T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

ANTİK KAYNAKLARA GÖRE İÇ BATI ANADOLU’NUN () JEOPOLİTİĞİ

Fatih Mehmet BERK

Doktora Tezi

Doç. Dr. Özdemir KOÇAK

Konya 2011

T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadar ki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiği, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Fatih Mehmet BERK

ii

T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

DOKTORA TEZİ KABUL FORMU

Fatih Mehmet BERK tarafından hazırlanan “Antik Kaynaklara Göre İç Batı Anadolu’nun (Phrygia) Jeopolitiği” başlıklı bu çalışma 16/05/2011 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği / oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından doktora tezi olarak kabul edilmiştir.

Doç. Dr. Özdemir KOÇAK Danışman

Prof. Dr. Hasan BAHAR Üye

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali HACIGÖKMEN Üye

iii

ÖNSÖZ

Gerek ders döneminde ve gerekse tez döneminin konu seçimi ve tez yazımı aşamasında, her daim kapısını rahatlıkla çalabildiğimiz, odasında bize değerli vakitlerini ayıran, gerek telefon ve gerekse e- posta ile sıkıntılı anlarımızda yardımını esirgemeyen, mütevazi şahsiyet, danışman hocam Sayın Doç. Dr. Özdemir KOÇAK’a sonsuz teşekkür ederim. Sadece Selçuk Üniversitesi’nin değil, ülkemizin yetiştirdiği duayen hocalarımızdan, entellektüel birikimiyle ufkumuzu açan, bizi cesaretlendiren, sadece ilmi yönü ile değil irfani noktada da tüm öğrencilerini rehberlik edip, yetiştiren, birikimini sadece yerel çapta değil, uluslar arası alanda da sunan, Tarih Bölümü Başkanı, Sayın hocam, Prof. Dr. Hasan BAHAR’a minnet duygularımı sunarım.

Öğrencilik hayatımın başlangıcından bu ana kadar, bende emeği bulunan tüm öğretmenlerime saygı ve şükranlarımı sunarım.

Dualarıyla desteklerini sürekli hissettiğim, çalışmalarımda itici güç olan anne ve babama, akademik hayatımın ve bilhassa doktora tezimin her aşamasında yanımda olan, moral veren ve sıkıntılarımı paylaşan eşim ve çocuklarıma, beni devamlı uyarıp çalışmamı sağlayan, “Babacığım, senin doktoran yok muydu?” deyip, televizyon kumandasını elimden alan küçük oğlum Ertuğrul Yusuf’a sevgi ve saygılarımı bir kez daha iletirim.

Almanca çevirilerde Almanya’dan e-posta yolu ile yardımcı olan kardeşim Lütfullah BERK ve eşi Britta BERK’e ve sevgili öğrencim Neslihan ÖZTÜRK’e teşekkür ederim.

Fatih Mehmet Berk

iv

T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı: Fatih Mehmet 064102011002 BERK

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih Bilim Dalı /Eskiçağ Tarihi ABD.

rencinin rencinin Danışmanı Doç. Dr. Özdemir KOÇAK ğ Ö

Antik Kaynaklara Göre İç Batı Anadolu’nun Tezin Adı (Phrygia) Jeopolitiği

ÖZET

Phrygia, Anadolu’nun jeopolitik konumuna değer katan en önemli merkezlerden birisidir. Medeniyetin ilk başlangıç yıllarından günümüze kadar devam eden serüveninde, Doğu- Batı, Batı- Doğu arasında meydana gelen karşılıklı etkileşimde Doğu’nun Batı’ya açılan son penceresi olurken, Batı’dan Doğu’ya yönelen hareketlerde, Doğu topraklarına adım atılan ilk nokta olmuştur. Batı medeniyetinin sahiplendiği birçok değerde Phrygia’nın ruhu vardır. Phrygia, sadece köprü görevi görmeyip, Doğu’dan aldığı değerleri kendi bünyesinde harmanlayıp, Batı’ya yeni bir model olarak sunma becerisini göstermiştir. Doğu, Phrygia’nın esin kaynağı olmuştur. Tam tersi istikamette Batı’dan Doğu’ya yönelen hareketlerde Phrygia vazgeçilmez bir nokta olmuştur.

Phrygia’nın müstesna konumu, jeopolitik gücünün “sürdürülebilinirliğini” günümüzde iki noktada devam ettirmektedir. Birincisi, kendi dönemi içinde jeopolitik gücünün oluşmasına neden olan coğrafi unsurlar sonucu oluşan ekonomik,

v ticari ve ulaşım gücüdür. Farklı devletlere beşiklik eden bu güç, günümüzde varlığını Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde devam ettirmektedir.. Bu bölge, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Batı’ya uzanan, ekonomik, ticari ve ulaşım yönü kuvvetli olan bir bölgedir. Sürdürülebilinirliğin devam ettiği ikinci nokta ise, Phrygia’nın o dönemde oluşturduğu ve Yunanistan aracılığıyla Batı dünyasına ve tüm dünyaya yayılan mitsel hikâyeleridir. Bu güç, antik yazarlardan günümüze kadar birçok edebiyat ve sanat dünyasının seçkin insanlarının eserlerine yansımış ve yansımaya da devam etmektedir.

vi T.C. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı: Fatih Mehmet 064102011002 BERK

Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih Bilim Dalı /Eskiçağ Tarihi ABD. rencinin rencinin

ğ

Ö Danışmanı Doç. Dr. Özdemir KOÇAK

The Geopolitics of Mid West (Phrygia) in the View of Ancient Resources Tezin Adı

ABSTRACT

Phrygia is one of the distinguished centers that contribute a lot to the geopolitical position of Anatolia. From the beginning of the civilization line to the today’s world, the region of Phrygia has always been the focus point of different civilizations. This power depends on its geopolitical position. In the 1st millennium B.C. , it was the last point of the East that extends the West during the mutual interaction of civilizations and it was also the first step point of the West on the location of the East concerning the civilization movements extending from the West to the East. There is an essence of Phrygia in many European values and norms. Phrygia didn’t only serve as a bridge but also blend the Eastern values and presented to the West as a new form. The East was the source of inspiration. On the contrary movements from the West to the East, Phrygia again became the indispensable location.

The geopolitical power of Phrygia obtained through the exceptional location of itself has been carrying on its “sustainability” in two points. The first one is the economical, financial and transportation power based on its geographical factors that emerged in its own period. The region that has been the cradle of many civilizations vii and the geopolitical power related with this location still maintain their importance in the borders of Turkish Republic. This region is an indispensable location of Turkish Republic with the contribution of economical, financial and transportation powers that extend to the west. The second one is, the mythological tales of Phrygia spreading to the West through the Greece and then to the entire world. This literal power has been represented in many distinguished authors, poets and artists’ works and still carries on its sustainability.

viii KISALTMALAR

AAG. Assocaiton of American Geographers.

AAAG Annals of the Association of American Geographers

AGS American Geogrraphical Society

AJA. American Journal af Archaeology.

AJAHFA American Journal of Archaeology and of the History of the Fine Arts

AKÜ. Afyon Kocatepe Üniversitesi.

Anat St. Anatolian Studies.

APSR American Political Science Review

ASAM Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi

ASR. American Sociological Review

AKÜ Afyon Kocatepe Üniversitesi

AÜ. Ankara Üniversitesi

AÜDTCFD. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi.

BASOR Bulletin of the American Schools of Oriental Research

BAR. British Archaeological Reports

BC Before Christ

BiOr. Bibliotheca Orientalis

C. Cilt

ix CAH. The Cambridge Ancient History.

CJ Classical Journal

CJES Canadian Journal of Earth Sciences

CUP. Cambridge University Press

Çev Çeviren

EÜ. Ege Üniversitesi

Encylop. Encylopedia

Edit. Editör

FGrH Die Fragmente der Griechischen Historiker

FOA Formae Orbis Antiqui

G. Gram

GUAM. Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova

GÜEFD. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi.

H. Harita

HRA Historical Records of Assyria

IBG. Institute of British Geographers

JCR Journal of Conflict Resolution

JHS. Journal of Hellenistic Studies.

JRS. Journal of Roman Studies.

JRA. Journal of Roman Archeology

x İTÜ Teknik Üniversitesi

M. Metre

METU. Middle East Technical University

MÖ. Milattan Önce

MS. Milattan Sonra

NSDAP. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Die Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei)

PA Pacific Affairs

PBSR Papers of British School of Rome

RE. Pauly-Wissowa Kroll Real Encyclopadie

SÜ. Selçuk Üniversitesi

TIB. Tabula Imperii Byzantini

TTK. Türk Tarih Kurumu.

Yay. Yayıncılık

Trans. Çeviren

Vol. Volume (Cilt)

WP World Politics

WPQ Western Political Quarterly

YKY. Yapı Kredi Yayınları

ZPE. Zeitschrift für Papyrologie und Epigraphik

xi

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI ...... ii

DOKTORA TEZİ KABUL FORMU ...... iii

ÖNSÖZ ...... iv

ÖZET ...... v

ABSTRACT...... vii

KISALTMALAR...... ix

İÇİNDEKİLER ...... xii

RESİMLER LİSTESİ ...... xvi

GİRİŞ...... 1

BİRİNCİ BÖLÜM: TARİH & COĞRAFYA VE JEOPOLİTİK İLİŞKİSİ...... 4

1. 1. Tarih & Coğrafya ve Jeopolitik Üçgeni...... 4

1. 2. Tarih Kavramı……………………………………………………………...... 5 1. 2. 1. Tarih ve Jeopolitik ...... 6

1. 3. Coğrafya Kavramı...... 8 1. 3. 1. Tarihi Coğrafya...... 10

1. 3. 2. Coğrafya ve Jeopolitik...... 11

1. 3. 3. Siyasi Coğrafya ve Jeopolitik ...... 13

1. 4. Tarih ve Coğrafya Arasındaki Bağ ...... 16

İKİNCİ BÖLÜM: JEOPOLİTİK ...... 19

2. 1. Jeopolitik Kavramı...... 19

2. 2. Jeopolitiğin Gelişimi………………………………………………………..21 2. 3. Jeopolitiğin Unsurları…… ...... 21

2. 3. 1. Coğrafi Konum ...... 25

xii 2. 4. Jeopolitiğin Klasik Dönem Teorileri ...... 26

2. 4. 1. Kara Hâkimiyet Teorisi ve Mackinder ...... 27

2. 4. 2. A.T. Mahan ve Deniz gücü Teorisi...... 28

2. 4. 3. A.T. Haushofer ve Alman Hayat Alanının Genişletilmesi………. 30

2. 4. 4. Ratzel ve Organik Varlık Olarak Devlet...... 31

2. 4. 5. Kjellen ve Jeopolitik ...... 33

2. 4. 6. Spykman ve Kenar Kuşak Teorisi ...... 33

2. 5. Jeopolitiğin Yeni Klasik Dönemi ...... 35

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: PHRYGIA BÖLGESİ ...... 38 3. 1. Phrygia’nın Tarihi Coğrafyası ...... 38

3. 2. Phryglerin Kökeni ve Siyasi Tarihi ...... 46

3. 2. 1. Phryglerin Kökeni...... 46

3. 2. 2. Phryglerin Siyasi Tarihi...... 49

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: PHRYGIA’NIN JEOPOLİTİK GÜCÜ ...... 63 4. 1. Phrygia’nın Jeopolitik Konumu...... 63

4. 2. Phrygia’nın Ekonomik ve Ticari Gücü...... 69

4. 2. 1. Phrygia ve Mermercilik ...... 79

4. 2. 1. 1. Mermer Ocaklarının Yönetimi...... 84

4. 2. 1. 2. Yukarı Tembris Vadisi Mermer Ocakları...... 89

4. 2. 2. Phryg Dokumacılığı...... 91

4. 2. 3. Phrygia Cam Endüstrisi ...... 95

4. 3. Phrygia’nın Ulaşım Gücü ...... 97

4. 3. 1. ve Stratejik Konumu...... 103

4. 3. 2. Kral Yolu ...... 110

4. 4. Phrygia’nın Edebiyat, Sanat ve Müzik Gücü...... 113

xiii 4. 4. 1 Phrygia’nın Mitolojik Gücü ve Günümüz Edebiyatına Yansımasının Karşılaştırmalı Olarak Analizi...... 113

4. 4. 1. 1. İskender ve Gordion Düğümü...... 115

4. 4. 1. 2. Kral Midas ve Altın Dokunuş...... 117

4. 4. 1. 3. Apollo ve Pan’in Müzik Yarışması ...... 118

4. 4. 1. 4. Kybele ve Attis ...... 122

4. 4. 1. 5. Kral Nannakos ve Tufan...... 124

4. 4. 1. 6. Philemon ve Baucis ...... 126

4. 4. 2. Phryg Sanatı...... 129

4. 4. 2. Phryg Dili...... 132

4. 4. 4. Phryg Müziği ...... 137

4. 4. 5. Phryg El Sanatları ...... 139

4. 5. Phrygia’nın Teolojik Gücü ...... 145

4. 6. Phryg Mimarisi ...... 151

Sonuç ...... 162

Kaynakça ...... 169

Antik Kaynaklar...... 169

Modern Kaynaklar ...... 174

E-Kaynakça...... 203

Ekler...... 204

Haritalar ...... 204

Resimler...... 219

ÖZGEÇMİŞ...... 236

xiv HARİTALAR LİSTESİ

Harita 1: Phrygia’nın da içinde bulunduğu Küçük Asya (Vermeule, 1968) ...... 204

Harita 2: Phrygia ve Komşuları Phrygia (Butler, Samuel, 1907) ...... 205

Harita 3: Phrygia ve Küçük Asya (Mc Evedy 1979, 44)...... 206

Harita 4:Phrygia bölgesi haritası (Barclay, 1906 ) ...... 207

Harita 5: Kimmer İstilası Sonrası Küçük Asya (Mc Evedy 1979, 47) ...... 208

Harita 6: Pers İmparatorluğu (Mc Evedy 1979, 51) ...... 209

Harita 7: B. İskender’in Fetih Güzergâhı (Butler, Samuel, 1907)...... 210

Harita 8: B. İskender İmparatorluğu (Mc Evedy 1979, 59)...... 210

Harita 9 : B. İskender Sonrasi Oluşan Krallıklar (Mc Evedy 1979, 61)...... 211

Harita 10: B. İskender Sonrası Oluşan Krallıklar (Smith, Barry D.)...... 212

Harita 11: Roma Dönemi K. Asya (Thomas, 2007: 251) ...... 212

Harita 12: Anadolu’daki Ana Yollar (Winfield, 1977: 151)...... 213

Harita 13: B. İskender’in Phrygia Rotası (Stark, 1958: 109)...... 214

Harita 14: Phrygia Bölgesi’ndeki Roma Yolları (Frend, 1956: 50) ...... 215

Harita 15: Gordion ve Kral Yolu (Young, 1963: 349) ...... 216

Harita 16: Kral Yolu (Calder, 1925: 8)...... 217

Harita 17: M. Ö. 8. ve 7. yüzyıl Yunanistan ve Anadolu (Birmingham, 1961: 188- 189)...... 218

xv RESİMLER LİSTESİ

Resim 1: Roma İmparatorluğu’ndaki Maden Ocakları (Hirt, 2010: 11) ...... 219

Resim 2: Augustus Forumu’ndaki Mars Ultor Tapınağı ...... 220

Resim 3: Pantheon’da Pavonazetto mermerinden yapılmış sütunlar. (http://www.romeartlover.it/Stones.html)...... 221

Resim 4: Pantheon Dıştan Görünüm...... 222

Resim 5: Yukarı Tembris Vadisindeki Mermer Ocakları(Waelkens, 1985:642) .... 223

Resim 6: Phryg Dokuma Tezgâhı Rekonstrüksiyon. (Burke, 2005, 77) ...... 224

Resim 7: Ağırşak. (Burke, 2005, 73)...... 225

Resim 8: Dokumada kullanılan bıçaklar (Burke, 2005, 79) ...... 226

Resim 9: Dokumacı Tarağı (Burke, 2005, 78)...... 227

Resim 10: Toledo Sanat Müzesi Cam Koleksiyonu: İç Kalıp Tekniği ile Yapılmış Akdeniz Bölgesi Kaseler (Jones, 2005, 103)...... 228

Resim 11:Gordion’da Tümülüs P’de bulunan 15,4 cm çapında kalıba dökülerek yapılan mesomphalic phiale (Jones, 2005, 105)...... 229

Resim 12 Phryg Tarzı Taç Süslemeli Cam Kase Parçası (Jones, 2005, 107)...... 230

Resim 13: Gordion’da bulunan kuş figürlü (M. Ö. 650-640) kap. (Young, 1963:351)...... 231

Resim 14: Gordion’da Büyük Tümülüs’te bulunan tunçtan yapılmış sade, yivli ve taç yapraklı desenlerle süslenmiş göbekli kâseler (Young, 1963: 361)...... 232

Resim 15: Gordion’da Büyük Tümülüs’te bulunan tunçtan yapılmış hakla kulplu, derinliği az olan kâseler (Young, 1963: 362)...... 233

Resim 16: Mezar Odalarında Kullanılan Ahşap Malzemeler ve Zıvanaları Gösteren Restore Edilmiş Halini Gösteren Çizim (Young, 1960: 4)...... 234

Resim 17: M. Ö. 8. Yüzyıla Tarihlenen Duvara Çizilmiş Üç Ev ve Kuş Resmi (Young, 1960: 7)...... 235

xvi GİRİŞ

Anadolu, sahip olduğu konumundan aldığı güçle yüzyıllardır birçok medeniyete kucak açmıştır. Günümüzden geçmişe doğru yolculuk edecek olursak, kültür ve medeniyetin bayraktarlığını yapan, Avrupa ve Amerika’nın kadim medeniyetler beşiği olan Orta Doğu’ya açılan kapısı olmuştur. Eskiçağ tarihinde ise Phrygia varolduğu M.Ö. I. binyılda Doğu’nun Batı’ya açılan son penceresi olmuş, Doğu-Batı arasından yaşanan karşılıklı etkileşimde önemli katkılar sağlamıştır.

Türkiye, günümüzde Amerika, Avrupa Birliği ve Orta Doğu arasında bir köprü vazifesi görürken, aynı vazifeyi geçmişte K. Asya görmüştür. K. Asya, medeniyetinin ilk tohumlarını Mezopotamya ve Mısır’dan alıp, Yunanistan ve Trakya’ya akışına öncülük ederek bu görevi gerçekleştirmiştir. K. Asya, medeniyetin yeşerdiği ilk yıllarda Doğu’dan Batı’ya doğru ilerleyen hareketin geçiş noktası olmakla kalmayıp, aynı zamanda birçok etkide bırakmıştır. Bugün Batı medeniyetinin temel taşlarından olan Yunan medeniyeti, K. Asya’dan pekçok şeyi alarak kendi bünyesinde harmanlamıştır.

Türkiye’nin çağımızda rol aldığı stratejik ve jeopolitik gücü konusunda farklı alanlarda çalışmalar bulunmaktadır. Geçmişten miras kalan bu rolün Eskiçağda’ki boyutu tam anlamıyla henüz değerlendirilmemiştir ve bakir bir vaziyettedir. Hatta Anadolu’nun üstlendiği bu rol konusunda geçmişten günümüze doğru sıralanan çok boyutlu bir çalışma yoktur. Lokal anlamda makale çalışmaları vardır.

Phrygia, medeniyetin ilk adımlarının atıldığı M.Ö. I. binyılda Doğu’dan yükselen ışığın Batı’ya taşınmasına öncülük etmiştir. Doğu sanatının, aklının ve dininin Yunan medeniyetine ulaştırılmasında öncü rol oynamıştır. Bu noktada, konum itibariyle Yunanistan’a çok yakın olan, K. Asya’nın batıya açılan penceresi olan Phrygia’yı, jeopolitik unsurlar doğrultusunda değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmamızda Batı’nın ruhunda var olan Doğu’nun izlerini bulmaya ve K. Asya’nın kilit noktalarından biri olan Phrygia’nın bu sentezde varolan rolünü irdelemeye çalıştık.

1 Çalışmamızın birinci bölümünde, 19. yüzyılın sonralarında tanımlanan, ancak varlığı insanoğlunun toplumsal bir varlık olarak sahneye çıktığı andan itibaren var olan ve tarih, coğrafya, siyasi coğrafya vb. disiplinler adı altında mevcudiyetini devam ettiren jeopolitiğin köklerine inmeye çalıştık. Coğrafyanın tarihi, insanoğlunun yeryüzüne inmesiyle başlarken, bu oluşum, tarihi olayların şekillenmesinde de rol oynamıştır. Coğrafi unsurların siyasi olaylarla bağlantısı Herodotos, Strabon ve Platon gibi tarih, felsefeci ve coğrafyacılar tarafından dile getirilmiştir. Strabon, kara ve deniz devletininin toplumlara etkisini dile getirmiştir.

Bir devletin jeopolitik konumunu, politikalarını belirleyen en önemli unsur coğrafyadır. 13. yüzyılda İbn-i Haldun, coğrafyanın mahiyetini ortaya koyan önemli şahsiyetlerdendir. Montesquieu, Turgot, Comte, Kant vb. düşünürler ve birçok stratejist tarafından coğrafya ve devlet ilişkisi incelenmiştir.

İkinci bölümde, var olan fakat adı konulmayan jeopolitiğin 19. yüzyıldan itibaren başlayan ve değişik teorilerle ortaya çıkan gelişmesini dile getirmeye çalıştık. Portekiz’in Afrika’yı keşfetmesi ile ortaya çıkan dünyanın diğer bölgelerindeki zenginlikler, Avrupa ulus devletlerinin iştahını kabartmış ve Avrupa devletleri bu amaçlarını gerçekleştirirken, yıllardır var olan fakat adı konulmayan “Jeopolitik” kavramını ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Bu kavramın öncü isimleri de, sömürgecilik konusunda ön plana çıkan devletlerin bünyesinden çıkmıştır. Bu kapsamda Klasik ve Yeni Klasik teoriler başlığı adı altında jeopolitiğin temel teorilerini ve ana unsurlarından bahsettik.

Üçüncü bölümde jeopolitik konsept içinde inceleyeceğimiz Phrygia bölgesinin kökeni, siyasi tarihi ve tarihi coğrafyasını tanımladık.

Son bölümümüz olan, dördüncü aşamada ise, M.Ö. I. binyılın önemli devletlerinden olan, medeniyetin oluşumuna kayda değer katkılar sunan Phrygia’yı jeopolitik unsurları baz alarak değerlendirmeye çalıştık. Phrygia, sahip olduğu müstesna konumu sayesinde Yakın Doğu’dan aldığı medeniyetin ilk tohumlarını Anadolu’da harmanlayarak, Yunan medeniyetine komşu olması sebebiyle, Avrupa’ya aktarılmasında öncülük etmiştir. Batı medeniyetinin önemli saç ayaklarından olan Yunan medeniyetinde var olan birçok unsur aslında Doğu’dan

2 alınıp, harmanlanmış şekliyle karşımıza yeniden çıkmıştır. Bu aktarım rolünde Phrygia’nın rolü asla inkar edilemez.

Bu bağlamda Phrygia’yı, içinde bulunduğu dönem itibariyle sahip olduğu coğrafi konum sayesinde elde ettiği ekonomik gücü, maden, dokumacılık, cam endüstrisi, gibi alt başlıklar altında analiz etmeye çalıştık. Yine coğrafi konumu sayesinde medeniyetin Doğu’dan Batı’ya akış noktasında kilit noktada bulunmasını ve bu noktanın sağladığı ulaşım gücünü dile getirdik.

Phrygia’nın sahip olduğu jeopolitik konum ve onun oluşturduğu güç, “sürdürülebilinirlik” kavramı dahilinde analiz edildiğinde, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde varlığını devam ettirmektedir. Bir Eskiçağ devleti olmasına rağmen, Phrygia’nın adını, varlığını unutulmaz kılan temel güç, edebiyat ve sanat gücüdür. Bünyesinde doğan mitolojik efsaneler ve bunların sinema, tiyatro, roman, hikaye, resim ve opera gibi birçok edebiyat ve sanat dalına yansıması Phrygia adını unutulmaz kılmıştır. Bu yansıma sadece bir döneme damgasını vurmamış, her dönemde var olmaya devam etmiş ve edecektir. Bu bölümde edebiyat ve sanat dünyasına yansıyan Phryg izlerini bulmaya çalıştık. Phrygia’nın sanatını, dilini, müziğini ve el sanatlarını, edebiyat ve sanat gücü bağlamında değerlendirdik.

Teolojik gücü, edebiyat ve sanat gücünde olduğu gibi sürdürülebilinirliğini sürdüren bir diğer önemli unsurdur. Tüm dünyada bilinen Ana Tanrıça Kybele Phrygia kökenli olup, birçok devletin teolojik gücüne katkıda bulunmuştur. Mimari gücü ise içinde bulunduğu dönem itibariyle oldukça gelişmiş olarak karşımıza çıkar.

Çalışmamız antik ve modern kaynaklardan istifade edilmiştir. Elektronik kaynaklar olarak istifademize sunulan birçok antik kaynağa İngilizce çevirilerinden istifade edilerek ulaşılmıştır. Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans kaynaklarında bölge ile ilgili çalışmalar taranmıştır. Ayrıca bölgede yapılan kazı çalışma raporları ve bölgede okunabilen yazıtlarla ilgili makalelerden istifade eilmiştir.

3

BİRİNCİ BÖLÜM

TARİH & COĞRAFYA VE JEOPOLİTİK İLİŞKİSİ

1. 1. Tarih & Coğrafya ve Jeopolitik Üçgeni

Bilim dalları nadiren tek başına gelişim gösterebilirler. Kapladıkları alan içinde güçlü ve tahmin edilmesi zor bir paralellik vardır. M. Elibüyük, coğrafyayı “Bilimler topluluğu” olarak tanımlar ve devamında “İnsanla doğal ortamı etkileşimleriyle, dağılış, karşılaştırma ve nedensellik ilkelerine uygun olarak araştıran ve sentez halinde veren bilimler topluluğudur” diyerek sonlandırır (Elibüyük, 1995: 31).

Jeopolitik, coğrafya ve siyaset arasındaki bölünmez ilişkiyi tanımlar (Sen, 1975: 6). İnsanoğlu medeniyeti inşa ederken jeopolitik sahneye çıkar. Jeopolitiksel bir çalışma geniş bir çalışma alanı gerektirir ve medeniyetin başlangıcıyla başlamalıdır. Jeopolitiği daha iyi anlayabilmek için, içinde barındırdığı coğrafya ve tarihi daha iyi değerlendirmek gerekir. İnsanoğlu ve medeniyet, coğrafyanın ürünü iken, coğrafya da doğanın ürünüdür. Bundan dolayı jeopolitiği incelerken tabiat, coğrafya ve insanoğlunun coğrafya üzerinde sergilediği olaylar sonucu oluşan tarihle olan ilişkiyi dikkate almak gerekir.

E.Churchill Semple’e göre insanoğlu, yeryüzünün bir ürünüdür. Yeryüzü onu beslemiş, görevler vermiş, düşüncelerini yönlendirmiş, onu güçlendirecek kemale erdirecek zorluklarla baş başa bırakmış, zekâsını keskinletmiş ve karşılaştığı sorunların çözümünü kulağına fısıldamıştır (Semple, 1909: 422).

İnsanoğlunun çevreyle olan ilişkisi karmaşık ve sonsuzdur. Bu ilişki, tarih, sosyoloji, antropoloji vb. adlar altında incelenir. Bu alanlarda coğrafi şartlar dikkate alınmadığı zaman tatmin edici sonuçlara ulaşılamaz (Semple, 1909: 423). İnsanoğlu, coğrafya ile olan savaşında her zaman baskın olan taraf olmuştur. M. Foucault, tarihi, güçlerin olduğu kadar, mekânların da hikâyesi olarak tanımlar. Jeopolitiğin, stratejilerin, habitatın küçük taktiklerine uzanır (Tuathail, 1996: 44). Yaşanan

4 geçmişe baktığımız zaman coğrafi şartların durağan bir güç olarak güçlü ve ısrarlı tutumunu sürdürebildiğini göremeyiz.

1. 2. Tarih Kavramı

Alman Üniversitelerinde “Tarih” adı altında ilk kez ders veren G. Schaeffer şöyle der (Özlem, 2010: 40):

“Dünya üzerinde yaşayan bir kimseye olgunluk konusunda en çok yardımı dokunacak, her şeyden daha çok yararlı ve verimli olacak şey, tarih okumaktır.”

16. yüzyılın ortalarında Wittenberg üniversitesinde “Dünya Tarihi” adlı dersi veren Melanchton, tüm tarihi, “Senaryosunu Tanrı’nın yazdığı ve yönettiği bir oyun” olarak tanımlar (Özlem, 1998: 40). F. Bacon’a göre insanın 3 tür yetisi vardır: “Birincisi, akıl (ratio), ikincisi, hayal gücü (fantasia) ve üçüncüsü, anımsama (memoria). Buna göre felsefe akıla, şiir hayal gücüne ve geçmişte olup bitenler, yani tarih ise anımsamaya dayanırlar” (Özlem, 2010: 42).

Johann Gottfried von Herder’e göre “Tarih, hareket halindeki coğrafyadır” (Murphy, 1933, 1). Tarih, var olan geçmiş, tarih bilimi ise bu geçmişi inceleyen bilim disiplinin adıdır (Gümüşçü, 2006: 52). Tarih bilimi sadece geçmişle değil, gelecekle de yakından ilgilidir. Buna ilave olarak geleceğe dair söz söyleme hakkını kendinde bulur (Gümüşçü, 2006: 53). Bu da bize tarih biliminin statik değil, dinamik olduğu gerçeğini ortaya koyar. Tarih bilimi, var olan her şeyin zaman ile olan ilişkisini incelerken, özelde insanoğlunun faaliyetlerini sonucu oluşan olayları daha fazla gündemine alır. Bu olayları incelerken sadece dizin halinde değil, olayların doğuş, gelişme ve çöküş vb. safhalarını neden ve sonuçlarıyla birlikte kronolojik bir tutarlılık içinde inceleyerek analiz eder ve yorumda bulunur. Elde ettiği sonuca göre geleceğe dair ifadeler neşreder. Bundan dolayı tarihi, geçmişin bilimi diye adlandırmak eksik kalır (Gümüşçü, 2006: 54). Tarih, geçmişin konuşan dilidir ve bu karakteri yansıtabilmesi için geçmişe gidebilme ve bir fizikçi ve kimyacı gibi laboratuarda inceleme imkânı olmadığı için var olan belgelere dayanarak tahlil yürütmek zorundadır kalır (Gümüşçü, 2006: 55-56).

5 Herder’e göre tarihin içinde var olan Tanrı’nın gizli bir planı vardır. Bu planı, insanoğlu ne kadar ilerlerse ilerlesin bir bütün olarak göremez. Tek bir sahnesinde rol olan bir kişi, dramın bütününü kavrayamaz (Gökberk, 1948: 89). Devamında şu ifadeleri ekler:

“Herkes bulunduğu yerde zincirin halkasıdır, zincire asılıdır ve zincirin sonunda nereye asılı olduğunu göremez. Her halka kendisinin ağırlık merkezi olduğuna kapılır. Güzel kuruntu. İçinde yaşadığımız evren Tanrı’nın eseri ise, bu evrenin içinde mukim olan insanoğlu ve onun oluşturduğu tarihte Tanrı’nın eseridir. Tarih, birçok sahneleri olan sonsuz bir dramdır. Tanrı’nın insan nevi ile yeryüzünde yaratmış olduğu bir destandır, büyük bir mana ile dolu olan bin bir şekilli bir masaldır. Tanrı’nın uluslar üzerinden gidişidir.”

Tarih, insanlık kültürünün gelişmesidir. Tarih, bu kültürün birliğini ve sürekliliğini sağlayan gelenek zincirinin zaman içindeki yürüyüşüdür (Gökberk, 1948: 114). E. H. Carr ise tarihi, “Tarihçi ile olguları arasında kesintisiz karşılıklı bir iletişim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog” olarak tanımlar (Carr, 2005: 35).

1. 2. 1. Tarih ve Jeopolitik

Jeopolitik, gelişmiş bir kavramsal çerçeve oluşturma kapasitesiyle tarihi bilgileri birleştirir. Debabrata Sen, tarih ve jeopolitik arasında üç temel fark sayar (Sen, 1975: 1-2):

Birincisi, tarih, uzak ve yakın geçmişi incelerken, jeopolitik ise geçmişi, günümüzü ve geleceği inceler. Jeopolitik, geçmiş, günümüz ve gelecek adı altındaki bu üç alanı insanoğlunun yaşadığı tecrübeleri analiz ederek bir yol haritası çizer.

İkincisi, her ne kadar insan, madde ve düşünce, hem tarih hem de jeopolitiği itekleyen güçler olsa da, tarihin kapsam alanı jeopolitikten daha geniştir. Tarih, din, sanat, mimari ve kültür ve medeniyetin diğer safhalarıyla ilgilenir. Hatta diyebiliriz ki bilim, sanat ve ticarette var olan her maddenin bir tarihi vardır. Jeopolitik ise medeniyetin coğrafya, tarih, siyaset, ekonomi, sosyoloji ve askeri strateji gibi birkaç bilim dalıyla ilgilenir. Sanat, mimari ve edebiyatla çok az

6 ilgilenir. Bir medeniyeti etkileyen dini inceler fakat sistematik bir dinler tarihi çalışması yapmaz.

Üçüncü önemli fark ise, tarihin medeniyetleri kayıt altına alan bir tutanak, jeopolitiğin ise tarihin membası olmasıdır. Tarih, dünyanın farklı bölgelerinde farklı zamanlarda var olan devletlerin yükseliş ve çöküş aşamalarını anlatır. Diğer taraftan jeopolitik ise, tarihin ve medeniyetlerin başlangıç ve gelişme süreçlerinin perde arkasındaki olayları irdeler.

Coğrafya - tarih ilişkilerinin açıklanması, tarihe, jeopolitik bakışla genişlik kazanır. S.İlhan, jeopolitik-tarih ilişkilerini iki ana başlık altında toplar: Birincisi, tarihin jeopolitik unsurlar dikkate alınarak incelenmesi ve yorumlanması, ikincisi, günümüz jeopolitik yapısında tarihin etkilerinin incelenmesidir (İlhan, 1985:618). Tarihin jeopolitik unsurlarla incelenmesi, coğrafi platformda politikalar akışı dikkate alınarak yapılabilir. Jeopolitik unsurlar tarihi süreçte etkin bir rol oynarlar. Olayların tetikleyicisi olan güç merkezlerinin arkasında jeopolitik unsurlar vardır. Farklı zamanlarda farklı bölgelerde cereyan eden olaylar, o dönemde bölgenin sahip olduğu yapı ve çevre güç merkezlerinin incelenmesi ile değerlendirilebilinir (İlhan, 1985:618). Kurtuluş Savaşı’nı incelerken bölge güç merkezleri ve Türkiye’nin o dönemde sahip olduğu karakter, Osmanlı’nın ilk dönemlerini incelerken Beylikler ile mücadelesi ve Phrygia’yı incelerken Doğu ile Batı arasındaki ulaşım gücünü, Yunanistan’ a olan yakınlığı, Urartulular’dan almış olduğu etkileşim göz önünde bulundurulmalıdır.

Günümüzde var olan bir devletin jeopolitik gücü, jeopolitikte kullanılan teorilerden istifade edilerek tanımlanır. Bizim çalışmamızda Phrygia gibi eski çağ dönemine ait bir tarihi çalışma olduğu için, jeopolitik teorilerden ziyade, jeopolitiğin değişen ve değişmeyen coğrafi unsurlarıyla Phrygia’yı değerlendireceğiz. Coğrafi konum, coğrafi bütünlük, sınırlar, stratejik kaynaklar, ekonomik, politik ve kültürel değerler bunlardan bazılarıdır. İncelenilen bölge, o dönemin güç merkezleri dikkate alınarak yapılmalıdır (İlhan, 1985:619). Günümüzde bir bölgenin jeopolitik değerlendirmesi yapılırken de, bugünkü jeopolitik değerlerin bütünü ile geçmiş değerlerin tarihi gelişimi birlikte analiz edilmelidir.

7 Coğrafi oluşum, tarihi oluşumu etkilemektedir. Jeopolitik unsurların etkisini İngiltere’nin bir ada devleti olmasında görebiliyoruz. A. Toynbee İngiltere için “İkinci bir dünya” der. A. Toynbee’ye ait olan “Tarihi güçler atom bombasında daha patlayıcı olabilirler” sözü tarih ve jeopolitiğin el ele vermesi sonucu oluşabilir. (İlhan, 1985:619-620). Tarihi analiz, jeopolitiğe derinlik kazandırır ve olayların sebeplerine yaklaştırır. Tarih, insanda mekân ve millet duygusu yaratır. Bu iki duygu siyasi toparlanmayı sağlayıp, güç oluşturur ve ülkenin jeopolitik konumunu sağlamlaştırır.

1. 3. Coğrafya Kavramı

Coğrafya adını Eski Yunan döneminde “geo-yer; graphies-yazmak” kelimelerinden alır ve “ yerin tasviri/ yazımı” anlamına gelir (Pitzl, 2004: 87). Coğrafyanın tarihi, insanoğlunun yeryüzüne inişinden itibaren başlar. Coğrafya, terim olarak ilk defa karşımıza M. Ö. 3. yüzyılda karşımıza çıkar. Matematik, coğrafya, ve astronomi konularında çalışmaları olan Yunanlı Eratosthenes tarafından kullanılmıştır (Pitzl, 2004: 87; Koçak ve Şahin, 2001: 338).

Ana Britannica’nın Türkçe baskısında “Yerin yüzeyini, insana ve fiziksel yapıya ilişkin mekânsal görünümlerle farklılaşmaları ve bunların gerçekleştirdiği ortamı inceleyip, tanımlayan disiplin “ şeklinde tanımlar (AnaBritannica, 1994,190).

Yazının keşfinden önce oluşturduğu altyapı ile ilk Yunan eserlerinde üç coğrafi yaklaşım gözlenir: Birincisi, topografik gelenek, ikincisi, matematik ve astronomik gelenek ve üçüncüsü teolojik gelenek (Tümertekin ve Özgüç, 2004: 3). Herodotos’un “Historia” adlı eseri topografik gelenek, Tales, Pisagor, Eratosthenes’in eserleri matematik ve astronomik geleneği kategorisi içerisinde yer alan eserlerdir.

Strabon’a göre coğrafya, Yunan ve Roma toplumlarına siyasal anlamda hizmet ediyordu. Ona göre “Coğrafya devletlerin ihtiyaçlarına hizmet eder. Coğrafyanın kumandanlar üzerinde büyük bir etkisi vardır” (Tümertekin ve Özgüç, 2004: 3). The Times gazetesinin muhabiri Charles A. Court, “Geography and War/ Coğrafya ve Savaş” adlı makalesinde, askeri operasyonların hatasını, coğrafya

8 bilgisinin eksikliğine bağlar (Repington, 1904:). M.Ö. 400-320 yılları arasında yaşayan Çinli General ve askeri teorisyen Sun Tzu, bir generalin coğrafyayı muharebede nasıl kullanacağına dair teoriler oluşturmuştur (Sloan, 2003: 19). George. T. Renner, Almanya, Japonya ve İtalya gibi devletlerin başarılarında siyasi gerçeklerle coğrafi gerçekleri birlikte değerlendirmelerine bağlayıp, coğrafyanın önemini şu şekilde ifade eder (Encylop. Americana, 1967: 473):

Dünya kontrolü, coğrafya adıyla adlandırılan gerçekleri tanımak ve onun gerektirdiklerine göre hareket etmekle olur. General George Marshall’in ifade ettiği gibi “Coğrafyaya hâkim olan savaşı kazanır.”

Amerikan coğrafyasına yön veren isimlerden birisi olan William Morris Davis (1850-1934), 1932’de yayımladığı “ A Retrospect of Geography” adlı yazısında Shakespeare’nin ünlü sözünü alıntılayarak devam eder ( Tümertekin ve Özgüç, 2004: 20): “Tüm dünya bir sahnedir. Burada perde hiç kapanmaz; oyun ise sürekli sonu olmayan bir temsildir. Kumpanyanın tüm gücü sahnededir; perde arkasında kimse yoktur. Tek giriş ve çıkışlar doğumlar ve ölümlerdir. Oyunun bugünkü kısmı coğrafyadır.”

Hans. W.Weigert, “Coğrafya tartışmaz, var olduğu gibidir” der (Sen, 1975: 7). Coğrafya, tarihin sahnelendiği alandan ziyade, tarihte meydana gelen değişikliklerde etken olan bir faktördür. Phrygia bölgesinde var olan nehirler, dağlar ve ovalar bizim için birinci derecede önemli değildir. Önemli olan bu nehir, ova ve dağların insanlarla kurduğu etkileşimdir. İnsan odaklı bu coğrafi yapıya Vidal de La Blache şu şekilde katkıda bulunur: “İnsan, bütün coğrafyanın esasını oluşturur (Aktaran: Gümüşçü, 2006: 31).” İ.Hakkı Akyol, coğrafyayı üç temel nedene dayandırır. Birincisi, illiyet yani vakıalara niçin diye soran nedensellik bağı, ikincisi, ittisa yani olayların yeryüzüne dağılışını inceleme, üçüncüsü ise ortak ilişkileri bularak bunları bir kanuna bağlamak (Gümüşçü, 2006: 29).

Benzer bir yaklaşımı şu şekilde ifade edebiliriz. Coğrafya da karşımıza iki sorun çıkar; “Nerede” ve “Neden”. “Nerede” sorusu olayların dağılışını ifade ederken, “Neden” sorusu ise olayların arka planını irdeler ve çözümlemeye çalışır (Gümüşçü, 2006: 23). Antium’da kısa bir süreliğine dinlenmeye çekilen Cicero,

9 arkadaşı Titus Pomponius Atticus tarafından coğrafya ile ilgili bir şeyler yazma teklifini M.Ö. 59’un Nisan’ında tereddütle kabul eder. Daha sonra yazdığı ikinci mektupta endişelerinde haklı olduğunu ve coğrafya ile ilgili bir şeyler yazmanın zorluğundan bahseder ve yapamayacağını fakat bu konuda elinden gelen desteği sağlayacağını ifade eder (Roman, 1994: 3)

1. 3. 1. Tarihi Coğrafya

Tarihi coğrafya, disiplinler arası bir araştırma sahasıdır. Tarihi coğrafya, tarih ile coğrafya arasında bir ara kesit, bir tür köprü vazifesi görmesi dolayısıyla her iki bilim dalından da yararlanır. Tarihi coğrafyacılar geçmişteki yerlerin nasıl inşa edildiğini kendi bakış açılarıyla anlatırken, tarihçiler ise geçmişteki dönemlerin insanlar tarafından nasıl inşa edildiğini kendi bakış açılarıyla yansıtırlar (Baker, 2003: 8). Jean Mitchell’ e göre tarihi coğrafya, tarihi sıralaması insanoğlu tarafından tayin edilen geçmişteki herhangi bir dönemin coğrafi çalışmasıdır (Baker, 2003: 10).B. İplikçioğlu tarihi coğrafyanın ele aldığı konuları iki ana grupta toplar. Bunlardan birincisi, doğal coğrafi durumların insan ve davranışları üzerindeki, diğeri ise, insanın coğrafi durumlar üzerindeki etkileridir (İplikçioğlu, 1997: 26). R. A. Butlin’e göre “Tarihi coğrafya, geçmiş zamanın coğrafyasını, insan hareketlerini, değişimi, evrimi, doğal kaynakların tüketilmesi gibi konuların ait olduğu döneme uygun bir şekilde yeniden inşası olarak kabul edilerek; yerleşme sürecini, önceki coğrafi bilgilerin ve gücün insan ve doğa üzerindeki kontrolü gibi değişimleri mekansal bir saha içinde kabul eden bir çalışma olarak yapılandırılacaktır” şeklinde dile getirir (Butlin, 1993: 9). Ekrem Memiş, tarihi coğrafyayı “ Coğrafi faktörlerin tarih ilmine etkilerini inceleyen bilim dalı” olarak tanımlar (Memiş, 1990: 5).

Tarihi coğrafya, Avrupa’da 19. yüzyılın son çeyreği ve 20. yüzyılın başlarında değişen siyasi sınırları tanımlamak için kullanılırken daha sonraki yıllarda Italyan coğrafyacı Charles Pergami’nin dediği gibi “Geçmişin beşeri coğrafyasına” dönüştü (Baker, 2003: 25). H. Darby’nin 1936 yılında yayımladığı ve 14 bölümden oluşan “İngiltere’nin 1800’den Önceki Tarihi Coğrafyası”, Ralph H. Brown’ın 1948 yılında yayımladığı “Birleşik Devletlerin Tarihi Coğrafyası”, H. J. Jager’in 1969 yılında yayımladığı “Tarihi Coğrafya” ve Fransız Tarihçi Xavier de Planhol tarafından hazırlanan eserler, dünyada tarihi coğrafya ile ilgili yazılmış önde gelen 10 eserlerdir. Türkiye’de tarihi coğrafya ile ilgili ilk eser “The Historical Geography of Asia Minor / Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası” adlı eserdir. İlerleyen yıllarda W. D. Hutteroth, Martin Vivien de Saint ve Z.V. Togan, Celal Nuri İleri, Veli Sevin gibi birçok yazar tarihi yerel yazar ülkemizin tarihi coğrafyası ile ilgili eserler kaleme almışlardır (Gümüşçü, 2006: 154).

Carl. O. Sauer, önemli kültür bölgelerini yeniden inşa ederken şu üç noktaya dikkat çekiyor: Birincisi, var olan kültüre ait tüm bilgilerin elde edilmesi, ikincisi, o dönemdeki farklı alanlardaki tüm belgeleri kontrol edilmesi, üçüncüsü ise var olan kültürün bölgeye kazandırdığı en yüksek değerin ortaya konulmasıdır (Sauer, 1941: 9).

Coğrafya, genişliği, uzunluğu, derinliği ve yüksekliği olan “Üç boyutlu” bir ortamdır. Kara, su ve havadan meydana gelen bu mekân ile insanlar arasındaki etkileşimi incelemektedir. Bu üç boyuta “Zaman” eklendiğinde ortaya tarihi coğrafya çıkmaktadır (Gümüşçü, 2006: 148).

1. 3. 2. Coğrafya ve Jeopolitik

Coğrafya, jeopolitik için zemin hazırlar ve devletlerin ve toplumların taleplerine cevap verir ( Kristof, 1960: 34). Bir ülkenin jeopolitik konumunu, ulusal politikalarını belirleyen en önemli faktör coğrafi alandır. Hem savaş zamanında hem de barış zamanında önemini korur. Çünkü tek sabit kalan odur. Nice krallar, başkanlar, toplumlar gelip geçmiştir, fakat coğrafi alan yerinde kalmıştır. Son zamanlarda ekolojik dengenin bozulması neticesinde yok olan coğrafi alanları bunun dışında tutmak lazım. Devletlerin coğrafi karakterleri bu yüzden değişmez. Yüzyıllardır süren mücadelelerin altında devletlerin değişmeyen coğrafi arzuları yatar (Spykman, 1938: 29).

Politik hayatın tamamı coğrafya ile ilişkilidir. Bütün politik meseleler coğrafi bir alan içinde meydana gelir. Bundan dolayı da C. S. Gray, politikanın tamamı coğrafya derken, politikanın tamamını jeopolitik olarak düşünmüştür (Gray, 2003: 219-220). Coğrafya belirleyici (determining) olmaktan ziyade, koşullandırıcı (conditioning) bir faktördür. Bu, coğrafi yapının belirleyici bir dış politika, jeopolitik açılım noktasında belirleyici bir rol oynamadığı anlamına gelmez. Bir ülkenin

11 coğrafyası, devletin siyasetini ya da jeopoliğini belirleyen nedenden ziyade, bunları belirleyen materyaldir (Spykman, 1938: 29).

Jeopolitik analiz için coğrafi bilgi şarttır. Tarih boyunca ülkelerin birbirleriyle olan mücadelesinde coğrafya devamlı olarak sahne pozisyonunu devam ettirmiştir. Tarih boyunca coğrafya, ülkelerin jeopolitik oryantosyanlarını ya karaya ya da denize doğru yönlendirmiştir (Sempa, 2002: 5)

Jeopolitik, coğrafyayı sahip olduğu değer ve üzerinde yaşayan topluma kattığı değer açısından değerlendirir. Napoleon Bonaparte “Devletlerin politikaları onların coğrafyalarında yatar” diyerek coğrafya ile jeopolitiğin arasında yatan ilişkiyi yansıtır (Aktaran: Short, 1993: 71). Coğrafyanın sunduğu verileri değerlendirir ve toplum hizmetine ve ülkenin çıkarlarına sunar. Yaşanan güç mücadelesinde, jeopolitik konuma değer katan belirli coğrafi etkenler ve bu etkenlerin oluşturduğu yapılar vardır. Ülkenin yüzölçümü, doğal kaynakları, nüfus yoğunluğu, iklim, topografya ve ekonomik yapı bunlardan birkaçıdır (Spykman, 1938: 31).

Topografya iç ahengi ve birliği etkilediği için güce etki eder. İklim, ulaşımı etkiler ve üretimi sınırlar ve devletin ekonomik yapısını ve dolayısıyla dış politikasını ve jeopolitik değerlerini belirler. Coğrafi boyutun jeopolitik güce etkisi tarih boyunca sürekli var olmuştur. Tarihin ilk dönemlerinde güçlü devletlerin çoğunluğunu Mısır, Babil, Persler ve Roma gibi coğrafi boyut olarak geniş bir alana sahip olanlar oluşturmuşlardır. Modern zamanlarda da büyük güçler yine geniş araziye sahip olan ülkelerden oluşmuş ve genişleyen ülkeler komşuları için her zaman tehdit oluşturmuştur (Spykman, 1938: 31).

Coğrafya, stratejinin anasıdır. Bundan dolayı da jeopolitikte önemli bir yer tutan stratejin planlama noktalarında coğrafi yapı doğru ve yanlış kullanımda farklı sonuçlar doğurabilir (Gray, 2003: 220). Jeopolitiğin önemli bir kesimini oluşturan coğrafya, bir ülkenin gelişimi için emperyalist bir bakış açısıyla “Kanuna benzer nitelikte” gerekçeler sunmuştur. Sunulan bu gerekçeler, tarihi, ekonomik ve hatta dinsel içerikli olmuştur. Amerikalılara ait bir özdeyiş bunu şu şekilde özetler:

12 “Tanrı’nın parmağı Cumhuriyet’in genişlemesine ters bir yönü asla işaret etmez”1 (Vagts, 1943: 84). Bir devletin büyüklüğü, nüfusu ve toprak alanı ile ölçülemez. Öyle ülkeler vardır ki coğrafi alanı küçüktür fakat kocaman krallıkların çekirdeği olabilecek güçtedir (Bacon, 2002: 123). Bu gücü de o ülkeye bulunduğu konum ve diğer jeopolitik unsurlar sağlar.

Will Durant, medeniyetin oluşmasına katkı sağlayan nedenlerden birisini “Coğrafya” olarak tanımlar. Tropikal bölgelerin sıcaklığı ve burada oluşan sayısız olumsuzluklar medeniyetin oluşmasına engel olurlar. Eğer bir coğrafi alan yiyecek ve tabii kaynaklar bakımından verimli ise, eğer nehirler ulaşımı kolaylaştırıyorsa ve hepsinden önemlisi bir millet Atina, Kartaca, Floransa ve Venedik gibi dünya ticaretinin ana yolu üzerindeyse, o zaman coğrafya tek başına bir şey yaratmazsa da, medeniyete gülümser ve onu destekler (Durant, 1996: 14). Will Durant’ın bu ifadelerinde coğrafya-medeniyet ve jeopolitik üçlemesinin yansımasını görüyoruz. Coğrafi alt yapısı güçlü olan ve bunu kullanabilen devletlerin medeniyete katkıda bulunmasının ardında, coğrafyadan almış olduğu güçle oluşturduğu jeopolitik gücü görebiliyoruz.

1. 3. 3. Siyasi Coğrafya ve Jeopolitik

Siyasi coğrafya, coğrafya ailesinin “Asi çocuğu” olarak adlandırılır (Hartshorne, 1950: 95). Siyasi coğrafya ile jeopolitiğin birlikte inceleme eğilimi, jeopolitiğin siyasi coğrafyacılar tarafından ortaya konması ve siyasi coğrafyanın da uygulamaya yönelik değerlendirmelerde yetersiz kalmasındandır.

F. Ratzel (1844-1904), siyasi coğrafyaya, ekonomi, sosyoloji, siyasi bilimler, kültür ve medeniyet tarihlerini de ekleyerek siyasi coğrafyanın dışına çıkmıştır. Ratzel, siyasi coğrafyaya “Cansız ve yalın kalmış” der ( İlhan, 1986, 613). Bundan dolayı da siyasi coğrafya statik ve tanımlayıcıdır. Tanımlar, tartışır ve bir koşulu ifade eder. Jeopolitik, dinamik bir bilimdir ve mekâna hayat verir (Kruszewski, 1940: 969). Genel tarihi coğrafyadan, siyasi coğrafyanın ayrışma temellerini “Die Politische Geographie / Siyasi Coğrafya” isimli eseriyle F. Ratzel ortaya koymuştur. 1897’de bastığı bu eser, siyasi coğrafyanın ilk sistematik olarak

1 Metnin İngilizce ifadesi şu şekildedir: “ The finger of God never points in a direction contrary to the extension of the glory of the Republic.” 13 incelendiği eserdir (Hartshorne, 1935: 789). Siyasal coğrafya, devleti alan gözüyle incelerken, jeopolitik alanı devlet gözüyle inceler.

Siyasi coğrafya alanındaki önemli gelişmeler I. Dünya Savaşı’nın tetiklediği gelişmelerle meydana gelmiştir. Bu dönemde doğdu demek yanlış olur. Aslında coğrafya kadar eskidir. Coğrafya ilk başlarda iklim, topografi, toprak ve kaynakları inceleyen bir bilim dalı iken, daha sonraları doğal olaylar ve bunların topluma etkilerini de incelemeye başlamış ve böylelikle ekonomik, sosyal ve siyasi coğrafya tanımlar oluşmaya başlamıştır. İlk siyasi coğrafyacılardan birisi de Yunanlı felsefeci Aristoteles (M.Ö. 383-322)’dir. Politika adlı eserinde İdeal Devlet’in vazgeçilmezleri olarak nüfusun büyüklüğü ve bölgenin doğasını işaret eder. Aristoteles’ye göre bu iki faktör, devletin zayıflığını ya da güçlülüğünü belirleyen en önemli faktörlerdir (Dikshit, 2000: 15-16).

Herodotos tarihçi, coğrafyacı olmakla birlikte aynı zamanda bir siyasi coğrafyacıdır. Strabon (M.Ö. 63-M. S. 24)’da da bu özellikler vardır. Aristoteles, Yunanistan’da daha küçük devletleri incelerken, Strabon, Roma İmparatorluğunu inceleme fırsatı bulmuştur. “Coğrafya” adlı eserinde büyük bir devletin yaşaması için gerekli olan şartları sıralamıştır (Dikshit, 2000: 16). Devletin başarılı olabilmesi için sağlam bir merkezi hükümet modelini şart koşmuştur. Devletler ve doğa şartları arasındaki ilişkiler, Plato’dan Montesquieu ve Kant’a kadar uzanmış ve siyasi coğrafya günümüze kadar felsefeciler, tarihçiler ve coğrafyacıların ilgi alanına girmiştir (Hartshorne, 1935, 787).

Almanya’da modern coğrafyanın kurucusu olarak addedilen Carl Ritter (1779-1859) mevcut fiziki coğrafya üzerine siyasi coğrafyanın temellerini inşa etmeye çalışmıştır (Hartshorne, 1935: 1817). Crone’nun belirttiğine göre Ritter, insanoğlunun Tanrı tarafından kaçamayacağı bir coğrafi çevre içine gönderildiğine inanır. İnsanlık tarihi önceden tasarlanmış ve değiştirilemezdir. Bu ilahi görevi sürdürebilmesi için insanoğlunun kendi ve çevresinin potansiyelini algılamalıdır. Aynı kader devletler içinde geçerlidir. Her bir devletin kalıtsal kabiliyetleri vardır ve bu kabiliyetler içinde bulunan toplum tarafından anlaşılıp harekete geçerse başarılı olur (Dikshit, 2000: 16).

14 İslam dünyasından bu alana katkı yapanlardan en önemli isimlerden birisi de İbn-i Haldun (1332-1406)’dur. “Mukaddime” adlı eserinde toplum ve şehir, ekonomik ve politik hayat, insan ve çevre konularını incelemiştir. Kimble, bundan dolayı İbn-i Haldun’a “Coğrafyanın gerçek mahiyetini ortaya atan kişidir” demiştir. Preston James ise “ İnsan ve çevre ilişkisini ilk dile getiren bilim insanı olarak tekakki eder (Dikshit, 2000: 16).

Haushofer, siyasal coğrafya ve jeopolitiği birbirinden farklı görür. Haushofer’a göre siyasi coğrafya, dünyanın farklı bölgelerindeki siyasal güç dağılımını inceleyen bir bilim dalıdır. Jeopolitik, siyasal coğrafyanın aksine dinamiktir ve alan konsepti içerisinde kitleleri eğitme yoludur (Kiss, 1942: 641). Haushofer’in editörlüğünde çıkan “ Zeitschrift für Geopolitik / Jeopolitik Dergisi” adlı dergide siyasi coğrafya ve jeopolitik arasındaki ayrım şu şekilde tanımlanır:

“Jeopolitik, siyasal gelişmelerin yeryüzü tarafından tayin edildiğini araştıran, belirleyici rolde olan bir bilim dalıdır. Doğaya coğrafi bakış açısıyla bakmak jeopolitiğe bir çatı oluşturur. Jeopolitik, siyasi eylemlerin uygulanmasında yardımcı olur ve siyasi hayata rehberlik eder. Jeopolitik devletin coğrafi vicdanı olmalıdır” (Kiss, 1942: 641-642).

Russel H. Fifield ve G. Etzel Pearcy siyasi coğrafyayı “Jeopolitiğin babası” olarak tanımlarlar (Sen, 1975: 14). Jeopolitiğin kapsamı siyasi coğrafyadan daha geniştir. Çünkü hava, deniz ve kara stratejileri olmak üzere askeri stratejileri de içerir. Jeopolitiğin çift fonksiyonu vardır. Siyasi coğrafyada olduğu gibi gerçekleri ifade eder fakat siyasi coğrafya ve coğrafyadan farklı olarak bir ülkenin ulusal politik durumunu ve global dünyadaki konumunu inceler ve analiz eder. Daha sonra iç ve dış politikasını yönlendirecek çapta çalışmalar yapar. Bundan dolayı Alman jeopolitikçiler, jeopoliği “Siyasal olayların yeryüzüyle olan ilişkisini inceleyen bilim dalı” olarak tanımlarlar (Sen, 1975: 15).

Siyasi coğrafya, devlette meydana gelen tarihi ve gerçek olayları inceler. Jeopolitik ise, devletlerin siyasi sistemlerinde meydana gelen değişiklikler ve siyasi olaylara coğrafyanın etkisini gözlemler ve bu konuda yorum yapar. Devletleri dinamik bir fenomen olarak değerlendirir (Hagan, 1942: 485). Siyasi tarih,

15 jeopolitikçiler için birer laboratuardır. Siyasi coğrafya bir ülkenin gücünü ölçen bir barometredir. Bir ülkenin gücü aşağıdan belirtilen altı noktada belirtilmiştir (Sen, 1975: 9):

1-Fiziki coğrafya da dâhil olmak üzere sahip olduğu alan.

2-Doğal kaynakların genişliği.

3-Endüstriyel ve ticari amaçlı mekanın ne derece kullanıldığı.

4-Askeri hazırlık.

5-Sosyo-politik yapı.

6-Nüfus ve nüfusun dağılım tablosu.

1. 4. Tarih ve Coğrafya Arasındaki Bağ

Tarihi olaylar, farklı coğrafyalarda, farklı şekilde meydana gelir. Bundan dolayı da tarihi olayları daha rasyonel bir şekilde anlamak için meydana geldiği coğrafyayı da göz önünde bulundurmak gerekir (Huntington, 1937: 565).

Montaigne’e göre bir ulusun karakteri, tarihi oluşumların en önemli etkenlerinden birisidir. Bu ulusal karakterde, bulunulan bölgede insanoğlu ve tabiat arasındaki etkileşimden etkilenir. Buckle ise, fiziki çevrenin insanoğlunun bazen önünü açtığını bazen de kapadığını söyleyerek, tarihin bu şartları göz önüne almadan anlaşılamayacağını söyler. (Huntington, 1937: 566). A.Toynbee ise “ A Study of History” adlı eserinde tarih ve coğrafyanın iç içe bütünleştiği bir portre çizmiş ve bir kişinin herhangi bir gecede ki uykusunu tarihin konusu, rüzgârlı bir tepede mi yoksa rahat bir yatakta mı uyuduğu ise coğrafyanın konusu olarak nitelemiştir (Huntington, 1937: 566).

Tarih ve coğrafya dünyaya farklı gözlerden bakan yollardır. Fakat o kadar iç içedirler ki birbirlerini ihmal etme lüksleri yoktur. James Bryce, “Coğrafyayı, tarihin anahtarı olarak görür” (Baker, 2003: 16-17). Sekiz ciltlik dünya tarihi adlı eserinde coğrafyanın tarihi inşa ettiğini ve herhangi bir ülkenin gelişiminin ya da diğer uluslar ile olan ilişkisinin ele alınan ülkenin iklimi, yüzeyi ve ürünleri öğrenilmeden anlaşılamayacağını belirtir. Benzer düşünceleri H. B. George’ da da görüyoruz (Baker, 2003: 16-17). George’a göre coğrafya olmadan, tarih anlaşılmaz. Bir tarih 16 okuyucusu, bir devletin sınırlarının nerede olduğunu, nerelerde savaşlar meydana geldiğini ve nerelerde koloniler kurulduğunu bilmek zorundadır. Sosyal ve kurumsal gelişmeler coğrafyadan bağımsız değildir. Devletlerarasında oluşan barış ve kin barındıran tüm düşünceler büyük oranda o ülkenin coğrafi potansiyeline dayanır. Carl Ritter, tarih ve coğrafyayı “Biri olmadan diğerinin yaşayamayacağı kız kardeşler olarak görür.” (Aktaran: Tümertekin ve Özgüç, 2004: 16).

Yeryüzünde denizlerin, karaların ve dağların bileşimi insanlık tarihinin karakterini belirlemiştir. Sıradağlar ve ırmaklar dünya tarihinin istikamet çizgileri olmuştur. Yeryüzünün yapısal karakteri insan hayatını şekillendirmede büyük rol oynar. Herder’e göre tabiat ile tarih, en içten bir bağ ile birbirlerine bağlıdırlar. Tabiat ve tarih, mahiyetçe birbirlerinden ayrı olmayıp, devam eden bir sürecin birbiri ardına gelen iki basamağıdır ve bundan dolayı da tarihin kanunları, yüksek tabiat kanunlarından başka bir şey değildir (Gökberk, 1948: 89).

Kant’a göre “ Tarihin temelinde coğrafya yatar”( Semple, 1909: 422) ve her ikisi algılama alanlarımızın tümünü doldururlar (Richards, 1974: 3). Her ikisi de birbirinden ayrılamaz. Uluslar arası İlişkiler Profesörü Walter A. Mc Dougall, tarihi öğrenmek için, coğrafyayı öğrenmeye mecbur olduğumuzu dile getirir (Tümertekin ve Özgüç, 2004: 2). Tarih, insanoğlunun farklı zaman dilimlerinde oluşturduğu olayların araştırılması alanıdır. Tüm tarihi olaylar yeryüzünde meydana gelir ve coğrafi şartlar tarafından şekillendirilir. İnsanoğlu, akademik anlamda incelendiği zaman, sürdüğü toprak, seyahat ettiği mekan, ticaret yaptığı deniz vb. hariç tutularak ifade edilemez ( Semple, 1909: 423).

F. Braudel, tarihin coğrafyaya borçlu olduğunu ve tarihin sorununun ne ressam ile tablo ne de tabloyla resim arasında olmadığını, manzaranın içinde yani bizzat hayatın göbeğinde yer aldığının altını çizer (Braudel, 1992: 30-41). Braudel, devamında Treitschke’nin “İnsanlar tarih yapar” sözüne karşı çıkar ve tarihinde insanların kaderini değiştirebileceğini belirtir.. Tarih, ona göre dünün, bugünün ve yarının öğretilerinin ve ifadelerinin bir koleksiyonudur. Braudel, coğrafya ile tarihi kıyaslarken “Coğrafyayı üzerinde tarihi dramaların oynandığı bir sahne olarak görür” (Aktaran: Baker, 2003: 21). Coğrafyasız tarih, ölü bir bedene benzer. Ne

17 yaşam vardır ne de hareket (Clarke, 1999, 4). Tarihsiz coğrafyada ise, yaşam ve hareket olmasına rağmen tekdüzelik hâkimdir.

Dr. H. R. Mill 1901 yılında coğrafyanın vazgeçilmezliğini şu şekilde tanımlar (Aktaran: Baker, 1947: 4):

“Yeryüzü ve insanoğlu arasındaki karşılıklı ilişkilerde meydana gelen problemlerin çözümünde, tarihin rotasını aydınlatmada, siyasi hareketlerin trendini tahmin etmede, sağlam endüstriyel ve ticari gelişmelerin yönünü tayin etmede coğrafya en önemli kılavuz olacaktır.”

Jean Mitchell tarih ve coğrafyayı şu şekilde tanımlar (Aktaran: Baker, 2003: 10):

“Tarih ve coğrafya arasında çok fazla ortak yön vardır. Dünyayı anlamak için aynı modeldeki birçok kalıbı görmeye çabalarlar. Fakat bakış açılarında keskin bir fark vardır; Dünya tarihçi için bir medeniyet iken, coğrafyacı için dünyanın yüzeyi anlamını ifade eder.”

Cilfford Darby, coğrafya ile tarih arasına sınır koymanın zorluğundan bahseder. Günümüzün coğrafyası birazdan tarih olacaktır. Tarih ve coğrafya arasında kendisinin “ Zihni sınır (intellectual borderland)” diye tanımladığı dört tanım belirler ( Baker, 2003: 28):

(1) “Tarihin arkasında coğrafya”, özellikle fiziki coğrafyanın tarihe olan etkisi üzerine odaklanır.(2) “Geçmiş coğrafyalar”, hem tarihçiler hem de coğrafyacılar tarafından inşa edilen, geçmiş zamanların coğrafyası üzerine eğilir. (3) “Coğrafyanın arkasındaki tarih”, tarihçi ve coğrafyacıların eşzamanlı ilgi alanına giren, değişen coğrafi yapıyı konu alır. (4) “Coğrafyada tarihi faktör”, coğrafi tanıma, tarihi yaklaşımı temel alır.

Tarihçi André Blanc’ a göre coğrafya, tarihin kurbanı olmuştur. Pierre George ise tarih ve coğrafya arasında yaşanan hızlı süreci “Bugünün coğrafyası hızlı bir şekilde çağdaş tarih olmaya doğru yol almaktadır” der (Baker, 2003: 28). Reynaud’a göre ise coğrafya günümüzde başlar ve günümüzde biter. Geçmişte kalan coğrafya, tarihin alanına girer (Baker, 2003: 30).

18 1880’de Fransızların Prusya Savaşı’nda yenilmeleri üzerine M. Ludovic Drapeyron, Revue de Géographie’de yazdığı bir yazının sonunda devlet adamlarına “Önce coğrafyacı olun” der.” (Aktaran: Tümertekin ve Özgüç, 2004: 20).

Genel coğrafyanın, insanın yeryüzünde yayılışını inceleyen dalı olarak karşımıza çıkan antropocoğrafya terimi ve siyasal coğrafyanın kurucusu olarak bilinen Ratzel, tarih ve coğrafya ilişkilerini şu şekilde tanımlar (Tezkan ve Taşar, 2002: 47):

“Tarih, toprağın tarihselliğini ve siyasi mekân oluşumunu göstermek, ölçmek ve tanımlamak için coğrafyaya ihtiyaç duymaktadır. Coğrafya, öncelikle tarihi ve insani sorumluluk olmaksızın yeryüzünün tarifi ve araştırılmasıdır ve bu görevi tek başına yerine getirebilmek için antropolojik alanda tarihle birlikte ortak hareket etmek gerekmektedir.”

İKİNCİ BÖLÜM

JEOPOLİTİK

2. 1. Jeopolitik Kavramı

Jeopolitik, medeniyet kavramı kadar eski bir kavramdır, 1899 yılında Kjellen tarafından sadece adı konulmuştur. Fakat sistematik bir çalışma alanı olarak yakın zamanda ortaya çıkmasının nedeni, düzenli olarak tarih, coğrafya, ekonomi vb. gibi diğer disiplinler arasında hayatını sürdürmesidir. Jeopolitiği, tarih ve coğrafyanın birleşimi olarak adlandıranlar da vardır (Cahnman, 1943: 579).

Tarih, birbirleriyle mücadele eden milletlerin hikâyeleriyle doludur. Bilimin gelişmesiyle, mücadele etmenin, dünyaya hâkim olmanın veya en azından kendini korumanın bir disiplin halinde ortaya konulması gerekliliği jeopolitiği ortaya çıkardı. Jeopolitik kavramı ortaya çıkmadan öncede Hititler ile Mısırlılar, Romalılar ile Kartacalılar, Grekler ile Persler, Selçuklular ile Bizanslılar vb. güç merkezleri arasında çatışmalar meydana geliyor ve jeopolitik anlamda hareketlilik yaşanıyordu. Bu bağlamda, dinlerin ortaya çıkışı, devrimler, coğrafi keşifler de jeopolitik düzeyde olgular olarak algılanabilir (İlhan, 2005: 23).

19 Jeopolitik, dünyanın coğrafi, tarihi ve politik ilişkilerinin farklı bir manzarasını sunar ve uygulandığı devlete göre farklılık arz eder (Bowman, 1942: 646). Hiç bir ulus sahip olduğu alanı, kaynakları ve insanları hakkında daha fazla bilgiye sahip olma avantajını görmemezlikten gelemez. Yeryüzünün mekân olarak coğrafyada ortaya koyduğu sonuçlar, jeopolitiğin çatısını oluşturur (Encylopedia Americana, 1967: 472)

Jeopolitik incelenirken iki yön göz ardı edilmemelidir: Birincisi, bir ülkenin coğrafi şartlarının o ülkenin siyasetine olan objektif etkisinin araştırılması, yani ülke yönetiminin karşı karşıya bulunduğu doğal çevre ve konumsal ilişkiler. İkincisi ise, o ülkenin coğrafyasının, ülkenin siyasetine sübjektif etkisi, yani o ülkede yaşayan insanların kendi coğrafi şartlarına ne gözle baktıkları ve kendi dünya görüşlerini (Weltanschaung) oluşturmalarıdır (Kristof, 1960: 35-36). Jeopolitik, 1928’te Berlin’de çıkan “Baustein zur Geopolitik” adlı dergide şu şekilde tanımlanır: “Siyasal olayların coğrafi alana uyarlanma teorisidir” (Hagan, 1942: 484).

