<<

Editörler M. Nesim Doru-Ahmet Kırkan-Yakup Aykaç

15-17 Mayıs 2017/ Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları

SÜRYANİ ARAP VE KÜRT KLASİKLERİ Uluslararası Klasikler Çalıştayı Bildirileri

Genel Yayın Koordinatörü Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

Editörler M. Nesim Doru, Ahmet Kırkan, Yakup Aykaç

İç Düzen ve Kapak Tasarım Mustafa Akbaş

Matbaa Sertiika No: 22114

Birinci Baskı Aralık 2017 Mardin

ISBN 978-605-4202-34-8

Baskı-Cilt Mardin Sesi Gazetecilik Matbaacılık Yayıncılık Amb. Dağ. San. ve Tic. Ltd. Şti. www.mardinsesi.com.tr

Copyright© Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları Mardin Artuklu Üniversitesi, Artuklu Yerleşkesi, Diyarbakır Yolu Artuklu / Mardin Tel : +90 482 2134002 • Fax : +90 482 2134004 • web : www.artuklu.edu.tr ULUSLARARASI KLASİKLER ÇALIŞTAYI (Arap, Kürt ve Süryani Klasikleri) 15-17 MAYIS 2017 MARDİN

ÇALIŞTAY ONURSAL BAŞKANI Prof. Dr. Ahmet Ağırakça

BİLİM VE DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Ahmet Ağırakça (Mardin Artuklu Üniversitesi) Doç. Dr. Abdulwahab Khalid Musa (Zaho Üniversitesi, Irak) Prof. Dr. Celîlê Celîl (Wien University, Austria) Prof. Dr. Eyüp Tanrıverdi (Dicle Üniversitesi) Prof. Dr. Faruk İsmail (Mardin Artuklu Üniversitesi) Prof. Dr. George Grigore (Bucharest University, Romania) Prof. Dr. Hasan Tanrıverdi (Dicle Üniversitesi) Dr. Heval Selim Teyib (Duhok Üniversitesi, Irak) Doç. Dr. Idrees Karim (Süleymaniye Üniversitesi, Irak) Doç. Dr. Luay Khalil (Qatar University, Qatar) Prof. Dr. Mesut Ergin (Dicle Üniversitesi) Doç. Dr. Salih Akın (Rouen Üniversitesi, France) Doç. Dr. Soliman Mohamad Abdelhak (King Faisal University, Saudi Arabia)

ÇALIŞTAY YÜRÜTÜCÜSÜ Doç. Dr. Mehmet Nesim Doru

SEMPOZYUM DÜZENLEME KURULU Doç. Dr. Tahirhan Aydın, Dr. Mustafa Aslan,. Dr. Kutlu Akalın, Dr. Zafer Duygu, Dr. Ahmet Gemi, Dr. Ahmet Abdülhadioğlu, Arş. Gör. Mesut Arslan, Arş. Gör. Yakup Aykaç, Arş. Gör. Ahmet Kırkan Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü

Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü

Ahmet Gemi*

rap dili nahvine (sentaks) dair birçok eser yazılmıştır. Bu eserler, Müslümanlığı kabul eden acemlerin Arapçayı Ayanlış kullanmalarının önüne geçmek ve başta Kur’an olmak üzere İslami kaynakların iyi anlaşılması için kaleme alınmıştır. Arap dili ile ilgili çalışmaların tam olarak ne zaman başladığı hususunda değişik görüşler mevcut ise de bu konuda ilk tertipli eserin Sibeveyhi (ö. 180/796) tarafından kaleme alınan “el-Kitab” adlı eser olduğu şüphesizdir. Daha sonraki dönemde bu eser Arap dili alanında yapılan çalışmalara ilham kaynağı olacak ve birçok yeni çalışmaya kaynaklık edecektir. Sibeveyhi’nin “el-Kitab”ını kaynak alan Zemahşerî (ö. 538/1144) “el-Mufassâl” adında bir eser kaleme almıştır. Bir önceki esere nazaran kısmen tertipli sayılan Zemahşerî’nin söz konusu eserini İbn Hacib (ö. 646/1249) ikiye ayırarak yeniden ilim dünyasının istifadesine sunmuştur. “el-Kafiye” adındaki eserinde nahiv konularını, “eş-Şafiye” adındaki eserinde de sarf konularını ele alan İbn Hacib Arap dili alanında takdire şayan bir çığır açmıştır. Asırlarca medreselerde okunan bu iki eser üzerinde birçok şerh yapılmıştır. Bu şerhlerden

* Yrd. Doç. Dr. Mardin Artuklu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ara Dili ve Edebiyatı Bölümü

