir () dan Efes’e gitmek için aşılması gereken silsiledir. harabeleri bu dağın kuzey yamacı üzerindedir48.

Bugünkü adıyla Kestane Dağı olarak Messogis Dağları, Dinar’ın (Celaenae) bulunduğu Frigya platosundan başlayarak denize doğru devam ettikten sonra Mycale Dağ sınırlarını oluşturarak son bulur. Kestane Dağının güney yamaçları yeşil ve zengin bir bitki

örtüsüne sahip bir görünüm sergiler. Tepeleri yuvarlaktır ve Menderes Nehri’ne çok sayıda suların vadileri bu tepelerden başlar. Kestane Dağı silsilesinin büyük bölümü yuvarlak

çakıllarla ve eski dönemlerde Menderes Nehri’nin taşıdığı alüvyonlardan oluşmuştur. Eşsiz bir bolluk ve verimli arazilere sahip bu yerler eski çağlarda çok sayıda yerleşime sahipti.

Messogis nehri doğu tarafında oldukça zayıf bir yükselme gösterir. Çünkü Menderes vadisi,

Frigya platosuna kadar hissedilemeyecek ölçüde yükselir. (Lev.VIa)

Prion Dağı silsilesi Pactyas Dağının paralel olarak gider ve bugün dolmuş olan eski

Efes körfezinin güney kıyısını oluşturur Bu dağın ufukta derin girintilerle seçilen çıplak ve kayalık tepeleri. Yunanlılara testere şeklini hatırlatmıştır. Pausanias ise, arazisinin ürün verir olmasından dolayı Yunanca “semiz” ve "verimli" anlamında olan “pion” adını verir. Fakat bu dağı her gören Strabon'un deyimini ve adlandırmasını daha uygun bulmuştur. Çünkü tepeleri parçalanmış bir yarık gibi göze görünür. Şunu ekleyelim ki Plinius’da Efes şehrinin bulunduğu dağa Pion adını veriyor49.

48 Texier 2002, 58-59 49 Texier 2002, 59

16

Tamamen yerleşilmiş olan çok sayıda vadiden oluşan Prion Dağının güney yamacı,

Menderes Manisa’sı (Magnésie du Meandre) şehrinin bulduğu Lethaeus nehri vadisine hakim

Thorax Dağı, güney tarafından tepesi yuvarlak bir koni şekli ortaya koyar. Yan tarafları,

Manisa ve Ephesos şehirlerinin kuruluşunda kullanılmış olan güzel mermer ocaklarını içerir.

Pactyas ve Thorax dağlarının yerleri Strabon tarafından şöyle belirlenmiştir50. Efes’ten

çıkıldığı zaman ilk rastlanan yer Menderes üzerindeki Manisa’dır. Bu nehrin yanında kurulduğu için bu ad verilmiştir. Fakat Ephesosluların Pactyas dağından gelen Lethaeus’a daha yakındır. Manisa şehri, gramerci Diaphytas’ın çarmıha gerildiği Thorax dağının eteğindeki ovada bulunur. Dağın kuzey yamacı o kadar dik bir görüntü ortaya koymaz. Küçük

Menderes (Caystre) nehrinin geçtiği büyük vadiye doğru hızlıca iner.

Bu yamaçlar üzerinde bulunan şehirlerden en önemlisi, bugün ki ismi Aydın olan ve dağı kuzeyden güneye kesen derin bir vadinin girişinde yer alan Tralleis şehridir. Bundan sonra ise İncir Pazarı denilen çok verimli bir saha gelir51.

2.4 Maindros’u Besleyen Önemli Kaynaklar

2.4.1 Lykos (Çürüksu) Nehri ve Vadisi

Lykos Vadisi, konum olarak Batı Anadolu'da, İç Ege Bölgesi'nde yer alır. Bu ova, güneyde Babadağ (Salbakos), kuzeyde Çökelez Dağı, güneydoğuda Honaz (Kadmos) Dağı, batıda ise Buldan Sazak Dağı ile çevrelenmiştir52. Bu bölgede antik yollar birleşmektedir ve burası, nehir vadilerinden ve dağ yollarından geçerek birçok bölgeyi birbirine bağlar53. Antik yolların geçiş noktasında yer almaları dolayısıyla vadi kentlerinde ticaret büyük ölçüde

50 Strabon, XIV, 616 51 Texier 2002, 58 52Şimşek 2007, 43 53Ramsay1895, 85

17 gelişmiştir54. İç Anadolu düzlüklerini, Ege dünyasıyla birleştiren bir yolda olan bu alan antik

çağda, Perslerin ülkesini Akdeniz'e bağlayan, kral yolunun bir kolu üzerinde bulunmaktadır55.

Lykos (Çürüksu) Nehri, Honaz (Kadmos) Dağı eteklerinden doğarak Lykos (Çürüksu)

Ovası'ndan geçip, Sarayköy yakınında Büyük Menderes'e katılmadan önce daha küçük kollar olan Asopos (Gümüşçay- Goncalı Deresi) ve Kapros (Baklıçay)'la birleşir56. Lykos Nehri tanrısı, sikkelerde at üzerinde elinde çift yüzlü Phrygia baltasıyla tasvir edilmiştir57.(Lev.VIb)

Adını bu nehirden alan Lykos Vadisi, her köşesi yaklaşık 1000 m uzunluğundaki köşelere sahip, kare şekilli bir platodur58. Ephesos, , Tralleis, Miletos, Magnesia,

Nysa, Sardes gibi Batı Anadolu antik kentlerini, güneydeki , Themisonium,

Sagalassos, Kremna, , Perge gibi kentlere ve İç Anadolu'daki Apameia gibi antik kentlere bağlayan bir anayol üzerindedir. Lykos Vadisi, Roma egemenliği altında Hierapolis,

Kolossai, Attouda, Laodikeia ve Tripolis gibi önemli kentleri içine alan bir ana cadde konumundaydı. (Lev. VIIa)

Vadi, Hıristiyanlığın yayılımında önemli bir rol oynamıştır. Bölgenin Türk hâkimiyetine geçmesinden sonra, Bizanslılar ve Selçuklu Türkleri arasında sürekli var olan savaşlara da ev sahipliği yapmıştır. Göçmenlerin vadiye yayılmasıyla, nüfus eksilmeye ve arazi terk edilmeye başlamıştır59. Hierapolis ve Tripolis gibi yerleşimler, 13. yy başlarında bölge Türkleşinceye kadar varlıklarını devam ettirmiştir. Laodikeialılar, 7. yy'da Lâdik adı verilen yeni bir kente taşınmışlar ve burada dokuma geleneklerini sürdürmüşlerdir60.

Kolossaililer de, Kadmos (Honaz) Dağı eteklerine kurdukları Khonai'ye

54Baysal 2000, 43 55Ramsay1895, 85 56Şimşek 2007, 43 57Bu sikkeler için bkz. Head1977: 240; lev XXX/8; Baysal 2000: 44. 58Ramsay 1895, 35 59Wilson1896, 191 60 Şimşek 2006, 39

18 yerleşmişlerdir61.Vadide Hierapolis, Laodikeia, Kolossai ve Tripolis kentleri bulunmaktadır.

Hierapolis, kuzey doğudaki Lykos Vadisi'nin sırtlarındaki dağların alt kısmında konumlanır ve ilerisindeki Tripolis ve Laodikeia'nın tersine yerli özellikler gösteren bir Phrygia kentidir62. Bu kent, Telephos'un eşi Hiera'nın kenti ya da Kutsal Kent anlamına gelen bu isimle adlandırılmıştır. M.Ö. 188'de Apameia Barışı'ndan sonra kurulmuştur63. Antik dönemdeki başka hiçbir yerleşim, böylesine dikkat çekici biçimde doğanın gücü olarak tanımlanmamıştır64. Hierapolis'in kazıları, 1957 yılından beri İtalyan Arkeoloji Heyeti tarafından gerçekleştirilmektedir. Hierapolis, alanı kontrol edecek yüksekliğe sahip olup, traverten havuzları ile doğal bir savunma hattı oluşturuyordu65. Lykos Vadisi'ndeki tüm suyolları, kente kireç taşı depolar. Strabon, bu su kaynaklarından çıkan suyun çabuk donduğundan ve taşlaştığından bahseder. Ona göre, insanlar bu suyu, çukurlara akıtarak tek parça halinde taş çitler yapmaktadır66. Yine Strabon'a göre Hierapolis'te bir Plutonium vardır.

Bu Plutonium, dağın bir parçası olan yüksekçe bir tepenin eteğinde yer alır ve burada bir kişinin zorlukla geçebildiği orta büyüklükte, derinliği fazla olan bir delik vardır67. Burası, ilkçağda Ölüler Dünyası'na giriş yerlerinden biri, yazarı Apuleius'un tanımıyla Ditis spiracula (Cehennem tanrısı) Dis'in gediği yer olarak kabul edilmiştir68. Büyük Menderes'in yakınlarındaki havzalarda, toprak altında birbirleriyle bağlantılı birçok yer altı boşluğu vardır.

Bu jeolojik durum, eski çağlardan günümüze dek süregelen şiddetli depremlerin nedenidir.

Eski çağlardaki bu tür yerlerin yer altı dünyasıyla bağlantı merkezleri olduğu

61 Şimşek 2007, 38 62 Ramsay 1895, 85 63 Baysal 2000, 46 64 Ramsay 1895, 85 65 D'Andria 2006, 32 66 Strabon XIII, 4, 14 67 Strabon XIII, 4, 15 68 D'Andria 2006, 143

19 düşünülürmüş69. Ramsay ise, Hristiyanların bu boşlukta şeytanın ikamet ettiğine inandıklarını söyler70.

Laodikeia, Byzantionlu Stephanus'a göre II. Antiokhos tarafından kurulmuş ve karısı

Laodike onuruna Laodikeia olarak adlandırılmıştır71. Byzantionlu Stephanus'un kentin kuruluşuyla ilgili anlattığı başka bir hikâye ise, I. Antiokhos ya da III. Antiokhos'un rüyasında annesi, kız kardeşi ve eşini görmesi yönündedir. Rüyada bu üç kadın, kraldan kendileri için

Karia'da birer kent kurmasını istemiştir. Ve bunun üzerine I. Antiokhos, eşi için Nysa, annesi için Antiokheia kentlerini, kız kardeşi Laodike için de Laodikeia kentini kurmuştur72. Bu kent ve Anadolu'daki diğer Seleukos kolonileri, ülkedeki Seleukos Hanedanlığının hâkimiyetini göstermektedir73. Bu kent, antik yazarlarca Karia'ya ya da Phrygia'ya verilmektedir. Bir

Seleukos Kolonisi olan kent, Roma İmparatorluğu egemenliğinde bir tekstil merkezi olması dolayısıyla finansal işlerin de merkezlerindendi ve Asya'nın en zengin kentlerinden biri konumundaydı74. Strabon, Hellenistik Dönem'de Büyük İskender'in halefleri tarafından birden çok Laodikeia kurulduğu için, Lykos Vadisi'ndeki kentin, Laodikeia ad Lycum olarak adlandırıldığından bahseder, ayrıca kentin dolaylarında bir koyun türü yetiştiğini ve bu koyun yünleriyle Laodikeialıların büyük gelir sağladıklarını söyler75.

Kolossai antik kenti, Phrygia'nın güney batısında, Denizli'nin 25 km kadar doğusunda,

Büyük Menderes (Maiandros) nehrinin güneyinde yer alır. Batıda Babadağ (Salbakos), doğuda Çökelez, kuzeyde Buldan, güneybatı'da Honaz (Kadmos) dağlarıyla sınırlandırılmış

69 Antik yazarlar, Hierapolis dışında Nysa'da da böyle merkezler olduğuna değinmişlerdir (İdil 1999, 79) 70 Wilson 1896, 191 71 Bejor 2000, 15, Byzantionlu Stephanus, Laodikeia, Eustath, 915. 72 Bejor 2000, 15-16, Byzantionlu Stephanus, Antiokheia, Eustath, 918. 73 Ramsay 1895, 32 74 Wilson 1896, 191 75 Strabon, XIII, 8, 16

20 olup güneydoğu kısmı Acı Göl'e kadar açıktır76. Strabon'a göre Kolossai Laodikeia'ya komşudur. Kolossaileliler de koyunlarının yünlerinden yararlanmaktadır ve kentin adını koyunların rengi vermektedir77. Xenophon, Kyros'un uzun yürüyüşünden bahsederken, kalabalık, büyük ve zengin olan Kolossai'ye ulaştığını belirtir78. Herodotos, Pers Kralı

Kserkses'in M. Ö. 480'deki büyük seferinde ordularıyla Kolossai'de konakladığını bildirmektedir79. Ramsay, Aşağı Menderes kentlerini sayarken, Kolossai kentini, Lykos

Vadisi'nin erken zamanlardaki büyük bir kenti olarak tanımlar. Kent, daha sonra önemini yitirmiş ve Laodikeia'nın gerisinde kalmıştır80. Strabon ve Plinius'un verdiği bilgilere bakıldığında, kentin M. Ö. 1. yy'da eski önemini kaybettiği ancak M. S. 2. yy'da tekrar büyüyerek bölgenin önemli kentlerinden biri haline geldiği görülür. Bu değişim, M.S. 60'da

Kolossai, Laodikeia ve Hierapolis'i yıkan büyük depremden sonra Roma İmparatorluğu'nun desteğiyle meydana gelen yeniden yapılanma faaliyetleriyle gerçekleşmiş olmalıdır81.

Kolossai'de şimdiye kadar kentin kültürel geçmişini çözümlemeye odaklanan herhangi bir kazı ya da yüzey araştırması gerçekleşmemiştir82.

Tripolis, Karia, Lydia ve Phrygia Bölgelerini ayıran sınır bölgesinde yer alan bir

Lydia kenti olarak bilinir. Ramsay, Lykos Vadisi kentleri arasında saydığımız Tripolis'in, tüm listelerde 'in altında yer alan bir Lydia kenti olduğundan bahseder83. Tripolis, Lykos

Vadisi'nin ve ovasının kuzeyinde, doğu-batı doğrultusunda akan Maiandros Nehri'nin oluşturduğu vadinin Lykos Ovası ile keşistiği bölgede, bugünkü, Denizli Buldan İlçesi'nin 8 km doğusunda bulunan Kasabasının hemen güney bitişiğinde Yenicekent ile

76 Duman – Konakçı 2006, 79 77 Strabon, XII, 8, 16 78 Xenophon, Anabasis, I, 2, 6 79 Herodot, VII, 30 80 Wilson 1896, 192 81 Duman – Konakçı 2006, 82 82 Duman – Konakçı 2006, 80; Hoşafçı 2007, 38 83 Ramsay 1895, 216

21

Maiandros Nehri arasında kalmaktadır84. Plinius, kentin eski adının '' olduğunu söyler85.

2.4.2 Çine (Marsyas) Çayı

Antik kaynaklarda iki borulu kavalın bulucusu sayılan Frigyalı Marsyas, kavalının büyüleyici yanık sesini o kadar üstün görmüş ki, Tanrı Apollon'un liri ile yarışmayı bile göze almış. Apollon ise yarışmak için yenenin yenilene istediğini yapabilmesi şartını ileri sürmüş.

Yargıç önce Tmolos (Bozdağ) tanrısı, daha sonra efsanevi Frig Kralı Midas olmuş. Yargıçlar değişse de sonuç değişmemiş. Kral Midas da kavalın lirden üstün olduğu yolunda karar vermiş. Tanrı Apollon ise müzik aletlerini bir de ters tutup son kez yarışmayı önermiş. Ken- disi lirini ters tutup çalabilmesine karşın Marsyas kavalını öttürememiş. Böylece yarışmayı kazanan Apollon Marsyas'ı bir ağaca asarak diri diri derisini yüzmüş. Lirinin güzel sesini yeterince önemsemeyen Kral Midas'ın kulaklarını ise eşek kulaklarına çevirmiş. Derisi yüzülen Marsyas acı çekerek can vermiş. Daha sonra Marsyas'a yaptıklarına pişman olan

Apollon, lirini yere atarak kırmış ve Marsyas'ı bir ırmak haline dönüştürmüş. Bugün

Aydın'dan Muğla'ya doğru giderken Gökbel mevkiinde yol boyunca uzanan yarın içinde akan

Çine Çayı, eski çağlarda Marsyas adını taşıyan ve bu efsanede Marsyas'ın dönüştüğüne inanılan ünlü ırmaktır86. (Lev.VIIb)İçinde bu çayın aktığı vadi güzel bir doğa harikasıdır.

Jeolojik yapısı, gür bir bitki zenginliğinin içinde kıvrılarak akan nehri geçmişle geleceği birbirine bağlayan tarihi anıtları ile milli park olması gereken bir yöredir.

84 Ceylan 2000, 83 85 Plinius, Natural History 5, 3 86 Başgelen 1996, 16 22

2.4.3 Hititler Döneminde Batı Anadolu

Hitit İmparatorluğu döneminde Miletos kenti Milawanda olarak karşımıza

çıkmaktadır. Hititler bir kara devletidir, bu sebeple Ahhiyava ve Hitit Krallıkları’nın ilişkileri her ikisinin de egemenlik sahalarının birbirine yaklaştığı anda başlamaktadır. Bu birleşme noktası da şüphesiz Milawanda’dır. Fakat bu bölgeye Aka bölgesi demek de zordur, çünkü

Akaların sahil bölgelerinde, Ras Samra (Ugarit)’da dâhil olmak üzere, ticaret yaptıkları bilinmektedir. Eğer Milawanda Aka bölgesi ise, tüm Akdeniz sahillerine aynı tanımlamayı yapmak gerekir. Hititler, Ege Bölgesinde sanat eserlerine en az sayıda rastlanan kavim olma

özelliğini de taşımaktadır87. Bunun yanı sıra, merkezi Anadolu topraklarında da Miken ürünü sayısı oldukça azdır. Maşat’ta bulunan yedi parça ise Miken grubu malları temsil etmektedir.

Bu parçalardan biri de M.Ö.13. yüzyıla tarihlenmektedir88. tabletlerinde de Hititler’e ait bir bilgi bulunmamaktadır. Miletos’ta bulunan Hititler’e ait bir parça ise Batı Anadolu’daki

Miken-Hitit etkileşimine dair bir iz vermektedir89. Bu bilgiden hareketle Karia ve Ionia’daki

Miken yayılımı M.Ö. 15 yüzyıla kadar uzanabileceği söylense de, bu ifadeden bir hakimiyet anlamı çıkarılmamalıdır. Bu durumu deniz aşırı bir krallığın Batı Anadolu bölgesindeki ticari etkinliği olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. II. Muršili Tapalazunawali ile Puranda da yaptığı mücadeleden galip olarak çıkmıştır90. Kral, Kralı’nın tıpkı babası gibi kaçması

üzerine yanına çok sayıda NAM.RA alarak onları Hattuša’ya sevk etmiştir. Burada amaç

şüphesiz kendine bölgede sorun çıkartacak ve isyana kalkışacak bir unsurun kalmasını istememesidir. II. Muršilidönemine kadar, Hitit Devleti Batı Anadolu’da bir siyasi etkinlikten ziyade, bir göz korkutma politikası uygulamış, bölgeye yaptığı seferler ile ganimet

87 Cline 1991a, 140 88 Cline 1991b, 1-3 89 Cline 1991b, 7 90 Banar 1998, 57 23 toplamıştır91. Bunun yanı sıra sözü geçen döneme ait Ahhiyava ile ilgili bilgi veren diger belgeler; hasta kral II. Muršili’ye yardım etmek için Hattuša’ya getirtilmiş Ahhiyava tanrısı ve

Lazpa (Lesbos) tanrısının olduğu kehanet metni ve II. Muršili’nin annesi Ahhiyava’ya sürgün edildiğini anlatan bir metindir. II. Muršili’ye gönderilen Lesbos tanrısı daha sonraları ile özdeşleştirilen Smintheus’tur92. Adı bilinmeyen, fakat II. Muršili ya da Muvattali olduğunu düşündüğümüz, bir Hitit kralı tarafından yazılan Tawagalawa Mektubu ise Hitit-Ahhiyava ilişkileri hakkında bilgi veren en bilindik belge olması sebebi ile oldukça önemlidir. (Lev.

XXIIIa)Metinde her iki kralın da ismine değinilmemiştir. Mektupta Ahhiyava kralına

“biraderim” diye hitap edilmektedir. Mektuptan anlaşıldığı kadarı ile Tawagalawa, Ahhiyava kralının kardeşidir. Burada dikkat çeken nokta mektupta Hitit kralı’nın Ahhiyava kralı adına

çalısan Piyamaradu isimli isyancının Milavanda’daki faaliyetleri için Ahhiyava kralını bilgilendirmesidir. Bunun üzerine Hitit kralı metinden anlaşıldığı üzere Ahhiyava kralının bir tabisi olan Milavanda şehrine gider, fakat buraya ulaştığında Piyamaradu’nun deniz yoluyla kaçtığını öğrenir93.

“…Böylece ben Millawanda’ya gittim. Ancak şu niyetle gittim: ‘Kardeşime bağlı olanlar Piyamaradu’ya yapacağım sitemleri duyacaklar”. Fakat Piyamaradu tekneyle kaçmış.

Awayana ve Atpa, ona karşı yaptığım uyarıları duydular. Şimdi o onların kayınpederi olduğundan, onlar neden durumu gizliyorlar?...94”

Milavanda’yı sadece Piyamaradu değil, Tawagalawa’da terk etmiştir. Piyamaradu artık Ahhiyava’dadır ve Ahhiyava kralının koruması altındadır. Mektuptan anlaşıldığı üzere

Ahhiyava kralının kardeşi olan Tawagalawa Hitit kralının vassalı olarak bir takım imtiyazlar ve toprak istemektedir. Şunu hemenbelirtmeliyiz ki, Akalar ile Hititlerin

91Mellaart’a göre Deniz Kavimleri Göçü olarak adlandırılan olay, Hitit Devleti’nin yıkılmasını fırsat bilen Arzawa kavimlerinin Kuzey Suriye yönünde yaptıgı bir sefer hareketinden başka bir şey değildir. Bkz; James Mellaart, “Anatolia and the Indo-Europeans”, JEOL 9–1,2/1981, s. 143. 92 Hooker 1976, 125-130; Huxley 1960, 5-6 93 Banar 1998, 61 94 Gurney 1952, 49 24 mektuplaşmalarından, Batı Anadolu’daki Aka hâkimiyet sahalarında Hititçe’nin kullanıldığını anlamaktayız95. Tawagalawa’nın vassalık istemesi ve sonrasında hemen vazgeçmesi bir politik manevra olarak düşünülebilir. Bu sebeple Tawagalawa Hitit kralının kendisine de saldırmasından çekinmistir diyebiliriz. Bu bağlamda vasallık istemesi bir koruyucu önlem niteliğindedir, gücünü tamamen topladığında ise bu fikrinden vazgeçmistir.

IV. Tuthalya dönemine tarihlenen Milawanda Mektubu ve Šausmaguva Antlaşması96

Ahhiyava ülkesi hakkında bilgi vermektedir97. Mektupta Wiluša’nın görevden alınan kralı

Walmu’nun ülkesinden kaçtığı ve mektubun alıcısının koruması altında girdiğini belirtilmektedir. IV. Tuthalya ile Amurru Ülkesi kralı Šausgamuwa arasında yapılan antlaşmada, Hitit kralının kendisi ile eşit olarak saydığı krallar arasında Mısır, Babil, Asur, sonradan silinmiş olan Ahhiyava ülkesi kralı bulunmaktadır. Antlaşmada geçen tüm ülkeler eşit statüde sayılırken, antlaşma metninde geçen “Ahhiyava ülkesinin hiçbir gemisi ona (Asur kralına?) gitmesin…98” ifadesi Ahhiyava ile Hitit Devletleri arasında bir gerginliğin olduğunu göstergesidir.(Lev. XXIIIa)

Bununla birlikte III. Arnuwanda’nın da Ahhiyava kralı olduğu düşünülen

Antarauva’ya gönderdiği mektupta, adı geçen krala “biraderim” diye hitap etmesi,

Ahhiyava’nın artık büyük bir devlet olduğunun göstergesidir99. Ahhiyava Kralı Batı

Anadolu’daki hâkimiyetini sağlamlaştırmak için, buradaki beyliklerde bizzat isyanlar

çıkarmış ve buradaki krallara Ahhiyava Ülkesi’nde, Uhhaziti, Tapalazunawali, Piyamaradu

örneğinde olduğu gibi, sığınma hakkı vermiştir. Asıl dikkat çeken nokta; yeri henüz kesin olarak tespit edilemeyen,ancak bize göre Kıt’a karası Yunanistan’ında olması gereken

Ahhiyava Ülkesi, II. Tuthalya zamanında Aššuwa Konfederasyonu’na, II. Muršili zamanında ise Arzawa Ülkesi’ne Hititler karşısında arka çıkarak, gereksinim duyduğu madene dahaucuza

95 Mellink 1983, 140 96 Cline 1991a, 6 97 Klengel 1995, 171 98 Karauğuz 2002, 201 99 Memiş 1994, 373 25 ve daha kısa zamanda ulaşmayı hedeflemiştir. Ahhiyava’nın nihai hedefi Troya Savaşları’nda kesin biçimiyle karşımıza çıkacaktır. Bu dönemde Akalar olarak tanımladığımız Ahhiyava boğazların kontrolü için bir kadın kaçırma olayını bahane ederek, zamanında kışkırttığı Batı

Anadolulu kavimlere karşı savaşmıştır100.

Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz ki; Ahhiyava Devleti’nin Batı Anadolu’daki etkinligi, burada bulunan Arzawa, Mira ve Kuwalya, Wiluša, Karkiša, Pitašša, Lukka, Šeha Nehri

Ülkesi gibi federatif oluşumları Hitit Devleti’ne karşı kışkırtmaktan ve ticari olmaktan öteye gitmemiştir. Adı geçen beylikleri Hitit Devleti’ne karşı kışkırttıysa da, bu beyliklerin Kadeş

Savaşı esnasında Hitit ordusuna dahil olup, Hitit Devleti safında Mısır birliklerine karşı savaştığı gözden kaçmamalıdır101. Ahhiyava Devleti’nin en güçlü olduğu dönem, Hitit

İmparatorluğu’nun da en güçlü olduğu döneme rastlar102. Hitit İmparatorlugu’nun, Egeli kavimlerin göçü ve Gaška kabilelerinin saldırısı sebebiyle, güç kaybetmeye başlaması paralel olarak Ahhiyava Devleti’nin ekonomik anlamda sıkıntıya girmesi kaçınılmaz olmuştur103.

2.4.3.1 Seha Nehri Ülkesi

M.Ö. 1750 yıllarında Anadolu’ya gelip Anadolu’nun merkezinde ilk defa devlet kurmuş olan ve dil bakiyelerinden Hint-Avrupai bir kavim olduğu tespit edilen kavme,

Tevrat‟ta geçen “Hetoğulları”1 tabirine dayanarak Hititler denilmiştir. Adı geçen devletin hâkimiyetini sağlamlaştırdığı dönemde unutulmamalıdır ki, dönemin en önemli bölgesi

şüphesiz Kuzey Suriye’dir. Hitit Devletinin kuruluşundan itibaren Hitit Kralları

Mezopotamya’nın bir parçasını oluşturan Kuzey Suriye topraklarına çok önem vermişlerdir.

Hitit Devleti kralı I. Hattušili’nin (=Labarna?) bıraktığı ve Boğazköy’de bulunan askeri icraatlarını anlatan belgesine göre, ilk seferler Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye bölgesine düzenlenmiştir. Hitit Devleti Kuzey Suriye bölgesine yönelik politikalarına bu denli

100 Alparslan 2002, 27 101 Mellart 1981, 196 102 Banar 1998, 67 103 Ay 2010a, 28-35 26 ağırlık verirken, Batı Anadolu bölgesindeki yerel beylikler, federatif yapılanmalar halinde ve

Ahhiyawa Devleti‟nin gizliden gizliye müdahalesi ile Hitit karşıtı oluşumların içerisinde yer almaya başlamışlardır.(Lev. XXXa)

M.Ö. 2. Binyılda, Anadolu ve çevresinin siyasi manzarasına baktığımızda Ege’de en

önde gelen krallığın Girit adasındaki Minos Krallığı olduğu görülmektedir104. Batı Anadolu kıyılarında ise çeşitli kent devletleri bulunmakta idi. Buradaki kentlerin oluşumuna baktığımızda, zengin ve güçlü bir kişi, bulunduğu kentin başına yönetici olarak geçmiş, kentin etrafındaki toprakların da hâkimiyeti altında olduğunu ilan ederek “kent devleti” olarak nitelendirdiğimiz siyasi yapılanmayı oluşturmuştur105.

Hemen belirtmeliyiz ki Batı Anadolu‟da Hitit Devleti krallarına karşı isyan hareketi içinde bulunan Arzawa Ülkeleri genel anlamıyla Mira-Kuwalya, Hapalla, Šeha Nehri, Wiluša

ülkesinden meydana gelmekte ve bağımsız olarak hareket etmekte idi106. (Lev. XXXa)

Hitit Siyasi tarihi içerisinde Šeha Nehri Ülkesi hakkında bilgi vermeden önce bölge ile ilgili lokalizasyon denemelerinden bahsetmek gerekmektedir. Buna göre Arzawa Ülkesi içinde olan “Šeha Nehri Ülkesi” hakkındaki ilk bilgilere II. Tuthalya‟nın Batı Anadolu bölgesine yaptığı seferini anlatan belgelerinden ulaşmaktayız107. Adı geçen bölge için önerilen yerler arasında Pisidya, Frigya, Mysia, doğu Karia bulunmaktadır. II. Muršili’nin sefer kayıtlarına göre, Hitit kralı Puranda’yı ele geçirdikten sonra Šeha Nehri Ülkesi’ne, adı geçen

ülkenin kralını cezalandırmak amacıyla gitmiştir. Bu bilgi sonucunu şunu söyleyebiliriz ki, adı geçen bölge, Anadolu’nun kıyı kesiminde olmalıdır. Šeha Beyi Manapatarhunda ile II.

Muršili arasında yapılan anlaşmaya göre ise, Mira Ülkesi’nin (Mira Ülkesi ile ilgili farklı lokalizasyon denemeleri bulunmaktadır; Doğu Kilikya, Frigya, Pamphilya, Astarpa ve Siyanti

104 Ay 2010a, 29-30 105 Yiğit 2003, 178 106 Alparslan 2002, 23 107 Ünal 2003, 11 27

ırmaklarının güneyinde, Menderes vadisinde. Fakat Hitit merkez bölgesine yakın olabileceği düşünüldüğü vakit, Afyon-Kütahya-Denizli üçgeninde olması daha kuvvetli bir ihtimaldir) yakınında bir yer olması gerekmektedir. Böylelikle Menderes Nehri’nin kuzeyi, söz konusu alan için uygunken, araştırmacıların birçoğu Gediz Nehri bölgesini, Šeha Nehri Memleketi ile lokalize etmektedir. II. Muršili ile yapılan antlaşma ile Appawiya, Šeha Nehri Ülkesi topraklarına dâhil edilmiştir108. (Lev. XXIVa)

Šeha Nehri Memleketi hakkında bilgi veren ve I. Arnuwanda dönemine tarihlenen

Madduwattaš Metni109, aslında I. Arnuwanda’nın babası II. Tuthalya dönemine ışık tutmakrtadır110.