Jeopolitik, Karl Haushofer’ e göre bölgenin ve tarihi gelişmelerin etkisi altında değişen siyasi hayat şeklinin, yani devletin üzerinde yaşadığı yer ile ilişkisidir. R. J. Kjellen ise “ coğrafi teşekkül veya mekân içinde ilmi olarak devletin tetkikidir” diye tanımlar (Read, 1972: 9). “Yeryüzü münasebetlerinin siyasi gelişmelerle olan bağlantısının ilmidir” ifadesi ise Haushofer’a aittir (İlhan, 1995: 35). D.Whittlesey’ e göre jeopolitik, babası savaş olan bir devrim çocuğudur (Encylop. Americana, 1967: 472).

Jeopolitik, ekonomi ve teknoloji ile değişen alan, nüfus, konum ve doğal kaynakların devletlerarası ilişkilerini ve dünyaya hâkim olma mücadelesini nasıl tetiklediğini inceler. Jeopolitik, coğrafyadan daha çok siyaset bilimine ve siyaset sosyolojisiyle iç içedir. Devletle ilgilidir. Devletin özellikle çevreyle, mekânla ilişkisini inceler. Siyasal olaylara rehberlik ve araç sağlayan bir bilim dalı olarak düşünülebilir (Cahnman, 1943: 55). Pek çok kişinin tahmin ettiği gibi, coğrafyanın tek başına olayları yönlendirdiği bir alan değildir (Nathan, 1942: 155).

İnsanoğlunun aktif ve belirleyici bir faktör olarak sahneye çıktığı dünyada, Otto Maul’un belirttiği gibi insanoğlu faili muhtar (başına buyruk) bir yol izler

20 (Kristof, 1960: 24). Dünyanın jeopolitik yorumu, insanoğlu göz ardı edilerek yapılamaz. Kant’ın belirttiği üzere doğanın özgür ve bağımsız tabiatının aktif ve belirleyici elementi olarak insanoğlu sahneye çıkar (Kristof, 1960: 25). İnsanoğlunun etkisini Mezopotamya’da suyun yönünün değiştirilip, ülkenin güney merkezli olmasında görebiliyoruz (Braudel, 2007: 79). Ülkelerin birbirleriyle olan münasebetlerini etkileyen, zaman ve güç ilişkilerini inceleyen bir çalışma alanı olarak telakki edilebilir (Flanders, 1945: 578). Denis Retaillé, devleti, teşkilatlanmış toprak parçası olarak görür ve devletin var olmadığı yerde jeopolitiğin olamayacağını savunur (Retaillé, 2002: 22).

Jeopolitik görüşler, değişen coğrafi alan ve bu değişikliğe insanoğlunun getirdiği yorumlara göre farklılık arz eder. Mackinder, bu konuyu şu şekilde özetler: “Her bir yüzyılın kendine ait coğrafi perspektifi vardır” ( Sen, 1975: 18). Fiefild ve Percy, “Jeopolitik, dış politika gözüyle devletin coğrafi çalışmasıdır” der (Sen, 1975: 18).

Her bir milli ekolün niteliksel yaşamını yansıtan Anglo- Sakson, Alman, Rus, Çin, Japon, Türk vb. jeopolitiği olacaktır ve bundan dolayı da jeopolitikten objektif bir yaklaşım beklenilmez (Dugin, 2005: 10).

2. 2. Jeopolitiğin Gelişimi

Coğrafi faktörlerin politikaya etkisini araştıran bir bilim dalı olarak ortaya çıkan jeopolitik, kökeni insanoğlunun siyasete ilgi duymasıyla başlar. Napolean, “Devletin politikası coğrafyasında saklıdır” der (Gottmann, 1942: 197). Joseph J. Thorndike, jeopolitiği bir makalesinin başlığında şu şekilde tanımlar ve aynı zamanda gelişimi konusunda yol gösterir: “ Jeopolitik: İngilizlerin icat ettiği, Almanların kullandığı ve Amerikalıların çalışmaya ihtiyaç duydukları bilimsel bir sistemin sıra dışı bir uğraşıdır” (Thorndike, 1942: 106).

İnsanoğlu, ilk başlarda tamamen doğa tarafından kuşatılmış iken, modern insan, sosyal çevre tarafından kuşatılmış durumdadır. Doğanın kurallarını sosyal kurallar almıştır. İnsanoğluna doğanın müdahale gücü azalmıştır. Fakat insanın doğaya hükmetmesi sınırsız değildir. Alman jeopolitikçilerin “Erdgebundenheit /

21 Earth dependance (İng.)” diye tanımladıkları “Dünyaya olan bağlılık” hâlâ devam etmektedir (Kristof, 1960: 16).

Doğa ile insanoğlu arasındaki bu etkileşim ilk dönemlerde “Doğanın insanoğlu üzerine hâkim olduğu dönem” (nature directed man) iken, ilerleyen yıllarda bu “Doğanın insanoğlunu sınırladığı dönem ( nature limited man)” olmuştur (Kristof, 1960: 16). Aristoteles ve Jean Bodin, doğal çevrenin insanoğlunu etkilediğini savunan ve bu alanda çığır açan yazarlardandır. Fransız Vidal de la Blache’e göre coğrafi faktör, insan iradesi ve girişim arasında güçlü bir bağ kurmuştur (Kristof, 1960: 25). Jeopolitik kavramı ortaya çıkmadan 23 yüzyıl önce, insan karakteri ve devletin askeri ve ekonomik yapısı üzerine etkileri hakkında Aristoteles, fikir beyan etmiştir (Kristof, 1960: 17). Herodotos (M.Ö. 485-425), tarihi olayları coğrafi mekân üzerine ilk yerleştirenlerdendir (Jensen, 2009: 33). Modern jeopolitiğin ilk görüşlerinin Eflatun’la başladığını ifade edenler Eflatun’un şu sözüne atıfta bulunurlar: “Toprak, bir zamanlar ahalinin geçinmesine kâfi geliyordu. Fakat şimdi gelmiyor, demek şimdi komşularımızdan toprak almak mecburiyetindeyiz” (İlhan, 1986: 611).

Devletin üzerinde varlığını devam ettirdiği coğrafi alan ve mekânın diğer devletler ile olan ilişkiler üzerine oluşturduğu gücün bir disiplin olarak incelenmeye başlanması, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına rastlar. Bu dönemde ekonomik aktivitelerin ve sosyal düşüncelerin ülkenin tabiat ve çevre şartlarına bağlı olduğu, insanoğlu ve doğa ilişkilerinin yoğun olarak ele alındığı bir yüzyıldır (Trol, 1949: 134).

Bu incelemeye “Jeopolitik” adını veren İsveçli Rudolf Kjellen (1864- 1922)’ dir (Tezkan, 2005: 13). R. Kjellen, 1916 yılında yayımladığı “ Hayat Formu Olarak Devlet” isimli kitabında “ Coğrafi bir organizma olarak devletin mekânda incelenmesini” jeopolitik olarak adlandırmıştır. Yani devleti toprak, arazi, ya da en anlamlısı olarak, ülke olarak incelemektir (Kristof, 1960: 25).

Jeopolitik, dünyada milletlerin sınırlarını, bölgesel kapasitelerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini anlamada karşımıza çıkan yeni bir ifadedir. Karşımıza ilk çıktığı anlarda tam şeklini almış vaziyette değildi. Coğrafya ve siyaset arasındaki

22 ilişkinin farklı mekânsal boyutuyla yerel ölçekten küresel ölçeğe yansıyan izdüşümüydü ve önceleri “Siyasal coğrafya” olarak adlandırılıyordu (Dodds ve Atkinson, 2000: 28). İlk başlarında bu tanım, devletin coğrafyanın geometrik yapısı ile alakalıyken, ilerleyen yıllarda devletin dış politikasını belirlemede coğrafi unsurların incelenmesi olarak karşımıza çıktı. Her ne kadar jeopolitik kelimesini ilk kullanan R. Kjellen ise de, coğrafyanın küresel çapta etkilerini inceleyen, bu incelemelerin sonunda yansımaları bugüne kadar gelen jeopolitik bir tez ortaya koyan kişi H. J. Mackinder’dir (Tezkan, 2005: 13).

Jeopolitikçilerin çoğu araştırmalarını kendi ülkelerinin çıkarlarını şekillendirme amaçlı kullanmışlardır. Amerikalı A. T. Mahan (1840-1914) Deniz Hâkimiyet Teorisi, N. J. Spykman (1893-1943) Kenar Kuşak Teorisi, Alman Fredrich Ratzel (1844-1904) Hayat Alanı İhtiyacı, K. Haushofer (1869-1946) Alman Hayat Alanı’nın Genişletilmesi Teorileri ile kendi ülke politikalarına yön vermeye çalışmışlardır (İlhan, 2005: 17). Kara Hâkimiyet Teorisini ortaya atan H. J. Mackinder (1861-1947) ile jeopolitiği ilk kez kullanan İsveçli R. Kjellen sadece teorileriyle ön plana çıkmışlardır.

Jeopolitiğin doğuşunu hazırlayan nedenleri S. İlhan şu şekilde sıralar (İlhan, 1971: 64):

Siyasi coğrafyanın yetersizliği, tarih, coğrafya ve siyasi ilimler arasındaki ilişkilerin geliştirilip, tanımlanması, coğrafyadaki determinist görüşler, toplumların oluş ve gelişiminde göze çarpan yeni unsurlar, mevcut ilimlerin olayları yorumlamada eksik kalışı, küreselleşme sonucu ilişkilerin artması ve bazı devletlerin emperyalist duygular içinde genişleme politikaları.

Denis Retaillé, jeopolitiğin çıkış noktasında üç temel ilkeye oturtur (Retaillé, 2002: 24):

Siyasetin üstünlüğü, kimlik birliği ve toprak.

23 Jeopolitik ve devlet arasında bu üçlü arasında oluşan bir ilişki vardır. Tordesillas Tahkimi 2(1494) ve Berlin Konferansı3 (1884) arasında yaşanan süreçte dünyanın jeopolitik bir yapılanmaya gittiği görülür. Bu süreç, zamanla Alman ideolojisinin Zollverein, Weltpolitik ve Lebensraum4 kavramları ile doruğa çıkar (Retaillé, 2002: 24).

Jeopolitik kavramın ortaya çıkıp, jeopolitik adına tezlerin, görüşlerin öne sürülmeye başlandığı 19. yüzyıl sonlarından, bu tezlerin etkilerini azalarak ta olsa devam ettirdiği 1990’lı yıllara kadar süren döneme “Jeopolitiğin Klasik Dönemi” diyoruz (Tezkan, 2005: 13).

2. 3. Jeopolitiğin Unsurları

Jeopolitiğin coğrafi unsurları stratejide “mekân”, beşeri unsurları da “güç” olarak karşımıza çıkar. İkisinde de ortak adla tanımlanan unsur ise zamandır (İlhan, 1989: 42). Suat İlhan, jeopolitiğin unsurlarını “Değişen” ve “Değişmeyen unsurlar” olarak ikiye ayırır (İlhan, 1989: 42):

Jeopolitiğin Değişmeyen (Coğrafi) Unsurları:

*Coğrafi Konum

*Sınırlar ve coğrafi bütünlük

*Saha genişliği ve sahip olunana stratejik kaynaklar

*Coğrafi Özellik (Ada devleti, kıta devleti vb.)

Jeopolitiğin Değişen (Beşeri) Unsurları

*Sosyal unsurlar

*Ekonomik Değerler

2 1494 tarihli Tordesillas Antlaşması dönemin deniz güçleri Portekiz ve İspanya arasında gerçekleşti. Antlaşmanın amacı Kristof Kolomb’un keşif yolculuğunun dönüşünden sonra ortaya çıkan tartışmaları çözüme kavuşturmaktı 3 Berlin Konferansı, Afrika'nın kıyılarında ve büyük nehirlerinde ticaret serbestliğinin sürekliliğini sağlamak ve bu kıyılardaki yeni yerlerin işgal koşullarını belirlemek amacıyla, Bismarck'ın girişimi ile 15 kasım 1884-26 şubat 1885 tarihleri arasında Berlin'de toplanan uluslararası konferans Afrika’nın bölünmesini hızlandırmıştır. 4 Zollverein, kelime anlamı olarak” gümrük birliği” demektir. Almanya’nın iç gümrük engelleri kaldıırlmıştır .Weltpolitik, “dünya politikası” anlamına gelir. I.Dünya Savaşı’nın çıkmasına da neden olan güç politikasıdır ve Lebensraum ile bağlantılıdır. Lebensraum, “yaşama yeri” anlamına gelir. Nazi Almanyası’nın genişleme politikasına hizmet eden jeopolitik bir deyim. 24 *Politik Değerler

*Askeri Değerler

*Kültür Değerleri ve Kültür Çevresi

Değişen ve değişmeyen unsurlar bir bütün halinde bir ülkenin jeopolitik gücünü oluştururlar. Birinin etkinliği, diğerinin zayıf yönünü kapatır (İlhan, 1989: 43).

Değişmeyen unsurlar tamamen coğrafya ağırlıklıdır ve herhangi bir coğrafi unsur diğerine bağlı kalmadan bir güç oluşturabilir. Değişen unsurlarda ise birinin varlığı diğeri için olmazsa olmazdır. Birbirleriyle iç içedir. Sosyal gücün değeri ekonomik, politik ve askeri gücün değerini belirler (İlhan, 1989: 43).

2. 3. 1. Coğrafi Konum

Bir devletin konumu, dünyadaki tüm kara kütleleri ve okyanuslar temel alınarak yapıldığı gibi, bölgesel bir perspektiften yola çıkılarak ta yapılır. Dünyadaki konumda enlem, boylam, rakım ve denizlere olan uzaklık önemli iken, bölgesel konumda çevreye ilişkiler, ulaşım ve doğal sınırlar önem arz eder. Konumun gerçekleri değişmez, fakat ulaşım araçları, ulaşımın yönleri, güçlü devletlere olan yakınlık ve uzaklık, savaş teknikleri konumun etkisini azaltıp ya da yükseltebilir. Konum, iki sistemle bağlantılıdır: Birincisi, konumun gerçeklerini ortaya koyan coğrafi sistem, ikincisi ise, o gerçekleri değerlendirdiğimiz tarihi olgulardır (Spykman, 1938: 40).

Bir devletin bölgesel ve coğrafi konumu dış politikası için en önemli faktördür. Coğrafi konum, genişliğini etkileyebildiği gibi, birçok küçük devleti de önemli kılabilir (Spykman, 1938: 40). Ülkenin coğrafi konumu, diğer coğrafi güçlerden daha önemlidir. Konum tek bir nokta anlamına gelebilir fakat bu nokta güçlü etkiler yayabilir. Atina, Roma, İstanbul denildiği zaman bu şehirlerin büyüklüğünden ziyade konumundan da aldıkları güçle yaydıkları sinerjidir. Tarihte birçok devletin coğrafi alan olarak küçük olmasına rağmen, büyük olabilme, güçlü olabilme yetisi coğrafi konumundan kaynaklanmaktadır. Brezilya, Arjantin ve Avustralya gibi yüzölçümü büyük devletler dünya siyasetinde önemli rol oynamazlar. İngiltere ve Japonya yüzölçümleri küçük olmalarına rağmen, büyük 25 imparatorluklar yönetmişlerdir. Dağların eteklerinde dar bir sahilde kurulan Fenikeliler, Akdeniz’de kültürün yayılmasında önemli rol oynamışlardır. Hollanda, 13. yüzyıldan 17. yüzyılın ortalarında kadar olan deniz ve ticari üstünlüğünü Ren Nehri’nin ağzında ve Baltık bölgesinin keşfedilmemiş alanlarının girişinin yakınında bulunan Kuzey Denizi’nin güney köşesinde yer almasına borçludur (Semple, 1908: 66). Kartaca, yıllarca Roma’ya karşı gelebilmesini coğrafi konumuna borçludur (Koçak ve Şahin, 2001: 347). Yunanistan’ın Doğu’nun eşiğinde olması ona güçlü bir Asya rengi katar (Semple, 1908: 67).

Bir ulusun hayatta kalabilmesi için kendine ait alanı ve sahip olduklarını koruyabilme yetisi gerekir. Coğrafi şartlar olumsuz ve olumlu etki yaratabilir. Merkezi konum (central location), genişleme imkânı sağlamasının yanında tehlike ile karşılaşabilme olasılığı doğurabilir.

Medeniyetlerin yönü Doğu’dan Batı’ya doğru hareket etmiştir. M. Ö. I. yüzyılda medeniyet Akdeniz çevresinde iken, bugünkü Hollanda o dönemde fazla önem arz etmiyordu. M. Ö. 2000’li yıllarda dünya medeniyetinin kalbinde yer alan Suriye ve Filistin, günümüzde oluşan medeniyetin doğusunda kalmışlardır. Fakat bu döngü tamamlanmadan, Doğu Akdeniz kıyılarında yer alan şehirler kendilerini tekrar kavşak noktası rolüne hazırlamaktadırlar (Spykman, 1938: 45).

Roma’nın yıkılmasıyla Avrupa, yönünü doğu ve güneydoğuya çevirmişti. Amerika’nın keşfi ile yoğunluk kuzey batıya yöneldi. 16. yüzyıldan itibaren ise Batı Avrupa konum olarak ön plana çıkmıştır. B. Britanya konumunu ve deniz gücünü kullanarak dünyaya hâkim olmuştur. Dünya tarihinde artık tek bir merkezin konum üstünlüğü kalkmıştır. Büyük güçler farklı merkezlere konumlanmıştır. Uzak Doğu’da Japonlar, Avrasya’da Rusya, D. Atlantis ve Hint Okyanusu’nda Avrupa ve Amerika kıtasında Amerikalılar güç merkezlerini oluşturmuşlardır (Spykman, 1938: 45). Son yıllarda bu güce Çin’i de eklemek gerekir.

2. 4. Jeopolitiğin Klasik Dönem Teorileri

Klasik jeopolitik, devletin gücünün, zenginliğinin ve geleceğinin coğrafya tarafından belirlendiğini iddia eder. Bu düşüncede, var olan coğrafi özellikler değiştirilemez. Emperyalizm ve Sosyal Darwinizm’in bir ürünüdür. Jeopolitiğin

26 bilinen meşhur öncülerinin, ülkelerinin uluslar arası genişleme politikalarına meşrulaştırmaya çalışan, Britanya, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olmaları tesadüf değildir (Lipschutz, 1998: 113) Klasik jeopolitik Alman ekolü ve Britanya- Amerika ekolü olmak üzere ikiye ayrılır. Alman ekolü, bazı devletlerin neden daha güçlü olduğunu ve nasıl güçlü olunabilineceğini analiz ederken, Britanya ve Amerika ekolü ise, devletlere stratejik öneriler sunar ve küresel anlamda ilişki kurmanın gerekliliğini anlatır. 19. yüzyıl sonunda Avrupalı siyasi güçler, emperyalist amaçlarına bahane uydurmak, zengin maden yataklarını ele geçirmek adına farklı düşünce ve teoriler ortaya attılar ve jeopolitik tanımının doğmasına neden oldular.

2. 4. 1. Kara Hâkimiyet Teorisi ve Mackinder

Ekonomi deyince akla ilk gelen isimlerden birisi “Adam Smith” iken, jeopolitik deyince “H. Mackinder” gelir (Dugan, 1962: 241). “Politikanın seyri iki gücün ürünüdür” sözleriyle dikkat çeken, klasik dönem jeopolitiğinin en önemli şahsiyetlerinden olan Halford J. Mackinder (1861-1947), coğrafyanın modern bir disiplin olarak ülkesinde yerleşmesini sağlamıştır (Baker, 1947: 4).

“Tabiat” ve “İnsanoğlu” arasındaki iletişim sürekli var olmuş ve bulunduğu zaman, mekân ve güce göre farklılık arz etmiştir. H. J. Mackinder, süregelen bu mücadeleyi “Her bir yüzyılın kendi coğrafi perspektifi vardır” diyerek tanımlar (Meinig, 1956: 553). Coğrafya, artık sadece bilinmeyenleri keşfetmek değil, felsefi tahliller ile yol alan bir bilim dalıdır (Mackinder, 1904: 421).

Mackinder, insanlık tarihini, dünya organizmasının bir parçası olarak görüyordu. Coğrafya ile politik kararların gelişimi arasındaki çok ince ilişkinin farkındadır. Mackinder’e göre “ Başlatan doğa değil, insandır, ancak kontrol büyük ölçüde doğadadır” (Sloan, 2003: 24). Politik gücün sahnelendiği coğrafi yapılar ve coğrafi yerleşim, ulaşım ve silah teknolojileri etkileriyle ülkenin politikalarından değişim yaşanabilir (Sloan, 2003: 24).

Bu idealle yola çıkan Mackinder, dünya siyasetine yön verecek politikalar üretmeye başlar ve kalpgâh teorisini ortaya atar. Dünyayı yaşanan gelişmeler ışığında tek bir politik ve ekonomik bir varlık durumuna dönüşebileceğini o dönemde

27 hissedebilmiştir (Dawson, 1987: 28). Mackinder, büyük coğrafî bölgelerin tarihin ana hatlarını yönlendirdiği düşüncesiyle dünyayı üç bölgeye ayırır: Dünya egemenliğini amaçlayan bir karagücü için potansiyel güç merkezi olarak Avrasya’nın içindeki bölgeyi kalpgâh (pivot bölge) olarak tanımlar. Kalpgâh, bölgeyi biri iç diğeri dış olmak üzere iki hilal çevrelemektedir. İç hilal’de Almanya, Avusturya, Türkiye, Hindistan, Çin yer almaktadır. Dış hilalde ise, İngiltere, Güney Afrika, Avustralya, ABD, Kanada, Finlandiya ve Japonya vardır. (Tezkan ve Taşar, 2002: 77).

Mackinder’in kara hâkimiyet teorisi onun şu sözlerinde özetlenir (Mackinder, 1904: 436; Pacione, 1985: 42-43):

Doğu Avrupa’ya kim hükmederse, kalpgâha hâkim olur;

Kalpgâha kim hükmederse, Dünya adasına hâkim olur;

Dünya Ada’sına kim hükmederse, Dünya’ya hâkim olur.

2. 4. 2. A.T. Mahan ve Deniz gücü Teorisi

Tarih öncesinden günümüze, su, insanlar için vazgeçilmez olmuş, hayatın özünü oluşturmuştur (Bahar, 2009: 42). Felsefenin babası ve kurucusu olarak addedilen ’lu Thales, tabiatin özünün su olduğunu öne sürmüştür (Plutarch, 1909: 3; Marks, 2001: 92). Tarih boyunca medeniyetlerin merkezi ve güç dengeleri, suyun olduğu bölgelere doğru yönelmiş ve oralarda kurulmuştur.

Mezopotamya’da Fırat, Dicle, Hindistan’da Nil, İndus ve Ganj, Çin’de Sarı Irmak ve Orta Asya’da Seyhun, İran’da Kerhe, Kafkasya’da Kura-Aras, Karadeniz’in kuzeyinde Don, Dinyester, Ceyhun, Avrupa’da Tuna, Anadolu’da Kızılırmak gibi ırmak boyları önemli uygarlık merkezleri olmuşlardır (Bahar, 2009: 50; King, 1945: 85).

Batı Medeniyeti, geniş bir su havzası, Helen Medeniyeti Ege Denizi etrafına kurulurken, Roma Medeniyeti Akdeniz’i kucaklamıştır. Günümüzün Batı dünyası Atlantik’i kuşatmıştır (Spykman, 1938: 40). Herodotos, Mısır Medeniyetini bundan dolayı Nil’in bir armağanı olarak görür. Küçük Akarsu, Büyük Akarsu, Deniz ve

28 Okyanus Uygarlıkları dönemlerini yaşayan dünyamızda geçmişten gelen suyun gücünün, günümüzde de devam ettiğini görmekteyiz (Bahar, 2009: 66).

Denizin gücünü tam olarak kavrayabilmek için dünyanın coğrafi oluşumuna bakmak gerekir. Okyanus ve denizler o derece yaygındır ki, kıtalar her zaman denizden saldırıya ve baskıya açıktır. Coğrafyacı Strabon: “Bir anlamda biz iki yaşayışlı sayılırız, karaya, denize olduğumuzdan daha fazla ait değiliz” der (Strabon, I, I.6; Starr, 2000: 2). Strabon, Yunanistan’ı ele alırken, tarihçi Ephorus’un izlediği metodu izleyerek topoğrafik sorunlarda denizi referans almıştır ( Starr, 2000: 2).

Bacon, “Denizlere egemen olmak üstünlüğün temelidir” der (Bacon, 2002: 128). Cicero, Atticus'a yazdığı mektupta Pompeius'un Caesar'a karşı yaptığı hazırlıktan söz ederken; “Pompeius’un5 tutumu Themistokles’inki gibi, tıpkı o da denizlere egemen olanın, her şeye egemen olacağına inanıyor”6diyerek deniz gücüne atıfta bulunur (Bacon, 2002: 128). M. Ö. 2000’li yıllarda Mısır’da 400 civarında savaş gemisinin varlığından söz edilip, Mısırlıların gemi yapımını o dönemin denizcilikte önde giden ülkesi olan Giritlilerden öğrendikleri düşünülmektedir (Stevens and Westcott,1942: 15).

Denizlere yönelmek, savaş zamanında stratejik üstünlük sağlarken, barış zamanında ise insanları daha müreffeh kılmıştır (Star, 1978: 344). Deniz kuvvetlerinin önemini ilk olarak dile getirenlerden birisi Atinalı devlet adamı ve General Themistokles’tir (M.Ö.524–459). Themistokles, Atina’nın deniz gücünü oluşturması için çaba sarf etmiştir (Ehrenberg, 1989: 148). Deniz gücünün önemi, Themistokles’i doğrular derecesinde Pers istilalarında bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Bir diğer Antik Dönem Yunanlı yazar Thukydides’e göre ise, deniz gücünü ilk keşfedenler Korintliler’dir (Wallinga, 1993: 14). Demokrasi ve deniz gücü arasında içten bir bağ vardır. Bu bağ sayesinde, Atina’nın fakir ve sıradan insanları, deniz gücü vasıtasıyla elde ettikleri gelirlerin etkisiyle doğuştan zengin olanlardan daha iyi bir hayata sahip olacaklardı. Yunanlı devlet adamı Alkibiades’e göre ise Atina, sadece deniz gücüne dayanarak imparatorluğa kavuşmuştur (Star, 1978: 344-

5G. Julius Caesar’ın dostu olan Gnaeus Pompeius Magnus (M.Ö 106-48), Pontus kralı VI. Mithridates’a karşı olan savaşta Roma ordusunun başında yer almıştır. 6 Consilium Pompeii plane Themistocleum est; putat enim qui mari potitur eum rerum potiri (Bacon, 2002: 128). 29 346). “İşler ve Günler” adlı eserinde Hesiodos (M.Ö.7. yy. başı) gemicilikle uğraşan kardeşi Perseus’a şöyle der: “Kış gelip de rüzgârlar her yönden esmeye başlayınca, suları şarap rengine dönmüş denize çıkacağına, toprağı işle. Tekneyi kıyıya çek, etrafını taşla çevir… Dip tapasını çıkar ki, Zeus’un yağmurları hiçbir şeyi çürütmesin. Bütün donanımı evinde bir köşeye yerleştir, yelkenleri dikkatle dür, dümeni ocağın bir köşesine as ve deniz mevsiminin gelmesini bekle” (Braudel,2007: 44).

Şüphesiz ki deniz, tarihi oluşturan tek etken olmamakla birlikte, yüzyıllardır mekân olarak tarihi gelişimi etkilemiş ve ancak 20. yüzyıl başlarında Mahan (1840- 1914) vasıtasıyla bir teori haline dönüşmüştür. Dünya liderliğine oynayan, kendi ulusunun maksimum refaha ve güvenliğe ulaşmasını isteyen devletler için denize hükmetmek esastır. “Kara bir engeller topluluğu iken, deniz açık bir alandır” ve bu alanı deniz gücü ile kontrol eden ve ticari gücüyle destekleyen uluslar dünyanın zenginliğinde önemli bir paya sahip olabilirler (Downs, 1983: 301-302).

Mahan, “Tarihin değeri, bizim için insanlığın tecrübesinin kaydedilmesidir ve bu tecrübe anlaşılmak zorundadır ” demekte ve deniz gücünün bundaki rolünü dile getirmektedir (Moll, 1963: 138). T. Mommsen’in Roma Tarihi” adlı kitabında geçen “Eğer Hannibal, İtalya’ya kara yolu yerine deniz yolunu tercih etseydi ne olurdu?” cümlesinden çok etkilenip, deniz gücünün tarihsel boyutunu incelemeye başlar. Deniz gücünü ve deniz stratejisini Mahan kadar derinden etkileyen birisi çıkmamıştır. Amerikan deniz politikasına yön vermiş, T. Roosevelt ve H.C. Lodgee’yi etkileyerek Amerika’nın deniz aşırı açılmasını sağlamıştır. İngiltere’nin deniz gücünün altını çizmiş ve Almanya’yı Amiral Tirpitz ve William II’in komuta dönemlerinde deniz gücü konusunda teşvik etmiştir (Sprout, 1973: 415). II.William, karasal gücü savunan Bismarc’ı görevden almış ve “Mahan’ın kitabını sadece okumakla kalmayıp yutuyorum” demiş, tüm deniz birliklerinde okunmasını sağlamıştır (Sprout, 1973: 442-443).

2. 4. 3. Haushofer ve Alman Hayat Alanının Genişletilmesi

I. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, Almanya’da jeopolitik oldukça popüler bir çalışma alanı oldu. Savaşın acı mağlubiyeti Almanya’yı istemediği bir

30 antlaşmayı imzalamaya sürüklemişti. Savaşta alınan mağlubiyet ve lehine olmayan şartlarla dolu antlaşma, Alman devlet adamlarını, bilim insanlarını ve askerlerini mağlubiyetin şartlarını araştırmaya sevk etti. Kaybolan ulusun onurunu yeniden diriltmek için araştırmaya başladılar. Ratzel ve Kjellen’in çalışmalarına ilgi duymaya başladılar ve bu düşünceleri kendilerine uygun hale getirmek için ilaveler yaptılar. Almanya’nın güç ve genişleme politikasında K. Haushofer öncü rolü üstlendi. (Dikshit, 2000: 25).

Jeopolitiğin ortaya çıkış tarihi olarak 1924 yılında Haushofer editörlüğünde çıkan “Zeitschrift für Geopolitik (Jeopolitik Dergi) olarak gösterilir (Troll, 1949: 99). Haushofer, düşüncelerini mağlubiyete uğramış bir ordu, barışa zorlanan bir devlet ve vatandaşları aşağılanan bir güruh içinde yazdı. Ekonomik sıkıntılar ona Almanya’nın Lebensraum (Hayat alanı)’un eksikliğini hatırlatmıştır (Jones, 1959: 253).

Haushofer’e göre Almanya konum itibariyle statik durumdan ziyade, dinamik bir yapıya bürünmesi gerekiyordu. Haushofer’e göre İngiltere artık yönetme yetisini kaybetmiş ve yeni hâkimiyetlerin başka ülkelere geçme zamanı gelmişti. Yeni Almanya “Beyaz Adamın Yükünü” (White Man’s Burden) İngiltere’nin yorgun omuzlarından almaya hazırdı. Fransa, hem fiziksel hem de siyasal olarak “Çöken” bir milletti. Almanya ise “Yenileyen” bir güçtü (Kruszewski, 1940: 970). Bu yükü omuzlarken Sovyetler Birliği, Japonya, Çin ve Hindistan Almanya’nın liderliği altında toplanacaktı (Dikshit, 2000: 27). Avrupa’nın merkezinde oluşturulacak bu güç ilk önce aynı ırktan olan Avusturyalılar ve Südet (Sudeten Germans) Almanlarını bir araya getirmeliydi (Kruszewski, 1940: 964).

Haushofer’in jeopolitik düşünceleri Ratzel ve kısmen de Kjellen’e dayanır (Hartshorne, 1935: 793). Kendisinin kattığı noktalardan birisi “Sınırlar” ile alakalı olan görüşüdür. Haushofer’in “ Değişmeyen bir sınır çizgi” anlayışı yoktu ve “Dinamik ve sürekli değişen” sınır kavramını savunuyordu (Herwig, 1999: 221).

2. 4. 4. Ratzel ve Organik Varlık Olarak Devlet

Alman devletlerinin birleşmesiyle sonuçlanan Fransa-Prusya savaşından sonra, Almanya hızlı gelişen sanayilerin ürünlerine dış pazar bulmada İngiltere’nin rakibi oldu. Gerileme süreci içerisine girecek olan İngiltere’nin yerini Almanya

31 alabilirdi ve bunun için mekânsal genişlemeye ihtiyaç duyuluyordu. Bundan dolayı da modern coğrafyanın politikaya aktarılmasına en etken güç Almanya olurken, Ratzel, Haushofer ve Maull gibi figürler bu düşüncelerin taşıyıcıları oldular. Sosyal Darwinizm ve Nasyonalizm coğrafi determinizmle birlikte 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Alman jeopolitiğinin temellerini oluşturdular (Tuathail vd., 2003: 194).

Profesör, zoolog, coğrafyacı ve gazeteci olan ve 1844’te Karlshure’de doğan F.Ratzel, bu düşüncelerle tanındı ve hatta Kjellen’den ziyade jeopolitiğin babası olarak iddia edenler bile oldu. Jeopolitik, Ratzel olmadan düşünülemez bir hale geldi (Tuathail vd., 2003: 194). Ratzel, coğrafyanın potansiyelleri aracılığıyla siyasete yön vermeye çalışmıştır. 1897’de yayımlanan Politische Geographie ( Siyasal Coğrafya) adlı eseri ile Almanya’da jeopolitiğin tanınmasına yol açtı. “Devletlerin Bölgesel Büyüme ve Kanunları Üzerine(Gesetze des räumlichen Wachstums der Staaten)”, “Antropocografya(Antropogeographie)”, “Devletlerin Coğrafi Büyüklüklerinde Denizin Etkisi (Das Meer als Quelle der Voelkergroeße)” vb. yaklaşık 500 civarındaki eserleriyle,7(Tezkan ve Taşar, 2002: 45) modern coğrafyayı, emperyalist politikaların dayanağı haline getirdi. Birçok Alman siyasal coğrafyacı onu siyasal coğrafyanın kurucusu olarak ilan etti. Hızlı bir şekilde endüstrileşen Almanya’da yayımladıkları onlarca makale, kitap ve sundukları konferanslarla Darwinizm’i etkin bir felsefe yapan Haeckel’in başını çektiği grupta Ratzel’de vardı (Hunter, 1986: 278).

Ratzel’e göre jeopolitik, devleti bir organizma olarak kabul eden bir bilimdir (Kruszewski, 1940: 968). Ratzel’in hayat alanı (Lebensraum) adını verdiği düşüncesi Darwinizm’e dayanır. Ratzel’e göre siyasal toplum bir birey gibi hareket eder. Devletin büyümesi genişleme ile tanımlanır. Millet, gelecek nesilleri için sabit bir

7 Coğrafyanın tümüne hâkim olan az sayıdaki kişilerden olan Ratzel’in diğer bazı eserleri şunlardır (Tezkan ve Taşar, 2002: 45): Sein und Werden der Organischen Welt. Eine Populäre Schöpfungsgeschichte (Organik Dünyanın Mevcudiyeti ve Meydana Gelişi-1869); Die Vorgeschichte des europäischen Menschen (Avrupa İnsanının Ön Tarihi-1874), Politische Geographie oder die Geographie der Staaten, des Verkehres und des Krieges (Siyâsî Coğrafya veya Devletlerin, Ulaşımın, Savaşların Coğrafyası-1897), Die Erde und das Leben. Eine vergleichende Erdkunde. 2 Cilt (Yeryüzü ve Hayat. Bir Karşılaştırmalı Coğrafya- 1901–1902). 32 toprak parçası üzerinde sabit kalamaz. Büyümesi için genişlemesi şarttır. (Murphy, 1933: 9).

2. 4. 5. Kjellen ve Jeopolitik

Kjellen, jeopolitiği şu şekilde tanımlar: “ Jeopolitik, devleti coğrafi bir organizma veya mekanda bir fenomen olarak gören bir bilim dalıdır” (Kruszewski, 1940: 968). Devleti daha iyi tanıyabilmek için coğrafyanın potansiyelini keşfeden kişidir. “Hayat alanı” Ratzel’in tanıttığı bir terim iken, Jeopolitik terimini ilk kullanan kişi Rudolf Kjellen olmuştur (Kiss, 1942:638). Ratzel’in takipçisi olmuştur. Ratzel’in birçok görüş ve düşüncesi Kjellen’de ortaya çıkar. Ratzel’den öğrendiği Sosyal Darwinizme çok şey borçludur (Parker, 1985: 55). Avrupa’daki güçlerle ilgili pek çok eser kaleme almasına rağmen jeopolitiğe kattığı düşünceler iki eserinde belirginleşir (Hagan, 1942: 482): Birincisi, “Hayat Formu Olarak Devlet (The State as a Formof Life), ikincisi ise, “ Bir Siyaset Sisteminin Temelleri (Foundations for a System of Politics).

Kjellen, jeopolitik terimini icat ettikten sonra, Alman jeopolitikçiler de kullanmaya başlamışlar ve kendi siyasi çıkarlarına araç edinmişlerdir ve bundan dolayı da Ratzel hedef tahtası olmuştur (Read, 1972: 9). Alman coğrafyacı Sieger Kjelen’in jeopolitik terimine soğuk bakmasına rağmen, 1903’te Kjellen’i “Geographische Zeitschrift” adlı derginin okuyucuları ile tanıştırmıştır. İlerleyen yıllarda I. Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte ortaya çıkan Avrupa güçlerinin askeri ve ekonomik çatışması, Kjellen’i Alman coğrafyacılar arasında aranılan kişi yaptı. Sieger, önceki düşüncelerinden vazgeçerek Kjelen’in eserlerinin Almanca’ya çevrilmesini tavsiye etti (Courd, 1946: 184-185). Haushofer, jeopolitik kelimesinden esinlenerek bir dergi çıkarmıştır. Kjellen’de Ratzel’den esinlenerek devleti bir organizma olarak görür ve organizmanın büyüyen ve genişleyen özelliklerini inceler.

2. 4. 6. Spykman ve Kenar Kuşak Teorisi

Gerek bilimsel ve gerekse bilinirlik açısından jeopolitik kavramı II. Dünya Savaşı ile birlikte Amerika’da yaygınlaşmaya başladı. I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arsındaki yıllarda izolasyon politikaları ve Wilson prensipleri doğrultusunda jeopolitik düşünce Amerika’da ihmal edilmişti. 23 Ağustos 1939’ta Nazi Almanyası

33 ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan saldırmazlık ve tarafsızlık antlaşması Mackinder’in teorilerine dayanan yeni jeopolitik planlamaların habercisi oldu (Polelle, 1999: 117; Zakaria, 1998: 178).

Artık Amerikalılarda ellerini taşın altına koymaya karar verirler. Spykman’ın teorilerinin özü, Almanya’nın dünya gücü olma ihtimaline karşı ABD’nin oluşturacağı güç dengesiydi. Bu da ancak Anglo- Amerikan deniz gücü ve Sovyet kara gücü ittifakı ile engellenebilirdi (Sen, 1975: 197). Bu çerçeve de Spykman, kıtasal güç ile deniz güçleri arasında ilişkileri inceleyen bir teori ortaya koymaya çalıştı. Mücadelesiz bir dünya, var olmak için hayatın durduğu bir dünyadır (Schweller, 1997: 927). Spykman’a göre kuvvetler dengesinin dinamikleri, her bir milleti sürekli kendi kapasitesini artırmaya yönlendiriyordu (Chatterjee, 1972: 52).

Yale Üniversitesi’nde Uluslar arası İlişkiler alanında profesör olan Nicholas John Spykman (1893-1943), aslen Hollandalıdır. Gazeteci olarak Orta, Yakın, Uzak Doğu’ya ziyaretlerde bulunur ve 1920 yılında ABD’ye gelir. 1942 yılında yayımladığı “Dünya Siyasetinde Amerikan Stratejisi”8 adlı eseri ile zirveye çıkar (Teggart, 1940: 60). Kitabın konusu güç üzerine kurgulanmış olup, yaklaşımları oldukça mantıklı çizgiler içerir. Dr. Isaich Bowman, “ Bu eseri okuyan Amerikalı sayısının bir milyondan az olmaması gerektiğini” söyler (Sloan, 1997: 6). Bu eser, Amerikalılar tarafından ihmal edilmiş olan bir stratejik düşünceyi ele alan, parlak, keskin, kışkırtıcı, mantıklı ve iyi kurgulanmış bir eser olarak telakki edilir (Furniss, 1952: 382).

Spykman, Mackinder’in görüşlerini değerli bulur, fakat II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan stratejik gelişmeler, Mackinder’in “Kalpgâh teorisinin” önemini kaybedeceğini ve onun yerine kendisine ait olan “Kenar kuşak” diye adlandırdığı Avrasya’nın çevresinin daha önemli olacağını işaret eder. Mackinder’in açık deniz tarafından kuşatılmış olan, içte kalmış kara gücüne karşın, Spykman, deniz gücüne

8 Diğer bazı eserleri ise şunlardır (Furniss, 1952: 383): The Social Theory of Georg Simmel (George Simmel’in Sosyal Teorisi-1925); The Social Background of Asiatic Nationalism (Asya Milliyetçiliğinin Sosyal Arka planı-1926);States Rights and the League (Devletlerin Hakları ve Cemiyet-1934); Geography and Foreign Policy (Coğrafya ve Dış Politika-1938); Geographic Objections in Foreign Policy (Dış Politikada Coğrafi Amaçlar-1939); Frontiers, Security and International Organization (Sınırlar, Güvenlik ve Uluslar arası Organizasyon-1942); The Geography of Peace (Barış Coğrafyasy-1942). 34 dayalı bir doktrin inşa eder (Meinig, 1956: 554-556). Mackinder’in kara gücü teorisini yeniden yorumlar ve ortaya kenar kuşak teorisini sunar (Jones, 1955: 496; Sempa, 2002: 72):

“Kim kenar kuşağa hükmederse Avrasya’ya hâkim olur.

Kim Avrasya’ya hâkim olursa, dünyaya hâkim olur.”

Bu bölgeye Sovyetler Birliği, İngiltere ve ABD’nin ilgi duyabileceğini ve Sovyetler Birliği’nin kenar kuşağa doğru bir hamlesinin savaş sonrası oluşumun önemli bir ayağını oluşturabileceğini ifade eder.

2. 5. Jeopolitiğin Yeni Klasik Dönemi

Jeopolitik, dinamik bir kavramdır. Bu dinamikliği sağlayan üç etken vardır: Birinci etken zamandır, yüzyıldan yüzyıla, hatta daha kısa sürelerde bile farklılık arz edebilen zaman içerisinde yaşanan gelişim, jeopolitiğin farklı zamanlarda değişik bir yorum ile değerlendirilmesi gereğini ortaya koyar. İkinci olarak, bilim ve fende meydana gelen yeniliklerin hem yapıcı (ekonomik katkı bağlamında üretimin artmasını sağlayan teknolojik araçlar) hem de yıkıcı etkiler (nükleer silahlar) yaratmasıdır. Son yıllarda yaşanan ve gelecekte de yaşanması kaçınılmaz olan bu değişim sürecinde jeopolitik yeniden gözden geçirilerek değerlendirilmelidir. Üçüncü olarak ise, ülkenin gücüdür (Sen, 1975: 235).

Bu perspektiften baktığımız zaman klasik dönem jeopolitik teorilerinin birçoğunun hızla gelişen zamana ayak uydurması imkânsız görülmektedir. Diğer taraftan tamamen reddetmekte mümkün gözükmemektedir. Aslında yıllardır var olan, ama 1899’da Kjellen tarafından kavramlaştırılan jeopolitik, geçmiş, günümüz ve gelecek adına yorumlanabilecek unsurlara sahiptir ve teorilerinin yanı sıra bu unsurlar eşliğinde de değerlendirilmelidir (Agnew,1998:2),

Klasik dönem jeopolitik düşünceler emperyalist düşüncelere vurgu yapıp, ülkelerin genişleme politikalarına bilimsel bir alt yapı hazırladığı için kötü bir ün kazanmıştır. Alman jeopolitiği tüm dünyayı savaşın içine attığı ve Haushofer ve Ratzel gibi teorisyenlere sahip olduğu için en fazla eleştiri alanların başında gelir (Tuathail ve Dalby, 1998: 8).

35 Bu yüzden, 1948 yılından sonra jeopolitik kavramı uzunca bir süre kullanılmamıştır. Askerler, coğrafyacılar, siyasiler kendilerine ait nedenlerden dolayı jeopolitik kavramına uzak durmayı tercih ettiler. Yaşanan ekonomik gelişmeler, teknolojide sağlanan ilerlemeler kaçış nedenlerinden öne çıkanlar birkaçı olarak nitelendirilebilinir (Tezkan, 2007: 30). Walter B. Briston, teknolojinin etkinliğini şu şekilde dile getirir (Wriston, 1997: 172):

“Günümüzde teknolojik bir devrimin içerisindeyiz. Bu teknolojik devrim, eski güç yapılarının yok olmasına ve yenilerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Sebep olmaktan öte, hızlandırıcı bir etkisi vardır. Geçmişteki devrimlere benzer nitelikte, teknoloji, hükümetlerin egemenliğini, dünya ekonomisini ve askeri stratejiyi derinden etkilemektedir.”

Geçerliliğini kaybeden teorilerin yanı sıra, Mackinder ve Spykman’ın teorilerinin gerçekleştiği ve geçerliliğini koruduğunu görmekteyiz. Tarihi açıdan baktığımız zaman jeopolitiğin mantığını kısmen de olsa değiştirmiş olsa bile, mevcut jeopolitik ortamının tamamen ortadan kaldırmadığını gözlemliyoruz (Lonsdale, 2003: 210).

Soğuk Savaş sürecinde ortaya çıkan piyasa ekonomisi ve liberal demokrasi arasında yaşanan ideolojik çekişmelerin yoğun olduğu dönemde bir kenarda unutulan jeopolitik kavramı, Asya ve Avrupa’da sömürge olmaktan kurtulan devletlerin kendilerine var olan tabloda bir yer aramaları jeopolitiğin yeniden sahneye çıkmasını sağladı (Tezkan, 2007: 30).

Yeni klasik dönemin jeopolitik düşüncesi, önceki döneminde de var olan dış politika, coğrafi konum, fiziki coğrafya, doğal kaynaklar, denize olan uzaklığı vb. konuları gündeminde tutmuş, coğrafi değerlerin ekonomik ve stratejik katkılarının öneminin altını çizmiştir. Klasik dönemden farklılığı birkaç noktada değerlendirilebilinir: Birincisi, devleti sadece kendi bünyesinde kabul etmeyişi ve “ulusal çıkarlar” bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini öne sürmesidir. İkincisi, stratejinin yerini sürat, askeri gücün yerini ekonomik gücün yerini aldığını ifade etmesidir.

36 Coğrafya klasik dönemde olduğu gibi bu dönemde de etkinliğini sürdürmektedir. Kültür farklılığı ve enerji kaynakları yeni dönemde ön plana çıkan noktalardır. Avrasya bu dönemde de odak noktası olmaya devam etmiş, iki teoriye beşiklik etmiştir: Birincisi, Rus jeopolitiği diye adlandırdığımız A. Dugin’e ait Avrasyacı yaklaşım iken, ikincisi ise, Avrasya Satranç Tahtası olarak adlandırdığımız teoridir (Tezkan, 2007: 30). Bu dönemin bir diğer ön plana çıkan teorisi ise S. P. Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” teorisidir.

37 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

PHRYGIA BÖLGESİ

3. 1. Phrygia’nın Tarihi Coğrafyası

Phrygia Bölgesi, M. Ö. I. Bin yıl siyasi ve kültür tarihinin belli bir dönemine damgasını vurmuş bir toplumdur (Sivas, 1997: 1). Siyasal bir topluluk olarak ortaya çıktıkları dönemde (M. Ö. 725- 695-675) yılları arasında İç Batı ve Orta Anadolu’ya egemen olmuşlardır (Akurgal, 1995: 191). Bölgenin sınırları sahip olduğu stratejik konumdan dolayı, Kimmer istilası, ve Pers egemenliği, Anadolu’da oluşan Helenistik ve Roma dönemleri boyunca sürekli değişmiştir (Ramsay, 1960: 163; Anthon, 1850: 641).

M.Ö. 8. yüzyılda Anadolu’nun merkezi Hint-Avrupa dili konuşan Phrygler tarafından donatılmıştır (Mellink, 1991: 621). Phrygia’nın içinde bulunduğu Orta Anadolu, kuzey9 ve güneydeki sıradağlar arasında kalan bir bölgedir. Phrygia, kendini çevreleyen dağlara rağmen rakımı düşük bir coğrafyaya sahiptir ve bölgenin ortalama yüksekliği 1000 m. civarındadır (Sevin, 2001: 198). Kuzeyde Boz Dağ (1371 m.), ve Sündiken Dağları (1768 m.), doğuda Sivrihisar Dağları (1690 m.), güneyde Emir Dağı (2241 m.), Şaphane Dağı (1770 m.) ve Dindymos10 (Murat) Dağı (2312 m.), batıda Türkmen Dağı (1829 m. ) ve Domaniç Dağı (1910 m), güneyde Apameia’nın kurulu olduğu Signia (Akdağ 2494 m. ) 11 ve güneybatı uçta Kadmos (Honaz 2571 m.) başlıca dağlardır (Sivas, 1997:7).

Kuzeybatıdaki Küçük Phrygia yüzey şekilleri bakımından, doğudaki B. Phrygia yüksek ovalarıyla batıdaki Ege bölümünün geniş vadileri arasında bir eşik oluşturmaktadır (Sevin, 2001: 199). Bu bölgede, içerisinden Kızılırmak, Yeşilırmak ve Sakarya nehirlerinin geçtiği ortalama yüksekliği bin metreyi bulan geniş yaylalar

9 Kuzeyinde batıdan doğuya doğru uzanan Ida (Kaz) , Mysia bölgesinde Temnon (Demirci) ve Bithynia bölgesinde Olympos dağları vardır. Homeros, bu dağın en yüksek noktasına (1774 m) “Gargoros” adını verir (Homeros, Iliad II, XIV. 292). Homeros, ayrıca Ida’yı bereketli, akarsuyu bol ve içerisinde pek çok hayvan türünü barındırdığını belirtir (Homeros, , Iliad VIII, 47). Strabon ise kuzeydoğu ayağında (Sarıköy) olduğunu belirtir (Strabon, XII, I. 10). 10 Aynı adı taşıyan bir diğer Dindymos (Günyüzü) Dağı’dır (1820m). Pessinous bölgesindeki bu dağ ile Agdistis Dindymene adı verilen Anatanrıça arasında bir ilişkinin varlığına inanılıyordu (Strabon, 10. 3). 11 Pilinius, N. H. V. 106. 38 vardır. Özellikle Kızılırmak ve Tuz Gölü arasında M. Ö. III. ve II. binyıllara tarihlenen yüzlerce höyük, bu bölgede yaşanan yoğun yerleşmeyi işaret eder (Harita 1). Bu bölgede yaşanan yoğunlaşmanın nedeni ise kapalı bir havza olması ve dolayısıyla o dönem için oldukça önem arz eden güvenlik gereksinimi içindir (Kınal, 1987: 4).

Gardner, Küçük Asya kadar arkeolojik zenginliğe sahip bir ülke olamayacağını belirtir. Keşfetmek için bir coğrafyacı için Afrika ne ise, bir tarihçi için Küçük Asya odur (Gardner, 1892: 28). Gardner, Phrygia tarihi ile bağlantı kurarak Küçük Asya’yı üç bölgeye ayırır: Birinci bölge, İzmir’in çevresinde muhteşem bir şekilde karşımıza çıkan Spil Dağı bölgesi, ikinci bölge, Büyük Phrygia (Greater Phrygia) olarak geçen Meander (Büyük Menderes) ve Sangarios (Sakarya)’un çıktıklarını noktaları kapsayan bölgelerdir. Üçüncü bölge ise Troia bölgesidir. (Gardner, 1892: 34, 35, 44; Mayo, 1813: 106).

Plinius’a göre Phrygler Lectum’dan 12 Etheleus Nehri’ne13 kadar uzanır. Kuzeyde sınırları Galatia, güneyde Lykonia, Pisidia ve ve Mygdonia’ya,14 doğuda Kapadokya’ya kadar uzanır (Plinius, V: 41). Bir diğer tarifte ise kuzeyinde Bithynia ve Paphlagonia, doğusunda Kappadokia, güneyinde Pisidia ve Kilikia, batısında Mysia, Lydia ve Karia vardır (Harita, 2; Harita 3). Doğu sınırı Kızılırmak, güney sınırı Toroslar ile çevrilmiştir. Galyalıların K. Asya’ya gelmeleri ile birlikte Phrygia’nın kuzeyini ele geçirmişler ve bundan sonra bu bölgeye “Galatia” olarak adlandırılmıştır (Mitchell, 1860: 48) Frost vd., 1835: 155; Sevin, 2001: 195; Anthon, 1850: 641; Laurent, 1830: 222).

Phrygia, Mysia, Karia ve Lydia tarafından çevrelenmiştir. ’e göre 37 ve 41 derece kuzey enleminde ve boylam olarak ise 56 ve 62 dereceler arasındadır. Phrygia bünyesinde farklı grupları barındıran Asya ve Avrupa arasında geniş bir sınırda konuşlanmıştır (Eade, 1852: 415). Phrygia- Karia sınırında bir ucunda , diğer ucunda Trapezopolis15 vardır. Maiandros (Menderes)

12 Kaz Dağı civarında bir yer adı. 13 Mysia’nın baslangıcı ve Troas’ın eski sınırı olan bir nehir. 14 Batı Anadoluda Karia ve Mysia arasında kalan sınırları belirsiz bir bölge. 15 , Denizli ili, Babadağ ilçesi, Bekirler köyü Boludüzü mevkiinde yer almaktadır. 39 Nehri Phrygia- Lydia arasında tarih boyunca sınır olagelmiştir (Ramsay, 1887:355- 356).

Lydia ve Phrygia arasındaki sınır, Murat Dağ’dan ’te Maiandros’a değin güneybatı yönünde uzanan Banaz Çayı’nın kolu olan Hippourios (Köplü Çay) havzasının batı kenarıdır (Magie, 2002: 60).16

Herodotos, Phryglerin Kızılırmak civarında yaşayan kavimlerden birisi olarak tanımlar (Herodotos, I, 28.). Bithynialılar, Phrgyialılar, Mysialılar ve hatta Kyzikos dolayındaki Dolionlar, Mygdonlar ve Troialılar arasındaki sınırı belirtmek oldukça zordur. Nedeni ise bu coğrafyalara gelen halkların göçebe ve asker kökenli olmalarıdır ve bundan dolayı da devamlı bir değişim gözlenmektedir (Strabon, XII, 4. 4.)

Bölgenin kuzeydoğuda Pontos Kappadokia ile olan sınırını Halys Irmağı (Kızılırmak) çizer. Güneydoğuda Garsaura (Aksaray) bölgesi bazen “Phrygia Garsauritis” olarak adlandırılmış olmasına rağmen (Plinius, 1855: VI. 9), esas sınırı Tatta (Tuz Gölü)’nün güney kıyıları boyunca uzar (Strabon, XII, 4).17

M. Ö. V. yüzyılın sonları ve IV. yüzyılın başlarında Ksenophon, Lykaonia’ya dâhil edilen Ikonium’u, Phrygia’nın doğusunda son şehir olarak gösterir (Ksenophon, I. 19). Hierax adındaki bir köle, bir Phryg kenti olan Ikonium’dan geldiğini söyler (Ramsay, 1905: 416). Bu, o dönemlerde alışık olduğumuz coğrafi değişimlerdir. Benzer şekilde bir Kappadokia kenti olarak kabul edilen (Kemerhisar)’nın da Phrygialılar’a ait olduğunu gösteren epigrafik kanıtlar vardır (Sevin, 2001: 196). Güneybatıdaki sınırını Salbakos (Babadağ) oluşturur. Bu dağın batısında ise Karia, güneyinde ise Lydialılar, Pisidialılar, Solymoslular ve Kibyratis bölgesi yer alır (Strabon, XIII, 4). Kuzeydeki sınırını Sündiken Dağları belirlerken, batıda Mysia, Lydia, Karia ve Bithynia ile olan sınırı oldukça karmaşıktır (Sevin, 2001: 196).

16 Phrygia- Lydia sınırı için Bkz.; Karl, Buresch(1898). Aus Lydien: Epigraphisch-Geographische Reisefruchte (Edit. O. Ribbeck). Kessinger Publishing; Bürchner, XIII, 2130; R. Kiepert, FOA IX Text, s. 8B. 17 “Bu göl Moriemene yakınında Büyük Kappadokia boyunca uzanır, fakat Büyük Phrygia’nın bir parçasıdır” ((Strabon, XII, 568). 40 Ksenophon “Anabasis” adlı eserinde Mysia yakınlarındaki son Phryg kentinin Keramon (Ahatköy civarı) olduğunu belirtir (Ksenophon, II, I. 10; Barnett, 1975: 419). Mysia ile Phrygia arasındaki doğal sınır, Dağardı bölgesi içinden ve Eğrigöz Dağları silsilesi boyunca Gediz yakınındaki Ak Dağ’a değin Olympos Dağı’nın güneyindeki dağ gruplarından oluşur (Magie, 2002: 60).

Midas’ın hüküm sürdüğü Phrygia bölgesine Büyük Phrygia (Phrygia Magna) denir ve bir kısmı Galatia hâkimiyeti altındadır (Strabon, VIII, 1). M. Ö. 277’den yani Galatların gelişinden önce en önemli kenti Gordion (Yassıhöyük)’tür. Sangarios ile Tembris ırmaklarının birleştiği yere yakın bir yerde, Sangarios’un doğu kıyısında eski bir höyük ve etekleri üzerine kurulmuştur.

Olympos’un etrafındaki ve Hellespontos üzerindeki bölgeye ise Küçük Phrygia ya da Phrygia Minor, Phrygia Hellespontos ve Phrygia Epiktetos olarak adlandırılır (Strabon, XII, 4. 3).18 Strabon, buranın Mysia civarında olduğunu fakat kıyıya ulaşmadan Askania (İznik) gölü ve topraklarının doğu kısmına doğru uzandığını söyler (Strabon, XII, 5). Kutsal anıtların yoğun olduğu bu bölge içinde Parthenius, Tembris, Sangarius, Rhyndakus19gibi mitolojik olaylara sahne olan ırmaklar barındırır. Antik Çağ’da olan ve Ana Tanrıça Kybele’ye adandığı için “Ana’nın Kenti” diye vasıflandırılan, günümüzde “Midas Şehri” olarak bilinen kutsal şehir ’u da içine alır (Barnett, 1975: 419). Bu bölgenin daha çok Mysia’nın Abbaitis yöresiyle ilgili olması muhtemeldir. Çünkü B. İskender sonrası dönemde her iki bölge halkı sık sık birlikte anılacaktır (Sevin, 2001: 198).

Epiktetos, kelime anlamı olarak “fethedilmiş, sonradan kazanılmış” anlamına gelmektedir. Bu adı M. Ö. 184 yılında Bithynia Kralı I. Prousias’tan Kralı II. Eumenes’e geçince almıştır. (Ramsay, 1960: 163; Sevin, 2001: 198; Astin vd., 271). Bithynia bölgesinde gözüken , , Midaeum, Kotyaeum bu dönemde Phrygia sınırları içine dâhil olmuştur (Laurent, 1830: 222; Texier, 2002: 273).

Phrygia Minor, Kius Nehri’nden ’a kadar olan bölümdür. Romalı şairler bu bölgeye “Trojans Phrygians (Troialı Phrygler)” adını takmışlardır

18Bkz. Mitchell, 1860: 48; Sevin, 2001: 200; Laurent, 1830: 222; Anthon,1850: 641). 19 Adırnas-Atranon Çayı 41 (Mitchell, 1860: 48). Mysia ve Troia bölgelerine ait 34 şehir Phrygia Hellespontos sınırları içerisindedir (Texier, 2002: 273). (Çavdarhisar), (Seyitgazi), Kotiaeion (Kütahya), Dorylaion (Eskisehir), Midaion (Eskisehir Karahöyük Köyü), Kadoi (Kütahya Gediz ilçesi) Phrygia Epiktetos’a ait şehirlerdir (Texier, 2002:273; Ramsay, 1960: 157). Bu şehirleri baz aldığımız zaman bugünkü Kütahya ilinin güneyinden, kuzeyde İznik Gölü’ne, kuzeydoğuda Mudurnu ve Gerede’ye kadar uzandığını söyleyebiliriz (Sevin, 2001: 198).

Phrygia Paroreios olarak adlandırılan güney kesim yüksek bir platoya sahiptir ve Emir Dağı ile Sultan Dağı arasındadır ve Polybotos (Bolvadin)’tan Tyriaion (Ilgın)’a kadar uzanır (Ramsay, 1960: 163; Sevin, 2001; 198; Texier, 2002: 275). Strabon, burayı tarif ederken (Afyon/Çay) ile Tyriaion arası olarak tanımlar (Strabon, XIV, 29) ve doğudan batıya doğru uzanan bir çeşit dağ silsilesine sahip olduğunu belirtir. Kuzeye doğru Philomelion (Akşehir) ve Pisidia yakınındaki Antiokheia bu bölgenin şehirleridir (Strabon, XII, 12). Diğer şehirleri ise Prymnesos (Sülün), Euphorbium, Thymbrium (Ilgın), ve Dinae’dir.

Geç Roma Dönemi’nde Pisidia’ya bırakılan Phrygia “Birinci ve İkinci” anlamlarına gelen “Prima ve Secunda” adları verilmiştir. M. S. 400’lü yıllara doğru “Büyük ve Küçük” anlamına gelen “Magna ve Parva”, M. S. 360’lı yıllardan itibaren “”Pakatiane ve Saloutaria” adlarını almıştır (Sevin, 1968: 198; Ramsay, 1960: 164, Anthon, 1850: 641).

Phrygia Pakatiane, Phrygia’nın doğu bölümünü, Phrygia Saloutaria ise batı bölümünü kapsar (Anthon, 1850: 641). Phrygia Pakatiane, adını Konstantin zamanında doğuda vali olan Pacatianus’tan almıştır. Deprem nedeniyle sık sık zarar görmesine rağmen içerisinde birçok nehir ve kollarına sahip mümbit bir arazisi vardır (Texier, 2002: 275). Bu bölge Midas’ın oğlu Lyterses tarafından yönetilmiştir ve Herakles ile mücadele ettiği alandır (Atheneaus, X. 654). Bu bölgenin güney kısmı Phrygia Salutaris olarak adlandırılır ve başkent olarak (Şuhut) gösterilir (Texier, 2002: 275)

Kısmen Phrygia, kısmen de Lydia sınırları içinde kalan Katakekaumene bölgenin en güzel arazilerine sahip olmakla birlikte birkaç kez depremle karşı karşıya

42 kalmıştır (Mitchell, 1860: 48 Mitchell, 1849: 24). Bir zamanlar Phrygialı Tantalos, Pelops ve Niobe’nin yaşadığı Sipylos Dağı (Spil Dağı) civarındaki bölgenin B. Phrygia mı, yoksa K. Phrygia mı olduğu belli değildir (Strabon, XII, 8. 2.). 1990 yılından itibaren ele geçen buluntular Phryg yayılımının Kütahya, Eskişehir yayılımının daha da batısına ve kuzeyine kaydığını göstermektedir (Bakır, 2003: 7).

En ünlü şehirleri olarak Ankyra, Andria, Kelainai, Kolossai, Karina, Kotyaion, Keraine, Konium ve Midaium’u sayar (Plinius, V: 41). Apameia, Hieropolis, Dorylaeum, , Antiokhia, Eumenia, Aezani diğer şehirlerinden bazılarıdır (Mitchell, 1860: 50).

Batıdaki Phryg yerleşim yerlerinden birisi de Daskyleion’dur. M. Ö. 547 yılından itibaren Genel Valilikler oluşturan Perslerin önem verdikleri noktalardan birisi de Daskyleion’dur. Burada kurulmasının nedeni Anadolu’nun batıya açılan kapısı konumuna haiz olmasından dolayıdır. Pers Kralı Kyrus M. Ö. 574’te Satrap Pharnuchas yönetiminde Phrygia Hellespontine Satraplığını Daskyleion’da kurdu. Bu bölge için yazarlar Hellespontine Phrygia adını kullanmışlardır (Bakır, 2003: 6). Strabon, burada Phryglerin varlığından söz eder (Strabon, XII. 4. 1). Kadoi (Gediz), hem Mysia hem de Phrygia bölgesinde gösterilen bir kenttir. Karura, Strabon’un, Kydrara’da Herodotos’un Phrygia ile Lydia arasındaki sınır diye tanımladıkları şehirdir (Strabon, XII, 17; Herodotos, VII, 30).20

Phrygia’nın dağlık bölgeleri günümüzde Orta Anadolu’nun kuzeybatı bölgesinde yer alan Türkmen Dağı’na denk düşer. Kayalık yapısı ve coğrafi konumundan dolayı bu bölge anahtar bir pozisyona sahiptir. Bu bölge Dorylaeum (Eskişehir), Kotiaion (Kütahya), Akroenos (Afyon) ve Nacolea (Seyitgazi) olmak üzere 4 bölgeye yayılır. Bu şehirlerde ilk üçü Türkmen Dağı’nın iç eteklerinde bulunur. Türkmen Baba adındaki en yüksek tepe Kütahya sınırları içerisindedir. Phrygler, Türkmen Dağı’nın yüksek yerlerine yerleşmeyip, Kütahya’nın batısında Tavşanlı bölgesine yerleşmişlerdir. Dağlara ise kaleleri, dini anıtlarını ve mezarlarını inşa etmişlerdir (Haspels,1971: 21).

20 Strabon, Karura’yı sıcak su kaynakları olan bir köy olarak tanımlar. Kydrara’da Kroisos tarafından dikilen vee üzerinde sınırı belirten yazıtı olan bir dikmetaş vardır. Veli Sevin. Maiandros (B.Menderes) yakınlarındaki bu bölgenin kesin lokalizasyonunun henüz yapılamadığını belirtir (Strabon, XII, 578; Herodotos, VII, 30; Sevin, 2001: 197). 43 Phryg yerleşmeleri, batıda Dağlık Phrygia bölgesinde Midas Şehri civarında yer alan vadiler ile Orta Anadolu’da Gordion çevresinde Sakarya Nehri’nin suladığı verimli arazilerde yoğunlaşır (Sivas, 2007: 77). Bu bölge Phryglerin tarihleri boyunca siyasi ve kültürel açıdan en etkili oldukları kesimdir. Bölgenin savunma imkânı sağlayan fiziki yapısı, zengin ormanlar, vadilerin alüvyonlu toprakları ve tarımın can damarı olan akarsular nedeniyle Phrygler için vazgeçilmez bir yerleşim alanı olmuştur (Sivas, 2007: 13). Boğazköy, Alaca Höyük, Kalehisar ve Dağı’nda Phryg yazıtlarına rastlanmasına rağmen, Phryg alfabesinin kullanımı bu siyasi ve coğrafi alanı tesbit etmeye yetmez. Zira alfabeler etnik ya da siyasi birlikteliği temsil etmezler (Genz, 2007: 138).

Phrygia, kuzeyinde Mysia bölgesinde yer alan Ida ve Temnon ve Bithynia bölgesinde yer alan Olympos dağının batıdan doğuya doğru uzanan halkasıyla çevrelenir (Mitchell, 1860: 49; Anthon, 1850: 641). Güneyinde ise Toroslara kadar uzanan yüksek bir araziye sahiptir. Ülkenin güneyinde ve doğusunda tuzlu bataklıklar ve göller vardır ve en bilineni ise 45 mil genişliğindeki Tatta (Tuz) Gölü’dür (Mitchell, 1860: 49; Anthon, 1850: 641). Bir diğer Tuz Gölü ise aynı adla anılan ’dır.21 Kserkses, Yunanistan sefersi sırasında Anaua’da tuz çıkarılan gölün yanından geçip, büyük bir Phrygia kenti olan Kolosai’ye varmıştır. Lykos ırmağının kaybolup, Maiandros’a karıştığı yer burasıdır (Herodotos, VII, 30).

Phrygia’nın doğu sınırında Sakarya nehrinin kaynaklarının ilerisinde Galatların mesken tuttuğu çorak bir bölge bulunur. Phrygia’nın güneydoğusunda akan sular Kaystros22 ırmağında birleşip, verimli toprakları suladıktan sonra Lykanoia sınırlarına yakın bir gölde toplanır. Buradan itibaren, bölgenin güneyinde Phrygia’yı kuzey ve güney Pisidia’daki büyük göller bölgesinden ayıran Sultan Dağı uzanır ve güneybatıda, Lykos ve Maiandros (B.Menderes)’un yukarı yatağının kestiği dağlık arazi şeklinde yayılır (Magie, 2002: 12). Phrygi’nın kuzey kesimi birbirinden ayrı duran dağ tepeleriyle, verimli alanlarla bölünmüş yüksek bir steptir (Philippson,1910: 106; Harita 4).

21 Denizli ile Dinar arasında yolun güney yanındaki Acıgöl. (Umar,1993:67). 22 Lydia’daki Küçük Menderes Nehri değildir. 44 Parthenius23, Tembris (Porsuk), Sangarius, Rhyndakus24, Hermos (Gediz), Maiandros, Marsyas, Sangarios ve Lykus25 belli başlı Phryg nehirleridir (Mitchell, 1860: 49; Barnett, 1975: 419). Herodotos, Halys (Kızılırmak)’in Phrygia ile Kappadokia’yı birbirinden ayırdığını söyler (Herodotos, I, 72). Kserkses, Yunanistan seferi için Sardes’e giderken Halys’i geçip, Kelainai’ye varmıştır. Maiandros’a eşit bir ırmak olan Katarektes’ de26 buradan akıp Maiandros’a karışır (Herodotos, VII, 26). Phrygia’daki ırmakların kaynağı batı kesimidir. Strabon’a göre Sangarios, kaynağını Pessinous köyündeki Sangia köyü civarından (Strabon, XII, 3. 7),Livius’a göre ise Adoreus dağından alır (Livius, XXXVIII, 18. 8). Knepelaos(Çıldırım deresi), Hippourios(Köplü çay), Sindros (Banaz çayı), Glaukos (Kufi suyu) diğer ırmaklarıdır (Sevin, 2001: 200).