315 Ahmet GEMİ biri Abdürrahman Câmî’nin oğlu Ziyâeddin Yusuf için el-Kaiye’ye yaptığı şerhtir.2 Câmî, bu esere “el-Fevâidü’z-Ziyâiyye” adını vermiştir. İlim dünyasınca “Mollâ Câmî veya Câmî” olarak şöhret bulan bu eser yazıldığı günden beri şöhretini korumuştur. Günümüzde medreselerde ders kitabı olarak okutulan bu kitap üzerinde birçok çalışma yapılmış ve kitap klasikler arasındaki haklı yerini bulmuştur. Bir eseri kıymetli kılan şey metodolojisi ve muhtevasıdır. “Mollâ Câmî” olarak da bilinen “el-Fevâidü’z-Ziyâiyye”, muhteva ve metodoloji yönünden zengin olan bir çalışmadır. Arap dili öğretimi alanında güncelliğini koruyan bu şerhte Arap nahvi konular halinde tasnif ve şerh edilerek yararlı hale getirilmiştir. Bu çalışmamızda Abdürrahman Câmî ve eserleri hakkında bilgi verecek ve bu eseri klasik yapan etmenler üzerinde duracağız. Ayrıca günümüzde varlığını sürdüren ve bu eseri ders kitabı olarak okutan medreseler hakkında da kısa bilgi vereceğiz.

1. Abdürrahman el-Câmî Tam adı, Nûrüddîn Abdürrahman b. Nizâmiddîn Ahmed b. Muhammed eş-Şîrâzî el-Câmî’dir. 23 Şâban 817 (7 Kasım 1414)’de Horasan’ın Câm şehrinin Harcird kasabasında doğdu.3 İlk tahsilini babasından aldıktan sonra yörenin tanınmış âlimlerinden ders aldı. Devrin ünlü dil bilgini Mevlâna Cüneyd-i Usûlî’den Arap dili ve edebiyatı alanında ders aldı. Aynı zamanda şair bir kişiliğe sahip olan babası Ahmed el-Câmî’nin etkisinde kalan Abdurrahman Câmî, daha küçük yaşta iken şiir söyleme kabiliyetini elde etti. Nizamiye Medresesi’nde okudu ve burada hoca oldu. Nakşibendî tarikatına mensup olan Câmî, tefsir, kelam, tasavvuf ve dil başta olmak üzere ilmi bir zirveye ulaştı. Aydın kişiliği ve kıvrak zekâsı ile dikkatleri üzerine çeken Abdürrahman Câmî, Fatih Sultan Mehmet’in de dikkatini çekmiştir. Derin ilminden yararlanmak isteyen Fatih, iki defa Câmî’nin ’a getirilmesi için teşebbüste bulunduysa da değişik sebeplerle başarılı olamamıştır. Ancak Fatih’in oğlu II. Beyazıt ile Câmî arasında karşılıklı mektuplaşmaların olduğu kayıtlarda mevcuttur. 4

2 Şerh ile ilgili geniş bilgi için bkz.: “Ahmet Gemi, “Avâmil’e Yapılan Şerhler Bağlamında İbrahim El- Kûrânî’nin Avâmil Tekmilesi”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi (JOSR), Nisan-2017 Cilt: 9 Sayı:1 (17), ss. 315-334. 3 Hayreddin Ziriklî, el-A‘lâm, Dâru’l-‘ilmli’l-melâyîn, Beyrût 2002, III, 296; Ömer Rıza Kehhâle, Mu‘cemü’l- Müelliîn, Muessetü’r-Risâle, Beyrut 1993, V, 122; Ömer Okumuş, “Câmî, Abdürrahman”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA),İstanbul 1993, VII, 94-99. 4 Okumuş, a.g.m., VII, 95.

316 Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü

Abdürrahman Câmî, farklı alanlarda şiir ve nesir olmak üzere kırkın üzerinde eser kaleme almıştır. Bu eserleri içerisinde vefatından kısa süre önce oğlu Ziyâeddin Yusuf için kaleme aldığı “el-Fevâidü’z- Ziyâyye” adlı eseri Arap grameri hakkında olup İbn Hâcib’in el-Kâiye adlı eserine yaptığı şerhtir. Medrese geleneğimizde Mollâ Câmî veya Câmî olarak bilinen bu eserin Arap dilindeki rolü çok büyüktür.

Hocaları Daha önce de belirtildiği gibi Abdürrahman Câmî ilk tahsilini babası Nizamüddin Ahmet ed-Deştî’den almıştır. İlk tahsilini babasından aldıktan sonra geri kalan eğitimini Şeyh Cündî el-Usülî, Şehabüddin el-Hacerî, Hoca Ali Semerkandî ve Kâdızâde Rûmî gibi dönemin ünlü âlimlerinden almıştır. Fakat Câmî’nin ilmî birikimine bakıldığında O’nun söz konusu hocaların dışında başka hocalardan da ders almış olabileceği anlaşılmaktadır.

Şahsiyeti Eserlerine ve etki alanına bakıldığında Câmî’nin mümtaz bir şahsiyete sahip olduğu anlaşılmaktadır. İlme olan sevgisi, yaşadığı muhit ve çocukluğundan beri âlimlerle olan birlikteliği şahsiyetinin oluşmasında etkili olmuştur. Dini ilimler ile tasavvufun mezcinden meydana gelen ilmi birikimin etkisiyle döneminin mümtaz şahsiyetleri arasında yerini bulan Câmî’nin bu özelliği gözlerden kaçmamış, başta Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet olmak üzere birçok kişinin takdirini kazanmıştır. Câmî’nin ilme olan bağlılığını eserlerinde bulmak mümkündür. Bir şiirinde kitaplara olan sevgisini şöyle dile getirmektedir: Kitaptan daha hayırlı bir dost yoktur bu dünyada Hüzünlere, ondan başka bir çare yoktur bu dünyada Kitap ile yalnız iken sonsuz bir huzur bulursun Ondan sana hiçbir zarar gelmez bu dünyada.5 Abdürrahman Câmî, riya, nifak, yalan gibi dinen hoş karşılanmayan davranışlardan uzak yaşamıştır. Dünya ile alakası az olup uzlet halinde yaşamını sürdüren Câmî, ilim ile uğraşmanın

5 Nureddin Abdürrahman el-Câmî, el-Fevâidü’z-Ziyaiyye, (Tahkik: Osama Taha er-Rufâî), Vizaratü’l-Evkâf, 1983 Bağdat, I, 56.

317 Ahmet GEMİ dışındaki vaktini de zikir ile geçirmiştir. Saltanat sahipleri ile olan yakınlığına rağmen mütevazı bir hayat sürdüren Câmî, halk ile olan irtibatını kesmemiş ve sıradan bir kişi gibi hayatını sürdürebilmiştir. Nakşibendî tarikatına mensup olan Abdürrahman Câmî, bu tarikatın öğretilerine uygun davranmakla birlikte dininin emrettiklerine uymuş ve nehyettiklerinden de uzak durmuştur.

Vefatı Abdürrahman Câmî, 898/1492 yılında Herat’ın Hiyaban nahiyesinde vefat etmiştir. Başta Sultan Hüseyin Baykara olmak üzere dönemin eşrafı ve kalabalık bir halk kitlesi ile uğurlanan Câmî’nin naaşı hocası ve tarikat şeyhi Şeyh Saadüddin el-Kaşgirî’nin yakınına defnedilmiştir.

2. Abdurrahman Câmî’nin Döneminde Sosyo-kültürel Durum: Abdurrahman Câmî’nin yaşadığı dönemde İran üçe ayrılmıştı. Mevlana Câmî’nin de memleketi Herat’ın başkenti olduğu ve Timurlular tarafından idare edilen Doğu İran; o dönemin iki büyük ailesi olan Karakoyunlular ve Akkoyunlular tarafından yönetilen Batı ve Güney İran. 782/1380 yılında Timurlenk, Câmî’nin memleketi Herat’ın da içinde olduğu Horasan bölgesini istila etti. Timurlenk’in ölümüne (ö. 807/1405) kadar Herat halkı çok eziyet çekti. Herat’ın bütün tarihi yerleri yıkıldı ve birçok kişi öldürüldü. Timur’un ölümünden sonra yerine geçen oğlu Şahruk (ö. 851/1447) Herat’ı başkent yaparak buraya yerleşti. 28 yaşında saltanata geçen Şahruk bütün olumsuzluklara rağmen ülkesinin sınırlarını Azerbaycan, Kirmân ve Mâverâünnehir’e kadar genişletti. Şahruk’un ölümünden sonra iç sorunlar başladı ve ülke zayıf düştü. Bunu fırsat bilen Akkoyunlu ve Karakoyunlu aileleri 782/1380 yılına kadar Timurluların son sultanı olan Sultan Baykara’nın egemenliğindeki Herat’ı da içine alacak şekilde ülkeyi ele geçirdiler. Bu dönemde ülke iki uzun istikrarlı dönem yaşamıştır. Şahruk döneminde Herat şehri ilim ve irfan merkezi haline gelmiştir. Bu dönemdeki birçok eser günümüzde dahi varlığını korumaktadır. Özellikle Şahruk’un oğlu Mirza Baykara’nın ilim, fen ve edebiyatın gelişmesinde büyük katkısı olmuştur. Bu dönemde Firdevsî’nin

318 Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü

Şehnamesi üzerinde birçok çalışma yapılmış ve bu eser yeniden tedvin edilerek ilim dünyasının istifadesine sunulmuştur. Ayrıca bu dönemde birçok eser tahkik edilerek kaybolmaktan kurtarılmıştır. Sanat ve mimaride bu döneme has yeni bir tarz ortaya konmuştur. Şahruk’un ölümünden sonra kültürel hayatın Hüseyin Baykara dönemi olan ve altın çağ olarak adlandırılan döneme kadar durduğuna şahit olmaktayız. Edebiyat sevdalısı olan Sultan Hüseyin Baykara, Farsça, Arapça ve Türkçe şiirler nazmetmiştir. Kayıtlara göre bu dönemde devlet sınırları dâhilinde 12000 civarında âlim bulunmaktaydı ve bu âlimler devletçe desteklenmekteydiler. Yine bu dönemde Herat şehrinde ünlü ressam Behzâd’ın resim medresesi bulunmaktaydı. Bununla birlikte Herat’ta birçok medrese, hastane, kütüphane gibi halka hizmet eden merkezler bulunmaktaydı. Bu dönemin ünlü âlim ve ediplerinden birisi de hiç şüphe yok ki Mevlana Nureddin Abdurrahman el-Câmî’dir. Sultan Hüseyin zamanına denk gelen bu dönemde Câmî’nin hemşerisi ve çağdaşı âlim, şair ve edip Ali Şir Nevâî de yaşamıştır. Nizamülmülk’ten sonra devlet ricalince en fazla kıymet görenlerden birisi olan Ali Şir Nevâî’nin Moğolca ve Farsça binlerce beyit ihtiva eden şiir mecmuaları bulunmaktaydı. İşte kültürel hayatın çok canlı olduğu böyle bir dönemde Câmî tebarrüz etmiş ve el- Fevâidu’z-Ziyâiyye adlı eserini kaleme almıştır. Şairlik yönü ağır basan Câmî kısa zamanda, Nakşibendî tarikatının da etkisiyle ününü ülke dışına taşırabilmiş ve Osmanlı sultanlarının da dikkatlerini üzerine çekebilmiştir. Genel olarak Câmî’nin asrı -birkaç olumsuz durum dışında- kültürel olarak altın çağ olarak nitelenmektedir. Bu dönemde sayısız ilim adamı yetişmiş ve birçok eser kaleme alınmıştır. Özellikle Şahruk ve Mirza Baykara döneminde Herat şehri önemli bir ilim merkezi haline gelmiş ve âlimlerin cazibe merkezi haline gelmiştir.

3. Medrese Geleneği ve Okutulan Dersler Konu ile bağlantılı olduğu için günümüz medrese eğitimine temas etmekte yarar vardır. İslam dünyasında Arapça öğrenimi için dünden bugüne birçok çalışma yapılmıştır. Bu durum coğrafyamızı da kapsamaktadır. Abbasiler döneminde zirveyi yakalayan İslam bilim ve kültürü özelde Arap dili alanında kâmil bir seviyeye ulaşmıştı. İslam

319 Ahmet GEMİ coğrafyasının önemli bir parçası olan Osmanlı Devleti de bu alanda hatırı sayılır çalışmalara imza atmıştır. Osmanlı’nın yetiştirmiş olduğu âlimlerin kemiyeti için Bursalı Mehmed Tahir Efendi’nin “Osmanlı Müellileri” adlı eserine bakmak yeterli olacaktır. Osmanlı’da Arap dili, ilmî hayatta önemli bir yer kapsıyordu. Devletin hukuk sistemi başta olmak üzere diğer alanlar da İslamî kaynaklardan besleniyordu. Hal böyle olunca devletin hâkim olduğu bütün yerlerde Arapça ağırlığını hissettiriyordu. Osmanlı Devleti de bu mirası bir önceki Müslüman devletlerden ve özellikle Selçuklu Devleti’nden devralmıştı. Yönetimden eğitim sistemine kadar birçok alanda önceki devletlerin izinden giden Osmanlı Devleti eğitimde de Nizamiye medreseleri başta olmak üzere diğer eğitim şekillerini benimsemiştir. Medreseler dini eğitimin verildiği yerler olduğu gibi bu yerlerde Arap dili ve edebiyatı alanında da büyük çalışmalar yapılmıştır. Yapılan bu çalışmalar Osmanlı Devleti’nin çökmesiyle birlikte yeni kurulan devlete devredilmiştir. Günümüzde kütüphanelerde korunan bu değerli İslam mirası araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. Türkiye’de Arapça öğretimi formal ve informal olmak üzere iki şekilde yapılmaktadır. Formal eğitim daha çok devletin nezaretinde üniversitelerde ve ilköğretim ve ortaöğretimde yapılmakta olup üniversitelerdeki Arapça öğretimi İlahiyat Fakülteleri ile Eğitim Fakültelerinin Arap Dili ve Edebiyatı bölümlerinde yapılmaktadır. İlköğretim ve ortaöğretimlerde ise Arapça dersi, daha çok isteğe bağlı olarak, müfredata konulmuştur. Bununla birlikte Arapça dersi, 1950’lerden başlayıp günümüze kadar eğitim ve öğretimde çığır açan İmam Hatip Liselerinde yoğun bir şekilde verilmektedir. Bu kısa özetten sonra yukarıda informal eğitim olarak bahsettiğimiz ve günümüzde neredeyse formal eğitime geçmiş medreselerdeki Arapça eğitiminden bahsedeceğim. Bu medreseler Türkiye’nin neredeyse her yerinde bulunmakla beraber daha çok Türkiye’nin doğusunda aktif olarak hizmet vermektedirler. Kendilerine özgü eğitim modeli olan bu medreselerin geçmişi çok eskiye dayanmaktadır. Tarih boyunca İslam kültür ve mirasının yayılması ve korunması için bu medreseler aktif rol oynamışlardır. Türkiye’nin doğusunda bulunan ve bazıları artık günümüzde işlevselliğini kaybetmiş medreselerin önemli olanlarını şöyle sıralayabiliriz: Cizre’de Medresa Sor, Müks’te Mir Hasan Veli (Molla

320 Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü

Muhammed GÜLNAR’ın başmüderrisliğinde) medresesi, Van’da Şikal, Bitlis Hizan’da Gayda Medresesi, Ağrı merkezde Mollâ Nadir Medresesi, Ağrı Doğubeyazıt’ta Mollâ Musa Celalî Medresesi, Van’da Bediüzzaman Said Nursî’nin Horhor medresesi, Siirt’te Mollâ Halil Es’ardî’nin medresesi, Ağrı Patnos Berdav Köyü’nde Mollâ Muhammed Berdavî (Yıldırım) medresesi, Patnos merkezde Mollâ Şevket KILIÇ medresesi, Erzurum Karayazı’da Çokreşî medresesi, Mardin Kabala Köyü’nde Molla Vezir ASLAN medresesi, Bitlis, Norşin, Muş, Ohin, Silvan, Diyarbakir, Tillo medreseleri. Doğudaki medreseler Şaii/Eş’arî ekolüne bağlıdırlar. Bu medreselerde daha çok Şaii fıkhına ağırlık verilmektedir. Medrese öğrencilerinde itikadî sapmaların olmaması için azami derecede özen gösterilmektedir. Bu medreseler çoğunlukla Mevlana Halid el- Bağdadî’nin öncüsü olduğu Nakşî tarikatına bağlıdırlar. Ve bu tarikatın öğretilerini günlük olarak ikindi namazına müteakip olarak camide icra etmektedirler. Kur’an-ı Kerim’i öğrenen kişi eğitimine Peygamberimizi metheden mevlit ile devam eder. Mevlidin akabinde Arapça’yı ve Kur’an’ı anlaması için Ahmed-i Hanî’nin Arapça-Kürtçe sözlük olan “Nûbara Biçûkan” adlı eserini ezberlemek zorundadır. Yani bir öğrencinin Kur’an’ı anlaması için sözlük bilgisinin olması lazımdır. Daha sonra Mollâ Halil Es’ardî/Siirdî’nin “Nehcü’l-Enam” adlı eseri okunur ve ezberlenir. Bunlarla birlikte öğrenciler itikat alanında yazılmış basit eserler de okuyup ezberlemektedirler. Eskiden bu medrese eğitimi yaklaşık olarak 20 yıl sürmekteydi. Ancak günümüzde bu eğitim 3-4 yıl ile sınırlandırılmıştır. Bu medreselerde çoğunlukla aşağıdaki kitaplar ders olarak okutulmaktadır: Sarf ilmi: Emsile, Bina, İzzi, Sa’dini (İzzinin şerhi). Nahiv ilmi: Avamil, Zuruf, Terkib, Avamil Şerhi, Muğni ve Şerhü’l-muğni, Katrü’n-neda, Eliyye (İbnu akil ya da Suyuti), el- Fevâidü’z-Ziyâiyye/Mollâ Câmî. Abdürrahman Câmî’nin bu eseri medrese müfredatındaki kitapların ilk son halkasını oluşturmaktadır. Bu eseri okuyan öğrenci Arapça’daki rüştünü ispatlamaktadır. Artık bu eserden sonra ikinci bir eğitim süreci başlamaktadır ki bu süreçte okunan eserler daha çok mantık ağırlıklıdır. Fıkıh ilmi: Hanei fıkhı: Nûru’l-izah, el-İhtiyar. Şaii fıkhı: Gayetü’l-ihtisar, Sirac’ül-vehhac, Müğni’l-muhtac, Usülü’l-fıkıh.

321 Ahmet GEMİ

Hadis ilmi: Riyazü’s-salihin, et-Tac, Usülü’l-hadis. Tefsir ilmi: Tefsirü’l-Celaleyn, Tefsirü’l-Beyzavî, el-Keşşaf, Tefsirü’l-Hazın, el-İtkan i ulumi’l-Kur’an, Usülü tefsir. Akaid ilmi: Ehl-i sünnet akaidi, Cevheretü’t-tevhid... Herhangi bir resmi yaptırımın uygulanmadığı medreselerde öğrenciler son derece saygılı davranmaktadırlar. Medrese adabına muhalif hareket eden bir öğrenci bu tavrını ısrarla sürdürürse medreseden atılmaktadır. Yukarıda isimleri zikredilen eserleri okuyan öğrenciye icazet/diploma verilmektedir. Bu icazet, alanında yetkin olan birkaç medrese hocası tarafından verilmekte ve icazet belgesi bu kişilerce imzalanmaktadır. Mezuniyet döneminde büyük bir tören düzenlenmekte ve halkın huzurunda bu icazet verilmektedir. Günümüzde bu medreseler devletçe resmi kurum olarak kabul edilmediğiden söz konusu medreselerden mezun olanlar herhangi bir memuriyete atanmak için aynı zamanda resmi bir okul da okumak zorundadırlar.

4.Eserleri Özellikle hayatının son döneminde verimli eserler kaleme alan Abdürrahman Câmî’nin Farsça ve Arapça olmak üzere birçok mensur ve manzum eseri bulunmaktadır. Hendeseden yazı yazma sanatına kadar nerede ise bütün ilim dallarında eser kaleme alan Câmî’nin bazı Arapça eserleri şunlardır: 1. Tefsirü’l-Kur’an-ı Kerim 2. Dürretü’l-fâhira 3. Risâletü Lâ İlâhe İllallah 4. Şerhü Dua-i’l-kunut 5. Fevâidü’d-Ziyâiyye. 6. Câmî’nin yirminin üzerinde de Farsça eseri bulunmaktadır. Bazıları şunlardır: 7. Eşi‘atü’l-lemeat 8. Baharistan 9. Târihü Herat

322 Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü

10. Cehlü Hadis 11. Divan 12. Risâletü Erkân-ı Hac 13. Risâletü Tecnis-i Hat 14. Risâletü der-Fenn-i Kâiye 15. Risaletü Şerh-i Rubaiyyat 16. Levâih 17. Mesneviyat-ı Heft Evreng. Abdürrahman Câmî ve eserleri ile ilgili bu kısa bilgiden sonra O’nun meşhur eseri olan “el-Fevâidü’z-Ziyâiyye” adlı eseri hakkında şunlar söylenebilir:

Câmî’nin el-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eseri Abdürrahman Câmî, el-Fevâidü’z-Ziyâiyye adlı eserini İbn Hâcib’in el-Kâiye adlı eserine şerh olarak kaleme almıştır. İbn Hâcib’in iki önemli eserinden biri olan el-Kâiye’nin medrese geleneğinde rolü büyüktür. Nahve dair olan bu eser için onlarca şerh ve ta’lik yazılmıştır. Bu şerhlerden biri de şârihi Mevlânâ Abdürrahman Câmî’ye nisbetle “Mollâ Câmî veya Mevlânâ Câmî” olarak şöhret bulmuş fakat asıl adı “el-Fevâidü’z-Ziyâiyye” olan eserdir. Bu eserinde Câmî, el-Kâiye’nin diğer şerhlerini de göz önüne alarak bu eserdeki müşkil meseleleri izah etmiş ve eseri başta talebe-i ulûm olmak üzere oğlu Ziyâüddin Yusuf’a adamıştır. Câmî bu konuda eserin mukaddimesinde şöyle demektedir: “Bu eser, ünlü âlim İbn Hâcib’in eseri olan el-Kâiye’deki müşkülleri gideren faydalı bir eserdir. Onu değerli oğlum Ziyâüddin Yusuf -Allah O’nu her türlü dert ve kederden korusun- için ördüm ve “el-Fevâidü’z-Ziyâiyye” ismi ile isimlendirdim. Allah O’nu ve bu işe yeni başlayan diğer ilim ehlini bununla faydalandırsın.”6 Câmî bu kıymetli eserini vefatından bir sene önce tamamlamıştır. Kısa zamanda ilim ehlince çok yüksek bir değer gören bu eser medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserin kıymetine dair birçok şey söylenmiştir. Bu konuda Keşfü’z-Zünûn’un sahibi Hacı Halife şöyle demektedir: “Mevlânâ Nûreddin Abdürrahman Câmî, el-

6 el-Câmî, a.g.e., mukaddime bölümü.

323 Ahmet GEMİ

Kâiye’nin diğer şerhlerindeki faydalı bilgileri de derleyerek, noksan gördüğü şeyleri ekleyerek “el-Fevâidü’z-Ziyâiyye” olarak isimlendirdiği özet ve faydalı bir eser kaleme almıştır. Bu eser günümüzde yaygın ve kıymet gören bir eserdir.”7 Taşköprüzâde ise bu konuda şöyle söylemektedir: “el-Fâzıl es- Sâmî Mevlânâ Abdürrahman el-Câmî’nin şerhi güzel ifadesi ve düzgün tertibiyle öyle bir zirveye ulaşmış ki üzerine herhangi bir şey eklemek imkânsızdır.”8 Zengin içeriği ile dikkatleri çeken el-Fevâidü’z-Ziyâiyye adlı eser bir şerh olmasına rağmen onun için de birçok şerh ve haşiye yazılmıştır. Sayısı elliyi aşan bu şerhlerin birbirinden ayrı yönleri bulunmaktadır.