Bu metinden anlaşıldığı kadarıyla, Harriyati (Karya) ve Zippašla111 Ülkesi kralı

Madduwattaš, Ahhiyawa kralı tarafından ülkesinden sürülüp çıkarılmış, fakat Madduwattaš iltica ettiği Hattušaš‟ta iyi muamele görmüştü. Hitit kralı kendisine ordu ve malzeme vermiş, böylece Madduwattaš kendi topraklarını yeniden ele geçirmişti112. Fakat Ahhiyawa kralı ikinci defa gelip, Zippašla ve Harriyati Ülkesi’ni zaptetmişti. Bunun üzerine II. Tuthalya, bizzat olaya müdahele etmek gereğini duymuş, Šeha Nehri Ülkesinde meydana gelen savaşta,

Ahhiyawa kralı Attarişşiyaş113 büyük bir yenilgiye uğramıştı. Ancak gariptir ki, Madduwattaš bu savaşta düşmanla işbirliği yapmış, fakat buna rağmen Hitit kralı, kendisini affederek bugün elimizde bulunan antlaşmayı yapmıştı.

Diğer taraftan I. Šuppiluliuma zamanında Šeha Nehri Ülkesi‟nde Muva.UR.MAH. isimli biri hüküm sürmekte iken, II. Muršili döneminde ise Manapatarhunda’nın, ülkenin başına geçtiğini görmekteyiz. I. Šuppiluliuma dönemine ışık tutan bilgi ise oğlu II.

Muršili’den gelmektedir. Buna göre Manapatarhunda, kardeşleri ve Uratarhunda’dan kaçarak

108 Hawkins 1998, 23 109 Huxley 1960, 9 110 Memiş 2005, 9-12 111 Ünal 2003, 16 112 Banar 1998, 52 113 Memiş 2005, 93 28

Hitit kralı himayesindeki Karkiša ülkesine sığınmıştır114. I. Šuppiluliuma’nın ölümünden sonra oğlu II. Arnuwanda tahta çıkmış fakat o da ülkede kol gezen veba salgınından nasibini alarak, tahtta çok uzun süre kalamadan ölmüştür.

II. Arnuwanda‟nın ölümünden sonra Hitit tahtına çocuk yaşta olan II. Muršili‟nin geçtiğini görmekteyiz. Çocuk yaşta birinin kral olması, tüm vassallarda isyan hareketine sebep olmuştur. Bu sebeple II. Muršili idaresinin 3. yılında sefere çıkmıştır. Fakat kral daha

önce, krallığının 2. yılında, babası döneminde Arzawalılara karşı başarılı seferlerde bulunmuş olan komutan Hannuti‟nin ölümü üzerine, güç boşluğunu doldurmak için Aşağı Ülke topraklarına askeri birlikler yerleştirmiştir115.

II. Muršili’nin Hitit tahtına geçmesini fırsat bilen ile Arzawa kralı Uhhaziti, Ahhiyawa kralı ile işbirliği yaparak Milawanda‟yı116 (Miletos) ele geçirmiştir. Böylelikle, sefer hazırlıklarına başlayan kral II. Muršili‟nin ikinci saltanat yılında, Arzawa kralı Uhhaziti’inin kendisine sığınan Lukkalı halkı iade etmeyi reddetmesi üzerine, Hitit kralı, saltanatının

üçüncü yılında iki yıl sürecek olan Arzawa seferini başlatmıştır. Bu seferin M.Ö. 1333–1332 yılları arasında gerçekleştiği tahmin edilmektedir117. Seferin asıl nedeni Anadolu‟nun bu bölgesinde bakır ve gümüş madenlerinin olması ve önemli bir ticaret rotası güzergahında olan

Menderes vadisi üzerinde Ahhiyawa ve Hitit Devletleri‟nin hâkimiyet sağlama mücadelesidir118. Fakat adı geçen kralın yıllıklarına baktığımızda, göstermelik sebep olarak

Arzawa Ülkesi Beyi Uhhaziti’nin kendisini aşağılamasını öne sürmektedir; “Uḫḫaziti’ye bir haberci gönderdim. Ona şöyle yazdım, “Sana gelen Hizmetkârlarım hakkında, çünkü defalarca onları senden istedim ve sen onları bana geri göndermedin ve sen bana çocuk

114 Karauğuz 2002, 132 115 Ünal 2003, 27 116 Huxley 1960, 11 117 Mellart 1974, 506 118 Yakar 1976, 117-128 29 demeye, küçümsemeye devam ediyorsun; şimdi, gel! Biz savaşacağız! Fırtına Tanrısı

Efendim, davamıza hükmedecek!”119

Arzawa kralı Uhhaziti, II. Muršili ile mücadeleye girdiğinde Šeha Nehri Beyi

Manapatarhunda‟nın Uhhaziti‟nin yanında yer aldığını görmekteyiz120. Uhhaziti‟nin oğulları karşısında galibiyetler kazanan II. Muršili, bu mücadele esnasında Arzawalı güçlerin yanında olan Šeha Nehri Ülkesi üzerine de bir sefer düzenlemiştir. Burada dikkat çeken nokta Šeha

Nehri Ülkesi karalı Manapa-Tarhunda’yı, II. Muršili’nin, kardeşlerinin elinden kurtarıp

Karkiša ülkesine sığınmasına olanak sağlamasına rağmen, Manapa-Tarhunda‟nın böyle bir tavır sergilemesidir; “Šeha Nehri Memleketine geldiğimde, Manapa-Tarḫunta, Šeha nehri memleketinin efendisi, onunla savaşmıştım. Fakat Manapa-Tarḫunta, Hatti memleketi kralı geliyor diye işittiğinde, korktu ve karşıma çıkmadı. O annesini, yaşlı adamları ve yaşlı kadınları huzuruma gönderdi. Onlar ayaklarıma kapandılar. Kadınlar ayaklarıma kapandığı için, onlara kadınları için acıdım, ve Šeha Nehri (memleketine) gitmedim. Šeha Nehri memleketindeki tüm sivil tutsaklar, 4000 sivil tutsak, ve ben onları Ḫatti’ye gönderdim. Šeha

Nehri memleketindeki Manapa-Tarhunda’yı tabiliğime aldım.”

Uhhaziti’nin mağlup olması üzerine Manapatarhunda başına geleceklerden korkmuş olmalı ki, Hitit kralından bir delegasyon vasıtası ile af dilemiştir. II. Muršili, Šeha Nehri

Ülkesi beyi olarak atadığı Manapatarhunda ile de bir anlaşma yapmıştır. Anlaşma metninden anlaşıldığı üzere Šeha Beyi’nin annesinin de içinde bulunduğu delegasyonu huzuruna kabul eden II. Muršili, Šeha Beyi Manapatarhunda’yı affetmiştir. Buradaki amaç şüphesiz bölge hakimiyetini Ahhiyawa lehinde kaybetmemektir. Aksi takdirde Arzawa Ülkesi içerisinde olan

119 Goetze 1967, 39-40 120 Alparslan 2002, 24 30

Šeha Nehri Ülkesi Ahhiyawa’nın kontrolüne geçebilir ve maden yataklarına giden yolların kontrolü kaybedilebilirdi.

II. Muvattali’nin erken dönemlerinde de Manapatarhunda Šeha Nehri’nin başındayken121, daha sonra II. Muvattali’nin kardeşi Matanazzi122 ile evlenen Masturi, Šeha

Nehri Ülkesi beyi olmuştur. Masturi III. Hattušili ve Urhi-Tešup arasındaki taht mücadelesinde de III. Hattušili‟nin tarafını tutmuştur123. Bu durum IV. Tuthalya ile

Šausgamuva arasında yapılan antlaşma şu şekilde geçmektedir: “…Muwatalli tanrı olunca, sonra Muwatalli’nin oğlu Urhi-Tešup kral oldu. [Babam] Urhi-Tešup’tan krallığı (zorla) aldı. Masturi hainlik yaptı. Onu damat yapan Muwatalli’nin oğlu Urhi-Tešup’u korumadı…”

Burada dikkat çeken nokta Masturi’nin kralın oğlunun yanında olmayarak, kralın kardeşi III. Hattušili’yi desteklemesi ve bir ihanet içerisinde olmasıdır.

III. Hattušili zamanına baktığımızda ise konumuz açısından Šeha Nehri Memleketi kralı tarafından yazılan “Manapatarhunda Mektubu” önem taşımaktadır. Adı geçen mektup

III. Hattušili’ye yazılan “Tawagalawa Mektubu124” ile benzerlik gösterdiğinden, söz konusu mektubun da III. Hattušili’ye yazıldığı düşünülmektedir.

Mektupta; “[...... ] gel ve Hitit askerlerini geri getir. [...... onlar] Wiluša ülkesine saldırmak için geri geldiler. [... Fakat] ben ağır biçimde hasta oldum; hastalık [...... ] beni bitkin düşürdü...”125ifadesi geçmektedir.

Buradaki düşman Ahhiyawa kralının himayesinde olan Piyamaradu‟dur. Wiluša kralı

Alakšandu Piyamaradu’ya direnemediği gibi, Šeha Nehri Ülkesi kralı hasta olduğunu ileri sürerek vassallık görevlerini yerine getirmemiş ve Hitit kralına yardımcı olmamıştır126. Bunun

121 Karauğuz 2002, 145 122 Ünal 2003, 38 123 Hawkins 1998, 16 124 Ünal 2003, 41 125 Garstang-Gurney 1959, 95 126 Mellart 1981, 143-146 31

üzerine bizzat III. Hattušili‟nin gönderdiği Hitit ordusu Wiluša’ya destek olmuş, bölge

işgalden kurtulmuştur.

Diğer taraftan III. Hattušili Dönemi’ne ait olduğu düşünülen “Šeha Nehri Ülkesi’nin

Suçları” metninde127, Tarhunaradu adlı kişinin Ahhiyawa kralının desteğiyle Šeha Nehri

Ülkesi topraklarında bir isyan çıkardığını görmekteyiz. Fakat Hitit kralı bu isyanı bastırmayı başarmıştır. Bu başarıya rağmen açık olan bir şey vardır ki, Batı Anadolu’daki güç dengesi

Ahhiyawa lehine gelişmektedir.

Adı geçen ülke ile ilgili son bilgiye de IV. Tuthalya dönemine ait olan Tarhuntašša

Kralı Kurunta ile akdedilen antlaşma metninden, bilim dünyasının “Bronz Tablet” (Bo.

86/299) olarak adlandırdığı metinden ulaşmaktayız. Adı geçen antlaşmada şahit krallar arasında Seha Nehri Ülkesi kralı Mašturi de sayılmaktadır128.

Sonuç olarak Šeha Nehri Ülkesi Kralı Manapa-Tarhunda’nın izlediği politika Hitit

Devleti’ni oyalama politikasından başka bir şey olmamıştır. Adı geçen kral da kardeşleri tarafından ülkesinden kovulduktan sonra sığındığı Karkiša Ülkesi’nde Hitit kralının emri ile iyi muamele görmesine rağmen daha sonra II. Muršili’nin karşısında yer almıştır. Bu, kralın tekrar gücünü kazanması için gereken zamanı, güvenliğini Hitit kralına emanet ederek elde ettiğini göstermektedir129. Kral aynı zamanda yaptığı anlaşmalar ile Arzawa Ülkesinin birliğini bölmüş, her birine eşit haklar veren aynı seviyede olduklarını belirtmiş ve öne sürdüğü emirler ile de her birini birbirine karşı sorumlu kılmıştır. Kısacası birinin diğerine ve

Hitit Devleti’ne olası bir saldırısından diğerleri de sorumlu olacaktır. Böylelikle Hitit

Devletine gerek kalmadan bölgenin kontrolü sağlanmış olacaktır130.

127 Hawkins 1998, 20 128 Otten 1987, 271-276 129 Mellart 1974, 497 130 Ay 2010, 9 32

3 ANTİK DÖNEMDE MAIANDROS’UN JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİK ÖNEMİ

3.1 Eskiçağ’da Batı Anadolu Bölgesi ve Büyük Menderes Vadisi

Eskiçağ'da Küçük Asya (Asia Minor) olarak adlandırılan Anadolu Yarımadası, Asya ile Avrupa arasındaki bir köprü biçimindeki eşsiz coğrafi konumunun yanında oldukça zengin olan doğal kaynakları nedeniyle insanlık tarihinin başlangıcından bugüne değin doğudan ve batıdan gelen göçlerle birçok kavmin istilasına uğramış ve bunun sonucunda da çok yoğun bir yerleşmeye sahne olmuştur. Anadolu'ya gelenler, yerleştikleri bölgelerde kendi inanışlarını,

örf ve adetlerini koruyarak yaşamışlar ve zaman zaman'da kara ve deniz ticareti yoluyla daha uzak bölgelerde yaşayan insanların kültürlerinden etkilenmişlerdir. Böylece binlerce yıllık bir zaman süreci içerisinde Anadolu, üzerinde doğu ve batı kültür unsurlarının çoğunlukla birbirini etkilediği, karışıp, kaynaşarak yaşadığı bir bölge durumuna gelmiş ve bu da

Anadolu'nun bir uygarlıklar ülkesi olmasına neden olmuştur131.

Anadolu'nun özellikle daha çok göçe sahne olan Batı Anadolu bölgesine yaklaşık

M.Ö.1200 yıllarından başlayarak gelen Güneydoğu Avrupalı kavimler bugünkü Çanakkale yakınlarındaki Troia'yı (Hisarlık) tahrip ederek, Orta Anadolu'daki Hitit Krallığı'nın başkenti

Hattuşaş'ı (Boğazköy) yakıp, yıktıktan sonra Mısır'a geçmişlerdir132. (Tarihte Ege Göçü olarak adlandırılan büyük göç hareketi). Bu göçün sonucunda Ege bölgesi büyük siyasal karışıklıklara sahne olmuş ve daha önceleri Suriye ile Batı Anadolu kıyılarında ticaret kolonileri kurmuş olan güçlü Miken Krallığı'da ortadan kalkmıştır133. Orta Anadolu'da, batıda

Eskişehir ile Afyon yöresinde Sakarya nehri (Sangarios) çevresi, doğuda Kızılırmak (Halys) kavisi ve güneyde Burdur ile Antalya'ya değin uzanan bölgeye ise Frigler yerleşmiş ve M.Ö.

8. yüzyılda güçlü bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmıştır.

131 İdil 1999, 15-16 132 Özsait 1982, 37 133 Umar 1993, 84 33

Ege Göçleri ikinci bir göçe daha neden olmuş ve Dor Göçü olarak adlandırılan yeni bir göç hareketi sonucunda da Hellas'ta oturan Aioller ve Dorlar, Troia'nın tahribinden 150 yıl sonra yaklaşık M.Ö. 1050 yıllarından başlayarak Batı Anadolu'ya yerleşmeye başlamışlardır.

Kendilerini Hellenler olarak adlandıran bu yunanlı kavimlerin Batı Anadolu'ya gelmelerinde büyük bir olasılıkla ataları olan Akaların (Mikenliler), orada çok daha önceleri ticaret yerleşimleri kurmaları büyük rol oynamıştır. Böylece gelenler kuzeyde Troia'dan başlayarak

Likya bölgesine değin (bugünkü Fethiye ile Antalya arasındaki dağlık iç kesim ve kıyıları

Teke Yarımadası) kıyılarda, yarımadalarda, dağlık burunlar üzerinde ve iç kesimlerde de denize açılan Gediz (Hermos) nehrinin arası ile batıda Çandarlı körfezi () ve Lesbos

(Midilli) adası ile sınırlanan bölgeye yerleşmişlerdir, Dorlar, Ege Adaları ile birlikte İzmir ve güneyine, yani Ege bölgesinin orta kısımlarına, Dorlar ise Rhodos ve Kos (İstanköy ) adaları ile birlikte Karia bölgesi olarak adlandırılan Ege'nin güneybatısındaki bölgeye yerleşmişlerdir.

Antik kaynaklara göre Ege bölgesinin kuzeyindeki Aiol yerleşmeleri Agamemnon'un soyundan gelenler tarafından kurulmuştur ve en önemli merkezi de Lesbos adasıdır. Adadan

Batı Anadolu kıyılarına göç eden Aioller M.Ö. 9. ve 7. Yüzyıllar arasında Akdeniz'deki ticaret merkezlerinden uzak kalmışlar, yalnız balıkçılık ve ziraatle geçindikleri için de tarihte

önemli bir rol oynamamışlardır134. Ancak Aioller'in güzel sanatlarda ün kazandıkları bilinmektedir. Şiir dalında Sappho ve Alkaios ile müzik dalında 7 tonlu ölçünün yaratıcısı

Terpander gibi sanatçıların tümü Aiolya 'lı idi135.

Halikarnassos'lu (Bodrum) ünlü tarihçi Herodotos (yaklaşık M.Ö. 484-425) 12 Aiol kenti saymaktadır. Bunların en ünlüleri Pitane (Çandarlı), , Gryneion, ,

( Kalesi), Neonteichos (Yanık Köy), (Buruncuk) ve Smyrna'dır (Eski

134 İdil 1999, 16-18 135 Sevin 2001, 108 34

İzmir/Bayraklı). Smyma bir Aiol yerleşmesi olarak kurulmuş ve daha sonra İonia'ya katılmıştır136.

Aiolya'nın güneyine yerleşen İonialılar ise Atina Kralı Kodros'un oğullan ile 'lu

Neleus'un öncülüğünde bölgeye gelmişlerdir. İlk Ion yerleşmelerinin ziraatin yanında balıkçılık ve bağcılıkla geçinen insanların yaşadığı tek odalı evlerden oluşan küçük kentler halinde olduğu Smyrna'da yapılan arkeolojik kazılardan anlaşılmaktadır. Herodotos 12 adette

Dor kenti olduğunu belirtmektedir137.

Ancak, bunlar M.Ö. 9. yüzyıldan başlayarak tarih sahnesinde önemli gelişmelere neden olan Ionia' nın büyük kentleridir. Bu 12 kent, Phokaia (Eski Foça), Erythrai,

Klazomenai (Urla), (Sığacık), Lebedos, Kolophon (Değirmendere), Ephesos (Efes),

Priene (Güllübahçe), Myus (Avşartepe), Miletos (Milet-Akköy) ile Chios (Sakız) ve Samos

(Sisam) adalarıdır138.

Ege bölgesindeki bu Ion kentleri, bugünkü Kuşadası'nın güneyinde bulunan Davutlar yakınındaki Güzelçamlı köyü yöresinde tanrı 'a adanmış olan bir kutsal yerde toplanarak Panionion adlı bir birlik oluşturmuşlardır. Böylece Ionialılar, bu birlikle kentlerinin genişlemesini sağlayan bir kuruluş yaratmışlar, ayrıca, dinsel görünüş altındaki politik amaçlan ile de Anadolu'nun kuzeyine doğru yayılmalarını kolayca gerçekleştirmişlerdir. M. Ö. 7. yüzyılın başından başlayarak denizcilikte öncü olan lonyalılar,

Propontis'te ( Denizi'nin çevresi), Kyzikos, Lampsakos ve gibi koloni yerleşmelerini kurduktan sonra daha da yayılarak Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinde de bir

çok yeni koloni kentlerini kurmuşlardır. Bu yerleşmelerin kurulmasından sonra Ion kentlerinin en parlak dönemi başlamış ve bu gelişme yaklaşık M.Ö. 650-545 yıllan arasındaki altın çağıyla en yüksek noktasına erişmiştir. Bu dönemde Ionia yalnız felsefe ve pozitif

136 Sevin 2001, 97 137 Hoşafçı 2007, 41 138 İdil 1999, 20 35 bilimlerde değil, aynı zamanda heykeltraşlık ve mimarlıkta da çok ileriye gitmiştir. Bu da

Antik dünyanın kültürel öncülüğünün Yakındoğu'dan Ionia'ya geçmesine neden olmuştur. Bu altın çağda Ionialı doğa düşünürleri özgürce araştırmalarda bulunarak bugünkü Batı

Uygarlığının temelini atmışlardır. Örneğin Miletoslu Thales, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihindeki güneş tutulmasını önceden hesaplayarak haber vermiş ve böylece tarihte ilk kez bir doğa olayının önceden bilinmesini sağlamıştır. Yine Miletoslu olan Anaximandros ile Anaximenes de bu çağın diğer doğa düşünürleridir. Sisamlı Pythagoras, Kolophon'lu Xenophanes ile

Ephesos'lu Herakleitos da özgür düşüncenin ve bilimin önemli temsilcileridir. Teoslu

Anakreon ile Sardesli Hipponaks ise Ion şiirinin en ünlü ozanları olmuşlardır. Ayrıca, bu dö- nemde Ion heykeltraşlığı oldukça gelişmiş ve mimaride de ağır oranlı eski Dor düzeninin yerine geçen ince ve zarif İon düzeniyle Yunan mimarisinde yeni bir çığır açılmıştır. Böylece dünyada tamamen mermerden inşa edilmiş ilk anıtsal tapınak olan Artemis tapınağı Efes'te inşa edilmiştir. Yaklaşık 55 x 110 m. ölçüsünde olan ve 127 adet 20 m. yükseklikteki Ion sütunlarına sahip olan bu yapı Hellenistik Devirde (M.Ö.330-30) Dünya'nın Yedi

Harikası'ndan biri olarak büyük bir ün kazanmıştır139.

İonialıların etki alanlarını Batı Anadolu'nun iç kesimlerine doğru yayma girişimi orada yerleşmiş olan Lidyalılarla karşı karşıya gelmelerine neden olmuştur. Lidyalılar da M.Ö. 1.

Bin yılda İç Batı Anadolu'da parlak bir uygarlık kurmuş olan bir halktır ve bunların 2. Binin ikinci yansından beri var oldukları bilinmektedir140. Antik kaynaklar Lidyalıların kuzeydeki

Mysialılar, kuzeydoğudaki Frigler ve güneydeki Karialılar ile akraba olduklarını belirtmektedirler. Lidya bölgesi, Batı Anadolu'nun iç kesiminde kuzeyden güneye doğru

Gediz (Hermos) ile Küçük ve Büyük Menderes (Meander) nehirleri arasında kalan ve doğuda da bugünkü Uşak ve Kütahya kentlerinin bulunduğu alanı kapsayan bir bölgedir141. Batıda ise

139 İdil 1999, 19 140 Akurgal 1993; Sevin 2001 141 Şimşek 2004, 46 36

Ionia ile sınırlandırılmıştır. Herodotos'a göre Lidya'da üç kral soyu egemen olmuştur. Bunlar

Atyadlar, Heraklidler ve Mermnad 'lardır. Birinci kral sülalesi konusunda yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, bunlar daha önce dc değindiğimiz gibi M.Ö.2. Binin ortalarından başlayarak hüküm sürmüşlerdir. Yaklaşık M.Ö. 1180-680 yılları arasında ise ikinci sülale olan

Heraklidlerin egemenliği görülmüştür. Ancak Lidya'nın en parlak dönemi üçüncü kral soyu olan Mermnadlar zamanında yaşanmıştır (M.Ö. 680-546). Bu hanedanın yüzyılı aşkın bir süre devam eden yönetimi sırasında Lidya, özellikle bölgede daha önce bilinmeyen altın madeninin Hermos nehrinin bir kolu olan Paktolos'un (Sard Çayı) alüvyonlarınlarında bulunması ve işletilmeye başlanması nedeniyle büyük bir zenginliğe kavuşmuş ve böylece ulaşılan refah sonucunda da yalnız Anadolu 'nun değil,aynı zamanda Yakındoğu'nun da en büyük devletlerinden biri olmuştur142. Aslında Lidya bölgesi Anadolu'nun oldukça zengin ve bereketli olan bölgelerinden biriydi. Ormanlarla kaplı olan dağları ile nehirler tarafından sulanan verimli ovalarındaki toprak çok bereketliydi. Ayrıca yöredeki Tmolos dağlarının

(Boz- dağlar) üzerinde de çeşitli mermer yataktan bulunuyordu143. Lidyalılar M.Ö. 7. yüzyılın sonunda dünyada ilk kez para basmaları ile de ekonomi ve ticaret alanında büyük bir ün kazanmışlardır144. Krallığın merkezi Sardes (Sart Mustafa) kentiydi ve Sardes tüm Eski Çağ boyunca çok parlak bir Lidya kenti olmuştu, öyleki Antik Çağın ünlü Kral Yolu İran'daki

Susa'dan başlayıp, batıda Sardes'te sona eriyordu. Lidya bölgesindeki diğer önemli kentler ise

Thyateira (Akhisar), Sipylos Dağı yakınındaki Magnesia (Manisa), (Alaşehir),

Maionia (Gökçeören), Hypaipa (Günlüce), Opsikion (), Blaundos (Ulubey) ve

Bagis’dir(Güre).

Mermnad sülalesinin ilk kralı olan Gyges (M.ö. 680-652), bir yandan Asur- krallığı ile ilişkiler kurarak doğudan ülkesine yönelen Kimmerlerin (çoğunlukla Kırım yarımadasında

142 Hoşafcı 2007, 44 143 Bean 2001, 123 144 İdil 1999, 20 vd.

37 yaşayan göçebe kavimler) tehlikesini önlemeye çalışmış, öte yandan da batı ve kuzeybatı

Anadolu'yu işgal etmeye çalışmıştır. Kimmerlerin Lidya'ya ikinci ve çok bir saldırılan sonucunda başkent Sardes yakılıp, yıkılarak tahrip edilmiş ve Gyges de savaş alanında

ölmüştür. Gyges'den sonra devletin başına oğlu Ardys geçmiştir (M.ö. 652-625). Ardys'in krallığı sırasında Kimmerler Lidya'ya yeniden saldırılarda bulunmuşlardır. Ve Ardys bu saldırıları önleyememiştir. Kimmerler Sardes'i ele geçirip yağmalamışlardır. Ardys' ın

ölümünden sonra ise yerine oğlu Sadyattes (M.Ö.625-610) geçmiştir.

Sadyettes de Batı Anadolu'da dolaşan ve önlerine çıkan her yeri yağmalayan

Kimmerler'e karşı başanlı olamamıştır. Sadyattes'in ölümünden sonra Kral olan Alyattes döneminde (M.Ö. 610-575) Lidyalılar güçlenerek batıya yönelmiş ve- daha önce de kısaca değindiğimiz gibi İonyalılarla karşı karşıya gelmiştir. Lidyalılar önce Ion kentlerinden

Miletos'la savaşmış ve sonradan yaptıktan bir saldırmazlık anlaşması ile bu savaşa son vermişlerdir. Smyrna'nın gelişmesini de önlemeye çalışan Alyattes uzun süren bir kuşatmadan sonra kenti ete geçirerek, yakıp yıkmıştır (M.Ö. 600 tarihinde).

Daha sonra Kimmerler yenilgiye uğratılmış ve krallığın sınırlan doğuda Kızılırmak yöresine değin genişletilmiştir Alyattes daha sonra yemden doğuya dönmüş ve İranlı Medlerle komşu olunmuştur Medlerle Kızılınnak yakınlarında yapıtan ve yaklaşık beş yıl süren savaş, daha önce de değindiğimiz145. M. Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde güneş tutulmasının tanrıların barış çağrısı biçiminde yorumlanması üzerine sona ermişti Böylece,Lidyalılar ülkenin doğu sınırını güvence altına almışlar ve bu arada kızım Med kralının oğlu ile evlendiren Alyattes

Medlerle akrabalık bile kurmuştur146.

Doğu'daki bu başarılarından sonra Alyattes, yine Batı Anadolu'ya yönelmiş ve bu sırada ölümü üzerine oğlu Kroisos Lidya devletinin başına geçmiştir. Kroisos (M.Ö. 575-

145 İdil 1999, 21-22; Akurgal 1993, 389 vd. 146 Akurgal 1993; İdil 1999, 21 38

546), babasından sonra devir aldığı bu güçlü ve zengin devlet sayesinde Eski Çağ dünyasında büyük bir üne kavuşmuştur. Kroisos, başa geçer geçmez Lidya'nın güvenliği için başta

Ephesos olmak üzere Ionia ve Aiolya kentlerine sefer düzenlemiş. Bunların tamamını egemenliği altına almıştır147. Böylece Kroisos döneminde Kızılırmak’ın batısından Ege bölgesinin kuzey ve güneyine değin uzanan bölge Lidya krallığının egemenliğine girmiştir.

Yalnız Likyalılar bağımsızlıklarını korumayı başarmışlardır.

Kroisos'un Lidya krallığını çok geliştirip, zenginleştirdiği bir dönemde İran’daki Med krallığının yerine Kyros yönetimindeki Persler geçmiş ve böylece Büyük Pers İmparatorluğu kurulmuştur. Sonuçta İran devletinin siyasi huzursuzluğunun olduğu bir dönemde doğudaki sınırlarını Kızılırmağın ötesine genişleterek Kapadokya'yı da ele geçirmek isteyen Kroisos

Perslerle karşı karşıya gelmiştir. Yaklaşık üç ay süren sonuçsuz bir savaştan sonra kışın yaklaşması nedeniyle Lidyalılar geri çekilmişlerdir. Ancak, Kyros Lidyalıları hemen takip etmiş ve Sardes'i kuşatarak kısa bir süre sonra Kroisos 'la birlikte kenti ele geçirmiştir (M.Ö.

546)148. Böylece, ünlü Lidya Krallığı tarih sahnesinden çekilmiş ve Persler tümüyle Batı

Anadolu' yu istila etmişlerdir.

Lidya krallığı Kroisos'la çok gelişmiş, doğu ile batı arasındaki konumu nedeniyle

Hellenlerle yaptığı kültür alışverişinin yanında kendi özgün niteliklerini de koruyarak ilginç bir kültür ve sanat sentezi ortaya koymuştur. Bu da krallığın gelişmesine ve zenginleşmesine katkıda bulunmuştur149. Özellikle daha önce de değindiğimiz gibi ilk sikkenin Lidyalılar tarafından bulunuşu ile de dünya ticaretinde takas usulünün yerini para ticareti almış ve böylece, iş, ekonomi ve ticaret alanlarında yeni ve büyük gelişmeler kaydedilmiştir. M.Ö. 7. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Sardes 'teki darphanelerde altın ve gümüş karışımı olan elektrondan sikkeler basılmaya başlanmış, bunu da Kroisos zamanında basılan altın sikkeler

147 İdil 1999, 22 148 Umar 1993, 77 149 Sevin 2001, 109 39 izlemiştir. Kroisos zenginliği ile çok büyük bir üne kavuşmuş ve bu zenginliğinden dolayı zamanla Karun olarak tanınmıştır ki Karun Hazineleri olarak adlandırılan ve 1960' lı yıllarda

Uşak yakınlarındaki Güre'deki (Bagis) İkiztepe tümülüsünden köylüler tarafından bulunarak yurt dışına kaçırılmış olan çok güzel Lidya eserleri büyük bir olasılıkla Kroisos 'un zenginliğini göstermektedir. Son yıllarda ülkemize geri getirilmiş olan bu eserler halen Uşak

Müzesi'nde sergilenmektedir.

Perslerin Batı Anadolu'yu ele geçirmeleri ve burada Satraplıklar (Bir çeşit askeri valilik sistemi) halinde oluşturdukları yönetim İonialıları huzursuz etmiş ve bunlar M.Ö. 499 yılında Miletos kentinin öncülüğünde ayaklanmışlardır. Bu ayaklanma Sardes'in tahrip edilmesi ile sonuçlanmış ve bunun üzerine de Persler İon donanmasını yok etmişler ve daha sonra da Miletos kentini yakıp yıkmışlardır (M.Ö. 494)150.

