A.U. S.B.F. İNSAN HAKLARI MERKEZİ YAYINLARI NO: 20

İHANKARA U N Mİ V K R S İ I H S I SİYASA! BİICİLEK FAKÜLTESİ İNSAN HAKLARI MUKKLZI

ÇATIŞMALARIN KAYNAĞI OLARAK AYRIMCILIK

PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV

ANKARA - 1996

» * * * * * * * +

Bu yayın Avrupa Birliği Komisyonu'nun malî katkısıyla gerçekleştirilmiştir. © İnsan Haklan Merkezi Siyasal Bilgiler Fakültesi 06590 Cebeci, Ankara.

Tel: 319 65 95 ISBN 975-8034-07-3

Baskı, Cilt: ZİRVE OFSET TEL+FAX : 229 66 84 Yayın Notu

Bu kitap Sayın Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV'ün 1992'de UNES- CO'nun Paris Sekretaryası için ingilizce olarak hazırlamış olduğu ra- porun türkçe çevirisinin yazar tarafından gözden geçirilmiş ve ge- nişletilmiş biçimidir. Çeviri, Araştırma Görevlisi İlhan UZGEL tarafından yapılmıştır. Yazarın özellikle belirtilmesini veya vur- gulanmasını istediği nokta, kitapdaki düşüncelerinin UNESCO adına açıklanmayıp kendisine ait olduğudur. Merkezimiz üyesi Sayın Ataöv'ü birkaç sözcükle tanıtmak olanak dışıdır. Uluslararası ilişkiler uzmanları arasında özgün yeri, aldığı ödüllerle de pekişen yazar, Fakültemizde yüksek lisans düzeyinde "azınlıklar" dersi de vermektedir. Yapıt, ayrımcılık yasağı ve azın- lıklar üzerine yazılmış ilk kitaplardan biri olma niteliğini, önemini ta- şımaktadır.

Prof. Dr. Tekin AKILLIOĞLU İHM Müdürü İÇİNDEKİLER

I. Giriş 1

II. Birleşmiş Milletler Sisteminde Ayrımcılık Karşıtlığı 2

III. İnsan Haklan ve Azınlık Haklan 5

IV. Amerika Anakarası 7

V. Batı Avrupa 14

VI. Almanya'nın Özel Konumu 22

VII. Doğu Avrupa 27

VIII. Balkanlar 34

IX. Orta Doğu 46

X. Orta ve Güney Asya 54

XI. Afrika.... 61

XII. Avustralya ve Pasifik 64

Xm. Kadınlar 68

XIV. Mülteciler ve Göçmen İşçiler 71

XV. Sonuçlar 74

XVI. Yazann Konuyla İlgili Bazı Kitap ve Makaleleri 81

ÇATIŞMALARIN KAYNAĞI OLARAK AYRIMCILIK

L Giriş:

Ayrımcılık bir devletin ya da toplumun bazı üyelerinin, ötekilere sağlanan belli hak ve/veya ayrıcalıklardan yoksun bırakılmasıdır. Bazı birey ya da gruplar "kategorik olarak ayrımcılığın" konusu olurlar çünkü toplumsal olarak "ya ırk, din, cinsiyet ya da bir toplumun üye- lerini birbirinden ayırmada kullanılan herhangi bir tanımlama yü- zünden" belli bir sınıflama içine sokulurlar.1 Bu durum, bazı insanların yasal tanımlama, kanı ya da varsayıma dayalı olarak olumsuz ni- teliklere sahip olabilecekleri gerekçesiyle daha kötü bir davranışa hedef olacakları anlamına gelir. Geri Kalanlar "doğuştan gelen üs- tünlükleri ya da sahip oldukları ekonomik konum, eğitim, ya da mes- lekleri nedeniyle" daha fazla hak ve/veya ayrıcalığa sahiptirler.2 Bu ayrımcılık, bazan, geleneksel ya da hukuksal nedenlerle o toplumun üyelerinden bazılarına renkleri ya da varsayılan diğer ırksal nitelikleri yüzünden eşit olmayan biçimde davranıldığında ırk ayrımcılığı haline gelir. Hernekadar bazı toplumlar, "eşit muamele"ye gerek duymamakta ve "makûl"3 bir düzeyde kaldığı sürece sınıflandırmayı sanki kabul et- mekteyseler de, bu tür ayrımcılık, herzaman olmasa da çoğu durumda, ulusal ve/veya uluslararası çatışmaların kaynağı olmaktadır.4 Bazı toplumların anayasal sistemleri ve organları, grupların bir bölümünün

1 E[mest] Ellis Cashmore, Dictionary of Race and Ethnic Relatioııs, London, Routledge, 1988, s. 79. 2 Edward Conrad Smith ve Arnold John Zurcher, A Dictionary of American Politics, New York, Barnes and Noble, 1944, s. 102. 3 Jack C. Plano ve Milton Greenberg, The American Political Dictionary, 8th ed., NewYork, Holt Reinhart and Winston, Inc., 1989, s. 273. 4 B N. Ponomareva, Politicheskiy Slovar', Moskova, Gosyjlarstvennoe Izdatel'stvo Politicheskoy Literaturi, 1958, str. 175.

1 üstünlüğüne, diğer bazılarının ise daha alt düzeyde olduğu varsayımına yaslanıp uygulanmaktadır. Zamanla, ayrıcalıklı olanlar daha da ay- rıcalıklı duruma gelirken, haklardan yoksun kalanların durumu daha da kötüleşmektedir. Bu durumda, egemen grup ayrıcalık, seçenek ve ba- ğışıklıklarını korumak için, çatışmayı yoğunlaştırarak, daha fazla bas- kıya başvurabilir. Böylece belirlenen düşmanlıklar, kanlı karşılaşmalar da dahil olmak üzere, farklı biçimlerdeki çatışmaları yansıtabilirler. Artık çatışma ayrımcılığın sona ermesine dek sürme eğilimi gös- terecektir. Konuya genel bir giriş niteliğindeki bu çalışma Birleşmiş Milletler sistemi içinde ayrımcılığın ortadan kaldırılması ilkesi ve bununla ör- tüşen insan hakları ile azınlık hakları arasındaki bağlantıyla ilgili kısa bir anımsatmanın ardından, ayrımcılığın gerçek ya da potansiyel ça- tışmaya yol açabilecek özellikleri ile dünyanın çeşitli yerlerindeki ör- neklerine dikkati çekmeyi amaçlamaktadır. Bu çok sayıdaki örnekten bazıları uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden boyutlarda silâhlı çatışmalara neden olmuş ya da olmaktadır. Diğerleri çatışmaları sonucu belli olmayan boyutlara yükseltebilecek basit düşmanlıklar da olabilir. Kadın haklan gibi temelde coğrafi olmayan konular, hernekadar po- tansiyel çatışma anlamında tehlike yaratmıyorsa da, dikkati çekeh ko- nular olarak sivrilmektedirler.

II. Birleşmiş Milletler Sisteminde Ayrımcılık Karşıtlığı:

Ayrımcılığın ortadan kaldırılması gerektiği inancı Birleşmiş Mil- letler sisteminin yazılı kaynaklarının temelini oluşturur. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 1/3. Maddesi, Örgüt'ün amaçlarından birinin "insan haklan ve temel hakların herkes için ırk, cinsiyet, dil ya da din farkı gözetmeksizin geliştirilmesi" olduğunu belirtir. Birleşmiş Mil- letler, bu bağlamda aynntılı hükümleri içeren yasal düzenlemeleri ha- zırlama görevini de üstlenmiştir.5 Özellikle ayrımcılığa yönelik ulus-

3 Metinler ;u kaynakta bulunabilir: lan Brownlie, ed., Basic Documents on Human Rights, Oxford, Clarendon Press, 1981; Tekin Akıllıoğlu, der., İnsan Haklarının Ko- runması Alanında Uluslararası Temel Belgeler, 3. B., Ankara, Bilgi Yayınevi ve S.B.F. İnsan Haklan Merkezi, 1995.

2- lararası sözleşme ve bildirgeler, soykırıma karşı sözleşme (1948), her türlü ırk ayrımına karşı bildirge (1963) ve sözleşme (1965), genel ola- rak apartheide. karşı (1973) ve sporda apartheidc karşı (1990) söz- leşmeler, iş yaşamında ayrımcılık (1958) ve eşit ücret (1951) ko- nusunda ILO sözleşmeleri, ırksal önyargı konusunda UNESCO bildirgesi (1978), eğitimde ayrımcılığa karşı sözleşme (1960) din ve inanca dayalı ayrımcılığa karşı bildirgeyi (1981) içerir. Uluslararası toplum, genel olarak ayrımcılığı ahlâksal açıdan yanlış ve hukuksal açıdan savunulamaz bulurken, ırk ayrımcılığına ilişkin davranışları yasalarca cezalandırılması gereken suçlar olarak görür. Yüzaltı oya karşılık sıfır oyla kabul edilen "Her Türlü Irk Ayrımının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme" ırk ayrımının tanımını vermektedir. Bu tanım,"siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel ya da kamu yaşamının diğer alanlarında insan haklarının ve temel öz- gürlüklerinin tanınmasını, bunlardan yararlanılmasını, veya uy- gulanmasını önleme ya da zarar verme amacını taşıyan ırk, renk, köken, ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kı- sıtlama ya da tercihtir" biçiminde yapılmıştır. İki Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (1966), birtakım sivil, siyasal, kültürel ve ekonomik hakları sıralamanın yanısıra, ulusal, ırksal ya da dinsel düşmanlıkların savunulmasını yasaklar ve özgül olarak etnik, dinsel ya da dilsel azınlık mensuplarının haklarından söz eder. Bu söz- leşmelerin aynı zamanda uluslararası ve ulusal düzeyde de uy- gulanması gerekir. Sözleşmeler değerlendirme raporları verme ve devletlerarası şikâyetleri de öngörür. Zorunlu Olmayan (Optional) Protokol bireylere dilekçeyle başvurma hakkı tanır. Aynısı, Her Türlü Irk Ayrımının Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (Madde 14/1), Ame- rikan İnsan Haklan Sözleşmesi (Madde 44) ve Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi (Madde 25) için de geçerlidir. Bununla birlikte, bu son üç sözleşme, Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (Madde 27) gibi azın- lıklarla ilgili herhangi bir madde içermemektedir. İnsan hakları ve aynmcılığın ortadan kaldırılması sorunları ile en yakından ilgili Birleşmiş Milletler organlan Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından oluşturulan İnsan Hakları Komisyonu ile sekreterlik

3 tarafından oluşturulan İnsan Haklan Bölümüdür. Bir de Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt-Komisyonu kurulmuştur. Devletlerden gelen raporları değerlendirmek, insan hakları ihlâli id- dialarına ilişkin şikâyetleri kabul etmek ve ilgili sözleşmelerin uy- gulamaya geçirilmesi için alınacak önlemlere ilişkin raporları de- ğerlendirmek ve yorumlamak amacıyla kurulmuş olan Irk Ayrımının Ortadan Kaldınlması Komitesi bulunmaktadır. Aynca, Kadının Ko- numuna İlişkin Komisyon da vardır. . Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1973-1983 yılları arasını "Irkçılık ve Irk Aynmı ile Savaşım İçin On-Yıllık Eylem Dönemi" olarak ilân etti. Aynı konuda 1978 ve 1983 yıllarında dünya konferanslan dü- zenlendi. İkinci konferansın sonucu olarak, B.M. Genel Kurulu 1983- 1993 arasını "Irkçılık ve Irk Aynmcılığı ile Savaşımda İkinci On-yıllık Dönem" olarak ilân etti. İkinci Onryıllık Eylem Döneminin başlıca amacı ırk, renk, soy ya da ulusal/etnik köken açısından aynm gö- zetilmeksizin, herkesin haklarını geliştirme, ırk ayrımını ve ırkçılık üzerine dayalı rejim ve politikalan ortadan kaldırmaktı. Ulusal yasaların aynmcılığa karşı savaşımdaki önemini kabul eden ikinci dünya konferansı, hükümetlerin, inter alia, ırka dayalı ayrım yapmamalarını ve anayasalarında ve tüm yasalarında eşit haklar tanıma konusunda güvence vermelerini, yasalannda varolan tüm ayrımcı hü- kümleri kaldırmalannı ve yasalarını uluslararası kurallar tarafından belirlenmiş ölçülere uydurmalarını önermiştir. Devletler ırk ayrımcılığı yapmama, geliştirmeme ve desteklememe yükümlülüğünü üst- lenmişlerdir. İlkelerin açıklanmasının yanında, ölçülere uyan belli davranış uygulamalan için devletlere yükümlülükler de getirilmiştir. Devletlerin davranışları yalnızca getirdikleri yasalara bakılarak değil, fiilen yaptıkları uygulamalara da bakılarak ölçülür. Ulusal yasaların ırk aynmcılığına karşı olacak bir biçimde dü- zenlenmesi İkinci On-yıllık Dönemin amaçlarından biriydi. Diğer amaçlar, model oluşturacak bir yasama taslağının hazırlanmasını, ya- sama taslaklarını hazırlayanlara kurs verilmesini, topluluklar arasındaki ilişkiler konusunda seminer düzenlenmesini ve uyumu arttıran ve ay- nmcılığa karşı çıkan ulusal kurumlara bir rehber hazırlanmasını içer- mekteydi.

4 III. İnsan Hakları vt Azınlık Hakları:

Hernekadar ayrımcılığa karşı olma Birleşmiş Milletler Ant- laşması'nın temel ilkelerinden biriyse de, azınlıklar kavramı bunun içinde doğrudan yer almamıştır. O dönemde, azınlıkların en iyi biçimde genel olarak insan haklarına saygının geliştirilmesiyle ko- runabileceğine inanılıyordu. Başlıcaları Amerika anakarasında olmak üzere San. Francisco Konferansı'nda (1945) ağır basan "göçmenlerden oluşan ülkelerin" etkisiyle, Milletler Cemiyeti'nin azınlıklar re- jiminden, ayrımcılık karşıtlığı temelinde genel insan hakları kavramına doğru bir kayış sözkonusu oldu. Birleşmiş Milletler Antlaşması met- ninde bu iki kavramı birbirinden ayıran hiçbir ibareye rastlanmaz. Giriş'teki ilkeler ve 1/3. Madde, 13., 55. ve 76. Maddelerde tek- rarlanarak, insan haklarının ayrımcılık karşıtı bir temel üzerinde ge- çekleştirilmesini bu uluslararası örgütün başlıca amaçlarından biri du- rumuna getirmiştir. Benzer biçimde, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) "ayrım gözetmeme" ilkesine atıfta bulunarak, herkesin "hiçbir ayrım gö- zetilmeksizin" (Madde 2) hak ve özgürlüklere sahip olduğunu be- lirtmiştir. Hernekadar Belçika, Hindistan, ve çekinceyle de olsa Tür- kiye tarafından desteklenen Doğu Avrupa ülkeleri azınlıklar konusunda bir madde konması yolunda bir girişimde bulunmuşlarsa da, o dönemde ezici çoğunluk en iyi yolun insan haklarına genel olarak saygı gös- termek ve korumak olduğuna inanmıştır. Ozamanki tartışmaların or- taya koyduğu gibi azınlık haklan insan haklarının bir parçası ve ko- şuludur. Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1948) azınlıkların korunması konusunda savaş sonrası genel söz- leşmelerinin ilkiydi. "Soykırım" sözüne ilk kez 1945'te Alman savaş suçlulanna karşı hazırlanan iddianamede rastlanmış ve bunlar "bilerek ve sistematik bir biçimde", özellikle Yahudi, Polonyalı ve Çingenelere karşı soykırım uygulamakla suçlanmışlardır.6

6 Trial of the Majör War Criminals before the International Military Tribunal, Nuremberg, November 14, 1945-October 1, 1946, Vol. I, s. 406 ve d.

5 Azınlık haklarının B.M. Antlaşmasında yer almaması, örgütün bu konuda harekete geçmesini engellemedi. Ayrımcılık ve azınlıklar kav- ramları madalyonun iki parçası olarak da kabul edilebilir.7 Yukarıda sözü edildiği gibi, Birleşmiş Milletler, başlığında "ayrımcılığın ön- lenmesi" olduğu gibi "azınlıkların korunması"na da atıfta bulunan bir alt-komisyon kurmuştur. Bu alt-komisyon ilk oturumunda, azınlıkların korunmasını, kendilerini çoğunluktan ayıran temel özelliklerini ko- rumak için ayrı muamele isteyen egemen olmayan grupların korunması olarak tanımlanırken, ayrımcılığın önlenmesini, birey ya da grupları eşit muameleden yoksun bırakan her türlü eylemin önlenmesi olarak belirlemiştir. Hernekadar biri, azınlık dilinde yayın yapmak gibi pozitif hakların varlığını gerektiriyor ve diğeri eşit olmayan muameleyi or- tadan kaldırmaya yönelik negatif bir yaklaşımı içererek eşitliği ge- liştirmeyi öngörüyorsa da, bu iki kavram birbirini tamamlamaktadır.8 Bunun gibi, ırkçılığa ilişkin çeşitli UNESCO açıklamaları (1950,1951,1964,1967), Ayrımcılığa Karşı Sözleşme (1978) ve Irk ve Irksal Önyargıya İlişkin Bildirge (1978) eğitime ilişkin konulara de- ğinirlerken bir grubun kimliğini en iyi koruma yollarını da vur- guluyorlardı. 1978 UNESCO Bildirgesi dezavantajlı grupların zorunlu olarak eritilmelerine (asimilasyonlarına) atıfta bulunmaktadır. Oy- birliğiyle kabul edilen ama bağlayıcı bir antlaşma olmayan bu bildirge bütün grupların ve bireylerin farklı olma haklan olduğunu belirtir (Madde 1), dinsel hoşgörüsüzlüğü kınar (Madde 3) ve ülkelerinde yal- nızca tek bir kültür bulunduğunu söyleyen bazı devletlerin uy- gulamalannı eleştirir (Madde 5). Yine benzer biçimde, Her Türlü Irk Aynmcılığını Önlemeye İlişkin Uluslararası Sözleşme azınlıklardan çok ırksal gruplarla ilgiliyse de, birçok durumda ırk ayrımının kurbanı bu azınlıklar olmaktadır. Aynca, azınlıklann sorunlarıyla yerli grup- lann sorunları da birbiriyle örtüşür. Bazı devletler ve uzmanlar aynmcılığa karşı olan bir rejimin insan haklannı güvence altına almak için yeterli olduğu görüşüne bağlı gö-

7 W. McKean, Equality and Discrimination Under International Law, Oxford, Oxford University Press, 1983, s. 159. 8 Etnik, dinsel ve dilsel grupların bir uluslararası hukuk sorunu olarak korunmasına ilişkin akademik çalışma: Patrick Thornberry, The International Law and the Rights of Minorities, Oxford, Clarendon Press, 1991.

6 tünüyorlarsa da, ötekiler "ayrımcılığın önlenmesi" ile "azınlıkların ko- runması" arasında bir fark bulunduğunu ileri sürmektedirler. Üye dev- letlerin temsilcilerinden oluşan B.M. İnsan Hakları Komisyonu, erit- meyi, ulus-inşa etme ve güvenlik için gerekli gören devletlerin eğilimlerini yansıtmaktadır. Sonuç olarak, 27. Madde, Sivil ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesine (1966). konuncaya dek azınlıklar konusuna olan ilgi azalma gösterdi ve daha sonraki gelişmeler bu temel düzen üzerinde biçimlendi. Bu arada, Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt-Komisyonu'nun, eğitim, iş, siyasal haklar, dinsel haklar, ikamet, göç, dolaşım, adalet, ırk ayrımı ve köleliği içeren ayrımcılıklar ko- nusunda bir seri çalışma başlattığını eklemeliyim.

IV. Amerika Anakarası:

Kuzey, Orta ve Güney Amerika'daki çatışmalar, bu geniş ana- karanın asıl sahiplerinin, diğer halklarla çok az karışan ve kendilerine ayrılan özel yerlerde ya da yoksul bölgelerde yaşamaya itilen Ame- rikan yerlilerini, yerli toplumlar üzerindeki kolonizasyonun yıkıcı et- kileriyle karşı karşıya olan Kanada Eskimoları'nı (Inuit'ler), hâlâ haksız muameleye maruz kalan Afrika kökenli Amerikalıları ve Anglo- sakson kültürünün baskısı altındaki bir azınlık kültürünü temsil eden Fransız Kanadalılarının ezilmesi gibi sorunları kapsar. Yanlış olarak "Amerikan Hintlileri" ya da "Kızılderililer" olarak bilinen Amerika'nın yerli halkı Kristof Kolomb (Cristobal Colon) ön- cesi kabile ya da ulusların dağınıklığını yansıtır biçimde Amerika top- raklarının en kuzeyinden en güney ucuna kadar yayıldıkları halde beyaz Amerikalılarla ilişkilerinde ortak bir kimliği korurlarken, His- panik topluluklar da bütün A.B.D. boyunca yayılma eğilimi gös- teriyorlar. A.B.D'ndeki bir milyondan fazla gerçek yerli halka ek ola- rak, 8 milyondan fazla Amerikan Meksikalıları, 2 milyondan fazla Porto Rikolu, 800 000 Kübalı ve "Hispanik","Lâtin" ya da "İspanyol Amerikalısı" olarak tanımlanan ve bazıları toplumsal-ekonomik statü

7 ve ırksal açıdan ayrımcılığın hedefi olan başka üç grup daha bu- lunmaktadır.9 Geçmişte savaş ve hastalık nedeniyle sayıları iyice azalmış olan Amerikan yerlileri hem çok yoksul durumdadırlar, hem de ayrımcılığa uğramaktadırlar. Beyaz yetkililer bu insanların sorun ve önerilerine yeterince ilgi göstermedikleri için, bunlar arasında kendi hedeflerini oluşturma ve bu hedefler doğrultusunda ilerleme eğilimi giderek güç- lenmektedir. Buradaki çatışma yalnızca beyazlarla Amerikan yerlileri arasında değil, aynı zamanda bir yandan gelenekselci ve öte yandan eritilmiş yerliler arasında da ortaya çıkmaktadır.10 Yerlilerin yanısıra, Amerikan Meksikalıları A.B.D'ndeki diğer bir yerli ulusal azınlığı oluştururlar." Yüzyıldan fazla bir süredir, Ame- rikan Meksikalıları "unutulmuş halk" (Paso por aqui) ya da "üvey evlât" olarak kalmışlardır. Bu insanlar Chicanos olarak tanındıkça var- lıklarının tanınması sayılarının artışına bağlı olmuştur. A.B.D'nde yak- laşık 8 milyon Amerikan Meksikalısı vardır ve diğer bir 8 milyon da aynı zamanda Meksika yurttaşlığını korumaktadır. Meksikalılar yal- nızca geniş toprakların üstünde değil, bizzat o toprakların tarihi üstünde de hak iddia etmektedirler. Bir yanda ulusal kimliklerini koruma ça- balan, öte yanda karşıt bir kültürle bütünleşmekte gösterdikleri beceri, Amerikan Meksikalılarının bir kültür sentezine ulaşmalarını sağ- lamıştır. Çatışma, ya kendilerini ulusal azınlık olarak tanımlamalan ya da tek bir ulusu oluşturan çoğulcu halka katılmalan yoluyla çö- zülebilir. Hispanik halklar arasında cn alt düzeyde olanlardan biri Porto Ri- kolulardır.12 New York'ta yaşayan Porto Rikolu sayısı, Porto Riko'nun başkenti San Juanda yaşayanlann sayısından daha fazladır. Halkın 3

9 Konunun tarihine ilişkin genel kaynak: Alvin Debo, A History of the Indians of the United States, Norman, University of Oklahoma Press, 1970. 10 Amerikan yerlilerinin kurtuluş girişimleri üzerine: Alvin M. Josephy, Jr., Red Power: The American Indians' Fight for Freedom, New York, American Heritage Press, 1971. 11 Leo Grebler, et al., The Mexican-American People, New York, The Free Press; London, Collier MacMillan, 1970. 12 Porto Riko açmazı üzerine resmî bir Amerikan yaklaşımı: Comptroller General of the United States. Report to the Congress: Puerto Rico's Political Future, A Divisive Issue with Many Dimenstions, Washington, D.C., U.S. General Accounting Office, 1981.

8 milyonu adada, 2 milyondan fazlası A.B.D'nde yaşadığından, Porto Riko bugün bölünmüş bir ulus olarak da adlandırılabilir. Amerika'da yaşayanların yaklaşık yarısı bu ülkede doğmuştur. İşe alınmalarında ve yükselmelerinde ayrımcılığa uğradıklarını gösteren ücret eşitsizlikleri sözkonusudur. Sendikalarda, o da bazılarında, çok az varlık gös- terebilmişlerdir. Seçimlere katılma oranı İspanyol kökenli olmayan seçmenlere göre daha düşüktür. Resmî görevlerde sayısal bü- yüklükleriyle orantılı olarak temsil edilme düzeyine erişememişlerdir. 1804'te ilk siyah cumhuriyet olarak ilân edilen özgür Haiti devleti ("Dağlar Ülkesi"), ırkçı yaklaşımları yüzünden adadaki toplumsal ay- rımları körüklüyen Amerikalılar tarafından 1915'te işgâl edilmişti.'3 Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra Haitililer çevredeki çeşitli topraklara göç ettiler. Fakat 1970'lerin başlarından itibaren, daha fazla sayıda Haitili, bir yanda yasa-dışı bir iş alanı da yaratarak, A.B.D'ne gitmek için uzun deniz yolculuklarıyla yaşamlarını tehlikeye attılar. Amerikan sahil korumaları yaklaşan teknelerin girişini engellerken, içindeki Haitililer de ayrımcılığa maruz kaldılar. Amerika'da yaşayan Haitililerin ayrıca haklı yoldan kazandıkları gelirlerini sosyal sigorta gibi nimetlerden yararlanmaları da engellenmekte ve görünmeyen bi- çimlerde de ayrımcılığa uğramaktadırlar. A.B.D'nin dışında yaşayan yerli Amerikalılar da, ihmal edilme ve yabancılaşma gibi sorunlarına ilgi gösterilmesini isteyerek, seslerini duyurmağa başlamışlardır. Ülkelerinin ellerinden alındığı Kanada'da da büyük ve gelişmiş bir toplumun kıyısında marjinal bir yaşam sür- mektedirler.14 Kanada'nın yerli halkları hukuksal olarak üç bölüme ayrılmışlardır: Federal hükümetin sorumluluğu altında olan "statü" (status) konumundaki yerliler, Kanada yaşamıyla bütünleşmiş "statü- dışı" yerliler, ve yerlilerden etnik olarak farklı olan Inuit'ler. Ka- nada'nın yerli halkları bir zamanlar bu dev ülkenin Atlantik'ten Pa- sifik'e, Arktik dairesinden Büyük Göller ve diğer bölgelerine kadar yayılan alanların sahipleriydiler. Fakat bunlar ayrımcılığa maruz kal-

13 Robert D. Heindl, Jr. ve Nancy G. Heindl, VVritten in Blood: The Story of the Haitian People, 1492-1971, Boston, Houghton Mifflin, 1978. 14 Harold Cardinal, The Unjust Society: The Strategy of Canada's Indians, Hurtig, Edmonton, 1969.

9 dıklarından, İngiliz ve Fransız yerleşimcilerden oluşan beyazların top- lumuna uyum sağlayamadılar. Müthiş bir zenginlik ortasında sefil bir yaşam sürdürüyorlar.15 Amerikan yerlilerinin Kanada'daki ders ki- taplarındaki imajı da genç beyinlere, bu insanlara karşı ön yargılar yerleştirme tehlikesi taşıyor.16 Bu imaj yerli halklara haklarının ve- rilmesini engelleme işlevini görmekte ve onlara yapılan saldırıları meşrûlaştırmaktadır. Yerli halkları ilgilendiren tasarılar kurumsal dü- zeyin ötesine geçemeyip, onların gerçek sorunları ile bağlantısız ka- lırken, Kanada'da yerlilere ne olacağı tartışması sürüp gitmektedir. Yüz-bin kadar Inuit Kanada'da, Alaska'da, Grönland'da ve Rus Si- biryası'nda ve Uzak Doğu'nun kuzey bölgelerinde yaşamaktadırlar. "Çiğ et yiyen" anlamına gelen "Eskimo" sözcüğü, Kanada'daki yer- lilerce genellikle kabul edilmez. Kanadalı Inuit'ler17 (ki bu sözcük kendi dillerinde "Halk" anlamına gelir) kuzey Alaska'dan Grönland'a kadar olan bölgede Inupiag dilini, Sibirya ile güney Alaska arasındaki bölgede ise Yupik dilini kullanırlar. Inuit'ler, isteksiz fakat kaçınılmaz bir biçimde de olsa, yarı-göçebe geleneksel avcı yaşamlarından, gü- nümüz dünyasının karmaşık yapısına geçişte sorunlarla kar- şılaşmaktadırlar. Bu süreç içerisinde, James Bay Hidroelektrik (1971) ve Mackenzie Vadisi boru hattı (1974) projeleri nedeniyle avlanma alanlarından bazıları ve balıkçılık haklarını yitirmişlerdir. Inuit'ler, Mackenzie Deltasından çapraz olarak aşağı inen ve Kuzeybatı Top- rakları-Manitoba sınırı boyunca uzanan ağaçlık bölgeyi ve toprakları olan tundrayı yerlilerin yurdu olan ormanlardan ayıran bir sınır çi- zilmesini önererek, doğu bölgelerinde Nunavut ("Bizim Toprağımız") adını alacak yeni bir yönetim kurulmasını istediklerinde, Pierre Tru-

15 Bir eylemcinin kaleminden: Charles C. Roach, Canada's Aboriginals: The Struggle for Their Homelands, London, International Organization for the Elimination of Ali Forms of Racial Discrimination (bundan sonra EAFORD), 1981. 16 Yazarın ödül kazanmış çalışmasının kısaltılmış biçimi: Sylvie Vincent ve Bemard Ar- card, The Image of the Amerindiaııs in Quebec Textbooks, London, EAFORD, 1983. Bu çalışmanın daha kapsamlı olan aslı (benim de üyesi olduğum) uluslararası bir jürice ırk ay- rımcılığı konusunda "yılın akademik çalışması" olarak ödüle değer görülmüştür. 17 Kısa fakat öncü bir çalışma: lan Creery, The Inuit (Eskimo) of Canada, London, Minority Rights Group (bundan sonra MRG), 1983. MRG [Azınlık Haklan Grubu] ay- rımcılığa uğrayan gruplara adil davramlmasını sağlamak, bu tür sorunların çatışmalara dönüşmesini önlemek ve önyargılı muameleyi yaratan etkenler konusunda uluslararası anlayışı geliştirmek için kurulmuş uluslararası bir araştırma ve enformasyon birimidir.

10 deau hükümeti kuzeyin siyasal bir karışıklık içine girmekte olduğunu kabullenmek zorunda kalmıştır. Inuit'ler eğitim alanında, kuzeye ya- pılan televizyon yayınlarında ve karma ekonomi uygulamalarından dolayı kültürlerine yönelik tehditlerle karşı karşıyadırlar. Lâtin Amerika'da, İspanyol conquistadores (bir çeşit 'fatihân') ta- rafından yok edilen, toprakları ellerinden alınan ve köle durumuna in- dirgenen indigena'ların (yerlilerin) torunları olan yaklaşık otuz milyon "Hintli" (yerli) bulunmaktadır. Kendi topraklarından edildikleri için, ucuz işgücü durumuna düşmüşler ve toplumun en alt basamağına itil- mişlerdir. Ekonomik olarak çaresiz, siyasal olarak güçsüz ve kültürel olarak yalnızlığa itilmiş olan yerliler, toplam nüfusun yarısından faz- lasını oluşturdukları Bolivya, Ekvator, Guatemala ve Peru gibi Lâtin Amerika ülkelerinde bile geçimlik çiftçi konumuna düşmüşlerdir. Hiçbir yerde karar verme sürecine katılamadıklarından, ayrımcılık onlar için olağan hale gelmişti.18 Örneğin, Brezilya yerlileri ya "eri- tilme ya da yok olma" seçenekleri ile karşı karşıyadırlar.19 1972'de, Kolombiya tarihinde ilk kez, bir grup beyaz yerlileri öldürmek su- çundan yargılandılar. Bunlar ilk yargılamada, kurbanlarının insan ol- duklarını düşünmedikleri gerekçesiyle aklanmışlar(î), ancak yeniden yargılanmaları sonucu suçlu bulunmuşlardır.20 Dünya artık yerli halk- ların gördüğü zulümlerden haberdardır ve birçok Güney Amerika ül- kesi bu sorunda işbirliği yapma kararlılığında görünmektedir. İspanyol fetihleri sırasında yerlilerin yoğun olarak yaşadığı Orta Amerika, altın gibi değerli madenlerin bulunmaması nedeniyle daha az Avrupalı yerleşimciyi kendisine çekmiş ve bu da daha en başından yerleşimcilerle yerli halk arasında evliliklere yol açmıştı. 1821'deki bağımsızlıktan sonraki çoğu yerel yöneticinin yerli kanı taşımasına ve "yerli" sözünün aşağılayıcı bir anlam içermemesine karşın, bunlar yö- netimlerini yabancıların yerleştirdiği yaygın ayrımcı düşüncelerle sür- dürdüler. İspanyolca tek resmî yönetim ve ticaret diliydi. Orta Ame- rika'da da "yerli" toplumsal merdivenin en alt basamağında yer

18 Bu konuda üç eleştirel çalışma: World Council of Churches, The Situation of the Indıan in South America, Geneva, 1972; T. Barry, et al., Dollars and Dictators: A Guide to Central America, London. Zed Press, 1982; Roxanne Dunbar Ortiz, Indians of the Americas: Self-Determination and Human Rights, London, Zed Press, 1984. 19 Bu ödül kazanmış çalışmanın kısaltılmış İngilizce baskısı: Roque de Barros Laraia. New Trends in Brazilian Indian Affairs, London, EAFORD, 1985, s. 4. 2(1 Hugh O'Shaughnessy ve Stephen Corry, VVhat Future for the Amerindians of South Africa? London, 1977, s. 9.