Metodu Câmî, eserine besmele, hamdele ve salvele ile giriş yaptıktan sonra bu şerhi yazmadaki gayesini dile getirerek temel metin olan el- Kâiye’nin sahibi olan İbn Hâcib’i zikretmekte ve ona dua etmektedir. Basra nahiv ekolüne bağlı olan Abdürrahman Câmî, bu eserinde asıl metin sahibi olan İbn Hâcib’e de uyarak Basralıların görüşü çerçevesinde şerh ve izah yapmaktadır. Bu, eserin başından sonuna kadar bariz olarak görülmektedir. Ancak eserin bazı yerlerinde bu prensibe uyulmadığını görmek mümkündür. Câmî, İbn Hâcib’in el-Kaiye’de takip ettiği metoda sıkı sıkıya uymuş ve eser tertibinin dışına çıkmamaya özen göstermiştir. Meselelere getirdiği izahatlar, kullandığı terimler ve eklemelerin hepsi bu tertip çerçevesinde ele alınmaktadır. El-Kâiye hacimce küçük bir eser olduğu için doğal olarak nahvin bazı konularını içermemiştir. Bundan dolayı eserde bulunmayan ve Arap nahvi açısından önem arz eden konular Câmî tarafından ele alınmış kelime kelime, cümle cümle eserin ilgili yerlerine konulmuştur. Şerhin bir diğer özelliği de basit bir nesir ile yazılmış olmasıdır. Câmî eseri şerh ederken sıyak ve sıbaka önem vermiş, konuları belli bir düzen çerçevesinde ele almıştır. Metinde geçen terimlerin açıklamaları yapılmış ve eğer gerekiyorsa bu terimler için en az bir örnek verilmiştir. Gramer konuları ele alınırken önce konu ile ilgili olarak ikna edici bir açıklama yapılmış, konu ile ilgili tartışmalara temas edilmiş ve daha

7 Hacı Halife, Keşfü’z-Zünûn, Mevkiü’l-muhaddis, II, 1372. 8 Ahmet b. Mustafa (Taşköprüzâde), Miftâhü’s-Saade, Dârü’l-Kütüb, Beyrut, I, 185.

324 Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü sonra isabetli görüş belirtilmiş ve konu ile ilgili ayet, hadis, mesel, şiir gibi şevâhid ile desteklenmiştir. kelimelerini sık sık kullanarak ﻗﯿﻞ ile ﻗﺎل Câmı,̂ eseri şerh ederken kendisinden önceki otoritelerin de görüşlerine atıfta bulunmaktadır. Şayet görüşünü beğenmediği kişiler olursa bu konu ile ilgili –günümüz bu konuda tartışmalar/bu) وﻓﯿﮫ ﻧﻈﺮ tabiri ile- şerhini koymakta ve konuda görüş farklılıkları var) diyerek kendi görüşünü dile eğer) إن ﻗﻠﺖ getirmektedir. Ayrıca konunun daha iyi anlaşılması için şöyle derim/deriz) veya) ﻗﻠﺖ-ﻗﻠﻨﺎ desen) gibi mukadder sorular sorarak şöyle cevap veririm) gibi cevap cümleleri ile konuyu daha fazla) أﺟﯿﺐ detaylandırmaktadır. Ayrıca Câmı,̂ nahiv felsefesini de çok iyi bilmektedir. Meselelerin izahını yaparken konu ile ilgili felsei tartışmaları dile getirmekte ve konunun nedenselliğini de izah etmektedir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi Câmî, el-Fevâidü’z-Ziyâiyye adlı şerhinde el-Kâiye’nin diğer şerhlerini de göz önüne alarak şerh ve izahatta bulunmaktadır. El-Kâiye’nin birçok şerhinin olduğunu yukarıda söylemiştik. Bu şerhler içerisinde Câmî’nin itimat ettiği ve eserinde sık sık atıfta bulunduğu iki şerhten biri Radiyüddin el- İstrâbâzî (ö. 688/), Şerhü’r-Radî ale’l-Kâiye9 adlı eseri iken diğer de bizzat el-Kâiye’nin sahibi İbn Hâcib tarafından yapılan söz konusu eserine yaptığı şerhtir. Bu iki kitabın etkisini Câmî’nin şerhinde baştan sona kadar görmek mümkündür. Abdürrahman Câmî’nin el-Fevâidü’z-Ziyâiyye adlı şerhi, el- Kâiye’nin şerhleri arasında tebarüz etmiş bir eserdir. Bu şerhi diğer şerhlerden ayıran yönleri çoktur.10 Konunun fazla uzamaması için yukarıda anlattıklarımızla iktifa ediyoruz.

Kaynakları Abdürrahman Câmî’nin el-Fevâidü’z-Ziyâiyye adı eseri İbn Hâcib’in el-Kâiye adlı eserine yapılan bir şerhtir. Bu şerhinde Câmî, el-Kaiye ile alakalı olan kaynaklardan istifade etmekle birlikte söz konusu eserin şerhlerinden11 de istifade etmiştir. Bununla birlikte Kur’an, hadis kaynakları, diğer Arap dili kaynakları, şiir, beyan, bedi,

9 Eser için bkz.: Radiyüddin el-İstrâbâzî, Şerhü’r-Radiy ale’l-Kâiye, (Tashih: Yusuf Hasan Omar), Camiatü Kaz Yunus Yayınları, 1996 Bingâzi. 10 Bu konuda geniş bilgi için bkz.: el-Câmî, a.g.e., I, 86 vd. 11 el-Kâiye’nin şerhleri için bkz.: el-Câmî, a.g.e., I, 32 vd.