M.Ö. 4. yüzyılda Ionia'daki kentler, Persler'in İonia satraplığına bağlanmakla birlikte sanattaki özgünlüklerini de sürdürmüşlerdir. Efes ve Priene'deki (Güllübahçe) klasik yapı faaliyetleri M.Ö. 4. yüzyılda canlı bir şekilde devam etmiş ve mimaride yaklaşık 150 yıl süre ile uygulanan Dor düzeninin yerini İon düzeni almıştır. Ün kazanmak amacıyla M.Ö. 356 yılında Herostratos adlı bir kişi tarafından yakılan Efes'teki Artemis Tapınağı, 13 basamaklı yüksek bir podyum üzerinde yeniden inşa edilmiştir. İonialı mimarlar böylece, yapının bütününe organik bir form verme gereksinimi duymuşlar ve bunda başarılı olmuşlardır151.

Gerçekten de bu yüksek kaide İon düzenindeki tapınağa daha güzel bir görünüm kazandırmıştır. Mimar Pytheos, Priene'deki Athena Tapınağı ile İon mimarisinin klasik

örneğini vermiş ve kendi mimarlık yöntemi üzerine bir kitap yazmıştır152. Pytheos, aynca yüzyılın ortasında Karia Kralı Mausolos'un Halikarnassos'taki görkemli mezar anıtını

(Mausoleum) inşa etmiş ve çağın en ünlü heykeltraşlarından Skopas, Timotheos, Leokhares

150 Bean 2001, 134 151 Özsait 1982, 47 152 Texier 2002, 303 40 ve Bryaxis'de bu ünlü anıtın kabartma heykellerini yapmışlardır. Bu görkemli mezar da Antik

Çağda Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olarak tanımlanmıştır. Bu yüzyılda Hellen kent planlamacılığında da büyük bir gelişme kaydedilmiş ve Miletos'lu Hippodamos'un M.Ö. 5. yüzyılın ilk yansında yeni bir sistem içerisinde ilk kez Miletos'ta ve Piraeus'da (Pire) uyguladığı, kentin sokaklarının birbirleri ile dik açılı olarak kesiştikleri ızgara planı Batı

Anadolu'da yeniden kurulan kentlerde uygulanmıştır. Böylece, Hellen dünyası içerisinde bu

Hippodamos kent planlamasının en eski ve en güzel bir örneği M.Ö. 350 yıllarında yeniden kurulan Priene'de görülmektedir. Ayrıca, Menderes Magnesia'sı (Ortaklar, Tekinköy) ile

Karia'da Latmos'daki Herakleia (Kapıkırı) ve Knidos (Datça) kentleri de Hippodamos planının uygulandığı diğer kentler olmuştur153.

Eski Çağ'da Anadolu'nun güneybatısında, kuzeyde Büyük Menderes nehri, batıda ve güneyde Ege denizi, doğuda Acıpayam ovası, güneydoğuda ise Dalaman Çayı (İndos) ile sınırlanan kesim Karia bölgesi olarak adlandırılıyordu154. Bu bölgede kuzey ve güneydeki bir

çok yayla ve dağlarla çevrelenen düz ve geniş alüvyonlu ovalar arasında Büyük Menderes nehri kıvrımlar oluşturarak akmaktadır. Bu nehir tarihte büyük bir rol oynamış ve kimi zaman

Lidya ile Karia bölgesinin, İonia ile Karia'nın ve hatta Frigya ile Karia bölgesinin arasında sınır oluşturmuştur155. Daha önce kısaca değindiğimiz gibi Dor göçü sırasında gelenlerin bir kısmı da Karia bölgesine yerleşmişlerdir. Bu bölge, daha önceleri burada yaşayan Karlardan dolayı Karia bölgesi olarak adlandırılmaktadır ve Eski Çağ'daki Hellen inanışına göre de

Karialılar, Ege adalarından karşıdaki Güneybatı Anadolu'ya göç etmişlerdir. Karlar ya da

Karialılar konusundaki bilgilere Antik Çağda ilk kez Smyrna'lı ünlü ozan Homeros'ta (M.Ö.

8. yüzyılın ikinci yansı) rastlanmaktadır. Ozan, Akalar ile Troia'lılar arasında yapılan savaşın son yıllarını anlatan İlias (İlyada) adlı destanında, Kanalıları, Troia'lıların yanında savaşan bir

153 Umar 2001, 76 154 İdil 1999, 23 155 Bean 2001, 122 41

Anadolu kavimi olarak anlatmaktadır. Buna karşın, tarihin babası sayılan Herodotos ise

Karialıların (M.Ö. 2. Binde) Girit adasındaki uygarlığın yaratıcısı olan ünlü Kral Minos'a bağlı ada halkları olduğunu ve gerektiğinde kralı bir donanma ile destekleyen bu insanlann

Lelegler olarak adlandırıldıklarını belirtmektedir. Herodotos'a göre Lelegler daha sonra Dor göçü sırasında Güneybatı Anadolu kıyılarına göç etmişlerdir. Ancak, Herodotos bu görüşe

Karialıların karşı çıktığını, kendilerinin her zaman Anadolu'da yaşadıklarını ve kendilerini daima Kanalı olarak adlandırdıklarınıda söylemektedir. Karialılar ayrıca, kendilerini

Lidyalılar ve Mysialılarla da akraba olarak görmüşlerdir. Karialıların dili bugüne değin okunamamıştır. Yunanca olmadığı anlaşılmaktaysa da akraba olduklarını söyledikleri

Lidyalıların dili gibi kısmen Yunanca'ya da benzemektedir156.

Karialılar bölgelerinin coğrafik ve jeolojik durumuna göre küçük köyler şeklindeki ilk yerleşmelerini kıyılarda, akarsu kenarlarındaki vadilerde, bir ziraat alanı oluşturmak için dağların eteklerinde bulunan teras şeklindeki geniş alanlarda kurmuşlardır157. Gerçekten de

Eski Çağ'da Karia bölgesi bir zeytincilik ve bağcılık ülkesiydi. Bugün bile bölgeyi gezen bir insan, dağların eteğinde yer yer toprak kaymasına karşı teraslanmış alanlarda ziraat yapıldığı, her tarafın zeytin, incir ve portakal ağaçlarıyla dolu olduğunu, bunun yanı sıra da bağcılık yapıldığı görür. Böylece, başta Büyük Menderes nehri vadisi olmak üzere bugünkü Aydın ve

Söke ovalarını da içerisine alan Karia bölgesi çok eski devirlerden başlayarak parlak bir uygarlık ortaya koyan birçok yerleşmeye sahip olmuştur. Karia bölgesindeki bu uygarlıktan günümüze değin gelen arkeolojik kalıntıların büyük ölçüde Hellen etkileri gösterdiği anlaşılmaktadır.

Karialılar, başlangıçta Ege ve Doğu Akdeniz'in korsanları olmuşlar ve üstün savaş nitelikleri nedeni ile, M.Ö. 7. yüzyılda Mısır ordusunun ücretli askerleri olarak ta görev

156 Sevin 2001, 98 157 Bean 2001, 131 42 yapmışlardır. Herodotos, Kanalıların savaş giysilerinde yaptıkları ve sonradan Hellenler tarafından da benimsenen üç yenilikten bahsetmektedir. Bunlar insana daha çok hareket serbesti sağlayan kola geçirilen kalkanların bulunuşu, bunların dış yüzeylerinin resimlerle süslenmesi ve miğferlerin üzerine sorguç (tüy ya da püskül şeklindeki süs) takılmasıdır. M.Ö.

1. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin ve coğrafyacı 'lı Strabon'a göre de Karia kelimesi sorguçlu miğferden gelmektedir. Ayrıca, M.Ö. 2. binde Girit adasmda boğa ile ilişkili olarak görülen çift ağızlı kutsal balta (Labrys) tasvirlerine daha sonra Karia bölgesindeki yapılarda (özellikle Mylasa'da) ve Karia sikkerinde rastlanmaktadır. Bu da bize

çift ağızlı baltanın Karia'nın bir simgesi olduğunu ve Karia 'nın baş tanrısı Zeus Labrandeus'u temsil ettiğini göstermektedir158. Batı Anadolu'ya yapılan göçler sırasında bölgenin güneyine yerleşen Dorlar durumlarını güçlendirmek için Dor Hexapolisi (Altı kenti) olarak adlandırılan bir birlik kurmuşlardı. Birliğe Kos adası ile Rhodos adasından üç kentin yanısıra Anadolu'dan da Halikarnassos ile Knidos girmiştir. Birliğe üye olan bu kentlerin temsilcileri belirli aralıklarla Knidos topraklarında düzenlenen Apollon şenliğinde toplanıyorlardı. Karia'nın tarih sahnesinde görülmeye başladığı sırada da (yaklaşık M.Ö. 7. yüzyıl), bölgede Mylasa,

Alabanda (Araphisar), Alinda (Karpuzlu) ve Keramos (Ören) kent olarak tanımlanabilecek birkaç yerleşmeyi oluşturuyordu159.

M.Ö. 7. yüzyılın sonunda ve 6. yüzyılın ilk yansında Karia'nın Lidya krallığının topraklarına katılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde Karia daki bu yerleşmelerin oluşturduğu bir federasyon (Karia Birliği), Perslere karşı ortak bir politika oluşturmak için

Mylasa'daki kutsal Zeus Karios tapınağında toplanmıştır. Daha sonra Lidya Krallığının

Persler tarafından yıkılışıyla Kanalılar da Pers egemenliği altına girniştir160. M.Ö. 494 yılında

158 Texier 2002, 308 159 Sevin 2001, 102 160 İdil 1999, 24 43

Perslere karşı yapılan Dor ayaklanmasına Karia'da katılmış ve sonuçta ağır bir bozguna uğramıştır161.

Persler ele geçirdikleri kentlerde kendilerine bağlı olan tiranları yönetime getirmişler ve onları desteklemişlerdir. Bunlardan birisi de Pers kralı Xerxes'in döneminde (M.Ö. 486-

465) tiran olan Halikarnassos'lu Lygdamis'tir. Lygdamis'in kızı Artemisia 28 Eylül 480 tarihinde Perslerle Yunanlılar arasında yapılan ünlü Salamis deniz savaşına katılmış ve büyük bir başarı kazanmıştır. Artemisia'nın bu başarısını kitabında anlatan Herodotos, "Artemisia'yı

özellikle anmak istiyorum, onun bir kadın olduğu halde Yunanistan seferine katılmış olmasını hayranlıkla karşılıyorum, kocası ölmüştü, oğlu küçüktü, tiranlığı kendisi yönetiyordu, girişken ruhu, erkekçe korkusuzluğu, onu, gerek olmadığı halde bu sefere sürüklemiştir. Adı

Artemisia'ydı. Halikarnassos'luların, Koslulann, Nisyros'luların ve Kalydnos'luların başına geçmişti. Beş gemi getirmişti ve bütün donanmada, Sidon'lu denizcilerden sonra, en ünlü gemiler onunkilerdi" demektedir.162 Bir Karia kraliçesinin Perslerin yanında kendilerine karşı

çıkmasına içerleyen Atina'lılar, onun esir alınması için en yüksek ödülü vermeyi kararlaştırmışlarsa da kimse bu işi başaramamıştır. Sonuçta Salamis koyu önündeki bu deniz savaşı Perslerin yenilgisiyle bitmiştir. Artemisia konusunda ünlü tarihçinin anlattıklarından başka birşey bilinmemektedir. Ancak, onunla zeki, cesur ve maceracı bir Karialı bayan liderin kişiliği temsil edilmiştir. Artemisia, ayrıca bölgedeki karışık Hellen ve yerli kavimlerin köleleştirilmelerinde de Pers kralına yardım etmiştir. Böylece, kendisi M.Ö. 5. yüzyılın başında çok büyük bir üne kavuşmuştur163.

Pers savaşlarının Yunanlıların zaferi ile sonuçlanmasından sonra (M.Ö. 479), Atina gelecekteki Pers saldırılarını önlemek. Persleri Ege'den tamamen uzaklaştırmak ve gerek adalardaki, gerekse Batı Anadolu kıyılarındaki kentlerin bağımsızlığını sağlamak amacı ile

161 İdil 1999, 23 162 Heredot, VII, 99 163 İdil 1999, 26 44

Attika - Deniz Birliği olarak adlandırılan siyasi bir birlik oluşturmuştur.(M.Ö.478-477).

Balkanlar, Ege adaları ve Batı Anadolu'dan birçok kentin katıldığı bu büyük birliğe M.Ö. 466 yılında Karia kentleri de katılmışlardır. M.ö. 4. yüzyılın başlarında ise Persler Karia bölgesinin yönetimini Sardes satraplığından ayırarak ayrı bir satraplık haline getirmişler ve yönetici olarakta başka bir satrabı getirmişlerdir. Böylece, Karia'da bir sülalenin devamı olan yerli prensler kendilerini kabul ettirmişler ve üstünlüklerini Hellen kentleri üzerinde bile etkin kılmışlardır. M.Ö. 387 yılında Karia satraplığına Mylasa'da oturan Hekatomnos geçmiştir ve bu tarihten sonra Karia'da egemen olan sülale Hekatomnos'lardır. Hekatomnos ölünce yerine en büyük oğlu Mausolos geçmiştir. (M.Ö.377/376-353/352). Mausolos'la Karia, tarihinin en parlak ve en güçlü dönemini yaşamaya başlamıştır. O zaman krallık sülalesinde adet olduğu

üzere ki kardeşi Artemisia ile evlenen Mausolos, aslında bir satrap olmakla birlikte zamanla

Karia'nın gerçek kralı olmuştur. Mausolos, Pers kralı II. Artaxerxes Mnemon'a (M.Ö.405-

358) karşı yapılan ayaklanmaya katılmış ve bazı Hellen orduları ile İonya ve Lidya'nın önemli yerlerini ele geçirmiştir. Atina ile yapılan savaşta Rhodosluları yardım etmiş ve M.Ö. 360 yılında Karia Satraplığının başkentini iç Karia'daki Mylasa'dan Halikarnassos'a taşımıştır.

Bunda, Halikarnassos'un hem deniz ticareti için uygun bir limanının bulunması, hem de kentin savunmasını kolaylaştıran doğal yerleşimi büyük bir rol oynamıştır. Mausolos. Hellen kültürünün hayranı olan bir kraldı ve başkenti Halikarnassos ile birlikte diğer Karia kentlerini de çeşitli sanat yapıtları ile süslemek için önce mimar ve heykeltraşları ülkesine davet etmişti.

Kendisi için yaptırmağa başladığı ve daha önce de değindiğimiz, ünlü mezar anıtı

Mausoleum, Hellen dünyasının Anadolu'daki en büyük anıtsal mezarı olmuştu. Mausoleum'un

ünü Antik Çağda o derece büyüktü ki Roma İmparatorluk devrinde bile Augustus ve Hadrian gibi çok ünlü imparatorların mezar anıtları için Mausoleum sözcüğü kullanılmışsa Bu

Mausoleum deyimi bugünkü modern Dünyadaki mezar anıtları için de geçerli olmuştur164.

164 İdil 1999, 25 45

M.Ö. 4. yüzyıla değin Karia bölgesinde kurulmuş ve Eskiçağ'da büyük bir rol oynamış olan diğer kentler ise, (Labranda), (Kıyı Kışlacık). Euromos (Ayaklı),

Bargylia (Güllük'te Varvil Asarı), Knidos (Datça), Kaunos (Dalyanköy-Köyceyiz) ve

Aphrodisias'dır (Geyre). Karia bölgesinde daha sonra M.Ö. 4. yüzyılda ve Hellenistik devirde kurulmuş olan bazı önemli kentler görülmektedir ki bunlar Büyük Menderes nehri vadisi

üzerinde bulunan Tralleis (Aydın) ile Nysa'dır (Sultanhisar). Ayrıca, bugünkü Yatağan ilçesi yakınındaki Stratonikeia (Eskihisar) kenti de Karia bölgesinin önemli kentlerinden birisidir165.

(Lev. Xb)

Karia Kralı Mausolos çocuksuz olarak ölünce yönetime karısı Artemisia geçmiştir.

Karia'yı ancak iki yıl yöneten Artemisia, kocasının başladığı işlere devam etmiş ve bu arada da Mausolos'un ünlü mezarını tamamlatmıştır. Artemisia'dan sonra tahta kardeşi İdrieus geçmiştir (M.Ö. 351-344). İdrieus'un hastalanıp ölmesi üzerine de yerine kansı Ada geçmiştir.

Ada, sadece dört yıl iktidarda kalabilmiş ve onun yerine de kardeşi Pixodaros geçmiştir.

Pixodaros, tahta geçince Ada'yı Halikarnassos'tan sürmüş ve Perslerden yönetimi paylaşacağı bir satrap istemiştir. Pixodaros Karia'daki Hekatomnos hanedanından gelen en son kral olmuştur. Onun ölümünden sonra Persli bir satrap olan Orontobates Karia'da yönetimin başına getirilmiştir166.

Orontobates'in yönetimi Büyük İskender'in Karia'ya gelişine değin (M.Ö. 334) sürmüştür. Makedonya kralı Büyük İskender'in M.Ö. 334 yılında Hellespont'u (Çanakkale boğazı) geçerek Anadolu'ya gelmesi Antik Çağda bütün dünya için çok önemli olan yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Alman tarihçisi J. G. Droysen (1808-1884) tarafından

Hellenistik Devir olarak adlandırılan ve yaklaşık M.Ö. 330-30 yıllan arasındaki zamanı kapsayan bu dönemde Hellen Uygarlığı Asya ve Afrika'ya değin yayılmıştır. Büyük İskender

165 Umar 2001, 101 166 Texier 2002, 312 46

Anadolu'yu geçerek Hindistan'a değin yaptığı sefer sırasında Doğu Dünyasının düşüncesine saygılı bir kültür politikası izlemiş ve sonuçta Doğu ile Batı arasında bir birleşme eğilimi ortaya çıkmıştır. Doğu ruhunun Yunan uygarlığı ile kaynaşmasıyla dış görünümünde Yunanlı, ancak özünde doğulu olan yeni bir kültür yaratılmıştır İskender, İran'da Pers giysisi giymiş ve karşısındakilerin kendisine önünde yerel kapanıp saygılarını ifade etmelerine izin vermiştir167.

Ayrıca, kendisine Mısır'da tanrı Ammon'un oğlu olarak tapınılmıştır. Böylece Doğu ve

Batı düşüncesinin bağdaşması daha sonra doğulu dinlerin ağırlığını fazlalaştırarak hıristiyanlık yolu ile Avrupa'ya yayılmasına neden olmuştur. Büyük İskender'in seferi ile

Yunanlılar ekonomik yayılmalarını da Asya'ya değin genişletmişlerdir. Hellenistik devir

Uygarlığı, daha önceleri Hellen kültürünün sağlam temellerinin bulunduğu Anadolu'da gelişip, büyümüştür, özellikle bu çağda, Ege bölgesi Ionia'nın Altın Çağı ölçüsünde olmamakla birlikte ikinci kez parlak bir dönem yaşamıştır. Bu devirde Çanakkale yakınındaki

Apollon Smintheus (Ayvacık,Gülpınar) kutsal yeri, Pergamon (Bergama), Teos, Klaros'taki

Apollon kutsal yeri, Ephesos, Priene, Miletos ve Menderes Magnesia'sı gibi kutsal yerler ve kentler Antik Çağın en önemli kültür ve sanat merkezleri olmuştur168. (Lev. Xa)

Özellikle, eski Anadolu kent planındaki şekilde teraslar üzerine kurulu görkemli akropolü, ünlü kütüphanesi ve Kral II. Eumenes (M.Ö. 197-159) tarafından yaptırılmış olan heykeltraşlık kabartmaları ile süslü eşsiz Zeus Sunağı ile Bergama Hellenistik Devrin en

önemli bir merkezi olmuştu. Böylece, Bergama çağın diğer önemli bir sanat merkezi olan

Rhodos'un yanında bilim alanında öncü olan Mısır'daki Alexandria (İskenderiye) kenti ile yanıyordu. Ayrıca, Smintheus, Teos ve Menderes Magnesia'sı gibi yerler de ünlü mimar

167 Memiş 2003, 34 168 Bean 2001, 175; Texier 2002, 317 47

Hermogenes'in (yaklaşık M.Ö. 2. yüzyılın ortaları) Hellenistik Devir mimarisine getirdiği yeniliklerin uygulandığı önemli merkezlerdi169.

Büyük İskender, Ionia kentlerine egemen olup, Karia bölgesine gelince başkent

Halikarnassos'a da uğramış ve Karia satraplığının başına yeniden Ada'yı getirmiştir. Ancak bu dönem de uzun sürmemiştir. Büyük İskender'in Asya seferi sırasında M.Ö. 323 yılında

Babylon'da (Babil) ölmesinden sonra, generalleri arasında İskender'in İmparatorluğunu paylaşmak için savaşlar başlamış ve sonuçta onun sahip olduğu topraklarda 3 büyük krallık kurulmuştur. Bunlar, Makedonya’daki Antigonoslann krallığı, Anadolu ve Suriye'deki

Seleukoslar krallığı ile Mısır'daki Ptolemaioslann krallığıdır. İskender'in generalleri arasındaki bu savaşlar sırasında Karia'daki kentlerin kendilerini korumak amacı ile yeni bir birlik kurdukları ve bu birliğin Khrysaor birliği adı altında Stratonikeia yakınındaki kutsal yerde toplandıkları bilinmektedir. Bununla birlikte daha önceki Karia birliği ile bu yeni birlik arasındaki ilişki konusunda bilgimiz yoktur. Büyük bir olasılıkla Khrysaor birliği kurulduğunda Karia birliği de devam ediyordu.

İskender'in ölümünden sonra Karia bölgesi önce Seleukoslar Krallığına bağlanmış, daha sonra da M.Ö. 180 tarihinde Bergama Krallığının yönetimi altına girmiştir170.

Bergama'nın son kralı III. Attalos'un krallığını vasiyet ederek Roma'ya bırakışı, Karia bölgesinin Roma egemenliği altına girmesine neden olmuştur (M.Ö. 133). Daha sonra

Roma'nın Bergama topraklarını bir Asya Eyaleti (Provincia Asia) konumuna getirmesiyle de

Karia bölgesi bu eyaletin bir parçası olmuştur (M.Ö. 129). Roma eyaleti, başlangıçta aç gözlü yöneticiler, varlıklarını arttırmak için her türlü ahlaksızlığa yönelen tüccarlar ve bankerler nedeniyle büyük bir tepki yaratmıştır. Bu da eyaleti ele geçirmeye gelen Pontus (Doğu

Karadeniz bölgesi) kralı IV. Mithridates'in hemen hemen her yerde bir kurtarıcı olarak

169 İdil 1999, 27 170 Akurgal 1993, 321 48 karşılanmasına yol açmıştır. Mithridates, Ege'deki Romalıların çoğunu katletmiştir (M.Ö.88).

Bunun üzerine Mithridates'e karşı Roma ordusuna komuta etme görevi Comelius Sulla'ya verilmiş ve Sulla kısa bir süre içerisinde Mithridates'i yenerek birliklerini Ege'deki kentlere yerleştirmiştir. Böylece, Roma'nın Anadolu'daki etkisi sürekli olarak artmış, ancak M.Ö. 1. yüzyılda Roma'da yaşanan iç savaşlar ile Julius Caesar'ın M.Ö. 44 yılındaki öldürülüşü, diğer eyaletlerde olduğu gibi Asya eyaletinin de sıkıntılı günler yaşamasına neden olmuştur171.

Sonuçta M.Ö. 31 yılında Actium'da Octavianus'un Antonius ile Kleopatra'yı yenmesinden sonra Octavianus Roma'da yönetimi ele almıştır. Octavianus, kısa bir süre sonra

Augustus adını alarak ilk Roma imporatoru olmuştur, Böylece, Augustus ile Roma'da yaklaşık 500 yıl süren Cumhuriyet Devri sona ermiş ve İmparatorluk Devri başlamıştır.

Augustus döneminde (M.Ö.27-M.S.14) Roma'ya ve eyaletlerine barış ve huzur gelmiş, Pax

Romana olarak adlandırılan ve yaklaşık 200 yıl süren bir dönem içerisinde Roma'nın eyaletlerinde barış ve huzur daha çok geçerli olmuştur. Bunun sonucunda da M.S. 1. ve 2. yüzyıllarda Anadolu'daki kentler, o dönem uygarlıklarının en zengin ve en önemli sanat ve kültür merkezleri olmuşlardır172. Bu kentlerin birçoğu, Romalıların buldukları yeni inşa teknikleri ve mühendislik yöntemlerinin uygulandığı önemli yapılarıyla bugüne değin oldukça iyi bir şekilde korunmuştur. Bunlardan, özellikle Batı Anadolu'da bulunan Bergama,

Menderes Magnesia'sı, Milet, Priene, Nysa, Hierapolis (Pamukkale) ve Aphrodisias gibi kentler , gymnasium, stoa, tiyatro, bouleuterion, odeion, kütüphane, çeşme ve hamamlar gibi çeşitli ticaret, bilim kültür ve spor eğitimi hizmeti veren görkemli yapıları ile Roma

İmparatorluk Çağının önemli merkezleri olmuştur. Bunların birçoğunda halen sistemli arkeolojik kalıntılar ve araştırmalar devam etmektedir173.

171 Sevin 2001, 87 172 Texier 2002, 338 173 Umar 2001, 67

49

Karia bölgesi M.S. 4. yüzyılın başında Roma İmparatoru Diocletianus zamanında

(M.S. 284-305), eyaletlerin yeniden düzenlenişi sırasında Asia eyaletinden ayrılarak ayrı bir eyalet halinde getirilmiştir. Bizanslılar döneminde hristiyanlığı resmi bir din olarak tanınmasından sonra Karia, bir metropolittik merkezi olmuş ve hristiyanlığın Karia'da benimsenmesi de oldukça uzun sürmüştür. 11. yüzyılın ikinci yarısında ise Karia bölgesi

Türkler'in egemenliği altına girmiştir. Bağımsız Menteşe Beyliği'nin yönetimi altına giren

Karia, artık tarihte "Menteşe İli" olarak görülür174. (Lev. Xb)

3.2. Maiandros Çevresindeki Kentler

İyonyalılar geldiği zaman Miletos şehrinin güneyine düşen bütün Menderes vadisi bölgesine çok sayıda ada serpilmiş geniş bir körfezdi. Myus, Pyrrha ve Herakleia şehirleri, o zamanlar deniz limanıyken, bugün kum birikintileriyle kapanmıştır ve nehrin bu etkisi, miladi ilk yüzyıllarda da var olduğundandır ki Myus şehrinin de tahribine sebep olmuştur175.

. Bu şehir, Latmos Dağının eteğinde ufak bir körfezi ve daha doğrusu Menderes ağzından yaklaşık otuz stade mesafede Miletos körfezine bağlı bir girintiyi işgal ederdi. Bütün bu yöre, Karyalılardan alınmış olduğu için, Yunanlılar Cydrelus'a, Myus’un kurucusu gözüyle bakarlar. Bu şehir İyonya Konfederasyonu üyelerinde birini oluşturmuş ve Erdeşir

(Artaxerxe) tarafından Themistocle’ye verilmişti. Myus'un ömrü uzun sürmedi; nehrin getirdiği kumlar körfezi geniş bir bataklığa dönüştürdüğünden, sivrisineklerle diğer tür böcekler çoğaldığından yerli halk bölgeyi terk etmek zorunda kalmışlardır. Evdeki günlük eşyaları ile tanrılarının heykellerini beraber alarak Miletos şehrine çekildiler. Pausanias'ın zamanında Myus'da, Dionysos’un (Bacchus) beyaz mermerden yapılmış bir tapınağından başka bir şey kalmamıştı. Pausanias'ın rivayetine göre, Bergama (Pergamon) yakınındaki

Atarnee kasabası da aynı sonla karşı karşıya kalmıştır. Atarnee ören yerinin neden büsbütün

174 İdil 1999, 26 175 Bean 2000, 87

50 kaybolduğunun sebebi, bundan anlaşılıyor. Myus'tan dört stad mesafede Karyalılara ait

Thymbria kasabası vardır. Charon'a ait olan ve içinden zararlı bir buhar yayan Aeornum mağarası, bu yerdedir.

Elde bir temel noktası olsa, Pausanias ve Strabon'un belirledikleri mesafeler bütün mevkileri bulmaya yeterlidir. Fakat mesafeleri hep Menderes ağzından hesaba kattıkları için, gösterdikleri stadyumların hangi noktadan başladığını bilmek mümkün değildir. Küçük

Pyrrha kasabası, Latmos Heraklia'sı kentinden yüz stad mesafede ve deniz kenarındaydı; yani bu kasabanın yerini, Bafa gölünün kuzeyindeki bataklıklarda aramalıdır. (Lev. VIb)

Kaidesi Menderes'in sularına kenar olan Latmos Dağı, adını daha sonra Heraklia diye adlandırılan kente vermişti. Bu kentten, coğrafyacılar çok kısa söz etmişlerdir; çünkü tarihte

önemli bir yer kazanmamıştır.

Tarihi ve coğrafi olduğu kadar jeopolitik öneme sahip olan Büyük Menderes deltasının bulunduğu coğrafyadaki konumu itibariyle, birçok antik bölge sınırlarından geçmektedir.

Kaynaklarını aldığı Phyrgia bölgesinden sonra Lydia, Karia ve İonia bölgelerinden geçmektedir. (Lev.XIa)İonia’dan denize dökülene kadar çevresinde birçok antik yerleşim yeri yer almaktadır. Maiandros çevresindeki devletlerin, kentlerin ve insan topluluklarının sosyal, ekonomik, stratejik ve coğrafi yapılarını etkilemiştir176. (Lev.XIb)

3.2.1 Myus

Bafa Gölü kıyısında, Miletos'un 15 km. doğusunda, Aydın ilinin Söke ilçesi sınırları içerisindeki Avşar Köyü yakınlarında bulunmaktadır177. Strabon Myus'un Atina kralı

Kodros'un oğlu Kydrelos tarafından kurulduğunu bildirilmektedir.

176 Umar 2001, 56-78 177 Akurgal 1993; Sevin 2001; Texier 2002 51

İon Birliği üyesi on iki kentin en yoksul ve önemsizi belki de Myus idi.Bu konuda ona bir tek Lebedos rakip olabilirdi.

Miletos kazılarını sürdüren Alman ekibi Myus’ta da çalışmıştır. 1964 yılında küçük

çapta devam ettirilen çalışmaların, bilinenlere önemli bir değişiklik getirmediği gözlemlenmektedir.

Efsanelere göre Myus, Kodros’un bir başka oğlu tarafından kurulmuştu. Fakat konumu iyi seçilmemişti. Kent olasılıkla ilk günlerinden başlayarak sıtmanın pençesine düştü.

Filizlenen İon uygarlığında Myus’un bir rol oynayamaması ve bildiğimiz kadarıyla ünlü bir kişi yetiştirememesi, belki de bu hastalığın yarattığı durumdan kaynaklanmaktadır178.

İ.Ö. 480 Salamis Savaşı’ nın Atinalı kahramanı Themistokles’in sonraları gözden düşüp yurdundan sürüldüğünde Pers kralının dostluğunu kazandığı ve yaşamını sürdürmesi için kralın ona üç kent verdiği anlatılır: Ekmek için Magnesia, şarap için Lampsakos ve

Opson için Myus. Opson Türkçedeki “katık” sözcüğünde karşılığını bulur ve et olsun, balık, peynir yada zeytin olsun, “ekmeğin yanında yenecek herhangi bir yiyecek” anlamına gelir179.

Sözcük beslenme alışkanlıklarında ilginç bir farklılığı yansıtmaktadır. Bugün batı dünyasında et yada balığın yanında ekmek yenirken, eski Yunanlılar, bugün Türklerin yaptıkları gibi ekmeğin yanında et yada balık yiyorlardı. Ekmek yaşamın temel direği idi. Bir Türk köylüsünün yemekte yarım somundan az ekmek tükettiği ender görülür. Myus’un

Themistokles’e sağladığı opson, hiç kuşkusuz öncelikle balıktan oluşmuştu180. Tarihçi

Diyodoros’un anlattığı gibi, Myus çevresinde balık çok boldu. Bugün de birkaç kilometre uzaktaki dalyan aynı duruma tanıklık etmektedir.

178 Texier 2002, 256 179 Strabon, XIV, 426 180 Bean 2000, 67

52

Belki garip, ama yukarıda anlatılan öykü Myus’un tarihinde, bir kral tarafından armağan edildiği tek olayı yansıtmaktadır. İ.Ö. 201 yılında Makedonia Kralı V. Philippos, ordularıyla Anadolu’dan geçer. Elindeki erzak tükendiğinde, Magnesialılara başvurur. Onlar da krala bir miktar incir verirler, çünkü tahılları yoktur. V. Philippos daha sonra Myus’u ele geçirince, incirlere karşılık kenti Magnesialılara armağan eder. İki kez başkalarına verilme onursuzluğunu yaşayan özgür kentlerin sayısı fazla değildir kuşkusuz.

Myus’un tarihçesi genelde Maiandros Nehri’nin getirdiği milin tarihçesidir181. İ.Ö. 499 yılında buraya 200 savaş gemisinden oluşan bir filo demir atabilmişti. Ama beş yıl sonra Lade

Savaşı’na Myus yalnızca üç gemiyle katıldı. Savaşa girmeyi göze alanlar içinde bir tek, bir yarı-kent sayılan Phokaia bu kadar az gemiye sahipti. Myus’un Delos Birliği’ne olağan katkısı bir talent, İonia kentlerinin ödediği en düşük tutardı. İ.Ö. 390 yılında Myus en azından

özgür bir kenttir hâlâ. Bazı topraklar yüzünden Miletos ile anlaşmazlığa düşmesi,

özgürlüğüne işaret etmektedir. İ.Ö. 201’de ise bir miktar incire karşılık, elden çıkarılabilecek kadar gözden düşmüştü. 2.yüzyıl başlarında Miletos’un, Myus baş tanrısı Apollon

Terbintheos için kutsal sayılan bir arazi üzerinde hak iddia etmesi, Myus’un Miletos yönetimi altına girdiğini gösterir. Bu arada sıtma ve Maiandros’un mili durmaksızın etkilerini sürdürmekteydi. Strabon’un zamanında nüfus o denli azalmıştı ki Myus, bir kente özgü işlevleri gerçekleştirmemeye başlamıştı; politik bir birlik kimliği altında Miletos ile kaynaştırıldı. Aynı tarihlerde deniz yoluyla Myus’a ulaşma olanağı da kalmamıştı. Küçük tekneler ile 4.83 km. boyunca nehirden ilerlemek gerekiyordu. Pausanias, oluşumu canlı bir anlatımla betimlemiştir.

“Myus’un yakınında küçük bir koy vardır” der; Pausanias182, sözünü ettiği koy olasılıkla günümüzdeki Azap Gölü’dür. Sonra da şöyle devam eder sözlerine:

181 Texier 2002, 59-65 182 Pausanias (Description of Greece), I-V.

53

“Maiandros bu koyun ağzını çamurla kapayarak onu bir lagüne dönüştürdü. Deniz geri

çekilip, lagün de bir tatlı su gölüne dönüşünce, buradan o kadar çok sivrisinek türedi ki,

Myuslular kenti terk etmek zorunda kaldılar. İçlerinde kült heykellerinin de bulunduğu taşınır eşyalarını yanlarına alarak Miletos’un yolunu tuttular.

Kent nehir kıyısındaki bir tepecik üzerinde yükselen Bizans kalesinin yardımıyla ayrımsanabilir. Tepenin yamacı, birbirinin ardında yükselen iki kaya terası oluşturacak biçimde işlenmiştir. Yukarı teras küçük bir mekan ya da niş içeren kayadan bir duvar ile sınırlanır. Nişin içerisinde bir takım oyuklara rastlanmaktadır. Terasın üzerinde, genişliği 17 m.yi bulan, Dor düzeninde görkemli bir tapınak yer alır. Tapınak olasılıkla Sakız Ağacı

Tanrısı Apollon Terbintheos’a aittir. Yan duvarlardan birinin temelleri ile ona koşut uzanan ve olasılıkla peristasis sütunlarını ayakta tutmaya yarayan, daire biçimli bir dizi çukur kısmen günümüze gelmiştir. Büyük taşlardan örülmüş, Kyklop tarzında bir duvar yukarı terası desteklemekte, aşağı terası ise yandan sınırlamaktadır. Pausanias’ın değindiği Dionysos

Tapınağı aşağı terastadır183. Tapınaktan günümüze kalanlar temellerin bir bölümü ile bir istinat duvarı ve beyaz mermerden yapılmış bir takım sütun parçalarıdır. Ana yerleşme doğudaki ikinci tepededir. Burada kayalara oyulmuş birtakım evler, mezarlar ve sarnıçlar saptanmıştır.

Myus’ta sürdürülen kazılara ve çevrenin modern yapılaşmadan yoksunluğuna rağmen, kentte işlenmiş eserlere ender rastlanması, bu tür malzemenin yeniden kullanılmak üzere

Miletos’a taşınması olasılığı ile açıklanmaktadır. Nedeni ne olursa olsun, kesin bir gerçek

İonia’da kazı görmüş hiçbir ören yerinin bu denli az buluntu vermediğidir. (Lev. XIIa)

Diğer kentlerdeki gibi Myus’un da kamusal yapılara sahip olması gerekir. Ama bunlar sözünü ettiğimiz az sayıda parça dışında hiçbir iz bırakmamıştır. Myus’un yerleştirildiği sırtın doruğundaki Avşar Kale adı verilen küçük Bizans kalesi geç dönemden bir istisnadır.

183 Texier 2002, 56-59

54

Maiandros’un denize döküldüğü yere yakın Strabonun ifadesiyle kürekli kayıklarla otuz stadioniçeri gidilince, on iki İonia kentinden biri olan ve şimdi halkının seyrekliği nedeniyle Miletos’la birleştirilmiş bulunan Myus bulunur184

3.2.2 Alinda

Alinda antik kenti bugün, Aydın İlindeki Karpuzlu Ovasının batısında ve ona egemen, denizden 280 m yükseklikteki bir tepenin güney ve doğu sırtlarına yayılmıştır185. Doğudan başlayarak, Miletos’a varmadan önce Alabanda ve Mylasa kentlerinden geçerek, Ege kıyılarına uzanan ana ulaşım ağı üzerinde yer alan bir coğrafi konuma sahiptir. (Lev.XIIb).

Konumundan kaynaklanan kentin bu stratejik önemi Alinda’nın bilinen tarihinden önceki olası varlığını ve önemini ortaya koyan Hitit metinlerinde de algılanabilmektedir. Kentin erken dönemdeki yerleşimine kanıt olarak alınabilecek bir Hitit metninde, II. Murşili’nin

İyalanda’ya geldiği ve kente girişinin engellendiği belirtilir. Hitit Kralı’nın ulaşılması güç topraklar olarak tanımladığı Miletos’a açılan yoldaki bir geçidi denetiminde tutan

İyalanda’nın ele geçirilememesindeki başlıca neden, dik ve sarp kayalıklar üzerine konumlandırılmış olmasına bağlanmaktadır ki, söz konusu merkezin Alinda olduğu konusundaki belirgin görüşlerin yanı sıra, coğrafi yapısı da bu varsayımı doğrular niteliktedir186.

Tamamen bir Karia yerleşimi olduğu kaydedilen Alinda’nın kökeni hakkında pek fazla şey bilinmemektedir. İlkçağ tarihinde Alinda, Karia Satrapı Mousolos’un kız kardeşi

Ada’nın, yine kardeşi olan Piksodaros tarafından yaklaşık olarak M.Ö. 340 yılında tahttan indirilmesi ve Alinda’ya sürülmesiyle başlar187. Ada, burada saltanatını kısmen de olsa sürdürmeye devam etmiştir. Bu sırada tahtını tekrar ele geçirmeyi hedefleyen kraliçenin bu

184 Strabon, XIII, 188 185 Doruk 1987, 1117-1137 186 Özkaya 2006, 606 187 Anabolu 1967, 87

55 bekleyişi çok uzun sürmemiştir. M.Ö. 334 yılında Piksodaros tarafından sürgüne gönderilen

Ada, Büyük İskender’e kendisinin elinden alınmış olan krallığını ihya etmesi için yalvardı ve ona bizzat kendi oturduğu Alinda’yı verdi188. Buna karşılık ise kaybettiği tahtını geri istemiştir. Ayrıca kraliçelere yakışan bir davranışla onu evlat gibi benimsemeyi önermiştir.

İskender ise çok nazik bir şekilde Alinda’yı almayı reddetmiş ve oğlu olarak kabul edilme fikrini memnuniyetle kabul etmiştir. Daha sonra iki burun haricinde Halikarnossos ele geçirildiğinde, bunların işgal edilme görevini Ada’ya bırakmış ve bu iş bittiğinde onu tüm

Karia’nın kraliçesi olarak ilan etmiştir189.

Kraliçe Ada bütün hayatı boyunca Büyük İskender’e derin bir hürmet duymuştur.

Alinda şehri onun ve arkasından gelenlerin zamanında süratle Yunan kültürünün çerçevesine girmiştir. Alinda’nın belirli bir zaman için kendisine “Latmos bölgesindeki Aleksandreia” adını takmıştır. Ayrıca kraliçe Ada’nın ünlü Yunan heykeltıraşı Praksiteles’in kendi elinden

çıkma bir Aphrodite heykeline nail olduğu bilinir190. Kentin kültürel bir değişim geçirdiğine kanıt olarak halkının bir kısmının kendisini Atina soyundan gelme “Erektheis” boyu kabul etmesi gösterilebilir. Bunların yanı sıra, ele geçen bir yazıtta ise Olympikhos’un emrindeki iki askerin onurlandırıldığından söz edilmektedir ki bu da, söz konusu komutanının komuta merkezinin Alinda olduğunu düşündürür. Her ne kadar kültürel bir değişim yaşasa da,

özündeki yerel Karia dokusunu hiçbir zaman yitirmeyen kent, önemini olasılıkla Roma döneminde de sürdürür191. Şehir M.S. 3. yüzyıla kadar para basmaya devam etmiştir ve daha sonra Stauropolis (Aphrodisias) himayesinde dini bir merkez haline geldiği kaydedilmiştir192.

188 Strabon, XIV, 230 189 Bean 2000, 201 190 Anabolu 1967, 88 191 Özkaya 2006, 606 192 Bean 2000, 203

56

3.2.3 Alabanda

Aydın ili’nin Çine ilçesi’ne bağlı Marsyas (Çine) Çayı Vadisi içinde yer alan ve

Herodotos’ta adı iki kez geçen Alabanda, yazar tarafından bir kez Karia193, bir kez de

Phrygia194 kenti olarak gösterilir. Strabon ise, iç kesimlerin işarete değer üç yerleşmesini sayarken Mylasa ve Stratonikeia ile birlikte Alabanda’dan da bahseder195. (Lev

XIIIa)Stephanos Byzantios, Kar dilinde “ala” kelimesinin “at”, “banda” kelimesinin de

“zafer” anlamına geldiğini söyler. Mythosa göre Kral Kar, süvari alayıyla bir zafer kazanınca oğluna Alabandos adını vermiştir. Cicero “Tanrıların Doğası” kitabında Alabandos’dan bir tanrı olarak söz eder ki bu, şehre adını veren kurucu kültün adıdır196. M.Ö. III. yy. sonunda

Seleukos kralı Antiokhos III tarafından Makedonyalı göçmenlerin yerleştirilmesiyle kolonize edilen kent, bir süre Antiokheia Khrysaor adını taşımış ve ilk sikkelerini bu adla basmıştır.

M.Ö. 188’de Apameia Barısı ile Rhodos’a bırakılan kent, M.Ö. 167’de Mylasa ile birleşerek

Rhodos’a açtığı savaş sonucu özgürlüğüne ve eski adına kavuşmuştur197. Alabanda’da bulunan M.Ö. I- M.S. I. yy. a ait bronz bir sikkenin ön yüzünde sağa dönük, sarmaşıklı bir

Dionysos başı, arka yüzünde “KICCIOC” yazısı ile birlikte sırtında sadağı, aşağı sarkıttığı sol elinde yayı ve ileriye uzattığı sağ elinde bir kartal bulunan, başı sarmaşık çelenkli Apollon, ayakları dibinde bir koç ile betimlenmiştir198.

Bu sikke Alabanda’da Apollon Kissios tapınımı olduğunu göstermekle birlikte ön yüzünde Dionysos’un betimlenmiş olması ve sarmaşık anlamına gelen199Kissios’un Dionysos ile ilişkili bir epithet olması tartışmaya açıktır. Pausanias Akharnai’da Dionysos’un Kissios

193Herodot, VII. 195 194Herodot, VIII, 136 195Strabon, XII, 2, 22 196Cicero III. 39, 50 197Sevin 2001, 113–114; Akurgal 1993, 475-476 198 Head 1977, 607 199 Kerenyi 1976, 63, 196

57 olarak tapınım gördüğünü söyler200. Tanrının buna benzer diğer epithetleri Kisseus ve

Kissophoros’dur201. Pausanias Athena’nın da Epidauros’da Kissaia olarak tapınım gördüğünü bildirir202 ki, burada Athena tapınımının Dionysiak kült içinde asimile olduğu görülür203. Aynı

şekilde Alabanda’da Apollon kültünün Dionysos kültüyle asimle olduğunu söylemek olasıdır.

3.2.4 Kelenai Apameia

Kelenai (Apameia-Dinar) şehri konum olarak eski Phrigia şehirlerini tipik özelliklerini yansıttığı söylenebilir(Lev.XIIIb). Xenophon’un büyük bir şehir olarak bahsettiği Keramon

Agora ve Attouda her ikisi de yüksek bir bölgeye kurulmuş hisarları bulunan birer ticaret kentleriydi. Bu şehirlerin kuruluşunu Kelenai’a benzetebiliriz. Burada oluşturulan ticaret alanları, marketler büyük ihtimalle bir tanrının koruması altında kurulan ticari oldukları kadar aynı zamanda dinsel oluşumlardı. Bu yüzden bölgede bir altar ve buraya sık sık ticaret yapmaya gelenler için bir genel bir kült alanı bulunmaktaydı. Bu durum birçok yerde görülmekte olmasına karsın tarihsel konumları hiçbir zaman tam olarak aydınlatılmamıştır204.

M.Ö. VII. yy’da Lydia, Mermnad hanedanlığı zamanında büyük ölçüde genişlemiş

Halys’e kadar tüm Phrygia bölgesini yönetimleri altına almışlardır. M.Ö. VI. yy’ın başlarına kadar ise Kelenai şehri Lydia egemenliği altında güvenli bir ticaret merkezi olmaya devam etti. Herodotos’tan, Kelenai kentinde Pythios oğlu Atys adında bir yöneticinin ikamet ettiğini

öğreniyoruz. Kendisi Darius’a seferi için oldukça büyük miktarda para yardımı teklif etmiştir205.

200 Pausanias, I., 31, 6 201 Laumonier 1958, 440 202 Pausanias, II., 29,1 203 Laumonier 1958, 440 204 Ramsay 2003, 412 205 Heredot, 26–29

58

Küçük Asya Pers kontrolüne geçtiği zaman Kelenai kentinin de zaman içinde bölgenin doğal bir avlak sahası olması ve doğal güzelliklerinden dolayı satrapların ikamet ettiği bir yer olarak seçilmesiyle önemini arttırmıştır. Kserkses’te Grek seferi esnasında şehirden geçmiştir.

Dönüşü esnasında da bölgede bir süre ikamet ettiği düşünülmektedir. Kendisi Marsyas’ın kaynak bölgesinde bir saray da inşa ettirmiştir206. Kelenai ayrıca genç Kyros’un da tercih ettiği bir yer olmuştur. Kendisi, babası Darius tarafından M.Ö. 407’de Batı ve Orta Küçük

Asya’yı yönetmek için gönderildiğinde Maeandros’un kaynağı yakınlarında kendisi bir saray inşa etmiş ya da en azından buradaki bir sarayda ikamet etmiştir. Kyros ise Kelenai’i M.Ö.

401’de ordusu için bir toplanma alanı olarak kullanmıştır. Onun ölümünden sonra (M.Ö.401) sonra Kelenai, Tissaphernes tarafından yönetilmeye devam eder207. Apameia, uzun yıllar

Güney Phrygia’nın merkezi olarak, üstünlüğü ellinde bulundurmuştur208.

Büyük İskender’in doğu seferi sırasında Maiandros bölgesinden geçerek Kelenai gittiği bilinmektedir. (Lev XIVa) Bu esnada Phrygia valiliğine Philipos oğlu Antigonos’u getirmiştir. Arrianos bu olayı şöyle açıklamaktadır;“Bundan sonra Askania gölü (Acıgöl) yanından Phrygia’ya doğru yürüdü. Beşinci gün Kelenai önüne vardı. Bu şehirde her yanı dik bayır olan bir hisar vardı. Burayı Phrygia satrapı bin Karialı ve yüz Hellen ücretli askerle tutmaktaydı. Pers satrapı İskender’e elçiler göndererek birkaç güne kadar yardımcı kuvvet gelmezse şehri ona teslim edeceğini vaat etti. Bu teklif İskender’e hiçbir yandan hücum edilemeyecek olan kaleyi muhasaradan daha karlı geldi ve bu teklifi kabul etti. Sonuçta yardımcı birliğin gelmemesi sonrasında İskender Apameia valiliğine Antigonos’u getirdi.

206 Xenophon, Anabasis, 7-9 207 Ruzicka 1985, 204 208 Göçer 1971, 29

59

Burada bin beş yüz asker bırakan İskender bu birliğin komutanlığına da Amyntas oğlu

Belakros’u tayin ettikten sonra ’a doğru ilerledi”209.

III. Aleksandros generallerinden olan ve onun ölümünden sonra bölgeyi başlangıçta onun imparatorluğu adına, daha sonra kendisini kral ilan ederek kendi adına yöneten Phrygia satrapı Antigonos, Kelenai şehrini kendi ikametgâhı olarak seçmiştir. III. Aleksandros’un ardılları arasında oluşan anlaşmazlıklar nedeniyle Anadolu coğrafyasında uzun seneler devam edecek savaşlar başlamıştır. Seleukhos’un halefi olan Antiokhos Soter döneminde ise (M.Ö.

280-261) Küçük Asya’da ticari faaliyetlerin sürdürüldüğü ana yollar üzerine, kontrol sağlamak amacıyla bir çok ordugah şehirler kurulmuştur. Doğal olarak Kelainai kenti kurulacak şehirler için seçilen ilk yerlerden birisi olmuştur. Şehir iki ayrı parçaya ayrılmıştır.

İlki Kserkses döneminde inşa edilen korunaklı bir kale, ikinci kısmı ise doğuya doğru hafifçe yükselen tepenin eteklerinde kurulmuş olan ticari bölgedir. Antiochos Soter bu bölgeyi daha uzağa Marsyas’ın ortasından geçtiği bir platonun üzerine taşımıştır210. Kurulan bu yeni yerleşim yerine Apameia adı verilmiştir.

Roma’nın imparatorluk döneminde Phrygia şehirlerinin refahının öncekine göre daha fazla arttığını görüyoruz. Hatta bu gelişmeye dair Dio Chrysostom’um Apameia’daki söylevinde şu şekildedir; “Sizler Phrygia, Lydia ve Karia’nın ve etrafınızda bulunan diğer ulusların: Cappadocialılar, Pamphylialılar ve Pisidialılar’ın önünde gelmektesiniz. Ve tüm diğer uluslar için şehrinizi bir buluşma ve pazar yeri haline getirdiniz. Yönetiminiz altında birçok zengin kasaba ve köy bulunmaktadır. Vergilerinizin miktarı, diğer şehirlerarasında

209 Arrianos, İskender’in Anabasisi, 66 210 Ramsay 2003, 421

60 sizin gücünüzden büyük kanıtıdır…”211. Nitekim kentin Roma döneminde daha muntazam bir hale getirildiği ve önemli bir ticaret kenti olduğu bilinmektedir.

Xenophon Kyros’un Apameia’daki sarayının ortasından Maiandros nehrinin aktığını ve kaynağının da bu sarayın arazisi olduğunu söyler212. Dio Chrysostom ise Apameia nehirleri hakkında şöyle demektedir: “Buradaki nehirler en geniş ve en işe yarar kaynaklara sahipler.

Şuradaki Marsyas, suyu şehrinizin ortasından geçer. Orgas ve Maeandros şimdiye kadar görülmüş nehirlerin en tanrısal ve bilge olanları, bunları gören birisi onların Asia’nın en iyi nehirleri olduğunu söyleyebilir”213.

3.2.5 Eumeneia

Eumeneia (Çivril) Bergama kralı II. Attalos Philadelphos(M.Ö. 159-138) tarafından kurularak, kardeşi II. Eumenes’in adı verilmiştir214. Aynı ova içinde 14-15 km uzaklıkta yer alan Peltai antik kentinin bir Seleukos kolonisi olmasına rağmen, Eumeneia bir Bergama kuruluşudur. Açıkçası kentin kuruluş amacı, Yukarı Menderes Vadisi içinde bir geçiş noktasında yer alan215 Eumeneia üzerinden, Apameia’ya ve daha iç kesimlere Bergama

Krallığının etki alanını yaymaktı216. Bu açıdan antik kentin bulunduğu tepe tüm ovaya hakim olup, Apameia üzerine geçiş dar noktadan sağlanmaktaydı.(Lev XIIIb) Çünkü su kaynağının

çıktığı noktadan itibaren günümüzdeki gölalanı antik dönemde bataklıktı. Eumeneia

örneğinde olduğu gibi, Bergama etkisindeki şehirler çoğunlukla Seleukos kolonilerine karşı kurulurdu217.

211 Ramsay 2003, 428 212 Xenophon, Anabasis, 7-8 213 Chrysostom 1951, 13 214 Sevin 2001, 206 215 Özsait1982, 326–361 216 Sevin 2001, 206 217 Ramsay 1960, 45

61

Eumeneia antik kenti, Bergama kent geleneğine uygun bir şekilde kurulmuştur. Roma

Döneminde ise antik kentin ışıklı kaynağı etrafındaki ovada yayıldığı görülür. Bu açıdan da kent Bergama ile büyük benzerlik göstermektedir. Bergama kent geleneği; Grek şehircilik anlayışını yansıtan Atina Akropolünün dinsel ve kutsal karakterlerine karşın, daha çok halk toplantılarının ve gezintilerinin yapıldığı, günlük yaşantının geçtiği, devlet ve ticaret işlerinin görüldüğü, spor hareketlerinin düzenlendiği alan ve yapılardan oluşur. Bu uygulama tamamen

Anadolu’ya özgü bir karakter taşır. Zaten Bergama Akropolünün mimari düzenlemesi

Hattuşaş’daki Büyük Kale ve Troia VI ile de benzerlik gösterir218.

Eumeneia’da aşağı Roma Kentinin bulunduğu alanda, şehri doğuya doğru sınırlayan zengin su kaynakları vardır. Bu kaynaklar Hellenistik Dönemde ovanın içinde güneye doğru akarak, büyük bataklıklar meydana getirirler ve hemen hemen Maiandros ile birleşme yerinde akarsu olma özelliğini kaybederlerdi. Roma Döneminde ise bu bataklıklarda su kaynaklarının

Maiandros’a ulaştırılması için kanal ve kanalizasyon sistemleri yapılmıştır219. (Lev XIVb)

Şehirde M.Ö. 2.yy’ın ortalarına doğru kentin kuruluşu ile birlikte, sikke basımına geçildiği görülmektedir. En erkene tarihlenen M.Ö. 2. yy’a ait bronz otonom sikkelerde

“Eumenwn” yazısı görülmektedir. Sikkeler üzerinde meşe yaprağı çelenkli Zeus başı, Athena başı, Dionysos başı, Nike, Tyche, üçayak arasında çift yüzlü balta ve yönetici isimleri yazılmıştır220. Yarı otonom ve İmparatorluk Dönemi sikkelerinde ise; İmparator Tiberius

(M.S.14–37) Döneminden Galianus (M.S.267–268) Dönemine kadar “Eumenwn” yazısı görülmektedir. Daha sonra ki dönemlerde ise “Eumenwn Acaıwn” yazısı ve Dioynsos,

218 Akurgal 1993, 330-331 219 Ramsay 2003, 354 220Head 1977, 673

62

Hermes, Serapis, Efes Artemisi, Apollon, şehir tanrıçası, Glaukos nehir tanrısı, çift yüzlü baltalı binici tanrı, genç senato ve İmparator büstleri görülmektedir221.

Eumeneia antik kentinde halk meclisleri olan Boule ve Demos yer almaktaydı. Ephoi ve Neoi birlikleri yazıtlarda geçmemesine rağmen, Gerausia ve Strategos geçmektedir. Kentte görülen en yüksek yönetici erken imparatorluk döneminde üç Archon’u içermekteydi. Fakat geç dönemlerde Strategos bir şehir yöneticisi ve bir başkan gibi ön plana çıkarak önemli hale gelmiştir. Bunun yanında Magistrat, Agoronomos, Eirenarch, Grammateus ve Pera Phylax gibi unvanlı memuriyetlerde kentte yer almaktaydı222.

Özellikle Roma İmparatorluk döneminde Eumeneia antik kentinin konumu itibariyle

Romalı askerlerin dinlendikleri bir sayfiye şehri olması özelliği dikkat çekicidir. Kentte bir

Roma garnizonu ve emekliler için bir dinlenme yeri olduğu bilinmektedir223.

3.2.6 Mastaura

Maiandros vadisinden doğuya doğru uzanan ana yol üzerinde, ırmağın kuzey yakasında, Hıristiyanlık çağında her üçü de Asia Eyaleti’nin piskoposluk merkezi olan

Mastaura (Bozyurt), Anineta (Buğdaylık) ve Brioula (Bilara/Kurtuluş) gibi küçük kasabalar sıralanmışlardır. Bunlardan Strabon’un Nysa’ya komşu bir yere konumlandırdığı

Mastaura’nın erken dönemlerde kasaba olduğu bilinmektedir224.

Plinius (N.H. V 120), “Roma İmparatorluk Dönemi’nde sikke basacak kadar güçlenmiştir” diyerek sözünü etmiş olduğu bu küçük Lydia kenti, gerçekten de Menderes

Ovası’ndan doğuya doğru uzanan ana yol üzerinde kurulmuş önemli bir ticaret merkezi olarak

221Head 1977, 673–674 222 Ramsay 2003, 368 223Magie 1950, 126 224 Strabon, XIII, 215

63

ön plana çıkmıştır225. Hıristiyanlık çağında ise Asia Eyaleti’nin piskoposluk merkezi olmuştur.

Strabon tarafından Nysa yakınında oldugu bildirilen226 Mastaura, Mesogis (Kestane)

Dağları’nın güneyinde, Aydın ili’nin Nazilli ilçesi’ne 3 km uzaklıktaki Bozyurt Köyü sınırları içinde lokalize edilmektedir. Mastaura’da Stephanos Byzantios tarafından yerel bir Karia tanrısı olarak gösterilen Dionysos Masaris (Mãsariw) kültü vardır227. Anlamı bilinmeyen

Masaris’in, Dionysos’un baska bir epitheti olan Bassareus (bassareÊw)’un dialektik bir türü oldugu ileri sürülmektedir. Bassareus ise Lydialı Dionysos’a verilen isimlerden biri olup

Lydia dilinde “tilki” anlamına gelen bassara (bassãra) sözcügü ile ilişkilendirilmektedir. Tilki ile şarap tanrısı arasındaki ilişki ise su şekilde açıklanmaktadır: Eski çağlarda tilki, bağcıların bas düşmanıydı ve Bassareus da üzüm bağlarını bu tehlikeden koruyan özel bir ilahtı.

Bassara aynı zamanda Bakkhalar tarafından giyilen tilki postuna verilen isimdir ve bunu giyen Bakkhalara Bassaridler de denilmektedir228. Astour, Orpheus’u parçalara ayıran

Bassaridlerin adından yola çıkarak Bassareus kelimesinin “kesmek, parçalamak” anlamına gelen semitik “Basar” kelimesinden türediğini ileri sürmüştür229. Mastaura’da Dionysos kültünün varlığı Gordianus Pius Dönemi’ne tarihlenen bir sikke ile de kanıtlanmış bulunmaktadır. Ön yüzünde imparatorun portresi bulunan bu sikkenin arka yüzünde Dionysos cepheden, bas sola dönük, bedeninin alt kısmını örten bir khimation giymiş, sağ elinde üzüm salkımı, bir sütuna yasladığı sol kolunda ise bir thyrsos tutmakta ve ayaklarının dibinde bir panter bulunmaktadır.

225 Sevin 2001, 112 226 Strabon, XIV.1.47 227 Stephanus Byziantionlu. Mãstaura ;RE XIV/2 (1930) 2058; Laumonier 1958, 509, 718. 228 Ridgeway 1896, 21–22 229 Üreten 2005, 141–142.

64

3.2.7 Laodikeia ad Lycum

Laodikeia, (Eskihisar-Goncalı-Bozburun) Phrigia Bölgesi’ndeki Lykos Vadisi’nde,

Hierapolis’in güneyinde yer almaktadır. Denizli’ye 8 km. mesafede yer alan kenti Helenistik

Dönem’de Laodikeia isimli birçok kent kurulduğundan, kent yanında bulunan ırmakla ayırt edilerek, Laodikeia ad Lycum (Lykos üzerindeki Laodikeia) olarak adlandırılmıştır230. Bunun yanında Helen dilinde ‘Halkın adaleti; Laos ve Dike’ öğelerinden türemiştir231.

Lykos (Çürüksu) Vadisi, antik dönemde de günümüzde olduğu gibi Denizli’nin en verimli ovasına sahiptir. Ovaya adını veren Lykos nehri, Honaz dağı eteklerinden doğarak

Lykos ovasının ortasından geçip, Sarayköy yakınında Büyük Menderes nehrine karışmaktadır.

Kentin doğusundan başlayarak, kuzey ve kuzeybatısına uzanan bu nehir, Büyük Menderes’e katılmadan önce daha küçük kollar olan Asopos (Gümüşçay-Goncal Deresi) ve Kapros

(Başlıçay) ile birleşir232. (LevVIIa)

Plinius (NH. V.105), Antik kentin yerleşim alanında önce Diospolis ve sonra Rhoas adını taşıyan bir yerleşimin kurulu olduğunu ve Helenistik kentin II. Antiochos tarafından kurulduğunu belirtir. Zeus kenti anlamına gelen ilk ad, burada çok eski ve köklü bir kutsal alanın varlığını göstermektedir. Zeus Laodikeia’nın en önde gelen kurucu ve baş tanrısı olarak kabul edilmiştir. Rhoas ise eski bir Anadolu adıdır. Kentte bulunan sikke ve yazıtlara göre burada Yunan tanrılarının pek çok tapınım görmüş olması bunu destekler niteliktedir. Bu tanrıların başında da Laodikeialı Zeus veya Zeus Aseis gelir233.

230 Sevin 2001, 203 231Umar1993, 505 232 Şimşek 2007, 43 233 Baysal 2000, 44

65

Kent Hellenistik Dönem’de Seleukos kralı II. Antiochos Teos tarafından M.Ö. 261-

253 yılları arasında kurulmuştur234. II. Antiochos Laodikeia Kentini kurarken yolların birleştiği bir kavşak noktasını stratejik nedenlerden dolayı seçmiş olmalıdır. Bu stratejik konumu nedeniyle Laodikeia bölgenin ticaret merkezi de olmuştur. Antiochos geniş bir toprak alanının doğrudan ve sürekli denetimini sağlamayı amaçlayan, kesin bir askeri-siyasal projeye göre Laodikeia’yı kurmuş olmalıdır235. II. Antiochos kente karısı Laodike’nin adını vermiştir.

Başka bir deyişe göre ise Seleukos kralı I. Antiochos rüyasında üç kadın görür. Bu kadınlar, annesi, eşi ve kız kardeşidir ve her biri Karya’da birer kent istemektedirler. Antiochos ise bu isteği yerine getirir ve kız kardeşi Laodike’nin ismini bu kente verir. Diğer iki kent ise Nysa ve Antiocheia’dır236. Kentin kuruluş tarihi de II. Antiochos’un tahta geçme tarihi ile Karısı

Laodike’den boşanma tarihi arasında olmalıdır (M.Ö. 261-253)237.Laodikeia adına tarihte ilk kez, Polybius’un eserinde geçen, III. Seleukos’un M.Ö. 223’de öldürülmesinden sonra iktidar kavgalarının karışık tarihini anlatımında rastlanır. III. Seleukos ve Bergama Kralı I. Attalos arasında bir savaş çıkmış ve Kral güvendiği komutanı ve yeğeni olan Akhaios’u Attalos’a karşı sefer için görevlendirmiştir. Akhaios, Attalos’a karşı Sardes’te başarılı olmuştur.

Akhaios, III. Seleukos’un ölümünden sonra başa geçen Kral III. Antiokhos’u önceleri desteklese de bir süre sonra krala karşı ayaklanarak, M.Ö. 222 ya da 221’de Laodikeia’da kendisini kral ilan etmiş ve adına sikkeler bastırmıştır. Suriye’de M.Ö. 222’den sonra III.

Antiokhos’a karşı çıkan diğer isyanlar yüzünden Antiokhos, Akhaios’u hemen cezalandıramamıştır. Akhaios Sardes’te M.Ö. 213 yılında iki yıl kuşatmadan sonra yenilmiş ve kazığa dikilmiştir. Böylece III. Antiokhos, Seleukos Krallığı’nın Anadolu’daki parçasına yeniden kavuşmuştur238.

234 Texier 2002, 383

235Traversari1994, 69–71

236 Bean 1980, 213 237 Şimşek 2004, 305

66

M.Ö. 190 yılında Seleukoslarla Bergamalılar arasındaki Magnesia Savaşında

Seleukoslar yenilmiş ve ardından imzalanan Apameia barışı (M.Ö. 188) ile Lykos Vadisi

Bergama Krallığı’na verilmiştir239. M.Ö. 133 yılında III. Attalos’un vasiyet yoluyla Bergama

Krallığı’nı Roma İmparatorluğuna bırakması sonucu, Laodikeia M.Ö. 129 yılında Asya

Eyaleti’ne bağlanarak konsüllerce yönetilmeye başlanmıştır. Mitridates Savaşı (M.Ö. 85-88) sırasında kuşatmanın başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen kente büyük zarar vermiştir240.

Kilikya Valisi Cicero M.Ö. 50’de on hafta boyunca yargı işlerini burada sürdürmüştür.

Zenon’un başlattığı direnme ile M.Ö. 40 yıllarında şehir, Labienus’a karşı koymuştur. Marcus

Antonius Zenon’un oğlu Polemon’a önce güneyde geniş bir alanın yönetimini, sonra da,

Karadeniz kıyılarında Pontus’u vererek bu davranışını ödüllendirmiştir. Labienus’a karşı yapılan direnişlerinden ötürü Laodikeia halkı Roma Vatandaşı olma ayrıcalığını kazanmıştır.

Strabon; Zenon’un oğlu Polemon’un cesaretinden dolayı önce Antonius, sonra Augustus tarafından krallığa layık görüldüğünü söyler241.

Roma’ya olan bağlılığıyla olduğu kadar yüksek zekası ve derin bilgisiyle ünlü olan

Polemon’a M.Ö. 10 tarihinden önce İmparator Augustus (M.Ö. 27-M.S. 14) Bosporos

Krallığını vermiştir, ama Polemon tahta geçmek için savaşmak zorunda kalarak bu savaşta hayatını kaybetmiştir. Hanedanlık Polemon’un eşi Pythodoris’in sayesinde devam etmiştir.

Pythodoris M.S. 1. yy’da önemli Romalıların dostluğunu ve desteğini kazanmış, Tralleisli

Pythadorus’un varlıklı ailesine mensuptu. Daha sonraki kuşaklarda Polemon ve Pythodoris’in oğulları ve bir kızı Trakya’da kraliyet ailesinin, Dağlık Kilikya’daki Olba’da rahip hanedanlığının başına geçmiş ve Pythodorus’un kendisi Kapadokya Kralı Arkhelaos’la

238 Şimşek 2007, 61 239 Baysal 2000, 44 240 Strabon, XIV, 84 241 Strabon, XIV, 85

67 evlenmiş, bu evlilikten olan oğlu Zenon da Armenia Kralı olmuştur. Açıkça görüldüğü gibi

Laodikeia, İmparator Augustus’un Anadolu’da izlediği hanedanları evlilik bağlarıyla birleştiren Roma politikasının önemli bir parçasıdır. Yeni Roma düzeninin çıkarlarını açıkça kollayan bu politika, krallıklardaki en seçkin ve en zengin aileleri desteklemiştir242.

Laodikeia, M.S. 60 yılındaki büyük depremden sonra imparatorluk yardımı olmadan toparlanmayı başarmıştır. Laodikeia M.S. 2. yy’da çok zenginleşmiştir.Roma İmparatorluk

Dönemi’nde Laodikeia, düzenli olarak vergilerini ödemiş olup, Commodus ve Caracalla dönemlerinde kent tapınak koruyuculuğu ‘Neokoros’ ünvanını alarak vergiden muaf tutulmuştur. Laodikeia’yı M.S. 129’da Hadrianus, M.S. 215’te Caracalla ve M.S. 370’de

Valens ziyaret etmiştir.243 Laodikeia M.S. 3. yy’a kadar Kibyra Conventusu birliğine dâhil olur. M.S. 3. yy’dan itibaren Frigya Pacatania’sının başkenti durumuna gelir. Kent

Nikodemia, Hierapolis, Smyrna, Ephesos, Kolossai, Tripolis ile ticari birlik anlaşması yapmış ve birlik sikkeleri basmıştır244.

Laodikeia, antik dönemde Anadolu’daki en önemli ve en gelişmiş ticari merkezlerden biri olmuştur. Yün ticareti ve üretimi kente büyük zenginlik getirmiş ve Laodikeia’ya antik dünyada haklı olarak büyük bir ün sağlamıştır. Bu zenginliğin en önemli kaynağı,

Laodikeia’da yetiştirilen kuzguni siyah renkli bir tür koyun ve bunların yününden sağlanan dokuma ürünleridir.

Polemon Hanedanlığının başlangıcından çok önce bir öğrenim merkezi olan

Laodikeia’da septik (kuşkucu) filozoflar, Antiokhos ve Theiodos gibi ünlü filozoflar yetişmiştir. Tıp öğreniminin de çok önemli olduğu Laodikeia’da, Strabon’un zamanında

242 Şimşek 2007, 62-63 243Şimşek 2007, 67 244 Şimşek 1999, 1-28

68

Zeuxis tarfından büyük bir grup Herophileian (antik dünyanın en ünlü hekimi) tıp okulu kurulmuştur245.

Antik dönemde önemli bir dini merkez olan Laodikeia, bu önemini Hıristiyanlık döneminde de devam ettirmiştir. Bu bölgede Hıristiyanlık, St. Paul’un yaşadığı sırada arkadaşı Kolossai’li Epaphras tarafından yayılmıştır. Bununla ilgili olarak, Kolossaililere gönderilen mektupta Laodikeialıların da adı geçmektedir. Laodikeia’daki Yahudi

Kolonizasyonu’nun varlığı bu yeni inancın yayılmasına büyük katkıda bulunmuştur; ancak bölge halkının ekonomik gelir düzeyinin yüksek olması, bu yeni din anlayışına olumsuz bir tavır takınmalarına neden olmuştur. İncil’de adı geçen yedi Asya kentinden biri deLaodikeia’dır. Kent zenginliğinden dolayı önceleri Hıristiyanlığa pek ilgi göstermemiştir.

Ancak M.S. 4. yy’da evrensel Hıristiyanlık meclisi Laodikeia’da toplanmıştır246.

Bizans Dönemi’nde diğer Batı Anadolu kentleri gibi Laodikeia ‘nın da etrafı sur duvarlarıyla çevrilmiştir. Sur duvarlarının yapımında malzeme olarak önemli anıtlara ait kesme bloklar kullanılmıştır. M. S. 494’teki büyük depremle birlikte tamamen yıkılan

Laodikeia bir daha eski konumuna ve zenginliğine ulaşamamıştır. Kentin su yolları M. S. 7. yüzyıl başlarında İmparator Focas Dönemi’nde (M.S. 603–610) meydana gelen deprem sonucu bozulmuştur. Kentin terk edilme nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, Sasani ve

Arap istilaları sonucu korunmasız durumda kalmış kentte yaşayan halk su kaynaklarına yakın, kurulu olduğu alandan biraz daha güneye kayarak bugünkü Denizli-Kaleiçi ve Hisarköy’e,

Salbakos’un (Babadağ) kuzey eteklerine taşınmıştır247. (Lev. XVa)

245 Şimşek 2007, 65 246 Bean 1987, 269 247 Şimşek 2007, 39

69

3.2.8 Tralleis

Antik kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında Tralleis, Aydın’ın hemen kuzeyinde,

Mesogis (Kestane) Dağları’nın güney yamacındaki yüksek tepelik üzerine kurulmuştur248.(Lev. XVIa) Halkın bu trapez biçimindeki geniş ve yüksek platoyu yerleşim alanı olarak seçmesinde; kuzeyde, doğu-batı yönünde uzanan Mesogis Dağları ile güneyde,

Menderes Nehri’nin suladığı verimli arazilerin yer aldığı Menderes Ovası’na hâkim olması

önemli bir rol oynamıştır. Böylece kent hem Mesogis Dağları’nın sağladığı doğal savunma hattı ile güçlenebilmiş hem de stratejik konumu nedeniyle güneyindeki geniş Menderes

Ovası’nı kontrolü altına alabilmiştir249. Tralleis, en az Antik Çağ Kral Yolu kadar büyük

önem taşıyan ve Büyük Menderes Nehri boyunca uzanan, Güney Yolu’nun250 önemli bir güzergâhını oluşturmaktadır. Strabon’un da değimiyle kent, Smyrna-Ephesos- Magnesia-

Tralleis-Nysa ve Laodikeia hattı üzerinde oldukça önemli bir kavşak noktasını oluşturmuş ve hem askeri hem de ticari yönden ana yolun güvenliğini sağlamıştır251.

Tralleis şehri Menderes Nehri’nin üzerine değil de nehirden dört kilometre uzaklıkta yüksek bir tepe üzerinde kurulduğundan, şehrin su ihtiyacını Mesogis (Kestane) Dağı’ndan doğarak, büyük küçük birçok dereyi önüne katan, İkizdere, Kemer Deresi ve Tabakhane Çayı karşılamıştır. Akropolün eteğinden geçen Eudon (Tabakhane) Çayı’na kentin içinden geçen

Thebaites olarak adlandırılan bir başka su kaynağının katılmış olduğu görülür. (Lev. XVIIa)

Kent, gerek coğrafi konumu gerekse uygun iklim koşulları sebebiyle verimli topraklara sahip olmuş, dolayısıyla önemli etkinliklerin ticari merkezi ve antik çağın önemli kentlerinden biri olmuştur252.

248 Texier2002, 98 249 Dinç 1998, 206 250 Magie 2002, 16 251 Strabon, XIII, 212 252 Texier 2002, 102

70

Menderes Nehri’nin veya Mesogis Dağlarının doğal sınır kabul edilmesi nedeniyle kent bazen Karia bazen de Lydia bölgesi içinde yer almıştır. Strabon’a ve kilise listelerine göre Tralleis’in bir Karia kenti olduğu anlaşılmaktadır253. Fakat bugüne kadar ele geçen bir iki kısa yazıttan başka Tralleis’te Karia Alfabesi ile yazılmış yazıt yoktur254.

Bu güne kadar yapılan araştırmalarda, Tralleis antik kentinin M.Ö I.bin yılın başlarında Yunanistan’dan Batı Anadolu’ya göç eden Argoslular ve Thrakia ya da İllyria’dan gelen Traller tarafından kurulmuş olabileceği söylenmiştir255. Tralleis adı ilk kez

Xenophon’un Anabasis ve Hellenica adlı eserlerinde geçmektedir. Ancak bu eserlerde

Tralleis’de yaşayan halkın kökeni hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ramsay, bu durumu şöyle değerlendirmektedir: Tralleis adının Xenophon’un eserlerinde iki kez yer almasını, kentin Avrupa ile olan bağlantısına bir kanıt olarak kabul eder256. Ancak Umar,

Tralleis sözcüğünün Hellen ya da Thrak kökenli olamayacağını, Anadolu’ya özgü bir kökten geldiğini ve bu ismin Xenophon tarafından Helenleştirildiğini ileri sürmektedir257.

Tarihsel geçmişinin M.Ö. V. Yüzyıla kadar gittiği bilinen kentin daha sonraki dönemlerde gelişmesi ve ün yapması üzerine bazı antik yazarlar tarafından tarihçesi yazılmıştır. Bunlardan Aphrodisias'lı Apollonios ve Koptos'lu Khristodoros tarafından

Tralleis'in tarihi iki kez yazılmıştır. İmparator Anastasias'ın çağdaşı bir ozan ve manzum halinde yazılmış birçok tarih kitabının yazarı Khristodoros'un eserlerinin birinden Suidas;

Patria Tralleon olarak söz eder. Eserden yalnızca mitolojik kişiliklere ilişkin üç mısra kalmıştır. Apollonios'un eserinin başlığı yine Suidas'a göre, Peri Tralleon'idi. Tralleis'e ilişkin kitaptan kalan, yalnızca başlığı olmuştur.

253 Strabon, XIII, 212 254 Yaylalı 2008, 555-578 255 Texier 2002, 102 256 Ramsay 1960, 119 257 Umar 2001, 86

71

Asıl adı Tralleis olarak yaygın kabul gören kent, tarih boyunca değişik isimlerle anılmıştır. Bunlar arasında en erken olanı Kharks’tır258. Oldukça şüpheli bulunan bu isimlerden diğer ikisi Erymna ve Euantheia’dır259. Geç Arkaik ve Klasik dönemde Perslerin

(M.Ö 546) Lydia krallığına son vermesiyle kent ve çevresi Persli satrapların yönetimi altına girmiştir. Bu dönemden itibaren Tralleis, komşuları Menderes Magnesiası ve Ephesos’un aracılığı ile Yunan etkisine maruz kalarak M.Ö IV. yy’ın ortalarından itibaren tamamen bir

Yunan kenti haline gelmiştir260. Aynı zamanda Ordularına karşı koyacak kadar güçlü olan Tralleis, Büyük İskender’e savaşmaksızın bağlılığını bildirmiştir (M.Ö. 334). Birkaç yıl

Antigonos’un egemenliğinde kaldıktan sonra (M.Ö. 313) kent Seleukosların eline geçer ve

Seleukeia adını alır261. Böylece sınırlı bir özerkliğe kavuşan kent bronzdan sikkeler basmıştır.

Seleukos kralı III. Antiokhos’un (M.Ö.190) Bergamalılar ve Romalılar’a karşı başlattığı ünlü savaşta Roma’ya karşı tavır alan bu kent Ephesos ve gibi şehirlerle birlikte

II.Eumenes yönetimindeki Bergama Krallığı’na bağlanmış ve Tralleis adını almıştır262.

Kent, M.Ö. 133’e kadar Bergama Kralları’nın yönetiminde kalmış bu krallar burada oturarak bir saray inşa ettirmişlerdir263. Tralleis bu dönemde Attaloslar’dan büyük yardım almış gerek zenginliği gerekse ünlü retorik (hitabet) hocaları ile önemli bir ticaret ve kültür merkezi haline gelmiştir. Öyle ki Bergama Krallarından I.Attalos döneminde Ephesos’da,

II.Eumenes döneminde Pergamon’da basılan Kistophoriler’in Tralleis’de de basımına izin verilmiştir. Kentte bulunan anıtsal yapıların tamamına yakını bu dönemde yapılmıştır.

Tralleis’in, Hellenistik Dönem boyunca zenginlik ve refah içinde yaşadığını, bu döneme ait olduğu antik yazarlarca söylenen ünlü yapıtlar göstermektedir. Başlıcaları; Zeus Larasios,

258 Bean 2000, 221 259 Texier 2002, 98 260 Dinç – Özkan – Takaoğlu, 1999, 2-14 261 Özgan 1982, 6 262 Özgan 1982, 7 263 Dinç – Dede 2004, 339-354

72

Asklepios, Nike ve Dionysos tapınakları, Dor düzeninde sütunlara sahip koridor, Agora,

Pergamon Kralları’nın Kiremit Sarayı, Alabandalı ünlü Apaturius tarafından yapılmış tiyatro ve Gymnasium’u ile Stadion’dur.264

Roma hâkimiyeti altındaki Tralleis, bu dönemden itibaren Batı Anadolu’da gelişen isyan hareketlerinden olumsuz yönde etkilenerek gücünü yitirmeye başlamıştır. Kent, M.Ö.

89 yıllında Pontus kralı VI. Mithridates’in Anadolu’daki Roma hâkimiyetine karşı başlatmış olduğu isyana katılmıştır. Kentteki Roma tapınağına toplanan Roma yanlıları acımasızca katledilmiştir. Sulla’nın (M.Ö. 85) başarıları ile Romalıların lehine sonuçlanan bu savaşların ardından Batı ve Orta Anadolu Roma’ya katılmıştır265. Bu isyana katılan pek çok kent gibi

Tralleis de beş yıl ağır vergi ödemekle cezalandırılmıştır. Daha sonra Pompeius’un ılımlı tutumuyla vergiler hafifletilmiş ve hatta Tralleis de M.Ö. 58 yılında yeniden Kistophor basımına izin verilmiştir266.

Roma Dönemi’nde Tralleis’in bir nebze olsun önem kazanmasında, aslen Nys olup,

Tralleis’de ikamet etmiş olan Pythodoros büyük rol oynamıştır267. Pompeius ve M. Antonius ile iyi ilişkiler kurmuştur. Roma’nın Cumhuriyet döneminde iyice gelişen ve ün yapan kentte yaşayan diğer bir ünlü ise Zeus Larasios tapınağında başpapaz görevini yürüten Menedoros idi268. Ayrıca İmparator Hadrianus’un devlet kadrosunda çalışan, azatlı bir köle olan Tralleisli

Phlegon da kentte yaşayan ünlüler arasındadır269. Strabon’un da belirttiği gibi zengin, kültürlü ve çok sayıda değerli insanın yaşadığı bir kent olmuştur.

264 Vitruvius, VII,V,5; Dinç – Şahan 2006, 249-256 265 Dinç – Şahan 2006, 249-256 266 Dinç 1998, 210 267 Texier 2002, 98 268 Strabon, XIII, 212 269 Morgan 1996, 215

73

M. Ö. 26 yılında meydana gelen depremde Batı Anadolu’daki diğer kentler gibi

Tralleis de tahrip olmuş, fakat İmparator Augustus döneminde yeniden onarım görmüştür.

Agathias’ın anlattığına göre, asıl vatanının böyle alt üst olacak kadar yıkılmasından etkilenen

Kheremon adında bir köylü, Cantabrelere bir sefer yapmakla uğraşan imparatoru gidip bularak şehrin yeniden kurulmasını istedi ve bu imparatorun kabul etmesiyle sonuçlandı270.

Kent, Bizans İmparatorluğu döneminde, 1259-1282'de Adronikos Palaiologos II tarafından yeniden kurulmuştur271.

Aydın ve çevresinde XI. yy'dan itibaren Türkler'in varlığı görülür. XIII. yy'da

Aydınoğulları Beyliği'nin yönetimine giren kent bulunduğu tepeden güneye inerek

Güzelhisar adıyla anılmaya başlamıştır272. XV. yy'da Osmanlı yönetimine girmesiyle birlikte sancak merkezi olmuştur. 1899'da önemli bir deprem ve yangın geçirdikten sonra küçülmeye başlamış, 1922'deki Yunan işgali sırasında büyük ölçüde tahrip olmuştur273.

3.2.9 Nysa

Antik Karia bölgesinin önemli bir kenti olan Nysa, Aydın - Denizli karayolu üzerinde,

Aydın'ın30 km. doğusunda bulunan Sultanhisar ilçesinin 3 km. kuzeybatısında yer almaktadır.

Aynı zamanda İzmir - Denizli demiryolu üzerinde bulunan Sultanhisar ilçesi, böylece bağrında tarihin en değerli hazinelerinden birisi olan Nysa antik kentini saklamaktadır. Nysa,

Aydın'ın doğusunda bulunan ve Eskiçağ'da Messogis olarak adlandırılan bugünkü Aydın dağlarının güneye bakan yamacında, kışın su taşmalarına neden olan, buna karşın yazın kuruyan Tekkecikdere adlı bir akarsuyun çevresinde çok dik bir boğazın oluşturduğu alanın her iki yanında kurulmuş olan eski bir yerleşimdir. Bu nedenle de romantik bir görünüme

270 Texier 2002, 100 271Dinç 1998, 211

272Texier 2002, 10 273 Dinç 2003, 17 74 sahip olan kent, kuzeydeki bu Messogis dağının 1200 m yüksekliğindeki kütlesiyle oldukça iyi bir şekilde sınırlandırılmıştır. Kentin güneyi ise Büyük Menderes nehrinin vadisine doğru açıktır ve bugünkü Sultanhisar’ın kuzeyindeki yerleşmelere sınır oluşturur274. (Lev. XIXb)

Nysa'nın kuruluşu hakkındaki bilgileri Augustus devrinin ünlü gezgin ve coğrafyacısı

Amasya'lı Strabon (M.Ö. 64 - M.S. 21) ile tarihçi Byzantion'lu (İstanbul) Stephanus'un (M.S.

6. yüzyıl) anlattıklarından öğrenmekteyiz. Nysa, daha önce de değindiğimiz gibi Eski Çağ'da

özellikle eğitim alanında ünlü olan bir kentti ve Strabon da bu kentte eğitim görmüştü. Antik kentteki Gymnasion ile Kütüphane kalıntısı Nysa'daki bu eğitim yapılarını oluşturmaktaydı.

(Lev. XIXa)

Nysa adı özellikle Hellenistik devir krallık ailesi kadınları arasında oldukça sık rastla- nan bir addır275. Byzantion'lu Stephanus, Ethnica adlı eserinde Eski Çağ'da Nysa adını taşıyan on kentten Karia bölgesindekinin Suriye Kralı Seleukos'un oğlu I. Antiochos Soter (M.Ö.

281-261) tarafından eşi adına kurulduğunu belirtir. Strabon'a göre ise Nysa, Peloponnes'deki

(Yunanistan'ın güneyindeki Mora yarımadası) Sparta'dan gelen Athymbros, Athymbrados ve

Hydrelos adlı üç kardeş tarafından kurulan üç ayrı küçük yerleşmenin sonradan büyük bir kent halinde birleşmesi ile olmuştur ve Athymbros da bu yeni kentin kurucusu olarak anılmıştır. Bu nedenle antik kent başlangıçta Athymbra olarak adlandırılmış ve zaman zaman da Antiocheia olarak tanınmıştır. Kentin adının M.Ö. 2. yüzyılın başlarında Nysa olduğu bilinmektedir. Nysa'nın tarihi konusunda çok şey bilinmemektedir. Bununla birlikte,

Seleukosların Anadolu'da kurdukları askeri koloniler halindeki kentlerin yanında, küçük yerleşmelerin synoikismos (birleşme) yoluyla tek bir sivil kent halinde oluşturdukları kent kurma politikasına uygun bir şekilde kurulmuş olan Nysa'nın, Kral III. Antiochos (M.Ö.223-

274 İdil 1999, 27-29 275 Sevin 2001, 93 75

187) tarafından ele geçirildikten sonra sığınma hakkı istenilen bir kent olma ayrıcalığını elde ettiği bilinmektedir276.

Nysa, Romalıların yönetimi altında sikke bastırmıştır ve antik kentte basılan sikkeler

M.Ö. 133-111 yılları arasına tarihlenmektedir. Birinci Mithridates savaşı sırasında Nysa'lı

Chairemon adlı varlıklı bir kişi Romalıları desteklemiş ve bunun üzerine Mithridates tarafından yakalattırılıp öldürülmüştür. Nysa'da çok varlıklı ailelerin bulunduğu bilinmektedir,

örneğin, Chairemon'un akrabalarından Pythodoros bunlardan birisiydi ve Pompeius ile

Caesar'la da yakın dostluğu vardı. Marcus Antonius'un kızlarından birisiyle evlenen

Pythodoros'un bu evliliğinden olan kızı Pythodoris ise önce Pontus sonra da Kapadokya

Kraliçesi olmuştu. Strabon, Pythodorisi iyi bir yönetici olarak tanımlar. Kentin gelişmesi

özellikle Roma İmparatorluk Çağı içerisinde, Strabon'un ölümünden sonraki dönemdedir.

M.S. 1.- 3. yüzyılda, yani Roma İmparatorluk çağı içerisinde Nysa'da neler olduğu konusunda çok fazla bir bilgimiz bulunmamakla birlikte bazı yazıtlarda İmparator Vespasian,

Hadrian, Antoninus Pius, Marcus Aurelius ve Commodus’un adlarının yanısıra İmparator

Galliemis'un küçük oğlunun adına da rastlanmıştır. Bizans çağında kent 12. yüzyılda

Selçukluların yönetimi altına geçmiş, ancak kısa bir süre sonra yine Bizanslıların hakimiyeti altına girmiştir. Nysa'nın 1402 yılında Timur tarafından istila edilmesinden sonra kent yavaş yavaş önemini kaybetmiştir. Kentte bugün görülen kalıntıların büyük çoğunluğu Roma ve

Bizans çağlarına aittir.

Nysa antik kentinin güneyinde yer alan bugünkü modern Sultanhisar ilçesi ise M.S.

14. ve 15. yüzyılda kurulmuş ve gelişmiştir277.

276 İdil, 1999, 18 277 İdil 1999, 30-31 76

Mastaura’dan hemen batıda Nysa’ya (Sultanhisar) varılmaktadır. (LevXVIIIa)Önceleri

Athymbriaadını taşıyan kent adını I. Antiokhos Soter’in eşi Nysa’dan almıştır278. Nysa, eğitim alanında ileri gitmişti ve ünlü filozoflar yetiştirmiştir279. Sonraları Ephesos metropolidiğine bağlı bir piskoposluk merkeziydi. Ortasından geçen bir dere ile iki kısma ayrılan kentten günümüze kalan kalıntılardan en iyi durumda olanları, Roma dönemi tiyatrosu, bouleuterionu ve II. yüzyılda yapılmış kütüphanesidir. Stadion’u ise çok özgün bir mühendislik yapıtıdır ve

Roma İmparatorluk Dönemi’ne aittir280İlk evresi, Geç Hellenistik-Augustus dönemine tarihlenen Nysa tiyatrosu, sahnebinası scaneae fronsu ile birlikte M.S. 2.yy’da (2. evre

Hadrian döneminde (M.S.120-140) ve 3. evre GeçAntonin-Erken Severuslar döneminde

(M.S.180-200) iki kez yenilenmiştir. Messogisler’in güney eteklerinden Maiandros vadisi boyunca ilerlediğinizde hastalara şifa verdiğine inanılan Kharonion adlı mağarasıyla ünlü,

Nysa’ya bağlı bir ziyaret yeri olan Akharaka (Salavadı) köyü yer almaktadır281.

Nysa, Mesogis Dağları’nın güney yamacında, Aydın ilinin Sultanhisar ilçesine bağlı

Eskihisar Köyü yakınında bulunmaktadır282. Strabon kentin Lakedaimon’dan gelmiş olan

Athymbros adlı bir kişi tarafından kurulduğunu bildirmektedir283. Önceleri Athymbria adını taşıyan kentin M.Ö. II. yy. baslarında Nysa adını taşıdığı bilinmektedir284. Stephanus

Byzantion, Antik Çağ’da Nysa adını taşıyan on kentten Karia Bölgesi’nde olanın Seleukoslu

Antiokhos Soter I. tarafından esi Nysa adına kurulduğunu bildirmektedir. Bir Nysa kistophorunun arka yüzünde içinde kurulu bir yay olan yay kılıfının etrafına dolanmış iki

278 Sevin 2001, 112

279 Strabon, XIII, 215

280 Sevin 2001, 112

281 Strabon, XIII, 215 282 Head 1977, 654; İdil 1999, 27. 283 Strabon XIV, 1, 46 284 İdil 1999, 29

77 yılanın sağında Dionysos ayakta, sağa dönük ve elinde thyrsos tutarken tasvir edilmiştir285.

M.Ö. II. yy’a tarihlenen sikkelerinin ön yüzünde kentin baş tanrısı Hades ile eşi Kore’nin başları yer alırken, arka yüzde Dionysos ayakta, kısa bir khiton giymiş, sol elinde thyrsos, sağ elinde kantharos tutarken görülmektedir286. Kistophoros, M.Ö. II. yy. da Pergamon’da kurulan Attaloslar Krallığı’na bağlı şehirlerde basılan sikkelere verilen addır. Ön yüzünde içinden sürünerek yılanlar çıkan ve bir sarmaşık çelengi ile sarmalanan cista mystica (kutsal sepet) adı verilen bir tip bulunmaktadır. Bu resim basımın Dionysos’a bağlı olduğunu göstermektedir. Cista mystica, Dionysos’un khtonik karakteriyle ilişkilidir ki Pergamon’da khtonien bir tanrı olan Dionysos Kategemon kültü vardır287. Kistophorların arka yüzünde ise iki yanından birer yılanın dolandığı bir yay kılıfı ve darphaneyi belirleyen monogramlar ya da harfler yer alır288. Dionysos aynı tarihten kimi sikkelerin ön yüzünde sarmaşık çelenkli bası ile yer almış, bu sikkelerin arka yüzünde Persephone’nin Hades tarafından kaçırılışı betimlenmiştir. Nysa çeyrek kistophorlarının arka yüzünde yer alan, üzerinde asma yapraklarının bulunduğu üzüm salkımı da Dionysos ile ilişkili olmalıdır. Dionysos’un nympheler tarafından büyütüldüğü efsanevi Nysa Dağı’nın adını taşıyan kentin tiyatrosunun sahne yapısına ait altı adet podyum frizinde Dionysos’un yaşamından sahneler betimlenmiştir.

Bunlardan birinci frizde sırasıyla bir satyros, sepet taşıyan bir maenad, silenos ve yine bir maenad betimlenmiştir. Podyumun ön kısmında ise bir nymphe, Mesogis Dağı’nı simgeleyen bir dağ nymphesi, dağdaki su kaynaklarını simgeleyen bir nymphe ile Maiandros nehrini ifade eden nehir tanrısı yer almaktadır. Sahne Dionysos’u büyüten Nysa ile devam etmekte, onu sırasıyla Eros, Hades ile eşi Kore ve Pan izlemektedir. İkinci podyum frizinde dans eden

Maenadları Nysa’nın iki nymphesi, tanrıça Artemis, Athena, bir nymphe, Aphrodite ve

285 Konuk 2003, 157-201 286 Konuk 2003, 153 287 Anabolu 1988, 124 288 Konuk 2003, 153

78

Demeter izlemektedir. Sahnenin devamında Hermes bebek Dionysos’u bir nympheden alırken görülmekte, yan tarafta bir satyros yer almaktadır. Üçüncü frizde sırasıyla önünde bir keçi bulunan post giymiş bir satyros, Hermes, Silenos ve bir panter bulunmaktadır. Sahnenin devamında üç nymphe bebek Dionysos’a bir küvetin içinde banyo yaptırırken görülmektedir.

Bunların yanında bir Pan ile bir maenad dans etmektedir. Frizin yan kısmında Eros ile Pan bağbozumunda görülmektedir. Oldukça tahrip görmüş olan dördüncü frizde asma sürgünlü bir ağacın yanında Hermes ile iki nymphenin yanında nehir tanrısı ve Eros betimlenmiştir. Bu frizin yan tarafında iki satyros tarafından taşınan sarhoş Silenos kabartması bulunmaktadır.

Besinci frizde tahrip olmuş bir satyros kabartması, üzerinde bir yılan bulunan arabasının içinde Demeter, yanında olasılıkla Hekate ve ikisinin arasında üstte uçan bir Eros, altta ise bir yaban domuzu yer almaktadır. Kompozisyonun devamında Demeter, Kore ve Triptolemos hububat tarlasında görülmektedir. Bu sahnenin devamında Kore’nin kucağındaki Dionysos’un yanında üç korybant dans etmektedir289.

Aydın’ın doğusundaki Messogis dağının güney yüzü, kışın çok hızlı akan yazın kuruyan sayısız dere yatağıyla oyulmuştur290. Bunlardan bir tanesi Sultanhisar ilçesinin 2 km. yukarısındaki Nysa’nın kalıntılarını ikiye ayırmıştır. Nysa antik dünya haritasında çok sık görülen bir isimdir. Byzantionlu Stephanun’un listesinde bu isimde on şehir vardır. Aynı zamanda bu isim hellenistik kraliyet ailelerinin kadınları arasında da çok yaygındır ve

Stephanus’a göre Karia Nysa’sı Suriyeli Antiochos tarafından karısının adına kurulmuştur.

Diğer taraftan Strabon isimleri Athymbros, Athymbrados ve Hydrelos olan üç erkek kardeşten bahseder. Bunlar Sparta’dan gelmiş ve kendi isimlerinde üç şehir kurmuşlardır. Daha sonra bunları birleştirerek Nysa adı altında tek bir şehir haline getirmişlerdir.

289 Konuk 2003, 154 290 İdil – Kadıoğlu 2007, 647-670

79

Athymbros’u şehrin kurucusu olarak kabul etmişlerdir. Burada öğrenim gördüğü için

Nysa’yı iyi bilen Strabon halkın Athymbros’u gerçek kurucuları olarak kabul ettiğini söyler.

Strabon’un Seleukoslar’dan ve Antiochos I’in Nysa291 adındaki karısından bahsetmemesinden

ötürü Stephanus’un şahitliğinin bu kısmı muhtemelen gözden düşmüştür. Stephanus’un en az bunun kadar ihtimal dahilinde olmayan bir diğer açıklaması şehrin bir zamanlar 480 yılında

Pythes’in Xerxes tarafından misafir edilişinin ardından Pythopolis olarak adlandırılmış olduğudur. Yerleşimde, 3. yy’dan önce burada bir şehir olduğuna dair hiçbir şey bulunmamıştır. Bu da Nysa isminin şehre büyük olasılıkla M.Ö. 200 yılından sonraki bir zamanda Seleukos soyunun bir kadın üyesi onuruna verilmiş olduğunu gösterir ise de söz konusu olan adının kim olduğu tam olarak bilinmemektedir. Aynı zamanda Strabon’un bahsetmeyişine rağmen Nysa’nın bir Seleukos yerleşimi olduğu hemen hemen kesindir;

çünkü Seleukos ve Antiochos’un Atymbrialılar’a verdiği ve en erken M.Ö. 281 yılına ait olan bazı imtiyazlar bulunmuştur.

Nysa’nın sadece kendisine ait olan tarihi çok azdır. Bir yazıt bize Mithiridates savaşları sırasındaki olaylardan bir kesit verir292.

Nysa ilim alanında da geride değildir. Strabon, Nysa’da doğmuş çok sayıda hatip ve filozoftan bahseder. Bunların arasında Strabon’un hocası olan Aristodemos da vardır.

Aristodemos sabahları retorik, akşamları gramer olmak üzere günde iki kere ders verirmiş.

Roma’da Pompey’in çocuklarını eğiten Aristodemos’un Rhodos’ta da bir okulu vardır.

Nysa topraklarında yer altı tanrısı Pluton’un şifa veren bir kutsal alanı ve bunun yakınında doğa bakımından olağanüstü olan Kharonion adındaki bir mağara vardır. Bu yer,

Nysa ile Tralleis arasındaki Akharaka Köyünde’dir293.

291 Bean 2000, 224 vd. 292 Strabon, XIV, 256

80

3.2.10 Magnesia ad Meandrum (Menderes Magnesia’sı)

Magnesia ad Meandrum, Aydın İli, Germencik İlçesi Ortaklar Bucağına bağlı Tekin

Köy sınırları içinde Ortaklar-Söke karayolu üzerinde yer almaktadır.. Kuruluşunun anlatıldığı efsaneye ve antik kaynaklara göre Thessalia’dan gelen ve Magnetler olarak isimlendirilen bir kavim tarafından kurulmuştur294. Fakat kimileri ise Kuzey Yunanistan’daki Magnesia’dan gelen Aioller tarafından kurulduğunu aktarmaktadırlar295. Bu sebeple de Panionion’a kabul edildiği bildirilmektedir. Şehir önce Gyges tarafından M.Ö. VII. yy ilk çeyreği sonunda Lydia egemenliğine sokulmuş, bu tarihten kısa bir süre sonra Kimmer istilasıyla büyük ölçüde hasar görmüştür. Miletoslular tarafından yeniden inşa edilen Magnesia’nın M.Ö. 530 da yeni bir istilâya maruz kaldığını biliyoruz. Kyros’un kumandanlarından Mesares Magnesia’yı almış ve

Pers egemenliğine sokmuştur. Salamis savaşının ünlü kumandanı Atinalı devlet adamı

Themistokles’e Pers kralı Artaxerxes ile olan dostluğu yüzünden Magnesia şehri verilmiş

(M.Ö. 460), o da Phrygler’in Ana tanrıçası adına burada bir tapınak inşa ettirmiştir. Çeşitli olaylara sahne olan bu şehir Maiandros’un getirdiği alüvyonlarla dolduğundan, Spartalılar’ın kontrolü altında olduğu sırada, bugünkü kalıntıların bulunduğu yere M.Ö. 400 ile 398 yılları arasında nakledilmiştir296.İskender’in Asya seferi ile Pers egemenliğinden kurtulan Magnesia,

Seleukoslar’ın yönetiminde bulunduğu sırada büyük bir gelişme gösterir. Bergama krallığına geçtikten sonra aynı gelişimi sürdüren kent daha sonra Roma hakimiyetine girmiştir297.

Magnesia, Roma Döneminde önemini korumuş, Bizans Döneminde piskoposluk merkezi olmuştur298.

293 Bean 2000, 224-232 294 Bingöl 2005, 53-55 295 Human 1904, 145 296 Bingöl 1991, 105-114 297 Bayburtluoğlu 1981, 420–422 298 Bingöl 2005, 56

81

Apollon’un kehaneti ve lider Leukippos’un öncülüğünde o dönemde bir koy olan bugünkü Bafa Gölü kıyısında karaya çıkan Magnetlerin kurdukları ilk Magnesia’nın yeri kesin olarak bilinmemekle birlikte, Menderes Nehri kenarında olduğunu antik kaynaklardan

öğrenmekteyiz299.

Menderes’in sürekli yatak değiştirip taşması sonucu oluşan salgın hastalıklar ve

Perslere karşı daha emin bir kent kurma zorunda kalmaları nedeniyle Magnetler, M.Ö. 400 yıllarında kenti bugünkü yerinde, Gümüşçay’ın yanında yeniden kurmuşlardır.

Magnesia, bir kent suru ile çevrili, yaklaşık 1,5 km. çapında bir alanı kapsayan, ızgara planlı cadde ve sokak sistemine sahip bir kentti ve Priene, Ephesos, Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli bir konuma gelmişti. Magnesia antik kenti fazla yıkım ve tahribata uğramamıştır. Bunda nehir taşmalarının ve Gümüş Dağı’ndan inen yağmur sularının getirdiği mil tabakasının kenti örtmesinin de payı yüksektir300.

Magnesia’nın zamanımızdaki ünü antik dönem mimarı Hermogenes’ten kaynaklanmaktadır. Antik Dönem yazarı mimar Vitruvius’a göre Hermogenes oktagonal pseudodipteros tapınak planını uygulayan ilk mimardır. Vitruvius, Hermogenes’in baş yapıtının Magnesia’daki Artemis Leukophryene tapınağı olduğunu söyler.(Lev XXa)

Hermogenes’in tapınağı, Arkaik Döneme (M.Ö. 6 yy.) ait olan Artemis tapınağının kalıntıları üzerine Hellenistik Dönemde (M.Ö. 3/2 yy.) inşa edilmiştir. Tapınak, İon düzeninde 8 x 15 sütunlu olup 67.50 x 40 metreyi bulan boyutlarıyla Anadolu’nun 4. büyük tapınağıdır. Tapınağın önünde "U" formlu planıyla Bergama Zeus sunağına öncülük eden bir

299 Strabon, XIV, 188 300Yaylalı 1976, 16; Vapur 2009, 15

82 sunak bulunmaktaydı. Sunak, yüksekliği iki insan boyuna ulaşan kabartma ve heykellerle bezenmişti301.

Magnesia’daki diğer önemli bir yapı ise bugün toprak altında kalmış olan tiyatrodur.

Magnesia tiyatrosu (M.Ö. 2 yy. sonu), Vitruvius’un verdiği genel tiyatro planına en fazla uyan ender örneklerden biridir302. 100 yıl önceki kazılardan sonra yeniden toprakla örtülen diğer yapıların başında yine Hermogenes’in yaptığı varsayılan agora ve Zeus tapınağı gelmektedir.

Magnesia’da bugün görülebilen diğer yapılar Roma İmparatorluk dönemi ve daha sonralarına aittir. Spor ağırlıklı bir eğitim merkezi olan gymnasion, Miletos’teki Faustina hamamının küçük bir kopyası olan hamam, tiyatro ile Artemision arasında yer alan odeion, 25.000 kişilik stadion, su yolu, theatron olarak adlandırılan, tiyatro planlı bitmemiş bir yapı, çarşı bazilikası, niteliği henüz bilinmeyen bir Bizans yapısı ve Artemision’u da çevreleyen Bizans suru

Magnesia’da bilinen diğer yapılardır.

3.2.11 Miletos

Antik Yunan çağlarında bir bağımsız şehir olan Milet önce Neleus soyundan geldiklerini iddia eden krallar tarafından idare edilmiş; MÖ 800den sonra şehri idare eden aristokrat soylular olmuştur. MÖ 687den itabaren şehrin idare şekli, tyran adı verilen tek olarak mutlak idareci, diktatörlere geçmiştir. Milet M.Ö. 7. ve 6. yy.da en parlak dönemini yaşamıştır. Milet'liler özellikle M.Ö. 6. yy.da deniz ticaretini ele geçirmelerinden sonra

Akdeniz ve Karadeniz'de kurdukları koloniler sayesinde etkinliklerini çoğaltmış ve zenginleşmişlerdir. Giderek Milet, İon dünyasının başkenti haline gelmiştir.

Milet, Karadeniz kıyısında, içinde Trabzon, Sinop ve Kırım'ı da kapsayan, kendine bağlı 90 adet koloni kenti kurarak büyük bir güce ulaşmıştır. Milet Lidya'nın gelişmesi ile Lidya kralı

301 Demirtaş2006, 9–10 302 Bingöl 2005, 34

83 ile özel ilişkiye girmiş; fakat MÖ 547-546 yılları arasında Lidya Kralı Kroisos, Pers

Akhamenid İmparatorluğu'na yenilince Pers idaresi altına girmiştir.

Miletos; İonianın en eski ve önemli yerleşimlerinden biri olan kıyı kenti milet’in 4 limanı vardı. Bunlardan biri doğu koyda, diğer 3’ü ise batıda bulunmaktaydı. Menderes nehrinin taşıdığı milden ötürü bugün kent denizden oldukça içeride bir düzlük ortasında kalmıştır. Antik çağda miletin batısında kıyıdan açıkta yer alan ünlü Lade Adası aynı nedenle

şimdi 4 mil batısında kuru bir tepe görünümündedir. M.Ö. 494’te Lade adası yakınlarında Ion donanmasını ateşe veren persler bütün donanmayı yakmıştır.

Milet "Lade Deniz Savaşına" 80 gemi ile katılmış, tüm donanmasını yitirmiş ve kazanan Persler, M.Ö. 494'de kenti ve beraberinde Apollon Mabedini yakıp yıkmışlardır.

Günümüzden 2000 yıl önce Söke ovası tamamen bir deniz, Bafa gölü de bir koy

şeklinde idi. Bu deniz kenarlarında antik çağın en güzel kentlerinden Miletos, Priene ve

Didim yer alıyordu. Büyük Menderes Irmağı (Maiandros) zamanla taşıdığı alüvyonlar ile; ilk

önce Priene önündeki denizi daha sonrada Miletos ve Lade Adası'nı da içine alan tüm bölgeyi doldurmuştur. Aynı dönemlerde Efes' de deniz kenarında iken, zamanla ön tarafı dolarak günümüzde ki halini almıştır.

M.Ö. II. binin ortalarından itibaren önemli bir Myken kolosinin varlığı bilinir. Bu kanıyı Alman arkeologların kazılarında ele geçen arkeolojik buluntular ve antik çağ yazarları doğrulamaktadır. Buraya yerleşen insanlar çoğunlukla Karia’dan ve daha az sayıda da

Girit’ten gelmişlerdir. Yaklaşık olarak M.Ö. 11. ve 10. yy’lar arasında Helenler tarafından kolonize edildiği düşünülmektedir303.

303 Greaves 2003, 16-20

84

Homeros, İlyada eserinde Miletoslu prenslerin Troyalılarla birlikte omuz omuza savaştıklarını anlatır. Bu kanıya göre ise Strabon “Karia’nın tümünde ve Miletos’ta Legeglere ait mezarlar, kaleler, ve iskan yerleri görülür” der ve “Ephoros’a göre Miletos önce Kreta’lılar

(Girit) tarafından denizden içerde, eski zamanların Miletos’unun bulunduğu yerde kurulmuş ve tahkim edilmiştir. Sarpedon, Kreta’daki Miletos’tan getirdiği göçmenlerle burasını iskan etti ve geldikleri kente izafeten Miletos olarak adlandırıldı. Burası önceden Leleglerin elinde bulunuyordu, fakat sonradan Neleus ve halefleri bugünkü kenti tahkim ettiler diyerek devam eder. Strabon’un da ifade ettiği gibi Miletos Atina Kralı Kodros’un oğlu Ptylos’lu Neleus

önderliğindeki İonialılar tarafından kurulmuş ve Helenler kentteki erkekleri öldürüp dul eşleri ile evlenmişlerdir304.

Arkaik Dönem’de kent nüfusunun güçlü bir Karia öğesi içerdiği ve Thales’in babasının da Karialılılara özgü Eksamyes adını taşıdığı bilinmektedir. Miletos, Anadolu’daki

Yunan kolanizasyonu konusunda çok erken tarihlere ait bulgular veren kentlerden biridir. En erken keramik örneklerinden bazıları, Minos Çağı Girit keramikleri ile yakınlıklar göstermektedir. Miletoslular denizler üzerinde rakip tanımadılar. M.Ö. 8. yy’a kadar erken bir dönemde, özellikle 7. yy’da Hellespontos, Propontis ve Euksenios kıyılarında birçok koloni kurdular. Miletos kolonilerinin toplam sayısı doksanı buluyordu. Hiç kuşku yok ki, kolonilerin tümünde nüfusu yalnızca Miletoslular oluşturmamıştı. Dışlanmış kişiler, sürgünler ve yeni bir yurt arayan diğerleri için ana kent, daha çok bir yol gösterici görevini taşıyordu.

Bu tür kişiler, Miletos’ta toplanıp gönderilecek ilk topluluğa katılmış olmalıdırlar. Koloniler ile yapılan ticaretin kentteki zenginliği arttırdığı kesindir305.

En parlak dönemlerini M.Ö. 7. ve 6. yy’larda yaşayan kentin özellikle 7. Yy’da etrafı surlarla çevrili 120 hektarlık alanı kaplayan bir polis-kent olduğu

304 Strabon, XIV, 186 305 Bayburtluoğlu 1981, 351-352

85 bilinmektedir306(Lev.XXVIa) M.Ö. 650 yıllarından sonra antik kaynaklara göre 90 civarında koloni kentleri kuran Miletos’ta bu döneme ilişkin önemli bir gelişme kendi ürettiği seramiklerdeki azalmadır. Bu bize Miletos’ta bu tarihten itibaren başka bir ürün (tarım- zeytinyağı vb.) ticaretin arttığını göstermektedir307. Aynı yüzyılın sonlarında ise Pers mücadelelerini başlatan Miletos ilk sikkelerini 7. yy’ın sonlarında basmıştır. Elektrondan basılan bu sikkeler üzerinde sembolü olan aslan yer almaktadır308.

M.Ö. VI. yy’ın hemen başlarında kendi ağırlık sisteminde (Lydia-Miletos) bastığı bu sikkelerin ön yüzlerinde sağa ve sola bakan aslan başı, arka yüzeylerdeyse dört yapraklı çiçek motifi yer alır. Bu sikkelerin hemen sonrasında (M.Ö. 575) basılan ve tek örneği bulunan bir sikkesinin ise ön yüzünde çerçeve içerisinde yatan ve kafasını geriye çeviren aslan protomu yer alır. Aynı sikkenin arka yüzünde ise üç incusum bulunur; bu incusumlardan ilkinde sağa bakan tilki, ikincisinde bölünmüş dikdörtgenler ve sonuncusunda ise dört yapraklı çiçek motifi yer almaktadır. VI. yy’ın ortalarına gelindiğinde ise aynı tip sikkenin gümüşleri de basılmaya başlanmıştır. Fakat Miletos’un az önce bahsettiğimiz gümüş sikkesi ile yaklaşık olarak aynı tarihlerde bastığı sanılan (M.Ö. 550) bazı gümüş sikkelerinin ön kısımlarında ise yıldız biçimli rozet, arka kısımları ise dört yapraklı çiçek motifi yer almaktadır. VI. yy’ın sonlarında ise (M.Ö. 530-500) aslan başlı, aslan protomlu ve aslan masklı tiplerin gümüşten basımları devam etmiştir309.

M.Ö. 494 yılındaki Lade Savaşı, ayaklanmanın başarısızlığı ve Perslerin Miletos’u ele geçirmeleri kentin altın çağına son verdi.Daha önce bir kez bile kaba kuvvete boyun eğmeyen

Miletos’ta olay korkunç bir felaket gibi algılandı. Atinalı bir oyun yazarının “Miletos’un

Düşüşü” adlı tragedyası sahnelendiğinde, izleyicilerin gözyaşları seller gibi akmış, yazar

306 Reinhard 1999, 399 307 Aktüre 2003, 228-229 308 Tulay 2001, 141 309 Tekin 1997, 77-78

86

1.000 drahme para cezasına çarptırılmıştı. Herodotos’un anlattıklarına bakılırsa, kent tahrip edilmiş, erkekler öldürülmüş, kadınlar ve çocuklar tutsak alınmıştı. Her şeye rağmen, bir kuşak sonra Miletos yine ayaklarının üzerinde doğrulabildi. Perslerin Yunanistan’da yenilgiye uğratılması ve Anadolu’daki Yunanlıların özgürlüklerine kavuşmasının hemen ardından kent, yeniden inşa edildi. Yaşamının kalan bölümünü artık bu konumda sürdürecekti. Miletos M.Ö.

5. yüzyıl ortalarında Delos Birliği’nin bir üyesi olarak beş talent katkıda bulunuyor,

Ephesos’un ödediği tutarın çok az bir farkla gerisinde kalıyordu310.

M.Ö. 334 yılında İskender geldiğinde, kentte bir Pers garnizonu bulunmaktaydı.

Miletos İskender’e karşı koyan kentler içinde ilk sırayı aldı. İskender ivedilikle kuşatmaya girişti, gemileri kente yardıma gelen bir Pers filosunu etkisiz kıldı. Miletos şiddetli bir saldırıya uğramıştı. Kent, Helenistik Dönem’de sırasıyla Antigonos, Lysimakhos, Suriyeli

Seleukoslar, Mısırlı Ptolemaioslar, Pergamonlu Attaloslar ve nihayet Romalıların egemenliği altına girerek bu evre için olağan iniş ve çıkışları yaşadı. Asia eyaleti bünyesinde Miletos diğerleri gibi zengin ve refah içinde, bir “özgür” kentti; birçok güzel yapı ile donatılmıştı.

Ama Maiandros’un biriktirdiği mil, kenti giderek daha tehlikeli bir boyutta tehdit ediyordu.

M.S.4. yüzyıl dolaylarında kıyı şeridi Miletos Burnu’nu geride bıraktı, kısa bir süre sonra da

Lade bir ada olmaktan çıkmıştır311.

Tarih öncesi dönemde Miletos’taki yerleşimin kontrolü altında bulunan toprakların büyüklüğü hakkında bir şey söylemek olanaksızdır. Yerleşimde önemli olan bir Minos varlığı bulunduğuna ilişkin kanıtlar saptanmış olsa da Minos maddi kalıntılarına iç kesimlerde rastlanmadığı görülmektedir. Myken döneminde ise da dahil olmak üzere iç kesimlerde Myken seramiği bulunmuş olmakla birlikte Miletos/Millawanda topraklarının büyüklüğü kesin olarak saptanamamaktadır. Yine de Miletos’inde bulunduğu Milesia’nın

310 Bayburtluoğlu 1981, 352 311 Bayburtluoğlu 1981, 353

87 kuzey düzlüğü, coğrafi olarak ayrık bir bölge oluşturmaktadır ve yerleşim tarafından kontrol edildiği varsayılabilir. Arkaik dönem ve sonrası için Milesia territoriumunun büyüklüğü hakkında elimizde daha sağlam kanıtlar bulunur. Milesia adını Heredot’tan312ve sözcüğü

Miletos’in khorasını betimlemek için kullanılan Thukydides’ten biliyoruz. Kesin sınırlarını bilmediğimizden ve sahip olduğu alan zamanla değişiklik gösterdiğinden bu territoriumun boyutları tam olarak belirlenememektedir. Milesia territoriumunun çekirdeği yani metinlerde

Milesia olarak adlandırılan yaklaşık 400 km karelik alan kuzey kısmının üzerine Miletos’in kurulduğu kireçtaşı yarımadanın tümünü kapsar ve doğuda Akbük Koyundaki Teikhioussa yerleşimine kadar uzanır. Milesia territoriumunun gerçek büyüklüğünü saptamak için yapılan ve sonuçları sabırsızlıkla beklenen araştırmalar halen devam etmektedir313. Bu çekirdek alana ilaveten Menderes Vadisinin bir kısmı Mykale yarımadası Grion Dağı (İlbir Dağı) ve çevre adaların bir kısmı da muhtemelen Miletos’a aitti. Miletos’in Menderes Magnesia’sını bozguna uğrattıktan sonra Büyük Menderes Vadisinin daha önce Magnesia egemenliğinde olması gereken bazı kısımlarını ele geçirdiği düşünülebilir. (Lev. XXIIa) Magnesia’daki arkaik dönem yerleşimin yeri henüz kesin olmamasına karşın geç dönem kentinin yakınlarındaki alanda bu yeri saptamak için çalışmalar yürütülmüştür. Vadinin klasik Magnesia’nın bulunduğu yerden Menderes’in ağzının M.Ö. 5 yy. da bulunduğu yerden Menderesin ağzının

M.Ö. 5 yy. da bulunduğu tahmin edilen yere314kadar olan alanı yaklaşık 320 km kare alandır.

Grion dağının bulunduğu Milesia’nın doğusundaki yüksek rakımlı arazinin de arkaik dönemde geniş ölçüde Miletos kontrolünde olduğu anlaşılmaktadır. Persler Miletos’i ele geçirip topraklarını bölüştürdüklerinde, bu yaylalık araziyi Karialılara vermişlerdir ve burada

Pidasa kenti kurulmuş ve M.Ö 180’e kadar iskan edilmiştir315. Miletos’in uzağındaki dağlık

312 Herodot, 17-18 313 Laumonier 1958, 18 314 Bingöl 2005, 27 315 Aksu 1987, 230

88 bir yörede ve kıyıdan oldukça içeride bulunan bun alanın boyutlarının bir göstergesidir. Bu dağlık alan Milesia territoriumuna belki 300 km kareye varan büyüklüğüyle kayda değer bir katkı sağlamış olmalıdır. Ayrıca Miletos’in Latmos Körfesinin karşı kıyısında Mykale yarımadasındaki Thebai bir kült alanı bulunmaktadır. Fakat buradaki topraklarının büyüklüğünü belirlenememiştir. (Lev.VIIIa)

Miletos’un batısındaki birçok küçük adadan bazıları kentin tarihinin değişik dönemlerinde Miletos’un kontrolü altına girmişlerdir. (LevXXVa) Bu adaların alanlarını

ölçmek Miletos’in karadaki topraklarının büyüklüğünü hesaplamaktan daha kolay olmasına karşın kaynakların yetersizliği nedeniyle ne zaman Miletos egemenliğinde olduklarını kestirmek daha zordur. Bu adaların en yakın küçük olanı Lade Adası’dır. Lade’de arkeolojik kalıntılar bulunmamaktadır. Ancak ada Miletos’in batı limanlarını fırtınalarından ve açık denizden gelecek saldırılardan koruduğu için stratejik olarak büyük bir öneme sahiptir.

Lepsia’da bir dönem Milet kontrolüne girmiş olabilir fakat bunun ne zaman gerçekleştiği açık değildir.

Miletos’in etrafındaki bölge çok çeşitli kayaç tipleri ve oluşumlarıyla karmaşık bir jeolojik yapıya sahiptir316. Çevre alanda birbirlerinden çok farklı nitelikte üç ana jeolojik kuşak vardır. İç kesimlerde ve Miletos’in kuzeyinde bulunan görece daha yaşlı kayaçlar

Milesia yarımadası ve Büyük Menderes (Maindros) vadisi. (Lev.IIIb)

Bölgenin ana jeolojik gruplarından birincisi Milesia Yarımadasının doğusunda ve

Büyük Menderes Vadisinin kuzeyi ve güneyinde bulunur317. Bu alan granit ya da granodiyorit, şist, mermer ve gnaystan oluşur. Gnays Türkiye’deki en eski jeolojik bölgelerden biri olan Menderes masifinin kalıntısıdır. Menderes masifi prekambriyen ya da alt paleozoyik zamana tarihlenen ve Jura dönemindeki erken Alp dağoluşumu evresinde yükselen

316 Greaves 2003, 16 317 Aksu 1987, 227-250

89 merceksi gnayslardan meydana gelir. Bu gnays Myous’ta ortaya çıkar ve kuzeye doğru Büyük

Menderes Vadisi boyunca devam eder. Milesianın doğusunda Herakleia’nın kuzeyinde bulunan granit, lavların katılaşması sonucu meydana gelmiştir. Latmos Beşparmak dağ kütlesini ve Bafa Gölüne bakan gösterişli yarları oluşturur. Milesia’nın doğusu ve güneyinde bulunan mermer ise Mezozoyik zaman başkalaşımlarının bir sonucudur. Topografik bakımdan bu coğrafi kuşak, kayaçların yüzeyde büyük alanlar boyunca görülebildiği dağlık bir alandır. Miletos yakınlarındaki az miktardaki doğal kaynaklar bu kayaçlarda bulunur.

(Lev. XXVIIa)

İkinci jeolojik alan Milesia Yarımadası’nın kendisidir. Jeokronolojik bakımdan görece genç bir kaya kütlesi olan bu alan esas olarak Neojen bölüm tortullarından oluşur. Neojen bölümün Miyosen ve Pliyosen adında iki alt bölümü bulunur. Milesia Yarımadası temel olarak kuzey ucunda yükselen ve güney kısmında hafif bir eğime sahip olan dik bir kayalıktır.

Genel olarak daha yumuşak poros katmanlarına da sahip kireçtaşı kütlelerinden oluşmuştur318.

Bu dik kayalığın kuzey ucunun erozyona uğraması sonucunda yarımadanın kuzeyi boyunca bir getiren bir alüvyon tortusu kıyı şeridi meydana birikmiştir. Böylece kayalığın üst kısımları hayli çorak olmasına karşın burada çok derin toprak katmanları bulunmaktadır.

Milesia’nın kuzeyinde Miletos’in kurulmuş olduğu küçük bir yarımada bulunmaktadır.

Üçüncü ve belki de en ilginç ve önemli jeolojik alan Miletos’ten kuzeye doğru iç kesimlere ilerleyen Büyük Menderes Vadisi’dir. Batı Anadolu fay bloklarını yaratan önemli bir neotektonik olay olan Ege denizinin çökmesi horstlarla bölünmüş çöküntü grabenlerin oluşmasına yol açmıştır319. Horstlar her iki yanlarında kırılma ve çökme meydana gelmesi sonucunda oluşan yüksek alanlardır. Mykale yarımadasında olduğu üzere yüksek ve sarp yamaçlı olmaya eğimlidirler. En iyi şekilde Priene çevresinden ve kentin çarpıcı

318 Greaves 2003, 22 319 Greaves 2003, 17

90 akropolisinden görülebilen Büyük Menderes grabeni bahsi geçen çöküntü koyaklarından biridir ve dümdüz bir tabana ve neredeyse dikey olarak yükselen kenarlara sahiptir. Zamanla bu grabenin deniz suyuyla kaplı tabanı Maindros’un taşıdığı alüvyonla dolmuş ve günümüzün düz ve verimli Büyük Menderes ovası ortaya çıkmıştır320. (Lev XXIb)Büyük Menderes’in ağzı dağlardan gelen çok miktarda mil ve balçık nedeniyle güney ve batı yönlerinde dereceli olarak Ege denizine doğru kaymıştır. Menderes deltasının sahil çizgisi korunaklı Büyük

Menderes grabeninin içinde M.Ö. 500-M.S. 500 arasında hızlı bir şekilde hareket etmiş, tek bir binyıl içerisinde 10-17 km arasında ilerlemiştir. Bu ilerleme yaklaşık M.S. 700‘lerde

Büyük Menderes grabeninin ağzı boyunca oluşan kıyıya paralel kum tümseklerinin oluşmasıyla durmuştur. Komşusu Efes gibi, Miletos’in limanı da bugün denizden uzakta, kıyıdan 7 km’lik bir mesafede kalmıştır(Lev XXVa). Büyük Menderes vadisi uydu fotoğraflarında mükemmel bir şekilde görülmektedir.

Miletos antik kentinin iklimi hakkında antik yazarlardan Heredot fazla soğuk ve yağışlı ya da fazla sıcak ve kurak olarak değerlendirdiği kuzey ve güney bölgelerinin tersine

İonia’ya çok güzel bir iklim bahşedildiğini gözlemlemiştir321. Hippokrates’de İonia’nın suyu bol, ormanlık ve bol hasadı ve sağlıklı sürüleriyle çok bereketli olduğunu belirtir. Ne yazılı kaynaklar ne de Paleobotanik analizler yoluyla Yunanistan’da antik çağlardan bugüne fark edilir bir iklim değişikliği saptanmıştır. Yazların sıcak ve kurak, kışların ılıman ve yağışlı olduğu Akdeniz kara iklimi, Türkiye’nin Ege bölgesinde Yunanistan’da olduğundan daha belirgindir. Bölgenin kurak yaz mevsiminde hemen hemen hiç yağmur yağmaz, fakat toplam yağışın yüzde 70’i Kasım ile Mart ayları arasında düşer322. İonia kıyıları ve adalarındaki ortalama yağış miktarı, Attika ve çorak Kyklad Adalarından fazladır. Pindos Dağları bu bölgelere nemli batı rüzgarlarının ulaşmasını engellemektedir. Grion ve Latmos gibi kıyıdan

320 Aksu 1987, 235 321 Herodot, 142 322 Greaves 2003, 20

91 içeride bulunan ve deniz seviyesinden çok dik bir şekilde yükselen323sarp dağlar, batı rüzgarlarıyla gelen yağmur taşıyan bulutlar tutarlar. Bulutların bu dağların yamaçları boyunca yükselmesi soğumalarına ve yağış bırakmalarına yol açar. Bu yüzden Miletos çevresindeki bölge bu rüzgarların getirdiği yağmurlardan Yunanistan’ın doğu kıyılarına ve alçak seviyeli

Ege adalarına göre daha fazla yararlanır. Miletos en yakın Ege adasına sadece birkaç kilometre uzakta olsa bile, coğrafi konumundan dolayı dikkat çekici ölçüde farklı bir iklime sahiptir ve iklim ve tarım bakımından Yunanistan’ın bir parçası gibi değerlendirilmemelidir.

(Lev XVIa)

Trapezus'un kuruluş tarihi için herhangi bir türden görülür hiçbironaylama yoktur.

Ancak tarihin kendisi eski bir geleneği açığavurabilir. Trapezus'un kuruluşu görünüşe göre yatayolarak Kyzikos'unkuruluşuna bağlı idi, çünkü Eusebius her iki yerleşmeyi756'a koymaktadır ve diğer kentler Miletos kolonileri olduklarından ya da oldukları ileri sürü1düğünden dolayı, Trapezus kentininkuruluşu birkaç Pontos kentini kapsayan dikey bir

şema içine sokulmuşolabilir. Eusebius'un tarihlerine göre. Trapezus Sinope'den 125yıl önce kurulmuştur. Bu bir rastlantıdan başka bir şey olamaz,fakat 25'er yıllık bir nesiller şemasını da yansıtabilir. Eusebius'agöre Istros kenti Trapezus'dan 100 yıl sonra kurulmuştur; ve "ad

Nicomedemregem" e göre yine bir başka Miletoskolonisi olan ApolloniaPontika"aşağı yukarı

Kyros'un saltanatından 50 yıl önce kurulmuştur324.Böylece, Eusebius'un Sinope ve Trapezus' a ilişkin verdiği tarihlerin, Herodotos'un Sinope hakkındaki bildiriminin)Miletos'lularca bu

Ionia kentinin (Miletos) çok övülen başarısınıntekrardan canlandırılmasından doğduğundan

323 Greaves 2003, 21 324İstros Ermenice çeviride 656, Jerome'de 657 yılına ve "ad Nicomedem Regem"de Kimmer istilası zamanına tarihlenmektedir. Ermenice çevirinin 'a ilişkin tarihi (706)de 25 yıllık soylar (kuşaklar) şemasına uygun olacaktır. Apollonia Pontica için bkz."ad Nicomedem regem". 730-37 (Diller): "Miletos'lular, buraya gelerek, Kyros'un saltanatından yaklaşık elli yıl önce (Apollonia)’yı kurdular. Çünkü Mi1etos'lular İonia'dan Pontos'a pekçok koloni gönderdiler. Bunlar, barbarların saldırganlığından dolayı daha önce "Axenos" denilen denizin "Euxeinos" olarak adlandırılmasına neden oldular".

92 kuşkulanmamak içinherkesçebenimsendiği üzere az da olsa bazı nedenler vardır325.Eğer

Trapezus'un kuruluş tarihi böylesi bir şemanın parçası idiyse(güvenebiliriz ki, Miletos'lular tarihi benimsedilerse koloniye hakiddia etmiş olacaklardır) tarihin kesinliğinde geçerlilik bulunmayacaktır.Fakat Trapezus ile Kyzikos'un Istros, Sinope ve Apollonia'dakiMiletos yerleşmelerine göre bildirilmiş olan eskiliğini genelçizgilerle ifade etmelidir. Trapezus'un yaklaşık 750'de kurulmuş göründüğünüsöylemekten daha öteye birşey demek, fakat daha geriye söz söylemek, akıllılık olmayacaktır.

Sinope çoğunlukla bir Miletos kolonisi olarak tanımlanmaktadır ve çoğu eski yazarlar tarafından böyle gösterilmektedir, fakat burada güçlükler vardır. Durumun gösterdiği gibi, eğer Sinope 750'den önce kurulduysa Miletos'luların kenti kurma şansları çok kuvvetli değildir. Miletos 75 ya da 90 koloni kurmuş olmakla ünlenmiş ise de ona verilen yegane VIII. yüzyıl kolonileri Kyzikus, Sinope ve Trapezus'dur ve örneklerin her birinde verilme olgusu eski değil yenidir."ad Nicomedem regem" Sinope'deki ilk Grek yerleşmesini Argonaut'lara vermektedir. Eusebius Kyzikos'un kuruluşunu 756'a olduğu kadar 685'e de koymaktadır ve bazı düşünürler Miletos'luların bu her iki tarihten de (685'deki başarısızlıkla biten bir yerleşme olarak) sorumlu olduklarını varsaymışlardır; bununla birlikte burada eskiler kentin kökenlerini bir Argonaut bağı içine sokmaktadırlar.

Eusebius'un Sinope'nin kuruluşuyla ilgili verdiği tarih ile Kyzikus'un kuruluşuna ilişkin 756 tarihini, Miletos'lu kolonistlerin diğer Grek'lerin yerleştikleri kentlere uygun gördükleri tarihler olarak görmek ayartıcıdır326. Sinope'nin şu ya da bu zamanda bir Miletos

325 Bkz.Bilabel, Die Ionische Kolonisation; M.S. I.yüzyılda bile bir Miletos yazıtı Miletos'un Pontos'daki Grek kentlerinin metropolisi olduğunu anımsatan bir cümle ile açılmıştır. 326Strabon XII, 3, 11; “Miletos'luların zorla girişine ilişkin bir geleneği yansıtmaktadır: Autolycos "Iason ile yelken açanlardan biri olmuş ve bu yeri ele geçirmiş görünüyor; daha sonra Miletos'lular yerine uygun doğal karakterini ve yerleşiklerin zayıflığını görerek, onu kendilerine mal etmişler ve kolonistler göndermişlerdir”. Değişik bir biçimde, "Kimmer'lerin ordusu Asia'yı çiğnediğinde" buraya gelen Miletos'luların kenti Kimmer tehdidine karşı desteklemek için geldikleri tahmin edilebilir.

93 kenti olduğu yadsınamaz; bir Poseidon Heliconiustapınımının varlığı bu iddianın kanıtının gerektirdiği şeyi vermektedir."ad Nicomedem regem"in izlediği otoritenin Sinope'ye son kolonistleri. Getiren "Miletos'lu kaçaklar"olan Koos ve Kretines hakkında oldukça ayrıntılı detay bildiği de açıktır.

Miletoslu kolonistlerin Sinope'ye 630’da geldiklerinden kuşkulanmamamız gerekir.

Bununla beraber, bu yerdeki ilk Grek'lerden neler bilinmektedir.Kent hakkında hem

Autolykos hem de Habrondas "oikist" sayıldıklarından, çekişen iddiaların var olduğu söz konusu olabilir. Autolykos'un, doğalolarak, Miletos ile bağı yoktur. Habrondas hakkında ne biliniyor? "ad' Nicomedem' regem"in el yazması ona, adet olduğu üzere "Miletos doğumlu

Habrondas" olarak okunan “Abrontas Genei Milesios” diye işaret etmektedir.

Gerçi bir Miletos ata ismi belki “das” ifadesi ile bitebilirse de kesinlikle Ion karakterli görünmemektedir. Aubrey Diller'in "Habron To Genei Milesios” okuyuşu rahatsızlık verici ataismini kaldırmaktadır; fakat bir Habron bile, aşağıda değinildiği gibi, Miletos'dan başka bir anakenti işaret edebilir. Eumelus'un Sinope'yi Asopus'un kızı olarak adlandırması erken dönem Sinope'sinde Miletos'lu olmayanların varlığına ilişkin daha özlü bir kanıt oluşturmaktadır. Söz konusu Asopus Boiotia ırmağı değil fakatBowra’nın işaret ettiği gibi,Sicyon ile Korinth arasında akan deredir. Korinth ile birlikte diğer kentlere ilişkin tam bir liste, aralarında sadece Sinope değil fakat Korkyra da olmak üzere, Peloponnesos'lu Asopus'a bağlanmıştır ve Korkyra'nın Asopus'lu olaraktanımlanışının, Sinope'ninki gibi, zaten

Eumelus'un şiirinde göründüğünü düşünmek için neden vardır327.Herne olursa olsun,

Eumelus'un Sinope'yi Asopus'un bir kızı olarak adlandırmasının en mantıklı açıklaması,

Eumelus Corinthiaca’sını yazdığında hemşehrilerinin ve üyesi olduğu Bakkhiad'ların

Sinope'yi kurmada ya da kurulmasına katılmada hak iddiasında bulunmalarındandır328.

327 Banar 1998, 54-56 328 Alparslan 2002, 28 94

Onlarınbunu yaptıkları kanıtlanamaz, fakat yaptıklarını "iddia ettikleri" sonucundan da kaçınılamaz. İddianın özüne gelince, Sinope'nin kolonileri ile olan ilişkileri hem Korinth hem de Korkyra’nın koloni ilişkilerini karakterize eden ilişkilerle biraz benzerlik göstermektedir.

Sinope'nin kolonileri anakentleri tarafından korunmuşlar ve karşılığında ona yıllık bir

"dasmos" ödeyerek (hiç değilse Kerasus örneğinde) magistratları arasına Sinope'li bir harmost almışlardır. Korinth ile Kolkhis arasındaki efsanevi bağlar bir yana, Korinth'lilerin yaklaşık

750'de Karadeniz'deki maceraları kuşkusuz Miletos'lularınkinden çok daha olasıdır.

Geleneksel olarak Iason'un "Argo"sunun' son durak yeri olan Korinth'de deniz teknolojisi görünüşe göre VIII. yüzyılda çok ileri idi.Thukydides Korinth'lilerin "modern"bir donanmaya sahip ilk kişiler olduklarını ve 704 yılında Korinthliler’in Samoslular için dört gemi inşa ettiğini söylemektedir329.

Karadeniz'deki ilk Grek koloni hareketinin Pontos Kappadokia'sı dağlarından kolayca gelen madenlere girebilmek için planlandığını düşünmek abartı değildir. Sahil şeridinin etekleri oldukça uygun karakterdedir ve içerilere doğru birkaç yüz yarıda mesafede alçak tepelerde fındık ve meyva ağaçlan yetiştirilmektedir; fakat bunların arkasında Pontos dağ silsilesinin eteklerindeki tepeler, ve sonra yılın uzun bir süresi boyuncakarla kaplı duran asıl dağlar yükselir. Bilinir herhangi bir şeyden 800 ila 1100 km. uzakta, oldukça soğuk, nemli ve

ürkütücü Sinope ileTrapezus topraklan uğruna Greklerin Ege'yi terketmelerinin yeterli ve zorlayıcı nedeninin olması gerekir.

Greklerin balık için geldikleri ileri sürülmüştür, fakat böyle bir neden biraz zayıf görünüyor.Sinope toprağı, Ege'de doğan insanlara tanıdık türden olmamakla ve vatana çok daha yakın nice yerlerden daha cömert bulunmamakla birlikte, tarımı destekleyicidir.

Trapezus'da sürülebilir toprak çok sınırlıdır ve karakter olarak iç taraflardan saldırıya daha duyarlı bir yer bulmak zor olacaktır. Dağ eteklerindeki tepeler dağları aşağıya kente doğru

329 Thukydides I /13, 2-3.

95

(doğrudan kentin içine giren Boztepe burnu ile) basamaklı yarımaylar biçimindedir ve değirmen güneyden denize çıkacak bir ordu için uygun bir yol oluşturacaktı. Bununla beraber, eğer Trapezus bir empor (emporium) olarak düşünüldüyse, sınırlı tarım toprağı ve duyarlılığı engel oluşturmamış olmalıydı, Değirmen kolonistleri çeken tam bir özelliğe sahip olmuş olacaktır330.

3.2.12 Priene

Tüm Ionia kentleri içinde en güzel yerleşim planına sahip olan Priene Maindros’un ağız kısmının üstünde, Mykale dağının güney tarafında bir dizi teraslar üzerinde kurulmuştur.

Gerisinde sırtını verdiği dağın tepesinde bir akropolis yer alıyordu. Aslında bugün konumu bilinmeyen başka bir yerde kurulmuş olan kent M.Ö. IV. yüzyılın ortalarında şimdiki yerinde yeniden inşa edilmiştir331. Ortada pazar yeri ile onun yakınında Athena Tapınağı olduğu halde, dikdörtgen plana göre kurulmuştur. Tüm düzenlemeler Hellenistik kent planlamacılığının eşsiz bir örneğini vermektedir. Priene’nin toprakları Mykale’nin orta bölümü ile yaklaşık 5 km güneybatıda, Büyük İskender’in kente armağanı olan Naulokhon

Limanını kapsıyordu. Maindros ağzının mil ile dolması Priene’yi yavaş yavaş denizden kesip kopardığından halkın çoğu buraya yerleşmiştir. Kent topraklarının Magnesia ad Meandrum yönünde daha içeride yer alan bir başka bölümü M.Ö. 3. yy. başlarında olasılıkla yerli halktan serf Pediesis tarafından ekilip biçilmişti. Bu topraklar daha sonra yağmacı Galatlardan bir grup tarafından acımasızca talan edilmiş görünmektedir332.

330 Minns ve başkalarının önceden tahmin ettikleri; Rostovtzeff, Jranians and Greek in Southh Russia (Oxford, 1922), s. 61-63, görüşünü sadece yenidencanlandırmaktadır. Bununla beraber, Rostovtzeff Sinope ve Trapezus'un ilk yerleşimini X. yüzyıla vermiş ve Miletos'lulara ait olduklarına inanmıştır. J. M. Cook bazı tarihçilerin "Sinope ve Trapezus'un kolonize edilmelerinin çok eski olduğunainandıklarını ve bu karanlık çağ girişimini açıklamak için ekonomik amaçlarıvardır. 331 Texier 2002, 196 332 Magie 2003, 50

96

Ionia'nın siyasal ve dinsel merkezi olan Panionionun Priene toprakları içinde bulun- masından ötürü bu kent, İon dünyasının en erken yerleşmelerinden biridir. Bununla birlikte kentin başlangıçta nerede kurulduğu henüz kesinlikle bilinmemektedir. Bu ilk kent olasılıkla bir yarımada üzerinde yer alıyordu ve iki limanı vardı. Prieneliler M.Ö. 495 yılında Lade

Savaşına on iki gemi ile katılmıştır. Dünyanın yedi ünlü düşünüründen biri olan Bias'ın M.Ö.

6. yüzyılın başında Priene'de yaşamış olduğu söylenmektedir. Bu ilk yerleşmeden elimize geçen tek sanat eseri, ön yüzünde Athena başı görülen ve M.Ö. 500 tarihlerinde basılmış olan elektron bir sikkedir.

Yeni Priene kenti bugünkü yerinde, Atina'nın gösterdiği ilgi ve yardımlarla M.Ö.

350'de kurulmuştur. O zaman denize bugünkünden çok daha yakın bulunan Priene'nin bir de

Naulochos adında limanı vardı333. Priene, siyasal yaşamda hiçbir zaman önemli bir rol oynamamıştır; her şeyden önce Atina'nın etkisi ve yönetimi altında kalmıştır; daha sonra

Bergama Krallığının ve sonunda da Roma'nın egemenliği altına girmiştir. Roma yönetimi

M.Ö. 2. yüzyıl ortalarında başlar. Bütün bu olaylara karşın burada ortaya çıkarılan 4. yüzyıl ve Hellenistik Dönem yapıtları, Hellen Sanatının değer ve önem bakımından en başta gelen

örnekleri arasında sayılmaktadır. Menderes Nehri'nin getirdiği kil birikimleri, Priene'yi gittikçe denizden uzaklaştırmış ve Roma Çağı'nın sonlarına doğru kent önemini yitirmiştir.

(Lev XXVIIIa) Ancak yine de, Bizans Çağı'nda önemli bir piskoposluk merkezi olabilmiştir.

Priene'de arkeolojik kazılar ilk kez 1895'te Carl Humann tarafından yapılmış ve sonradan Th.

Wiegand yönetiminde 1898'e değin sürdürülmüştür. Kazılardan önce British Society of

Dilettanti'nin yürüttüğü araştırmaların sonuçları yayımlanmıştır.

Priene, M.Ö. 350'de yeniden kuruluşundan hemen sonra, güzel ve sağlam bir kent duvarı ile çevrilmiştir334. Bugün dahi surların bazı kesimlerinde rustica duvar işçiliğinin

333 Greaves 2003, 26 334 Akurgal 1993, 428-430

97 güzelliği göze çarpmaktadır. Tamamen yerli mermerden yapılmış ve çok iyi bir biçimde onarılmış olarak korunmuşlardır. Duvar, Troia'da görüldüğü gibi, aynı tip testere dişli plana sahiptir. Üstünde kısa aralıklarla çok sayıda dirsekler yer almaktadır. Kenti ele geçirmek için yapılacak bir saldırıda Priene halkı, bu çıkıntıların arkasında siperlenerek, her türlü düşman gücüne karşı ok ve mızraklarla savunmalarını yapabilirlerdi. Kentin ana girişi kuzeydoğu kapısıdır. Buna ek olarak iki giriş daha vardır; biri ana yolun batı ucunda, diğeri agoranın güney stoasından geçen sokağın doğu bitimindedir335. (Lev XXIXa)

Priene Hippodamos sisteminde yapılmıştır336. Bu tür kent planında sokaklar birbirlerini dik açı yaparak keserler. Hellen dünyası kentleri içinde söz konusu planın en eski ve en güzel örneği burada görülmektedir. Kentin atmosferi bugün de, iyi korunmuş ana caddeleri ve yapıların sıralandığı sokakları ile, antik çağda olduğu gibi eski görünümündedir.

Kent güneye bakmaktadır; ana yollar doğu-batı doğrultusunda uzanmakta, yan sokaklar ise bunları dik açılarla merdivenli biçimde kuzey-güney doğrultusunda kesmektedir. Tiyatro,

Stadyum, Kutsal Stoa gibi en önemli sütunlu yapılar, Athena Tapınağı'nın güney stoası ve

özel evlerden pek çoğunun oikoisları (oturma odaları) güneye bakmaktadır. Böylelikle oturma odaları ve toplantı yerleri kış boyunca güneş görmekte, yazın ise güneş yapıların üzerinden yüksektengeçtiği için daha az sıcak olmaktadır. Evlerin oluşturduğu bloklar (insula) 47,20 x

35,40 m. boyutundadır. Genellikle her bir blokta 4 ev bulunurken, resmi ve dinsel yapılar o

şekilde planlanmışlardır ki, tam olarak bir, iki ya da üç bloğu kaplamaktadırlar. Yan sokaklar genellikle 3,50 m. ana yollar ise 4,44 m. genişliğindedir. Kutsal Stoa'nın önünden geçen ana cadde 7,36 m. enindedir. Antik Hellen yazarları bu tür kent planının Miletosli Hippodamos

335 Akurgal 1993, 356 336 Texier 2002, 205; Akurgal 1993, 355; Strabon XIV.

98 tarafından bulunduğunu ve Miletos ile Piraeus'un da (Pire) M.Ö, 5. yüzyılın ikinci yarısında bu plana uydurularak yapıldığını bildirmektedirler337. (Lev XXVIIIa)

Priene'nin suyu bir aquadukt aracılığı ile dağdan geliyor ve kentin kuzeydoğusundaki bir noktada surdan içeriye giriyordu. Su buradaki üç havuzda durulmaya bırakıldıktan sonra toprak künklerle bütün kente dağıtılıyordu. Havuzların harçlı duvarları Bizans Çağı'ndan kalmadır. Bununla birlikte, çevreleyen duvarın güzel rustica taş işçiliği, bu havuzların

Hellenistik Dönem'den beri var olduğunun bir kanıtıdır. Kentin pek çok yerinde su,

çeşmelerden akmaktaydı. Bunlardan biri tiyatro skenesinin güneydoğu köşesindeydi; bir diğeri de aynı yol üzerinde batıdan ikinci bloğun güneydoğu köşesinde yani yan sokağa hemen dönülünce yer almaktaydı. Ana yol üzerinde, Kutsal Stoa'nın doğu ucunda da çeşme vardı. Bir başkası Athena Tapınağı'nın güney kenarında, bir yan sokağın doğu duvarında, köşede, basamaklı yolun ana yolla birleştiği yerde bulunmaktaydı. Bir diğer çeşme ise agoradaki güney stoanın önünden geçen yolun batı kesimine yapılmıştı; agoradan sonra gelen ikinci sokağın doğu köşesindeki evin önünde dur maktaydı338.

3.3 Maiandros ve Çevresinin Ticari ve Ekonomik Önemi

Büyük Menderes (Yunanca: Μαίανδρος, Maiandros), Batı Anadolu’nun en büyük nehridir ve Büyük Menderes Havzası’nın ana sulama kaynağıdır.Küfi Suyu ve Banaz Çayı kollarının birleşmesiyle oluşur ve Ege denizine dökülür. Uzunluğu 548 km’dir. Büyük

Menderes ovası bataklıkları kurutulduktan sonra Türkiye’nin en verimli alanlarından birisi olmuştur.Afyon İli Dinar İlçesi yakınlarında Suçıkan Mevkii’nde doğar. Işıklı ve Küf’i

Çayları’nı biriktiren Işıklı Barajı’ndan çıkıp Çivril, Çal ve Baklan Ovaları’nı geçer ve Çal’ın doğusundan kuzeye dönerek,Bekilli ve Güney İlçesi’ne doğru derin bir yatakta akar.Uşak’tan gelen ve Menderes’in en büyük kollarından olan Banaz Çayı’nı da alarak, Sarayköy Ovası’na

337 Akurgal 1993, 428 338 Sevin 2001, 101

99 iner. Denizli hudutları içindeki Çürüksu ve Gökpınar Çayları ile beslenerek batı yönünde ilerler. Nazilli, Aydın ve Söke Ovaları’nı besleyip 560 km. uzunluğundaki yolculuğunu Söke

İlçesi Dipburun Mevkii’nde Ege Denizi’ne dökülerek tamamlar. Denizli İli, toplam yağış alanı 11 852 km² olan Büyük Menderes Nehri’nin yukarı havzasında yer alır339. (Lev Ia)

Türkiye’nin tarımsal potansiyel bakımından önde gelen alanlarından olan Büyük

Menderes Havzası, Denizli’den başlayarak Ege Denizi kıyılarına uzanan çok geniş ovaları kapsar. Bu ovalarda pamuk, sebze ve meyve üretilir. Entansif tarımın yapıldığı oldukça verimli bu bölgemizde, çok çeşitli ürün deseni bulunmaktadır. Havzanın Türkiye alanına oranı % 3.5 olup, sınırları içinde Denizli, Çivril ilçesi sınırında Denizli iline girer. Aydın,

Uşak il merkezleri ile Sarayköy, Söke, Nazilli, Çine, Yatağan, Tavas, Buldan, Eşme, Banaz,

Çal, Honaz, Dinar, Sandıklı gibi ilçe merkezleri bulunmaktadır. Büyük Menderes Havzası, sahip olduğu ekolojik özellikler nedeniyle, Ege Bölgesi ve Türkiye tarımına önemli katkılarda bulunmaktadır340.Denizli Çivril ovası içinde Büyük Menderes nehri suyu çok temizdir. Henüz sanayı atıkları karışmadığı için temiz akmaktadır. Büyük Menderes Nehri, yerleşim yerlerinden kaynaklanan evsel atık sular; sanayi kuruluşlarında oluşan endüstriyel atık sular; aşırı, zamansız ve yanlış gübre-pestisit kullanımı etkileriyle kirletilmektedir. Havzaya kuş bakışı bakıldığında, arazi kullanım tasarımlarının yetersizliği, üreticinin çok ürün beklentisi sonucu toprağı ve biyolojik çeşitliliği kimyasallarla acımasızca yok edişi, nüfus artışları ile yaşam dengelerinin bozulduğu görülür. Atık alıcı ve taşıyıcı ortamı olarak işlevini sürdüren

Büyük Menderes’e, teknolojik, evsel ve kentsel atıkların deşarj edilmesi, milyonlarca yılda oluşan ekolojik dengelerin birkaç on yılda bozulması sonucunu getirmiştir. Denizli, Uşak ve

Aydın illerinde, Büyük Menderes nehrine atık sularını arıtmadan savaklayan 20 tür endüstri kuruluşu mevcuttur. DSİ havza istatistiklerinde, Büyük Menderes Nehri Havzası’ndaki

339 Malay 1983, 50-61 340 Cengil 2009, 24-32

100 belediye sayısı 165 olarak verilmektedir. Bunlardan yalnızca altısında kanalizasyon şebekesi bulunmaktadır. Aşağı havzalarda ise kirlilik daha da yoğunlaşmakta ve nehir ekosistemi yok olmak üzeredir341.

Maiandros ve yakın çevresindeki kentlere baktığımızda genel özellik olarak ticari ve tarımsal faaliyetleri ön plana çıkmaktadır342. Nitekim bölgenin en önemli yollarından birisi

Ephesos’tan güneye önce Tralleis, sonra Magnesia ad Meandrum ve Maiandros üzerinden

Strotenikeia’ya ulaşan yoldur. Karadan bu yol boyunca kral yolunun Ephesos-Tralleis kısmında yer alan antik kentlerin sayısı fazladır. Diğer bir yol ise Ephesos’tan Magnesia,

Tralleis, Nysa ve Antiokheia üzerinden Karia ile Phrygia arasında sınır oluşturan Karura’ya ulaşır. Karura’dan Laodekeia, Apameia, Metropolis üzerinden Phrygia’ya ulaşan yoldur.

Maiandros’un çok girintili çıkıntılı denize döküldüğü kıyı şeridi ile doğudaki dağlık kesimden oluşan bölgenin eski çağlardaki ekonomisi büyük çapta tarım ve hayvancılığa dayanmaktaydı. Dağ kütleleri arasına girmiş alüvyonlu vadiler ile yüksek platolarda daha çok tahıl tarımı yapılmaktaydı343. Akdeniz ikliminin etkili olduğu kısımlarda ise zeytin, incir ve

şarap üretilir. Nitekim Strabon’un aktardığına göre Kserkses’in Themistokles’e Myus için kendisinin balık, Magnesia’nın ekmek ve Lampsakos’un şarap gereksinimini sağlaması için para verdiğini belirtir344. Bu bilgiye göre Magnesia çevresinin buğday üretimi ve kalitesi ön plana çıkmakla birlikte, kıyı kentlerinin balıkçılıkta da geliştikleri bilinmektedir. Diğer taraftan Miletos ticari ve ekonomik özellikleri dışında bilim ve sanatta öncü olan bir kentti.

Miletos özellikle M.Ö. VI. yy’da deniz ticaretinde önemli noktaya gelmiş ve sonra Akdeniz ve Karadeniz’de kurdukları koloniler sayesinde etkinliklerini çoğaltmış ve zenginleşmiştir.

341 Malay 1983, 50-61 342 Memiş 2006, 156 343 Sevin 2001, 130 344 Strabon, XIV, 188

101

Laodikeia dolaylarındaki ülkede bir koyun türü yetiştirilir. Bunlar sadece

Miletoslular’ınkinden üstün olan yünlerinin yumuşaklığıyla değil; fakat aynı zamanda kuzgunî siyah renkleriyle de mükemmeldir. Bu sayede Laodikeialılar büyük gelir sağlarlar.

Aynı şekilde komşuları Kolossaililer de aynı renkteki koyunlardan yararlanırlar ve bu koyunların rengi kentin ismini taşır345.

Nysa’nın kuzeyinde Kharonion denen bir mağara vardır. Burası için şöyle denir: Hasta olanlar ve buradaki tanrılar tarafından tedavisi emredilenler oraya başvurur ve köyde deneyimli rahipler arasında yaşar. Rahipler, mağarada hastaların uyudukları sırada gördükleri rüyalara göre tedavi şekilleri saptarlar. Bu rahipler aynı zamanda tanrılardan şifa niyaz eden kudretli kimselerdir, Onlar sık sık hastayı mağaraya götürerek, hayvanların inlerinde yap- tıkları gibi, birkaç gün yiyecek vermeden yalnız başlarına sükûnette bırakırlar. Bazı zamanlar hasta kendi rüyalarını da dikkate alır; fakat genellikle hastaları ayinlere sokan ve onlara

öğütler veren rahiplerdir. Onlardan başka herkese bu yer yasak ve öldürücüdür. Nysa yakınındaki, Mastaura ve kentin yukarı kısmında dağda, Aromeus denen en iyi Mesogites

şarabının imal edildiği, vardır346.

Bölgede zeytincilik ve incirciliğin de dikkat çekici bir yeri olduğu anlaşılmaktadır.

Zeytincilik, tümüyle Akdeniz ikliminin etkisi altındaki Maiandros vadisi ile kıyı kesiminde etkindi. Nitekim burada üretilen zeytinyağının ünü M.Ö. IV. yüzyılda Atina’ya değin uzanmıştı. Soğuk rüzgârlardan korunmuş yerleri seven incir ağaçlan ise günümüzdeki gibi

özellikle Maiandros ovasında yoğunlaşmış olmalıydı347.

345 Malay 1983, 50-61 346 Strabon, XIV, 242 347 Sevin 2001, 130

102

Dio Chrysostom Apameia nehirleri hakkında şöyle demektedir: “Buradaki nehirler en geniş ve en işe yarar kaynaklara sahipler. Şuradaki Marsyas, suyu şehrinizin ortasından geçer.

Orgas ve Maeandros şimdiye kadar görülmüş nehirlerin en tanrısal ve bilge olanları, bunları gören birisi onların Asia’nın en iyi nehirleri olduğunu söyleyebilir348. Apameia yukarısında flütlerin ağız kısmının yapımı için elverişli olan kamışı yetiştiren bir göl bulunmaktadır. Hem

Marsyas’ın hem de Maiandros’un kaynakları bu gölden beslenir349.

Maiandros Deltası’nın florası kadar faunası da zengin olup böceklerden memelilere kadar birçok hayvan türünü barındırmaktadır. Burada 28 memeli, 42 sürüngen, 250 kuş türü ve çok sayıda deniz canlısı yaşamaktadır. Sarp güney kıyılarında, dünyanın en nadir deniz memelilerinden biri olan Akdeniz Foku (Monachus monachus) üreme olanağı bulmuştur.

Yaban domuzu (Sus scrofa), vaşak (Lynx fynx), çakal (Canis aureus), çizgili sırtlan (Hyaena hyaena), yaban kedisi (Felis süvesMs), oklu kirpi (Hysftix indica) bölgede yaşayan diğer türlerden bazılarıdır350.

Kuzey sınırdaki Maiandros vadisinden güneye kadar olan kıyı kesimde deniz ticareti oldukça önemliydi. Kıyı kesimlerdeki, İonia kentlerinin yoğun nüfusları, antikçağda geçimlerini büyük çapta denizden elde edilen olanaklarla sağladıklarını göstermektedir. Son yıllarda bölge kıyılarında saptanan çeşitli dönemlere ait gemiler, bu ticaretin en belirgin kanıtlarıdır351.Kıyıdaki Hellen kentleri ve adalar ticarette ilerlemişler; , Keramos ve

İasos gibi küçük limanlar da sahil boyu ticareti geliştirmişlerdir. Yine Telmessos (Fethiye)

Körfezi gemi taşımacılığı için iyi barınılacak bir yer konumundaydı. Körfezin batıya doğru girişi, Küçük Asya’da yaygın denizciliğe ait kentsel yaşamın önemli bir örneğini sunmaktaydı. Halikarnassos kapalı bir limana sahipti ve burada ticaret oldukça gelişmişti.

348 Chrysostom 1951, 13 349 Strabon, XIII, 83–84 350 Başar 2008, 24 351 Sevin 2001, 131 103

Halikarnassoslular ticaret gemisi ya da başka malların karşılık gösterilmesi sonucunda kredi verebilecek kadar paraya sahipti352.

Sonuç olarak Maiandros Ovası’nın İçbatı Anadolu’ya daha fazla sokulması en kısa ve kolay güzergâh olmasını sağlamış ve bunedenle tarih boyunca transit ticaret yollarının buraya yönelmesinde etkili olmuştur353.

3.4 Maiandros ve Çevresinin Askeri-Stratejik ve Siyasi Önemi

Maiandros’un güney kesimlerindeki Karia sınırlarında toprağın verimli olmaması,

Karia’lıların ücretli asker ve bunun yanında gemici ve Karia’yı da kölelerin ihracı için tanınmış bir yer haline getirmiştir. Yani, Karialılar köle ticaretinden de büyük kar bildiğimiz gibi elde etmekteydiler. Bu Karialılar Pers’ten Roma’ya, Karadeniz’den Sudan’a kadar dağılmıştır354.

Homeros (II. II 867–870) “Maiandros kıyılarında, yüksek doruklu Mykale’nin eteğinde oturan, kaba konuşan” bölge halklarının karakteri saptanamayan, kendilerine özgü

352 Hornblower 1982, 261

353 Memiş 2007; Sevin 2001 354 Demir 2005, 25–48

104 bir dilleri bulunmaktadır355. Nitekim Strabon Mykale çevresini savunma amaçlı kullanıldığına dikkat çekmektedir356. Bu durum Mykale Savaşında kendini göstermiştir.

Mykale savaşı Yunanlıları Pers istilasından kurtaran iki büyük savaştan biridir. Bu savaş M.Ö. 27 Ağustos 479 yılında Mykale dağının eteklerinde gerçekleşmiştir. M.Ö. 479 yılında İon şehirleri Perslilere isyan etmek için bir araya geldiler. Bu birleşme tam anlamıyla faydalı olmadı ve Yunan ana karasından yardım istediler. Atina’da bir toplantı yapıldı. İon

şehirlerinden elçiler bu toplantıya katılmışlardır. Yaz başlangıcında Atinalılar ve Spartalılar buluşmuşlar ve bu buluşmayı Thessaly (Tesalya)’daki Pers komutanı, Mardonius çok

önemsemiştir. Atina’ya tarafsız kalması konusunda şartlar gönderilmiştir. Sparta delegasyonunu ret ettiklerinde savaşa hazırlanıyorlardı. Mardonius’un güçleri Atinaya ulaştığı zamanlarda Pers vatandaşları Salamis yakınlarına geri çekilmişlerdi. Atinalıların teslim olacaklarını düşünen Mardonius onlara tekrar teslim şartları gönderdi ama Atinalılar ret ettiler. Savaş Yunanlıların bakış açısından. Sisam’daki Persler Yunanlılarla karada savaşmayı tercih ettiler. Mykale yarımadasının yakınlarında şehrin doğusundan karaya çıktılar357. (Lev

Vb) Gemileriyle kıyıda bir duvar oluşturdular. Yunanlılar Sisam’a geldiklerinde Sisam’ı boş buldular. Yunanlılar Perslerin savaştan kaçtıklarını düşündüler. Yunanlılar Perslerle karşılaştıklarında savaş düzenine girdiler. Spartalılar sağ kanatta Yunanlılar sol kanattaydı.

Yunanlılar kumsalda yürürken bir haberci asası buldular. Bunu ana karada zafer kazanıldığının bir işareti olduğunu düşündüler. Tek başlarına Perslere saldırdılar. Kısa bir savaştan sonra Persler yenildi ve dağıldılar. Spartalılar Pers kampına ulaştıklarında kampın yağmalandığını ve Pers gemilerinin tahrip edildiğini gördüler. Sisam’a dönerek alacakları tutumu kararlaştırmaya çalıştılar. Spartalılar İonia’daki Yunanlıları ana karaya götürerek onları tehlikeden uzaklaştırmayı düşündüler. Yunanlılar Kolonilerini kaybetmeye karşı

355 Sevin 2001, 104 356 Strabon, XIV, 189 357 Arslan 2007, 127

105

çıktılar. Perslere karşı İonia’nın bir savunma merkezi olmasını istediler. Sonuç Persler yenildiğinde Spartalılar anakaraya döndüler. Bu savaş İoniada’ki Ana Pers kuvvetlerinin ve

Pers donanmasının dağılmasına yol açtı. Aynı gün Yunanistan’ın ana karasında Plataes

Savaşı’da kazanıldı. Persler Yunan Ana Karasından, adalardan ve İonia’dan sürüldüler. Bu savaş ile Pers Yönetimi son buldu358.

Görüldüğü gibi Meandros ve çevresindeki doğal savunma amaçlı yerleşimlerin varlığı dikkat çekicidir. Hellenlerin M.Ö. 479’deki Mykale Savaşı’nda Perslerin yenilgiye uğratmasından sonra, söz konusu bölgeyle daha çok ilgilenmeye başlamışlardır. Ancak, M.Ö.

550–480 yılları arasında Karia’da çok az Hellen etkisine rastlanmaktadır359.

Diğer taraftan Atina, Pers ve Peloponnessos Savaşları arasındaki elli yılda Maiandros ve Karia’yı da içine alan Küçük Asya’nın kıyı kentlerini kontrol altına almıştır. Bu yıllarda

Atina ile Karia arasındaki politik bağlarla ilgili çeşitli kanıtlar bulunmaktadır. Özellikle M.Ö.

454 yılında başlayan Atina Vergi Listeleri bu konuda önemli bilgiler vermektedir. Bu sırada

Perslere bakıldığında, Salamis Savaşı ile M.Ö. 440 yılındaki Samos Ayaklanması sırasında

Sardeis’te herhangi bir Pers satrapı bulunmadığı görülmektedir. Buna rağmen M.Ö. 5. yüzyılda Perslerin Karia’ya olan ilgilerini kaybettiklerini söylemek doğru olmaz. Hatta

Attika-Delos Deniz Birliği’ne ilk zamanlarda katılan Halikarnassos bile Perslerle olan ilişkisini tamamen kesmemiştir360.

Peloponnessos Savaşı’nın ilk yıllarında yani M.Ö. 431’de Atina müttefikleri arasında iç Karia topluluklarının olmadığı görülmektedir. Bu da iç Karia’da Atina otoritesinin azaldığını gösterir. 430’lu yıllarda vergi listelerinde Karia üyelerinde büyük bir azalma

358Hornblower 1982, 25-26 359 Bean-Cook 1957, 143 360 Hornblower 1982, 26

106 olduğunu gören Atina, ödeme yapmayan Karia ve Lykia kentlerinden para toplamak için seferler düzenlemiştir. Atinalılar, general Melesandros’un komutası altında M.Ö. 430 yılında hem vergi toplamak hem de Atina’ya yönelik çalışan tüccar gemilerine üsler kurarak saldıran

Sparta destekli korsanları engellemek için harekete geçmiştir361.

Ancak, Melesandros Lykia içlerinde giriştiği savaşlarda öldürüldü. Ertesi yıl Mytilene kentinin kuşatılması sırasında paraya ihtiyaç duyan Atina birliklerinin, Lysikles’in komutası altında Maiandros vadisi boyunca Karia içlerine kadar ilerlediği ancak, Lysikles’in Sandios tepesindeki savaşta yenilgiye uğrayarak öldürüldüğü ve sonuçta Atina’nın başarısız olduğu görülmüştür362.

Bütün bu savaşlar gösteriyor ki Maiandros bölgesinin coğrafi yapısı bölgeye stratejik bir önem kazandırmaktadır. Nitekim yukarıda da bahsedildiği gibi Strabon’a göre, Maiandros yumuşak ve ağır bir biçimde genişleyerek Frigya içerisinden bir süre aktıktan sonra

Maiandros Ovası denen yerde Karia ile Lydia sınırını oluşturmaktadır363. (Lev Va)

Özellikle M.Ö.188 yılında imzalanan Apameia Barış Antlaşması’ndan sonra sınır olarak Messogis yerine Maiandros kullanılmaya başlanmış; Roma ve Bizans dönemlerinde de bu yeni çizgi benimsenmiştir364. Yani, bölgenin kuzeybatı uç kesiminde sınırı en erken dönemlerden beri Maiandros Nehri çizmiştir. Karia ile Lydia arasında Maiandros Nehri bir kemer oluşturmaktadır. Karia’nın kuzey sınırındaki Miletos, Maiandros’un güneyinde uzanan

Sardeis’ten itibaren içerdeki bölgelerle mükemmel iletişim kurabilecek durumdadır.

361 Hornblower 1982, 29 362 Demir 2005, 79 363 Strabon, XIV, 240 364 Atalay 1987, 55

107

M.Ö. 89 yılında Küçük Asya seferine çıkan Mithradates Nikomedes’in ordusunu kılıçtan geçirip, M. Aquillius komutasındaki Roma ordusunu ağır bir şekilde yenilgiye uğratmıştır. Bu şekilde Bithynia ve Mysia bölgelerini kolayca ele geçirmiştir365. Daha sonra

M.Ö. 88 yılında ordusuyla Phrygia bölgesine girmiştir. Gaius Cassius ve Quintus Oppius yönetimindeki Roma orduları kralın karşısına çıkma cesareti gösterememişlerdir. Bunun

üzerine Phrygia kentleri ve kaleleri krala teslim olmuştur. Cassius Rhodos’a kaçmış, Oppius ise Laodikeia kentindeki kısa direnişinden sonra Mithradates tarafından teslim alınmıştır.

Böylelikle kral kısa zamanda Roma’nın Küçük Asya’daki bütün topraklarının hakimiyetini eline geçirmiştir.

Mithradates bundan sonra Lykia, Psidia, Pamphylia ve Ionia bölgelerinde hala Pontos hakimiyetine boyun eğmeyen kentleri ele geçirmek üzere bazı generallerini güneye göndermiştir. Kendisi ise, Maindros Vadisi boyunca Ephesos kentine doğru ilerlemeye başladı. Pontos kralı yolu üzerindeki kentlerden Tralleis ve Maindros üzerindeki Magnesia ad

Meandrum gibi kentlerden büyük ilgi görerek yoluna devam etti. Anadolu’daki kentlerin büyük bir çoğunluğu memnuniyetle kapılarını açıp Mithradates VI Eupator’u karşıladılar ve içtenlikle onu kentlerine davet ettiler. Ephesoslular Pontos kralının gözüne girebilmek için kentte daha önceden Romalılar onuruna diktikleri bütün heykelleri ve anıtları yıktılar. Bu sırada Küçük Asya’nın her bölgesinden gelen elçiler kendilerini özgürlüğe kavuşturduğu kentlerinde demokrasiyi yeniden canlandırdığı ve onları publicanus’ların aç gözlü yağmasından kurtardığı için Mithradates’i Küçük Asya’nın kurtarıcısı, “Büyük Baba” ve

“Yeni Dionysos” gibi unvanlarla selamladılar366.

365 Arslan 2007, 143 366 Arslan 2007, 144-145

108

4 DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Büyük Menderes (Yunanca: Μαίανδρος, Maiandros),Batı Anadolu’nun en büyük nehridir ve Büyük Menderes Havzası’nın ana sulama kaynağıdır.Uzunluğu 548 km’dir.

Büyük Menderes ovası bataklıkları kurutulduktan sonra Türkiye’nin en verimli alanlarından birisi olmuştur.Afyon’un Dinar ilçesi yakınlarında Suçıkan Mevkii’nde doğarak, Işıklı ve

Küf’i Çayları’nı biriktiren Işıklı Barajı’ndan çıkıp Çivril, Çal ve Baklan Ovaları’nı geçer ve

Çal’ın doğusundan kuzeye dönerek,Bekilli ve Güney İlçesi’ne doğru derin bir yatakta akar.Uşak’tan gelen ve Menderes’in en büyük kollarından olan Banaz Çayı’nı da içine alarak,

Sarayköy Ovası’na iner. Denizli hudutları içindeki Çürüksu ve Gökpınar Çayları ile beslenerek batı yönünde ilerler. Nazilli, Aydın ve Söke Ovaları’nı besleyip 560 km. uzunluğunda bir yol takip ederek, Aydın’ın Söke İlçesi Dipburun Mevkii’nden Ege Denizi ile birleşmektedir.

Tarihin başlangıcından itibaren suyun kullanılmasındaki başarı, toplumun ekonomik gücünü ve medeniyetin seviyesini belirlemiştir. Nitekim Mısır’da Nil, Pakistan ve

Hindistan’da İndus ve Ganj, Mezopotamya’da Fırat ve Dicle büyük uygarlıkların beşiği olmuşlardır. Kim suyu iyi kullanmışsa medeniyet ve refah oraya gitmiş, kim suya iyi kumanda edememişse, oralardan göç başlamıştır. Tarihsel gelişim içerisinde, Anadolu’da değişik medeniyet ve uygarlıkların yer almıştır. Dolayısıyla bu uygarlıklar yaşamlarını sürdürebilmeli için su yolları hep önem arz etmiştir. Örneğin Hitit’lerin (M.Ö.1800–850) yeraltı ve yerüstü servetlerinden ve kaynaklarından geniş ölçüde faydalandıkları bilinen bir gerçektir. Buna bağlı olarak, Karakuyu havuzu(Uzunyayla), Eflatunpınar havuzu (Beyşehir),

Köylütolu havuzu (Ilgın), Gölpınar havuzu (Çorum), Güneykale havuzu ( Boğaz kale)

Hititlerin suya ve su kaynaklarına verdiği önemi göstermektedir. Bu aynı zamanda bölgesel anlamda Doğu Akdeniz coğrafyasına egemen olmaya çalışan Hititlerin güneye inme

109 politikasında geçtikleri bölgeye eserlerini bıraktıklarını da gösterir. Suyun hayatlarını devam ettirebilmek için yaşam kaynağı olduğunun da kanıtıdır.

Önemli uygarlıklara ve yerleşimlere sahne olan Batı Anadolu’da da durumun farklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü bölgedeki birçok akarsu çevresine baktığımızda

önemli yerleşim yerlerini görebilmekteyiz. Bunun yanında antik kaynaklarda sıkça ismine rastladığımız Maiandros bölgenin en büyük ırmağıdır. Diğer su kaynakları gibi Maiandros

çevresi de önemli uygarlıklara, yerleşim yerlerine ve insan topluluklarına ev sahipliği yapmıştır. Nitekim Maiandros doğduğu Phrygia topraklarından denize döküldüğü İonia bölgesine kadar Apameia, Eumeneia, Alinda, Laodikeia ad Lycum, Mastaura, Nysa, Tralleis,

Magnesia ad Meandrum, Myus, Miletos ve Priene gibi daha bir çok irili ufaklı önemli yerleşim yerini kıyısında barındırmıştır. Bölgenin jeolojik ve coğrafi yapısı Maiandros kıyılarının derin vadiler gibi ovalaşmasını sağlamıştır. Birazdaha uzaklaşıldığında ise yüksek kayalıklara ve tepelere rastlanmaktadır. Bu durum bölgeye stratejik bir önem kazandırmaktadır.

Bölge savaş sahnelerine de sıkça tanık olmuştur. Homeros “Maiandros kıyılarında, yüksek doruklu Mykale’nin eteğinde oturan, kaba konuşan” bölge halklarının karakteri saptanamayan, kendilerine özgü bir dilleri bulunmaktadır, diye bahsederken, Strabon Mykale

çevresini savunma amaçlı kullanıldığına dikkat çekmektedir. Bu durum Mykale Savaşında kendini göstermiştir.

Mykale savaşı Yunanlıları Pers istilasından kurtaran iki büyük savaştan biridir. Bu savaş M.Ö. 27 Ağustos 479 yılında Mykale dağının eteklerinde gerçekleşmiştir. Bölge sadece

Mykale savaşı ile değil daha sonra Küçük Asya seferiyle Mithradates’inde hegemonyasına geçerek çeşitli savaş olaylarına sahne olmuştur. Ayrıca bölgeler arası karışıklıklardan çıkan

çatışmalar, sınır kavgaları yüzünden ve ticari faaliyetlere uygulanan vergi politikaları

110 yüzünden Büyük Menderes bölgesi hep stratejik noktada ve herkesin odak noktasında kalmıştır. Bu yüzden önemini hiç kaybetmemiştir.

Diğer taraftan Maiandros çevresinin ekonomik açıdan önemi etrafındaki kentlerin ekonomik yapılarıyla da bağlantılı olarak ilişkilendirilmektedir. Nitekim tarım, hayvancılık ve yer altı kaynakları bölgedeki halkın ve kentlerin refahını sağlamış, coğrafi etkenler ise doğal savunma mekanizmaları haline gelmiştir. Tarihsel açıdan bakıldığında bölgedeki önemli savaşlarda (Mykale Savaşı gibi) doğal savunma mekanizmaları bölge kentlerine savunma stratejisi sağlamıştır. Zengin kaynakları bulunan bölgeye hâkim olma mücadelesi tarihsel olarak süregelmiştir. Fakat sonuçlar göstermiştir ki Maiandros ve çevresi antik dönemde bölgenin uygarlıklarına, kentlerine ve toplumuna jeopolitik ve jeostratejikönem kazandırmıştır. Bu yüzden bununla bağlantılı olarak askeri ve vergi uygulamaları da hep kargaşaları doğurmuştur.

Büyük Menderes deltasını oluşturan alüvyonlar günümüzde Ege denizinin iç kısımlara kadar girmesini engellemiş dolayısıyla bölgede geniş tarım alanları oluşturmuştur. Bunu bugün Aydın ili etrafında gözlemlemek mümkündür. Bu alüvyonlar aynı zamanda Bafa gölünü Ege denizinden ayırmış ve ortada Menderes havzasının oluşmasına sebep olmuştur.

Büyük Menderes Havzası, sahip olduğu ekolojik özellikler nedeniylede, Ege Bölgesi ve Türkiye tarımına önemli katkılarda bulunmaktadır. Havzaya kuş bakışı bakıldığında, arazi kullanım tasarımlarının yetersizliği, üreticinin çok ürün beklentisi sonucu toprağı ve biyolojik

çeşitliliği kimyasallarla acımasızca yok edişi, nüfus artışları ile yaşam dengelerinin bozulduğu görülmektedir. Sanayi atıkları, kanalizasyon ve kentsel atıkların Büyük Menderes’e, dökülmesi sonucu son on-on beş yılda nehrin ekolojik populasyonunun bozulmasına ve doğal tahribatın oluşmasına sebep olmuştur. DSİ havza istatistiklerinde, Büyük Menderes Nehri

Havzası’nda bulunan belediye sayısı 165’dir. Bunlardan sadece altı belediye de kanalizasyon

111

şebekesi bulunmaktadır. Aşağı havzalarda ise kirlilik daha da yoğunlaşmakta ve nehir ekosistemi yok olmak üzeredir. Bu durum Menderes nehri, vadisi ve çevresi için büyük tehlike uyandırmaktadır. Ekolojik olarak son yıllarda yapılan çalışmalarda bölgede birçok

çeşit kuş türünün varlığıda tespit edilmiştir. Doğal koşullarda ve temiz oksijen ile yaşamlarını sürdürebilmeleri için çevrede ki doğal tahribata önlem alınarak, Menderes çevresinin ekolojik ve çevre temizliğine de büyük önem vermek gerekmektedir.

Menderes nehrinin civarındaki yerleşim alanlarında ekonomik olarak ise antik kentlerin ticari faaliyetlerde çeşitli dallarda gelişim göstermiş olduğu bilinmektedir. Antik kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre, Miletos’un tarım alanlarının genişliğinden bahsedilirken, Aydın’da zeytinciliğin çok önemli bir tarım ve ticaret kolu olduğu bilinmektedir. Yine Mastaura ve kentin yukarı kısmında dağda, Aromeus denen en iyi

Mesogites şarabının imal edildiği tarihi yazılı kaynaklarda geçmektedir. Priene’nin alüvyonlar doldurmadan önce Ege denizinin iç kesime kadar girdiği ve liman kenti olarak öne çıktığı ve deniz ticaretinde önemli stratejik noktada yer aldığı bilinmektedir. Denizli’de Laodekia’da

Lykos vadisi içerisinde Menderes’in eteğinde kurulu bir başka kenttir ve bu bölgede antik dönemde bir başka koyun türü yetiştirilir. Bunların sadece Miletoslular’ınkinden üstün olan yönü yünlerinin yumuşaklığıyla değil; fakat aynı zamanda kuzgunî siyah renkleriyle de mükemmel olmasıdır. Bu sayede Laodikeialılar büyük gelir sağlamışlardır. Bu durum geçmişten günümüze kadar tarihi bir uzantı içerisinde kalmış olacak ki Denizli’de günümüzde modern anlamda tekstil alanında sanayileşmesi ve ticari faaliyetlerini yürütmesi bakımından geçmişle bir bağ kurulabilir. Nysa’da bulunan mağaraların sağlık alanında tedavi amaçlı yararlarının olduğu bilinmektedir. Yine Apameai ve Myus gibi bölgelerde zeytinin yanı sıra incirin de varlığı antik kaynaklardan bilinmektedir.

112

Strabon bölge ile ilgili bir başka konuya da dikkat çekmek istemiş ve Maindros’un beslendiği Marsyas (Çine) çayında yetişen sazlıkların flüt yapımında kullanıldığı ve çok kaliteli olduğundan bahsetmektedir.

Son derece stratejik bir konuma sahip olan Menderes ve civarındaki yerleşim alanları antik dönemde olduğu gibi günümüzde de coğrafi bakımdan etkilidir. Bu sadece tarihi, siyasi ve coğrafi boyutları ile kalmamakta, jeolojik, ekonomik ve ticari faaliyetleri ile de geçmişten günümüze yaşamımızda faaliyet sahasının aktif olduğunu göstermektedir.

Birçok akarsu ve göller ile bunların kollarından oluşmuş bu büyük kıvrımlı vadi aslında tarihin birçok yaşamsal olaylarını günümüze de hala akıtmaktadır. Bundandır ki çeşitli bilim dalları tarafından araştırmacıların inceleyebildiği çok verimli bir bölgeyi kapsamaktadır.

Antik dönemde liman ticaretiyle faal olan bölge günümüzde tarım alanları bakımından ekonomik alanda ticari faaliyetlerini her daim sürdürmektedir.

Genel anlamda Büyük Menderes etrafındaki birçok kaynaklarla beslenmiş ve

Menderes ovasında tarihsel sahnede adından çokca söz ettirmiştir.

113

LEVHALARIN LİSTESİ

Levha I a: Menderes Nehri

Celal Şimşek, Laodekia, İstanbul, 2007. b: Meander Motifi www.meandertravel.com

Levha II a: Hamidiye Höyük b: Beycesultan c: Küçük Asya (Asia Minor)

Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, Ankara, 1993.

Levha III a: Maiandros Bölgesinin Jeolojik Haritası b: Menderes Bölgesi Jeoloji Haritası http://web.itu.edu.tr/~okay/diagrams_%20maps/MapMenderesMassif.jpg

Levha IV a: Bafa Gölü ve Ege Denizi http://www.bafayag.com/images/harita2b.jpg

Levha V a: Menderes Ovası www.ggpht.com b: Mykale Dağı www.wowturkey.com

114

Levha VI a: Menderes Havzası b: Menderes Çevresindeki Yataklar ve Bataklıklar

Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 2001.

Levha VII a: Lykos Vadisi b: Çine (Marsyas) Çayı

Celal Şimşek, Laodekia, İstanbul, 2007.

Levha VIII a: Eskiçağ’da Latmos Körfezi ve Yakın Çevresinin Genel Durumu

Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 2001.

Levha IX a: Gününümüzde Latmos Körfezi ve Çevresinin Genel Durumu

Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 2001.

Levha X a: İonia Bölgesi Haritası b: Karia Bölgesi Haritası

George E. Bean, Eskiçağ’da Menderes’in Ötesi, İstanbul, 2000.

Levha XI a: Eskiçağ’da Anadolu’daki Bölgeler b: Karia ve Ionia Bölgesi ve Kentleri

Vedat İdil, Nysa ve Akharaka, İstanbul, 1999.

Levha XII a: Myus Kent Planı http://www.travellinkturkey.com/aegean/images/myus-plan.jpg b: Alinda Antik Kenti http://www.didimli.com/galeri/alinda/alinda_map.jpg

115

Levha XIII a: Alabanda Antik Kent Planı

Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, Ankara, 1993. b: Apameaia ve Eumeneia Haritası

Levha XIV a: Maindros ve Apameaia b: Eumeneia’dan Genel Görünüm www.didimli.com

Levha XV a: Laodikeia Kent Planı b: Laodikeia’dan Menderes Görünümü

Celal Şimşek, Laodekia, İstanbul, 2007.

Levha XVI a: Tralleis Antik Kenti Planı

Rafet Dinç, Tralleis, İstanbul, 2003.

Levha XVII a: Tralleis Antik Kenti Su Yolları Haritası

Rafet Dinç, Tralleis, İstanbul, 2003.

Levha XVIII a: Nysa (Sultanhisar) Antik Kenti Planı www.sultanhısar.bel.tr

Levha XIX a: Nysa Kent Planı b: Nysa Antik Kentinden B. Menderes Vadisinin Genel Görünümü

Vedat İdil, Nysa ve Akharaka, İstanbul, 1999.

116

Levha XX a: Magnesia ad Meandrum Kent Planı

Carl Human, Magnesia ad Meandrum, 1904. b: Ege Denizi ve Menderes’in Konumu

Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 2001.

Levha XXI a: Miletos’un Alüvyonlar Dolmadan Önceki Durumu b: Miletos’un Alüvyonlar Sebebiyle Denizden Uzaklaştığı Günümüzdeki Konumu

Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, Ankara, 1993.

Levha XXII a: Büyük Menderes Deltası b: Menderes Havzası www.sokeportal.com

Levha XXIII a: Ahhiyawa Ülkesi

Hasan Banar, Anatolian Studiens, Vol: 48-49, Ankara, 1998.

Levha XXIV a: Ahhiyawa ve Latmos

Hasan Banar, Anatolian Studiens, Vol: 48-49, Ankara, 1998.

Levha XXV a: Miletos Adaları

Alan M. Greaves, Miletos, İstanbul, 2003.

Levha XXVI a: Miletos Kent Planı b: Priene’den Menderes Ovası Genel Görünümü

117

Levha XXVII a: Miletos Topografik Planı http://www.bodrumpages.com/images/history/Miletos_plan.gif

Levha XXVIII a: Priene Antik Kent Planı http://www.planetware.com/i/map/TR/priene-map.jpg

Levha XXIX a: Priene Kent Planı www.definegizemi.com

Levha XXX a: Hititler Döneminde Seha Nehri Ülkesi

Şeyma Ay, “Hitit Siyasi Tarihinde Seha Nehri Ülkesi ve Önemi”, International Journal of History, 2010.

118

LEVHALAR

119

Levha I

a: Menderes Nehri

b: Meander Motifi

120

Levha II

a: Hamidiye Höyük b: Beycesultan Höyük

c: Küçük Asya (Asia Minor)

121

Levha III

a: Maiandros Bölgesinin Jeolojik Haritası

b: Menderes Bölgesi Jeolojik Haritası

122

Levha IV

a: Bafa Gölü ve Denizi

123

Levha V

a: Menderes Ovası

b: Mykale Dağı

124

Levha VI

a: Menderes Havzası

b: Menderes Çevresindeki Yataklar ve Bataklıklar

125

Levha VII

a: Lykos Vadisi

b: Çine (Marsyas) Çayı

126

Levha VIII

a: Eskiçağ’da Latmos Körfezinin ve Yakın Çevresinin Genel Durumu

127

Levha IX

a: Latmos Körfezi ve Çevresinin Günümüzdeki Durumu

128

Levha X

a: İonia Bölgesi Haritası

b: Karia Bölgesi Haritası

129

Levha XI

a: Eskiçağ’da Anadolu’daki Bölgeler

b: Karia ve Ionia Bölgesi ve Kentleri

130

Levha XII

a: Myus Kent Planı

b: Alinda Antik Kenti

131

Levha XIII

a: Alabanda Antik Kent Planı

b: Apameaia ve Eumeneia Haritası

132

Levha XIV

a: Maindros ve Apameia

b: Eumeneia’dan Genel Görünüm

133

Levha XV

a: Laodekia Kent Planı

b: Laodekia’dan Menderes’in Görünümü

134

Levha XVI

a: Tralleis Antik Kenti Planı

135

Levha XVII

a: Tralleis Antik Kenti Su Yolları Haritası

136

Levha XVIII

a: Nysa (Sultanhisar) Antik Kent Planı

137

Levha XIX

a: Nysa Antik Kenti Planı

b: Nysa Antik Kentinden B. Menderes Vadisi Genel Görünümü

138

Levha XX

a: Magnesia ad Meandrum Kent Planı

b: Ege Denizi ve Menderes’in Konumu

139

Levha XXI

a: Miletos’un Alüvyonlar Dolmadan Önceki Durumu

b: Miletos’un Alüvyonlar Sebebiyle Denizden Uzaklaştığı

Günümüzdeki Konumu

140

Levha XXII

a: Maiandros (Büyük Menderes) Deltası

b: Menderes Havzası

141

Levha XXIII

a: Ahhiyawa Ülkesi

142

Levha XXIV

a: Ahhiyawa ve Latmos Körfezi

143

Levha XXV

a: Miletos Adaları

144

Levha XXVI

a: Miletos Kent Planı

b: Priene’den Menderes Ovası Genel Görünümü

145

Levha XXVII

a: Miletos Topografik Planı

146

Levha XXVIII

a: Priene Antik Kenti Planı

147

Levha XXIX

a: Priene Kent Planı

148

Levha XXX

a: Seha Nehri Ülkesi

149