Principatus Döneminde Roma Devletinin Anadolu'da
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
T.C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Tezi PRINCIPATUS DÖNEMİNDE ROMA DEVLETİNİN ANADOLU’DA OLUŞTURDUĞU SINIR BOYUNCA KONUŞLANDIRILAN LEJYONLAR OĞUZ YARLIGAŞ 2502110560 TEZ DANIŞMANI PROF. DR. MUSTAFA H. SAYAR İSTANBUL 2017 ii ÖZ PRINCIPATUS DÖNEMİNDE ROMA DEVLETİNİN ANADOLU’DA OLUŞTURDUĞU SINIR BOYUNCA KONUŞLANDIRILAN LEJYONLAR Oğuz YARLIGAŞ Bu çalışma, Roma Devletinin Anadolu’da Oluşturduğu sınırın tarihine dair sorunları ele almaktadır. Özellikle sınırın oluşumu ve gelişimi üzerinde durulmakta, ardından Roma’nın doğu sınırının üst kesimini oluşturan söz konusu sınırda daimi olarak konuşlandırılmış lejyonların tarihine dair spesifik meseleler tartışılmaktadır. Birinci bölümde konuyla ilgili antik kaynaklar ve modern çalışmalara dair bir inceleme yer almaktadır. Bu bölümde antik yazılı metinlerdeki bilgilerin Fırat’a dair ne gibi bilgiler verdiği üzerinde durulmasının ardından konuyla ilgili arkeolojik, epigrafik ve numismatik kaynakların çalışmada nasıl kullanıldığına dair kısa bilgiler verilmektedir. Bu kısmın ardından konuyla ilgili modern araştırmalar üzerine bir inceleme yapılarak şimdiye kadar bu konuya dair çalışmaların nitelikleri ortaya konulmaktadır. İkinci bölüm, Sulla döneminden itibaren Roma ile Parthlar arasındaki ilişkiler üzerinden Fırat’ın kültürel bir nüfuz alanı olarak kabul edilişine ön ayak olan olaylar silsilesini gözler önüne serer. MÖ 1. yüzyılın başlarından Augustus dönemine kadar geçen süredeyse Fırat artık kültürel bir nüfuz alanı olmaktan çıkarak iki büyük devlet arasında fiili bir sınır niteliği kazanmıştır. Üçüncü bölümde Roma imparatorluk döneminin başından Vespasianus döneminde bölgeye daimi lejyonların konuşlandırılmasına kadar geçen süre mercek altına alınmaktadır. Augustus’un hükümdarlığında başlayan sürecin, sonrasında başa geçen imparatorlara örnek oluşturduğu görülmektedir. Özellikle Iulius-Claudius hanedanında neredeyse harfiyen tekrar edilen refleksler, birtakım değişikliklerle ilerleyen dönemlerde de uzun bir süre varlığını korumuştur. Augustus’un siyasi mirası, Vespasianus’un aldığı tedbirlerle geliştirilerek devam ettirilmiştir. Vespasianus döneminde bölgede oluşturulan sınır yapılarının en önemli unsuru, kuşkusuz burada görev yapan askeri birliklerdi. Çalışmanın son bölümünde de işte bu konu üzerinde durularak bölgede daimi olarak görev yapan lejyonların sorunlu meseleleri ele alınmaktadır. Bu incelemeler sonucunda ortaya çıkan genel sonuçsa, Roma imparatorluğunun doğuda aldığı askeri önlemlerin bir süreklilik arz ettiği ve geleneğe dayandığıdır. Ayrıca bölgedeki lejyonların sevk ve hareketliliğine bakıldığında, bu birliklerin daha önceki iddiaların aksine, MS 3. yüzyıl sonlarına kadar Fırat sınırında daimi olarak konuşlandırıldıkları anlaşılmaktadır. Bu da, Fırat sınırının Diocletianus dönemine kadar kullanıldığını göstermektedir. iii ABSTRACT THE ROMAN LEGIONS DEPLOYED IN THE EUPHRATES FRONTIER DURING THE PRINCIPATE This study deals with the problems concerning the formation of the Roman frontier in Anatolia. After elaborating on the formation and the development process of the frontier, it discusses specific issues in relation to