Yüksek bölgelerde oldukça fazla ırmağa rastlanır. Kümber Köyü’nün arka taraflarında, Yazılıkaya’da, Midas Kale’sinin çevresinde, Türkmen Baba ve Küçük Türkmen arasında ve Kırk Kız Kalesi’nin eteklerinde sayısız ırmaklar vardır (Haspels, 1971: 24). Bu dereler kendilerini Porsuk ve Sakarya nehrinin kollarına atarlar. Seyit Gazi yönünde akan dereciklerden Seyit Suyu’nun antik çağdaki adı Parthenius’tur. Aynı adla adlandırılan bir nehir tanrısı da vardır. Ramsay, Roma Dönemi’nde Parthenius’un yukarı kolu olarak Kümbet vadisinden geçen ırmak olarak tanımlar (Ramsay, 1888: 374). Körte ise kuzey bölgede olanın Parthenius olabileceğini söyler. Haspel, belirleyici olanın tarihi değilde coğrafi olacağını savunarak, Kümbet Vadisi’nin önemine binaen Ramsey’in görüşlerine katılır. Bradenburg, Türkmen Dağı’nın kuzeydoğusunda Aşağı Ilıca Köyü’nde bir sıcak su kaynağı bulmuştur. Bir diğer sıca su merkezi ise Hasırcı Çiftlik Köyü’nün güneyindeki Hasırcı Hamam’dır (Haspels, 1971: 25).

Doureios (Seyitler deresi), Kaystropedion Ovası’nı sulayıp Tessarakonta Martyron (Eber) gölüne akan Kaystros (Akarçay), Gallos (Yalvaçbeli deresi), Akşehir Gölü’ne dökülen Karmeios (Karaağaç deresi) ve Askania (Burdur) Göl’üne dökülen Lysis (Bozçay/Erençay) iç kesimde yer alan akarsulardır (Sevin, 2001: 200).

23 Bartın Çayı. 24 Adırnaz / Orhaneli Çayı 25 Çürüksu .Herodotos, VII. 30. 26 Afyon/ Dinar civarında ırmak. Antalya’daki Düden Şelalesi de aynı adla adlandırılmaktadır. 45 3. 2. Phryglerin Kökeni ve Siyasi Tarihi

3. 2. 1. Phryglerin Kökeni

Anadolu’da Hititler, Mykenailer ve Arzawa gibi merkezi krallıkların yıkılmasından sonra Anadolu’ya kütlesel yığınlar halinde Trakya’dan girişler olmuştur. Bu merkezi güçlerin yıkılmasıyla birlikte, 300 yıllık bir sessizlikten sonra yeni devletler ortaya çıkmaya başlamıştır. Doğu Trakya, güneydoğu Avrupa ile Anadolu arasında kalan tek karayoludur. Doğu Trakya, Batı’nın Anadolu’ya açılan kapısıdır. Phrygia’da bu kapıdan yapılan girişler ile kurulmuştur. Şişe boyunu andıran bu stratejik nokta Anadolu’ya girişleri inceleyen tarihçilerin ilgi odağı olmuştur (Özdoğan, 1995: 29).

Phrygler, Avrupa içlerinde Trakya’da ve özellikle Makedonya’da son bir kez duraklayıp, Pelagonia’da Athos Dağı eteklerinde birkaç kabileyi geride bırakarak geldiler. Plinius, Phrygialıların adlarını Moesi, Brygi ve Thyni adlarıyla Avrupa’dan gelen üç göçmen topluluktan aldıklarını belirtir (Plinius, V: 145).

Anadolu’ya ilk sızmaları M. Ö. 12. ve 13. yüzyıldan itibaren Hellespontos (Çanakkale) ve muhtemelen Bosporos üzerinden olmuştur. Bu girişleri M.Ö. 11. yüzyıldan itibaren daha yoğunlaşmış akınlar takip etti. Önceleri Propontis ( Denizi)’nin güneyine yerleşmişler, daha sonraları ise güneydoğuya ilerleyerek bütün Orta Anadolu Platosu’nu işgal etmişler ve Gordion’u başkent yaparak VII. Yüzyılın sonuna kadar büyük bir Anadolu gücü olarak kalmışlardır (Brixhe, 2007: 149).

Anadolu’da ilk yerleşim yeri olarak Askania (İznik) gölü civarından da bahsedilir (Laurent, 1830: 222). Homeros’ın İlyada destanında Askania’dan geldikleri söylenir (Homeros, II, 862). Arkeolijik verilere göre Brygler, Balkanlara Geç Tunç Çağı’nda gelmiş, kısa bir süre kaldıktan sonra Küçük Asya’ya hareket etmişlerdir. Troia VIIb2 ve Aşağı Makedonya’dan çıkartılan benzer gri ve siyah renkli düz yüzeyli yumru çömlekler bu tezi doğrulamaktadır. Bu tip çömleklerin izi Macaristanda’ki Gava tipi çömleklere kadar uzanır (Petrova, 1995: 45).

Bryglerin Anadolu kökenli olup, Troia savaşı esnasında Küçük Asya’dan Trakya’ya göç ettiğini dile getirenlerde vardır (Petrova, 1995: 45). Lydia’lı Ksanthos Phryglerin Anadolu’ya gelişini Troia savaşı sonrasına bağlar (Ksanthos, FGr His. 46 765- F14). Lydia dilinde “Özgür adamlar (Freeman)” olarak adlandırılır. Bu sıfata rağmen tarihi kayıtlarda sakin bir mizaca ship olan, dış etkenlere fazla direnemeyen bir topluluk olarak görülür. Hayatlarında hiç ant içmedikleri, uygar bir toplumken ilerleyen yıllarda köleleştikleri görülür (Demosthenes, 1926: 31; Mitchell, 1860: 49).

Büyük İskender’in biyografi yazarı Arrianus, Eusthates tarafından alıntılanan metinde Phryglerin Anadolu’ya gelişini Kimmer istilalarından kaçmalarına bağlar (Denys Periegetes, 322). Ayrıca Phryg dilinin Hint- Avrupa dil grubuna mensup olması Avrupa’dan göç ettikleri tezini güçlü kılar (Hogarth, 1970: 502). Phryg çanak çömleğinde görülen donuk renkli geometrik motifler Trakya kökenli ilişkiyi doğrular (Petrova, 1995: 51).

Phryglerin Anadolu’ya Trakya’dan gelişi Herodotos, Ksanthos, Thukydides, Ksenophon, Strabon, Plinius ve Stephanus Byzantinus gibi antik yazarlar27 ve günümüz yazarlarından M. M. Perrot ve Chipiez tarafından desteklenir (Gilmore, 1895: 9). Bir diğer görüşe göre Phrygler aslında Anadolu’dan Trakya’ya giden kaçaklar olup, daha sonra Illyra ve Makedon grupların baskısıyla Anadolu’ya dönmüş olabilirler (Gilmore, 1895: 9). Phryglerin Anadolu’ya ne zaman ve nasıl geldiklerini konusunda net bir yorumda bulunmak zordur. Her ne kadar Mısır kayıtlarında II. Ramses ve III. Ramses dönemlerine ait Phrygler hakkında bir iz bulunmamasına rağmen, Yunanlı yazarlara göre İlyada’nın yazıldığı dönemde Troia savaşı esnasında Phrygler Anadolu’da yerleşmiş durumdaydılar (Gilmore, 1895: 9).

Yazınsal geleneğe göre Phrygler dünyanın en eski topluluğudur (Herodotos, II, 2). Arkeolojik verilerle desteklenmeyen fakat edebi metinlerde geçen ilk göç izi M. Ö. 2. bin yılın ortalarında meydana gelir. Tarihi kaynaklarda ilk kez İlyada destanında Troia savaşından çok önce bu bölgede oldukları söylenir. İlyada destanında Priamos, Phryglerin müttefiki olarak adlandırılır (Homeros, III: 181-190; Pausanias, I: 14. 2; Apuleius, XI: 2). Homeros, Troialıların safında yer alanları sayarken, Phrygyalıların Askania’dan28 geldiklerini belirtir (Homeros, II: 861- 862).

27 Herodotos, VII. 73; Thucydides, IV. 75; Xanthus, Frag. 5; , Ksenophon , Anabasis. VI. 2; Strabon, XII. 572; Plinius, N. H. V. 145; Apollonius Rhodius. II. 181; Stephanus Byzantinus, Etnicorum quae supersunt. 186.12. 28 Bithynia’ da bir bölge. 47 Bryglerin Küçük Asya’ya doğru ikinci harekâtı Troia savaşından sonra olmuştur. Bu göçte çoğunluk olarak Mysialılar ve Trakyalılar göze çarparken, Brygler azınlıktadır. Bu göç, arkeolojik verilerle desteklenebilir. Antik çağ yazarlarının bu göçle ilgili görüşleri çelişkilidir. Göçün yönü bazen Anadolu’dan Trakya’ya doğru iken, bazen Trakya’dan Anadolu’ya doğrudur (Homeros, III: 181; Herodotos, VII: 20; Strabon, XII: 3).

Bryglerin üçüncü göçü kuzeybatı Yunanistan ve Epirus’ta görülür. Bubushti, Vergina ve Pateli’de Bryglere ait eserlerde yerleşim dönemlerinin duraksadığını gösteren izler vardır. Vitsa’da nüfus sayısında düşüşler göze çarpar. Bu değişiklikler muhtemelen M Ö. 800–700 yılları arasında Illyra ve Makedonyalı etnik grupların bu bölgelere saldırılarıyla olmuştur (Petrova, 1995: 47). Bu göçler sonucunda Küçük Asya’da bir Phryg Devleti’nin varlığından bahsedilebilinir. M. Vassileva, kültür tarihi açısından ne arkeolojik verilerin, ne de dilbilimsel verilerin Phryglerin Trakya’dan göçtüğünü doğruladığını ifade ettikten sonra, bu görüşün kültür tarihi açısından fazla önem taşımadığının altını çizip, önemli olan noktanın, iki bölge arasında meydana gelen ilişkinin, her iki yönde de uzunca bir süredir devam etmesi olarak değerlendirir (Vassileva, 1995: 15).

Yeni bir teze göre ise Muşkiler’in Brygler ile bağlantısı olduğu ve daha önce gelen kavmin doğuya yerleştiği dile getirilmektedir. Bazıları ise Muşkiler’i Doğu’dan gelen ayrı bir kavim olarak niteler. Phrygler ilk önce kabile olarak yaşamışlar daha sonra ise devlet sistemine geçmişlerdir (Muscarella, 1995: 95).

Herodotos, Ermenileri Phryglerin bir kolonisi olarak görüyordu (Herodotos, VII, 73). Eudoxus, Stephanus Byzantinus gibi antik çağ yazarları da Herodotos aynı düşüncede olup Phrygler ve Ermeniler arasında benzerlikte o derece ileri giderler ki iki terime de aynı anlam yüklerler (Perrot ve Chipiez, 1892: 2). Eski Ahit’in ilk kitabı olan Genesis’te Phrgylerin Ermeniler, Kappadokialılar gibi Togarmah’ın soyundan geldikleri ifade edilir (Phillips, 1980: 257).

48 3. 2. 2. Phryglerin Siyasi Tarihi

M. Ö. 8. yüzyılda Anadolu’nun ortasında yer alan temel güç Phryglerdir. İlk yıllarda Kızılırmak’ın etrafında gelişirken ilerleyen yıllarda Sakarya Nehri civarında gelişmiş bir medeniyet haline gelmişlerdir (Cook, 1975: 799). Ekrem Akurgal’a göre Phrygler, Troia VIIb’nin tahrip edilmesinden sonra M.Ö. 1190 yıllarında Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan birisidir (Akurgal, 1996: 191). Siyasal bir topluluk olarak (M. Ö. 725- 695-675) bütün Orta ve Güney Doğu Anadolu’ya egemenlik kuran güçlü bir krallık oluşturmuşlardır. Hint-Avrupa kökenli olmalarına rağmen, kısa bir süre içinde Anadolu kültürü içinde yoğrulup, Helen ve Geç Hitit kültürlerinin izlerini taşımışlardır. Phryg kalıntılarının hiç biri M. Ö. 8. yüzyılın ötesine geçmemektedir. Phryg eserleri M.Ö. 750 tarihinden sonraki yıllara tarihlenir. Muhtemelen bu sonuçta Phryg topluluğunun nüfusunun azlığı ve göçebe olmasındandır (Akurgal, 1997: 265).

Yerel özellikleri, mimari yapıları, çanak ve çömlekler ve hayvancılıkla olan uğraşları incelendiği zaman Phryglerin kültürel devamlılıklarını Erken Dönem Demir Çağı’na (M. Ö. 950- 550) tarihleyenler de vardır ( Henrickson, 1995: 103).

Phryg ve Hitit ilişkileri çözülmesi zor bir olaydır. Phryg tabakaları incelendiği zaman Phryglerin Hititlerden hemen sonra kurulduğu görülüyor. Arkeolojik veriler de Phryglerin ya Hititleri yok ettiği ya da Hititlerden hemen sonra kurulduğu tezini destekliyor. M. Ö. 8. yüzyıl ötesine giden bir Phryg izine rastlanmıyor (Hanfmann, 1948: 151).

Kızılırmak kavsi içinde Trakya etkisi görülmemesi, Phryglerin yerli bir ırk olup olmadığı tartışmasını gündeme getirir. Bu bölgedeki Erken Demir Çağı çanak çömleğinin kökenleri daha eskiye Hitit öncesi geleneklere dayanmaktadır. Bu da yerel nüfusun devamlılığına işaret eder. Orta Demir Çağı’nın başlamasıyla birlikte, Orta Anadolu genelinde karmaşık toplumların yeniden canlandığı gözlenmektedir. Gordion’daki saray binaları ve kazılan zengin Tümülüsler toplumsal sınıfı açıkça yansıtmaktadır (Genz, 2007: 137).

Phrygiayı yöneten krallar arasında Nannakos, Midas, Manis, Gordios ve bunların soyundan gelenler yer alır. Erken Dönem Phrygia’ya ait bilgiler efsanelere

49 dayanır ve tarihsel açıdan pek fazla önem taşımayabilir. Tarihte kayıtlara geçen ilk Phryg Kral’ı Nannakos’tur. Deukalion tufanından önce yaşadığı söylenir ve antik çağın belirsiz dönemleri olarak adlandırılır. Yaklaşık 300 yıl yaşadığı söylenir (Eade, 1852: 416; Texier, 2002: 267). Devlet olduktan sonra ilk kral ise Gordion’a adını veren Gordios’tur (Byzantinus, 211: 10).

Phrygia’da Erken Demir Çağı’nın başlarında muhtemelen kral yoktu. Henrickson’un ifadesine göre Phrygia köyden öte bir vasfa sahip değildi. Çanak çömlek sadece evdeki bireyler tarafından yapılıyordu. Hiyerarşik yapı henüz oluşmamış ve yüksek zümre insanları için düzenlenmiş cenaze süslemelerine rastlanmamıştı (Muscarella, 1995: 96).

Phryg devlet oluşumu kendisine özgü bir oluşum olmayıp, daha önceden kurulan sistemleri taklit ederek oluşmuştur. Bu şekilde bekleme olasılığı azaltılmış ve devlet sistemine hızlı bir geçiş yapılmıştır. M. Ö. 9. yüzyılın orta ve son yıllarında Phrygia’nın komşuları Asurlular, K. Suriye, Urartu ve muhtemelen Tabal’dı. M. Ö. 9. yüzyılda Asurlularla olan hasmane ilişkiler hariç, diğer devletler ile yoğun ilişkiler yaşanmamıştı. Fakat bu devletlerden birisinin kral seçme konusunda Phrygia’ya model olduğu aşikârdır. Phryglerin ortaya çıkış tarihi olan M. Ö. 825, Shalmaneser IV (M. Ö. 858-824)’ün son yılları ya da Shamsi- Adad V (M. Ö. 823-811) hükümdarlığına denk gelmektedir. Shalmaneser III zamanında Urartular bir araya gelmiş ve bir kral tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Bu dönem Phryglerin kendilerine bir kral seçtiği döneme denk gelmektedir (Muscarella, 1995: 96).

Phrygler, Akurgal’ın da belirttiği üzere “Kısa fakat görkemli bir hayat yaşamışlardır”.29 Tarihi kaynaklar Midas’ın M. Ö. 738-696 yılları arasında yaşadığını gösterir. Gordios’un ilk kral olduğuna inanılır. Phrygia’daki dönem Asur ve Urartulardan kısa olmasına rağmen arkeolojik veriler tahmin edilenden daha uzun olduğunu işaret etmektedir (Akurgal, 1961: 119; Muscarella, 1995: 97).

Asur kaynaklarına göre bölgede bir arada hüküm süren 24 kral vardır. Bu yüzden çoğunluğu antik Yunan kaynaklarına dayanan geniş topraklara sahip birleşik

29 “Glorieuse mais tres courte vie” 50 Phryg Krallığı30 düşüncesi mutlaka arkeolojik verilerle desteklenmelidir (Genz, 2007:138). Gordion’da ele geçen at koşum takımları, fildişi levhalar üzerindeki avcı ve süvari betimlemeleri, Pazarlı ve Burdur Düver’de piyade tasvirli mimari kaplamalar Phryglerin askeri gücü hakkında bize bilgi verir (Sivas, 2007: 12).

Anadolu’daki Demir Çağı Hititlerin ve komşu devletlerin yaklaşık M. Ö. 1200- 1180’li yıllarda yıkılışı ile başlar. Mycenae merkezleri de o dönemde aynı sebeplerden yıkılmışlardır. Anadolu’daki Deniz Kavimleri istilasından sonra ilk ele geçen ve idari bir mekanizmadan bahseden belge Asurlulara aittir (Luckenbill, 1968: 220).

Asur Kralı Tiglat Pileser I (M. Ö. 1115-1112-1074), Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde Dicle Nehri’nin batı kıyısında Muşki adı verilen topluluğun beş kralını yenmiştir. Bu beş krallıktan birinin Phrygler olabileceği iddia edilir (Barnett, 1975: 421). Tiglat Pileser I, Muşkiler’i 20.000 kişilik bir ordu ile Katmukhi eyaletini sebepsiz yere işgal etmelerinden dolayı suçlar. Kral’a göre Muşkiler tehdit edici bir şekilde kuzeyden güneye doğru ilerlemektedirler (Barnett, 1975: 421).

Asur belgelerine göre Muşki bu bölgede yaklaşık 50 yıl hüküm sürmüştür. Muscarella, Hitit metinlerinde Muşki’den bahsedilmediği için, Muşki’nin Anadolu’ya giriş tarihi ya Deniz Kavimleri saldırılarıyla ya da ondan sonra olduğunu iddia eder (Muscarella, 1995: 92). Barnett ise Geç Hitit belgelerinde Pakhuwalı Mita adında dost olmayan bir kraldan bahsedildiğinin altını çizer (Barnett, 1975: 420). Kesin olmamakla birlikte bölgedeki Hattilerin yıkımına neden olan ülke olabileceği, ya da yıkımdan sonra bölgeye geldikleri düşünülmektedir. 200 yıl sonra bile Asur metinlerinde Muşki düşman olarak nitelendirilmeye devam eder (Muscarella, 1995: 92). Asur kralı II. Sargon (M.Ö. 721-705), askeri seferlerinden bahsettiği kayıtlarında Phryglerden bahseder (Young, 1963: 356). Asur kralı II. Sargon, Suriye, Anadolu, Filistin ve Mısır’ı ele geçirerek Yakın Doğu’da bir hâkimiyet kurmak istemiştir (Grayson, 1987: 131). Bu amaç Asurluları, Muşkiler (Phrygler) ve Urartular ile karşı karşıya getirmiştir. Muşkiler ve Urartular, Asurluların bölgedeki hâkimiyetini kırmaya çalışmışlardır (Bing, 1987: 63).

30 Phrygia’nın özellikle Phryg Dönemi tarihi için Bkz.: Johannes Friedrich, “Phrygia (Geschichte)”, RE, C. XX, No: 1, 1941, s. 882-891. 51 M. Ö. 710- 709 yıllarına tarihlenen Nimrud’da ele geçirilen bir mektup31 bu dönemde yaşanan olaylara ışık tutmaktadır. Que’yi yöneten Asurlu bir memur tarafından Asur kralına yazılan mektupta Muşki kralı Mita’nın Asur kralı ile iletişim kurmak istediğinden bahsedilir. Que ülkesi (Kilikia Bölgesi) sahip olduğu konum itibariyle Asur, Muşki ve Asur-Urartu ilişkilerinde kilit rol oynamıştır (Kurt, 2008: 126). Phrygler, bu bölgede Gülek Boğazı, Göksu Vadisi ve Laranda (Karaman) yoluyla Akdeniz’e inmeye çalışmıştır. Muşki kralı Mita’nın Kargamış Kralı Pisiris’i desteklemesi bu tezi güçlendirir. Muskiler’in bazı Que şehirlerini ele geçirmesi sonucunda Muşkili Mita ile ve Asurlu II. Sargon’un (M.Ö. 722-705) yılında Pozantı civarında karşılaştığı anlaşılmaktadır (Lemaire, 1991: 272). M.Ö. 715’te II. Sargon, Muşkilerin Que bölgesindeki faaliyetlerini önlemek için sefer çıkmış ve Usnani, Qumasi ve Harrua’yı ele geçirmiştir (Kurt, 2008: 126; Mellink, 1965:318).

Bu yıllarda Muşki Kralı Mita olarak sadece Asur metinlerinde bahsedilir. Fakat Mita’nın Phryg yazıtlarında ve Yunanlı tarihçiler tarafından (ilk kez Herodotos) dile getirilen Phrygia Kralı Midas ve Muşki’nin de Phrygler olma ihtimali vardır. Kral, iki ayrı devleti de idare etmiş olabilir. Bu iki grubun köken olarak aynı olup olmadığı belli değildir (Muscarella, 1995: 92; Boardman, 1999: 87). Herodotos ve Strabon’a göre Phrygler Trakya’dan gelen ve o bölgede Brygler diye adlandırılan bir topluluktur (Herodotos, VII, 73; Strabon, VII, 32). Phrygler, Asurlulara karşı Urartularla işbirliğine gitmiştir. Fakat bu ilişki Phryg Kralı Midas’ın intihar etmesiyle bitecek ve Doğu Anadolu Bölgesi toprak kayıplarına neden olan Kimmer saldırılarıyla son bulacaktır (Plutarch, 1794: 386; Lloyd, 1956: 192).

Phryglerin Asurlulara karşı ittifak yaptığı bir diğer ülke ise Tabal Krallığı’dır. Tuna Kralı Ushkhitti, Tukhana Kralı Urpalla, Khupishna Kralı Urimme, Ishtunda Kralı Turkhamme ittifak yaptığı krallardır (Crespin, 1997: 67).

Phryglerin başkenti Gordion’dur. Karadeniz ve Gülek Boğazı’na eşit uzaklıkta Sakarya Nehri üzerine kurulmuştur (Quintus Curtius, III. 1-2). Alman arkeologlar Gordion’un ortasında oluşan oluk izinin Sakarya Nehrinin eski yatağı

31 Bir Asur kenti olan Nimrud Irak’ta Musul bölgesine 30 km. uzaklıktadır. Burada bulunan bu mektup için bkz. Saggs, 1958:182-184; Postgate, 1973: 22-25

52 olabileceğini söylerler (Young, 1953: 156). Gordion, Phrygia’nın sadece ilk dönemlerine ışık tutmakla kalmayıp, Helenistik döneme kadar uzanan izler taşır (Sams, 1994: XXXI).

Phrygler Anadolu’nun güneyinden M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında Asurlular tarafından sürülmüşlerdir. M. Ö. 7. yüzyılın başlarında ise kuzeyden ve güneyden gelen Kimmerler tamamen istila etmişlerdir (Boardman, 1999: 9). Eski Ahit’in ilk kitabı olan Genesis’te “Gomer” olarak bahsedilen Kimmerler, Asya’da İskitler tarafından sürülünce Anadolu’ya Doğu Anadolu’dan giriş yapmışlardır (Cook, 1962: 49). Şehirde yanmış katmanlar içinde bulunan ve M.Ö. 8. yüzyılın sonuna tarihlenen objeler Kimmer saldırısının sonuçlarını yansıtmaktadır (Young, 1963: 355; Harita 5).

Bu dönemde kral olarak IV. Midas vardır. Yaklaşık 80 yıl süren Ionia, Smryna, Miletos ve Sinope gibi şehirleri de içine alan Anadolu istilasında en fazla darbeyi Phrgyler almıştır. Midas, bu kötü gidişata karşı koyamayacağını anlayınca öküz kanı içerek intihar eder. Oğlu Adrastus kardeşini kazara öldürünce Lydia Kralı Kroisos’a sığınır. Adrastus’la birlikte Phrygia’nın kraliyet ailesi sona erer (Plutarch, 1704: 171; Strabon, I. III. 139; Mavor, 1802: 280). D.Berndt, en son buluntulara göre Phryglerin Kimmerler tarafından değil, bu istiladan 100 ile 30 sene önce yıkıldığını iddia eder (Haspels vd., 2007: 41).

Phrygler, Kimmer saldırılarının ardından varlıklarını Lydia hâkimiyeti altında sürdürdüklerine dair düşünceler vardır (Lloyd, 1956: 192; Boardman, 1999: 91). Gordion başta olmak üzere Orta Anadolu bölgelerinde beylikler halinde yaşamaya devam ederler. Çorum’un kuzeyindeki Pazarlı, eski Hitit başkenti Boğazköy ve Yukarı Sakarya Vadisi bu merkezlerden bir kaçıdır (Uçankuş,2002: 17).

M. Ö. 615 yıllarından itibaren Babil ve İskitler ile birleşip Asur İmparatorluğu’na son veren (M. Ö. 612) Persler, tüm Doğu Anadolu’yu ele geçirip batıda Halys (Kızılırmak) Irmağı’na kadar genişleyip, Lydia’ya komşu oldular (Sevin, 1982: 310). Kyros döneminde ise Akdeniz limanları ile Anadolu kervan yollarına hâkim olabilmek amacıyla Batı Anadolu’ya ilerlediler. M. Ö. 547 yılında Lydia başkenti Sardes, Perslerin eline geçti ve tüm Anadolu Pers hâkimiyeti altına

53 girdi ve böylece o zamana kadar Yunanlılarca yenilmesi zor görülen Lydia’daki Mermnad sülalesine son verilmiş olundu(Sevin, 1982: 311-312; Harita 6).

Perslerin Anadolu’yu yaklaşık 200 yıl hâkimiyet altında tutma nedenlerinden birisi de kurdukları düzenli yol ağlarıdır. Sardes’ten başlayıp Phrygia bölgesi üzerinden Doğu’da İran’a kadar uzana bu yol, Phrygia’nın önemli bir geçit noktası haline getirir (Sevin, 1982: 275). Phrygia, Pers egemenliği altına geçince Kappadokia, Bithynia ve Paphlagonia bölgeleriyle birlikte, merkezi Daskyleion olan Büyük Phrygia (veya Daskyleion) satraplığına bağlıydı (Ksenophon, 1960: 132-135; Belke vd., 1990: 72-73).

Satraplık merkezleri, Pers İmparatorluğu’nun çöküş döneminde fırsattan istifade edip isyan çıkarmaya başlamışlardır. MÖ. 371 yılında Phrygia satrabı Ariobarzanes, Kappadokia’da satrap Damates’in çıkarttığı isyana katılmıştır fakat başarısızlıkla son bulmuştur (Özsait, 1982: 280).

Büyük İskender M. Ö. 334 yılında Anadolu’ya geçince, Granikos Savaşı’nın ardından Daskyleion’u ele geçirmiştir. Ele geçirdiği yerlere komutanlarını “Satrap” olarak atamış, şehirlere verdiği özgürlük ve otonoma karşı vergi toplamaya devam etmiştir (Mansel, 2004: 439; Bakır, 2004: 312). Satrap olarak ta Makedonya’lı Kalas’ı atamıştır (Özsait, 1982: 338). B. İskender, Pers donanmasının yardımını önlemek için ilk önce sahil kentlerini ele geçirmiş daha sonra Pisidia üzerinden kuzeye yönelmiştir (Özsait, 1982: 339; Mansel, 2004: 437).

Kontrolü altındaki liman kentlerinden sonra Anadolu’nun dağlık kesimlerine, Phrygia Satraplığı’na doğru yürümesi stratejik ve askeri temellere dayanıyordu (Harita 7; Harita 8). Askerlerine tahıl, atlarına saman ve ot sağlayacak ve süvari birliğine uygun bir kent olarak Phrygia’yı seçti (Cawthorne, 2004: 3). Antigonos, Apameia’ya satrap olarak getirilmiştir (Texier, 2002: 269). B. İskender, stratejik olarak önemli bir noktada gözünün arkada kalmaması için Phrygia’da askeri bir birlik bırakmıştır (Cawthorne, 2004: 26).

Apemeia, Miletos’tan İkonium’a uzanan ticari ve askeri yolun üzerinde bulunduğundan önemli bir konuma sahiptir. B. İskender’in M. Ö. 334- 333 kışını Gordion’da geçirip buradan Ankara’ya hareket etmiştir. Gordion’da efsaneleşen ve

54 “Her kim çözerse Asya’nın hâkimi olacak” kehanetini barındıran düğümü çözmüş ve Asya’nın hâkimi olma idealini gerçekleştirme yolunda bir adım daha atmıştır (Plutarch, 1919: XVIII). Pers ordusunu Ankara’da beklemesi o dönemde Ankara’nın coğrafi ve stratejik öneminden kaynaklanmaktadır (Plutarch, 1919: 18. 1; Arrian, 1813: II. 3).

İskender’in ölümünden sonra komutanları tarafından sahnelenen çekişmelerden Anadolu’da nasibini almıştır (Özsait, 1982: 343-356; Haspels, 1971: 280; Harita 9; Harita 10). Perdikkas, İskender’in fethetmediği Kappadokia’yı ele geçirmiş, Eumenes’in yardımlarıyla Anadolu’da hâkimiyet kurmaya başlamıştı. Daha sonra Mısır’da Ptolemaios’un bulunduğu coğrafyayı ve Makedonya’yı ele geçirmek istemesine rağmen, Mısır’da yenilgiye uğramıştır. Diğer taraftan Eumenes’in Kappadokia’da Krateros’u yenmesinin hiçbir anlamı olmayacaktı. Sonunda İskender’in bütün generalleri Eumenes ve Perdikkas problemini hallettikten sonra M. Ö. 321 yılında Triparadeisos’ta toplanıp, tarihe “Triparadeisos Kararları” diye geçen kararlar ile komutanlar satraplıkları ikinci kez bölüşmüşlerdir (Diodoros, XVIII. 36- 37). Mısır Ptolemaios’a, Lydia Kleitos’a, Lykia ve Büyük Phrygia Antigonos’a, Kappadokia Nikaranos’a, Trakya Lysimakhos’a, Suriye Laomedontos’a, Phrygia Hellespontes Arrhidaios’a verilmiştir (Diodoros, XVIII, 39; Sevin 1982: 342).

I. Seleukos, Euphrates (Fırat)’in doğusuna kadar hâkim olduğu topraklarını, Lysimakhos ile ittifak yapıp M. Ö. 301 yılında Afyon/Çay civarında yaptığı savaşta yendiği Antigones’in topraklarını da alıp, Toros dağlarının güneyinde kalan tüm Anadolu’yu ele geçirdi (Justinus, XV, 4.21-22; Kaya, 2000: 16;). Antigones’in toprakları müttefikler tarafından paylaşılmasına rağmen huzursuzluklar yeniden başlayacak, Antigones’in oğlu Demetrios babasının krallığını yeniden kurmak isteyecekti (Sevin, 2004: 466-467). Daha önce Antigones Monophtalmos (Tek gözlü)’a karşı ittifak yapıp birlikte savaşan Seleukos ve Lysimakhos, M. Ö. 281 yılında Spylos (Spil) Dağ’ı eteğinde Magnesia () civarında Kurupedion (Kouroupedion) ovasında karşılaşmışlar ve Lysimakhos savaşı kaybetmiştir (Justinus, XVII, 1. 3 Pausanias, X, 3-5).

M. Ö. 321-281 yılları arasında Makedonya, Trakya ve Anadolu’da egemenliğini gördüğümüz Lysimakhos’un egemenliği sona ererken, Anadolu’da M. 55 Ö. 188 yılına kadar sürecek olan Seleukos egemenliği başlamış olacaktı (Özsait, 1982: 346).

Diodokhlar dönemi sona erdiğinde oluşan kargaşa sonucu Helenistik dünyanın oluşturduğu bölgelerde yeni krallıklar oluşmuş ve dışarıdan gelen saldırılara açık kapı bırakmıştır. Seleukosların Anadolu’da egemenliği döneminde Bithynia, Pontos, Kappadokia ve Ermenistan krallıkları oluşmuştur (Özsait, 1982: 349). II. Kuzey Avrupalı barbarlar olarak bilinen Galatlar, M. Ö. 280 yılından itibaren Trakya’dan başlayıp, Anadolu’ya doğru ilerlemeye başladılar. M. Ö. 2. bin yılda Hititlerin, M.Ö. 8. yüzyılda Phrygialıların konuşlandığı yerleri meske tuttular. (Kaya, 2000: 15). Yaşanan bu gelişmeler ilerleyen yıllarda Anadolu’ya Roma’nın kapısını açmıştır (Mansel, 2004: 458).

M.Ö. 4.yüzyıl sonlarında Doğu Avrupa’ya yerleşen Galatlar, Lysimakhos’un ölümünün ardından kitleler halinde harekete geçmişlerdir (Kaya, 2000: 17). Balkanları ele geçirdikten sonra İstanbul ve Hellespontos boğazlarından Anadolu’ya geçip, Bithynia’da bir araya geldiler ve Bithynia kralına yardım edip kardeşi Zipoetas’ı yendiler (Livius, XVIII, 16; Belke vd., 1990:73) . Ankara’ya yerleşmeden önce zenginliklerini duydukları Batı Anadolu’ya yöneldiler (Livius, XVIII, 16. 4).

Adları terör anlamına gelen Galatlar32Anadolu’ya korku salıp, vergi topladılar (Livius, XVIII, 16. 13-14). Anadolu’da “Tolistobogii, Trokmi ve Tektosagi” boyları adı altında 3 ayrı kol olarak hareket ettiler (Polybius, XXI, 32. 2; Strabon, XII, 5). Tektosaglar, Anadolu’nun içkesimlerinde Thyateira (Akhisar), Laodikeia (Goncalı), Themisonion (Karahöyük) ve Kelainai-Apameia(Dinar)’ı yağmalamışlar ve bu yağmalamadan Kelainai-Apameia’nın Irmak Tanrısı Marsyas tarafından Galatların elinden kurtarıldığı rivayet edilir (Kaya, 2000: 30). Eumenes’ten sonra Bergama’nın başına geçen I. Attalos, Galatlara haraç vermeyi reddedince iki kez savaşmak zorunda kalmış ve Galatları mağlup etmiştir ve bundan dolayı da I. Attalos’a “Soter (Kurtarıcı) ünvanı verilmiştir (Özsait, 1982: 352).

32“Tantus terror Gallici nominis et armorum inuicta felicitas erat, ut aliter neque maiestatem suam tutam neque amissam recuperare se posse sine Gallica uirtute arbitrarentur”(Justinus, XXV, 2. 10). 56 Galatların Anadolu’da yerleşmiş oldukları bölge “Galatia” adını aldı. Galatların yurdu anlamına gelen Galatia’ya “Gallagroikia” da denildi.33(Livius, XXXVIII, 18. 5; Strabon, XII, 5. 1). Paphlagonia’nı güneyi, Phrygia’nın kuzeydoğusu diyebileceğimiz Kızılırmak havzasını içine alan Galatia, 3 Galat boyu tarafından paylaşıldı (Strabon, XII, 5. 1).

Ankara ve civarı Tektosagların, Tavion (Büyüknefesköy) başta olmak üzere Kızılırmak’ın doğusu Trokmelerin oldu. Ankyra’nın batısı ve güneybatısına ise Tolistobogiler yerleşti (Strabon, IV, I.13). Pessinus (Ballıhisar) ve Gordion (Yassıhöyük), M. Ö. 3. yüzyıl boyunca Tolistobogiler tarafından iskân edilmedi (Kaya, 2000: 33).

Bu dönemde Gordion önemli bir ticaret merkezi iken, Pessinus, Kybele’nin rahiplerinin hüküm sürdüğü bir tapınak merkeziydi. Romalı Komutan G. M. Manlius’ geldiğinde yerli halk burayı terk etmişti.34 İlerleyen yıllarda Tektosaglar, güney sınırları ek toprak anlamına gelen Proseilemmene’yi ve Lykaonia ve Pisidia’nın bir bölümünü, Tolistobogiler ise batı sınırında Sangarios (Sakarya) Nehri’ni aşıp, Porsuk Çay’ına ulaştı. Kuzeyde ise Bithynia ile komşu oldular (Kaya, 2000: 33). Cassiuss Dio, yerleştikleri bölgeyi Phrygia, Paphlagonia, Olympos’a bitişik olan Mysia ve Kappadokia olarak tanımlar (Dio, XIX, 63).

Roma, M. Ö. 272 yılında İtalya birliğini sağladı. II. Kartaca Savaş’ı esnasında, yabancı düşmanların ancak Pessinus’taki Anatanrıça’nın Roma’ya getirilmesiyle son bulacağını, önceki dönemlerinden kalan Sibyl kitaplarından öğrendiler (Magie, 1950: 25; Özsait,1982: 353). Beş kişiden oluşan senato heyeti Bergama Kralı I. Attalus’tan Pessinus’ta Anatanrıçanın idolu olarak kabul edilen

33 “Ad Cuballum, Gallograeciae castellum, castra habentibus Romanis apparuere cum magno tumultu hostium equites, nec turbarunt tantum Romanas stationes repente inuecti, sed quosdam etiam occiderunt” (Livius, XXXVIII, 18. 5). 34 “Transgressis ponte perfecto flumen praeter ripam euntibus Galli Matris Magnae a Pessinunte occurrere cum insignibus suis, uaticinantes fanatico carmine deam Romanis uiam belli et uictoriam dare imperiumque eius regionis. Accipere se omen cum dixisset consul, castra eo ipso loco posuit. Postero die ad Gordium peruenit” (Livius, XXXVIII, 18. 11-13). 57 göktaşını Roma’ya götürmek için izin istediler ve taşı M. Ö. 204’te Roma’ya götürdüler (Livius, XXIX, 10-11; Atlan, 1970: 83).35

II. Kartaca Savaş’ı sonrası oluşan konjönktürde Yunanistan’da Aitolia, Akhaia, Makedonya, Ege’de Rhodos, Anadolu’da Bergama, Galatia, Pontos, Kappadokia ve Bithynia ve eski gücünden çok şey kaybeden Seleukoslar vardı. Roma’nın ilk hedefi genişlemek olmayıp, kendine karşı oluşacak gücü oluşturmamaktı (Atlan, 1970: 88).

Roma’nın izlediği siyasi politika Helenistik devletlere zarar vermiş, güçlenmelerini önlemiş, birbirlerine düşürmüştür. Mısır’da IV. Ptolemios ölünce, Seleukos kralı Antikhos III ve Makedonya kralı V. Philip, Ptolemios’un Trakya ve Anadolu’daki topraklarını paylaşmak istemişler ve buna karşı çıkan Rhodos ve Bergama’da Roma’dan yardım istemiştir (Demircioğlu, 1998: 299; Atlan, 1970: 88).

Roma’nın Makedonyalılar karşısında zaferlerinden sonra, Aitolya ve Akhaia birlikleri de, Rhodos, Bergama ve Atina’dan oluşan Roma’nın müttefikler safına geçmişlerdir. Sonuçta M. Ö. 200’de başlayan II. Makedonya Savaş’ı M. Ö. 197’ de V. Philip’in Kynoskephalai mevkisinde Makedonya’nın yenilgisi ile sona erer (Özsait, 1982: 353; Atlan, 1970: 89).36

Seleucid Kralı III. Antiokhos, I. Seleukos’un sahip olduğu topraklara yeniden sahip olabilmek amacıyla Batı Anadolu’daki kentlere özgürlük vaat ederek geldi. Karşısında ise Bergamalılar, Rhodos ve Makedonyalılara boyun eğdirmiş olan Romalılar vardı. İlk önce Yunanistan’da Romalılara yenilen Seleukoslular, ikinci kez ise Anadolu’da Sipylos Dağı yanında ordusu Roma ordusunun iki katı olmasına rağmen, M. Ö. 190 yılında Magnesia (Manisa) ve Thyateira (Akhisar) arasındaki bölgede yenilmekten kurtulamadılar (Demircioğlu, 1998: 337; Kaya, 2000,54; Özsait, 1982: 354).

M.Ö. 190’da Consul Scipio'nun komutasındaki Roma ordusu Hellespontos boğazını üzerinden Anadolu'ya girdi ve Magnesia (Manisa)'da, o zaman Doğu'nun en

35 Quandogue hostis alienigena terrae Italie bellum intulisset eum pelli Italia uincique posse si mater Idaea a Pessinunte Romam aduecta foret(Livius, XXIX, 10-11)

36 Ayrıca detaylı bilgi için bkz; Astin vd., .1989, Rome and the Mediterranean to 133 B.C. CAH. Vol. 8. Cambridge Universit Press. 261-271. 58 büyük hükümdarı olan Seleucid Kralı III. Antiokhos'un ordusunu Pergamum Kralı II. Eumenes’in ittifakıyla yendi. Ertesi yıl, yani M.Ö. 189 yılında, aynı Roma ordusu consul Gn. 37Manlius Vulso komutasında Orta Anadolu'da, Ankara yakınlarında Olympos ve Magaba Dağı 'nda Galatlara karşı yaptığı savaşlardan zaferle ayrıldı. Bu tarihten itibaren Anadolu Roma nüfuzu altına girdi (Polybios, XIX, 16-17; Magie, 1950: 11; Kaya, 2000: 55; Mansel, 2004: 484; Atlan, 1970: 92; Özsait, 1982: 354).

M. Ö. 189 yılında konsül M. Vulso başkanlığında Anadolu’daki müttefikleri eşliğinde Galatia’ya bir sefer düzenledikten sonra (Livius, XXXVIII, 24-26) M. Ö. 188’de Phrygia’da Apameia kentinde Seleukkoslularla barış antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Seleukoslular, Torosların kuzeyini Romalılara terk edecek, Hannibal’i teslim edecek, savaş tazminatını 12 yıl içinde ödeyecek, fillerini ve 10 savaş gemisi kendisinde kalmak şartıyla diğer tüm gemilerini teslim edecekti. Roma, bu dönemde Anadolu’dan toprak almadı, Seleukosluların Anadolu’da ve Trakya’da bıraktığı topraklar, Bergama ve Rhodoslular arasında paylaşıldı (Livius, XXXVIII, 39; Polybius, XXI, 45; Atlan, 1970: 93).

Büyük Phrygia ve Phrygia Hellespontos Bergama’nın oldu (Özsait, 1982: 354). Roma, Bergama’yı K. Asya’dan gelecek saldırılara karşı bir dalgakıran ve gerektiğinde üs olarak kullanabileceği bir devlet olarak gördü (Demircioğlu, 1998: 347). Roma’nın K. Asya’da uyguladığı politikanın adı “Divide et impera” (Böl ve yönet) politikasıydı. Böylece Roma, hem askeri gücünden hem de ekonomik açıdan tasarruf ediyordu (Demircioğlu, 1998: 351).

Roma, Makedonya ile M. Ö. 171- 168 yılları arasında III. Makedonya Harbi’ni yapmak zorunda kalmış ve Bergama kralı II. Eumenes’in kışkırtmasıyla Makedonya’yı bir kez daha mağlup etmiştir. Bu savaştan sonra Roma, daha önceden izlediği doğu politikaları bırakıp, yeni politikalar izlemeye başlayınca eski müttefikleri olan Bergama ve Rhodoslularla bile arası açılmıştır (Atlan, 1970: 96). Makedonya karşısında alınan galibiyetle Helenizm hanedanlığına son verilip, Roma’nın Ege’de hâkimiyeti tescilleniyordu. Bu dönem Roma için bir dönüm noktası oluşturmuştur. Fiilen artık B. İskender’in mirasına konmuş oluyordu

37 Manlius'un Galatia seferi hakkında bkz. Livius, Ab Urbe Condita XXXVIII. 59 (Demircioğlu, 1998: 379). Dolaylı hükümranlık politikasının yerini, ilhak politikası almaya başlamıştır (Demircioğlu, 1998: 380).

Makedonya yıkılınca, kuvvetli müttefik ihtiyacı kalmadığından, eski müttefiklerin küçültülmesi, sindirilmesi gerekiyordu (Demircioğlu, 1998: 385). Rhodosluların elinden Karia ve Lykia’yı almış ve Delos’u açık liman olarak ilan edip, ticarette güçlü olan Rhodosluların ticari gücünü kırmıştır. Bergamalılara karşı ise Galatları kışkırtmış ve hatta onlara bağımsızlıklarını vermiştir, II. Eumenes’in Roma’ya gelen kardeşine isyan çıkarması önerilmiştir (Özsait, 1982: 355; Demircioğlu, 1998: 387).

Roma, Bergama Kralı III. Attalos’un vasiyetinde ülkesini Roma’ya bırakması üzerine daha önceden izlediği yerel güçler aracılığıya yürüttüğü K. Asya politikasını değiştirmiş ve bu tarihten dört yıl sonra M.Ö 129 yılında Provencia Asia eyaletini kurmuştur (Strabon, XIII, 4. 2; Kaya, 2000: 77; Bahar, 2010: 57; Demircioğlu, 1998: 412; Harita 11).

Bergama Kralı III. Attalos’un vasiyeti Roma’ya ulaşınca, Roma eski konsül P. Cornelius Scipio’yla birlikte beş kişilik bir heyeti Bergama’ya gönderdi. Fakat tarihe Aristonikos Ayaklanması olarak geçecek olayda Bergama’da umulmadık bir şekilde III. Attalosun gayri meşru oğlu olduğu söylenilen Aristonikos tarafından başlatılan direnişle karşılaştılar ve Roma sırasıyla Scipio ve L. Crassus adlı komutanlarını kaybetti. Perperna adlı üçüncü Romalı komutan isyanı bastırdı ve Aristonikos’i Pergamum’daki krallık hazinesiyle Roma’ya gönderdi (Magie, 1950: 147-158; Özsait, 1982: 357; Demircioğlu, 1998: 417).

Aynı yıl içinde M. Aquilius başkanlığındaki elçiler grubu K. Asya’ya ulaştılar (Kaya, 2000: 78). Batı Anadolu’da Roma’nın egemenlik kurması, hem Boğazlara hâkim olmasını hem de startejik yerleri ele geçirmesini sağlamıştır. Bu, Roma’nın Avrupa ve Afrika’dan sonra Asya’ya fiilen ayak bastığının tescilidir (Demircioğlu, 1998: 419). Roma’nın deniz aşırı genişlemesiyle birlikte eyaletlerinin (Provincae) sayısı artması Roma’nın Küçük Asya ile tanışmasına neden oldu (Kaya, 2005: 13).

60 Büyük Phrygia, Bergama’ya karşı savaşta Roma’ya yardım eden Pontos kralı V. Mithridates’e verildi. M.Ö 120 yılında daha önceden Pontos’a bağışlanan Büyük Phrygia, V. Mithridates’in ölümünün ardından tekrar Roma’ya dâhil edildi (Justinus, XXXVII, 1. 2; Kaya, 2000: 78; Magie, 1950: 194). Bunun üzerine Pontos Kralı VI. Mithridates, M.Ö 106 yılında önce Kappadokia’yı ele geçirdi, daha sonra Bithynia ile ittifak yapıp Paphlogonia’yı topraklarına kattıktan sonra Galatia’yı da sınırlarına dâhil etti (Justinus, XXXVII, 4. 6-7).38

Bithynia, Paphlagonia, Pontos Kappadokia Krallıkları ve Asia Eyaleti’nin var olduğu K. Asya’da, ilerleyen yıllarda Roma tarafından kendilerine verilen B. Phrygia’nın ellerinden alınmasına içerleyen Pontos Kralı VI. Mithridates, topraklarını genişletmek idealiyle yanıp tutuşmuş, bu uğurda M.Ö. 107 yılında kılık değiştirerek K. Asya’da araştırmalar yapmıştır (Özsait, 1982: 361). İlerleyen yıllarda Paphlagonia, Galatia, Kappadokia ve Bithynia’yı ele geçirmiştir.

Roma’nın bu dönemde K. Asya’da 3 ordusu vardı. L. Cassius yönetimindeki ordu Bithynia- Galatia sınırında, M. Aquillius komutasındaki ikinci ordu Pontos- Bithynia sınırında ve üçüncü ordu ise Kilikia Prokonsülü Q. Oppius komutasında Kappadokia civarındadır Özsait, 1982: 361).

I.Mithradatas Savaşı (M.Ö 88-65) sonunda Roma konsülü M. Aquillius yenilmiş, ’a kadar ilerleyen VI. Mithridates yaklaşık 80.000 kişiyi katletmiştir (Appianus, 22-23; Özsait, 1982: 362). Sulla, Lucullus ve Pompeius gibi Romalı komutanlar ve Pontos arasında geçen II. ve III. Mithridates savaşlarında Phrygia her zaman geçiş noktası olmuştur. Lucullus, Mithridates’in Bithynia’yı işgali üzerine Phrygia üzerinden kuzeye çıkmıştır. Lucullus ayrıca M.Ö. 69-68 kışını Mithridaates’in damadı Tigranes’i yendikten sonra Gordion’da geçirmiştir (Özsait, 1982: 363-365; Haspels, 1971: 162).

M.Ö. 49 yılında daha önceden Asia Eyaleti’ nden alınarak, Kilikia eyaletine verilen Laodikeia, Apameia ve Synnada konventusları tekrar Asia Eyaleti’ne verilmiştir (Magie, 1950: 402; Kaya, 2005: 18-19).

38 Nec territus minis Galatiam quoque occupat. 61 Caesar’ın M.Ö 44 yılında ölmesinden sonra Octavianus ve Antonius arasında çekişmeler başlıyor ve devamında M.Ö. 40 yılında Roma yaşadığı bu iç çekişmeler sonucu, Brindizi Antlaşması uyarınca, Octavianus bütün batıyı, Antonius ise bütün doğuyu alıyordu. Sınırı belirleyen hat, Illyria üzerinden geçiyordu (Atlan, 1970: 186; Kaya, 2000: 98).

Daha önce krallıkla idare edilen Galatia M.Ö 25 yılında eyalete dönüştürüldü. Bu dönüşüm esnasında sınırlar belirlenirken Galatia bölgesi değil, Galatia Krallığı sınırları dikkate alındı. Galatia’da, Pergamum Kralı III. Attalos ve Bithynia kralı IV. Nikomedes'in ülkelerini vasiyet ile Roma’ya devretmeleri örneğinde olduğu gibi, Galatia kralı Amyntas tarafından Roma’ya devredildi. Phrygia Paroreios, Pisidia, Lykaonia, Isauria, Kilikia Trakheia ve 'nin de dâhil olduğu Pamphylia bölgesinin bir bölümü Galatia Eyaleti’ni oluştudular (Kaya, 2005: 19).

Gordion ve Pessinus ile birlikte Phrygia’nın doğu kesmi Galatia Eyaleti’nin sınırları içinde kalmıştır (Özsait,1985: 85). Phrygia Paroreios bölgesi Galatia- Kappadokia Eyaleti’nin bir parçası olmuştur (Kaya,2000: 129). Diocletianus (M.S. 284-305)’un krallığı döneminde K. Asya’da bulunan eyaletler, Hellespontos, Asia, Lydia, Phrygia, Galatia ve Adalar olmak üzere 6 parçaya ayrılmıştır (Özsait, 1982: 401). Roma İmparatorluğu, M.S. 395 yılında Valens’in yerine gelen Theodosius’un ölümünün ardından Doğu Roma ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrılmıştır (Özsait, 1982: 405).

62 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

PHRYGIA’NIN JEOPOLİTİK GÜCÜ

4. 1. Phrygia’nın Jeopolitik Konumu

Her tarihsel sistemin canlı bir organizma gibi başlangıcı, gelişmesi ve sonu vardır. Bu yaşam süresi ülkeden ülkeye değişiklik arz eder. Braudel’in “Longue Durée / Uzun vade” adını verdiği bu sürecin içinde konjonktürleri oluşturan çevrimsel süreçler bulunmaktadır. Belirli bir tarihsel sistemin konjonktürel ve yapısal süreçlerini yani çevrimsel ritimleri ile asırlık yönelimlerini analiz etmede jeopolitik bakış açısı gereklidir. Tarihsel sistem, gerçek mekân ve zaman içinde mevcuttur (Wallerstein, 1993:142).

İbn-i Haldun’a göre toplum, genel anlam itibari ile yatağı hiçbir zaman kurumayan bir ırmağa benzetilir. Yatağında ilerlerken tepelere rastlar ve eğilmek zorunda kalır. Bu anlar bir devletin çektiği sıkıntılar anlardır. Devlet için “Doğuş”, “Gelişme” ve “Yaşlanma” dönemlerinden sonra yok olup gitmek kaçınılmaz bir sondur. Bu son noktaya gelince devlet yıkılıp gider ama toplum kalır ve yıkılan devletin yerini başka bir devlet alır. Toplum, bir başka devletin içinde erimiş dahi olsa, yenilenerek kalıcılığını sürdürür (İbn-i Haldun, 1977: 28).

Bir devleti tarihsel sistem içinde incelerken araç olarak kullandığımız jeopolitik, kendine dört hedef belirler: Birincisi, jeopolitiğin sistematik bir disiplin olarak gelişebileceği sağlam bir teoriksel temel kurmaktır. İkincisi, bölgesel ve küresel jeopolitiğin gelişimini incelemektir. Üçüncüsü, herhangi bir bölgenin, ülkenin ya da tümünün jeopolitik tarihini inşa etmektir. Dördüncüsü ise önemli ülkelerin ulusal gücünü analiz etmektir. (Sen, 1975: 2)

Hans Weigert, bütün devletlere atfedebileceğimiz bir jeopolitik tanımın olmadığından bahseder. Coğrafi şartlar altında mücadele eden birbirinden farklı devletler sistemi kadar jeopolitik düşünce vardır. Her ülke layık olduğu jeopolitiğe sahiptir (Dodds ve Atkinson, 2000:8).

Jeopolitik, en iyi şekilde ancak kendi içinde bulunduğu tarihsel durum içerisinde anlaşılabilir. D. W. Meinig’e göre jeopolitikçilerin görüşleri bulunduğu dönemi kapsamaktadır, çağımızın dinamik kalıplarına adapte etmemiz mümkün 63 görünmemektedir. İnsanlar bu terimleri yerleştirmeye devam eder ve düşüncelerini bu kalıplara göre biçimlendirdikleri takdirde gerçeği yansıtmayan bir durum ortaya çıkabilir (Meinig, 1956: 555). Bu yaklaşım tarzını geçmişe dönük olarak ta uygulayabiliriz. Bu durumda jeopolitik teorilerden yararlanmakla birlikte, asıl değerlendirme jeopolitik unsurları dikkate almak olacaktır. Phrygia’nın yaşadığı çağı baz alacak olursak, genelde Anadolu, özelde Phrygia sahip olduğu jeopolitik gücü dünya güç merkezlerinin odak noktasında bulunmalarına borçludurlar. O dönemde güç merkezleri, Anadolu, Trakya, Yunanistan, Suriye ve Mısır ve Mezopotamya içine alan geniş bir alanda toplanmıştır (Koçak ve Şahin, 2001: 357).

W. M. Ramsay, Anadolu’yu tanımlarken şu ifadeleri kullanır ( Ramsay,1902: 257):

Eğer coğrafya, bir ülkenin fiziki yapısı ve konumunun üzerinde yaşadığı insanlara etkisi ise bunu tanımlayabilecek tek ülke Küçük Asya’dır.

Ramsay’e göre Küçük Asya fiziki yapısı güçlü bir şekilde konumlanmış, benzersiz bir yapıya sahiptir. Sonsuz çeşitliliği içinde yüzyıllardır devam eden bir tarihe sahiptir. Anadolu’da meydana gelen olaylar genelde Doğu-Batı mücadelesi şeklinde olmuştur ( Ramsay,1902: 259).

Doğu-Batı arasında köprü vazifesi gören K. Asya’ da var olan bu iletişimden dolayı birçok fikirler doğmuştur. Büyük İskender ile birlikte Grek düşüncesi Doğu’ya yayılmıştır. Ramsay, Anadolu’nun sadece arabulucu rol oynamadığını, aynı zamanda yaratıcı bir role bürünerek önemli bir ayağı temsil ettiğini söyler. Anadolu tarihi incelendiğinde karşıt güçler ve topraklar arasında sadece köprü olmamış, aynı zamanda dış dünyayı etkileyebilecek büyük göçlere ev sahipliği yapmıştır. Erken Dönem Yunan tarihi ile ilgili öğrenilen her şeyin içinde mutlaka Anadolu tarihi vardır (Ramsay, 1902: 270).

Hegel felsefesi açısından bakıldığında Doğu’dan Batı’ya baskı rejimlerinden aristokrasi ve demokrasi yolu ile Germen mutlakıyetçiliğine doğru gerçekleşen bir evrim görülür. İnsanlığın ilk çocukluk dönemi Asya’da, gençliği Yunanistan’da ve yetişkinlik dönemi de Roma’da yaşanmıştır (Bulaç, 2007: 30). Anadolu’da filiz atan insanlık, yetiştirip büyüdükten sonra Yunanistan’a ve oradan da Roma’ya geçmiştir.

64 Dolayısıyla Anadolu’nun Yunanistan’a geçişte önemli bir ayağı olan Phrygia’nın da bu etkileşimde tartışılmaz bir yeri vardır. Phryg kültürünün Yakın Doğu ve Anadolu kültürü ile bütünleştiği aşikârdır (Vassileva, 1995: 14).

Spykman’a göre medeniyetler ilk başta Doğu’da neşv ü nema bulmuş, daha sonra Doğu’dan Batı’ya doğru hareket etmiştir. Bu medeniyet hareketi, hangi yolu seçerse seçsin Avrupa’dan Asya’ya ulaşılabilecek en kısa yol, Anadolu üzerinden geçmek zorundaydı (Spykman, 1938: 45).

Anadolu’nun Doğu ile Batı arasında medeniyetler arasında mekik dokuması, çalışmamızın konusu olan Phrygia bölgesinin Batı medeniyetin temellerinin atıldığı Yunanistan’ yakın olması ve Yunanistan’ın medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya ve Mısır’dan aldığı etkileşiminin Anadolu’dan, bilhassa Yunanistan’a yakın konumdaki Phrygia üzerinden alması, bu bölgenin coğrafi konumundan kaynaklanmaktadır. Phrygia’nın konumu merkezi bir konum olup, hem gelişmeye hem de saldırılara açık bir yapı arz eder. Braudel, Phrygia için yapmış oldduğumuz tespiti doğrular nitelikte “Uygarlıklar, coğrafya ile belirlenmiş alana sıkı sıkıya bağlıdır” der (Braudel, 1992: 104).

Klasik kültürün oluşmasında Antik Yakındoğu ve Mısır’ın katkıları göz ardı edilemez. Yakındoğu, Akdeniz dünyasında alfabenin ve Yunan felsefesindeki bazı unsurların oluşumunda katkıda bulunmuştur. John Boardman’ın ifade ettiği gibi “Beşinci yüzyıldan önceki Yunanistan’a, Batı’lı dünyanın Doğu’lu uzantısı olarak bakmak bence daha kolay” (Freemann, 2005: 15).

Sürekli olarak tutumlu yaşayan ve topraktan daha fazla ürün alabilmek için her türlü zahmete katlanan Yunanlılar için Doğu hiç bir zaman cazibesini yitirmemiştir. Öyle ki bu cazibe ilerleyen yıllarda Büyük İskender’in Doğu seferlerine ilham olmuştur (Freemann, 2005: 120).

Yunanistan’ın konumu Doğu’yla irtibata geçmek noktasında sıkıntı yaratmıyordu ve bundan dolayı da ülke doğal olarak Doğu’ya odaklanmıştı. Ticari açıdan üne kavuşmuş Yunan limanlarının hepsi doğu sahilindedir (Freemann, 2005: 120). Yunanistan, Mezopotamya kaynaklarını ikinci el olarak Yakın Doğu’dan almıştır. Anadolu, bu çift yönlü köprü vazifesi sayesinde ışığın Doğu’dan

65 yükselmesine yardımcı olmuştur. Anadolu süzgecinde, ışığın yükseldiği yerden geçerek Hellas’a ulaşmıştır. Anadolu coğrafi bir köprüden öte, Doğu sanatının, aklının ve dininin bir geçiş noktası olmuştur. Phrygia, Doğu Akdeniz’in gelişimi ve özellikle Helen Medeniyeti’nin oluşumu için önemli katkılarda bulunmuştur (Petrova, 1995: 49). Karşılıklı olarak Trakya ve Phryg kültürü arasında yaşanan kültürel etkileşim Helenistik sentezin oluşumuna önemli katkıları olmuştur (Vassileva, 1995: 15). Phrygler ve Yunanlılar arsındaki bu ilişki o derece yakındır ki Phrygler “Doğu’lu Grekler” olarak adlandırılır (Perrot ve Chipiez, 1892: 4).

Phrygia, Osmanlı’nın ilk kurulduğu noktaya yakın bir yerde kurulduğu için Osmanlı’nın oluşturduğu jeopolitik önem ile Phryglerin oluşturduğu jeopolitik önem benzerlik taşır. Osmanlı Boyu Anadolu’nun kuzeyinde, Marmara Denizi’nin verimli sahil şeridine, Çanakkale Boğazı’na ve İstanbul Boğazı’na yakındı. Osmanlı kuzeyde Avrupa’ya, güneyde Orta Doğu’ya, güneybatıda Akdeniz’e ilerledi (Grygiel, 2006: 96).

Phrygia ise kuzeyde Trakya ve Yunanistan, güneyde Suriye ve Kıbrıs, Doğuda Asurlular ve Urartular ile yakın işbirliğinde bulundu. Medeniyetin beşiği olan Mısır ve Mezopotamya ile Yunanistan arasında köprü vazifesi gördü. Phrygia, sahip olduğu jeopolitik konum itibariyle Doğu ile Batı’nın temas noktası oldu. Batı’nın eşiğindeki Phrygia, Doğu-Batı ilişkilerinde kimi zaman köprü, kimi zamanda engel olmuştur (Crawford, 1922: 257).

İlk çağlarda insanları bir araya getiren üç unsur vardı: Jeoloji, su ve maden (Crawford, 1922: 257-258). Phrygia, her ne kadar Küçük Asya’nın ortasında olmasına rağmen etrafındaki ırmaklar ve denizlere olan yakınlığı ile bu sorunu çözmüş görünüyordu. Jeolojik olarak ise Phryg arazileri, o dönemin insanlarının temel uğraşı olan tarım ve hayvancılığa uygun geniş arazilerden oluşuyordu. Topraklarında çıkan mermerler o derece değerliydi ki Roma’ya Phrygia’dan mermer ihraç ediliyordu.

Medeniyetin etrafında şekillendiği ilk denizlerden birisi de Ege Denizi’dir. Denizin her iki yakasını ele geçirme için sayısız savaşlar yapılmıştır. Girit Krallığı M.Ö. 2. bin yılda Anadolu’nun batı sahillerini ele geçirmek için karşıya geçmiştir.

66 Yunalıların gözü Ege Denizi’nin karşı yakası Anadolu’da olmuştur. Aiol’lar, Batı Anadolu’nun kuzey sahilini Ionianlar, İzmir’den ’a kadar, Dorlar ise Cythera, Girit, Rhodos ve Karya’ya kadar ilerlemişlerdir. Persler Yunanlıların sahillerini ele geçirmek için sık sık gelmişlerdir (Spykman, 1939: 603-604).

Doğu ile Batı arasında süregelen bu mücadelede, İç Batı Anadolu Bölgesi, Ege Denizi’nin Anadolu yakasına yakın konumda olması hasebiyle, Doğu medeniyeti ile Batı medeniyeti arasında bir köprü vazifesi görmüştür. James H. Breasted’in Hititler üzerinde yorumladığı bu etkileşim daha sonra Hititlerin yerini alan Phrygler tarafında da sürdürülmüştür (Mellink, 1966: 114):

“Yakındoğu ve Güney Avrupa gibi iki büyük medeniyet arasında Hitit medeniyeti bir bağlantı rolü üstlenmiştir. Ege Denizi etrafındaki medeniyetleri etkileyen bu bağlantı kalıcı izler bırakmıştır”.

Anadolu’nun bu aracı pozisyonu ona yardımcı rol yüklemiş olabilir. Köprünün iki noktası olan Mezopotamya ve Yunanistan kendi hesapların göre parlak dönem geçirmiş olabilirler. Mezopotamya birçok kültürel ve teknolojik yeniliğin beşiği iken, Batı’nın lideri olarak Yunanistan sanatta, dinde, felsefede, edebiyatta ve fende Doğu’nun ruhunu özümseyerek Batı geleneğine yeni bir hayat kazandırmıştır. Anadolu bu konumuyla kültürel bir koridor olmuştur (Mellink, 1966: 115). Mellink, Anadolu’nun yapısının otokton (yerli) bir karaktere sahip olduğunu ve bu karakteri anlatmak içinde fazla söze hacet olmadığını belirtir (Mellink, 1966: 129).

Tyan- Şanskiy, jeopolitikte üç tür kontrol mekanizmasından bahseder: Halka denetimi, nokta denetimi ve kıta denetimi (Cafersoy, 2002: 65). Halka denetimini kullanan devletler kendilerini iç deniz alanını denetim altında tutan halka biçiminde görmekteydiler. Eski dönemlerden itibaren kullanılan bu modeli Yunanlılar, Kartacalılar, Romalılar, Venedikliler ve Genovalılar kullanmıştır. Phrygia kendi döneminde kullanılan bu denetim mekanizmasında en önemli halkalardan bir olmuştur. Doğu’nun Batı’daki son halkası ya da Batı’nın Doğu’daki ilk halkası olarak görebiliriz. Öyle bir halka ki, koptuğunda diğer tüm halkalar önemini kaybetmiş duruma düşme tehlikesi yaşayabilirler (Cafersoy, 2002: 65).

67 William Ramsay, Anadolu’nun yüksek duvarlı bir köprüye benzetir. Anadolu’nun dağlık yapısını tanımlayan bir diğer benzetme de ise Anadolu açık bir sol ele benzetilir ve içe doğru kıvrılan başparmak Toros dağlarıdır. Avuç içi ise ovaları simgeler. Avucun yüksek yerleri doğu kesimini, parmaklara doğru inen kesim ise batı tarafıdır (Lloyd,1989: 13). Phrygia bu tanımda avuç içinde yer alan ova kısmında, batıya doğru yönelen taraftadır.

Herodotos, Anadolu’nun gök ve mevsimler tarafından en fazla tercih edilen ülke olduğunu dile getirir (Lloyd, 1989: 16). Phrygia’da bir Anadolu kenti olarak bu hisseden payını fazlasıyla almaktadır. Bu dağlık kesimler Hititlerden itibaren askeri amaçlı olarak yoğun bir şekilde Phryg ve Urartu’da kullanılmıştır (Bahar, 2010:178).

Crawford, İngiltere ve Galler’de tarih öncesi çağları incelerken “Long Barrows (Uzun Höyük)” denilen ve toplu mezar olarak kullanılan yerlerin neden yerleşim birimi olarak tercih edilebileceğini araştırır. İlk yerleşim yerleri ırmak ve suyun kenarlarına ya da suya kolayca ulaşılabilinen yerlere yapılmıştır. Jeoloji dolaylı olarak topluluğu bir bütün olarak kuşatır. Crawford, o dönemde insanların sürülerini otlatabileceği açık arazileri olan yerleri seçtiğini dile getirir ve grafiksel olarak yerleşim yeri seçiminde etkin olan maddeleri şu şekilde tanımlar (Crawford, 1922: 257):

Jeoloji-----bitki örtüsü----- hayvancılık----- insan

Yükseklik, kontrol edebilme imkânı verirken, su, hem insanlar hem de hayvanlar için vazgeçilmezliğini korur. İlk başlarda insan hayatına pek fazla etkisi olmayan metal, ilerleyen yıllarda ticaretin gelişmesinde ve sosyal hayatı düzenlemede etkin bir yapıya bürünmüştür (Crawford, 1922: 257). Phrygia’nın sahip olduğu su kaynakları, geniş arazileri ve maden gücü o dönemde Phrygia’yı ayakta tutan nedenlerin başında gelir.

Phrygia’da yerleşim yerleri, merkezdeki tepelerin etrafında orta dereceli rakımlı bölgelerde yoğunlaşmıştır. Görünen odur ki farklı tarzlarda Phryg yerleşimi vardır. Sadece yüksek yerlerde, güçlendirilmiş kalelerde değil, aynı zamanda kalelerin yakınlarında veya uzak bölgelerindeki aşağı kısımlarda yerleşim alanları

68 oluşturmuşlardır. İlk olarak güçlendirilmiş kalelere yerleşilmiş, daha sonraları ise nüfus çoğaldıkça daha açık alanlar tercih edilir hale gelmiştir (Haspels, 1971: 72).

Phrygia’nın yüksek bölgeleri, coğrafyanın jeolojik yapı ile birleşmesiyle Anadolu’da emsalsiz bir önem kazanır. Coğrafi olarak merkezdeki yüksek plato, kuzeybatı sınırında anahtar bir konumdadır ve bundan dolayı da Anadolu’nun hâkimiyeti için “Batı kilidi” rolünü oynar. Phrygler, Anadolu’da bir devlet kurmak istedikleri zaman, bu yüksek tepeler, geniş platoyu kontrol altına almada vazgeçilmez birer nokta olmuşlardır. Bu dönemde oynadığı rolü ilerleyen yıllarda Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı döneminde de sürdürmüştür ( Haspels, 1971: 143).

4. 2. Phrygia’nın Ekonomik ve Ticari Gücü

Ekonominin yanı sıra felsefe ve tarih ile ilgili çalışmaları olan Alman August Lösch (1906-1945), bir ülkenin kaderi ile o ülkenin iç ekonomisinin yakından bağlantılı olduğunu dile getirir. Batı, endüstriye dayalı ekonomisinin baskın olmasında dolayı Doğu’ya hâkim olmuştur (Sen, 1975: 12).

Tarım, hayvancılık, madencilik, ormancılık, sanayi, ulaşım gibi faaliyetlerin tümünü içine alan ekonomik faaliyetler bir ülkenin jeopolitik gücüne katkıda bulunurlar. Bir devletin askeri, ekonomik ve siyasi gücü ne kadar büyükse, o devletin hayati önem taşıyan jeopolitik çıkarları ve bunun kapsam ve etkileri de sınır komşularını da aşacak düzeyde geniş çaplı olur (Brzezinski, 1997: 38).

Amery’e göre dünyada üç tür ekonomik-askeri güç vardır: Eski çağlardan itibaren iç steplere doğru uzanan geniş bir alana uzanan ve tarım için elverişli olan bölgeler ve sahil kesimleri vardır. Bu iki bölge ile üç tür ekonomik ve üç tür askeri sistem oluşturulur. Birincisi, bir tarım ülkesinin ekonomik ve askeri gücü, ikincisi bir sahil ülkesinin ve denizci bir kavmin ekonomik ve askeri gücü ve üçüncüsü bir bozkır ülkesinin ekonomik ve askeri gücüdür. Bunların içinde en güçlü olanı çoğu kez tarım ülkesinin ekonomik ve askeri gücü olmuştur. Her ne kadar içinde zayıflıklar barındırsa da, bu tür tarım ülkelerinde Mısır, Babil, Roma gibi büyük imparatorluklar çıkmıştır (Amery vd., 1904: 440). Amery’nin bu ifadelerine Phrygia’nın coğrafi özelliklerini göz önünde tutarak dâhil edebiliriz.

69 Anadolu’nun zengin kaynakları sadece bünyesinde kucak aştığı kavimlere geçim kaynağı olmakla kalmamış, aynı zamanda Anadolu’yu istila eden kavimler tarafından da sömürge kaynağı olarak kullanılmıştır (Malay, 1983: 50).

Ramsay, K. Asya’yı eski çağın en zengin ülkesi olarak tanımlar (Ramsay, 1923: 279). Cicero, Anadolu için “Topraklarının verimliliği, ürünlerinin çeşitliliği ve ihraç mallarının bolluğu açısından birçok ülkeyi geride bırakır” der (Cicero, 1908: 6.14).39Anadolu M.Ö. I. bin yılda gelişen ticari olayların merkezinde yer almıştır. O dönemin odak noktası olmuştur (Koçak ve Şahin, 2001: 359).

Ticari ilişkiler kurarak hammadde elde etmek Son Tunç Çağı toplumlarının ve daha sonra gelen toplumların ilişkilerine damgasını vurur. Bakır, kalay, fildişi, cam ve diğer değerli taşları edinme tutkusu ticari ilişkilerin gelişmesine yol açıyordu (Kozal, 2010. 13). Mezopotamya yer altı kaynaklarının çok fakir, K. Asya’nın ise zengin olması Mezopotamya halklarını K. Asya’ya yöneltiyordu. M. Ö. 2200’lerde Akkad Kralı Naramsin’in seferleri ve Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda (M. Ö. 2000- 1750) , Suriye ve Mezopotamya halkları özellikle de Asurlular, Orta Anadolu’daki kentlere yerleştiler (Kozal, 2010. 13). Asur Ticaret Kolonileri Dönemi’nde açılan bu kapı ilerleyen yıllarda kendisini batıya kadar uzatacaktır (Kozal, 2010. 15).

Anadolu’ya Asur’un ilgisi İlk Demir Çağı’nda doğuda Urartu’dan, Orta Anadolu’da Phrygia’ya ve hatta batıda Ege üzerinden Yunanistan’a kadar uzanan zengin bir metal ticaret ağına dayanabilir. Fenikelilerin K. Asya’nın içlerine, Batı Akdeniz’e kadar uzanan pazar arayışları da bakır ve demir hammaddesi içindir (Denel, 2010: 68). Phryg mezarlarında bulunan metal ürünler muhtemelen Urartu bölgesinden gelmektedir (Ulmann, 1936: 151). Anadolu’nun batı ve güneybatı bölgesinde Hititlerin yerleşiminde temel etken metal kaynaklarıdır. Bu bölgenin ilerleyen yıllarda Phryg merkezi olduğunu göz önüne aldığımız zaman bu etkinin devam ettiğini düşünebiliriz (Jesus, 1978: 97). Hyginus, Phryg kralı Midas’ın kalay ve kurşunu keşfeden kişi olarak tanımlar (Hyginus, 1960: CCLXXIV).40 Plinius,

39 Asia vero tam opima est ac fertilis ut et ubertate agrorum et varietate fructuum et magnitudine pastionis et multitudine earum rerum quae exportentur facile omnibus terris antecellat (Cicero, 1908: 6.14). 40 Midas rex Cybeles filius Phryx plumbum album et nigrum primus invenit (Hyginus, 1960: CCLXXIV). 70 mitsel kaşifler ve mucitler listesinde Midakritus adındaki kişinin Cassiterid Adası’ndan kalay getirdiğini dile getirir. Buradaki kişinin Phrygia’lı Midas olabileceği Hardouin tarafından dile getirilir (Plinius, VII,57). İlk Demir Çağı’nda doğuda Urartu’dan, Orta Anadolu’da Phrygia’ya ulaşan ve muhtemelen daha da ileriye doğru Ege Sahillerine ve Yunanistan topraklarına kadar erişen zengin bir metal ticaret ağı olma ihtimali yüksektir. Zira demir fibulalar, boğa ve siren figürlü metal kazanlar, kâseler, at koşum takımları vb. birçok eşya Urartu merkezlerinden Ege yerleşmelerine kadar yaygın bir dağılım alanı ortaya koymuştur (Denel, 2010: 68).

Phrygia döneminde deniz kenarında yaşayan halkların yönü denize bakmakla birlikte, tükettikleri ürünler ve ticarette takasta kullandıkları ürünler Anadolu’nun içinden gelmekteydi. Bu ihtiyaçlarını gidermek içinde Phrygia ve Anadolu’nun orta bölgelerinde konumlanmış devletlerle iyi geçinmek zorundaydılar (Perrot ve Chipiez, 1892: 11).

Erken Dönem Phrygia Kralları Neo- Hitit heykellerini yerleşik devletlerle iletişim ve ticaret ağı kurarken kullanmışlardır. Gordion ve K. Suriye arasında fikir, sanat ve ticaret ağı, Erken Phryg Dönemi’nden itibaren gözlemlenmektedir (Voight vd., 2000: 50). Sangarios Nehri’nden elde edilen kil, Erken Dönem Phrygia’sında seramik yapımında etkin olmuştur. M. Ö. I. bin yılda Gordion’daki kraliyet ekonomisi çömlekçilikten kazanç sağlamaktaydı (Voight vd., 2000: 50-51).

Gordion’da bulunan ve K. Suriye planından esinlenerek yapılan evden yola çıkılacak olursak, M.Ö. 9. yüzyılda Phrygia ile Suriye civarında oluşan yeni Hitit devletleri arasında iletişim vardı. Buradaki ortostatlar uslup olarak M.Ö. 9. yüzyılı işaret etmektedir. Stil, imge, mimari ve teknik açıdan K. Suriye’nin anıtsal yapılarından etkilenmişlerdir. Buradaki evin stratigrafik yapısı Phryglerin kendi kültürlerinden ayrı olarak Yakın Doğu izlenimleri taşır. Mavi cam boncuklar, eğer Tunç Çağı’ndan kalmadıkları takdirde, aynı çevreden gelmişlerdir. Cam üretiminin yapıldığı bölgelerle yapılan süs eşyası ticareti Phrygia’nın uluslar arası alan yaptığı ticaretin ilk ayağını oluşturur. Phrygia bu dönemde tunçdan yapılmış eserler üretmeye başlar. Bu dönemde perçin başları ve gergi kolları (strutted handles) gibi

71 madeni parçalar, çanak çömlek üretiminde bir etkileşimin sonucu olarak görülmeye başlanır (Sams, 1993: 549).

Phrygia’da tunç üretiminin başlangıcı Yakın Doğu teknolojisinden oldukça etkilenmiştir ve Suriye bölgesinde kurulan Yeni Hitit Devletleri bu teknik bilgiyi aldıkları yerlerdir. Phryglerin Midas tahta çıkmadan önce Yakın Doğu ve K.Suriye ile ilişki kurmuş olma ihtimalleri yüksektir. Midas, burada var olan bir ilişkinin üzerine bir şeyler katmaya çalışmıştır (Sams, 1993: 549).

M. Ö. 8. yüzyılın ortalarında bu bölge ile yapılan kültürel ilişki arkeolojik verilerle teyit edilmiştir. Bu ilişkiyi ortaya koyan en güzel örnekler Gordion’da Tümülüs W’dan elde edilmiştir. Muhtemelen bir krala ait olan mezarda öküz başlı iki tunç kazan (bull headed cauldron), Yakın Doğu stilini anımsatmaktadır. Yakın Doğu’dan ithal edilen kaplar ise görkemli ithal ürünlerin en başını çeker. Bu ürünler devletlerarası ticaretten ziyade, krallar arası hediyeleşmeyi simgeleyebilir. Burada bulunan omphalos dipli kâseler de Yakın Doğu izleri taşımaktadır. M. Ö. 8. yüzyıldan sonraki dönemlerde daha çok karşımıza çıkan fildişi eserler ticari ilişkileri belgeleyen bir diğer unsurdur (Sams, 1993: 550).

Tümülüs III’te bulunan ve kulpları nilüfer çiçeği süslemeli tepecikler (hotoz), K. Suriye ve Kıbrıs ile paralellik gösterir. Tümülüs P’de bulunan materyallerde kullanılan çömlek hamuru Mısır’da yapılan mavi çömlek hamurlarının aynısıdır. Bu hamur, mezarlarda bulunan küçük sürahilerin yapımında kullanılmıştır. Kıbrıs’ta kullanılan üst ton renklerin direkt olarak Kıbrıs’tan gelmeyip, Suriye, Filistin ve Kilikia üzerinden gelme ihtimali vardır. Tümülüs P’de bulunan işlenmiş cam kâseler Asur ürünüdür ve Phrygia ve Asurlular arasındaki ticaretin nadir sembollerindendir. 8. yüzyılda Asur dışında Yakın Doğu cam üretimi hakkında çok az bilgi vardır(Sams, 1993: 551).

Tümülüs III ve P’de çizgili ve hayvan motifleri içeren şık tasarımlı kaplar vardır. Bu eserlerin çoğu Phryg orjinli olmakla beraber, çizgisel hatlar K. Suriye stilini andırmaktadır. Midas Höyüğü’nde bulunan eserler, o dönemde Orta Anadolu’da başka bir merkezde bulunmamıştır. Bu da, o dönemde Phrygia’nın ticarette geldiği noktayı göstermektedir. Teras katında bulunan cam boncuklar,

72 güneydoğudan gelen süs eşyaları ticaretin devam ettiğinin göstergesidir. Teras katında Suriye- Filistin tarzını andıran cam sırlı küçük sürahiler bulunmuştur (Sams, 1993: 551).

Altın, gümüş ve bronz parçalar, oyulmuş fildişiler, tuzaklar, atlar için yapılmış alın bağı ve at gözlükleri, demirden yapılmış gemler Megaron 3-4 ve Teras katında bulunan yabancı parçalardır (Young, 1962: 154; Sams, 1993: 552). Tuzak (trappings) ve gemler (bit) ve fildişi ürünler K. Suriye yapımıdır. At tuzaklarının aşırı lüks bir ürün olarak tanınması ve seronomilerde kullanılması ticari ilişkiden ziyade, Midas ve Karkamış kralı Pisiris arasında hediyeleşme aracı olarak kullanılma ihtimalini ortaya koyar (Sams, 2007: 53; Sams, 1993: 552).

Megaron 3’teki fildişiler sarayda süslemede en çok kullanılan materyallerden birisidir. Palmiye yaprağı tarzındaki bir parça muhtemelen Suriye civarından gelmiştir. Burma motifiyle dekore edilmiş kakma parçalar ve üzerinde gülbezek işlemesi taşıyan fildişinden yapılmış sandalye kolu, ya olduğu gibi ithal edilmiş ya da hammaddesi ithal edilmiştir (Sams, 1993: 552). Bulunan 12 fildişi levha üzerindeki insan ve hayvan figürleri, K. Suriye işi olmakla birlikte işçilik olarak Phrygia’yı andırmaktadır. Görülen odur ki Phrygler, Yakın Doğu fildişi işlemeciliğini kendilere adapte edebilmişlerdir. Aslan başı ve ayağını simgeleyen parça ise stil olarak K. Suriye izi taşımaktadır ve Altıntepedeki uzanmış aslan motifine benzemektedir. Siren motifleri K. Suriye orjinlidir. Tüm bu eserler, Gordion ve Yakın Doğu arasında ilişkinin önemini açık bir şekilde sergilemektedir. Phrygialı işçiler, Yakın Doğu eserlerini ya direkt olarak almışlar ya da kendi izlerini ekleyerek yeniden yapılandırmışlardır (Sams, 1993: 553; Young,1973: 18).

İki arkeolojik durum, Yunanlılar ile Phrygler arasındaki iletişimi M. Ö. 8. yüzyıl ve sonrasında yaşanan gelişmelere ışık tutar: Birincisi, Phryg boyalı çanak ve çömleklerinin geometrik süslemeleri ile Yunan eserlerinde görülen süslemeler o derece birbirine yakındır ki bu benzerliğin tesadüfî olduğunu söylemek mümkün değildir (Boardman, 1999: 87-88).

M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında çok az Yunan çanak ve çömleğine Phrygia’da rastlarız. Fakat Yunan geometrik süslemelerinde bu görmüş olduğumuz benzerlikten

73 ötürü görmemezlikten gelemeyiz. İkincisi ise tunç fibulalardır. Phrygia’ya özgü fibulalarda yarı dairesel şeklinde kavisli ve üzerinde ağır simetriksel süslemeler (şeritler) vardır. Çoğunluğu özenli bir yapım aşamasından geçmiştir. Doğu Yunan motiflerine benzerler fakat süslemeciliğe onlardan daha fazla emek vermişlerdir. Yunanlılarda görülen bu benzerlik Phryg metal işçiliğinden etkilenme sonucu olabilir (Boardman, 1999: 88; Bahar, 1997: 3).

Phryglerin bilicilik ve diğer Yunanlılara ait özellikleri Anadolu’nun batı sahilindeki Yunan şehirlerinden öğrendikleri arkeolojik ve coğrafi perspektif doğrulamaktadır. Batı sahilleri, güneye oranla Phrygia’ya daha yakın ve aralarında herhangi bir coğrafi engel teşkil etmediği için iletişim daha kolay olmuştur. Bu verilerden yola çıkacak olursak Midas’ın Delphoi’ye gönderdiği taht Gordion’dan Yunan şehirlerinin bulunduğu batı sahiline at arabası (cart) ile taşınmış ve ordanda gemiyle Yunanistan’a taşınmıştır. Samos’ta Hera’ya adanan Heraion tapınağında Phrygia’ya ait bazı parçalar bulunmuştur. Boehmer’e göre bu materyallerin bazıları Midas’ın 8. yüzyılda Hera’ya gönderdiği adaklardır. Bu adaklar Samos’a Levant bölgesinden değil, karayolu ile Phrygia’dan batı sahillerine, ordan da Samos’a gelmiştir (Muscarella, 1989: 336).

Midas’ın Delphi’ye adak göndermesini doğru olarak kabul edersek, birçok Yunanlı devlet ile Phrygler arasında dostane bir ilişkinin varlığından söz edebiliriz. Bu dostane ilişki Phrygleri güneye oranla batıya yönelmelerine neden olmuştur. Buna göre Midas’ın batıdan müttefik arayışı içinde olduğu tezi yanlış olmaz. Bir Yakın Doğu geleneği olan devletlerarası ilişkileri evlilik yolu ile güçlendirme olayı bu tezi güçlendirmektedir. Midas’ın Kyme’de Kral Agamemnon’un kızı ile evlenmesi ve Delphi’ye adak göndermesi Phrygia ile Yunanistan arasındaki ittifakı ve dostluğu onaylamaktadır. Gordion’da bu ilişkiyi doğrulayan somut arkeolojik veriler vardır. Yunanistan ve Anadolu’nun batı sahillerinde kullanılan leech-type fibulalardan sekiz tanesi Gordion’da bulunmuştur. Bu fibulalar Doğu Yunan’ın Phrygia’dan ithalat yaptığını açıkça ortaya koymaktadır (Muscarella, 1989: 336; De Vries, 1975: 33).

Phrygia’nın batı ile ilişkilerinin bir diğer somut örneği ise İtalyan adası Pithecusae’de bulunan ve M. Ö. 8. yüzyıla tarihlenen Phryg kopyası olan Doğu 74 Yunan örneği fibuladır. Muscarella ve Boehmer’e göre Doğu Yunanlılar Phryg fibulalarını biliyorlardı ve onları taklit ettiler. Batıda Yunanlıların hâkim olduğu bölgelerde ele geçen Phryg eserleri fibulalar, kemerler, göbek tasları ve boğa başlı kazanlar olmak üzere 4’e ayrılır. Tümü tunçtan yapılmıştır. Tüm Phryg eserleri kamuya ait olan tapınaklardan getirilmiştir. Yunanistan’da bulunan adak ürünler arasında içerdiği materyal açısından diğerlerinden ayrılırlar ve hatta Yakın Doğu izleri taşırlar. Bu ürünlerin ihraç mı, yoksa taklit ürünler mi olduğu hâlâ çözülememiştir (Muscarella, 1989: 337).

Yunan tapınaklarında en çok Phryg eseri barındıran Samos’ta bulunan Heraion tapınağıdır. Üç veya dört fibula, bir kemer, iki kâse ve bir kazan bulunan eserler arasındadır. Samos’un Perochora, Olympia ve Paros’a göre daha fazla Phryg eseri barındırması muhtemelen Phrygia’ya yakın olmasına bağlıdır (Muscarella, 1989: 340).

Phryg tunç kâselerinin bir diğer özelliği ise her bir kenarında halka bulunan kaselerdir. Bir yatay çubuk dış yüze işlenir ve muhtemelen kulpları sağlamlaştırmak amacıyla eklenmiş olan dikey çıkrıkla yerine tutturulur. Kullanılmadığı zaman bu kulplarla duvardaki askılara asılır. Bu kulplar aynı zamanda taşıma esnasında dengeli tutmaya da yarar. Phrygiada bulunan halkalı kulplar ilerleyen yıllarda batıda görülecek olan emsallerinin öncüsü olacaktır (Young, 1973: 23).

Her iki kenarında halka bulunan kazanlar Phryg kraliyet mezarlarında bulunmuştur. Khios’ta41 Phrygia’dan geldiği düşünülen demir bir halka bulunmuştur. Halkalı kulplar ve makaralı bağlantılar El-Mina’da da görüldüğü için Phrygia tek kaynak olmayabilir. Derin olmayan halkalı kapların yatay güçlendirici kemerlerle desteklendiği türler, yine Phryg mezarlarında bulunan buraya özgü bir türdür. Bu eserlerin benzerleri Hermos (Gediz) nehri üzerinde Magnesia’da42 bulunmuştur. Ephesus’ta M. Ö. 6. yüzyılın ikinci çeyreğine tarihlenen fildişi heykelcikler bulunmuştur (Muscarella, 1971:58). Bronzdan yapılmış olanlar ise Kıbrıs’ta, Yunanistan’da Argive Heraeum’da ve Olympia’da karşımıza çıkmıştır (Boardman,

41 Sakız Adası 42 Magnesia, Aydın ili, Germencik ilçesi, Ortaklar beldesine bağlı Tekinköy sınırları içinde, Ortaklar - Söke karayolu üzerinde yer almaktadır. 75 1999: 89). Güçlendirici kemerleri olmayan Phrygiada kilden yapılan halkalı kaplara benzer olarak , Samos43 ve Khios’ta benzer şekilde kilden yapılmış vazolara rastlanmıştır (Boardman, 1999: 90).

Yunanistan, coğrafi alan olarak kendi kendine yetecek ve yurttaşlarına yeterli iş imkânı verecek kapasiteden yoksundu. Bundan dolayı da tüm Yunan şehirleri ithal olarak elde edilen yiyecek, inşaat malzemesi ve metal ürünlere ihtiyaç duyuyordu. Bu gereksinim ve ticaretin yönünün Doğu’dan Batı’ya doğru akması Phrygia’nın geçiş noktası olarak önemini artırdı (Rostovtzeff, 1936: 232).

Doğu’yu, Yunanistan’la tanıştıran B. İskender değildir. Doğu ile Yunanistan arasındaki ilişkiler yüzyıllar öncesine dayanır. Ancak B. İskender ile birlikte daha düzenli hale gelmiş ve pasif durumdan aktif duruma geçmiştir (Rostovtzeff, 1936: 233-234).

B. İskender’in Pers krallarından elde ettiği altın ve gümüş paraya çevrilmiş ve tedavüle sürülmüştür. Askerlerin ücretlerinin yüksek olması ve B. İskender’in bolca hediye vermesi güzergâh üzerindeki ülkelerin eknomilerine oldukça katkı sağlamıştır (Rostovtzeff, 1936: 234). Phrygia’da bu katkıdan nasibini alan ülkelerden birisidir. Önceden Doğu’dan oldukça fazla ürün ithal edip, çok az oranda ihraç eden Yunanlılar, B. İskender’in Doğu’da kurduğu şehirlerde yaşamaya başlayınca Yunanistan’dan da doğuya ihraç ettiği ürün oranında artış gözlemlenir. Phrygia üzerinden doğudan batıya, yani Yunanistan’a giden ürünlere bu kez Yunanistan’dan doğuya giden ürünler eklenmeye başlandı (Rostovtzeff, 1936: 235). Phrygia üzerinden olan geçiş tek yönde çift yöne çıktı ve bu da haklı olarak gücüne güç kattı. Örneğin, Helenistik dönemin ilk zamanlarında Suriye’de kullanılan çanak-çömlekler Atina’dan getirilmiştir. Bu şekilde, Yunanistan ve Phrygia dâhil K. Asya’daki birçok merkez yeni pazarlar haline gelmiştir. Satın alma kapasitesi hızla artmış ve talepler genişlemiştir. Ticaretin artmasıyla yağmacılığın önüne geçilmiş K. Asya ve Y. Doğu’daki karayolu gelişmiş ve ticaret daha güvenli bir hal almıştır (Rostovtzeff, 1936: 235). B. İskender’in çağdaşı olan Menander’in komedi eserlerinde halkın refah ve bolluk içinde yaşadığına dair izler görüyoruz (Menander, 1969: 123, 167, 291).

43 Sisam Adası 76 Anadolu halkları Yunan şehirleriyle ticari ilişkilerle yetinmeyip, bu şehirlerin nüfusu içinde de yer almışlardır. Anadolu halklarının Ion ve Aiol kentlerinde zanaatkârlık yaptıkları ve başta Karialılar olmak üzere bu kentlerin askeri ve denizcilik faaliyetlerinde görev yapmıkları bilinmektedir (Solovyov, 2010: 117).

Pantikapaion’da44 M.Ö 5. yüzyıla tarihlenen bir mezar taşında “Midatos” ismine rastlanması, K. Asya’da Phrygia’daki Midas isminden esinlenmiş olup, Midas’ın İonca söyleniş biçimidir. M.Ö. 5. yüzyıla ait bir Krokondame mezar taşının sahibi olan Attes de muhtemelen Phrygialı ya da Lydialıdır. M.Ö. 5. yüzyıl sonuna ve 4. yüzyıl başına tarihlenen siyah sırlı bir kap üzerindeki Phryg ismi “Manes” ve “Guttus” adı verilen bir diğer kap üzerindeki “Sagaris” isminin de Phryg kökenli olma ihtimali yüksektir (Solovyov, 2010: 119). Karadeniz’de Arkaik ve Klasik Dönem Berezan45 buluntuları arasında bulunan Anadolu çömleklerinin çoğu Phryg orjinlidir (Solovyov, 2010: 123).

Flavius Josephus46, Eusebius gibi yazarlar tarafından Phryglerin atası olarak görülen Togarmah kavmi Eski Ahit’te tüccar bir kavim olarak tanıtılır (Ezekiel, XXVII. 13; Prag, 1989: 163). Yunanistan’dan K. Asya’ya gelen herhangi bir kişi Kral Midas’ın ülkesinin ekonomisindeki canlılık ile kendi ülkesindeki “Karanlık Dönem” sonrası oluşan ekonomik buhranı karşılaştırıp, memleketine varınca bu durumu abartarak şöyle der: “ Kral, o derece zengin ki her dokunduğu altın oluyor” (Prag, 1989: 163).

Phryg materyallerine baktığımız zaman farklı etkiler gözümüze çarpar: Phryglerin gri ve siyah kapları Anadolu, kaleleri Hitit, bronz işlemeciliği ve süsleme sanatı Urartu, çanak çömlekte görülen dekoratif eserler Kıbrıs-Kilikya, Kaya mezarlarındaki cephe süslemeleri Asur etkisini ortaya koyar (Hanfmann, 1948: 151; Ulmann, 1936: 151). Phrygler, Asurlulardan dekoratif amaçlı işledikleri metal işçiliğini öğrenmişler ve kendi eserlerinde de kullanmaya başlamışlardır (Boardman, 1999: 90).

44 M.Ö. 7.yüzyılın sonlarında 6.yüzyılın başlarında Kırım’da Miletos sömürgesi altında kurulmuştur. 45 Karadeniz’de bir ada. 46 Josephus, Antiquities of the Jews , I. I. 6. I. 77 Dağlık bir araziye sahip olan Phrygia için zengin orman ürünlerine sahip olduğu ve sedir kerestesi bakımından öne çıktığı görülmektedir (Plinius, XIII. 53) Phrygia’da ticarette kereste de önemli bir rol oynar. Gordion’da sedir, Suriye ardıcı, armut, şimşir, akçaağaç, kavak, karaçam, çam ve porsuk ağacı farklı alanlarda kullanılmıştır (Barnett, 1975: 431; Cook, 1962: 48). Bölgede dağların yamaçları da zengin otlaklara sahiptir ve bu özelliğinden dolayı Phrygia için “Hippobotos” yani “At otlağı” deyimi kullanılmaktaydı (Malay, 1983: 54).

Phrygler, tarım alanında kendini geliştirmiş bir toplumdur. Tarıma verdikleri önemi, saban süren öküzü öldürene ve sabanı çalan hırsıza verdikleri cezadan anlıyoruz (Gardner, 1892: 37). Phrygios havzasında çiftlik toprakları çok verimli olarak tanımlanmıştır47(Cicero, 1912: 310). Tarım ve hayvancılık, halkın çoğunluğunu memleketinde bu işlerle meşgul olmasını sağlamıştır (Young, 1973: 11). Galatia’ya giden yol üzerinde olan zeytin ağaçlarıyla doludur (Anthon, 1850: 543). Roma döneminde Roma’dan gelen aileler tarafından işletilen tarım araziler vardır ( Mitchell, 1979: 13-22).

Batı Phrygia’da 2001’de yapılan yüzey araştırmalarında şarap üretiminde kullanılan malzemeler bulunmuştur. Bunlar, Phrygia’da bilinen ilk kayadan elde edilmiş şarap sıkma aletleridir. Batı Phrygia’da Boz Dağları, Türkmen Dağı kolları ve güneye doğru uzanan yüksek bölgelerde oldukça yaygındır. Phryglerin kullandığı şarap ezme presleri M. Ö. 8. yüzyılın son çeyreğinde kurulan Phrygia- Kilikia ilişkileri neticesinde oluşmuştur. Günümüzde de pekmez yapımı için taştan yapılmış, basit çiğneme zeminleri köylüler tarafından kullanılmaktadır (Sivas, 2003:13-15).

Gordion, etrafı pınarlarla çevrili ve tarıma uygun arazi şartlarıyla dolu olduğu için bira mayalamaya oldukça uygundur. Gordion sınırları içinde servis odaları diye adlandırılan birçok fırın, bira üretimhanelerine benzeyen bina kalıntıları bulunmuştur. M. Ö. 7. yüzyıl şairi Archilochus, Phryglerin bira içimini betimler48 (Hornsey, 2004: 129).

47 Cicero, Pro Flacco, 71, “natura perbonos et diligentia culturaque meliores” 48 Archilochus’un dizesinin İngilizce metninden birbölüm: As through a tube a Thracian or a Phrygian sucks down barley beer, and she was leaning forward working (Hornsey, 2004: 129). 78 Heredetos ve Ksenophon tarafından büyük ve gelişmiş bir şehir olarak tanınan Kolossae yün ticareti ile ünlüdür (Herodotos, VII, 30; Ksenophon, II, 3).49Bilinen ilk Yunan dramatisti olan Aeschylus (M. Ö. 525-456) Suppliant adlı eserine koyun otlatmaya uygun Phryg meralarından bahseder (Aeschylus, 547).

Laodikeia, koyunları ile ünlüdür. Ayrıca at yetiştiriciliği de yaygındır. , ticari bir şehirdir. Farklı etnik gruplara ait bir oluşuma sahiptir ve döneminde en az beş dilin konuşulduğu bir bölgedir (Mitchell, 1860: 50; Ring vd., 1995: 288 ).

Phrygia’nın atları o dönemin atlarıyla meşhur ülkesi Kappadokia ile yarışabilecek düzeyde adını duyurmuştu (Ramsay, 1887: 492). Tyana civarında yetiştirilen Kappadokia atları “Palmatiani” olarak adlandırılırken, Phrgy atları ise “Hermogeniani” olarak adlandırılıyordu (Ramsay, 1887: 492-499). Pontus kralı Pharnakos zamanında 9 adet Suriye Hemiones (yaban eşekleri) getirilmiştir (Aristoteles,VI.36.580i). Getirilen bu eşekler muhtemelen satrapların Daskyleion’daki oyun parkları için Suriye’den ithal edilmiş olabilir (Ksenophon, Hellenica, IV. I.15).50 Phryglerin bahçıvanlıkla uğraştıkları ve Midas’ın gülü keşfettiği ileri sürülür (Barnett, 1975: 433).

4. 2. 1. Phrygia ve Mermercilik

Maden ve maden yataklarının ekonomik anlamda katkı yapması, istihdam yaratması jeopolitik yapılanmayla doğruda ilintilidir. Bireyin ve toplumun ihtiyaçlarını ifade eden her unsur, jeopolitikte belirleyici rol oynamaktadır (Koçak ve Şahin, 2001: 353-354).

Tarihsel süreç incelendiği zaman mermer, gerek hava şartlarına karşı dayanaklı olması, gerekse bir yapı malzemesi olarak yüksek yük taşıma kapasitesi nedeniyle özellikle son iki yüzyıla kadar yapıların ana malzemesi olmuştur. Karşımıza bazen yapı elemanı, bazen örtü malzemesi vb. alanlarda yaygın olarak

49 Anthon, 1850: 643. 50 ἐκ τούτου δεξιὰς δόντες καὶ λαβόντες ἐπὶ τούτοις ἀπέπεμπον τὸν Ὄτυν. καὶ εὐθὺς ὁ Ἀγησίλαος, ἐπεὶ ἔγνω αὐτὸν σπεύδοντα, τριήρη πληρώσας καὶ Καλλίαν Λακεδαιμόνιον κελεύσας ἀπαγαγεῖν τὴν παῖδα, αὐτὸς ἐπὶ Δασκυλείου ἀπεπορεύετο, ἔνθα καὶ τὰ βασίλεια ἦν Φαρναβάζῳ, καὶ κῶμαι περὶ αὐτὰ πολλαὶ καὶ μεγάλαι καὶ ἄφθονα ἔχουσαι τὰ ἐπιτήδεια, καὶ θῆραι αἱ μὲν καὶ ἐν περιειργμένοις παραδείσοις, αἱ δὲ καὶ <ἐν> ἀναπεπταμένοις τόποις, πάγκαλαι(Ksenophon , Hellenica, IV. I.15). 79 kullanılmıştır. Tapınaklarda “Tanrılara Adanmışlığın”, piramitlerde “Ölümsüzlüğün”, Tac Mahal' de “Sevginin”, Selimiye Camii' nde “İhtişam ve Yüceliğin”, Çin Setti'nde “Korkunun” dili olmuştur (Karaca ve Öztank, 2003: 380).

Mermer, jeologlar tarafından şu şekilde tanımlanır (Monroe and Wicander 1997: 177):

Metomorfizma olayı sonucu çoğunluğu kalsit ve dolomitik kalkerlerden oluşan, tane büyüklüğü berrak ve pürüzlü olarak karşımıza çıkan bir kaya türüdür. Dolomitik kayaç veya kalkerin bölgesel metomorfizma olayı sonunda oluşur. Saf mermer beyaz ve mavimsidir fakat tortul kayaçlardaki mineral farklılığından dolayı farklı renklerde karşımıza çıkar. Yumuşaklığı, tekdüze olan yapısı ve farklı renklerinden dolayı yüklenici firmaların ve heykeltıraşçıların vazgeçilmez parçaları olmuşlardır.

Mermer kelime olarak Yunanca “Marmaros” kelimesinden gelir ve anlam olarak “ Lekesiz, kar beyazı taş” anlamı taşır. Sıfat olarak “Marmoreos” ise “ Parlak”, fiil olarak “Marmairo” ise “Parlamak, ışıldamak” anlamları taşır. Bu Yunanca tanımlar, renkli mermerleri kapsamadığı için eksik bir tanım olarak nitelendirilir (Mannoni and Mannoni 1986: 10). Mermer, kalsit ve dolomitik kalkerlerin yaklaşık 400 C° sıcaklıkta yüksek basınç, sıcaklık ve sıvı akıntısı kombinasyonu altında oluşur. Mermerin içindeki maddeler sadece mermere renk vermekle kalmaz, mermerin fiziki yapısını da oluşturur (Mannoni and Mannoni 1986: 10).

Alp-Himalaya dağları kuşağı üzerinde yer alan Türkiye toplam 5,2 milyar m³ (13,9 milyar ton) muhtemel mermer rezervine sahiptir. Dünya mermer rezervlerinin yaklaşık % 40’ının ülkemizde bulunduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde 80’den fazla değişik yapıda ve 120’nin üzerinde değişik renk ve desende mermer rezervi bulunmaktadır. Ülkemizde üretilen mermerler dünya pazarlarında aranılan mermer gruplarındandır (Çetin, 2003: 245).

80 Augustus, Roma’yı tuğladan bir şehir olarak alıp, mermerden bir şehir olarak bırakması51, Roma’da o dönem yaşanan lüks ve müreffeh yaşamın simgesidir (Suetonius, 1889: 29.I). Roma’nın yeniden imar edildiği bu dönemde işlerin yoğunluğuna paralel olarak mermer tüketimi de artmıştır.

Roma İmparatorluğu yaklaşık 50 milyonun üzerinde nüfusuyla Batı ve Güney Avrupa ve Orta Avrupa’nın bir kısmı, Asya, K. Afrika ve Mısır’ı egemenliği altına almıştı. Bunun sonucunda Roma ve sahip olduğu eyaletlerde sosyal ve kültürel bir değişim yaşanmaya başlandı (Hoofs, 2010: 9).

Roma, yolları, hamamları, stadyumları, tapınakları ve hükümet binalarıyla sahip olduğu imkânlar doğrultusunda olağanüstü mühendislik harikası yapılara imza attı. İmparatorluğun büyümesi sonucu elde edilen bu müreffeh yaşam tarzı Suetonius tarafından İmparator Augustus’a ithafen “ Altın oltayla balık tutma”52 şeklinde tarif edilmiştir (Suetonius, 1889: 25.IV). Roma, sahip olduğu yapılarıyla antik çağın en etkileyici ve göze çarpan binalarına ev sahipliği yapan şehirlerin başında gelir. Sadece sanatsal açıdan değil, tarihi değerler açısından da birer başyapıttır (Thomas, 2007: 1).

K. Asya’nın batısı ve Suriye ise diğer Roma eyaletlerinin aksine şehirleşme ile önceden tanışmış kendi ticari ağlarını önceden kurmuşlardı (Hopkins, 1980: 102). Roma, ekonomik olarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin varlıklarına el koymuştur (Hopkins, 1980: 102). K. Asya’dan giden mermerleri de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Ahşap ve yerel taş kullanmak yerine mermer kullanmayı tercih etmek, oldukça geniş bir masraf, ehil bir zanaatkâr ve düzenli organizasyon gerektirmekteydi. Var olan ucuz ve yerel malzeme yerine mermeri tercih etmek bilinçli bir tercihtir. (Greenhalgh, 2009: 33).

Roma’da mermer kullanımı, böbürlenme adına zenginlerin ve siyasi güç gösterisi olarak ta devletin tercih ettiği bir malzeme olmuştur. (Greenhalgh, 2009: 34;

51 Urbem neque pro maiestate imperii ornatam et inundationibus incendiisque obnoxiam excoluit adeo, ut iure sit gloriatus marmoream se relinquere, quam latericiam accepisset (http://www.thelatinlibrary.com/suetonius/suet.aug.html). 52 Nam minima commoda non minimo sectantis discrimine similes aiebat esse aureo hamo piscantibus, cuius abrupti damnum nulla captura pensari posset(http://www.thelatinlibrary.com/suetonius/suet.aug.html).

81 Hirt, 2010: 1). Devlet, aynı zamanda siyasi mesaj vermeye de çalışmış ve bu mesaj için tonlarca mermer getirtmekten kaçınmamıştır. Mermerler, binalara estetik katmak için kullanılmamış, aynı zamanda Roma’nın uzak diyarlarda fethettiği kentleri sembolize eden birer somut harita görevi görmüşlerdir. Ancak hatırı sayılır bir topluluk veya imparatorluk, yerel malzeme dururken, uzak yerlerden malzeme getirme cesaretini gösterebilirdi (Greenhalgh, 2009: 35).

Mermer kullanımını Roma İmparatorluğu’nun doğasına aykırı bulan ve eleştiren Plinius ve Juvenal gibi şair ve yazarlar da olmuştur. Mermer, Roma’da lüksün sembolü olmuş ve toplumun etik kurallarına meydan okumuştur (Greenhalgh, 2009: 38-39; Lloyd, 1956: 199).

Dokimeion mermeri kullanılarak yapıldığı tahmin edilen ilk eser M. Ö. 5. yüzyıla ait Yukarı Tembris Vadisi’nde bulunan bir steldir (Waelkens vd., 1988:90). Halikarnassos’taki Mausoleum’da bulunan eserlerden bazılarında da Dokimeion mermerinin kullanıldığı tespit edilmiştir (Walker ve Matthews, 1988: 117-125; Attanasio, 2003: 155). Ülkemizde mermer yatakları genellikle Paleozoik yaşlı masiflerin bulunduğu alanlarda ve ağırlıklı olarak iç ve batı bölgelerinde yer alır (Ketin, 1984: 13).

Dokimeion, Roma döneminde mermer ocaklarıyla ön plana çıkar. “Pavonazetto” adı verilen Phrygia’dan gelen mermerler Roma’ da sıkça kullanılmaya başlanmıştır (Perkins, 1951: 97; Asgari, 1979: 452; Magie, 2002: 34).

“Pavonazetto” mermerindeki renkler deve kuşunu hatırlattığı için “Peacock style (Deve kuşu stili)” adını vermişlerdir (Thomas, 2007:158). Romalılar, Dokimeion mermerine “Synnadik Mermer” olarak adlandırırken, yerel halk ise “Dokimeion mermeri” olarak tanımlıyordu. Günümüzde ise Türkiye’de “Somaki” adıyla bilinir. “Pavonazetto” adı verilen beyaz zemin üzerinde mor, kırmızı ve kahverengi renklerden oluşan damarlı mermerlerde, damarlar yoğun olursa “Bracchia”adı verilir (Attnanosia, 2003: 155; Hirt, 2010 292).

Dokimeion, Afyon’un 20 km. kuzeydoğusunda yer alırken, mermer dağıtımının yapıldığı ve bu adla da anılan Synnada (Şuhut) ise Dokimeion’un 40 km. güney batısında yer alır (Koch, 2001: 17).

82 Strabon, Dokimeion mermerini renklerinden dolayı su mermerine benzetip, önceden küçük çapta çıkartılan mermerlerin, Romalıların aşırı talepleri doğrultusunda büyük monolit sütunlar halinde çıkarılmaya başlandığından bahseder (Strabon, 2005: XII, 8.14). Mermerlerin büyük parçalar halinde yoğun bir şekilde taşınması sokakların altında çalışan lağımcılar için tehlike arz etmiş ve bundan dolayı da başlarına gelebilecek herhangi bir sıkıntı için önlem almaları istenmiştir (Plinius, XXXVI, II; Spencer, 1938: 275). Strabon, Dokimeion mermerlerini Skyros (İksiri) Adası’nın mermerlerine benzetir (Strabon, IX, I.16).

Plinius, bu dönemde yapılan harcamaları gereksiz bulup, imar işlerinde kullanılan mermer tüketimi ile gıdaya harcanan parayı fazla bulup, aşırılığa kaçınılmaması gerektiğini vurgular (Plinius, XXXVI, I, f; Spencer, 1938: 274). Sulla, Lucullus, J. Caesar’ın Gaul’un imarı için görevlendirdiği Formiae doğumlu Mamurra vb. üst sınıf insanlar, evlerin eşiklerinde, duvar kaplamalarında, sütunlarında mermer kullanımını başlatan kişilerdir (Plinius, XXXVI. 48-50; Mckay, 1975: 143).53

O dönemin şairleri, beyaz zemin üzerinde sarı ve mavi damar ve noktalardan oluşan bu mermerlere atıfta bulunmuşlardır. Deniz ötesinden gelmesine rağmen, özel ve kamu binalarının dekorasyonunda kullanılmak üzere iri kütleler halinde ve oldukça yoğun miktarda Phrygia’dan Roma’ya getirilmiştir (Spencer, 1938: 278). Burada üretilen mermerlerin kalitesi, sıradan binalarda kullanılacak türde olan düşük kaliteli mermerden başlayıp, heykelcilik için gereken yarı saydam, ince mermerlere kadar uzanıyordu. En göze çarpanı ise, Asya tipi sütun tarzında olan ve lahitlerde kullanılan türlerdi (Fant, 1985: 656).

6 no’lu mermer ocağında yapılan araştırmalar, Romalıların üzerinde bal rengi noktalar taşıyan beyaz mermerden ziyade, tamamen beyaz olan mermere odaklandıklarını gösterir. Şu anda bölgede üretilen renk tonu ise çoğunlukla mavi ve gri renk tonundadır (Fant, 1985: 658). Roma Dönemi’nde en çok kullanılan mermer ocağı Bacakale ocağıdır (Hirt, 2010: 27; Fant, 1984:171).

53 Primum Romae parietes crusta marmoris operuisse totos domus suae in Caelio monte Cornelius Nepos tradit Mamurram, Formiis natum equitem Romanum, praefectum fabrum C. Caesaris in Gallia, ne quid indignati desit, tali auctore inventa re. hic namque est Mamurra Catulli Veroniensis carminibus proscissus, quem, ut res est, domus ipsius clarius quam Catullus dixit habere quidquid habuisset Comata Gallia. namque adicit idem Nepos primum totis aedibus nullam nisi e marmore columnam habuisse et omnes solidas e Carystio aut Luniensi (Plinius, XXXVI.48) 83 Dokimeion mermeri çoğunlukla lahit yapımında kullanılırdı (Koch, 2001: 17). Bulunan yeni lahit kapakları, üretimin ilk aşamasının ocaklarda, geri kalanının ise atölyelerde tamamlandığını gösteriyor. Yeni lahit kapakları, lahitlerin işlendiği atölyelerin Dokimeion’da olduğunu kesinleştirmiştir. “Türsteine” adı verilen portallarını lahitlerin üzerine işlemişlerdir (Fant, 1985: 659).

Phrygia’da üretilen mermerler Anadolu’nun diğer yerlerinde üretilen mermerlere göre daha fazla süsleyici motiflere sahipti ve gönderileceği yere giderken ağırlığını azaltmak amacıyla dekoratif işlemleri tamamlanmadan gönderilmiyordu. Bulunan kapaklar, ocakların yanındaki atölyelerin varlığını doğrulamaktadır. Heykel atölyeleri, mermer ocaklarının yanına kümelenmiş durumdadır (Fant, 1985: 659). Diğer taraftan işçilerin mermerin geri kalan işlerini monte edecekleri binalarda devam ettirdikleri ifade edilir (Greene, 1986: 152).

4. 2. 1. 1. Mermer Ocaklarının Yönetimi

Romalı şair Tibullus ( M. Ö. 55-19) Phrygia’dan gelen mermerlerden bahseden ilk kişilerden birisidir54 ( Crawell, 1882: VIII, 66). Roma’ya getirilen mermerler M. Ö. 114’e tarihlenir. Augustus, I. yüzyılın sonları ve II. Yüzyılın başlarına kadar sürecek yoğun bir mermer dekorasyonunu da içine alan debdebeli bir dönemde yönetimin başındadır (Archambeault, 2004: 17).

Augustus ve Tiberius dönemlerinde ocaklar yüklenici firmalardan alınıp Roma İmparatorluğu bünyesine katılmıştır. Bu dönemde mermer üretimi büyük ölçüde artmıştır (Ward Perkins, 1980: 25; Koch, 2001: 172; Res. 1). Bu dönemde maden ocakları ve mermer ticareti ile ilgilenilen “Mermer Bürosu (ratio marmorum) adında bir merkez oluşturulmuştur (Hirt, 2010: 350). Bu oluşturulan merkez Hirschfeld tarafından “Tabularius a rationibus marmorum” olarak tanımlandı (Hirschfeld, 1975: 177). “Tabularii” anlam olarak kamu hesaplarını tutan kişi anlamına gelmesi böyle bir merkezin varlığını doğrular (Smith, 1848: 1092). Roma, bu dönemde Anadolu, Yunanistan ve Afrika’dan gelen mermerler ile parıldamaktadır (Spencer, 1938: 274).

54 Quidve Domus prodest Phiygiis innixa columnis (Crawell, 1882: VIII, 66). 84 Roma’da mermerlere olan talep M. S. 3. yüzyılda siyasi ve askeri taleplerin azalması neticesinde duraksamış ve M. S. 6. yüzyılda Bizans Dönemi’nde yeniden canlanmıştır (Greene, 1982: 152). Atölyede çalışan birisinin ocaktan ham mermer alma olasılığının bulunmaması, ocak ve atölyelerin tek bir elden, yani İmparatorlukça işletildiğini göstermektedir. “Prokurator55 Phrygiae” ve “Prokurator Marmorum” yazıtlar üzerinde görülen ve imparatorluk tarafından gönderilen sorumlu memurları tanımlamaktaydı (Hirt, 2010: 113). Prokuratorların genel idare merkezi ise Synnada’dır (Hirt, 2010: 114). Prokuratorler mermer ocakları ile ilgili talepleri ve lojistik destek ihtiyaçlarını toplayıp, askeri ve sivil kanat aracılığıyla Roma’ya iletiyorlardı (Hirt, 2010: 355).

Maden ocaklarının işletilmesinde prokuratorlere ilaveten özgürleştirilmiş köleler ve equestrianlar56 da görev alıyordu. Bunlar eyaletlerdeki özel ocaklardan sorumluydular (Hirt, 2010: 362). Her ne kadar epigrafik kayıtlarla desteklenmese de, Roma’da Tiber nehri civarında Aventine bölgesinde bulunan 1200’ün üzerinde mermer sütun, 10.000 civarında farklı taş ve mermerden oluşan parçalar bu bölgede mermer dağıtımının yönetildiği bir merkez olduğunu işaret eder. Porticus Aemilia, Horrea Lolliana, Campus Martius Roma’daki mermerin stoklandığı ve dağıtımın yapıldığı yerlerdi (Hirt, 2010: 344-345). Diğer mermer üretim merkezlerinde sipariş odaklı çalışırken, Dokimeion’da üretilen mermerlerin stoklandığını görebiliyoruz. Bu da Roma’daki imar faaliyetlerinin hızlanmasına ve dolayısıyla Dokimeion mermerlerinin Roma’da belirgin bir üstünlük kurmasına neden olmuştur (Hirt, 2010: 355).

Çıkarılan büyük parçalar lahit için kullanılırken, küçük parçalar ise lahit süslemelerinde (Türsteine) kullanılıyordu. Beyaz mermer heykel yapımı için uygun olmadığı için imar işlerinde kullanılıyordu. Burada çalışan heykeltıraşlar, lahitlerin üzerine adlarını yazdıktan sonra “Dokimeus” imzasını atıyorlardı.

55Latince yönetici, finansal temsilci anlamında “prokurator” kelimesinden türemiştir. Fiil kökeni ise Latince ilgilenmek, göz kulak olmak anlamına gelen “procurare”’den gelir. Roma İmparatorluğu’nda eyaletlerde genelde idari işlerde görev alan memur (www.oxforddictionaries.com).

56Cicero zamanında doğup, Augustus döneminde gelişen bir sınıftır. Equestrian, Roma’da üst sosyal sınıflardan birisine verilen ad. Küçük bölgelerin yönetiminden sorumludurlar. Bu sınıf ilk yıllarında süvari birliğinde görev yapan kişilerdi (Spielvogel, 2005: 151). 85 Atölyeler, ürettiği ürünler için yeni bir taşıma ağı kurmamışlar, önceden var olan ağ sistemini kullanmışlardır. Yaklaşık 40 atölye “Türsteine (Taş Kapı)” işi ile uğraşmaktaydı (Fant, 1985: 660-661). Dokimeion’da diğer mermer üretim yerleri olan Numidia ve Chemtou’da57 olduğu gibi üretim direkt işçilik yöntemiyle yönetilmiş ve çıkartılan ürünler Roma İmparatorluğu’nun imar işleri için hazır hale getirilmiştir. Numidia ve Phrygia’dan getirilen mermerlerin popülaritesinin sürekliliğini devam ettirmesi renk çeşitliliğinin yanı sıra İmparatorluğun imar işlerini aksatmayacak derecede bireysel siparişlere cevap verebilecek kapasitede olmalarıdır (Strabon, IX. 5.16); Waelkens, 1985: 641-642).

Phryg mermerlerinin İmparatorluğun kamu binalarında bolca kullanılması, mermer ocaklarının aracısız direkt kullanımının bir sonucudur. Mermer ocaklarından yapılan siparişler ya direk olarak imparatorluk tarafından, ya da imparatorluğun kamu binalarını yapmakla görevlendirdiği yüklenici firma tarafından yapılmıştır (Hirt, 2010: 354). Mermerler, ayrıca imparatorlar tarafından hediye olarak ta kullanılmıştır. ’da ki bir yazıta göre, Hadrian, Smyrna’ya gymnasium (spor salonu) için 72 sütun Synnada mermeri, 7 porfir sütun ve 20 adet Numidia mermeri hediye etmiştir (Pausanias, I.18. 9. Athens). Verilen hediyeler ocakların imparatorluk tarafından işletildiğini teyit eden bir diğer örnektir. İmparatorluğa ait olması, hediye etme imkânı sunmuştur (Koch, 2001: 98).

Marc Waelkens, Dokimeion’u gezdikten sonra buradaki atölyelerin bir devlet işletmesi olabileceğini ve beyaz mermerinde bir tekel oluşturduğunu iddia eder. Dokimeion’un yoğun üretimi Forum Traiani’ye gönderdiği heykellerle başlar. Roma gibi uzak bir yere yapılan ihracattaki ulaşım maliyeti ve işçilik masrafları özel bir teşebbüsün gücünü aşacağından dolayı, Dokimeion’daki işletmelerin devlet tarafından işletildiği kesindir (Waelkens, 1985: 651).

Mermer üretimi esnasında yaşanan zorluklar, ocaktan mermer çıkarma ve üretim aşamasından ziyade, üretimin yönetiminde yaşanmıştır. Yetenekli ve tecrübeli işçilerin madende toplanması, gerekli araç ve gereçle donatılması, kayıt altına alınıp temel gıda ve barınma ihtiyaçlarının giderilmesi hayli çaba gerektiren uğraşlardır (Hirt, 2010: 30).

57 Tunus’un kuzeybatısında mermer ocaklarıyla ünlü antik bir kent. 86 Arkeolojik veriler, mermer ocağında çalışan işçilerin günlük ulaşımlarının kolay olması için ocağa yakın yerlerde iskân edildiklerini gösterir (Hirt, 2010: 31). Dokimeion mermer ocaklarının günümüzde de işletilmesi mermer ocaklarına dair arkeolojik kanıtların yok olmasına neden olmuştur (Hirt, 2010: 27). Antik mermer ocağından çıkartılan büyük mermer sütunlar, mermer ocağının tahmin edilenden daha büyük olabileceğini işaret eder (Hirt, 2010: 28).

Julia Bazilikası, Traianus Tapınağı ve Caracalla Hamamı, Basilika Aemilia, Horti Lamiani, Concord Tapınağı Phryg mermerleriyle göz kamaştırıcı halini almıştır (Spencer, 1938: 278; Blake, 1947: 59; Fant, 1989: 8; Thomas, 2007: 158). Plinius, Basilika Aemilia’nın Phryg sütunlarıyla seçkin bir hale geldiğini dile getirir (Plinius, XVI. 102).

Christopher Cox tarafından 1926 yılında Yukarı Tembris Vadisi’nde (Altıntaş Ovası) maden ocaklarından birisinde bulunan Pavonazetto’dan yapılmış heykel, Roma’daki Traianos Forumu’nu süslemek için Daçyalı esirler tarafından yapılmıştır. Epigrafik kanıtlar, Traianos Forumu’nun inşa edildiği dönem ile Phrygia’daki İmparatorluğa bağlı Synnada merkezli mermer ocağı işletmelerinin aynı döneme denk geldiğini doğrulamaktadır (Waelkens,1985: 641).

Roma’da Augustus tarafından inşa ettirilen Mars Ultor tapınağında (Res.2) Dokimeion mermeri kullanılmıştır (Harrison, 2001: 64; Fant, 1989: 7; Greenhalgh, 2009: 37). Tüm bu eserler arasında Pavonazetto’nun en güzel örnekleri Pantheon’da sergilenmektedir (MacDonald, 1976: 86; Res. 3-4 ). İmparator Valerius Diocletianus (245-312) M.S. 301’de yayımladığı “Maksimum Fiyatlar Fermanı’nda” Dokimeion mermerinden en parlak mermer olarak bahseder (Fant, 1985: 656).

Dokimeion mermerinin fiyatı denize olan uzaklığından dolayı her bir kubit58 ayak için 200 denariustur59 (Attanosia, 2003:155; Greenhalgh, 2009: 133).

Dokimeion mermeri, Roma, Atina, Libya’da Lepcis Magna vb. yerlerin haricinde, K. Asya’da Aezani (Çavdarhisar), Isauria bölgesinde Konya-Ereğli yolu üzerindeki Ayrancı Ambar Köyü’nde bulunan Sidemara lahiti ve İstanbul’da

58 Yetişkin bir erkeğin dirseğinden parmakarmak uçlarına kadar olan uzunluk. 59 Eskiden kullanılan bir para birimi Dinar kelimesi Latince "denarius''tan Arapça' ya geçmiştir. M. Ö. 211’den itibaren Roma para birimine dahil olan küçük gümüş sikkelerdir (Mar, 2005: 318). 87 Polyeuktos Kilisesi’nde60 yaklaşık 2000 parça olarak karşımıza çıkar. ’te Dokimeion’dan gelen frizli, sütunlu ve girlandlı pek çok lahit parçası bulunur (Harrison, 2001: 63-64; Koch, 2001: 172-253). Anadolu’da Ephesus, Artemis Tapınağı, Hestiatorion, Sardes’de Gymnasisum ve Side’de sütunlu yolda kullanılan bazı sütunlar Phrygi’dan gelen mermer örnekleridir (Fant, 1989, 257).

W. Ramsay’e göre buradaki mermerler devamlı batı yönünde hareket ederek, Dokimeion- Synnada – Apameia- Laodikeia ad Lykum ve son olarak ta Menderes Nehri’ne ulaşmıştır. Buradan ise Miletos ya da Ephesus limanlarına gider. Louis Robert ise, her ne kadar Ramsay’in bu görüşlerine katılsa da mermeri Smyrna ve Ephesus’a taşıyacak yollar olduğunu vurgular (Harrison, 2001: 64; Charlesworth, 1924: 89-90; Hirt, 2010: 28; Charlesworth, 2000: 89; Greenhalgh; 2009: 119).

K. Asya’nın prokonsülü olan Lucius Antoninus Albus’a a ait bir bildiride Ephesus limanının mermer ihracatında kullanıldığı belirtilir (Hirt, 2010,116). Miletos, Ephesus ve Smyrna limanlarının haricinde kuzeyde Nikomedia (İzmit) limanı üzerinden de gönderilmiştir (Koch, 2001: 17). Dokimeion mermerinin Sagalossos’a61 nakli Augustus tarafından M. S. 25’te yaptırılan Via yoluyla mümkündür. Bu yol, Antiokheia (Yalvaç)’ı Pamphilia limanları ile birleştirmektedir ve aaynı zamanda Apemeai üzerinden Synnada ve Dokimeion’a ulaşan bir yolla birleşir. Sagalossos’taki Zeus heykeli ve İmparatorluğa ait binalarda ve özel binalarda Dokimeion mermerine ait izleri rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz (Waelkens ve Poblome, 1997: 381).

W. Perkins, Pamphylia’da Dokimeion mermeri kullanılarak lahit yapan bir atölyenin varlığından söz eder (Perkins ve Dodge, 1992: 33). Dokimeion mermeri bir liman kentinden üretilmemiş olmasının handikabını yaşamış, Prokonnessos (Marmara Adası)’ta üretilen mermerlere göre maliyeti yüksek olduğu için çok zengin olan kitlelere hitap edebilmiştir (Waelkens vd., 1988: 114). Mermerler taşınırken yük hayvanları, hayvanların çektiği vagonlar ve gemiler kullanılmıştır. Maden ocağının topografyasından kaynaklanan durumlarda sağlam ahşap kızaklar, halatlar ve

60 Bu kilisenin mermerlerinin çoğunluğu Prokonnesos Mermeri (Marmara Adası)’dir (Harrioson, 2001: 65). 61 Burdur ili Ağlasun ilçesinin 7 km. uzağında bir antik kent. 88 makaralar kullanılmıştır. Synnada yakınlarında “Lapis Synnadicus” adı verilen kırmızı benekli mermerler üretilmiştir (Hirt, 2010: 30).

.

4. 2. 1. 2. Yukarı Tembris Vadisi Mermer Ocakları

C. Cox’un 1926 yılında Yukarı Porsuk Vadisi’nde yapmış olduğu çalışmalar neticesinde imparatorluğun sadece limitsiz bir materyal kullanım hakkına sahip olmadığı, aynı zamanda heykeltıraşlık işlerini de mermer ocaklarıyla bağlantılı olan atelyölerde yaptırdığı ortaya çıkmıştır (Waelkens, 1985: 642).

Dokimeion’un 50 km kuzeybatısında, Yukarı Porsuk Vadisi’ndeki Çakırsaz’da Pavonazetto veya Synnadic olarak adlandırlan mermerlerin üzerindeki yazıtları ilk defa 1888’de W. Ramsay keşfetmiştir. C. Cox ve W.M. Calder tarafından Çakırsaz civarında Kurtköy’de (günümüzün Altıntaş İlçesi), Çakırsaz’ın güneyinde ve kuzeyinde mermer ocaklarını buldular (Res. 5). Murathanlar, Altıntaş, Pınarbaşı, Terziler, Gecek, Zemme bölgelerinde mermer ocakları bulunmuştur. Dokimeion’da çıkarılan mermerlerin benzerleri, krem beyazından renklisine kadar farklı türden mermerler de bu ocaklardan çıkartılmıştır. 1926’dan sonra gerek pavonazetto ve gerekse beyaz mermer üzerine yazılmış yazıtlar ve bulunan mermer parçalar yayımlanmaya başlamıştır. “Synnadic” ve “Pavonazetto” olarak adlandırılan mermerin sadece Dokimeion’da değil, Çakırsaz, Altıntaş ilçesi ve Pınarbaşı’ndan da çıkarıldığı ortaya konulmuştur (Waelkens, 1985: 642; Hirt, 2010: 303).

Tüm bu bahsetmiş olduğumuz mermer ocaklarının idari yönetim yeri Synnada’dır. Yukarı Tembris Vadisi’nde M.S. 96 ve 112’ye tarihlenen yazıtları değerlendiren Cox, mermer ocaklarının hepsinin aynı anda işletilmediği, aralıklarla işletildiği kanısına varmıştır. Bizans dönemi yazıtlarında elde edilen sonuçlara göre bu bölgedeki mermer ocakları işlevlerini birkaç yüzyıl daha sürdürmüşlerdir. (Waelkens, 1985: 643).

M. S. 2. yüzyılın ortalarından itibaren Dokimeion’daki mermer ocakları Roma İmparatorluğu’na mermer göndermeye devam ederken, Yukarı Tembris Vadisi’ndeki mermer ocakları bireylerin ihtiyacına yönelik olarak çalışmaya başlamışlardır. Bu dönemde Yukarı Tembris Vadisi’ndeki yazıtlara da 89 rastlanılmaması bu öngörüyü doğrular (Waelkens, 1985: 643). Buradaki atelyöler, M. S. 2.yüzyıldan 4. yüzyıla kadar süren dönemde adak ve mezar işlerinde kullanılmak üzere yapılan heykeltıraşlık işlerine yoğunlaşmışlar ve atölyeler geçici heykeltıraş ustalarını çalıştırmışlardır (Waelkens, 1985: 644).

Yukarı Tembris Vadisi’ndeki mermer ocakları arasında en gözde olanları Altıntaş ilçesindeki ve Çakırsaz civarında olanlardır. Çakırsaz’daki yığınlar yakın zamanda düzleştirildiği için maden ocağına ait izler yok edilmiştir. Çakırsaz’ın birkaç km. kuzeyinde “Gâvur Ören” diye adlandırılan yerde 15 adet maden kuyusu ve deneme amaçlı açılmış çukurlar bulunmuştur. C. Cox, bu bölgede keşfedilmemiş sütunlar bulup, ortaya çıkarmıştır. Çakırsaz’da bulunan bir heykel parçası kullanıldığı mermer, boyut ve yapısı itibariyle ve M. S. 107 ve 116 yılları arasında Roma’da inşa edilen “Forum Traiani” için sipariş edilen Daçyalı mahkûm heykellerinden birisi olduğu tahmin edilmektedir (Waelkens, 1985: 644).

İmparator Traianus’un Daçya Savaşları’ndan elde ettiği ganimetlerle inşa edilen “Forum Traiani” hiçbir masrafdan kaçınılmadan dekore edilen Daçyalı mahkûm heykelleriyle bilinirliğini daha da artırmıştır. Tamamlaması 14 yıl süren Forum Traiani, eşsiz güzelliğini Şamlı mimar Apollodorus’a borçludur (Waelkens, 1985: 648). Çakırsaz’daki mermer ocağının kapasitesi zayıf kalacağı için, Roma’ya gönderilen mermerler Dokimeion çevresindeki ocaklardan Synnada’ki merkezin kontrolünde gönderilmiştir (Waelkens, 1985: 651; Magie, 2002: 34).

Alabaster,62 Latince’den İngilizce’ye aynen geçmiş, Türkçe’de de “Su mermeri” olarak kullanılmaktadır. Antik dönemde parfüm ve merhem taşımakta kullanılan bir tür kaba da bu ad verilmiştir. En erken kullanımı M. Ö. 5. yüzyılda Herodotos’un kitabında geçer (Herodotos, III, 20). Kambyses, Etiyopyalıların kralına gönderilecek hediyeler arasında mermer bir kavanoz (alabaster) içinde bulunan parfümden bahseder. Plinius, ürünlerin bozulmasını önleyen bir özelliği olan alabaster taşının Mısır’da , Suriye’de Şam, K. Asya’da Kappadokia bölgelerinde bulunduğundan bahseder (Plinius, XXXVI, 36.12).

62 A compact fine-textured usually white and translucent gypsum often carved into vases and ornaments (http://www.merriam-webster.com/dictionary/alabaster) 90 Alabaster taşının Gordion’daki varlığını ortaya çıkaran Korte kardeşlerdir. R. S. Young’un çalışmaları da bulunan alabaster ürünlerin sayısını artırmıştır. Tamamlanmamış alabaster sayılarının fazlalığı Gordion’daki alabaster atelyölerin varlığını doğrular (Zouck, 1975: 39). Gordion’da alabaster üretiminde kullanılan tezgâhların çoğu ahşaptır. Testere, keski, pergel ve delgi kullanılan araçlardan bir kaçıdır (Zouck, 1975: 59-66).

Gordion’da önemli derecede alabaster bulunmuştur. Ham materyalin elde edildiği en önemli yer Kız Kalesi’dir. Buluntulara göre M. Ö. 4. yüzyılın sonu ile 3. yüzyılın başlarında daha fazla gelişme göstermiştir. Alabasterler iki tür metotla işlenmiştir (Zouck, 1975: 91):

Tornada işlenen alabaster yüksek derecede teknik yeterliliği gösterirken, elde işlenenler de kullanılan araç ve gereçlerin niteliği hakkında bilgi vermektedir. Tamamlanmış alabesterler, bu sürecin ilk aşamasından son aşaması olan parlatmaya kadar giden süreçlerin hepsinin gerçekleştiğini göstermektedir (Zouck, 1975: 92):

4. 2. 2. Phryg Dokumacılığı

Anadolu’da kilimin çıkış noktasının Phrygia olduğu R. S. Young’un çalışmalarıyla tesbit edilmiştir. Phrygler yerel endüstriler aracılığıyla etkileyici ürünler ortaya koymuşlardır. M.Ö. 8. yüzyılda R. S. Young’un kazılarında ortaya tekstil ürünlerindeki ustalık ve etkileyicilik Phryg tekstilinin dışa yayıldığının en büyük kanıtıdır. Bu geleneğin Roma döneminde de sürmesi Phrygler nakışın mucidi olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur. Bu oluşumda da ilk dönemdeki başarıları göz ardı edilemez (Young vd., 1980:133).

Phrygia, ormanlar, meralar, hayvan sürüleri ve toprak ürünleri bakımından zengindir. Hayvancılığa bağlı olarak gelişen dokumacılık Phrygler için önemli bir iş koludur (Sivas, 2007: 12). Gordion’da ele geçen binlerce dokuma tezgâhı ağırlığı ve ağırşaklar, Tümülüslerde bulunan keten ve yünden dokuma kalıntıları Phrygia’da dokumacılık sektörünün gelişmişliğine tanıklık eder (Sivas, 2007: 12; Mitchell, 1860: 49).

91 Gordion’da pek çok kumaş izine rastlanmıştır. Kumaş işçiliği, gerek metal işçiliğinden, gerekse ahşap işçiliğinden oldukça farklıdır. Ahşap ve metalde karşımıza sabit ürünler çıkabilirken, tekstilde ise kullanılan materyale göre farklılık arz edebilir. Örneğin, kumaş yün ise, nemi emebildiği gibi, ilerleyen haftalarda kabaradabilir. Phrygler oldukça yoğun çaba ve ustalık gerektiren tekstil üretiminde oldukça başarılı olmuşlardır. Kullandıkları ipe göre dokuma yoluna gitmişlerdir. Bilindiği üzere bitki liflerinden elde edilen ipler, hayvan yünlerinden elde edilen ipliklerden daha önce dokunmaya başlamıştır (Bellinger, 1962: 6; Res. 6 ).

Gordion’da bulunan kumaşlar, Erken Dönem Hristiyanlık döneminde bulunan kumaşlara göre daha iyidir. Gordion’da eğirme çubuğunda örülmüş kendirden elde edilmiş ürünlere de rastlanmıştır. Pamuk izine ise rastlanmamıştır. Birkaç renkte yün parça, birçok çeşit dokunmuş keçi yünü, biraz keten, az da olsa kendir bulunmuştur. Sade tafta (tabby) kumaşlar daha yaygındır. İşlenen desenler de oldukça çeşitlidir (Bellinger, 1962: 15).

Yün eğirme, hem kalite hem de yünün boyutu açısından olağanüstüdür.

Keçi yünü genelde sebze liflerine göre daha iyi eğrilmektedir. Her bir cm² ye düşen yün yoğunluğu oldukça fazladır. Gordion’da bulunan tekstil ürünleri arasında masa örtüleri, battaniyeler yoğunluktadır. Keçi yününden elde edilen ürünler sağlamlığı ile dikkat çeker. Gordion’daki tiftik yününe koyun yününden daha fazla rastlanır. “S”tipi dokumalar Phryglere özgü iken, “Z” tipi dokumalar doğudan gelmedir. Phrygler, basit araç ve gereçlerle başarılı ürünler ortaya koymakta oldukça başarılı olmuşlardır (Bellinger, 1962: 15-16).

Kilden yapılmış ağırşaklar, dokuma tezgâhı ağırlıkları, fildişi, ahşap ve kemikten yapılmış araçlar, demir ve tunçtan yapılmış iğneler ve düğümlenen ipleri kesmede kullanılan bıçaklar ele geçen malzemele türlerindendir (Res. 7, Res. 8). M. Voigt’in başkanlığında yürütülen kazıda bulunan dokuma tarağı eşsiz bir örnektir (Res. 9). Ahşaptan yapılmış bu tarak, yanmış şekilde dokuma parçalarının yanında bulunmuştur. Tarağın düz bir başı ve hafifçe kıvrılan sıralı dişleri vardır. Eğrilen ipleri doğrultan ve dokuma esnasında ipleri aşağı çeken bilinen ilk dokuma tarağı olması kuvvetle muhtemeldir(Burke, 2005: 78; Voight, 2007: 72).

92 M.Ö. 9.yüzyılın son yıllarına tarihlenen Erken Phryg Dönemi yıkılış sürecine ait 1000’in üzerinde ağırşağa rastlanır. Elde edilenler çok sade olup, çift konikli ve asimetriktir. Hiç birisinde dekoratif amaçlı süslemeye rastlanmamıştır. (Burke, 2005: 73). Stil ve dekorasyon olarak çok az farklılık gösteren ağırşaklar, bireysel ürünlerden ziyade tek merkezden yönetilen bir endüstri merkezine ait olma ihtimali yüksektir. Ortalama ağırlığı 24 g. olan ağırşaklar 10 ile 100 g. arasında farklılık gösterir. Ağır ağırşaklar iki veya daha fazla ipi eğirmede kullanılırken, hafif olanlar muhtemelen daha ince dokumalarda kullanılırdı. Metal iğne ve bir kap içinde bulunan ağırşakların bir endüstriden ziyade, bir kişiye ait olma ihtimali yüksektir (Burke, 2005: 74).

Ağırlıkları 400 ile 700 g. arasında değişen dokuma tezgâhı ağırlıklarından tam kayıt altına alınamıyanlar hariç, toplam 2743 adet tespit edilmiştir (Burke, 2005: 76-77). Dokuma sektörüyle alakalı bulunan ürünlerin yanında yüzlerce kişiye yemek sağladığı tahmin edilen araç gereçlerin bulunması dokumacılığın bir sektörel olgu olduğunun bir diğer göstergesidir. Her ne kadar Ege bölgesinde saraylarda bulunan dokümanlara Phrygia’da rastlamasak bile, tekstil ürünlerinin Ege’de olduğu gibi ticarette takas olarak kullanılma ve prestijli ürün grubunda olma ihtimali vardır (Burke, 2005: 80).

Tekstil ile ilgili araç ve gereçlerin yoğunluğu, elit bir sektör tarafından yönetilen, güçlü, devamlılığı olan geniş bir endüstrinin varlığına işaret eder. Gordios ve oğlu Midas gibi elitler için tekstil de diğer endüstriler gibi Phryg elitleri için vazgeçilmez bir araç olmuşlardır(Burke, 2005: 81).

Porsuk Bölgesindeki İvriz ve Bor rölyefleri incelendiği zaman Phryg izlerine rastlanır. İvriz rölyefinde solda yer alan Kral Warpalawas’ın elbise ve pelerininin Phryg izleri taşıdığı söylenir. Bir Tabal Kralı’nın bir Phryg elbisesi giymesi ise, Midas’ın yerel yöneticilere vermiş olduğu hediyelere dayandırılır (Crespin, 1997: 67; Barnett, 1975: 431).

Phryg dokumacılığında elbiseleri boyamada kullanılan, gözenekli bir yapıya sahip süngerimsi bir Phryg taşı vardır. Adını çıkarıldığı yerden alır. Sünger taşına benzer geçirgen bir yapısı vardır. İlk önce şaraba batırılır ve taş kırmızı renge

93 bürününceye kadar yakılır. Daha sonra tekrar tatlı şarap suyuna batırılır. Bu işlem üç kez tekrar edilir (Plinius, VI: 32; Moore, 1834: 126). Phryg taşı, içindeki yakıcı şaplı tuzdan dolayı renkleri düzenlediği için boyacılar tarafından kullanılır.

Angora keçisinden elde edilen ve ilk yün türlerinden olan “Moher”63 Arapça “Seçilmiş en iyi yün, ipeksi keçi yünü ve parlak keçi yünü” gibi anlamlara gelmektedir. Angora keçisi (Capra hircus aegagrus), Asya’da bilinen bir tür olan Keşmir keçisinin soyundan gelmektedir. Keşmir keçisinin aksine tüyleri yıl boyunca büyür. Tam çıkış noktası bilinmemekle birlikte Ankyra’ya Tibet civarından gelme ihtimali vardır. Angora ismini de Küçük Asya’da bir Phryg kenti olan Ankyra’dan almıştır. Orta Çağda Ankara’da ortaya çıkan bu keçi türünün geçmişi M. Ö. 14. 13. ve hatta 12. yüzyıla kadar götürülür (Franck, 2000: 73).

Gordion’da 1901 yılından itibaren Körte kardeşler, 1950 yılından itibaren ise Pennsylvania Üniversitesi tarafından yapılan kazı çalışmalarında Phryglerin birçok sanatın yanında, yün keçe yapımı ve keten, kendir ve moher ve muhtemelen kilim dokumacılığında usta olduklarını görüyoruz. Türk kiliminin atası olan Phryg halıları (Latince:Tapetes) hâlâ ününü korumakta ve Fransızca da “Tapis” olarak kullanılmaktadır (Bloch and Warturg, 1950: 595).

Phrygia’da dokuna duvar halıları geometrik kombinazasyonlardan oluşurken, Asur ve Mısır halıları bitki ve hayvan motiflerinden oluşuyordu (Perrot ve Chipiez, 1892: 189). Dokumacılıkta kullanılan desen ve teknikler Erken Dönem Yunan sanatını etkilemiştir. Altın ipliklerle yapılan nakış işlemeciliği bir Phryg buluşu olarak bilinmektedir. Nakış işleyen kişi anlamına gelen Latince kelime “Phrygio” bu olasılığı güçlendirmektedir. Karkamış’ta krala ait olduğu sanılan altın boncuklarla süslenmiş bir dokuma parçası ele geçmiştir. Bu tür benzeri zanaatlarla uğraşan kişilerin sarayın etrafında kümeleşmiş olup ve bir birliktelik oluşturdukları düşünülmektedir (Barnett, 1975: 431-432; Perrot ve Chipiez, 1892: 212).

Doğu kültüründe iki dokuma tekniği ön plana çıkar: Birincisi “Türk Dokuma Tekniği” ya da “Ghiordes Düğümü”, ikincisi ise “Pers Dokuma Tekniği” ya da “Sena Düğümü” olarak bilinen tekniktir (May, 1952: 40). Genelde yün fakat antik

63 İnglizce “mohair” olarak tanımlanmaktadır. 94 çağda pamuk ve ipekten de dokunan ve “Ghiordes Knot (Gordion Düğümü) olarak bilinen “çift düğümlü” halı dokuma sanatı, Türkçe’de “Gördes Düğümü” ve “Türk Düğümü” olarak karşımıza çıkmıştır (May, 1952: 23; Lewis, 2009: 233). Manisa’nın Gördes ilçesinden esinlenerek alınan bu isim batılılarca Gordion efsanesinden esinlenilerek “Gordion” olarak değiştirilmiştir.

4. 2. 3. Phrygia Cam Endüstrisi

Gordion’da bulunan cam kâseler, Doğu ve Batı arasında M. Ö. I. yüzyılda ticari, teknolojik ve kültürel değişimin önemli bir yönüne ışık tutarlar. Bu cam kâselerden bazıları Phryg döneminin M. Ö. 8. yüzyılına kadar uzanır. Aralarında Roma dönemine kadar uzananlar vardır. Bu dönemde cam kâseler kalıp ve iç kalıp tekniği ile yapılmıştır (Jones, 2005: 101; Ring vd., 1995: 288; Bellinger, 1962: 5).

Gordion’da bulunan iç kalıp tekniği ile yapılan lacivert üzeri sarı çiçeklerle süslenmiş ilk cam kâse, geniş yapısı ile Mezopotamya özelliği taşırken, kulpları ve kenarları ise daha sonra Akdeniz’de ortaya çıkacak olan türün özelliklerini taşır ve bundan dolayı bir geçiş dönemi örneğidir (Jones, 2005: 101).

Erken Dönem cam üretiminin canlılığına dair Gordion’da yaklaşık 100’e yakın iç kalıp tekniği ile yapılmış (core-formed)64 şişe örneğini gözlemleriz (Res. 10). Bu cam ürünler M.Ö. 6. yüzyıl ile 5. yüzyıl arasında Doğu Akdeniz’de atelyölerde üretilen ilk cam kâseler grubuna girer. Bu ürünler amphoriskos, alabastron, aryballos ve oinochoe adlı Yunan modellerin birer taklidi durumundadır (Jones, 2005: 104).

64 İlk cam yapım tekniklerinden olan iç kalıp tekniği M. Ö. 1500’lü yıllarda K. Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. (Jones, 2005: 101). Buna göre kömür, gübre, kum veya kuvars tozlarından yapılan ve metal bir çubuğun ucunda bulunan çekirdek kalıp yaklaşık 800ºC ısıtılırdı. Esas metodlar şunlardır: I- Çekirdek toz halinde bulunan camın üzerinde yuvarlanır veya muhtemelen de çekirdeğin üzerine cam tozu serpiştirilir. Eğer çekirdek yeterince ısınmamışsa küçüm cam tanecikleri eriyip yüzeye sıvanırlar. Tekrar ısıtma ve yuvarlama ile çekirdeğin şeklini alır. II- Isıtılan çekirdek pota içindeki sıcak cama daldırılır. III- İkinci bir çubuk ile etrafına cam lifleri dolanır. Sık olarak yapılan bu işlemle değişik renkli cam ipliklerin bunun üzerine sarılır. Bu safhada tahta bir tarak veya demirden sivri uçlu bir çubukla zig zaglar yapılırdı. Bunlar mermer bir plaka üzerine yuvarlanarak yüzeye sokulurlar. Daha sonra ağız düzleştirilir ve kulplar takılır. Soğuduktan sonra içteki kalıp malzemesi çıkarılır.(http://www.scribd.com/doc/32395090/)

95 Gordion’da bir zamanlar Yunanlılar ve Anadolu’daki Persler arasında zeytinyağı taşımacılığında kullanılan Attik lekythoslarına65 benzerler (Jones, 2005: 104). Gordion’da ve Perslerin hüküm sürdüğü diğer yerlerde bulunan Attik seramik atelyöleri M. Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda Perslerin yiyecek ve içecek ihtiyacı gidermede taşıma aracı olarak kullanılmışlardır. İç kalıp tekniği ile yapılmış kâseler ve Attik lekythoslarının Gordion’da çokca bulunması Parfüme düşkün olan ve o dönemde K.Asya’da ikamet eden Perslerden dolayıdır. O dönemde Batı ile kıyasladığımız zaman, kullanılan araçların çokluğundan çıkarmış olduğumuz sonuca göre, Doğu’da daha fazla parfüm tüketilmekteydi. Parfüm ve kâseler o dönemde parfüm üretimi ile ön plana çıkan Rhodos’tan gelmiştir(Jones, 2005: 104).

Kalıba dökülerek üretilen cam kâse ürünlerin başlangıcı iç kalıp tekniğinden yaklaşık 4-5 yüzyıl sonrasına gider. İlk kalıba dökülmüş cam ürünler M.Ö. 8. yüzyılın sonları ve 7. yüzyıla tarihlenir ve K. Mezopotamya’da Nimrud, Khorsabad ve Kuyuncuk’ta çoğunluğu içecek kabı olarak karşımıza çıkar (Jones, 2005: 104).

Gordion’da en erken ve en göze çarpan cam ürün Tümülüs P’de bulunan neredeyse tamamı renksiz mesomphalic phialedir.66Tunç bir kâsenin içinde parçalar halinde bulunmuştur, M. Ö.7. ve 8. yüzyıl tarihlerinde özellikle Kuzey Mezopotamya Nimrud bölgesinde kalıba dökülerek elde edilen bu kâseler yoğun olarak bu bölgelerde görüldüğü için bu bölgeye atfedilir (Res.11).

Bu kâselerin çoğunluğu yarım küresel gövdeye sahiptir (Jones, 2005: 106; Muscarella, 1971: 60). Mezopotamya’da üretilen cam ürünler ile tam bir paralellik kurulamaması yerel bir ürün olma ihtimalini güçlendirmektedir. Gordion’da bu dönemde güçlü bir metal işçiliği geleneği vardır. Çok yetenekli yerel zanaatkârlar, içecekle alakalı diğer cam ürünlerin yanı sıra, tunçtan yapılmış taç yapraklı ve fitilli süslemelerle seçkin mesomphalos kâseler üretmişlerdir (Jones, 2005: 106; Atasoy ve Buluç, 1982: 158; Res. 12). Bu örnek, sahip olduğu özellikleriyle Phrygia’da cam üretimi varlığını desteklemektedir.

65 Parfüm şisesini andıran, dar boyunlu, tek kulplu ve alçak kaideli bir kaptır. Parfüm ve yağ şisesi olarak kullanılır. 66 İnce ve renksiz camdan yapılmış, çanak formu gösteren , kaidesiz ve kulpsuz libasyon - kült kabıdır. 96 M. Ö. 6. yüzyılın ortasından M. Ö. 333’e kadar Gordion’un Perslerin egemenliği altında kalması sonucu 15’e yakın M. Ö. 4. ve 3. yüzyıla tarihlenen sözde Achaemenid İmparatorluğu stili cam kâseye rastlanmıştır (Jones, 2005: 108). M. Ö. 6. yüzyıldan itibaren Perslerin K. Asya’da egemenlikleri sırasında K. Asya’nın yerel atölyeleri, gerek maden ve seramik ve gerekse camdan yapılan ürünleri görüp, kendi yerel üsluplarını da ekleyip, kendileri de yönetici sınıfları için bu ürünlerden üretmişlerdir (Jones, 2005: 106)

Gordion’da bulunan cam ürünler iki grupta sınıflandırılır: Birinci grup, ince bir ustalıkla ortaya koyulmuş olan oldukça kaliteli olan dokuz parçadır. Bu grupta gövde çok hafif yeşil bir ton olmasına rağmen renksiz olup, kötü havaya karşı güçlü bir mukavemet gücü vardır. Bazıları taç yaprağı ve bademle süslemişlerdir (Jones, 2005: 109-110). Yüksek kalitedeki bu cam ürünler uzunca bir süre Pers atölyelerinde üretildiği düşünülmüş, fakat ilerleyen yıllarda K. Asya ve D. Akdeniz’deki Perslerin hâkimiyetleri döneminde yerel satraplıklarda da üretilmiş olabileceği ihtimaller arasına alınmıştır. Triantafyllides, bu ürünlerin maden işleme geleneği olan Ephesus ve Gordion gibi yerlerde üretilebileceğini söylemiştir. Yüksek kalitede üretilmiş cam ürünlerin Gordion’da bolca bulunması bu olasılığı güçlendirmektedir (Jones, 2005: 112).

M. Ö. 4. yüzyıla ait ikinci grup cam ürünler, Rhodos’ta atölyelerde üretilen Achaemenid stili ve gövde yapısına benzemektedir. Birincisine oranla kalitesi düşük olduğu için kötü hava şartlarına mukavemet gücü zayıftır (Jones, 2005: 109-112). Gordion, renksiz cam kâselerin hem üreticisi hem de ithalatçısı olmuştur (Jones, 2005: 109-113) Gordion’u etkileyen Batı üretimi fakat Doğu motifi taşıyan cam ürünler, M. Ö. 3. yüzyılda Makedonya’dan K. Asya’ya gelen Galatialılar tarafından Gordion’a taşınmıştır(Jones, 2005: 109-114)

4. 3. Phrygia’nın Ulaşım Gücü

İnsanoğlu, topografyanın önüne çıkardığı engelleri aşmak için yıllarca mücadele etmiştir. Inka Medeniyeti, birliğini yol inşa ederek sağlamıştır. Persler iki bin yıl sonra Berlin-Bağdat demiryolu olarak karşımıza çıkacak yolu “Sardes –Susa” şehirleri arasında inşa etmişlerdir. Spykman’a göre büyük devletlerin yıkılmasına

97 neden olan faktörlerin birisi de, var olan ulaşım sistemini yenileyememiş olmasıdır. Ulaşım sistem ağı zayıf olan ve yenileyemeyen devletler yerinde saymışlardır (Spykman, 1938: 37).

Anadolu’nun onlarca farklı medeniyete beşiklik etmesinin temel nedenlerinden birisi, coğrafi ve iklimsel birliktelikten öte, sahip olduğu kaynaklar ve içinden geçen yollardır. İçinden geçen ırmaklar verimli vadiler yaratmışlardır. Sıra dışı iklimiyle öne çıkan, batı sahillerinin verimli arazileriyle birlikte, ilk çağlardan itibaren tarımsal zenginliğin ve medeniyetin merkez noktalarından birisi olmuştur. Babil ve Pers İmparatorlukları gibi Doğu medeniyetleri ile yönünü Batı’ya dönmüş olan Ege Adaları arasında doğal bir köprü vazifesi görmüştür. Anadolu, ister kuzeyden ister güneyden Avrupa’ya açılan kapı olan İstanbul’a bir kara köprüsü olarak hizmet etmiştir (Charlesworth, 1924: 76). Yer altı ve yer üstü kaynakların yanısıra, önemli geçiş yolları üzerinde yer alması ticari olarak hareketli bir mekan ortaya çıkarmıştır (Koçak ve Şahin, 2001: 359).

Anadolu, batıdan Suriye, Mezopotamya ve İran’a uzanan büyük yollara beşiklik eder (Harita 12). Güney yolu, batıda birkaç platoya uğradıktan sonra Eğridir ve Beyşehir gibi iki büyük gölün üzerinden Konya’ya ulaşır. Daha sonra ise Toros Dağları üzerinden Kilikia Kapılarını aşarak Adana ovalarına doğru uzanır. Buradan Suriye ve Mısır’a doğru güneye, ordan da doğuya doğru Mezopotamya ve İran’a doğru yönelir. Bu yol, Helenistik ve Roma Dönemlerinde, Ephesus ya da batı sahilindeki diğer limanlar aracılığıyla Küçük Asya’nın ticari ve iletişim ağının batıya doğru aktığı bir yoldur (Winfield, 1977: 151).

Batı’dan başlayan ikinci bir yol ise Tuz Gülü’nden dolayı Konya’ya kadar güney yolunu takip eder. Ephesus ya da İzmir’den yola çıkan kişi Konya’dan sonra kuzeye doğru yönelir. Roma ve Bizans döneminde sınır noktası olan Malatya’ya ulaşır. Buradan da Elazığ ve Muş üzerinden Van Gölü ve İran’a geçilir. Üçüncü yol ise diyagonal olarak kuzeybatıdan güneydoğuya doğru yönelir ve farklı rotalara sahiptir. Dört imparatorluğa başkentlik yapmış olan Nikomedia, Diocletion döneminde kazandığı konumunu ilerleyen yıllarda da yitirmemiş ve güneye inen yolun çıkış noktası olmuştur. Bu özelliği Roma yolları konusunda Antoninus Yol rehberinde de bahsedilmiştir. Bu yol rehberinde çıkış noktaları olarak Nikomedia’ya 98 ilaveten Konstantinople, Nikaea ve Osmanlı Dönemi’nde Bursa’yı görürüz. Avrupa’dan Kudüs’e Kutsal Yolculuk için giden yolcuların en ucuz ve en kısa yolu burası olmuştur (Winfield, 1977: 152).

Bizans Dönemi’nde de önemini koruyan yolun bakım ve onarımı için bir memur tayin edilmiştir. Yolun bir rotası Nikaea’nın güneyinden Dorylaeum, Amorium’u aşarak Ikonium üzerinden Kilikia Kapıları’na ulaşır. Diğer bir nokta ise kuzey rotası olarak adlandırılır ve Bolu platosunu aşarak doğuya Ankara’ya doğru yönelir. Buradan Tyana üzerinden Kilikia Kapıları’na ulaşır. Kuzey rotası, Bosporos üzerinden Avrupa’dan gelen ve yönü merkez Asya’ya dönük olan yolcular için daha uygundur. D. Winfield, bu yolun sahip olduğu tarihi değerler açısından W. Ramsay tarafından da yeteri kadar araştırılmadığını söyler. Hititlerin başkenti Boğazköy ve Erzincan’daki Altın Tepe’yi kuzey yolu güzergâhı üzerindeki önemli medeniyetler olarak dile getirir (Winfield, 1977: 152).

Arazinin yapısı, yolun yapısını ve rotasını belirler. Aniden ortaya çıkan dağlar, Anadolu’nun kuzey ve güney sahiline olan geçişleri engellemektedir. Dağlar içe doğru uzandıkça yollar platolara doğru kayar ve kendini İç Anadolu’nun kuzey ve güney bölgelerine yönlendirir. Anadolu’ya giriş Afyon’daki Dorylaeum ve Apamea’ya kadar uzanır. Doğuya doğru uzanan yollar ise, ya Ikonium ya da Ankyra’nın içinden ya da yanından geçer. Yollar, imparatorlukların gelişimini, alanını ve ömrünü belirler. Bu düstur, Hitit İmparatorluğu’nun savaşlarında ve antlaşmalarında da göze çarpar. Güvenlik ve ticari amaçlı olarak Hatti kralları Anadolu’nun geçitlerini ele geçirmişlerdir. İki yüzyılı aşkın K. Asya’da egemenlik kuran fakat çok az bir kısmında idari merkezler oluşturan Persler, hızlı ulaşım imkânı sağlayan yollara, özerk yönetimlere güvenerek bir idari mekanizma işlettiler. Ayrıca değerli bulmadıkları yerlerle meşgul olmayıp, fazladan kendilerine meşgale aramadılar (Syme, 1995: 3).

Phrygia bölgesi ise Anadolu coğrafyası içerisinde stratejik bir konuma sahiptir. Doğu-Batı ticaret yollarının merkezinde olması, Phrygia’nın diğer ülkeler ile çıkar çatışmasına neden olmuştur (Ring vd., 1995: 288). Antik ve modern dünyanın batıdan, kuzeyden ve güneyden gelen yolları bu bölgede kesişir (Syme, 1995: 17).

99 Doğu kültürü, M. Ö. 8. yüzyılın sonu ve 7.yüzyılın başlarında Anadolu platoları aracılığıyla Yunanistan’a taşınmıştır. Bu taşınma iki gerçeği ortaya koyar. Birincisi, Yunanlılar ile Phrygler arasında yakın bir ilişki meydana gelmiştir. İkincisi, bu güzergâh sadece batı yönünde değil, Anadolu’nun doğusu ve İran’ın kuzey-batı bölgelerindeki merkezlerle de yoğun iletişim halinde olmuştur (Birmingham, 1961: 185-186).

M. Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısının başlarında Ionialılar ve Phrygler arasındaki ilişki, Sisam Adası, Heraeum, Khios (Sakız) Adası, Emporia, Ephesus, Smryna ve Mytilene (Midilli) Adası’ndan elde edilen buluntulardaki Anadolu izleri ve metal kâse, kazan, fibula ve kemer tokaların sayısının çokluğuyla daha net ortaya konulabilir (Birmingham, 1961: 186).

O. Casabonne, Anadolu’da denizden uzak, kara yolu üzerinden yapılan ticaretin ihmal edildiğini öne sürer. Bahsettiği bu yol, Kommagene’nin güneyindeki Sam’al ülkesinden, Kilikia’dan ve Kappadokia’nın güneyindeki Tyana’dan geçer ve Phrygia vasıtasıyla doğulu Ion Yunanlıların dünyasına ulaşır. Demir Çağı’nda kullanılan bu yolun, Tunç Çağı’nda Hatti ülkesini Rhodos ve Miletos bölgelerinde yaşayan Akhalarlar birleştiren yol olma ihtimali vardır. Casabonne, Anadolu’da kullanılan Phryg vb. dillerin varlıklarını, bu karayolunun ve kollarının bir teyidi olarak görür (Casabonne, 2010: 21).

Doğu ticareti ve fikirlerinin İonyalı Yunanlılara geçisi, D. G. Hogarth’ın belirttiği üzere Anadolu platosu ve nehir vadisi güzergâhları üzerinden olmuştur. Bu önergeyi destekleyecek kanıtların az olmasına rağmen, Karo, Barnett ve diğer birkaç bilim insanı bu öngörüyü desteklemiştir. Diğer taraftan Sidney Smith, Humphrey Payne, Bayan Maxwell-Hyslop ise K. Suriye’den başlayıp Kıbrıs, Rhodos ve Girit aracılığıyla Yunanistan’a ulaşan deniz yolunun M.Ö. 8. yüzyılın başında daha fazla kullanıldığını iddia ederler. Kıbrıs, Fenike üretimi olan çanak çömlek, terracottalar, tunçdan yapılmış süs eşyalar, Suriye sahili, Kıbrıs, Rhodos, Sisam Adası, Milet, Sakız Adası ve Delos Adası’nı izleyerek Batı’ya ulaşmıştır. Bu güzergâh aynı zamanda İran ve Urartu eserlerinin de batıya taşındığı rota olarak ta tanımlanır. Diğer taraftan sehpa, kalkan ve kazan gibi ürünlerden oluşan İran ve Urartu ürünlerinin

100 deniz yolundan ziyade, Orta Anadolu üzerinden kara yolu ile İonya şehirlerine ulaştığına dair artan kanıtlar vardır (Birmingham, 1961: 185).

Magie, doğanın, ulaşım yollarını Batı Anadolu’da olduğundan daha kesin olarak kabul ettirmediğini dile getirir. Ege ve Doğu arasındaki ulaşım yolları Hermos ve Maiandros ve bu nehirlerin kaynaklarını barındıran dağları aşıp Fırat’a ve ötesine uzanmışlardır (Magie, 2002: 13).

Kserkses’in ordusu Kappadokia’da toplandıktan sonra Kızılırmak’ı geçip Phrygia’ya girmiştir (Herodotos, VII, 26). Kserkses, Kilikia kapılarından Phrygia Paroreios’a doğru ilerlerken güney yolunu seçmiş ve Kelainai’ye varmıştır. Kilikia kapıları ile Kelainai arasında kayda değer başka yol yoktur. Afyon’dan Sardes’e uzanan yol zor ve bir ordunun geçeceği genişlikte olmadığı için yolunun uzayacağını bilmesine rağmen Kelainai’ye doğru yönelmiştir (Syme, 1995: 20). Phrygia’dan Lydia’ya geçerken ise Sardes yolunu tercih etti ve yol üzerinde ılgın ağaç çiçeklerinden bal çıkartılan ve buğdayı ile ünlü Kallatebos kentine vardı (Herodotos, VII, 31).

Anadolu Perslerin egemenliği altındayken Ikonium, Paroreios ve Kelainai arasındaki yol askeri güzergâh olarak başı çekmiştir. Bu ana yol Kserkses’ten sekiz yıl sonra abisiyle çatışmaya giden Kyrus tarafından da kullanılmıştır. Paralı askerlerin çoğu Sardes’te konaklamış, diğerleri ise Kyros Kelainai’ye geldikten sonra orduya katılmışlardır. Kelainai’den uzanan ana yol yerine, kuzey batıya Peltae’ye67 ve daha sonra Keramon Agora’ya doğru yönelmiştir. Ordu, bu civarlarda Dindymos (Murat) Dağı’nın güneyinde Kral Yolu ile karşılaşmıştır. Phrygia Paroreios, Anadolu’nun yollarının merkezinde olması nedeniyle birçok savaşa sahne olmuştur (Syme, 1995: 23).

Yine stratejik bir noktada olan bir Phryg kenti Amorium’u68 Arap tarihçi Tabari şu şekilde tarif eder: Hristiyanlığın gözü ve tesis edildiği yerdir. Yunanlılar İstanbul’dan daha çok Amorium’a değer vermişlerdir. İstanbul’dan Suriye’ye giden

67 Güney Phrygia’da yeri henüz saptanamayan Genç Kyrus’un ordusunun geçtiği bir ilk çağ kenti (Umar, 1993: 652) 68 Amorium antik kenti geniş bir plato üzerinde kurulmuştur. Ankara’nın 170 km güneybatısında, Sakarya Nehri’nin çıkış noktası yakınında doğu Phrygia’dadır. Emirdağ’a 12 km uzaklıktadır (Harrision, 2001: 67). 101 ana yol üzerinde olması ve Ankyra ve Ikonium’a bu kentten ulaşılması bu kenti değerli kılar (Harrison, 2001: 66).

Merkez Phrygia’daki Kaystros (K. Menderes) Ova’sı, doğudan gelen kuzey ve güney orta Anadolu yolları, Akmonia, ya da Eukarpia ve Sardes’i geçerek batı sahilindeki Menderes vadisine inen yol ve Dorylaeum üzerinden İstanbul’a giden yolların kesiştiği noktada olup ve bu konumundan dolayı da tarihte birçok olaya şahitlik etmiştir. M. Ö. 401’de Genç Kyrus ve Ksenophon batıdan doğuya doğru bu bölgeden hareket etmişlerdir. Savaşı Kaystros’un doğusunda M. Ö. 301’de meydana gelmiştir. Gnaeus Manlius Vulso’nun ordusu M. Ö. 191’de kuzeye doğru ilerlemiştir. Cicero, M. Ö. 51’de Synnada’dan Philomelium’a giderken buradan geçmiştir (Calder, 1912: 237).

102 4. 3. 1. Gordion ve Stratejik Konumu

Gordion, M. Ö. 8. yüzyılda parlayan Phrygia’nın başkentidir. Gordion, önemli bir konuma sahiptir. Sangarios Nehri’nin Porsuk Nehri ile buluştuğu noktada yer almaktadır. Gordion isminin hafızalarda kalıcı olmasının nedenlerinden birisi de M. Ö. 331’de B. İskender’in burayı ziyaret edip, efsanevi Gordion düğümünü çözmesidir. Literatüre zor bir olayın üstesinden gelmek manasıyla yerleşir. Bu hikâyenin gerçek mi efsane mi olduğu tartışılırken, B. İskender’in askeri seferinde ordusunun büyük bir kısmının Gordion’da kışı geçirdiği gerçektir. B. İskender ordusuna güneyden gelerek katılmıştır. Bu esnada Makedonya’dan Hellespontos ve Bosporos aracılığıyla destek güçleri gelmiştir. Sardes’te bulunan komutan Parmenio’da Gordion’da orduya katılmıştır. Gordion, bu şekilde bir anayol olmuştur. Bu gücünü, orduyu kışın koruyacak ve besleyecek olmasından almıştır (Young, 1963: 348).

B. İskender, Anadolu’nun merkezinde anahtar bir konumda olan Gordion’a stratejik nedenlerden dolayı gelmiştir (Wood, 1997: 49). F.Stark, B. İskender’in Anadolu seferinde kuzeye doğru Phrygia ovalarına doğru uzanan yolun vazgeçilmez, hayati bir yol olduğunu dile getirir (Stark, 1956: 301). Ayrıca Phrygia’ya ulaştıktan sonra Laodikeia, Temisonium (Kara Hüyük- Tefenni) ve Kibyra (Horzum), (Korkuteli) ve Pamphylia’ya uzanan yol üzerinden ilerlemeyi düşünür (Stark, 1958: 110). B. İskender, M. Ö. 333’te Asya seferinde Karia’dan Pamphylia’ya doğru ilerledi ve Pisidia dağları üzerinden Phrygia’daki Kelainai’ye ulaştı (Harita 13 ).

Gordion’a ise takip eden ilkbaharda vardı. Kelainai ve Gordion arasındaki B. İskender’in takip ettiği yol Synnada üzerinden geçip Yukarı Sangarios ovası içinden geçip kuzeye doğru ilerliyordu. Anadolu’nun merkezinde olması ve doğu- batı arasındaki yolları kontrol etmesi açısından Phrygia büyük önem taşıyordu. Bundan dolayı da Kelainai’ye generallerinden belki de en iyisi ve güvenebileceği birisi olan Antigones’i satrab olarak atadı (Haspels, 1971: 147).

B. İskender sonrası dönemde de Phrygia bölgesi önemli olaylara tanık olmaya devam etti. Trakya bölgesinde hâkimiyeti elinde bulunduran Lysimakhos, Hellespontos’u geçerek Anadolu’ya girmiş ve iç bölgelere doğru ilerlemiştir.

103 Synnada ve bazı önemli Phryg kentlerini ele geçirmiştir. Antigones ile çatışırken Dorylaeum’a sığınmış, buradaki nehri kendine siper edinmiştir. Lysimakhos, fırtınalı bir gecede kaçmış, Antigones ise yoğun kış şartlarından dolayı takip etmekten vazgeçmiştir (Haspels, 1971: 147). Lysimakhos ve Antigones birbirleriyle atışırken, Seleukos Kappadoia’ya kadar gelmiştir. Nihayetinde M.Ö. 301’de yapılan Ipsos69 Savaşı’nda Antigones ve oğlu Demetrios yenilmişlerdir. Demetrios’un başarılı süvari birliği ve atlarına rağmen Seleukos’un filleri savaşın kazanılmasında önemli rol oynamıştır (Haspels, 1971: 148; Tarn, 1930: 96).

Lysimakhos ve Seleukos, Antigones’e karşı savaşmak için orduları bir araya getirmek için şu yolları kullanmışlardır: Seleukos, Kappadokia’dan Lykaonia üzerinden batıya doğru Phrygia Paroreios’a varmıştır. Kuzeyden gelen Lysimakhos ise Dorylaeum’a gelmiş ve buradan Phrygia’nın yüksek yerlerinin doğusuna düşen rotaya doğru ilerlemiş ve Phrygia Paroreios’ta Seleukos’la yolların kavşak noktası olarak adlandırabileceğimiz Polybotos (Bolvadin)’un güneyinde buluşmuşlardır. Bundan dolayı da Ipsos Savaşı’nın meydana geldiği yer muhtemelen Çay bölgesindedir (Haspels, 1971: 149).

Haspels, Lysimakhos’un Seleukos gelmeden önce Dorylaeum’un yaklaşık 80 km. uzağında kamp yapmasını ve yönünü doğuya çevirmesini ordunun gelebilecek yolun sadece doğu yönünde olmasına ve Suriye yolunu bağlayan noktanın bu yönde olmasına ve bu yoldan gelecek olan Seleukos’u beklemesine bağlar. Lysimakhos’u kovalayan durumdaki Antigones ise gözcü bir konuma sahip olan Kırk Kız Kale’yi seçer (Haspels, 1971: 151).

Phrygia’nın yerel halkı ülkelerinin stratejik konumda olmasının sıkıntılarını da yaşamışlardır. Ülkelerinde meydana gelen birçok savaşın yükünü çekmek zorunda kalmışlar ve yerleşim yerlerini terk ederek dağlarda kalelerde yaşamaya

69 Ipsos’un yeri tam olarak bilinmemekle birlikte güney Phrygia’da bir yer olduğu kesindir. Ipsos ismi adını verdiği savaşla ilk kez duyulurken, Bizans Dönemi’nde coğrafyacı Hierokles’in “Synekdemos” adlı eserlerinde ve piskoposluk listesi olan “Notitiae Episcopatuum”’da birkaç kez geçer. Savaş kaynaklarına göre bölge bir ova üzerinde kurulmuş olmalıdır ve birçok kişi Phrygia Paroreios’un kuzeybatısında olduğu konusunda görüş bildirmektedir. Phrygia Paroreios’un genişlediği günümüzdeki İshaklı (Sultandağı) ve Çay civarında olduğu düşünülmektedir (Haspels, 1971: 148). Ayrıca Ipsos Savaşı Plutarch’ın Demetrius adlı eserinde bahsedilmektedir (Plutarch, Demetrius, 29). Honigman’a göre ise Ipsos Savaşı Afyon’un kuzeyine, 70 km. uzağındaki Sipsin kasabası civarında olmalıdır. Haspel bu bölgeye gitmiş fakat Helenistik Döneme ait iz bulamamıştır (Haspels, 1971:149) 104 başlamışlardır. Midas Kalesi’nde bulunan ev çömleklerinin çokluğu bu yüzdendir. Lysimakhos’un Dorylaeum’da konaklamasının bir nedeni de burada ordusuna sağlayacağı yiyecek ve içecek miktarının bol olmasıdır (Haspels, 1971: 153).

Sparta Kralı Agesilaos’ta M.Ö. 395’te Gordion’u 6 gün boyunca kuşatmış fakat başarısız olmuştur (Hellenica Oxyrhynchia, XVI. 6). Phrygia satrabı Pharnabazos M. Ö. 408-407’de kışı Gordion’da geçirmiştir (Ksenophon, Hellenica, I.4).

Gordion, M.Ö. 6. yüzyılın ortalarında zaten sıkça uğranılan bir yol üzerinde konuşlanmıştı. Birmingham’a göre bu yol M.Ö. 7. ve 8. yüzyıllarda da kullanılmıştır. Profesör Garstang ise Hititler döneminde Anadolu’nun bu bölümünde askeri yol ağlarının varlığından bahseder. M.Ö. 2. binin başlarında Anadolu ve Mezopotamya Kayseri’deki Kültepe’ye kadar uzanan bir ticaret ağı rotasıyla birbirlerine bağlanıyorlardı. Anadolu’nun maden ve yünü Mezopotamya’nın üretilmiş ürünleri ile takas ediliyordu (Young, 1963:350).

Kil tabletlerden öğrendiğimize göre Asur Ticari Kolonileri şehir dışına kurdukları ticaret merkezleriyle (Karum) ticareti devam ettiriyorlardı. Bazı ürünleri Hititlerin başkenti Hattuşaş’a kadar ulaşmıştır. Boğazköy’den Anadolu’nun batısına doğru askeri yolların varlığı her zaman bahsedilen bir olgu olmuştur. Ege Sahillerindeki Karabel’de Spil Dağı’nda bulunan Hitit kaya anıtları bu yolların varlığını doğrulamaktadır. Bu anıtlar, Kral Tudhaliyas IV’ün Assuwa kentine M. Ö. 13. yüzyılın yarısındaki seferlerin anısına yapılmıştır. Bu dönemlerden itibaren Mezopotamya ile Ege sahilleri arasında bir karayolunun varlığı kuvvetle muhtemeldir (Young, 1963: 350).

Deniz ticareti her ne kadar kolay gözükse bile, korsan ve savaşlar burada da ulaşıma engel olmuştur. Karayolu, en azından başka alternatifi olmayan, karaya bağlı topluluklara bir alternatif sunmuştur. Karaya bağlı yaşayan insanların denizle olan iletişimini sağlayan limana da mutlaka bir karayolu ile ulaşılır. Van Gölü civarında yaşayan Urartuların denize açılan kapısı Suriye sahilindeki El-Mina olmuştur. Burası Asurluların eline geçince, Urartular Karadeniz’e yönelmişlerdir. Gordion ve Phrygia

105 üzerinden Ege sahillerine ulaşmak ise Hermos vadisini ve Meander Nehri’ni aşarak mümkün olmuştur (Young, 1963: 350).

Yüzyıllardır birçok kişi gerek Doğu’ya ve gerekse Batı’ya doğru giderken bu büyük ana yolu (Gordion) kullanmak zorunda kalmışlardır. Gordion bundan dolayı da pek çok düşünce ve ürüne ev sahipliği yapmıştır. Gordion’daki yerleşim M.Ö. 3. bin yıla kadar uzanır. Hitit egemenliğinden sonra M. Ö. 8. yüzyılda Phrygia ile en yüksek noktasına ulaşmıştır(Young, 1963: 350).

Phryg medeniyetinin parladığı dönem ile Yunan medeniyetinin dirildiği dönem birbirleriyle kesişir. Uzun bir karanlık dönemin ardından, Yunanlılar doğunun yerleşmiş kültürünün düşünce ve tekniklerini alarak, klasik Yunan medeniyetinin temellerini atmışlardır. Yunan medeniyetinde Mısır, Asur, Fenike, Hitit ve K. Suriye etkilerini çok rahat görebiliriz. M.Ö. 8. yüzyılda Doğu’dan etkilenen Yunanlıların Doğu’ya açılan ilk kapısı, ya da en yakın komşuları Phrygler olmuştur (Young, 1963:351).

R. S. Young, Phryglerin Yunanlıların dirilişine etkisinin olup olmadığını, varsa bu etkinin karayolu üzerinden mi olduğu sorusunun ancak arkeolojik bulgular sayesinde öğrenilebileceğini ifade eder (Young, 1963: 351). Gordion’da bulunan en erken Yunan eseri bir doğu Yunan (Rhodos) eseridir. Bir mezarlıkta bulunan kuş figürlü kap M. Ö. 7.yüzyılın ortalarına tarihlenir (Res.13). Korint Aryballos ve Alabaster parçalar M. Ö. 7. yüzyılın sonunda da etkileşimin devam ettiğini gösterir (Young, 1963:351). Phrygia’da bulunan objeler, Gordion üzerinden geçen yolun açık ve aktif olduğunu destekler (Young, 1963:356).

Pers Kralı Kyrus tarafından askeri birliklerin konuşlandırıldığı yer de olabilir. R. S. Young, kendi ifadesiyle riskli bir yorumda bulunarak M. Ö. 517- 546 yılları arasında Kyrus’un üstünlüğü ile sona eren savaşın Gordion’da gerçekleşmiş olabileceğini iddia eder (Young, 1953: 166). Gordion’daki tümülüsler bu savaşta öldürülen Lydialı, Phrygialı ya da Persli bir komutanın anısına yaptırılmış olma ihtimali vardır (Young, 1953: 166).

B. İskender’in Dinar’dan Gordion’a giderken hangi yolu kullandığı belli değildir. Alkibiades’in 70 yıl kadar önce Dinar, Synnada (Şuhut), Prymnessos

106 yoluyla kuzeye çıkıp, Kral Yolu’na vardığı varsayılabilir. O yolun ise İşcehisar (Dokimeion) ve Bayat (Klaneos)’a uğradığı ve Amorion ve Pessinous kentlerinden geçtiği düşünülür (Umar, 1999: 427).

Romalılar, Anadolu’ya gelmeden önce yoğun olarak Yunanistan ve Ege Adaları’nda kümelenmişlerdi. Merkez noktaları antik çağın en önemli limanlarından biri olan Delos idi. Daha sonraları gelişen ticaret yeni pazarlar bulmak için Anadolu’nun kuzey ve güneyine doğru yöneldiler (Charlesworth, 1924: 77). Bundan dolayı da bazı tarihçiler Roma’nın siyasi politikasını etkileyen ekonomik faktörlerin altını çizerler. M. Ö. I. yüzyılda ticaretin artması neticesinde yeni sorunlar ortaya çıkarken Ege Adaları’ndaki korsanlık hadiseleri bastırılmıştır. Anadolu’ya nüfuz edebilmek için kuzey ve güneye giden yollar ön plana çıktı. Kuzeyde, Kızılırmak ve Sakarya gibi iki büyük nehir ve bunların vadiler arasındaki oluşturduğu verimli araziler ticari olarak nasıl nüfuz edilebileceğini göstermiştir. Batıdan Ege’ye doğru uzanan Hermos, Kaikus ve Kayster gibi nehirler aracılığıyla insanoğlu Phrygia ve Galatia’dan sahile kadar uzanabilmiştir. Roma Dönemi’nde Anadolu sadece tarımsal zenginliğe sahip olmakla kalmayıp, hayvancılık, madencilik ve orman ürünlerinde önemli bir yere sahip olmuştur (Charlesworth, 1924: 78).

Bu ekonomik akışta elbette yolların önemi büyüktü. Melitene’den geçip, Mazaka’ya uzanan ve Kızılırmak’a doğru yönelerek ’ya ulaşan kuzey yolu daha fazla tercih edilen yol olmuştur (Calder, 1925: 78). Yol buradan Sakarya vadisi boyunca dağların üzerinden Hermos vadisine ve Sardes’e, güneybatı istikametine rota çizerek ilerler. Lydia yıkılıp, Miletos ve Ephesos’un ticarette ön plana çıkmasıyla birlikte bu yol Maiandros vadisi üzerinden Laodikeia ve Apamea, Synnada ve Pessinus’u geçerek Ankyra’ya ve hatta Melitene’ye ulaşır. Bu yol, Herodotos’un “Kral Yolu” olarak tanımladığı yoldur. Bu ana yola ilaveten, Ankyra’dan Sakarya üzeri Bosporos’a uzanan yol her zaman önemini sahip olduğu ticari vazgeçilmezliğinden dolayı korumuştur. Çok eskiden beri kullanılmakta olan kuzeyde Sinope ve Amisos’tan çıkan ve Mazaca’ya inen, Tyana ve Kilikia kapılarından ’a ulaşan bir yol daha vardır (Calder, 1925: 79).

Büyük İskender’in Anadolu’yu fethi ve oluşan Helenistik krallıklar yeni yollar oluşturmuştur. Kuzey önemini kaybedip, Anadolu’nun güney bölümü Seleucid 107 İmparatorluğu’nun alanına girdi. Apamea’dan geçen eski yol yerini Seleucid İmparatorluğu’nun hâkim olduğu Antiochia (Yalvaç) ve Laodikeia Katakekaumene (Ladik)’ten geçen ve Ikonium’a ulaşan ve daha sonra eski kuzey rotasının Kilikia kapılarından Tarsus, Hatay ve Fırat’a ulaşılabilinen Tyana kavşağına çıkan yola bıraktı (Calder, 1925: 79). Ramsay, Seleucid İmparatorluğu’nun Phrygia’ya önem vermesini verimli ovalarıyla birlikte, Pisidia’da gelebilecek olası saldırılara karşı Doğu- Batı arasında önemli bir kavşak noktada olmasına bağlar (Ramsay, 1926:111).

Romalıların Anadolu’yu kontrol altına almasıyla birlikte var olan yollar Doğu-Batı arasında daha da yoğun kullanılmaya başlandı (Calder, 1925: 79-80). Roma Valisi Manius Aquillius tarafından Ephesus’tan başlayıp, Tralles üzerinden Laodikeia ve Apamea’ya uzanan “Kral Yolu” tamir ettirildi. Güneyde ise Cicero, eyaletini ziyaret etmek için Helenistik yolları kullanmıştır. Tralles ve Laodikeia boyunca uzanan, Apamea ve Philomelium’u geçerek ordusunun kamp yaptığı Ikonium’a gelir. Daha sonra ise Laranda ve Kybistra üzerinden Tarsus’a ulaşır (Calder, 1925: 80).

Roma’nın Anadolu ile siyasi ilişkiler kurmaya başladığı M.Ö. II. yüzyılın ortalarından çok daha önce de, Küçük Asya krallıkları gerek iç, gerekse dış ticaretin önemini kavradıklarından yol yapım ve bakımı ile güvenliğin sağlanması konusunda başarılı bir uygulama içinde oldukları anlaşılıyor. (Albustanlıoğlu, 2006: 93).

Anadolu’daki ilk Roma yolları M. Ö. 129-126 yılları arasında Manius Aquilius tarafından inşa edildi (Magie, 1950: 157). Peutinger Haritası (Tabula Peutigeriana), Antoninus Yol rehberi (Itinerarium Antonini), Hierosolimitus Yol rehberi (Itinerarium Hierosolimitanum) ve miltaşları Roma yolları ile ilgili kaynaklardır (Rennell, 1831: 201; French, 1992: 11; Kaya, 2000: 180).

M. P. Charlesworth, Roma Dönemi’nde Anadolu’da kullanılan 3 ana yolu tarif eder: Birincisi, güneyden başlayan bir yoldur ve çıkış noktası Ephesus’tur. Gemi taşımacılığı için liman ve iskeleleri büyük bir alana sahiptir. Karayolu ile gelen ürünlerin toplandığı nokta olduğu için Anadolu’nun en büyük ve en zengin pazarıdır. Ephesos’tan başlayan yol “Zengin insanlarla dolu olan” Tralles’i geçerek içinde barındırdığı insanlara geçim kaynağı olan yumuşak, boyanmış yünü ile meşhur olan

108 Laodikeia’ya Maiandros vadisi üzerinden ulaşır ve daha sonra K. Asya’nın ikinci büyük ticari kenti addedilen ve İtalya’dan ürünlerin geldiği Apameia’ya ulaşır. Bu yol, Philomelium (Akşehir)’den güneye doğru döner ve güzel yünleri ve meraları ve vahşi eşekleri ile meşhur olan Lykaonia topraklarını zik zak çizerek geçer ve Ikonium’a ulaşır (Harita 14). Laranda ve Kilikia kapıları üzerinden Tarsus’a geçilerek Antiokheia, ya da dağlar üzerinden ’daki Fırat’a ulaşılır. Bu güney yolu ticaret için zengin alternatiflere sahiptir (Calder, 1925: 82-83).

“Merkez Güzergâh” olarak adlandırabileceğimiz ikinci yol ise zengin ve verimli toprağıyla ünlü Sardes’i geçip Hermos vadisine kadar uzanır. Tarım kenti olan üzerinden mermer ocakları olan ve bu ocaklardan çıkan mermeri ihracat eden Synnada’ya varılır. Yol burada kuzeydoğuya yönelerek Sangarius üzerine oturmuş olan ve Galatia’nın en önemli ticari kenti olan Pessinus’a ulaşır. Bu yol daha sonra Ankyra ve gibi iki gelişmiş şehirden geçerek bir kolu güneye Melitene’ye, diğer bir kolu ise kuzeye Nikopolis (Suşehri) ve ’ya doğru Ermenistan ve ötesine ticaret yapmak için ulaşır (Calder, 1925: 83).

Son olarak Nikomedia’dan başlayan ve hemen çatallaşan kuzey yolu vardır. Bu yolun aşağı kolu Iuliopolis70şehrinden geçerek Ankyra’daki merkez yol ile birleşir. Üst kolu ise Klaudiopolis (Bolu) ve Krateia (Gerede) üzerinden Pontus’un önemli kentlerinden olan ve at ve kereste ticareti ile ün salan Sinope’ye komşu olan Amaseia’ya varır. Buradan ise Armenia ile ticaretin üssü olan Komana üzerinden Nikopolis ve Satala’ya71 ulaşır(Calder, 1925: 83).

Eski çağlardan itibaren Eskişehir, Kütahya, Afyon ve Seyit Gazi arasında bağlantıyı kuran yollar, yüksek yerlerin etrafını dolaşarak birbirlerine ulaşır. Batıda Eskişehir Vadisi ve Kütahya üzerinden Afyon’a, doğuda Eskişehir’den Seyit Gazi’ye ve Bolvadin’e uzanır. Tepelerin etrafından geçen yol günümüzde tren yolu olara kullanılmaktadır. Yüksek bölgenin doğu tarafında varolan karayolu da Eskişehir ve güneydoğu arasında direkt bağlantı kurar. Cumhuriyet döneminde İstanbul-Anadolu üzerinden Suriye’ye uzanan posta yolunun bir kısmını da bu yol oluşturmuştur

70 Ankara Çayırhan civarı. Strabon, Kleon’un Gordion kasabasından olduğunu ve kente daha sonraları Iuliopolis adını verdiğini söyler (Strabon, XII. 8.9). 71 Gümüşhane İli Kelkit İlçesi Sadak Köyü sınırları içinde antik kent. 109 (Haspels, 1971: 20-21). Haspels, Kütahya’dan doğuya doğru uzanan ve Mordtmann, Perrot ve Radet gibi gezginler tarafından da kullanılan, Phrygia’nın yüksek kesiminde yüksek bir plato olan “Makas Alan” bölgesinden çıkan bir yoldan bahseder ve kaynak olarak ta Göcen Çeşme ve Akoluk’taki yazıtları gösterir (Haspels, 1971:164).

Batı rotası günümüzde demir yolu ile döşenmiştir. Doğu tarafının yüksek yerlerinde Eskişehir ve güneydoğu arasında Leake ve karavanının kullandığı bir yol vardır. Cumhuriyet döneminde de bu yol İstanbul-Anadolu ve Suriye arasında posta yolu olarak kullanılmıştır. Pek çok inişli çıkışlı yoldan Phrygia’nın yüksek tepelerine ulaşılabilinirken, ana yollar buralardan uzak yerlerde oluşmuştur. Platonun genel seviyesine oranla dağların yüksekliği ara sıra karşımıza çıksa da, yol akışı için engel teşkil ederler (Haspels, 1971: 21).

Anadolu’nun kuzeybatısı ile Balkanları birbirine bağlayan bu yol, tarih öncesi dönemlerden itibaren insanlar ve düşüncelerin etkileşim halinde olduğu bir bölge olmuştur. Bu bölgelerden elde edilen arkeolojik veriler yoğunluğun dönemden döneme farklılık gösterdiğini işaret eder (Özdoğan, 1987: 13-17; Özdoğan, 1993: 151-163).

Yakın Doğu ile Anadolu’nun batısı arasında yapılan ticarette Orta Anadolu’da Phrygia üzerinden mi yoksa K. Suriye’den deniz yoluyla mı yapıldığı hâlâ tartışılmaktadır (Cook, 1975: 8009.

4. 3. 2. Kral Yolu

Susa’da başlayan Kral Yolu, Tavium ve Ankara’dan geçerek Sardes’e doğru uzanırken hatasız bir şekilde ilk kez Kiepert tarafından ortaya konulmuştur (Calder, 1925: 7). Persler tarafından inşa edilen iki bin yıl sonra karşımıza Berlin – Bağdat yolu olarak karşımıza çıkacak olan Sard- Susa yolu, Phrygia’nın jeopolitik önemini ortaya koyan bir yoldur (Spykman,1938: 36).

Yol üzerindeki yaklaşık 111 posta istasyonu Persler etkin bir iletişim imkânı sunmuştur. Bu noktalarda değiştirilen atlarla iletişim hızlandırılmıştır. Bu yol üstündeki 111 posta istasyonundan birisininde Gordion olma ihtimali yüksektir.

110 Genişliğinin 20 feet (15m)’den fazla olması ve kullanılan malzeme sıradan bir şehir yolu olmadığını gösterir (Young, 1963: 348; Harita 15).

Pers Krallığı’nın egemenliği altındaki topraklarla olan iletişimi sağlanmış ve başarılı bir yönetimin temelleri bu yol ile sağlanmıştır. İlerleyen yıllarda ticaretin gelişmesine katkıda bulunmuş ve ticari bir yol olarak ta adlandırılmıştır (Skelton ve Dell, 2009: 84). İmparatorluğun o dönemdeki mali gereksinimi hızlı bir iletişime ihtiyaç duyduğu için bu yol kullanılmıştır. Darius (M.Ö. 521-485) tarafından düzenlenen Kral Yolu muhtemelen önceden de varlığını sürdürüyordu. R. S. Young, Gordion’un doğu kesiminde bulunan yakılmış binadaki buluntuların izini M. Ö. 6. yüzyılın ortalarına tarihler. Bu da Lydia’nın Kyrus tarafından M. Ö. 547-546 yıllarındaki fethiyle uyuşur (Young, 1963: 349-350).

Herodotos, Sardes’ten Memnon’un sarayına kadar olan uzaklığı bir parasangı 30 hesap ederek 450 parasang72 ya da 13500 stadia olarak hesaplar (Herodotos, V. 53). Calder, Herodotos’un Kral Yolu’nu Lydia ve Phrygia üzerinden Kızılırmak’ı aşarak Kappadokia üzerinden Kilikia kapılarına kadar uzattığını belirtir. Calder, Herodotos’un ölçümlerdeki tezatlıklarına dikkat çekerek, Sardes’ten Kilikya kapılarına kadar olması uzunluğun 511 mil olduğunu, Herodotos’un ölçümlerine göre ise bunun 718 mil olduğunu belirtir (Calder, 1925: 10-11).

Doğudan batıya giden ve Kızılırmak’la kesişen tüm yollar merkezdeki platonun kuzeyinden geçmek zorundadır. Dolayısıyla Kızılırmak’tan geçen Kral Yolu Ankara’dan da geçmek zorundadır. Ramsay, Kiepert’e ilave olarak Pteri’nin iç başlangıç noktası olduğu, eski bir yolun Kızılırmak üzerinden Phrygia ve Lydia’ya uzandığını ve birçok Pers dönemi öncesi kalıntıların bu yol çevresinde bulunduğunu belirtir. Anadolu’daki tüm doğal yollar Pers dönemi öncesi ve o döneme ait kalıntılara ev sahipliği yapmıştır. Hogarth, Samosata () ile Mazaka (Kayseri)arasındaki yolun, Calder ise, Kilika’nın kapısı konumundaki Zeugma’dan Sardes’e uzanan yolun Pers dönemi öncesinden de izler taşıdığını belirtir (Calder,

72 Eski Çağ’da Perslerin kullandığı Herodotos ve Ksenophon tarafından 30 stadia denk kabul edilen yaklaşık 3.5 mil ve 5.6 km. olan uzunluk birimi (www.websters-online-dictionary.org; www. yourdictionary.com) 111 1925: 7). Barnett, Kral Yolu’nun izlerinin Hitit Dönemi’ne kadar gittiğini söyler (Barnett, 1975: 431).

Anadolu, Doğu ve Batı arasında meydana gelen akışı etkileyen yüksek ayaklı bir köprüye benzer. Bu trafik akışının yüzde doksanı, var olan altı noktanın ikisi aracılığı ile hareket etmektedir. Doğu bölgesinde trafik akışını yayan üç ana nokta vardır: Birincisi, Azerbaycan ve Ermenistan’dan başlayan Erzurum ve Sivas aracılığıyla uzanan kuzey güzergâhıdır. İkincisi, Mezopotamya’dan başlayan ve Mazaka üzerinden geçen merkezi güzergâhtır. Üçüncüsü ise, Suriye ve Mezopotamya çıkış noktası olan Kilikia üzerinden geçen güney noktasıdır. Bu üç yolun Batı Anadolu’daki uçları, batıdaki üç yolun çıkış noktalarını oluşturur. Ege’ye çıkan Maiandros ve Hermes ve Bosporos’a çıkan yollardır. Doğu’ya doğru uzanan Maiandros yolu Kelainai’den ya Hermos Vadisi üzerinde Ipsus’ta birleşir ya da Pisidia sınırı boyunca Ikonium’a doğru Sultan Dağı üzerinden uzanır (Calder, 1925: 8: Harita 16).

Dorylaeum, Bosporos’a giden yolun temel noktasının oluşturur. Günümüzde Afyon’un İstanbul yolu üzerinde taşıdığı önemin bir benzerini taşır. Bu yola alternatif olan bir diğer yol ise Iuliopolis73 üzerinden Ankara- Bosporos yoludur (Calder, 1925: 8)

Yukarıda bahsetmiş olduğumuz yolların hemen hemen hepsi Anadolu’nun ortasındaki plato üzerinden geçerek hedeflerine ulaşmaktadırlar. Merkez platodaki yollar farklı yönlere gidebilirken, tüm doğu ve batı yolları Tuz Gölü’nün ya kuzeyinden ya da güneyinden geçmek zorunda kalıyordu. Herodotos’un bahsetmiş olduğu Kral Yolu ise Kilikia kapısı üzerinden batı yönünde Sardes’e doğru uzanmakta olup, Kyros ve Kroesus tarafından kullanılmıştır (Calder, 1925: 8)

Herodotos, Sardes’ten doğuya doğru Kızılırmak üzerinden köprü ile geçilen ve Pteria’ya (Boğazköy) yönelen yoldan haberdardı. Bu yol, Kyros ve Kroesus tarafından da kullanılmıştır (Herodotos, I, 73-79). Bu yol, Ipsus ovasında ortaya çıkan Akmonia’daki platoya kadar ilerler ve buradan da Klaneus üzerinden Pessinus’a ve Ankyra’ya uzanır. Ramsay tarafından çizilen yol da budur (Calder,

112 1925: 8). Tüm dönemlerde olduğu gibi Hitit ve Pteria dönemlerinde de kullanılmıştır (Calder, 1925: 9) Bu yolun devamı Samsun üzerinden Ermenistan ve Azerbaycan’a varır. Bu yolun diğer bir ayrımı ise Kızılırmak üzerinden güneydoğuya Sebasteai (Sivas) üzerinden Melitene (Malatya)’ye, Tavium üzerinden Mazaka’ya uzanır. Bu yolun batıdaki güzergâhında Kelainai üzerinden geçen daha kıvrımlı olan bir alternatif yol vardır. Batı’dan Maiandros ve Hermos çıkışlı olan bu iki yol İpsus vadisinde kesişmektedir. Eğer başlangıç noktası Sardes yerine Ephesus olsaydı Maiandros güzergâhı daha fazla tercih edilebilir olacaktı(Calder, 1925: 8).

Kserkses’in orduları Kappadokia’daki Kritalla’dan çıkarak Kızılırmak’ı geçmiş ve Kelainai’ye varmak için Phrygia’dan geçmişlerdir (Herodotos, VII, 26). Calder, Kserkses tarafından bu yolun tercih edilme nedeni olarak Perslerin bu yol üzerinden Kroesus’u Sardes’e kadar sürmelerini gösterir. Herodotos’un ifadeleri hem coğrafi yapıya hem de Kserkses’in karakterine uymaktadır.

Haspels, Ramsay’in Kral Yolu’nun Phrygia’nın dağlık bölgelerinden geçerek Ege sahillerine ulaştığı tezini, ordunun hızlı ve kolay bir yolu tercih edeceğini savunarak temelsiz bulur (Haspels, 1971: 22).

4. 4. Phrygia’nın Edebiyat, Sanat ve Müzik Gücü

Phrygler, Erken Demir Çağı’nda itibaren Orta Anadolu’da güçlenerek hâkim bir konuma gelmişlerdir. M. Ö. 9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir krallık olarak bölgenin siyasi tarihinde önemli bir rol üstlenen Phryglerin kültürel bağımsızlığı M. Ö. 6. yüzyılda Lidya Krallığı egemenliği altında devam etmiş, köklü Phryg kültürü antik çağ boyunca Anadolu’nun kültür ve sanatında derin izler bırakmıştır (Sivas, 2007: 77). Phryg sanatı M. Ö. 8. yüzyılda ortaya çıkmaya başlar (Akurgal,1955: 112).

4. 4. 1. Phrygia’nın Mitolojik Gücü ve Günümüz Edebiyatına Yansımasının Karşılaştırmalı Olarak Analizi

Phrygia’nın jeopolitik gücü değerlendirilirken içinde bulunduğu dönemde sahip olduğu değerler ve konum itibariyle değerlendirmeye alınmıştır. Günümüze yansıyan belki de tek gücü mitolojik gücüdür. Diğer güçlerin önemi çağının içinde kalırken, mitolojik gücü günümüzde sadece Anadolu’da değil, tüm dünyada sesini 113 duyurmayı başarmıştır. “Kördüğüm” anlamında dilimize geçen “Gordion düğümü” zor bir sorunun kaba kuvvetle halledilmesi anlamımda birçok dilde yerini almıştır. “Eşekkulaklı Midas”, “Kybele”, Apollo ve Pan”, “Aesop” birçok farklı dile tiyatro oyunu, hikâye vb. edebi türlerde çevrilmiştir.

Gardner’in Phrygia’nın birinci bölgesi diye tanımladığı Spil Dağı civarında Phryg kahramanlarından Tantalos ve Pelops karşımıza çıkar. Büyük Phrygia olarak adlandırılan bölge ise Phryg tarihi ve efsanelerinin en önemlilerine sahne olmuştur. Marsyas, flütü için kamışları bu bölgedeki gölden kesmiştir. Silenus’un içerek sarhoş olduğu pınar ve yakalandığı alan, Phrygia’nın efsanevi Kralı Gordios’a ait olan yük arabası, Amazonlarla ilk savaşın yapıldığı yer, Phryg sabanlarıyla zenginleşen ovalar ve Iliad’ da geçen ünlü şehirler bu bölgenin içindedir. Bu bölge, Gordios ve Midas ismiyle ön plana çıkan bölgedir (Gardner, 1897: 36).

Homeros’un şiirlerinde Troialılar ve Phrygler arasında ırksal bir farklılık yoktur. Hecuba, bir Phryg kraliçesidir ve Aphrodite ise kendini bir Phryg kralının kızı olarak tanımlar. Laomedon’un en küçük oğlu, Troia kralı Priam, Troia savaşında Phrygler ile birlikte savaşır. İskenderiyeli dilbilimci Hesychius, Hector isminin Phryg diline ait olduğunu söyler (Gardner, 1897: 44).

W. M. Ramsay, Erken Dönem Hristiyanlarından olan Montanistlerde görülen çilekeş hayat tarzı ve Müslümanlar arasında görülen sema ritüelinin kökeninin Phryglere dayanabileceğini söyler (Gardner, 1897: 44).

İlk Phryg krallarından kabul edilen kral Nannakos’a ait iki söz vecizeleşerek Yunan literatürüne girmiştir. Kral Nannakos, kendisinin ölümünden sonra ülkesinin tamamen yok olacağını kâhinlerden öğrenir ve bundan dolayı tüm varlığını bir yere toplar. Bu olay üzerine “Nannakos’tan önce” ve “Nannakos gibi ağlamak”74 sözleri tarihe geçer (Davenpot, 1995: 239).

Plutarch’a göre “Manik (Manic)” kelimesi güçlü ve erdemli bir Phrygia kralı olan Manis’ten gelmektedir ve bundan dolayı kelime yeni bir anlam kazanarak

74 Bu sözlerin İngilizce tercümeleri şu şekildedir: “ To weep like King Nannakos” ve “to be from the time of Nannakos”. 114 “ Büyük” anlamına gelmiştir. Phrygialıların elde ettiği büyük, şanlı başarılara da “Manik kahramanlıklar” denilmiştir (Mavor, 1802: 277).

4. 4. 1. 1. İskender ve Gordion Düğümü

Midas’ın babası Gordios bir dağ çiftçisidir. Bir gün saban sürerken pulluğunun üzerine bir kartal konar ve işini bitirinceye kadar bekler. Pulluğuna konan kartalı kâhinlere sormak için yola koyulur. Yolda karşılaştığı ve ilerde hanımı olacak genç kız, Zeus (Jupiter)’ e bir adak sunmasını önerir. Gordios ve yoluna çıkan genç kız evlenirler ve “Midas” adında bir çocukları olur (Arrian, 2005: 46; Abbott, 2009: 120-121).

Gordion’da ise dönemde yönetimsel bir başıboşluk ve huzursuzluk vardır. Toplanan meclis bir kâhine danışır. Kâhin, şehre arabasıyla ilk giren kişiyi kral olarak ilan ettikleri takdirde, sorunlarının çözüleceğini söyler. Bu kişi ise şehre kağnısıyla giren Midas, babası Gordios ve annesi olur. Sonunda Midas kral olarak seçilir. Günün anısı ve hatırasına arabayı ve sabanı Zeus’a ithaf etmek isterler ve hiç kimsenin açamayacağı şekilde bağlarlar. Bu atılan düğümün adı “ Gordion düğümü” olarak kalır (Abbott, 2009: 121).

Kâhin, bir sonraki kehanetinde “Her kim bu düğümü çözerse, Asya’nın hâkimi olacaktır” şeklinde ikinci bir kehanette bulunur. Daha önce birçok kişi tarafından çözülmeye çalışılan düğümü, stratejik nedenlerden dolayı Gordion’u seçen B. İskender tarafından çözülür (Plutarch, 1919: XVII; Arrian, 2005: 47; Abbott, 2009: 122).

Hikâyenin benzer bir versiyonu Justinus’un kitabında da dile getirilir. B. İskender, Gordion düğümünü kahraman olabilmek hırsı, egosunu güçlendirme, düşmanlarna korku salma, yerel halkı etkileme, ününe ün katma ve Darius’un cesaretini kırmak amaçlı olarak çözmeyi hedef almıştır (Justinus, 1853: II. VII).

“Gordion düğümünü çözmek”, “Zor bir problemin üstesinden sıra dışı bir şekilde gelmek” demektir (Zuck, 1997: 423; Whiting, 1980: 183). Deyimselleşen bu ifadeyi günümüzde de sıklıkla duyarız. Eski çağ yazarlarından Arrian ve Justin

115 Gordion düğümü ve B. İskender hakkında bize bilgi verirler (Justinus, 1853: II. VII; Arrian, 2005: 47).

Shakespeare “Henry V” adlı75 oyununda bu deyimi kullanmştır (Shakespeare, 2000: 133). Gazeteci ve yazar Shirley Brooks (1816-1874) tarafından “İyiliğin ve Kötülüğün Hikâyesi: Gordion Düğümü” (Brooks, 1868: 1), Alman Bernhard Schlink (1944- ) tarafından kaleme alınan ve “Gordion Fiyongu” olarak İletişim Yayınevi tarafından basılan roman (Schlink, 1998: 1), Stephen J. Herman’in “Bir Modern Trajedi: Gordion Düğümü” (Steve, 1999: 1) adlı eserler farklı dillerde karşımıza çıkan, ya direkt olarak efsaneyi konu almış ya da çoğunlukla “Gordion düğümü” ifadesini roman ve hikayelerine başlık olarak koyan eserlerdir.

ABD’li bas gitarist Sean Malone tarafından kurulan enstümental progressive rock grubu, adlarını “Gordion Knot (Gordion Düğümü)” 76olarak koymuşlardır. “Gordion- Kör Düğüm” 77adlı bir çocuk oyunu ülkemizde KÜSAGEM (Kültür Sanat ve Göç Etkinlikleri Merkezi) adlı bir sivil toplum kuruluşu tarafından sahnelen bir oyundur.

Amerikan politikasında “Demokrasi ve eşitlik” kavramını tam anlamadan acelece çözmeye kalkışmanın beklenmedik sonuçlar doğurabileceği “Demokratik eşitliğin Gordion Düğümü”78 olarak tanımlanmıştır (Huston, 2006: IX).

R. Özdenören “İskender Gordion Düğümünü Çözdü mü” adlı makalesinde, düğümün çözümünü “Daha önce hiç kimsenin düşünemediğini düşünmek” olarak yorumlar ( Özdenören, 2008: 6). Ç. Çandar, “Tüm Sorunların Anası” adlı makalesinde şu ifadelere yer verir (Çandar, 2010: 7):

Genellikle benzer durumlarda Türkiye’de “Gordion Düğümü”nü askeri müdahale veya askeri darbe çözerdi. Düğümü uzaktan kumandayla atan, aynı zamanda düğümü de çözerdi.”

75 Turn him to any cause of policy, The Gordion knot of it he will unloose, Familiar as his garter (Shakespeare, V. Act. I. Scene 1). 76 http://en.wikipedia.org/wiki/Gordion Knot (band). 77 http://www.kusagem.org. 78 The Gordion Knots of Democratic Equality. 116 4. 4. 1. 2. Kral Midas ve Altın Dokunuş

Phrygia Kralı Midas, mitolojide Gordios ve Kybele’nin oğlu, Orpheus’un öğrencisi zengin bir kral olarak karşımıza çıkar (Herodotos, I, 14; Pausanias, I, 4; Strabon, VII, III; Ksenophon, I, II). Çocukluğunda uyurken karıncaların Midas’a buğday taneleri taşıması, kâhinler tarafından gelecekte çok zengin ve güçlü bir kral olacağı olarak tahmin edilmiştir (Smith, 1851: 513).

Bu efsanede ikinci kahramanımız Dionysos’un arkadaşı, durmadan şarap içen ve gezen, şişman ve çirkin bir fiziki yapıya sahip olan Silenus’tur. İhtiyar bir satyr olan Silenus, şarap tanrısı Dionysos’la birlikte gezerken uyuyakaldığı için ekipten ayrı kalır ve yolunu kaybeder. Başıboş gezen bu ihtiyar Silenus’u Kral Midas’ın adamları bulur ve krallarına götürürler. Kral Midas, Trakyalı Orpheus’tan öğrendiği Dionysos kültü sayesinde Silenus’u tanır ve onu on gün, on gece sarayında misafir eder (Ovid, 1922, XI, 85).

Daha sonra Silenus’u Dionysos’a teslim eder. Kaybettiği arkadaşını bulan Dionysos, Midas’a “Dile benden ne dilersen” der. Bu teklife çok sevinen Midas, zengin olabilmek amacıyla o talihsiz dileğini söyler ve “ Her dokunduğunun altın olması” talebini iletir. Sonucun kötü olacağını tahmin eden Dionysos istemiyerek te olsa dileğini yerine getirir. Sevinçle memleketine dönen Midas, sonucu test etmek ister ve dokunduğu meşe ağacının ve yerden aldığı taşın altına dönüşmesini sevinçle karşılar. Bu mutlulukla yaşarken, hizmetçileri, acıkan ve susayan krallarına bir sofra hazırlarlar. Yemek için uzandığı ekmek, içmek için uzandığı şarap, birer birer altına dönüşür ve açlığı ve susuzluğunu gideremez olur. Midas, bu zengin fakat zavallı halinden kurtulmak için tekrar Dionysos’a gitmeye karar verir. Hatasını kabul ettiğini ve tekrar eski haline dönmek istediğini belirtir. Dionysos, Midas’ın bu dileğini de kabul eder ve Sardes’e gitmesini ve Paktolos Irmağı’nın çıkış noktasında yıkanmasını söyler. Dionysos tarafından bahşedilen vucudundaki tüm altınlar ırmağa akar ve ırmak altın suyuna bezenir. O günden sonra altın suyuyla dolan Paktolos Irmağı geçtiği her yeri zengin kılar (Ovid, 1922, XI, 85).

Plutarch, “Consolatio ad Apollonium” adlı eserinde Midas ve Silenus’un aralarında geçen konuşmayı aktarır. O konuşmada Midas, Silenus’a “İnsanoğlu için

117 dünyada en iyi şeyin ne olduğunu” ve “ En çok neyi tercih etmesi gerektiğini sorar”. Silenus, ilk başta cevap vermez fakat Midas’ın ısrarla beklediğini görünce şöyle der (Plutarch, 1928: 28):79

“Ey şansın ve kötü talihin çocuğu, sefil fani! Senin için iyi olan aslında bu sözleri duymamaktır. Ama illa duymak istiyorsan, o zaman dikkatle dinle. İnsanoğlunun en iyiyi elde etmesi imkânsızdır. İnsanoğlu için dünyada elde edebileceği en iyi şey doğmamış olmaktır. Mamafih, doğdu ise yapabileceği en iyi ikinci iş, en kısa zamanda ölmektir.”

Shakespeare’nin “Venedik Taciri (The Merchant of Venice)”80 adlı eserinde her şeyi altına dönüştürebilen kişi, yeteneğini Dionysos (Bacchus)’ten alan kişi anlamında bahsedilir.

1997 yılında Peter Manoogian tarafından yönetilen “Midas Dokunuşu (Midas Touch)” adlı filmde 12 yaşındaki bir çocuğun kalp hastası babaannesini iyileştirmek için zengin olma çabası anlatılır. Kabul olan duası Midas’ta olduğu gibi lütuftan kâbusa dönüşür. Benzer bir film 1989 yılında Macar sineması tarafından Geza Beremenyi yönetiminde, her dokunduğu altına dönüşen bir tüccarin hikâyesi olarak anlatılır. (Morford ve Lenardon, 2002: 796).

David MacDonald 1940 yılında “The Midas Touch” adlı bir film yönetir (Quinlan, 1984: 335). “The Midas Touch (Midas Dokunuşu)" Margaret Kennedy (1869-1967) tarafından kaleme alınan bir romandır (Head, 2006: 600).

“Midas Touch (Midas Dokunuşu)” her dokunduğu altına dönüşen esrarengiz bir yetenek olarak deyimselleşmiştir (Webber ve Feinsilber,1999: 360).

4. 4. 1. 3. Apollo ve Pan’in Müzik Yarışması

Pan, Yunan mitolojisinde 12 Olymposlu’ya dâhil edilmeyen tanrılardan birisidir. Babası Hermes’tir. Doğduğunda çirkinliğinden dolayı annesi korkup

79 Bu hikaye Cicero’nun “Tusculan Disputations” adlı eserinde de bahsedilir: “adfertur etiam de Sileno fabella quaedam: qui cum a Mida captus esset, hoc ei muneris pro sua missione dedisse scribitur: docuisse regem non nasci homini longe optimum esse, proximum autem quam primum mori (Cicero, Tusculan Disputations, 48). 80 To entrap the wisest. Therefore, thou gaudy gold, Hard food for Midas, I will none of thee (Skakespeare, Merchant of Venice, Act 3, Scene 2).

118 kaçmış, babası da tanrıları eğlendirsin diye Olympos’a götürmüştür (Graves, 2004: 112). Apollo ve Pan arasındaki müzik yarışmasında “Pan” in yerini bazen “Marsyas” alır.

Pan, müziğin, sanatın ve şiirin tanrısı olan Apollo’ya meydan okur. Apollo teklifi kabul eder ve dağ tanrısı Tmolus ve Phrygia kralı Midas’ın hakemliğinde yarışırlar. Dağ tanrısı Tmolus, ilk önce Pan’ın flütünden çıkan nağmeleri beğenmesine rağmen, Apollo’nun lirinden dinlediği müzik onu daha fazla mest eder ve Apollo’nun lirini, Pan’ın flütüne üstün kılar. Fakat Phrygia kralı Midas, sonucun adil olmadığını öne sürer ve Pan’ın flütünün daha iyi olduğunu öne sürer. Bunun üzerine sinirlenen Apollo, Midas’ın kulaklarını korkunç bir şekilde uzatır, gri kıllarla donatır ve sarkıtıp eşek kulaklarına çevirir. Bu rezil durumdan saklamak için Midas mor bir şapka giyer. Saçlarını tıraş eden hizmetkârı bu olayı görür ve bu sırrı bir çukur kazarak toprakla paylaşmak ister. Kazdığı çukuru toprakla örter. İlerleyen yıllarda bu topraklarda yetişen kamışlar, her güney rüzgârı estiğinde bu sırrı fısıldamaya başlarlar ve Midas’ın sırrı her tarafa yayılır (Ovid, 1922: XI, 146- 193).

Hikâyenin bir diğer versiyonunda Pan’in yerinde olan Marsyas yarışmayı kaybeder. Strabon, Apollo ve Marsyas arasındaki yarışmanın Apameia’da geçtiğini belirtir (Strabon, XII, 8).

Apollo, yarışma sonunda Marsyas’ın derisini canlı canlı yüzer ve bir çam ağacına asar (Hansen, 2005: 280). Diodorus Sicilus, daha sonra pişman olduğunu ve bir süre lir çalmaya ara verdiğini söyler (Diodoros, 1947: V, 75). 81Apollo ve Marsyas arasında geçen olay pek çok antik çağ yazarı tarafından kaleme alınmıştır.

Midas’ın giymiş olduğu şapka kaba kuvvet ve otoriye karşı özgürlük ve bağımsızlığın sembolü olmuştur (Fischer, 2004: 851; Özek, 2010, 10). Phryg şapkası Fransız Devrimi’nden Amerikan bağımsızlık mücadelesine, Amerikan ordularına kadar ulaşmıştır (Özek, 2010, 10; Reading, 2009: 844). Şirinler çizgi filminin karaktari Şirin Baba’nın taktığı şapkada Phrygia’ya dayandırılır (Newman, 2001: 118).

81 Bkz. Apollodoros, Bibliotheke; Diodorus Siculus, Bibliotheca Historica; Flavius Josephus, Yahudi Eski Çağları; Pausanias,Yunanistan'ın Tanımı; Platon, Yasalar, Sempozyum, Cumhuriyet, Euthydemos, Minos, Ksenophon, Anabasis, Sempozyum; Polybius, The Histories (http://www.perseus.tufts.edu). 119 Midas’ın farklı ülkelerin edebiyat ve sanat dünyalarına yansımaları olmuştur. Elizabeth Dönemi yazarlarından olan John Lyly (1554-1606), “Midas” adlı oyunu alegorik bir oyun olarak tanımlanmıştır ve “Midas’ın Altın Dokunuşu” ve “Eşek Kulaklı Midas” mitolojileri konu edinilmiştir (Dilke, 1894: 290). Lyly, şaşılacak derecede zengin olan İspanya kralı II. Philip’i Midas’a benzetir (Bloom, 2004: 286).

İngiliz biyografi ve roman yazarı, Mary Shelley (1797- 1851) ve Percy Bysshe Shelley (1792- 1822)’in 1820’de kalema aldığı Mary’nin drama, Percy’nin de lirik şiirlerini yazdığı eser, “Apollo ve Pan arasındaki Yarışma” ve “Midas’ın Altın Dokunuşunu” konu alır (Schor, 2003: 180).

Ülkemizde ise mitoloji ve tarihe dayanarak çağının eleştirisini yapan sanatçı Güngör Dilmen, var olan malzemeyi özgünce yeniden biçimleme başarısını göstermiştir (Keçeli, 2003: 18). “Midas’ın Kulakları” adlı bir tiyatro oyunu kaleme almıştır (Gassnerr ve Quinn, 1969: 875). G. Dilmen’in liberottosunu (opera metni) yazdığı Ferit Tüzün’ün bestelediği “Midas’ın Kulakları” adlı 2 perdelik opera, 1960 yılında sahnelenmiştir (Altar, 1981: 384). Tiyatro oyunlarında konu olarak “Midas ve Phrygia mitoslarını seçme nedeni olarak ta “Anadolu kültürüne sahip çıkmak” olarak nitelendirir. Sanatçı, tarihsel ve mitolojik figürleri geçmişte resmedilen formatından sıyırıp, canlandırmış ve birer dram kişisi olarak karşımıza koymuştur (Keçeli, 2003: 19).

Mitolojik eserlerden türetilen oyunlarda, tarihi dramlardan türetilen oyunların aksine, seyirci doğrudan çağrışım yapan karakterleri göremediği için olaylara uzak açı ile bakar. Bu uzak açı ile bakma, seyirciye eleştirebilme gücü yaratır ve kolaylıkla günümüzdeki olaylarla bağlantı kurar. Mitoloji bir anlamda yazarın görüş ve düşüncelerini daha rahat aktarmasnı sağlar ( Şener, 1978: 86).

G. Dilmen’in Phryg mitolojisine dayanan 3 oyunu vardır. “Midas’ın Kulakları’nda” Midas, tanrılarla yarışırken, “Midas’ın Altınları’nda” dünyadaki değerli olan her şeye sahip olmak ister, “Midas’ın Kördüğümü’nde” ise, dünyanın sırrına ermek ister. Tüm bu duyguların kökeninde tanrısal olana yaklaşma vardır. Hikâyelerin sonunda Midas’ın arzuları bir türlü gerçekleşmez ve Midas’ın sonunu

120 hazırlar. Tanrılar ve krallar kaybederken halk güçlenir. Sanatçı, yazdığı bu üç Phryg mitolojisine dayanan eserlerinde halkın yaratma, değiştirme ve dönüştürme gücüne vurgu yapmıştır (Keçeli, 2003: 20).

“Apollo ve Marsyas” arasındaki ilişki 15. yüzyılda Ribera, Reni ve le Guerchin gibi birçok ressama ilham vermiş ve tablolarında konu olmuştur. Bazıları Apollo’nun olağanüstü güzelliği ile birlikte sergilenen işkece sahnesine de yer verirken, bazıları şiddeti görmezlikten gelmişlerdir (Wright, 1991:423).

Dante, İtalyan edebiyatının başyapıtlarından sayılan “İlahi Komedya” isimli eserinin son bölümü olan “Paradiso (Cennet)” adlı bölümde Apollo’dan bahsederken Marsyas’ın derisini yüzme sahnesini metafor olarak kullanır ( Dante, 1904: I, 13, 21).

Birçok rönesans ressamı Apollo ve Marsyas’ı resmederken Apollo’dan taraf olurken, Michelangelo, Marsyas’ı ön plana çıkarmıştır. Apollo’nun gurur ve kibrine karşı, Marsyas’ın cesaretinin resmedilmesi, Rönesans eleştirmenleri tarafından muhteşem eserler yaratabilmek için gerekli olan “Cesaret” olarak tanımlamışlardır (Barness, 1998: 106).

“Cennetin Yüceliği”, Michelangelo’nun “Kıyamet Günü” sahnesinde ve Dante’nin şiirlerinde iletilmek istenen ortak mesajdır. Dante, kendisi Marsyas’ın yerine koymayı düşünmez ve Apollo’na kazanma ilhamı veren gücün kendisinde olmasını temenni ederken, Michelangelo, “Kıyamet Günü” sahnesinde kendisini seçim alanında cansız bir varlık olarak tanımlamaya çalışır. Michelangelo, bu portresinde, kendisini, Apollo ve Marsyas miti bağlamında, , şiir tanrılarına ve bu seçimde safını Apollo yanında belirten Dante’ye karşı koyan kibirli bir kişi olarak tanımlar (Barness, 1998: 106-107).

Neoplatonik yorumlarda Marsyas, dünyevi arzuları sembolize eder ve ilahi ilham gelmeden önce temel fiziki ihtiyaçlardan arınılmalıdır. Bu düşünce Michelangelo’nun eserlerinde karşımıza çıkar. Michelangelo “Kıyamet Günü” sahnesinde seçilmişler (cennete gidenler) tekrar canlanırken, onları sade bir deri olarak görür. Bu çözülmemiş anda, büyük hırsın ve kendinden şüphe duymanın otobiyografik ifadesi, sanatçının değerli bir vizyon yaratacak cesaretle mi

121 donatılacağı ya da sanatsal gururunun en büyük günah olarak mı nitelendirileceğidir (Barness, 1998:107).

4. 4. 1. 4. Kybele ve Attis

Tarihin ilk dönemlerinden tek tanrılı dinlerin ortaya çıktığı dönemlere kadar uzanan, Akdeniz Bölgesini kapladıktan sonra birçok uygarlık ve kültürde değişik adlarla anılan Ana Tanrıça Kybele’nin kaynağı Anadolu’dur (Erhat, 2006: 183). Ana Tanrıça Kybele pekçok farklı adla anılmıştır. Lydia’da Kybebe, Phrygia’da Kybele, Hitit kaynaklarında Hepat, Komana Pontika (Tokat- Gümenek) ve Kayseri bölgesinde Komana Kappadokia’da Ma, Sümer’de Marienna, Hitit’te Arinna, Mısır’da İsis, Syria’da Lat, Girit’te Lat, Ephesus’ta Artemis, İtalya’da Venüs olarak tanımlanır (Erhat, 2006: 184). Zeus’un annesi Rhea ile özdeşleştirilir (Grant ve Hazel, 2004: 95).

Attis, Aphrodite’nin aşık olduğu Adonis gibi bir bitki tanrısıdır. Her ikisinin efsanelerinin benzerliğinde dolayı aynı tanrılar olduğu da söylenir. Kült merkezi Phrygia olan Ana Tanrıça Kybele’nin aşık olduğu kişidir. Bazıları Kybele’yi Attis’in annesi olarak nitelendirir. Bitkilerin ölümünü ve dirilişini simgeleyen bir tanrıdır (Frazer, 1963: 362). Attis’e ait en eski yazılı kaynak, Herodotos’a ait olan ifadedir. Herodotos, “Atys” olarak, Lydia’lı bir kralın oğlu olarak tanımlar (Herodotos, I, 34).

Kybele ve Attis arasında yaşanan olayın farklı anlatımları vardır. Diodoros’a göre Kybele, Attis’e aşık olur ve onunla ilişkiye girer. Bakire olarak düşünülen Kybele, kralın sarayında bakire olmadığı anlaşılınca kendisiyle ilişkiye giren Attis’in öldürülmesine sebeb olur. Üzüntüsünden çılgına dönen Kybele, kendini kırlara, bayırlara atar ve yıllarca dağlarda defini çalıp, inleyerek dolaşır durur (Diodorus, III, 58-59). Diodoros’un bu anlatımında Attis, hadım edilmez ve babası tarafından öldürülür.

Ovidios’un “Fasti”82 adlı eserinde ise Kybele ve Attis birbirlerine aşık olurlar. Kybele, tapınağını koruması ister, Attis’te itaatkar olacağına dair söz verir.

82 Ut tacui, Pieris orsa loqui:'Phryx puer in silvis, facie spectabilis, Attis turrigeram casto vinxit amore deam; hunc sibi servari voluit, sua templa tueri, et dixit "semper fac puer esse velis."ille fidem iussis dedit, et "si mentiar", inquit "ultima, qua fallam, sit Venus illa mihi."fallit, et in nympha Sagaritide desinit esse quod fuit: hinc poenas exigit ira deae. reddita quaesiti causa furoris erat (Ovidios, 221- 225). 122 Fakat su perisi Sagaritis ile tanıştıktan sonra yeminini bozar. Öfkeye kapılan Kybele, Sagaritis’in yaşamının bağlı olduğu ağacı keserek Attis’i çıldırtır. Perişan olan Attis, kendisini Dindymus Dağı (Murat Dağı)’nın tepesine atar. “Ben bunu hak ettim” naralarını atarak kendisini hadım eder. Attis’in bu hareketi ilerleyen yıllarda bu kültün devaamında Attis’in rahiplerin kendilerini onu örnek alarak hadım etmelerine yol açmıştır (Ovidios, IV, 221-225).

Pausanias, “Attis ve Kybele” olayını iki türlü anlatır. Birincisinde, Attis çift cinsiyetli olarak doğar ve büyüdüğünde Lydia’ya gider ve orada bir domuz tarafından öldürülür (Pausanias, VII, 9-10). İkinci olayda ise, Zeus uyurken toprağa döl bırakır ve topraktan çift cinsiyetli, “Agdistis” adında biri doğar. Agdistis’in çift cinsiyetli olması tanrıları korkutur ve erkeklik organını kesmeye karar verirler. Toprağa atılan bu organdan bir badem ağcı türer ve bu ağacın meyvesinden Sangarios nehrinin kızlarından Nana koparır ve koynuna koyar. Badem ağacından almış olduğu meyve, dokuz ay sonra dünyalar güzeli bir erkek çocuk doğurmasına neden olur. Olağanüstü bir şekilde hamile kalması sonucu dünyaya gelen bu çocuktan Nana korkar ve kaçıp gider. “Attis” adı verilecek olan bu çocuk, bir keçi tarafından büyütülür. Ana Tanrıça bu dünyalar güzeli bu çocuğa, Attis’e aşık olur. Attis ise Pessinus (Ballıhisar) kralının kızına aşıktır ve onunla evlenmek üzereyken Kybele düğünlerine gelir. Çılgına dönen Attis, Kybele’ye teslim olmama adına kendisini hadım eder ve kan kaybından ölür. Yaptığından nedamet duyan Kybele, Zeus’a yalvarır ve Attis’in bedeninin çürümemesini talep eder (Pausanias, VII,10-11- 12). Pausanias’ın hikayesine yakın olan “Kybele ve Attis” hikayesi Arnabius tarafından anlatılır (Arnabius, 2005: 231).

Romalı şair Catallus, “Carmina” adlı eserinde “Kybele ve Attis’i konu alan dizelerini sıralar (Catallus, 2007: 104):83

83 Taken in a swift bark, over deep waters, Attis, when eagerly, with rapid foot, He reached those Phrygian woods And entered where the goddess was, Shadowy, this: a forest— It was there, impelled by madness, by rage, His mind bewildered, With sharp flint, He made fall from him his weight of maleness. Therefore, when she felt That the structure of her body Had manhood no longer— 123 Derin sularda teknesine hızlıca atlayan Attis,

Hevesle adım atar tanrıçanın gizemli ormanına,

Phryg topraklarına.

Ortak olur, yaşanan çılgınlığa, galeyana,

Şaşırır, donar kalır.

Son pagan Roma İmparatoru olarak bilinen ve aynı zamanda felsefi ve yazarlık yönü de olan Flavius Claudius Julianus (332-363), inandığı tanrıları Hristiyanlığa karşı korumak uğruna çaba sarfeder. Sarfettiği çabalar arasında “Attis ve Kybele” mitini yorumlaması da vardır. Attis’in kendini hadım etmesini, insanların istek ve taleplerini sınırlaması ve iğdiş etmesi gerektiği olarak yorumlar. Julianus’a göre insanoğlu gerekli olan bu amaca ulaşmak için çabalamalıdır. Arzu ve isteklerle dolu olan maddi alemin kasırgasından kaçtığı taktirde onuu daha şerefli, daha mutlu bir hayat bekliyor olacaktır. Ana Tanrıça’nın Attis’i terketmediğini bilakis sonsuza dek yanına aldığını belirtir. Bu yorumları, Hristiyanlığa karşı yürüttüğü mücadele örneklerinden birisidir ( Negri, 1905: 245-246).

4. 4. 1. 5. Kral Nannakos ve Tufan

Tufan, birçok ülkenin mitlerinde karşımıza çıkan bir olgudur. Phrygia’nında tufanla ilgili bir hikayesi vardır. Ikonium’un kralı olan ve yaklaşık 400 yıl yaşadığı söylenilen kral kendilerini bir tufanın beklediğini belirtmiş ve halkı için ağlayıp dua etmiştir (Maclear,1868:16).

Apameia şehri unvan olarak “Gemi” anlamına gelen “κιβωτός,”’i taşır. Septimus Severus dönemine ait paralarda gemilerden ayrılışı tasvir eden resimler vardır. Geminin üzerinde yazan ““NΩΕ”ismini Riehm’in kopyalarında “Nuh” olarak

Even while new blood wet the ground's surface— With clear white hands She seized the light timbrel, The timbrel that is yours, Cybele, Your mystery, as mother of things. And making the empty oxhide tremble with her soft fingers, She began to sing, afraid a little, Thus to her companions: "Ye Gallae, let us go, go to the mountain woods of Cybele together, together go (Catalle, 2007: 104). 124 tanımlanmıştır. “Nuh” isminin yerel gelenekten geldiğini söylemek oldukça zordur. Bu yüzden bu ismin Anadolu’ya akın eden Yahudilerden ,ya da Yahudilerin var olan Phryg geleneği üzerine inşa etmeleri sonucu ortaya çıkmıştığı düşünülmektedir (Gunkel, 1997: 75).

James George Frazer, “Büyük Tufanın Eski Hikayeleri (Ancient Stories of a Great Flood)” adlı eserinde yaşanan tufanı şu şekilde tanımlar (Frazer, 1916: 270):

“Tufanla kendini ilintili olmasından gurur duyan Küçük Asya şehri, Phrygia’daki Apamea Kiboto’tur. Şehre verilen ve Severus Macrinus ve B. Philip(Philip the Elder)döneminde basılan paralarının üzerinde görülen “Kibotos” ünvanı, Yunanca da “Sandık” ve “Gemi” anlamlarına gelmektedir. Belden yukarısı gözüken iki yolcusuyla yol alan geminin yanında ise ayakta bekleyen bir erkek ve bir de bayan figürü vardır.Üstte ise kuzgun ve ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin, geminin üstüne tünemiş iki kuş resmi olarak karşımıza çıkar. Yunanca “Noah” olarak karşımıza çıkan “Noe” kelimesi geminin üzerine işlenmiş olarak resmedilir. Geminin içinde ve dışında resmedilen kişiler ise Nuh ve eşidir. Bu paralar, tartışmasız bir şekilde Apemealıların, Eski Ahitin Genesis (Yaratılış) bölümündeki İbrani geleneğine göre anlatılan Nuh Tufanı’ndan haberdar olduğunu gösterir. Apamealılar ise bu hikayeyi Kudüs’e bağış amaçlı giden Yahudi vatandaşlarından öğrenmiş olabilirler. Apemea’da anlatılan Tufan hikayesi, ya İbrani geleneğinden alıntılanmıştır ya da eski bir tufan hikayesi olarak yerel bir uzantıdır.”

Stephanus Byzantinus, Ethnica adlı eserinde Ikonium’un Tufan hikayesini Yunanlılardan aldığını söyler. Ayrıca Zeus’un emriyle Prometheus ve Athena’nın meydana gelen tufandan sonra çamurdan yapılmış şekillere (εικόνες), rüzgara emrederek ruh üfleyip yeni bir ırk yarattıklarını ifade eder (Bechard, 2000: 321).

Ikonium, tufandan sonra yeniden yaratılan bu yeni ırkla hayata dönmüş ve şehre adını “Ikonium” olarak vermiştir. Bu hikaye, Yunanistan’da “Tufandan önce” anlamını veren “Kral Nannakos’tan daha eski (more ancient than the Nannakos)” adlı bir deyimin oluşmasına neden olmuştur. “Kral Nannakos gibi ağlamak (to weep like Nannakos)” ise Ikonium’da meydana gelen tufanla bağlantılı olarak ortaya çıkmış bir diğer ifadedir (Davenport, 1995: 239).

125 4. 4. 1. 6. Philemon ve Baucis

Philemon ve Baucis hikayesini Anadolu’nun misafirperverliğini anlatan bir efsane olarak tanımlamış olsak fazla abartmış olmayız. Çünkü bu hikaye, batıda bir iyilik örneği olarak Romalıların misafirperverliği olarak sunulmaktadır. Olayın geçtiği coğrafya ise Anadolu’dur. Olay, mitsel bir hikaye olduğu için herhangi bir milleti ön plana çıkarmaktan öte, mekanı ön plana çıkartıp, o insanlara misafirperverlik duygusunu veren ruha, toprağa bakmak daha doğru olacaktır.

Philemon ve Baucis, Phrygia’da yaşayan yaşlı bir çifttir. İnsanları sınamak maksadıyla yeryüzüne inen Zeus ve oğlu Hermes’in evinde kaldıkları yaşlı insanlardır. Zeus ve Hermes kılık değiştirip, tanınmamak için pejmürde bir kıyafet giyerler. Yiyecek bulmak ve dinlenmek için çalmadık kapı bırakmazlar. Her bir kapıda reddedilirler. Ta ki Philemon ve Baucis, Zeus ve Hermes’i fakirhanelerine kabul edene kadar ( Thomas, 2004: 35).

Philemon ve Baucis, iki yorgun gezgine kapılarını açarlar ve içten, samimi bir ortamda ağırlamaya çalışırlar. Misafirlerine onlarca bardak şarap doldurmalarına rağmen, şarap kasesinin bitmediğini farkederler. Bunun üzerine bahçelerinde sahip oldukları tek hayvanları olan kazı yakalayıp, misafirlerine ikram etmek isterler. Fakat tüm çabalarına rağmen, kazı yakalayamazlar. Kaz en sonunda misafir olarak gelen gezginlerin yanına sığınır ve onlardan kendisini korumalarını talep eder. Kazı korumak için, Zeus ve Hermes, kimliklerini açıklarlar ve yaşlı çifte yaptıklarından dolayı minnet duygularını sunarlar ve yaşlı çiftide yanlarına alıp köyün içindeki tepenin en üst noktasına varırlar. Birazdan Zeus’un emriyle tüm köy sular içinde kalıp, yok olup gider (Thomas, 2004: 36-37; Colton, 1968: 166).

Philemon ve Baucis köylerinin sular altında kalıp, yok olmasıyla üzülürler. Bu üzüntüleri kısa bir süre sonra şaşkınlık ve sevince dönüşür. Zeus, eski, mütevazi kulübelerini, altından yapılmış çatısı olan, muhteşem bir eve dönüştürür ve kendisinden ne dilediklerini sorar. Yaşlı çift, şu ana kadar birlikte yaşadıklarını, birbirlerinin acısını görmeyip, aynı anda ölüp, öldükten sonra da birlikte yaşamalarını ve inşa edilen bu tapınakta ölünceye kadar rahip ve rahibe olarak

126 Zeus’a hizmet etmek istediklerini söylerler. Zeus, dileklerini kabul eder (Parker vd. , 2005: 77).

Tapınakta süren uzun bir hizmetin ardından eski günlerini yad ettikleri bir günde, vücutlarında beliren yaprakları farkederler. Derileri ağaç kabuğuna dönüşmeye başlar. Birbirlerine sarılıp, ağlamaya başlarlar ve “Elveda” cümlesi dudaklarından akar. Baucis, ıhlamur, Philemon ise meşe ağacına dönüşür (Frye ve Macpherson, 2004: 316).

Tüm yukarıda bahsetmiş olduğumuz olayların kaynağı Ovid’in “Metamorphoses” adlı eseridir (Ovid, 1922: VIII, 611-719).

Jonathan Swift, Philemon ve Baucis hikayesinden esinlenerek bir şiir yazmıştır ( Swift, 2007: 39-43).84

84 In ancient times, as story tells, The saints would often leave their cells, And stroll about, but hide their quality, To try good people's hospitality. It happened on a winter night, As authors of the legend write, Two brother hermits, saints by trade, Taking their tour in masquerade, Disguised in tattered habits, went To a small village down in Kent; Where, in the strollers' canting strain, They begged from door to door in vain; Tried every tone might pity win, But not a soul would let them in. Our wandering saints in woeful state, Treated at this ungodly rate, Having through all the village passed, To a small cottage came at last, Where dwelt a good honest old yeoman, Called, in the neighbourhood, Philemon, Who kindly did these saints invite In his poor hut to pass the night; And then the hospitable Sire Bid goody Baucis mend the fire; While he from out the chimney took A flitch of bacon off the hook, And freely from the fattest side Cut out large slices to be fried; Then stepped aside to fetch 'em drink, Filled a large jug up to the brink, And saw it fairly twice go round; Yet (what is wonderful) they found.

127 Jonathan Swift gibi 18. yüzılda “Philemon ve Baucis” i tema olarak işleyen bir diğer yazar Matthew Prior’dur (Wright ve Spiers, 1959: II. 206; Hopkins, 1976: 140). John Dryden (1631-1700), Ovid’in eserlerini İngilizceye çeviren İngiliz şair, oyun yazarı ve çevirmendir (Dryden vd. , 1838: 20).

Philemon ve Baucis çifti, Goethe’nin “Faust II” adlı eserinin V. Bölümünde II. Dünya Savaşı esnasında Almanya’da yaşayan yaşlı bir çift olarak karşımıza çıkar (Goethe, 1984: 279). Bu sahnede Goethe, Philemon ve Baucis çiftinin boğulmaktan kurtardıkları bir gezgine sahip çıkmalarını, karşılıklı var olan ilgi ve saygıyı kazanmış bir toplum modeli olarak sunar (Seung, 2006: 110). Faust’un daha önce resmettiği kin ve nefret içeren sahnelerine ters olarak ütopik bir vizyon açılımıdır (Seung, 2006: 111). Philemon ve Baucis’in evlerinin yıkılması ve ölmeleri Faust’un bitmek tükenmek bilmeyen arzularının sonucudur. Philemon ve Baucis’in ölümü, geleneksel insancıl yaşam tarzının ölümü olarak nitelendirilir (Richter, 2007: 229).

Ovid’in “Metamorphoses” adlı eserinde Zeus ve Hermes tarafından ödüllendirilen Philemon ve Baucis, Goethe’nin “Faust” adlı eserinde ise kendini ilahlaştıran “Faust” karakteri tarafından cezalandırılır ( , 1995: 234).

Rus yazar Gogol, Ovid’in “Metamorphoses” adlı eserinde anlatılan “Philemon ve Baucis” hikayesini Ukrayna’da yaşayan “Afanasy ve Pulkheria” adında bir çifte uyarlamıştır (Karlinsky, 1976: 62).

Jean de La Fontaine, Ovid’in “Metamorphoses” adlı eserinde anlatılan “Philemon ve Baucis” hikayesini baz alarak bir eser koyarken,85 Ovid’in eserlerinin taklit edilmesinin çok zor olduğuna değinir (Wadsworth, 1967: 151).

La Fontaine, Ovid’in eserini Grekçesi zayıf olduğu için Latince ve Fransızca tercümelerinden okumuştur. Alıntı yaparken kaynağını saklama gereği duymamıştır. Philip Wadsworth, La Fontaine’nin Ovid’in eserinden alıntı yapmasını intihal olarak nitelendirmez ve La Fontaine’nin antik eserleri kendine özgün uyarlamasıyla başarılı

85 La Fontaine’nin “Philemon ve Baucis” adlı eserinin giriş bölümü; Nor gold nor grandeur brings us happiness: The wealth and fleeting pleasure we possess From those unsure, fickle divinities Are brief at best (La Fontaine, 2007: 353). 128 yapıt ortaya koyan yazarların başında geldiğini belirtir (Wadsworth, 1967: 152). Başarısızlıkla sona eren evlilik hayatından duyduğu pişmanlığı ve duygu yoğunluğunu “Philemon et Baucis” adlı eserinde kendisi ve ayrıldığı eşini baz alarak yazar. Ovid ve La Fontaine’de ortak duyguları dile getirmişlerdir (Wadsworth, 1967: 154-155).

Fransız besteci Charles-François Gounod (1818-1893), Jules Barbier ve Michel Carre’nin librettosunu yazdığı “Philémon et Baucis (Philemon ve Baucis)” adlı operayı La Fontaine’nin “Philemon et Baucis” adlı eserinden esinlenerek bestelemiştir (Howard, 1948: 488).

Amerika’nın İç Savaş sonrasını anlatan aşk ve serüven tarzı bir roman olan Soğuk Dağ (Cold Mountain), Charles Frazier tarafından 1997 yılında yazılmış olup, kitabın son bölümünde “Ada” adlı karakter “Philemon ve Baucis” adlı mitolojik hikayeyi okur (Frazer, 1997: 448). Kitap, Anthony Minghella tarafından 2003 yılında sinemaya uyarlanmış, filmin başrollerini Jude Law, Nichole Kidman ve Renée Kathleen Zellweger’in paylaşmıştır (Ebert, 2006: 130).

Macar yönetmen Károly Makk, 1978 yılında “Philemon és Baucis” adlı bir film çevirmiştir. Bu filmde olayın kahramanları klasik hikayede geçen iki hayırsever yaşlının aksine, evlerine yardım için gelen askeri, geleceklerini riske atmama uğruna geri çevirirler (Krautz, 1989: 215).

4. 4. 2. Phryg Sanatı

Anadolu üzerinde yaşanan Doğu-Batı mücadelesinde sadece orduların ve insanların bir yandan diğer yana sürüklenmemiş, aynı zamanda sanat, bilgi, yeni düşünceler ve yeni dinler aynı güzergâh üzerinde git gel yapar. Bundan dolayı da Anadolu’nun batı noktasında Yunanlılar ve Yunan kentleriyle iletişim bağlamında Phryglerin önemini bir kez daha ortaya çıkar. Fakat bu algı çoğu zaman gözümüzden kaçmış olup, orduların bıraktığı iz kadar etkili olamamıştır (Ramsay, 1902: 269).

Phrygia, birbirini takip eden zamanlarda meydana gelmiş onlarca medeniyete beşiklik etmiştir. Phrygia’nın sanatsal kalıntıların bolluğu, bize tahmin edilmeyecek oranda zenginlikler sunmuştur ( Gardner, 1892: 28). Phryglerin görsel

129 sanatı, özgün bir yeteneğe sahip olduklarının göstergesidir. Efsanelerde anlatılan hikâyelerde bu sanatsal gücü desteklemektedir (Perrot ve Chipiez, 1892: 27).

Ekrem Akurga, Phryg sanatını beş evrede tanımlar: 1-Erken Evre (M. Ö. 750-730), 2- Geçiş Evresi (M. Ö. 730- 725), 3-Olgun Evre ((M. Ö. 725- 760), 4- Subgeometrik Evre ((M. Ö. 650- 575), 5-Geç Phryg Stili (M. Ö. 575- 300) (Akurgal, 1997: 261).

Erken Dönem Phryg sanatı karanlıklar içinde kaybolmuştur. Fakat kesintilere rağmen, eski Hitit dünyasının sanat ve kültüründen birçok şeyi Arzawa Krallığı ile onun daha küçük komşularının yıkıntıları arasında muhafaza edebilmeyi başarmıştır. Phryg sanatı her ne kadar Hititlerden türememişse de Anadolu orjinlidir ve bu topraklardan ilham almıştır. Bu seramiğin iki ana türü vardır: Doğu hattı diye adlandırabileceğimiz ve Sangarios’tan Konya Ovası’nın içinden Toroslara doğru çizilen bölgede çok renkli (polychrome) geometrik desenler ve hayvan figürleri karşımıza çıkar (Mellaart, 1961: 39; Akurgal, 1997: 266).

Alişar IV adıyla adlandırdığımız stilin ise Anadolu’da kökeni çok eskidir. Bu stil Geçiş Stili karakteri taşır (Akurgal, 1997: 266). Batı’ya doğru Tunç Çağı’na kadar izleri görülebilen “Bucchero”86 tarzı gri ve siyah- beyaz (monochrome) bir renk alır. Oldukça canlı bir şekilde süslenmiş çeşitli polykrom vazolar Gordion’da bulunmuştur. Bu polykrom stilinin Tabal’dan ve doğudaki Luwilerden ithal edildikleri düşünülmekte iken “Bucchero” stilinin ise tamamen Phryg tarzı olduğu belirtilmektedir (Mellaart, 1961: 39; Barnett, 1975: 427).

Olgun Stilin en güzel örneklerini Alişar’a ilaveten Gordion’da da buluruz. Olgun stilde Helen etkisi daha net görülür (Akurgal, 1955: 39-51). Geleneksel Geç Hitit tipi, Attika Geometrik örneklerinin benzeridirler. Subgeometrik evrede, İon Geçgeometrik ve Subgeometrik eserlerinin izleri görülür Geç Phryg sanatı ise Ion modellerinin yerli benzerleridir (Akurgal, 1997: 267-270).

III. Tiglath-Pileser’in Tabal seferi, Tiglath-Pileser’in Nimrud’ daki sarayında ve Tell Ahmar’daki devlet sarayının rölyeflerinde Subgeometrik modeller

86 Bucchero, Etrüsk atölyelerine özgü M. Ö. 7. ve 5. yüzyıl arasına tarihlenen siyah ve parlak seramik(http://www.britannica.com/EBchecked/topic/82758/bucchero-ware) 130 tasvir edilmiştir. Bu temsiller Doğu Phrygia ve Taballer’in en erken eserleri olarak karşımıza çıkar. Bu zarif rölyeflerde kırmızı ya da siyah kıvırcık saçlı ve sık sakallı motifleri kısmen Grek özelliklerini yansıtan figürler olarak görüyoruz. Bu figürlerde Lydia tipi küpeler, yatay renkli çizgilerle süslenmiş ve köşelerinde püsküller olan uzun gömlekler ve Herodotos’un (Herodotos, VII, 72-73) tanımladığı üzere “Bacaklarının yarısına kadar uzanan” Phrygialılar ve Paphlagonialıların giydikleri çizmelere benzeyen ayakkabılar resmedilmiştir. Örme miğferler, küçük mızraklar ve diğer Orta Anadolu kabilelerince yaygın olarak kullanılan kalkanlar, Herodotos zamanında Phryglerin kullandıkları askeri araç ve gereçler olarak tanımlanır (Barnett, 1975: 427).

Bu bahsetmiş olduğumuz Phryg askeri araç ve gereçlerini, M. Ö. 6. yüzyılın ilk dönemlerine tarihlenen ve bir Doğu Phryg yerleşimi olan Pazarlı’daki renkli kiremitler üzerine resmedilen figürlerde de görebiliriz. Til- Barsib’de görülen kadınlar peçesizdir ve enine çizgili olan uzun gömlekler ve erkeklerinkine benzeyen ve çan biçimi verilmiş olan püsküllere sahip olan kısa ceketler giymektedirler. Bu tasvir etmiş olduğumuz resme benzeyen bir heykeltıraşlık eseri olan taş figür Maraş’ta bulunmuştur. Phryg erkekleri giysilerini tutturmak için fibula kullanmışlardır ve bununda en güzel örneği İvriz’de bulunan Urpalla tarafından giyilen elbisenin üzerindeki geniş, tunçtan yapılmış fibuladır. Bu fibulalardan 145 adet Gordion’da Büyük Tümülüs’te ele geçmiştir. Sargon’un rölyeflerinde Phrygialı haraç veren memurlar, uzun elbiselerinin üzerinde yay biçiminde geniş olan fibulalarla resmedilmiştir. Bu fibula kullanımı, Maraş, Zincirli ve Karkamış’a doğru güneye ve doğu yönünde yayılmıştır (Barnett, 1975: 428).

Phrygler, ölü gömme adetleri ve kullandıkları cenaze merasimi araçlarıyla gerek Yunanlılardan ve gerekse Yakın Doğu komşularından farklı bir tarz izlemişlerdir. Mezarlar, kapalı odalar arkasındadır (Young ve Kohler, 1982: 268).

Ölüler için hazırlanan mezarlar, vefat eden kişinin daha rahat edebilmesi amacıyla sütun gövdesi aracılığıyla ulaşılamıyacak bir konumda olan yüksek kayalıklara inşa edilmiştir (Perrot ve Chipiez, 1892: 154).

131 Tümülüsler, Phryglerin tipik bir ölü gömme geleneği olarak, toplumun ileri gelen kişilerinin zengin mezar hediyeleri ile birlikte ahşap malzemeden oluşan mezar odasının içine özenle yerleştirilerek, üstü önce irili ufaklı taş yığını, daha sonra ise toprak yığılarak hazırlanan, yapay tepeciklerdir (Tuna, 2007: 103).

Tümülüsler anonimdir. Plato’nun alıntıladığı bir epigram hariç, kitabeli yazıtları ve anıtsal yapıları yoktur. Figüratif sanat, Phryglerde daha çok çanak çömlekte görülür. Mezarlardaki süslemelerde pek rastlanmaz. Figüratif sanat eserleri Phryglere muhtemelen güneydoğu Phrygia, Ikonium ve Toros bölgelerinden gelmiştir. Phryg eserlerinde görülen hayvan figürleri doğuya ait değildir. Ahşap oymacılığında sergilenen hayvan figürleri ise eski bir Phryg geleneği olam ihtimali yüksektir. Özellikle aslan-boğa çatışmasını yansıtan birkaç eserde Yakın Doğu ile benzerlikler görülür. Bazı eserlerde görülen Phryg- Yeni Hitit ve Yakın Doğu kültürü arasındaki farklılıkları yansıtan tarzlar, Phryg ustalarının tecrübesizliğinden değil, kendilerine ait tarz yaratmalarndan dolayıdır. Phryg sanatının gücü, soyut dekoratif geleneğin titiz bir ustalıkla harmanlanmasında yatar. Ahşap malzemelerde ve metal eserlerde gördüğümüz figürsel olmayan desenler, Phryg sanatının karakteristiğini yansıtır (Young ve Kohler, 1982: 268).

4. 4. 3. Phryg Dili

Phryglerin kökeninde olan karmaşıklık, dillerinde de vardır. Phryg vadisinin yarısında Luwi dilini yaymak için Hitit hiyeroglifi kullanılmıştır. Fakat M. Ö. 8. yüzyıldan 5. yüzyıla kadarki dönemde ele geçen Phryg yazıtlarında Yunan alfabesinin kullanıldığı görülmüş olup, anlaşılamamakla birlikte okunabilmektedir. Leksikograf ve diğer yazarlara göre elde edilen ve okunan Phryg ifadelerinde tüm bir dilin varlığı ortaya konulamamıştır (Barnett, 1975: 435).

Phryg ifadelerinden bazıları Grekçe çevirileriyle birlikte mezar taşlarında 39. paralelin güneyindeki bölgelerde Roma Dönemi’ne kadar uzanmaktadır. Bu metinler “Geç Phryg metinleri” olarak adlandırılmaktadır. “Arkaik” olarak adlandırlan ilk Phryg metinleri hakkında farklı görüşler vardır. Bazıları Satem kolundan Hint-Avrupa dil grubuna bağlayıp Ermenice’ye yakın bulup, Ermenileri Phryglerin kolonileri olarak yansıtan Herodotos’un söylemleriyle (Herodotos, VII,

132 73) benzerlik kuracaklardır. Bu görüş Friedrich ve Pederson tarafından şiddetle reddedilmektedir ve Phryg dilinin Anadolu orjinli ve kökeninin Hititler ya da Luwiler’e dayandığı ifade edilmektedir. Bu ihtimale göre Phrygler, Anadolu’da konuşlandıkları bölgenin diline teslim olma ihtimalleri bulunmaktadır (Young, 1975: 435).

Trakyalılar, Phrygialılar ve Daco- Mysialılar Hint- Avrupa dil kökeninden gelmelerine rağmen farklı dil yapıları oluşturmuşlardır. Bunun sonucunda Brygler ve Phrygler ayrı birer topluluk haline dönüşmüştür (Petrova, 1995: 45).

Brygler ve Phrygler arasındaki en keskin ve güvenilir kaynak ise dilbilimsel ilişkidir. Dilbilimsel kaynaklara göre Phryg dili en eski Hint- Avrupa dillerinden birisidir ve Paeonia, Makedonya ve Mygdonia gibi Paleo-Balkan dilleri arasında yer almıştır. Haas, Crossland ve Georgiev gibi dilbilimciler Proto-Phryg dilinin Balkanların güneybatısında kullanılıp geliştiğini savunurlar (Petrova, 1995: 51).

Phryg dili, Yunan ve Semitik dil grubu karışımı olarak nitelendirilir (Hornsey, 2004: 128). Ionia vasıtasıyla Yunanlılardan aldıkları söylenir (Cook, 1975: 799, Muscarella, 1989: 337; Boardman, 1999: 93). Young, Yunan alfabesinin Lydia üzerinden Phrygia’ya geçmiş olabileceğini söyler (Young, 1969: 253).

Yunanistan’a direk komşu olmadıkları için Yunan alfabesinin Phryg alfabesine etkisi zamanla oluşmuştur (Perrot ve Chipiez, 1892: 9). R. S. Young’a göre Phrygialılar alfabeyi direkt olarak Semitik kaynaklardan alıp Yunanlılara transfer etmişlerdir (DeVries, 1990:390; Muscarella, 1989: 337).

Ramsay, ilk başta Yunan alfabesinin Anadolu’ya Sinope’den gelen İonyalı tüccarlar vasıtasıyla yayıldığını savunurken, daha sonraları bu fikrinden vazgeçerek batı sahillerinden doğuya doğru, ticaret ve politik ilişkilerin kullanıldığı yolu kullanarak Anadolu’ya sızdığını savunur. Bunu destekleycek örnek olarakta Midas’ın Kyme’de Kral Agamemnon’un kızı ile evlenmesini örnek gösterir. Bu iki krallık arasındaki birliktelik, batı sahilindeki Yunan şehirleri ile Orta Anadolu’daki şehirlerin iletişimini ortaya koyar (Ramsay, 1902: 269).

Michel Lejeune ve J. N. Coldstream’in çalışmalarına göre ise, alfabenin akış yönü tam tersidir. Çünkü bazı erken Yunan yazıtları alpha ve iota formları taşımakta 133 olup, Phryg yazıtlarından ziyade Semitik prototiplere daha çok benzemektedirler. Phrygler, ayrıca Yunanlılardan dokuzuncu harfleri olan “iota” ve “i” sesini almışlardır (DeVries, 1990:390). Phrygler, Yunanlıların aksine Semitik yazıtların önemli bir sesi olan ve kaydetme de kullanılan “y” sesine ihtiyaç duymuşlardır (DeVries, 1990: 394). Phryglerin dilinin Yunanistan, Asur ve Luwi kökenli olup olmadığı kesin olarak anlaşılamamıştır (Muscarella, 1989:337).

Küçük Asya ile Balkanların güneybatısı arasında pek çok onomastik (isimsel) benzerlikler vardır (Petrova, 1995: 51). Düşünceyi aktaran bilinen görsel yazı sistemlerinden farklı olarak, hiyeroglif yazı sisteminde kalıcı bir etki yaratmış ve diğer ülkeleri etkilemiştir (Ramsay, 1902:272). Prof. Holl, Phryg dilinin 5. ve 6. yüzyıla kadar konuşulduğunu iddia eder (Calder, 1911: 164).

Phryg alfabesi eğer Yunan alfabesinden türediyse, bunun ancak Yunan ve Fenikelilerin bir arada yaşadığı, çift dilli bir ortam olan K.Suriye ve Kilikia sahillerinde konuşulan Sami dilinden türemiş olabileceği iddia edilir. Bu bölge, hem Yunanlılara hem de Phryglere açıktı. Bu da alfabenin adaptasyonunu güçlendirdi. Fakat bu alfabeyi ilk kimin alıp (Phryg- Yunan), daha sonra diğerine aktardığı konusunda kesin bir kanıt yoktur (Young, 1969: 294).

İlk Phryg yazıtları M.Ö. 738’e tarihlenir. Hem Yunan hem de Phryg alfabesinin kökeni olan beş sesli alfabenin87 oluşumu ise M. Ö. 750’ye dayanır (Young, 1969: 294). Phrygler, Yunanlıların eksik olan sesli harflerini kendileri tamamlamışlardır (Young, 1969: 265). Sami dili, Phryg ve Yunan dilinin ortak atasıdır (Young, 1969: 266; Young, 1973: 23).

M. Ö. 8. ve 7. yüzyıldan itibaren kullanılan Lydia ve M.Ö. 6. ve 4. yüzyılda karşılaşılan Lykia alfabeleri ile Yunan alfabeleri arasındaki ilişki belirgindir. M. Ö. 7. yüzyıldan itibaren Karia ve M. Ö. 5. ve 4. yüzyıllarda görülen Side alfabeleri Yunan alfabeleri arasında benzerlik çok azdır. Hatta Side’nin Fenike ile doğrudan bir bağlantısı olduğu ve Sidon’un bir kolonisi olduğunu öne sürenler bile vardır. Casabonne, Yunan alfabesine en yakın olarak M. Ö. 8. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkan Phryg alfabesini görür. Phryg dilinde yazılmış kral yazıtları ile Yunan

87 Yunan alfabesi ile Phryg alfabesinin ortak harfleri şunlardır: Aleph, he, yad, ayin, waw- upsilon (Young, 1969: 255). 134 alfabesi ile yazılmış ilk metinler çağdaştır. Artık, Anadolu üzerinden alfabenin aktarıldığı çok daha rahat ifade edilebilinir. Phrygler ile Yunanlıların bir Aiol kenti olan Kyme’de buluştukları ifade edilir. Phryg ve Yunan dillerindeki ortak rütbe adları, bu düşünceyi destekleyen bir diğer örnektir. Söz konusu olan Hint-Avrupa kökenli ortak bir mirastır. Kilikia ve Tyana’da yaşayan Luvilerler ilişkisi olan Phrygler Luvicenin hem hieroglif hem de Fenike yazılışını bildiklerinden dolayı alfabenin Yunan dünyasına girişinde önemli bir rol oynamış olabilirler (Casabonne, 2010: 21).

Phryg, Galat ve Likya dilleri Roma Dönemi’nde de varlıklarını günlük dil olarak sürdürmüşlerdir. Batı ve Merkez Phrygia’da Roma işgalinden önce Grekçe birçok yerli dili yok etmiştir. Kotiaeum’dan Apameia’ya kadar uzanan batı kesiminde hiçbir Phryg yazıtına rastlanamamıştır. Fakat Galatia’ya komşu olan batı Phrygia’da Grek kültürü, Roma İmparatorluklarının yaşamasına izin verdiği tutucu yerel kurumlarla karşı karşıya kalmıştır. Bundan dolayıda Phryg yazıtlarının çoğunluğu Laodikeia, Kombusta, Philomelium, Nakoleia ve Metropolis gibi Roma İmparatorluğu’na bağlı şehirlerde karşımıza çıkmıştır (Calder, 1912: 249).

Perrot, Phryglerin alfabelerini direkt olarak Fenike alfabesinden almadıklarını söyler. Çünkü Fenike alfabesinin tüm harflerini kapsamamaktadır. Ramsay, ilk başlarda Phryglerin dili Sinope’li Greklerden aldığını öne sürerken, ilerleyen yıllarda bu görüşünü daha yoğun ilişkiler yaşadığı Phokaea (Foça) ve Kymai88 bölgesinden aldığı yönünde değiştirir (Perrot ve Chipiez, 1892:9).

Barnett’e göre Phryg alfabesi ne Ion ne de Grek karakteri taşır. Fenike alfabesinden türediğini fakat bununla birlikte Erken Dönem Grek alfabesine benzediğini söyler. Farklı yönlerde yazılan ve “Boustrophedon” adı verilen yazı biçimiyle Erken Dönem Yunan yazılarına benzer (Barnett,1975: 434; Lloyd, 1989: 66). “Boustrophedon” denilen ve “Öküzün sabanda döndüğü gibi ” bir anlam taşıyan yazı şekli Phryg vasıtasıyla Hitit hiyerogliflerinden türemiştir. Barnett, Phryg alfabesinin Grek alfabesinin atası olabileceğini ve Gordion’unda alfabenin türediği merkez olarak tanımlar (Barnett, 1975: 434).

88 Anadolu’nun Ailois bölgesinde Nemrut Koyu yakınındadır (Umar,1993: 492). 135 Ayrıca, Phryg alfabesi ile Lydia, Lykia ve Pamphilya gibi Anadolu’daki diğer bölgelerin alfabeleri ile olan ilişkilerin henüz incelenmediğini, fakat birbirlerine yakın özellikler taşıdıklarını ifade eder. Elde olan örnekler M.Ö. 5. yüzyıldan daha eski olmamakla birlikte, geçmişin çok daha ileriye uzandığı düşünülmektedir. Eldeki yetersiz malzemeden dolayı, her ne kadar Phryg edebiyatının varlığı tartışılsa bile, Yunan geleneği, kökeni Doğu’da olan ve yazısız bir halk edebiyatı türü olan hayvan masalının bulunuşunu Phryglere atfeder ve Aesop’u Phrygialı ilan eder. Hayvanların insan rolüne büründüğü fabılların kökeni Hindistan’dır. (Barnett, 1975:434).

Grim kardeşlerin yazdığı “Bremen Mızıkacıları” adlı eserle günümüze kadar gelen fabl tarzında yazılmış olan temanın izleri, Suriye’de Tel Halaf rölyefinde ve M. Ö. III. bin yılda Sümer’de Kral Mezarlarını süsleyen sahnelerde fark edilir. Fabl tarzının Hititlerle olan bağlantısı da bulunamamıştır. Ancak Sümer’den Phryglere böyle bir geleneğin geçmiş olabileceği düşünülmektedir (Barnett, 1975: 434).

“Opus Phrygium” “Frieze(Duvar süsü)” kelimesinin kökenidir. Diğer bir Phryg kelimesi “Tapete” “halı” anlamında Avrupa dünyasına Latince “Tapestry, tapis, tapizzieren” aracılığıyla geçmiştir (Rykwert, 1998: 285).89. Latince “Phrygio”90 kelimesi nakış işleyen kişi anlamına gelir ve Phryglerin bu sanattaki etkinliğini ifade eder (Barnett, 1975: 432; Lloyd, 1989: 66).

Phrygia’da Maiandros Nehri (B. Menderes), kıvrımlı yoluyla ön plana çıkar. Latince’de “Maander”olarak geçer ve İngilizce’de fiil olarak geniş bir alanda akan nehrin kıvrılması, isim olarak ise “Nehir kıvrımı” olarak tanımlanır.91 Ayrıca bir kişin “Başıboş, amaçsızca bir yerlerde dolaşması” ve yine benzer anlamda “Düşünceleri arasında kararsız kalması”anlamına gelir (Gorrell, 2001: 101-102).

89 Detaylı bilgi için bkz, Dipnot 90. 90 Bkz, F.O. tarafından yayımlanan ve 1718 yılında Taylar Institution tarafından basılan “The Law- French Dictionary Alphabetically Digested: Very Useful for All Young Students in the Common Laws of England. to Which Is Added, the Law-Latin Words As Are Found in Several Authentic Ma” adlı eserin “ embroider” ve “embroiderer” adlı maddeleri. 91 Bkz, (1) to curve a lot rather than being in a straight line; (2) to walk slowly and change direction often, especially without a particular aim; (3) to develop slowly and change subject often, in a way that makes it boring or difficult to understand. (http://www.oxfordadvancedlearnersdictionary.com/dictionary/dictionary/meander).

136 “Midas Touch (Midas Dokunuşu)” her dokunduğunu altına dönüştüren bir yetenek olarak deyimselleşmiştir (Webber ve Feinsilber,1999: 360).

4. 4. 4. Phryg Müziği

Phryglerin soyut ve entelektüel sanat alanındaki kazanımlarını açıkca göstermek zordur. Phrygler, müzik alanında yetkin bir donanıma sahiptiler ve hatta kendi adlarını taşıyan orijinal tarzlar yarattılar. Yunan geleneğine göre zil, flüt, üçgen çalgı ve syrinks (ilkel flüt) Phrygler tarafından icat edilmiştir. Bu müzik aletlerinin bir kısmını Hititlerden aldıkları da iddia edilen bir diğer varsayımdır (Barnett, 1975: 433).

R. S. Young, birçok klasik arkeoloğun her ne kadar aleyhte görüş bildirse bile, yazınsal kaynakların, Batı’nın klasik kültürüne Phryglerin müzik alanında katkıda bulunduğunu açıkca ortaya koyduğunu dile getirir. Bu alanlar soyut arkeoloji olarak ta tanımlanabilir (Young, 1973:9).

Aristoteles, “Politika” adlı eserinde “Phrygia tarzı” müziğin insanları heyecanlandırdığı ve coşku verdiğini söyler. Dor tarzı müziğin ise ağır olduğunu belirtir. Ditramb (çoşkulu şiir) türünün de Phrygialılara ait olduğu kabul edilir. Philoxonus, “Tales” adlı eserini bestelerken Dor tarzını uygun bulmayıp, Phryg tarzına dönmüştür (Aristoteles 2008: 316). Phryg müziği Lydia ve Dor tarzları arasında aracılık yapmıştır (Plutarch, 1856: V,VII).

Phrygler, Mysialılar ile birlikte Antik Çağ’ın en bilinen ağıt yakan topluluklarıdır. Aeschylus’a göre Phryglerin matem tutarak vefat eden kişinin diğer dünyaya geçişinin kolaylaştırdıklarına inanmaktadırlar (Georgiva, 1995: 63). Yunanlılar arasında flüt çalan kişilere “Phrygialı” adı verilir (Athenaeus, 1854: 995; Sivas, 2007: 12).

Phrygia “Kaval” ya da “Flüt” diye adlandırdığımız müzik aletinin beşiğidir. Phryg flütleri (Tibiae impares) ilerleyen yıllarda Roma’da da şanını duyuracak bir şöhrete sahip olacaktır (Collinson, 1975: 26). Müziğe olan düşkünlükleri ve flütü icat etmeleri zihinlerindeki yaratıcılığı gösterir. Kamıştan ilk ses çıkarmayı başaran bir millet olarak tarihe geçerler. Bu onları aynı zamanda ilk müzik aleti icat eden kavimler arasına sokar. B. Menderes Nehri’nin doğduğu yer olan Aulokrene’de, 137 rezonans sesleri emen en kaliteli kamışları yetiştirmişlerdir (Perrot ve Chipiez, 1892: 28).

Marsyas ve Olympos Yunanistan’da birçok amphorada flüt çalarken resmedilmiştir. Marsyas, Büyük Phrygia (Great Phrygia), Olympos ise, K. Phrygia (Lesser Phrygia) ile alakalandırılır. İlk kez Yunanistan’da bir arada resmedilir. (Karouzou, 1938: 499). Boğazköy’de bulunan bir Kybele heykelinin yanında tapınağın müzik aletleri olan “Aolus ile lir” çalan iki genç resmedilmiştir. Aulos’u çalan kişinin çenesi komik bir şekilde şişmiştir. Bu müzik aletleri, Marsyas ve Apollo’nun Midas’ın önünde yarıştıkları müzik aletleridir (Barnett, 1975: 432).

Aristoteles, büyüleyici tınılarıyla bilinen Phryg müziğinin insanları kendinden geçirdiği ve olumsuz hareketlere neden olabileceği gerekçesiyle gençleri bu müzikten uzak durmaları konusunda uyarmıştır (Aristoteles, 2006: 180). Bir nevi her müzik türünün hitap edeceği kitlenin farklı olacağını ve Phryg müzik türününde alt kesim insanlar ve köleler tarafından dinlenebileceğini iddia etmiştir. Dor müziği daha etik ve edebe uygun bulurken, Phryg müziği baştan çıkartıcı ve ateşli olarak tanımlanır. Dor müziği, bundan dolayı asil insanların dinlemesi ve eğitiminde kullanılması gereken bir müzik olarak tanımlanır. (Rouget, 1985: 220-221).

Plato ise, Dor müziğini tüm melodilerin üstünde görür. Plato, Phryg müziğinin dalgalı bir seyir izlediğini ve Lydia müziği gibi değersiz olarak nitelendirir ve Ion müziğinden de aşağıda görür. “Lachos” adlı eserinde gerçek Yunan müziği olarak “Dor” müziğini gösterir (Plato, 1952: 39; Rouget, 1985: 222). İlerleyen yıllarda kaleme aldığı “Republic (Cumhuriyet)” adlı eserinde ise “Ion ve Lydia” müziklerini “hafif” olarak tanımlar ve içki içerken dinlemeye müsait bir müzik türü olarak görür. Öte yandan “Dor ve Phryg” müzik türünü eşdeğer görür ve “bizi, insanoğlunun başarı ve başarısızlığının en iyi taklit eden bu iki müzik türüyle baş başa bırakın”92 der (Plato, 1937: 249).

Aristoteles, “Aulos” denilen müzik aletini (flüt) Phryg müziği ile birlikte ele alırken, Plato “Aulos” ve “Phryg müziği” ni bir arada değerlendirmez. Aristoteles ve

92 İfadenin İngilizce metni için bkz,“Leave us these two modes- the enforced and the voluntary –that will best imitate the utterances of men failing or succeeding, the temperate, the brave- leave us these” (Plato, Republic: 249). 138 Plato’nun “Müzik” ve “Kendinden geçme (trans)” olayına bakışları farklıdır (Rouget, 1985: 221-222). Aristo’ya göre Phryg müziği insanları kendinden geçirmesi kendine özgü bir tarzı olmasından dolayıdır. Bu özelliği Rougert şu şekilde özetler (Rouget, 1985: 222);

Birinci olarak şu unutulmamalıdır ki, Phryg müziği Plato ve Aristoteles zamanında tarzıyla Aristoxenes zamanındaki modu farklıdır. Değerlendirmemizi F. Lasserre ve Aristides Quintilian’un tablolarına göre değerlendirdiğimiz zaman çalışmamız çözümsüz kalmaya devam eder ve gizemini korur. Aristoteles, Phryg ve Dor müziği arasındaki belirgin çizgileri psikolojik sonuçlar açısından değerlendirmiştir. Bu çerçeveden baktığımız zaman, her iki müzik türü de müzik yapısı açısından farklı olarak telakki edilir. Ancak yukarıda bahsetmiş olduğumuz iki tabloya göre değerlendirdiğimiz zaman aralarında çok az bir farkın olduğu ortaya çıkar ve var olan kısmi fark, ancak çok iyi bir müzik uzmanı tarafından algılanabilir. Bu açıdan baktığımız zaman Aristoteles’in Phryg müziğini “ Hareketli” ve Dor müziğini “ Sukunet veren” bir tarz olarak göstermesi anlaşılmazdırç Müzik bilimci Samuel Baud-Bovy, Eski Yunan müziğini “Anhemitonik pentatonik (yarım sesi olmayan)” ve “Yarım sesi olan diatonik” olarak ikiye ayırır. Daha sonra bu hipotezini geliştirerek, diatonik bir müzik aleti olan Marsyas’ın aulos’u ile Apollo’nun lirini aralarındaki rekabette kıyaslar. Baud-Bovy’ye göre Dor müziği “Anhemitonik pentatonik” tarzda iken, Phryg modu ise “Diatonik” tarzdadır. Apollo ve lirinin, Marsyas ve aulosuna karşı zaferi eskilerin yenilere karşı zaferi olarak yorumlanabilir. Yarım tonlu Phryg modu heptatoniktir. Bu durumda Phryg modu ile Dor modu karşı karşıya gelirken, aslında yarım tonlu heptatonik mod ile yarım tonsuz pentatonik mod kıyaslanmaktadır. Müziksel açıdan farklılık dikkate değerdir. Benzer farklılığı günümüzde “Slendro ve pelog” modları arasında da görebiliriz. Bu farklılık, Batı Müziği’nde “Majör ve minör” olarak karşımıza çıkar. Bu perspektifden baktığımız zaman o dönemde Dor ve Phryg müziklerinin neden ayrı ayrı değerlendirildiğini daha rahat anlıyabiliriz.

4. 4. 5. Phryg El Sanatları

Phrygler, Kızılımak ve Sakarya çevresinde kurmuş oldukları medeniyette maden, ağaç, fildişi işlemciliğinde oldukça gelişmiş ürünler sundular (Cook, 1975: 139 799). Ürettikleri ürünleri lüks tüketim araçları olarak piyasaya sürmüşlerdir (Young, 1973: 11).

Phryglerin doğramacılık ve ahşap işlemeciliğinde mükemmel olduklarını ve bu başarılarını fildişi işlemeciliğine de yönlendirdikleri bilinmektedir. 1901 yılında Körte kardeşler ve 1950 yılında Pennsylvania Üniversitesi tarafından yapılan kazılarda Phryglerin döküm ve kabartma alanlarında, dokumacılıkta, fildişi oymacılığında söz sahibi olduklarını gözlemliyoruz (Bellinger, 1962: 431-432; Rykwert, 1998: 285). Gordion’da kullanılan ahşaplar iğne yapraklı ağaç türlerinden çam ve sedir ağaçlarındandır. Bu ağaçların sıklıkla kullanılması o dönemlerde buraların ormanlık alanının çokluğunun bir göstergesidir (Young, 1953: 357).

M. Ö. 2. bin yılda Ege, Akdeniz ve Yakın Doğu kültürlerinde ortaya çıkan fildişi oymacılık sanatı, M. Ö. 1. bin yılda İlk Demir Çağı krallıkları ve şehir devletleri arasında önemli bir ticaret kaynağı olarak gelişir ve olağanüstü işçiliğiyle gerek sanatsal ve gerekse ekonomik anlamda değerli bir meta haline dönüşür. Altın ve lapis lazuli gibi taşlarla yarışacak derecede değer kazanır ve sosyal bir güç simgesi olarak kullanılmaya başlar. Doğu’da Urartu’dan Orta Anadolu’da Phryglere kadar uzanan coğrafyada fildişi oymacılığına dair örnekler bu geleneğin yaygınlığını gösterir (Denel, 2010: 69).

Yunan fildişi işlemeciliğini araştıran R. D. Barnett’in çalışmaları Phryg fildişi işlemeciliğinin Doğu ile Yunanistan arasında bir köprü vazifesi gördüğünü destekler. M. Ö. 8. yüzyılın son çeyreğinde çoğunlukla Yunan sahillerinde, adalarında ve kendi anakarasında bulunan antik mekânlarda ele geçen Phryg tunç eserler, ürün akışının ve kral yolunun etkisinin somut örneklerindendir. Gümüş, ahşap, fildişi ve dokuma ürünlerine göre daha dayanıklı olan tunç, aynı zamanda her yerde üretilebilinen ve tunç ürünlere kıyasla dayanıksız olan çanak vb. ürünlerler kıyasladığımız zaman ithal edilmeye değer bir üründür. (Young, 1953: 357).

Bilinen en erken Yunan tunç dökümhanesi Anadolu sahiline çok yakın olan Samos Adası’ndadır. Samos adasındaki bu dökümhane, büyük kazan üretimi ve aynı

140 zamanda bu kazanların etrafına işlenen “Griffion proteme”93 işlemeciliğinde uzmanlaşmıştı. İlk protemesler kabartılı şekilde işlenmiş ve muhtemelende bu teknik Gordion aracılığıyla Doğu’dan ithal edilmiştir. Çünkü griffon, M. Ö. 8. yüzyılın sonlarında Gordion’un tercih ettiği bir figürdür (Young, 1963: 358). Gordion’da vazo üzerinde ve bir çocuk mezarı üstünde görülen ahşap işlemede gagasında büyük bir balığı tutmuş olarak resmedilen griffin motifi, Phryglere özgü bir motiftir. Bir diğer plakada mızrak ve küçük yuvarlak bir kalkan taşıyan atın üstünde yol alan silahlı ve miğferli bir savaşcı resmedilir (Young, 1973: 17).

Fildişi üzerine yapılan ince işlemeler ve çocuk mezarı üzerinde bulunan ahşap üzerine işlenmiş hayvan resimleri Phrygialı zanaatkârların taş üzerine oymacılıkla uğraşan çağdaşlarına göre ilerde olduklarını göstermektedir (Young, 1973: 19).

Phrygialı zanaatkârlar arasında en titiz ve sabırlı olanları ise mobilya işiyle uğraşan doğramacılar ve kakmacılardır. Bunların ortaya koyduğu ürünlerden bazıları mezarların içinde kalmasından dolayı günümüze kadar gelebilmiştir. Sarayda sadece karbonlaşan kalıntılar kalmıştır. Saraydan alınıp kralın mezarına konulduğu düşünülen, birbirine asla benzemeyen yaklaşık 200 svastika (gamalı haç) figürü, girift bir şekilde işlenmiştir. Koyu ve açık renklerin kontrast olarak verilebilmesi için zeminde şimşir ağacı kullanılırken, işlemeler için porsuk ağacı kullanılmıştır. Bu iki ağaç türüde Anadolu’da yaygın olarak bulunmakta olup, bir zamanlar özellikle Gordion bölgesinde bolca bulunmaktaydı. Porsuk ve bölgedeki diğer ağaçların zanaatkârlar tarafından kullanılması, tunç eserler ve vazolar üzerinde sıkça görülen tipik bir Phryg sanatı ortaya çıkardı. Sarayın ihtiyaçlarını gidermek için Gordion’da kale içi atelyölerde yapıldığı tahmin edilen ahşap ürünler kesinlikle Phryg orjinlidir (Young, 1973: 19).

93 Griffion, Aiskhylos’un Prometheus’unda (804) ve Herodotos’un “Herodotos Tarihi” adlı eserinde (III, 116; IV, 13) bahsedilen efsanevi kuştur. Yunancada “Gryps”, batı dillerinde ise “Griffon” adı verilir. Aiskhylos bu yaratıkları “havlamaz, uzun gagalı, kanatlı köpekler” olarak tanımlar. Başka bir söylenceye göre, gövdeleri aslan gövdesidir. Bu yaratıklar Hyperboreliler ülkesinde, İskitlerin elinde bulunan kutsal altınlara bekçilik etmektedirler. Oralarda bulunan tek gözlü Arimaspes adlı boy, bu altınları almak için Griffionlara saldırır. Aiskhylos’a göre Griffonlar Zeus’un kutsal yaratıkları, başkabir geleneğe göre Apollon’un bekçi köpekleridir. Diğer bir efsane ise Hindistan’ın kuzeyinde bulunan çöllerde yuvalarını altın madenlerinin kenarına kuran ve dolayısıyla altın arayıcılarına karşı koyan varlıklardır (Erhat, 2006: 119). Protome ise süsleme motifi olarak kullanilan insan büstü ya da hayvan bedeninin ön kismina verilen isimdir( http://www.wordnik.com/words/protome). 141 Mezarlarda bulunan diğer ahşap ürünlerden masa, tabure vb. parçalar, gerek çok sade ve gerekse çok özenli olarak işlenmiş şekilde bulunmuştur. Birkaç parçadan oluşan bu ürünler, birbirlerine tıpa ya da zıvanalarla çok güzel bir şekilde birleştirilmiştir. Bunları bir arada tutmak için Mısır’da 18. Hanedanlık Dönemi’nde mobilya yapımında kullanılan organik bir madde yapıştırıcı olarak kullanılmış olup, bir iz bırakmadan kaybolup gitmiştir. Gordion’da ahşap eserlerde kullanılan eserler uzun ömürlü ağaçlardan yapıldığı için emsalsizdir. Phrygialı zanaatkârların kullandığı teknikler Mısır’da kullanılan ve Tutankhamen mezarında kullanılan tekniklere benzer. Bu teknikler, antik çağda uzunca bir süre varlığını sürdürmüştür. King Midas tarafından Apollo’ya sunulmak üzere Delphoi’ye gönderilen taht, Phryglerin bu konuda ne derece usta olduklarına bir kanıttır (Young, 1973: 20).

Daha sonraları Samos’ta akıtma döküm (hollow cast) tarzında üretilen “Griffion protemesler” Phrygia’dan öğrenilen bir teknik üretim tarzıdır. Yunanlılar, Doğu’dan gelen tarzları kendi zevklerine adapte etmekte mahir olduklarından dolayı “Griffon protemesler” hızlı bir şekilde Yunan tarzına dönüşmüştür. Ancak bu etkileşin doğudan elde edilen ürünlerin az olmasından dolayı detaylı bir şekilde incelenememiştir. Etkileşimi destekleyen bir diğer örnek ise Gordion’da Büyük Tümülüs’te bulunan kazanlara eklenen siren ve erkek başlı kuş figürleridir. Bu süslemelerin, Phrygia, Urartu, Asur ya da K. Suriye kökenli olma ihtimali yüksek olup, Yunanlı zanaatkârlar için bir ön model ve ilham kaynağı olmuştur. Fakat bu Doğu kökenli olduğu tezi tam olarak teyit edilememiştir, sadece fikir olarak ortaya atılmıştır. Gerek ithalat, gerek taklit etme ve gerekse adapte etme noktasında, Gordion Batı’ya uzanan bu etkileşimin temel noktasında yer almaktadır. Gordion’un rolü bu durumda icat edenden ziyade, nakledici durumdadır (Young, 1963: 358).

Phrygia bölgesinde ve Gordion’da bulunan kapların ve fibulaların çokluğu üretimin Phrygia’da olabileceğini gösterirken, Phrygia dışında bulunması yapılan ticareti ve başka bölgelerde benzeri türlerin bulunması ise Phryg düşünce ve etkisinin yaygınlığının kanıtıdır. Tyana yakınlarında İvriz rölyefinde Kral Urpalla’nın giydiği elbisedeki fibula, Gordion’daki fibulaların aynısıdır. Dolayısıyla İvriz rölyefindeki fibula, güney Kappadokia’da Phryg etkisini gösterir. Bu fibulaların batıdaki örnekleri

142 ise Rhodos, Paros, Argive Heraeum ve Olympia’da bulunur (Young, 1958: 358; Birmingham, 1961: 185-186; Barnett, 1975: 432; Young, 1973: 20).

Phryg fibulaları hafif, küçük ve taşınabilir tarzdadır. Yaklaşık 20 parçadan oluşan Phryg fibulaları çift pinle, biri diğerinin üzerine gelecek şekilde tutturulur ve tunç kaplama ile kaplanır. (Young, 1973: 20).

Kuş figürleriyle kanca şeklinde sonlandırılan M. Ö. 8. yüzyıl Phryg kepçeleri (Landle) Helenistik döneme kadar etkisini devam ettirerek Yunan kepçelerine (kyathoi) örnek teşkil etmiştir. Bu türün örneklerini Perachora’da Hera Limenia tapınağında görebiliriz. Gordion’da mezarlarda bulunan tunçtan yapılmış göbekli su kâseleri (phiale), kulpsuz kavranabilecek türde yapıldığı için, kulp takılmamıştır (Res. 14). Kulp olmadan su içmeye ve su dökmeye uygun olduğundan dolayı günümüzde Türkiye’de hâlâ hamamlarda kullanılmaktadır. Bu kapların Yunanistan’da dini ritüellerde kullanıldığını terracotta ve vazolarda resmedilen figürlerden öğreniyoruz (Young, 1963:360; Barnett, 1975: 428).

Tripod ayaklar üzerine yerleştirilmiş “Kuş- kadınlarla” süslü geniş şarap karıştırma kaplarının kalıntıları birçok Yunan tapınağında görülür. Tripod ayaklık ve kaplar Urartu kaynaklı olmakla birlikte Phrygler vasıtasıyla Yunanistan’a taşınmıştır. Anadolu Tanrıçası Kybele’nin Yunan sanatında birçok kez “Tympanum94 ve Mesomphalic phiale95” ile birlikte resmedilmiştir. Kybele ile resmedilen bu kâseler büyük olasılıkla kendi yurdu olan Phrygia’dan gelmiştir (Young, 1963: 361). İnce ve renksiz camdan yapılmış bu kâseler doğu orjinli olmasına rağmen Phrygia’da popüler olmuşlar ve kendilerine has bir tarz yaratmışlardır. Kâsenin ortasında bulunan göbeğin etrafındaki halkalar Phrygia’ya özgüdür. Gordion’da sadece birkaç kâsede halkaya rastlanmamıştır. Çiçeksi bir hava katmak için taç yapraklı süslemeler kullanılmıştır. Çoğunluğunda taç yaprak figürü olan Phryg kâselerinin izine Yunanistan’da birçok antik kent yerleşiminde rastlanmıştır (Barnett, 1975: 428; Young, 1963: 361; Birmingham, 1961: 190).

Yunanistan’da izi görülen bir diğer Phryg tunç kabı ise, döner kulpların yandan destek parçayla asıldığı, derinliği az olan kâselerdir (Res.15). Gordion’da 15

94 Tympanum: Kapı üstü süslemesi 95 Meomphalic phiale: İnce ve renksiz camdan yapılmış kase. 143 adet bulunan bu kâselerin ahşap ve toprak taklit örneklerini Tümülüs ve III ve Tümülüs P’de görebiliriz (Young, 1963:361). Bu kâselere, her ne kadar Hermos vadisi, Kıbrıs-Kurium,96Samos (Sisam) Adası, Ephesus, Yunanistan’ın Lindos, Argive Heraeum, Delphoi, Perachora ve Olympia gibi şehirlerinde rastlansa da, büyük oranda Phrygia ve çevresinde bulunduğu için, Phrygia orjinli olduğu kesindir. Diğer yerlerde ve Yunanistan’da bulunan taklit edilmiş olan tunç malzemeler M. Ö. 8. yüzyıl Phryg düşünce ve etkisinin genişliğini gösterir (Young, 1963: 362; Barnett, 1975: 428; Harita. 17).

Boğa, yılan, ördek, siren figürlü birçok kap Phrygia aracılığıyla Batı’ya geçmiştir. 1931 ve 1950 ‘de Kunze, 1956’da Amandry bu eserleri listelemiştir (Birmingham, 1961: 191). Batıda görülen İran orjinli nesnelerin her ne kadar K. Suriye, Kıbrıs ya da Van, Trabzon ve Karadeniz üzerinden ulaştığına dair güçlü kanıtlar olsa bile, Urartu ve Orta Anadolu arasındaki yakın ilişki, İran ticaretinin de karayoluyla Batı’ya ulaştığına dair güçlü bir delil olarak karşımıza çıkar. İran, Gordion, Ankara ve batıdaki at koşum takımları incelendiği zaman bu iz daha net ortaya çıkar (Birmingham, 1961: 192).

M.Ö. 730 ve 675 yılları arasında meydana gelen bu güçlü karayolu ticaret ağı, sadece bu yıllara özgü olmayıp, birkaç yüzyıl daha devam etmiştir. J. M. Birmingham’a göre M.Ö. 8. yüzyılın sonu ve 7. yüzyılın başında Anadolu’daki siyasi şartlar karayolunu kullanmaya uygundu. Karayolunun ticari olarak kullanıldığı en yoğun dönem, Phrygialıların en güçlü ve Urartularla işbirliği halinde olduğu dönemde (M.Ö. 732-680) olmuştur. Bu yol, Kimmerlilerin bu bölgeyi güvensiz bir ortama büründürmesiyle son bulmuştur (Birmingham, 1961: 192).

Phrygler, aynı zamanda tunç dökümü konusunda birinci derecede ustaydılar ve tunç döküm tekniklerinin tümüne haizdiler. Döktükleri tunç eserlerin üzerine kakma ve işleme teknikleriyle desenler döşeme kabiliyetine sahip olacak derece de zanaatkârlardı. Maddi kültür açısından Yunanistan’ın bir adım önünde olup, onlara model olacak türler yaratmışlardır (Young, 1963: 357). Tunçtan döküm ve dövme tekniğinde yapılmış kazanlar, kemerler, kepçeler, Türk hamamlarının geleneksel göbekli taslarının atası, omfaloslu (göbekli) kâseler ve Phryglerle birlikte

96 New York Metropolitan Müzesinde sergilenmektedir (Young, 1963: 362). 144 Anadolu’da yaygınlaşan, günümüz çengelli iğnelerin atası olan fibulalar, Phrygia’da var olan maden endüstrisine delâlet eder (Sivas, 2007: 12).

Gordion’da Tümülüslerde bulunan ahşap masa, sehpa, iskemle gibi ürünler farklı ağaç türleri kullanılarak elde edilmiş, marangozluk ve mobilyacılık alanında Phryglerin ön plana çıkmasını sağlamıştır (Sivas, 2007: 12; Young, 1973: 13).

Karışık ya da birbirlerinden ayrı olarak tasarlanmış geometrik desenler, kamalı haçlar, labirentler, baklava biçimli dörtgenler Phryg süsleme sanatında önemli rol oynamışlardır. “Ludus Troianus” adını verdikleri labirent oyununa göstermiş oldukları ilgi kuşkusuz süsleme sanatına olan yönelimleriyle bağlantılıdır. İnsan figürleri, hayvan figürlerine oranla zayıf kamıştır. Ön ve arka ayakları noktalar ile stilize edilmiş olan bordürlü hayvan figüleri Mezopotamya, Urartu ve Fenike sanatından etkilenmişlerdir (Barnett, 1975: 432).

Var olan en eski Phryg heykeltıraşçılık örneği, Tavşanlı’nın Çardaklı- Tepecik-Göbel köyleri arasında yer alan “Palanga” adı verilen antik yerleşim bölgesindedir. Bu örnek Geç Hitit Dönemi’na ait yazıtlar taşımaktadır. Boğazköy’de M. Ö. 6. yüzyıla tarihlenen eteklik giymiş tanrıça Kybele heykeli vardır. Her iki yanında ise tapınağın başlıca müzik aletleri olan “Aolus ve lir” çalan iki genç vardır. Tanrıça Agdistis’in bir parça gövde heykeli (Torso), Midas kentinde bulunmuştur. Yapılan eserler, silindiri andıran sütun şeklinde olan insan vucütlarıdır. Doğu’da olduğu gibi taş bir küpten değil, ağaçtan yapılmış izlenimi vermektedir. Buradaki örnekler, Samos ve Naxos’taki heykeltıraş düşünceleriyle birleşmiş ve hatta buraları etkilemiş olabilir (Barnett, 1892: 433).

4. 5. Phrygia’nın Teolojik Gücü

Antik Çağ’da din, günümüze göre daha fazla toplumla içselleşmiştir. Tüm sosyal ilişkileri sınıflandıran din olmuştur. Beşikten mezara kadar bireyler, dinin öğretileriyle kuşatılmıştır. Hayatın her anı, ister iyi ister kötü, ister mutlu ister mutsuz, ister ahlaki ister gayri ahlaki eşit bir şekilde kutsal bir varlık tarafından yönetilmiştir. Phryg dini de, tüm bu olayların ve çevrenin insanlar üzerindeki etkisi sonucu ortaya çıkmıştır. Anadolu inancında “Tanrı” tüm insanoğlunun ve hayatın yaratıcısıdır. Anadolu’da tanrının kutsallığının analık yönü ağır basar. Hayatın

145 doğasında bu kutsaliyette erkek element yardımcı bir aktör olarak yer alır. Erkeğin hayatı Ana Tanrıça’dan gelir. Bu toprağın, yani Anadolu’nun kahramanları hep Ana Tanrıça’nın evlatlarıdır. Bundan dolayıda ölümleri de, onları doğuran Ana Tanrıça’ya dönerek olur (Ramsay, 1902. 272).

Eski Çağ Anadolu dininin özelliği tabiata duyulan hayranlıktır. Ölmeyen, durmadan kendini yenileyen tabiatın öz kimliğinin kendini yenilemesi, ölümü yok etmesi ibadetlerin özünü oluşturur (Ramsay, 1893:565).

Ayrıca ölümle birlikte ortaya çıkan derin düşünce ve dini duygular mezarlıklarda ve anıtlarda karşımıza çıkar. Mezarlara bundan dolayı oldukça önem atfedilmiştir (Ramsay, 1893: 567).

Karanlık Dönem olarak adlandırılan Hititler sonrası döneme ait bazı bulgulardan hareket edilerek, Phryg dininin kökünün Hititli öncüllerine borçlu oldukları ifade edilir (Işık, 2007: 20-21).

Lahitlerin çoğu tapınakları andırır. Tapınaklardaki kapılar, dünya hayatı ile vefat eden kişinin hayatı arasında iletişimi sağlayan bir geçittir. Vefat eden kişinin kabirde de hayatını devam ettirdiği varsayılır. İnsanoğlu, tanrıdan gelmiştir ve tekrar O’na dönecektir. Mezarlıklar, tanrıların insanları kabul ettiği mekânlardır. Erkek tanrı, Ana Tanrıça’nın yanında yan bir figürdür. İnsanoğluna, tanrılar arasında öncülük edecek bir evlilik prototipi yoktur. Tanrının empragnasyonu (döllenme) mitsel olaylarda geçen kutsal ritüellerle meydana gelir. Şiddet, aldatma ve gizlilik yoluyla birleşmeler meydana gelir. Phrygia’da ilerleyen yıllarda medeniyet gelişme göstermesine rağmen, din, ilkel dogmalarını sürdürmüştür. Bu da Phryg dinine ezoteriklik kazandırma ve mitsel hikâyelerle karşımıza çıkar (Ramsay, 1893: 567- 571).

Küçük Asya’nın şehirleri sanata ve dine ihtiyaç duymuş, her tarafta sanat ve din izleri yayılmıştır (Ramsay,1902:272). Phryg dini düşüncesi tabiatta meydana gelen sonsuz mücadeleye olan inanca dayalıydı: Hayat ve ölüm, aydınlık ve karanlık, gençlik ve ihtiyarlık. Bu tema üzerinde zengin bir hayal kuruldu. Bu hayaller zaman ve mekâna göre şekillendi. Ayın doğuşu ve batışı, parlayan gökyüzü, güneşin doğuşu

146 ve batışı, o dönemin insanının zihninde korku yaratacak fenomenlerdi (Perrot ve Chipiez, 1892: 4).

Phryglerin en eski, en temel ve kendilerine özgü tapındıkları tanrıçaları, Luwilerin “Kubaba”, Lydialıların “Kybele”, Phryglerin “Kubila”,“Matar Kubile” veya “kayanın kızı anlamında “Agdistis”, Yunanlıların “Kybele” diye adlandırdıkları tanrılardır (Young, 1975: 435- 436). Kybele, Neolitik Çağ’dan itibaren Anadolu’da varlığını sürdüregelmiştir. Çift cinsiyeli bir figür olarak Anadolu ve kuzeybatı Suriye aracılığıyla doğuya ve güneye yayılmıştır. Suriye’de, Bambyce-Hierapolis'de “Kombabos” ya da “Gılgamış” efsanesinde “Khumbaba” olarak karşımıza çıkar. Roma Dönemi’nde ise Agdistis ve Kybele hikâyesinin anlatıldığı yer olan Pessinus’ta ortaya çıkar (Young, 1975: 435- 436). Kartacalılar karşısında zor duruma düşen Romalılar, kâhinlerinin yol göstermesi sonucu Senato’nun onayı sonucunda Pessinus’taki Kybele’nin kara göktaşını Roma’ya götürmüşlerdir (Bleeker, 1963:110).

Eski Çağ yazarları ortak bir dille Kybele’yi bir Phryg tanrıçası olarak görürler. Kybele, eski Phryg yazıtlarında “Mater” olarak geçmiştir. Kayalarda görülen Kybele resimleri M. Ö. 6. yüzyılın ilk dönemine tarihlenir. Birçok metinde Kral Midas’ın annesi olarak tanımlanır (Plutarch, Caesar, 9.III; Hyginus, Fabulae, 191, 274).

Başka bir ifade de ise Kral Midas, Kybele kutlamalarının kurucusu olarak tanıtılır97 ( Ammianus, 22, 9. 6-7; Arnabius Adversus Nationes, 2, 7398). Diodoros’ a göre Kral Midas, tüm ritüellere katılmıştır (Diodoros, 3, 59. 8; Vassileva, 2001, 51- 52).

Kybele’nin tapınım merkezlerinin çoğunluğu dağlar olmuştur (Barnett, 1975: 437; Ramsay, 1893: 567). Berecynthia Anası, Dindymene, Sipylene ya da

97 Quidam enim figmento deae caelitus lapso ἀπὸ τοῦ πεσεῖν, quod cadere nos dicimus, urbem adseruere cognominatam. Alii memorant Ilum, Trois filium Dardaniae regem, locum sic appellasse. Theopompus non Ilum id egisse, sed Midam adfirmat Phrygiae quondam potentissimum regem. 98 Sed causa in huiusmodi vertitur sola? Quid, vos Aegyptiaca numina, quibus Serapis atque Isis est nomen? non post Pisonem et Gabinium consules in numerum vestrorum rettulistis deorum? Quid, Phrygiam matrem, cuius esse conditor indicatur vel Midas vel , non cum Hannibal Poenus res Italas raperet et terrarum exposceret principatum, et nosse et scire coepistis et memorabili religione sancire? (Arnabius Adversus Nationes, 2, 73). 147 Lobrine Anası gibi bulundukların yerin adını alan kült merkezleri olmuştur. İzmir yakınlarında Sipylus’ta Kybele’nin kayaya oyulmuş heykeli vardır. Yunanlılar bu figürü çocukları Apollo ve Artemis tarafından öldürülen ve bu yüzden ağlayan Niobe olarak tanımlarlar. Bu muhtemelen bir Tunç Çağı’na ait bir su tapınağıdır (Barnett, 1953: 77). M. Ö. 8. ve 7. yüzyıllar arasında Kybele adına inşa edilen büyük fasadlar, kutsal Phrygia ırmaklarının doğduğu dağlık bölgelerde karşımıza çıkar (Barnett, 1975: 437).

Dağlık Phrygia Bölgesi’nde adeta tek tanrı gibi taptıkları Ana Tanrıça Kybele için berekete ve bolluğa yönelik eylemler için gizemli anıtlarla donatmışlardır. Phryg dilinde yazılmış yazıtlar ve Phryg sanat eserleri, Kybele’nin Phryglerin Ana Tanrıça’sı olduğunu ortaya koymaktadır. Yazıtlarda “Matar Areyastin” veya “Matar Kubileya /Kubeleya) olarak geçen bu tanrıça, Phryg sanatında ikonografik olarak betimlenen tek tanrıçadır. Bu durum, Ana Tanrıça’nın en büyük ilahe, tek tanrı olarak kutsandığının bir işaretidir. O, bereketin, doğanın, doğurganlığın sembolüdür. Adına yapılan anıtlar ona duyulan saygı ve sevginin göstergesidir. Phryg dininin somut kanıtları olan bu anıtlar, ana kayaya oyulmuş fasadlar, altarlar ve nişlerden oluşur. Bu anıtlar, tanrıçanın karakteri itibariyle şehirden uzak ormanlık, ıssız ve gizemli yerlere inşa edilir. Gök kubbenin altında yer alan uçsuz bucaksız doğa bütünüyle onun tapınağıdır. Bu inanç, ilerleyen yıllarda Kybele’yi mimari yapıların içinde resmetmeye başlamış ve insanların zihnine bu şekilde yerleşmeye başlamıştır (Sivas, 2007: 13-14; Sams, 2007: 57).

Yunanlılar büyük olasılıkla Kybele kültünü Phryglerden almışlardır. Kybele kültüne ait göstergeler Yunanistan’da Phrygia’dan daha sonradır. Kybele anıtlarından en erken dönem Yunanistan’da rastlanandan birisi de M. Ö. 6.yüzyıla tarihlenen kayaya oyulmuş tanrıça tapınağıdır ve Khios’tadır. Düzen ve tekniği 6. yüzyıl Phryg kaya mezarlarını anımsatır. Diğer taraftan Boğazköy’de bulunan 6. yüzyıla ait muhteşem Kybele heykeli Kybele’nin üzerindeki elbiseyi icra etme bakımından tamamen Doğu Yunan izleri taşır (Boardman, 1999: 93). L. E. Roller, Agathe Tyche’nin mülkü olarak tanımlanan bir kaideyi tamamen bir Grek tanrıçası olarak tanımlar ve Yunanlılar tarafından tamamen Ana Tanrıça Kybele ile

148 özdeşleştirildiğini dile getirip, Yunan ve Phryg dinleri arasında var olan senkretizmin99 altını çizer (Roller, 2007: 144).

Yunanistan’da Samothrace (Semendirek) adasında “Kabeiroi” adı verilen dini törenler düzenlenir. Zeus Sabazius ve Semele’nin oğlu Dionysos’u içine alan bu kült, Phrygia’daki “Kabeira” dağından geldiği söylenir (Rice ve Stambaugh, 1979: 158; Barnett, 1975: 437).

Kybele kültü, M. Ö. 204’te Roma’yı da etkisi altına almıştır. Kybele, Roma’ya Pergamon kralı I. Attalos tarafından nakledilmiştir. Uzun bir savaş sonrası yorgun ve bitap düşen Romalılara Kybele esin kaynağı olmuş ve adına festivaller düzenlenmiştir. Bu festivallere ilaveten “Taurobolium (Boğa kurban edilmesi)” ve “Criobolium( Koç kurban edilmesi)” törenleri eklendi. Tüm bu kültler, günah çıkarmaya ve arınmaya dayanıyordu. Phrygia’da Kybele anıtında bulunan dikme taşlar (shaft monument) kurbanların adanmasıyla alakalı olabilir. Her ne kadar yazılı kaynaklara dayanmasa da, arkeolojik veriler ışığında Taurobolium’un Kybele kültünün bir parçası haline dönüştüğü varsayılmıştır (Özkaya, 1997: 97). Hititler ile Phrygler arasında var olan ve yaklaşık 300- 400 yıl süren Karanlık Döneme rağmen, Phrygler Hititlerin selefi olarak görülür ve bu yüzden dikme taşların Phryglere Geç Dönem Hititlerden geçtiği düşünülür(Özkaya, 1997: 98).

Tanrıçayla birlikte resmedilen hayvanlar arasında önem sırasına göre ilk önce aslan, daha sonra ise kuşlar gelir. Phryglerde boğanın kutsal bir hayvan olduğuna dair net bir bilgi yoktur. V. Özkaya, Gordion’da bulunan bir adak rölyefinde Kybele’ye doğru yürüyen bir boğa resmedilmesini ve yine Boğazköy’de şematik bir idol üzerinde aslan ve boğa resmedilmesini, Kybele kültünde boğaların kurban edilmiş olabileceğinin işareti olarak görür ve Taurobolium ritüelinin ilk kez Phrygler tarafından uygulanmış olabileceğini ve dikme taşların fonksiyonlarının bu amaca hizmet ettiğini iddia eder (Özkaya, 1997: 98). Görüşüne destek olarak ta Rummens Duthey’i gösterir.100 Aizonai tapınağının yanında bulunan oyukların bu amaca hizmet etmek amacıyla yapılmış olabileceği var sayılır (Özkaya, 1997: 102).

99 Senkretizm, farklı inanç düşüncelerinin birleştirme ya da uzlaştırma yöntemine verilen ad (http://www.merriam-webster.com/dictionary/syncretism). 100 R. Duthey, “The Taurobolium and Its Evolution and Terminology” adlı eserinde Tauroboliumun Roma’ya Cybele’den sonra gelmiş ve uygulanmaya devam etmiştir. 149 Phrygia’nın yüksek kesimlerinde bulunan Delikli Taş, Maltuş, Bahşayiş, Fındık ve Değirmen Anıtları Hitit orjinli olup, ilerleyen yıllarda Taurobolium ritüeli için kullanılmıştır (Georgieva, 1995: 61).

Tapınım kültü içinde yer alan diğer figürler şu şekilde sıralanabilir: “Agdistis’e ait olan kişi” anlamında “Aristaeus”; Phrygia’da syrinks (ilkel flüt)’ü icat eden kişi olarak, Marsyas (Rollin, 1829: 199); herkesle ekin biçme yarışına giren ve en sonunda Herakles tarafından öldürülen ve ardından ağıtlar yakılan Kral Midas’ın oğlu Lityerses, Phrygia’da adı geçen diğer figürlerdir (Barnett1975: 438).

Herodotos ve Strabon’un da belirttiği üzere (Herodotos, V, 8; Strabon, X, III,16) Trakya’ya özgü ölü defnetme biçimleri hemen hemen Phrygler içinde geçerlidir. Trakya’da olduğu gibi Phrygia’da da mezar vefat eden kişin evi olarak telakki edilmiş ve günlük eşyalarla donatılmıştır. Trakya’da görülen ölü defnetme ritüellerinde hayvan kurban etme, kurban edilen hayvanın etiyle tören düzenlemenin izlerini Gordion’da bulunan Phryg mezarlarındaki inek ve koyun kemiklerinden anlıyoruz (Georgieva, 1995: 61-63).Trakya’da ve Phrygia’da görülen ölüleri en güzel giysileriyle defnetme, ağıt, ölüyü besleme, at veya köpeğini yanında gömme ve tümülüs benzeri ölü defnetme ritüelleri her iki bölgenin de aynı kökleri paylaştığını, kültürel ilişkileri olduğunu, sosyal ve politik hayatlarında benzerlikler olduğunu göstermektedir (Georgieva, 1995: 63).

Günümüzde birçok din ve mezhepte görmeye alışkın olduğumuz ağıt yakma ve kendilerini kırbaçlama vb. olayların kökeni Phrygia’ya kadar uzanır. Cenaze törenlerinde ölen kişin ardından ağıtlar yakılır ve törene katılan kalabalık göğüslerine vurarak, saçlarını yolarak kendilerine zarar verir. Bu dinsel çılgınlıkta bedenlerinden kopan parçaları tanrılarına hediye ederler. Bu festivallerde kendilerini hadım eden insanların sayısı giderek çoğalır. Bu kişiler ilerleyen yıllarda Kybele’ye inanan insanların katılacağı festivallerde koroları yönetirler. “Graeco Gali” adı verilen bu ritüeller Pers ve bilhassa Roma döneminlerinde geniş bölgelere yayılmıştır (Perrot ve Chipiez, 1892: 4; Mavor, 1802: 275-276).

Kendilerini hadım eden “Gali” adı verilen rahiplerin neden bu olaya yöneldikleri farklı şekilde lanse edilir. Bir kısmı tanrıçaya fazladan üretici güç verme

150 açısından derken, bazıları cinsiyet bakımından tanrıçaya benzeme isteğinden kaynaklandığını söylerler. Bu rahipler, kendilerini şarap içmekten men ederler. Çünkü Attis, şarap içerek kendine geçmiş ve sırlarını ortaya dökmüştür. Ekmekten uzak dururlar, çünkü Kybele, sevgilisini kaybettikten sonra uzunca bir süre oruç tutmuştur (Mavor, 1802: 275-276).

Roma’ya kadar yayılan bu hadım edilen rahiplerin kökeni Phrygia’dır. Bu rahiplere verilen “Gallus” ismi Sakarya Nehri’ne akan Gallos (Göksu/Gökçesu) deresinden aldığı söylenmektedir. Bu rahipler, tanrıça Kybele ile genç aşığı Attis’in şerefine çılgın ve vahşi karakterli danslar yaparak seyredenleri şaşkına çevirirler. Roma’ da bunlara “Attis Populi Romani” veya “ Atus Publicus Populi Romani Quiritium” diye adlandırılırdı (Çapar, 1978: 183).

Bagaios, Sabazius, Atys ve Agdistis Kybele ile ilişkilendirilerek anlatılan tanrılardır. Bagaios, tanrı için kullanılan genel bir terimdir. Zeus’un Phrygia’da kullanılan adıdır. Sabazios, bitki ve ve buğday tanrısıdır. Atys ise muhtemelen Agdistis’in kısaltılmış halidir (Perrot ve Chipiez, 1892: 31).

4. 6. Phryg Mimarisi

Barnett, Phryg mimarisinin oldukça gelişmiş olduğunu dile getirir (Barnett, 1975: 429). Perrot ve Chipiez ise, Phryg mimarisinin Yunanistan ve Asya’dan izler taşıdığını ve Asya izlerini ise Kappadokia üzerinden aldığını dile getirir (Perrot ve Chipiez, 1892:138-139).

Kazılarda ortaya çıkan yerleşim yerlerinin derinliği insanlarda şaşırtıcı bir etki yaratır. Bunun cevabı, sonradan kurulan medeniyetlerin kendinden önceki medeniyetlere ait olan ve bir şekilde yangın, savaş vb. durumlarda tahrip olan materyalin tekrar kullanılmasıdır. Phryglerin dini, askeri ve adli uygulamaları ve diğer ülkelerler ilişkileri göz önüne alındığı zaman, korunmak amaçlı kaleleri, askerleri için kışlaları, süvarilerinin atları için ahırları, askeri mühimmat için depoları ve üretim için imalathaneleri mutlaka olmalıdır. Kalenin içinde saray, sarayın içinde ise birbiriyle iç içe geçmiş halka hizmet eden odaları vardır. Sarayların yanına ilave edilmiş vergi ve takas yoluyla elde edilen gelirlerin saklandığı depolar vardır. Bu şekilde Orta Çağ’da kendi kendine yetebilen feodal kalelere benzerler. Kralın ve

151 mahkemenin dini hayatları merkezdeki bir tapınak etrafında dönmektedir (Young, 1962: 3). Kaleler, savaş zamanı bir sığınma alanı olurken, normal hayatta bir pazar yeri olarak kullanılmıştır (Young, 1973: 11).

Vitrivus, Phryglerin yaşadığı bölgede ormanlık alanların az olması ve dolayısıyla keresteninde bol olmamasından dolayı doğal tepelere hendek kazarak evlerinin zeminini hazırladıklarını dile getirir. Piramitsel tarzda inşa ettikleri çatılarını ise kütüklerle kaplarlar. Kapladıkları bu alanın üstüne kamış döşerler ve üzerini toprakla kapatırlar. Bundan dolayı kışları sıcak, yazları serin bir ortam yaratmak istemişlerdir (Vitruvious, II. 5).101

İonların Karadeniz’in kıyı kesimine giden ilk kolonicileri arasında Anadolu halklarından Phrygialı ve Lydialı yapı ustaları da vardır (Solovyov, 2010: 125). Phrygler duvar ustasıydılar ve askeri mimaride oldukça tecrübe sahibiydiler. Gordion’da inşa edilen kalelerin benzerlerini Yunanistan’da görmek imkânsızdır. Askeri mimarideki başarıları, sivil mimari alana da yansıdığı için Phrygia’da gördüğümüz sivil mimari örneklerinin benzer örneklerini Yunanistan’da göremeyiz. Phrygialılar binalarını M.Ö. 8. yüzyılın başlarında desenli mozaik taşlarla süslerken, en erken Yunan mozaiklerini M. Ö. 5. yüzyılda görebiliyoruz. Bu binalardaki aslan başlı süslemeler Yunanistan’dan en az bir yüzyıl önce görülür (Young, 1963: 357; Bellinger, 1962: 5). İnce çakıl taşlarından oluşan “Pebble mosaic”türünü ilk sergileyenlerin Phrygler olduğu söylenir (Rykwert, 1998: 285).

Phrygia’da taşın az olması ya da ulaşımın zor olmasından dolayı binalar genellikle briketten yapılmıştır. Ahşap malzeme, pahalı ve nadir bulunduğu için çatılarda nadiren kullanılmıştır. M. Ö. 8. yüzyıl Phrygia’sında kullanılan yapı malzemeleri taş, briket (kaba tuğla: crude brick) ve kamıştır. Sangarios Nehri’nin taşkın ovası, kaba tuğla için bolca kil sunarken, civardaki tepler irili ufaklı taş ihtiyacını karşılamıştır. Nehir boyundaki nemli bölgelerden de kamış ihtiyacı

101 On the other hand, the Phrygians, who live in an open country, have no forests and consequently lack timber. They therefore select a natural hillock, run a trench through the middle of it, dig passages, and extend the interior space as widely as the site admits. Over it they build a pyramidal roof of logs fastened together, and this they cover with reeds and brushwood, heaping up very high mounds of earth above their dwellings. Thus their fashion in houses makes their winters very warm and their summers very cool (Vitruvious, II. 5).

152 karşılanmıştır. Bir zamanlar ormanlık bir yapıya sahip olan bu bölge, günümüzde sadece kavak, söğüt ve ahlat ağaçları bulunan çıplak bir araziye sahiptir. Ahşap kullanımının çokluğu ve kerestelerin büyüklüğü gibi sorular, bunların nerelerden getirildiği sorularının önüne geçmektedir. Büyük Tümülüs’te her biri ayrı ayrı 20-30 feet102 uzunluğunda Kral Mezarı’nda kullanılan 200’ün üzerinde ahşap parça bulunmuştur. Bu ağaçlar, Suriye Ardıcı, Karaçam ve Phrygia bölgelerinde tepelerde yetişen ağaçlardır. Gordion’da Hitit döneminden Helenistik döneme kadar uzanan kazılarda ormanlık bölgelerde yaşayan bir tür olan “ Cervus elaphus” adında bir geyik türünün boynuzlarına rastlanmıştır. Şimşir ağacı, Porsuk ağacı, Akça ağaç (İsfendan) ve Ahlat ağacından yapılmış malzemeler mezarların içinde bulunmuştur. Bu ağaç türlerinin bazılarının bölgede hâlâ varlığını koruması ve taklit edilemeyecek bir işçiliğe sahip olan ahşap işçiliğinin devam etmesi, ele geçen parçaların yerel olma ihtimalini güçlendiriyor. Ahşap malzeme bina yapımında her ne kadar az görünse bile, parçaları birleştirme de kullanıldığı ortaya çıkıyor (Young, 1960: 3).

Perrot ve Chipiez ise, mimarisel anlamda taştan ziyade ahşabın daha fazla kullanıldığını ileri sürer. Özellikle Sakarya Vadisi civarında bölgenin yapısında dolayı yumuşak ve gevşek kaya yapısı, taş bina yapımını fazla mümkün kılmamıştır. Nüfusun artmasıyla birlikte geniş, havadar ve açık binalara ihtiyaç duyulmuş ve yer altı konutlar terk edilmiştir. Bunun içinde meşe ve çam gibi ağaçlara ihtiyaç duyulmuştur (Perrot ve Chipiez, 1892: 179).

Phrygler zamanında bolca ahşap kullanıldığına dair izler vardır. Ağaçlar balta ile kesilmiş, dalları kesilerek doğranmış ve testerelerle istenilen uzunluğa getirilmiştir. Bu saydığımız kesim araçlarının izlerine pek çok ağaçta rastlarız. Tığ ve burgu gibi delme araçları oyuk açmak için kullanılmıştır. Bazı ahşap malzemelerin döşemeleri yerleştirmek amacıyla delindiği görülmüştür. Engebeli zemin düzleştirmek amacıyla, binaların temelinde ahşap kullanılmıştır. Duvarları iç yüzü ahşap direklerler desteklenmiştir. Kullanılan bu ahşap malzemeler çürüyüp yok olduğu için günümüze sadece kil içindeki kalıntıları ve zemin üzerinde oluşturdukları izler kalmıştır (Young, 1960: 3-4).

102 1feet:30.48 cm. 153 Binaların ağırlığını yaymak ve çöküş ihtimalini azaltmak için zeminde kullanılan kütüklerin uçları, iki, üç ve hatta daha fazla feet103 uzunluğunda dışarı sarkar. Kral Mezarı’nın dış kaplaması için kullanılan kütükler, ağaç gövdelerinin doğal mahrutları dengelensin diye sıra ile zıt yönlerde yerleştirilir. Ağaçlar düzenli bir şekilde kesilip, itina ile yerleştirilir ve bundan dolayıda çoğu zaman birleşme noktaları görülmez. Ancak ağaç türleri farklıysa, renginden ayırt edebilme şansımız vardır. Mezar odalarının köşeleri itinali bir şekilde açılan zıvanalarla birbirlerine bağlanmışlardır (Young, 1960: 3-4; Young, 1953: 161; Keller, 2009: 11; Res. 16).

Şehirde inşa edilen yarı ahşap binalarda ahşap, taş ve kaba tuğla ile desteklenmiştir. Dikey sütunlar ve yatay kirişler, kaba tuğladan yapılmış olan duvarları desteklemek amaçlı kullanılmıştır. Muhtemelen iç ve dış destekler kısa kirişlerle biribirlerine bağlanmışlardır. Kalıntılarda gözüken nişler, bir zamanlar dikey sütunlar ve payandaların girdiği oyuklardır. Phrygia’da meydana gelen büyük yangından dolayı duvarların sadece alt kısımları günümüze kadar gelebilmiştir. Tuğladan yapılmış kısımları ayakta kalabilme başarısını göstermiştir (Young, 1960: 5).

Dikey sütunlar ve yatay kütükler düzenli aralıklarla çaprazlama birbirlerine bağlanmışlardır. Fakat herhangi bir metal ya da çivi izine rastlanmamasından dolayı ahşap mandallar ya da zıvanalarla birbirlerine bağlandıkları düşünülmektedir. Ahşap mandallara ait bir izin bulunmaması, zıvana kullanılma ihtimalini güçlü kılmaktadır. Bina tamamlandığında kerpiç ve ahşaptan oluşan yapının üzeri çamur sıvayla kaplanmıştır. Dış sıva ise, kerpiç duvarları korumak amacıyla yeri geldiği zaman yenilenmiştirYoung, 1960: 5; Young, 1953: 162-163).

Ahşap, çatı kaplamasının da en belirgin materyalidir. Çatı malzemelerinin yıkıntıları arasında yanmış ahşap kalıntıları, yangın sonrası oluşan malzemelerin toplandığı kül yığınları vardır. Kamışın kullanıldığı destekleyen birkaç kil malzemeye ulaşılmıştır. Bu tür yapı biçimleri Anadolu’da hâlâ varlığını sürdürmektedir. Kütükler belirli aralıklarla sıralandıktan sonra, üzerine konulan kamış tabakası kille örtülür. Çatıların bu şekilde örtülmesi üzerindeki kil kaplamanın her yıl yenilenmesi kaydıyla yeterlidir. Oluşturulan çatılar bazen düz, bazen de hafif

103 1 feet: 30.48 cm 154 yükseklik oluşturan tepeciklerle oluşturulur. M.Ö. 8. yüzyılda Phrygia’da duvarlara çizilen karalama resimlerde (Res. 17) evlerin çatılarının düz olarak resmedilmediği, üçgen yapılı (beşik çatı) olarak çizildiği görülmektedir. Her ne kadar çizilen 3 resimden birisinin kuş evine benzeme ihtimali olsa da, diğerlerinin normal ev olma ihtimali yüksektir. Anadolu’da kışların karlı ve yağışlı geçtiği düşünüldüğü takdirde bu üçgen çatılı evlerin tercih edilmesi mantıksal açıdan da doğru kabul edilir(Young, 1960: 7; Barnett, 1975: 58; Lloyd, 1956: 197; Haspels, 1971: 140; Young, 1973: 12).

Phryg evlerinin görünümü özenle yapılmış, binaların fasadlarını temsil eden ve Arslankaya, Bahşayiş, Demirkale ve Midas’ta karşımıza çıkan oyulmuş kayalardan yola çıkılarak tahmin edilebilir (Barnett, 1975: 429). Bu fasadlar, M. Ö. 8. yüzyıldan itibaren Seleucid Dönemine kadar yaklaşık 500 yıl değişmeden aynı özelliklerini korumuşlardır. Zamanla sütunlarda, saçakların yapımı ve süslemelerinde Yunan izleri taşımıya başlamışlardır. Bununla birlikte ana karakter Gordios ve Midas Dönemi’ndeki özelliğini hiç kaybetmemiştir (Perrot ve Chipiez, 1892: 24).

Phryglere tunç çağından miras kalan kaya oymacılığı becerisi, mimarisel anlamda onlara ev ya da tapınak fasadlarının tasvirlerini mümkün kılmıştır (Barnett, 1975: 433). Rölyef şeklinde geometrik desenlerle süslenmiş üçgen alınlıklı fasadlar, kaya anıtlarının genel karakteristiğidir. Kapılarda bulunan sürgülü cam gözetleme açıklıkları bu mimari yapının bir diğer özelliğidir. Phryg kaya anıtları da Hitit kaya anıtları gibi su kaynaklarının yanına inşa edilmiştir (Lloyd, 1956: 202).

Fasadları, ritüel yapı olarak değerlendirenler vardır. Açık hava tapınağı olarak ta değerlendirilir. Midas anıtında, kutsal alanda (Temenos) bir revak sütunlu giriş vardır. İki boyutlu olmalarına rağmen bir binayı temsil ederler. Kapıdaki nişten tapınaktaki tanrıça ya da Kybele’yi görebilme imkânınız vardır. Midas anıtı, ilk bulunduğunda bir mezar anıtı olarak varsayılmış, daha sonra ise Phryg krallarının ataları ya da kahramanları için yaptırdıkları bir anıtsal yapı olarak düşünülmüştür. Körte, bu yapıları birer tapınak merkezi olarak tanımlar (Haspels, 1971: 99; Lloyd, 1956:202).

Phryg evlerinin kapı girişlerini, kayalara oyulmuş fasadlardan yola çıkarak yorumlayacak olursak, geometrik desenlerle kaplı bir perdenin altında gizlenmiş, ya

155 da yanında yer almış olarak görebiliyoruz. Bu perde ise, ya ahşap bir işleme tarzı olan kakma ya da asılı bir halı ile oluşturulmuştur. Bu her iki zenaatta da Phrygler geleneksel olarak oldukça etkin bir beceriye sahiptiler. M. Ö. 6. yüzyılla birlikte bu perdelerin yerini pişmiş kil çinilerden yapılmış, Antae’ye104 eklenmiş, hafif kabartma tarzında şekillendirilmiş dış cephe kaplamaları almıştır. Gordion, Pazarlı ve diğer yerlerde de karşımıza çıkan bu örnekler insan ve hayvan figürleri taşırlar ve parlak, çok renkli boyalarla (polychrome) boyanmıştır ve hem Helen hem de Doğu sanatından izler taşırlar. Bundan dolayıda Latince “Phrygium”105 olan “friz” kelimesinin Phryg orjinli olması anlamlıdır (Barnett, 1975: 429-430; Lloyd, 1989: 66; Perrot ve Chipiez, 1892: 185).

Ahşap malzeme, bina yapımında çatı, duvar, kapı, pencere ve kapı iskeletinde ve iki katlı binaların zemininde kullanılmıştır. Binalardan arta kalan malzemenin çoğunluğunun taş ve kaba tuğla oluşturmaktadır (Young, 1960: 7).

Zemin planı ise Kimmer öncesi dönemlerde varlığını koruyan Anadolu’da çok eski bir tür olan “Megaron” tarzındadır (Young, 1960: 7; Young, 1973: 12). Her megaronun küçük bir salonla başlayıp ulaşılan geniş bir avlusu vardır. İçten içe bağlantı yoktur. İnşa edilen megaronlar muhtemelen birlikte inşa edilmişlerdir. Çatı, tüm megoranları kapsar ve mahya kirişi binanın uzunluğu boyunca uzanır ve bu işlem inşaat esnasında yapılır. Sarayın en büyük megoranı da dâhil olmak üzere, hizmet binalarının her biri, çatı mekânı için ortadan ikiye bölen ahşap sütun sıralardan oluşan destekleyici dar yan koridorlar ve içe doğru gittikçe artan sütunlardan oluşur. Mekânı sütunlarla bölmek, çatı inşasını kolaylaştırır. Fakat stratigrafik ve mimari kanıtlar, kullanılan sütunların her bir odanın üç tarafını da çevreleyen ahşap galerileri ve balkonları desteklemek amaçlı da kulanıldığını gösteriyor. Dış kenarları desteklemek amacıyla bağımsız sütunlar inşa edilmiştir (Youn, 1973:15). Bağımsız yapılardan hoşlandıkları için binaları içten bölmüşlerdir (Young, 1962: 11).

104 Tekili “Anta” olarak karşımıza çıkar. Bazı Yunan tapınaklarında girişte yandaki duvarların önüne konmuş gömme sütun benzeri ayak (http://www.thefreedictionary.com/anta). 105 Friz kelimesinin etimolojik kökeni hakkında bkz:1555–65; < Middle French frise, perhaps < Medieval Latin phrygium, frigium, frisium embroidered cloth, embroidery, Latin Phrygium, neuter of Phrygius Phrygian (http://dictionary.reference.com/browse/frieze; Niermeyer ve Kieft, 1976: 454)

156 Saray tarzında inşa edilmiş olan Gordion Megaronu’nun bir üst katı, ya da galerisi olma ihtimali yüksektir. M. Ö. 750 gibi bir tarihte döşemeler çakıltaşı mozaikle kaplı idi. Taş, birinci katta, kaba tuğla ise ikinci katta kullanılmıştır. Ahşap malzeme yangından dolayı kül olarak karşımıza çıkmaktadır. Yangın olmadığı takdirde çürüyeceği için yine de karşımıza çıkma şansı az olacaktır. M. Ö. 7. ve 6. yüzyılın başlarında Lydialıların Phrygia bölgesinde yoğun olduğu dönemde yeni şehri çevrelemek amacıyla bir istihkâm yapısı (kale duvarı) inşa edilmiştir. Tamamen kaba tuğladan inşa edilen bu yapı 14 feet kalınlığında ve 45 feet uzunluğundaydı. Aralıklarla kale şeklinde oluşturulan kulelerle dışarıyı gözetleme imkânı sağlanmıştır (Young, 1960: 7; Young, 1973: 11).

R. S. Young, kaba tuğla yapımının günümüzde olduğu gibi, o dönem de de kolay bir şekilde üretildiğini ifade eder. Taş ise katkı sağlayan bir malzeme olarak kullanılmıştır. Kaba tuğlanın aksine taşın tekrar kullanılma özelliği vardır. Bundan dolayı da önceki binalardan sökülen taşlar yeniden kullanılmıştır. Kullanılan taşlar tür olarak yumuşak taş, beyaz ve kırmızı kireçtaşı ve kumtaşı olarak sınıflandırılır. Yangından sonra parçalanan yumuşak taşlar, yeniden kullanmak için elverişsiz olmasına rağmen binaların zeminlerinde kullanılmıştır ve 12 feet derinliğinde ve 10 feet kalınlığında bir zemin oluşturmuşlardır. Eski molozların yanı sıra yeni molozlarda kullanılmıştır. Çünkü Phryglerin duvarcılık geleneğinde kırılmış taşları kullanmak oldukça yaygındı (Young, 1960: 7). R. S. Young, tunç ve demirden yapılmış yüzlerce kırık ok ucuna dayanarak, M. Ö. 550’li yıllarda çıkan yangının kazara olmadığını belirtir ve muhtemelen de bu bölgeyi savunanların savaşı kaybetmiş olabileceğini ekler (Young, 1953: 164-165).

Depremsel olarak aktif bir bölgede inşa edilen Phryg kalelerinin karmaşık bir yapısı vardır. Katmerli taş tabakadan oluşan ana kapı, kireç taşı ile inşa edilmişken, iç dolgusu riyolit ile kaplanır ve binada oluşan tasmana106 ve hareketliğe karşı duyarlıdır. M.Ö. 900’lü yıllarda inşa edilen Erken Dönem Phrygia Kapısı kalenin ana giriş kapısı olarak kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde kale höyüğü, önceki dönem yapıların üzerine inşa edilerek devam etmiştir (Keller, 2009; 2).

106 Madencilik faaliyetleri sebebiyle yeraltında oluşan boşluklardan dolayı, üst formasyonların oturması sonucu yeryüzünde meydana gelen çöküntüler. 157 Gordion kalesi sahip olduğu konumdan dolayı pek çok tarihsel olaya şahitlik etmiştir (Keller, 2009; 3). Phryg medeniyetinin zirvede olduğu dönem M. Ö. 900-800 yılları arasındadır ve Kral Midas’ın hüküm sürdüğü M. Ö. 800- 540’lı yılları da kapsar. Orta Phrygia Dönemi diye adlandırılan bölümde kale etrafında ikinci büyük şehirleşme faaliyetleri meydana gelmiştir. M.Ö. 800’de meydana gelen yıkıcı yangından sonra, şehir yeni binaların zemininde kullanılacak birkaç metrelik kil tabakası bırakmıştır. Daha sonraki yıllarda inşa edilen binalar, Erken Dönem Phryg yapıları hakkında bize ışık tutmuştur (Keller, 2009; 3).

Höyüğün iç kısmı, saray, megaron ve çok katlı odalardan oluşan 3 ana bölüme sahiptir. Megaron bölgesinin ortasından bir cadde uzanır. Her bir yapının giriş ve ana salonları vardır ve bölgeye simetrik bir güzellik katarak içe doğru bakan tarzda caddede sıralanırlar. Hem Erken hem de yeniden kurulan Orta Dönem Phryg yapıları bu özellikleri yansıtırlar (Keller, 2009; 6).

Demir Çağı’ndan günümüze kadar ayakta kalabilen en büyük kapı olan Erken Dönem Phryg kapısı dizaynı ve yapısı itibariyle olağanüstüdür. Höyüğün güneydoğu köşesinde yeralan kapı, Erken Dönem Phryg şehrinin ana kapısı olma özelliğini taşır. M.Ö. 9. yüzyıl ortalarında inşa edildiğinde gelişen şehir için eğimli giriş yolu ile şehre debdebeli bir hava katmıştır (Keller, 2009; 7-8). Erken Dönem Phryg Devleti’nin sonunu hazırlayan yangından sonra, kapı 3-5 m. kilin oluşturduğu tabakanın altında kalmıştır (Young, 1953: 1-18). Genelde kapı olarak kullanılmasına rağmen, kalede giriş binaları olarak bilinen ve içerdiği renkli taşlardan dolayı “Polykrome Evler” olarak adlandırılan yapılar (DeVries, 1990: 373) ilerleyen yıllarda Phryglerin anıtsal büyük kale yapımı tasarımına öncülük etmişlerdir. Bu kapı, kale doğu yönünde genişleyince Erken Dönem Phryg kalesinin iç kapısı olarak hizmet vermeye başlamıştır. Bu 23 m. uzunluğundaki yeni, eğimli giriş, dış kale kapısından içte yeralan Polykrome Ev’e kadar 8,6 m. genişliğinde yumurta büyüklüğündeki taşlarla uzanır (Young, 1955: 373).

Tanrıçalı ya da tanrıçasız birçok fasad zengin geometrik motiflerle süslenmiştir. Bunlar, çatı mertekleri üzerinde tekrar eden baklavalar ya da birbirine geçen bir dizi çarpı ve karenin etrafında gelişen labirent benzeri karmaşık desenler

158 olabilir. Midas şehri, Aslankaya ve Maltas anıtlarında bu tarz geometrik süslemeler görmek mümkündür (Roller, 2007: 143).

Binaların “Orthastat”107 ile süslenmesinin kökeni K. Suriye ve Asur’a dayanır. Phryglere ait tamamlanmış ya da tamamlanmamış pek çok rölyef vardır. Phrygialı heykeltıraşlar, biçime önem vermediği için çizilen pek çok rölyef net olarak anlaşılamamıştır. Bundan dolayı da Gordion’da bulunan Kimmerliler öncesi döneme ait hayvan figürleri, Midas’ta mezarlıklarda ve fasadlarda bulunan aslan figürlerine kıyasla kaba ve ilkel bulunmuştur. Bu da bu işi yapanların başlangıç aşamasında olduğunu gösterir (Young, 1973: 16-17).

Yazılıkaya anıtı için Ramsay, Phrygia’da diğer eserler olmasa bile tek başına Yazılıkaya anıtının görülmeye değer olduğunu dile getirir. Midas şehrinin kayalık platosuna işlenmiş olan bu anıt, gökyüzünün karşısına şiddetli bir şekilde durur. Phrygia’nın yüksek bölgelerinde gözüken yoğun kaya anıtları bölgenin doğal yapısının özelliği sonucu olmuştur (Haspels, 1971: 73).

Mimari ve geometrik desenlerin anlamı farklı yorumlanmıştır. En çok kabul edilen ise Matar kabartmalarında “Yapının” kraliyet sarayı olduğu ve tanrıça-mimari cephe birlikteliğinin Phryg kralı ile Matar arasındaki yakın ilişkiyi güçlendirmeye yardım ettiğidir. Bu açıklama cepheleri bezemek için kullanılan geometrik desenlerle desteklenmektedir. Matar’lı kabartma cepheler, Phryg kraliyet çevresinde kullanılan ikonografiyi tarz olarak kendilerine adapte etmişlerdir. Bu benzerliği Gordion’da tümülüslerde ortaya çıkan ahşap servis ayaklarının bezemeleriyle karşılaştırdığımız zaman daha net görebiliriz. Cephelerdeki tanrıça simgesi, kralı korumaya yönelik olarak tasarlanmıştır. Aslan ve yırtıcı kuş gibi atribüler ise güç ve kudreti temsil ederler (Roller, 2007: 144).

Arslankaya’daki Kybele ve aslan motifleri daha derin etki yaratmak amacıyla zemin daha derin oyulmuş ve arka bacaklar ile aslanların işlendiği arka zemin daha belirgin hale getirilmiştir. Açıkağızları ve kulakları ile aslanların gücü simgelenmek istenmiştir. Hitit geleneğini yansıtmakla beraber, daha sert, daha canlı ve daha az klasik yön barındırır. Dönemindeki benzer eserlerle kıyaslandığı zaman

107 Asur ve Hitit mimarilernde görülen yapıların dış cephelerinin altında yer alan kabartmalı taş blok. 159 daha canlıdır (Haspels, 1971: 134-135; Barnett, 1975:437). Yılanlı Taş ise Arslankaya’ya göre daha çarpıcıdır. Süslemeleri büyük bir özenle işlenmiştir (Haspels, 1971: 137).

M.Ö. 8. yüzyıla tarihlenen Gordion’da bulunan kaba tuğladan yapılmış kent suru, kalıntılarının yoğunluğu, tahkimli bir kalenin varlığını ve dolayısıyla bir şehir planı olabileceği düşüncesini doğurmaktadır. Kalenin kapısı kesme taştan yapılmış, içe doğru meyilli ve caddenin uzantısına diyagonal olarak yerleştirilmiştir. Bir Anadolu kasabasını tasvir eden Asur yarım kabartması (Bas relief), kale mimarisi ile ünlü Fransız mühendis Vauban’ın tarzını andıran kale burçları ve yeni girişleriyle, yıldız biçiminde formile edilmiş bir modeli tasvir eder. Görülen odur ki, Phrygler Yunanistan’ı sadece diğer sanat alanlarında etkilememiş, aynı zamanda mimari açıdan da etkisi altına almıştır. Gordion ve benzeri birçok güçlü şehir Phrygia- Yunanistan ve Phrygia-Asur-Urartu ve İran hattında yer alan ticaret yolu üzerinde inşa edilmiştir (Roller, 2007: 144).

Phrygler ev süslemeciliğinde sadece heykel değil aynı zamanda mozaikte kullanmışlardır. İlerleyen yıllarda doğu modelleri olmadan kendi tarzlarını yaratmışlardır. Gordion’da çakıl taşı mozaiklerle süslenmiş megoranlara rastlanmıştır. Bu mozaiklerde bir uçtan bir uca, aynı motif yaratılmasa da, kırmızı, lacivert ve beyaz çakıl taşlarında oluşan benzer geometrik desenlerle süslenmiş bir mozaik yapısı mevcuttur (Young, 1973: 17).

Genel olarak motifler odanın genel eksenini takip eder ve tam bir uyum sağlamak için ahenkli bir şekilde sıralanır. Muhtemelen bu mozaikleri yerleştirenler, uzanabildikleri alanları kapladıktan sonra, yer değiştirerek bir diğer alanı kaplamaya geçmişler ve bu şekilde tüm alan kaplanıncaya kadar birkaç kez yer değiştirmek suretiyle, bu başarılı oryantasyonu elde etmişlerdir. Bu mozaikçiler aynı zamada bir öncüdür. Çünkü kendilerinin örnek alabileceği kişi ve elinin altında model olarak kullanabileceği yazılı bir araç ve gereç yoktur (Young, 1973: 17-18).

M. Ö. 8. yüzyılda Phrygia’da çanak çömlek, tekstil ve ahşap ürünlerde var olan geometrik desenler repertuarı oluşturmuşlardır. Aslında mermerler, halı ve kilimlerin yerini almış ve bununla birlikte halı ve kilimlerde var olan desenleri de

160 bünyesine taşımıştır. Halı ve kilimde dikkati çeken renk yoğunluğu mozaikleri de etkilemiştir. Mozaiklerin tutma işlemi ve yapılan işin süreci hakkında kesin bir bilgi yoktur. Mozaik ustası taşların tutması için çimento ya da herhangi bir alçı kullanılmamıştır. Yüzeyde ince bir tabaka halinde izleri bulunan toz halindeki koyu madde büyük bir olasılıkla taşları birleştirmek için kullanılan bir yapıştırıcı maddedir. Mozaik zemine yerleştirilen ilk tabaka değildir, mozaik sıkıştırılmış toprak zemin üzerine yerleştirilir. Geometrik desenlerin arasına yerleştirilmiş ve desenlerin ahengini bozan sade gri çakıl taşlarının oluşturduğu yamalar, mozaiğin maruz kalacağı zarar ve yıpranmayı aza indirmek içindir. Gordion’daki M. Ö. 8. yüzyıl mozaikleri uzunca bir süredir devam eden mozaik sanatının başlangıç evreleridir. Sadece birkaç parçası Helenistik Dönem’e aittir (Young, 1973: 17-18).

161 SONUÇ

“Antik Kaynaklara Göre İç Batı Anadolu’nun (Phrygia) Jeopolitiği” adını verdiğimiz bu çalışma, M. Ö. I. bin yılda Anadolu’da var olan, diğer devletlerle kıyaslandığı zaman ömrü pek de uzun olmayan, fakat buna rağmen gerek o dönemde, gerekse günümüzde bilinilirliği yüksek olan Phrygia’yı, bu bilinirliğini kazandıran konum, konumun yarattığı Doğu- Batı arasındaki ulaşım gücü, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin oluşturduğu ekonomik güç, insanoğlunun var olduğu andan itibaren ihtiyaç duyduğu tapınma duygusu ve diğer toplumlara ve hatta tek tanrılı dinlere bile yansıyan teolojik güç ve diğer mimari, sanat ve edebi gücünü, “Jeopolitik” kavramı konsepti içinde analiz ederek, değerlendirmeye çalıştık.

Her bir yüzyılın kendi coğrafi perspektifi vardır. Phrygia’yı jeopolitik konsept içinde değerlendirirken, jeopolitiğin çok yakın ilişki içerisinde olduğu tarih, coğrafya, siyasi coğrafya gibi disiplinleri analiz edip, jeopolitiğin nasıl ortaya çıktığını, adı konulmadan öncede aslında var olduğunu ifade etmeye çalıştık.

Jeopolitiği tanımladıktan sonra klasik dönem ve yeni klasik dönemde ortaya çıkan jeopolitik teoriler hakkında bilgi verdikten sonra, Phrygia’nın 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyılda ortaya çıkan jeopolitik teorilerle değerlendirilemeyeceğini, ancak coğrafi konum, sınırlar ve coğrafi bütünlük, saha genişliği ve sahip olunan stratejik kaynaklar, coğrafi özellik, sosyal unsurlar, ekonomik değerler, kültür değerleri gibi değişen ve değişmeyen unsurlar gözönüne alınarak değerlendirilebileceği kanısına vardık.

Coğrafya, ilk başlarda iklim, topografi, toprak ve kaynakları inceleyen bir bilim dalı iken daha sonraları doğal olaylar ve bunların topluma etkilerini de incelemeye başlamış ve böylelikle ekonomik, sosyal ve siyasi coğrafya adı altında tanımlar oluşmaya başlamıştır. Coğrafya, tarihi inşa etmiştir ve herhangi bir ülkenin tarihi gelişimi ya da diğer uluslar ile olan siyasal ilişkisi, ele alınan ülkenin konumu, iklimi, yüzeyi ve ürünleri öğrenilmeden anlaşılamaz hale gelmiştir.

Napolean, “Devletin politikası coğrafyasında saklıdır” der. Yeryüzünün yapısal karakteri, insan hayatını ve dolayısıyla tarihi şekillendirmede önemli bir etkendir. Herder’e göre tabiat ile tarih, en içten bir bağ ile birbirlerine bağlıdırlar.

162 Tabiat ve tarih, mahiyetçe birbirlerinden ayrı olmayıp, devam eden bir sürecin birbiri ardına gelen iki basamağıdır ve bundan dolayı da tarihin kanunları, yüksek tabiat kanunlarından başka bir şey değildir. Montaigne’e göre bir ulusun karakteri, tarihi oluşumların en önemli etkenlerinden birisidir. Bu ulusal karakterde, bulunulan bölgede, insanoğlu ve tabiat arasındaki etkileşimden etkilenir. Buckle ise, fiziki çevrenin insanoğlunun bazen önünü açtığını bazen de kapadığını söyleyerek, tarihin bu şartları göz önüne almadan anlaşılamayacağını söyler.

Tarihin temelinde coğrafya yatar, tarih, coğrafyaya çok şey borçludur. Coğrafyasız tarih, ölü bir bedene benzer. Ne yaşam vardır, ne de hareket. Tarihsiz coğrafyada ise, yaşam ve hareket olmasına rağmen tekdüzelik hâkimdir.

Tarihi olaylar farklı coğrafyalarda farklı şekilde meydana gelir. Bundan dolayı da tarihi olayları daha rasyonel bir şekilde anlamak için meydana geldiği coğrafyayı da göz önünde bulundurmak gerekir. Tarih, birbirleriyle mücadele eden milletlerin hikâyeleriyle doludur. O ana kadar birbirleriye güç mücadelesi içinde olan, egemen olma ya da savunma durumunda kalan devletlerin mücadeleleri bilimin gelişmesiyle birlikte analiz edilmeye başlanmış ve daha önceden tarih, coğrafya, siyasi coğrafya gibi disiplinler arasında mevcudiyetini sürdüren “Jeopolitik” 19. yüzyılın sonunda ortaya çıkmıştır.

Jeopolitik, bir disiplin olarak ortaya çıkmadan önce tarih ve coğrafya içinde sürdürdüğü varlığını en son siyasi coğrafya bünyesinde sürdürmüştür ve bundan dolayı da siyasi coğrafya “Jeopolitiğin babası” olarak adlandırılmıştır.

Siyasi coğrafya, coğrafya kadar eski olmakla birlikte onun da adlandırılması jeopolitikte olduğu gibi zaman almıştır. Siyasi coğrafya, devlette meydana gelen tarihi ve gerçek olayları inceler. Jeopolitik ise, devletlerin siyasi sistemlerinde meydana gelen değişiklikler ve siyasi olaylara coğrafyanın etkisini gözlemler ve bu konuda yorum yapar. Devletleri dinamik bir fenomen olarak değerlendirir. Siyasi coğrafya bir ülkenin gücünü ölçen bir barometredir. Siyasi coğrafya, statik ve tanımlayıcıdır. Tanımlar, tartışır ve bir koşulu ifade eder. Jeopolitik, dinamik bir bilimdir ve mekâna hayat verir.

163 Jeopolitik, medeniyet kavramı kadar eski bir kavramdır. Jeopolitik, insanoğlunun yeryüzüne ayak basmasıyla başlayan ve toplumsal bir varlık olarak sahneye çıkmasıyla devam eden, coğrafya ve siyaset arasında var olan bölünmez ilişkiyi tanımlar. İnsanoğlu medeniyeti inşa ederken jeopolitik sahneye çıkar.

Jeopolitik kavramı ortaya çıkmadan öncede Hititler ile Mısırlılar, Romalılar ile Kartacalılar, Grekler ile Persler, Selçuklular ile Bizanslılar vb. güç merkezleri arasında çatışmalar meydana geliyor ve jeopolitik anlamda hareketlilik yaşanıyordu. Bu bağlamda, dinlerin ortaya çıkışı, devrimler, coğrafi keşifler de jeopolitik düzeyde olgular olarak algılanabilir. Tarih, coğrafya, ekonomi vb. gibi diğer disiplinler arasında hayatını sürdürmesinden dolayı farklı bir disiplin olarak ortaya çıkması zaman almıştır. Jeopolitiği, tarih ve coğrafyanın birleşimi olarak adlandıranlar da vardır. 1899 yılında Kjellen tarafından sadece adı konulmuştur.

Jeopolitik, dünyanın coğrafi, tarihi ve politik ilişkilerinin farklı bir manzarasını sunar ve uygulandığı devlete göre farklılık arz eder. Yeryüzünün mekân olarak coğrafyada ortaya koyduğu sonuçlar, jeopolitiğin çatısını oluşturur.

W. M. Ramsay’e göre coğrafya, bir ülkenin fiziki yapısı ve konumunun üzerinde yaşadığı insanlara etkisi ise, bunu tanımlayabilecek tek ülke Küçük Asya’dır. Küçük Asya fiziki yapısı güçlü bir şekilde konumlanmış, benzersiz bir yapıya sahiptir. Sonsuz çeşitliliği içinde yüzyıllardır devam eden bir tarihe sahiptir.

Avrupa’dan Asya’ya ulaşılabilecek en kısa yol, Anadolu üzerinden geçmek zorundadır. Anadolu, sadece arabulucu rol oynamamış, aynı zamanda yaratıcı bir role bürünmüştür. Anadolu tarihi incelendiğinde karşıt güçler ve topraklar arasında sadece köprü olmamış, aynı zamanda dış dünyayı etkileyebilecek büyük göçlere ev sahipliği yapmıştır. Erken Dönem Yunan tarihi ile ilgili öğrenilen her şeyin içinde mutlaka Anadolu tarihi vardır.

Anadolu’da filiz atan insanlık, yetişip büyüdükten sonra Yunanistan’a ve oradan da Roma’ya geçmiştir. Dolayısıyla Anadolu’nun Yunanistan’a geçişte önemli bir ayağı olan Phrygia’nın da bu etkileşimde tartışılmaz bir yeri vardır. Phryg kültürünün Yakın Doğu ve Anadolu kültürü ile bütünleştiği aşikârdır. John

164 Boardman’ın ifade ettiği gibi beşinci yüzyıldan önceki Yunanistan’a, batılı dünyanın doğulu uzantısı olarak bakmak daha kolaydır.

Anadolu coğrafi bir köprüden öte, Doğu sanatının, aklının ve dininin bir geçiş noktası olmuştur. Phrygia, Doğu Akdeniz’in gelişimi ve özellikle Helen Medeniyeti’nin oluşumu için önemli katkılarda bulunmuştur.

Bir ülkenin kaderi o ülkenin ekonomisinin ile orantılıdır. Günümüzde Batı, endüstriye dayalı ekonomisinin baskın olmasında dolayı Doğu’ya hâkim olmuştur. Bu hakimiyet gücünüde diğer Afrika ve Orta Doğu ülkelerini sömürerek elde etmiştir.

Ramsay, K. Asya’yı eski çağın en zengin ülkesi olarak tanımlar. Cicero, Anadolu için topraklarının verimliliği, ürünlerinin çeşitliliği ve ihraç mallarının bolluğu açısından birçok ülkeyi geride bırakır der.

Bu doğrultuda Phrygia’nın konumu, ekonomik gücü, Doğu- Batı arasında yaşanan iletişimde ulaşım gücünü ve dönemi içinde mimari, sanat, edebiyat ve teolojik gücünü ortaya koyarak, nasıl farkındalık yarattığını ifade etmeye çalıştık.

Phrygia, sahip olduğu konum itibariyle, nasıl ki kendinden önce aynı topraklarda var olan konum gücünü devam ettirtiyse, aynı güç günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti toprakları bünyesinde devam etmektedir. İç Batı Anadolu, günümüzde de Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi, Doğu’ya atılacak her adımda ulaşım gücünü elinde bulunduran eşsiz bir konuma sahiptir.

Eskiçağda yaşamış bir toplumu, gerek klasik ve gerekse yeni klasik dönem teorileriyle değerlendirmemiz zor olacaktır. Ancak jeopolitiğin ana unsurları her daim aynı olduğu için, Eskiçağ’da varolan bir toplumla günümüzdeki bir toplum aynı kıstasla değerlendirilebilinir.

Phrygia’nın coğrafi konumdan aldığı güç, dönemi itibariyle kendisine çok şey kazandırmış ve dönemi içinde değerlendirilmiştir. Bu konum gücü, günümüzde Türkiye’nin sahip olduğu stratejik ve jeoplitik konum açısından oldukça önemli bir noktadadır.

165 Bu açıdan jeopolitik anlamda Phrygia’da var olan gücün sürdürülebilinirliğini görmekteyiz. Yani, Phrygia’nın coğrafi konumdan aldığı güç, başka bir devlette varlığını devam ettirmektedir.

Bir ülkenin ekonomik gücü, o ülkenin jeopolitik gücünün en temel unsurudur. Tarım, hayvancılık, madencilik, ormancılık, sanayi, ulaşım gibi faaliyetlerin tümünü içine alan ekonomik faaliyetlerin birer parçasıdırlar. Anadolu M.Ö. I. bin yılda gelişen ticari olayların merkezinde yer almıştır. O dönemin odak noktası olmuştur Phrygia, sahip olduğu konum itibariyle bu güçten istifade etmiş Doğu-Batı arasındaki ticaretin merkez noktası olmuştur. Phryglerin ticaretle bağlantıları, Phryglerin atası olarak görülen Togarmah kavminin Eski Ahit’te tüccar bir kavim olarak bahsedilmesine dayandırılır. Hayvancılık, mermer, dokuma, ahşap oymacılığı gibi alanlardaki etkinliği ekonomisine yansımıştır.

Phryg ekonomisine güç katan unsurlardan birisi de mermerleridir. Dokimeion, Roma döneminde mermer ocaklarıyla ön plana çıkar. “Pavonazetto” adı verilen Phrygia’dan gelen mermerler Roma’ da sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Deniz ötesinden gelmesine rağmen, özel ve kamu binalarının dekorasyonunda kullanılmak üzere iri kütleler halinde ve oldukça yoğun miktarda Phrygia’dan Roma’ya getirilmiştir.

Phrygler yerel endüstriler aracılığıyla etkileyici ürünler ortaya koymuşlardır. M.Ö. 8. yüzyılda R. S. Young’un kazılarında ortaya tekstil ürünlerindeki ustalık ve etkileyicilik Phryg tekstilinin dışa yayıldığının en büyük kanıtıdır. Bu geleneğin Roma döneminde de sürmesi Phryglerin nakışın mucidi olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur.

Gordion’da ele geçen binlerce dokuma tezgâhı ağırlığı ve ağırşaklar, tümülüslerde bulunan keten ve yünden dokuma kalıntıları, Phrygia’da dokumacılık sektörünün gelişmişliğine tanıklık eder.

Gordion’da bulunan cam kâseler, Doğu ve Batı arasında M. Ö. I. yüzyılda ticari, teknolojik ve kültürel değişimin önemli bir yönüne ışık tutarlar. Bu cam kâselerden bazıları Phryg döneminin M. Ö. 8.yüzyılına kadar uzanır. Aralarında Roma dönemine kadar uzananlar vardır.

166 Calder, Anadolu’yu Doğu ve Batı arasında meydana gelen akışı etkileyen yüksek ayaklı bir köprüye benzetir. Anadolu, batıdan Suriye, Mezopotamya ve İran’a uzanan büyük yollara beşiklik eder. Phrygia, bu yolun Batı’ya açılan en önemli ayağıdır.

Phrygia, var olduğu dönem içinde sahip olduğu jeopolitik güçlere ilaveten sürdürülebilinir bir jeopolitik güç olarak edebiyatıyla karşımıza çıkar. Phrygia’nın sahip olduğu edebiyat gücü, günümüze kadar varlığını koruyagelmiştir. Eşek kulaklı Midas, Midas ve altın dokunuş, Gordion düğümü, Philemon ve Baucis vb. bir çok mitolojik karakter ve hikayeleri antik çağ yazarlarından başlayıp Shakespeare, Goethe, Dante, J. Swift, J. Lyly, Gogol gibi farklı ülkelerin edebiyatlarına yansımış ve tiyatro, sinema, roman, şiir , resim ve opera gibi edebiyat ve sanatın farklı kollarında mevcudiyetini devam ettirmiştir.

Bu güç, günümüz edebiyat ve sanat alanında varlığını ve korumaya devam ettirmektedir. Ülkemizde de Midas’in mitolojik hikayelerinden oyunlar uyarlanmıştır. Dünyanın bir çok ülkesinde bırakın yetişkin bireyleri, ilkokul çocukları bile Midas- Phrygia eşleşmesine aşinadırlar. Yüzyıllardır devam eden bu güç, medeniyetin Doğu’dan Batı’ya akarken Anadolu’dan aldığı hikayenin Batı’da vizyona çıkıp tüm dünyaya yayılmasıdır. Günümüzde kültürel ve medeniyet bağlamında dünyanın liderliğini elinde bulunduran Batı toplumları, bizden aldıkları bu gücü, bazen kendilerinmiş gibi göstermekten de kaçınmamaktadırlar.

Edebiyatında dünyasında karşımıza çıkan bir çok yazar, bilgin, şair ve ressam bazı şehirlerle özdeşleşmişler ya da bazıları onların ilham kaynağı olmuştur. Mevlana ve Şems’in Konya’sı, Aşık Veysel’in Sivas’ı, Peyami Safa’nın, Sait Faik’in ve sayamadığımız nice yazarın İstanbul’u, Murathan Mungan’ın Mardin’i, Orhan Pamuk’un Kars’ı, Dostoyevski’nin St. Petersburg’u, Balzac ve Hugo’nun Paris’i, Dante’nin Floransa’sı, Kafka’nın Prag’ı şehir ve yazar arasında yaşanan özdeşlemelere verebileceğimiz örneklerden sadece bir kaçıdır.

Bu özdeşleşmeye Phrygia ve Midas örneği de çok rahat ekleyebiliriz. Hatta bu örnek, Phrygia- Kybele özdeşleşmesiyle de desteklenebilinir. Phrygialı Midas ve mitolojik hikayeleri sadece Ovid, Herodotos, Plutarch, Arrian, Diodoros gibi antik

167 yazarlara tema olmakla kalmamış ilerleyen yıllarda Shakespeare, Dante gibi seçkin yazarların karakterleri arasına girmişlerdir. Günümüzde de Midas’ın mitolojik hikayeleri tiyatrolarda gerek çocuk oyunu gerekse yetişkinler için oyun olarak karşımıza çıkmaktadır. Sadece ülkemizde değil, dünyanın birçok yerinde ilköğretim çağında okuyan çocuklar Midas’ın hikayeleriye büyümektedirler. Bu, Phrygia’nın edebi ve sanatsal anlamda süreklilik gösteren jeopolitik gücünün bir göstergesidir.

Günümüzde hakim olan, var olan mevcut medeniyet ve kültür, Batı medeniyeti bünyesinde gelişmiştir. Batı medeniyetinin temellerini ise Roma ve Bizans medeniyeti oluşturur. Roma ve Bizans medeniyetlerinin köklerinde ise farklı medeniyetlerin izleri görülür. Medeniyetin beşiğinin Mezopotamya ve Mısır olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bir çok ilke bu coğrafyalarda adım atılmıştır.

Anadolu ise, Mezopotamya ve Mısır’da varolan bu kadim medeniyetin Batı’ya taşınmasında aracılık etmiş ve hatta bazen Anadolu’da yoğrulup, harmanlanıp Batı’ya geçmiştir. Anadolu medeniyetlerin harmanlandığı bir merkez olmuştur. Anadolu’nun İç Batı Kesimi’nde var olan Phrygia, Doğu’dan aldığı kültürü, Batı Anadolu sahillerinde ve Yunanistan’da yaşayan kitlelere taşımış ve medeniyetin şekillenmesinde başka devlet ve coğrafyaya sahip olmayan bir sentez gücüne ulaşmıştır. Bu bölge, ekonomik, sosyal, askeri ve kültürel hareketliliğin uğramak zorunda kaldığı bir bölge olmuştur. Bu özellik, Phrygia’yı gerek içinde bulunduğu dönemde, gerekse günümüzde bilinirliği yüksek bir topluluk haline getirmiştir. Her ne kadar yüzyıllar öncesine dayanan bir geçmişe sahipse de sürekliliği olan ve bu sürekliliği diğer eski çağ devletlerinin aksine tiyatro, sinema, roman, hikaye, opera, resim gibi edebi ve sanat türlerinde yaşayan ve yaşamaya da devam edecek olan bir topluluktur. Coğrafi konumdan kaynaklanan bu jeopolitik güç, daha önce Hititler, Phrygler, Romalılar , Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlı’ya beşiklik yapmış, günümüzde de Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde gücünden bir şey kaybetmeden devam ettirmektedir.

168 KAYNAKÇA

ANTİK KAYNAKLAR

Aeschylus (1926) Suppliant Women (Edit. Agnew, John. , Mitchell, Katharyne and O'Tuathail, Gearoid; with an English translation by Herbert Weir Smyth). Cambridge. Harvard University Press.

Ammianus (1950). The Historian. (Translated by J.C. Rolfe). Loeb Classical Library.

Appollonius, Rhodius (1811).The Argonautics (Translated with notes & observations by W.Preston). Printed at the Stanhope Press.

Appian (1912). The Roman History (Çev. Horace White) Loeb Classical Library. 4 Vol. Harvard University Press.

Apuleius (1822). Metamorphoses. Translated by Thomas Taylor. London. Printed by J.. Moyes.

Aristoteles (2008). Politics (Edit. by H. W. C. Davis, translated by B. Jowett). New York. Cosimo Inc.

Aristoteles (2006). Politics (Translated by William Ellis). Teddington. The Echo Library.

Aristoteles (1936). Minor Works: On Marvellous Things Heard. (Edit by. T. E. Page). Loeb edn., London.

Arnabius. Adversus Nationes (www. thelatinlibrary.com/arnaius2.shtml) Erişim Tarihi: 02.04.2006

Arnabius (2005). The Seven Books of Arnobius Adversus Gentes.Edinburgh. Elibron Classics.

Arrian (1813). Arrian's History Of The Expedition Of Alexander The Great, And Conquest Of Persia (Translated by John Rooke). London.

Arrian (2005). İskender’in Seferleri (Çev. Meriç Mete). İstanbul. İdea Yayınevi.

169 Aristoteles (1910). Historia Animalium (Çev. D’arcy Wentworth). Thompson. Oxford. Clarendon Press.

Atheneaus (1854). The Deipnosophists (Çev. C. D. Yonge). Vol. II. London. Henry G. Bohn. York Street. Covent Garden.

Byzantinus, Stephanus (1840). Etnicorum Qaue Supersunt. (Edit. A. Meineke).Berlin.

Cicero (1912). The Speeches: In Catilinam I-IV - Pro Murena - Pro Sulla - Pro Flacco(Trans. by Louis E. Lord). Cambridge. Harvard University Press. William Heinemann.

Cicero, Familiares XLLI. 67. 1. http://www.thelatinlibrary. com/cicero/fam. shtml, Erişim Tarihi: 11.01.2010

Cicero (1908). On Pompei & Apos; Command (Edit. Albert Curtis Clark). Oxonii. e Typographeo Clarendoniano. Scriptorum Classicorum Bibliotheca Oxoniensis.

Cicero, Tusculane Disputationes. http://www.thelatinlibrary. com/cicero/fam. shtml, Erişim Tarihi: 19.03.2011.

Catullus, Caius Valerius (2007). The Carmina of Caius Valerius Catullus. Tedington. The Echo Library.

Demosthenes (1926). On the Navy. (Çev. C. A. Vince, M. A. and J. H. Vince, M.A.). Cambridge. Harvard University Press. London. William Heinemann Ltd.

Diodoros(1947). Bibliotheka Historike (Çev. Russel M. Geer, Edit. T.E. Page, E. Capps,W. H. D. Rose, L. A. Post, E. H. Warmington). Londra. The Loeb Classical Library.W. Heinemann Ltd. XVIII. 3.

Dio, Cassius(1914). Roman History (Çev. Earnest Cary). Loeb Classical Library Edition. Harvard University Press.

……….(1988). Hellenica Oxyrhynchia (Edit. with translation and commentary by P.R. McKechnie & S.J. Kern). Warminster. Aris & Phillips.

170 Herodotos (2002). Herodot Tarihi (Çev. Müntekim Ökmen). (Birinci Basım). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Homeros (1924). The İliad (Translated by Murray, A T.). Loeb Classical Library Vol. I. Cambridge. Harvard University Pres. London. William Heinemann Ltd.

Hyginus (1960). The Myths of Hyginus (Çev. Mary Grant). University of Kansas Publications in Humanistic Studies. No. 34. Lawrence. University of Kansas Press.

Josephus, Flavius ( 1895), Antiquities of the Jews (Edit. by William Whiston, A.M.). Auburn and Buffalo. John E. Beardsley. Vol. 1. B. 1. ch. 6. sec. 1.

Justinus, M. Junianus (1853). Epitome of the Philippic History of Pompeius Trogus (Çev. John Selby Watson). London. Henry G. Bohn. York Street. Convent Garden.

Ksenophon (1998). Anabasis (İkinci Basım). (Çev:Tanju Gökçöl). Sosyal Yayınları.

Ksenophon (1960). Cyropaideia (Çev. Walter Miller, Ed. T.E. Page, E. Capps, L.A. Post, W.H.D. Rouse, E.H. Warmington). Londra. The Loeb Classical Library. William Heinemann Ltd, 135-137.

Ksenophon (1918). Hellenica (Edit. Carleton L. Brownson). London. Harvard University Press. William Heinemann, Ltd.

Titus Livius (1935). Ab Urbe Condita XXXVIII (Edit by Evan T. Sage ). Cambridge. Harvard University Press.

Ovid (1922). Metamorphoses (Edit. Brookes More). Boston. Cornhill Publishing Co.

Ovid (1931). Fasti (Translated by Frazer, James George). Cambridge. MA. Harvard University Press.

171 Pausanias (1918). Description of Greece (English Translation by W. H. S. Jones, Litt.D. , and H. A. Ormerod, M.A. ,in 4 Volumes ). Cambridge. Harvard University Pres. London. William Heinemann Ltd.

Plinius (1855). The Natural History. (Edit. John Bostock, M.D., F.R.S. H.T. Riley, Esq., B.A.). London. Taylor and Francis, Red Lion Court.

Polybius (1889). Histories (Çev. Evelyn S. Shuckburgh). London. New York. Macmillan.

Polybius (1922). Histories (Çev. W. R. Paton). Loeb Classical Library. 6. Harvard University Press.

Plato (1952). Laches Protagoras Meno Euthydemus (Translated by W. R. M. Lamb)..The Loeb Classical Library. London. Harvard University Press.

Plato (1937). Republic (Translated by P. Shorey ).The Loeb Classical Library. London. Harvard University Press.

Plutarch (1909). Essays and Miscellanies. Book. I. Vol. III. New York. Crowell.

Plutarch ( 1856). De Musica (Edit. with a Latin translation, by R. Volkmann) Leipzig.

Plutarch ( 1794). Plutarch’s Lives (Edit. by J. Langhorne, W. Langhorne). Vol. II. London.

Plutarch ( 1704). Morals (Translated by Several Hands). Vol. I. London. Printed by Tho Braddyll.

Plutarch (1919). Alexander (Translation by. Bernadotte Perin ) Cambridge. Harvard University Press.

Plutarch (1919). The Parallel Lives ( Translation by Bernadotte Perin). Harvard University Press, William Heinemann Ltd. Chapter: XVIII.

Plutarch ( 1920). Demetrius (Translation by. Bernadotte Perin ) Cambridge. Harvard University Press.

172 Plutarch ( 1928). Consolatio ad Apollonium (Translation by Frank Cole Babbitt). Cambridge. Harvard University Press.

Quintus Curtius Rufus (1946). The History of Alexander (Translated by John C. Rolfe )Loeb Classics Ed. Cambridge. Harvard University Press.

Strabon (2005). Geographika (Çev. A. Pekman ). (5. Baskı). İstanbul. Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

Strabon (1903). Geography ( Edit. H.C. Hamilton, Esq., W. Falconer, M.A.). London. George Bell & Sons.

Suetonius (1889) The Lives of the Twelve Caesars (Publishing Editors: J. Eugene Reed. Alexander Thomson. Chatham. Philadelphia. Gebbie & Co.

Vitruvius (2005). The Ten Books on Architecture (Translated byMorris H. Morgan). London. Harvard University Press.

Xanthus (1923). Die Fragmente der griechischen Historiker (Collected by Felix Jacoby). Berlin.765- F14.

173 MODERN KAYNAKLAR

Abbott, Jacob (2009). History of Alexander the Great: Makers of History. New York. Cosima Inc.

Agnew, John A.(1998) Geopolitics: Re-Visioning World Politics. London. Routledge.

Akurgal, Ekrem (1995). Anadolu Uygarlıkları. İstanbul. İstanbul. Net Turistik Yayınları.

Akurgal, Ekrem (1997). Anadolu Kültür Tarihi. Ankara. Tübitak

Akurgal, E (1955). Phrygische Kunst. Ankara. AÜ. DTCF Yay. No. 95. TTK. Basımevi.

Albustanlıoğlu, T. (2006). Dokimeion Işığı Altında Roma İmparatorluk Mermer Kullanımı: İmparatorluk Yönetimindeki Anadolu Mermer Ocaklarının İşletme Stratejisi ve Organizasyonu. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı. Ankara.

Altar, Cevat Memduh (1981). Opera Tarihi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.

Amery, Mr, Wilkinson, Spencer, Holdich ,Thomas, Hogarth, Mr and H. J. Mackinder (1904). The Geographical Pivot of History: Discussion. The Geographical Journal. Vol. 23. No. 4. 437-444.

AnaBritannica (1994). Genel Kültür Ansiklopedisi. İstanbul. Ana Yayıncılık ve Sanat Ürünleri Pazarlama. C. VIII.

Anthon, Charles (1850). A System of Ancient and Mediaeval Geography. New York. Harper&Brother Publishers.

Archambeault, Marie J.(2004). Sourcing of Marble Used in Mosaics at . A Thesis of Master of Arts and Sciences. University of South Florida.

Asgari, Nuşin (1979). Anadolu’da Antik Mermer Ocakları. VIII. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler. I. Cilt. Ankara. 451-456.

174 Astin,A. E., Walbank, F. W., Frederiksen, M. W., Ogilvie, R. M.(1989). Rome and the Mediterranean to 133 B.C. CAH. Vol. 8. Cambridge University Press.

Atasoy, Ertuğrul ve Buluç Sevim (1982). Metallurgical and Archaeological Examination of Phrygian Objects. Anat.Stud. Vol. 32. 157-160

Atlan, Sabahat (1970). Roma Tarihinin Ana Hatları. İstanbul. Edebiyat Fakültesi Basımevi

Bacon, Francis (2002). Denemeler (Çev. Akşit Göktürk). İstanbul. Yapı Kredi Yayınları.

Bahar, Hasan (1997). The Konya Region in the Iron Age and Its Relations with Cilicia. Anat. St. Vol. 49. Anatolian Iron Ages 4. Proceedings of the Fourth Anatolian Iron Ages. Colloquium Held at Mersin. 1-10.

Bahar, Hasan (2009). Eski Çağ Uygarlıkları (I.Baskı) Konya. Kömen Yayınları.

Bahar, Hasan (2010). Uygarlıkların Kaynağı Su. Su Medeniyeti Sempozyumu. Konya. 26-27 Haziran. Konya: Bahçıvanlar Basım. 42-69.

Bahar, Hasan (2010). Roma ve Bizans Tarihi. Konya. Kömen Yayınları.

Baker, R. H. Alan (2003). Geography and History: Bridging the Divide (1st Edition). Cambridge. Cambridge University Press.

Baker, N. L. (1947) Geography and Politics: The Geographical Doctrine of Balance. Institute of British Geographers. No.13. 1-15.

Bakır, Tomris (2003). Hellespontine Phrygia Bölgesi Akhaemenid Satraplığı : Ekrem Akurgal Anı Kitabı. Anatolia. Ankara.

Bakır, T. , Erdoğan, A. , Bulut, H. , Yıldızhan, H. (2004). Daskylaion 2002 Yılı Kazı Çalışmaları. 25. Kazı Sonuçları Toplantısı. C. II. S. 25. Ankara. Kültür Bakanlığı Dösim Basımevi. 311-318.

Barclay V. H., Litt, D. (1906). Catalogue Greek Coins of Phrygia. London. Oxford University Press.

175 Barnett, R. D. (1975). Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron Age. CAH. II /30. Cambridge University Press. 417-442.

Barnett, R.D.(1953). The Phrygian Rock Façades and the Hittite Monuments. BiOr X. 78-82.

Barnes, Bernadine Ann (1998). Michelangelo's Last Judgment: The Renaissance Response. University of California Press.

Bechard, Dean Philip (2000). Paul Outside the Walls: A Study of Luke's Socio-Geographical Universalism in Acts 14:8-20. Editrice Pontificio Istituto Biblico.

Belke, K. ve Mersich, N. (1990). Phrygien und Pisidien. TIB.7. Wien. Verlag der Österreichichischen Akademia Der Wissenschaften.

Bellinger, Lousia (1962). Textiles From Gordion. The Bulletin of the Needle and the Bobin Club. Vol. 46. No. 182.

Bing, J. D. (1987). A History of Cilicia During the Assyrian Period. Michigan.

Birmingham, J. M. (1961). The Overland Route Across Anatolia in the Eighth and Seventh Centuries B.C. Anat. St. Vol.11. 185-195.

Bishop, Paul (1995). The Dionysian Self: C. G. Jung's Reception of Friedrich Nietzsche. Berlin and New York. W. de Gruyter.

Blake, Marion Elizabeth (1947). Ancient Roman Construction in Italy from the Prehistoric Period to Augustus. Washington. D.C.

Bleeker, C. J. (1963). Sacred Bridge: Researches Into the Nature and Structure of Religion. Leiden. E. J. Brill.

Bloch, O ve Wartburg W. Von (1950). Dictionnaire Etymologique de la Langue Française. Paris. 595.

Bloom, Harold (2004). Elizabethan Drama. Chelsea House Publishings.

Boardman, John (1999). The Greeks Overseas: Their Early Colonies and Trade. (4th edition) London. Thames & Hudson. 176 Bowman, Isaiah (1942). Geography and Geopolitics. Geographical Review. Vol. 32. No. 4. 646-658.

Braudel, Fernand(1992). Tarih Üzerine Yazılar (Çev. M.Ali Kılıçbay). Ankara. İmge Kitabevi.

Braudel, Fernand (2007). Bellek ve Akdeniz (Çev. Ali Berktay). İstanbul. Metis.

Braudel, Fernand (2007). Akdeniz Tarih, Mekân, İnsanlar ve Miras (Çev. N. Erkurt ve A. Derman ) .İstanbul. Metis Yay.

Brooks, Shirley (1868). The Gordion Knot:A Story of Good and Evil. New York. Harper and Brothers Publishers.

Brixhe, Claude (2007). Frigler ve Frig Dili, Friglerin Gizemli Uygarlığı. İstanbul. YKY.

Brzezinski, Zbigniew (1997). The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic Imperatives. New York. Basic Books.

Bulaç, Ali (2007). Tarih, Toplum ve Gelenek. Izmir. Yeni Akademi Yayınları.

Attanasio, D. (2003). Ancient White Marbles: Analysis and Identification by Paramagnetic Resonance Spectroscopy. L'Erma di Bretschneider. Roma.

Block, Daniel I. (1998) The Book of Ezekiel. Cambridge. Eerdamn Publishing. Co. Chapters 25-48.

Buresch, Karl (1898). Aus Lydien: Epigraphisch-Geographische Reisefruchte (Edit. O. Ribbeck). Kessinger Publishing.

Burke, Brendan (2005). Textile Production at Gordion and the Phrygian Economy. The Archeology of Midas and the Phrygians (Edit.Lisa Kealhofer). Philadelphia. University of Pennsylvania Museum Press.

Butler, Samuel (1831). Geographia Classica: or, The application of Ancient Geography to the Classics (2nd American, from the 9th London Ed. with Questions on the Maps, by John Frost). Philadelphia.

177 Butlin, R. A.(1993). Historical Geography, Through the Gates of Space and Time. London. Edward Arnard.

Butler, Samuel (1907). The Atlas of Ancient and Classical Geography (Edit. Ernest Rhys). Richard Gray&Sons Ltd.

Cafersoy, Nazim (2002). Rus Jeopolitik Düşüncesinde Misyon Arayışları. Avrasya Dosyası. Cilt. 8. Sayı. 4.

Cahnman, Werner (1943). Concepts of Geopolitics. American Sociological Review. Vol.81. No. 1. 55-59.

Calder, W. M. (1925). The Royal Road in Herodotos. The Classical Review. Vol. 39. No. ½.

Calder, W. M. (1912). Julia-Ipsus and Augustopolis. JRS. Vol. II. 237-266.

Clarke, Katherine (1999). Between Geography and History: Hellenistic Constructions of the Roman world (2nd Edition). Oxford. Clarendon Press.

Charlesworth, M. P. (1924).Trade Routes and Commerce of the . Cambridge University Press.

Crespin, A. Sophie (1997). Between Phrygia and Cilicia: The Porsuk Area at the Beginning of the Iron Age. Anat. St. Vol. 49. 61-71.

Calder, W. M. (1911). Corpus Inscriptionum Neo-Phrygiarum. JHS .Vol. 31. 161-215.

Cawthorne, Nigel (2004). Alexander the Great. London. Haus Publishing

Casabonne, Olivier (2010). Arkaik ve Klasik Çağlar: Yunanlılar ve Anadolu. Arkeo- Atlas. İstanbul. Doğan Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.

Chatterjee, Partha (1972). The Classical Balance of Power Theory. Journal of Peace Research. Vol. 9. No. 1. 51-61.

Carr, E. Hallet (2005).Tarih Nedir (7.Baskı). (Çev. M. Gizem Gürtürk). İstanbul. İletişim Yayınları.

Collinson, Francis M. (1975). The Baggie: the History of Musical Instruments. London. Routledge& Regan Paul Ltd. 178 Colton, Robert E. (1968). Philemon and Baucis in Ovid and La Fontaine. The Classical Journal. Vol. 63. No. 4.166-176.

Cook, J. M. (1975). Greek Settlement in the Eastern Aegean and Asia Minor. Cambridge University Press. Chapter. XXXVIII.

Cook, J. M. (1962). The Greeks in Ionia and the East. Chapter IV. London. Thames & Hudson.

Crawford, O.G.S. (1922). Prehistoric Geography. Geographical Review. Vol. 12. No. 2. 257– 263

Crawford, O. G. S. (1922). Prehistoric Geography. Geographical Review. Vol. 12, No. 2 1922). 257-263.

Crowell ,E. P. (Editor). (1882). Selections from the Latin poets, Catullus, Lucretius, Tibullus, Propertius, Ovid, and Lucan. Boston. Ginn, Heath, & Co.

Curtis, T. (1829). Art, Literature and Practical Mechanics. The London Encylopaedia of Science.Vol. XVII. London. T.Tegg.

Çapar, Ömer (1978). Roma Tarihinde Magna Matar (Kybele). AÜDTCFD. Cilt. XXIX. S. 1-4. 167-190.

Çetin T. (2003). Türkiye Mermer Potansiyeli Üretimi ve İhracatı. GÜEFD. Cilt 23. Sayı 3. 243-256.

Dante, Alighieri (1904).The Vision of Hell, Purgatory, And Paradise (Translated by Rev. H. F. Cary, M.A.). Chigaco.Thompson and Thomas

Davenpot, Guy (1995). Seven Greeks. New Direction Publishing. New York.

Dawson, M. H. (1987). The Many Minds of Sir H. J. Mackinder: Dilemmas of Historical Editing. History in Africa. Vol. 14. 27-42.

Demircioğlu, Halil (1998). Roma Tarihi. I. C. I. Ankara. TTK.

Denel, Elif (2010). İlk Demir Çağı Ekonomi ve Etkileşim. Arkeo-Atlas. S. 7. İstanbul. Doğan Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.

179 Denel, Elif (2010). İlk Demir Çağı’nda Fildişi.. Arkeo-Atlas. S. 7. İstanbul. Doğan Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.

DeVries, Keith (1990). The Gordion Excavation Seasons of 1969–. 1973 and Subsequent Research. AJA. Vol. 94. 371-406.

DeVries, Keith (1975). Greeks and the Phrygians in the Early Iron Age, Froom Athens to Gordion. The Paper of a Memorial Symposium for R. S. Young. Philadelphia: University of Pennsylvania Museum. 33-49.

Dikle, Charles Wentworth (1814). Old English Plays: Being a Selection from the Early Dramatic Writers. Vol. I. London. Whitthingham and Rowland.

Dikshit, R.D.(2000). Political Geography: The Spatiality of Politics (9th Print). New Delhi. Tata McGraw Hill Publishing Company.

Dodds, Klaus and Atkinson David (edit). (2000) Geopolitical Traditions: A Century of Geopolitical Thought. London. Routledge.

Downs, Robert B.(1983). Books that Changed the World. New York. New American Library

Dominic, Head (2006). The Cambridge Guide to Literature in English. Cambridge. Cambridge University Press.

Dryden, J. , Pope, A. , Congreve, W. , Addison, Joseph (1838). Ovid. Vol. II. New York. Harper and Brothers.

Dugan, A. Butler (1962). Mackinder and His Critics Reconsidered. The Journal of Politics. Vol. 24. No. 2. 241-257.

Dugin, Alexander (2005). Rus Jeopolitiğine Avrasyacı Yaklaşım. (Çev. Vugar İmanov). İstanbul. Küre Yayınları.

Durant, Will(1996). Medeniyetin Temelleri. (Çev. Nejat Muallimoğlu). İstanbul. Birleşik Yayıncılık.

Eade, John (1852). Comprimising the History of Egypt, Assyria, Persia, Lydia, Phrygia and Phoenicia (Edit by Early Oriental History). London. John Joseph Griffin and Co.

180 Ebert, Roger (2006). Roger Ebert’s Movie Yearbook 2006. Missouri. Andrews MacMell Publishing.

Edmund, Thomas (2007). Monumentality and the Roman Empire: Architecture in the Antonine Age. New York. Oxford University Pres.

Ehrenberg, Victor (1989). From Solon to Socrates: Grek History and Civilization During the 6th and 5th Centuries. London. Routledge.

Encyclopedia Americana International Edition ( 1967). New York. American Corporation. Vol. 12. 472.

Elibüyük, M. (1995). Matematik Coğrafya. Ankara. Ekol Yayınevi.

Erhat, Azra (2006). Mitoloji Sözlüğü. (14. Basım). Remzi Kitabevi.

Ersöz, S. B. (2006). Kaya Anıtları ve Matar’ın Tapınakları. Arkeo-Atlas Dergisi. S.5. İstanbul.

Fairchild, Wilma. B. (1979). The Geographical Review and the American Geographical Society. Annals of the Association of American Geographers. Vol. 69. No. 1. Special Issue. 33-38.

Fant, Clayton (1984). Seven Unedited Quarry Inscriptions from (İscehisar, ). ZPE, Vol. 54. Bonn. 171-182.

Fant, Clayton (1985). Four Unfinished Sarcaphagus Lids at Docimium and the Roman Imperial Quarry System in Phrygia. AJR. Vol. 89. No. 655-672.

Fant, Clayton (1989). Cavum Antrum Phrygiae The Organization of the Roman Imperial Marble Quarries in Phrygia. BAR International Series. 482.

Fischer, Erich (1946). German Geographical Literature 1940-1945. Geographical Review. Vol. 36. No. 1.

Fischer, David Hackett (2004). Liberty and Freedom: A Visual History of America's Founding. Ideas. Oxford University Press.

Flander, Dwight. P. (1945). Geopolitics and American Post –War Policy. Political Science Quarterly. Vol. 60. No. 4. 578-585.

181 Fontaine, Jean de La (2007). The Complete Fables (Translated by Norman R. Shapiro).Wesleyan University Press.

Franck, Robert. R. (Edit). (2000) Silk, Mohair, Cashmere and other Luxury Fibres. Woodhead Publishing Limited.

Frazer, J. G. (1963). The Golden Bough: A Study in Magic and Religion. New York. The Macmillan Company.

Frazer, Charles (1997). Cold Mountain. New York. Grove Press.

Freemann, Charles (2005). Mısır, Yunan ve Roma: Antik Akdeniz Uygarlıkları (Çev. S. Kemal Angı). Ankara. Dost Yayınevi.

French, D. H.( 1992). Galati Bölgesi Roma Yolları ve Mil Taşları. Anadolu Medeniyetleri Müzesi 1990 Yıllığı. 6-31.

Frend, W. H. C. (1956). A Third Century Inscription Relating to Angareia in Phrygia. JRS. Vol. 46. 46-56.

Frye, Northrop and Macpherson, Jay (2004). Biblical and Classical Myths: The Mythological Framework Of Western Culture. University of Toronto Press.

Furniss, Edgar. S. Jr. (1952). The Contribution of Nicholas John Spykman to the Study of International Politics. World Politics. Vol. 4. No. 3. 382–401.

F. O. (1718). The Law-French Dictionary Alphabetically Digested: Very Useful for All Young Students in the Common Laws of England. to Which Is Added, the Law-Latin Words As Are Found in Several Authentic Ma. Taylor Institution.

Gardner, Percy (1892). Phrygia and Troas. New Chapters in Greek History. Chapter II. London. William Clowen and Sons Limited.

Gassner, John and Quinn, Edward (1969). The Reader's Encyclopedia of World Drama. Toronto. Genera Publishing Company Thomas Y. Crowell Company.

Georgieva, Roumyana (1995). Burial Rites in Thrace and Phrygia (Edit: N. Tuna, Z. Aktüre, M. Lynch). Thracians and the Phrygians: Problems of Parallelism. Ankara. METU. Faculty of Architechture Press. 61-64.

182 Gilmore, John. E. (1895). The Early History of Syria and Asia Minor. The English Historical Review. Vol. 10. No. 37.

Goethe, J. Wolfgang (1984). Faust I&II ( Edit. Stuart Atkins). West Sussex. Princeton University Press.

Gorrell, Robert M. (2001). What’s in a Word Etymological Gossip about Some International English Words. University of Nevada Press.

Grant, Michael and Hazel, John (2004). Who’s Who in Classical Myhthology. New York. Routledge.

Gray, Colin S. (2003). Coğrafya Kaçınılmazdır Kuramı (Edit.Gray, Colin S. ve Sloan, Geoffrey). Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. (Çev.Tuğrul Karabacak).Ankara. ASAM. 215-237.

Greenewalt, Crawford H. , Jr. Lawrence J. Majewski (1980). Lydian Textiles. From Athens to Gordion: The Papers of a Memorial Symposium for Rodney S. Young. University Museum Papers 1. (Edit. K. DeVries). Philadelphia. 133-148.

Grygiel, Jakub J.(2006). Great Powers and Geopolitcal Change. Maryland. John Hopkins University.

Greenhalgh, Michael (2009). Marble Past, Monumental Present: Building With Antiquities in the Mediaeval Mediterranean. Leiden. Brill.

Gümüşcü, Osman (2006). Tarihi Coğrafya. (1. Baskı). İstanbul. Yeditepe Yayınevi.

Gökberk, Macit(1948). Kant ile Herder’in Tarih Anlayışları. İstanbul. İstanbul Ünv. Edebiyat Fak. Yay.

Gottmann, Jean(1942). The Background of Geopolitics. Military Affairs. Vol. 6. No. 4. 197-206.

Hagan, Charles B. (1942). Geopolitics. The Journal of Politics. Vol. 4. No. 4. 478-490.

183 Hanfmann, G. M. A(1948). Archaeology in Homeric Asia Minor. AJA, 52.No. 1.

Hansen, William F. (2005). Classical Mythology: A Guide to the Mythical World of the Greeks and Romans. New York. Oxford University Press.

Harrison, M . (2001). Mountain and Plain: from the Lycian Coast to the Phrygian Plateau in the Late Roman and Early Byzantine Period. (Edit. Wendy Young). University of Michigan Press.

Hartshorne, Richard (1935). Recent Developments in Political Geography.The American Political Science Review.Vol. 29. No.5. 785-804.

Hartshorne, Richard (1950). The Functioanal Approach in Political Geography. Annals of AAG. Vol. 40. No. 2. 95-130.

Hass, Ernst B. (1953). The Balance of Power: Prescription, Concept or Propoganda. World Politics. Vol. 5. NO. 4. 442-477.

Haspels, C. H. Emilie (1971). The Highlands of Phrygia, Sites and Monuments. Vol. I. New Jersey. Princeton University Press.

Haspels, C. H. Emilie, Berndt, D, Henriette, C. (2007). Frigya ve Friglerin Gizemli Uygarlığı. İstanbul. Y.K.Y.

Henrickson, C. Robert and Voigt, Mary M. (1995). The Early Iron Age at Gordion: The Evidence From The Yassıhöyük Stratigraphic Sequence (Edit: N. Tuna, Z. Aktüre, M. Lynch). Thracians and the Phrygians: Problems of Parallelism. Ankara. METU. Faculty of Architechture Press. 78-106.

Herwig, Holger H. (1999). Geopolitic: Haushofer, Hitler and Lebensraum. (Edit.Gray,Colin S. ve Sloan, Geoffrey). Geopolitics and Strategy. Routledge. 217- 241.

Herman, Steve (1999). The Gordion Knot: A Modern Tragedy. Gravier House Press.

Hirschfeld, O. (1975). Die Kaiserlichen Verwaltungbeamten bis auf Diocletian. Berlin.

184 Hirt, A. Michael (2010). Imperial Mines and Quarries in the Roman World. New York. Oxford University Press.

Hornsey, Ian. S. (2004). A History of Beer and Brewing. Cambridge. Royal Society of Chemistry.

Hogarth, D. G. (1970) Lydia and Ionia. (Edit. J.B. Bury, FBA, S.A. Cook, LittD, F.E. Adcock, M. A.). CAH. Vol. III. Cambridge Universit Press.

Hoofs, Kim (2010). Property Rights in Legal History. (Edit. Boudewijn Bouckaert) Property Law and Economics. Vol V. Cheltenham. Edward Elgar Publishing. 5-30.

Hopkins, Keith (1980). Taxes and Trade in the Roman Empire. JRS. Vol. 70. 101-125.

Hopkins, D. W.(1976). Dryden's "Baucis and Philemon. Comparative Literature. Vol. 28. No. 2. 135-143.

Hornsey, Ion S. (2004. A History of Beer and Brewing. Royal Society of Chemistry.

Howard, J. Tasker (1948). The World's Great Operas. New York. Random House.

Hunter, James H. (1986). The Social Origins of Environmental Determinism. Annals of the Association of American Geographers. Vol. 76. No. 2. 277-281.

Huntington, Ellsworth(1937). Geography and History. CJES. Vol.3 No. 4. 565-572.

Huston, L. James (2006). Stephen A. Douglas and The Dilemmas of Democratic Equality. Plymouth. Rowman& Littlefield Publishers Inc.

Genz, Hermann (2007). Kızılırmak Bölgesinde Demir Çağı. Friglerin Gizemli Uygarlığı. İstanbul. Y. K. Y.127-140.

185 Grayson, A. Kirk (1987). Assyrian Expansion Into Anatolia In The Sargonid Age (c. 744-650 B.C). XXXIVème Rencontre Assyriologique Internationale (XXXIV. Uluslar arası Assirioloji Kongresi.(6-10/VI/1987-İstanbul). Kongreye Sunulan Bildiriler. Ankara. TTK. 131-135.

Greene Kevin (1986). The Archaeology of the Roman Economy. Los Angeles. University of California Press.

Gunkel, Hermann, Biddle, Mark E. (1977). Genesis. the USA. Mercer University Press.

Işık, Fahri (2007). Karanlık Dönemin Aydınlı ve Frig Sanatının Anadoluluğu Üzerine. Friglerin Gizemli Uygarlığı. İstanbul. YKY.

İbn-i Haldun (1977). Mukaddime (Çev. Turan Dursun). C. I. Onur Yayınları.

İlhan, Suat (1986). Jeopolitik ve Tarihle İlişkileri. Belleten. C: XLIX. Sayı:195. Ankara. TTK.

İlhan, Suat (1971). Jeopolitikten Taktiğe. İstanbul. Harp Akademisi Basımevi.

İlhan, Suat (2005). Türklerin Jeopolitiği ve Avrasyacılık (İkinci Basım). Ankara. Bilgi Yayınevi.

İlhan, Suat (2003). Jeopolitik Duyarlılık. İstanbul. Ötüken Neşriyat.

İplikçioğlu,Bülent(1997). Eski Batı Tarihi I. Ankara. TTK.

Jensen, Arild Holt (2009) Geography:History and Concepts (1.Edition). London. Sage Publications.

Jesus, Prentis S. (1978). Metal Resources in Ancient Anatolia. Anat. St. Vol. 28. 97-102.

Jones, D. Janet (2005). Glass Vessels from Gordion: Trade and Influence Along the Royal Road . The Archeology of Midas and the Phrygians (Edit.Lisa Kealhofer). Philadelphia. University of Pennsylvania Museum Press.

186 Jones, Stephen B. (1955). Global Strategic Views. Geographical Review. Vol. 45. No. 4. 492-508.

Jones, Stephen B. (1959). Boundary Concepts in the Setting of Place and Time. Annals of the AAG. Vol. 49. No.3. 241-255.

Karaca, Zeki ve Öztank Nimet (2003). Mermerin Mimari Tasarımı. Türkiye IV. Mermer Sempozyumu Bildiriler Kitabı. Afyon. Afyon Kocatepe Üniversitesi.

Karlinsky, Simon ( 1976). The Sexual Labyrinth of Nikolai Gogol. Harvard University Press.

Karouzou, S. Papaspyridi (1938). A Proto-Panathenaic Amphora in the National Museum at Athens. AJA. Vol. 42. No. 4. 495-505.

Kaya, M. Ali (2005). Anadolu’da Roma Eyaletleri; Sınırlar ve Roma Yönetimi. AÜ DTCF. Tarih Bölümü Araştırma Dergisi. C.24. S.38.

Kaya, M. Ali (2000). Anadolu 'daki Galatlar ve Galatya Tarihi. İzmir. EÜ. Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Keçeli, Fatma (2003). Mitolojik, Tarihsel ve Fantastik Olan"ın Kullanımı. Tiyatro Araştırmaları Dergisi. AÜDTCF Tiyatro Bölümü. S.16.

Keller, M. Arlene (2009). The Early Phrygian Gate at Gordion, Turkey: An Investigation of Dry Stone Masonry in Seismic Regions and Recommedation for Stabilization. Master of Science in Historic Preservation. University of Pennsylvania.

Ketin, İ. (1984). Türkiye Jeolojisine Genel Bir Bakış. İstanbul. İTÜ. Vakfı Yay. No:32.

Kınal, Firuzan (1987). Eski Anadolu Tarihi. (İkinci Basım). Ankara. TTK.

King, Ernest J. (1945). The Role of Sea Power in International Security. Proceedings of the Academy of Political Science. Vol. 21. No. 3.

Kiss, George (1942). Political Geography into Politics: Recent Trends in Germany. Geographical Review. Vol. 32. No. 4. 632-645.

Koch, Guntram (2001). Roma İmparatorluk Dönemi Lahitleri. (Çev. Z. Zühre İlkgelen). İstanbul. Arkeoloji ve Sanat Yayınları. 187 Koçak, Özdemir ve Şahin, Hamdi (2001). Eski Çağ Tarihi Araştırmalarında Jeopolitiğin Yeri. Anadolu Araştırmaları. XVI. 337-373

Kozal, Ekin (2010). Son Tunç Çağı Anadolu ve Komşuları. Arkeo-Atlas. İstanbul. Doğan Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.

Krautz, Alfred (1989). International Directory of Cinematographers Set- and Costume Designers in Film. K. G. Saur Verlag Gmbh & Co.

Kristof, L. D. Ladis (1960). The Origins and Evolution of Geopolitics. JCR. Vol. 4. No.I. 15-51.

Kruszewski, Charles (1940). International Affairs: Germany’s Lebensraum. APSR. Vol. 34. No. 5. 964-975.

Kurt, Mehmet (2008). Que Ülkesi ve Yeni Asur Devleti'nin Anadolu Politikası Bakımından Önemi. AKÜ. Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt X. Sayı 3. Afyon.

Laurent, Peter Edmund (1830). An Introduction to Study of Ancient Geography. Oxford.

Lemaire, André. (2001). Les Langues Du Royaume De Sam’al aux IXe- VIIe s.av. J. C et Leurs Relations avec Le Royaume de Qué. É. Jean et al. (eds). La Cilicie: Espaces et Pouvoirs Locaux, Varia Anatolica XIII (Paris 2001).185-193.

Lewis, George Griffin (2009). The Practical Book of Oriental Rugs. The Forgotten Books.

Lonsdale, David J. (2003). Enformasyon Gücü: Strateji, Jeopolitik ve Beşinci Boyut Geopolitic (Edit.Gray,Colin S. ve Sloan, Geoffrey). Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. (Çev.Tuğrul Karabacak).Ankara. ASAM. 184-214.

Lipschutz, Ronnie D. (1998). The Nature of Sovereignty and the Sovereignty of Nature. The Greening of Sovereignty in World Politics (edit. Karen T. Litfin). MIT Press.

D.D.Luckenbill (1968). Ancient Records of Assyria and Babylonia. HRA. Vol. I. New York.

188 Lloyd, Seton ( 1956). Early Anatolia: The Archaeology of Asia Minor before the Greeks. London. Penguin Books.

MacDonald, William Lloyd (1976). The Pantheon, Design, Meaning, and Progeny. Cambridge. Harvard University Press.

Mackinder, H. J. (1904). The Geographical Pivot of History. The Geographical Journal. Vol. 23. No. 4. 421-437.

Maclear, G. Frederick (1868). A Class Book of Old Testament History. Macmillan and Co. London.

Magie, David (2002). Anadolu da Romalılar II: Batı Anadolu ve Zenginlikleri (Çev. N.Başgelen, Ö.Çapar). İstanbul. Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

Magie, David (1950). Roman Rule in Asia Minor, to the End of the Third Century After Christ. Vol. I. Princeton. Princeton University Press.

Mannoni, Luciana and Tiziano Mannoni(1986). Marble: The History of a Culture. New York. Facts on File Publications.

Mansel, A. M. (2004). Ege ve Yunan Tarihi (8.Baskı). Ankara.TTK.

Mar, Alexander Del (2005). A History of Money in Ancient Countries From the Earliest Times to the Present .Adamant Media Corporation.

Marks, William E. (2001). The Holy Order of Water: Healing the Earth’s Waters and Ourselves. Great Barrington. Bell Pond Books.

Malay, H. (1983). Batı Anadolu’nun Antik Çağdaki Ekonomik Durumu. EÜ. Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Dergisi. II. 50-61.

Mavor, W. Fordyce (1802). Universal History, Ancient and Modern ; from the Earliest Records of Time, to the General Peace of 1801. Vol. VIII. London. Printed for Richard Phillips.

May, C. J. Delabere (1952). How to Identify Persian Rugs and Other Oriental Rugs. London. G. Bell and Sons Ltd.

Mayo, Robert (1813). A view of Ancient Geography and Ancient History. Philadelphia. Published by John F. Watson. 189 McEvedy, Colin ( 1979). The Penguin Atlas of Ancient History. Middlesex. Penguin Books.

McKay, Alexander (1975). Houses, Villas, and Palaces in the Roman World. New York. Cornell University Press.

Meyer, Henry Cord (1946). Mitteleuropa in German Political Geography. AAAG. Vol. 36. No. 3. 178-194.

Meinig, Donald W.(1956). Heartland and Rimland in Eurasian History.WPQ. Vol. 9. No. 3. 553-569.

Mellaart, James (1961). Excavations at Çatal Hüyük: First Preliminary Report. Anat. St. Vol. 11. 39-75.

Memiş, Ekrem (1990).Tarihi Coğrafyaya Giriş. Konya. S.Ü. Yayınları.

Mellink, M. J. (1991). The Native Kingdom of Anatolia. CAH. Vol. III.

Mellink, M. J. (1966). Anatolia: Old and New Perspectives. Proceedings of the American Philosophical. Vol. 110. No. 2. Archaeology: Horizons New and Old. 111-129.

Mellink, M. J. (1965). Mita, Mushki and Phrygians. Anadolu Araştırmaları. II /1-2. 317-325.

Menander (1969). Greek Comedies. (Edit. W. G. Arnott). The Loeb Classical Dictionary. Vol. II. London. Harvard University Press.

Mitchell, S. Augustus (1860). An Ancient Geography, Classical and Sacred. Philadelphia. H&Butler Co.

Mitchell, S. Augustus (1849). Mitchell's Ancient Geography: Designed for Academies, Schools and Families. Philadelphia. Thomas, Cowperthawait & Co.

Mitchell, Stephen (1979). R.E.C.A.M. Notes and Studies No. 5: A Roman Family in Phrygia. Anat. St. Vol. 29. 13-22.

Moll, Kennetth. L. (1963). A. T. Mahan: American Historian. Military Affairs. Vol. 27. No. 3. 131-140.

190 Monroe, J. S. , and Wicander, R. (1997). Physical Geology: Exploring the Earth. Belmont. CA. Wadsworth Publishing Company.

Moore, Nathaniel Fish(1834). Ancient Mineralogy: Or, an Inquiry Respecting Mineral Substances Mentioned by the Ancients. New York. Published by G. & C. Carvill.

Morford, Mark P. O. and Lenardon, Robert J. ( 2002). Classical Mythology (7th Edition). Oxford University Press.

Murphy, D. T. (1933). The Heroic Earth: Geopolitical Thought in Weimar Germany. 1918-1933. Kent. Kent State University Press.

Muscarella, Oscar W. (1995). The Iron Age Background to the Formation of the Phrygian State. BASOR. No. 229/300. 91-102.

Muscarella, Oscar W. (1989). King Midas of Phrygia and the Greeks (Edit. by Kutle Emre, M. Mellink, B. Hrouda, N. Özgüç). Anatolia and the Ancient Near East: Studies in Honor of Tahsin Özgüç. Ankara. TTK. 333-343.

Nathan, R. S. (1942). Geopolitics and Pacific Strategy. PA. Vol. 15. No. 2.

Newman, Paul B. (2001). Daily Life in the Middle Ages. McFarland Company Inc. Corporation.

Negri, Gaetano (1905). Julian the Apostate (Edit. Duchess Litta-Visconti- Arese). London. T. Fisher Unwin.

Niermeyer, J. F. ve Kieft, C van de (1976). Mediae Latinitatis Lexicon Minus: A Medieval Latin-French/English Dictionary. The Netherland.

Özdenören, Rasim (12 Haziran 2008). İskender Gordion Düğümünü Çözdü mü? Yeni Şafak. 6.

Özdoğan, M. (1987). Taşlıcabayır, a Late Bronze Age Burial in Eastern Thrace. Anatolica. 14.5-39.

Özdoğan, M. (1993). The Second Millennium of the . Istanbuler Mitteulengen. 43. 151-163.

191 Özdoğan, Mehmet (1995). Early Iron Age in Eastern Thrace and the Megalithic Monuments (Edit: N. Tuna, Z. Aktüre, M. Lynch). Thracians and the Phrygians: Problems of Parallelism. Ankara. METU. Faculty of Architechture Press. 29-40.

Özek, Ayşe (2010). Dünyayı Saran Özgürlük Sembolü: Frig Başlığı. HaberTurk Tarih. Sayı. 13.

Özkaya, Vecihi (1997). The Shaft Monumentsand the “Taurobolium” among the Phrygians. Anat. St. Vol. 47.89-103.

Özlem, Doğan (2010). Tarih Felsefesi (1.Baskı). İstanbul. Say Yayınları.

Özsait, Mehmet (1982). Anadolu’da Hellenistik Dönem. Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi. C. II. İstanbul. Görsel Yayınları. 334-373.

Pacione. M. (Ed.) (1985). Progress in Political Geography. London. Croom-Helm.

Parker, Geoffrey (1985) Western Geopolitical Thought in the Twentieth Century. London. Croom Helm.

Parker, J. , Mills, A. and Stanton, J. (2003). Mythology: Myths Legends and Fantasies. Global Book Publishing.

Perkins, John Ward (1951).Tripolitania and the Marble Trade. JRS. Vol. 41. Parts 1 and 2. 89-104.

Perrot, Georges and Chipiez, Charles(1892). History of Art in Phrygia, Lydia, , and Lycia. London. Chapman and Hall Ltd.

Petrova, Eleonora (1995). Bryges And Phrygians: Parallelism Between The Balkans and Asia Minor Through Archeological, Linguistic and Historical Evidence (Edit: N. Tuna, Z. Aktüre, M. Lynch). Thracians and the Phrygians: Problems of Parallelism. Ankara. METU. Faculty of Architechture Press. 45-54.

Phillips, John (1980). Exploring Genesis: An Expository Commentary. Chicago. Moody Press.

192 Philippson, A. (1910). Reisen und Forschungen im westlichen Kleinasien I .Berlin.

Pitzl, G. Rudolph (2004). Encyclopedia of Human Geography. Greenwood Press.

Polelle, Robert (1999). Raising Cartographic Consciousness: The Social and Foreign Policy Vision of Geopolitics in the Twentieth Century. Lanham / MD. Lexington Books.

Prag, A. J. N. W. (1989). Reconstructing King Midas: A First Report. Anat. St. Vol. 39. 159-165.

Postgate, J. N. (1973). Assyrian Texts and Fragments. Iraq. Vol. 35. No. 1. 13-36.

Ó Tuathail, Gearoid, Agnew, John., Mitchell, Katharyne and (2003) A Companion for Political Geography. Oxford. Blackwell.

Ó Tuathail , Gearoid and Dalby, Simon (1998) Rethinking Geopolitics: Towards a Critical Geopolitics. Rethinking Geopolitics. London. Routledge Publishing. 1-15.

Ó Tuathail, Gearóid, (1996). Critical Geopolitics: The Politics of Writing Global Space. London. Routledge.

Quinlan, David (1984). Illustrated Guide to Film Directors. Barnes & Noble.

Ramsay, W. M. (1902). The Geographical Conditions Determining History and Religion in Asia Minor. The Geographical Journal. Vol. XX. No. 3. 257- 275.

Ramsay, W. M. (1887). Antiquities of Southern Phrygia and the Border Lands (I). AJAHFA. Vol. 3. No. 3/4.

Ramsay, W. M. (1887). The Cities and Bishoprics of Phrygia (Continued). JHS. Vol. 8. 461-519.

Ramsay, W. M. (1888). A Study of Phrygian Art I. JHS. IX. 350-382.

193 Ramsay, W. M. (1893). The Holy City of Phrygia. Contemporary Review. 64.

Ramsay, W. M. (1895). The Cities and Bishoprics of Phrygia, Being an Essay of The. Local History of Phrygia from the earliest times to the Turkish Conquest. Oxford. Clarendon Press.

Ramsay, W. M. (1905). Lycaonian and Phrygian Notes. (Continued). The Classical Review. Vol. 19. No. 8.

Ramsay, W. M. (1923). Geography and History in a Phrygo-Pisidian Glen. The Geographical Journal. Vol. 61. No. 4. 279-296.

Ramsay, W. M. (1926). Studies in the Galatia. JRS. 102- 119.

Ramsay, W. M. (1960). Anadolu’nun Tarihi Cografyası. ( Çev. Mihri Pektas). İstanbul. Milli Egitim Basımevi.

Read, W. R. (1972). Luminaries of the North: A Reappraisal of the Achievements and Influence of Six Scandinavian Geographers. Transaction of the IBG. No. 57.

Reading, Mario (2009). The Complete Prophecies of Nostradamus. London. Watkins Publishing.

Rennell, M. James (1831). A Treatise on the Comparative Geography of Western Asia. Vol. II. London.

Repington, Charles. A. (19 Kasım 1904). Geography and War. The Times.

Retaillé, Denis (2002).Tarihte Jeopolitik. Avrasya Dosyası. Cilt. 8. Sayı. 4.

Rice, David G. and Stambaugh, John E. (1979). Sources for the Study of Greek Religion. Atlanta. Scholars Press.

Richards, Paul (1974). Geography and Mental Maps. Transactions of the IBG. No. 61. 1-16.

Richter, Simon J. (2007). Goethe Yearbook 14. New York. Camden House.

194 Ring, T. , Watson, N., Schellinger P. (1995). International Dictionary of Historic Places: Southern Europe.Vol. III. Chicago. Fitzroy Dearborn Publishers.

Roller, Lynn. E. (2007). Phryg Dini ve Kült Uygulamaları. Friglerin Gizemli Uygarlığı. YKY. Yayınları. 141-147.

Rollin, Charles (1829). The History of the Arts and Sciences of the Ancients. Glasgow. Blackie Fullarton

Roman, James. S.(1994). The Edges of the Earth in Ancient Thought. (1st Edition). New Jersey. Princeton University Press

Rougett, Gilbert (1985). Music and Trance: A Theory of the Relations Between Music and Possession. The University of Chicago Press.

Rykwert, Joseph (1998). The Dancing Column: On Order in Architechture. The MIT Press.

Sams, K. Gilbert (1994). The Early Phrygian Pottery. University of Pennsylvania Museum Publication.

Sams, G. Kenneth (1993). Gordion and the Near East in the Early Phrygian Period. (Edit. M.J. Mellink). Aspects of Art and Iconography: Anatolia and Its Neighbors. Studies in Honour of Nimet Özgüç. Ankara. TTK.

Sams, G. Kenneth (2007). Gordion ve Frigler. Frigya ve Friglerin Gizemli Uygarlığı. İstanbul. Y.K.Y.

Schweller, Randall L. (1997). New Realistic Research on Alliances: Refining, Not Refuting, Waltz's. Balancing Proposition. The American Political Science. Vol. 91. No. 4. 927-930.

Sempa, Francis. P. (2002). Geopolitics: From the Cold War to the 21st Century. New Jersey. Transaction Publishers.

Semple, Ellen Churchill (1909). The Operation of Geographic Factors in History. Bulletin of AGS. Vol. 41. No:7. 422-439.

Semple, Ellen Churchill (1908). Geographical Location as a Factor in History. Bulletin of AGS. Vol. 40. No:2. 65-81

195 Sen, Debabrata (1975). Basic Principles of Geopolitics and History. Delhi. Concept of Publishing Company.

Sevin, Veli (2001). Anadolu'nun Tarihi Coğrafyası I. Ankara.T.T.K. Yayınları.

Sevin, Veli (1982). Anadolu’da Pers Egemenliği. Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi. C. II. İstanbul. Görsel Yayınları. 310-332.

Sevin, Veli (1982). Frygler. Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi. C. II. İstanbul. Görsel Yayınları. 258-274.

Seung, T. K. (2006). Goethe, Nietzsche, and Wagner: Their Spinozan Epics of Love and Power. Oxford. Lexington Press.

Shakespeare (2000). Henry V. Chatham. Wordsworth Editions Lmt.

Shakespeare (1857). The Merchant of Venice. (Edit. by W. G. Clark and William Aldis Wright). Oxford. Clarendon Press.

Schlink, Bernhard (1998). Gordiyon Fiyongu (Çev. Atilla Dirim). İletişim Yayınevi.

Schor, Esther (2003). The Cambridge Companion to Mary Shelley. Cambridge University Press.

Sivas, T.Taciser (2003). Wine Presses of Western Phrygia. Ancient East and West. Vol. II. No. I. 1-18.

Sivas,T.Taciser (2007). Batı Frigya'da Frig Yerleşmeleri ve Kaya Anıtlarının Araştırılması. Friglerin Gizemli Uygarlığı. YKY. Yayınları. 9-14.

Sivas, T.Taciser (2007). Frigler ve Frig Uygarlığı. Friglerin Gizemli Uygarlığı. YKY. Yayınları. 77-92.

Sivas,T.Taciser (1997). Eskişehir-- Kütahya İl Sınırları İçindeki Phryg Kaya Anıtları. AÜ. Yayınları. No. 1156.

Skelton, Debra and Dell, Pamela(2009). Empire of Alexander the Great. Chelsea House Publications.

196 Sloan, Geoffrey (2003). Sir Halford Mackinder: Geçmişten Günümüze Kalpgah Kuramı (Edit.Gray,Colin S. ve Sloan, Geoffrey). Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. (Çev.Tuğrul Karabacak). Ankara. ASAM. 16-46.

Sloan, Geoffrey (1997). The Geopolitics of Anglo-Irish Relations in the Twentieth Century. London. Leicester University Press.

Smith, William Smith (1851). A New Classical Dictionary Of Greek And Roman Biography, Mythology And Geography(Edit. Charles Anthon). New York. Harper & Brothers Publishers.

Solovyov, Sergey (2010). Arkaik ve Klasik Dönem Anadolu ve Rusya. Arkeo- Atlas. İstanbul. Doğan Ofset Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş.

Smith, Barry D. B. (2010). Hellenistic World After the Breakup of Alexander’s Empire (http://virtualreligion.net/iho/map2.html, Erişim Tarihi: 03.01.2010)

Smith, William(1848). A Dictionary of Greek and Roman Antiquities. London. Taylor and Walton, Upper Gower Street.

Spencer, Edward B. T. (1938). The Stones Used in the Construction and Decoration of . CJ. Vol. 33. No. 5.

Spielvogel,Jackson J. (2005). Western Civilization: Volume I: To 1715. Wadsworth Publishing.

Sprout, Margaret Tuttle (1973). Mahan: Evangelist of Sea Power. In Makers of Modern Strategy (Edit. M. Earle ,G. A. Craig and F. Gilbert ). Princeton. Princeton University Pres. 415-445.

Spykman, N. John (1942). America’s Strategy in World Politics. New York. Brace and Company.

Spykman, N. John (1938). Geography and Foreign Policy I. The American Political Science Review. Vol. 32. No. 1. 28-50.

Spykman, N. John, Rollins Abbie A. (1939). Geographic Objectives in Foreign Policy II. APSR. Vol. 33. No. 4. 591-614.

197 Starr, Chester G.(1978). Thucydides on Sea Power. Mnemosyne. Vol. 34. 343-350.

Starr, Chester G. (2000). Antik Çağda Deniz Gücü. (1. Baskı). (Çev. Gürkan Ergin). İstanbul. Homer Kitabevi.

Stark, Freya (1956). Alexander’s Minor Campaigns in Turkey. The Geographical Journal. Vol. 122. No. 3.

Stark, Freya (1958). Alexander's March from Miletus to Phrygia. JHS. Vol. 78. 102-120.

Steven, W Oliver and Westcott, Allan (1942). A History of Sea Power. New York. Doran & Co.

Syme, Ronald (1995). Anatolica: Studies in Strabo. (Edit. A.R. Birley). New York. Oxford University Press.

Swift, Jonathan (2007). The Battle of the Books and the Other Short Pieces. Tedington. The Echo Library.

Şener, Sevda (1978). Güngör Dilmen’in Midas Üçlemesi. Ankara. Ulusal Kültür. Kültür Bakanlığı.

Tarn, W. W. (1930). Hellenistic Military and Naval Developments. Cambridge University Press.

Tezkan, Yılmaz(2005). Jeopolitikten Milli Güvenliğe. (1. Baskı). İstanbul. Ülke Kitapları.

Tezkan, Yılmaz ve Taşar, Murat (2002). Dünden Bugüne Jeopolitik. (1. Baskı). İstanbul. Ülke Kitapları.

Tezkan, Yılmaz (2007). Jeopolitik Yazılar. (1. Baskı). İstanbul. Ülke Kitapları.

Teggart, Frederick J. (1940). In Memoriam: Nicholas John Spykman, 1893- 1943. The American Journal of Sociology. Vol. 49. No. 1.

Texier, Charles (2002). Küçük Asya Cografyası, Tarihi ve Arkeolojisi (Çev. Ali Suat). C. II. Ankara. Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı. 198 Thomas, Ann. G. (2004). The Women We Become: Myths, Folktales, and Stories About Growing Older. Volcano Press.

Thorndike, Joseph J. (1942). The Luric Career of a Scientific System Which Briton Invented, The Germans Used and the Americans Need to Study. Life. 21 December.

Trol, C.(1949). Geographic Science in Germany During the Period 1933- 1945: A Critique and Justification (Çev. E. Fischer). AAAG. Vol. 39. No. 2. 99-137.

Tuna, Numan (2007). ODTÜ Müzesi’nin Ankara Frig Nekropolü’nde Araştırma ve Kurtarma Kazıları. Friglerin Gizemli Uygarlığı. İstanbul. Y. K. Y.

Umar, Bilge (1993). Türkiye’deki Tarihsel Adlar (İkinci Baskı).İstanbul. İnkilap Kitabevi.

Umar, Bilge (1999). İlk Çağda Türkiye Halkı. İstanbul. İnkilap Kitabevi.

Ulmann, B.L. (1936) . The Phrygian Alphabet. Classical Studies Presented to Edward Capps. Princeton.

Vagts, Alfred (1943). Geography in War and Geopolitics. Military Affairs. Vol. 7. No. 2. 79-88.

Vassileva, Maya (1995). Thracian and Phrygian Cultural Zone. (Edit: N. Tuna, Z. Aktüre, M. Lynch). Thracians and the Phrygians: Problems of Parallelism. Ankara. METU. Faculty of Architechture Press. 13-17.

Vassileva, Maya (2004). Further Consideration on the Cult of Kybele. Anat. St. Vol. 51.

Vermeule C.C. (1968). Roman Imperial Art in Greece and Asia Minor. Cambridge. Harvard University Press.

Voight, M.Mary (2007). Gordion Kazıları. Friglerin Gizemli Uygarlığı. İstanbul. Y. K. Y. 65-76.

Voight, M.Mary ve Henrickson, Robert C. (2000). Formation of the Phrygian State: the Early Iron Age at Gordion. Anat. St. Vol. 50. 37–54.

199 Wallerstein, Immanuel (1993). Jeopolitik ve Jeokültür (Çev. M. Özel). İstanbul. İz Yay.

Wallinga, H. T. (1993). Ships and Sea Power before the Great War: the Ancestry of the Trireme. New York. E. J. Brill.

Waelkens, Marc(1985). From a Phrygian Quarry: The Provenance of the Statues of the Dacian Prisoners in Trajan's Forum at Rome. AJA. Vol. 89. No. 4. 641- 653.

Waelkens, Marc ve Poblome, J. (1985). Sagalossos IV: Report on the Survey and Excavation Campaigns of 1994 and 1995. Leuven. Leuven University Press.

Waelkens, Marc, Paepe, P. , ve Moens, L. (1988). Patterns of Extraction and Production in the White Marble Quarries of the Mediterranean: History, Present Problems and Prospects. Ancient Marble Quarrying and Trade ( Edit. J.Clayton Fant). BAR International Series 453. 81-116.

Wadsworth, Philip A. (1967). Ovid and La Fontaine. Yale French Studies. No. 38. The Classical Line: Essays in Honor of Henri Peyre. 151-155.

Walker, Susan ve Matthews Keith, (1988). Recent Work in Stable Isotope Analysis of White Marble at the British Museum. Ancient Marble Quarrying and Trade. (Edit. J. Clayton Fant). BAR International Series 453. 117-125.

Ward Perkins- J. Bryan; Dodge, Hazel (1992). Marble in Antiquity Collected Papers of J. B. Ward-Perkins. Archaeological Monographs of the British School at Rome. No. 6. London.

Ward-Perkins, J. B. (1980). and the Marble Trade. PBSR. Vol. 48. 23-69.

Webber, Elizabeth and Feinsilber Mike (1999). Merriam-Webster's Dictionary of Allusions. Merriam-Webster Springfield. Mass.

200 Whiting, Bartlett Jere (1980). Early American Proverbs and Proverbial Phrases. Harvard University Press.

Wood, Michael (1997). In the Footsteps of Alexander the Great: A Journey from Greece to Asia. London. University of California Press.

Wright, Christopher (1991). The World's Master Paintings: From the Early Renaissance to the Present Day - A Comprehensive Listing of Works by 1300 Painters and a Complete Guide to Their Locations Worldwide. Routledge Publishing.

Wright, H. B. and Spears, M. K. (1959). The Literary Works of Matthew Prior. Oxford: Clarendon Press.

Wriston, Walter B(1997). Bits, Bytes and Diplomacy. Foreign Affairs. Vol. 76. No. 5. 172-182.

Zakaria, Fareed (1998). From Wealth to Power: The Unusual Origins of America's World. Role (Fourth Edition). New Jersey. Princeton University Press.

Winfield, David (1977). The Northern Routes across Anatolia. Anat. St. Vol. 27. 151-166.

Young, Rodney. S. (1953). Making History at Gordion. Archaeology. Vol. VI. No. 3.

Young, Rodney. S. (1955). Gordion Preliminary Report, 1953. AJA. Vol. 59.

Young, Rodney. S. (1962). Gordion: Phrygian Construction and Architechture: II. Expedition. IV. 2-12.

Young, Rodney. S. (1962). The 1961 Campaign at Gordion. AJA. Vol. 66. No. 2.

Young, Rodney. S. (1963). Gordion on the Royal Road. Proceedings of the American Society. Vol. 107. No. 4.

Young, Rodney. S. (1969). Old Phrygian Inscription from Gordion Towards a History of Phrygian Alphabet. Hesperia. Vol. 38. No. 2.

201 Young, Rodney. S. (1973). The Phrygian Contribution. The Proceedings of the Xth International Congres of Calassical Archaelogy. I. Ankara. TTK . 9-24.

Young, Rodney. S. and Kohler, Ellen. L. (1982). The Gordion Excavations I. University of Pennsylavania of Archeology and Anthropology.

Zouck, N. Poe (1974). Turned and Hand Carved Alabaster From Gordion. A Phd Disseertation in Classical Archeology. University of Pennsylvania.

Zuck, Roy, B. (1997. The Speaker’s Quote Book. Grand Rapids. Kregel Publications.

202 E-KAYNAKÇA

http://www.scribd.com/doc/32395090/CAMIN-YAPISI-VE- OZELLIKLERI, 02.03.2010.

www.websters-online-dictionary.org; www. yourdictionary.com, 10.11.2010.

http://www.britannica.com/EBchecked/topic/82758/bucchero-ware, 09.05.2010.

http://www.thefreedictionary.com/anta, Erişim Tarihi: 09.07.2010.

(http://dictionary.reference.com/browse/frieze, Erişim Tarihi: 13.09.2010.

http://www.oxfordadvancedlearnersdictionary.com/dictionary/meander)

Erişim Tarihi: 05.12.2010.

http://www.merriam-webster.com/dictionary/syncretism, Erişim Tarihi: 05.12.2010.

http://en.wikipedia.org/wiki/Gordian_Knot_(band), Erişim Tarihi: 20.03.2011.

http://www.kusagem.org, http://www.kusagem.org, Erişim Tarihi: 17.03.2011.

http://www.thelatinlibrary.com/cicero/fam.shtml, Erişim Tarihi: 19.03.2011.

http://www.perseus.tufts.edu. Erişim Tarihi: 19.05.2010.

203 EKLER

Haritalar

Harita 1: Phrygia’nın da içinde bulunduğu Küçük Asya (Vermeule, 1968)

204

Harita 2: Phrygia ve Komşuları Phrygia (Butler, Samuel, 1907)

205

Harita 3: Phrygia ve Küçük Asya (Mc Evedy 1979, 44)

206

Harita 4:Phrygia bölgesi haritası (Barclay, 1906 )

207

Harita 5: Kimmer İstilası Sonrası Küçük Asya (Mc Evedy 1979, 47)

208

Harita 6: Pers İmparatorluğu (Mc Evedy 1979, 51)

209

Harita 7: B. İskender’in Fetih Güzergâhı (Butler, Samuel, 1907)

Harita 8: B. İskender İmparatorluğu (Mc Evedy 1979, 59)

210

Harita 9 : B. İskender Sonrasi Oluşan Krallıklar (Mc Evedy 1979, 61)

211

Harita 10: B. İskender Sonrası Oluşan Krallıklar (Smith, Barry D.)

Harita 11: Roma Dönemi K. Asya (Thomas, 2007: 251) 212

Harita 12: Anadolu’daki Ana Yollar (Winfield, 1977: 151).

213

Harita 13: B. İskender’in Phrygia Rotası(Stark, 1958: 109)

214

Harita 14: Phrygia Bölgesi’ndeki Roma Yolları (Frend, 1956: 50)

215

Harita 15: Gordion ve Kral Yolu (Young, 1963: 349)

216

Harita 16: Kral Yolu (Calder, 1925: 8)

217

Harita 17: M. Ö. 8. ve 7. yüzyıl Yunanistan ve Anadolu (Birmingham, 1961: 188-189).

218 Resimler

Resim 1: Roma İmparatorluğu’ndaki Maden Ocakları (Hirt, 2010: 11)

219

Resim 2: Augustus Forumu’ndaki Mars Ultor Tapınağı (http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Forum_Augustus.JPG)

220

Resim 3: Pantheon’da Pavonazetto mermerinden yapılmış sütunlar. (http://www.romeartlover.it/Stones.html)

221

Resim 4: Pantheon Dıştan Görünüm.

(http://0.tqn.com/d/atheism/1/0/p/f/PantheonRomeExteriorRight.jpg)

222

Resim 5: Yukarı Tembris Vadisindeki Mermer Ocakları(Waelkens, 1985:642)

223

Resim 6: Phryg Dokuma Tezgâhı Rekonstrüksiyon. (Burke, 2005, 77)

224

Resim 7: Ağırşak. (Burke, 2005, 73).

225

Resim 8: Dokumada kullanılan bıçaklar (Burke, 2005, 79)

226

Resim 9: Dokumacı Tarağı (Burke, 2005, 78)

227

Resim 10: Toledo Sanat Müzesi Cam Koleksiyonu: İç Kalıp Tekniği ile Yapılmış Akdeniz Bölgesi Kaseler (Jones, 2005, 103)

228

Resim 11:Gordion’da Tümülüs P’de bulunan 15,4 cm çapında kalıba dökülerek yapılan mesomphalic phiale (Jones, 2005, 105) 229

Resim 12: Phryg Tarzı Taç Süslemeli Cam Kase Parçası (Jones, 2005, 107).

230

Resim 13: Gordion’da bulunan kuş figürlü (M. Ö. 650-640) kap. (Young, 1963:351).

231

Resim 14: Gordion’da Büyük Tümülüs’te bulunan tunçtan yapılmış sade, yivli ve taç yapraklı desenlerle süslenmiş göbekli kâseler (Young, 1963: 361).

232

Resim 15: Gordion’da Büyük Tümülüs’te bulunan tunçtan yapılmış hakla kulplu, derinliği az olan kâseler (Young, 1963: 362).

233

Resim 16: Mezar Odalarında Kullanılan Ahşap Malzemeler ve Zıvanaları Gösteren Restore Edilmiş Halini Gösteren Çizim (Young, 1960: 4).

234

Resim 17: M. Ö. 8. Yüzyıla Tarihlenen Duvara Çizilmiş Üç Ev ve Kuş Resmi (Young, 1960: 7).

235 Ek- 15: Özgeçmiş

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZGEÇMİŞ

Adı Soyadı: Fatih Mehmet BERK Doğum Yeri: Konya Doğum Tarihi: 12.10.1971 Medeni Durumu: Evli Öğrenim Durumu Derece Okulun Adı Program Yer Yıl İlköğretim Yunus Emre Konya 1984 İlköğretim Okulu Ortaöğretim Lise Konya Meram Konya 1992 Gazi Lisesi 1992 Lisans S.Ü. Eğitim Konya 1996 Fakültesi İngilizce Öğrt. Yüksek Lisans S.Ü. Sosyal Bil. 2006 Enst-Halkla İlişk. ve Tant. ABD– Becerileri: İlgi Alanları: İş Deneyimi: Aldığı Ödüller: Hakkımda bilgi almak için önerebileceğim şahıslar: Tel: 542 291 96 68 E-Posta: [email protected] Adres Selcuk Üniversitesi Sosyal Bilimler MYO Selçuklu Konya

236