11 alıyordu. Bu, en başından beri alt sınıf insan muamelesi gören ve top- rakları giderek daha da küçülen Karaibler örneğinde daha açık bir bi- çimde görülmektedir.21 Bu koşullar altında Guatemala'da 1978'deki Panzöz katliamının yerli topluluk ile Guatemala silâhlı kuvvetleri ara- sında bir ırk savaşına neden olması ve bu sırada muhalefet liderinin öldürülmesinin Nikaragua Devrimine ve Sandinista hükümetinin ku- rulmasına yol açması ve sonuçta El Salvador'daki karışıklığa ve ken- dini, kendi çıkarları doğrultusunda bir "jandarma" gibi gören Ame- rika'nın müdahalesine neden olması şaşırtıcı değildir. Orta Amerika'nın yerli kültürleri için genel görünüm oldukça karanlıktır.22 A.B.D. nüfusunun % 10'unu oluşturan Afrika kökenli Amerikalılar on-sekizinci yüzyılda buraya getirilen kölelerin torunlarıdır. Be- yazların siyahlara yönelik önyargıları Amerika'da değil, Sha- kespeare'nin Othello gibi oyunlarında da görülebileceği gibi, İn- giltere'de başlamıştfr. Fakat beyaz Amerikalılar, Meksika, Hawaii, Küba, Porto Riko, Samoa, Viıjin Adaları gibi "daha koyu renkli" in- sanların yaşadığı topraklara doğru yayıldıkça yalnızca nesnel anlamda egemen öğe olmakla kalmadı, bu tür ırksal üstünlüğün açık ideolojisini de geliştirdi.23 Irklar arasındaki ilişkiler, siyah halkı denetim altında tutan yasalarla düzenleniyordu. Siyah insanlar yasaların kendilerine hizmet edeceği inancından yoksun olarak yetiştiler. Kısa tarihinde Ba- ğımsızlık Savaşından New Deal 'e değin "devrimci" bir geleneğe sahip olan Amerika, ırklar arasındaki ilişkileri temelden değiştirememiştir. Hernekadar 1865'ten sonraki "Yeniden-yapılanma" (Reconstruction) gibi cesurca girişimlerin ardından geri adımlar atıldıysa da, eşitsizliği azaltan ayrımcılık karşıtı düzenlemeler ve yasal kararnameler bu- lunmaktadır. Fakat bunlar bile zenginliğin yeniden dağıtılmasını sağ- layamamış ve ekonomik anlamda aradaki farkı daraltmamıştır. İkili hukuk sistemini sona erdirmeye yöueük bir eğilim bulunmasına ve si-

21 "Chief of the Caribs"in [ Carip'lerin Şefi] bir anlatımı için: Hilary Frederick, The Caribs and Their Colonizers: The Problem of Land, EAFORD, 1983. Ras Tafari'nin Etyopya İmparatorluğu tacını giymesinin ardından, "Rastafariyanlar" denen ve ataları Karaibler'deki beyazlara köle olmak üzere yerlerinden zorla edilmiş olan ve içinde bu- lunduktan toplumun gelişimine katkıda bulunmaktansa eski kıtaya geri dönmeyi isteyen küçük siyah azınlık vardır. L. Barrctt, The Rastafarians, London, Heineman, 1977. 22 Beatrix Manz, Refiıgees of a Hidden War, New York, State University of New York Press, 1988. 23 Klâsik bir yapıt: Gunnar Myrdal, An American Dilemma, New York, Harper and Collins, 1962.

12 yasal katılımdaki gelişmeye karşın, siyahların heryerde oy kul- lanmalarında ve Amerika'nın güneyinde işbaşına gelmelerinde eşitsiz uygulamalara bugün de rastlanmaktadır. Geçmişte beşikten mezara dek süren ırk ayrımının bazı izleri hâlâ sürmektedir. Siyahlara her türlü işte rastlanabilmesine ve farklı ırklardan insanların yaşadığı yerlerin sa- yısında bir artış görülmesine karşın, zenginliğin dağılımındaki eşit- sizlikler ve bunun yarattığı sonuçlar günümüzde de göz- lemlenmektedir. Bir azınlık kültürü oluşturan Katolik Fransız Kanadalılar ken- dilerini İngilizlerle birlikte ülkenin kurucu öğelerinden biri olarak gör- mekte ve egemen kültürü oluşturan Protestan İngilizce konuşan halkla eşit statüye kavuşma çabası içindedirler.24 Fransızlar farklı bir etnik grup olmanın dışında, İngiliz Kanadalıların yarattığından değişik bir toplum oluşturmayı istemektedirler. Bu farklı duygu, bağımsız bir Qu- ebec kurmak isteyen bir siyasal parti, le Parti Quebecois,25 ile ilk ey- lemlerini 1960'larda gerçekleştiren bir.kaç terörist örgütün kurulmasına neden olmuştur. Bu, güçlü bir alt-kültüre sahip bir toplumun, ay- rımcılığa maruz kaldığına inanarak,26 kendisini farklı bir birim olarak ortaya koyması ve hattâ, halkın çoğunluğunun Quebec için yalnızca daha fazla özerklik istemesine karşın, bağımsız olmayı önererek ra- hatlama yolunu seçmesidir. Kanada'daki Fransızlar şu anda toplumun alt katmanında yer almakta, doğum oranı düşüş göstermekte ve bir- buçuk milyondan yalnızca yarısı kadarı iyi düzeyde Fransızca ko- nuşabilmektedir. Ekonomileri İngilizce konuşanların denetimi al- tındadır ve yeni göçmenler, hattâ Katolik İtalyan ve Portekizliler bile İngilizce konuşan topluluk tarafından eritilmektedirler. Gelotfekte büyük bir olasılıkla yeni bir biçim almış bir federasyonda daha'geıjiş bir özerklik sözkonusu olabilir.27

24 Ramsay Cook, Canada and the Frcnch-Canadian Question, Toronto, Macmillan, 1966; Richard Simeon, der., Must Canada Fail? Montreal ve London, McGill-Queen's University Press, 1977; Gary Geddes, der., Divided We Stand, Toronto, Peter Martin Associates Limited, 1977. 25 M. Piard ve R. Hamilton, "The Parti Quebecois Comes to Povver: An Analysis of the 1976 Quebec Election," Canadian Journal of Political Science, Vol. XI, No.4 (December 1978), S. 739-775. 26 David R.Hughes ve Evelyn Kallen, The Anatomy of Racism: Canadian Di- mensions, Montreal, Harvest House, 1974. 27 P.E. Trudeau, Fedcralism and the French Canadians, Toronto, Macmillan, 1968. Yazar bir Fransız Kanadalısı olup eski Başbakandır.

13 V. Batı Avrupa:

Batı Avrupa'da, Finlandiya'da yaşayan İsveçliler ve İsviçreliler gibi bazı azınlıklar ötekilerden daha mutlu bir yaşam sürüyorlar. İtalyanlar ya da Avusturyalılar gibi bazılarının durumları ise daha yeni çözüme kavuşabilmiştir. Hollanda gibi bazıları "eski" dinsel mezhebe dayalı azınlık sorununu çözmüş fakat göçmenlerden kaynaklanan "yeni" bir azınlık sorunuyla karşı karşıya kalmışlardır. Belçika, anayasasını Fransızca ve Flâmanca konuşan topluluklarına kültürel özerklik ver- mek üzere değiştirmiştir.28 İsviçrelilerin birbirlerine ve Finlilerin İsveçlilere yönelik uy- gulamaları genel olarak en ideal azınlık muamelesi olarak de- ğerlendirilmektedir. İsviçre genelde demokratik uygulamaları en uç noktalara kadar götüren bir ülke olarak kabul edilir. Her yurttaş, bir bakıma, şu ya da bu azınlığın üyesidir. Bu ülkede dört resmî dil bu- lunmakla birlikte (Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanş dili), büyük şirketler ve bankalar İsviçre'nin Almanca konuşulan bölgesinde toplanmıştır. Romanş dili ise ayrımcılık ve baskı yüzünden değil, eko- nomik nedenlerden ötürü giderek kaybolmaktadır. İsviçre dinsel azın- lıkları korusa da, yabancı işçileri (Fremdarbeiter) gereği gibi ko- rumamaktadır. Bugün bu işçilerin otuz yaş civarındaki çocukları durumdan hoşnut değildirler ve varolan düzeni sorgulamaları ola- naklıdır. Finlandiya'daki İsveçliler oldukça tatminkâr bir muamele gö- rüyorlar. Özellikle Aaland ('Oland' okunur) Adalarında, hükümet hem İsveç dilini, hem de adaların İsveç özelliğini korumayı üstlenmiştir. Kanada'daki Fransızlar (ya da Kıbrıs'daki Türkler) gibi Finlandiya'daki İsveçliler kendilerini devletin kurucu öğelerinden biri olarak gö- rüyorlar. 1921'de bu adalar üstündeki iddiasını geri çeken İsveç, o za- mandan beri herhangi bir iddiada bulunmamıştır. Eğer Aaland Adaları 1856'da silâhtan arındırılmamış olsaydı ve bu yüzden stratejik önemi sürseydi ya da burada ekonomik açıdan önemli bir doğal kaynak bu- lunsaydı, bu karşılıklı hoşgörünün ne derecede içten olduğunu anlamak daha kolay olabilirdi.

28 Claire Palley, et al., Minoritics and Autonomy in Western Europe, London, MRG, 1991.

14 1955'te imzalanan Avusturya Devlet Antlaşmasından sonra, De Gasperi-Gruber Anlaşması ve Özerklik Statüsü (1948) İtalya'nın için- deki Almanca konuşan Tirol (Bolzano) azınlığına yönelik uy- gulamaların temelini oluşturmuştur.29 Ne Fransa, ne de Hollânda, fe- deral düzeyde üç topluluğu (Flâman, Fransız ve AlmanCa konuşan), ve üç bölgeyi (Flâman, Walloon ve Brüksel) içeren Belçika'nın herhangi bir parçasını ele geçirmeyi düşünmektedir. Öte yandan, Hollânda'nın azınlıkları ne etnik ne de ulusal kökene dayanmaktadır. "Eski" (ge- leneksel) azınlıklar Katolik ya da Protestan gibi dinsel kökene göre belirlenmiştir. "Yeni" (etnik) azınlıklar ise işçi olarak Akdeniz ül- kelerinden 'ya da eski Hollânda sömürgelerinden gelenlerden oluş- maktadır. Hollânda hernekadar nispeten hoşgörülü bir toplum olarak biliniyorsa da, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşamını yitirmiş olan Yahudilerin sayısının çok yüksek olması, barış zamanındaki hoş- görünün, ortaya çıkan koşullarda ne ölçüde başarılı olabileceğini dü- şündürmektedir. Birbirinden ayrı toplumların gelişimiyle ortaya çıkmış olan Ka- talan30 ve Baskların31 istekleri, 1930'larda farklı biçimler alarak İs- panya Cumhuriyeti'nin çökmesinin nedenlerinden birini oluşturmuştu. Bunlar ülkenin istikrarını hâlâ tehdit edebilirler. Her ikisi de İs- panya'nın ulaştığı siyasal birlik süreci çerçevesinde de- ğerlendirilmelidir. Bir yandan genel olarak birlik gerçekleştirilirken, öte yandan yerel bağlılıklar da sürmekteydi. Hem Katalanlar, hem de Basklar geçmişi İspanya İç Savaşına dek uzanan ve Franco rejimi ta- rafından daha da karmaşık duruma getirilen, bastırılmış ulusal gruplar oldukları inancına sahiptiler. Franco'nun ölümünden sonra, yerine geçen Kral Juân Carlos'un ilk uygulamalarından biri Katalan ve Bask dillerini tanımak olmuştur. Hernekadar ayrılıkçı eğilimler oldukça za- yıflamışsa da, özerklik istekleri hâlâ sürmektedir. Kuzey İrlânda, İrlânda Cumhuriyeti ve İngiltere arasındaki İrlânda sorununun ortaya çıkardığı terörizm, ölümle sonuçlanan olaylar ve yı- kıntıların temelinde siyasal, toplumsal ve dinsel çatışma bu- » 29 Das neue Autonomiestatut, Südtiroler Landesausschuss Bozen, 1989. 30 M. Garciâ Venero, Historia del Nacionalismo Catalân, Madrid, 1967. 31 J. Caro Baroja, Los Vascos, Madrid, 1971.

15 Ilınmaktadır. Kuzey îrlânda'daki altı bölgede yaşayan Protestan halk, İrlânda Özgür Devletini yaratanların sahip olduğu gibi bir kuşatılmışlık duygusu içindedirler. Hernekadar Ulsterli Protestanlar32 kendi böl- gelerinde Katolik İrlândalılardan ikiye-bir oranında daha fazlaysalar da, îrlânda'nın bütününde Katolikler üçe-bir oranında fazladırlar. Bann Nehri bu altı bölgeyi yalnızca coğrafî olarak değil, aynı zamanda eko- nomik olarak ta böler ve üç doğu bölgesinde daha fazla Protestan bu- lunurken ve bunlar çok daha zenginken, Katoliklerin yaşadığı batı böl- geleri azgelişmiş durumdadır. Çatışmanın kaynağı Bann Nehri'nin batı tarafındadır. Öte, yandan, İrlânda Cumhuriyetindeki Protestanlar da kendilerini Kuzey İrlânda'daki Katolikler kadar tehdit altında his- setmektedirler.33 Çözüm, daha çok bütün İrlândalıların ekonomik çı- karlarının aynı olduğu Avrupa Topluluğu'nda yatmaktadır. Bu sırada, çözümsüzlük şiddeti doğururken,- şiddet de siyasal çözümü ge- ciktirmekte ve girişimleri güçleştirmektedir. Batı Avrupa'nın uç kuzey bölgelerinde yaşayan yerli halklar daha çok Lâplar olarak bilinen "Sami'lerdir. Bir zamanlar yalnızca ken- dilerinin yaşadığı kuzey bölgelerinde, Samiler 60 000 kadarlık nü- fuslarıyla çoğunlukla Norveç'te,34 İsveç'te,35 Finlandiya'da36 ve bir kısmı da Rusya'nın kuzey-batısında yaşamaktadırlar. Yalnızca beş böl- gede Sami çoğunluğunun bulunması nedeniyle (dördü Norveç'te, biri Finlandiya'da) bunlara bağımsızlık ya da federal statü verilmesi söz- konusu değildir. Sayısal olarak çok az ve savunmasız olan Samiler baskı ve eritmenin hedefi olmuşlardır. Yaşamları için son derece önemli olan kendi ortamları tehdit altındadır. Bütün Avrupa'ya (ve dünyaya) yayılmış olan Romaniler (Rom, Roma halkı) ya da Çingeneler, birçok gruptan oluşan bütüncül bir top- luluk oluşturmağa çalışmaktadırlar.37 Köken olarak Hindistan'dan

32 R.S. Elliot ve John Hickie, Ulster: A Case Study in Conflict Theory, London, 1972. 33 Garrett Fitzgerald, Ireland: Our Future Together, Dublin, Fine Gael, 1979. 34 Harald Eidheim, Aspects of the Lapish Minority Situation, Oslo, Oslo University Press, 1971. 35 Tom G. Svenssön, Ethnicity and Mobilization in Sami Politics, Stockholm, Uni- versity of Stockholm, 1976. 36 Eıkki Asp, et aL, The Lapps and the Lappish Culture, Tutku, University of Tulku, 1980. 37 S.S. Shaski, "Roma: the Gypsy World", India Perspectives, New Delhi, Vol. II, No. 9 (March 1990), s. 28-34; Chaman Lal, Gipsies: Forgotten Children of India, New Delhi, Goverment of Indıa Press, 1969. ,

16 gelen Çingeneler Avrupa'da hemen hemen heryerden dışlanmışlar, Avrupa'nın ilk "siyahları" olarak birçok biçimde ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Nazi Almanyası bunların 300 000 kadarını katletmiştir.38 Çingenelerin sorunları uluslararası alanda ancak 1968'de Avrupa Kon- seyi Çingenelerin durumunu araştırdığında ve ayrımcılığı durdurmak için bütün yasal ve idarî adımların atılması karan aldığında ilgi çek- miştir.39 Ama yalnızca eski Yugoslavya'da, Hollâjıda'da, İngiltere'de ve İsveç'te bazı düzeltmelere gidilmiştir. Geçmişte sosyalist ülkelerde daha iyi muamele görmüş olan Romanilerin durumu Doğu Avrupa'daki devrimlerden sonra kötüleşmiştir. Bu etnik grup, genelde, ya top- lumdan dışlanmış ya da günümüz dünyasındaki toplumsal yaşama ayak uyduramayacak biçimde yetişmektedir. Öte yandan, genel olarak ırkçılık çağdaş Avrupa'da tehlikeli bo- yutlara ulaşmıştır.40 Birçok Avrupa ülkesinde azınlık gruplan, göç- menler ve yabancılar ırkçılann, neo-faşistlerin ve benzeri nefret grup- Iannın saldın hedefleridir. Yakın geçmişte bu denli tavırlar milyonlann ölümüne ve bir dünya savaşına patlamıştı. Yahudiler, bu kez, bir nu- maralı hedef olmayabilir, fakat bütün azınlık gruplan aynı tehdit al- tındadır. Rahip Martin Niemoellar'ın yıllar önce söylediği gibi, önce kimin kapısı çalınırsa çalınsın, sıra başkalanna da gelecektir. Demokratik olduğunu söyleyen Avrupa bu konuya ciddiyetle eğilmek zorundadır. Avrupa Konseyi'nin "Eylem Tasansı" (1993) ve İstanbul'da Uluslararası Irkçılık ve Anti-Semitizm Semineri (1995)41 bu tepkinin sonuçlandır. Yakın zamanlara değin hiç önemli görünmeyen ırkçılık eğilimleri yalnız azınlıklara ve göçmenlere karşı yürütülen şiddet eylemleri ne- deniyle değil, aşırı uçlardaki siyasî partilerin oylarındaki artışla ve bu yeni dengeye büyük partilerin de oy kaygısıyla katılmaları nedeniyle de tırmanışa geçmiştir. Avrupa ülkelerinde artan işsizlik eski Doğu

38 M. Novitch, Le Genocide des Tziganes sous le Regime Nazi, Paris, 1968. 39 D. VViklund. Council of Europe Report: The Position of Gypsies in Europe, Strasbourg, 1969. 40 Turkkaya Ataöv, "Rising Racism and Anti-Semitism: A Brief Glance," The Tur- kish Yearbook of International Relations: 1992, Ankara, Faculty of Political Science, 1995, s. 77-78; Türkkaya Ataöv, "Against Racial Discrimination in International Law," Bulletin, London, EAFORD, 1/3 (April 1980), s. 7-10. 41 Council of Europe, Racism and Anti-Semitism: Summary, Seminar organized by the Secretary General of the Council of Europe, İstanbul, 19-20 January 1995.

17 Blokundan gelen göçmen dalgalarıyla birleşince, geniş seçmen kitleleri yabancılar, Yahudiler, Romaniler, göçmenler ve Üçüncü Dünya ül- kelerinden gelen öğrencileri "günah keçileri" olarak ayırmağa baş- ladılar. Bu ırkçı tepkiler arkası gelebilecek daha büyük ayrımcılık ve çatışmaların ilk habercileri olabilir. Avrupa'da 1945'den hemen sonra da aşırı sağcı akımlar vardı. Ancak, 1970'lere değin önemsizdiler. Irkçılık tutuculuğun yer yer oto- riterliğe bürünmesiyle çirkin yüzünü daha belirgin biçimde göstermeğe başlamıştır. Bu oluşumun Avrupa'da siyasî rakkasenin sağa kayışıyla temelden ilişkisi vardır.42 Sağın güçlenmesi Sovyetler Birliği ile Doğu Avrupa'daki değişikliklerden daha öncedir. 1970'li yılların sonlarına doğru, sosyal demokrasi İngiltere'de, Fransa'da, hattâ İskandinavya'da gerilemeye yüz tuttu ve onunla birlikte Avrupa devletlerinin çoğunda ortanın solundaki hükümetler yerlerini ırkçı çizgilerle yer yer örtüşen sağ kanat partilerine terketmeğe başladılar. 1945'de siyasî sağ İspanya ve Portekiz dışında Avrupa'da heryerde gözden düşmüştü. Faşizme karşı savaşımın başını çekmiş olan sol güçler birçok yerde koalisyon hükümetlerine girmiş, İşçi Partisi İngiltere'de ik- tidara gelmişti. Ne var ki, İngiltere'de tutucu güçler (Conservative Party) bir seçim sonra (1951) iktidara gelip 1964'e değin iktidarda kalırken İşçi Partisi de önde gelen beş üyesini (Bloomsbury Bolsheviks) "aşın dü- şüncelerinden ötürü" savıyla kendi yapısından uzaklaştınyordu. Dev- letçilik, o koşullarda, gene de itibardaydı ve bu görüşün ideolojik sa- vunuculuğunu Lord Keynes ve Sir William Beveridge gibi yukan orta sınıfın temsilcileri yapıyordu. O zaman onlar için önemli olan iktidann işçi sınıfına geçmesini engellemekti. Bunun dışında yapılanlann asıl he- defi sermayeci düzeni çağdaş duruma getirmek ve iktidarda tutmaktı. Endüstrileşmiş Batı toplumlannı uzun süredir tehdit eden toplumsal ge- rilim bu yoldan azaltılmış olacaktı. Avrupa solu bu stratejiyi karşılayacak anlamlı bir seçenek su- namayınca, sol oylar, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından çok önce, ge-

42Simon Gunn, Revolution of the Right: Europe's New Conservatives, London, Pluto Press with the Transnational Institute, 1989; Türkkaya Ataöv, "Old Wine, New Bottles," Turkish Daily NewsA 16 April 1993; Türkkaya Ataöv, "The New Right," ibid., 17 April 1993; Türkkaya Ataöv, "The New Authoritarianism," ibid., 21 April 1993.

18 rilemeğe yüz tutmuş, geleneksel olarak bir sosyal demokrasi devleti gö- rünümünde olan İsveç'te bile işverenler fedarasyonu örgütlü ideolojik saldırıya geçebilmişti. Bu oluşum ırkçı nitelikte yeni sağı Avrupa po- litikasına soktu - hem de seçilmiş, yani "meşrû" görünümüyle. Pazar ekonomisini tüm sorunların çözümü olarak gören bir de "özgürlükçü yeni sağ" vardı. Kökleri Frederich A. Hayek ve Milton Friedman'da olan bu görüş ekonomik rekabeti en üst düzeye çıkarma iddiasındaydı. Ame- rika'da Heritage Vakfı, İngiltere'de Adam Smith Enstitüsü, Fransa'da Club de I 'Horloge ve Almanya'da Kiel Ekonomi Enstitüsü bu çevrelerin strateji merkezleriydi. Bir de, sağa kültürel yönden yaklaşan ve hem li- beralizmi, hem sosyalizmi reddeden üçüncü bir yeni sağ belirmişti. Bu üç akım ideoloji ve örgütlenme yönlerinden ayrı kimliklere sahipseler de, herbirinin çabası kitleleri sağa çekti. Bu yeni tutuculuk (new conservatism) yukarı ve orta sınıfların ya: nıbaşında işçi kesimlerinden de destek alıyordu. Yeni sağ, sınıfları ve bölgeleri aşarken, ırkçılığın yükseleceği ortamın yaratılmasına da yar- dımcı oldu. Almanlar milliyetçilikle özdeşleştirdikleri Heimat'ı (ana- yurdu) korumak için (kendi yurttaşları olan) sol görüşlülere, ya- bancılara ve Yahudilere saldırmağa başladılar. Fransızların bir çoğu da şu yola "baş koymuş" görünüyorlardı: "defendre les Français". Avrupa toplumu yalnız tutuculuğa değil, otoriterliğe de kayarken, İngiltere'de Margaret Thatcher ve John Majör yönetimleri işçi sınıfının geçen yüz- yıldan bu yana birikmiş kazançlarını ortadan kaldırıyordu. Ma- dencilerin 1984-85 yenilgisi 1926 genel grevinden bugüne en büyük geri adımdı. Böylece, 1970'lerin siyasal ortamı yirmi yıl öncesinden çok fark- lıydı. Fransa'da Jan-Marie Le Pen'in önderliğini yaptığı ve 1972'de kurulmuş olan Front National ilk kez 1984 seçimlerinde oyların % 11 'ini almış, Avrupa'nın aşırı sağ uçta en büyük partisi olmuştu. Le Pen akımının General Boulanger otoriterizminde (1880'ler), Charles Ma- urras Action Française'mde (1930'lar) ve General Poujade anti- Semitizminde (1950'leir) tarihsel kökleri varsa da, Rassemblement pour la Republique gibi başka sağ kanat gruplarıyla geçici ittifaklar kurmağa gerek bile görmeden, 1930'lardan bu yana seçmen tarafından en fazla tutulan ırkçı parti konumuna yükselmesi görmezlikten gelinemez. Ay-

19 rica, Almanya'da Republikanische Partei, İtalya'da Movimento Sociale Italiano ve Lega Nord, Britanya'da British National Party, Avus- turya'da Freiheits-Partei ve Belçika'da Vlaams Blok güçlenmektedir. Eski Sovyet ve Yugoslav Cumhuriyetlerinin bazılarında iktidar to- taliterlikle karmaşık aşırı milliyetçilerin eline geçmiştir. Ayrıca, resmî iktidar yapısının yanıbaşında neo-faşist akımlar da belirmiştir. Rusya'da Pamyat örgütü ve Vladimir Jirinovski'nin önderliğindeki Li- beralnaya Demokratiçeskaya Partiya, Sırbistan'da Çetnik'\eı, Hır- vatistan'da Ustaşi'ler ve Romanya'da Vatra Romaneasca etkilerini art- tırıyorlar. İster Batı, ister Doğu Avrupa'da olsun, parlâmentolarda milliyetçilik konusundaki tartışmalar ve kitle haberleşme araçlarının tutumundaki farklılaşma sıradan yurttaştan oy bekleyen tutucu eğilimli büyük siyasî partilerin gitgide sağa kaydığını kanıtlıyor. Örneğin, Almanya göç- menlerin sığınma isteklerinin kabulüne yeni sınırlar getiren anayasa değişikliğini yapmaktan başka çıkar yol bulamamıştır. Kitlelerce daha fazla benimsendiği anlaşılan anti-Semitizm ya da Yahudi karşıtlığı43 yükselen ırkçılığın bir parçasıdır. İkinci Dünya Sa- vaşının sonuçlarına karşın, bazı Avrupalılarda Yahudilere yönelik peşin-hükümler bütünüyle yok olmamıştı. Batı Almanya ve Avus- turya'yı Nazilerden temizleme eylemi de yüzeysel kalmıştı.44 Fransa'da Yahudi düşmanlığı o denli belirgindi ki, Jean-Paul Sartre ülkenin fa- şizme karşı koyuşuna Yahudilerin katkısının özel bir kitapta altını çizme gereğini duymuştu.45 Ancak, anti-Semitizm 1945'i izleyen ilk yıllarda gene de önemli bir rol oynamadı. Giderek, 1956-1967 arası Avrupa tarihinin belki de en 'fılo-Semitik' yıllarıdır. Bu bağlamda, Ya- hudi kökenli Pierre Mendes-France'm 1954'de başbakanlığı bugünkü Fransa ile çelişi oluşturacağı için anımsanabilir. İkinci Vatikan Kon- seyi'nin Nostra Aetate (1965) açıklamasıyla İsa'nın çarmıha ge- rilişinden ötürü tüm Yahudileri "suçlama" tutumunu terketmesi gibi bazı geleneksel düşmanlıklar tarihe karışırken, Macaristan'da Yahudi

43 Türkkaya Ataöv, "Anti-Semitisnj in Europe," ibid., 24 January 1995. 44 Türkkaya Ataöv, "Bugünkü Almanya Sorunu,"A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 24/1 (1969), s. 231-244. 45 Jean-Paul Sartre, Reflexioııs sur la question Juive, Paris, 1946.

20 kökenli Matyas Rakosi ve Polonya'da Jacob Berman önemli karar yer- lerine geliyorlardı. Gene Yahudi kökenli Bruno Kreiskv Avusturya Sosyalist Partisi başkanlığına seçilmiş ve daha sonra da Avusturya Şansölyesi olmuştu. Aynı görevi Batı Almanya'da üstlenen Konrad Adenauer de (1949-1963) İsrail'e tazminat ödeme yolunu açmıştı. Fransa'da da Yahudiler Velary Giseard d'Estaing (Simone Veil, Jac- ques Wahl, Lionel Stoleru) ve François Mitterand (Robert Badinter, Jacques Attali, Laurent Fabius) zamanlarında siyasette ön plâna geç- tiler. Bu eğilimin değişmesinde İsrail'in 1967'de üç Arap komşusuna saldırmış olması gerçeği de rol oynadı. Ama 1990'ların Filistinlilerle barış süreci bu imajı bir kez daha değiştirmiş olmalıdır. Ne var ki, bu kez de Avrupa'nın yepyeni koşullar altında olduğunu gözlemliyoruz. Bu yeni koşullar Fransa'da Robert Faurisson'a gaz odalarının yalan ol- duğunu ileri sürdürecek bir aşamaya varmıştır.46 Nantes Üniversitesi Henri Rocques'un Yahudi soykırımını yadsıyan doktora tezini kabul etmiştir. Bugünkü Rus aşırı milliyetçileri Bolşevik Devrimini de, Gulag sistemini de, Sovyet deneyiminin benzeri aşırılıklarını da Ya- hudilere bağlamaktadırlar. O denli ki, Stalin döneminde bazı Yahudi kökenli doktorlar Sovyet ileri gelenlerini gizlice öldürmekle suç- lanırken, bugün de başka Yahudiler "Komünizm suçlusu" gö- rünümündedirler. 1967 saldırısından sonra İsrail'le diplomatik iliş- kilerini kesmeyen tek Doğu Avrupa ülkesi Romanya'da bile günümüzde anti-Semitizm başgöstermiştir. Sonuç olarak, Avrupa'da Yahudilerin geleceği öteki azınlıkların kaderiyle ve daha hoş görülü bir toplum olasılığıyla bağlantılıdır.

46 Robert Faurisson, Memoire en defense: contre ceux qui m'accusent de falsifier l'histoire: la question des chambres a gaz, Paris, la Vieille Taupe, 1980. Aynı yorumun Türkiye'ye yansıması: Harun Yahya, Soykırım Yalam, İstanbul, Âlem Yayıncılık, 1995. İkinci Dünya Savaşında bazı Siyonist ileri gelenleri Nazilerle işbirliği yaptılarsa da, Yahudi soykırımının bir "yalan" olduğu doğru değildir. Türkkaya Ataöv, "Zionist Cooperation with the Nazis during the Second World War", The 'Baghdad Observer, 4 October 1978; Türkkaya Ataöv, "İkinci Cihan Savaşında Siyonizmin Faşizmle İşbirliği," A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, 29/3-4 (1976), s.107-111; Türkkaya Ataöv, "El-t'avun beyn el nâziîn v'el sahyuniîn hilâl el harb el âlemiye el thâniye", El-Baas, Şam, 16.1.1976; Faris Yahya, Zionist Relations with Nazi Germany, Beirut, Palestine Research Center, 1978.

21 VI. Almanya'nın Özel Konumu:

Madame de Stael'm "le coeur de l'Europe" (Avrupa'nın kalbi) diye tanımlamış olduğu Almanya'da olanlar tüm anakarayı etkilediği için bu ülke üstünde ayrıca durmak gerekir. Alman toplumunun yakın tarihte siyasî uçlar arasında rakkase benzeri gidip geldiği söylenebilir. Bazı gözlemcilere göre, Almanlar Prusya tutuculuğu, Faşist totaliterlik, tekelci sermaye, Komünist denetim ya da neo-Nazizm gibi herhangi bir tür oto- riter yönetimin ergeç kurbanı olacaklardır. Bazı başkalarına göre ise, Al- manya'nın geçmişte herkese ifade özgürlüğü tanıyan çoğulculuğun da yer aldığı demokrasi geleneği de vardır. Bu görüşlerin ışığında başka hiçbir önemli devletin Almanya kadar kısa süreler içinde bir uçtan öbür uca sürüklenmediği ileri sürülebilir. En geç bütünleşen iki Avrupa ülkesinden biri olan (öteki İtalya) Almanya yüzlerce prenslik ve feodal birimlerden birliğe dönüşmüş (1871), ardından (Hitler yönetiminde) tarihinde görülmeyen bir mer- kezciliği denemiş, bunu önce dörde ve sonra ikiye bölünme izlemiş, nihayet doğu ve batı kanatlarının gene birleşmesi gündeme gelmişti. Bu olaylara koşut olarak, kültür atmosferi de bir uçtan bir uca taşınmış, Kant'ın evrensel hümanizmini, Goethe'nin şiirselliğini ve Beethoven' in dehasını toplama kamplarının moral çöküntüsü izlemiştir. Almanya'da tüm kuşağın aydınlanma (Aujklarung) ve özgür dü- şünce idealleriyle dolu olduğu yılları da gözlemlemek olasıdır.47 Ör- neğin, Wilhelm von Humboldt çağdaşı sayılabilecek J.S. Mill'in öz- gürlükçü düşünceye katkısıyla (On Liberty) boy ölçüşebilecek humanistische Gymnasium düşüncesini ortaya koymuştu. Ama onun karşısına, daha da etkili biçimde, A.M. van den Bruck, F. Nietzsche ve G. W. F. Hegel dikildiler. Alman halkını, kuşaklar boyu, birbirleriyle uyuşmaz tavır ve eylem ölçüleri içinde kararsız bırakan da bu zik- zaklardır. Alman coğrafyası, yani sınırları, kısa aralıklarla sık sık de- ğişmiş, bayrağı ve devletin adı bile bundan nasibini almıştır. De- ğişmeyen belki de tek şey ulusal marştır: Deutschland, Deutschland über alles\

47 Bundesrepublik, Fragen an die deutsche Geschichte: Idcen, Krafte, Ents- cheidungen von 1800 bis zur Gegenwart, Bonn, Bundestag, 1984.

22 Almanlar, bu tavırlarıyla, yalnız düşmanlarının değil, zaman zaman müttefiklerinin de husumetini, giderek nefretini kazandılar. Ta- rafsız Belçika'yı iki kez çiğnediler, Birinci Dünya Savaşında zehirli gazı ilk kez onlar kullandılar, bir saldırmazlık paktı imzaladıkları (1939) Sovyetler Birliği'ne ansızın saldırmaktan geri durmadılar (1941), Wehrmacht'm girdiği heryerde ele geçirebildikleri Yahudileri, Romanileri, liberalleri ve ortanın solundakileri gaz odalarına ya da fı- rınlara attılar, binlerce rehineyi öldürdüler ve dostları İtalyanların araçlarına el koyarak onları Afrika'nın kızgın çöllerinde yürümeğe mahkûm etmekten çekinmediler. Çifte ölçüler içindeki bu belirginsizlik Alman yığınlarını, Humboldt geleneğini bir yana koyarak, Nazizm gibi dogmatik bir inancı des- teklemeye itti. Gene bu çelişiden ötürü, parlâmento binasının önündeki geniş bulvarı süsleyen dillere destan ağaçlar (die Linde) bahçıvanlarca itinayla bakılırken, aynı Almanlar tarihî Reichstag'ı kendi elleriyle ateşe veriyorlardı. İkinci Cihan Savaşı, nihayet, Nazizmin askerî alan- larda yenilgisiyle sona erince, özgür düşüncenin egemen olacağı akla ilk gelen seçenektir. Gerçekte, Faşizm yerini bazı hoşgörülü düşünceye bırakmıştır da. Ancak, Hans Kelsen ya da Hugo Preuss'u anımsatan büyük teorilere rastlanmıyor. Almanlar, gene de, ozanları Emanuel Geibel'in şu düşüncesinden fazla uzaklaşmışa benzemiyorlar: "Artı deutschen Wesen soll die Welt gewesen" (Alman ruhu dünyayı iyi edecektir). İki Almanya'nın birleşmesinin konuya getirdiği yeniliklerin de sö- zünü etmek gerekir. Sanılandan daha erken gerçekleşen bu birleşme yalnız dünyayı değil, Almanları da şaşırttı. Berlin Duvarının yıkılışı 9 Kasım 1938'de Yahudi mahallelerinde camların tuzla buz edildiği o kanlı "Kristal Gecesi"nin (Reichskristallnacht), günü gününe, tam elli-bir yıl sonrasına rastladı. Aslında, Batı Alman hükümeti sınırları değiştirmeyi artık düşlemiyor, buna gerek de görmüyordu. 1939'da denediği genişleme girişimi altı yıl içinde felâketle sonuçlanmıştı. Bu kez, güçlü Alman ekonomisi için Polonya'yı Almanya'dan ayıran Oder-Neisse Nehirleri çizgisi bile şeffaf bir sınırdı. Ne var ki, Alman halkının birleşme isteği tüm tahminleri aştı. Geçen savaşın galip dcv-

23 letlerinin iradeleriyle bölünmüş olan Alman halkı Batı duvarını yıktı ve Brandenburg Kapısını ardına kadar açtı. Ancak, ikisi arasındaki "psikolojik duvar" hâlâ olduğu yerde du- ruyor. Uzun yılların bölünmüşlüğü her iki Almanya'da farklı Weltanschauung, buna bağlı yerleşmiş değer yargılan ve tavırlar oluşmuştur. îster doğuda, ister batıda yaşıyor olsunlar, bütün Almanlar yakın geçmişlerinde ırkçılık ve Yahudi-karşıtlığıyla karmaşık bir Nazi dönemi olduğunu kuşkusuz biliyorlardı. Almanya'nın ikiye bölünmesi her iki rejime de kendini bu büyük kara lekeden, usa vurma (ra- tionalization) yoluyla da olsa, soyutlama ve onun yerine birbirlerini (Komünist ya da ve kapitalist) diktatorya ile suçlama olanağı tanıdı. Her iki toplum da kendinde suç ve dolayısıyla düzeltme yollarını ara- mıyordu. Batı Almanlar ekonomilerini geliştirmeyi ön plâna almışlardı. Doğu Almanlar da adil bir toplum kurdukları inanandaydılar. Her iki sistem de, bazı önemli sorunların kökenlerini araştırmadan, yurt- taşlarından düzene bağlılık bekliyordu. Bu çerçeve, kanımca, yalnız Doğu kanat için değil, Batı kanat için de geçerliydi. Kendi hedefleriyle bağlantılı bir "yığın kültürü" yaratmış olan her ikisi de bundan sapmaya karşı hoşgörülü değildi. Her ikisinin de yığın kültürü örgütlenmiş ve egemen güçlerin dilediği yönde kamu oyu yaratan kitle haberleşme araçlarına ve güvenlik görevlilerinin denetimine dayanıyordu. Her ikisi de özeleştiriden uzak, giderek "kendine hayran" (narsisist) bir rejim yaratmıştı. Egemen çevrelere göre, her iki kültürün de içte ve dışta "düşman"ları vardı. İkisi de birbirine karşıt siyasal ve askerî ittifakların üyesiydiler. Herbiri için türlü olumsuzluklar ancak karşı tarafta ola- bilirdi. Ne var ki, 1989'dan bu yana, Almanlann artık eskisi gibi Amerika ya da Sovyetler Birliği büyüklüğünde düşmanları yok. Bu nedenle, günümüz koşullan gözlemleri içe çevirip kendi toplumlannı gereği gibi incelemelerine uygun. Ama bu kez de, farklı yetişmeleri, dünyaya ba- kışlarında uzlaşmazlık ve tavırlarındaki çelişiler aynı devlet içinde ça- tışıyor. Doğu Almanlann gözünde, zaman geçtikçe, paraya bir çeşit tapan Batı Alman kökenlilerin yaşamının önceleri propagandası ya- pılan biçimde özenilecek gibi olmadığı anlaşılıyor. Doğu Almanya modeli ise uygulandığı biçimiyle, iflâs etmişti. Her ikisinin de otoriter

24 sayılacak değerleri vardı ve ikisinin de eşitlik anlayışı uzun sürede sağlıklı bir temele dayanmıyordu. Her ikisi de ya demokrasiyi ya da çalışma ahlâkını gerçekçilikle bağlantısı olmayan "idealleştirilmiş" bir çerçeveye oturtmuşlardı. İşte, gerçekle düş arasındaki bu uyumsuzluk ki, Almanları, ister Batı'dan ister Doğu'dan olsun, sorunlarına ve başarısızlıklarına ilişkin olarak, gerçek nedenleri bulmağa itmek zorundadır. 1930'lu ve 1940'lı yıllarda "günah keçileri", bir çeşit "suçlular'" Yahudiler ve bazı başka gruplardı. Bugün, Fransızlar için günah keçilerinin Mağribîler olması gibi, bazı Almanlar için de bir çeşit "düşman"48 (Türkler başta olmak üzere) yabancılar (Auslander) ve gene Yahudilerdir. Neo-Nazizm iki Almanya'nın birleşmesinden buyana yükselişe geçmiştir. Toplumda aynı muamele görenler gitgide daha büyük hedef oluyorlar. Ön plânda bir uygulayıcı olarak görünen "dazlaklar" (skinheads) ayrımcılıktan doğan bunalımın nedeni değil, bir ürünüdür. Asıl neden Alman top- lumunun kendi olması gerekir. Almanya'da artık kimse sivri uçlu miğ- fer giymiyor, monokl takmıyor ve çizmelerinin topuklarını şak- latmıyorsa da, bugünkü tavırlarda yüzyılın başındaki anlatımcı sanatçı Georges Grosz'un figürlerinin çağdaşlarını bulmak olası. Eski yan- lışlara doğru tanımlar konmaması ve üstelik yenilerinin eklenmesi ne- denleriyle, siyasal yönden birleşmiş olan Almanya toplumsal açıdan bölünmüş durumdadır. Bu arada, Almanların başarısızlıklarının ve noksanlarının bedelini, bir kez daha, başkaları ödüyor. Almanya'da sayıları yıldan yıla değişen ama ortalama altı milyon kadar yabancı olduğu tahmin ediliyor. Bunların çoğu Alman top- lumuyla bütünleşmiş durumdadır.49 Bir bölümü iyi kabul gömekte, bazılarına yalnız tahammül edilmekte, geri kalan da reddedilmektedir. Almanya'daki Türkler saldırıya uğramakta, bazıları evlerinde diri diri yakılmaktadır. Siyasal sığınmacılarla göçmenlerin sayısı daha da be- lirsiz. Yabancılar Avrupa Topluluğu ülkeleri içinde en çok Almanya'da

48 Vamık D. Volkan, The Need to Have Eııemies apd Allies: From Clinical Practice to In- terational Relationships, London and Noıthvale, New Jeısey, Jason Aronson, 1994. 49Türk işçilerinin kişilik bunalımıyla ilgili olarak: Nermin Abadan-Unat, "Identity Crisis of Turkish Migrants," Turkish VVorkers in Europe: An Interdisciplinary Study, der., İlhan Başgöz ve Norman Furniss, Bloomington, Indiana, Indiana University, Tur- kish Studies, 1985, s. 3-22.

25 yoğunlaşmış. Belki öteki ülkelerin tümünden daha fazla. Almanlar bir de Orta ve Doğu Avrupa'da yaşayan Almanların (Aussiedler) ka- tılacağından endişe ediyorlar. Bazı Almanlara göre, sanki yüz milyon insan, bavulları kapı yanında hazır, Almanya'ya göç için fırsat kol- luyorlar. Herşeye karşın Almanya kapılarını yabancılara öteki Avrupa ül- kelerinden daha fazla açmış olabilir. Fakat bu eğilim Almanlara şo- venizm, ırkçılık ve şiddete yönelim hakkı vermez. Ne bazı kişilere yö- nelik kuvvet gösterileri bir "gençlik başkaldırması" diye geçiştirilebilir, ne de güvenlik güçleri ve adalet mekanizmasının yetersizlikleri af- fedilecek gibidir. Çeşitli çevreler bu saldırıların izahını yapmakta, çözümler öner- mektedir. "Almanlar zaten Nazi doğar!" biçimindeki bir izah basitliğin yanısıra ırkçıdır da. Başka güvenilir anlatımlar da olmalıdır. Ancak, an- latım haklı görmek ya da mazur göstermek değildir. Başarılı bir terapinin ilk adımı olarak mantıklı bir tanı gerekir. Öte yandan, tanı da mutlaka çözüme götürmez, yalnızca nedeni anlamamızı kolaylaştırır. Çözüm hem kısa, hem uzun süreli önlemlerde yatıyor. Haklı ceza işlenen suçun hemen ardından geldiği takdirde eğitici olduğu içindir ki, suçlunun önce tutuklanıp hemen ardından salıvermesi ve bu kez hemen ertesi gün ayrımcı eyleme katılması önleyici değildir. Alman devleti, so- kaklarında zaman zaman görülen terör egemenliğe karşı ağırlığını ko- yacak hukuksal güce sahip olmalıdır. Kuşkusuz, devlet hukuk ölçüleri içinde kalmalı fakat, geçmişte ayrımcılığın ulusa getirdiği felâketler de anımsanarak, yönetimin meşru varlığı, çoğulcu düzeni ve hoşgörüyü hedef alan çevrelere karşı hissettirilmelidir. Bazı yasaların kendi, uy- gulanışları ve güvenlik güçleriyle mahkemelerin tavırları düzeltilmeğe muhtaçtır. Ama asıl, uzun süreli değişiklikler ayrımcılığı ortadan kaldırabilir. Bunların gerçekleşmesi de yukarda sıralanan kısa süreli çözümlerden daha güç ve zaman alıcıdır. Uzun süreli çözüm Alman kuşaklarının ol- gunluk derecesi ve çeşitli kültürlerle barışması ile ilgilidir. Çoğu kez başka ortamlardan gelenlerifl, örneğin Müslüman Türklerin mirasçısı oldukları kültürle Batı Avrupalılığı birleştirmede zorluk çektikleri söylenmektedir. Ayrımcılığın ve çatışmaların ortadan kalkmasında Batı

26 uygarlığının kendi içinde başka bir kültüre de yer verecek biçimde ge- lişme yeteneğinin de rolü vardır. Sorun, temelde, bu son noktayla bağ- lantılıdır.

VII. Doğu Avrupa:

Doğu Avrupa'daki ayrımcılığı değerlendirmede kullanılacak gü- venilir istatiksel verileri edinme konusunda bazı engellerle kar- şılaşılmaktadır. Bu konuda kesin rakamlar genellikle bulunmaz. En- gellerden bazıları devletlerin politikalarından, bazıları bireylerden ve diğer bazıları ise dayanağı olmayan iddialardan kaynaklanıyor. Geç- mişte, bazı gruplar birbirleriyle birleşirken diğerleri parçalanmıştır. Bazıları ihmal edilmiş, bazıları eriyip gitmiş ve yeni gruplar oluş- turulmuştur. Yugoslavya'da Sırplar ve Hırvatlar, Çekoslovakya'da Çekler ve Slovaklar gibi bazıları karışma yollarını araştırırlarken, Ro- manya'da Macarlar ile Szekler denilen grup birbirlerinden farklılığa itilmişlerdir. Arnavutluk, Bulgaristan ve Polonya ise Romanilerin sö- zünü etmek bile istememiştir. Yunanistan'da, günlük Yunanca ko- nuşanlar, yalnız yurttaşlık değil, etnik olarak da resmen Yunan olarak kabul edilirler. Doğu Avrupa'daki Almanların durumunda olduğu gibi, bazıları kimliklerini gönüllü olarak gizlemişlerdir. Resmî yetkililer azınlıkların sayısını az göstermeye çalışırlarken, azınlıklar kendi sa- yılarını yüksek gösterme eğilimindedirler. Avrupa kıtasının doğusundaki radikal değişimler ujusal sorunları uluslararası gündemin ön sırasına yerleştirmiştir. Polonya belki de sı- kıntılı bir azınlık sorunu olmayan tek Doğu Avrupa ülkesidir. Ama öte yandan, etnik Polonyalılar yüzyıllardır eski Sovyetler Birliği'nin ba- tısında, özellikle Beyaz Rusya, Ukrayna ve Litvanya'da da ya- şamaktadır. Polonyalıların kültürlerini yeniden canlandırma girişimleri şu anki Beyaz Rusya ve Ukrayna yönetimleri tarafından kabul edilmiş gibi görünüyor ama bazı Polonyalılar bağımsız Litvanya'da ge- leceklerini belirsiz görüyorlar. Çekoslovakya ise, şiddete başvurmadan değişimin mümkün olabileceğini göstermiştir. Hernekadar Slo- vakya'nın Çek topraklarından ayrılması bir ölçüde kolay olmuşsa da, ayrılmaları yine de bazı azınlık sorunları doğurmuştur. Eğer bu so-

27 runlar Çekoslovakya'nın dağılışında olduğu gibi barışçı yollardan çö- zülebilirse, bu deneyim Orta ve Doğu Avrupa'nın geride kalan bölgeleri için de bir model oluşturabilir. İlgili tarafların belli bir iyi niyet ve is- tikrar gösterdikleri diğer bir bölge İtalya'daki Slovenler ile Slo- venya'daki İtalyanların durumudur. İtalyan ve Sloven devletleri kar- şılıklı olarak diğer ülkede bulunan soydaşlarının hukuksal konumunu korumayı ummaktadırlar. Bu ülkeler sorun yaratmaktansa, Trieste kentinin içinde ve çevresinde ortak bir kültürü paylaşarak, İkinci Dünya Savaşından sonra Çekoslovakya'dan, Macaristan'dan ve Polonya'dan topluca atılmalarıyla ve kalanların durumuyla çelişkilidir. Sovyetler Birliği'nin dağılması (1991), son (1989) Sovyet sayımına göre, Rusya Federasyonu dışında kalan on-dört yeni bağımsız Cum- huriyette yaklaşık 25 milyon etnik Rus bıraktı. Bazı Rusya Federasyonu resmî yetkilileri bu rakamın 40 milyon olduğunu söylüyorlarsa da, 1989 sayımı bunu doğrulamıyor. Üstelik, bazı Ruslar bu yeni cumhuriyetleri terkederek Rusya'ya dönmüşler, rakamı daha da aşağıya çekmişlerdir. Ancak, oldukları yerlerde kalanlar büyük bir rakam. Önemli olan bir değişim Rusların eski Sovyetler Birliği'nde en kalabalık gruptan olmak yerine, bu kez, kendilerini "yabancı" ülkelerde bir anda azınlık du- nîmunda bulmalarıdır. Ortaya kişisel düzeyde çıkan psikolojik du- rumun anlaşılması gerektiği gerçeği bir yana, çok kısa sürede yer alan bu temel değişikliğin Rusya'ya "Karaganov doktrini" çerçevesinde bu- raları "yakın dış ülkeler" (Blijniye Zarubej'e) diye, silâhlı müdahale de dahil olmak üzere, iç işlerine karışma olanağı verip vermeyeceğidir. Rusya'nın bu cumhuriyetlerde oturan etnik Ruslara çifte yurttaşlık ve- rilmesi önerisi yalnızca Türkmenistan tarafından kabul edilmiştir. Geri kalan cumhuriyetlerin itirazlarının nedeni Rusya'nın "yurttaşını ko- ruma" görünümü altında bu devletin iç işlerine karışabilme olasılığıdır. Nitekim, Rusya Moldova, Gürcistan, Azerbeycan ve Tacikistan'da şid- dete baş vurmuştur. Yeni cumhuriyetler içinde Rus azınlığına ilişkin olarak hiçbir so- runu bulunmayan tek ülke Belarus'tur. Öbür uçta da Letonya (Latvia) ve Estonya Baltık cumhuriyetleri yer almaktadır. En kalabalık etnik Rus grubu ise Ukrayna'dadır. Öte yandan, Moldova'daki Rus azınlık (eski Sovyet) 14'üncü Ordunun desteğiyle başkalarınca tanınmayan bir

28 Trans-Dinyester Cumhuriyeti oluşturmuştur. Eski Sovyet cum- huriyetleri içinde yalnız Kazakistan'da yerli halk nüfusun yarısından daha azdır. Kazakistan'da % 40 Kazak'a karşılık % 38 de Rus ya- şamaktadır. Rus azınlığa karşı en sert tepki Baltık cumhuriyetlerinden gel- mektedir. Şimdilik bağımsız üç Baltık ülkesi İkinci Cihan Savaşının başındaki ilhak olayını (1940) yasa-dışı olarak değerlendirdiklerinden Rusların oradaki varlıklarına da aynı gözle bakmaktadırlar. Yerli halkın nüfusun herzaman % 80'ini oluşturduğu Litvanya'da Rus azınlık bugün de ufaksa da, diğer ikisinde durum farklıdır. Yerlilerin ancak % 54 ol- duğu Letonya'da yeni bir yasa (1994) bu cumhuriyette yalnız 1940'dan bu yana yaşayanlara ve onların çocuklarına yurttaşlık vermekte, 1996'dan sonra geçerli olmak üzere kotalar getirmekte ve onların da 2000 yılıyla birlikte azaltılacağını belirtmektedir. Estonyalıların nü- fustaki payları biraz daha yüksektir (% 65). Ruslar genelde üç Baltık ülkesinde de, giderek öteki eski Sovyet cumhuriyetlerinde de, yerli dili konuşmuyorlar. Ama Estonya'daki bağımsızlık referandumunda (1991) onların da yerlilerle uyum içinde oy kullandıkları anlaşılıyor. Ancak, ikinci bir referandumda (1993) Narva ve Sillamae bölgelerinde oturan Rusların kendileri için özerklik yanlısı oldukları da gözlemleniyor. İkinci Cihan Savaşıyla Sovyetler Birliği'nin parçası olan Mol- dova'daki (eski Moldavya S.S.C. ya da daha eski Besarabya ve Kuzey Bukovina) Rus azınlık (% 13) 1990'da etnik Romenlerden {% 64) ay- rıldığını ilân ederek bu yolda 14'üncü Rus Ordusunun da desteğine ka- vuştu. Ukrayna'daki büyük Rus azınlığı (11.4 milyon yada % 22) daha çok kentlerde, batıda Rusya ile sınır yakınlarında ve Kırım'da ya- şamaktadır. 1991 referandumunda Ukranya'nın bağımsızlığını des- teklemiş olan Ruslar daha sonraki seçimlerde kendi Rus adaylarına oy vermişlerdir. İlk Rus-Ukranyalı birlikteliğinin (1654) 300'üncü yıl- dönümü nedeniyle (1954) Ukrayna'ya bir çeşit (1991'de gerçekleşen bölünme o tarihlerde akla bile gelmediğinden) armağan edilmiş olan Kırım'ı da "Rus toprağı"nm ayrılmaz bir parçası saymaktadırlar. Ka- radeniz filosunun üslerinin de bulunduğu Kırım'da Tatarların da bir hakkı vardır. Güney Kafkasya'da Rus azınlığının nüfusa oranı düşükse de

29 (Azerbeycan'da % 8, Gürcistan'da % 7 ve Ermenistan'da % 2), her üç Kafkas cumhuriyetinde şiddetli çatışmalar olmuş ve Rusya özellikle Gürcistan'da müdahalelerde bulunmuştur. Gürcistan, bağımsızlığından bu yana, özellikle Abhazlarla bir iç savaş geçirmektedir. 1860'lara değin çoğunluğu Sünnî Müslüman olan Abhazlar 1921'de bir "Birlik Cumhuriyeti" oluşturmuşlar fakat bu kuruluş 1930'da Gürcistan'ın "Özerk Cumhuriyeti" haline dönüşmüştü. Abhazya'da toplam nüfusun (1990'da 537.500) ancak azınlığını (% 17.8) oluşturan Abhazlar 1978'den bu yana bağımsızlık istemektedirler. Abhazya'da en kalabalık olan Gürcüleri (% 45.7) üçüncü grup olarak Ruslar izliyor (% 16). An- laşıldığına göre, Abhazya'daki 15-20.000'lik Rus askerî birlikleri Abhaz azınlıktan yana müdahalelerde bulunmuşlardır. Büyük topraklan (2.717.000 km2) olan Kazakistan'da Rus azınlık daha çok kuzeyde ve büyük kentlerde yoğunlaşmıştır. Çoğu otlak gibi görünen geniş toprakların altında zengin madenler olduğundan Rus azınlık buraları terketmek istememekte, 2000 yılına değin (Kazakça ve Rusçanın ulusal diller olması koşuluyla) ortak bir yönetim uygulatmağa çalışmaktadır. Bilindiği gibi, Orta Asya'nın geri kalan bölgelerinin tüm halkları Müslümandır ve Tacikler dışında da Türkîdir. Rus azınlığın çeşitli Orta Asya cumhuriyetlerinde oranı % 10-27 arasındadır. Çifte yurttaşlığı yalnız Türkmenistan kabul etmiş olmakla birlikte, Ruslar genelde bu yönde bir başvuruda bulunmuyorlar. Ayrıca, bazı Ruslar Rusya'ya göç eğilimi göstermekteyse de, yerli halk ve yönetimler tek- nik insanlar olarak işe yarayan Rusların gitmesinden yana gö- rünmüyorlar. Görüldüğü gibi, eski Sovyet cumhuriyetlerinde dikkate alınması gereken Rus azınlıklar kalmıştır. Daha öte, Avrupa'daki en kalabalık azınlığı şimdi onlar oluşturuyorlar. 1991 'den önce Macaristan dışındaki Magyarlar (Macarlar) en kalabalık azınlıktı. Rusya'nın kendi soy- daşlanyla ilgilenmesi doğaldır. Öte yandan tartışma konusu olan Rusya'nın çatışmalara taraf olup olmayacağıdır. Yeni Rus askerî dokt- rini (1993) Rusya'nın Rusça konuşan azınlıklar yararına müdahalesini öngörmektedir. Moldova'da, Abhazya'da ve Tajikistan'da mü- dahalelerde bulunmuştur da. Rus azınlıklar açısından bir çözüm onların Rusya'ya dönmeleridir.

30 Ancak, tümünün yerlerinden edilmesi acılı bir seçenektir. Bazıları ye- rinden memnun olduktan başka, onların kalmalarını isteyenler de var- dır. Tahminen beş milyon kadarı ilerde Rusya'ya göçmek isteyebilir fakat yeni yerlerinde hem iş, hem konut sıkıntısı çekeceklerdir. Üstelik, Rusya'da Rus olmayanlar da yaşamaktadır. Bunların da soydaşlarının yanlarına yollanmaları seçeneği karşılıklı göç gibi büyük sorunlar ya- ratacaktır. En iyi yol, herhalde, "klâsik" azınlık haklarının ko- runmasıdır. Eski Sovyetler Birliği'nin topraklarına yayılan çeşitli halklar farklı boyutlarda uluslar, azınlıklar ve gruplar oluşturmuşlardır. Sovyet re- jimi bu halkları çeşitli düzeylerde federal bir çatı altında kendine özgü bir biçimde ve bazı bakımlardan başarıyla örgütlemiştir. Bununla bir- likte, bazı halklar daha büyük gruplar, özellikle Ruslar tarafından eri- tildikleri duygusuna kapılmışlar fakat onlar da kendi azınlıkları kar- şısında sorunlar yaşamışlardır. Bazı halklar topluca yeniden- yerleştirilmiş, bu da yalnızca merkezî yetkililerle değil, yeni yer- leştirildikleri yerlerdeki çoğunlukla ilişkilerinde de çatışmalar ya- ratmıştır. Bu tür çatışmalar eski federasyonun Rus olmayan cum- huriyetleriyle sınırlı olmadığı gibi, şu anki Rus Federasyonu'nun Rus olmayan halklarıyla ilişkileri de kapsamaktadır. Dahası, Sovyet rejiminin geçmişte bütün dinlerle çatışması, tıpkı Rus Ortodoks Kilisesinin belirli kesimlerinde günümüzde ortaya çıkan, bazı dinlerin "Rusya'nın düş- manı" olduğu biçimindeki eğilimlerinde görüldüğü gibi, çatışmaların kaynaklarından biri olmuştur. Bölünmeler yaşayan ve Ruslardan sonraki en büyük ikinci Slav topluluğunu oluşturan ve eritme politikasına direnen Ukraynalıların örneği, Sovyet döneminde Rus olmayanların isteklerinin tamamiyle yerine getirilmediğini göstermektedir. Bu iki Slav halk arasındaki ça- tışmanın kaynağı, kuzey komşunun, yani Rusya'nın Ukrayna'nın kül- türel yaşamına getirdiği kısıtlamalar ve genel olarak onu Rusya'nın bir eyaleti gibi görmesidir.50 Kırım Tatarları, Volga Almanları ve Mesket (Ahıska) Türkleri gibi diğer bazıları, İkinci Dünya Savaşı sırasında eski Sovyetler Birliği'nin

50 William Henry Chamberlin, The Ukraine: A Submerged , New York, Macmillan, 1994.

31 Avrupa tarafındaki bölgelerinden alınıp Orta Asya ve Sibirya'ya yer- leştirilen halklar arasındadır.51 Çeçen, İnguş, Kalmuk, Karaçay ve Balkarlardan farklı olarak, bunlara Sovyetler Birliği'nin çöküşüne dek eski yurtlarına dönüş izni verilmemişti. Kırım Tatarları'nın52 siyasal olarak itibarları iade edilmiş, yani, işgâlci Almanlarla topluca işbirliği yaptıkları iddiası geri alınmışsa da, bunlar Sovyet yetkilileri ay- rımcılıkla suçlamışlardır ki bu da onların ulusal kimliklerini korumaları için gerekli koşullardan yoksun oldukları anlamına gelmektedir. Kamu düzeni, mahkeme ve iletişim gibi alanlarda bunlara iş verilmemişti. Tatarlar Kırım'a geri dönmek isterlerken, Sovyet Almanları53 Ya- hudilerden sonra Sovyetler Birliği'ndeki en büyük göçmen grubu oluşturmaktadır. Mesketlerin54 yerlerinden edilmesi çok daha az haklı görülebilir çünkü Gürcistan'ın kuzeybatı tarafında Türk-Sovyet sı- nırında yer alan bu dağlık bölge hiçbir zaman Alman işgâline uğ- ramamıştı. Bunların eski yurtlarına yerleşmelerine göstermelik bile olsa izin verilmedi ve Orta Asya'da süregelen varlıkları Özbeklerle ara- larında daha sonra kanlı olaylara neden oldu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından ve Rusya Federasyonu'nun ku- rulmasından sonra bu Rus olmayan etnik grupların temsilcilerinden ve doğal kaynaklar açısından zengin yerlerde bulunan Rus örgütlerden daha fazla özerklik talepleri gelmeye başladı. On-yedinci yüzyılda sö- mürgeleştirilen Sibirya ve Uzak Doğu, Sovyet döneminde bile ülkenin ham madde ve enerji deposu işlevini görmekteydi ve S.S.C.B.'nin geri kalan kısmıyla sömürge niteliğini taşıyan ticarî bir ilişki biçimi devam etmekteydi. Tataristan ve Çeçenya dışında, Rusya Federasyonu'ndaki bütün cumhuriyetlerle 31 Mart 1992'de imzalanan Federasyon Ant- laşması, cumhuriyetlerin toprak ve doğal kaynaklarının orada yaşayan halklara ait olduğunu belirtmektedir. Federasyonun diğer üyelerine (oblast, krai ve okrug) sahip oldukları doğal kaynaklar üzerinde, cum- huriyetler kadar denetim yetkisi verilmemiştir. Sibirya ve- Uzak

51 Ann Sheehy ve Bohgen Nahaylo, The Crimean Tatars, Volga Germaııs aııd Meskethians. London, MGR, 1980. 52 Ediğe Kınmal, Der Nationale Kampf der Krimtürken, Emsdetten, 1962. 53 Fred C. Koch, The Volga Germans, Pennsylvania, The State University Press, 1977. 54 Türkkaya Ataöv, "Mesket Türkleri", Milliyet, İstanbul, 21 Haziran 1989.

32 Doğu'daki nüfuzlu kesimlerin çoğu, Rus olsun olmasın, özerkliği ya da ekonomik hakları savunmaktadırlar.55 Bu geniş topraklarda yaşayan başlıca halklardan başka, Rusya'nın sömürgeleştirme politikasından sonra etnik bir felâketle karşı karşıya kalan ve grup hakları, özel ko- runma ve etkili politikalara gereksinim duyan, kendi tarihlerine, özel- liklerine ve sorunlarına sahip iki düzineden biraz fazla sayıda farklı etnik grup56 bulunmaktadır.57 Sovyet rejimi din ile devleti birbirinden ayrı ilân etmekle ye- tinmeyip, uzun \ adede dinin izlerini silmeye çalıştı. Bununla birlikte, Rus Ortodoks Kilisesi diğer dinler arasında primus inter pares (eşitler arasında birinci) konumuna sahipti ve İkinci Dünya Savaşından bu yana Sovyet dış politikasının bir parçası olmuştu. Fakat dinsel gösteri ve yayınlar bir yana, Katolikler, Yahudiler, ve hattâ ateizm temelinde Komünizmle uyuşmasına karşın Budizm bile baskı altında kalmıştı. İslâmın, halk tabanına dayalı ve yeraltında etkinlik gösteren biçimi, herzaman resmen tanınmış olan İslâmla birarada bulunmuştur. 1965'ten beri din karşıtı aşırılıkların sona ermesi yolunda çağrılar süregelmiştir. Geçmişteki anlamsız baskı, inananların sayısını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. 1975 Helsinki Antlaşmalarıyla birlikte resmen tanınmış dinlere karşı Sovyet politikası ister istemez biraz daha yumuşadı. Sov- yetler Birliği'nin çökmesinin ardından Rus Ortodoks Kilisesi, Rus top- lumu-ve bireyleri üzerinde Sovyet döneminde rastlanmayacak ölçüde etkisini arttırmıştır. Hernekadar bu kilise çoğunluğu elinde bulundurma iddiası taşıyorsa da, bunu "devlet dini" konumuna yükseltmek bir is- tikrarsızlık kaynağı olacaktır. Rus Patriği, Katolik Kilisesi ve Mu- sevilikle ittifak yaparken, Ukrayna'da ve diğer eski Sovyet cum- huriyetlerindeki Ortodoks Kiliselerinin bağımsızlığına karşı çıkmaktadır. Daha ciddî olarak, bu kilisenin içinde diğer dinleri "Rusya'nın düşmanı" olmakla suçlayan eğilimlerin doğmasına neden olmuştur.

55 Vera Tolz,"Regionalism in Russia: The Case of Siberia", RFE/RL Research Re- port, Vol. 2, No.9 (26 February 1993), s. 1-9. 56 IWGIA, IndigenousPeopleoftheSovietNorth, Copenhagen, 1990. 57 T. Armstrong, Russian Settlcmcnt in the North, Cambridge, Cambridge Uni- versity Press, 1983.

33 VIII. Balkanlar:

Sosyalist Yugoslavya devletinin 1991'de dağılmasıyla birlikte, Sır- bistan, önceki federal devleti Sırpların denetiminde yeni bir devlete dönüştürmek istedi. Sırpların, ayrılmak isteyen cumhuriyetlerin bazı topraklarını ele geçirmek istemesi üzerine, 1956'daki Macar ayak- lanmasının bastırılmasından bu y^na Avrupa'daki ilk savaş başladı. Birleşmiş Milletler Antlaşması uyarınca kabul edilemez olan kuvvet kullanımıyla toprak kazanımına dayanan bu politika Bosna-Hersek'te "etnik temizliğe" ve insanlığa karşı işlenmiş suçl;ıra neden olmuştur. Uluslararası topluluk, Yugoslav devletinin savaş makinesini devralmış olan komşu cumhuriyetin insafına kalmış olan Boşnakları (Bosnalı Müslümanları) korumak için etkili bir önlem almamıştır. Bosna'daki savaş sadece bir göçmen sorunu değildir. Bu, Birleşmiş Milletler'in üyesi, egemen bir cumhuriyetin halkına karşı girişilmiş olan ve Av- rupa'da Yahudilere uygulanan soykırımla karşılaştırılabilecek kat- liamlarla dolu bir saldırganlıkla başlamıştır. İnsanlık tarihinde ender görülen sürgün ve katliamlardan başka, Bosnalılar, göz altında tutma koşullarının 1949 Cenevre Konvansiyonlarının hükümlerine kesinlikle uymadığı toplama kamplarında alıkonulmuşlardır. İnsanî yardım önemli ama yeterli değildir. Sistematik insan hakları ihlâllerinin kay- nağının, yani, Sırp kuvvetleri ve milislerinin saldırılarının durdurulması gerekmekteydi. Bosna Müslümanlarına en ciddî yardım, hiçbir üye- sinin B.M. Güvenlik Konseyi'nde veto yetkisi olmayan İslâm Kon- feransı Örgütü'nden gelmiştir. Birleşmiş Milletler, Antlaşması'nın VII. Bölümündeki hükümler uyarınca hareket etmemesi sonucu ina- nırlılığını o ölçüde yitirmiştir. Saldırganlıkla, yalnızca insanî yak- laşımla değil, siyasal ve askerî bir yaklaşımla da mücadele edilmelidir. Uluslararası topluluk egemen ve uluslararası düzeyde tanınmış bir devletin askerî saldırganlık, etnik temizleme ve soykırım yoluyla par- çalanmasını öngören bir güç oyununu kabul edemez. Daha da önemlisi, eğer çatışma yayılır ve Kosova, Sancak ve Makedonya'yı içine alarak komşu ülkelere de sıçrayacak olursa, bunun anlamının etkileri bütün bölgede görülecek bir Balkan savaşı olacağı korkusu yaşanmıştır.

34 Çoğunluğun Arnavut ve Müslüman olduğu Kosova bir başka pat- lamaya hazlr bölgedir. Arnavutlar eski Yugoslavya'daki en büyük "milliyet" idi. Bu terim eski federasyonda özel bir anlama sahipti. Ar- navutlar bir "milliyet" olarak kabul edilmişlerdi çünkü esas ulusal yurtları Yugoslavya'nın dışındaydı. En büyük sayıda olanı Arnavutlar ve daha sonra da Macarlar olmak üzere, bu türde on kadar etnik grup bulunmaktaydı. İki milyondan fazla Arnavut, herhangi bir özerk sta- tüye sahip olmadan çoğunlukla Kosova'da yaşamaktadır.58 Batı Ma- kedonya'da da aynı bölge içinde yaşayan Arnavutlar bulunmaktadır. Sırplar için Kosova Orta Çağ Sırp krallığının doğuş noktasıyken, Ar- navutlar da aynı toprakları ulusal uyanışlarının başladığı yer olarak görmektedirler. 1980'lerde genç kuşak Ama.utlar, 1974 Anayasasınca sağlanan özerklik statüsü yerine cumhuriyet statüsü iste} ince, Arnavut milliyetçiliğini kışkırtan daha çok Sırpların buna gösterdikleri tepki olmuştu. Sırbistan hem Kosovalıların, hem de Macarların çoğunlukta bulunduğu Voyvodina'nın özerklik statüsünü kaldırdı. Birinci Dünya Savaşından sonra yıkılan Macaristan Krallığının ar- dından üç milyondan fazla etnik Macar Romanya, Çekoslovakya ve Yugoslavya'da kaldı. Avrupa'daki tüm etnik azınlıklar içinde, (1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasını izleyerek Rusya dışında kalan azın- lıklardan sonra) Macarlar en yüksek sayıyı oluştururlar. Macaristan dışındaki en büyük Macar grup Transilvanya'da (Romanya'da) bu- lunmaktadır. Bununla birlikte, Transilvanya halkının çoğunluğu Ro- mendir. Romencede "Ardeal" ve Macarcada "Erdely" denen Tran- silvanya'da 7 milyon kişi yaşamaktadır ve bunların ancak 2 milyon kadarı Macardır. Burada başta Almanlar olmak üzere (400 000 kadar) başka azınlıklar da vardır. Sayıları 700 000 olan Szekler (Szekly, Secui) daha çok Macarlara yakındır. Transilvanya'nın tarihinin iki yorumu bulunmaktadır. Romanya yorumu59 Transilvanya'nın gerçek halkının Romalılar tarafından fethedilmiş Dacialılar olduğunu ve bu karışımın

58 Kosova anlaşmazlığında Sırp görüşü: Kosova: Past and Present, Belgrade, Review of International Affairs, t.y. Arnavut görüşü: What the Kosovars Say and Demand, Tirana, 8 Nentori Publishing House, 1990. 59 Comelia Bodea ve Virgil Cândea, Transylvania in the History of Romanians, New York, Columbia University Press, 1982; The Institute of Political Sciences, The Hungarian Nationality in Romania, Bucharest, Meridiane, 1976.

35 Romen ulusal kültürünü doğurduğunu kabul eder. Bu yoruma göre, Transilvanya Romen ulusuna bağlı bir toprak parçasıdır. Macar yo- rumunda ise,60 Transilvanya'nın başlangıçta "boş bir toprak" (terra inoccupata), Macar Krallığının denetiminin uzandığı yerlerden biri ol- duğuna inanılır. Macaristan'ın iddialarını salt bir genişlemecilik olarak görmek doğru olmaz. Transilvanya Macarları ulusal anlamda ken- dilerini ayrımcılığa uğramış hissetmektedirler. Öte yandan, Sırbistan'ın içindeki Voyvodina yüzyıllar boyunca Macarlar için bir ulusal yurt ol- muştur. 400 000 Alman'ın yerlerinden edilmesi ve 1945'ten sonra artan Sırp yerleşimi sonucu, Voyvodina, tarihinde ilk kez Sırp egemenliği altına girdi. Yugoslavya'daki iç savaş ise Macarların dışarıya göçünü arttıran bir başka etken oldu. Buna benzer biçimde, on-dördüncü yüzyıldan beri Balkanlar'da bulunan Türkler de, başlıca Bulgaristan, Yunanistan, Kıbrıs, Ma- kedonya, Sırbistan, Romanya ve Moldova olmak üzere birbirine komşu ülkelerde ayrı topluluklar halinde yaşamaktadırlar. Bazı Hıristiyan Türkler bulunsa da, genelde Müslümandırlar. Ayrı bir halk olarak uzun süre tanınmamış fakat Romenleştirme, Bulgarlaştırma ve Ruslaştırmaya başarıyla karşı koymuş olan Ga- gauzlar 1990'larda önce bağımsızlığını denemiş, daha sonra barışçı yoldan "Gagauz Yeri Özerk Cumhuriyeti"ni kurmayı başarmış ve bu arada Balkanlar'ın en üst kuzeydoğu köşesinde etnik bir sorunun şiddet dışında çözümüne örnek de oluşturmuştur.61 Oğuz, Peçenek ya da Kuman kökenlidirler.62 Bazı yazarlara göre, "Türkiye Türkçesine en yakın olanı Gagauzcadır."63 Dünyada toplam nüfusları 250 000 kadar olan Gagauzların (1989 Sovyet sayımına göre) 168 000'i64 şimdi "Gagauzia" ya da "Gagauz

60 Hungarian Democratic Forum, Report on the Hungarian Minority in Rumania, Budapest, 1988; Kdroly Kös, Transylvania, Budapest, Szepirodalmi Könyvkiadö, 1989. 61 Günden Peker, "The Process of Gagauz Autonomy: Past and Present," Eurasian Studies, 2/2 (Summer 1945), s. 36-46. 62 Harun Güngör ve Mustafa Argunşah, Gagauz Türkleri: Tarih, Dil, Folklor ve Halk Edebiyatı, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1991. 63 G.A. Gaydaci ve d., Gagauz Türkçesinin Sözlüğü, çev. İsmail Kaynak ve A. Macit Doğru, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1991, s. v. Kiril alfabesiyle, ancak Gagauzca ya- yınlanan Ana Sözü gazetesine bakınız. m USSR Yearbook'89, Moscow, Progress, 1989, s. 138.

36 Yeri" denen güney Moldova bölgesinde yaşamaktadır. 40 000 kadarı Ukrayna'da Odessa'da ve eski bir Besarabya toprağı olan Bolgrad böl- gesinde yoğunlaşmıştır. Bazı Gagauz gruplar Romanya'da, Dobruca'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da, Türkiye'de, Kabardino-Balkaria'da ve Kazakistan'da yerleşmişlerdir. Balkanlar'da sürekli göçler, gerilim, çatışmalar ve onlar aleyhine antlaşmalar nedeniyle, Gagauzlar gitgide bölünmüşler, ancak önemli bir kısmı Besarabya'da kalmıştı. 1905 dolaylarında Bucak denilen böl- genin güney batısında "Kumrat Cumhuriyeti"ni kurdukları iddia edi- liyorsa da, Romenlerin ve Rusların böylesine küçük bir birimin ya- şamasına izin vermeyecekleri açıktı. Özellikle Romanya'nın Besarabya'yı kendine katmasından sonra özerklik Gagauzlar için uzun süre sözkonusu olmamış, Gagauzlar dillerini kullanmada ve kendi kül- türlerini korumada bile güçlüklerle karşılaşmışlardır. Tarih boyunca Rus azınlığını Rusya, Ukrayna azınlığını Ukrayna desteklemiş, Ga- gauzlara "sahip çıkan" olmamıştır. Moldavya Sovyet Sosyalist Cum- huriyeti'nin kuruluşu da Gagauzların etnik yaşam biçiminde büyük de- ğişiklik yapmamıştı. Daha çok, Ruş olmayan tüm Ortodokslar içinde Rusların ağır bastığı merkeziyetçi Rus Ortodoks Kilisesine bağlı top- lulukların bir parçası gibi görülüyorlardı.65 Gagauzlar Sovyetler Birliği'nin dağılışına değin bir yandan yoğun Rusça eğitime hedef olmuş, öte yandan Moldavya'daki Romen kökenli çoğunluğa karşı kimliklerini korumağa çalışmışlardı. Romenleşmeyi daha yakın bir tehlike gördükleri içindir ki; Gagauz S.S.C.'ni ilân eder- ken (1990), S.S.C.B.'nin sürüp sürmemesi konusundaki referandumda genelde sürmesi yönünde oy kullandılar. Ancak, bölünme ger- çekleştikten sonra (1991) ortaya çıkan Moldova Cumhuriyeti'nin resmî yayınına: göre, Gagauzlar bu yeni bağımsız ülkede nüfusun % 3.5'unu oluşturuyorlar.66 Daha çok topluca oturdukları güney bölgesinde nü- fusun % 47'si Gagauz'dur. Gagauz topraklan ise, tüm Moldova'nın % 10 kadarıdır. Moldova etnik kökenli olmayanların en fazla % 4'ü ço- ğunluğun dilini bilmektedir.

65 Bohdan R. Bociurkiw, "Nationalities and Soviet Religious Policies," The Na- tionalities Factor in Soviet Politics and Society, der., Lobomyr Hajda ve Mark Be- issinger, Boulder, San Francisco ve Oxford, Westview Press, 1990, s. 151. 66 Rcpublica Moldova, Chişinau, 1991, s. 39.

37 "Gagauz Halkı" adını taşıyan örgütlenme (1987)57 önce Moldova Cumhuriyeti içinde özerklik istemiş (1989), sonra "Gagauz Cum- huriyeti" ilân edilmiş (1990), ancak bu girişim Romen baskısıyla dur- durulmuştu. "Gagauz Yeri"ne birkaç yıl sonra özel bir statü ta- nınmasıyla (1994) hem sorun çözümlenmiş, hem de herhalde bir örnek oluşturulmuştur. Moldova Meclisinin de bu statüye ilişkin olarak kabul ettiği >asa onları özel toprak üstünde yaşayan bir halk olarak ta- nımlamaktadır. Gagauz Yeri'nde Gagauzca, Romence ve Rusça kul- lanılabilecek, (Moldova Cumhuriyeti'nin resmî simgelerine ek olarak) bu toprağın kendine özgü ulusal bir simgesi olacak ve Gagauzlar (Moldova yasalarıyla çatışmadıkça) yerel bütçe, maliye, çalışma, eği- tim, kültür ve konut konularında özerk olacaklardır. Bu konularla ilgili yerel yasaları "Millet Kongresi" kabul edecektir. Ayrıca, özerk cum- huriyetin sınırları içindeki tüm kaynaklar Gagauzların denetimi al- tındadır (M.6). Bu kaynaklara 5.3 milyon ton petrol ve 16 milyar met- reküp gaz rezervi dahildir. Komrat başkent olmak üzere, Gagauz Yeri otuz-bir yerleşim biriminden oluşmaktadır. Moldova ilerde Romanya ile birleşecek olursa, Gagauzlar bağımsızlıklarını ilân etme hakkına sahiptirler. Balkan çatışmalarının önemli bölümünün temelinde ayrımcılık ya- tıyor. Roma ve Vlah azınlıklar gibi yarımadanın çeşitli yerlerine ufak ve birbirinden kopuk gruplar olarak dağılmış, üstelik devletleri de ol- mayan azınlıklar bugünkü ciddî çatışmaların nedeni değiller. Ama be- lirli Balkan bölgelerinde yoğunlaşan ve daha kalabalık bazı etnik, ya da din grupları yer yer ağır baskı altındadır, hattâ saldırı hedefidir. Av- rupa'nın güneydoğu köşesindeki Balkan Yarımadası azınlıklar ve ay- rımcılık yönünden dünyanın en karmaşık bölgelerinden biridir. Balkanların en eski üç halkı (a) Batı Akdeniz'den Kafkaslar'a değin yüzden fazla birbirinden bağımsız siyasal topluluk oluşturmuş ve etnik yönden bir hayli karışık fakat bir tek kelimeyle Yunanlı diye bilinenler, (b) antik Trakyalıların torunları Vlahlar ve (c) İlliryalılar'a bağlanan

67 Materialı Kommissii Preziduma Vcrhovnogo Soveta Moldavskoy SSR po İzu- çeniyu Zaprasov Narodnıh Deputatov SSSR i Drugih Obraşçeniy po Sozdaniyu Avtonomii Gagauzkogo Naroda, Komrat, 1990.

38 Arnavutlardır. Onları çeşitli Slav halklar, Hind kökenli Romanı halkı ve "Orta Asya'dan bir kısrak başı gibi uzanan" Türkler izlemiştir. Slavlaşan ve Hıristiyanlaşan Proto-Bulgarlar Türkî bir halktır. Bal- kanlar'da varlıkları beşyüz yılı geçen Osmanlılar erime siyaseti güt- meyen, çok-uluslu bir yönetim kurmuşlardı. On-dokuzuncu yüzyılda Balkan halkları İngiltere, Rusya ve Avu^urya-Macaristan gibi dev- letlerin müdahale ve destekleriyle ayaklandılar. İlk Yunan ayaklanmasının yer aldığı yıl (1821), önce Balkanlar'ın en batı ucundan ve içine Kırım'ı ve onun kuzeyindeki geniş toprakları da alarak, Kafkasya'ya ve ötesinde Orta Asya'ya uzanan ve ço- ğunluğunu Türklerin oluşturduğu, neredeyse kesintisiz, büyük bir İslâm dünyası vardı. O topraklarda Türkler yalnız yönetici değil, yer yer çoğunlukları, en azından kalabalık azınlıkları oluşturuyorlardı. Bu geniş dünyadan bugüne Türkler ve Müslümanlar olarak, Balkanlar'da % 67'si Müslüman olan Arnavutluk ve Kosova Arnavutları dışında, güney Bulgaristan, Batı Trakya, Üsküp ve Priştine çevrelerinde ufak Türk grupları ve Bosna-Hersek'te Slav Müslümanlar kalmış, o eski kesintisiz Müslüman dünyası yok edilmiştir. Buradaki "yok edilmiş" sözcükleri bir rastlantı değildir. Yunan ayaklanmasıyla birlikte Türkler yer yer ya öldürülmüş ya da göçe zor- lanmışlardır. Yunan örneğini taklit eden bazı öteki Hıristiyan Balkan grupları bulundukları yerlerde çoğunluğu oluşturabilmek için, bugün Bosnalılara uygulanan "etnik temizliği" Türklere ve öteki Müs- lümanlara daha geçen yüzyıl uygulamışlardı. Üstelik, bu yok etme uy- gulaması "ulusal kurtuluş" yaftası altında yapıldı. Aynı siyaseti yalnız Yunanlılar, Bulgarlar ve Sırplar izlemekle kalmadı, Ruslar da Kırım'da ve Kafkasya'da, Türkî halklar başta olmak üzere, Müslüman halklara benzeri ayrımcılığı ve şiddet yöntemlerini uyguladı. Balkanlar'da Habsburg İmparatorluğu içinde Katolik Hırvatlarla Slovenlerin de- neyimleri biraz farklı oldu. Bulgaristan Hükümeti 1984-1985 yıllarında Müslüman (Türk) yurttaşlarının "gönüllü olarak ve topluca" kendi adlarını Bulgar ad- larıyla değiştirmek istediklerini ve bazı Türk ulusal ve dinsel ge-

39 leneklerini terkettiklerini ileri sürdü.68 O zamanki resmî Bulgar açık- lamalarına göre, "birden" oluşan bu değişikliğin nedeni "Müslüman halkta Bulgar bilincinin yeniden doğuşu"ydu. Aynı anlatıma bakılırsa, bu gelişmede şiddet yöntemine, hattâ baskıya başvurulmamıştı. O denli ki, Müslüman Bulgar yurttaşları sanki köylerin, kentlerin yeni adlar alması, örneğin eski Belçika Kongosu'nun "Zaire" ya da Güney Ro- dezya'nın "Zimbabwe" olması gibi,69 "Bulgaristan Müslümanları" da yeni tanımlamalara yönelmekteydiler ki, bu olay ülkenin bir "iç so- runu"ydu. Böylece, 1980'li yılların Bulgar görüşü şöyle özetlenebilirdi: O sırada Türkçe konuşan Bulgaristan Müslümanları etnik Türk olmayıp "gerçek" kimliklerine dönmekte olan Bulgarlardı. Bu durumda, Türkçe ile birlikte bazı gelenekler, bundan böyle, yasaklanmalıydı. Ken- diliğinden gerçekleşen bu toplu değişim Bulgaristan'ın bir "iç sorunu" sayılmalıydı. Ne var ki, Osmanlı dönemi Balkan tarihi, birçok ikili ve çok-taraflı antlaşmalar ve nihayet 1989'dan sonraki yeni Bulgar Hükümetinin açıklamaları Bulgaristan'ın diplomatik çatışmalara yol açan ay- rımcılığını ortaya koymuştur. Önce, on-dördüncü yüzyıldan bu yana, Bulgaristan'da Türkler hep vardı. Onların büyük çoğunlukla Müslüman oluşları kuşkusuz çok önemli bir özellikleriydi. Ama bu Müslüman grubun bir etnik kimliği de sözkonusuydu. Bulgar makamları en ka- labalık (% 10) azınlıkları olan Türklerin etnik kimliklerini terketmeleri için, öldürme, tutuklama ve işkence dahil, çeşitli zorlama yöntemlerine başvurmuşlardı. Ayrıca, 1989'dan sonraki Bulgar yönetimi bir önceki dönemin resmî tutumunun ayrımcı olduğunu kabul etmiştir.

68 Resmî Bulgar görüşünü sergileyen iki kaynak: Orlin Zagorov, The Tnıth, Sofia, Sofia Press, 1987. İki karşıt Türk görüşü: Bilâl N. Şimşir, The Turks of Bulgaria: 1878-1985, London, Nicosia; İstanbul, Rustam Brothers, 1988; Türkkaya Ataöv, The Inquisition of the Late 1980s: the Turks of Bulgaria, Washington, D.C., International Organization for the Elimination of Ali Forms of Racial Discrimination, 1990; Türkkaya Ataöv, "The Turks of Bulgaria," A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 44/1 -2 (Ocak-Haziran 1989), s. 135-152. Bulgar görüşlerine karşı iki Batı kaynağı: Jeri Laber, Destroying Ethnic Identity: the Turks of Bulgaria, New York, Helsinki Watch Committee, 1987; Amnesty International, Bulgaria: Imprisonment of Ethnic Turks, London, 1986;1989. 69 Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, 2.B., Ankara, Siyasal Bil- giler Fakültesi, 1977, s. 445 ve d.

40 Etnik Türklere karşı ancak 1984'den sonra yüzeye çıkan bu Bulgar tavrı daha önce de vardı70 ve ayrıca öteki azınlıklara da uy- gulanıyordu.71 Türklere karşı hoşgörü bir süre sergilendikten sonra, resmî çevreler uygun saydıkları koşullarda bundan hemen ve hızla vazgeçmişlerdi. Bulgar Hükümeti Bulgar ya da Yunan olmadığını sa- vunan Makedon azınlığı,72 Ortodoks Hıristiyan ama etnik Türk Ga- gauzları, Müslüman Romani halkını, Türkî kökenli Tatarları, Müs- lüman Pomakları ve Alevî azınlığı Bulgarlaştırma kampanyası içine çoktan sokmuştu. Sıra en kalabalık azınlık olan Türklere gelinceye değin, öteki azınlıklar da Buharlaştırılmışlardı. Pomaklar ya da Çin- genelerle birlikte aynı yörede yaşayan bazı Türk ailelerinin aynı kam- panya kapsamına alınmaları son hedefin ergeç J?u etnik grup olacağını gösteriyordu. Oysa, 1984'den önceki bazı resmî ve akademik Bulgar yayınları Türklerin bu topraklara Anadolu'dan gelip yerleştiklerini ve gene Türklerin Osmanlı çekilmesinden sonra en kalabalık azınlığı oluş- turmakta devam ettiğini kabul ediyordu. O zamanki Devlet Başkanı Todor Jhivkov çeşitli vesilelerle yerli ve yabancı basına yansıyan açıklamalarında Türkler için Yeni Işık gazetesiyle Yeni Hayat der- gisinin yayınlandığını ve Türkçe günlük radyo programlarının ol- duğunu söylemişti. Gerçekten, yabancılar için anlaşılması biraz güç olmakla birlikte, Türkmen, Tatar, Yörük, Konyar ya da Evlâd-ı Fâtihân denilen grup- ların tümü Türk kökenliydi.73 Bunların geldikleri yerler, yeni yerleşim bölgeleri ve sayılarına ilişkin bilgilere eski kanunnâmelerde, vergi ka-

70 Türk-karşıtı resmî Bulgar tutumunun 1984'den de önceye gittiği görüşünü savunan en ciddî ve yeterince belgelenmiş kaynaklardan biri: Stefenal Troebst, "Partei, Staat und türkische Minderheit in Bulgarien: Kontinuitât und VVandel: 1956-1986," Europâische Rundschau, 14/2 (1986), s. 83-97. 1950'lerden 1985'e Bulgar azınlık siyaseti: Anton Klendic, "The Position of the Turks in Bulgaria", Contemporary Review, 274/1438 (1985), s. 229-232. 71 Türkkaya Ataöv, "Bulgaria Represses Ali Minorities", Macedonian Review, 20/ 1-2 (1990), s. 90-96; Türkkaya Ataöv, "The Bulgarian Quashing of Its Minoritities", A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 45/1-4 (Ocak-Aralık 1990), s. 1-10. 72 Türkkaya Ataöv, "Macedonia: Recognition and Repudiation", Macedonian Re- view, 19/2-3 (1989), s. 198-201. 73M. Tayyip Gökbilgin, Rumeli'de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fâtihân, İs- tanbul, Edebiyat Fakültesi, 1957.

41 yularında, vakıf belgelerinde ve tahrir defterleri gibi başka kaynaklarda rastlanmaktadır. Bulgaristan'daki Türk basınının tarihi de bu ülkedeki Türk varlığının eskiliğini ve yaygınlığını kanıtlıyor.74 1865'de Rus- çuk'ta yayına giren Tuna ile başlayan Türkçe yayınlar Yeni Işık'ın 29 Ocak 1985'de kapatılmasıyla son buldu. Birleşmiş Milletler'e 1984'de sunulan Bulgaristan raporu Türk azınlığın varlığını kabul ederken, 1986 tarihli rapor Türklerin adını, bu kez, geçilmiyordu bile. On-yedi ay içinde koca Türk azınlığı sanki birden kaybolmuştu! Adı değiştirilen Türkler yeni kimliklerini kabul etmedikçe ken- dilerine maaş ödenmiyor, işlerinde kalmaları olası görünmüyor, yeni adlara göre düzelenmiş kendi banka hesaplarından ödeme yapılmıyor, evleneceklere asıl adlarıyla nikâh muamelesi yapılmıyor, yeni doğan çocuklara eski adlarla nüfus kâğıdı verilmiyor, Türkçe konuşanlara ya da sünnet gibi eski adetlere uyanlara cezalar veriliyor, bu ayrımcılığa direnenlere öncülük yapanlar ya öldürülüyor ya da Belene Adası zin- danlarına atılıyordu. Bazı Türk eylemcilerinin sınır-dışı edilmeleri önce ufak grupların, sonra da yüzbinlerce Türkün komşu Türkiye'ye göçüne yol açtı. Türk azınlığın etnik özelliğini yadsıyan Bulgar makamları, bu kez, onları Türkiye'ye zorla göndermek ve geride bırakacakları mal, mülklerine sahip olmak istiyordu. Bulgar uygulaması uluslararası hukuka da aykırıydı. Türk azınlığın hukuksal konumu Bulgaristan önce özerk bir birim, ardından bağımsız bir devlet olarak kurulduğunda saptanmıştı. Bulgaristan Türklerini 1878 Berlin Antlaşması (M. 4,5,12), 1909 Osmanlı-Bulgar Kon- vansiyonu, 1913 Barış Antlaşması (M.7) ve 1919 Neuilly Barış Ant- laşması tanımlıyordu. 1947 ve 1971 Bulgaristan Anayasaları azınlıklara belirli haklar tanıdıktan başka, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki 1968 Göç Antlaşması da "Türk kökenli Bulgaristan yurttaşlarına" (M.l) atıfta bulunuyordu. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nden (1947) Hel- sinki Nihâî Senedi'ne (1975) birçok uluslararası belge de Bul- garistan'daki azınlığın haklarına saygı beklemekteydi. Jhivkov'un 1989'da iktidardan düşürülmesi ve rejim değişikliği Türklere baskıyı hemen azalttı. Eski başkan "etnik düşmanlık ve nefreti

74 Bilâl Şimşir, The Turkısh Minority Press in Bulgaria: Its Historv and Tragedy, 1865-1985, Ankara, Dışişleri Bakanlığı, 1986.

42 kışkırtma" suçlarından da tutuklanmıştı. Tutukluğu kaldırılan Ahmet Doğan özellikle Türkleri ve Müslümanları korumak için "Haklar ve Özgürlükler Akımı"nı oluştururken (1989), Bulgar milliyetçileri de kendi örgütlerini (KZNI) kurdular. Rejim değişikliğinden bu yana, etnik Türklerin ve (Makedonlar dışında) öteki azınlıkların durumunda iyiye doğru bir değişme oluyorsa da, Türk azınlığın haklarının geri ve- rilmesi bazı Bulgar gruplarını protestolara, giderek terörist eylemlere itti. Bir yandan resmî çevreler eski ayrımcı tutumu geride bırakmak için ellerinden geleni yaparken, öte yandan güç ekonomik koşullar aşırı milliyetçi duyguları yeni çatışmalar yönünde beslemektedir. Türk azınlığa karşı ayrımcı tavrın büyük ölçüde hafiflemiş olmasına karşın, ortadan kalktığı söylenemez. Yunanistan'da çeşitli azınlıklar75 arasında en kalabalık (yaklaşık 130 000) grubu oluşturan Sünnî Müslüman ve anadili Türkçe olan Batı Trakya Türkleridir. Türkler, on-dördüncü yüzyılın ortalarından bu yana, hem küçük bir Balkan toprağı (8578 km.2) olan Batı Trakya'da, hem de Doğu Trakya'da yaşamaktadırlar. Doğu kanadı Avrupa Tür- kiyesini oluştururken, batının da 1920'lerde nüfusunun çoğunluğu Türktü.76 İstanbul Antlaşmasıyla (1913) Bulgaristan'a bırakılan Batı Trakya'yı Yunanistan (Birinci Cihan Savaşının yenik ülkelerinden Bulgaristan'dan) Sevres Antlaşmasıyla (1920) aldı. Lausanne Ant- laşması (1923) mevcut durumu kabul ederken, aynı yıl Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan bir protokol, İstanbul'daki Rumlarla Batı Trakya'daki Müslümanlar dışında, azınlıkların karşılıklı olarak değiştokuş edileceğini açıklıyordu. O tarihlerde, geleneğe ve diplomatik dile uygun olarak "Müslüman" diye anılan Batı Trakya Türklerinin nüfusu Batı Trakya Yunanlılarımı^

"Yunanistan'da Müslüman (Batı Trakya Türkleri) ve Hıristiyan (Ortodoks Ga- gauzlar) Türkler dışında, (Slav ve Ortodoks Makedonlar, (Müslüman) Pomaklar, (Müs- lüman) Çerkezler, (Müslüman) Arnavutlar, Hıristiyan Arnavutlar, (Hıristiyan) Vlahlar (Ulahlar, Koutsvlahlar, Aromaniler), (çoğunluğu Müslüman) Romani halkı (Çingeneler), Yahudiler, Ermeniler ve diğer azınlıklar vardır. 76 Lausanne Konferansındaki Türk Heyetinin rakamlah 129 120 Müslüman (%67) ve 33 910 (%18) Yunanlıdır. Yunanlıların da Müslümanların 100 000'in biraz üstünde ol- duklarını söylemeleri orana ilişkin gerçekçi bir bilgi veriyor. Türkler de, Yunanlılar da toprağın çoğunun Türklerin elinde olduğu görüşündeydiler.

43 yaklaşık dört katıydı. Bu nedenle, tarihte ilk "Türk Cumhuriyeti" de 1913'de "Batı Trakya Geçici Hükümeti" biçiminde burada ku- rulmuştu.77 1923'den bu yana, daha çok Yunan baskılarından ötürü Batı Trakya'dan anayurda göç olmasaydı, hem Türk nüfusu yarım milyona yaklaşacak, hem de %84'lük toprak sahipliği onlarda kalacaktı. Göçlerden ötürü Batı Trakya'da bugün bir azınlık durumuna düşmüş ve topraklan eskisine oranla dörtte-birine inmiş olan Müslüman Türk- lerin ayrılıkçı emelleri yoktur. Ancak, yıllardır, Yunan hükümetlerinin, sonuçta eritme hedefi olmak üzere, genelde sistematik ve sürekli bas- kısından ve özellikle kimliklerinin tanınmamasından ve temel insan haklarının çiğnenmesinden şikâyet etmektedirler.78 Uzun yıllar, bu şikâyetlere yalnız Yunan hükümetleri değil, Batı yazarları da gözlerini kapadılar.79 Yunan Hükümeti ilk olumlu adımlan 1991 yılı ortasında attı. O tarihten bu yana, etnik Türkler toprak ve konut alıp satabilmekte, (camiler dahil) yapılarını onarabilmekte, traktör ve kamyon gibi araçlar için gerekli belgelere sahip olabilmekte ve çeşitli iş yerleri aça- bilmektedirler. Bazılan yaşamsal önemde olan bu hakları yakın za- manlara değin yoktu. Resmî Yunan makamlannın birtakım uygulamalarının yanlışlığını nihayet kabul edip düzeltmeler yapmalarına karşın, çatışmalann kay- nağı olabilecek bazı başka aynmcılık örnekleri bugün de sürüp git- mektedir. Bunlann başında Türk azınlığın etnik kimliği ve Türklerin çeşitli biçimlerde aşağılanmaları geliyor. Ayrı bir ulusal ve etnik kim- likleri bulunan ve anadili Türkçe olan Batı Trakya Türklerinin ayrıca Müslüman oluşları onların özelliklerinden biridir ve "İslâm dininden Helenler" gibi bir tanımlamayı geçerli kılmaz. Osmanlı döneminin bi-

77Ahmet Kayıhan, Lozan ve Batı Trakya: 1913'de İlk Türk Cumhuriyeti, İstanbul, 1967. 78Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Ankara, Mül- kiyeliler Birliği Vakfı, 1986. 79Sanki demokrasi tartışmaları "Batı uygarlığının beşiği" sayılan Yunanistan sı- nırlarına dayanıp orada durmak zorundaydı. Örneğin, The Economist (Londra) dergisi bir yanında Balkan azınlıklarına sayfalar ayırırken, Batı Trakya Türklerinin sözünü bile etmemişti. Bu dengesiz sunuşa yanıtım için bakınız: The Economist, 22 Haziran 1985, s. 6. Bu konuda az sayıda da olsa bazı önemli Batı yayınları: Hugh Poulton, The Balkans, London, MRG, 1991; Helsinki Watch, Destroying Ethnic Identity: The Turks of Greece. New York, 1990.

44 linen "millet" sınıflaması80 içinde bir tanımlamanın Lausanne Ant- laşmasına sarkmasından ibaret olan bu "Müslüman" sözcüğünden amaç etnik Türkler olmuş, daha sonraki ikili resmî atıflar Türklerin amaç- landığını yeterince ortaya koymuştur. Nitekim, bir ara, 1985'e değin, "Türk Okulu" ve "Türkçe kitaplar" gibi sözcüklere resmî Yunan çev- relerinde de rastlanmaktaydı. Yunan Parlâmento Başkanının 10 Ekim 1985 tarihli genelgesi "Türk" kelimesini yasaklamış ve bunda ısrar eden Türk milletvekili adaylarının (Dr. Sadık Ahmet ve İsmail Şeref) bazı hakları ellerinden alınmış, Türk yayınları sık sık durdurulmuş, Türk kitapları içeri sokulmamış, yetersiz olan Türk okullarında öğ- retmen olarak Türkiyeli meslekten kişiler yerine Pomaklar arasından seçilen ve Türkçe bilgileri zayıf kişiler istihdam edilmişler ve Tür- kiye'de eğitim gören Batı Trakyalıların diplomaları onaylanmamıştır. Yunan Yurttaşlık Yasasının (1955) ünlü 19. maddesi kısa bir süre için ülkeden ayrılan bazı Türklerin yurttaşlıklarını gelişigüzel iptâl et- mekte, bu durumda kalanlar oradaki mülklerini de kaybetmektedirler. Kalanların da pasaportlarına gene gelişigüzel el konmakta, Türkler özellikle "kapalı askerî bölgeler" denen Bulgaristan sınırına yakın yer- lere girememektedirler. Yunan makamları devlet hizmetine kolaylıkla alınmayan Türklerin topraklarına, İlhanlı olayında görüldüğü gibi81 • kolaylıkla el koymaktadırlar. Oy hakları da zaman zaman kısıtlanan Türkler kendi müftülerini de diledikleri gibi seçemiyor, vakıfları üs- tünde denetim kuramıyorlar. , Oysa, Lausanne Antlaşması (M. 37-45), Türk-Yunan Protokolü (1968), Helsinki Nihâî Senedi (1975) ve Yunan Anayasası Yu- nanistan'ın Türk azınlık haklarına saygısını gerektirmektedir. Batı Trakya Türklerine uygulanan ayrımcılık, Türk-Yunan ilişkilerindeki öteki sorunlarla da birleşince, en azından diplomasi sınırları içinde ça- tışma olanaklarını da birlikte getirmektedir. Kıbrıs'ta Yunan Ortodoks Kilisesinin Enosis'i, yani Yunanistan ile birleşmeyi saplantı haline getirmesi sonuçta Türkiye'nin müdahalesine

80 llber Ortaylı, "Osmanlı İmparatorluğunda 'Millet' Nizamı," Prof.Dr.Hamide Top- çuoğlu'na Armağan. Ankara, A.Ü.Hukuk Fakültesi, 1995, s. 85-92. 81 Baskın Oran, "The İnhanlı Land Dispute and the Status of the Turks in VVestern Thrace," Journal, London, Institute of Müslim Minority Affairs, 9/2 (1984), s. 360-370.

45 yol açan, EOKA'nın şiddet hareketleri ve Yunanistan'ın desteklediği sağcı darbeyle (1974) birlikte süregelmiştir. Hernekadar ilgili taraflarca imzalanmış olan 1959 Zürich ve Londra Antlaşmaları, çatışmaların yeniden ortaya çıkmasını engelleyecek önlemler aldıysa da, o zamanki Devlet Başkanı Makarios'un adanın bağımsızlığını kabul etmesindeki stratejik amacın, bunu "Enosis'e götürecek bir self-determinâtioıı'u gerçekleştirme yolunda bir basamak olarak gördüğü" anlaşılmaktadır.82 Bu tür bir yaklaşım, tüm Zürich ve Londra Antlaşmalarını en duyarlı noktasından vurmak anlamına geliyordu. Öte yandan, Türkler bir azın- lık olmadıklarını, ama ayrı ve eşit bir toplum olduklarını ileri sü- rüyorlardı. Kıbrıslı Türklerin bakış açısından, Rum tarafı kendilerine karşı ayrımcılık uygulamış ve Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurucu unsurlarından biri olduklarını gösterecek izleri ortadan kaldırmıştır.83 Nicos Sampson'un darbesine tepki olarak Türkiye'nin müdahalesinin ardından, ada Birleşmiş Milletler'in varlığıyla iki toplumu birbirinden ayıran iki tek-etnik yapılı bölgeden oluşan bir yere dönüşmüştür.84 Rumlar 1974 öncesine dönmek isterlerken, Türkler, 1963 ve 1974 yıl- larını niteleyen silâhlı saldırı ve tacizlere uğramayacakları iki-bölgeli bir federal sistemi öngörmektedirler.

IX. Orta Doğu:

Orta Doğu ayrımcılığın çeşitli çatışmalara neden olduğu böl- gelerden biridir. İsrail'in 1948'de kurulmasından sora, Siyonist Yahudi önderliği, Filistin'de yerli Arap halkının üstünde yerleşimcilerden olu- şan bir devlet kurmuş ve buradaki Arapların bir kısmı ya sürülmüş ya da kaçmış, kalanlar da ayrımcı yasalara tabi olmuşlardır. Filistinliler İsrail'de ve göçmen olarak bulundukları ülkelerde en önemli azınlıktır. Siyonist önderliğin Filistin'i ele geçirmesi ve Arap azınlığı kendi dev- letine sahip olmaktan yoksun bırakması 1948'den beri sürmekte olan

82 John Reddavvay, Burdened with Cyprus: The British Connection, London, We- idenfeld and Nicholson, 1986, s. 143-144. 83 R.R. Denktaş, The Cyprus Triangle, London, K. Rustem and Bro. and George Ailen and Unwin, 1982. 84 Peter Loizos, The Heart Grovm Bitter, Cambridge, Cambridge University Press, 1981.

46 çatışmanın nedenidir. Lübnan'da dış müdahalelerin de işin içine ka- rıştığı iç savaş, ülke içindeki mezhep çatışmasını körüklemiştir. Bir- takım Orta Doğu devletlerinde egemen bir ulus ve bir ya da daha fazla azınlık bulunmakta, bu ikisi arasındaki ilişkiler de bazan çatışmalara yol açmaktadır. Araplar ve Arap olmayanlardan oluşan Irak halkı, tıpkı İran gibi farklı etnik ve dilsel azınlıklardan oluşmaktadır. Musevilik Yahudi halkın dini iken, "Siyonizm" terimi önderlerinin ve izleyicilerinin Yahudileri, 1917'de Balfour Bildirgesi ile bir Yahudi "ulusal yurdu" açıklaması yapıldığında çoğunluğunu Arapların oluş- turduğu Filistin'e siyasal bir birim olarak "yeniden yerleşmeleri" ge- reken ayrı bir halk olarak gördükleri bir akım anlamına gelmekteydi. Ortodoks Yahudilik, mesiyanik Siyonizm de denilen bir isteğe bağlılık ya da Yahudilerin Kutsal Topraklarda mistik nedenlerle harekete ge- çirilen bir toplanışa duydukları inançtır. Fakat siyasal Siyonistler ilâhî pasajları kendi amaçları doğrultusunda tanımlamışlardır. Çoğu Yahudi önderi ve yazarı, Filistin'de, yerli Araplara karşı ayrımcılık güdecek bir Yahudi devletinin çatışmalar yaratacağı konusunda hemfikirdir. Si- yonizmi eleştiren Yahudiler üç ideolojik kategori içinde ele alınabilir: Sosyalistler, iki-ulus düşüncesinden yana olanlar ve hümanistler.85 Siyonizmin eleştirisi, geçmişi Hıristiyanlık öncesi dönemlere giden Yahudi karşıtı bir duygu değildir.86 Helenik dönemden itibaren baş- layan bu tarihsel birikim, Almanya'daki Nasyonal Sosyalistlere, 1935 Nüremberg Yasalarıyla doruk noktasına ulaşan her türlü suçlama ve baskı aracını kullanma olanağı sağlamıştır. Bazı yazarların de- ğerlendirmelerine göre, Cezayir ve Rodezya'daki benzeri girişimlerin başarısızlığından sonra, yerli halkın üzerinde yerleşimci-koloniyal de- netim kurmaya çalışan yalnızca İsrail ve Güney Afrika örnekleri kal- mıştı.87 Her iki durum da sonuçta ciddî çatışmalara yol açan, yerli halklara karşı ayrımcılığın yasal temellerini oluşturmuşlardır.

85 Hatem I. Husaini, "The Jewish Critics of ", Zionism and Racism, London, EAFORD, 1977, s. 223-230. 86 Özellikle Avrupa bağlamında konu ile ilgili kaynakça için bak: Rubet Singermann, Anti-Semitic Propaganda: An Annotated Bibliography and Research Guide, New York and London, 1982; Türkkaya Ataöv, "Anti-Semitism," Turkish Daily News, 13 August 1993. 87 Christopher Mansour ve Richard Stevens, Internal Control in Israel and South Africa, Washington, D.C., EAFORD, 1987.

47 Siyonizmi bir tür ırkçılık ve ırk ayrımcılığı olarak kabul eden 1975 sayılı B.M. Genel Kurul kararı, kabulünden bu yana tartışmalı bir konu olmuştur. Bazıları Siyon.zmi dışlayıcı bir akım olarak görmenin Mu- seviliğe yapılmış bir saldırı olduğunu söylerken, diğer bazıları bunun İsrail'deki uygulamasını Yahudi olmayan yurttaşlara karşı ger- çekleştirilen ayrımcılığa yasal kılıf oluşturduğunu ileri sürmektedirler. Bunlar88 özellikle üç "temel yasaya" işaret ediyorlar: Bütün Ya- hudilerin İsrail'e göç etme hakkının vazgeçilmezliğini getiren Dönüş Yasası, Yahudilere döndüklerinde İsrail yurttaşlığı talep etme hakkı veren Yurttaşlık Yasası, ve Dünya Siyonist Örgütü-Yahudi Ajansı ile İsrail Hükümetinin birliğini öngören Statü Yasası. Bu görüşün sa- vunucuları, bu üç yasanın İsrail'in Yahudi olmayan yurttaşlarına karşı uyguladığı ayrımcılığı meşrulaştırdığını, ilkinin İsrail'deki Yahudiler için Araplara tanınmayan münhasır ulusal haklar sağladığını, ikin- cisinin Arapları Yahudiler karşısında aşağı konumda bırakan bir tür yurttaşlık sınıflaması içine soktuğunu ve üçüncüsünün, kamu gö- revlerini yalnızca Yahudilere hizmet eden Siyonist örgütlere verecek Araplara karşı uygulanan ayrımcılığı kolaylaştırdığını ileri sür- mektedirler. Durum İsrail'de yaşayan Doğulu ve Afrikalı göçmenler açısından değerlendirildiğinde, yoksul ve geri kalmış insanların gelişmiş İsrail toplumunun açmazlar arasında sıkışmış olduğu "iki İsrail" tehlikesi vardır.89 Yahudiler, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'da güçlü lobiler oluştururlarken, çoğunlukla Güney Afrika, Etyopya, İran, Fas, Suriye ve Hindistan90 olmak üzere bazı Asya ve Afrika ülkelerinde ezilen azınlıklar konumundadırlar. Etyopya'nın siyah Yahudileri91 olan Fa- laşalann baskı altında kalmaları, bunların 1980-1984 yılları arasında Sudan'a kitle halinde göç etmelerine ve oradan da İsrail'in hava yoluyla

88 Roselle Tekiner, Jewish Nationality Status as the Basis for Institutionalized Racism in Israel, London, EAFORD, 1985. 89 Alfred Friendly ve Eric Silver, Israel's Oriental Immigrants and Druzes, Lon- don, MRG, 1981. 90 Tudor Parfitt, The Jews of Africa and Asia, London, MRG, 1987. 9lDavid Kessler, The Falashas: The Forgotten Jews of Ethiopia, New York, Schocken Paperbacks, 1987.

48 onları taşımalarına neden olmuştu.92 Toplumun kıyısında kalmış bir grup olarak, bunların diğerleriyle ve özellikle Avrupa'dan göç etmiş beyazlarla boy ölçüşebilmesi olanaklı değildir. Ayrıca "Doğulu" gö- rünümlü ya da koyu derili İsraillilere karşı zaman zaman su yüzüne çıkan ayrımcı tavırlar ilerde çıkabilecek ayrımcılığın habercileridirler. İran'da Pehleviler döneminde (1925-1979) gelişip serpilen Yahudiler, 1979 Devriminden sonra bir miktar ayrımcılığa maruz kalmaya baş- ladılar. Fas Yahudileri diğerleriyle eşit haklara sahipken, Suriye'deki Yahudiler bir ölçüde ayrımcılıkla karşılaşmakla birlikte, şu anki rejimi, yani azınlık Alevî iktidarını varlıklarının güvencesi olarak gör- mektedirler. Hindistan'da üç tür Yahudi topluluğu bulunmaktadır. Cochini'ler, Beni İsrailli'ler ve BağdâdTler. Bunların bazıları yakın bir gelecekte kaybolup gideceğe benziyorlar. Yıllar boyunca, İsrailliler, değil 1967 savaşından sonra işgâl edilen toprakları, Arap dünyası, İsrail devletinin sınırlarını bile tanımadığı sürece, buradaki Filistin varlığını potansiyel bir beşinci kol olarak görmekteydi. Bu sırada Filistin sorunu, yüzyılın en uzun süreli ve en zor sorunu olarak sürmekte devam etti. Birleşmiş Milletler Genel Ku- rulu'nun bağımsız Arap ve Yahudi devletlerinin, Kudüs kentine özgü özel bir rejimi de içeren ekonomik birlik oluşturmasını öngören 1947'deki Bölünme Plânına (Partition) ilişkin kararı hiçbir zaman uy- gulanmadı. Bunun yerine, Filistinlilerin kaçışları ve savaşımları devam etti. Doğu Kudüs de dahil olmak üzere, Batı Yakası'nın ve Gazze Şe- ridi'nin askerî işgâli, İsrailli yerleşimcilerin konutlandırılması, toprak ve su kaynaklarına el konması ve Kudüs'ün İsrail'e katılması gibi iş- lemlerle sağlanmıştır.93 Filistinliler bu ayrımcı işgâlden kurtulmak için kararlı bir biçimde harekete geçtiklerinde, dünya onların savaşımını Arapça adıyla, el- intifada (ayaklanma) olarak tanıdı. Bu, bir "olay" ya da "olaylar" serisi olmayıp, Filistin'in gerçek halkı olan insanların yıllardır çekmek zo-

92Tudor Parfitt, Operation Moses : The Story of Exodus of the Falasha Jews from Ethiopia, London, Weidenfeld and Nicholson, 1985. '"Türkkaya Ataöv,"The Status of Jerusalem as a Question of International Law", The Legal Aspects of the Paiestine Problem with Special Regard to the Question of Je- rusalem, ed. Hans Köchler, Wien, Wilhelm Braumüller, 1981, s. 133-143; Türkkaya Ataöv, The Use of Palestiniaıı Waters and International Law, London, EAFORD, 1982.

49 runda kaldıkları acılara gösterdikleri tepkidir.94 Îsrail-Filistin ça- tışmasına ilişkin bazı temel gerçeklerin anlaşılması Orta Doğu'daki ba- rışın gerçekleşmesinde önemli bir adımdır. İsrail ve Filistin önderliği, gerçekleşmesi mümkün olmayan isteklerinde sonsuza dek ısrar etmek yerine, görüşmelere başlamanın ve uzlaşarak aşamalı olarak küs- künlükleri geride bırakmanın yollarını bulmuştur. Ancak, bu yolun tüm ilgilileri aynı ölçüde tatmin ettiği söylenemez. Lübnan95 gibi temeli azınlıklardan oluşan çok az devlet vardır. 1978 ve 1982'de İsrail'in gerçekleştirdiği iki işgâle, Lübnan dışındaki diğer komşuların gösterdikleri ilgiye, Amerikan-Sovyet rekabeti ve ideolojik çatışmalara karşın, Lübnan'daki çatışma esas olarak içteki bö- lünmelerden, özellikle de dinsel bölünmelerden kaynaklanmıştır. Bi- rinci Dünya Savaşının sonunda, sadece Lübnan'ın Katolik Mârûnîleri, Fransız yönetiminin komşu Suriye'den bazı toprakları almasıyla oluş- turduğu ve Lübnan'da Mârûnîlerin oturduğu yerlerde bulunan sedir ağacını çağrıştıran ve Fransa'nın üç rengini (tricolore) taşıyan bay- rağıyla donatılmış Büyük Lübnan Cumhuriyeti adını alan yeni devleti olumlu karşılamışlardır. Özellikle Beyrut'taki zenginlik Hıristiyan gi- rişimciler tarafından yaratılmıştır ve bu girişimcilerin sadece az bir kısmı Sünnîlerin ekonomik ve siyasal yaşamdaki eksikliklerinin bir tehlike doğuracağını görmüşlerdir. Buradaki çatışma, nihayet etkileri karşılıklı güvenin yerleştirilmesi sonucu giderilebilecek bir iç savaşa96 dönüşmüştür. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Lübnan'dan ayrılması da silâhlı çatışmaları durdurmaya yetmemiştir. Bu durumda, gelecek için iki seçenek görünüyor: ya belli bir ortak kimlik üzerinde anlaşmaya varılacak ya da küçük devletlere bölünecek. Bazı Orta Doğu devletlerinde bir ulus egemen durumda bulunmakta ve bu egemen ulusla, aralarındaki ilişkilerin bazan çatışmalara yol aç- tığı bir ya da birden fazla azınlık yer almaktadır. Yöneticilerinin geç- mişte, ülkelerinin gerçek büyüklüğünü ve biçimini kabul etmekte is- teksizlik gösterdiği Suriye, belki de dünyanın en karmaşık nüfus

94Joseph Schechla,"The Pası as Prologue to the Intifadah ", Without Prejudice.Vol I, No.2 (1988), s.68-69. 95David C. Gordon, Lebanon: Nation in Jeopardy, London, 1983. 96Walid Khalidi, Conflict and Violence in Lebanon, Cambridge, Mass., 1983.

50 yapısına sahiptir. Müslümanlar arasında Sünnîler ve Şiîler ile Onikiler (Mutavalî) ve Yediler (İsmailîler) denen kolları bulunmaktadır. Hı- ristiyanlar, Doğu Ortodoksları (Yunan ve Suriye ya da Jacobite kol- larına ayrılmıştır) ve Katolikler (beş Kiliseye, Yunan Melkite, Katolik Ermeni, Suriye, Mârûnî ve Chaldean ya da Nestoryan) ile Lâtin ibadeti, Gregoryan Ermenileri, Nestoryan Süryanîleri ve Protestanlardan olu- şur. Yahudiler ya (yerli) Sefardim ya da göçmendirler (Aşkenazi). Şiîlikten ayrılan kollar olan Alevîler ve Dürzîler ve Yahudiliğin ayrımı olan Samaritenler, herşeyden önce Suriyelidirler. Ayrıca, burada Yezidîler, Ehl-i Hak'lar ve Bahaîler de bulunmaktadır. Arapça genel olarak kullanılmakla birlikte, birçok Sünnî Müslüman Kürtçe, Çer- kezce ya da Türkçe konuşmaktadır. Bazı Hıristiyanlar Ermenice ve Süryanice kullanmaktadırlar. Sefardik Yahudiler İbraniceyi, Aş- keneziler ise Yiddiş dilini yeğlemektedirler. Suriye'deki Sünnîlerin genelde Şiiler karşısında ayrımcılığa uğ- radıkları kabul edilir. Gerçekten, Suriye'yi Şiî Müslümanlar değil, çok kısa istisnaî dönemler dışında 636'dan 1917'ye dek Sünnîler ve çok daha az sürelerle de Hıristiyanlar yönettiler. Fakat Suriye'deki azınlıklar on- dokuzuncu yüzyıldan bu yana süren bu egemenliği artık değiştirmek is- tediler. Alevîler ilk önemli değişimi Fransız mandası sırasında Politique minoritaire (azınlık siyaseti) denen sömürgeci yaklaşımla elde et- mişlerdir. Alevî üstünlüğü, siyasal yaşam üzerindeki egemenliklerinin doruğa ulaştığı 1970'den bu yana üç aşamada gerçekleşmiştir. Suriyeli Sünnîler bunu bir "gasbetme" eylemi olarak görmektedirler. Tutucu ve varlıklı Sünnîler tarafından temsil edilen çoğunluk için, yüzyıllardır sahip oldukları güç tekelini kaybetmenin yarattığı şoku anlamak ola- naklıdır. Günümüzdeki Sünnî hoşnutsuzluğu, "eskiden Alevilerin Sünnîlere duyduğu düşmanlığa benziyor."97 Irak halkı da, tıpkı İran'ın farklı etnik ve dilsel topluluklardan oluş- ması gibi, Arap ve Arap olmayanlardan oluşmaktadır. Irak'taki Baascı ideoloji, bütün Iraklı ulusal grupların kendilerini ortak bir kültürel geçmişin mirasçısı sayacakları bir "Mezopotamya" kimliği yaratmaya

Daniel Pipes, Greater Syria: The History of an Ambition, Oxford, Oxford Uni- versity Press, 1990, özellikle s. 149 ve d.; Türkkaya Ataöv," Syria: an Ambition", Tur- kish Daily News, 31 December 1993.

51 çalışmıştır. Bu, temelde eşitlikçi ve bütünleştirici olarak kabul edilmesi gereken önemli bir Baas doktrinidir. Etnik ve linguistik açıdan, Irak- lıların çoğunluğu Araptır ve bunu Kürtler, Türkmenler (Türkler) ve di- ğerleri izler. Kürtler burada en büyük azınlığı oluştururlar. Hint-Avrupa kökenli olan ve Irak, İran ve Türkiye'nin kesiştiği dağlık yerlerde ya- şayan Kürtlerden bazıları birkaç devlet arasında parçalandıktan sonra bir kısmı aynı devletin çoğunluğuyla bütünleşme eğilimi göstermişler, geri kalanı da yer yer bir kimlik duygusu geliştirmeye başlamıştır. Büyük çoğunluğu Sünnî Müslüman olan ve dilleri başlıca iki ana leh- çeye ayrılmış olan Kürtler Irak'ta Sünnî Arap, İran'da ise Şiî Müslüman çoğunlukla karşı karşıyadırlar. Kürtler, İran'da, bir kaç ay içerisinde ezilmiş de olsa (1945-1946), Sovyet desteğiyle yarı-bağımsız bir devlet kurmayı başarabilmişlerdi.98 Irak'taki Kürt isyanı (1964-1975), Bağdat yönetimi Şatt-ül Arap (Ervend Rud) su yolunun belli bir bölümünü İran'a verince başarısızlığa uğradı. İran-Irak savaşı boyunca (1980- 1988) bazı Kürt köyleri kimyasal silâhlarla bombalanarak binlercesi öldürüldü ve diğerleri komşu Türkiye ve İran'a kaçmak zorunda kaldı. İkinci Körfez Savaşı (1991) iki Kürt partisine (KDP ve PKU) kuzey Irak bölgesinde denetimi ele geçirme fırsatı verdi. Öte yandan, Tür- kiye'de PKK" hükümet kuvvetlerine ve T.C. hükümetiyle açık bir bi- çimde işbirliği yapanlara saldırmaktadır. İlgili hükümetlerin hukuksal egemenlik hakları ile onların Kürt topluluklarının kendi kültürlerini geliştirmeleri ve/veya gerektiğinde kendi işleri üzerinde belli bir de- mokratik denetim sahibi olma hakları arasında bir denge kurulmalıdır. Irak'ta, geçmişi Şiî Müslümanların lideri Halife Ali (656-661) gün- lerine dek giden bir çatışma da sürmektedir. Sünnî Müslümanlar, ister Osmanlı Türkleri (1534-1918), ister Haşimî hanedanı (1921-1958) ya da şu anki Baas rejimi (1968-) olsun, tarihsel olarak gücü ellerinde tut- muşlardır. Şiî topluluğu başlıca ülkenin güneyinde, Basra bölgesiyle Kerbela ve Necef gibi Şiîliğin kutsal kentlerinde ve çevresinde ya- şamaktadır. Temelde kentli, lâik, modernleşmeye kararlı ve daha zen- gin olan Sünnî yöneticilerin, ayrımcılığın izlerini silmekteki ve başlıca

98Ramesh Sanghri, Aryamehr: The Shah of Iran, London, Transorient, 1968, s. 118-119; William Eagleton, Jr„ The Kurdish Republic of 1946, London, Oxford Uni- versity Press, 1963. 99 İsmet G. İsmet, The PKK, Ankara, Turkish Daily News, 1992. 52 iki İslâmî mezhebin izleyicileri arasındaki boşluğu doldurmadaki ba- şarısızlıkları, kuzeydeki Kürtlerin temsil ettiği Irak'taki etnik is- tikrarsızlıkla birlikte bu ülkedeki çatışmaların temelini oluşturacaktır. Irak'ta sayıları yakın tarihli sayımlarda 500 000'in altına düşmeyen, ancak bazı kaynaklarda birkaç katı olarak da tahmin edilen Türkmen100 (Türk) azınlık da vardır. Bunlar birbirini izleyen büyük göçler sonucu Emevîler, Abbasîler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde gelen Türkmenlerin çocuklarıdır. Mondros Mütarekesinden (1918) sonra İn- gilizler Musul ve Kerkük'ü savaşmadan ele geçirmişler, Erzurum Kongresi (M. 6) ve Misak-ı Millî (M. 1) Musul ve çevresini bu nedenle Türkiye'nin ulusal sınırları içinde saymıştı.101 Lausanne Konferansı daha çok bu sorundan ötürü aksamış ve İngiltere'nin içinde ağır bastığı Milletler Cemiyeti petrol gibi önemli doğal kaynağa sahip olan Musul'u İngiliz manda yönetimindeki Irak yoluyla aslında İngiltere'ye bı- rakmıştı. Bu durumda, 1925 Irak Anayasası (M.16) Irak halkının "Arap, Kürt ve Türk öğelerden oluştuğunu" belirtmişti. Bazı Türk kaynakları Irak devletinin kurulduğundan bu yana, Türklerin var- lıklarının "hukuken ve biçimsel olarak" kabul edildikleri, ancak sık sık baskıya uğradıkları kanısındadırlar.102 Türkçe ve Süryanice konuşan Irak azınlıkları yönünden 1970 tarihli kültürel haklar paketi103 önemli bir aşamadır. Buna göre, Irak'taki Türkmen bölgelerindeki ilkokullarda azınlık dilinde öğrenim ya- pılacak, her türlü araçla okutulacak azınlık dili geliştirilecek, Türk- menler için özel Eğitim Müdürlüğü, Edebiyatçılar Birliği ve Kültür Müdürlüğü kurulacak, Türkmence haftalık bir gazete ve aylık bir dergi yayınlanacak ve Kerkük'teki Türkmen televizyon programlarının süresi uzatılacaktı. Gazete (Yurd) ve dergiler (Birlik, Kalleşlik) yayına başladı, birlikler ve müdürlükler oluşturuldu ve televizyon saatleri art- tırıldı. Benzeri kültürel haklar Süryanîce konuşan Asurlulara, Kai- delilere ve Süryanî azınlıklara da tanındı. Ancak, azınlıklar okullarının

'"°lbrahim Dâkûkî, Irak Türkmenleri, Ankara, Güven Matbaası, 1970. Ayrıca: Ali Rıza Yalman (Yalkın), Cenupta Türkmen Oymakları, C. I II, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1977. lolMim Kemâl Öke, Kerkük - Musul Dosyası, İstanbul, Tüık Dünyası Araştırmaları Vakfi, 1991. >U2 Fazıl Demirci, Irak Türklerinin Dünü, Bugünü, Ankara, Tüık Tarih Kurumu, 1991, s. 58. ",3The Republic of Iraq, Ministry of Information, Granting Cultural Rights to Turkman and Syriac - Speaking Nationals, Baghdad, Al-Hurriya, 1974.

53 sayısını yetersiz buluyor, kendi vilâyetlerinin sınırlarının değiştirilip ufaltılmalarını iyi karşılamıyor, daha önemlisi bazı ileri gelenlerinin idam edilmelerinin dış dünyada duyurulmasını istiyorlardı. İran da farklı anadillere ve İslâm içindeki mezheplere sahip olan değişik topluluklardan oluşmaktadır. Nüfusun belki de % 55'ini oluş- turan Şiî Persler ülkenin ortasında yaşarken, en kalabalık azınlık olan Şiî Azeri Türkler kuzeyde ve kuzeydoğuda, Sünnî Kürtler batı ve ku- zeybatıda, Sünnî Baluciler (Pakistan sınırına yakın) doğuda ve Sünnî Araplar güneyde (Kuzistan) yaşamaktadırlar. Hazer Denizi ile Türk- menistan Cumhuriyeti'nin güneyinde Gorgan düzlüklerinde de küçük bir Türkmen topluluğu vardır. Geri kalan başlıca azınlıklar, Afşarlar, Kaşgaîler, Boir Ahmedîler, Bahtiyarîler, Lurlar, Zerdüştler, Yahudiler, Asurîler ve Ermenilerdir. Etnik topluluklar arasında toplumsal- ekonomik eşitsizlik ve Farslarla Fars olmayanlar arasında giderek bü- yüyen bir mesafe oluşmaktadır.104 Sanayileşme ye modernleşme, kay- nakların dağıtılmasında çeşitli gruplar arasında henüz bir eşitlik ya- ratamamıştır. Siyasal ve endüstriyel merkezileşmeyle birlikte Farsî dilinin de egemen olması etnik gruplar arasındaki eşitsizliğin artmasına neden olmuştur. Bahaîler gibi dinsel olarak tanınmayan bazı grupların sahip oldukları mülklere ya topluca el konulmuş ya da yakılıp yı- kılmıştır.105 Birtakım uluslararası organlar İran Hükümetini ayrımcılık ve şiddete son vermeye çağıran kararlar almışlardır.

X. Orta ve Güney Asya:

Etnik ve dinsel çatışmalar Orta ve Güney Asya'da bölgesel istikrara ciddî tehdit oluşturmaktadır. Bu tür karmaşık bir bölgede farklı et- kenler, Keşmir, Pencap, Sri Lanka, Bangladeş, ya da Filipinler'de olduğu gibi değişik ölçülerde etkisini göstermektedir. Ancak, ne bu

104 Akbar Zghajanian, "Ethnic Inequality in Iran: An Overvievv", International Jo- urnal of Middle East Studies, 15/2 (May 1993), s. 211-224; Leonard M. Helfgott, "The Structural Foundations of the National Minority Problem in Revolutionary Iran", Iranian Studies, 13/3-4 (1980), s. 195-204. ")5Baha'i International Community, The Baha'is in Iran, New York, 1982.

54 çatışmaların tümü birarad« a incelenebilir, ne de bunlara karşılaştırmalar yol us la çözüm bulunabilir. Afganistan yıllardır insanlarını, yerleşim yerlerini, hayvanlarını, otlaklarını ve,altyapısını harap eden bir savaş yaşamıştır. Hernekadar stratejik çıkarlar ve ideolojiyle hareket eden dış müdahalelerin bu ça- tışmalarla bir bağlantısı varsa da, çatışmanın nedenlerinden bazıları Afganistan'ın iç yapısından kaynaklanmaktaydı. En büyük etnik grup olan ve 27 Nisan 1979'dan önce yönetimi ve hükümeti denetim altında tutan Paştunlar, ülkeye egemen olan azınlık grubuydu. Nüfusun %40'nı oluşturan Paştunlar Sünnî Müslümandırlar ve dilleri olan Paştu, Hint- Avrupa dil ailesi içinde yer alır. Paştu ve Fars lehçesi olan Dari dışında, Afganistan'da yirmi kadar farklı lehçe konuşulmaktadır. İngiliz-Hint literatüründe Patanlar (Pathan) denen yaklaşık 12 milyon Paştun ayrıca Pakistan'da yaşamaktadır.106 Afganistan 1747'de ayrı ve bağımsız bir devlet olduktan sonra çeşitli Paştun kabileleri tarafından yönetilmiştir. Bu yüzden, Afganistan'ın tarihi bir bakıma Paştunların tarihidir. Fakat eğitimli seçkinlerin ancak bir kısmı tek bir tanımlanır Afgan milliyetini yansıtır. Yurttaşlık bunun yerine etnik gruplarla bilinir. "Afgan" terimi nüfusun geri kalan %60'ı üzerinde denetim kuran Paştunlarla sınırlı olagelmiştir. Bu durum 1979 öncesinde bir gerginlik ve çatışma kay- nağıyken, bir savaşa neden olmamıştı. Hazarlar, Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar, Aymaklar ve Baluciler gibi Paştun olmayan gruplar, "Mü- cahit" grubu içindeyken bile ayrımcılıkla karşılaştılar. Çatışmaların kökeninde etnik olduğu denli siyasal ve ekonomik etkenler de yat- maktadır. Süper devletlerin politikaları bu çatışmaları körüklerken, halkın çoğunluğu yalnızca Paştun egemenliği altında yaşamakla kal- mamış, kırsal kesimde toprak ağalarının ve yolsuzluğa bulaşmış yö- neticilerin de baskısı altında kalmıştır. Afganistan'da halen sürmekte olan çelişkilerden başka, göçe zorlanmış olan beş milyon Muhacirin'in (göçmen) yeniden yerlerine yerleştirilmeleri için uluslararası yardım

106 Sukha Ranjan Chakravarty, "The Pashtoon National Movement," Foreign Affairs Rcports, New Delhi, XXV/1 (January 1976), s. 1-19; , "International Aspects of the Pashtoon National Movement," ibid., XXV/5 (May 1976), s. 67-80.

55 beklemektedir. Bundan sonra bile, Mücahitlerin ve Muhacirin'in Afgan ulusu içinde erimeleri yıllar alacaktır.107 Britanya İmparatorluğunun kurduğu denetim Hindistan'a bir birlik boyutu kazandırdıysa da, bu büyük alt-kıtanın bütün halkları bö- lünmezlik duygusu içinde değillerdi. Sonuçta Müslümanlardan bazıları bağımsız Pakistan'ı savunurlarken, Sihler de (Sikh) bağımsız "Ha- listan"ı kurmak istediler. Yine, Bengallilerden bazıları birleşik Bengal düşüncesini dile getirirlerken, diğer bazıları güneyde bir Dravidian devleti kurma peşine düştüler. Hindistan, bununla birlikte, 1947'de Doğu ve Batı Pakistan'ın ayrılmasıyla biçimlendi ve daha sonra da Doğu Pakistan 1971'de bağımsız Bangladeş oldu. Fakat daha küçük gruplar da ayrı birer birim olma uğraşı içine girdiler. Ülkedeki topluluklar arasındaki birlik idealini besleyen Hin- distan'daki lâiklik, kendisini Sarva Dharma Sambhava (Bütün Dinler Gelişsin) ilkesinde göstermektedir. Fakat Hindu kökten-dinciliği ve toplumlar-arası saldırganlık yükseldikçe ve çoğunluk politikası bunu önlemede yetersiz kaldıkça, bu yaklaşımın ulaştığı başarılar giderek artan bir biçimde sorgulanmaktadır. Yalnızca Keşmir ya da başka yer- lerdeki Hint Müslümanları değil, alt kastlar da sistemin geçerliliğinden kuşku duymaktadırlar.108 Nagaland, Manipur ve Bodo gibi kuzeydoğu sınırları boyunca ayrılıkçı grupların yürüttüğü gerilla eylemleri varsa da, en ciddî ayrılıkçılık Keşmir'deki ıvlüslümanlar ve Pencap'taki Sihler arasındadır. Keşmir sorunu, 1947'de kazanılan bağımsızlıktan bu yana Hint- Pakistan ilişkini belirleyen öğe olmuştur.109 Bu sorunun dört yönü var. Yerli halkla ilgili boyutu, ikili ilişkileri ilgilendiren yönü, bölgesel önemi ve bölge-dışı özelliği. Tüm Cammu ve Keşmir eyaleti, özellikle

")7Alfred Janata, "Afghanistan: the Ethnic Dimension The Cultural ı.asis of Afg- , eds., Edwin W. Andersoi ve Nancy Hatch Dupree, London and New York, Pinter, 1991. 108Prakash Chandra Upadhyaya, "The Politics of Indian Secularism", Modern Asian Studies, Vol. 26, No.4 (1922), s. 815-853. 109Alastair Lamb, Kashmir: A Disputed Legacy, 1846-1990, Karachi, Oxford Uni- versity Press, 1992; Türkkaya Ataöv, "Keşmir Meselesinin Önemi", A.Ü. Siyasal Bil- giler Fakültesi Dergisi, 15/1 (1960), s. 1-22.

56 Vadideki bölgelerde çoğunlukta olan Müslümanlar olmak üzere, kar- maşık bir nüfus yapısına sahiptir. Sorun aynı zamanda bu iki komşu, yani Hindistan ile Pakistan arasında da sürmektedir. Pencap'taki olay- lar, Hindu militanlığının yükselişe geçmesi, Hindistan'ın siyasal or- tamına yabancılaşmanın yanında silâhlı Mücahitlerin yarattığı etkiler ve Sri Lanka'daki Tamillerin durumu çatışmanın bölgesel ve bölge-dışı etkileri arasında sayılabilir. Bazı Keşmirli eylemciler, Cammu'daki Hinduları ve Ladak'taki Budistleri çoğunluk olan Müslümanlardan uzaklaştırmak için dinler-üstü bir birimi tercih ederlerken, öteki ba- zıları Keşmir kimliğinin dinsel yönünü vurgulamaktadırlar. 1988'de çatışma, silâhlı Müslüman grupların bağımsızlık için girişimlerde bu- lunmaya başlamaları ve şiddete başvurmaları üzerine yeniden alev- lendi. Hindistan ve Pakistan Hükümetleri bu sorun yüzünden dördüncü kez savaşmaya niyetleri olmadıklarını açıklarlarken, Doğu Hin- distan'daki Bihar bölgesinde Müslüman ve Hint toplulukları arasında öldürme eylemleri, Babri Mescid ve onun yıkılması üzerine ortaya çıkan gerginliğe neden olmuştur. Hindu topluluğunu örgütleyen bazı siyasal güçler, tıpkı Islâmcı militanların İslâmî yasa ve gelenekleri başkalarına kabul ettirmek istemeleri gibi, Hindu geleneklerini ve ya- salarını uygulayarak Hindistan'ı bir Hindu devleti haline getirmeye ça- lışmaktadırlar. Bu öriıckte baskı yoluyla kabul ettirme, nereden gelirse gelsin, çatışma yaratmakta ve ayrımcılığı derinleştirmektedir. Yaklaşık 13 milyon Sih Hindistan'ın %2'sinden azını oluşturmakta, ancak bunların % 80'i Pencap eyaletinde yoğun olarak yaşamaktadırlar. Ayrıca, Pencap ("Beş su") hem tarımsal yönden zengindir, hem de Hinduların % 60 çoğunluğu oluşturdukları bu topraklar komşu Pa- kistan'la duyarlı bir sınır oluşturmaktadırlar. 1984'ten sonraki yıllar Pencap'ta artan oranda toplumlar-arası şiddete, kutsal Amritsar Ta- pınağı'nın basılarak harap edilmesi' . Başbakan İndra Gandhi'nin Sih korumaları tarafından öldürülmesine ve bunun üzerine Sihlerin intikam alma amacıyla yaptıkları saldırılara tanık oldu.110 Son olaylar, bağımsız "Halistan"111 devletinin kurulması yönündeki duygusal istekleri art- tırırken bir azınlık olarak genel refah düzeyleri yalnızca varlıklı olan

ll0M. Tully ve S. Jacop, Amritsar: Mrs. Gandhi's Last Battle, London, 1985. 11 'R. A Kaptır, Sikh Separatism: The Politics of Faith, London, 1996.

57 Parsilerle karşılaştırılabilecek olan Sihler, konumlarını bütünleşmiş bir genel Hint ekonomisi içinde çok daha iyi bir biçimde koruyabilirler. Hernekadar "Dokunulmazlar"112 (Untouchables) tüm Hint nü- fusunun yedide-birini oluşturuyorlarsa da, bu oran 110 milyon kişiye, diğer bir deyişle, Avrupa'nın en kalabalık iki ülkesinin toplamına eşittir. Genellikle Bangi, Çamar, Khatik, Mahar, Pasi ve benzeri gibi yerel kast isimleriyle adlandırılan Dokunulmazlar ya da İngiliz Valisinin 1935'te bunları dokunulmayan, "Dalit", yani "baskı altında kalmış" olarak lis- teye aldığında verdiği isimle "Kayıtlı Kastlar" (Scheduled Castes) kar- maşık kast sisteminin en altında yer almaktadırlar.113 Dokunulmazlık, ırksal bir farklılıktan değil, bunlar tarafından geleneksel olarak yapılan işlerin niteliğinden (örneğin, kanalizasyon temizliği gibi) dolayı varlıklı durumda olanların bunları ucuz işgücü olarak kullanmalarına olanak vermesinden kaynaklanmaktadır.114 Bunlar ayrımcılığa tabi olmakta, şiddete maruz kalmakta ve din değiştirme girişimleri nedeniyle ce- zalandın lmaktadır.115 Zaman zaman oy ve silâh arasında gidip gelen yukarıdaki örnekler ve diğer başkaları, Hindistan'ın iç işleri sayılırken, bu ülke kendi kom- şularının iç işlerine iki kez bir çeşit müdahale etmiştir. İlkinde asi Ta- millerle Sri Lanka hükümet kuvvetleri arasındaki ateşkesi ve anlaşmayı denetlemek üzere Sri Lanka'nın güneyine asker göndermeyi kabul etmiş, ikincisinde ise, bir grup paralı Tamil savaşçısı Maldiv Adalarını işgâl edip hükümeti devirmek istediklerinde ilgisini göstermiştir. Çoğunluğu oluşturan Budist Sinhalizlerle, % 18 oranındaki Hindu Tamiller arasındaki ırksal gerginlik, sonunda Sri Lanka'da çatışmaya yol açtı.116 Burada sadakat geniş anlamda ulusa değil, belli bir gruba yöneliktir. Sri Lanka bir ada devleti olduğu için, sınır sorunu bu-

112Michael Mahar, ed., The Untouchables in Contemporary India, University of Arizona Press, 1972; Barbara R. Joshi, der., Untouchable! Voices of the Dalit Li- beration Movement, London, Zed Books, 1986. 113 Ranji Kothari, ed., Caste in Indian Politics, New Delhi, Orient-Longman, 1970. ' 14N.D. Kamble, Bonded Labour in India, New Delhi, Uppal Publishing House, 1982. _ "sDilip Hiro, The Untouchables of India, London, MRG, 1982, s. 13. ll6Mohan Ram, Sri Lanka: The Fractured Island, New Delhi, Penguin, 1989; Sri Lanka, a symposium on the dimensions of a conflict, Seminar, New Delhi, 337 (Sep- tember 1987).

58 lunmamakla birlikte, etnik gruplardan biri çoğunluğu oluşturmaktadır. Fakat Hindistan, Sri Lanka'nın kuzey ucundan yalnızca 32 km. uza- ğında bulunmakta ve 56 milyon Tamil'in yaşadığı Tamil Nadu eyaleti Hindistan'ın en güney ucunda yer almaktadır. Sri Lanka'daki Tamil azınlığı, yalnızca Sinhaliz çoğunluktan değil, fakat yerli Tamiller (1,4 milyon) ile Hindistan'dan sonradan gelenler (1,2 milyon) olarak da kendi içinde ayrılmaktadır. Bangladeş bir yandan "Hill Tracts" denilen yüksek bölgeler halkı ve öte yandan da Bihariler ile çatışmaktadır. Bir grup kabile önderi, aynı zamanda askerî kanadını da (Shanti Bahini) oluşturan "Çitagong Yüksek Bölgeler Halkı Dayanışma Derneği" (Chittagong Hill Tracts People's Solidarity Association, JSS) adlı örgütü kurmuşlardır. Bu silâhlı örgüt askerî karakollara saldırılar düzenlemekte, köylere saldırıp Bengallileri öldürmekte ve sonuçta komşu tepelerdeki kabile halklarını hedef alan askerlerin misillemesine yol açmaktadır."7 Bihariler, köken olarak Müslüman olup, 1947'deki bölünme sırasında Doğu Pakistan'a gitmiş olanlardır.1'8 Bazıları Orta Asya'dan gelmiş bulunan Müslüman asker ve subayların uzaktan torunlarıdırlar. Diğerleri Hindu kast sis- teminden kurtulmak ve resmî görevlerde daha kolay yer edinebilmek için Türk-Moğol fetihçilerden Urdu dilini ve İslâm'ı alarak kabul et- mişlerdir. Bunlar, bölünme (1947) öncesinde, Urdu dilini, Hindu ço- ğunluğa karşı kendi kimliklerini koruyacak bir simge olarak sa- vundular. Fakat 1971'de, Urduca konuşanlar, Bengalliler için Batı Pakistan egemenliğinin simgesi olarak görüldüğünden hedef haline geldiler. Bunların binlercesi ayrılıkçılar tarafından öldürüldü. Hint-Çini Yarımadası, kuzeyinde bulunanlardan bir kısmının Çin etkisi altına girdiği ve orta bölgesindeki diğerlerinin Hintlileşerek Kmer ve Cham halklarının temelini oluşturduğu, farklı etnik grup- lardan kuruludur.119 Orta bölgedeki küçük bir bölümü bu iki etkiden uzak kalabilmiş ve günümüzdeki Proto-Hindiçinlileri oluş- turabilmişlerdir. Bunlar kimliklerini Kmer ve Chamlara karşı ko- ruyabilmişler, Fransızların eritme politikasına karşı direnmişler ve

ll7Amnesty International, Bangladesh: Unlawful Torture and Killing in the Chit- tagong Hill Tracts, London, 1986. 1 l8Ben Whitaker, et al„ The Biharis in Bangladesh, London, MRG, 1981. 1 l9Nguyen Khac Vien, Histoire du Vietnam, Paris, ed. Sociales, 1974.

59 topraklarının Amerika tarafından mahvedilmesine karşın varlıklarını sürdürmüşlerdir. Vietnam'ın işgâli artık sona erdiğine göre, ayrımcılığa dayanmayan bir yardım programının desteği sayesinde kendi kül- türleriyle yaşayabilirler. Filipinler'de, Lumad (Mindanao adasındaki 78 topluluğun ortak adı) ve Morolar120 (Mindanao ve Sulu takımadalarındaki İslâmlaşmış bir düzine kadar grubun ortak adı), dışarıdan gelen yerleşimciler yüzünden, kendi toprakları üzerindeki denetimden sistematik olarak yoksun bı- rakılan yerli halklardır. 65 milyon nüfusa sahip olan ülkede, nüfusun %10'unu oluşturan animist Lumad ve Müslüman Moroların, İspanyol (1521-1898) ve Amerikan (1898-1946) yöneticilerin göz önüne al- madıkları ayrı bir geçmişi ve kendilerine özgü istekleri vardır. Batılı sömürge yönetiminin bir azınlık-çoğunluk ilişkisi yaratmasıyla, ya- bancılar Filipinler halkını "uygar Hıristiyanlar" ile "vahşi Hıristiyan olmayanlar" olarak iki ayrı sınıfa bölmüşlerdir. Bu ayrım daha sonraları toprak sahipliği ve doğal kaynakları kullanmaya ilişkin yasalara kay- naklık etmiş ve toprak ekimi, hayvan çiftlikleri, madencilik ve sonunda Chico Barajı, Agus ve Pulangi Nehirleri, Sebu Nehri ve Apo Dağı gibi tasarılarıyla birlikte yeni yerleşimcileri getirmiştir. İşte, bu ayrımcılık toprak ve diğer kaynakların kaybına yol açmış, bu insanların ormanlık ve dağlık bölgelere çekilmesine ve Malezya'nın Sabah eyaletinde ve Körfez ülkelerinde geçim yolları aramak zorunda bırakılmalarına ve silâhlı mücadelenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Çatışma yerli halkın atalarından kalan topraklarına kavuşmaları ve bu topluluklara karşı ayrımcılığı içeren hükümlerin yasalardan çıkarılmasıyla gi- derilebilir. Elli-dört milliyete ayrılan ve Çin nüfusunun % 6'sını oluşturan azınlıklar, bu ülke topraklarının, çoğu stratejik olmak üzere toplamının yarısından fazlasını kaplar. Çin'in en büyük özerk bölgesi olan Tibet,121 dünya ile bağları kesik uzak bir bölgedir. Tibet'te olduğu kadar Uygur

12HAlfredo T. Tiamson, Mindonao-Sulu Bibliography, Davao City, Ateneo de Davao, 1970; Alfredo T. Tiamson, The Müslim Filipinos: An Annotated Bib- liography. Manila, Filipinas Foundation, 1979; Doğu halklarının siyasal yaşamında Müslüman azınlığın yeri ve rolü: N(atalya) G(iorgevna) Prussakova, Musul'manskie Men'şinstva v Politiçeskoy Jizni Stran Vostoka, Moskova, Nauka, 1990. ı:lDalai Lama, My Land and My People, London and New York, 1962; Ma Yin, ed., 's Minority Nationalities, Beijing, Foreign Languages Press, 1989, s. 199-219; Tibet: No Longer Mediaeval, Beijing, Foreign Languages Press, 1981.

60 ya da Kazaklar gibi azınlıkların yaşadığı bölgelerdeki yaşam ko- şullarında ve gelir düzeyinde yadsınamayacak düzelmeler olduysa ıl ı. bazı azınlıklar bütünleşme konusunda güçlük çekmektedirler. Yerel dili öğrenmeyen Han (Çin) yetkilileri, azınlıkların gözünde, yönelimi ellerinde tutmakta, dini baskı altına almakta, yerel ekonomiye zarar vermekte ve yalnızca Çinceye dayanan bir ortaöğretim politikası iz- lemektedirler. Çin ve Tayvan'ın dışında, Güneydoğu Asya'nın diğer ülkelerinde Nanyang (sınır ötesi Çinlileri)122 azınlığı bulunmaktadır. Çin dışındaki nüfusları 30 milyonu aşmakta ve en çok Hong Kong'ta, Macao'da, Singapur'da, Malezya'da ve Brunei'de yaşamaktadırlar. Farklı sö- mürgeci deneyimlerin ve bağımsızlık yönteminin mirası nedeniyle Güneydoğu Asya ülkeleri, kendisini yurttaşlık ve milliyet için uy- gulanan farklı ölçütlerde belli eden değişik hükümet biçimlerine sa- hiptirler. Sonuç olarak, bu ülkelerdeki Çinli topluluklar yurttaşlık hak- larından yoksun bırakılabilirler, sınır dışı edilebilirler, ekonomik açıdan ve eğitim alanında ayrımcılığa tabi tutulabilirler ve siyasal hak- lardan yararlanmayabilirler. İlgili Güney Asya hükümetleri, hiç de- ğilse, oralarda doğmuş olan Çinlileri yurttaş olarak kabul etmeli ve dahası ayrımcılık karşıtı daha. tutarlı bir tutum izlemelidirler. Ay- rımcılığa dayanan politikalar bu örnekte de, şiddet de dahil olmak üzere, hoşnut olmayan grupların tepkisini doğurabilir.

XI. Afrika:

Hem siyahlar hem de beyazlar, önce 1990'da Namibya'da ve sonra da 1993'de Güney Afrika'da apartheid döneminin sonuna varmışlardır ve demokratik süreç artık geri döndürülemez bir yola girmiştir. Her- kese ortak bir gelecek ve ortak bir yaşam sunan uluslaşma dönemine girilmiştir. Yakın zamanlara kadar dünyanın sorunlu noktalarının ba- şında gelen bu iki çatışma bir çözüme bağlanmışsa da, Afrika'nın başka yerlerinde hâlâ bazı halklar değişen ölçülerde ayrımcılığa ve hattâ kötü

'"M.F.S Heidhues, Southeast Asia's Chinese Minorities, Melbourne, 1974.

61 uygulamalara maruz kalmaktadırlar. Somali, Liberya. Büruııdı. Ugan- da, Sudan ve Botswana'da yaşayan bazı halklar bunlaı arasında sa- yılabilir. Somali, içsel baskılar ve dış savaşlar yüzünden işlevini yitiren bir toplum durumuna gelmiştir. Aslında türdeş bir ulus olan Somali (6-7 milyon) birbirine karşı olan ve diğer gruplar için bir azınlık durumu yaratan başlıca altı klana (Daarud, Hawiye, Isaak, Dir, Digil ve Ra- hanvvayn) bölünmüştür. Etyopya'nırv Ogaden bölgesinde (2 milyon), kuzey Kenya'da (250 000) ve Cibuti'de de (100 000) Somalililer bu- lunmaktadır. Afrika'daki en türdeş halklardan biri olan Somalililer, İn- giliz, Fransız, İtalyan ve Etyopyalılar arasında küçük topraklara bö- lünmüş ve daha sonra da burada General Siyaad Barre'nin (yönetimi: 1969-1990) Macirtin, Isaak ve Havviye kabileleri üzerinde kurduğu sistematik baskı sonucu kabileler arasında kavgalar başlamıştır. Ba- zılarına su verilmemiş, bazıları toplu mezarlara gömülmüş ve yine diğer bazıları Shabeelle Nehrine atılarak timsahlara yem olmuşlardır.123 Bir- leşmiş Milletler'in bayrağı altındaki çok taraflı gücün varlığına karşın, parçalanma süreci içinde ayrımcılık da sürüp gitmektedir. Liberya'da özgürlüğüne kavuşmuş Amerikalı kölelerin torunları olan küçük bir seçkinler grubu, batı Afrikalı bir kabile toplumunun üs- tüne çöreklenmiştir. Afrika kökenli Amerikalılar herzaman toplumun en üstünde yer alıyorlardı. Köle gemilerinden kurtarılan ve Amerika'da hiçbir zaman bulunmamış olan Congo'lar onların altında yer alır. Yerli halk ise en alttadır. Koloniciler 1847'de bağımsızlık ilân ettiklerinde, yerleşimcileri örgütleyen organ olan True Whig Partisi, ülkedeki her- şeyi kendi çıkarı doğrultusunda yönetmeye başlamıştı. Yıllar boyunca derinleşerek süren ve sonunda iç savaşa yol açan ayrımcılıktan sonra ülke neredeyse bütünüyle yıkıldı. Çatışmadan yana olanlar, bununla birlikte, ülke nüfusunun küçük bir oranını oluşturmaktaydı.124 Burundi'deki Hutular güney eyaletlerindeki Tutsileri iki kez ayrım gözetmeksizin katletmişler ve bunu intikam amacıyla yapılan mi-

mAfrica Watch, Somalia: A Government at War with Its People, New York, 1990. 124J. Gus Liebenow, Liberia: The Quest for Democracy, Bloomington, Indiana University Press, 1987.

62 sillemeler izlemiştir. Burundi'nin dört milyonluk nüfusu üç farklı etnik gruptan oluşur: Tutsiler (%16'sı Etyopya kökenli), Hutular (%83'ü zenci kökenli) ve Twalar (%1'i Pigme kökenli). Azınlıktaki Tutsiler, altmış yıllık sömürge dönemi dışında, yüzyıllar boyunca Burundi'yi yönetmişlerdir. Çoğunluk üzerinde egemenlik kurmuş olan bir azınlık hükümeti tarafından yönetilmenin Afrika'daki diğer tek örneği (1993'e değin) Güney Afrika'dır. 1972'de ve 1988'de Hutu isyanı patlak verip Tutsi azınlığının az sayıda da olsa katledilmesine neden oldu ama Tut- silerin misillemesi çok daha sertti. Hutulara verdikleri bazı ödünlere karşın, Tutsiler hâlâ kendilerinin üstün olduğu düşüncesine bağlı kal- dıklarından, her iki kabile de gelecekte daha fazla sorun çıkmasından endişe etmektedir.125 Bantu, Nilotik ve Merkezi Sudanik gibi üç farklı dil grubunun kır- kın üzerindeki etnik bölgede konuşulduğu 'daki çatışma, Milton Obote ve İdi Amin gibi kuzeylilerin güneylileri yönetmesi ve bunu yaparken de baskı uygulaması sonucu ortaya çıkmıştır. Buradaki ça- tışma, hükümet ülkenin tümüne koruma sağlayabildiğinde sona ere- cektir.126 İç Savaş boyutlarına ulaşan Sudan'daki sorun, yalnızca "Müslüman Arap" olan kuzey ile "Hıristiyan ve animist" güney ara- sında bir çatışma değil, devletin bölgesel azgelişmişliğe neden olan uygulamalarıyla da ilgilidir.127 Botsvvana ve komşu bölgelerde ge- leneksel yaşam biçenlerini sürdüren San halkı (Bushmen-çalılık in- sanları) tehdit altındadır.128 Bunlar ya "insanlardan oluşan bir hayvanat bahçesinde" kalacaklar ya da zorla daha modern toplumlar durumuna getirileceklerdir. Her iki durumda da, kendilerini ikinci sınıf insan ko- numunda bulabilirler ve daha güçlü komşuları tarafından çiğ- nenmeyecek haklara sahip olmalıdırlar.

125Reginald Kay, Burundi Since the Genocide, London, MRG, 1987. 12fiGrace Ibingira, Uganda's Ruin and How to End It, New York, 1984. ,27D. Wai, The African-Arab Conflict in the Sudan, New York, African Puslishing Co„ 1981. 12I

63 XII. Avustralya ve Pasifik:

Dünya yüzeyinin üçte-birini kaplayan ve Mikronezya, Melanezya ve Polinezya olmak üzere üçe ayrılan Pasifik Okyanusu dünyadaki en büyük coğrafya birimidir. Fakat dünyanın en az sayıdaki halkları da burada yaşamaktadır. Bunların potansiyel zenginliği129 ve jeopolitik önemi,130 sanayileşmiş ülkelerin dikkatini çekmektedir. Çevre böl- gelerdeki güçlü ekonomik merkezleri de buna eklersek, 2000 yılı "Pa- sifik Yüzyılı"nın başlangıcını gösterebilir. Fakat bu bölgeye ilişkin önemli sorunlar, örneğin, bağımlılıkların yaratılması, buradaki insan ve doğal kaynakların sömürülmesi, çevrenin kirletilmesi, askerîleştirme ve nükleer denemeler bütün insanlığı ilgilendiren sorunlardır. Avustralya ve Yeni Zelânda'daki beyazlar, bu topraklarda yaşayan yerlilerin yok olmaya mahkûm oldukları inancıyla buralara yer- leşmişlerdi. Fakat 1972'de Gough Whitlam yönetimindeki İşçi Partisi hükümeti seçilince değişiklikler ortaya çıkmaya başladı. Bu hükümet, bütün yasaların hem federal hem de eyalet düzeyinde gözden ge- çirilmesini ve aşağıda adı geçen sözleşme ile uyum içinde olmayanların belirlenmesini gerekli kılan "Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme"yi onaylamanın yollarını aramıştır. Avustralya Yerlileri için asıl sorun kaynak açısından olduğu kadar dinsel açıdan da önem taşıyan topraklara sahip olma hakkıdır. Çocuk ölümleri, yaşam süresi, sağlık göstergeleri, tutuklanma sıklıkları açısından ayrımcılık bunlar için hâlâ gerçektir.131 Pakeha (beyaz insan) tarafından en iyi toprakları ellerinden alınan ve yok olmanın eşiğine gelen ve Pasifik'in Polinezya halklarından biri olan Yeni Zelânda'nın .Maori halkı %90 oranındaki beyazlardan daha hızlı çoğalmaktadır ve

'•9Jim Anthony, Conflict över Ocean Resources in the Pacific, Asya-Pasifik Böl- gesinde Silâhsızlanma, Güvenlik ve İşbirliği Konferansında sunulan tebliğ, 4-8 Temmuz 1990. "üRon G. Crocombe ve Ahmed Ali, eds., Foreign Forces in Pacific Politics, Suva, University of the South Pacific, 1983. 13IH.C. Coombs, Australia's Policy Towards Aborigines: 1967-1977, London, MRG, 1981.

64 önümüzdeki yüzyılda belki de sayıları beyazları geçecektir.132 Be- yazlar Maorilerin sıkıntılarını farketmeye başlıyorlar. Yeni Zelânda'da yıllardır eşine az rastlanan ölçüde adaletli bir düzen kurduklarını zan- neden ve durumlarından memnun olan beyazlar, Maorilerin artan ra- hatsızlıkları karşısında şaşırmaktadırlar. Maoriler ise, öte yandan Yeni Zelânda'da ilk kez Maori kökenli birinin (Sir Paul Reeves) 1985'te va- liliğe yükselmesi ölçüsünde "yeniden ortaya çıkmaktadır". Yabancılar büyük devletlerin gücüyle karşı karşıya geldiklerinde zayıf durumda kalan Pasifik adaları halkının egemenliği üzerindeki kısıtlamaları gizlemek için çeşitli yollara başvurdular. Pasifik halk- larının sayısal azlığı ve birbirlerinin arasındaki büyük uzaklıklar dı- şarıdan gelen ülkelere doğal kaynaklardan yararlanma kadar nükleer, kimyasal ve biyolojik silâhları deneme, atıkları bırakma olanağı da vermektedir. Soğuk Savaş döneminde Pasifik çoğunlukla müttefik ül- kelerin iç siyasal süreçlerini etkilemek için zamanlama olarak denk getirilen savaş oyunlarının sahnelendiği bir yer olmuştu. Daha da önemlisi, burası bazı büyük devletler tarafından deneme alanına dö- nüştürülmüştür. Nevada'daki Los Alamos nükleer denemelerinden sonra ülke içinde öylesine bir tepki olmuştu ki, Amerikan donanması I^arshall Adalarındaki Bikini Mercan adalarına yönelik olarak bir "nükleer saldırıya" geçti.133 Falkland (Malvinas) adalarının Arjantin'in eline geçmesine izin vermeyen İngiltere, Chagos adalarındaki İlois halkına kendi yurdu üstünde yaşama hakkı tanımayarak, adanın tü- münü Amerikan üssü haline getirebilmek için hepsini Mauritius'a gönderdi.134 Cezayir'in 1962'de bağımsızlığını kazanmasından sonra Sahra'daki deneme alanlarını yitiren Fransa da yüzünü Pasifik'e çe- virmiştir. Birleşik Almanya ile ekonomik açıdan daha da yakınlaşan ve askerî seçeneği açık tutmayı tercih eden Fransa, denemeleri durdurma niyetinde görünmemektedir. "Grande Terre", yani Pasifik'in en büyük adası olan Yeni Kaledonya (ya da Kanaky) Belçika'nın üçte-ikisi kadar

L12Joan Metge, The Maoris of New Zealand, London, Routledge and Kegan Paul, 1976. 133Jane Dibblin, Day of the Two Suns: U.S. Nuclear Testing and the Pacific Is- landers, London, Virago Press, 1988. 134John Madeley, Diego Garcia: A Contrast to the Falklands, London, MRG, 1985.

65 büyüklüğüyle, ayrıca stratejik bir öneme sahiptir.135 Pasifik bölgesinin artan öneminin farkına varan ve Fransız Polinezyası yakınlarında bir nükleer deneme merkezi (Centre d'experimentation du Pacifiçue) kuran Fransa, kaynaklarının oranını düşürmek ve kendi geleceklerini belirlemelerini önlemek için bir göç programı başlatmıştır. Nükleer denemeler, rüzgârların insanların bulunduğu adaları kir- leteceğinin pekâlâ bilinmesine karşın devam etmiştir. Fakat nükleer enerjinin bu sularda ve bu adalarda "barışçı" amaçlarla kullanılması bile öldürücü atıkların burada birikmesi anlamına gelmektedir. 1947'den beri Amerika tarafından yönetilen Palau bir Mikronezya adaşıdır.136 Tek gelir kaynağını sağlayan A.B.D., adanın kendi ge- leceğini belirleme hakkını ve ekonomik yardımı nükleer atıkları kabul etme koşuluna bağlamıştır. Johnston Mercan Adaları Batı dünyasının başlıca kimyasal atık alanı durumuna getirilmiştir. Bu bağlamda, 1990'da Amerikan Başkanı George Bush ve Sovyet Devlet Başkanı Mikail S. Gorbaçov'un 2002 yılına kadar bütün kimyasal silâhları or- tadan kaldırma konusunda anlaşmaya vardıklarını anımsayalım. Bu işlem yerli halklar arasında kaygı yaratan, top mermilerinin ve sinir gazlarının taşınmasını da içermektedir. Dahası, madencilik (Ka- ledonya'da nikel, Bourgainville'de bakır, Nauru'da fosfor ve başka yerlerde diğer madenler) erozyona, nehirlerin'kirlenmesine ve toprak yüzeyinin çoraklaşmasına neden olmaktadır. Yaklaşık 100 000 kilometre karelik Okyanus alanına yayılmış 320 adadan oluşan ve etnik olarak karmaşık bir yapıya sahip bulunan Fiji'deki çatışma, orada uzun süreden beri yaşayanların sahip oldukları haklarla sayısal açıdan daha fazla olanların çatışmasının ve siyasal ik- tidarın yönetme hakkını doğal olarak kendilerinde gören bir etnik grup tarafından yürütülmesinin klâsik örnekleridir.137 Fiji'ye Kraliçe Vik- torya döneminde getirilen Hint işçilerinin torunları olanlar, buraya daha önce gelmiş olanların çocukları ile birarada yaşamaya ça- lışmaktadırlar.

'«Man: Coulon, L'Irruption Kanak: Caledonie â Kanaky, Paris, Mesidor, 1985. 136Roge Clark ve Sue Rabbitt Roff, Micronesia: The Problem of Palau, London, MRG, 1984. ,37K.L. Gillon, The Fiji Indians: Challenge to European Dominance: 1920-1946, Australian National University Press, 1977. 66 "Farklılık içinde birlik" (Bhinneka Tunggal ika) arayışı içinde bir azınlıklar devleti olan Endonezya 1963'te Batı İrian'ı ve 1975'te Doğu Timor'u ele geçirmiştir.138 Her iki bölgede de bazı halklar, üzer- lerindeki bu yabancı eğemenliğini hâlâ kabul etmemişlerdir. Bu iki bölge ülkedeki başlıca çatışma noktalarını oluşturmaktadırlar. Bun- lardan Batı İrian, Endonezya'nın topraklarının toplamının beşte-biri kadardır ve doğal kaynaklar açısından zengindir. Japonya kendini dış dünyaya genellikle azınlıkları olmayan bir ülke diye tanıtagelmiştir. Oysa, yaklaşık 110 milyonluk Japon nüfusunun %4 kadarı azınlık grubundadır. Ama yakın tarihli Japon yasalarının daha önceleri kötü muameleye hedef olan bazı yurttaşlarının şimdi eşit toplumsal statüde olduklarını belirtmeleri bu toplumda ayrım uy- gulanan birtakım grupların bulunduğunu resmen açıklıyor olmalıdır.139 Bu azınlıklara 2 milyon Burakumin'ler, 1 milyon Okinavva'lılar ve 500 000 geri kalan çeşitli gruplar dahildir. Son sözü edilenlerin içinde Kore kökenli olup140 Japon uyrukluğuna yakın zamanda kabul edilmiş ki- kajin'ler daha çok kuzey adalarında rastlanan "Ainu" topluluğu141 ve ırklar-arası evliliklerden doğan konketsuji'ler sayılmalıdır. En kalabalık azınlık kabul edilen Burakumin'lerin %40'ından fazlası ile Kore kö- kenliler Batı Japonya'nın Kinki bölgesinde yaşarlar. Meiji döneminden (1868) önce "nefret edilen yurttaş" anlamına gelen senmin tabakaları içinde yer alan Burakumin grubuna karşı tavrın nedeni etnik değil sı- nıfsaldı. 1966'da Japon Diet'inde Burakumin sorunlarını ele almakla

l38Keith Suter, East Timor and West Irian, London, MRG, 1982. 139 Edward Norbeck, "Uttle-Known Minority Groups in Japan", Japan's Invisible Race: Caste in Culture and Personality, George De Vos ve Hiroshı Wagatsuma, der., Berkeley, Uni- versity of Califomia Press, 1972, s. 183-199. Aynca: William Wetherall ve George A. De Vos, "Ethnic Minorities in Japan", Case Studies on Human Rights and Fundamental Freedoms: A Worid Survey, der., WUlem A. Veenhoven, The Hague, Martinus Nijhoff, 1975, s. 353-375. 140Kenzo Sendai, "Ethnic Minorities in Japan: A Case Study of Korean Residents", dissertation for the Department of Peace Studies, University of Bradford, 1994; Richard H. Mitchell, The Korean Minority in Japan, Berkeley, University of California Press, 1967; Changsoo Lee ve George A. De Vos, der., Koreans in Japan: Ethnic Conflict and Accommodation, California, University Press, 1981; John Lie, "The Discriminated Fingers: The Korean Minority in Japan", Monthly Review, 38 (January 1987), s. 17-23; Pyong Gap Min, "A Comparison of the Korean Minorities in China and Japan," In- ternational Migration Review, 6/1 (1992), s. 4-21. >4IEmiko Ohnuki-Tierney, The Ainu of the Northwest Coast of Southern Sakhalin, Illinois, Waveland Press, 1974.

67 görevli olarak oluşturulan kurulun hazırladığı raporlar gelişmeleri iz- lemesi dışında tutucu ve yetersizdi. Burakumin'lerden farklı olarak, Kore kökenliler etnik bir azınlıktır. Ama 1939 öncesi ve sonrasında Japon savaş endüstrisinin el emeğini oluşturdukları için yalnız kültürel ve ruhsal ezikliği değil, ekonomik sömürüyü de yaşadılar. Ainu'lar kuzey Japon adalarının, özellikle en büyüğü olan Honşu'nun yukarı bölümünde binlerce yıl öncesinden bu yana yaşayan, Japonya'nın her- halde en eski halkıdır. Burakumin'ler gibi "pis" yaftası taşımamakla birlikte, uzun süre "ilkel" damgası yemişlerdir. Hattâ, bugün bile, "Auni" kelimesini "köpek" anlamına gelen "inu" ile karmaşık ve ka- fiyeli biçimde kullanan Japonlar da vardır. Kısaca, Japonya'da da azın- lıklar vardır ve onlara karşı ayrım sözkonusudur.

ıı XIII. Kadınlar:

Kadınlar hakkında bu araştırmanın sınırları çerçevesinde ge- nellemeler yapmak oldukça tehlikelidir çünkü hemen hemen bütün anakaralarda etnik, sınıf, toplumsal-siyasal sistem, din ve kentleşme açısından farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin, bunların arasında Asya dünyanın başlıca kültürlerini, sistemlerini ve inançlarını yansıtır. Bu- nunla birlikte, Asya, Afrika ve Lâtin Amerika ülkelerinde Batı'da gö- rüldüğü türden feminist akımlara tanık olunmadığı söylenebilir. Özel- likle Asya ve Lâtin Amerika'da kadınların önemli siyasal konumlara gelmiş olmaları gerçeğine karşın, kadın sorunları daha çok erkekler ta- rafından dile getirilmiştir. Toplam işgücünün % 40'ını oluşturan Ame- rikan kadınına bile daha az ücret ödenmiş, fazla çalıştırılmış ve bu yüzden ayrımcılığa uğramıştır.142 Asya'da gelişmişlik düzeyleri gibi, ülkelerin nüfusları da farklıdır. Çin, Hindistan ve Pakistan örneklerinde görüldüğü gibi, bunların si- yasal sistemleri farklılık gösterir. Buradaki dinsel farklılaşmanın ulaş- tığı boyutlara başka hiçbir anakarada rastlanmaz. İslâm, Hinduizm, Budizm ve Hıristiyanlık Asya'da birarada bulunabilir. Dahası, bazı

l42Dirsten Amundsen, A New Look at the Silenced Majority: VVomen and Ame- rican Democracy, Englewood Cliffs, New Jersey, Prentice, 1977.

68 Müslüman ülkeler tutucu görüşleri benimserken, diğer bazıları mi- litarist bir bakış açısına doğru kaymaktadırlar. Aynı tür bir çeşitliliğe Asya kadınlarının dünyasında da rastlanılması bu bakımdan do- ğaldır.143 Hernekadar kadınlara politikanın en üst kademelerinde (S. Bandaranaike, İ. Gandhi, B. Butto, C. Aquino, T. Çiller) ve büyük kentlerde iyi eğitim görmüş profesyonellere rastlanmaktaysa da, Asyalı kadınlar, özellikle kırsal kesimde, doğum sırasında yüksek ölüm oranı, düşük yaşam süresi, kötü sağlık koşulları, açlık, okur-yazar olmama ve fazla çalışma gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Bir ülkeden ötekine ve hattâ bölgeler arasında önemli farklılıklar bulunmakla birlikte, mil- yonlarca kadın bu kısır döngü içinde sıkışıp kalmıştır. Bununla birlikte, kadının konumu tüm Asya anakarasında, ya mo- dernleşme ya da siyasal sistemdeki değişim nedeniyle bir dönüşüm süreci içindedir. Türkiye'de cinsiyetler arasında ayrım gözetmeyen ba- tıdan alınmış (1926) Medeni Hukuk ile lâik, ikili eğitime dayalı bir sistemin kabul edilmesi, geleneksel İslâmî değerlere sahip olan bir toplum için devrim niteliği taşıyordu. Orta Asya'daki eski Sovyet cumhuriyetleri ve Çin'de yeni ideoloji ve siyasal sistem kadınlara eski ve geleneksel olarak kurumlaşmış olandan daha üst düzeyde bir konum sağlamıştır. İran'daki devrim kadınların yıllar boyunca çelişkilerle kavrulmuş bir toplumda ağırlıklarını radikal değişimden yana koy- malarının kanıtıdır. Arap Baas Partisinin iki farklı kolunun işbaşında olduğu Irak ve Suriye'de, resmî çevreler kadınlar kurtulmadan top- lumların zincirlerinden kurtulamayacağına inanırlar. Kuzey ve Güney Kore'de kadınlar, ayrımcılığın Konfıçyüs doktrini ve ona dayanan ge- lenekler tarafından haklılaştırıldığı büyükannelerinin dönemiyle kar- şılaştırıldığında, özgürlüklerini önemli ölçüde elde etmişlerdir. Kuzey Kore yeni bir siyasal sistem nedeniyle değişim yaşarken, Güney Kore ise değişimi modernleşme yolunda attığı adımlara borçludur. Hızlı toplumsal ekonomik değişimin, kadınları geçmişteki feodal ve To- kugawa dönemlerindeki toplumsal düzenin en alt basamağından ol- dukça farklı bir yere koyduğu yerlerin başında belki de Japonya gel- mektedir. Japon ekonomisi önemli ilerlemeler gösterdikçe,

,43Türkkaya Ataöv, "Women in Asia", Asian Relations, ed., Eric Gonsalves, New Delhi, Lancer International in association with the India International Centre, 1991, s. 401-407.

69 anayasadaki hukuksal, eğitim ve seçim yasalarındaki eşitliklere ek olarak, kadınları işgücünün bir parçası olarak kabul etme yönündeki istekler de artmıştır. Çeşitli Asya ülkelerinde kadınların haklarına iliş- kin önemli farklılıklar bulunmaktadır. Yine, çok geniş topraklara ya- yılan ve farklı nüfus yapılarına sahip olan ülkelerdeki demografik ve toplumsal-ekonomik veriler de bölgeden bölgeye değişiklik gösterir. Örneğin, Hindistan'da kadınlar arasındaki okuma-yazma oranı er- keklere göre daha hızlı yükselmektedir ama bu oran Karela'da yüksek iken Rajastan'da düşüktür. Kadının konumu Sri Lanka'da etnik (Sin- .. haliz, Tamil) dinsel (Budist, Hindu, Hıristiyan, Müslüman), kast, sınıf ve yasal farklılıklara göre değişiktir. Fakat bu ülke dünyanın ilk kadın başbakanını (Bandaranaike) çıkarabilmiştir. Filipinler'deki başkanlık koltuğunda bir kadın (Aquino) otururken, kentlerdeki kadın okur- yazarlık oranının % 90'a yaklaşmasına karşın, çok az sayıda kadın (%1'den az) çeşitli düzeylerde yönetici olabilmekteydi. Kadın ve erkeğin konumlarını belirginleştiren ve kadınlara ikinci sınıf yurttaş mumelesi yaparak aslında erkeği daha fazla kayıran Lâtin Amerika'daki machismo (maço) kültürüne karşın, bir ülkeden diğerine büyük farklılıklar vardır ve bir ülkenin içinde bile bölgesel, etnik ve ekonomik bakımlardan büyük çelişkiler bulunmaktadır.144 Brezilya dı- şındaki bütün Lâtin Amerika ülkeleri İspanya İmparatorluğundan kop- muşlardır. Yerli Amerikalılar ve İber Yarımadasından göç edenlerin yanısıra, Afrika'dan siyah köleler getirilmiş ve Çin, Avrupa ve Ak- deniz'den yeni göç dalgaları olmuştur. Hernekadar üst sınıflar genelde Avrupa'dan gelmekteyse de, Lâtin Amerika toplumları bu etnik grup- ların karışımını yansıtır. Bu toplumların hemen tümünde, yoksulluğun ve azgelişmişliğin getirdiği baskılarla birleşen machismo kültürü, ka- dınları aşağı bir konum içine itmektedir. Bu yaklaşımın bazı yönleri evlilik, boşanma, cinsiyet ve doğurganlık gibi kadınları ilgilendiren yasama maddelerinde görülmektedir. Kadınları birtakım kı- sıtlamalardan kurtaran ve onları ekonomik olarak daha etkin duruma getiren değişiklikler oluyorsa da, bazı durumlarda iyileştirmeye yönelik bu tür değişiklikler bile kadınların konumunda temel düzelmeleri ge- tirmede başarısız kalmıştır.

144Magdelana Leön, ed., Debate sobre la mujer en America Latina y el Caribe, Vols. I-III, Bogota, ACEP, 1982!

70 Afrikalı kadının konumu erkeklerden daha düşük bir düzeydedir ve bu durum sıklıkla yasalar tarafından da kesinleştirilir.145 Hukuksal re- form Afrikalı kadınların bütün sorunlarını çözecek bir çözüm getirmese de, yasal eşitsizlik ayrımcılığı meşrûlaştırmaktadır ve ayrımcı yasalar ilk aşamada olumlu yasalarla değiştirilmelidir. Hukuksal değişiklikler, bununla birlikte, yalnızca yasalardaki değil, maddî anlamdaki eşitliği de uygulayabilmek için, toplumsal ve ekonomik reformlarla des- teklenmelidir. Bu büyük anakaradaki geniş farklılıklara karşın, Afrikalı kadınlar dünyanın bu en yoksul topraklarında yine en yoksul kesimi oluşturmaktadır. 1980 Lagos Eylem Plânında belirtildiği gibi, önde gelen bir amaç olan gıda bûnalımına bir çözüm bulmada kadınlar ya- şamsal bir rol oynayabilirler.

XIV. Mülteciler ve Göçmen İşçiler:

Kendi ülkelerinde genelde azınlık konumunda olan göçmenler, sı- ğındıkları ülkede de azınlık durumuna düşmektedirler.146 B.M. Göç- menlik Statüsü Sözleşmesi (1951) mülteciyi ırk, din, milliyet, belli bir toplumsal gruba üyelik ya da siyasal düşünce yüzünden baskıya uğ- rama konusunda inandırıcı bir korkuya dayanan bir neden yüzünden kendi ülkesinin dışında olan ve geri dönemeyen ya da dönmek is- temeyen kişiler olarak tanımlamaktadır. 1951 Sözleşmesi korunmaya gereksinimi olan herkesi kapsamamaktadır. 1969 Afrika Birliği Örgütü Sözleşmesi ve 1984 Kartagena Sözleşmesi ise mültecinin tanımını ge- nişletmiştir. Birlikte ele alındıklarında bunlar, uluslararası alanda mül- tecilere ilişkin olarak kabul edilmiş bir ahlâk anlayışını temsil et- mektedir; ancak, bütün bunlarda bile sığınma hakkı oldukça sınırlıdır. Mültecilerin sığınma isteme hakkı vardır ama onlara bu hakkın ve- rilmesi zorunluluğu yoktur. 1951 tanımı bireysel baskı gördüğünü ka- nıtlayabilen mültecilerin isteklerine yanıt verebilen bir tanımdır. Ça- tışmalar büyüdükçe ve bazı yerlerde iç savaşlar sürdükçe, yeni mülteci

145C. Obbo, African Women: Their Struggle for Economic Independence, Lon- don, Zed Books, 1987. I46lndependent Commission on International Humanitarian Issues, Refugees: The Dynamics of Displacement, London, Zed Books, 1987.

71 akınları daha sıklıkla ortaya çıkacaktır. Örneğin, bazı Doğu Avrupalılar şiddet ve ölümden kaçtıkları kadar daha yüksek yaşam düzeyleri ve daha geniş siyasal özgürlükler çekici geldiği için de yerlerini ter- ketmektedirler. Bosna Müslümanları gibi halkların yanan evlerini, kat- liam ve işkenceyi bırakıp kaçarken, kişisel baskı gördükleri iddialarını bazan kanıtlayacak durumda olmamaları acı bir gerçektir. Bu ölçütleri yeniden gözden geçirme yolunda girişimler olmakla birlikte, bu arada yeni kısıtlamalar da getirilebilir. Hükümetler artık insan haklarıyla olduğu kadar ekonomik ve güvenlikle ilgili sorunlar da yaratan sığınmacıların sayısındaki artıştan kaygı duymaktadırlar. Göç- menlerle ilgili yasal düzenlemeye ek olarak, birçok devlet mülteci gönderen ülkelere vize koymuş ve mülteci sayısını azaltmak için göz altında tutma gibi caydırıcı önlemlere başvurmuştur. Bir yandan mül- tecilerin sayısı ve öte yandan sözü edilen yöndeki kısıtlamalar büyük bir olasılıkla sürüp gidecektir. Çözüm sığınmacı hareketlerini yaratan temel nedeni önlemeyi, yani hükümetlerin uygulamalarının iyi- leştirilmesini, uluslararası ölçülerin genişletilmesini ve sığınmacıların yeni topluma kazandırılmasını kapsamalıdır. İster Kuzey Amerika'da olsun, ister Batı Avrupa ya da Basra (Pers ya da Arap) Körfezinde olsun, göçmen işçilerin durumu bir yerden di- ğerine belli noktalarda farklılık gösterebilir fakat değişik ülkelerden gelen işçiler aşağı yukarı benzer etkilere açıktırlar. Amerika ve Ka- nada'dakiler de dahil bütün göçmen işçileri eklersek, bunların sayısı mültecilerin sayısını aşmaktadır. Şu anda, yalnızca Batı Avrupa'da Akdeniz, Güney Asya ve Batı Hint ülkelerinden gelen yirmi milyon kadarı ya da daha fazlası yaşamaktadır.Göçmenler İngiltere'ye Hin- distan, Pakistan ve Batı Hint adalarından,147 Hollânda'ya Antiller, Su- rinam ve Endonezya'dan, Fransa'ya Kuzey Afrika ve eski Fransız sö- mürgelerinden148 ve Fransa'dan İsveç'e kadar heryere Akdeniz ülkelerinden gelmektedirler.149 Bazı Avrupa ülkelerinde bunlar iş- gücünün dörtte-birini oluştururlar. İsviçre'de ise nüfusun %17'si ka-

147W.R. Böhning, The Migration of Workers in the United Kingdom and the Eu- ropean Community, London, Institute of Race Relations, 1972. l48Smail Bendifallah, L'Immigration algerienne et droit français. Paris, 1974. 149Mahmoud Allaya, Les Migrations internationales: des travailleurs du Basin Mediterraneen et la croissance economique, Montpellier, 1974.

72 dardır. İngiltere'de, Fransa'da ve Almanya'da toplam dört milyondan fazla göçmen işçi bu ülkelerin herbirinde toplam nüfusun %5-10'nu oluşturur. Diğer Batı Avrupa ülkeleri daha az sayıda göçmen işçi çek- seler de bütün anakara için toplam sayı, milyonlarcası gelip gittiğinden gerçek sayıyı yansıtmayacaktır. Herbir taraf verilerini farklı biçimde topladığı ve farklı tanımlamalar kullandığından, o anda ülke dışında yaşayan ya da geri dönmüş olan işçilerin ve ailelerinin doğru sayısını bilmek olanaksızdır. Birbirleriyle çelişen istatistiklerden ayrı olarak, ki bunlar aynı devletin verdiği sayılar da olabilir, resmî sayımlara dahil edilmeyen yasa-dışı göçmenler de bulunmaktadır. Çok sayıda işçinin gittikleri ülkede doğmuş olan çocuklar vardır. Göçmen işçilerde daha yüksek doğum oranı görülmektedir ve bunun sonucu olarak Avrupa genelde yaşlı bir nüfusa sahipken göçmenler daha gençtirler. Bir süre sonra geri dönecekleri anlamına geldiği için Almanya'da Gastarbeiter150 (konuk işçiler) denen göçmen işçilerin çoğunluğu ana- karanın ekonomisine öyle karışmışlardır ve onları kabul eden ülkelerde ekonominin gelişmesiyle öylesine bağlantılanmışlardır ki, artık bun- ların sayıları çok fazla indirilemez. Genç kuşağın orada doğmasının yanında, önceki kuşaktan birçok kimse de gittikleri ülkelerin yurt- taşlığını almıştır. Çoğu ülkede bunlar hâlâ gettolarda yaşamaktadırlar. Bir kısmında ise, hükümetler bunların gereksinimlerini karşılama ko- nusunda ya çok az ilgi göstermekte ya da doğrudan rol oy- namamaktadır. Bazı ayrımcı yasalar ise, yabancı işgücüne baskı altında oldukları duygusünu vermektedir.151 Yabancı işçilerin, düşük yaşam koşulları, çocuk işçi çalıştırılması, farklı renge sahip göçmenlerin cay- dırılması ve geri gönderme tehditleri gibi çeşitli yollarla sö- mürülmelerinden başka, toplumun bazı kesimlerinden bunlara yönelik olarak artan bir düşmanlık da sözkonusudur.152 Bunlara karşı düş- manlık fiziksel saldırılara ve canlı canlı yakılmalarına dek varmıştır. Doğrudan işlenen cinayetlerin sürekli olarak yinelenmeye başlaması, Almanya'da geçmişin daha az dramatik olan ırkçılık ve ayrımcılık olaylarını geride bırakmıştır.

I50K . Biııgemer, et al, Leben als Gasterbeiter, Opladen, Westdeutscher Verlag, 1970. 151 Örneğin Belçika'da: Ligue Belge pour la Defense des Droits de I'Homme, Enfants indesirables, Bruxelles, s. 975. l52Stephen Castles ve Godula Kosack, Immigrant Workers and Class Structure in Wes- tern Europe, London, Institute of Race Relations, 1973.

73 1973-74'te petrol fıatlarının fırlaması Basra Körfezi'nin batı kı- yısındaki yedi Arap devleti ile Libya'daki işgücü gereksinimini art- tırmıştır. Türkiye'den Güney Kore'ye değin Asya ülkeleri kökenli iş- çiler ve Afrika ile Amerika anakaralarından gelen göçmenler bu petrol dışsatımına yönelen ülkelere akmıştır. Çok az nüfusa sahip olan bu ül- kelerden bazılarında, ilgili devletler arasında bir işbirliği olmaması yü- zünden çeşitli biçimde ayrımcılığa uğrayan yaklaşık yetmiş ayrı ül- keden işçi çalıştırılmıştır. Bir örneği de bir insanın diğeri üzerinde denetim kurmasını sağlayan bireysel kefalete dayalı "kefil" sistemi olan ve gerçek ya da uydurulmuş herhangi bir nedenle sınırdışı etmeyi de içeren geniş ücret farklılıkları ve kötüye kullanmaya dayanan fark- lılıklar sözkonusudur.

XV. Sonuçlar:

Sömürgelerin dağılması, insan haklan ve ırkçılık karşıtlığı gibi akımların yükselişe geçmesi, sınırlı durumlarda da olsa, egemen ke- simleri yeniden düşünmeye zorlamaktadır. Uluslararası toplum ırk, etnik köken, din ya da benzeri nedenlerle belli bir grubun yeğlenmesi ve diğer grupların herhangi bir biçimde dışlanması anlamına gelen al- nmcılığı, en azından kuramsal düzeyde onaylamamaktadır. Ay- rımcılığın Amerika anakarası, Güney Afrika, Avustralya ve Fi- listin'deki yeni yerleşimcilerin bir sonucu olarak ortaya çıktığını ve kendisini çeşitli azınlıklara karşı önyargı olarak ya da cinsiyet, sı- ğınmacılar veya yabancı işçilere ilişkin farklı uygulamalar biçiminde gösterdiğini daha önce görmüştük. Uluslararası toplum ırk üstünlüğüne dayalı düşüncelerin yayılmasını bir suç olarak değerlendirirken, bir- takım devletler ya ülkelerinde azınlık bulunduğunu reddetmekte ya da azınlıkların varlıklarını kabul ettikleri durumlarda ayrımcılık ya- pıldığını yadsımaktadırlar. Bu tür itiraz ya da yadsımalar ise ça- tışmalara yol açmaktadır. Aynmcılıkla ilgili bazı deneyimlerin gös- terdiği gibi, çatışmalar bir kez şiddete dönüştüğünde, denetim altına alınmalan çok daha zor olmaktadır. Bazı örneklerde görüldüğü gibi, etnik özellik resmî çevrelerin ka- rarlaştırılabileceği bir konu değildir. Dil, din, gelenek, inanç, adet, geçmişi yorumlama ve geleceğe ortak bakış gibi karmaşık toplumsal

74 ilişkilerin ürünüdür. Kültürlerin birlikteliğine, özellikle birbirine yakm olanların ortak çatı altında birleşebileceğine ilişkin teoriler varsa da, yerel farklılıkların, ayrıntılarda bile olsa, bazan ne denli önemli ola- bileceği bilinmelidir. Yerine göre giyim-kuşam gibi simgelerde ya da sünnet gibi bir olayda somutlaşan toplumsal tavırların ve onlarla bağ- lantılı değer yargılarının kökleri birkaçyüz yıllık tarihsel gelişmede yatabilir. Kültürün içeriğinde değişiklikler olsa da, bazı dokular sürüp gider. Bu nedenle, kültürel gelişim kişi, grup ve çevreyle ilişkili uzun bir süreçle bağlantılıdır. Öylesine bir birikim sonucu ve öylesine çok yönlüdür ki, resmî bir çevre belirleyici rol oynayamaz. Resmî çevrenin böyle bir rolü üstlenmesinin dikkate alınması gerekiyorsa da, kendi başına belirleyici olması en azından çok güçtür. Grupların düşünüş, duyuş ve eylemlerinde değişiklikler olsa da, (Cari Jung'un Sigmund Freud'dan esinlenerek geliştirdiği "kollektif bilinçaltı" kavramına uya- rak) önemsiz görünen adetlerle üyeleri bağlayan ortak yanlar ağır basar. Yeni Dünya'nın gerçek halkları ya da Güney Afrika'daki renk ay- rımına dayalı ırkçılıkla ilgili olanlar gibi bazı çatışmaların kökenleri ise geçmiş yüzyıllarda yatar. Kırım Tatarlarının ya da Avrupa'daki Al- manların durumu gibi bazılarının nedeni İkinci Dünya Savaşıdır. Özellikle Güney Asya'daki bazı sorunların temelinde savaş son- rasındaki toprak paylaşımı yatmaktadır. Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte, çatışmaların durdurulması için işbirliğinde, en azından teorik olarak, daha fazla manevra alanı bulunmaktadır. Bununla birlikte, iki kutuplu dengenin ortadan kalkması, bazıları ayrımcılıktan kaynaklanan ya da ayrımcılığın bunalımların gelişimi sırasında önem kazandığı ça- tışmaların başlangıcını oluşturmuştur. Süper devletler Soğuk Savaş döneminde müttefiklerinin gü- venliğini sağlarken, eğer kendi güvenlikleri tehlikeye düşecekse, bu müttefiklerin askerî serüvenlere girmelerini engellemişlerdi. Şu anda yalnızca orta büyüklükte ya da küçük devletler daha fazla manevra alanına sahip olmakla kalmayıp, birçok etnik-milliyetçi çatışma da or- taya çıkmıştır. Nükleer savaş düzeyinde bütün dünyanın güvenliğini tehlikeye düşürecek yakın bir tehdit yoksa da, ayrımcılıkla, yaygın insan hakları ihlalleriyle ve göçlerle bağlantılı çok sayıda yeni sorun bulunmaktadır.

75 Birleşmiş Milletler Antlaşmasında ve onu izleyen uluslararası araçlarda herkesin ayrım gözetmeksizin insan haklarından eşit biçimde yararlanması hükmüne karşın, gelişme sürecinde tehdit oluşturan ve hattâ silâhlı çatışmalara yol açan sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlar ülke-içi önlemler ve uluslararası rejimler gibi gruplara ay- rılabilecek olan barışı inşa etme stratejileri ile giderilebilir. Ülke-içi önlemler istikrarlı devletlerde sorunların ortaya çıkmasını sağlayacak koşulların yaratılması veya yeniden oluşturulması gibi çabaları kapsar. Bazı durumlarda, tek bir ülkenin olanakları sorunların altından kalk- masına yetmeyebilir ve bu durumda işbirliğine yönelik bir yaklaşımla bu sorun denetim altına alınabilir. Uluslararası rejimler ise güven sağ- layıcı, tehditleri en aza indiren ve işbirliği çerçevesini oluşturan dü- zenlemeler ve uluslararası hukuku kapsar. Gerilimleri yaratmak ve sürdürmek kolaydır ama birbirlerine karşı kızgınlık içinde bulunan grupları, halkları, milliyetleri uzlaştırmak zordur. Kayrılan kesimlerin, ayrımcılığa uğrayanların yalnızca vaz- geçilmez bazı haklara sahip olduklarını anlamaları yeterli olmayıp, bu insanların haklarının korunmasının kültürel zenginlik ve farklılığın sürmesine de katkıda bulunacağını bilmesi gerekir. Bu hakkın değerini anlamada gösterilen basiretsizlik, Balkanlar'ın bazı bölgelerinde daha fazla bölünmeye neden olmakta ve etnik milliyetçilik ve dinsel fa- aliyetlerden kaynaklanan çatışmaların bulunduğu Güney Asya gibi diğer bölgeleri de Balkanlaştırma tehdidi altında tutmaktadır. Etnik çatışma bugünkü Avrupa'da büyük çaplı şiddetin ana ne- denlerinden biridir. Avrupa Güvenliği ve İşbirliği Örgütü (CSCE, sonra OSCE) bu konuya eğilmek üzere 1992'de Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliği'ni oluşturmuştur. Bu kuruluş OSCE üyeleri arasında barış ve istikrarı tehlikeye sokabilecek etnik gerilimlerin saptanması ve çö- zümlenmesi için bir araç olma çabası içindedir. Ancak, görevini azın- lıklar adına hareket etmek değil, azınlıklar konusuyla ilgilenmek bi- çiminde anlamaktadır. Avukat gibi taraflardan birini savunmayan ve yargıç örneği karar vermeyen Yüksek Komiserlik çatışmaların daha ilk aşamasında önleyici diplomasiden yararlanmakta, doğrudan ilgili olanların kabul edebilecekleri uzlaşılar önermektedir. Yüksek Ko-

76 miserliğin görevleri arasında devletleri insan haklarına ya da azın- lıklara ilişkin olarak imzalanmış belgeleri çiğnediklerinde uyarmak ve azınlık mensuplarına da hakları yanında sorumlulukları da bu- lunduğunu anımsatmak vardır. Milletler Cemiyeti deneyiminden başlayarak geliştirilen bazı ortak paydalar varsa da, tüm azınlıklara aynı biçimde uygulanacak ve bütün ilgililerin genel bir çözüm diye üstünde birleştiği bir yöntem şimdiye değin bulunamadı. Hem genel anlamda çatışmalar, hem de azınlıklar konusunda örneklerin birbirine tıpatıp uymadığı bilinmektedir. Her örneğin kendi özel koşullarına dikkat etmede büyük yarar var. Ancak, gene de birtakım gözlemler yapılabilir.153 ' Birinci gözlem azınlıklara mensup kişilerin korunmalarının temelde devletin de, çoğunluğun da çıkarına olduğu gerçeğidir. Azınlıklar yal- nız teoride ve kâğıtta değil, uygulamada ve gerçek yaşamda da birtakım haklardan yararlanıyorlarsa, bu tavır çoğunluğun gereksinim duyduğu güvenlik ve istikrar için de yararlıdır. Ayrıca, devlet azınlıklara saygı gösteriyorsa, onlardan hem bağlılık beklemekte haklıdır, hem de on- ların da, çoğunluk gibi, güven ve istikrarda temel çıkarları vardır. Çoğunlukla azınlık arasında uyumlu bir ilişki azınlık sorunlarının istikran bozan öğeler olarak ortadan kalkmalarını sağlayacaktır. Bu nedenle, gruplar arasında yapıcı diyalog ve yönetime bütün grupların katılması korkulacak bir seçenek değil, uzun vadede güven verici bir yoldur. Azınlıktan olanlar merkezî otoritenin onlanrı isteklerini dik- kate aldığına tanık olursa, en azından bir bölümünün olumlu tavır ta- kınması ve bağlılık duygularının (eğer varsa) ayrılıkçı akımların üs- tesinden gelmesi beklenebilir. İkinci olarak, çözüm, mümkün olduğu ölçüde, mevcut devletin sı- nırlan içinde gerçekleştirilmelidir. Azınlığın kendini bulması aynı devlet sınırlan içinde pekâlâ olasıdır. Ayrı toprağa bağlı bağımsız bir devlet yaratmak kolay olmadıktan başka, vazgeçilmez de değildir. Kopmanın yolu uzundur, acıdır ve bedeli de büyüktür. Bu nedenle, sı-

l53"Report of Mr. Max der Stoel, the OSCE High Commissioner on National Mi- norities", OSCE Implementation Meeting on Human Dimension Issues , Warsaw, 2-19 October 1995. . - „

77 nırları geçen yüzyılın sonunda etnik ve benzeri ölçülere hiç dikkat edilmeksizin çizilen Afrika ülkelerinin bağımsız birimler olarak 1963'de oluşturdukları Afrika Birliği Örgütü'nün (OAU) daha ilk ka- rarında sömürgecilik döneminin mirası olan bu sınırları değiştirmeme ilkesinde anlaştıkları anımsanmalıdır. Ulusları ve kabileleri, yerine göre, cetvelle çizilmiş dümdüz ya da yarı yuvarlak çizgilerle be- lirlenmiş eski Afrika sınırlarının neredeyse olduğu gibi korunduğu bi- linmelidir. Nijerya'dan ayrılmak isteyen Biafralılarla (1970) Et- yopya'daki Ogaden bölgesini kendine katmak isteyen Somalililerin girişimleri (1977) hem istisna olarak kaldı, hem de başarısız oldu. Ayrılma, zaman zaman, Bangladeş örneğinde görüldüğü üzere, bir çözüm gibi ileri sürülüyorsa da, birçok başka örnekte, bazan azın- lıkların sayılarından ötürü, bazan da geniş topraklara gelişigüzel ya- yılmış olmaları nedeniyle, ne gerekli, ne de yararlıdır. Gerçekçi olarak kabul etmek gerekir ki, herşeyden önce, merkezî yönetimler ülke top- raklarını başka yönetimlere parça parça ve bağımsız birimler olarak terketme eğiliminde değiller. Giderek, ayrılma sözünün edildiği yer- lerde, merkezî yönetim daha sert tavırlara yönelmektedir. O zaman, azınlıkların durumunda iyileşme yerine, tam karşıtı, kötüleşme göz- lemlenebilir. Azınlıkların bir ölçüde yoğunlaştıkları topraklar üstünde bağımsız devlet kurmaları yalnız o topraklarda değil, tüm bölgede çe- şitli istikrarsızlıklara yol açabileceğinden, önceki döneme oranla daha fazla güvensizlik yaratabilir. Bir azınlık bir yanda kendi kimliğini korumağa çalışırken, öte yan- dan da bunca ilişki ve ortak çıkarın bir ölçüde bütünleşmeyi kaçınılmaz duruma getirdiğini idrak etmek zorundadır. Çoğunlukla azınlığın ka- derinin birbirine bağlandığının kavranması azınlık kimliğine daha büyük bir anlayış gösterilmesine de yol açacaktır. Merkezî otoritenin görevi kopmayı doğuran nedenleri ortadan kaldırmaktır. Ayrımcılığa hedef olan bir azınlıksa, o da bu durumdan ötürü ayrıcalık talep et- memeli, özellikle nispeten yoksul ülkelerin, isteseler bile, bazı varlıklı ülkeler ölçüsünde geniş yatırımlar gibi fedakârlıklar yapamayacağını bilmelidir. Azınlıkların çatışmaların önlenmesinde oynayabilecekleri önemli roller vardır. Bir azınlık aynı devlet içinde çoğunlukla ortak kaderi ol- duğunu kabule yanaşmıyorsa ve kendini yalnızlığa ve bağımsızlığa iti-

78 yorsa, çoğunluğun tepkisi gitgide kuşkucu olacak, böyle bir gidiş de kutuplaşmaya ve çatışmaya yol açacaktır. Ayrımcılıktan kaynaklanan sorunlara kalıcı çözümler ancak bun- ların kökenlerine inilerek bulunabilir. Etnik, dinsel ya da başka biçimde kimlik hakkının reddedilmesi ayrımcılığın bir öğesidir. Hernekadar eritme tarih boyunca kaçınılmaz olmuşsa ve bazı halklar (örneğin, Avarlar, Hazarlar, Mayalar, Kumanlar, Peçenekler, İskitler ve ben- zerleri) "ortadan kakmışsa" da,154 devletler ve uluslararası toplum ay- rımcılığa uğrayan gruplara yardım elini uzatabilir. Kültürler don- durulamaz veya barışçı değişim önlenemez ama azınlık gruplarının gelişmesine ve parçası oldukları topluluklara katkıda bulunmalarına izin verilebilir ve teşvik edilebilir. Ulusal düzeyde ise, devletler şu anda sürmekte olan uluslararası ölçülere uymaya devam ederken, yeni öl- çülerin belirlenmesini kolaylaştırabilirler. Devletler daha etkili ön- lemler alma girişiminde bulunurken, ilgili uluslararası kurumlardan da yardım isteyebilirler. Kuveyt ve Bosna-Hersek gibi birbirlerine zıt örneklerden sonra, büyük devletlerin doğrudan çıkarları bulunmadığı durumlarda mü- dahaleden kaçındıkları yolunda inanç giderek güçlenmektedir. Dahası, müdahale etseler bile bu karmaşık sorunlar için kolay çözümler bu- lunmamaktadır. Halkının önemli bir kesiminin gelişmeler üzerinde belli bir ağırlığının bulunduğu ülkelerde, ister azınlıklar olsun isterse göçmen işçiler, dezavantajlı kesimlere karşı çeşitli biçimlerde düş- manlık sergilendiği ileri sürülebilir. Bazı durumlarda bunlara karşı, ırkçılığın ortaya çıkmaya başladığını gösteren şiddet eylemleri mey- dana gelmiştir. Bazı Almanlar yabancı işçilere ve ailelerine doğrudan kuvvet uygularken, Bosna-Hersek'in Müslüman halkının yaşadıkları yerlerden edilmelerini, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin ve 1948'den bu yana Filistinlilerin başına gelenleri unutmak zordur. Ne bu boyuttaki ırkçı politikalar, ne de Birleşmiş Milletler gibi bir dünya ör- gütünün saygınlığına darbe indiren uluslararası toplumun ha- reketsizliği, yirmi-birinci yüzyıla yaklaşırken hoş görülebilir. Yaşanan güçlüklere karşın, uluslararası toplum insancıl yardım gibi acil kısa dönemli önlemler ve barışı koruma gibi uzun dönemli stra- tajileri geliştirme sorumluluğunu taşımaktadır. Kısa dönemli yardım

154- Isçezhuvşie Narodı, Moskova, Nauka, 1988.

79 adil biçimde ve ihtiyacı olana göre dağıtılmalıdır. Avrupa'da bile, yarım yüzyıldır ilk kez, devletlerin dağılması, iç savaşlar, etnik ve dinsel eği- limler, ekonomik sorunlar ve insan haklan ihlâllerinin bir sonucu olarak göçmenler ortaya çıkmıştır. Doğu Avrupa'dan gelen göç dalgalarıyla karşılaşan Batı Avrupa'da şimdi göçmenleri dışarıda tutmak için "Demir Perde"yi yeniden inşa etme yolunda tehlikeli bir eğilim be- lirmiştir. Hükümetler bu insanların, insan haklarını korumak için eş- güdümlü hareket etme konusunda görüş birliğine varmaz iseler durum daha da kötüleşir. Kabul edilen göçmenlere dil, din, işe girme, ücret, barınma, eğitim ve sağlık açısından yurttaşlık hakları verilmelidir. Uzun dönemli gelişme gereksinimlerini ve kısa dönemli amaçlarını yansıtmak amacıyla kendi örgütlerini kurmaları teşvik edilmelidir. Göçmenleri gönderen ülkelerin uzun dönemli ekonomik ge- reksinimleri, yıkılmış durumda olan ekonomilerinin yeniden ya- pılandırılmasını da içermelidir. Bazı durumlarda, ülkelerinden ko- vulanlar uzlaşma sürecine katkıda bulunmak için geri dönmeye teşvik edilebilir. Uzun dönemli barışı koruma, öte yandan, çatışma-öncesi ve ça- tışma-sonrası boyutları da içerir ve koruma ve yeniden kurma stra- tejilerini gerektirir. Önleme amacıyla asker konuşlandırılmasını ve ön- leyici diplomasiyi de içeren kısa dönemli barışı koruma, çatışmaları, silâhlı duruma dönüşmemesi için belli sınırlar içinde tutmayı amaçlar. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 33. Maddesinde sıralanan görüşme, soruşturma, ara bulma, uzlaşma, hakemlik ve yargı yollarıyla ya da bölgesel düzenlemeler gibi barışçı yollar, çatışmaların silâhlı duruma gelmeden çözülmesine yardımcı olmaktadır. Dahası, sivil ve askerî personel bir uyuşmazlığın silâhlı bir çatışmaya tırmanmaması için o bölgede konuşlandırılabilir. Barışın yeniden yerleştirilmesi, bir ça- tışmayı silâhlı düşmanlıklara dönüştükten sonra çözmeyi amaçlayan bir stratejidir. Bunlardan birincisi, yani barışı-yapma önleyici diplomaside uygulanan yöntemlerle aynıdır ve ikincisi, yani barışı koruma an- laşmaya varmış taraflar arasında anlaşmanın uygulanması için personel yerleştirilmesiyle ilişkilidir. Barışı uygulama (peace-enforcement), yaptırımları ve askerî önlemleri içerir. Yaptırımlar "fazla küçük" ve "fazla geç" olmamalı, yararlı olabilecek insancıl yardım askerî zor- lamanın yerine geçmemelidir. Bosna-Hersek örneğindeki gibi soykırım suçu ölçülerine yaklaşan ayrımcılık sorunları, insancıl yardımın ya- nında askersel-siyasal yaklaşımları da gerektirmektedir.

80 YAZARIN KONUYLA İLGİLİ BAZI KİTAP VE MAKALELERİ

I. Genel:

1. "Irk Çatışmasında Yeni Dönem", Milliyet, İstanbul, 22 Temmuz 1967. 2. "Savaş Suçluları Uluslararası Mahkemesi: Jenosit ile İlgili Oturumu", Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi (bundan böyle AÜSBFD), XXIII/2 (1968), s. 319-333. 3. "Libya'da Irkçılık Semineri", Vatan, 27 Temmuz 1976. 4. "Irkçılığın Eski ve Modern Teorileri", Vatan, 29 Temmuz 1976. 5. "Irkçılık Emperyalizmin İdeolojik Silâhıdır", Vatan, 31 Temmuz 1976. 6. "Eşitsizliğin Kökeni", Vatan, 1 Kasım 1976. 7. "Sömürgecilik Can Çekişiyor", Vatan, 14 Kasım 1976. 8. "Irkçılığı Kınayan On Yeni Karar", Vatan, 20 Aralık 1976. 9. "The International Organisation for the Elimination of Ali Forms of Racial Discrimination", The Turkish Yearbook of Internationa'l Relations (bundan böyle TYIR):1976 Ankara, Faculty of Political Science, 1979, s. 1-17. 10. "International Organization Combatting Racial Discrimination", Review of International Affairs, 685 (20 October 1978), s. 7-9. 11. "On the World Conference Against Racism", Baghdad Observer, Baghdad, VH/3234 (28.9.1978), s. 3-4. 12. "Irk Ayrımına Karşı Örgüt", Olay, Lefkoşa, 23 (22 Ocak 1979), s. 18. 13. "Against Racial Discrimination in International Law", EAFORD Bulletin, London, 1/3 (April 1980), s. 7-10. 14. "Irkçılığa ve Irk Ayrımına Karşı", Öğretmen Dünyası, Ankara, 118 (Aralık 1983), 15. "Azınlıklar Üstüne Bazı Düşünceler", AÜSBFD, XLII/l-4 (1987), s. 9-66. 16. "A Brief Glance at Racial Discrimination", AÜSBFD, XLIV/3-4 (1989), s. 61-74. 81 17. "An International Consensus", Turkish Daily News (bundan böyle TDN), 23 Mart 1990. 18. "The Indigenous Peoples", TDN, lOApril 1990. 19. "Minority Rights Group", TDN, 9 October 1990. 20. "Women in Asia", Asian Relations, ed., Eric Gonsalves, Nevv Delhi, Lancer International in association with the India International Centre, 1991, s. 401-407. 21. "Religious Diversity", TDN, 8 March 1991. 22. "İnsan Hakları Yönünden Umutlu Olmalıyız", Birlik, Üsküp, 27 (Nisan 1991). 23. "İnsan Hakları Hıristiyan Kökenine Bağlanamaz", Birlik, 30 (Nisan 1991). 24. "Human Rights Policy", TDN, 7 June 1991. 25. "An Emergency: Refugees", TDN, 20 September 1991. 26. "Secessionism and Foreign Involvement", TDN, 5 November 1991. 27. "Nationalism Reemerges", TDN, 13 November 1991. 28. "Human Rights and International Law", AÜSBFD, XLVI/l-2 (Ocak-Haziran 1991), s. 77-87. 29. "A Feminist Note", TDN, 10 January 1992. 30. "Neo-Nazism", TDN, 26 November 1992. 31. "The Refugees' Dilemma", TDN, 5 November 1993. 32. "Democracy and Ethnicity", TDN, 28 March 1994. 33. "Kuzey-Güney Çelişkisi Büyüyor", Cumhuriyet, İstanbul, 11 Ağustos 1994. 34. "istanbul Meeting Against Racism", TDN, 30 December 1994. 35. "The Global South", TDN, 6 February 1995. 36. "Nationalism: Old and Nevv", TDN, 16 February 1995. 37. "Rising Racism and Anti-Semitism: A Brief Glance", TYIR:1992, XXII (1995), s. 77-87. 38. "Medunarodna Organizacija za Borbu Protiv Rasne Discriminacije", Medunarodna Politika, Belgrade, 685 (16.10.1978), s. 8-9. 39. "Genel Olarak Uluslararası Hukuk ve İnsan Haklan", Türklerde insanî Değerler ve İnsan Hakları: Yüzyılımız ve Türkiye Cumhuriyeti, c.3, İstanbul, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, 1993, s. 9-24.

82 II. Afrika:

40. "Afrika'da Yeni Sömürgecilik", Yeni Halkçı, 24 Ekim 1973. 41. "Afrika ve Biz", Vatan, 21 Şubat 1976. 42. "Mugabe'nin Sesi", Vatan, 24 Mart 1977. 43. "Nkomo ile Görüşme", Vatan, 28 Haziran 1977. 44. "Mugabe'nin Söyledikleri", Vatan, 8 Temmuz 1977. 45. Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, 2. B., Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1977. 46. "Mugabe ile Görüşmemiz", Demokrat, 10 Mart 1983. 47. "Afrika'nın Geleceği", Barış, 31 Mart 1983. 48. "islam in Africa", TDN, 12 June 1991. 49. "islam in the Maghreb", TDN, 6 August 1991. 50. "Somalia in Turmoil", TDN, 27 September 1991. 51. "The Copts", TDN, 28 November 1991. 52. "Somalia: What Happened?", TDN, 6 January 1993. 53. "Somalia: What to do?", TDN, 8 January 1993. 54. "Somali'de ne yapılmalı?", Cumhuriyet, 17 Ocak 1993. 55. "Genocide in Rwanda and Burundi", TDN, 19 April 1994.

A) Güney Afrika:

56. "Irk Ayrımının Sınıfsal Niteliği", Vatan, 14 Mayıs 1976. 57. "Güney Afrika'da Irk Ayrımı", Vatan, 24 Haziran 1976. 58. "Güney Afrika Manifestosu", Vatan, 16 Kasım 1976. 59. "Güney Afrikalı Yurtseverleri Destekleyelim", Vatan, 27 Temmuz 1977. 60. "Fransa ve Güney Afrika", Vatan, 13 Ocak 1978. 61. The Case in South Africa, London, The International Organization for the Elimination of Ali Forms of Racial Discrimination (EAFORD), 1982. 62. "Against Apartheid in South Africa", TYIR: 1978, Ankara, Faculty of Political Sciences, 1982, s. 36-54.

83 63. "Güney Afrika'daki Rejim", Barış, 25 Mayıs 1983. 64. "South Africa's Future", TDN, 25 October 1993. 65. "South Africa: Svvords into Plowshares", TDN, 20 November 1993. 66. "Making History in South Africa", TDN, 16 February 1994. 67. "South Africa: Political Parties", TDN, 2 March 1994. 68. "Güney Afrika'da Yeni Dönem", Cumhuriyet, 16 Mart 1994. 69. "Güney Afrika'ya İlişkin Bir Amerikan Manifestosu", Barış, 1 Nisan 1977.

B) Namibya:

70. "Namibia Nasıl Sömürülüyor?", Barış, 6 Kasım 1976. 71. "Namibya ve Biz", Güneş, 26 Mart 1983. 72. "The istanbul Declaration for Action on Namibia", TDN, 1 April 1988. 73. "The istanbul Declaration on Namibia", Democratic World, 15 May 1988. 74. "Namibya ve Türkiye" Barış, 26 Mayıs 1988. 75. "The United istanbul Seminar on the International Responsibility for the Independence of Namibia", AÜSBFD, XLIII/l-2 (1988), s. 13-27. 76. "İnsan Hakları Açısından Namibya Sorunu", İnsan Hakları Bülteni, Ankara, 8 (Haziran 1988), s. 2. 77. "İstanbulska Deklaracija o Namibiji", Medunarodna Politika, 915(20.V.1988),s. 25-27. 78. "Stambul'skaya Deklaratsiya o Namibii", Medunarodnaya Politika, 915 (20.V.1988 g.), s. 19-22. 79. "Declaracion de Estambul sobre Namibia", Politica International, 915 (20.V.1988), s. 17-20. 80. "Die Istanbuler Namibia-Deklaration", Internationale Politik, 915 (20 Mai 1988), s. 14-16. 81. "La Declaration d'Istanbul sur la Namibie", Revue de politique internationale, 915 (20.V.1988), s. 14-17. 82. "The istanbul Declaration on Namibia", Review of International Affairs, 915 (May 20, 1988), s. 19-21.

84 III. Amerika:

83. "Irk Çatışmasında Yeni Dönem", Milliyet, 22 Temmuz 1967. 84. "Eşitsizliğin Kökeni", Barış, 1 Kasım 1976. 85. "Köklerin Öğrettikleri", Demokrat, İstanbul, 26 Aralık 1979. 86. "Assault on 'Indian' Sovereignty", TDN, 5 April 1990. 87. "The Native Americans", TDN, 13 April 1990. 88. "White ", TDN, 4 May 1992. 89. "Who are the Inuit?", TDN, 9 December 1993.

IV. Asya:

90. "Keşmir Meselesinin Önemi", AÜSBFD, XV/1 (1960), s. 1-22. 91. "Benazir Bhutto: Capacity for Consensus", TDN, 9 June 1989. 92. "Who was Zia?", TDN, 10 June 1989. 93. "Several Reasons for Zia's Longevity", TDN, 12 June 1989. 94. "Zia's Legacy-and Now", TDN, 13 June 1989. 95. "Pakistan: The Islamic Legacy", TDN, 2 October 1989. 96. "Pakistan: Quest for Survival", TDN, 3 October 1989. 97. "Pakistan: Quest for Identity", TDN, 4 October 1989. 98. "The Only Solution", TDN, 24 May 1991. 99. "Najibullah's Exit", TDN, 25 April 1992. 100. "Afghan 'time-bomb'?", TDN, 28 April 1992. 101. "Afghanistan: the Ethnic Dimension", TDN, 1 May 1992. 102. "Pakistan in a Changing World", TDN, 2 May 1992. 103. "Who is Mujaddidi?", TDN, 5 May 1992. 104. "A Question of Power", TDN, 6 May 1992. ; 105. "Who is Hikmatyar?", TDN, 11 May 1992. 106. "The Turks of Afghanistan" TDN, 13 May 1992. 107. "Overseas Chinese", TDN, 28 August 1992. 108. "Korea's Unifıcation", TDN, 10 October 1992.

85 109. "Indian Secularism", TDN, 29 December 1992. 110. "Hindu Militancy", TDN, 30 December 1992. 111. "Ethnicity in S. Asia", TDN, 23 January 1993. 112. "Kashmir: What Happened?", TDN, 29 January 1993. 113. "Kashmir: What to do?", TDN, 30 January 1993. 114. "" I-III, TDN, 20,25,26 February 1993. 115. "Agony in Punjab", TDN, 13 March 1993. 116. "Kashmir: Alternatives", TDN, 7 May 1993. 117. "Afganistan in Retrospect", TDN, 11 November 1993. 118. "China and the Muslims", TDN, 8 March 1994. 119. "Keşmir: İslâm, Terör, Baskı", Cumhuriyet, 3 Şubat 1996. 120. " Women in Asia" ed., Eric Gonsalves, Asian Relations, New Delhi, Lancer International, 1991, s. 401-407.

A) Orta Doğu:

121. "Migrant Gulf Workers", I-II, TDN, 12-13 September 1990. 122. "Iraq and Its Kurds", TDN, 30 October 1990. 123. "The Shiites of Iraq", TDN, 7 March 1991. 124. "Kurdish and Palestinian Refugees", TDN, 11 April 1991. 125. "Syria's Assad", TDN, 27 March 1992.

1. Kıbrıs:

126. "Cyprus is Unique", TDN, 14 January 1991. 127. "Human Rights and Turkish Cypriot People", New Cyprus, London, 3 (February-March 1991), s. 10-12. 128. "John Reddavvay and Cyprus", TDN, 25 Apil 1991. 129. "Negotiating for Survival", I-II, TDN, 7-9 March 1992. 130. "The Greeks of Argaki", TDN, 22 July 1992. 131. "Cyprus & Palestine", TDN, 18 November 1992.

86 2. İsrail-Filistin:

132. "İsrail-Irkçı Güney Afrika İttifakı mı?", Barış, 21 Şubat 1974. 133. "El-t'avun beyn el-naziye v'el sahyuniyye hilâl el-harb el-âlemiyye el-thâniye", El-Ba'th, Şam, 16 Ocak 1976. 134. "Verdict on Zionism", Baghdad Observer, VI/2415 (23.1.1976). 135. "İsrail'in Kudüs'te Yaptıkları", Vatan, 9 Nisan 1976. 136. "Siyonizm Irkçılığın Bir Çeşididir", Politika, 13 Ağustosl976. 137. "İsrail Arapları", Barış, 12 Eylül 1977. 138. "Jerusalem: A City Crucifıed", Mideast News International, 7 (1980). 139. "Die Palastinenser: Ihre Persönlichkeit und Kultur", AIB, Marburg, 11-12 (Nov.-Dez. 1980), s. 40-42. 140. "Whose Hand on the Tap?", Democratic World, 3 September 1981, s. 7-9, 12-13. 141. "The Status of Jerusalem as a Question of International Law", AÜSBFD (Ahmet Şükrü Esmer'e Armağan), Ankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1981, s. 15-29. 142. Kudüs ve Devletler Hukuku, Ankara, Yonca Matbası, 1981. 143. "The Use of Palestinian Waters and International Law", The Inalienable Rights of the Palestinian People, Nevv York, United Nations, 1981, s. 40-53. 144. "For Cooperation with South Africa, Vienna Conference Condemns Israel", Democratic World, 4 September 1982. * 145. "Human Rights and the Palestinians", TYIR: 1978, Ankara, Faculty of Political Science, 1982, s. 55-75. 146. The Use of Palestinian VVaters and International Law, London, EAFORD, 1982. 147. "The Israeli Use of Palestian Waters", ed., ibrahim Abu-Lughod, Palestinian Rights: Affirmation and Denial, Illinois, Medina Press, 1982, s. 150-157. 148. "UN Condemns the Alliance Between Israel and South Africa", Review of International Affairs, 802 (1983), s. 16-18. 149. "Les Nations Unies condamnent la collusion d'Israel et de I'Afrique du Sud", Revue de po!itique internationale, 802 (1983), s. 12-14.

87 150. "Die UNO verurteilt das Bündnis Israel-Südafrika", Internationale Politik, 802 (1983), s. 17-19. 151. "OOH Osujdaet soyuz İzrailya i Yujno-Afrikanskoy Respubliki", Mejdunarodnaya Politika, 802 (1983), s. 16-18. 152. "Las Naciones Unidas condenan la alianza entre Israel y el Afrika del Sur", Politica Internacional, 802 (1983), s. 17-19. 153. "Ujedinjene Nacije Osuduju Savez Izraela i Juzne Afrike", Medunarodna Politika, 802, (1983), s. 12-14. 154. L'Utilisation des eaux Palestiniennes et le droit international, Quebec, EAFORD, 1983. 155. "Human Rights for Paleştinians", TDN, 20 September 1988. 156. "Suppression in Gaza", The Statesman, Calcutta, 9 November 1989. 157. "The Status of Jerusalem", TDN, 16 February 1991. 158. "Racism in Israel", TDN, 20 February 1991. 159. "Ethnic Distinctions in Israel", TDN, 21 February 1991. 160. "Ottoman Palestine", TDN, 2 May 1991. 161. "Palestinian Waters", TDN, 6 May 1991. 162. "Israeli Colonialism", TDN, 9 May 1991. 163. "An Independent Personality", TDN, 4 June 1991. 164. "Israeli Settlements", TDN, 29 November 1991. 165. "Israeli Citizens", TDN, 11 December 1991. 166. "Zionism and Apartheid", TDN, 20 December 1991. 167. "Anti-Zionist Jews", TDN, 24 December 1991. 168. "The Myths and Discrimination", TDN, 26 December 1991. 169. "The Means of Control", TDN, 27 December 1991. . 170. "National Identity in Israel", TDN, 4 March 1992. 171. "A Critique of Zionism", TDN, 30 March 1992. 172. "Some 'Fundamental' Laws", TDN, 31 March 1992. 173. "East Jerusalem", TDN, 23 June 1992. 174. "Back to Methuselah", TDN, 9 July 1992. 175. "ACJ", TDN, 15 July 1992. 176. "Expulsion", TDN, 25 December 1992.

88 177. "The Intifadah", TDN, 26 December 1992. 178. "The Use of Palestinian Waters and International Law", Question of Palestine: Legal Aspects, New York, United Nations, 1992, s. 157-162. 179. "Ethnic Cleansing", TDN, 2 February 1993. 180. "Anti-Semitism", TDN, 13 August 1993. 181. "Anti-Zionism", TDN, 14 August 1993. 182. "Al-Quds", TDN, 28 September 1993. 183. "The Wailing Wall", TDN, 29 September 1993. 184. "Corpus Separatum", TDN, 30 September 1993. 185. "The Status of Jerusalem", TDN, 1 October 1993. 186. "Jerusalem: the Geneva Conventions", TDN, 2 October 1993. 187. " 'First They Came for the Jews...' ", TDN, 24 December 1993. 188. "The Hebron Massacre", TDN, 20 February 1995. 189. "Al-Quds", TDN, 14 March 1995. 190. "What's New in Jerusalem?" I-II, TDN, 24-25 March 1995. 191. "Israeli Settlements and Peace", TDN, 10 April 1995. 192. "Israeli Settlements and Loan Guarantees", TDN, 13 April 1995. 193. "The New Intrigues Around Jerusalem", Oman Daily Observer, Muscat, 22 May 1995. 194. "The Question of Jerusalem in the Post-Cold War Era", TYIR: 1982-1991, Ankara, Faculty of Political Science, 1995, s. 153-164.

195. Sionisme et Racisme (başkalarıyla), Paris, le Sycomore, 1979.

B) SSCB / Rusya:

196. "Mesket Türkleri", Milliyet, 21 Haziran 1989. 197. "The Abkhaz and the Abaza", TDN, 21 July 1989. 198. "The Crimean Tatars" I-IH, TDN, 11-13 December 1989. 199. "The Volga Germans", TDN, 8 January 1990. 89 200. "Soviet Nationalities: Question of Methodology", TDN, 15 January 1990. 201. "The Nationalities Question in Russia", TDN, 16 January 1990. 202. "Soviet Policy of Nationalities", TDN, 17 January 1990. 203. "A New Multinational Community", TDN, 18 January 1990. 204. "Criticism of the Soviet Formation", TDN, 19 January 1990. 205. "Present National Dilemma", TDN, 20-21 January 1990. 206. "The Baltics & Elsevvhere", TDN, 22 January 1990. 207. "Sovyetler'de İslâm ve Milliyetler Üzerine", İslâm, 78 (Şubat 1990), s. 22-24. 208. "USSR: Turkic Languages", TDN, 21 May 1990. 209. "Uzbek, Kazakh", TDN, 22 May 1990. 210. "Azerbaijani, Türkmen, Kirghiz, TDN, 23 May 1990. 211. "Tatar, Chuvash, Bashkir, Yakut", TDN, 24 May 1990. 212. "Karakalpak, Kumyk, Karachai-Balkar, Nogai", TDN, 25 May 1990. 213. "Tuvinian, Uigur, Khakas, Altaic, Gagauz", TDN, 26-27 May 1990. 214. "The Gagauz in Moldavia", TDN, 2 November 1990. 215. "The Language Bond: The Turkic - Speaking Peoples of the Former USSR", NATO's Sixteen Nations, Brussels, 4 (1990), s. 67-72. 216. "The Georgians", TDN, 3 April 1991. 217. "the Estonians" İÜ, TDN, 30 September - 1 October 1991. 218. "The Latvians", TDN, 21 October 1991. 219. "The Chechen and the Balkar", TDN, 22 November 1991. 220. "İntegration and the Foreign Ministry", TDN, 18 December 1991. 221. "The Georgian Opposition", TDN, 6 January 1992. 222. "Russian National Identity", TDN, 7 January 1992. 223. "Kazakhstan", TDN, 1 February 1992. 224. "Uzbekistan", TDN, 3 February 1992. 225. "Türkmenistan", TDN, 6 February 1992. 90 226. "Kirgizistan", TDN, 8 February 1992. 227. "Tajikistan", TDN, 13 February 1992. 228. "Nationalities and the Military", TDN, 13 March 1992. 229. "Moldova and Moderation", TDN, 15 April 1992. 230. "Attention: Moldova", TDN, 3 July 1992. 231. "The Turkic-Speaking Peoples of the Former U.S.S.R.", AÜSBFD, 47/1-2 (1992), s. 169-180. 232. "A Question of Alphabet", TDN, 3 July 1993. 233. "Abkhazia ând War", TDN, 28 July 1993. 234. "Georgia - Abhazia", TDN, 24 September 1993. 235. "The Russian Orthodox Church", TDN, 22 October 1993. 236. "The 14th Army in Moldova", TDN, 3 Novembe 1993. 237. "Russia and Tataristan", TDN, 30 April 1994. 238. "Russians Outside Russia", TDN, 5 October 1994.

V. Avrupa:

239. "Portekiz'in Sömürgeleri", Barış, 29 Nisan - 1 Mayıs 1974. 240. " 'Stop Racism' in Europe", TDN, 1 August 1988. 241. "Minorities in Eastern Europe, I-II", TDN, 14-16 August 1989. 242. "The Sami of Lapland", TDN, 22 December 1989. 243. "Beyond Helsinki", TDN, 24 July 1990. 244. "European Minorities", TDN, 11 October 1990. 245. "Migrant Workers", TDN, 23 September 1991. 246. "The Germans", TDN, 18 October 1991. 247. "South Tyrol", TDN, 31 October 1991. 248. "The Spanish Model", TDN, 19 December 1991. 249. "The Tvvo Irelands", TDN, 18 January 1992. 250. "German Behaviour", TDN, 8 April 1992. 251. "The French", TDN, 17 April 1992. 252. "Germany: Cautious Optimism", TDN, 16 May 1992. 253. "The Czech-Slovak Conflict", TDN, 27 June 1992. 254. "Hungarian Minorities", TDN, 1 July 1992. 255. "Poland's Minorities", TDN, 13 July 1992. 256. "Czechoslovakia: Minorities", TDN, 24 July 1992. 257. "Czechoslovakia to Split", TDN, 4 November 1992. 258. "Achtung!", TDN, 6 February 1993. 259. "The Holocaust Museum", TDN, 30 April 1993. 260. "Minorities & European Security", TDN, 9 July 1993. 261. "The Basques", TDN, 14 October 1993. 262. "The Catalans", TDN, 15 October 1993. 263. "The Hungarians of Vojvodina", TDN, 23 October 1993. 264. "Hungarians as Minorities", TDN, 27 October 1993. 265. "Rising Racism in Europe", TDN, 21 January 1995. 266. "Anti-Semitism in Europe", TDN, 24 January 1995. 267. "German Unification and the Jews", TDN, 20 May 1995. 268. "The Spectre över Europe", TDN, 18 August 1995. 269. "OSCE on National Minorities", TDN, 7 October 1995.

A) Balkanlar:

270. "The Balkans", TDN, 2 August 1991. 271. "The Vlach Minority", TDN, 5 October 1991. 272. "Minoritatea Aromana", Desteptarea, 23, 2 (Februaire 1992). 273. "Macedonians, Serbs & Greeks", TDN, 20 October 1993. 274. "Macedonians & Albanians", TDN, 21 October 1993. 275. "The Balkans", Balkan Forum, Skopje, 1, 1.

1. Bulgaristan:

276. "The Turks of Bulgaria", AÜSBFD, XLIV/l-2 (1989), s. 135-152. 277. "Bulgaria Represses Ali Minorities", TDN, 7-8 August 1989. 278. "The Bulgarian Quashing of Its Minorities", AÜSBFD, XLV/1-4 (1990), s. 1-10.

92 279. The Inquisition of the Late 1980s: The Turks of Bulgaria, Washington, D.C., EAFORD, 1990. 280. "Bulgaria Represses Ali Minorities", Macedonian Revievv, 20/1-2(1990), s. 90-96. 281. "Judging Bulgaria", TDN, 11 September 1991. 282. "Macedonians in the post-Zhivkov Bulgaria", TDN, 9 October 1991. 283. "Did Bulgaria Refuse to Surrender the Jews?", AÜSBFD, 49/3-4(1994), s. 51-56. 284. "Drama a Bolgar - török hataron", Kapu, Budapest, 11/9 (Szeptember 1989), s. 12-13.

2. Makedonya:

285. "Macedonia: Recognition and Repudiation", The Macedonian Review, XIX/2-3 (1989), s. 198-201. 286. "Macedonia: Recognition", TDN, 20 November 1989. 287. "Macedonia: Repudiation", TDN, 21 November 1989. 288. "Tursko grçki prestrelki za Makedontsite", Nova Makedoniya, 17 Juli 1990. 289. The Copenhagen Report, CSCE Conference on the Human Dimension, June 5th-29th 1990. (Diğer delegelerle birlikte). 290. "Makedoniya v Kopengage", Mejdunarodnaya Politika, 968-9 (1990), s. 28-30. 291. "Makedonien in Kopenhagen", Internationale Politik, 968-9 (1990), s. 30-31. 292. "Makedonija u Kopenhagenu", Nedeljna Borba, 4-5 Avgust 1990. m 293. "Nepobitni fakti protiv Gritsija i Bulgariya", Nova Makedonija, 21 Juni 1990, s. 5. 294. "Faktite posilni ad tvrdoglavosta", Nova Makedonija, 11 Avgust 1990. 295. "Macedonia in Copenhagen", Australian - Macedonian Weekly, 18 September 1990.

93 296. "Macedonia in Copenhagen", Review of International Affairs, 968-9 (1990), s. 25-26. 297. "La Macedoine â Copenhague", Revue de politique internationale, 970 (1990), s. 22-24. 298. "İzigrane obvrska", Nova Makedonija, 18 Fevruari 1991 g. 299. "The Macedonians", TDN, 13 February 1991. 300. "The Macedonians", The Turkish Times, 15 March 1991. 301. "Besknoneçna Dvoliçnost na Atina i Sofija", Makedonija, 458 (4,1991). 302. "Atina i Sofija ne mojat beskoneçno dboliçno da se odnesuvaat", Nova Makedonija, 4 Maj 1991, s. 17. 303. "The Jews of Macedonia", The Anatolian, 7-13 July 1991. 304. "The Macedonian Language", TDN, 3 May 1991.

3. Yunanistan:

305. "The Macedonian Minority in Greece", Makedonija, 15 (1990). 306. "The Macedonians in Greece", TDN, 16 July 1990. 307. "The Pomaks in Greece", TDN, 21 August 1990. 308. "Some Minorities of Greece", TDN, 28 August 1990. 309. "Property Rights in Western Thrace", New Cyprus, 3 (January 1991), s. 12-16. 310. "Albanians .of Greece", TDN, 9 November 1991. 311. "The Ethnic Minorities in Greece", AÜSBFD, 46/3-4 (1991), s. 15-33. 312. "Who Are the Chams?" TÎ)N, 24 January 1992. 313. "Western Thrace", TDN, 22 December 1992. 314. "What Sadık Ahmet Brings to Mind", TDN, 29 July 1995. 315. "The Ethnic Turkish Minority in Western Thrace, Greece", TYIR: 1992, Ankara, Faculty of Political Science, 1995, s. 89-99.

94 4. Yugoslavya (ve Ardılları):

316. "Pluralism in Yugoslavia", TDN, 25 February 1991. 317. "The Yugoslav Spirit", TDN, 15 March 1991. 318. "The Slovens", TDN, 10 July 1991. 319. "For'Yugoslavia's Unity", TDN, 12 August 1991. 320. "Bosnia-Herzegovina", TDN, 28 October 1991. 321. "Yugoslavia's Moslems", TDN, 3 January 1992. 322. "Yugoslavya'daki Müslümanlar", Yeni Düzen, Lefkoşa, 18 Ocak 1992. 323. "The Yugoslav Crisis", TDN, 19 May 1992. 324. "The Serbs", TDN, 15 June 1992. 325. "Greater Croatia", TDN, 17 June 1992. 326. "The Kosova Albanians", TDN, 20 June 1992. 327. "Yugoslavia's Isolation", TDN, 26 September 1992. 328. "The Bosnian Moslems", TDN, 30 September 1992. 329. "The Kosova Albanians", TDN, 17 October 1992. 330. "Widening Warfare & the Sanjak", TDN, 20 July 1993. 331. "Yugoslavia: Alternatives", TDN, 5 August 1993. 332. "Serbia - Sanctions", TDN, 26 October 1993. 333. "The Destruction of Commön Culture", TDN, 25 November 1993. 334. "Bosnia: Genocide and Power Politics", TDN, 1 December 1993. 335. "Bosnia: A Statement of Intention", TDN, 6 December 1993. 336. "Hurd and the Bosnians", TDN, 22 January 1994. 337. "Serbia and the Embargo", TDN, 9 February 1994. 338. "Sırbistan Birleşmiş Milletler Ambargosunu Deliyor", Cumhuriyet, 14 Şubat 1994. 339. "Aggression, Passion and Rationality", TDN, 14 April 1994. 340. "Boşnakların Simgelediği Gerçek", Cumhuriyet, 11 Ağustos 1995. 341. "Bosnia and Complicity in Genocide", TDN, 1995.

95 VI. Türkiye:

342. "The Southeast", TDN, 19 June 1990. 343. "La Situacion de los Kurdos en Turquia", El Independiente, Madrid, 1 Ağustos 1990. 344. "A Note on the Kurds", TDN, 10 August 1990. 345. "Territorial Integrity", TDN, 14 August 1990. 346. "The Turkish Identity", TDN, 16 January 1991. 347. "Tragedy on Iraqi Borders", TDN, 19 April 1991. 348. "Önlem Alınsın", Tempo, 44 (27 Ekim - 2 Kasım 1991). 349. "Turkish Jewry", TDN, 11 NoVember 1991. 350. "The Language Question", TDN, 14 November 1991. 351. "An Obligatory Intervention", TDN, 21 November 1991. 352. "National Integration", TDN, 16 December 1991. .353. "Who Won?", TDN, 25 March 1992. 354. "The Greeks & the Kurds" TDN, 21 December 1992. 355. "On the Alevis", TDN, 25 January 1994.

96 A.U. Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi, 1978 yılında sosyal bilimler alanında çalışan öğretim üyeleri ta- rafından kuruldu. Amacı insan hakları ve demokrasi eğitimi yap- mak ve buna bağlı bilimsel etkinliklerde bulunmaktır. Merkez, UNESCO, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği dü- zeyinde ilişkiler kurmuştur. Bu bağlamda 6 uluslararası toplantı gerçekleştirilmiştir. Merkez 1994 ve 1995 etkinliklerinde Avrupa Birliği Komisyonu'nun mali yardımından yararlanmıştır. Yeni Yayınlar: • İnsan Haklarının Korunması Alanında Uluslararası Temel Belgeler, Ankara, Bilgi Yayınları,1995. • F. Gölcüklü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Göre Doğru Yargılama, Ankara, İHM, 1995. • A. Şeref Gözübüyük, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na Bireysel Başvuru Hakkı, Ankara, İHM, 1995. • Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Ankara, İHM, 1995. • Feridun Yenisey, İnsan Hakları Açısından Arama, El Koyma, Yakalama ve İfade Alma, Ankara, İHM, 1995. • M. Tevfik Odman, Mülteci Hukuku, Ankara, İHM, 1995. • Bahri Öztürk, Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları, Ankara, İHM, 1995. • Çalışma Yaşamını Düzenleyen Uluslararası Belgeler, Ankara, İHM, 1995. • Tekin Akıllıoğlu, İnsan Hakları -I- Kavram, Kaynaklar ve Koruma Sistemleri, Ankara, İHM, 1995. • Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Ankara, İHM, 1996. • M. Tevfik Odman, Kadın Mülteciler, Ankara, İHM, 1996. • Türkkaya Ataöv, Çatışmaların Kaynağı olarak Ayrımcılık, Ankara, İHM, 1996.

ISBN 975-8034-07-3