the legions which were deployed in the Anatolian frontier. The first chapter concentrates on the ancient sources and the modern studies connected to the theme. After commenting on the character of the written and archaeological sources, it goes on to criticise modern studies and tries to show strong and weak sides of the earlier works. The second chapter reveals the course of events which leads to the acknowledgement of Euphrates river as a cultural border zone between Rome and Parthia. In the beginning of the first century BCE when Sulla made the initial contact with the Parthians the process began which gradually took its new shape in the course of time by the actions of Lucullus, Pompey, Crassus and Marc Antony and then Euphrates developed into a border between the two states in the real sense of the word. The third chapter zooms into the period which begins with the early phase of the empire and ends with Vespasian’s reorganisation of the eastern frontier. It becomes clear that the legacy of Augustus was very influential among the later emperors. Augustus’ political inheritance was continued with some minor changes and was combined with Vespasian’s precautions. The most important part of Vespasian’s settlement of the eastern frontier was the permanent deployment of the military forces in the area. For this reason, the final chapter deals with the specific problems of the history of the legions which were responsible of Anatolia’s defence. The general results of this study show that the military precautions of the empire in the east relies upon traditional methods which were developed in the course of time based on the experiences the Roman state had in the region. iv ÖNSÖZ Roma devleti ilk kez MÖ 2. yüzyılın sonunda askeri birlikleriyle Anadolu’ya bir harekât düzenledi. Roma’nın askeri varlığı bundan sonra Anadolu’da sık sık kendini gösterecekti. Magnesia Savaşı nedeniyle Roma ordularının Anadolu’da boy göstermesinin ardından yaklaşık 150 yıl geçtikten sonra, Fırat boyunda 4 lejyon karargâhı kuruldu ve buraya daimi lejyonlar konuşlandırıldı. Bu çalışmanın amacı, kısaca ifade etmek gerekirse Fırat boyunda oluşturulan ve Anadolu sınırı olarak adlandırabileceğimiz sınırın oluşum ve gelişimini ortaya koyarak konuyla ilgili bazı sorunlar hakkında eldeki bulgular ışığında değerlendirmeler ve öneriler sunmaktır. Bunun için öncelikle bu sınırın Roma ve Parthia arasında kültürel bir nüfuz alanı olarak belirmesi, sonra zaman içinde bu bölgenin iki devlet arasında kelimenin tam anlamıyla siyasi bir sınır niteliği kazanmasına dikkat çekilecektir. Ardından Vespasianus döneminde alınan önlemlerin niteliği ve bu önlemlerin geçmişte Roma’nın bölgede edindiği tecrübelerle ilgisi üzerinde durulacaktır. Nihayetindeyse Vespasianus’un bölgeye konuşlandırdığı lejyonların tarihçeleri ışığında sınırın tarihi incelenmeye devam edecektir. Çalışmanın özellikle ilk bölümler için en büyük dayanağı antik edebi metinlerdir. Daha sonraki dönemler için özellikle epigrafik, numismatik ve arkeolojik veriler de devreye girmektedir. Eldeki tüm verilerin saptanıp değerlendirilmesi sonrasında modern araştırmalara başvurularak bu konulara dair sorunlarla ilgili tespitler ve yeni öneriler sunulmaya çalışılacaktır. Bu çalışmanın hayat