325 Ahmet GEMİ arûz… gibi konuları kapsayan diğer eserler de bu şerh için kaynaklık teşkil etmişlerdir.

Bu Eser Klasikler Arasındaki Yerini Nasıl Aldı? İbn Hâcib’in el-Kâiye adlı eserinin sayısız şerhlerinden biri olan el-Fevâidu’z-Ziyaiyye adlı eserinde Câmî daha önceki şerhlerden de yararlanarak yeni açıklamalarda bulunmuş ve bu eserde anlaşılması zor olan yerleri anlaşılır hale getirmiştir. Bundan dolayı bu eser kısa zamanda ün bulmuş ve medreselerdeki müfredatta yerini almıştır. Özellikle de doğu medreselerinde haklı bir üne kavuşmuştur. Herhangi bir eseri klâsik yapan birçok neden vardır. Bunların başında eserin muhtevası ve anlatım tarzı gelmektedir. el-Fevâidü’z- Ziyâiyye’ye baktığımızda bu iki özelliğin varlığını ilk etapta sezeriz. Fakat söz konusu eserde bu iki özellik dışındaki bazı özellikler de görülüyor ki onları da bizzat bu eseri okuyan ve okutan bir müderrisle görüşmemizde elde ettik. Mollâ Câmî’nin klasikler arasındaki yerini nasıl aldığı hususunda 13.05.2017 tarihinde saat 17.30’da Mardin Kabala Medresesi müderrisi Sayın Mollâ Vezir ASLAN ile bir görüşme gerçekleştirdik. Yaptığımız bu görüşmede Mollâ Vezir ASLAN, Mollâ Câmî’nin ilim dünyasında meşhur olmasının sebeplerini maddeler halinde şöyle açıklamaktadır: 1. Dilindeki sadelik 2. Tasavvuf ehli olması 3. Nahiv ve tasavvufu iç içe anlatıyor olması 4. Nahiv ve dil felsefesini bir arada işlemesi 5. Batınî ve işârî yorumlara ağırlık vermesi 6. Muttaki bir âlim olması 7. Verdiği örneklerin zenginliği 8. Şerh ettiği kitabın –el-Kâfiye- medrese ehlince seviliyor olması…

Sonuç Abdürrahman Câmî İslam âleminin yetiştirmiş olduğu ünlü âlimlerdendir. Ana dili olmadığı halde Arap dilinde önemli eserler kaleme almış ve bu eserleri yüzyıllarca medreselerimizde

326 Abdürrahman Câmî ve El-Fevâidü’z-Ziyâiyye Adlı Eserinin Medrese Eğitimindeki Rolü okutulmuştur. O’nun dil ve tasavvuf ile ilgili görüşleri kültür mirasımızda zengin bir ufuk açmıştır. Günümüzde bile her bir Arapça öğrenenin müracaat kaynağı olan el-Fevâidü’z-Ziyâiyye O’nun ünlü bir eseridir. Bu eser günümüzde Arap dilinin önemli bir klasiği olarak anılmaktadır. Bu eseri klasik yapan önemli etmenlerin başında onun sade bir dil ile yazılmış olması ve tasavvuf öğretilerini dil aracılığı ile öğretiyor olmasıdır. Eskiden olduğu gibi günümüzde de medreselerde Câmî’nin el-Fevâidü’z-Ziyâiyye adlı eseri “Mollâ Câmî veya Câmî” olarak bilinmektedir. Medrese eğiminin ilk son halkasında bulunan Mollâ Câmî’yi okumayan öğrenciye “mollâ veya talib” denilmez. Bu eseri okuyan kişiye ise “mollâ veya talib” denilmiş olup bu kişi medrese eğitiminin ilk zorlu aşamasını bitirerek genellikle mantık ve usül kitaplarının okutulduğu aşamaya geçme hakkını elde etmektedir. Günümüzde birçok yayınevi tarafından iki cilt olarak basılan Mollâ Câmî’nin üzerinde de şerh ve ta‘likler bulunmaktadır. İlim dünyasınca eskiden beri takdirle okunan ve okutulan bu eserin gelecekte de zirvedeki yerini koruyacağı şüphesizdir.

Kaynaklar el-Câmî, Nureddin Abdürrahman, el-Fevâidü’z-Ziyaiyye, (Tahkik: Osama Taha er-Rufâî), Vizaratü’l-Evkâf, 1983 Bağdat. Gemi, Ahmet, “Avâmil’e Yapılan Şerhler Bağlamında İbrahim El- Kûrânî’nin Avâmil Tekmilesi”, e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, JOSR Nisan-2017 Cilt: 9 Sayı:1 (17), ss. 315-334. el-İstrâbâzî, Radyüddin, Şerhü’r-Radiy ale’l-Kâiye, (Tashih: Yusuf Hasan Omar), Camiatü Kaz Yunus Yayınları, 1996 Bingâzi. Kehhâle, Ömer Rıza, Mu‘cemü’l-Müelliîn, Muessetü’r-Risâle, Beyrut 1993. Okumuş, Ömer, “Câmî, Abdürrahman”, TDV İslâm Ansiklopedisi (DİA),İstanbul 1993, VII, 94-99. Taşköprüzâde, Ahmet b. Mustafa Miftâhü’s-Saade, Dârü’l-Kütüb, Beyrut. Ziriklî, Hayreddin, el-A‘lâm, Dârü’l-‘ilm li’l-melâyîn, Beyrût 2002.

327