SULTAN SELİM CAMİİ ve KÜLLİYESİ

İstanbul’da XVI. Yüzyılda Kanûnî Süleyman tarafından babası Yavuz Sultan Selim adına yaptırılan külliye. ilçesinin Yavuzselim semtindeki Çukurbostan denilen Bizans açık su haznesi yanında Haliç’in dik yamaçları üzerindedir. Bu mevkiye aynı zamanda Mirza Sarayı dendiği rivayet edilir. Külliye esas olarak cami, iki tabhâne, Sultan Selim ve Hafsa Sultan türbesi, şehzadeler türbesi, mektep ve imaretten teşekkül etmiştir. Bir hayli uzakta olduğu halde bir çifte hamam da külliyeden sayılmaktadır. Ayrıca yine Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Yavuz Sultan Selim adına Mimar Sinan’a yaptırılan ve dershanesi de bir cami olarak düzenlenen medrese ve çeşmeden oluşan küçük bir ikinci külliye Yenibahçe’de bulunmaktadır. Evliya Çelebi’ye göre bir kervansaray da mevcuttur (Seyahatnâme, I, 325). Peçuylu İbrâhim, Kanûnî’nin babasının vefatından sonra kabri üzerine bir türbe ve cami, imaret, mektep, medrese, dârüşşifâ ve dârüzziyâfe yaptırdığını ve bunun için 400.000 altının iç hazineden verildiğini kaydeder (Târih, I, 425). Külliyenin cami, tabhâne, türbe, mektep ve belki de imaretinin o sıralarda mimarbaşı olan Acem Ali tarafından, hamam ve kervansarayın da Mimar Sinan tarafından yapıldığı tahmin edilebilir. Bunlardan başka sonradan ilâve edilen Sultan Abdülmecid Türbesi ve bir meşruta binası külliye sınırları içindedir. Caminin, cümle kapısı üzerindeki üç satırlık Arapça kitâbeye göre, 929 Muharreminde (Aralık 1522) Sultan Selim’in emriyle yapılmış olduğu yazılıdır. Sultan Selim Türbesi’ndeki kitâbede ise türbenin Kanûnî tarafından inşa ettirildiği aynı tarihle kaydedilmektedir. Sultan Selim’in vefatı 8-9 Şevval 926 (21-22 Eylül 1520) tarihinde olduğuna göre külliyenin yapımını belki de Sultan Selim vefatından önce emretmiş veya buna niyet etmiş, ancak ömrü vefa etmediğinden külliye Kanûnî tarafından bitirilmiş ve babasına hürmeten kendi adını yazmamıştır. İsmail Hami Danişmend, kaynak vermeden caminin yapımına 9 Cemâziyelâhir 927’de (17 Mayıs 1521) başlandığını kaydeder (Kronoloji, II, 65, 68).

Sultan Selim’in Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki vakfiyesi 14 Ramazan 964 (11 Temmuz 1557) tarihlidir (VGMA, Sultan Selim Vakfiyesi, Kasa 182 K ve Latin harfli sûreti için bk. nr. 2136). Emlâk ve akarının tesbiti için o sırada sadrazam olan Rüstem Paşa görevlendirilmiştir. Türkçe yazılan vakfiyeye göre Sultan Süleyman’ın, babası tarafından inşası müyesser olmayan bir “imâret-i âliye”, ruhunu tâziz için bir türbe, bir cami, bir matbah, sekiz odalı bir tabhâne ve yer olmadığı için bir başka yerde dershaneli bir medrese ve bir mektep, bir çifte hamam yaptırmış olduğu kaydedilmektedir. Vakfiyenin birinci kısmında Rumeli, ikinci kısmında Anadolu’da olan emlâk ve akar kaydedilmektedir. Buna göre külliyeye gelir sağlamak için ’da bir çifte hamam ve dükkânlar, Rumeli ve Anadolu’da köyler, mezraa ve tarlalar sayılmaktadır.Külliye kuzeybatı-kıble istikametinde yamuk bir dikdörtgen biçiminde bir ihata duvarı ile çevrilidir. Haliç tarafı ve kıble tarafı istinat duvarları ve payandalarla desteklenerek yer kazanılmıştır. Külliyenin dört kapısı vardır. Evliya Çelebi, kapılara isim vererek Haliç tarafında kırk merdiven denilen uzun ve dik bir merdivenle bağlantılı olan ve bu adla anılan bir kapı, kıble tarafında türbe kapısı, kuzeybatı tarafında bulunan mektep yanında çarşı kapısı ve Çukurbostan tarafındaki kapıyı saymaktadır (Seyahatnâme, I, 148). Külliyenin kuzeyindeki düz sahada bir zamanlar imaretin bulunduğu bilinir. Caminin kıblesinde Sultan Selim’in türbesi ve diğer türbeler vardır. Külliyenin batısı tamamen Çukurbostan’la sınırdır.

Cami. Vakfiyesinde minber, mihrap, minare ve şadırvanlı olarak belirtilen yapı büyük kubbesi ve birer şerefeli iki minaresiyle Haliç ve Çarşamba tarafından etkili bir görünüşe sahip olup tabhâneli camilerin son örneğidir. Kesme küfeki taşından inşa edilen yapıda yer yer bazı kemerler ve bazı kısımlarda kırmızı taş kullanılmıştır. Klasik üslûptaki iç avlu üç kapılıdır ve kubbeli bir revakla çevrilidir. Mermer döşeli avlunun ortasında bir şadırvan bulunur. Evliya Çelebi, vakfiyede de zikredilen bu şadırvanın sekiz sütunlu ve sivri kubbeli saçağının IV. Murad tarafından yaptırıldığını söyler (a.g.e., a.y.).

Cami plan olarak daha çok Edirne Beyazıt Camii’ne benzemektedir. İki tarafında dörder odalı tabhâneleri vardır. Tek kubbesi duvar içine gizlenmiş dört büyük kemer üzerine oturur. Minareler avlu yan duvarları ile tabhânelerin birleştiği köşelerdedir. Caminin kubbesi ana beden duvarlarına göre biraz iri durmaktaysa da sakin, vakur ve heybetli bir görünüme sahiptir. Caminin avlu duvarları klasikleşmiş bir tertipte iki sıra pencerelidir. Yan giriş kapıları kemerli sade bir niş içerisindedir. Orta kapı ise zengin mukarnaslı ve yukarıda dendanlı tacı ve kırmızı beyaz taşla örülmüş geçmeli kemeriyle bir hayli gösterişlidir. Avlu ve son cemaat yeri duvarında bulunan pencerelerin kemerleri dışarıda kırmızı ve beyaz taşlarla örülmüştür. İçeride ise kemer aynalarında sarı ve yeşilin hâkim olduğu renkli sır tekniğinde çini panolar mevcuttur. Son cemaat duvarında caminin cümle kapısının iki tarafında ikişer alt pencere ve birer mukarnaslı mihrap bulunmaktadır. Dipteki üçüncü pencereler tabhânelere aittir. Mermer cümle kapısı, etrafında zengin silmeli bir çerçeve ve çok temiz işçiliği olan zengin mukarnaslarıyla gösterişli bir yapıdır. Yanlarda beş köşeli ve mukarnaslı nişler ve köşelerde rûmî desenlerle çok sanatkârane işlenmiş kum saatleri vardır. Kapı kemeri üzerinde caminin üç satırlık sülüs celîsiyle yazılan Arapça kitâbesi mevcuttur. Kapı kanatları ahşap kündekârî sanatının en güzel örneklerindendir.

Caminin harimi 24,35 × 24,30 m. ölçülerinde bir kare şeklindedir. Sıvasız duvarları yüzünden loş bir tesiri vardır. Dört duvarı, yuvarlak kemerler ve (pandantif) aslan göğüsleriyle son bulur. Kubbe kasnağında duvarlardaki pencereler binaya yeterli ışık vermemektedir. Binanın üstünü örten kubbe büyük bir mekân duygusu oluşturmakta ve binaya olağan üstü bir heybet vermektedir. Caminin kıble tarafında altta dört, yanlarda ikişer pencere vardır. Diğer yan pencereler tabhânelerin eyvanlarına birer kapı ve odalarına birer iç pencere şeklinde açılır. Sağda tabhâne köşe odasına isabet eden pencerenin önünde bulunan müezzin mahfiline bu pencere içinden bir merdivenle çıkılır. Müezzin mahfilinin taşıyıcı kare ayakların araları altta sağır korkuluklarla, üstte içleri rûmî oymalarla bezeli Bursa kemerleriyle kapatılmıştır. Son cemaat duvarlarındaki dört pencere imam ve müezzinlerin kullandığı sekili eyvanlara açılır. Cümle kapısı üstünde bulunan balkona kapının iki tarafından duvar içinden yuvarlak merdivenlerle ulaşılmaktadır. Caminin alt pencereleri kemer aynaları içinde de avludaki çini panoların farklı renklerle tekrar edildiği görülür. Bunlardan sadece minberin sağındakinde lâcivert zemin üzerine mihrap âyeti yazılmıştır.

Camide bulunan hünkâr mahfili sol dip köşededir ve buraya pencere içinden bir kapı ve merdivenle ulaşılmaktadır. Bu giriş penceresine ayrıca dışarıdan da girilmektedir. Bu pencerenin dışı iki kapılı küçük bir avlu haline getirilerek hünkârın özel girişi için ayrılmıştır. Mahfil mukarnas başlıklı yedi sütun üzerindedir. Tavanı XVI. yüzyılı hatırlatan, fakat daha çok XVIII. yüzyıla tarihlenebilecek müstesna güzellikteki altınlı kabartma rûmî ve hatâyî bezemeler, cetveller ve buketlerle süslenmiştir. Bu bezemeler birçok emsalinde olduğu gibi yağlı boya ile kapatılmışken 1937’lerdeki restorasyonlarda Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından ortaya çıkarılmıştır. Mermer mihrap sade silmeli bir çerçeveye mukabil zengin ve güzel mukarnaslara sahiptir. Mihrap nişinin köşelerinde siyah mermerden kum saatleri vardır. Mukarnasların üzerinde zarif bir Bursa kemeri, yanlarda kabara ve gülçeler, daha yukarıda mihrap âyeti ve dendanlı bir taçla son bulur. Mermer minber klasik ölçü ve taksimatla yapılan nâdide güzel örneklerdendir. Caminin diğer işçiliklerinde olduğu gibi burada da titiz bir bir çalışma göze çarpar. Bu titizlik Fâtih Sultan Mehmed, Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve kısmen Kanûnî Sultan Süleyman devri inşaatlarının diğer dönemlere göre bâriz bir farkı olarak ortaya çıkmaktadır.

Tabhâneler. Emsallerine ana kütleye bitişik olarak daha önce ve daha sık rastlanan tabhânelerin son örneği buradadır. Sultan Selim tabhâneleri plan olarak Edirne Beyazıt Camii’ndekine benzer. Vakfiyesinde “sekiz bab menâzil-i müsâfirîn” şeklinde geçmektedir. İki yanda sekili üçer eyvanlı ve dörder odalıdır. Camiye göre daha alçak tutulmuştur. Dışarıdan yanlardan birer kapıları olduğu gibi kapıların karşısına gelen eyvanlardan camiye geçilen birer kapı-pencere mevcuttur. Odaların ikişer alt ve birer üst pencereleri vardır. Üst pencereler yuvarlaktır. Her odada birer ocak bulunur. Pencere kemerleri ve yuvarlak pencereler kırmızı ve beyaz taşlarla örülmüştür. Minareler tabhânelerin avlu duvarına birleştiği köşelerde olup birer şerefelidir. Kapıları dışarıdandır. Minare kaidesi tabhâne saçağına kadar yükselir. Çokgen gövdede pabuçtan sonra ve şerefe altında kırmızı taştan birer bordür ve şerefe altında ters lâleler bulunur. Şerefe zengin mukarnaslı ve korkuluklar kafeslidir. Petekten itibaren 1937’lerde yenilendiği bilinmektedir.

İmaret. Vakfiyede hem “yapı topluluğu ve inşaat” hem de “aşevi” anlamında kullanıldığı görülmektedir. Bugün mevcut olmayan imaretin cami ile beraber mi veya daha sonra Mimar Sinan tarafından mı yapıldığı tam anlaşılamamaktadır. Vakfiyesinde kiler, ambar, yemekhane ve matbahtan bahsedilen imaret binası, Kulekapılı Seyyid Hasan tarafından 1815’lerde çizilen Beyazıt su yolu haritasında “L” şeklinde çatılı bir bina olarak görülmektedir. Binanın 1884 depreminde yıkıldığı rivayet edilir. 1917’de Evkaf Nezâreti buraya I. Abdülhamid adına Mimar Kemâleddin Bey’e iki katlı bir medrese yaptırmıştır. Daha sonra Dârülhilâfe medreselerinin kurulmasıyla bu bina Medresetü’l- mütehassısîn olmuştur. Cumhuriyet devrinde 1924 yılında Cumhuriyet Kız Lisesi, 1950’den itibaren de Yavuzselim Kız Meslek Lisesi olarak kullanılmaktadır. Mektep. Vakfiyesinde sıbyan mektebi olarak bahsedilen bina caminin kuzeybatısındadır. Güneybatı duvarı Çukurbostan duvarı üzerindedir. Diğer tarafından Evliya Çelebi’nin çarşı kapısı dediği dış avlu kapılarından birine bitişiktir. Kitâbesiz, tek kubbeli, önünde geniş saçaklı bir girişi bulunan, iki sıra pencereli, ocaklı bir yapıdır. Bir sıra taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. 1918’deki yangından sonra harap olan bina 1960’larda tamir edilerek kütüphane haline getirilmiştir.

Yavuz Sultan Selim Türbesi. Sultan Selim, Sırt köyünde vefatından sonra cenazesi İstanbul’a getirilmiş ve Fâtih Camii’nde Zenbilli Ali Efendi tarafından namazı kılınarak Çukurbostan yanındaki bu mevkide defnedilmiştir. Türbe kesme taştan, sekiz kenarlı, dilimli kubbeli bir yapıdır. Büyük bir ihtimalle o sırada mimar başı olan Acem Ali tarafından yapılmıştır. Türbenin her cephesinde altlı üstlü ikişer pencere vardır. Bu pencerelerin etrafı derin silmelerle zenginleştirilmiş, üst pencere kemer ve bordürleri kırmızı taşla tezyin edilmiştir. Bugün çimento ile sıvalı alt pencere kemer aynalarında vaktiyle camidekilerin benzeri çini panolar olduğu tahmin edilmektedir. Türbe kapısı söve kemeri geçmeli siyah ve beyaz mermerden, ahşap kanatlar sedef ve fildişi kakmalı kündekârîdir. Kapı üzerinde kitâbesi yoksa da iki taraftaki büyük ve muhteşem çini panolarda kitâbeler mevcuttur. Sarı rengin hâkim olduğu bu sır altı tekniğindeki çini panolarda lâcivert üstüne beyaz celî sülüs hatla türbenin Kanûnî Sultan Süleyman’ın emriyle 929 Muharreminde (Aralık 1522), yani cami ile aynı tarihte yaptırıldığı yazılmıştır. Türbenin içinde heybetli sandukası ve muhteşem kavuğu ile sadece Yavuz Sultan Selim’in kabri vardır. Evliya Çelebi bu hali, “Sultan Selim’in kabr-i şerifinde olan mehâbet hiçbir padişah türbesinde yoktur, selîmî destarıyla güya bir ejder-i heftser-misâl kemingâhta âmâde yatar” diye tasvir eder. Sandukasının üzerinde vasiyeti gereğince Kemalpaşazâde’nin atının ayağından sıçrayan çamurlu kaftanı örtülmüştür. Yapı içeride yer yer eski nakışların izlerinin görüldüğü bir şekilde süslenmiştir. Ayrıca mermer bir levhada Şam’ın fethi ve Muhyiddin İbnü’l- Arabî’nin kabrinin bulunmasıyla ilgili ve yine İbnü’l-Arabî’ye atfedilen meşhur ibare vardır.

Hafsa Sultan Türbesi. Kanûnî Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan’ın yıkık türbesi Yavuz Sultan Selim’in türbesi yanındadır. Hafsa Sultan’ın 940’ta (1534) vefat ettiği ve buraya gömüldüğü bilinmekteyse de türbenin yapım tarihi belli değildir. Türbe Yavuz Sultan Selim Türbesi gibi sekiz kenarlı, kesme küfeki taşındandır ve şüphesiz kubbeli idi. Önünde bir saçağın olduğu anlaşılmaktadır.

Şehzadeler Türbesi. Vakfiyede bahsedilen bu türbe de diğer ikisi gibi sekiz kenarlı, kesme taştan ve kubbelidir. Kitâbesi yoktur. Dört mermer sütunlu bir saçakla korunan giriş kapısının iki yanında altı köşeli çinilerden yapılmış iki çini pano bulunmaktadır. Kubbe kasnağı yuvarlak yapılarak üzerine mermerden çeşitli âyetler yazılmıştır. Her yüzde altlı üstlü ikişer pencere mevcuttur. Bu pencerelerde Yavuz Sultan Selim Türbesi’nde ve camide olduğu gibi kırmızı beyaz taşlar kullanılmıştır. Türbede Kanûnî’nin Murad, Mahmud ve Abdullah ismindeki oğulları, Yavuz’un kızı ve Makbul İbrâhim Paşa’nın zevcesi Hatice Sultan, yine Yavuz’un kızı ve İskender Paşa’nın hanımı Hafsa Sultan’ın yattığı türbedeki Latin harfli bir kitâbede belirtilmiştir. Külliyedeki türbelerin sonuncusu yine kesme taştan ve sekiz köşeli olarak yapılan ve 1861’de vefat eden Sultan Abdülmecid’in ve oğullarının türbesidir.Çifte Hamam. Yavuz Sultan Selim vakfiyesinde görülen ve bugün mevcut olmayan bu hamam, Mimar Sinan tezkiresinde ve 953 (1546) tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri’nde (Vakıf nr. 2491, 1733) Koğacı Dede Mescidi yanında zikredilir. Böylece külliyeden uzakta Çukurbostan’ın öbür tarafında bugünkü kız lisesinin yakınında bulunduğu anlaşılmaktadır.Kervansaray. Vakfiyede adı geçmeyen, yeri ve mahiyeti hakkında bir bilgiye rastlanmayan bu kervansaraya Mimar Sinan tezkirelerinde ve Evliya Çelebi’de rastlanmaktadır (Seyahatnâme, I, 325).

İstanbul’da Yavuz Sultan Selim adına olan iki külliyeden Yenibahçe’dekinin Mimar Sinan tarafından yapıldığı bilinmektedir. Ancak Sinan’ın tezkirelerinde bir Sultan Selim Camii adının onun yaptığı eserler arasında anılması yanlış anlamaya yol açmış ve bazı yazarlar tarafından Sultan Selim Selâtin Camii’nin Sinan’ın eseri olduğu sanılmıştır. Bu yanlış görüş çok yakın tarihlerde tekrarlanmıştır (Ponsu Karahasan, “İstanbul Sultan Selim Camii Hakkında”, Sanat Tarihi Yıllığı [1964-1965], İstanbul 1965, s. 183-187). Böyle bir yanlışla, Kanaat Kitabevi tarafından tarihçi Ahmed Refik Altınay’a yazdırılarak 1931 yılında bastırılan kitapta kapağa basılan resimde de karşılaşılır. Sinan hakkındaki bu kitapta Sinan’ın eseri olmayan Yavuz Sultan Selim Camii’nin bir fotoğrafı basılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

VGMA, Sultan Selim Vakfiyesi, Kasa 182 K (sureti için bk. nr. 2136); Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 425; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 147-148, 315, 325, 344; VII, 701-702, 705-706; IX, 547, 548; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546), tür.yer.; Süleymaniye Vakfiyesi (haz. Kemâl Edîb Kürkçüoğlu), Ankara 1962, s. 19, yazma s. 27; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri: 1009 (1600) Tarihli (haz. Mehmet Canatar), İstanbul 2004, tür.yer.; Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânin-i Âl-i Osmân (haz. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 50; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 14, 15, 125; Danişmend, Kronoloji, II, 45, 65, 68, 85; Ekrem Hakkı Ayverdi, XIX. Asır İstanbul Haritası, İstanbul 1958, Pafta C 6; Semavi Eyice, İlk Osmanlı Devrinin Dinî-İçtimaî Bir Müessesesi: Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler, İstanbul 1963, s. 47; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1965, II, 129-131; Selâhattin Tansel, Yavuz Sultan Selim, Ankara 1969, s. 250; Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 536-542; M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1980, s. 29, 30, 32; Yüksel, Osmanlı Mi‘mârîsi VI, s. 516-547; M. Kâzım Çeçen, Mimar Sinan ve Kırkçeşme Tesisleri, İstanbul 1988, s. 165; a.mlf., II. Bayezid Su Yolu Haritaları, İstanbul 1997; Hakkı Önkal, Osmanlı Hanedan Türbeleri, Ankara 1992, s. 122, 128; C. Gurlitt, İstanbul’un Mimari Sanatı (trc. Rezan Kızıltan), Ankara 1999, s. 78; Mübahat S. Kütükoğlu, XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri, Ankara 2000, s. 14, 56, 280; Stefanos Yerasimos, Süleymaniye (trc. Alp Tümertekin), İstanbul 2002, s. 17, 28; Yıldırım Yavuz, “Abdülhamid I Medresesi”, DBİst.A, I, 37; Doğan Kuban, “Sultan Selim Külliyesi”, a.e., VII, 63.

İ. Aydın Yüksel cilt: 37, sayfa: 513-516

HASEKİ KÜLLİYESİ

İstanbul Haseki’de XVI. yüzyıla ait külliye.

Cami, medrese, sıbyan mektebi, çeşme, imaret ve dârüşşifâdan meydana gelen külliye, Kanûnî Sultan Süleyman’ın ünlü hasekisi Hürrem Sultan (ö. 1558) adına Mimar Sinan’ın hassa başmimarı olduktan sonra yaptığı ilk eserdir. XIX. yüzyıldan itibaren Haseki adıyla anılan Avratpazarı (geniş bilgi için bk. DİA, IV, 125) semtinde kurulmuştur. Peçuylu İbrâhim (Târih, I, 298) ve Evliya Çelebi (Seyahatnâme, I, 165), külliyenin burada yapılmasının Kanûnî’nin eşine gösterdiği bir incelik olduğunu yazar.

958 (1551) tarihli vakfiyesi Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan (Esad Efendi, nr. 3752/1; Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2001/2) külliyenin ilk yapılan birimi cami olup medrese ve sıbyan mektebi bir yıl, imaret ve dârüşşifâ ise on iki yıl sonra inşa edilmiştir. Bu durum külliyenin bir bütün olarak planlanmadığını, binaların değişik zamanlarda ayrı ayrı düşünülerek tasarlandığını gösterir. Cami Haseki caddesinin bir yanında, medrese, sıbyan mektebi, imaret ve dârüşşifâ ise diğer yanında yer almaktadır.

Cami. 945 (1538-39) yılında tek kubbeli şemada inşa edilen cami dışarıdan yüksek bir yuvarlak kasnağa, içeriden istiridye kabuğu biçiminde tromplara oturan 11,30 m. çapında bir kubbenin örttüğü kare planlı harimle pandantifli beş kubbenin örttüğü son cemaat yerinden oluşmaktaydı. Fakat yapı cemaate dar geldiğinden vakfın mütevellisi Hasan Bey’in isteğiyle 1612’de Sedefkâr Mehmed Ağa’nın doğu duvarını kaldırıp iki sütuna oturtulmuş üç kemerli bir açıklıkla geçilen, aynı büyüklükte kubbe ile örtülü bir mekân ilâve etmesiyle iki misli genişletilmiş, bu arada mihrabı da çift kubbeli hale gelen harimin orta eksenine kaydırılmıştır. Son cemaat yeri, başlıkları baklavalı beyaz mermer sütunlara basan sivri tuğla kemerlere oturtulmuş beş kubbe ile örtülüdür ve sonradan eklenen kubbeli birimin önünde devam etmez. Üzerinde kitâbenin yer aldığı cümle kapısı istiridye niş içerisindedir; yanlarında da yine istiridye nişli iki mihrabiye bulunmaktadır.

Harimi aydınlatan iki sıralı pencerelerden alttakiler dikdörtgen söveli, üsttekiler sivri kemerlidir. Dıştan sekizer kemerli payanda ile desteklenmiş yuvarlak kasnaklı kubbelere açılan yedişer pencere de sivri kemerlidir; iki kubbenin birleşme yerine rastlayan sekizinci pencereler ise sağırdır. Doğu ve kuzey yönde “L” şeklinde uzanan ahşap bir maksure ve bunun kıble duvarına bağlanan köşesinde hünkâr mahfili yer alır. Dışa taşkın olmayan mihrap alçıdan yapılmış ve bugün beyaz mermer görünümü verecek şekilde boyanmıştır; nişinin kavsarası mukarnaslarla doldurulmuş, bordürü de kabartma halinde üst üste sıralanmış vazoda çiçeklerle süslenmiştir. Minber mermerden yapılmıştır ve oldukça sadedir. Harim tamamen kalem işi süslemelerle donatılmıştır. Kubbede lâcivert, kırmızı ve yeşil rengin hâkim olduğu şemse ve yıldız motifleriyle arabeskler, duvarlarda ise kalıpla yapılmış baskı tezyinat göze çarpar; hünkâr mahfilinde de kıble yönünü gösteren perde motifli kalem işi bir mihrap deseni dikkat çeker. Caminin kuzeybatı köşesinde yer alan küfeki taşından yapılmış minarenin kalın gövdesi ve petek bölümü çok köşelidir; şerefe altında nişli çıkmalar, korkulukların taş levhalarında da geometrik desenli kabartmalar vardır. Şadırvanın ise hiçbir mimari özelliği yoktur.

Çeşme. Haseki caddesinin kuzey tarafında külliyeye girişi sağlayan üç kapı bulunmaktadır; bunlardan doğudaki medreseye, ortadaki sıbyan mektebine, batıdaki imarete aittir. İmaret ve sıbyan mektebi kapılarının arasında XVI. yüzyıl yapısı kesme taştan bir çeşme yer alır; üzerindeki mermer kitâbeden 1180 (1766) yılında onarıldığı anlaşılmaktadır.

Klasik tarzdaki dikdörtgen çerçeve içinde sivri kemer nişli çeşmenin ayna taşına, iki sütun tarafından taşınan yuvarlak kemerli bir kabartma işlenmiştir. Teknesi kısmen yol seviyesinin altında kalan çeşmenin suyu halen akmamaktadır.

Medrese. Caminin karşısında bulunan medrese 946 (1539-40) yılında inşa edilmiş klasik tipte bir yapıdır ve sokak cephesinin merkezindeki kapıdan girilen revaklı bir avlunun üç yanını çevreleyen kapalı mekânlardan meydana gelmektedir. Dershane kapının karşısındaki revakın ortasında yer alır; 6,80 m. çapındaki kubbesiyle medresenin kitlesinden dışarı taşmıştır. Dershanenin iki yanına üçerden altı, avlunun iki yanına beşerden on oda yerleştirilmiştir; bunların hepsi kubbelidir ve içlerinde birer ocak bulunur. Yanlardaki oda dizileri arasında karşılıklı iki dar mekân vardır. Beşik tonozla örtülü bu mekânlardan doğudaki dar ve karanlık bir hücre, batıdaki ise sıbyan mektebine ve diğer yapılara geçit veren bir dehlizdir. Revak kemerleri kırmızı ve beyaz taştan almaşık tarzda örülmüş, sütunlar beyaz mermer ve somakiden yapılmıştır; bunların dört tanesi nilüfer çiçeği biçimi, diğerleri baklavalı başlıklara sahiptir. Zambak motifli alınlıkla taçlandırılmış ana kapı ile dershane kapısının üzerinde bulunan renkli sır tekniğinde yapılmış 946 (1539-40) tarihli iki çini pano, medresenin çok harap olduğu yıllarda koruma amacıyla yerlerinden çıkarılarak Çinili Köşk’e götürülmüştür; pencere alınlıklarındaki çinilerden ise bugün hiçbir iz yoktur.

Mübahat Kütükoğlu’nun neşrettiği rûmî 20 Ağustos 1330 (2 Eylül 1914) tarihli İstanbul medreselerinin durumları hakkındaki ayrıntılı rapordan (bk. bibl.) medresenin o yıllarda tamire muhtaç bir halde olduğu ve kadro dışı bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Sıbyan Mektebi. Medresenin doğusunda yer alan kare planlı yanyana iki birimden meydana gelen mektebin iki yönlü dörder basamaklı merdivenle çıkılan birinci birimi iki cephesi sütunlu açık dershane, ikinci birimi ise kapalı dershanedir. Açık dershanenin caddeye bakan cephesi kapalı olup altlı üstlü ikişer penceresi mevcuttur. Her iki birim de düz tavanlı ve dört yüzeyli oturtma çatı ile örtülüdür. Açık bölümleri yağmurdan korumak amacıyla ahşap çatının sütunlu cepheler üstünde dışarıya taşırılması ve enli saçağın Haseki caddesi üzerinde yazlık dershane ile medrese arasında bulunan dış kapının tepesinde döndürülerek duvara saplanan sundurmaya dönüşmesi önemli bir ayrıntıdır. Binanın önündeki havuzlu alan muhtemelen oyun bahçesi olarak düzenlenmiştir. Kitâbe yeri boş duran mektebin yapılış tarihi bilinmemekle birlikte medresede kullanılan nilüfer çiçeği motifli başlıkların burada da kullanılması iki yapının birlikte ele alındığına işaret etmektedir. Kapalı dershanenin hemen yanında küçük ve oldukça bakımlı bir hazîre vardır. Mezar taşlarından çoğunun mütevellilere, külliyede hizmet eden kişilere ve onların aile fertlerine ait olduğu görülür.

İmaret. Haseki caddesi üzerinde külliyeye girişi sağlayan üçüncü kapı imarete aittir. Buradaki kitâbede imaretin 957 (1550) yılında Kanûnî Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı belirtilmekte, fakat mimarının adına yer verilmemektedir. Ancak tezkirelerde de hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmayışına rağmen yapının Mimar Sinan veya onun kontrolü altında kalfalarından biri tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. İmaret kuzeyde üç, doğu ve batı yönlerinde beş kemerli bir revakla çevrilmiş ve revaklar baklava başlıklı sütunlara oturtulan pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Avlunun kuzeyinde bulunan mutfak, iki büyük kubbeli mekânla bunların arkasında yer alan dört küçük kubbeli ve ocaklı aşevi bölümlerinden oluşmaktadır. Yanlarda dikdörtgen planlı ve çift kubbe örtülü ikişer adet salon bulunmakta ve aralarına konulan beşik tonozlu dehlizlerden batıdaki sokağa, doğudaki dârüşşifâ aralığına açılmaktadır.

Dârüşşifâ. Külliyenin en özgün ve Osmanlı mimari tarihinde eşine rastlanmayan yapısı dârüşşifâdır ve özellikle fazla büyük olmayan bir külliyede başlı başına bir birim olarak yer alması açısından önem taşımaktadır.

Kapısındaki kitâbenin son mısraı Ayvansarâyî’ye göre “Dârü’ş-şifâ nâfi‘-i nâs-ı cihân”dır (Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 101) ve ebced hesabı ile 957 (1550) tarihini vermektedir; ayrıca biri 1892, diğeri 1911 tarihli iki de onarım kitâbesi vardır. Bina, sekizgen avlunun beş kenarı etrafındaki kubbeli odalar ve kuzeydeki giriş yeriyle değişik bir plan gösterir. Kuzey cephesi sokağa uyacak şekilde düzenlenmiştir. Sekizgen avlunun doğu, batı ve güney yönlerinde iki sıra halinde yer alan mekânlar çift kubbelidir. Güneydoğu ve güneybatı köşelerinde ise üzerleri birer büyük kubbe ile örtülü olan ve geniş kemerlerle eyvan gibi avluya açılan birimler yer alır. Avlu etrafındaki mekânlara geçişi sağlayan bu eyvanlar, bugün demir doğramalı camekânlarla kapatıldığı için yapının mekân etkisi günümüzde tam olarak kavranamamaktadır. Arkadaki yapıya eklenen ve imaretle dârüşşifâ arasında kalan, yoldan girilen bölümdeki iki bağımsız odanın ilâç hazırlamak için kullanıldığı düşünülmektedir (DBİst.A, IV, 5). Dârüşşifâ avlusundan geçilen kuzeydeki küçük avluda helâlar yer alır. 1881 yılına kadar tek başına, bu tarihten son restorasyonun başladığı 1963 yılına kadar da yeni hastahanenin gelişmesine paralel olarak poliklinik, tımarhane, kadınlar kısmı gibi değişik fonksiyonlarla hizmet veren dârüşşifâ tarihi boyunca Dârüşşifâsı, Haseki Mecânin Müşâhedehânesi, Dârülcünun Bîmarhânesi, Haseki Mahpesi, Haseki Zindanı, Haseki Sultan Kadın Dârüşşifâsı, Haseki Şifâhânesi, Acezehâne, Haseki Bîmarhânesi ve Haseki Nisâ Hastahanesi, Haseki Sultan Nisâ Hastahanesi, Hamidiye Nisâ Hastahanesi ve Haseki Kadınlar Hastahanesi gibi isimler almıştır.

Çeşitli yangın ve depremlerde zarar gören külliye her seferinde onarılmış, son olarak da 1963-1974 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Club Meditérranéen arasında yapılan bir anlaşma ile cami dışındaki binaları turistik amaçlarla kullanılmak üzere restore edilmiş, fakat özellikle semt sakinlerinin itirazları üzerine bundan vazgeçilerek hizmet içi eğitim merkezi yapılması için Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmiştir. 20 Ocak 1976 tarihinden bu yana Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi adıyla faaliyet gösterilen külliye binalarında müftü ve vâizlerin meslekî eğitimleri yapılmakta, bunun yanında kıraat ilmi öğretilmektedir. Halen külliyenin medresesi yatakhane, kapalı dershanesi mescid, imareti yemekhane, sıbyan mektebi toplantı salonu, dârüşşifâsı eğitim ve idare binası olarak kullanılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Sâî Mustafa Çelebi, Tezkiretü’l-bünyân (nşr. Zeki Sönmez, Mimar Sinan İle İlgili Tarihi Yazmalar-Belgeler içinde), İstanbul 1988 s. 30, 33, 36; a.mlf., Tezkiretü’l-ebniye (a.e. içinde), s. 66, 70, 73; a.mlf., Tuhfetü’l-mi’mârîn (a.e. içinde), s. 83, 88, 90; Peçuylu İbrâhim, Târih (haz. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1981, l, 298-300; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 164-165; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 101-102; Halil Edhem [Eldem], Camilerimiz, İstanbul 1932, s. 50; A. Süheyl Ünver, 400 üncü Yıl Dönümü Dolayısile Haseki Hastanesi, İstanbul 1939; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 196; Cumhuriyet Devrinde İstanbul, İstanbul 1949, s. 50-51; TCYK, s. 857-859; Konyalı, Mimar Koca Sinan’ın Eserleri, s. 9-16; Nimet Taşkıran, Hasekinin Kitabı, İstanbul 1972; E. Egli, Sinan der Baumeister Osmanischer Glanzzeit, Erlenbach-Zürich 1976, s. 58-61; Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimârisi, İstanbul 1986, s. 181; a.mlf., Mimar Sinan’ın Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988, s. 12-14; Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 36-47; a.mlf., “Haseki Külliyesi”, BÜD, II (1974), s. 57-86; a.mlf., “Kanunî Döneminde Osmanlı Külliye Mimarisi”, Antik Dekor, sy. 29, İstanbul 1995, s. 32-34; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1987, I, 68; Gönül Cantay, “Sinan Külliyelerinde Darüşşifa Planlaması”, Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı ve Sanatı (haz. Zeki Sönmez), İstanbul 1988, s. 46-47; a.mlf., Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Dârüşşifaları, Ankara 1992, s. 92- 95; Ali Sâim Ülgen, Mimar Sinan Yapıları (haz. Filiz Yenişehirlioğlu - Emre Madran), Ankara 1989, s. 4-5, lv. 6-10; Fatih Câmileri ve Diğer Târihî Eserler (haz. Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 117-119; Zuhal Özaydın, “Haseki Darüşşifası ve Bugünkü Durumu”, I. Türk Tıp Tarihi Kongresi: Bildiriler, Ankara 1992, s. 183-187; Affan Egemen, İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1993, s. 355; Gönül Güreşsever, “Haseki Darüşşifası”, STY, V (1973), s. 101-117; Mübahat S. Kütükoğlu, “Dârü’l-Hilâfeti’l-‘Aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medreseleri”, İTED, VII/1-2 (1978), s. 164-165; A. Turgut Kut, “İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika”, TUBA, II (1978), s. 55-84; Nuran Yıldırım, “Haseki Darüşşifası ve Hastanesi”, DBİst.A, IV, 2-3; Doğan Kuban, “Haseki Külliyesi”, a.e., IV, 4-6.

Sema Doğan

ŞEHZADE KÜLLİYESİ

İstanbul’da XVI. yüzyılın ilk yarısı sonunda inşa edilen külliye. Kanûnî Sultan Süleyman’ın, sancağında vali iken 950 (1543) yılında vefat eden oğlu Mehmed adına yaptırdığı Şehzade Külliyesi, Mimar Sinan’ın tasarladığı ilk selâtin külliyesi olup Beyazıt’tan Edirnekapı’ya giden cadde üstünde bu yapı münasebetiyle Şehzadebaşı diye anılan mevkide yer alır. İnşasına 950 Rebîülevvelinde (Haziran 1543) başlanmış, ilk olarak Şehzade Mehmed’in gömüldüğü türbe tamamlanmış, 1 Rebîülevvel 951’de (23 Mayıs 1544) temeli atılan cami 955 Recebinde (Ağustos 1548) ibadete açılmıştır. Bu süre zarfında medrese, imaret, sıbyan mektebiyle tabhâneler ve ahırdan müteşekkil kervansaraydan meydana gelen diğer binalar inşa edilmiştir. Eski Odalar diye adlandırılan yeniçeri kışlasından devşirilen yamuk planlı arazide bulunan külliyede cami ve hazîre Vezneciler caddesi üzerinde, diğer yapılar arka taraftaki dış avlu duvarına yerleştirilerek iki akslı bir düzen kurulmuştur. Bağımsız olan imaret ve sıbyan mektebi Dedeefendi caddesi üzerinde bulunmaktadır. Bazı malzemelerinin Forum Tauri’den getirildiği bilinen külliyenin inşasının tamamlanmasının ardından geçen yaklaşık iki yüzyıllık süreçte hânedan mensupları ile din ve devlet adamlarından bazı kişiler için yaptırılan türbe, sebil ve çeşmelerle bunları besleyen, Beyazıt suyollarına bağlı su terazisiyle külliye programı zenginleştirilmiştir. Dış avludaki yangın havuzu ile girişteki muvakkithâne ise XIX. yüzyılda inşa edilmiştir. 1613 ve 1633’teki yangınlarda zarar gören külliye binaları IV. Murad’ın emriyle tamir edilmiş, bu esnada şadırvan kubbesi yenilenmiştir. 1718 ve 1782’deki yangınlarda ise minare külâhlarına kadar bütün ahşap aksamının yandığı bilinmektedir. 1916 ve 1953’te bazı türbelerde ve camide yapılan kısmî onarımların ardından 1994-1999 yılları arasında külliye binaları kapsamlı bir restorasyon geçirmiştir. Cami. Mimar Sinan, mimarbaşı unvanı ile inşa ettiği bu ilk selâtin camisinde eş büyüklüklerde tutulan harim ve avlu bölümlerini mutlak bir geometrinin hâkim olduğu simetrik plan şeması içinde değerlendirerek ele almıştır. Harim kısmında son derece dengeli olan planda dört yarım kubbe ile desteklenen merkezî kubbe dört büyük ayak üzerindeki sivri kemerlere oturmuştur. Kubbeye intikal pandantiflerle sağlanmış, yarım kubbelerde mukarnas dolgular kullanılmıştır. Mekânda oluşan köşelerde birer küçük kubbe ile üst örtü tamamlanmıştır. Sinan, ana akslara yerleştirdiği girişlerle daha ilk adımda kuvvetle hissettirdiği mekân bütünlüğünü, mahfil ve galeri gibi tâli unsurları küçültüp süslemeyi mâkul ölçülerde kullanarak daha da güçlendirmiştir. Bu yapıda kendine özgü piramidal örtü düzeninin ilk örneğini sunan Sinan, örtü sisteminin en önemli destek unsurları olan payandaları son derece akılcı bir çözümle revaklı galerilerin içine gizlemiştir. Böylece taşıyıcı unsur olmaktan çıkan duvarları çok sayıda pencere ile donatarak seleflerinin masif mimari denemelerinden çok daha yumuşak bir görünüm elde eden Sinan, Edirne Selimiye Camii’nde mükemmele ulaşan kubbe mimarisinin ilk nüvelerini ortaya koymuştur. Dengeli tasarımı ile Osmanlı mimarisinin en etkileyici örneklerinden biri olan avlunun ve klasik normların hazırlayıcısı olan minarelerin kütleye bütünlenişi de çok başarılıdır. Ancak plan ve konstrüksiyonda beliren yalınlığın cephelerde ve Evliya Çelebi’nin nakışlarından övgüyle bahsettiği minarede yerini plastik değer kazanan kabartma bezeme öğelerinde yansıyan hareketliliğe bırakmasını Mimar Sinan’ın “çıraklık dönemi” denemelerinin ürünü olarak değerlendirmek gerekir. Nitekim sonraki yıllarda yüzeysel etkiden ziyade mimari etkiyi ön plana çıkaran uygulamaları görülecektir. Bununla birlikte son restorasyonda ortaya çıkarılan, yapıldığı döneme özgü malakârî ve kalem işi süslemelerle en azından bir defa yenilendiği anlaşılan ahşap malzemelerin işçiliği klasik Osmanlı süsleme sanatlarının nâdide örnekleri arasındadır.Medrese. İnşa kitâbesinden 953 (1546) yılında tamamlandığı anlaşılan, açık ve kapalı dershanelerin arasına yerleştirilmiş yirmi hücreli medrese, asimetrik plan kurgusuna rağmen klasik tipolojiye uygun olup tasarım ve süslemede cami ile paralellik kurulmuştur.

Uzun süre kız yurdu vazifesi gören yapı son restorasyonun ardından lokanta olarak kiraya verilmiştir. Kervansaray. Erken dönem özellikleri gösteren yapı, ortadaki fenerli kubbe ile örtülü holü çevreleyen kubbeli dört bölümden oluşan simetrik iki tabhâne ve bunlara bitişik sekiz kubbeyle örtülen dikdörtgen planlı ahırdan meydana gelir. Uzun süre Vefa Lisesi’ne laboratuvar hizmeti veren yapı bugün boş ve bakımsız durumdadır. İmaret ve Sıbyan Mektebi. Müstakil avlu çevresine yerleştirilen altışar kubbeli matbah ve yemekhane bölümleriyle depolar ve helâlardan oluşan imaret uzun süre İstanbul Üniversitesi Matbaası’na ev sahipliği yapmıştır. İçinde Latince kitâbeli büyük bir lahdin devşirme olarak kullanıldığı bilinen bu yapı da günümüzde bakımsız haldedir. Kubbeli kare bir hacimden meydana gelen sıbyan mektebi matbaanın deposu olduğu dönemde önemli yapısal değişikliklere uğramıştır. Yapı bugün Siyasal Vakfı tarafından kullanılmaktadır. Hazîre. Selâtin külliyelerinde görülen defin geleneklerine aykırı bir gelişim gösteren hazîrede altı türbenin yanı sıra çeşitli dönemlere ait çok sayıda mezar bulunmaktadır. Dilimli kasnak ve kubbesiyle, cephesindeki renkli taş işçiliği gibi detaylarla daha ziyade İran ve Orta Asya etkileri taşıyan Şehzade Mehmed Türbesi iç mekânı tamamıyla kaplayan çini süslemeleriyle bu etkiyi güçlendirmektedir. 962 (1555) yılında inşa edilen Rüstem Paşa Türbesi aynı özellikleri daha sade bir tasarım programında tekrarlar. Dedeefendi caddesi tarafındaki kare plan üzerine baldaken formlu türbe, 1586’da vefat eden Mehmed Bey için eşi Fatma Hanım Sultan tarafından yaptırılmış, 996’da (1588) vefatında kendisi de buraya gömülmüştür. Cami tarafındaki kapının önünde yer alan Bosnalı Damad İbrâhim Paşa Türbesi 1601’de vefatından sonra eşi Ayşe Sultan tarafından Sefer Çavuş’un nezâretinde Mimarbaşı Dalgıç Ahmed Çavuş’a yaptırılmış ve 1011 (1603) yılında tamamlanmıştır. Tasarım programını açıkça Şehzade Mehmed Türbesi’nden alan yapı iç mekânındaki çini süslemeleriyle ondan aşağı kalmaz. Bu iki türbenin arasında bulunan altıgen planlı türbe, III. Mehmed’in isyana teşebbüs edebileceği şüphesiyle idam ettirdiği şehzadesi Mahmud’a aittir. 1694’te vefat eden Gevher Sultan için yaptırıldığı sanılan, hazîre duvarı üzerindeki bozuk altıgen planlı tuğla türbe ile buradaki yapısal gelişim sona erer. Dış avlu ile cadde arasında kalan bölüm bir başka Ayşe Sultan’ın çocuklarının defniyle XVI. yüzyılın sonlarında gömü alanı haline gelmiştir. Daha sonra bu mezarlar dikdörtgen planlı bir türbe içine alınmış ve 1020’de (1611) babaları Destârî Mustafa Paşa’nın defnedilmesiyle onun adıyla anılmıştır. Nitekim bu inşa faaliyetinin, türbenin arkasındaki sofada gömülü olan Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendi’nin 1598’de vefatından önce yapıldığı anlaşılmaktadır. Bunun yanında kapıcılar kâtibi Hüseyin Efendi’nin aynı mimari özelliklere sahip sofası yer almaktadır. Diğer kısımda çoğunluğu hânedan ve ricâl mensuplarına ait çok sayıda mezar bulunmaktadır. Çeşme ve Sebiller. Külliyenin Saraçhane Kapısı dışındaki klasik üslûplu çeşme Ayşe Sultan tarafından Bosnalı İbrâhim Paşa için 1603’te yaptırılmıştır. Rüstem Paşa Türbesi’nin inşası esnasında türbenin ön kısmındaki duvara bitişik olarak yapılan, ancak 1916’da yıktırılan sebilden pencere ile iki yanındaki tekneler kalmıştır. Yekpâre mermerden küpü ise o sırada Topkapı Sarayı Müzesi’ne götürülmüştür. Hazîre duvarlarının Dedeefendi caddesi üzerinde 1093’te (1682) Safiye Hanım Sultan, Vezneciler caddesi üzerinde Gevher Sultan için yaptırılan pencereli sebiller yer almaktadır. Bunun yanında pencerenin iki tarafındaki 1135 (1723) tarihli selsebiller bundan bir yıl önce vefat eden Emine Hanım için yaptırılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA: Evliya Çelebi, Seyahatnâme (haz. Zuhuri Danışman), İstanbul 1969, I, 254-255; Doğan Kuban, Osmanlı Dinî Mimarisinde İç Mekân Teşekkülü, İstanbul 1958, s. 37-39; a.mlf., İstanbul Yazıları (haz. Gülçin İpek), İstanbul 1998, s. 101-105; a.mlf., “Şehzade Külliyesi”, DBİst.A, VII, 152-155; Tülin Uzel, Şehzâde Camii Türbeleri (mezuniyet tezi, 1961), İÜ Ed. Fak.; G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1971, s. 207-211; W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie , Tübingen 1977, s. 479-481; Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 52-61; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1987, I, 137-141; Adnan Giz, “Şehzâdebaşı Türbeleri”, Tarih Dünyası, IV/6, İstanbul 1950, s. 161; Ali Saim Ülgen, “Şehzâde Camii ve Hey’eti”, Mimarlık, sy. 5-6, Ankara 1952, s. 13-16; İsmail Orman, “Şehzâde Camii Hazîresi: Osmanlı Mezar Geleneğine Aykırı Bir Hazîre Gelişimi”, STAD, sy. 15 (2000), s. 22-37. cilt: 38, sayfa: 483-485 İsmail Orman