bulması, pek çok kişinin emeğine ve yardımına bağlıdır. Bu nedenle uzun bir teşekkür listesi oluşturmamız gerekti. Herkesten önce, 2012 yılında yanında doktora çalışmalarıma başladıktan hemen sonra bana bu konuyu çalışmamı öneren ve beni her zaman destekleyip eskiçağ tarihi konusunda belli bir perspektif geliştirmemi sağlamak için elindeki tüm imkânları seferber eden danışmanım Sayın Prof. Dr. Mustafa H. Sayar’a teşekkür etmem gerekir. Yine doktora çalışmalarımın yanı sıra lisans ve yüksek lisans eğitimim sırasında da önemli bir yeri ve ağırlığı olan Sayın hocam Prof. Dr. A. Vedat Çelgin’e, bana kapısını her zaman açık tuttuğu ve beni desteklediği için teşekkürü borç bilirim. Bu isimlerin yanı sıra, tez izleme komitemde bulunan ve çalışmalarımı sürdürebilmem için bana her türlü kolaylığı sağlayan sayın Prof. Dr. Oğuz Tekin’e, Medeniyet Üniversitesi Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalındaki görevime geri döndükten sonra aynı şekilde bilimsel çalışmalarımı yürütebilmem v için bana son derece anlayışlı davranan sayın Prof. Dr. Turhan Kaçar’a, 2012 yılında bana Berlin DAI’nin kapılarını açan ve çalışmalarımı yaz ayları boyunca mükemmel bir ortamda sürdürebilmemi mümkün kılan Sayın Prof. Dr. Frederike Fless’e, yine 2015-2016 yıllarında beni Freie Universität Berlin’deki kürsüsüne davet edip buradaki imkânlardan yararlanmama ön ayak olan Sayın Prof. Dr. Klaus Geus’a, Berlin’de bir yıl aynı ofisi paylaştığımız arkadaşım Sayın Dr. Soren L. Sorensen’a, Almanya’da kaldığım süre boyunca yardımlarını eksik etmeyen Arş. Gör. (Priv. Doz.) Dr. Peter Nadig’e, birtakım konularda görüşlerini benimle paylaşma nezaketini gösteren Sayın Prof. Dr. Edward Dabrowa’ya, çalışma konumla ilgili bazı yararlı yorumları için Sayın Prof. Dr. Matthäus Heil’a teşekkürlerimi sunarım. Burada öğrenim hayatım boyunca bana destek olan birkaç hocamın daha ismini anarak onlara da bu vesileyle teşekkür etmek isterim. Özellikle lisans ve yüksek lisans eğitimim sırasında eskiçağ çalışmaları içinde Klasik Filolojinin yeri ve önemini kavramamı sağlayan sayın hocalarım Prof. Dr. Güler Çelgin’e, Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken’e ve Prof. Dr. Bedia Demiriş’e bu nedenle teşekkür ederim. Hem mesleki hem de ailevi meselelerde bana sürekli destek olup kol kanat geren Sayın hocam Doç. Dr. Erkan Konyar’ın ismini burada anmak da boynumun borcudur. Bunun dışında hem bu çalışmayı hem de diğer araştırmalarımı okuyup eleştirileriyle beni yönlendiren arkadaşlarıma ve meslektaşlarıma da şükran borçluyum. Bu çerçevede öncelikle yıllardır yükümü benimle beraber omuzlayan arkadaşım ve meslektaşım Araş. Gör. Dr. Eyüp Çoraklı’ya teşekkür ederim. Ayrıca doktora çalışmalarımı sürdürdüğüm yıllar boyunca benimle eleştiri ve önerilerini paylaşan dostlarım Sayın Araş. Gör. Selin Önder’e (MA), Sayın Araş. Gör. Muhammet Yücel’e (MA), Sayın Araş. Gör. Esen Kaya’ya (MA), Arif Yacı’ya (MA), Araş. Gör. Taner Güler’e (MA), Öğr. Gör. Nilay Ediz-Okur’a (MA), Göknur Bektaş’a (MA), Yard. Doç. Dr. Pelin Erçelik’e, Yard. Doç. Dr. Aliye Erol-Özdizbay’a, Dr. Hakan Erdagöz’e ve sevgili Dilan Taştekin’e her zaman yanımda oldukları için çok teşekkür ederim. 2014 Temmuz’unda bana Ankara’daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün