1

TÜRK CUMHURİYETLERİNDE EKONOMİK GELİŞMELER VE TÜRKİYE'NİN ROLÜ

Prof. Dr. Emin ÇARIKÇI

Çankaya Üniversitesi Öğretim Üyesi

ÖZET

Bu makalenin amacı, 1992-1996 döneminde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ndeki iktisadî gelişmeleri değerlendirmek ve Türkiye'nin bu cumhuriyetlere yapmış olduğu iktisadi ve eğitim ile ilgili katkıları özetlemektir.

Birinci bölümde, bu ülkelerdeki yıllık büyüme ve enflasyon hızları, nüfusları, ihracat ve İthalatın mal gruplarına ve ülkelere göre dağılımını gösteren başlıca ekonomik göstergeler analiz edilmiştir.

İkinci bölümde, bu ülkelere Türkiye tarafından açılan Türk Eximbank kredileri, eğitim konusunda katkılar, bu ülkelerdeki Türk inşaat ve yatırım faaliyetleri değerlendirilmiştir.

Sonuç bölümünde ise, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında iktisadî ve kültürel işbirliğinin daha da artırılması için ne tür iktisat politikaları uygulanması gerektiği tavsiyeleri yer almıştır. Gerek Türk Cumhuriyetlerinde ve gerekse Rusya'da ortak yatırımlar yapılmasının kritik bir nokta olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye ve Rusya arasında iktisadî ve siyasî ilişkilerin gelişmesi, Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki iktisadî ve kültürel işbirliğini artırmada önemli katkılar sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Türk Cumhuriyetleri, Ekonomi, Eğitim, Kredi, Yatırım

______

bilig-7/Güz '98

2

Giriş Azerbaycan'da % -20.2, Kazakistan'da % -11.9, Kırgızistan'da % -14.7, Türkmenistan'da %-8.1 Doğu ve Batı Türkistan ile Kafkas Bölgelerindeki Türk gerilemiş ise de, 1996 yılından itibaren, illeri, Çin ve Çarlık Rusyası imparatorlukları tarafından Türkmenistan hariç, diğer TD'lerde büyüme hızı pozitife dönüşmüştür (bkz. Tablolar: 1-5). yaklaşık üç asır önce işgal edilmeye başlandı. Nitekim Özelleştirmenin diğer bir müspet katkısı da bugünkü Türk Cumhuriyetlerinden Azerbaycan 1828 enflasyonla mücadele olmuştur. 1992-1994 yılında, Kazakistan 1854'te, Türkmenistan 1885'te döneminde Türk Devletlerinde, Özbekistan hariç, Kırgızistan ve Özbekistan ise 1860 yılında Başkentlerinin dört haneli rakamlara çıkmış olan yıllık enflasyon işgali ile bağımsızlıklarını kaybettiler. hızları 1995'te iki-üç haneli rakamlara inmiş; 1996 Demek ki, Azerbaycan'ın 170 yıl ve Kazakistan'ın 144 yılında ise, Türkmenistan hariç enflasyon büyük yıl önce bağımsızlıklarını kaybetmeleri, Türkistan ölçüde kontrol altına alınmıştır. Nitekim, 1996 yılında enflasyon hızları topraklarının büyük bir bölümünün en az 200 yıl önce Azerbaycan'da % 19.8'e Kazakistan'da % 39'a, Rusya'nın eline geçtiğini göstermektedir. Öyle ise Türkiye Kırgızistan'da % 30.3'e Özbekistan'da % 64'e ile Türk Cumhuriyetlerinde yaşayan Türklerin hasreti, inmiştir. Türkmenistan'da ise bu oran hâlâ % sadece 70 yıllık komünist dönem değil, en az iki asırlık 992'dir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki (yaklaşık yedi nesillik) bir hasrettir. yıllık enflasyon hızları Türkiye'deki oranlara Türk illeri gerek Çarlık Rusyası döneminde, gerekse paralellik arz etmektedir. eski Sovyetler Birliği (SB) döneminde en acımasız bir Tablo -1, Azerbaycan sömürge idaresine tabi tutulmuşlardır. Bir örnek vermek gerekirse, 1989 yılında eski SB'de pamuğun % 89'u Türk 1992 1993 1994 1995 1996 GSYİH Büyüme Hızı, % -22.6 -23.1 -19.7 -12.0 1.3 Cumhuriyetlerinde üretildiği halde, yine eski SB'de Enflasyon (tüketici), % 912 1290 1664 412 19.8 kamışın sadece % 11'i kardeş cumhuriyetlerde üretiliyordu. Nüfus (milyon) 7.3 7.4 7.4 7.5 7.6 İhracat (milyon $) 1484 725 637 574 631 1990 yılında eski SB'nin dağılması sonucu 1971'in ithalat (milyon$) 940 629 778 1010 1354 ikinci yarısında bağımsızlıklarını ilan eden yeni Türk Devletleri (TD) gerek son iki asırlık sömürünün ve gerekse - Toplam üretimin (GSYİH) % 30'u tarımdan, % 30'u sanayiden, % 60'ı da hizmetlerden elde son 70 yıllık komünist sistemin yaptığı tahribatları düzeltip edilir. serbest piyasa sistemine geçişin sancılarını özellikle 1996 - Başlıca ihracat ürünleri (milyon $); petrol ve yılından itibaren atlatmaya başlamışlar ve ekonomilerini gaz 419, hafif endüstri 68, makine ve metaller 48, düzlüğe çıkarmışlardır. petro-kimya 47. - Başlıca ithalat (milyon $), işlenmiş gıda İktisadî Gelişmeler ürünleri 584, makine ve metaller 226, petro-kimya 91. TD'lerde sosyalist sistemden piyasa sistemine geçiş için - İhracatta İran % 36, Rusya %20, Gürcistan% önce özelleştirmeye ağırlık verilmiştir. Nitekim, 1990'dan 15, Türkiye % 6,2 ve İsveç % 2.8'lik bir paya sahip. itibaren 1995'e toplam mal ve hizmet ürünlerinde - İthalatta Türkiye % 23, Rusya % 17, BAE % (GSYİH'da) özel sektörün payları, % olarak, 11.3, Almanya % 8 ve İran % 7'lik bir paya sahiptir. Azerbaycan'da 7'den 15'e, Kazakistan'da 8'den 28'e, Tablo 2, Kazakistan Kırgızistan'da 8'den 42'ye, Türkmenistan'da 12'den 18'e ve Özbekistan'da ise 12'den 30'a kadar çıkarılabilmiştir. 1992 1993 1994 1995 1996 GSYİH Büyüme Hızı.% -13.0 -15.7 -25.0 -8.9 1.1 Ancak yeni iktisadî sistemin kuruluş aşaması oldukça Enflasyon (tüketici),% 1513 1571 1880 176 39 sancılı geçmiştir. Nitekim, 1990-1995 döneminde yıllık Nüfus(milyon), 16.9 16.9 17.0 16.6 16.5 lhracat(milyon $) 7370 3224 3295 5109 5420 ortalama GSYİH (Büyüme hızı) ithalat(milyon$) 9040 4597 4428 5417 6198

bilig-7/Güz '98

3

- Toplam üretimin % 12.3'ü tarımdan, % 23.4'ü - Toplam ithalatta Almanya'nın payı % 25.4, Doğu sanayiden, % 64.37ü de hizmetlerden elde edilir. Avrupa ülkelerinin payı %27, Polonya'nın payı % - Toplam ihracatın % 45'i metaller, petrol 9'dur. ürünleri, 510'u gıdadan oluşur - Toplam ithalatın % 28'i makineler, % 26'sı enerji, Tablo 5, Özbekistan

% 12'si gıda,% 11'i kimyasal maddeler, % 7.6'sı arabalardır. 1992 1993 1994 1995 1996 .GSYIH Büyüme Hızı, % -10.6 -2.3 -4.2 -0.9 1.6 - ihracatta Rusya % 46, Özbekistan % 6.6, Enflasyon(Tüketici), % 645 534 1568 305 64 Almanya % 5, Türkiye % 4.4 ve Avusturya % 3'lük bir Nüfus (milyon) 21.7 21.9 22.4 22.5 22.7 paya sahiptir. İhracat (milyon$) 1424 2877 2940 3805 3600 İthalat (milyon $) 1660 3255 3255 3598 4800

Tablo 3, Kırgızistan - Toplam üretimin (GSYIH) % 29'u tarımdan, % 1992 1993 1994 1995 1996 24'ü sanayiden ve % 47.3'ü de hizmetlerden elde edilir. GSYIH Büyüme Hızı.% -15.8 -16.3 -20.1 -5.4 5.6 - İhracatın % 48'i pamuk, %12'si enerji ve % 5'i Enflasyon (tüketici), % 1209 30.3 855 278 53 metallerdir. Nüfus (milyon) 4.5 4.5 4.6 4.7 4.7 lhracat(milyon $) 285 340 340 409 506 - İthalatın % 36'sı makine ve teçhizat, % 30'u gıda, ithalat(milyon$) 396 506 317 522 890 % 13'ü kimyasal ürünler ve % 7'si de metallerdir. - İhracatta BDT % 23, İngiltere % 8, İsviçre % 7, G. - Toplam üretimin % 40'ı tarımdan, % 16'sı Kore % 6 ve ABD % 5 paya sahiptir. sanayiden ve % 44'ü hizmetlerden elde edilir. İthalatta BDT % 32, Almanya %12, ABD % 9 Türkiye % 7,6 ve G.Kore % 7'lik paya sahiptir. - Toplam ihracatın % 29'u gıda ve tarım ürünleri, % 19'u tarımsal ürünler, % 12'si makine ve teçhizat ve Tablo 6, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

% 7'si metallerdir. 1993 1994 1995 1996 1997 - İhracatta Rusya % 26, Özbekistan % 17, Çin % 17, GSMH (büyüme hızı) % 5.9 -3.7 2.6 2.9 1.7 Kazakistan %16, İngiltere % 7 ve Ukrayna % 7 paya Enflasyon (tüketici) % 61 21 72 8.8 82 Nüfus (bin kişi) 177.1 179.2 181.4 183.3 185.2 sahiptir. İthalatta Rusya % 22, Kazakistan % 22, İhracat (milyon$) 54.5 53.4 67.3 70.5 70.7 İthalat (milyon $) Özbekistan % 17, Türkiye % 7, Küba ve ABD % 363 28 366 318 353 4'erlik paya sahiptir. Kaynak: KKTC Ankara Büyükelçiliği, Mart 1998. Tablo 1-5 için Kaynaklar: EIU, Country reports, 1997

Tablo 4, Türkmenistan

1992 1993 1994 1995 1996 GSYIH Büyüme Hızı, % -5.3 -10 -18.8 -8.2 -3.0 Enflasyon (tüketici), % 493 3102 1748 1005 992 Nüfus (milyon) 3.8 3.9 4.0 4.2 4.4 İhracat (milyon$) 1251 2693 2176 2084 1628 Her Türk Cumhuriyeti ile ilgili tabloda bu ithalat (milyon$) 659 1592 1690 1644 1173 ülkelerin nüfus ve dış ticaretindeki (ithalat-ihracat) gelişmelere, dış ticarette değişik sektörlerin payına ve - Toplam üretimin % 16'sı tarımdan, % 48'i dış ticarette başlıca ülkelerin paylarına detaylı bir sanayiden, % 36'sı da hizmetlerden elde edilir. şekilde yer verilmiştir (Bakınız Tablo 1-5). - Toplam ihracatın % 73'ü petrol ve gaz, % 25'i Tabloların altındaki özetlerden çıkan neticelere tekstil, % 6'şar da tarımsal ve kimyasal ürünlerdir. göre TD'lerin dış ticaretinde başta Rusya Federasyonu - Toplam ithalatın % 25'i tarım ürünleri, % 13'ü olmak üzere Doğu Avrupa ülkeleri ön sırayı almakta sanayi malları, % 13'ü makine ve teçhizat, % 11'i ve bu ülkeleri Iran ve Batı Avrupa ülkeleri takip metallerdir. etmektedir. Türkiye'nin ise Azerbaycan haricindeki kardeş ülkelerle dış ticareti yok denecek kadar azdır. - Toplam ihracatta Almanya ve diğer AB ülkeleri % 11.4'er, Bulgaristan % 9.3, Çekoslovakya % 7, diğer Doğu Avrupa ülkeleri de % 17'lik paya sahiptir.

bilig-7/Güz '98

4

Türkiye'nin Katkıları Türkiye'nin Eğitime Katkısı Türkiye TD'lerin bağımsızlığına çok hazırlıksız Bugün Türkiye'de Türk Devlet ve yakalanmıştır. Buna rağmen Türkiye'nin kardeş topluluklarından gelen ve yıllık maliyeti 100 milyon ülkelerin kalkınmaları için yaptığı katkılar dolara yaklaşan 10 bine yakın öğrenci okumaktadır. küçümsenecek düzeyde değildir. Gönül isterdi ki, Nitekim Tablo 9'da görüldüğü gibi 1996-1997 ders Türkiye'nin gücü daha yüksek olsun. yılında, 20 Şubat 1997 itibariyle, Türkiye'de okuyan Türkiye 1992-1997 döneminde yaklaşık 1.8 milyar 9545 öğrencinin 1793'ü Azerbaycan'dan, sadece 438'i dolarlık dış yardım ve kredi desteği sağlamış olup bu Özbekistan'dan, 2226'sı Türkmenistan'dan, 1710'u yardımların % 88'i (1.6 milyar doları) Türk diğer Asya ve 1396'sı da Balkan ülkelerinden gelmiştir. Cumhuriyetlerine tahsis edilmiştir. Geriye kalan % 12'si de KEI ülkelerine ve Afrika ülkelerine tahsis Tablo 8, 1996-1997 Öğretim Yılında Türk edilmiştir. Türkiye'nin bu dönemde yapmış olduğu dış Cumhuriyetleri ve Türk Dünyası'ndan Gelip yardımların yaklaşık %38'i Türk Eximbank tarafından, Türkiye'de Okuyan Öğrenciler (20 Şubat 1997 % 24'ü Hazine Müsteşarlığı, % 11'i TMO, % 10'u itibarivle) TPAO, % 4'ü MEB, geriye kalanı da Türkiye Şeker

Fabrikaları, Kızılay, Türk Telekom, Türkiye Diyanet Ülkeler Ve Orta TÖMER ön Lisan Yükse Doktora Vakfı, Tarım Bakanlığı, DPT ve diğer kuruluşlardan Bölgeler Öğreti Dil Lisans s k Toplam sağlanmıştır. Azerbaycan 16 110 I59 1495 12 1 1793 Kazakistan 7 126 157 826 33 29 1178 Türkiye'nin en çok malî destek verdiği ülkelerin Kırgızistan 29 59 147 500 28 41 804 başında 1.8 milyar doların % 42'sinin tahsis edildiği Özbekistan - 29 61 324 23 1 438 Türkmenistan 1031 2226 Özbekistan, 518 ile Kazakistan, % 13'le Azerbaycan, 349 147 677 11 11 Diğer Asya 20 232 312 1079 65 2 1710 % 8 ile Türkmenistan, % 4.8 ile Kırgızistan, % 4 İle Bakanlar 116 243 110 913 14 - 1396 Gürcistan ve % 2.8 ile Bosna -Hersek gelmektedir. Genel Toplam 537 946 1623 6168 186 85 9545 Tablo 7'de görüldüğü gibi, 1992 Mayıs 1998 döneminde Türk Eximbank tarafından Türk Not: 1996 sonu itibariyle Türk Dünyasında 156 özel ve 12 Resmi Türk Okulu açılmıştır. Bu okullarda sırasıyla 25 bin ve Cumhuriyetlerine 714 milyon dolarlık Türkiye'den 2800 dolayında öğrenci okumaktadır. ithalat (mal) kredisi ile proje kredisi açılmış olup, bu Kaynak: Milli Eğitim Bakanlığı Dokümanı, Nisan 1997. miktarın yaklaşık 76 milyon doları Azerbaycan'a 213 milyonu Kazakistan'a, 48 milyonu Kırgızistan'a, 93 Burada en büyük endişemiz Özbekistan'ın 1993- milyonu Türkmenistan'a ve 284 milyon doları da 1994 döneminde 1364 öğrencisini politize oluyorlar Özbekistan'a tahsis edilmiştir. bahanesiyle geri çekmesidir. Oysa, Özbekistan 22.7 Tablo 7, Türk Cumhuriyetlerine Açılan Türk milyonluk nüfusu ile Türk Cumhuriyetlerindeki 56 Eximbank Kredileri (Milyon Dolar, Mayıs 1998) milyonluk nüfusun % 41'ine sahiptir. Özbekistan'dan gelen öğrenci sayısının 438 Ülke Adı 1997 Mayıs 1998 Toplam yerine bir an önce 2000 dolayına çıkarılması en Türk Cumhuriyeti 682.8 31.3 714.1 büyük temennimizdir. Azerbaycan 71.9 4.0 75.9 -Mal. – Proje 59.6 59.6 12.3 16.3 Özetlersek, Türkiye'nin ihracatında Türk Kazakistan 210.8 2.4 213.2 -Mal – Proje 40.1 40.1 Cumhuriyetlerinin payı 1995'te %2.5'ten (545 milyon 170.7 173.1 Kırgızistan 48.0 - 48.0 dolar), 1997'de %3.5'e çıkmıştır (909 milyon dolar). Türkmenistan 90.0 2.8 92.8 İthalatımızdaki payı ise %0.8 dolayında -Mal – Proje 75.0 75.0 15.0 17.8 seyretmektedir. Türkiye ile Türk Devletleri arasında Özbekistan 262.1 22.1 284.2 dış ticaretin daha da artırılabilmesi için ortak -Mal – Proje 124.6 124.6 137.5 159.6 yatırımlara hız verilmelidir. Kaynak: Türk Eximbank Dokümanı, Haziran 1998.

bilig-7/Güz '98

5

Türk Müteahhitlik Hizmetleri Türkmenistan, 499 milyonla Azerbaycan ve sadece 84 milyon dolarla Kırgızistan gelmektedir. 1980-1990 döneminde daha çok Ortadoğu ve Bugüne kadarki uygulamalar sonucu Türkiye'nin Kuzey Afrika'dan, Arap ülkelerinden iş alan Türk Eximbank kanalıyla TD'lere açmış olduğu proje müteahhitleri 1990'lı yıllarda daha çok eski SB kredilerinin yaklaşık sadece yarısının ülkelerine yönelmişlerdir. Nitekim 1990-1997 döneminde Türk müteahhitlerinin yurt dışından kullandırılabildiği ortaya çıkmıştır. Bunun başlıca aldıkları iş miktarı 13.6 milyar dolar olup bu miktarın sebebi ise yeterli projelerin üretilememesidir. Proje 9.4 milyar doları eski SB ülkelerinden alınmıştır. üretmek için Türkiye Kalkınma Bankası devreye Tablo 8'de görüldüğü gibi, eski SB'den alınan 9.4 sokulmalı ve TD'lerden gelecek uzmanlara proje milyar dolarlık işin % 63.8'i (6 milyar doları) Rusya konusunda kurs verilmelidir. Federasyonu'ndan % 27.6'sı (2.6 milyar doları) Türk Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında iktisadî, Cumhuriyetlerinden, geriye kalanı da diğer eski SB ticari ve kültürel ilişkileri geliştirmede büyük bir yetki ülkelerinden, (Beyaz Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve karmaşası vardır. Bir an önce bir Avrasya Bakanlığı Ermenistan) alınmıştır. kurularak bu bakanlığa Türkiye'nin başta Türk Tablo 9, Türk Müteahhitlerinin Rusya Cumhuriyetleri ile Rusya Federasyonu arasında Federasyonu ile Türk Cumhuriyetlerinde Aldıkları özellikle iktisadî ve ticarî ilişkileri geliştirmesi İşlerin Tutarı ve Adedi (Ekim 1997 itibariyle) konularında görev ve sorumluluk verilmelidir.

Çünkü Rusya ile iktisadî ilişkileri geliştirmede ÜLKELER Tamamlana Devam Eder Toplam İşin Türk Devletleri ile her sahadaki ilişkilerimizi İş Adedi Tutarı n İş (milyon İş (milyon $] (milyon $) Eski Sovyetler Birliğ 424 9416.3 6203.6 3213.2 arzulanan düzeye çıkartmak mümkün değildir. Rusya Federasyonu 244 6019.1 4121.4 1897.8 Türkistan ve Kafkas doğal gaz ve petrol boru Türk Cumhuriyetleri 146 2606.3 1433.1 1173.2 hatlarının ne kadar çoğu Türkiye'den geçerse Türk -Azerbaycan 23 499.3 81.3 418.3 - Kazakistan 45 824.2 512.8 311.4 Devletleri o kadar zengin olacak ve. neticede Türkiye - Kırgızistan 3 83.8 36.0 47.8 ile TD'ler arasında iktisadî işbirliği potansiyeli -Türkmenistan 51 577.9 404.6 173.3 - Özbekistan 24 621.1 398.4 222.7 artacaktır. Petrol ve doğal gaz boru hatlarının ne kadarının Türkiye'den geçeceği ise daha çok Kaynak: Türk Müteahhitler Birliği ve Uluslararası Müteahhitler Birliği (TMB/UMB) Verileri, Haziran 1998. Rusya'nın inisiyatifinde olduğu unutulmamalıdır. Türkiye başta Kazakistan'ın Türkistan bölgesinde Türk Cumhuriyetlerinden alınan 2.6 milyar kurulmuş olan Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi ile dolarlık işin 1.4 milyarlık kısmı tamamlanmış olup, diğer Türk Cumhuriyetlerinde kurulmuş olan ortak geriye kalan yaklaşık 1.2 milyar dolarlık kısmı da üniversitelerin finansları için de her yıl trilyonlarca devam etmektedir. Türk iş adamlarının başta tekstil liralık malî destek sağlamaktadır. fabrikaları olmak üzere diğer yatırımları da hesaba Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında her katılırsa Türkiye'nin TD'lerde yapmış olduğu toplam sahada ilişkilerin daha da genişletilmesi sadece Türk yatırımların 6 milyar dolara ulaştığı ifade edilmektedir. Devletlerinden beklenmemeli, her kişi, kuruluş, Türk müteahhitlerinin TD'lerden en çok iş aldığı ülkeler sırasıyla 824 milyon dolarla Kazakistan, 621 dernek ve vakıflar da üzerine düşen görevi milyonla Özbekistan, 578 milyonla yapmalıdır. ■

bilig-7/Güz '98

6

THE ECONOMICAL DELELOPMENTS IN THE TURKISH REPUBLICS AND THE ROLE OF TURKIYE

Prof. Emin ÇARIKCI, PhD Lecturer in Çankaya University

ABSTRACT

The aim of this article is to evaluate the Turkish activities of construction and investment in economical developments of the Central Asian the countries in question. The last part deals with what kind of economic Turkish Republic within the time span of 1992-1996 policies should be followed in order to gradually and to summarise the economic and educational increase the cultural and economic cooporations contributions Turkey made to these countries. between Turkic republics and Turkey. It has been The first part deals with an analysis of the rates of understood that the shared investments will lead to a growth and inflation per year, their populations, the critical issue either in Russia or in Turkic Republics. classification of importation and exportation into the The betterment of political and economic relations groups merchandise and their main economic indices. between Russia and Turkey will provide remarkable contributions to the augmentation of financial and The second part deals with an analysis of Turkish- cultural cooporations between Turkey and Turkic Eximbank credits provided by Turkey, the educational republics. contributions of Turkey and the

Key Words:

bilig-7/Güz '98

7

TÜRK CUMHURİYETLERİNDEN GELEN İLK ÖĞRENCİLER VE TÜRKİYE DENEYİMLERİ

Hürriyet ERSOY

ÖZET

TC. Millî Eğitim Bakanlığı ile Orta Asya'daki Türk Cumhuriyetlerinin Eğitim Bakanlıkları arasında 1992 yılında yapılan öğrencilerin karşılıklı değişimi doğrultusundaki anlaşma çerçevesinde, şimdiye kadar ülkemize gelen öğrenciler üzerinde sosyal durum değerlendirmesi yapmak; Türkiye'de neden öğrenim görmek istedikleri; aldıkları eğitim düzeyi hakkındaki kanaatlerini ve Türkiye hakkındaki bilgilerini öğrenmek, Türkiye'de aldıkları eğitimin ülkelerindeki iş bulma problemine ne ölçüde katkıda bulunabildiğini ölçme ihtiyacı vardır. Bu araştırma, böyle bir ihtiyacın mahsulüdür.

Anahtar Kelimeler: Millî eğitim, Orta Asya, Öğrenci, Eğitim, Tecrübe, Karşılıklı değişim

______

bilig-7/Güz '98

8

I. Giriş yüzde 15 azalırken, evlilerin oranı yüzde 18.6 artmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı ile Ankete katılanların en fazla yaşadığı yerleşim Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve yerleri incelendiğinde yüzde 30.5'inin büyük kentlerde Özbekistan Cumhuriyetleri Millî Eğitim Bakanlıkları yaşadığı görülürken, anne ve babalarının en fazla arasında Ocak 1992 yılında yapılan «Orta, Lise ve yaşadığı yerleşmenin çoğunluğunun köy olduğu Yüksek Öğretim Öğrencilerinin Karşılıklı Değişimi» görülmüştür. Bu da bazı ebeveynlerin göç ettiği antlaşması çerçevesinde Türkiye'ye gelen öğrenciler için anlamına gelmektedir. yeterli ve kapsamlı olmasa da bir kaç araştırma Ankete katılanların, halen birlikte oturdukları yapılmıştır.* kişilere bakıldığında çoğunluğu ailesi ile birlikte Bu araştırmalarda özellikle Türkiye'de öğrenimini yaşarken (yüzde 407), yalnız yaşayanların yüzde 35.6 tamamlayanların, kendi ülkelerine döndüklerinde nasıl oranında, eşi ve çocukları ile birlikte yaşayanların yüzde değerlendirildikleri, aldıkları öğrenimin ülkelerinde iş bulmalarında veya iş hayatlarında başarı 15.3, eşi, çocukları ve ailesi ile yaşayanların ise yüzde sağlamalarında nasıl katkısı olduğu ve ülkelerine 8.5 oranında olduğu görülmektedir. Ülkeler dönenlerin Türkiye hakkında nasıl duygu besledikleri bağlamında birlikte oturdukları kişilere bakıldığında, ve Türkiye hakkında yeterli bilgiyi edinip Azerbaycanlıların yüzde l00'ünün, Türkmenistan ve edinmedikleri konusu araştırılmamıştır. Kazakistanlıların yüzde 33.3'ünün ve Bu amaçla, yüksek öğrenimini tamamlayarak Özbekistanlıların yüzde 30.8'inin yalnız yaşadıkları ülkesine dönen öğrencilerin temel özellikleri, görülmüştür. Bu dağılım aile yapıları ile ilgili bilgi Türkiye'ye gelmeden önce Türkiye hakkındaki edinmemizi sağlamaktadır. Eşi ve çocukları ile birlikte düşünce ve beklentileri ve Türkiye'deki öğrenim ile yaşayanlar (15.3) çekirdek (modern), eşi, çocukları ve ilgili duygu ve düşünceleri ile Türkiye'de karşılaştıkları ailesi ile birlikte yaşayanlar (8.5) ataerkil (geleneksel) sorunlar ve çözümlerini irdelemek, Türkiye'den aile yapısını verirken, yalnız yaşayanlar ise içinde evli döndükten sonra iş imkanları ile Türkiye ve çift bulunmayan aileleri kapsayan diğer aile grubu Türkiye'deki öğrenimi nasıl değerlendirdiklerinin olarak adlandırılabilir. Ancak ailesi ile birlikte araştırılması gerekecektir. oturanların (yüzde 40.7) hangi aile yapısında Bu doğrultuda, öğrenimlerini tamamlayıp ülkelerine oldukları tam olarak tespit edilememiştir. Bu grup dönen öğrencilerin adreslerine ulaşılmaya çalışılmış; içerisinde hem çekirdek hem de ataerkil aile Kırgızistan ve Azerbaycanlı öğrencilerin tamamının bulunabilir. Yüzde 40.7'lik grup içindeki aile adresine, Türkmenistanlı öğrencilerin % 80'ine, yapılarının tam olarak tespit edilebilmesi için daha Özbekistanlıların % 24'üne ve Kazakistanlı fazla bilgiye ihtiyaç duyulmaktadır. öğrencilerin de ancak % 32'sine ulaşılabilmiştir. Ankete katılanların çoğunluğunun (yüzde 45.8) Türkiye'den döneli altı ay ile bir yıl arasında, yüzde II. Öğrencilerin Sosyal Pozisyonları 27.1'inin bir yılla iki yıl arasında, yüzde 18.6'sının altı Araştırmamızda anket uygulanan 59 kişiden sadece ay ve daha az bir süre geçirdiği ve yüzde 8.5'inin ise 6'sı (yüzde 10.2) kız öğrencidir. Yaş dağılımlarına iki ile üç yıl arasında bir süre geçirdiği görülmektedir. baktığımızda 33 kişi ile çoğunluğun 22-23 yaşlarında Çalışma durumları incelendiğinde, yüzde 54.2 oranı olduğu, Azerbaycanlıların tamamının, ile çoğunluğunun memur ve işçi kategorisinde yer aldığı, Özbekistanlıların ise yüzde 84.7'sinin 24 ve daha yüzde 22 gibi önemli bir oranının işsiz olduğu, yüzde yukarı yaşlarda oldukları saptanmıştır. 17'sinin kariyer meslek gurubunda ve yönetici Türkiye'de öğrenimleri süresinde yüzde 86.2'sinin pozisyonunda görev yaptıkları ve yüzde 6.8'inin ise bekâr olduğu ancak Kırgızistanlı ve Azerbaycanlıların serbest çalıştığı görülmektedir. Bu dağılımda işsizlerin tamamının bekâr, Türkmenistanlıların yüzde 3.4'ü ve en fazla yüzde 36.7 ile Türkmenistan'da ve Özbekistanlıların yüzde 15.4'ünün evli veya evli ve Azerbaycan'da ve yüzde 25 ile Özbekistan'da oldukları çocuklu olduğu görülürken, eğitimlerini bitirip saptanmıştır. Kırgızistan ve Kazakistan'da işsiz ülkelerine döndükten sonraki medenî durumlarında bulunmamaktadır. Kariyer mesleğine bekârların oranı

bilig-7/Güz '98

9

sahip ve yönetici olanlar ise Azerbaycan (yüzde 50) ve den başka şehirleri de görme imkânı buldukları Özbekistan'da (yüzde 38.5) çoğunluktadır. Memur ve saptanmıştır. işçi olarak çalışanlar ise Kırgızistan (yüzde 83.3) ve Tablo 1, Türkiye'de Görülen Eğitim Düzeyi Kazakistan'da (yüzde 83.3) çoğunlukta olup, Ülke Ön Lisans Lisans Y. Doktora Yüzde Azerbaycan hariç diğer ülkelerde de yüzde 50'den Lisans Türkmenistan 86.7 6.7 6.7 50.8 daha az değildir. - Kırgızistan 50.0 16.7 - 33.3 10.2 İşsiz olanlar için Türkiye'den ülkelerine döneli Azerbaycan - 75.0 25.0 - 6.8 Özbekistan 7.7 53.8 38.5 - 22.0 geçen süreye bakıldığında, yüzde 76.9'unun ülkesine Kazakistan 66.7 16.7 16.7 - 10.2 Toplam S 34 14 9 15.3 2 59 altı ay ila bir yıl arasında bir süre önce döndüğü 3.4 % 57.6 23.7 100 görülmektedir. Ülkesine döneli bir ila iki yıllık bir süre geçenlerin ise sadece yüzde 7.7'sinin işsiz olduğu Tablo 2, Türkiye'de Öğretim Görülen Şehirler görülmektedir. Bu da bize bir işe girmek için belli bir süre geçmesi gerektiğini düşündürmektedir. İşsiz Şehir Türkmeni Kırgızista Azerbay Özbekist Kazaki Toplam /Ülke stan n can an stan . S % olanların anne ve babalarının mesleğine baktığımızda, 03 3 - - - - 1 2 06 13 50 8 8 13 annelerinin yüzde 69.2'sinin ev hanımı, yüzde - - 16 33 - 62 - 10 16 15.4'ünün emekli olduğu, babalarının yüzde 38.5'inin 18 3 - - - - 1 2 19 3 1 2 emekli, yüzde 30.8'inin kariyer mesleğine sahip - - - - 27 3 - - - - 1 2 oldukları görülmüştür. Ankete katılanların meslekleri, 32 3 - - - - 1 2 34 7 - 50 15 33 8 14 anne ve babalarının mesleği ile karşılaştırıldığında en 35 7 - . - 8 67 7 12 dikkat çeken nokta kariyer mesleklerine (yüzde 17) 38 13 17 - - - 5 9 42 37 - - - - 11 19 sahip olanların annelerinin ve babalarının yüzde 25'inin 54 7 - - - - 2 3 de kariyer mesleklerine sahip olduklarıdır. Buradan 61 - - 50 8 - 3 5 Yüzde 50.8 10.2 6.8 22.0 10.2 59 10 özellikle kariyer mesleğini seçenlerde anne ve babalarının mesleklerinin etkili olduğu düşünülebilir. Türkiye'ye öğrenci olarak gidildiğini ankete katılanların yüzde 52.5'inin öğretmeninden, yüzde III. Türkiye'de Görülen Eğitim Düzeyi 25.4'ünün gazete ilanından, yüzde 13.6'sının ailesinden ve yüzde 8.5'inin arkadaşlarından öğrendiği Türkiye'de alınan eğitim düzeylerine bakıldığında belirlenmiştir. Azerbaycanlıların yüzde 75'i ve en dikkat çeken nokta büyük bir çoğunluğun (yüzde Kırgızistanlıların yüzde 50'si gazete ilanından 57.6) iki yıllık ön lisans eğitimi almış olmasıdır. Daha öğrenirken, öğretmeninden duyanlar yüzde 92.3'le sonra yüzde 23.7 ile lisans eğitimi, yüzde 15.3 ile Özbekistanlılar, yüzde 53.3'le Türkmenistanlılar ve yüksek lisans ve yüzde 3.4 gibi oldukça düşük bir yüzde 50 ile Kırgızistanlılar olup, ailesinden duyanlar oranda da doktora eğitimi alanlar gelmektedir. Bu yüzde 50 ile Kazakistanlılar ve yüzde 16.7 ile dağılıma ülkeler açısından bakıldığında, ön lisans Türkmenistanlılardır. Arkadaşlarından duyanların eğitimi alanların başında yüzde 86.7 ile Türkmenistan, oranları ise yüzde 33.3 ile Kazakistanlılar, yüzde 25'le yüzde 66.7 ile Kazakistan, yüzde 50 ile Kırgızistan ve Azerbaycanlılar ve yüzde 6.7'le de Türkmenistanlılar yüzde 7.7 ile küçük oranda Özbekistanlılar gelmektedir. Buradan Özbekistan, Kazakistan ve gelmektedir. Doktora eğitimi alanlar ise sadece Türkmenistan'da gazete ilanları ile duyurunun oldukça Kırgızistanlılardır. yetersiz olduğu, Azerbaycan ve Kazakistan'da da Ankete katılanların Türkiye'de öğrenim okullara duyurunun yeterince yapılmadığı sonucuna gördükleri şehirler incelendiğinde, çoğunluğunun varılmıştır. öğrenim için bulundukları beş ilin sırasıyla Konya Türkiye'ye öğrenci olarak gidildiğinin duyurulması (yüzde 15.6), Bursa (yüzde 16.9)), Ankara (yüzde konusunda, ailelere ve öğrencilere tek tek ulaşmak çok 13.6), (yüzde 17) ve İzmir (yüzde 11.9) zor olduğundan, duyuru yapılırken olduğu görülmektedir. Yüzde 91.5 gibi büyük bir çoğunluğun Türkiye'de öğrenim gördükleri şehir-

bilig-7/Güz '98

10

gazete ilanlarına ve okullara ağırlık verilmesi gerektiği "Türkiye'ye ilk kez gelirken size nasıl davranılacağını bekliyordunuz?" sorusuna verilen düşünülmektedir. cevapların değerlendirilmesi sonucunda, ankete katılanların yüzde 52.5'i herkesten samimi ilgi IV. Türkiye Hakkındaki Bilgileri beklediğini, yüzde 40.7'si özel bir ilgi beklemediğini, Ankete katılanların çoğunluğunun (yüzde 72.4) yüzde 1.7'si ise Türkiye'ye gelirken önyargılı Türkiye'ye gelirken Türkiye hakkında yeterli bilgiye olduklarını ifade etmişlerdir. sahip olmadıkları saptanmıştır. Yüzde 20.7'si hiç Ülkelere göre bu oranlara baktığımızda herkesten bilgilerinin olmadığını söylerken, yüzde 6.9'u Türkiye samimi ilgi bekleyenlerin çoğu Azerbaycanlılar (yüzde hakkında yeterince bilgilerinin olduğunu 75) ve Türkmenistanlılardır (yüzde 66.7). Önyargılı söylemişlerdir. olarak gelenler ise sadece Özbekistanlılar olup yüzde 7.7 oranındadır. Türkiye'ye gelmeden önceki Tablo 3, Türkiye'ye Gelirken Türkiye Hakkında beklentilerin Türkiye'ye geldikten sonra gerçekleşip Bilgi Sahibi Olma gerçekleşmediğine bakıldığında, ankete katılanların

yüzde 67.2' si beklentilerinin gerçekleştiğini ifade Yoktu Yüzde Bilgi Durumu Yeterince Yeterli ederken, yüzde 32.8'i beklentilerinin gerçekleşmediğini /Ülke Vardı Değildi Türkmenistan 10.3 69.0 20.7 50.8 söylemiştir. Bu oranlara ülkelere göre bakıldığında ise Kırgızistan - 100.0 - 10.2 Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistanlıların büyük Azerbaycan 100.0 6.8 - - çoğunluğu (yüzde 83.3, yüzde 80, yüzde 70) Özbekistan - 53.8 46.2 22.0 Kazakistan 16.7 83.3 - 10.2 beklentilerinin gerçekleştiğini ifade etmişlerdir. Toplam S 4 42 12 58 Burada en dikkat çeken husus, Türkiye'ye gelirken % 6.9 72.4 20.7 100.0 beklentileri düşük olanların beklentilerinin Tablo 4, Türkiye'ye Gelirken Sahip Olunan gerçekleştiği konusundaki soruya büyük bir Beklentiler çoğunluğunun "evet" cevabını vermiş olmaları,

beklentileri yüksek olanlarda ise beklentilerinin Beklentiler İlgi ve Özel önyargılı Yüzde gerçekleştiği yolundaki soruya olumlu cevap verenlerin Bir İlgi Olumsuz /Ülke Yardım Bekliyordu Beklemiyordu Yaklaşım yüzdesinin düşük olmasıdır. Türkmenistan 66.7 33.3 . - 50.8 Türkiyeli Türklerle hâlâ ilişkilerinin sürüp Kırgızistan 33.3 66.7 - 10.2 sürmediğine bakıldığında, yüzde 79.7'sinin hala Azerbaycan 75.3 25.0 - 6.8 haberleştiği, yüzde 13.6'sının haberleşmediği ve yüzde Özbekistan 30.8 53.8 15.4 22.0 Kazakistan 33.3 33.3 33.3 10.2 1.7'sinin ise öğrenciliğinin sürdüğü zaman içinde de Toplam S % 31 24 4 59 Türkiye'den hiç kimse ile arkadaşlık etmediği 52.5 40.7 33.3 100.0 görülmektedir. Bu oranlara ülkelere göre baktığımızda, Tabloların incelenmesinden, öğrencilerin Türkiye Özbekistan ve Kazakistanlıların yüzde 93.3 oranında, hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadıkları Kırgızistanlıların yüzde 75 oranında, görülmektedir. Azerbaycanlıların yüzde 66 oranında halen Türkiye'den tanıdıkları ile haberleştiklerini görüyoruz. Türkiye ile ilgili bilgi veren bir program hakkındaki Türkiye'ye yerleşmek isteyip istemedikleri veya düşüncelerine bakıldığında, ankete katılanların yüzde sadece gezmek amacıyla gelmeyi tercih ettiklerine 59.3 gibi büyük bir çoğunluğu mutlaka Türkiye ile bakıldığında, Türkiye'ye yerleşmek isteyenlerin oranı ilgili bilgi veren bir programın yapılmasının gerektiğini yüzde 22 iken yerleşmek istemeyenler yüzde 5.1 ve ifade etmişlerdir. Yapılan programları yetersiz gezme veya iş amaçlı gelmek isteyenlerin oranının ise bulanların oranı yüzde 35.6, böyle programlara gerek yüzde 72.9 olduğu görülmüştür. olmadığını düşünenlerin oranı ise sadece yüzde 5.1'dir.

bilig-7/Güz '98

11

Tablo 5, Türkiye'de Eğitim Görme Nedenleri üstünde, yüzde 3.7'si ise yüksek gelir grubunda

olduklarını söylemişlerdir. Neden Statü Genel Ülke Özgürlük Daha İyi Türkiye'yi /Ülke Unvan Kültür Görme İmkânı Gelecek Sevdiği İçin İtibar k Tablo 6, Türkiye'de Çalışma Durumları

Türkmenistan 23.3 33.3 6.7 3.3 43.3 13.3 Kırgızistan 16.7 33.3 33.3 16.7 - - Çalışma Durumu / Çalıştı Çalışmadı Yüzde Azerbaycan 25.0 25.0 25.0 25.0 - - Ülke Özbekistan 7.7 38.5 15.4 - 38.5 7.7 Türkmenistan 43.3 56.7 50.8 Kazakistan 16.7 16.7 66.7 16.7 16.7 - Kırgızistan 33.3 66.7 10.2 Toplam S % 11 17 10 1 1.7 22 5 8.5 Azerbaycan 50.0 50.0 6.8 18.6 28.8 17.0 37.3 Özbekistan 38.5 61.5 22.0 Kazakistan 83.3 16.7 10.2 Türkiye'de eğitim yapma nedenleri ile ilgili soruya Toplam S % 27 32 59 45.8 54.2 100.0 verilen cevaplar incelendiğinde, yüzde 37.3 'lük oranla çoğunun daha iyi bir gelecek sağlayacağı nedeniyle Türkiye'de gördükleri eğitimi ülkelerine Türkiye'de eğitim görmeyi istedikleri görülmektedir. döndükleri zaman nasıl değerlendirdikleri ile ilgili Yüzde 28.8'inin genel kültürlerinin artacağı soruların analizi sonucu; Türkiye'de eğitim görmenin nedeniyle, yüzde 18.6'sının statü/unvan sağlayacağı, ülkelerinde oldukça önemli olduğunu söyleyenlerin yüzde 17'sinin başka ülke görmek, yüzde 8.5'inin oranı yüzde 37.3'tür. Türkiye'yi sevdiği için ve yüzde 1.7 gibi küçük bir Yüzde 44.1'inin Türkiye'de eğitim görmeyi dış oranının ise özgürlük imkânı verdiği için Türkiye'de ülkelerde eğitim görme gibi olumlu olarak eğitim yapmayı istedikleri görülmektedir. değerlendirdiği görülürken, yüzde 8.5'inin Türkiye'de Türkiye'de öğrenci iken nerede ve nasıl kaldıkları eğitimin aksine çoğu zaman olumsuz etkisinin incelendiğinde yüzde 85.1 gibi oldukça önemli bir olabileceğini söyledikleri görülmektedir. oranının yurtta kaldığı, yüzde 8.5'inin Türkiyeli Ülkelere göre Türkiye'de eğitim görmenin ayrıcalık arkadaşları ile birlikte, yüzde 3.4'ünün ise kendi olarak kabulüne bakıldığında ise Türkmenistan ve ülkesinden arkadaşları ile birlikte kaldıkları Kırgızistanlıların çoğunluğu (yüzde 43.3, yüzde 50) saptanmıştır. "oldukça önemli" olduğunu vurgularken, Azerbaycan, Türkiye'de öğrenci iken yüzde 76.3'ü maddi, Özbekistan ve Kazakistanlıların çoğunluğu (yüzde 50, yüzde 47.5'i haberleşme, yüzde 27.1'i eğitim, yüzde yüzde 61.5 ve yüzde 66.7) Türkiye'de eğitim görmeyi 25.5'i gerek Türkiyeli Türklerden gerekse dış ülkelerde eğitim görmeye eşdeğer kabul soydaşlarından sosyal çevresinin olmadığı, yüzde etmektedirler. "Okutulan dersler ve konular açısından 25.4'ü sağlık sorunlarının olduğunu belirtirken, Türkiye'deki eğitimin ülkelerindeki eğitime göre çağın yüzde 25.4'ü de hiçbir sorunu olmadığını ifade ihtiyaçlarına daha uygun olduğunu düşünüp etmiştir. düşünmediklerine bakıldığında Türkiye'deki eğitimi Türkiye'de öğrenci iken ek gelir sağlamak için daha çağdaş olarak değerlendirenlerin oranı yüzde 64.4 çalışma durumları dikkate alındığında, yüzde ile çoğunluğu oluşturmaktadır. 54.2'sinin çalışmadığı, yüzde 45.8'inin çalıştığı Ülkelerindeki eğitimi daha çağdaş bulanların o-ranı saptanmıştır. yüzde 11.9 iken, aralarında pek bir fark yok diyenlerin Ülkelere göre çalışma durumuna bakıldığında oranı yüzde 23.7'dir. Kazakistanlıların yüzde 83.3'ü, Azerbaycanlıların Türkiye'de eğitim görmüş olmanın ülkelerinde iş yüzde 50'si, Türkmenistanlıların yüzde 43.3'ü, bulma konusunda bir avantaj sağlayıp sağlamadığının Özbekistanlıların yüzde 38.5'i ve Kırgızistanlıların değerlendirilmesine bakıldığında "çok büyük avantaj yüzde 33.3'ü çalışmış olup, çalışma oranı en yüksek sağladı" diyenlerin oranının yüzde 15.5, "kısmen olan Kazakistanlılardır. avantaj sağladı" diyenlerin yüzde 48.3, "hiç fark etmedi" Türkiye'de öğrenci iken ek gelir sağlamak için diyenlerin yüzde 27.6 ve "aksine iş bulmamı çalışanların ailelerinin gelir düzeylerine bakıldığında zorlaştırdı" diyenlerin ise yüzde 8.6 oranında olduğu yüzde 51.9'unun ailesinin gelirini orta, yüzde 7.4'ünün görülmektedir. ortanın altında, yüzde 14.8'i ise düşük olarak ifade ettikleri halde yüzde 22.2'si ortanın

bilig-7/Güz '98

12

Türkiye'de eğitim görmenin mesleki bakımdan Tablo 9, Türkiye'deki Eğitimlerinin Ülkelerinde İş Bulmalarındaki Katkısı faydasının olup olmadığına bakıldığında, "iş ortamında hem bilgi hem de mevki bakımından olumlu etkisi Katkı Avantaj Kısmen Fark İşimi Yüzde oluyor" diyenlerin oranı yüzde 36.2 ile çoğunluğu /Ülke Sağladı Avantaj Etmedi Zorlaştırdı Sağladı oluşturmaktadır. Türkmenistan 10.3 41.4 37.9 10.3 50.0 "Sadece bilgi bakımından faydası var, mesleki Kırgızistan 33.3 50.0 - 16.7 10.3 Azerbaycan 50.0 25.0 25.0 6.9 mevkime olumlu etkisi olmuyor" diyenlerin ise - Özbekistan 15.4 46.2 38.5 - 22.4 "Türkiye'de öğrendiklerimiz burada pek geçerli değil, Kazakistan - 100.0 - - 10.3 Toplam S 9 15.5 28 16 5 8.6 58 ama mevki bakımından faydalı oluyor" diyenlerle aynı % 48.3 27.6 100.0 oranda oldukları (yüzde 27.6) saptanmıştır. "Ne bilgi ne de mevki bakımından bir faydası Türkiye'de eğitim görmek isteyen soydaşlarına olmuyor" diyenlerin oranı yüzde 6.9 iken, "aksine bazı tavsiyeleri incelendiğinde, yüzde 72.4 gibi büyük bir durumlarda engel teşkil ediyor" diyenlerin oranı 1.7 çoğunluk soydaşlarına Türkiye'de eğitim görmelerini tavsiye etmekte, yüzde 17.2'si soydaşlarına herhangi bir gibi önemsiz bir orandır. batı ülkesinde eğitim almasını tavsiye ederken, yüzde 10.3'ü kendi ülkelerinde eğitim almasını tavsiye Tablo 7, Türkiye'deki Eğitimin Ülkelerinde etmektedir. Ayrıcalık Kabul Edilmesi Ankete katılanların gelecek hakkındaki duygularına bakıldığında, yüzde 49,2'sinin iyimser Ayrıcalık Oldukça Önemli Önemsi Fikri Yüzde z /Ülke Önemli Yok olduğu, yüzde 20.3'ünün çok iyimser, yüzde 18.6'sının Türkmenistan 43.3 40.0 6.7 10.0 50.0 mevcut durumu kabullenen, yüzde 10.2'sinin bu Kırgızistan 50.0 16.7 33.3 10.3 - konuda henüz bir fikrinin olmadığı, yüzde 1.7 gibi Azerbaycan 25.0 50.0 • 25.0 - 6.9 Özbekistan 23.1 61.5 7.7 7.7 22.4 oldukça düşük oranda ise kötümser oldukları Kazakistan 33.3 66.7 - - 10.3 görülmüştür. Toplam S 22 26 5 6 59 37.3 % 44.1 8.5 10.2 100.0 V. Türkiye Hakkındaki Değerlendirmeleri Tablo 8, Türkiye'deki Eğitimin Ülkelerindekine Türkiye ile ülkeleri arasında gördükleri en ö-nemli Göre Daha Çağdaş Kabul Edilme Durumu farklara bakıldığında, yüzde 30.5'i ülkeleri ile Türkiye

Kabul Durumu Daha Daha Çağdaş Fark Yüzde arasında ekonomik farklılıklar bulunduğunu, yüzde /Ülke Çağdaş Değil Yok 28.8'i siyasal, yüzde 3.4'ü kültürel, yüzde 16,9'u Türkmenistan 66.7 ■- 33.3 50.0 eğitimde ve yüzde 8.5'i dinî hayatta farklılıklar Kırgızistan 50.0 33.3 16.7 10:3 olduğunu ifade etmiştir. Azerbaycan 100.0 - - 6.9 Özbekistan 69.2 15.4 15.4 22.4 Kültürel fark olduğunu sadece yüzde 3.4 oranında Kazakistan 33.3 50.0 16.7 10.3 kişi düşünmüştür, bu da ülkelerle Türkiye arasında Toplam S 38 7 14 59 kültürel yönden büyük benzerlik olduğunu ortaya 64.4 11.9 23.7 100.0 koymaktadır. "Türkiye'de bulunmanın genel anlamda duygu, "Türkiye'de gördüğünüz eğitim ve öğretimi şimdi düşünce ve davranış değişikliklerine neden olup içinde bulunduğunuz şartları dikkate aldığınızda nasıl olmadığına bakıldığında, çoğunun (yüzde 57.6) değerlendirirsiniz?" sorusuna verilen cevapların büyük ölçüde değişiklik olduğu, yüzde 34'ünün ise çok değerlendirilmesi sonucunda ankete katılanların yüzde fazla bir değişiklik olmadığını ifade ettikleri 61 oranında çoğunluğunun Türkiye'de almış olduğu saptanmıştır. eğitimin işine yaradığını ifade ettiği görülmektedir. Dinle ilgili değerlendirmelerinde, yüzde 5.1'i kendisini çok dindar olarak görürken, yüzde 84.8 gibi Aldıkları eğitimin pek işe yaramadığını büyük bir oranı kendilerini dindar olarak söyleyenlerin oranı ise yüzde 20.3'tür. nitelendirmişler, Yüzde 10.1'i ise dinle ilgilerinin az

bilig-7/Güz '98

13

veya dinle ilgilerinin olmadığını ifade etmişlerdir. Daha düşüncelerinin incelenmesinde, çoğunluk yüzde 79.6 sonra Türkiye'de öğrenim görmenin dinî duygulara gibi büyük bir oranda Türkiyeli Türk'lerle evlilik etkisi incelendiğinde zaten hiç önem vermeyenler konusunu onaylarken, yüzde 3.4'lük küçük bir oranı yüzde 6.8, değişiklik yok diyenler yüzde 27.1, dinî ise onaylamadıklarını ifade etmiştir. Yüzde 17'lik bir duygularının arttığını ifade edenler yüzde 62.7 ve dinî kısmı ise bu konuda fikirleri olmadığını söylemişlerdir. duygularının azaldığını ifade edenler ise yüzde Türkiye'ye yerleşmek isteyip istemediklerine 3.4'dür. Bu sonuçta en dikkat çeken nokta Türkiye'de bakıldığında, yüzde 22.0'sinin Türkiye'ye yerleşmek öğrenim görmenin dinî duygularında artış sağladığını istedikleri, yüzde 5.1'inin istemedikleri, yüzde 72.9' söyleyenlerin yüzde 62.7 gibi büyük bir orana sahip unun sadece iş ve gezmek amacıyla Türkiye'ye gelmek olmasıdır. istedikleri saptanmıştır. Bu oran ülkelere göre fazla değişiklik göstermemekte, ancak sadece Kazakistanlıların oranı Tablo 12, Türkiye'de Görülen Eğitim ve Öğretimin yüzde 20 de kalmaktadır. Ayrıca yine sadece Kaza- Değerlendirilmesi

kistanlılarda yüzde 13.3'lük bir oranda Türkiye'de Değerlendirme / işine Pek İşine ileride Yüzde gördükleri öğrenim sonucu dini duygularının azaldığı Ülke Yarıyor Yaramıyor Yarayabilir görülmektedir. Türkmenistan 56.7 16.7 26.7 50.0 Kırgızistan 50.0 33.3 16.7 10.3 Tablo 10, Türkiye'de Bulunmanın Duygu, Düşünce Azerbaycan 50.0 50.0 - 6.9 Özbekistan 76.9 7.7 15.4 22.4 ve Davranış Değişikliği Kazakistan 66.7 33.3 - 10.3 Değişme Büyük Ölçüde Kısmen Değişme Yüzde Toplam S 36 12 11 59 Durumu / Ülke Değişti Değişti Yok % 61.0 20.3 18.6 100.0 Türkmenistan 63.3 26.7 10.0 50.8 Kırgızistan 33.3 50.0 16.2 10.2 Türkiye'deki Türklerle hâlâ ilişkilerinin sürüp Azerbaycan 75.0 25.0 - 6.8 sürmediği incelendiğinde, yüzde 79.7'sinin hâlâ Özbekistan 61.5 30.8 7.7 22.0 haberleştiği, yüzde 13.6'sının haberleşmediği ve yüzde Kazakistan 33.3 66.7 10.2 - 1.7'sinin ise öğrenciliğinin sürdüğü zaman içinde de Toplam S 34 20 5 59 % 57.6 33.9 8.5 100.0 Türkiye'den hiç kimse ile arkadaşlık etmediği saptanmıştır. Tablo 11, Türkiye Türkleri İle İlişkilerin Tablo 13, Beklentilerin Gerçekleşme Durumu Değerlendirilmesi

İlişki /Ülke Çok Memnun Biraz Memnun Yüzde Durum/Ülke Gerçekleşti Gerçekleşmedi Yüzde Memnun Değil Türkmenistan 70.0 30.0 50.8 Türkmenistan 76.7 23.3 - 50.8 Kırgızistan 83.3 16.7 10.2 Kırgızistan 67.7 33.3 - 10.2 Azerbaycan 50.0 50.0 6.8 Azerbaycan 50.0 50.0 - 6.8 Özbekistan 53.8 46.2 22.0 Özbekistan 92.3 7.7 - 22.0 Kazakistan 80.0 20.0 10.2 Kazakistan 66.7 33.3 - 10.2 Toplam S 39 19 58 Toplam S 45 14 59 % 67.2 32.8 100.0 ■ % 76.3 23.7 100.0

Türkiye Türklerinin kendileri ile ilişkileri hakkında ne düşündükleri ile ilgili oranlara bakıldığında, yüzde Tablo 14, Türkiye'de Karşılaştıkları Sorunların Nedenleri 76.3'ünün çok memnun, yüzde 23.7'sinin biraz memnun oldukları görülmektedir. 9 Ülkelere göre memnunluk düzeyi incelendiğinde ise Nedenler/ Ülke Maddi Farklılığı Haberleşm Sağlık Eğitimde yüzde 92.3 ile en fazla Özbekistanlıların memnun e Ulaşım Sistem Farklılığı olduğu, daha sonra yüzde 76.7 ile Türk-menistanlıların, Türkmenistan 73.3 13.3 56.7 23.3 33.3 yüzde 67.7 ile Kırgızistanlıların, hemen arkasından Kırgızistan 50.0 16.7 33.3 - - yüzde 66.7 ile Kazakistanlıların ve Azerbaycanlılarda Azerbaycan 100.0 50.0 50.0 25.0 50.0 Özbekistan 84.6 23.1 23.1 15.4 15.4 ise yüzde 50 gibi yarı yarıya bir çok memnunluk Kazakistan 50.0 - 33.3 50.0 33.3 durumu görülmektedir. Daha sonra Türkiyeli Toplam S 43 10 26 13 16 Türklerle evlilik konusundaki % 72.9 16.9 44.1 22.0 27.1

bilig-7/Güz '98

14

Tablo 15, Türk Dünyası Hakkındaki Görüşler katılımcı bulduğu, "Türkiye'de demokrasi vardır, ama

gerçek anlamda demokrasi olduğu söylenemez" GÖRÜŞLER Katılmıyor Katılıyor ifadesine katılanların oranı yüzde 78 olduğu Sayı Yüzde Sayı Yüzde görülmektedir. "Globalleşen dünyada aynı soy ve din, Hepimiz Türküz, aynı soydan 2 3.4 57 96.6 geliyoruz işbirliği için o kadar önemli değildir" ifadesine Aramızda bazı kültürel farklılıklar 1 1.7 58 98.3 katılanların oranı 52.6 ile oldukça düşüktür. "Çok var, ama kardeş sayılırız partili bir siyasi sistem istikrarsızlık demektir" Aramızdaki bağın temeli aynı 6 10.3 53 89.8 soydan olmamızdır ifadesine katılanların oranı ise yüzde 33.9'dur. Aramızdaki bağın temeli dindir 12 20.3 47 79.7 "Türkiye'de dini konularda bilgi sahibi olmak daha Çağdaş dünyada Türk devletleri 4 6.8 53 93.2 kolay" ifadesi de yüzde 89.8'lik bir oranda katılımcı arasında işbirliği olmalı Çağdaş dünyada Türk devletleri 17 28.8 42 71.2 bulmaktadır. Batı ile sıkı işbirliği yapmak "Türkiye Türk devletlerine gereken ilgiyi zorundadır gösteriyor" ifadesine yüzde 74.6 oranında katılım Türkiye'de demokrasi vardır, ama 13 22.0 46 78.0 gerçek anlamda demokrasi olduğu gerçekleşmekte iken "Türkiye'de eğitim görmek söylenemez insanı kendi ülkesine yabancılaştırıyor" ifadesine 47.5 52.6 Globalleşen dünyada aynı soy ve 28 31 katılanların oranı oldukça düşüktür (yüzde 10.2). din, işbirliği için o kadar önemli değildir "Türkiye'de eğitim görmek, ortak milliyet bilinci Çok partili siyasi sistem 39 66.1 20 33.9 sağlıyor" ifadesine katılanların oranının yüzde 83 gibi istikrarsızlık demektir yüksek bir oran olması bir önceki ifadeye katılanların Türkiye'de dini konularda bilgi 6 10.2 53 89.8 sahibi olmak daha kolay oranının düşük olması ile açıklanabilir. "Kendi ülkem Türkiye, Türk devletlerine 15 25.4 44 74.6 için batılılaşma gereklidir" ifadesine katılanların oranı gereken ilgiyi gösteriyor ise yüzde 27.1 gibi düşük bir orandır. Türkiye'de eğitim görmek, insanı 53 89.8 6 10.2 kendi ülkesine yabancılaştırıyor Görüldüğü gibi ankete katılanların büyük bir Türkiye'de eğitim görmek, ortak 10 17.0 49 83.0 çoğunluğunun Türkiye ve Türk Dünyası hakkındaki milliyet bilinci sağlıyor görüşleri olumludur. Kendi ülkem için batılılaşma 43 72.9 16 27.1 gereklidir VI. Sonuç ve Öneriler Ankete katılanların Türk dünyası hakkındaki görüşleri; verilen bazı cümlelere katılıp katılmamaları Araştırma sonuçlarının ışığında şu teklifler ileri dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Buna göre sürülebilir: "Hepimiz Türk'üz, aynı soydan geliyoruz", "Aramızda 1. Türkiye'ye öğrenim görmek amacıyla gelen bazı kültürel farklılıklar var ama kardeş sayılırız" ve öğrencilerin eğitim problemleri ile ilgilenecek bir "Aramızdaki bağın temeli aynı soydan olmamızdır" merkezin aktif hale getirilmesi, ifadelerine katılanların oranlarının çok yüksek olduğu 2. Ülkelerine dönenler ile bağlantıları devam görülmektedir. "Aramızdaki bağın temeli dindir" ettirmek maksadı ile ayrı bir birimin kurulması, ifadesine katılanların oranının diğerlerinden daha 3. Burs miktarının arttırılamaması halinde, öğrenci düşük (yüzde 79,7) olduğu, "Çağdaş dünyada Türk sayısı azaltılarak burs miktarının artmasının devletleri arasında işbirliği olmalı" ifadesinin yüzde sağlanması, 93.2 oranında katılımcı bulduğu, "Çağdaş dünyada 4. Bu tür araştırmaların periyodik olarak yapılması. Türk devletleri Batı ile sıkı işbirliği yapmak ■ zorundadır" ifadesinin yüzde 71.2 gibi diğerlerine oranla düşük bir oranda AÇIKLAMALAR * Bu anketlerin ilki; Unesco ile Hacettepe İkinci anket ise, Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Üniversitesi işbirliği ile 1994 yılında, Türkiye'de Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından, yurtlarda okuyan 662 öğrenci ile yüz yüze grupla görüşme barınan 5769 öğrenciden 1046'sı üzerinde yapılmıştır. biçiminde yapılmıştır.

bilig-7/Güz '98

15

THE FIRST STUDENTS WHO CAME TO TURKEY FROM THE TURKIC REBUPLICS AND THEIR EXPERIENCES IN TURKEY

Hürriyet ERSOY The Coordinator of Publik Relations, Ahmet Yesevi University

ABSTRACT

In the framework of an agreement between in Turkey, their own evaluations about the level of Turkic Ministry of National Education and the education they received, and their knowledge about ministries of education of the Turkic Republics in Turkey. the Central Asia in 1992, the reciprocal exchange of It was also necessary to assess the extent to students started between these countries. Therefore, which their education in Turkey would contribute it became necessary to analyse the social statues of to the problem of unemployment in their the students coming to Turkey for the first time, to respective countries. The research at hand came out understand why they wanted to pursue education as a product of these questions in mind.

Key Words: National Education, Central Asia, Student, Education, Experiment, Mutual Exchange

bilig-7/Güz '98

16

TARİH HALKIN ZENGİNLİĞİDİR*

İsmail MIZIULU**

Çeviren: Adilhan APPA

ÖZET

Karaçay-Malkar Türkleri Kuzey Kafkasya bölgesinin en önemli Türk unsurlarından birini oluşturmaktadır. Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumu konusunda yıllardır devam eden tartışmalar ve bu tartışmalar sonucunda ortaya çıkan görüşlerden, Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunda Hun, Bulgar ve Alan-As Türklerinin büyük pay sahibi oldukları anlaşılmıştır. Öte yandan, Kuzey Kafkasya'da Kuban kültürünün oluşmasında önemli rol oynayan Sümer ve İskit gibi eski kavimler ile 400 yıI kadar Kuzey Kafkasya'da hakimiyet kurmuş olan Hazar Türklerinin kültür unsurlarının Karaçay-Malkar Türklerinin kültür dokusunda yer aldığı da görülmektedir. Araştırmalar sonucu ortaya çıkan arkeolojik, etnografık ve linguistik veriler, Karaçay-Malkar Türklerinin Kuzey Kafkasya bölgesinde en az 5000 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler:

Karaçay, Malkar, Kıpçak, Kafkasya, Kültür, Tarih, İskitler

______

bilig-7/Güz '98

17

Karaçay-Malkar Türklerinin tarihinde dahildir ve Kıpçak diline göre çok daha eski bir karşılaştığımız en büyük problemlerden biri de, geçmişe sahiptir. Buna eski Yunanlı alim Ptolomeus Karaçay-Malkar halkının etnik oluşumunun nasıl de şahitlik etmektedir. Ptolomeus, şimdiki "Yayık" meydana geldiği konusudur. Bu problem, bilim nehrini "Cayık" şeklinde adlandırmaktadır. Öte adamlarını uzunca bir zamandır meşgul etmektedir. Öte yandan, Arap seyyah İbn El-Esir, Moğolların istilası yandan şimdiye kadar bu problemi tam anlamıyla sırasında, Kuzey Kafkasya'da Kıpçakların varlığından çözüme kavuşturan bilimsel bir çalışma da ortaya söz etmemektedir. Timur'un ordusu geldiği zaman da, konulamamıştır. Bu konuda, bilim adamlarını en çok Kuzey Kafkasya'da Kıpçaklar yoktu. şaşırtan şey, Karaçay-Malkarlıların fizikî olarak Karaçay-Malkarlılar, Kıpçakların bir bakiyesi ise, Avrupai görünüşlü olmalarına karşın, konuştukları Karaçay-Malkarlıları ve Kıpçakları çok yakından dilin Türk dili olması ve Kuzey Kafkasya'nın yüksek tanıyan komşu kavimler, Karaçay-Malkarlılara neden dağlık bölgelerinde yaşamış olmasıdır. Bazı bilim "Kıpçak" adı yerine, "Alan", "Bolkar" ve "As" adamları bütün bu unsurların birbirleriyle çelişkili adlarını vermişlerdir? Öte yandan, Karaçay- olduğunu öne sürerek, Karaçay-Malkarlıların tarihî Malkarlılar da kendilerine neden "Kıpçak" değil de, geçmişlerini kısa tutmaya çalışmaktadırlar. Ne yazık "Alan" ve "Malkar" gibi adlar vermişlerdir? ki, kendi bilim adamlarımız içinde de, bu tip yaklaşım 1959 yılında yapılan sempozyumda, Karaçay- içinde olanlar vardır. Malkarlıların dilinin Kıpçak Türkçesine 1959 yılında yapılan bir sempozyumda, bilim benzemediğini, Türkolog U.B. Aliyev de söylemişti. adamları, "Karaçay-Malkarlıların, Kafkasya'nın yerli U.B. Aliyev, Kıpçak Türkçesine daha çok Kırım ve kavimleri ile Alan, Bulgar ve en çok da Kıpçakların Kumuk Türklerinin dillerinin benzediğini, Kırım ve karışması sonucu ortaya çıktığı" şeklinde bir sonuca Kumuk Türkçelerinde, Kıpçak Türkçesinde olduğu varmışlardır. Ancak bu görüşün bilimsel yönden gibi, söz başlarındaki "c" sesinin "y" sesine zayıflığı birçok bilim adamı tarafından fark edilmişti. dönüştüğünü (cok > yok, cok > yol, cıl > yıl) Bu yüzden, Karaçay-Malkarlıların etnik oluşumu söylemişti. hakkındaki bu problemin çözümü konusunda derin Karaçay-Malkarlıların, Kıpçakların bir bakiyesi araştırmalar ve incelemeler yapılarak ortaya ciddi bir olduğunu savunan bazı bilim adamları, "Codex çalışmanın çıkarılması gerektiği ifade edilmişti. Fakat Cumanicus" adlı sözlüğe dayanarak, Karaçay-Malkar aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen henüz böyle dilindeki birçok sözün, Codex Cumanicus'taki sözlere bir çalışma ortaya konulamamıştır. çok benzediğini söylemektedirler. Doğrudur. Ancak, Bazı Karaçay-Malkarlı bilim adamları, yukarıda zaten birbirine benzemeyen hiçbir Türk lehçesi bahsedilen sempozyumun zayıf ve temelsiz yoktur. Hunların, Bulgarların, Hazarların ve diğer görüşlerine dayanarak, "Karaçay-Malkarlıların Türk Türk kavimlerinin konuştukları diller zaten birbirine dilini konuşan atalarının Kafkasya'ya, Bulgarların ve benzemekteydi. Bu arada, Kıpçak dilini çok iyi bilen Alanların zamanından bile çok daha sonra, XV. Türkolog Y. Daşkeviç de, Codex Cumanicus'un yüzyılda geldiğini; Karaçay-Malkarlıların kültürünün Kıpçaklara ait olmadığını söylemektedir. temelinin de ancak XIV-XV. yüzyıllarda oluşmaya Karaçay-Malkarlılar, XV. Yüzyılda Kuzey başladığını" söylemektedirler (Batçayev, 1986:132-133). Kafkasya'ya gelmiş olan bir Kıpçak bakiyesi ise, Karaçay-Malkarlıların, "Kıpçakların bir bakiyesi Kıpçaklan ve Karaçaylılan çok yakından tanıyan olduğu" hakkında yazılı bir belge olmadığı gibi, bu Gürcüler, Megreller, Abhazlar ve Osetler, XVI-XX. görüş arkeolojik, antropolojik ve linguistik veriler yüzyıllarda bile, Karaçay-Malkarlılara neden "Kıpçak" bakımından da zayıf kalmaktadır. Karaçay- değil de, "As", "Azuho", "Basiyan" ve "Bolkar" adını Malkarlıların yaşadığı yerlerde Kıpçaklarla ilgili hiçbir vermişlerdir? arkeolojik delile rastlanmamıştır. Kıpçak Türkçesi, Karaçay-Malkarlıların ataları olan Kıpçaklar, Türk dillerinin "y" diyalekti grubunda yer almaktadır. Kuzey Kafkasya'ya XV. yüzyılda gelmişlerse, Kuzey Halbuki, Karaçay-Malkarlıların konuştuğu dil "c" Kafkasya'daki "İtkol, Terskol, Beştav, Dıh- ve "dz" diyalekti grubuna

bilig-7/Güz '98

18

Tav, Koştan-Tav, Azav, Koban, Balk, Baksan, çıkarılmıştır. Kurgan tepe kültürü, Türk kavimlerine Çegem, Çerek, Terek, Kız-Burun, Kara-Agaç, Altud, has bir kültürdür. Çünkü, kurgan tepe kültürü, daha Zılgı (Zolga), Ak-Baş, Kiçi-Bek, Beş-Tamak" gibi dağ sonraki Türk kavimlerinden başka halklarda ve ırmak adlarının daha önceki şekli nasıldı? Bütün görülmemiştir. Türkler dışındaki kavimler kurgan bu dağ ve ırmakların daha önce başka başka adları tepe kültürünü bilmemektedirler. Sözgelimi, sadece vardı da, Kıpçaklar gelerek, bunları 130-150 yıl Türk kavimlerinde görülen; ölüleri tahtadan yapılmış içinde mi değiştirdiler? Yukarıda saydığımız dağ ve tabutlarda muhafaza etme adeti, ölünün yanına at eti ırmak adları, Kıpçaklar Kuzey Kafkasya'ya gelmeden koyma adeti, keçe ve "cavurun ülüş" (kürek kemiği çok daha önce de vardı. Şimdi de vardır. Hem de eti payı) koyma adetleri, aşık kemiği oyunları ve daha buralarda Türkçe konuşmayan kavimler yaşadığı halde birçok bunun gibi çeşitli adetleri söylemek yeterli vardır. olacaktır. Türk kavimleri, Kuzey Kafkasya'ya ne zaman İdil ve Yayık ırmakları arasında yaşayan ve gelmişlerdir? Şimdi cevaplamamız gereken soru hayvancılıkla, özellikle de koyunculukla uğraşan ve budur. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bazı Karaçay- "kurgan tepe" kültürünü oluşturan eski kavimlerin Malkarlı bilim adamları, Timur'un ordusu Kuzey kültürleri yavaş yavaş değişik coğrafyalara yayılmaya Kafkasya'yı istila ettikten sonra, XV. yüzyıl başlamıştır. Bu yayılmayı müteakip, İdil ve yukarı Fin- başlarından itibaren Türk kavimlerinin Kuzey Ugor halkları, Dnepr ve eski Slav halkları ile doğudaki Kafkasya'ya gelmeye başladıklarını ileri Orta Asya ve Altay halkları birbirleriyle karışmaya sürmektedirler. başlamışlardır. Daha o zamanlardan itibaren bu Bazı bilim adamları ise, eski yazılı kaynaklarda kavimler Kafkasya bölgesine geldiler ve Kafkasya geçen "Soan", "Kosog" ve "Gligvı" gibi kavimleri, üzerinden ön Asya'ya, Gürcistan'a, Azerbaycan'a, Svan, Kabardey ve Çeçen-İnguşlarla ilişkilendirirken, Ermenistan'a geçmeye ve buralarda yaşayan yerli sıra Karaçay-Malkarlılara geldiği zaman, "Alan", "As" kavimlerle karışmaya başladılar. İşte, Karaçay-Malkar ve "Bolkar" (Bulgar) gibi kavim adlarının Karaçay- dilindeki Fin-Ugor, Slav, Semitik ve Kafkas menşeli Malkarhlarla bir ilgisi olmadığını söylemektedirler. sözler bu tarihlerden itibaren başlamıştır. Bu yüzden, bizim araştırma ve incelemelerimiz, Kafkasya'da yaşayan yerli kavimler ile tarihin çok derinliklerinden başlamaktadır. İlk önce, hayvancılıkla uğraşan kavimlerin (göçebe kavimlerin) Kafkasyalı ve ovalarda yaşayan yerli halklar ile dağlı karışması sonucunda, günümüzden 4 bin yıl önce milletlerin birbirleriyle ne zaman karşılaştıkları ve Kafkasya'da "Maykop kültürü" meydana gelmiştir. yine birbirleriyle ne zaman karışmaya başladıkları Maykop kültürü, başlangıçta göçebe kavimlerin hakkındaki probleme bir göz atmak gerekiyor. kültüründen başka bir şey değildi. Ancak, daha Arkeolojik ve etnografik verilere göre bu iki halk sonraları Kafkasya'nın yerli kültür unsurları, göçebe 5-6 bin yıl önce birbirleriyle karşılaşarak birlikte kavimlerin kültürüne karışmaya başladı. Fakat yine yaşamaya başlamışlardır. Bununla ilgili, Nalçik de, Kafkasya'nın yerli kültür unsurları, göçebe şehrinde, Bıllım, Kişpek, Akbaş, Şaluşka, Çegem kavimlerin "kurgan tepe"lerinin altında kalmışlardır köylerinde ve Çeçen-İnguş, Karaçay-Çerkes ülkelerinde ve pek fazla üstünlük sağlayamamışlardır. Bu da, ve Kuzey Kafkasya'nın diğer bölgelerinde, tatmin bugünkü Kafkasya kültürünün temelinde, bozkır edici deliller elde edilmiştir. O dönemlerden kültürünün ne kadar derin bir öneme sahip olduğunu başlayarak Kuzey Kafkasya'da, hayvancılık (bilhassa göstermektedir. koyunculuk) işiyle meşgul olan, göçebe hayatı Maykop kültürü zamanında, kurgan tepe yaşayan, kurgan tepeleri inşa eden Avrupai kültürüne mensup kavimler Kafkasya'dan ön Asya'ya görünümlü halklar yaşamaya başlamıştır. Bu halkların kadar gitmişlerdir. Onlar orada, eski Sümer arkeoloji-kültür izlerinin İdil ve Yayık (Volga ve Ural) medeniyetinin kurulmasında önemli pay sahibidirler. ırmakları arasında başladığı anlaşılmaktadır. Son Arkeolojik bulgulara göre, Sümer medeniyetinden yıllarda yapılan araştırmalara göre bu yerlerin, proto Kuzey Kafkasya'ya pek çok kültür unsurunun geldiği Türk kavimlerinin ata yurtlarının temeli olduğu anlaşılmaktadır; küpeler, yüzükler, silahlar ve diğer ortaya şeyler. Bu arkeolojik

bilig-7/Güz '98

19

bulgular, söz bilimi bakımdan da derin önem yıl önce ise, Kuban ırmağı dolaylarında, bugünkü İssi- taşımaktadır. Sözgelimi, Karaçay-Malkar ile Sümer dili Suv (Kislovodsk) şehrinde Bulgarlar büyük bir devlet arasında 500'e yakın birbirine benzer sözler vardır. Bu kurmuşlardır. Bulgarların "As" adlı sülalesinden, sözlerin içinde insan adları, unvan adları, akrabalık Rusların Andrey Bogolübskiy adlı prensi kendisine eş terimleri, eski inançlardaki tanrıların adları ve daha olarak Bulgarların As adlı sülalesinden bir bayan başka sözler vardır. Bizim araştırmalarımıza göre, seçmiştir. Herhalde, Rus prensinin kendisine eş olarak Sümerler çok eski çağlarda Türklerin bir koluydular. seçmiş olduğu bayan, Bulgar prenseslerinden biri Bunu ispatlayacak yeterli derecede materyal olmalıdır. Öyleyse, İskitlerin zamanından başlayarak, bulunmuştur. Bu yüzden de, Sümer dili ile değişik Bulgarlara kadar devam eden "As" sözünün, Türk lehçeleri arasında çok sayıda benzer sözler Bulgarların prens sülalelerinden birinin de adı olduğu bulunmaktadır. şüphesizdir. Bu arada, "Bulgar" ile "Malkar" sözleri Arkeolojik araştırmalara göre, eski kurgan arasındaki şekil benzerliğine herhalde kimsenin bir kültürünün sahipleri, İskitlerin (Aş-kişi, Aşkuz) itirazı olmayacaktır. ataları olmuşlardır. Fakat bazı bilim adamları Karaçay-Malkar halkının oluşumunda "Alan" adlı bununla ilgili yaptıkları çalışmalarında yarı yolda Türk kavminin şüphesiz çok önemli bir yeri vardır. kalmışlardır. Çünkü, İskitlerin millî kültürlerinin "Alan" sözü bugün sadece Karaçay-Malkar dilinde temel unsurları hiçbir şekilde bölünmeden XVIII. yaşamaktadır. Burada önemli bir noktayı belirtmekte yüzyıla kadar Türk halklarının kültüründe yaşayıp fayda vardır; "Alan" sözü, Karaçay-Malkar dilinde gelmiştir. Türk halkları dışında, hiçbir halkın "dost akraba, soydaş" anlamlarında kullanılmaktadır. kültüründe, İskitlerin kültür unsurları "Alan" sözünün Karaçay-Malkar dilindeki bu görülmemektedir. Öyleyse, 5-6 bin yıl önce oluşan anlamları ise Alanların da Karaçay-Malkar halkının kurgan kültürünün, eski Türk kavimlerinin kültürü ataları olduğuna önemli bir işarettir. Bütün bu olduğunu söylemek için karşımızda hiçbir engel bilgilerin ışığında, Bulgar ve Alanların Kafkasya'da yoktur ve Türk kavimlerinin Kafkasya bölgesine yaşadığı zamanlarda, Türk dilli Karaçay-Malkarlıların gelişleri de işte bu şekilde başlamıştır. oluşumunda artık sağlam bir temelin atıldığı ortaya 3000-3500 yıl önce Kafkasya'da, eski kurgan çıkmaktadır. Öte yandan, Bulgar ve Alanların kültürünün torunları olan İskitlerin kültürü yayılmaya Kafkasya'ya gelmesinden önceki dönemlerde ise, başlamıştır. Bu yüzden biz, iskitlerin "As-kişi" veya Kafkasya'nın bazı yerli kavimleri Türkleşmişler ve incil'de belirtildiği gibi "Aş-kuza" şeklindeki adlarını artık Türk kavimleri arasında sayılmaya başlamışlardır. dikkate almadan geçemeyiz. Bu adların "As" sözünden Karaçay-Malkarlıların, As, Alan ve Bulgarlardan oluştukları şüphesizdir. Eski Yunanlılar ilk önce, "As" oluştuğuna, komşu kavimler de şahitlik etmektedirler. sözünden türeterek, hayvancılıkla uğraşan göçebe Sözgelimi; Abhazlar, Megreller, Osetler, kavimlerin yaşadığı yerlere, yani Kafkasya, Kuban- Kabardeyler, Gürcüler ve Svanlar, Karaçay- İdil-Don ırmakları arasındaki yerlere "Asian" adını Malkarhlara "As, Alan, Bolkar" adlarını boşuna vermişlerdir. "Orta Asya", "Küçük Asya" ve "Ön vermemişlerdir. Sözün kısası, Karaçay-Malkarhların Asya" şeklindeki coğrafî terimler çok daha sonra ataları, 5-6 bin yıl önce Kafkasya'ya kurgan kültürünü ortaya çıkmıştır. Sözün kısası, eski kurgan kültürü, getiren Türk kavimleridir. İskitlerin atalarının kültürü ise, bu kültürün yayıldığı Şimdi, bilimsel verilerin ışığında, Karaçay-Malkar Kafkasya bölgesine eski Yunanlılar "Asian" adını halkının etnik oluşumuna biraz daha derinden vermişler ise, iskitlerin diğer bir adı da "As-kişi" ise ve bakalım. "Malkar" sözü ilk önce, 1629 yılında, Rus bütün bu veriler bilimsel gerçeklerle çelişmiyor ise, dokümanlarında geçmektedir. Ocak-Şubat ayları ortadaki bu bilgilerin çok büyük önemi vardır. Çünkü sırasında, Terek ırmağı civarının askeri amiri olan İ.A. bütün bu bilgilerin ışığında, Türk halkları, İskitlerin Daşkov, "Malkarlıların yaşadığı dağlarda gümüş Kafkasya'da oldukları zamanda ikinci kere yeniden madenini arama çalışmalarıyla" ilgili Moskova'ya iki oluşmaya başlamışlardır. doküman göndermiştir. Aradan 360 yıldan fazla bir 2100-2200 yıl önce, eski Ermeni zaman geçti. Malkar vakayinamelerinde, Kafkasya dağlarında yaşayan "Bulgar yurtları"ndan bahsedilmektedir. 1200-1300

bilig-7/Güz '98

20

halkının adı, yaşadığı yurdu ve tabiat zenginliği, köyleri"nden ve "Karaçay Çerkesleri"nden âdetleri, komşu halklarla olan dostluğu hakkında çok bahsedilmektedir. sayıda eski doküman bulunmuştur. XVI. yüzyılın 1651 yılında, Moskovalı Nikifor Toloçanov ile ortasında, uluslararası Avrupa siyaseti-içerisinde, Aleksey Yevlev adlı elçiler, Gürcistan-Imeretya'ya yakın doğuyla ilgili çok şeyler söylenmiştir. Tabiî giderken Suvkan ırmağı, Yukarı Malkar, Uştulu ve burada, Kuzey Kafkasya ile Gürcistan'a da çok önem Göze-ıfçık üzerinden geçmişlerdir. Onlar, Malkar'da verilmiştir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında, Rusya'nın iki hafta kalmışlardır. Onları ağırlayan ise, Malkarlı sınırları Kuzey Kafkasya'ya kadar gelip dayanmıştır. prenslerden Artutay Aydab l'dur. 1653 yılında, Ruslar, İdil bölgesine hakim olduktan sonra, Hazar Gürcistan-İmeretya kralı Aleksandır, Jidovinov ve çevresine doğru yönelmişlerdir. Terek ırmağı Popoşin adlı Rus elçilerine, "Malkar prensi Artutay'ın dolaylarına gelerek, önce Kabardey feodallerini elde oğlu Canbolat'ı nasıl Hıristiyan yaptığını" anlatmıştır. ettikten sonra Gürcistan'ı kendi taraflarına çekmeye Bu doküman, bu dönemlerde, Gürcistan ile Malkar çalışmışlardır. Ruslar, XVII. yüzyılın başlarından arasında kültür ve ekonomik ilişkilerin yüksek bir itibaren Kuzey Kafkasya'nın tabiat ve madeni düzeyde olduğunu ortaya koymaktadır. zenginliklerini elde etme planlarını yapmaya XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Avrupalı başlamışlardır. İşte yukarıda bahsetmiş olduğumuz gezginler de Karaçay-Malkarlılarla ilgili çok şeyler dokümanlar bununla ilgilidir. Bu dönemlerde, Rusya yazmışlardır. Onlardan birisi de, 1654 yılında ile Gürcistan birbirlerine karşılıklı elçiler "Relatione Delia Colchide Boggi Detta Mengrellia" göndermeye başlamışlardır. Amaç, Osmanlı adlı kitabı yazmış olan Archangelo Lamberti'dir. A. İmparatorluğu ile İran'a karşı ortak bir politika ortaya Lamberti, Karaçaylılardan "Caracioli" (Karaçiolil- koymaktır. İşte bu vesilelerle, Rusya ile Gürcistan'ın Karaçaylı) ve "Kara Çerkes" adlarıyla bahsetmektedir. birbirlerine gönderdikleri bu dokümanlarda, Karaçay "Karaçioli" sözü, Bizanslı Menandır'ın, ve Malkarlılardan çokça bahsedilmektedir. Karaçay'da dağların öbür yanına geçmek için 1636 yılında, Gürcistan-İmeretya kralı II. Levan, kullanılan geçide ad olarak verdiği "Karuçon" sözüne Rusya elçilerine verdiği raporda, kendisinin hakim çok benzemektedir. Öte yandan, çok eski zamanlarda, olduğu topraklarının sınırının "Dağlı Çerkesler"in Kırım'da yaşamış olan Bulgarların yurdunun adı yaşadığı yere kadar uzandığını belirtmektedir. Bu "Karaçoli"dir. Kırım'da yaşayan Bulgarların her yıl "Dağlı Çerkesler"in Karaçay-Malkarlılar olduğuna tarla işlerine başlarken yaptıkları görkemli Saban-toy şüphe yoktur. 1639 yılında, Gürcistan-İmeretya kralı adetleri, Karaçay-Malkarlıların bununla ilgili II. Levan'a cevaben gönderilen Fedot Elçin ve Pavel adetlerine çok benzemektedir. Fonberg, M. M. Zaharev adlı Rus elçileri, Svan ülkesine giderken Kovalevskiy ve V. F. Miller gibi meşhur alimler bu Baksan vadisi ve Tonguz-orun geçidinden konuyla ilgili çok şeyler yazmışlardır. geçmişlerdir. Rus elçileri bu yolculukları sırasında, 1718 ve 1724 yıllarında, I. Petro'nun adamı Gotlib bugünkü Tırnavuz şehrinin olduğu yerde, orta çağda Şober ve Kırım Hanı'nın başhekimi Ksaveriu kurulmuş olan "El-curt" adlı bir Karaçay köyünde Glavani, "Malkar Tasarlarından, "Çegem" ve konaklamışlar ve bu köyde 15 gün kadar misafir "Karaçay" bölgelerinden bahsetmektedirler. K. kalmışlardır. Rus elçileri böylelikle Karaçay-Malkar Glavani'nin söylediğine göre, Küçük Kabardey ile halkını yakından tanıma fırsatını bulmuşlardır. Rus Kafkas dağlan arasında bir yerde "Tav-Soltan" adında elçileri bu köyde, Karaçaylı prens Kamgut bir köy vardır. Bu köyün biraz ötesinde ise "Gilaksan" Kırımşavhal'ın küçük kardeşleri olan Elbuzduk ve adında birkaç köy daha vardır. Bizim anladığımıza Gilaksan tarafından ağırlanmışlardır. Kanşavbiy ile göre bu "Gilaksan köyleri", 1639 yılında Gürcistan- Goşayah-Biyçe'nin anıt-mezarları ve kalelerinin İmeretya'ya giderken Baksan vadisinde konaklayan Rus kalıntıları, eski bir Karaçay köyü olan El-curt'un elçilerini ağırlayan Karaçay prensi Gilaksan yakınında bugün bile durmaktadır. Kırımşavhal'ın köyleridir. "Tav-Soltan" adlı köy de, 1643 yılında, Terek bölgesi askeri amiri M. I. herhalde "Tavlu" (Dağlı/Karaçay-Malkar) Volinskiy imzasını taşıyan bir dokümanda "Malkar

bilig-7/Güz '98

21

köylerinden biri olmalıdır. demektedir) yaşadığı yerleri çok güzel anlatmaktadır. XVI. yüzyılın ortasında, Ivan Grozniy'in 1779 yılından 1783 yılına kadar Kuzey Kafkasya'da döneminde, Malkarlılar arasından çok önemli seyahat eden Jakob Reyneggs, kendi hazırlamış olduğu şahsiyetler çıkmaya başlamıştır. Rusların Tarki ve kitabını yayınlarken ölmüştür. Kitap, J. Reyneggs Kizlyar adlı şehirleri kurmalarından sonra, buralarda öldükten sonra yayınlanmıştır. J. Reyneggs kitabında, yaşayan Türk kökenli halkların yönetilmesi görevini "Malkar", "Bızıngı", "Orusbiy" aşiretlerinin yapmak için Malkar'dan "Başi" adlı bir sülale oraya yaşadıkları yerleri anlatmaktadır. J. Reyneggs göç etmiştir. Onlar "Tavlu" (Dağlı) milletine mensup "Malkar" ve "Bızıngı" yer adlarını bilmeden aşiret adı oldukları için Başi sülale adlarının yerine Rusça "Dağlı" olarak yazmıştır. anlamına gelen "Goriçi" sözüyle bilinmişlerdir. 1793-1794 yıllarında, meşhur Rus alim ve "Goriçiler" Kuzey Kafkasya ile Rusya arasındaki ansiklopedist P.S. Pallas, Kuzey Kafkasya ve siyasi ilişkilerin yürütülmesinde çok önemli görevler Kırım'da bulunmuştur. Kitabında, Karaçay- yapmışlardır. Bu yüzden de Rus çarı tarafından Malkarlılara da bir parça yer vermiştir. 1798 yılında sürekli olarak ödüllendirilmişlerdir. Goriçiler, kendi Kuzey Kafkasya'da seyahat eden Jan Pototskiy, 1829 soylarını yedi ataya kadar biliyorlardı. Meşhur Ord. yılında Fransızca yayımladığı kitabında, "Yüksek Prof. Dr. P.G. Butkov, 1791-1803 yılları arasında dağlarda, Türk dilini konuşan, putperest Malkarlılar" Kafkasya'da bulunmuştur. "Materialı po novoy istorü hakkında bir şeyler yazmıştır. Kavkaza 1722-1803 gg., SPb. 1869" adlı eserinde, 1807-1808 yıllarında Kuzey Kafkasya'da bulunan "Goriçi adlı iki kardeş, Malkarın Basiyatlarından meşhur alim Klaproth, "Kafkasya ve Gürcistan'a doğmuşlardır" demektedir. Seyahat" adlı kitabında Karaçay-Malkarlıların 1736 yılında Yukarı Çegem'deki El-tübü adlı kültürleri, adetleri, yaşadıkları yerlerin sınırları ve köye, Kizlyar şehrinden Aleksey Tuzov adında bir Rus köyleri hakkında oldukça uzun bilgiler vermektedir. prensi gelmiştir. El-tübü sakinleri, A. Tuzov'a, "Kala- Klaproth'un bu kitabı, XIX. yüzyılda, Karaçay- tübü" denilen mağarada buldukları eski kitap Malkarlılarla ilgili en geniş bilgileri ihtiva eden kitap gösterirler. Bu kitaplar XV. yüzyıldan kalma İncil özelliğini halen devam ettirmektedir. 1829 yılında, parçalarıdır. Bu kitapların "Kala-tübü" adlı mağarada Rusya'nın Kafkasya askeri birlikler komutanı General muhafaza edildiklerini, 1802-1803 yılları arasında Ord. Emanuel, beraberinde bulunan ve Elbruz dağının Prof. Dr. Klaproth da görmüştür. Bu İncil parçalarının zirvesine çıkmak isteyen araştırma ekibine, Macar varlığını, Ord. Prof. Dr. Guldenşted'in 1772 yılında alim Yanoş Karoy Besse'yi de dahil eder. Y.K. Besse'ye söylediği, "Çegem'deki saç/kalay (kancalbaş) çatılı göre, Karaçay-Malkar ve Digorlar (Osetlerin bir kolu) kilise hala ayakta durmaktadır" şeklindeki sözleri de Macarlara çok. benzemektedirler. Y.K. Besse'nin de desteklemektedir. katıldığı araştırma ekibinde, Karaçaylıların prensi 1743, 1747, 1753, 1757 yıllarında "Çegem İslam Kınmşavhal ve Baksan bölgesi prensi Mırzakul Vilayeti", "Malkar Vilayeti", "Kaşha-Tav Bölgesi" ve Orusbiy ve başka Karaçay-Malkarlılar da "Abay Sülalesi"nin adları Rus dokümanlarında çokça bulunuyorlardı. Onlar, Y. K. Besse'yi hayrete geçmektedir. düşürecek çok şeyler anlatmışlardır. General 1753 ve 1760 yıllarında Kuban ırmağı. Emanuel'in askerlerinin Elbruz dağına çıkmalarına, dolaylarında Karaçaylıların yaşadığı ve "Karaçay" sözü Karaçay'ın Hurzuk köyünden Hillar (Hıysa) Haçirov artık kesinleşmiştir. 1768 yılında, A. Şçelov da, ve Yukarı Baksan'dan Ahya Sottayev adlı kişiler "Karaçaylılardan" ("Karacav" demektedir) ve kılavuzluk etmişlerdir. "Karacav ile Digor'un arasındaki Malkarlılar"dan I. F. Blaramberg'in 1835 yılında yazmış olduğu, bahsetmektedir. Kafkasya ile ilgili topografık, istatistik, etnografik ve Ord. Prof. Dr. Guldenşted, Karaçaylılar ve askeri işler hakkında bilgiler ihtiva eden kitabında, Malkarlılar hakkında çok önemli şeyler yazmıştır. Karaçay-Malkarlılarla ilgili çok geniş ve ilginç bilgiler XVIII. yüzyılın tanınmış Gürcü tarihçi ve bulunmaktadır. Tanınmış Kafkasolog V.K. Gardanov'un coğrafyacısı Vahuşti, Malkarlıların (Basian' söylediğine göre, Blaramberg'in

bilig-7/Güz '98

22

üç ciltlik bu eseri şimdiye kadar yapılmış olan sonra kendilerini tarihçi zannederek, radyo ve bilimsel çalışmalar içindeki değerli konumunu hiç televizyonlara çıkıp Karaçay-Malkar tarihi hakkında kaybetmemiştir. akıllarına gelenleri söylüyorlar ve halkı yanlış Karaçay-Malkar halkının tarihini, etnografyasını, bilgilendiriyorlar. Böylelerinin içerisinde şairler, ekonomisini, kültürünü araştırma işine, Rusyalı ve gazeteciler, şarkıcılar da vardır. Sözgelimi, A. Avrupalı alimler çok emek sarf etmişlerdir. Bunların Bayzullayev, Kıpçakların Türk dilini konuşan bir halk arasında; A. Firkoviç, Narışkin kardeşler, V.F. Miller olduğunu, Kalka ırmağı civarında Rus askerleri ile M.M. Kovalevskiy, V.M. Sisoyev, V.Ya. Teptsov, V.İ. Kıpçakların birlikte yaşamış olduklarını söylüyor. Dolbejev, İ.A. Vladimirov, N.P. Tulçinskiy, A.N. Bütün bunları bilmeyen var mı ki, sanki bunu ilk defa Daçkov-Tarasov, B. Miller, A.A. Miller, D.N. kendisi ortaya çıkarıyormuş gibi ortalığı birbirine Pavlov, G. Petrov, N.E. Talitskiy ve daha birçok katıyor? Meşhur halk ozanımız Kerim Otarov, ilkokul tanınmış âlim vardır. Bizim dönemimizdeki âlimler 6'ncı sınıf ders kitabına dayanarak, "Alanlar, M.Ö. 3. arasında; L.İ. Lavrov, T.M. Minayeva, E.N. yüzyılda, bugünkü Yunanistan topraklarından Kuzey Studenetskaya, E.P. Alekseyeva, V.P. Nevskaya, A.İ. Kafkasya'ya gelmişlerdir. Kırım ve Macar sözleri de Robakidze gibi adlar sayılabilir. Yunancadır" diyor!? M.Ö. 3. yüzyılda, tarihte 1957 yılında, H.O. Laypanov'un " Karaçay- Alanların adı bile anılmamıştır. Ayrıca, Alanlar Malkar Halkının Tarihi Hakkında" adlı kitabı dünya yaratılalı beri Yunanistan topraklarında hiçbir yayınlandı. 1959 yılında yapılan SSCB Bilim zaman olmamışlardır. Alanların adı M.S. 1. yüzyıldan Sempozyumu'nda, Karaçay-Malkarlıların etnik itibaren duyulmaya başlamıştır ve onlar bu tarihlerde oluşumu hakkında ileri sürülen bazı görüşleri Kuzey Kafkasya'ya Orta Asya bozkırlarından göç yukarıda da belirtmiştik. 1960 yılında, "Malkar edip gelmişlerdir. Eğer bir insan, halkının tarihine ve Halkının Tarihi Üzerine Görüşler" adlı kitap kültürüne katkıda bulunmak istiyorsa, bilmediği yayınlandı. 1978 yılında, birkaç bilim adamının ortak konularda saçma sapan konuşmak yerine, sahip hazırladıkları "Eski Zamanlardan Rusya'ya olduğu meslek dalında veya en iyi bildiği bir konuda Katılıncaya Kadar Geçen Zamanlarda Karaçay" adlı çalışıp ortaya bir şeyler koymalıdır. kitap Çerkessk şehrinde yayınlandı. Bu kitap gerçekten Bir başka üzüntü verici durum daha vardır; V. de övgüye değer ve kaliteli bir kitaptır. Karaçay- Batçayev, M. Küçmezova ve I. Çeçenov gibi bir kısım Malkar halkının tarihi hakkında şimdiye kadar benim Karaçay-Malkarlı tarihçiler, İranî kavimlerin tarih ve de 5-6 kitabım yayınlanmış bulunmaktadır." kültürlerini araştıran bazı Avrupalı bilim adamlarının Son yıllarda, Karaçay-Malkar halkının eski Karaçay-Malkarlılar ve diğer Türk kavimleriyle ilgili tarihini ve kültürünü araştırma uğraşında çok önemli ortaya attıkları görüşlerin bayraktarlığını işler yapan bilim adamlarının adlarını; K.M. Tekeyev, yapmaktadırlar. Bu görüşlerin doğru olup A.İ. Musukayev, K.G. Azamatov, İM. Şamanov, olmadıklarını araştırmaya bile gerek görmüyorlar. Söz H.M. Sabançıyev ve V.M. Batçayev şeklinde gelimi, V. Batçayev şöyle yazıyor: "Karaçay- sıralayabiliriz. Malkarlıların Türk dilli ataları Kuzey Kafkasya'ya Karaçay-Malkar halkının adı, yaşadığı yerler, XV. yüzyılda gelmişlerdir. Karaçay-Malkarlılar, ekonomik hayatı, eski kültürleri hakkında birçok Kuzey Kafkasya'ya geldikleri tarihten itibaren komşu yazılar yazılmış, kitaplar yayınlanmıştır. Ancak, Kafkas halklarına her yıl belli bir miktar vergi vermek bütün bunlara rağmen, Karaçay-Malkar halkının zorunda kalmışlardır. Malkar prensleri, sosyal etnik bakımdan nasıl oluştuğu, Kafkasya topraklarına tabakalar statüsü bakımından Kabardey özdenlerine ne zaman geldiği problemi her zaman zihinlerde bir (asilzadelerine) eşit idiler (Batçayev, V.M., Protokol soru olarak kalmaya devam etmiştir. Burada bir no zasedaniya sektora arheologü KBİİFE)." Biz kendi hususu belirtmeden geçemeyeceğim. Karaçay-Malkar tarihimizi bu kadar ayak altına alabiliyorsak, yabancı halkının eski tarih zenginliğinin yeterince ortaya bilim adamlarına herhâlde söyleyecek bir sözümüz konulamaması yüzünden; birtakım insanlar birkaç olamaz. kitap, dergi, gazete veya ilkokul 5-6'ncı sınıfın ders Kendisini bilim adamı sayan bir insanın, bilimsel kitaplarını okuduktan gerçeklere kesinlikle boyun eğmesi

bilig-7/Güz '98

23

gerekmektedir. Bilimsel gerçekler yoksa bilim de yıl süresince çeşitli bölgelere yayılarak İskitlerin yoktur. Sadece tek bir görüşü kabul ederek onu kültüründe de yerini almıştır. Buna, günümüz bilim bilimsel gerçek saymak bir bilim adamına yakışmaz. adamlarının bir itirazı yoktur. Peki kurgan kültürü, Karaçay-Malkar halkının tarihi araştırılırken işte bu İskitlerden sonra ne oldu? İskitlerle birlikte kurgan kıstaslardan ayrılmamak gerekir. Bir milletin tarihi; kültürü de tarihten silindi mi? Yoksa, İskitlerin etnik hiç kimsenin şahsi tarlası veya patates bahçesi değildir, bakiyeleri arasında yaşamaya devam etti mi? Hint- İşte bu yüzden de, hiç kimsenin, bir milletin tarihi Avrupalı bilim adamları bu sorunun cevabını hakkında aklına estiği gibi konuşmaya hakkı yoktur. verirlerken yan yolda kalmaktadırlar. Daha doğrusu Şimdi biz esas konumuza dönelim ve kurgan tepe bu sorunun cevabını bildikleri hâlde, bilinçli olarak bu kültürünün sahipleri hakkında biraz daha derinlere soruya yarım yamalak cevap vermektedirler. Çünkü, inelim. Hint-Avrupa halklarının kültüründe, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu bilim adamları kurgan tepe kültüründen tek bir unsur bile olmadığı bildikleri gerçekleri ortaya koysalar, şimdiye kadar halde, Hint-Avrupalı bilim adamları neden kurgan saplantı hâline getirdikleri hipotezlerini kendileri tepe kültürünün Hint-Avrupa kavimlerine ait yıkmış olacaklardır. olduğunu iddia etmektedirler? Kurgan tepe kültürü 4000 yıl süresince bozulmadan İskitlere kadar unsurlarının bugün Türk halklarının ve buna bağlı gelen kurgan tepe kültürü, İskitlerle birlikte tarihten olarak Karaçay-Malkar Türklerinin kültüründe hâlâ silinmedi. Bilakis bu kültür hiçbir şekilde bozulmadan, devam ettiğini, Hint-Avrupalı bilim adamları niçin görmezden gelmektedirler? Bütün bu sorulara İskitlerin torunları olan Hun, Hazar, Bulgar, Alan, sağlam cevap vermek gerekir. Yoksa, "Hayır, o öyle Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Tatar, Başkurt, değildir, öyle olamaz, olmamalıdır" gibi sözlerle Altaylı, Kumuk, Karaçay-Malkar gibi Türk halklarının geçiştirmek ancak çaresizlerin yapacağı iştir. Kurgan kültüründe yaşamaya devam ediyor. Kim ne derse tepe kültürü 5000 yıl önce Kafkasya'da ve ön Asya'da desin, İskitlerin bilinen kültür unsurları Türk kavimleri yayıldığı zamanlarda, kurgan tepe kültürünün dışında başka hiçbir milletin kültüründe sahipleri olan eski Türk kavimleri ile Sümerler çok bulunmamaktadır. Bunun aksini ispatlayacak mevcut yakın kültür ilişkileri içerisinde olmuşlardır. hiçbir delil de yoktur. Sümerlerin dili ile Türklerin dili arasında İskitlerin yaşadığı yerleri ve onların hayat tarzları inanılmayacak kadar birbirine benzeyen yönler vardır. hakkında eski Yunanlı âlimler istemediğiniz kadar Ancak bazı bilim adamları, söz gelimi I. Çeçenov, "Bu çok sayıda yazılı belge bırakmışlardır. Bu belgelerin benzerlikler tesadüfi benzerliklerdir" diye bu konuyu hiçbirinde "İskitler, İranî dil konuşan bir millettir" gerektiği şekilde önemsemez. Son 30 yıldır Sümerlerin ifadesi yoktur. Peki o zaman, iskitlerin kökeninin İranî dilini, Semitik, Sanskrit ve Avrupa dilleriyle olduğuna dair ileri sürülen görüşün temeli nedir? karşılaştırmakla uğraşan Kramer, Dyakonov, Groznıy, Oset bilim adamı V.İ. Abayev, "Olviya" adlı eski Vinkler, Gommel gibi bilim adamları, bu kadar çok Yunan şehrinde bulunan mezar taşlarında "İranı bir dil arasından, Sümer diline tesadüfi de olsa benzeyen dilde yazılmış insan adları"nı tespit ederek, "Bunlar tek bir söz bulamadılar. Öte yandan bu bilim adamları İskit adlarıdır" demiş ve bunları da kitabında bir türlü, Sümer dili ile Türk dillerini yayınlamıştır. Bilindiği gibi "Olviya" adındaki eski karşılaştırma zahmetine girmediler. Giremezlerdi Yunan şehri, kendi zamanında ticaret serbestliği olan çünkü bu durumda bütün gerçekler ortaya çıkacak ve bir şehirdi. Bu yüzden, bu şehre dünyanın dört bir bir saplantı hâline getirdikleri hipotezleri param parça yanından tüccarlar gelir ve burada serbestçe ticaret olacaktı. Bu "tesadüfi benzeyen sözler" neden sadece yaparlardı. Bundan dolayıdır ki, bu şehirde Arap, İranî ve sadece Türk halklarının ve Karaçay-Malkar (Fars), Hint ve daha başka birçok milletten insan Türklerinin dillerinde bulunmaktadır? İşte bu bulunurdu. Bu değişik milletlere mensup tüccarlardan soruyu cevaplamak için bilim metotlarını iyi sindirmiş elbette ki bu şehirde ölenler olmuştur ve onlar orada bir bilim adamı olmak gerekir. Kurgan tepe kültürü, Sümerlerden sonra, 4000 gömülmüşlerdir. V.İ. Abayev'in söylediği bu mezar taşları, Fars tüccarların mezar taşları olamaz mı? Olmasa bile, bu mezar taşlarının İskitlere ait

bilig-7/Güz '98

24

olduğu fikri hangi temele dayanmaktadır? Öte İskitlerin kültür unsurlarını devam ettiren Karaçay- yandan, bir insanın adı, hangi dilde anlam buluyorsa, Malkarlıların İskitlerin torunları olduğuna kim itiraz o insan o dili konuşan millete mensuptur diye bir edebilir? kural mı vardır? Söz gelimi insan adlarından yola Kuzey Kafkasya'nın dağ, ırmak ve vadi adları, çıkarsak, kendisi bir Digor olan Vasiliy İvanoviç Karaçay-Malkarlıların Kuzey Kafkasya'da eski bir Abayev'in hangi milletten olması gerekir? Rus mu, tarihî geçmişe sahip olduklarını destekleyen Kazak mı, Özbek mi, Karaçay-Malkar mı? Ya diğer unsurlardır. Karaçay-Malkarlılar, Kuzey Kafkasya'ya Digor bilim adamları olan Yuriy Sergeyeviç XV. yüzyıldan önce gelmemişlerse; "Koştan-tav, Gagloyev, Boris Aleksandıroviya Kaloyev hangi Katın-tav, Gılça-tav, Dıh-tav, Tonguz-orun, Azav, milletten olmalılar? Koban, Balık, Çegem, Bashan, Çerek, Terek, İtkol, V.İ. Abayev gerçek bir bilim adamı olsaydı, eski Terskol, Azav" gibi dağ ve ırmak adları neden sadece Yunan şehrinde bulunan mezar taşlarında geçen; Karaçay-Malkarlıların dilinde anlam bulmaktadır? "Papay/Babay, Api/Apa, Targıtay/Tangrıtay, Karaçay-Malkarlıların topraklarında daha önceden Skoltı/Ishıltı, Cün, Tiri, Sir, Kulak-say, Arpa-say, başka milletler yaşamışlarsa, bu dağların ve Lıppık-say, As-kişi, Tamiris/Tamır, Atey/Açey" gibi ırmakların adları onların dilinde yok muydu? Eğer var sözleri de koyardı kitabına. Ama koymadı. Çünkü bu ise, Karaçay-Malkarlılar geldiler de, XV-XVI-XVII. sözler Türk diline ait sözlerdir. V.İ. Abayev, bu yüzyıllar arasında, bu kadar kısa bir zamanda, bu dağ sözleri kitabına koysaydı, İskitler İranî bir millettir ve ırmak adlarını değiştirdiler mi? Hayır öyle bir şey cümlesini kullanamayacaktı. olmadı. Yukarıda belirtilen dağ ve ırmak adları çok eski İskitlerin Türk menşeli bir millet olduğuna dair tarihlerden beri vardı. Bugün de var. Hatta, "Beş-tav, etnografik deliller de oldukça fazladır. İskitler keçe Kızburun, Ak-baş, Kişi-bek, Kara-agaç, Terek" gibi yapmakta oldukça ustaydılar. İskitler keçeden yerlerde, bugün Türk dilini konuşmayan halklar elbiseler, başlıklar, yamçılar yapıyorlardı. Çadırlarını yaşadığı hâlde bu yerlerin adları hâlâ değişmeden ve göçebe arabalarını keçeden yaptıkları örtülerle eskisi gibi duruyor. örtüyorlardı. Hunlar ve Bulgarlar da İskitlerin torunları idiler. İskitler at eti yiyorlardı ve at sütü (kımız) Eski Ermeni vakayinamelerine göre, M.Ö. 2. yüzyılda, içiyorlardı. İskitler, yemek pişirmek için kapsız ve Kafkasya dağları "Bulgarların yurtlarına" dahil odunsuz kaldıklarında, yiyecekleri hayvanın etlerini edilmektedir. Prokopiy Kesariyskiy adındaki Bizanslı kemiklerinden sıyırırlar, kemikleri hayvanın alime göre; Bulgarlar," Hun imparatorunun iki oğlundan işkembesine koyarlar ve sıyırdıkları eti orada pişirip meydana gelmişlerdir. Bu iki kardeşten birinin adı yerlerdi. İskitler hayvan kemiklerinden çıkarılan aşık "Kuturgu" (Kutrigur), diğerinin adı "Uturgu" kemikleriyle de oyun oynuyorlardı. Bu oyun herhâlde (Utigur)dur. P. Kesariyskiy'e göre Hunların bir kısmı, İskitlerde oldukça yaygındı. Çünkü İskitler bronzdan M.S. 5. yüzyılda Daryal geçidi civarlarını aşık kemikleri yapmışlardır. İskitler ince ağaç hakimiyetleri altına almışlardır. Bu Hun kabilesinin dallarıyla fal bakarak gelecekle ilgili tahminler başında iki lider bulunuyordu. Bunlarından birinin adı yapıyorlardı. "Bazık" (Bazuk), diğerinin adı da "Embazık"(Ambazuk) Îskitlerin kültüründeki bu etnografik unsurlar, idi. Hunların kavim adı, Karaçay-Malkarlıların Hint-Avrupa kökenli hiçbir milletin kültüründe topraklarında "HunTala" adıyla bugüne kadar yoktur. Hâlbuki bütün bu unsurlar hiçbir şekilde korunmuştur. Bulgarların "Kuturgu" (Kutrigur) bozulmadan bugün bile Türk halklarının kültüründe kolunun adı ise, Malkar'ın Çegem bölgesinde bulunan yaşamaya devam etmektedir. Peki bu bilim adamları, ve en eski köylerden biri olarak bilinen "Güdürgü" Îskitlerin İranî (Hint-Avrupa) kökenli bir millet köyünün adıyla bugüne kadar korunmuştur. olduğunu neye dayanarak ileri sürmektedirler? Hun-Bulgar kabileleri ile Karaçay-Malkarlıların İskitlerin bu etnografik özelliklerini, Karaçay- etnik ilişkisini ortaya koyan pek çok delil vardır. VII. Malkarlılar kültürlerinde bugün bile yüzyılın sonlarında, İssi-Suv şehri civarında Kubrat yaşatmaktadırlar. İskitler, Kafkasya topraklarında Han'ın "Bulgar Devleti" kurulduktan bir yaşamadılar mı? Tabiî ki yaşadılar. Öyleyse, bugün Kafkasya topraklarında yaşayan ve

bilig-7/Güz '98

25

zaman sonra, Kubrat'ın Asparuk adlı oğlu yanına kalın ağaç kütüklerinden ev inşa ederlerdi. Birçok Bulgarların bir bölümünü alarak Tuna ırmağı etnograf, Kuban, Baksan ve Çegem ırmakları civarına, eskiden İskitlerin de yaşamış olduğu yerlere civarında yaşayan Karaçay-Malkarlıların bu tip evler göç eder. Kubrat'ın bir başka oğlu ise yine Bulgarların inşa ettiklerinden bahsetmişlerdir. Orta Çağda ise, bu bir bölümünü yanına alarak İdil ırmağı civarına göç tip evleri inşa edenler Bulgar Türkleri olmuşlardır. eder ve "Volga-İdil Bulgar Devleti"nin kurucu atası Ayrıca Bulgar Türkleri, keçe, keçe elbise, keçe başlık olur. Kubrat'ın en büyük oğlu Batyan yapımında oldukça ileri idiler. Karaçay-Malkarlılar ile (Basyan/Basiyan?) ise kendisine bağlı Bulgar Bulgar Türklerinin giyim-kuşam tarzları da birbirine kabileleriyle birlikte ata yurdunda, yani Kafkasya'da çok benzemektedir. Bunu bilim adamları da teyit kalır ve böylece Karaçay-Malkarlıların etnik etmektedirler. Öte yandan, bu etnografik veriler, oluşumunda en büyük katkıyı sağlamış olur. Ortaçağ Bulgar Türklerinin, İskitlerin kültürünü devam zamanlarında, Kafkasya'da kalan Bulgarlar yani ettirdiklerini göstermektedir. Karaçay-Malkarlıların ataları, Tuna ve İdil boylarına "Basiyat" adı, Malkarlıların bazı sülalelerinin soy- göçen kardeşleriyle ilişkilerini koparmadılar ve atasının adı olarak bilinir. Bulgar Türklerinde de birbirleriyle olan dostluklarını, ekonomik ve kültürel "Basiyan" adlı sülaleler vardı. İskitlerin bir diğer adı ilişkilerini devam ettirdiler. olan "As" sözü, Bulgar Türklerinin prens Asparuk'un kabilesi, Tuna ırmağı civarında, sülalelerinden birinin de adı idi. Karaçay-Malkarlılar kurdukları ilk yerleşim yerine "Eski-Yurt" adını ile Bulgar Türkleri arasında bunun gibi daha birçok vermiştir. Çok hayret verici bir durumdur ki, benzerlik vardır. Karaçaylıların soy-atası olarak bilinen Karça'nın da, M.S. IV-VII. yüzyıllarda, Kuzey Kafkasya'da, XIII-XIV. yüzyılda, Arhız bölgesinde kurmuş olduğu Dağıstan'ın deniz kenarındaki bölgelerinden Terek ilk köyün adı "Eski-Yurt" idi. Dahası, Bugünkü ırmağı civarındaki vadilere kadar uzanan topraklarda Bulgaristan toprakları ile Karaçay-Malkarlıların Hunlar güçlü bir siyasi teşekkül oluşturmuşlardı. yaşadığı topraklarda birbirine benzeyen birçok yer adı Kuban ırmağı civarında ise Bulgar Türklerinin kurmuş vardır. Söz gelimi, "Mara, Kurnayat, Karaça, Kam- olduğu devlet bulunuyordu. Daha sonra bu iki çay" gibi. Bilindiği gibi, tarih biliminde yer ve su devletten, VII-VIII. yüzyıllarda, tarihte malum adları, eski kavimlerin yaşadığı yerlerin bir anlamda bulunan, meşhur Hazar Kağanlığı ortaya çıkmıştır. "tapusu" olarak sayılır. Öte yandan, eski Karaçay- Hazar Kağanlığı LX. yüzyıl ortalarında yıkıldıktan Malkar köy adlarının, söz gelimi, "Çalmas, Bıllım, sonra, eskiden beri Kuzey Kafkasya'da yaşamakta olan Bulungu, Uçkulan" köylerinin adlarının Bulgar Alanlar; Hun, Bulgar ve Hazarlarla mücadeleye Türkçesi kökenli olmaları da bir başka önemli girerek kendi devletlerini kurmayı başardılar. Bu husustur. sayede Alanlar, Bizans, Gürcistan ve Ön Asya Karaçay-Malkarlılar ile Bulgar Türkleri arasında devletleriyle ekonomik ve kültür ilişkilerini hızla etnik ilişki olduğunu antropolojik ve arkeolojik geliştirdiler. Alanlar, VIII. yüzyılda Moğolların istila veriler de desteklemektedir. Söz gelimi, İndiş ırmağı etmesine kadar, Kuzey Kafkasya'nın tek hakimi yakınındaki "Humara" adlı eski Bulgar şehri, Aşağı oldular. Moğolların istilasıyla birlikte Alanların Çegem bölgesindeki orta çağdan kalma köy kurmuş olduğu devlet sona erdi ve Alanlar Kuzey harabeleri, Laşkuta köyü yakınında bulunan Kafkasya'nın dağlık bölgelerine çekildiler. Bundan arkeolojik bulgular, Kaşha-tav civarlarında bulunan ve sonra, Alanların hakimiyeti altında olan Kuzey Bulgar Türklerine ait olduğu sanılar mezarlar, Yukarı Kafkasya toprakları Altın Orda Devleti’nin Çegem bölgesinde, Lıgıt denilen yerde bulunan ve yönetimine geçmiştir. Bulgar Türklerine ait olduğu sanılan mezarlar ve "Alan" ve "As" şeklindeki iki söz aslında bir daha başka bulgular, Karaçay-Malkarlılar ile Bulgar milletin adıdır. XIII-XV. yüzyıllarda Kuzey Türkleri arasındaki etnik ilişkiyi ortaya koyan Kafkasya'da seyahat etmiş olan G. Rubruk ve İ. delillerdir. Barbaro da bunu açıkça ifade etmişlerdir. Öte yandan Karaçay-Malkarlılar ile Bulgar Türkleri arasındaki bazı bilim adamları "As" sözünün Osetler için etnik ilişkiyi destekleyen birçok. etnografik veriler de kullanıldığını ileri sürmektedirler. "As" sözü, mevcuttur. Sözgelimi, eskiden Kuzey Kafkasya'da, sadece Karaçay-Malkarlılar

bilig-7/Güz '98

26

Osetlerin kavim adı ise, o zaman Osetler 150-200 yıl topraklarındaki 147 coğrafya teriminde eski Türk içerisinde kendi kavim adlarını bırakıp da, Karaçay- kavimlerinin izleri açık bir şekilde görülmektedir. İşte bütün bu gerçekler karşısında Oset bilim Malkarlılara neden "As" adını vermişlerdir? Oset bilim adamları çaresiz kalmaktadırlar. adamları bu soruyu tabiî ki cevaplayamamaktadırlar. İranî ve Oset dilleri üzerine çalışan bilim Oset bilim adamlarına göre, Aslar (Osetler), Kuban adamları ve onların görüşlerini destekleyen bazı ırmağı civarından Terek ırmağı civarlarına göç ettikten Karaçay-Malkarlı bilim adamları, "Alan" ve "As" sonra bu bölgelere Karaçay-Malkarlılar yerleşmişlerdir. sözlerinin, İranî ve Oset dillerinde hiçbir şekilde Bu yüzden de, eskiden "Asların Ülkesi" olarak bilinen bir anlam bulamayışını hiç dikkate almazlar veyahut almak istemezler. Halbuki "Alan" sözü bölgeye yerleşen Karaçay-Malkarlılara da yanlış olarak Türk dillerinde "alan, düzlük, meydan" anlamına "As" adı verilmiştir. gelmektedir ki bu söz böylece gerçek anlamını Eskiden Kuban ırmağı civarlarında yaşarken, Terek bulmaktadır. ırmağı civarlarına göç eden bir milletin, kendi millî Altaylılarda, Türkmenlerde ve Kara kavim adını eski bir eşya gibi atarak, bir başka millete Kalpaklarda adı "Alan" olan birçok uruk ve sülale kendi millî kavim adını (As) vermesi garip değil midir? vardır. XVI. yüzyılda, Kırım'da, Alanların bakiyesi Eskiden Kuzey Kafkasya'da yaşayan Bulgar olan "Bazarian" adında bir halk yaşıyordu. "Alan" (dost, kardeş, soydaş) hitap şekli, sadece Türklerinin bir bölümü, Asparuk yönetiminde Tuna Karaçay-Malkarlılarda vardır ve Karaçay- ırmağı civarlarına göç ettikten ve orada birtakım Slav Malkarlılar bu hitap şeklini sadece kendi aralarında kavimleriyle karıştıktan sonra ve hatta kendi öz kullanırlar. Gürcü-Megreller ise bugün bile dillerini bile kaybetmişken, kendi millî kavim adlarını, Karaçay-Malkarlılara "Alan" adını vermektedirler. yani "Bulgar" adını neden kaybetmemişlerdir? Orta çağa ait vakayinamelerde, XVIII-XIX. İ. Çeçenov gibi bazı bilim adamlarımız da, Oset bilim yüzyıllarda çizilmiş olan Kafkasya haritalarında gösterilen Alanların yaşadığı yerler, bugün adamlarının ileri sürdükleri görüşlerden yola çıkarak, Karaçay-Malkarlıların yaşadıkları yerlerdir. Öte "Aslar ilk önceleri Türk dilini konuşan kavimlerdi. yandan, Oset bilim adamı G.A. Kokiyev'e göre Fakat daha sonra Aslar ile İranî kavimlerin karışması Alanlar, Osetlerin değil de, Karaçay-Malkarlıların sonucu, Aslar İranî bir dil konuşmaya başlamışlar ve atalarıdır. bugünkü Osetlerin ataları olmuşlardır" demektedirler. I. IV. yüzyılda yaşamış olan ve Alanları çok , Çeçenov'un bütün bu görüşlerinin doğru olduğunu yakından tanıyan Ammian Martsellin, Alanların eski Massagetler olduğunu söylemektedir. Bugünkü varsayalım. Peki, Osetler neden Karaçay-Malkarlılara antropolojik verilere göre ise, Massagetler ile "As" diyorlardı? Şimdiye kadar bu soruyu Türkmenler etnik bakımdan aynı kavimdir. cevaplayabilen tek bir bilim adamı çıkmamıştır. I. Arap seyyah İbn Said, XIV. yüzyılda, Kuzey Çeçenov'un temsil ettiği görüşte olan bilim adamlarının Kafkasya'da Kuban ırmağı civarında "Alan adında cevap veremediği bir başka soru daha vardır ki, bu da bir Türk kavminin yaşadığını" yazmaktadır. İbn "Alan" ve "As" sözlerinin neden Oset dilinde veya Said'in bu sözlerini kulak ardı eden bazı bilim adamları, 1888 yılında Karaçay'ın "Eski-curt" herhangi bir iranî dilde olmayıp, sadece ve sadece adındaki eski köy harabesinde bulunan Karaçay-Malkar dilinde olduğu sorusudur. "Zelençukskaya nadpis" adlı yazılı taştaki metni Alanlar Kuzey Kafkasya'da, Tuna ırmağı Oset diliyle okumaya çalışmışlar fakat bunu civarlarında, Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde, Orta başaramayınca da, bu yazılı taştaki metne Asya'da, Altaylarda ve Karaçay-Malkar topraklarında orijinalinde olmayan 8-9 kadar söz eklemişler ve bulunan birçok ırmak ve yere kendi kavim adlarını böyle bir sahtekârlıkla bu yazılı taşı İranî bir dilde okuduklarını ileri sürerek bilim dünyasını miras olarak bırakmışlardır. Terek ırmağı civarında kandırmışlardır. Bu sahtekârlardan biri olan V.F. (Osetya'da) iki bin yıl kadar yaşamış olan güya İranî Miller bile, "Yazılı taştaki son iki satır İranî dile ait Alanlar ise bu bölgede "Alan" sözüyle bağlantılı hiçbir değildir" demek mecburiyetinde kalmış, yazılı taşta şey bırakmamışlardır. Bununla birlikte, Osetya

bilig-7/Güz '98

27

"Bagatar" (Bagatur-Bagatur-Batır: Cesur, adamları bu soruya nasıl bir cevap vereceklerdir? Kahraman, Yiğit) şeklinde bir söz olduğunu ve buna "Ası" sözü, bugün bile Nogaylarda, Altaylılarda, bir anlam veremediğini itiraf etmek zorunda kalmıştır. Türkmenlerde, Kırgızlarda, Özbeklerde ve Kazaklarda Sözü edilen bu sahtekâr bilim adamları, yazılı taştaki yaşamaktadır. Mariler, İdil ırmağı civarında yaşayan "curt" (yurt) sözünü, Osetçe "furt" (genç) sözü olarak Tatarlara "Su-As" adını vermektedirler. Eski Bulgar okumakta ısrar etmişler ve bu sözün İranî kökenli Türklerinde "As" adında prens sülalesi vardır. olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bununla birlikte aynı Kuzey Kafkasya düzlüklerinde, XIII-XIV. yazılı taşta bulunan "ata-curt, alan-curt, bagatar, yüzyıllarda geçen olaylardan sonra, Kabardey bölünüb, de, zıl" şeklindeki sözleri de görmezlikten Çerkesleri yayılmaya başlamışlardır. Bununla ilgili, Taş- gelmişlerdir. Alanların İranî kökenli bir kavim köpür (Kamennomost), Zayukovo, Şaluşka, Psıgansu olduğunu ileri süren bilim adamları, bu görüşlerini en ve Uruk civarlarında arkeolojik bulgular elde çok Bizanslı şair İoan Tsets'in yazdığı şiirin Alanlarla edilmiştir. Kabardey Çerkeslerinin Kuzey Kafkasya ilgili birkaç mısrasına dayandırmaktadırlar. Bizanslı düzlüklerinde yayılmasıyla birlikte Karaçay- şairin, Alanların "Hoş" şeklinde bir sözle Malkarlılar ise Kabardey Çerkeslerinin baskısından selamlaşmalarını dile getiren mısrasını ele alan V.İ. dolayı düzlük bölgelerden dağlık bölgelere çekilmek Abayev bu sözü "Horz" şeklinde okumaya çalışmış ve zorunda kalmışlardır. Herhalde Ruslar da kalelerini bu bundan yola çıkarak da bu "Horz" sözünün Oset diline yüzden dağların eteklerine kurmuşlardır. Ruslar bu ait olduğunu ileri sürmüştür. Hâlbuki "Hoş" sözü yolla dağlarda yaşayan halkları kontrol etmeyi bütün Türk lehçelerinde yer alan bir sözdür. Yine bu planlamışlardır. Karaçay-Malkarlılar, Kabardey bilim adamları, İoan Tsets'in bu şiirde yer alan "katın" Çerkesleri gibi 1557 yılında Ruslara boyun eğerek (kadın), "kaytan' (kaytarıb: geri çevirmek, geri onların himayelerini kabul etselerdi, Rusların dağ getirmek, geri göndermek), "bali" (vişne, kiraz), eteklerine kaleler yapmalarına lüzum kalmayacaktı. "kördüng" (gördün), "üyüzıge!" (evine! : Karaçay- Bu kalelerin birçoğu, Ruslara boyun eğmeyen asi Malkar Türkçesinde "a üyünge!" (a evine!) şeklinde Karaçay-Malkarlıları hakimiyet altına almak için inşa kullanılan bir şaşırma-ünlem sözüdür) gibi Türkçe edilmiştir. sözleri görmezlikten gelmektedirler. XIV. yüzyılda Karaçay-Malkarlılar ekonomik ve "As" sözü, eski bir Türk kavminin adıdır. Yosif kültür yönünden oldukça ileri bir düzeye gelmişlerdir. Flaviy'in, M.S. I. yüzyılda yazmış olduğu " Dağlarda bulunan gümüş, kurşun, bakır ve taş kömürü Yudeyskaya Voyna" adlı eserinin, XII. yüzyılda madenleri çıkarılmaya başlanmıştır. Binaların inşası yapılan Rusça çevirisinde, "Asların konuştuğu dil, için düzgün ağaçlar kullanılmıştır. Hayvancılık Peçeneklerin konuştuğu dille aynıdır" denmektedir. oldukça ileri bir seviyeye ulaşmıştır. Karaçay- VII. yüzyılda Aslar ile Digorların birleşmesiyle Malkarlılar daha çok hayvancılık işiyle meşgul ortaya" Asdigor" (Astugor) adında bir kavim çıkmıştır. olmuşlar ve diğer ihtiyaçlarını besledikleri Kaşgarlı Mahmut ve Reşidüddin, "Oğuz Türklerinin hayvanlarını satarak karşılamışlardır. içinde 'Düger' adında bir boy olduğunu" XVIII-XIX. yüzyılda, Karaçay-Malkarlıların söylemektedirler. "As" adlı kavime, VII. yüzyılda ekonomik seviyesi, diğer Kuzey Kafkasyalı yazılmış olan Orhon-Yenisey yazıtlarında da kavimlerin ekonomik seviyesi ile eşit durumdaydı. rastlanmaktadır. "As-kişi" adlı kavim IX. yüzyılda Hatta bazı bölgelerden daha üstündü. Söz gelimi, 1886 Orta Asya'da yaşamıştır. Altaylı kavimler arasında ve 1906 yıllarında Kuzey Kafkasyalı halkların ekonomik "As" adlı kavimlere tesadüf edilmektedir. Birçok Arap seviyesi hakkında yapılan bir istatistiğe göre, seyyah, XIV. yüzyılda, Kırım'da, Kafkasya'da, Daryal Malkarlıların ekonomik seviyesi, Grozni bölgesinden geçidi civarlarında "As-kişi" ve "As" adlı bir kavimin 1,7 kat, Kabardey bölgesinden 1,3 kat, Vladikafkas yaşadığını yazmışlardır. bölgesinden 3,4 kat, Hasavyurt bölgesinden 1,9 kat Peki o zaman, "Türkçe konuşan Asların dili İranî daha fazla idi. Karaçay-Malkarlıların besledikleri bir dile nasıl ve ne zaman dönüşmüştür?" şeklinde bir hayvanlardan elde ettikleri yünler, yağ ve et gibi gıda soru çıkmaktadır karşımıza. Asların, İranî kökenli bir mamulleri, el kavim olduğunu ileri süren bilim

bilig-7/Güz '98

28

28

yapımı kumaş (çuha) üretimi, komşu halklara göre Koban, Abisal, Tuvgan, Kubadiy, Betuy" şeklindedir. daha ileri seviyede idi. Öte yandan, Karaçay- Hikâyede anlatılan "Malkar" adlı avcının adı, Malkarlılarda, tuz, fabrika yapımı kumaş gibi "Bulgar" sözünü çağrıştırmaktadır ve büyük bir maddeler bulunmuyordu. Karaçay-Malkarlılar bu gibi ihtimalle "Malkar" sözü, "Bulgar Türkleri"nden miras ihtiyaç maddelerini, dağlardan çıkardıkları gümüş, kalmıştır. Bu da, Bulgar Türklerinin, Malkarlıların kurşun gibi madenleri, kendileri besledikleri etnik oluşumunda yer aldıklarını göstermektedir. hayvanlardan elde edilen mamulleri satarak Hikâyeye göre, "Malkar adlı avcı bir gün geyik karşılıyorlardı. avlamak için kendine yeni yerler aramak üzere yola Karaçay-Malkar Türklerinin etnik oluşumunun çıkmış." Bu cümle, eski Hun kabilelerinden bir grup nasıl teşekkül ettiği hakkında Karaçay-Malkar avcının geyiklerin peşinden Azak denizi civarlarına folkloru da önemli ipuçları vermektedir. Malkarlılar gelerek buradan denizin karşı tarafına, yani Avrupa arasında anlatılan hikâyelere göre; çok eski zamanlarda topraklarına geçtiklerini anlatan hikâyeye "Malkar" adında bir avcı avlanmak için. Kafkasya benzemektedir. dağlarına gelmiş. Malkar adlı avcı dağlarda dolaşırken, Avcılık yaparken başkaları tarafından bilinmeyen dağ geçitlerinin arasında güzel bir ovalık yere gelmiş yeni yerleri keşfeden avcı motifi, Karaçay-Malkar ve burada bir kavmin yaşadığını görmüş. Bu ovalık hikâyelerinde oldukça fazladır. Sözgelimi, yerde yaşayan kavim kendisine "Tavlu" (Dağlı) Karaçaylıların Baksan vadisinden Kuban ırmağı diyormuş. Malkar adlı avcı bu yeri çok beğendiği için civarına göç edişini anlatan bir hikâyede, "Botaş" Tavlu denilen halkın arasında yaşamaya karar vermiş ve adında bir kişinin avlanırken tesadüfen Kuban ırmağı onlara katılmış. Aradan bir zaman geçtikten sonra civarına gelmesi ve bu yerlere Karaçaylıların göç edişi oraya, Kumukların yaşadığı düzlüklerden, yanında anlatılır. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki adamlarıyla birlikte "Misaka" adında birisi gelmiş. "Örüzmek" adlı kahraman bir ak maralın peşinden Misaka ve adamları burayı çok beğenmişler ve onlar koşarken "Ak-kala" (Ak Kale) adında bir yer bulur. Bu da orada yaşamaya karar vermişler. "Misaka"nın adı, hikâyede anlatılan "Ak-kala" adlı yer, Hazar Dağıstan düzlüklerinde yaşayan "Masaha-Hun"ların Türklerinin tarihteki meşhur "San Kale"sini (Sarkel adını çağrıştırmakta ve Malkar halkının etnik şehri) çağrıştırmaktadır. Türk dillerinin ekserisinde oluşumuna Hun kabilelerinden katılımlar olduğunu "san" sözü "ak, beyaz" anlamında da kullanılmaktadır. ortaya koymaktadır. Bir zaman sonra, Malkar ve Böylelikle, Hazar Türklerinin Karaçay- Misaka'nın yaşadığı yerlere, yanlarında adamlarıyla Malkarlılardaki etkisini bir hikâyede tespit birlikte "Basiyat" ve "Badinat" adında iki soylu kardeş etmekteyiz. gelir. Basiyat ve Badinat adlı kardeşlerin, Kırım'dan Hunlar zamanındaki Türk kavimleri arasında veya bir dönem Kuzey Kafkasya'da yaşamış olan Mac ilginç bir hikâye anlatılmaktaydı: "Türk kavimleri arlardan geldikleri sanılmaktadır. Basiyat ile Badinat arasında büyük bir savaş çıkmış. Bu Türk kardeşlerden Basiyat, Malkar'da kalır. Badinat ise kavimlerinin içinden birisi diğer kavimler tarafından Digorların yaşadığı yere gider. Malkar'da kalan tamamen ortadan kaldırılmış. Ancak bu toptan yok Basiyat, Malkarlı prenslerin soy-atası olur. Bu yüzden edilen Türk kavmine mensup küçük bir çocuk kalmış. Malkarlı prensler kendilerine "Basiyatlar" adını Bu çocuğun da ellerini ve ayaklarını keserek bir ırmağa vermişlerdir. Digorların yaşadığı yere giden Badinat ise, atmışlar. Şans eseri bu çocuk ölmemiş ve bir kurt Digor prenslerinin soy-atası olur. Digor topraklarına tarafından kurtarılmış. Sonra kurt, çocuğu alıp dağlara yerleşen Badinat, Karaçaylıların "Kırımşavhal" adlı götürmüş ve ikisi dağlarda yaşamaya başlamışlar. Bir prens sülalesine mensup bir prensesle evlenir. zaman sonra, bu çocuk ile kurdun birleşmesinden dört Böylelikle, Badinat ile Karaçaylı prensesten doğan yedi çocuk doğmuş. Türk kavimleri işte bu dört çocuktan erkek çocuk, Digorların prens sülalelerini türemişlerdir." Yukarıda anlatılan hikâyeye göre, Türk oluştururlar. Badinat'tan doğan ve Digorların prens kavimleri bir kurttan türemişlerdir. Bu yüzden de sülalelerini oluşturan çocukların adları: "Çegem, kurt, Türk kavimlerinde bir tabudur. Karacav (Karaçay sözünün Digorca'ya geçmiş şeklidir),

bilig-7/Güz '98

29

Hikâyemize devam edelim: "Bu dört çocuktan ikisi kadar da tatlı bir lokma olacaktın sen bana' diye birbiriyle kavga eder ve biri diğerini öldürür. Ancak, söylenir." Bu hikâyede anlatılan olayların hepsi, eski hayatta kalan kardeş, diğer kardeşi öldürdüğü için o Bulgar Türklerinin hikâyelerinde de aynen kadar çok pişman olmuş, üzülmüş ve ağlamış ki, bu geçmektedir. üzüntüye dayanamayarak 'Ku' (kuş) olup göğe uçup Karaçay-Malkar folklorundaki hikâyelerin, gitmiş. Daha sonra onun adı 'Ku' şeklinde anılmış ve masalların ve diğer folklor ürünlerinin birçoğunda tarihî Ku'dan türeyen kavime de 'Ku-kişi'ler denilmiş." gerçeklikler vardır. Karaçay-Malkarlıların gerçekten Bugün Altaylarda "Ku" adında bir Türk kabilesi yaşadığı bazı olaylar zamanla efsane veyahut yaşamaktadır. Bu hikâyede anlatılanların, Karaçay- hikâyeleşerek bir folklor ürünü hâline gelmişlerdir. Malkarlıların kültürüyle de bir ilgisi vardır. Karaçay- Söz gelimi, yine Karaçay-Malkar Nart Destanlarından Malkar Nart Destanlarındaki "Debet" adlı bir örnek verelim. Nart Destanlarında "Kızıl Fuk" kahramanın oğullarından birinin adı "Gu"dur. Eski adında, Nart halkına zulüm yapan kötü biri anlatılır. bir Türk hikâyesinde geçen "Ku" ile Karaçay-Malkar XIII. yüzyılda Altın Orda Devleti'nde "Kızıl Buk" Nart Destanlarındaki Debet'in oğlu "Gu" arasındaki adında çok zalim bir prens vardı. Karaçay-Malkar şekil benzerliği, herhâlde ikisi arasındaki bir Nart destanlarında anlatılan Kızıl Fuk'un Nart halkına bağlantıdan kaynaklanmaktadır. yaptığı zulüm ile Altın Orda prenslerinden Kızıl İskitler ve Hunların folkloru ile Karaçay- Puk'un Kuzey Kafkasyalı kavimlere yaptığı zulüm Malkarlıların folkloru arasında benzerlikler vardır. birbirini tamamlar vaziyettedir. İşte, "Kızıl Buk" Sözgelimi, Hunlarla ilgili bir hikâyede, "Bir çoban adındaki bu şahıs, Karaçay-Malkar Nart destanlarına hayvanlarını otlatırken ineklerden birinin ayağının "Kızıl Fuk" olarak girmiştir. kanadığını fark etmiş, İneğin ayağının niye Karaçay-Malkar Türklerinin siyasi tarihi de kanadığını anlamak için ineğin ayağına baktığı sırada gerektiği kadar araştırılıp ortaya konulmamıştır. yerde büyük ve güzel bir kılıç görmüş. Çoban, bu Karaçay-Malkarlıların ataları olan Alan-Aslar orta kılıcın oraya gökten düştüğünü ve bu kılıcın kutsal bir çağlarda Gürcülerle çok yakın ilişkiler kılıç olduğunu anlamış ve hemen o kutsal kılıcı içerisindeydiler. XIV-XV. yüzyılda, Gürcistan'ın dağlık Hunların hükümdarı Atilla'ya götürmüş. Atilla kılıcı bölgelerinden Malkarlılara esir olan Gürcü prensler görünce çok heyecanlanmış ve bu kılıcın kendisine dahi olmuştur. Bununla ilgili, Ksan adlı dağ geçidinde Tanrı tarafından gönderildiğini ve bu kılıçla dünyayı yer alan Tshovat adlı kilisede muhafaza edilen " Altın- fethedeceğini söylemiş." Haç"tan bahsedilmektedir. İskitlerde ve Hunlarda bu tür "kutsal kılıç" XVI-XVII. yüzyılda, Gürcistan ile Rusya inanışları çoktur. Bana öyle geliyor ki, Karaçay- arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde Malkarlı Malkarlılardaki "teyri kılıç" (tanrı kılıcı: gökkuşağı) Aydabol, Abay ve Karaçaylı Kırımşavhal adlı prens sözünün bununla bir ilgisi vardır. sülalelerinin büyük rolü olmuştur. Adı geçen bu Karaçay-Malkar folkloru ile eski Bulgar Karaçay-Malkarlı prensler, 1639-1650 yılları arasında, Türklerinin folkloru arasında da benzerlikler çoktur. Rusya'nın Yevlev, Goloçanov, Zaharev, Elçin ve Sözgelimi, Karaçay-Malkar Nart Destanlarında geçen Bajenov adlı elçilerine büyük yardımlarda "Alavgan" adlı kahramanın hikâyesine bir bakalım; bulunmuşlardır. Rus çarı, elçilerine yolda "Alavgan günlerden bir gün dolaşırken bir "emegen" karşılaşacakları kavimlerin prenslerine verilmek üzere (dev-yaratık) kadına rastlar. Emegen kadın o sırada "Rus elçilerinin himaye edilmesi hakkında fermanlar" iki memesini iki omuzuna atmış bir vaziyette, elinde vermiştir. Bu fermanların içinde Karaçay-Malkarlı kocaman bir kütük misali bir iğne ile yeri yamayıp prensler için düzenlenmiş olanları da vardır. Rus dikiş dikiyormuş. Alavgan yavaşça emegen kadının elçileri bu fermanları El-curt köyündeki Karaçaylı yanına gelerek aniden emegen kadının memelerinden prenslere ve Yukarı Malkar'daki Malkarlı prenslere birini tutup emmeye başlar. Emegen kadın bunu fark vermişlerdir. Bütün bunlar, Karaçay-Malkarlıların hiç ederek, ' Çok hızlı davranıp benim meme-oğlum (süt kimsenin tahakkümü altında olmayan, egemen bir oğlum) oluverdin. Yoksa ne kavim olduklarını ortaya koymaktadır. Karaçay- Malkarlılar o dönemlerde birilerinin hakimiyeti

bilig-7/Güz '98

30

altında yaşayan bir halk olsalardı, Rus çarı elçileri halkın özünden gelen, kendi emeğiyle geçinen), vasıtasıyla bu fermanları Karaçay-Malkarlı prenslere "başlık" (başlık), "atalık" (atalık: Soylu bir ailenin, göndermez, Karaçay-Malkarlıların tâbi olduğu eğitim ve terbiye edilmek üzere çocuğunu, milletin prenslerine gönderirdi. kendisinden sosyal statü bakımından daha düşük bir Eskiden, Karaçay-Malkarlılar ile diğer Kuzey aileye vermesi) gibi sosyal statülerle ilgili sözler; Kafkasyalı halklar siyasi ve sosyal statü bakımından eşit "cörme" (hayvan işkembesine kuyruk veya iç yağı idiler. Eğer öyle olmasaydı, Kabardey Çerkeslerinin doldurularak yapılan bir tür yemek), "hıçın" (içine et büyük prensi Pşimaho Çerkesskiy bizzat kendi kız veya patates konularak yapılan bir tür hamur yemeği), kardeşini bir Malkar prensiyle evlendirmezdi ve "ayran" (ayran) gibi yiyeceklerle ilgili sözler ve Kabardey prensleri, Malkar prenslerinin çocuklarını bunların dışında, "karuv" (güç, kuvvet), "cuvap" atalık olarak (eğitim ve terbiye vermek için) (cevap), "sebeb" (sebep), "ogurlu" (uğurlu), "ogursuz" almazlardı. (uğursuz), "kengeş" (toplantı, istişare), "buyruk" Gürcü kralı Arçil, 1693 yılında Rusya'ya (buyruk, emir) gibi sözler. XVIII-XIX. yüzyılda, giderken, Kabardey Çerkeslerine esir düşer. Bir süre Abay, Orusbiy, Şahan ve Malkaruk gibi Malkarlıların sonra oradan kaçıp Malkarlılara sığınır. Malkarlılar, önde gelen sülAleleri, Karaçay-Malkar kültürünün dış Kabardey Çerkeslerine tabi bir halk olsalardı, Gürcü kralı Arçil, Kabardey ülkesinden kaçıp Malkarlılara dünyaya tanıtılmasında büyük çaba göstermişlerdir. sığınamazdı. Söz gelimi, Musost Abayev "Malkarlıların Tarihi Malkar prenslerinden Aydabol oğlu Artutay 1658 Hakkında" başlıklı uzun makalesini yayımlamış ve yılında, Gürcü kralı Teymuraz ile birlikte Karaçay-Malkarlıların tarihinin dış dünyaya Moskova'ya gider. Malkar prensi burada, Rus çarı tanıtılmasında büyük katkı sağlamıştır. Musost Abayev tarafından, Gürcü kralı ile eşit statüde muamele oldukça uzun yaşamış ve 1928 yılında şimdiki görmüş ve iki yıl kadar Moskova'da Çar'ın misafiri Buynaksk şehrinde vefat etmiştir. Onun bu değerli olarak kalmıştır. Bilindiği gibi, bu dönemde makalesi bugün bile değerini korumaktadır. 1862 Kabardey Çerkesleri, Rus çarının hakimiyetinde ve yılında Soltan-Bek Abayev, St. Peterburg himayesinde bulunuyorlardı. Eğer, Malkarlılar Üniversitesi egemen bir halk olmasalardı, Kabardey Çerkeslerinin Konservatuvarına, P.I. Çaykovski ile birlikte sınavla Rus tabisi oldukları bir dönemde, Malkarlı prens girmiştir. Soltan-Bek Abayev kabiliyetiyle, sınav seçici Aydabol oğlu Artutay, Rus çarının özel misafiri kurulunda yer alan dünyaca ünlü müzik adamları olan olamayacak ve Gürcü kralı ile eşit muamele G. Vinyavskiy ve A. Pubinştein'i hayretler içerisinde görmeyecekti. Bu olay gerçekten de Malkarlıların bırakmıştır. Soltan-Bek Abayev konservatuvarı tarihi için çok önemli bir durumdur. bitirdikten sonra Vladikafkas şehrine gelerek burada Karaçay-Malkarlıların kültürleri, Kuzey müzik çalışmaları yapmıştır. Soltan-Bek Abayev'in Kafkasyalı birçok halkın kültürünü çok derinden kız kardeşi Hanife Abayeva ise arkadaşı ve yine bir etkilemiştir. Sözgelimi bunu, Kuzey Kafkasyalı Malkarlı olan Fuza Şakmanova ile birlikte, 1872 kavimlerin dillerine, Karaçay-Malkar Türkçesinden yılında Tiflis'te yüksek tahsil yapmışlardır. Fuza geçmiş birkaç sözle örneklendirelim ve ilk olarak Şakmanova, Kabardey-Malkar Ö.C. tarihinde ilk Kuzey Kafkasyalı kavimlerin dillerine "Thamate" bayan öğretmen ünvanına sahiptir. Fuza Şakmanova, şeklinde geçen ve aslında Karaçay-Malkar uzun yıllar Çegem'de açmış olduğu okulda Türkçesine ait olan "Tamata" (Başkan, Aksakal, öğretmenlik yapmıştır. Hanife Abayeva ise Tiflis'te Lider) sözünü ele alalım. Bu söz, "Tam" (ev, bulunduğu sırada, Azerbaycan'ın en meşhur dam)"ata" (ata, baba) şeklinde iki sözden oluşmuş ve diğer Kuzey Kafkasyalı kavimlerin dillerine aynı eğitimcilerinden olan Hasan-Bek Melikov'la tanışmış anlamda (Başkan, Aksakal) girmiş, fakat bu dillerde ve onunla evlenmiştir. Hasan-Bek Melikov, farklı bir telaffuzla (Tamata > Thamate) söylenmeye Moskova'da yüksek tahsil yapmış, Azerbaycan'ın en başlanmıştır. Bundan başka, Karaçay-Malkar meşhur aydınlarından biridir. Eş olarak da kendisine Türkçesinden, Kuzey Kafkasyalı kavimlerin dillerine Malkarlı Hanife Abayeva'yı seçmiştir. Hasan-Bek ve geçmiş daha birçok söz vardır. Söz gelimi, "özden" Hanife evlendikten sonra Bakü'ye giderek orada gazete (asil, soylu, çıkardılar. Bir süre sonra Bakü'de kız çocukları için bir okul açtılar.

bilig-7/Güz '98

31

Hasan-Bek ve Hanife Hanım'ın açmış oldukları bu bu okula kendi servetinden önemli miktarda bağışta okul, bir süre sonra açılacak olan Azerbaycan Devlet bulunmuştur. Dadaş Malkarukov, Nalçik şehrinde Üniversitesi'nin binası olacaktır. "Hanife Hanım kendisine bir de büyük bir konak yaptırmıştır. Bu Abayeva-Melkiova"nın adı, Azerbaycan konak halen ayaktadır ve MVD'nin (İçişleri ansiklopedilerine de girmiştir. Bakanlığı'nın) "kulübü" olmuş vaziyettedir. Bolşevik XIX. yüzyılda, bütün Çarlık Rusyası'nda çok devriminin ilk yıllarından sonra, Malkarlıların tek meşhur olan bir askeri doktor vardır. Bu doktor, başlarına özerk bölge oldukları dönemlerde, Malkarlı Şoloh Şahanov'un oğlu Abay (Dimirti) Malkarlıların önde gelen kişileri bu konakta Şahanov'dur. Abay Şahanov, 1869 yılında liseyi çalışıyorlardı. bitirdikten hemen sonra St. Petersburg şehrine Dünyaca meşhur Rus sanatçı F. Şalyapin, Prenses giderek Askeri Tıp Akademisi'ne girmiş, Rus-Osmanlı Dolinskaya'nın daveti üzerine Nalçik şehrinde olduğu savaşının patlak verdiği dönemlerde, 1876 yılında, zamanlarda, Dadaş Malkarukov kızlarıyla birlikte çok buradan mezun olarak diplomasını almıştır. Abay kereler Prenses Dolinskaya'nın evine misafir Şahanov, Askeri Tıp Akademisi'nden mezun olduktan olmuştur. Dadaş'ın kızları burada akordeon çalmaktaki sonra Kırım'da, Gürcistan'da, Amur ve Ussuriy maharetlerini göstermişlerdir. Bir söylentiye göre, F. bölgelerinde ve hatta Japonya'da görevlerde Şalyapin, Dadaş Malkarukov'un kızlarından birini çok bulunmuştur. Abay Şahanov'un oğlu olan Basiyat beğenmiş ve evlenmek üzere onu Dadaş Şahanov ise, bütün Kuzey Kafkasya'da tanınan Malkarukov'dan istemişse de, Dadaş Malkarukov bu meşhur bir hukukçu olmuştur. Basiyat Şahanov'un, teklifi nazikçe reddetmiştir. Çegem bölgesinin prenslerinden Dadaş (İslam) Orusbiy sülalesi, Malkarlıların en soylu Malkarukov'un kızıyla evlenmesinden sonra Şahan ve sülalelerinden biridir. Orusbiy sülalesinin, Karaçay- Malkaruk sülaleleri arasında büyük bir yakınlaşma Malkar kültürünün dış dünyaya tanıtılmasında çok başlamıştır. büyük emeği vardır. 1829 yılında, Baksan vadisi Dadaş Malkarukov, bütün Malkar bölgesinde büyük prensi Mırzakul Orusbiyev ve Karaçaylıların hayvancılık işinin gelişmesi için büyük gayretlerde büyük prensi İslam Kırımşavhalov, Rus Generali bulunmuştur. Kendisi Avrupa'da birçok kereler Emanuel ve adamlarının Elbruz dağına tırmanmasına bulunmuş ve hayvancılıkla ilgili yeni gelişmeleri çok yardımcı olmuşlardır. Mırzakul Orusbiyev ve yakından takip etmiştir. O dönemin meşhur peynirleri İslam Kırımşavhalov, General Emanuel'e yardımcı İsviçre'de yapılıyordu. Dadaş Malkarukov bu yüzden olmaları için Karaçay-Malkarlı beş rehber tahsis İsviçre'ye gitmiş ve orada peynir fabrikalarını etmişlerdir. Bu rehberlerin başında bulunan kişi gezdikten sonra, Alman bir mühendisle birlikte Karaçay'ın Hurzuk köyünden Hillar (Hıysa) Haçirov Malkar'a dönmüş ve burada İsviçre tipi peynir imal vardı. Hillar Haçirov'un beraberindeki rehberlerden eden bir fabrika kurmuştur. Bu fabrikada üretilen biri de Baksan'dan Ahya Sottayev idi. Elbruz dağına peynirler, İsviçre peynirlerinden daha kaliteli olmuş tırmanış sırasında fizikçi Lents hastalanınca, Ahya ve birçok ödüller almıştır. Sottayev onu sırtında taşıyarak geri götürmek zorunda Eskiden, Malkar'da peynir fabrikası kuranlardan kaldığı için, Hillar Haçirov tek başına, Elbruz dağının biri de Hamzat Orusbiyev olmuştur. Hamzat tepesine çıkan ilk Karaçaylı olmuştur. Orusbiyev, Kamık adlı kendi köyünde kurduğu Yabancı ülkelerden Kuzey Kafkasya'ya gelip de, fabrikada İsviçre tipi peynir imal ediyordu. Orusbiy sülalesine misafir olmayan adam yoktur. Bu Dadaş Malkarukov, Karaçay-Malkar halkının misafirlerin içinde İngilizler, Almanlar, Macarlar, eğitim ve kültür seviyesinin gelişmesi için de büyük Polonyalılar, İsviçreliler de vardır. Bunların birçoğu gayretler sarf etmiştir. Söz gelimi Nalçik şehrinde bir yazar, sanatçı, bilim adamı, dağcı ve müzikle uğraşan "Realnıy Uçilişçe" (Meslek Lisesi) yaptırmıştır (şimdi adamlardır. Birçok Rus bilim, kültür ve sanat adamları bu okulun binası, Kabardey-Malkar Devlet da Orusbiy sülalesine misafir olmuştur. Bunların Üniversitesi Tıp Fakültesi olmuştur). Dadaş içinde meşhur bilim adamları V. Miller, M. Malkarukov bu okulu yaptırdıktan sonra da, her yıl Kovalevskiy, A. Abih, V.

bilig-7/Güz '98

32

Pastuhov; yazar A. Mihaylovskiy, sanatçı A. İsmail Bey, ilk kez, Elbruz dağına tırmanmak için Yaroşenko, müzikle uğraşan S. Taneev, P.İ. Kuzey Kafkasya'ya gelen dağcıların kalabilecekleri Çaykovskiy de vardır. bir misafirhane yaptırmıştır. Bu misafirhanede kalan P.I. Çaykovskiy "Yevgeniy Onegin" adlı operası kişilerin bütün ihtiyaçlarını yine İsmail Bey için, İsmail Orusbiyev'in oğlu Navruz Orusbiyev'i karşılamıştır. İsmail Bey bu yolla, Kuzey Kafkasya'yı özel olarak Moskova'ya davet etmiştir. Navruz ziyaret etmek isteyen kişilerin çoğalmasını Orusbiyev ve P.I. Çaykovskiy çok yakın dost sağlamıştır. olmuşlardır. P.I. Çaykovskiy defalarca Navruz XVIII. yüzyılda, Rusya ile Gürcistan arasındaki Orusbiyev'in evinde misafir olarak kalmıştır. ilişkilerin geliştirilmesinde, Malkarlı prenslerden İsmail Orusbiyev'in oğulları Navruz ile Safar- Aydabol oğlu Artutay'ın çok büyük katkılarda bulunduğunu yazımızın başında belirtmiştik. Yine Aliy, Moskova'da yüksek tahsil görmüşler ve Aydabol sülalesinden Kumuk adlı bir prens, Nalçik Karaçay-Malkar halkının kültür ve eğitim seviyesini şehrinde kırmızı tuğladan bir villa inşa ettirmiş ve yükseltmek için büyük gayret göstermişlerdir. Malkarlılara gelen önemli misafirleri burada özel Navruz Orusbiyev, Karaçay-Malkar diline uygun bir olarak ağırlamıştır. Söylendiğine göre bu villa, Nalçik alfabe hazırlamak için uğraşmıştır. Safar-Aliy şehrinde, Slobada adlı sokakta, Pobeda k/t arkasındaki, Orusbiyev de, Karaçay-Malkar Nart Destanlarını avlu duvarları kırmızı tuğladan inşa edilmiş olan evin derlemiş ve bunlar üzerinde araştırma ve incelemeler olduğu yerdeymiş. Yani, bu evin kırmızı tuğladan inşa yapmıştır. Safar-Aliy Orusbiyev'in bu çalışmalarından edilmiş avlu duvarlarının, Kumuk Aydabolov'un biri, Tiflis'te çıkarılan SMOMK (Sbornik dlya villasından kalmış olduğu sanılmaktadır. Bugün opisaniya mestnostey i piemen kavkaza) adlı villanın yerinde başka bir ev vardır. Söylentilere göre, derginin ilk sayısında yayınlanmıştır. Kabardey Çerkeslerinden Bolşevik ihtilaline ilk Mırzakul Orusbiyev'in oğlu İsmail Orusbiyev, katılan kişiler, Kumuk Aydabolov'un arabacılığını Karaçay-Malkar halkının yetiştirmiş olduğu en değerli yapıyorlarmış. şahsiyetlerden biridir. İsmail Bey, oğulları Navruz ile Nalçik şehrinde Malkarlı "Molla" sülalesine ait Safar-Aliy'in ve kendi kardeşleri Hamzat ile evlerin olduğu da söylenmektedir. Hatta bu evlerin Magomet'in yüksek tahsil yapmaları için çok gayret birbirlerine yakın oldukları için bu semte "Mollaların göstermiştir. İsmail Bey'in kardeşi Hamzat, Rus Mahallesi" deniliyormuş. Şimdi ise bu mahallenin adı ordusunda Albay olmuştur. Navruz ve Safar-Aliy de "Nalçik-20"dir. İshak Mollayev'in Nalçik şehrinde Moskova'da yüksek tahsil yapmışlardır. İsmail Bey'in tuğladan inşa edilmiş iki evi olduğu bilinmektedir. kendisi iyi tahsil görmüş biri değildir. Ancak evine Bunlardan birisi Sovyet adlı sokakta, diğeri ise Puşkin misafir olarak gelen birçok kültür, sanat ve bilim adlı sokaktadır. İshak Mollayev, Sovyet adlı sokakta adamından çok şeyler öğrenmiştir. İsmail Bey'in evine bulunan evini (Lenin sokağı ile Puşkin sokağı misafir olan bu kişiler, Kuzey Kafkasya'nın halk arasındaki kırmızı tuğladan inşa edilmiş ev) Nalçik şarkılarını, halk müziklerini, destanlarını, şehrindeki Devlet Hazinesi Kurumuna kiraya hikâyelerini, masallarını, âdetlerini, törelerini İsmail vermiştir. İshak Mollayev, Malkar'da ancılık işini Bey'den derleyip yazmışlardır. Bu kişiler bazen geliştirmek de için çok uğraşmıştır. Fakat kendisine İsmail Bey'in yönlü ve kabiliyetli bir adam çok destek olan çıkmadığı için ancılık işinde pek başarılı olamamıştır. olduğuna şaşırıyorlar, "İsmail bir şeyi vurgulamak Karaçay-Malkar halkının ataları olan Bulgarlar ve istediğinde, birçok âlimin görüşlerinden örnekler Alanlar, eski Türklerin runik harflerini verirdi. Hatta İsmail, Dobrolübov'un yaptığı işleri, kullanıyorlardı. Ancak, Grek (Eski Yunan) alfabesini kendiliğinden söylerdi" diyorlardı. kullandıkları da oluyordu. Malkar'da 1709-1715 İsmail Bey, tarih, arkeoloji ve etnografyaya çok yıllarına ait Arap harfleriyle yazılmış Karaçay-Malkar meraklı bir kişiydi. Arkeolojik eserlerden oluşan dilinde bir belge bulunmuştur. Bu belgede, kendi özel kolleksiyonunu, M. Kovalevskiy ve V. Malkarlıların, Kabardeylerin, Kırımlıların sahip olduğu Miller'e göstermiş, onlara Kuzey Kafkasya'da toprakların sınırları ve Rusya'nın Kuzey arkeoloji çalışmaları yapmalarında yardımcı Kafkasya'daki sınırları belirtilmektedir. olmuştur.

bilig-7/Güz '98

33

Bütün bu yukarıda anlatılanlar aslında Karaçay-Malkar sıkıca bağlanır, oradan gelip geçenler de, taşa halkının tarih zenginlikleridir ve unutulmaması bağlanan bu suçlu kişilere lanet okurlar, yüzlerine gerekmektedir. tükürürlerdi. Karaçay-Malkarlıların Töre Karaçay-Malkar halkının, Kuzey Kafkasyalı diğer müessesesine, kimi zaman komşu halklardan halklardan ayrı bir özelliği daha vardır. Bu özellik, başvuranlar da oluyordu. Karaçay-Malkarlıların sahip olduğu "Töre Özet olarak söylersek, Karaçay-Malkarlıların Müessesesi"dir. Eğer bir halkın töre müessesesi Töre müessesesi, devletin kanun, adet çıkaran, bulunuyorsa, o halkın bir devleti var demektir. Çünkü, komşu halklarla ilişkilerin tanzimini yapan, eski dönemlerde, töre müessesesi, devletin görünen gerektiğinde askerî işlerin icrasına karar veren bir yüzüdür. Töre müessesesinde, her köyden temsilciler müessesedir. Eskiden, Kuzey Kafkasyalı diğer seçilirdi. Bu temsilcilerin içinden de bir kişi seçilirdi ki halkların, Karaçay-Malkarlıların bu Töre bu kişinin adına "Oliy" (Vali, Başkan) denirdi. Oliy müessesesine benzeyen bir kurumu olmamıştır. Bu görevine akıllı, bilgili ve soylu biri seçilirdi. Oliy'in durum, Karaçay-Malkarlıların, Kuzey Kafkasyalı verdiği kararlar, Töre müessesesi tarafından kabul diğer halklara göre, sosyal ve siyasi örgütlenme edildiğinde, bu kararlar halka duyurulur ve uygulanırdı. bakımından daha ileri bir seviyede olduğunu Köy başkanları kendilerine bağlı olan askeri birliklerle, göstermektedir. Töre müessesesi ayrıca, Karaçay- Oliy'in verdiği görevleri yapmakla yükümlü idiler. Bu Malkarlıların bir "devlet mekanizması"na sahip askeri birlikler, sınırları korumakla ve komşu halklarla olduklarını da ortaya koymaktadır. Bu devlet yapılan işlerin güvenliğini sağlamakla görevli idiler. mekanizması Karaçay-Malkarlılara atalarından, yani Halkın kendi içerisinde güzel bir olay veya bir iş olduğu Hun, Bulgar ve Alanların kurmuş olduğu devlet zaman, Töre müessesesi bunu halkın bütününü teşkilatlarından ve geleneklerinden miras kalmıştır. kapsayacak şekilde "âdet" olarak benimsenmesini Bizim şimdiye kadar anlattıklarımızdan ortaya kararlaştırırdı. Töre müessesesi, hırsızlık ve yolsuzlukla çıkan sonuç şudur: Karaçay-Malkar halkı 5000 suçlanan kişileri gerektiği gibi soruşturur ve onlara yıldan fazla bir zamandır bugünkü topraklarında gereken cezayı verirdi. Töre müessesesinin hırsızlık ve yaşamaktadır. yolsuzluk yapan kişilere verdiği cezalardan biri de Karaçay-Malkarlılar bu kadar uzun bir zaman "Nalat-Taş" cezasıydı. Suçlu bulunan kişiler, halkın içerisinde, tarihteki millî varlık ve mevcudiyetlerini, toplandığı büyük bir meydanda, Nalat-Taş adı verilen bir kendilerine has kültür ve ekonomileriyle ortaya taşa koymuşlardır.

bilig-7/Güz '98

34

AÇIKLAMALAR * Bu yazı, 1994 tarihli Mingitav mecmuasının 4. Sayısında Karaçay-Malkar Türkçesi, Türk dilinin "z" kolunun "y" bölümünün (ss. 23-54) "Tarih Halknı Baylıgıdı"başlığıyla yayınlanmıştır. "tav, bol, kalgan" grubuna girmektedir. Bu sınıflamaya göre ** İsmail Mızıulu-İsmail Mussayeviç Miziyev (1940-1997) Karaçay-Malkar Türkçesinde; "tağ" (dağ) yerine "tav", "ol" yerine Karaçay-Malkar Türklerinin yetiştirmiş olduğu en büyük "bol", "kalan" yerine "kalgan" şekilleri kullanılır. Bunun yanı sıra tarihçilerinden biridir. İsmail Mızıulu, Kabardey-Malkar Ö.C.nin Karaçay-Malkar Türkçesinde "azak/adak" (ayak) yerine "ayak", Aşağı Çegem bölgesinde doğmuştur. Babasının adı Musa'dır. "ben" yerine "men" şekillerinin kullanılması ve söz başlarında "d" İsmail Mızıulu dört yaşındayken, 1944 yılında, topyekün yerine "t", "g" yerine "k" seslerinin kullanılması ve söz Kazakistan'a sürgün edilen halkının arasındaydı. Altı yaşındayken başlarındaki "y" sesinin "c" sesine dönüşmesi Kıpçak Türkçesinin annesini ve babasını kaybetti. Bu yüzden yetim ve öksüz ortak ve tipik özellikleridir. Karaçay-Malkar Türkçesi, fonetik çocukların bakıldığı yetiştirme yurtlarından birine alındı. 1950 bakımdan, Kıpçak Türkçesi'nin "c" grubuna girmektedir. Öte yılında doğduğu köye gelerek orta öğrenimini burada yaptı. 1963 yandan Karaçay-Malkar Türkçesinin söz hazinesi de Kıpçak yılında, Kabardey-Malkar Devlet Üniversitesinin Tarih Türkçesi'dir. bkz., Karaçay Türkçesi, Türk Ansiklopedisi, Gilt: Bölümünden yüksek dereceyle mezun olduktan sonra, Moskova'da XXI, MEB Yayınları, Ankara, 1974, s. 263. (AA) SSCB Bilimler Akademisi'nin Arkeoloji Enstitüsünde asistan 3. Sayın İ. Mızıulu burada yanılmıştır. Mogol Kağanı Cengiz olarak çalışmaya başladı. İsmail Mızıulu 1978 yılında geçirdiği bir Han'ın meşhur iki komutanı Sübödey-Bagatur ile Cebe-Noyan'ın otomobil kazası sonucu bacaklarını kaybetti ve bundan sonraki emrindeki Mogol orduları 1222-1223 yılında, Kuzey Kafkasya'yı çalışmalarına tekerlekli sandalye ile devam etmek zorunda kaldı. istila ettikleri zaman, Kıpçak-Alan ittifakının direnişiyle İsmail Mızıulu ortaya koyduğu çalışmalarıyla SSCB'de ve birçok karşılaşmışlardır. Moğollar çeşitli vaatlerle Kıpçakları bu ittifaktan ülkede adını duyurmuş bir bilim adamıdır. İsmail Mızıulu'nun çok ayırmayı başararak önce Alanları bozguna uğratmışlar, sonra da sayıda kitabı ve 200'den fazla bilimsel makalesi yayımlanmıştır. Kıpçakların üzerine yürüyerek onları daha kuzeye sürmüşlerdir. Kitaplarından bazılarının adları şöyledir: Srednevekovıe Başni i Bütün bu olayları, XIII. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Arap seyyah Skelepı Balkarü i Karaçaya, Nalçik, 1970; Turistskimi Tropami v İbn EI-Esir bizzat ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. bkz., A.Yu. Glub Vekov, Nalçik, 1976; Balkartsı i Karaçayevtsı v Pamyatnikah Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, TTK Yayını, Ankara, 1992, s. İstorü, Nalçik, 1980; Şagi k İstorikam Etniçeskoy İstorü 24. (A.A) Tsentralnogo Kavkaza, Nalçik, 1980 (Bu kitap Türkiye'de de 4. Sayın İ. Mızıulu burada yanılmıştır. Söylediklerinin tam yayınlanmıştır: İsmail Mızıulu, Merkezi Gafkazın Etnik Tarihinin aksine, Kumuk Türkçesi, Türk dilinin Kıpçak Türkçesi grubuna Köklerine Doğru, Çevirenler: Prof. Dr. Süleyman Eliyarlı, Doç. Dr. girmekle birlikte Oğuz Türkçesinin etkisinde kalmış bir dildir. Eski Mehman Abdulla, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, Türkçe'deki söz başlarındaki "y" sesi Kumuk Türkçesinde İstanbul, 1993); İstoriya Ryadom, Nalçik, 1990; Oçerki İstorü i korunmuş, buna karşılık Karaçay-Malkar Türkçesinde "c" sesine Kulturı Balkarü i Karaçaya XIII-XVIII vv., Nalçik, 1991; O dönüşmüştür. Yani söz başlarındaki "c" sesi, "y" sesine Proishojdenü Türkskih Narodov (K.T. Laypanov'la birlikte), dönüşmemiştir, tam tersine "y" sesi daha eski olduğu için "c" sesine Çerkessk, 1993; İstoriya Karaçayevo-Balkarskogo Naroda s dönüşmüştür. bkz., Ufuk Tavkul, Kumukça ile Karaçayca Drevneyşih Vremen do Prisoedineniya k Rossü, Nalçik, 1994. Arasındaki Başlıca Farklar, Tömer Dil Dergisi, Sayı: 7, Ankara, İsmail Mızıulu, 27 Ağustos 1997 tarihinde Nalçik'te vefat etmiştir. 1993, s. 27. (AA) (A.A.) 5. Sayın İ. Mızıulu burada yanılmıştır. Codex Cumanicus, bir 1. Sayın İ. Mızıulu burada yanılmıştır. Çünkü, Karaçay- yandan Kıpçak Türkçesini Avrupalılara öğretmek amacıyla, diğer Malkar'ın Kubina, Baytalçabhan, Zelençuk, Ogan Çegem yandan da Kıpçaklar arasında kendi ana dilleriyle Hıristiyanlığı bölgelerinde Kıpçaklara ait çok sayıda mezar bulunmuştur, bkz., yaymak için Avrupalılar tarafından hazırlanmış bir eserdir. Codex Ufuk Tavkul, Karaçay-Malkar Geleneklerinde Ölüm, Anayurttan Cumanicus tek bir kişi tarafından hazırlanmamıştır. Birden fazla Atayurda Türk Dünyası Dergisi, Sayı 6, Ankara, 1994, s. 24-25. kişi tarafından kaleme alınan parçalarının bir araya toplanmasıyla (A.A.) meydana getirilmiştir. Bu eserin kimler tarafından ve nerede 2. Sayın İ. Mızıulu burada kısmen yanılmıştır. Türkologların hazırlandığı belli değildir. Sadece 11.7.1303 tarihinde hazırlanmaya Türk dil ve lehçeleri üzerine yaptıkları incelemelerin sonucuna başlandığı bilinmektedir. Codex Cumanicus iki ana bölümden göre Karaçay-Malkar Türkçesi ana çizgileriyle tipik bir Kıpçak oluşmaktadır. "İtalyanca Codex" adı verilen birinci bölümde Türkçesi olarak kabul edilmektedir. Karaçay-Malkar Türkçesinin Latince, Farsça ve Kıpçakça sözler ile gramer kuralları yer alır. Türk dili içindeki yeri için, Sovyet Türkologlarından A.N. "Almanca Codex" adlı ikinci bölümde ise Hıristiyanlık inancıyla Samoyloviç'in "Nekotorie Dopolneniya k Klassifıkatsü Turetskih ilgili dua ve ilahiler, bilmeceler ve son kısmında Kıpçakça- Yazıkov, Petrograd, 1922" adlı eserinde yaptığı Türk dilleri Almanca bir sözlük bulunmaktadır. K. Grönbech, 1942 yılında, sınıflaması kabul edilmektedir. Buna göre, Codex Cumanicus'taki Kıpçakça sözlerin dizinini Almanca

bilig-7/Güz '98

35

karşılıklarıyla düzenleyerek "Kuman Lehçesi Sözlüğü"nü (K. Malkarlıların etnik oluşumuna son noktayı koymuşlardır. Grönbech, Komanisches Worterbuch, Türischer Wortindew Karaçay-Malkarlıların bugün konuştukları dil tipik bir Kıpçak zu Codex Cumanikus, Kobenhaun, 1942) hazırlamıştır Türkçesidir. Bu yüzden aslında, Karaçay-Malkarlıların etnik (bkz., K. Grönbech, Kuman Lehçesi Sözlüğü, Codex kökeninde Kıpçak Türklerinin çok büyük etkisinin olduğunu Cumanicus'un Türkçe Sözlük Dizini, Çeviren: Prof. Dr. söylemek için çok fazla delil göstermeye gerek yoktur. Kıpçak Kemal Aytaç, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1992, s. Türkçesini konuşan Karaçay-Malkarlıların etnik bakımdan VIII). Bu sözlükte yer alan Kıpçakça sözlerin hemen hemen üçte ikisi şekil ve anlam bakımından aynı şekilde bugün da Kıpçak Türkleriyle bir ilişkisi olduğuna herhalde kimse konuşulan Karaçay-Malkar Türkçesinin söz hazinesinde itiraz edemez. (A.A.) bulunmaktadır. Kalan üçte birinin yarısı Karaçay-Malkar 7. Sayın İ. Mızıulu burada yanılmıştır. Çünkü, Kabardey Türkçesinde bulunan sözlere benzer sözlerdir (söz gelimi: Çerkeslerinin büyük prensi Yinal'ın soyundan gelen Prens Kıpçak: "azaş", Karaçay-Malkar: "acaş-" (yolunu şaşırmak, Kanuk'un "Tavsoltan" ve "Gilaksan" adında iki oğlu vardı. kaybetmek); diğer yarısı da Karaçay-Malkar Türkçesi'nde Yukarıda adı geçen köyler büyük bir ihtimalle Prens olmayan sözlerdir. Olmayan sözlerin birçoğu da Moğolca, Kanuk'un oğulları olan Tavsoltan ve Gilaksan'a aittir. Hatta, Arapça ve Farsça'dan Kıpçak diline girmiş yabancı sözlerdir. eskiden "Küçük Kabardey" adıyla anılan bölgenin bir diğer (A.A.) adı da "Tavsoltan" idi. bkz., Noghumuka, Şora.B., Çerkes 6. Burada bir açıklama yapmak gerekir ki, Sayın I. Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul, 1974, s. 85,113. (AA) Mızıulu'nun aslında Karaçay-Malkarlıların Kuzey 8. Digorlar, Osetlerin bir koludur. Osetler, "Digor" ve Kafkasya'daki tarihî geçmişini çok eski zamanlara dayandırmaya çalıştığı için böyle bir tutum içine girdiği "İron" şeklinde iki kola ayrılmaktadır. (A.A.) anlaşılmaktadır. Doğrusu, sayın I. Mızıulu'nun söylediği gibi, 9. Malkarlılar, Digorları (Osetleri) "Dilger" şeklinde Karaçay-Malkarlıların etnik kökeni Hunlara, Bulgarlara ve adlandırırlar. (A.A.) Alanlara kadar dayanmaktadır. Ancak durum her ne kadar 10. Malkarlılarda, Basiyat'ın soyundan gelen prens böyle ise de, Karaçay-Malkarlıların etnik oluşumunda Kıpçak sülaleleri ise şunlardır: Abay, Aydabol, Canhot, Şakman. bkz., Türklerinin çok büyük etkisi olduğu yadsınamaz. Kıpçaklar, Miller, V., Kovalevskiy, M., V Gorskih Obşçestvah Kabardr- Kuzey Kafkasya'ya gelen Türk kavimlerinin Predanie O Proishojdenü Balkarskih Feodalov (Tavbiyev), sonuncusudur ve Karaçay- Vestnik Evropı, Sayı: 4, Nisan, 1884, s. 555. (AA)

HISTORY IS THE RICHNESS OF A NATION

İsmail MIZIULU Translation: Adilhan APPA

ABSTRACT

Karaçay-Malkar Turks make up a great body of Karaçay-Malkar Turks. the North-Caucasian Region. The archaeological, ethnographic and linguistic data After many years of investigation and discussion, it have proved that the Karaçay-Malkar Turks have a history became clear that the Huns, Bulgarian and Alan-As Turkic of at least 5000 years in the area of north Caucasia. communities played a considerable part in the ethnica formation of the

Key Words: Karaçay, Malkar, Kıpçak, Kirghia, Cultur, History, İskitler

bilig-7/Güz '98

36

KEMAL TAHİR DEMİR

Prof. Dr. Şerif AKTAŞ

Kırıkkale Üniversitesi Fen -Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

ÖZET

Cumhuriyet dönemi Türk romanında, fikrî ağırlık bakımından önemli bir yeri bulunan, hattâ bu açıdan romancılığı dahi tartışılan edebî şahsiyetlerin başında Kemâl Tahir gelir. Bu makalede Kemâl Tahir'in edebî kimlik ve kişiliği, diğer incelemelerimizde de yaptığımız gibi yazarın kendisini yazmaya sevkeden 'temel güç' etrafında, 'monotematik' bir bakış açısıyla belirlenmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla Kemâl Tahir'in etrafında döndüğü temalar ve bunların eserlerinin derin yapısını oluştururken ne tür fikrî alâkalarla bağlı bulunduğu ve üslûbunu nasıl etkilediği, ana hatlarıyla gösterilmeye çalışılmıştır.

Kemâl Tahir'i bağlı bulunduğu ve hattâ kavgasını verdiği dünya görüşünü tenkîd etmeye yönelten ve ne tür arayışlar içerisinde olduğunu bize de hissettiren 'şey'in mahiyeti ve edebî eserde nasıl göründüğü, bu yazının çözmeye çalıştığı en önemli düğümdür.

Anahtar Kelimeler:

Kemâl Tahir, Roman, Temel Güç, Yapı, Tema, İdeoloji ______

bilig-7/Güz '98

37

Birçok insan gibi edebiyata şiirle başlayan Kemâl hatırdan çıkarmamak gerekir. Ayrıca 1930'lu Tahir, İçtihat (1931), Geçit (1933-1934) ve Yedigün yıllarda, yani daha mahkûm olmadan şiirlerini takma dergilerinde şiir ve hikâye denemelerini takma adlarla adlarla yayınlaması ve ardarda farklı soyadlar yayınlar. Onun edebiyat ve edebî çevrelerle ilişkisini kullanması da dikkat çekicidir. bu ilk kalem tecrübelerinden ziyade gazeteciliği Bu yıllara, Kemâl Tahir için, her bakımdan arayış çevresinde ele almak yerinde olur. Zirâ Kemâl Tahir, dönemi nazarıyla bakmak yerinde olur. O, okuldan ve Galatasaray Lisesi ikinci sınıftan ayrıldıktan sonra baba evinden 1930 yılında ayrılır. Bir taraftan avukat kâtiplik, memurluk ve gazetecilik yapar. Tahir Alangu, kâtipliği, Zonguldak Kömür İşletmeciliğinde ambar onun bu yıllardaki gazeteciliği hakkında şunları memurluğu gibi işlerle hayatını sürdürmekte; diğer yazmaktadır: «Önce Vakit ve Haber gazetelerinde, taraftan da, eşi Semiha Hanım'ın ifadesine göre, Hür sonra Son Posta gazetesinde musahhihlik, röportaj Şehrin İnsanları adlı roman notları üzerinde yazarlığı, çeviricilik yaptı (1930-1933). Sonra-Yedigün çalışmakta; Fransız sembolist şâirlerinin tesiri altında ve Karikatür dergilerinde sekreterlik, Karagöz dönemin zevk ve anlayışına uygun şiirler yazmaktadır. gazetesinde ise başyazarlıkta bulundu (1935-1936). Tan Edebiyata ilgi duyan bu genç insanın Zonguldak'taki gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptıktan sonra Kömür Şirketi'nin ambar memurluğundan ayrılıp (1938-1939), 13 yıl kadar basın işlerinden ve İstanbul'da Babıâli'de çalışmaya başlaması tabiîdir. İstanbul'dan ayrı kaldı.» (Alangu, 1965) Kemâl Tahir, Babıâli'de farklı gazetelerde gazeteci Edebiyat çevreleriyle böylece tanışma imkânı olarak çalışırken «1932'de yaşıtları sayılabilecek Yakup bulan Kemâl Tahir'in ailesi ve çocukluk yıllarına ait Sabri, Ertuğrul Şevket, Arif Nihat Asya ile birlikte bir iki husûs üzerinde durmak, onun eserini Geçit adlı bir sanat dergisi çıkarmıştır. Hikâyeciliğe yorumlamakta faydalı olacaktır. Bunlardan birincisi Yedigün dergisinde, Cemalettin Mahir takma adıyla Kemâl Tahir'in babasının Abdülhamit'in yaveri deniz önce çeviri ve adapte romanlar yayınlayarak sonra da yüzbaşısı Tahir Bey olmasıdır. Dr. Hulusi Dosdoğru, yazarak girmiştir.» (1935-1936). posdoğru, 1974:429) yazarın babasından şu cümlelerle söz eder: 1930-1938 yılları arasında Kemâl Tahir'in «Meşrutiyet'ten önceki ordumuzda çok sayıda görev sürdürdüğü hayat ve arkadaş çevresi hakkında Hulusi alan alaydan yetişme subaylarımızdandı. Tahir Bey, Dosdoğru şunları yazmaktadır: «Kemâl Tahir, gurur Sultan Hamit'in yaverlerindendi. Hünkârın Yıldız ve haysiyetine son derece düşkün, dostluklara yürekten sarayındaki marangozhanesinde iki subay arkadaşıyla bağlı, hatır sayar, sözün tam anlamıyla babayiğit, birlikte özel marangozluk çalışmalarında ona yardımla iyiye, doğruya ve güzele yönelik, yakışıklı, akıllı, görevliydi... 1908'de Meşrutiyet'in ilânı ile birlikte enerjik, atılgan bir gençti. Hemen hemen her İstanbul Abdülhamit'i tahttan indirip, yaveri deniz yüzbaşısı delikanlısının hayalinde erişilmez bir özlem olarak Tahir Bey'i emekliye ayırdılar. Tahir Bey, padişah gezdirdiği o zamanın Beyoğlu gece yaşamı, onun işi ve tarafından daha önce rütbesi yükseltilerek yüzbaşılığa kurduğu arkadaşlıklar gereği önünde, ardına dek çıkarılmış olduğundan Meşrutiyetçiler, emeklilik açılmıştı. Kemâl Tahir, Babıâli'nin o dönemdeki birçok işlemini yaparken onu üsteğmenliğe indirdiler.» genç gazetecisi ile birlikte Beyoğlu'nun gece yaşamını (Dosdoğru, 1974: 420421) yakından tanıdı. Hemen bütün gazete ve dergilerin Kemâl Tahir, Galatasaray Lisesi'ne devam ettiği yazar, çizer, başyazar ve sekreterleriyle dosttu. Birlikte sırada annesi vereme yakalanır ve ölür. «Bu ölüm Geçit'i çıkardığı ve yukarıda adları geçenlerden Kemâl Tahir'i sarsmış. Başını alıp o günden sonra baba başka, genç şair Yusuf Uya, Ahmet Muhip Dranas, ocağını da, terk etmiş.» (Dosdoğru, 1974: 425-426) Necip Fazıl ile tanışıyordu. Sedat Simavi ve (Amca Bey) Kemâl Tahir'in babasının II. Abdülhamit'e tipinin Türk karikatüründeki yaratıcısı Cemal Nadir yakınlığı, en azından onun Osmanlı Sultanı'nı yakın dostlarıydı. Naci Sadullah, Nizamettin Nazif, yakından tanıması, müstakbel yazar için, gözden uzak Sadri Ertem, Suat Derviş, Hakkı Tarık Us, Zekeriya tutulmaması gereken husûslardan biridir. Kemâl Sertel ile tanışıyordu.» (Dosdoğru, 1974:431) Tahir'in annesinin ölümünü takip eden günlerde baba Yukarıdaki satırlar, belirtilen yıllar arasında ocağından ve okuldan ayrılmasını da

bilig-7/Güz '98

38

genç Kemâl Tahir'in, romanlarındaki bazı şahısları ve alışkanlığına (buna sabit fikir de demek mümkündür) husûsiyle eserlerinin ifadesine sinen kabadayı anlatıcı bağlıdır. Aslında onun hayatı ve eseri, kabul edilmiş tipini hatırlatacak bir hayat sürdüğünü; bilgi, değer ve hatta şahsiyetler karşısında çok manalı batılılaşmanın getirdiği yaşama tarzını ve ve mantıklı bir soru işareti gibi durmaktadır. kazandırdığı bazı alışkanlıkları kabul ettiğini ve 19 Ağustos 1938'de on beş yıla mahkûm olan Cumhuriyet sonrası Türk Devleti'nin resmî tavrını Kemâl Tahir'in suçlu olup olmadığını tartışmak başka benimsediğini düşündürmektedir. bir iş. Mahkemenin haklılığı - haksızlığını, yazarın Onun ile tanışması da aynı dönemde gerçekleşmiştir. Nâzım Hikmet'in Kemâl suçluluğunu veya suçsuzluğunu araştırmayı Tahir'i geniş ölçüde etkilediği, hatta ona yol meraklılarına bırakalım. Belirtilen tarihte Kemâl gösterdiği, yön verdiği bilinmektedir. Bu faaliyetin Tahir'in Marksizmi benimsediğini, bu sebeple de mahkûmiyet yıllarında devam ettiği konusunda, Nâzım Hikmet ve çevresindekilerle dost olduğunu hiç Hapishaneden Kemâl Tahir'e Mektuplar yeterince kimse inkâr edemez. İnkâra da hacet yoktur. Bu gruba bilgi vermektedir. mensup insanların çoğu, daha sonra yazarın "ortaokul 15 Haziran 1938'de Nâzım Hikmet ile birlikte, bilgisi" diye vasıflandıracağı Marksist bilgi ve donanmayı ayaklandırmaya teşvik suçundan kardeşi reçetelerle Anadolu insanının dertlerine çare aramak, deniz astsubayı Nuri Tahir ile birlikte tutuklanan çözüm getirmek iddiasındadırlar. Kemâl Tahir, 15 Haziran 1938'de Donanma Tabiî olarak o yılların Kemâl Tahir'i de böyledir. Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl hapse Marksizmin büyüsüyle hayata ve hadiselere mahkûm edilir. bakmaktadır. Onun sırasıyla Çankırı (1940-1941), Bu mahkeme ve mahkûmiyet Kemâl Tahir'in hayatında ciddî anlamda bir dönüm noktası olarak ele Malatya (1941-1944), Çorum (1944-1949) ve Nevşehir alınmalıdır. Zira o, Anadolu insanını Çankırı, Çorum (1949-1950) hapishanelerinde, çeşitli yönleriyle ve Malatya hapishanelerinde tanıyacak; bu insanın Anadolu insanını tanıması teoriye yeniden bakmasına, husûsiyetlerini ve sürüp giden gerçekliğini anlamak ve gerçeği yeniden keşfetmesine sebep olmuştur. Bunun açıklamak için yeni bir dikkatle teoriye, sürdürülen için onun köy ve kır hayatını konu alan hikâye ve hayatın gerçekliğine ve tarihe yaklaşma gereğini romanlarına bu dikkatle yaklaşmak yerinde olur. duyacaktır. Ayrıca Kemâl Tahir'in Galatasaray Lisesi'ni terk Kemâl Tahir'in, en dikkate değer husûsiyeti, edip hayatın gürültüsü içine gazeteci olarak girdiği kendisine has eda ile «Yahu!.. Yanılmışız!..» deyip yıllarda, tartışılan edebî ve iktisadî problemlerden bilgi, hadise ve kültür alanıyla ilgili kanaatlerini birinin köy ve köy hayatı olduğunu, Sadri Ertem ile yeniden gözden geçirmesidir. Bu husûsiyet, onun sosyal gerçekçi edebiyat anlayışının köy ve köylüyü gerçeklik anlayışının temelinde yatmaktadır: kuşatmaya yöneldiğini unutmamak gerekir. «Gerçekçi olabilmek çok zordur. Çünkü bir kez elde O, bu alanda kaleme aldığı romanlarla köy ve edilince sürgit kullanılmaz; her durumda gerçekçiliği yeniden elde edip geliştirmek gerektir.» diyen Kemâl köylü hayatı konusunda kabul edilmiş ve ileri sürülen Tahir için «gerçekçilik, ileri bilgilere, ileri dünya iddialarına «acaba doğru mu?» sorusunu yöneltir. görüşlerine şuurla inanmaktan daha başka bir şeydir. Çok Cevap ise, hikâye ve romanlarıyla verilmek çetin çalışmalar sonucunda elde edilebilen bir kendi istenmiştir. kendini değiştirme işidir.(...)Gerçekler bir anlaşılınca Onun tarihî romanlarının da çıkış kaynağı yine yazı gelip keyif çatılacak birer tembellik durağı değil, her Anadolu insanıdır. Kemâl Tahir'in sanat-edebiyat an didinme isteyen, her an yeniden hak edilerek notlarını yayıma hazırlayan Cengiz Yazoğlu, adı kazanılan, sorumluluğu gittikçe artan birer ilerilik geçen kitapta, «Kemâl Tahir, amacını bu inanca merhaleleridir. Gerçekler canlı olduklarından dayamıştı: İmparatorluk kurma gücünü tarihte değişkendirler. Sürekli olarak işe yarar hazır kalıplara kanıtlamış Anadolu Türk insanının geleceğe yarar sığmazlar.» (Demir, 1989:1/79-80) insancıl ve onurlu birikimlerle yüklü olduğu inancı.» Kemâl Tahir'in bu gerçekçilik anlayışı, yukarıda (Demir, 1989: 1/14) demektedir. Aynı yazının sözünü ettiğimiz hadise, kazanılmış bilgi ve kabul devamında Kemâl Tahir'in aslî faaliyetinin Anadolu edilmiş değerleri yeniden gözden geçirme insanının husûsiyetlerini ortaya koyma

bilig-7/Güz '98

39

olduğu belirtilir. Bu konuda birçokları arasında yeniden değerlendiren, böylece de kendisine has yeni Kemâl Tahir'in şu cümleleri de dikkate değer: «Ben bir dikkatle hem batılılaşma, hem tarih karşısına çıkan, Anadolu halkının yazarıyım. Bu halk, kimilerinin düşünce üreten ve üretmeye zemin hazırlayan biridir. sandığı gibi bir yabancı imparatorluğun, zorla köle Bu konuda Selahattin Hilav şunları yazmaktadır: edilmiş ve yüzyıllar boyu zorla çalıştırılmış bir köle halkı «Sosyalist dünya görüşünün evrensel bir metot değildir. Dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuş, olduğundan ve kaba hatlarıyla alınınca, hemen hemen bu imparatorluğu kökleştirip geliştirmiş en az altı yüzyıl bütün ülkelerde geçerli olduğundan şüphe edilemez. kanıyla, canıyla, aklıyla, malıyla savunup yaşatmış Ama, bu görüşün gerçek evrenselliği, onun bir metot kahraman ve soylu bir halktır.» (Demir, 1989:1/66) olarak kullanılmasındadır. Tıpkı politikada olduğu Bütün bunlar, Anadolu'ya hapishaneye gönderilen gibi, sanatta da bu metodu, en derin ve gizli gerçekleri gün Kemâl Tahir'in imparatorluk kurmuş ve bu mekânla ışığına çıkarmak için kullanmak gerekmektedir. bütünleşmiş halkın hâldeki vaziyeti ve tarihî kimliği Metodun evrenselliğini teşkil eden şey, onun yeni konularında bilinenler karşısına yeni sorularla gerçekleri ortaya koyabilecek şekilde kullanılmasıdır. çıktığını; bilinmeyen yönlerini araştırmaya, ortaya Metodun orijinal bir şekilde kullanılmasının, yani koymaya yöneldiğini gözler önüne serer. Onun metodun insana değil de, insanın metoda hakim hareket noktası, şüphesiz Anadolu insanıdır. Bu olmasının, bir sanatçı söz konusu olunca, bu insanın bu mekâna yerleşmesi ve tarihî zaman içinde sanatçının bütün yaratışını, tepeden tırnağa nasıl tekâmülü ve son yüzyıldaki çıkmazları, Kemâl değişikliğe uğrattığı, Kemâl Tahir'in eserlerinde bütün Tahir'in tarihî romanlarının temasını teşkil eder. açıklığıyla, bir örnek olarak gözlerimiz önüne Öyleyse onun edebî eserlerinin aslî konusu, Anadolu serilmektedir.» (Hilav, 1993: 77-78). Aynı yazının insanıdır. Bu insanın hâldeki görünüşünü köy ve kır devamında haklı olarak «Kemâl Tahir'in devrimci hayatını konu alan romanlarda; geçmişini ise tarihî aksiyon ve fikir içinde yetişmiş, sosyalist düşünceyi romanlarda işlemeyi planlayan Kemâl Tahir, hayatının alınyazısı hâline getirmiş olduğu hâlde, hazır batılılaşma, ile başlayan değişme üzerinde ısrarla çözümlerden, genel kabullerden nefret eden; metodun durmaktadır. Çünkü o, bu değişmeyi özünden kendisine ve kullanılmasına yönelen; durmadan ayrılma, çözülmeye ve yokluğa yöneliş olarak arayan; yaşadığı, gördüğü, duyduğu gerçeklik ile, felsefi değerlendirmekte; batılılaşma gayretlerinin bu insana düşüncesi arasında tam bir mutabakatın bulunmasını ihanet olduğunu sezdirmeye çalışmaktadır. isteyen bir yazar» olduğu söylenir (Hilav, 1993: 78). Kemâl Tahir'in sözü edilen problemleri gözler Selahattin Hilav, Kemâl Tahir'in 'somut Anadolu önüne seren romanları yayınlandıktan sonra (1965'ten insanı'nı çok iyi tanıdığını, «bugünün dünden sonra), Türk basınında bir şaşkınlık yaşanmıştır. Bu geldiğini bildiği için Osmanlı toplumunun yeni bir şaşkınlık, sanata ve edebiyata başkalarının hazırladığı gözle araştırılması gerektiğini» düşündüğünü yazar. pencereden bakmayı alışkanlık hâline getiren insanlar Bu araştırmalar sonucu batıdaki anlamda arasında, Kemâl Tahir konusunda çeşitli tartışmalara, derebeyliğin klâsik Türk toplumunda bulunmadığı kanaatine ulaşan Kemâl Tahir, «bu ilkeden hareket red ve kabullere sebep olmuştur. Kemâl Tahir'in ederek, görüp yaşadığı somut Türk insan gerçeğini, genel Osmanlıcı olduğunu, Marksizme ihanet ettiğini yazılı bir kavram çerçevesi içine oturtmuştur. Böylece, ve sözlü beyan edenlerle onun cephe değiştirmesinden Osmanlı tarihinin sosyal ve siyasî olaylarını açıkladığı dolayı sevinenler, bu romancıyı anlamamak gibi, Tanzimat çağını ve Cumhuriyet devrini de bu noktasında birleşirler. Zira Kemâl Tahir, görüş açısından değerlendirmiştir. (...) Bu toplum Marksizm'den vazgeçmez; ancak bu metodolojiye has (Osmanlı Türk Toplumu), merkezî iktidar çevresinde dikkatle Türk insanını ve Osmanlı Devleti’ni toplanmış üretici halk kitlelerinden teşekkül eden bu yorumlar. O, XX. yüzyıldaki Türk yazarları içinde ekonomik sosyal yapıdır. Bu yapıda, merkezî iktidarın herhâlde en şuurlu Marksist’tir. temsilcisi olan devlet ve bu devletin taşıyıcısı olan Yani Kemâl Tahir, Marksizm yoluyla yönetici kadro, büyük önem taşır. Klasik Türk öğrendiklerini de «Yahu!... Yanılmışız!...» diyerek toplumundaki

bilig-7/Güz '98

40

sınıflaşma olayı, Kemâl Tahir'in gözünde, batıdaki yazısına da şu cümlelerle başlıyor: «Kemâl Tahir'i bir sınıflaşma olayından farklıdır. Yazar böylece Türk düşünür olarak ele aldığımız zaman ilk vurgulamamız toplumundaki sömürülen sınıfların siyasî davranış ve gereken yönü kendisinin marksist bir yazar olduğudur. mücadele özelliklerini, yani bu davranış ve Araştırmalarında elde ettiği bulgular, sonuçlar ve savaşkanlığın batıdan farklı oluşunu, temel felsefi sorunlara Marksist açıdan eğilmesinin büyük etkisi düşüncesine uygun olarak açıklamıştır. Halk olmuştur. Kemâl Tahir marksist bir yazardır. Ancak kitlelerinin ve emekçi sınıfların, Türkiye'de çok kendisi aynı zamanda bir Türk düşünür ve zorlukla harekete getirilebilmesini; somut olarak romancısıdır.» (Sezer, 1989: 1/19-20) görmüş ve bu gerçeği hiç bir idealizasyona Bütün bunlar Kemâl Tahir'in XX. yüzyılın (yüceltmeye, yol göstermeye) girişmeden, olduğu gibi yarısından sonra düşünce hayatımızdaki yeri ve canlandırmıştır.» (Hilav, 1993: 79) Bu satırları takiben değerini ortaya koymaktadır. O, Anadolu insanının Kemâl Tahir'in Türk toplumunu Asya Tipi Üretim tarihteki yerini ve fonksiyonunu; Marksizm'den yola Tarzı'na yakın gördüğü; eserlerini ve çalışmalarını bu çıkarak kendince belirleyen, bu insanın yaşama tarzını, konu etrafında yürüttüğü belirtilmekte; Türkiye'de sahip olduğu husûsiyetleri, tavır ve hareketlerini Asya Tipi Üretim Tarzı'ndan hareketle gerçekleştirilen yukarıda sözü edilen dikkat ve bakış tarzıyla çalışmalardan söz edilmekte, sözü edilen «kavram yorumlamaya gayret eden bir insandır. O, konusunda, Marksist Türk bilim ve düşünce romanlarında ve her türlü yazı faaliyetlerinde bu adamlarını ilk olarak uyaran ve aydınlatan kimse(nin) gayretlerini gözler önüne serer. Ancak bütün bunların de Kemâl Tahir» olduğu ifade edilmektedir. Kemâl Tahir'in etymon spirtuel'i (temel gücü) Kemâl Tahir, Türk insanını ve Osmanlıyı anlamak etrafında icat edilen veya seçilen kahramanlar, olaylar için ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) den yararlanmaya ve çevreler yardımıyla ifade edildiğini belirtmek gayret etmiş; ancak ATÜT'ün «Doğu toplumlarını gerekir. Onun eserlerindeki temel güç, daha önce de kapsamadığı, özellikle Türk toplumunun işaret ettiğimiz gibi, kendi söyleyiş tarzı ve vurgusuyla anlaşılmasında yetersiz kaldığını görmüştür.» (Sezer, telâffuz edilen «yahu!... yanılmışız!...» kelimelerinde 1989:1/24) Baykan Sezer'in bu yazısında, Kemâl gizlidir. Çünkü bu sözlerin arkasında geniş anlamıyla Tahir'in yaptığı işi anlama ve onu değerlendirme kültür alanıyla ilgili her türlü kanaatin, kazanılmış konusunda şu satırları okumaktayız: «Kemâl Tahir'in bilgilerin, öğrenilmiş hadiselerin yeniden gözden genel olarak Doğu toplumlarına ilgisi sürdüğü gibi geçirilmesi, yeniden yaşanması ve değerlendirilmesi ATÜT'e ilgisi elbet sürmüştür. Ancak Anadolu Türk yatmaktadır. Bunun için onda temel güç, kabul toplumunu açıklamak için A TÜT'e başvurmaktan kısa edilmiş bilgi, değer, her türlü unsur ve şahsiyetler sürede vazgeçmiştir. Anadolu Türk tarihini açıklamak karşısında kendi içinde tutarlı olma gayretiyle çok için Doğu toplumları, ATÜT vb. yerine Osmanlılığı ön mânâlı bir soru tavrıdır, bir soru hâlidir. Bu soru biraz plana geçirmeye başlamıştır. Kemâl Tahir'de da iki yüzyılı aşkın bir zamandır süren Türk tarihinin Osmanlılık, sanıldığı gibi eskiye özlem, yıkılmış bir akışına yöneltilmiş gibi durmaktadır. Bu soru biraz da düzenin yeniden canlandırılması değildir. (...) Kemâl kendi kimliğini unutma bahtsızlığını aydın olma hâli Tahir'de Osmanlılık belli bir toplum düzeninin ifadesi sanan Türklere yöneliktir. Bu sorunun arkasında de değildir. (...) Osmanlılık, bir siyasettir. Doğu-batı kendi tarihi fonksiyonunu idrâke davet gizlidir. çatışmasında Anadolu Türk'üne tarihin en güçlü devletini Kemâl Tahir, bir düşünce adamı mıdır, bir kurmasında izin vermiş bir siyasettir. Doğu-batı romancı mıdır sorularına, gerçekleştirdiği işe devamlı çatışmasında batıya, batı saldırganlığına karşı. soru yönelten, bu işin mahiyetini araştıran, malzemesini Doğu'nun savunuculuğu koruyuculuğudur. Sorun söz didikleyen, geçmişini araştıran, geleceğini merak konusu biçimde ortaya konulunca, Osmanlı eden bir sanatkârdır sözleriyle cevap vermek yerinde imparatorluğunda batılılaşma sorunu, elbet daha değişik olur. Notlar / Sanat Edebiyat 1 adlı kitapta görüleceği bir boyut kazanmaktadır Osmanlı tarihinden, tarihî üzere roman ve sanatın gerçekliği üzerinde kendi görevinden, kişiliğinden vazgeçmesi olmaktadır.» kendisine devamlı soru (Sezer, 1989:1/25) Baykan Sezer yukarıdaki satırları aldığımız

bilig-7/Güz '98

41

sormakta ve onlara cevap aramaktadır. O, gerçek olan prensipler ve aslî unsurlar bir denemeye mi tabi hakkında verdiği şu hükmü hayatıyla doğrulamıştır: tutuluyor? Bu konuda Kemâl Tahir'in "Notlar / Sanat «Gerçek kendisini zor teslim eder, çünkü canlıdır, Edebiyat l"de yer alan şu cümlelerini okuyalım: değişkendir. Canlı ve değişken olduğu için de bir «Gerçekçi romanın özlerinden biri olan gerçekte, kere teslim alınınca, sürgit elimizde kalmaz. Bu değişme olduğu gibi, değişme de asıldır. Bu açıdan sebeple gerçekle girişilecek savaşın sonu yoktur. Bu bakılırsa romana, bir bilim deneyi gibi tecrit edilmiş bir savaşın zaferi ancak sürekliliğindedir.» hayat parçasını yansıtır demek yanlış olmaz. Gerçeklerin Kemâl Tahir için XX. yüzyılın yarısından sonra tarih bir tek değişmez gerçeği vardır. O da durmadan içinde ve Anadolu coğrafyasında, tarihî bütünlüğü değişmektir. Durmadan değişen gerçeği, romancı bir gözden uzak tutmadan içinde Türk insanının de üstünde işleyip, onu amacındaki sonuca yararlı gerçekliğini Marksist bir dikkatle araştıran; kılmak için, yazacağı romanın özel yasalarına göre bulduklarını romanlarıyla dikkatlere sunan bir değiştirmekte, ayrıca hayattan koparmakta yani tecrit insandır, demek isabetli olur. Gaye roman mıdır, etmektedir.» (Demir, 1989: 127) Bu satırların düşünce midir? Bu soruya verilecek cevap «Kemâl devamında romancının kendince bir kâinat kurduğu Tahir tarzında roman» sözlerinden ibarettir. Onun ve onu anlattığı da sezdirilir. eserlerinde unutulmaz tiplerin bulunmadığı, Kemâl Tahir, «romanda drama düşmüş insan konuşmaların gereksiz uzadığı, gözlemden çok anlatılmaktadır» sözleriyle kendi roman anlayışını tasavvura yer verildiği ve benzeri olmak üzere ifade eder. Ancak bu insanın ve düştüğü dramın alışılmış roman tekniği bakımından bir çok kusuru mahiyeti onu düşündürür. O, beğendiği ve olduğunu söyleyenler az değil. Bu eserlerin bir kısım benimsediği bir modeli taklit eden bir romancı okuyucular tarafından roman olarak zevk ve dikkatle değildir. Bu konuda Tahir Alangu'nun şu cümleleri okunduğu, alışılmış roman formundan farklı olduğu dikkate değer: «Kemâl Tahir sıradan çağdaş bir bilinmekte. Acaba Kemâl Tahir, yeni bir roman formu romancı değildi. Gözleri önünde olup bitenleri mu aramıştır? Bu soruya net cevap vermek zor, ama yazmıyordu. Tarihî oluşumunu zorunlu olarak hayır demek de mümkün değil. Kemâl Tahir, roman getirdiği, geçmişten bugüne bağlayan, zaman zaman, yer adı verilen edebi türle tarihî, iktisadî ve felsefî yer saptırılmış gerçekleri kurcalıyordu. (...) Bize batıdan hakikatlerin anlatılamayacağını bilecek kadar roman ve daha çok batının bir kaç ünlü kaynağından gelmiş teorisini bilmektedir. Öyleyse ne yapmaktadır? roman modasını bir yerde aşan, bir yerli roman Tarihî, iktisadî, felsefî ve sosyolojik araştırmaları düşüncesine ulaşan, büyük bir düşünceye yönelen (...) romanda gerçekleştirmekte ve ifade etmektedir. Bu birkaç romancıdan biriydi» (Dosdoğru, 1974: 92-93; Bu hususu Mehmet H. Doğan şu cümlelerle ifadeye yazı 'Büyük Romancı Kemâl Tahir' başlığıyla çalışıyor: «Romancının, romanını yazacağı toplumu, o 24.4.1973'te Yeni Ortam'da yayınlanmış.) Tahir Alangu, toplumun insanlarını tarihsel gelişimi içerisinde Kemâl Tahir'in «yerli roman düşüncesine ulaştığını» inceleyip meydana vuracağı özelliklerden; bugünün ve belirtmektedir. Bu konu tartışmaya açıktır. Ancak geleceğin zorluklarının çarelerine sağlam dayanaklar Kemâl Tahir, romanın ortaya çıktığı ve geliştiği batılı bulmak zorunda olduğunu; bunun için hazır kaynaklar insanın dramı ile bizim insanımızın farklılığını önce yoksa roman dışı incelemelerin de romancı tarafından görür, sonra öğrenir ve izaha kalkışır. O, bizim yapılması gerektiğini, bunsuz bir roman insanımızı batılı insan nazarıyla değerlendirmeye yazılamayacağını, romancı olunamayacağını da ilk karşıdır. Önce bu konudaki düşüncelerini ifade vurgulayan Kemâl Tahir olmuştur.» (Doğan, 1978) edelim. 27 Mayıs 1968'de yapılan bir açık oturumda Ancak Kemâl Tahir, çok defa incelemeyi de şunları söylediğini yine Hulusi Dosdoğru'nun romanın kâinatında gerçekleştirmektedir. Onda kitabından öğreniyoruz: roman sosyal ilimlerin laboratuvarı mı? Sosyal ve «-Batı; biliyorsunuz, kölelik, derebeylik, kabaca tarihî olaylar kendilerine vücut veren prensiplerden söylüyorum ve burjuva sistemlerini yaşamıştır. hareketle, sanatın imkânlarıyla yeniden Sistemin kanunlarını biliyoruz. (...) İnsanlar hür canlandırılırken değişen gerçeklik içinde değişmez göründükleri hâlde daha da köle olmuşlardır. Batıda, bu sürekli köleliğin korkusunu hâlâ içlerinde

bilig-7/Güz '98

42

taşımaktadırlar. Batılı insan hür gibi görünüyor bize, Tahir'in roman ve Türk romanını problem olarak ele ferdiyeti çok ilerlemiş gibi görünüyor. Bence bu iki aldığını ve düşüncesini bu problem çevresinde görüntü sahte görüntüdür. Batı insanı hâlen de iki türlü olgunlaştırdığını ortaya koymaktadır. Hapishane köledir. (...) Batıdaki sınıf gerçeği, insanı, istesin istemesin, yıllarında yakından ve içlerinden biri olarak tanıdığı ferdiyetinden vazgeçirmek ve hürriyetlerinden Anadolu insanını açıklamak, onun husûsiyetlerini ve vazgeçirmek sonucuna götürüyor. (...) Buna karşılık, değerlerini doğru ifade etmek kendi kabul edilmiş Doğulu insanın genel görünüşünde sürü davranışı vardır. doğrularına yeniden bakmak ihtiyacı duyduğunu ifade (...) Fakat bu sürüden biri olmak eğiliminde batılının etmektedir. Yani o, bu insanın husûsiyetlerini idrak edemeyeceği kadar bağımsızlık (hürlük) da vardır. Yani hem sürüden biridirler, hem de sürünün tamamen açıklama yolunda bir bakıma Marksizm’i yorumlayan dışında kendi hayatlarını yaşayan özgür kişilerdir. (...) biridir. Kemâl Tahir, bu insanın sahip olduğu beşeri Ben Türk romanını yazalım derken, bu özelliğe tecrübenin kaynağının doğru teşhisinin insanlığı ciddî dayanarak diyorum. Bizde daha hür, daha kişiliği anlamda zenginleştireceği, bunalımdan kurtaracağı ilerlemiş fert var, buna karşılık, biz batının kanaatindedir. Zira ferdî hürriyet batıda değil, doğuda eserlerinden etkilenerek batının tipini arıyoruz aranmalıdır. Çünkü batı insanı köleliğini sürdürmeye kendimizde... Düştüğümüz en büyük yanlışlık budur. mahkûmdur. Öyleyse Türk insanı için batılılaşmak bu Biz Türk dehasını eserlerimize koymak istediğimiz mahkûmiyeti yaşamaya talip olmak; kendi aslî zaman, onları hiç bir zaman batılı insan gibi tek başına değerlerinden uzaklaşmak demektir. Bu hâlin Türk bir köşeye sıkışmış bulamıyoruz diyorum.» (Dosdoğru, insanına ciddî anlamda ihanet olduğunu yazılarında da 1974: 82-84) sohbetlerinde de söyler, romanlarında da kendisine Yukarıdaki satırlarla Kemâl Tahir'in "Notlar / mahsus arayış içinde ifade eder. Onun romanları bu Sanat Edebiyat I” adlı eserinden alınan şu cümleleri konuda kendi kendisine sorduğu sorulara cevap birlikte düşünmek bizi, onun roman anlayışına ve romanla gerçekleştirmek istediklerine götürür: arayan metinler olarak değerlendirilmeye müsaittir. «Roman anlayışım, tek insanın dramına dayanır. Tek Biz bu eserler roman değildir demiyoruz, böyle bir insanın dramını inceleyip derinleştirdikçe de hüküm yanlış anlaşılır. Bunlar düşüncelerini yukarıda insanoğlunun tükenmezliğine inancım artmıştır. Bu kısaca ifadeye çalıştığımız, arayışlarından söz ettiğimiz açıdan insanların kişisel serüvenlerinin ana itici Kemâl Tahir'in gayesine ve anlayışına uygun edebî gücünü, yalnızca toplumun ekonomik-sosyal eserlerdir, metinlerdir. Bu metinleri roman olarak baskılarıyla kabataslak açıklamayı yetersiz bulurum. (...) adlandırmak bir alışkanlıktır. Şüphesiz bu eserler Evet, insan dramı, ancak insanın kapana kısıldığı alışılmış romanın sınırlarını zorlamakta, hatta bu yerde vardır. Buradaki kısılmışlık, bence, insanın dış sınırların dışına çıkmaktadır. Çünkü bu edebî eserler, itilmelerle yakalandığı bir tuzak değildir. Daha çok kendi bir yönleriyle roman olma hüviyetlerini koruyarak ve kişiliğindeki özelliklerle gelip girdiği bir kapandır. (...) geliştirerek sosyal yapının dinamiği içinde Türkiye'ye Çevresiyle boğuşmasını derinlemesine inceledikçe, mahsus gibi görünen (büyük oranda da böyle olan) Anadolu Türk insanının geleceğine, bu insanın dünya insan ve toplum problemlerini «acaba böyle mi» insanlığını zenginleştirecek özel cevhere sahip olduğuna güvenim artıyor.» (Demir, 1989: 69-70) Bütün bunlar ve sorusuyla tartışmaya açmaktadır. Bütün eserlerine bu daha önce verdiğimiz alıntılar ve söylediklerimiz Kemâl dikkatle bakmak, onların yazılış gayelerine yani varlık sebeplerine de uygun düşecektir.

KAYNAKLAR

Alangu, Tahir, (1965), Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Dosdoğru, Hulusi, (1974), Batı Aldatmacılığı ve Putlara Roman, C. III, İstanbul. [Demir], Kemâl Tahir, (1989), Karşı Kemâl Tahir, İstanbul. Hilav, Selahattin, (1993), Notlar/Sanat Edebiyat I, Edebiyat Yazıları, Yapı Kredi İstanbul. Doğan, Mehmet H., (1978), Milliyet Sanat Yayınları, İstanbul. Sezer, Baykan, (1989), "Kemâl Dergisi, 24 Tahir Üzerine", Kemâl Tahir Notlar Nisan 1978.

bilig-7/Güz '98

43

KEMÂL TAHİR DEMİR

Prof. Şerif AKTAŞ, PhD Lecturer in the Faculty of Letters, Kırıkkale University

ABSTRACT

Kemâl Tahir is one of the writers who has The same approach was also pursued in my other distinguished lace of ideological focus and whose articles. Therefore, Kemâl Tahir's major themes and character as a novelist is even under discussion when his ideological relations in setting up the deep structures compared to his ideological focus in the period of of the works were studied within their framework. Turkish republic. The "motive", that urged Kemâl Tahir to criticise In this article, the literary character and identity of the world view of which he struggled, was analysed in Kemâl Tahir was analysed in a "monothematic" terms of its nature and of how it appeared in his works approach in parallel with the "basic motive" as an of art. incentive that made the writer compose his works.

Key Words: Kemâl Tahir, Novel, Basic Power, Structure, Theme, Ideology

bilig-7/Güz '98

44

NECÂTİ BEY'DEN BÂKÎ'YE «DÖNE DÖNE»*

Doç. Dr. Osman HORATA

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

ÖZET

Rediflerin, gerek Halk, gerekse Divan şiirinde önemli bir yeri vardır. Bunlar, mısra düzeninin ve içeriğin biçimlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Klâsik şiirimizde, bir şair tarafından bulunan orijinal ve güzel bir redif diğer şairler için bir ufuk olmuştur. Birçok gazel sırf redifinin cazibesi sebebiyle tanzir edilmiştir. İlk olarak Necâtî Bey tarafından kullanılan ''döne döne" redifi de devrinde çok beğenilmiştir. Makalemizin ilk bölümünde, Necâtî Bey ve Bakînin "döne döne" redifli gazelleri karşılaştırılmış; ikinci bölümünde de Necâtî Bey'in gazeline yazılan nazirelerin metni verilmiştir.

Anahtar Kelimeler:

Necâtî Bey, Bâkî, Dîvân Şiiri, Redif, Döne Döne

Bu çalışmanın özeti, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi tarafından 30. 05. 1997 - 01. 06. 1997 tarihleri arasında düzenlenen Karşılaştırmalı Edebiyat Araştırmaları Sempozyumu III'e bildiri olarak sunulmuştur. ______

bilig-7/Güz '98

45

Şiiri 'güfte'den çıkarıp 'beste'ye doğru yaklaştıran Bir redif, şairlerin elinde işlene işlene ancak zaman unsurlardan biri olan kafiye ve redif, gerek Halk içerisinde en güzel ifadesini bulabiliyordu. Bazı şairler, gerekse Dîvan şiirimizin çok önemli bir tarafını teşkil konuyu bir şekil meselesi olarak görüp redifin peşine eder. Yahya Kemâl, mısra mısra bir beste olmayan şiiri takılıp giderken; bazıları da nazîreye yeni bir ruh nesir sahasına atar (Beyatlı, 1984: 7). verebiliyorlardı. Türk edebiyatında, ilk olarak Uygur şiirinde Şahıs ve söyleyiş farklılıklarına rağmen, ilk bakışta eklerin tekrarı olarak görülmeye başlayan redifler1; ortak bir benliğin eseri gibi görülen bu tür nazirelerin Dîvanü Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig'de daha ele alınması; bir taraftan dilin bir motif etrafında gelişmiş bir hâlde karşımıza çıkar (Caferoğlu, 1984). kazandığı imkânların belirlenmesini sağlarken, bir Şiirin, söylenenden ziyade söyleyişte aranıldığı Dîvan taraftan da Türk şiirinin ses ve öz bakımından gelişimi şiirinde ise, şiirler baştan sona zincirleme kafiyelerle ve değişimiyle devrin edebî durumu hakkında da bizleri örülmekle birlikte, daha ziyade redife yaslanılır.2 Bunu, bazı sonuçlara götürebilecektir. Bunların yanında bazı Türkçenin yapısından kaynaklanan bir zaruret olarak redifler, şiirin bir unsuru olmasının ötesinde gerek gören ve Acem'in şiirindeki redifin fazlalığına dikkat devrin gerekse şairin psikolojisini aksettiren birer belge çeken Yahya Kemal: «Arab'ın şiirinde redif usludur niteliği de kazanırlar. 'Eksilmede', 'kalmamış', "o da fakat Acem'le Türk'ün şiirinde azgındır, taşkındır, bir zaman imiş", 'harâb' vs. gibi (Kurnaz, 1997: 265- coşkundur. Bilhassa Türk'ün manzumeleri adeta 276). rediften doğar; Türk redifi buldu mu asıl özünü Halk dilinden alınan, orijinal hayâllere elverişli söylemiş demektir.» der.3 olan "döne döne" redifi de, şairler için döneminde Bilindiği gibi, belâgat kitaplarında 'revî' harfini açılan yeni ufuklardan biri olmuştur. Bugünkü takip eden ekler ve kelimeler redif olarak bilgilerimize göre, ilk olarak Necâtî Bey tarafından adlandırılmakla birlikte; eski nazariyeciler tekrarlanan söylenen ve ona şöhretin kapılarını aralayan bu redif, heceler için redif terimini kullanmayı doğru bulmazlar. gerek ikilemenin verdiği ahenk gerekse orjinal hâyallere Yazımızda da, redifle revî harfinden sonra tekrarlanan elverişliliği sebebiyle birçok şairin ilgisini çekmiştir, kelimeler kastedilmiştir. cezbetmiştir. Redifler, gerek mısra gerekse içeriğin Dönemin kaynakları, Necâtî Bey'in bu gazeline biçimlenmesinde belirleyici bir rol oynarlar. Bu sebeple Mihrî Hatun ve Üsküplü Zarî gibi çağdaşı şairlerin eski şiirimizde asıl temanın kafiye ve redif olduğunu nazireler yazdıklarını kaydederler (Çavuşoğlu, tsz: 24). iddia etmenin yanlış olmayacağı, ileri sürülmüştür Fakat araştırmalarımız sonucu, sonraki asırlarda da, (Tanpınar, 1976: 21). Dîvan şiirinde, M. Naci'nin aralarında Bakî gibi bir şairin de bulunduğu Nazmî, belirttiği gibi, şiirin cazibe merkezi redif olmuştur Hızrî, Lamiî, Kebirî, Muhıbbî, Ferîdî gibi şairler (Naci, 1996: 26). tarafından 17 adet nazire yazıldığı görülmektedir. Bu Değişik duygu ve düşünceler redif sayesinde bir sayının yeni nazîre mecmualarına ve dîvanlara bütünlük kazanabilmiş ve şiir bu sebeple daha etkili ve ulaşıldıkça daha da artacağı açıktır. Bu arada, Necâti'nin çekici hâle gelmiştir. Bir şair tarafından bulunan güzel, «döne döne» redifli gazellerinin sayısının, iki olduğunu orijinal bir redif, diğerleri için açılan yeni bir ufuk da hatırlatalım. Bu nazîreler, çalışmamızın ikinci olmuş, birçok şiir redifin bu cazibesi sebebiyle başka kısmında verilmiştir. Birinci bölümde ise, Necâtî Bey şairler tarafından tanzîr edilmiştir.4 Bu sebeple ve Bakî'nin gazelleri geleneksel usûle göre şerh tezkirelerde, şairlerin buldukları yeni rediflere önemle edildikten sonra, iki gazel yapı bakımından tahlîl dikkat çekilmiştir (Kurnaz, 1997:265). edilerek karşılaştırılmıştır. «Döne döne» redifini Klâsik şiirimizde bir kelime ve kelime grubu kullanan şairlerden Necâtî ve Bakî'yi tercih edişimizin etrafında dilin bütün imkânlarının yoklanılmaya sebebine gelince: çalışıldığı redifli şiirler, şairlerin hünerlerini gösteren Necâtî Bey ve Bakî, Dîvan şiirinin gelişim çizgisinde bir mihenk taşı gibiydi. Tanpınar, bir redif ve kafiye iki önemli merhaledir. Necâtî Bey, klasik öncesi Bakî etrafında yazılan nazîrelerle, tahmîs, taştîr gibi şiirleri ise klâsikleşme döneminin aynı çizgide yer alan iki Batılı ressamların müze çalışmalarına benzeterek; zirvesidir. Dilin gelişimi ile edebiyat arasında çok bunları eski şiirin kendisine mahsus bir 'akademi'si yakın bir ilgi vardır. Edebiyat bu se- olarak görmüştür (Tanpınar, 1976: 22).

bilig-7/Güz '98

46

beple dil tarihinin bir göstergesi olarak kabul mekle birlikte, şiir ve nesir yazmaya heves ederek edilmiştir (Wellek, vd. 1984:229). tahsilini yarıda bırakmıştır. Gençliğini Kastamonu'da Dîvan edebiyatının kuruluş devri, bir taraftan ses geçiren Necâtî Bey, ismini ilk olarak burada ve söz düzenlemeleri bakımından İslamiyet öncesiyle duyurmaya başlar. Fatih devrinin sonlarına doğru, yakınlık gösteren; bir taraftan da dilin Farsçanın Kastamonu'dan geçen bir kervan onun «döne döne» âhengine ulaştırılmaya çalışıldığı, o dilin mazmun, redifli gazelini çok beğenip, beraberinde Bursa'ya teşbih ve mecaz sisteminin şiire aktarılabilmeye götürerek; devrin büyük şairi Ahmed Paşa'nın da gayret edildiği bir dönemdir. İstanbul'un fethinden içinde bulunduğu şairler meclisinde okur ve 'Nuh' sonra ise, devletin imparatorluğa dönüşmesine paralel isminde Necâtî mahlaslı yeni bir şairin 'zuhûr olarak her alanda Osmanlı üslûbunun belirdiği bir 'ettiğini anlatırlar. Necâtî Bey, bir süre sonra da klâsikleşme dönemi başlar (bkz. Kortantamer, 1993: İstanbul'a gelerek şairlikteki kudretini Fatih'e 291). duyurmayı başarır ve dîvan katibi olarak tayin edilir. Taklidin ağır bastığı bir geçiş devrinde yaşayan Daha sonra Mısır, Manisa, Karaman gibi yerlerde Necâtî Bey, bu dönemde Türkçenin sesini bulan; dîvan kâtipliği ve nişancılık gibi görevlerde bulunan Bakî ise imparatorluk dili hâline gelen ve incelen bir şair, devlet hizmetinden elini çektikten sonra, zevki yansıtan İstanbul Türkçesini, ses ve teknik padişah tarafından verilen akçe ile hayatını idame bakımdan devrinde en üst seviyeye çıkaran bir şairdir. ettirirken 1509 yılında ölür. Onun tek eseri Tanpınar, Dîvan şiirinin ses yapısından Dîvanıdır. bahsederken, onun her on beş senede yani her büyük Devrin kaynaklarında Necâtî Bey, Dîvan şiirine şairde yeni bir merhale katettiğini söyler (Tanpınar, millî bir kimlik kazandıran ve Türk şairlerini İranlı şairlerin küçük görmelerinden kurtaran bir şahsiyet 1977: 141). Bunların karşılaştırılması, iki şair arasında olarak nitelenir. Dîvan şiirinin temellerini katedilen merhalenin görülebilmesi bakımından da koyanlardan biri olan Necâtî Bey, bu sebeple yararlı olacaktır. devrinde "husrev-i Rûm" olarak anılmıştır (bkz. Dîvan Edebiyatında, 'rengin' hayalleri, 'hûb'e- Tarlan, 1963: XV-XXVIII; Çavuşoğlu, tsz: 7-26; dâlarıyla yeni bir çığır açan bu gibi şairler "husrev-i Mazıoğlu, 1961: 366-369; Mengi, 1986). Rûm", "sultânu'ş-şu'arâ", "melikü'ş-şu'arâ", "re'isü'ş- şu'arâ" gibi sıfatlarla taltif edilmişlerdir. Necâtî Bey, Bakî Bakî, Nef'î, Nâbî gibi. III. Ahmed'e sunduğu bir kasidesi beğenilerek, padişah tarafından bir "hatt-ı Necâtî Bey'in ölümünden on dokuz yıl sonra hümayûn'la. "reis-i şâirân" ilan edilen Osmanzâde doğan (M. 1626-1627) Bakî'nin asıl adı Mahmud Tâib bir kenara bırakılırsa, bu şairlerin kendilerine Abdulbakî'dir. Fatih Camiî müezzinlerinden verilen ünvanları hakettikleri konusunda günümüz Mehmed Efendi'nin oğlu olan Bakî, çocukluğunda kaynakları da müttefiktirler. Bir Arap atasözünde saraç çıraklığı yapar; fakat okuma ve öğrenmeye «kelâmü'l-mülâk mülûkü'l-kelâm» (meliklerin kelâmı duyduğu büyük heves, onun iyi bir eğitim görmesini kelâmın da melikleridir) denilir.5 sağlar. Devrin şairlerinin piri olan Zatî'den feyz alan Necâtî Bey ve Bakî de, şairlerin sultanı olduklarına Bakî, daha medrese öğrencisiyken şiirleriyle şöhreti göre «döne döne» redifli gazellerin sultanları da yakalar, Kanunî devrinde el üstünde tutulur; II. onların şiirleri olmalıdır. «Sultanların sözleri»ne Selim ve III. Murad dönemlerinde ününü daha da geçmeden önce «sözlerin sultanları» hakkında kısaca arttırır ve Süleymaniye müderrisliğine kadar bilgi vermek yerinde olacaktır: yükselir. Bir süre Mekke ve Medine kadılıklarında bulunan Bakî, Rumeli kazaskerliğinden Necâtî Bey şeyhülislâmlığa yükselemeden emekli olur ve Necâti'den doksan bir yıl sonra 1600 yılında ölür. Asıl adı İsa olan Necâtî Bey'in doğum yeri ve Devrinde «sultân-ı şâirân-ı Rûm» kabul edilen tarihi bilinmiyor. Onun bir devşirme çocuğuyken Bakî, Dîvan şiirini ses ve teknik olarak en üst Edirneli bir hanım tarafından evlatlık alındığı rivayet seviyeye çıkaran bir ses şairi olarak kabul edilir. Âşık edilmektedir. Necâtî Bey, iyi bir eğitim gör- Çelebi'ye göre devrinin benzeri olmayan en büyük şairi olan Bakî; XV. yüzyıl şairlerinden Necâtî Bey

bilig-7/Güz '98

47

ve Ahmed Paşa ile XVIII. yüzyıl şairlerinden Nef'î ve neş, ay ve yıldızların doğmasına sebep olduğu hayalini Şeyhülislam Yahya arasında bir köprü durumundadır sık sık kullanırlar. Necâtî Bey'in beytindeki hayal ise (bkz. İpekten, 1988: 17-56; Küçük, 1988: 141). daha orijinaldir. Çok acı duyan bir insanın ciğeri yanar. Gökyüzü kandili güneş veya aydır. Ayın etrafındaki A. Gazellerin Metni ve Şerhi hâlelerle, âşıkın âhlarından çıkan dumanlar ve kıvılcımlar daha uyumludur. Bu sebeple, burada ayın Necâtî Bey kastedildiğini söyleyebiliriz. Ay da, âşıkların göklere Necâtî Bey'in gazeli, Ali Nihat Tarlan'ın kadar çıkan ateşli âhlarıyla çok acı duyan bir insan yayımlamış olduğu tenkitli baskıdan alınmıştır gibi döne döne yanar. Batlamyus tarafından ileri (Tarlan, 1963: 433-434). Günümüz Türkçesindeki sürülen dünya merkezli evren teorisine göre, ay ve karşılıklarının verilmesinde ise Mehmet güneş dünyanın etrafında dönerler. Bu görüş, dünyanın Çavuşoğlu'nun Necâtî Bey Dîvanı (Çavuşoğlu, tsz: ay ve güneş etrafında döndüğünü ispatlayan 215) adlı eserinden yararlanılmış, şerhler ise Kopernik'e kadar İslam dünyasında da hâkim olur. tarafımızdan ilave edilmiştir. Gerek Necâtî Bey'de Beyitte, eski astronomideki inanca telmih vardır. gerekse Bakî'de yararlandığımız çalışmalardan Gökyüzü kandiliyle, ay kastedilmektedir (açık ayrıldığımız 'önemli' noktalar dipnotlarda istiare). Ayın döne döne yanmasına sebep olarak, belirtilmiştir. âşıkların âhlarının gösterilmesinde hüsn-i ta'lîl, Necâtî Bey'in gazelinin transkripsiyonlu metni ciğerinin yanmasında teşhis ve kinaye; yandı, âh, şöyledir: şerer, döne döne, ciğer; kandil, sipihr, gök kelimeleri arasında da tenasüp vardır. Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilün 2. «Senin zülfüne asılanın ayağı yere mi basar? Zevk 1. Çıkalı göklere âhum şereri döne döne ve şevkle, canını döne döne verir.» Yandı kandîl-i sipihrüñ ciğeri döne döne Âşıkların gönlü, daima sevgilisinin saçlarına a- 2. Ayağı yir mi basar zülfüne ber-dâr olanuñ sılmak ister. Onların karargâhı orasıdır. Sevgilinin Zevk ü şevk ile virür cân u seri döne döne saçının her telinde, bir âşıkın gönlü vardır. Asılan insan, döne döne can verir. Sevgilinin saçlarına tutulan 3. Şâm-ı zülfünle gönül mışrı harâb oldı diyü âşıkın da ayakları yerden kesilir, onlar dağıldıkça Saña iletdi kebûter haberi döne döne perişan olur ve maddî aşk peşinde kendisini mahv eder. «Ayağı yere mi basar» deyiminin bir diğer anlamı da; 4. Sen durup raks urasın6 karşuña ben boynum, egem İne zülfüñ koca sen sîm-beri döne döne sevgilin saçlarına kavuşan âşıkların ayaklarının mutluluktan yerden kesilmesi ve zevkle canını 5. Ka 'be olmasa kapuñ ay ile gün leyl ü nehir vermesidir. Beyte, her iki anlam da uymaktadır. Eylemezlerdi tavaf ol güzeri döne döne Bunda, îham sanatı vardır. Ayrıca mısra istifham sanatını da ihtiva etmektedir. «Can ve baş vermek»te 6. Sen olasın diyü yir yir asılup âyineler de mecaz-ı mürsel vardır. Zülf, ber-dâr, ser, döne döne Gelene gidene eyler nazarı döne döne kelimeleri ise tenasüp oluşturmaktadır. 7. Ey Necatı yaraşur mutribi şeh meclisinüñ 3. «Zülfünün gecesiyle (siyahlığıyla) gönül ülkesi Raks urup okıya bu si'r-i teri döne döne harâb oldu diye; güvercin bu haberi sana döne döne ulaştırdı.» Gazelin Şerhi: Birer ülke ve şehir adı olan Mısır ve Şam, tevri-yeli olarak kullanılmışlardır. Bunların kastedilen anlamları, 1. «Ahımın kıvılcımı, döne döne göklere çıkalı; sırasıyla 'ülke' ve "akşam, gece"dir. Sevgilinin geceye gökyüzü kandilinin ciğeri döne döne yandı.» Dîvan şiirinde, âşıkların gönlü aşk ateşiyle doludur. benzeyen siyah saçlarına tutulan âşıklar, gönüllerini Bu sebeple gönülden âh çektikçe, kıvılcımlar ve harâb ederler. Çünkü bunun sonu acı ve cefadan başka dumanlar döne döne gökyüzüne yükselirler. Şairler, bu bir şey değildir. Kara sevda, kuru hevâ deyimlerinin kıvılcımların gökyüzünü tutuşturarak gü- kaynağı da budur. Bu ha-

bilig-7/Güz '98

48

ber, sevgiliye güvercinler tarafından döne döne iletilir. Beyitte, «Ey Necâtî» derken nidâ; mutrib, meclis, Güvercinler döne döne uçarlar ve eskiden haberci raks urup, okıya, şi'r-iter kelimeleri arasında ise olarak kullanılırlardı. Burada telmih vardır. Haberin tenasüp vardır. güvercin tarafından iletilmesinde, redifin etkisinin yanında sevgilinin âşıklara karşı ilgisizliği de Bâkî vurgulanmış olmalıdır. Bakî'nin gazeli, Dr. Sabahattin Küçük'ün Beyitte zülf, şama; gönül de ülkeye benzetilmiştir yayımlamış olduğu tenkitli basımdan alınmıştır (teşbîh-i belîğ). Şam, Mısr, ülke, kebûter, dönmek, (Küçük 1994: 387). Günümüz Türkçesindeki iletmek kelimeleri arasında da tenasüp vardır. karşılıklarının verilmesinde ve şerhinde ise Halûk 4. «Sen kalkıp raks edesin, (omuzlarından aşağı İpekten'in Bakî, Hayatı, Edebî Kişiliği ve Bazı dökülen) saçların sen gümüş tenliyi döne döne ku Şiirlerinin Açıklamaları (İpekten, 1988: 179-186) adlı caklasın; ben de karşında boynumu mu eğeyim?» eserinden yararlanılmış ve bunlardan ayrıldığımız önemli noktalar ise belirtilmiştir. Gazelin metni ve Gazelde, bir eğlence meclisinde raks eden sevgili şerhi şöyledir: (sakî) anlatılmaktadır. O, âşıkları yanına yaklaştır- mazken, saçlarının kendisini döne döne kucaklamasına Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilün müsade etmektedir. Bu da âşıkın kıskançlığına sebep 1. Çıkar eflâke derûnum şereri döne döne olmaktadır. Saçların salınmasının, sevgilinin belini Dökilür hâke yaşum katreleri döne döne kucaklaması sebebine bağlanmasında hüsn-i talîl ve teşhis vardır. Raks etme, döne döne ve sîmber 2. Aşık-ı haste-dilün niteki fânûs-ı hayâl arasında ise tenasüp vardır. Nâr-ı aşkuñla yanupdur ciğeri döne döne

5. «Senin kapın Kabe olmasaydı; ay ve güneş gece 3. Bister-i gamda gözüm giceler uyhu görmez gündüz o güzergâhı döne döne tavaf etmezlerdi.» İderin subha degin nâleleri döne döne Âşıkların yüzü sürekli sevgiliye dönüktür. Bu sebeple onun kapısı, bulunduğu yer Kabe'ye benzetilir. 4. Zevrak-âsâ gam-ı aşkuñla yaşum gird-âbı Gark idüpdür sanemâ çeşm-i teri döne döne Ay ve güneş de gece gündüz onun kapısının önünde doğmakta, orayı tavaf etmektedir. Şair, hüsn-i talîl ve 5. İd-gâhuñ göreyin inlesün ol dolabı teşhis sanatı yapmaktadır. Kâbe, tavaf, kapı, güzer; ay, İle seyr itdürür ol sîm-beri döne döne gün, leyl, nehâr dönmek kelimeleri arasında tenasüp vardır. 6. Dîde-i encüme kühl olmag içün eflâke Gird-bâd ile çıkar hâk-i deri döne döne 6. «Aynalar, yer yer asılıp belki sen olabilirsin diye; döne döne gelene gidene bakarlar.» 7. Tolaşaldan ruhı şem 'ine dil-i ser-geşte Eskiden, yuvarlak, top aynalar kullanılırmış. Yakdı pervâne-sıfat bâl ü peri döne döne Bunlara gelip geçenlerin görüntüleri aksedermiş. Şair, 8. Katre-i eşkine öykündi diyü Bâkî'nüñ bunu aynaların sevgiliyi görebilmesi sebebine Çarh-i hakkâk yonupdur güheri döne döne bağlayarak hüsn-i talîl yapmaktadır. Ayrıca ayna, âşıklara benzetilerek teşhis sanatı yapılmıştır. Gazelin Şerhi: Ayîneler, asılup, döne döne, nazar eyler kelimeleri 1. «(Ateş gibi yanan) gönlümün kıvılcımları döne arasında da tenasüp vardır. döne göklere çıkar. Gözyaşımın damlaları döne döne 7. «Ey Necâtî! Padişah meclisinin şarkıcısı toprağa dökülür.» (hânendesi) bu yeni, orijinal şiiri döne döne raks Âşıkların âhları, gönüllerindeki aşk ateşi sebebiyle ederek okusa yaraşır.» kıvılcım ve dumanla doludur. Bunlar, döne döne Gazelin redifi «döne döne»dir ve bu gazel, redifi ve göklere çıkarak gökyüzünü yakar ve dumanlar da hayâlleriyle şairin kendisine göre de oldukça yeni ve bulut gibi güneşi örter. Ah eden âşıkın gözyaşları da şâhlara lâyık bir şiirdir. Bu sebeple gazel, padişah toprağa damlalar hâlinde "döne döne" dökülür. Çünkü meclisinde hanendeler tarafından döne döne okunsa su damlaları yuvarlaktır. İpekten'in de belirttiği gibi, yeridir. suyun yükselirken, güneşin

bilig-7/Güz '98

49

ışıklarıyla âşıkların ahlarının kıvılcımları gibi Sevgilisinden ayrı düşen âşık bayram yerinde parlaması ve daha sonra da gözyaşları gibi yere kurulan dolabın dönmeye başlamasını, böylelikle dökülmesi, beyitte bir fıskiye mazmununun varlığını sevgiliyi görebileceğini düşünüyor. Çünkü sevgili de düşündürmektedir bayramda dönme dolaba binecektir. Şair, beyte birkaç Beyitte eflak (gökler)-hâk (toprak) tezadı vardır. anlam sığdırmayı başarmıştır. "Seyr ettirir" Ayrıca havâ (eflâk), âteş (şerer), toprak (hâk), su kelimesinin döndürür, hareket ettirir ve herkese (gözyaşı) gibi dört unsurla ilgili kelimeler kullanılarak gösterir; göreyin' kelimesinin de 'seyredeyim' ve «hele tenasüp yapılmıştır. bir dönsün de göreyim» anlamları vardır. Sevgilisini 2. «Hasta gönüllü âşıkın ciğeri aşkının ateşiyle, görme hayaliyle yanıp tutuşan âşık, bu defa da hayâl fanusu gibi döne döne yanmaktadır.» sevgilisin kıskanmakta ve onu herkese gösteren dönme Aşk derdiyle sararıp solan, yanıp tutuşan âşık dolap için, "hele bir dönsün de göreyim, ben onu hayâl fânusuna benzetilmiştir. "Fânûs-ı hayâl", engellerim" demektedir. Her iki anlam da beyte eskiden süs olarak kullanılan, içinde mum yakılan uymaktadır (İlham). büyük bir fenerdir. Hafif bir ipekli kumaştan veya Dolabın inlemesinde teşhis; îd-gâh, inlesün, muşambadan yapılan bu fener; mumun sıcaklığıyla dolâb, seyr etdirür, döne döne kelimeleri arasında döner ve üzerindeki şekilleri de çevreye yansıtır. tenasüp vardır. İçinde aşk ateşi yanan, derdinden bir hayâl gibi kalan ve kıvrım kıvrım kıvranan âşık da buna benzer. Bu 6. «(O sevgilinin) kapısının toprağı, yıldızların güzel bir teşbih sanatıdır. Ayrıca, fânûs-ı hayâl, nâr, gözüne sürme olmak için hortumla döne döne gök lere yanmak, döne döne kelimeleri arasında da tenasüp çıkar.» vardır. Aşıklar, sevgilinin ayağının ve eşiğinin toprağını 3. «Gam yatağında gözüm geceler boyu uyku gözlerine sürme olarak çekerler. Sürme gözün ilacıdır görmez. Sabaha kadar döne döne ağlayıp inlerim.» aynı zamanda onu güzelleştirir. Yıldızlar da Dertler geceleri daha da artar. Sevgiliden ayrı düşen gökyüzünün gözleridir. Şair, sevgilinin ayağının âşık için de geceler çekilmez hâle gelir; sabahlara kadar toprağının 'hortum'la döne döne göğe yükselmesini; acı içinde bir o yana bir bu yana ağlayıp inler. yıldızların bile onu gözlerine sürme olarak çekmesi Beyitte gam yatağa benzetilmiştir. Bister, göz, sebebine bağlayarak hüsn-i talîl yapmaktadır. Dide, gece, uyku; şâm, nâle, döne döne kelimeleri arasında eflâk, gird-bâd, dönmek, hâk arasında da tenasüp tenasüp vardır. vardır. 4. «Ey sevgili! Aşkının gamıyla gözyaşlarımın 7. «Sersem (başı dönmüş) gönül, sevgilinin ya girdâbı, yaşlı gözümü kayık gibi döne döne batır- nağının mumu çevresinde dönmeye başladığından beri maktadır.» pervane gibi döne döne kanatlarını yaktı.» Sevgilisinden ayrılan âşıklar, kanlı gözyaşları Sevgilinin yanağı muma, âşıkların gönlü de dökerler. Göz yaşları sel gibi her tarafı kaplar. pervaneye benzetilmiştir. Ağlamaktan çöken gözler de girdâb hâlini alır ve bir Âşıkların gönlü, sevgilinin saçlarının ucuna asılı kayık gibi döne döne batar. Yani ağlamaktan çöken, olduğu için onun kırmızılığı sebebiyle muma benzeyen gözyaşlarıyla dolan göz görünmez hâle gelir. Sevgili ise yanakları etrafında dolaşıp durur. Sevgilinin saçları bunun karşısında ilgisizliğini devam ettirir. Bu savruldukça da onun başı döner. Pervane böceği de acımasızlığı sebebiyle şair, put anlamındaki "sanem" muma âşıktır; onun etrafında döner durur. Sonunda kelimesini kullanmış. Çünkü cansız bir putun acıması kolunu kanadını yakar ve kendini feda eder. Âşıkların yoktur. gönlü de buna benzer. Beyitte göz, kayığa benzetilmiştir (teşbih). Sevgilinin yanağı muma, gönül de pervaneye Zevrak, yaş, girdâb, gark etmek ve çeşm-i ter arasında benzetilerek teşbih sanatı yapılmıştır. Pervane, mum tenasüp vardır. kıssasına da telmih vardır. Dolaşmak, ser-geşte, döne 5. «Bayram yerinin o dolabı inleyerek dönsün de göreyim. (Çünkü) o, gümüş tenli sevgiliyi başkalarına döne; yakdı, pervâne, şem, ruh, bâl u per kelimeleri döne döne seyrettirir.» de kendi aralarında tenasüp oluştururlar.

bilig-7/Güz '98

50

8. «Kazıyıcı, delici çarh (gökyüzü), Bakî'nin lemedir (Aksan, 1995: 6-8). Bu sebeple şiir dili, «dil gözyaşlarına özendiği için inciyi döne döne içinde ayrı bir dil» olarak kabul edilmiştir. delmektedir.» Divan şairlerinin asıl başarısı da «şiirin dilden İnci, istiridyenin içinde bulunur ve onun nisan çıktığını, onun mucizevî bir imkânı olduğunu yağmurunun damlalarından oluştuğuna inanılır. bilmeleri, heyecanlarını sözün manasına değil mısraın incinin tek olanı ve irisi makbuldür. Gözyaşları da inci sesine ve bir mısra'a sıkıştırdıkları o harikulade gibi parlak ve yuvarlaktır. İnci, gerdanlık vs. yapmak harekete emanet etmeleriydi. (...) Eski şairlerin büyük için çarkta delinir. Şair bunu, incinin Bakî'nin tarafları bilerek veya bilmeyerek kendilerini sese gözyaşlarına özenmesi sebebiyle çark tarafından emanet etmeleridir; bütün o oyunlar, mazmunlar cezalandırılmasına bağlıyor (hüsn-i talîl). Delinen inci hepsi bu sesi yüklenen, taşıyan vasıtalardır. Bu cinsten ise değerini kaybeder ve gözyaşlarına da benzemez bir sanat anlayışında hakim olan esas, söylenilen şey değil, söyleyiş tarzıdır. Onun içindir ki eski şairler şiir olur. Çünkü gözyaşı delik değildir. Çarh, çark, felek, yazmazlar, söylerlerdi» (Tanpınar, 1977: 177-180). gökyüzü anlamlarına gelmektedir. Gökyüzü de çark Buna karşılık, bu edebiyatımızla ilgili araştırmalar, (matkap) gibi döner. istisnaları olmakla birlikte, genellikle, tarihî eleştiri Hüsn-i talilin dışında, çarh, hakkâk, güher, anlayışının sonucu olarak söyleyiş'ten ziyade 'söylenen' delmek, döne döne kelimeleri arasında da tenasüp seviyesinde kalmıştır. Bu çalışmamızda Necâtî Bey ve vardır. Bakî'nin gazelleri, ses örgüsünden başlanarak muhtevaya doğru ayrıntılı bir şekilde tahlil edilerek B. Gazellerin Tahlili ve Karşılaştırılması karşılaştırılacaktır. Edebî eserlerde, öz ve şekil estetik bir bütünlük 7 oluşturacak şekilde bir araya gelerek kendi içinde 1. Nazım Şekli sistemli bir 'yapı' oluştururlar. Bu 'yapı' şekli ve Her iki gazelin konusu, aşkın verdiği acılar ve içeriği içine alan bir kavramdır (Wellek, vd. 1984: 188). sevgiliden ayrı düşmenin verdiği hüzündür. Dîvan Biçim ve içerik birbirleriyle var olan ve birbirlerini Edebiyatında her konuda gazel söylenmekle birlikte, tamamlayan unsurlardır. Metnin değeri de bu iki genellikle âşıkane konular gazel formunda dile unsurun uyuşmasından kaynaklanır (Birkiye, 1984: 7, getirilmiş ve gazel ciddî, yakıcı bir üslûba sahip o-lursa 170-171; Bayrav, 1976: 57). Söz (öz) düzenlemelerinden güzel sayılmıştır (Naci, 1996: 24). Fuzulî, gazelin âşıkın kopuk ses düzenlemelerinin sanat açısından fazla bir kendi hâlini maşûkuna (sevgilisine) bildirmesi için değeri yoktur. Bu sebeple, çağdaş edebiyat teorileri, yazıldığını belirterek; «Gönlünde bir derdi edebî eserleri 'muhteva' ve 'şekil' olarak ayırmanın bulunmayan, ciğeri yaralı olmayan insanın şiirinde tat yerine, her biri kendi içerisinde tekrar vardır zannetme. Zevk ve sefâ, huzur ve rahat şiirde gruplandırılabilen bir sisteme başvurmayı tercih zevk vermez. Asıl ıstırabın doğurduğu şiir müessir ederler (Kortantamer, 1982: 64; a. mlf., 1993: 277). olur» der (Tarlan, 1985:I/5-6). Bakî'nin aksine içe Böyle olmakla birlikte, bu yapıya edebî hüviyetini dönük bir şair olan Necati'nin gazelinde, duygunun ön kazandıran asıl husus ise muhtevadan ziyade şekildir. plana çıkması sebebiyle 'yakıcılık' daha belirginleşir. Barthes, «Edebiyat bir dil yani göstergeler dizgesidir; Bakî'yi ise asıl ilgilendiren, «döne döne» redifinin varlığı bildirisinde değil bu dizgededir.» der (Birkiye, etrafında mükemmel bir kompozisyon oluşturmaktır. 1984:163). Tarihî, geleneksel eleştiride öz ve anlatılan, Bunun sonucu olarak Bakî'de, Necâtî Bey'de biçimden önemli sayılırken; günümüz eleştiri gördüğümüz konu bütünlüğünü göremeyiz. Onda, anlayışlarında biçim-dil sisteminin önemi ortaya çıktığı gazelin ikinci kısmının akışını redif belirler. Halbuki gibi; son yirmi yılın eleştirisinde ise öz, anlam önemini Belagat kitaplarında, şairlerin gazelin 'yek-ahenk' yitirmiş durumdadır (Menteşe, 1996: 90). Şiirde ise, olmasına bilhassa özen gösterdikleri belirtilir (Naci, dil-biçim sisteminin önemi daha da büyüktür 1996:25). (Stankiewicz, 1980: 548). Zaten şiir bir söyleyiş sanatı, Necâtî Bey'in gazelinin beyit sayısı 7, Bakî'ninki duygu, düşünce ve hayalleri etkileyici bir tarzda söze ise 8'dir. Dîvan şairlerinin, gazelin beyit sayısının 5, 7, dönüştürme sanatıdır. Onda amaç, iletişim değil, 9 gibi tek rakamlı olmasına dikkat etmelerine karşılık; heyecan verme, etki- Bakî buna uymamıştır.

bilig-7/Güz '98

51

Form, yani nazım şekliyle vezin ve kafiye gibi lerek seslerin müzikaliteli dalgalar hâlinde kulağa unsurlar, her şiirde ortak olan teknik hususlardır. gelmesine ritm (rythme) denir (Özön, 1954: 223; Tural, Şairlerin bunlarda hareket imkanı sınırlıdır. Ayrıca 1983: 22; Cuddon, 1993: 797; Aksan, 1995: 233). nazım şeklinin, şiirin ses örgüsüne katkısı da belirgin Bunlar, şiirle musikîyi yaklaştıran unsurlardır (Okay, değildir (Kortantamer, 1993: 327). 1990: 36). Eliot, şiirde musikî oluşturabilmek için en gerekli şeylerin, ritm anlayışı ve bu ritmik yapıyı kaynaştırabilme gücü olduğunu söyler (Eliot, 2. Ses Örgüsü 1983:147). Duygu, düşünce ve hayâlleri etkileyici bir tarzda Şiirde ritmi temin eden unsurlar vezin ve kafiyedir söze dönüştürme sanatı olan şiirde; ses (Kaplan, 1987: 211; Tural, 1983: 22; Aksan, 1995:238; düzenlemelerinin önemli bir yeri vardır. Bunlar şiiri Aksan kafiyeyi ritme dahil etmez.): 'güfte' den 'beste' ye doğru yaklaştıran unsurların başında gelir. Şiirin ses yapısının incelenmesi, çağdaş Vezin: eleştiri anlayışlarının bilhassa Formalizm'in üzerinde ö- Gazeller, aruzun remel bahrinin «Fe'ilâtün nemle durduğu konulardan biridir (Wellek, vd. 1984: Feilâtün Feilâtün Feilün» kalıbıyla yazılmıştır. İlk üçü 209). Çünkü sanat eseri her şeyden önce bir anlam aynı tefilenin tekrarından, sonuncusu ise tefilenin bir taşıyan sesler serisidir (Wellek, vd. 1984: 207). Bu, hece eksilmesinden oluşan bu kalıp, Türk anlamdan kopuk değil anlamla bütünleşen bir sestir. edebiyatında en çok kullanılan vezinlerden biridir Gerek nazım gerekse nesirde, sesin musikî tesiri (bkz. İpekten, 1994: 115; Şafak, 1996: 31-34; Macit, 1996, 76-82; İsen, 1997: 443-452). uyandıracak şekilde kulağa güzel, pürüzsüz bir şekilde Gerek açık ve kapalı hecelerin dönüşümlü olarak gelmesine 'âhenk' denir (Olgun, 1973: 17; Tural, kullanılması, gerekse son tefiledeki hece eksilmesi, 1983: 22). Wellek ve Warren, şiirde kakofonik, sert ritmin monotonluğunu kırmakta ve şiire akıcılık sesli ünsüzlerden de 'orkestrasyon' unsuru olarak kazandırmaktadır. Necati'nin gazelinde 25, Bâkî'nin yararlanılabilmesi sebebiyle 'âhenk' kelimesinin gazelinde ise 28 imale vardır. yetersiz olduğunu söyler (Wellek, vd. 1984:209-210). Bâkî'nin gazelinin bir beyit fazla olduğu Belagat kitaplarında, 'âhenk' konusu ayrı bir düşünüldüğünde, ikisi arasında belirgin bir farkın kavram olarak ele alınmamıştır (Yetiş, 1988:1/516). olmadığı görülmektedir. Tanzimat sonrası teori kitaplarında ise, 'harmonie' Necâtî'de 8, Bakî'de 9 imale, «döne döne» redifinin karşılığı olarak kullanılmaya başlanmış; kelimede, ilk hecesine rastlamaktadır. Bunların gerek kök cümlede ve taklîdî olmak üzere üçe ayrılmıştır hecesinde bulunması gerekse uzatılması pek hoş alınmamıştır (Yetiş, 1988: 1/516; a. mlf., 1996: 217; karşılanmayan 'ö' sesine rastlaması bir kusur olarak Tarlan, 1985: 1/5-6)). Eski belâgatta ise, ahenk konusu, görülmektedir. Cümle vurgusuyla aynı heceye rastlayan bu imalenin ise; şairin duyduğu teessürü ifade 'fesâhat' içerisinde ele alınmış; kelimenin fesâhati, eden bir pekiştirme vurgusuna dönüştüğünü söylemek "tenafür-i hurûf", "garâbet", "kıyâsa muhalefet"; de yanlış olmayacaktır. Aynı şekilde revi harfinden kelâmın fesahati ise "tenâfür-i kelimât", "tetâbu-ı sonra gelen 'i' iyelik ekleri de (cigeri, güzeri, sim- izâfet" "za'f-ı telîf" ve "ta'kîd" gibi kusurlardan uzak beri...) imalelidir. Bu, çekilen acıların çokluğunun ve olmasına bağlanmıştır (Naci, 1996:25). sürekliliğinin ifade edilmesine katkıda bulunmaktadır. Ünlü-ünsüz münasebetleri, vezin, kafiye-redif, Dîvan şairleri 16. yüzyıldan sonra, imalelerden bu tekrarlar, paralellikler, mısra düzeni, şiirin ses şekilde âhenk unsuru olarak da yararlanmışlardır örgüsünün akla gelen ilk elemanlarıdır.8 Bunlardan (Kortantamer, 1993: 325). Bakî'de, imalelerin diğerleri vezin ve kafiye ritmi; vokal-konsonant münasebetleri uzatmaya elverişli olan, ı-i seslerine rastlamaktadır. ise armoniyi sağlamaktadır. Bunlardan 4'ü ise izafet kesresindedir. Vezin gereği hem kısa hem uzun olarak okunabilen bu imaleler bir a) Ritm kusur olarak kabul edilmemektedir. Necâtî'de ise izafet kesresine rastlayan imale yoktur Şiirde, seslerin ve hecelerin uzunluk, kısalık bakımından benzeşmesine ve düzenli bir şekilde dizi-

bilig-7/Güz '98

52

ve e, o gibi şiirin ezgisini olumsuz yönde etkileyen Dîvan şairleri, rediflerde genellikle Türkçe çekimli kusurlar da birkaçı geçmemektedir. Buna karşılık kelimeleri tercih etmişlerdir (Macit, 1996: 95). Necâtî Bey, devrine ve kullandığı Türkçe kelimelerin Redifin sesiyle, anlamın bütünleşmesi, her iki fazlalığına göre vezni uygulamakta oldukça başarılıdır. gazelin de estetik etkisini arttırmaktadır. Bu, Her iki şairde de vezinden kaynaklanan zorlamalar musikîde güfte'yle 'beste'nin uyuşmasına ve kendisini hissettirmez. bütünleşmesine benzer.10 Bakî'de, redifin dışında Vezinler, ritmi sağlayan unsurlardan biri olmakla 'dönmek'le ilgili kelimelerin fazlalığı, onu Necâtî'den birlikte; onların, şiirin gerek ses gerekse anlam daha başarılı kılmaktadır. yapısına katkısının abartılması gerektiği ileri Gazellerde revi harfi 'r'dir. Belagat kitaplarında, tek sürülmektedir (Kortantamer, 1993: 326-327). harfin benzerliğine dayanan bu tür kafiyeler, Aruzu en iyi kullanan şairlerden biri olan Yahya "mücerred kafiye" olarak adlandırılırlar. Bu, müreddef Kemal, vezinlerin bir ahengi olduğunu ve veznin kafiyelerde gördüğümüz ses değerine sahip olmamakla konusuyla uyumlu olabileceğini kabul etmez. Ona birlikte; gerek redif gerekse kafiyenin akıcı ve sızıcı bir göre, «âhenk veznin sustuğu yerde başlar» (Beyatlı, ünsüz olan V sesine dayanması, bir âhenk eksikliğini 1984: 121-123). Eski belâgatte buna «lafzın vezin ile hissettirmemektedir. 'R' sesi, Dîvan şairlerinin en çok i'tilafı» (nazmın nesirden fark olunmayacak surette tercih ettikleri kafiye harfidir (Akkaya, 1996:21). külfetsiz olması) denilmektedir (Naci, 1996: 67). Bunlar Gazellerde kafiye olan kelimeler şunlardır: da konudan ziyade, kelimeler ve kelimelerin dizilişiyle Necâtî Bey: şerer-ciger-ser-haber-sîm-ber-güzer- ilgili olan hususlardır. nazar-ter Bakî: şerer-katreler-ciger-naleler-ter- ber-der Kafiye: -per-güher İki şairde de ortak olan kelimeler, "şerer"-ve Vezin ve kafiyeyi musikî aletlerine benzeten "ciger"dir. Necati'de kafiye hatası olmazken; Bakî, Yahya Kemal, «şiir muhakkak vezin ve kafiyeyle medreseli bir şair olmasına karşılık "uyûb"a giren vücuda gelir. Şiir musıkî'nin hazinesidir, âletsiz hatalar yapmıştır. 1. ve 3. beyitlerdeki (katreler, tegannî edilemez» der (Beyatlı, 1984: 135). Fransız nâleler) çoğul eklerinin, diğer isim kökleriyle kafiyeli şairi Bonville'ye göre ise, 'şiir' denilen ağacın kökü yapılması gibi. Buna "itâ-yı celî"denilmekte ve kaside kafiyedir (Beyatlı, 1984:128). gibi uzun şiirlerde aralarında yedi beyitten az olmamak Kafiye, şiirin ses örgüsüne katkısının yanında, kaydıyla kullanılmasına cevaz verilmektedir (Naci, mısra yapısının şekillenmesinde ve nazım şekillerinin 1996: 94). Bâkî'nin burada zorlandığı anlaşılmaktadır. düzenlenmesinde de önemli görevler yüklenir. Bunun Her iki gazelde de, yer yer parelellikler olmakla yanında bir anlam taşıyıcısı olarak da şiirin genel birlikte (bk. Ses Örgüsünün Diğer Figürleri) düzenli karakteriyle yakından ilgilidir (Kortantamer, 1993: mısra başı ve iç kafiyeler yoktur. 273). Dîvan şiirinde ise, kafiyenin çok önemli bir yeri vardır. Bu konuda, kelimelerin aynı cinsten, aynı b) Armoni dilden ve aynı sesten olması gibi gereksiz sayılabilecek ayrıntılara bile dikkat edilerek, kuraldan sapmalar Vezin ve kafiye, şiirin dış; ünlü-ünsüz benzerlikleri 'uyûp 'tan sayılmıştır. de şiirin iç uyumunu sağlarlar (Güz, 1987: 33-24). Ele aldığımız gazeller, Dîvan şiirinin genelinde Mısralardaki harfler veya hecelerin birbirlerine olduğu gibi redifli yazılmışlardır. Dîvanlardaki şiirlerin uymasına ve uyumlu bir şekilde kulağa gelmesine çoğunluğu redifli olmakla birlikte, redifi ikilemeye 'armoni' (harmony) denir (Kaplan, 1987: 201-203; dayananların sayısı fazla değildir.9 Bu da her iki gazele, Aksan, 1995: 205-217; Tural, 1983: 22). Ses kafiye ve redifin dışında, ikilemeden kaynaklanan bir düzenlemelerinin içerik ile uyuşması, kelimelere yeni ses zenginliği kazandırmaktadır. Bunun yanında renkler, değerler kazandırır (Bayrav, 1976: 68). redifin, fiil soylu Türkçe bir kelime ve hareket ifade Yahya Kemal, bu uyuma "derûnî âhenk" der ve sadece eden bir zarf-fiil olması, şiirin üslûbuna bir sadelik ve veznin ve kafiyenin şiir için yeterli olmadığını; canlılık kazandırmaktadır.

bilig-7/Güz '98

53

derûnî âhenk ve mısraın istifi kaybolunca şiirin de Ezgi bakımından zengin pes seslerin hâkimiyeti şiirdeki ortadan kalkacağını söyler (Beyatlı, 1984: 5). hüzünlü havayla da uyum sağlamaktadır. Şiirin iç uyumunu yani armoniyi sağlayan un- Necâtî'nin gazelinde ünlülerin kompozisyonuna surlar assonans (assonance) ve alliterasyon bakıldığında, düz-geniş ve ince ünlülerin hakim olduğu (alliteration)lardır. Bu kavramlar, Batı edebiyatında görülmektedir. 61 e sesine karşılık, 37 a (8'i â), 32 i, 7 ı bazen farklı anlamlarda kullanılmakla birlikte; sesi vardır. Yuvarlak ünlülerin sayısı ise 18 ö, 8 ü, 1 o, 9 edebiyatımızda assonans, ünlülerin benzeşmesine; u olmak üzere toplam 36 adettir. Bu da oldukça düşük alliterasyonlar ise ünsüzlerin tek başına ve ünlülerle bir orandır. Gerek sızıcı, akıcı seslerin gerekse ince genişletilmiş şekillerin benzerliklerine denilmektedir ünlülerin hâkimiyeti, sevgili karşısında içten içe, döne (Kaplan, 1987: 201-203; Tural, 1983: 22; Macit, 1996: 68-74; Cuddon, 1993: 25, 63; Bizdeki bazı yayınlarda da döne ağlayan (haykıran, feryâd eden değil), yakaran bir assonans ve alliterasyon terimleri farklı anlamlarda âşıkın hâliyle de bütünleşmektedir. Belâgat kitaplarında kullanılmaktadır. Özön, 1954; TDEK, 1992: III/22, bu gibi seslere (r, n, d, 1, vs. gibi) "elfâz-ı rakîka"ve 36, 37, 47). sesle anlamın bütünleşmesine de «lafzın mana ile Her iki gazelin ses örgüsüne bakıldığında, Necâtî i'tilafı» (uyumu) denilmektedir. Bu, bir güzelin Bey'in gazelinde ünlü-ünsüz oranı birbirine yakınken; kendisine uygun güzel bir elbise giymesine Bâkî'de ünsüzlerin oranının daha yüksek olduğu benzetilmektedir (Naci, 1996:19). görülmektedir. Mesela birinci beyitte, Necâtî Bey'de Daha önce belirtildiği gibi, Bâkî'de ünsüzlerin ve 26 ünlü, 28 ünsüze karşılık; Bâkî'de 25 ünlü, 35 ünsüz kalın ünlülerin oranı Necâtî'ye göre daha yüksektir. vardır. Ünsüzlerin hakim olduğu şiirler hareketli, akıcı; Bâkî'de 35 n, 26 r, 40 d ünsüzü ile 13 -er hecesi vardır. ünlülerin çoğunlukta olduğu şiirler ise daha durağan bir Bâkî'de de en çok kullanılan ünlüler e (10), ö (20), i yapıya sahiptir. Bunların birbirlerine eşit sayıda olduğu (38) dir. Diğer ünlüler ise o (1), ı (6), u (13), ü (12)'dür. şiirlerde ise bu nitelikler arasında bir denge ve Bâkî'de 43 a sesinden 20'si uzun â'dır. Necâtî'de ise birinden diğerine bir geçiş vardır (Güz, 1989: 89). 37 a sesinden sadece 7'si uzundur. Gerek â sesinin Fakat gerek «döne döne» redifinin sağladığı canlılık sağladığı assonans gerekse ç, t, k, p gibi sedasız, durgun, gerekse mısra düzenin sadeliği ve sağlamlığı, Necâti'nin tiz seslerin fazlalığı; düz bir şekilde akan Necâtî'nin gazelini de hareketlilik bakımından Bâkî'den geride bırakmamıştır. Buna karşılık, şiirlerin iç örgüleri şiirine karşılık, Bâkî'de yüksek perdeli, inişleri birbirlerinden farklıdır. Bu da, Bâkî'de 'hayâl'in, çıkışları olan bir âhenge sebep olmuştur. «Elfâz-ı Necâti'de ise 'duygu'nun ön plâna çıkmasından cezele»den (Naci, 1996: 19) olan bu sesler de, Bâkî'nin kaynaklanmaktadır. Seslerin nitelikleri incelendiğinde şiirine daha uygun bir elbise olmaktadır: de benzer bir durumla karşılaşılmaktadır. Her iki gazelde de, r, d, n sesleriyle -er hecesi şiirde Zevrak-âsâ gam-ı aşkunla yaşum gird-âbı en sık kulllanılan ses birimleridir. Necâtî Bey'de 41 n, Gark idüpdür sanemâ çeşm-i teri döne döne 33 r, 31 d ünsüzü ile 10 -er hecesi vardır. Katre-i eşkine öykündi diyü Bâkî'nün Çıkalı göklere âhum şereri döne döne Çarh-ı hakkâk yonupdur güheri döne döne Yandı kandîl-i sipihrün cigeri döne döne Yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi, her iki gazelde Sen olasın diyü yir yir asılup âyîneler de ses-anlam bütünleşmesi11 başarıyla Gelene gidene eyler nazarı döne döne gerçekleştirilmiştir fakat tamamıyla farklı tarzlarda... Necâtî Bey'in şiirinde, hüzünlü bir ezgiyi samimi bir Şiirde alliterasyon sağlayan bu seslerin hepsi dille ifade eden âşıkın yerini; Bakî'de, içindeki sedalıdır. N, r ise sızıcı, akıcı bir ünsüzdür. Patlayıcı dalgalanmalar zaman zaman girdâb' (anafor) ve gir- ve sedasız seslerin azlığı, Necâtî'nin üslûbuna, iniş bâd'ı\ (hortum) andıran ama ölçüyü elden bırakmayan çıkışları olmayan derin bir akıcılık kazandırmıştır. bir âşıka bırakmıştır.

bilig-7/Güz '98

54

c) Ses Örgüsünün Diğer Unsurları niş soluklu cümlelerden oluşmaktadır. Bu, şiirdeki hüznün verdiği ağırlığı kaldırmakta ve akıcı bir söyleyiş Gazellerde ritm ve armoninin dışında, kazandırmaktadır. Bakî'de iç içe geçen cümleciklerin tekrarlardan ve paralelliklerden de yararlanılmıştır. fazlalığı durakları arttırmakta ve şiire daha ağır bir Tekrarlar, bütün sanat dallarında estetik etkiyi 12 hava vermektedir. 'Niteki' 'âsâ' gibi edatların sağlamada kullanılan bir tekniktir. Gerek Dîvan kullanılması da bunu göstermektedir. gerekse halk şiirimizde, tekrarların çok önemli bir Necâtî'nin gazelinde fesahat hataları da yok yeri vardır ve bu, Türk şiirinin gelişimine paralel bir denecek kadar azdır. Necâtî Bey Dîvanı'nın tenkitli 13 şekilde zaman içerisinde daha da zenginleşmiştir. baskısında bulunan «mutribi şeh meclisinün» Her iki gazelin ses örgüsünde önemli bir yeri o-lan tamlamasında, "takdîm tehir"de hata vardır. Eskiler, ve ikilemeye dayanan redifler üzerinde daha önce buna "za'f-ı te'lîf" derler ve kelâmın fesahatına bir durulmuştu. Necâtî Bey'de, bunların dışında «gelene engel olarak görürler. Bu bazı nüshalarda «mutrib-i gidene» (6. beyit) ve «yer yer» gibi ikilemelere yer bezm-i uşşâk» şeklinde düzeltilmiştir. Bu, Necâtî'nin verilmiştir. Şu beyitteki ikilemeler, sesin ve anlamın mi yoksa müstensihlerin mi tasarrufudur, etkisini en üst seviyeye çıkarmaktadır: bilemiyoruz. Bakî'de ise, gird-bâd' ve 'hakkâk' kelimelerindeki Sen olasın diyü yir yir asılup âyîneler 'd' ve 'k'lerin tekrarı 'tenafür' (kakofoni)e sebep Gelene gidene eyler nazarı döne döne olmaktadır. Her iki gazelde, yine fesahat hatalarından kabul Bakî'de ise, redifin dışında ikilemeye yer edilen zincirleme tamlamalar yoktur (Dilçin, 1991: verilmemiştir. Gazeller içinde düzenli bir teknikte 19). Bakî'deki 5. beyitte ise, cümle unsurlarının yerli olmamakla birlikte tekrarlanan kelimelere de yerinde kullanılmamasından kaynaklanan bir 'ta'kid' rastlanmaktadır. (Dilçin, 1991: 19) (anlam kapalılığı) hissedilmektedir. Necâtî Bey'de zülfün" (2 adet), diyü (2), sana, sen Görüldüğü gibi Necâtî Bey, sade fakat güçlü bir ses (3); Bakî'de çıkar (2), eflâke (2), ol, aşkunla (2), yapısına sahipken; Bakî'de ses örgüsüyle ilgili teknikler tekrarlanan kelimelerdir. Bu tekrarların, Bakî'nin daha da zenginleşmiştir. Bu temiz ve zarif anlatım, gazelinde gerek sese gerek anlama belirgin bir etkisi Necâtî'nin en önemli özelliğidir. Bunu bir beytinde yoktur. Fakat Necâtî'de şahıs zamirleriyle (sana, sen) şöyle anlatır: ikinci tekil şahıs iyelik eklerinin, şairin (âşıkın) döne Tarz-ı eş'âra Necâtî bir letâfet virdi kim döne âh edişinde, sevgilinin rolünü vurgulamaktadır. Her melek meyl-i zerâfet idüben dîvân okur Buna karşılık Bakî'de, Dîvan şiirinde genellikle (Tolasa, 1982: 46) matla beytinde bulunan paralelliğe (Macit, 1996: 60) yer verilmiştir: Bu ses Bakî'de gelişerek daha renkli daha âhenkli bir hâl almıştır. Dîvan şairleri bu sesi, bir kuyumcu Çıkar eflâke derûnum şereri döne döne titizliğiyle işleyerek, «hâlis şiir»in en güzel örneklerini Dökilür hâke yaşum katreleri döne döne vermişlerdir. «Çünkü şiir ve alel-umum sanat her şeyden önce bir zanaatkarlık, madde üzerinde çalışma Bunların dışında düzenli bir paralellik yoktur. Şiir işidir. Parmakların arasında dili, şekil vereceği bir içine serpiştirilen aynı vezindeki veya aynı yapıdaki madde gibi görmeyen şair hiç bir surette şair olamaz» kelimeler de şiirin genel ses örgüsünü (Tanpınar, 1977:143). zenginleştirmektedirler (Dilçin, 1991: 81-82). Bunlar, Necâti'de, idesin (4. beyit)-olasın (5), zevk - şevk (2), 3. Üslûp harâb (3) - tavaf (5); Bakî'de ise yanupdur (2) -idüpdür (4), gird-bâd, gird-âb (6, 4) gibi kelimelerdir. Kendi içerisinde sistemli bir yapı olan edebî eserin, ses tabakasından sonra, anlam birimleri tabakası Kelimelerin dizilişi ve duraklar da şiirin ses dediğimiz kelime, kelime grupları ve cümleler örgüsünde önemli bir rol oynarlar. Necâtî'de bütün gelmektedir. Bunlar bir araya gelerek, canlandırdık- beyitler, birbirine zarf-fillerle (gerundium) bağlı ge-

bilig-7/Güz '98

55

lan nesneler, karakterler, zaman ve mekân unsurlarını 'dönmek'le ilgili kelimelerin daha fazla olduğu, oluştururlar (Wellek, vd. 1984: 277). Bir edebî eserin, dolayısıyla anlam-söz bütünleşmesinin onu daha kelime hazinesi, cümle yapısı, söz sanatları ve anlatım başarılı kıldığı görülmektedir: eflak, şerer, yaş, katre, düzeyleri, üslûp incelemelerinde akla gelen ilk fanûs-ı hayâl, yaş, gird-âb, gird-bâd, dolâb, dîde, mûm, hususlardır. ser-geşte, pervane, eşk gibi... Eski belâgatta buna «lafzın lafz ile i'tilafı» (uyumu) denilmektedir (Naci, a) Söz Varlığı: 1996: 70). Bakî'nin, gerek kasidelerinde gerekse gazellerinde bunun çok güzel örneklerini görmek Şiirde, gerek ses gerekse anlam bakımından, mümkündür. benzer kelimeler arasından şairlerin tercihleri çok önemlidir. Şiirin söz varlığı, seçilen isimler ve sıfatlar, b) Tamlamalar şairlerin kişilikleriyle ilgilidir. Şiirlerin kelime hazinesine bakıldığında, her ikisinde Şiir, iletişimden ziyade, bir heyecan verme, etkileme de fiil ve fiil soylu (mastar, sıfat-fiil, zarf-fiil) aracı olması sebebiyle, «dil içinde ayrı bir dil» kelimelerin, gazellerin alışılmış üslûbunun üstünde (Valery'den aktaran Akay, 1996: 12) olarak kabul olduğu görülmektedir. Necâti'de, 52 isim soylu (isim, edilmiştir. Şairler, günlük dilde kullanılan kelimeleri, sıfat-zamir) kelimeye karşılık, 38 fiil (24'ü fiilimsi) alışılmamış bağdaştırmalarla bir araya getirerek, günlük vardır. Bakî'de ise, (Necâtî'den bir beyit fazladır) 59 dilin anlatmaya gücünün yetmeyeceği hususları ifade isim, 36 fiil soylu kelime vardır. Fiil soylu kelimelerin etmeye çalışırlar. Şairin gücü, bu alışılmış malzemeden fazlalığında, redifin zarf-fiil olmasının etkisi büyüktür. alışılmamış bağdaştırmalarla güzeli, orijinali Bu kelimelerin fazlalığı, ses örgüsündeki ünsüzlerin yakalayabilmekte yatar. Tamlamalar şiirde bu açıdan oranını yükselttiği gibi, şiire harekete dayalı, canlı bir oldukça önemlidir. Bilhassa 17. yüzyıldan itibaren anlatım kazandırmaktadır. Her iki gazelde, sıfatların Sebk-i Hindî ile bu daha da önem kazanmıştır. çok az oluşu da gazellerde 'tavsifi' değil 'tarifi' bir Gerek Necâtî Bey, gerekse Bakî'ye baktığımızda, üslûbun olduğunu göstermektedir. Gerek Necâtî'de her ikisinde de birkaç sıfat tamlamasının dışında gerekse Bakî'de sıfatlar, şiirin üslûbunda belirgin bir genellikle isim tamlamalarının kullanıldığı rol oynamazlar. Necâtî'de sıfatlar birkaçı geçmez: "bu görülmektedir. Bunların da çoğu, sıradan, tahsislik şir-i ter", "simber" gibi. Bakî'de ise Necâti'ye göre bildiren tamlamalardır. Necâtî Bey'de, Bakî'ye göre biraz daha fazladır: "Âşık-ı haste-dil", "çeşm-ter", "ol tamlamaların sayısı daha azdır. Bunlar arasında dolabı", "ol sîm-beri", "ser-geşte", "çerh-ı hakkâk" gibi. «âhum şereri», «kandîl-i sipihrün cigeri», «gönül Görüldüğü gibi sıfatların çoğu, tahsîslik bildiren, şiirin, mısrı» gibi soyutu somutlaştıran isim tamlamaları şiire anlam dünyasına fazla bir katkısı olmayan çağrışım zenginliği kazandırmaktadır. Necâtî'de kelimelerdir. şiirinin yeniliğini belirten "şi'r-i ter"in dışında dikkati Buna karşılık, zamirler bakımından Necâtî Bey'in çeken sıfat tamlaması yoktur. şiiri daha zengindir. Bakî'de ise hiç yoktur. Necâtî'de 5 Bakî'de de çoğu tamlamalar, basit isim zamir vardır (sana, sen (2), ben). Bunlar, âşıkın tamlamalarıdır: yaşum katreleri, âşık-ı haste-dilün sevgiliye olan siteminin vurgulanmasını cigeri, gam-ı aşk, yaşum gird-âbı, katre-i eşki gibi... sağlamaktadırlar. Anlatıma güç ve zenginlik katan isim tamlamaları ise, İsimler bakımından, her iki şairde de soyut isimler derûnum şereri, fanûs-ı hayal, nâr-ı aşk, bister-i gam, azdır. Bu da, şairlerin iç dünyasından ziyade, 'dönmek' ve dide-i encümdür. Sıfat tamlamaları, Necâti'ye göre motifi etrafındaki hayâllere yönelmelerinden daha fazla olmakla birlikte, bunlar arasından feleğin kaynaklanmaktadır. Necâtî'de soyut isimler, âh, zevk, dönmesi sebebiyle 'hakkâk' (kazıcı, delici) olarak şevk, cân, gönül; Bakî'de ise derûn, nâle gam, eşk gibi nitelendirilmesi oldukça orijinal bir tamlama olarak kelimelerden ibarettir. dikkati çekmektedir. Her iki şairde de, 'kozmik' âlemle ilgili kelimelerin c) Cümleler çoğunlukta olduğu görülmektedir. Şairler dönmekle ilgili hayâllerini daha çok kozmik unsurlara Her iki şairin gazelleri, baştan sona fiil cümleleriyle yaslamışlardır. Bakî'de, bundan farklı olarak örülmüştür. Fakat cümlelerin sayısı Bakî'de

bilig-7/Güz '98

56

daha fazladır. Necâtî Bey'de, cümlelerden dördü (1, 3, zatî bir keyfiyettir. Şiir yaradılışı kıvrak, edası 6, 7. beyitler), zarf fiillerle bağlanan basit ama geniş temizdir. Şiiri hep bir seviyede gider, bir elden çıkmış hacimli fiil cümleleridir. Diğer üç cümle ise birleşiktir. gibidir. Her beyti darb-ı meseli andırır ve mana ile Gerek cümlelerin bu kompozisyonu gerekse fiillerin doludur. Birçok hayâlleri bakîr, manaları tatlıdır. ve isimlerin şiire hakimiyeti, Necâtî'nin gazeline ezgi Bütün Rûm şairlerinin ilk ve büyük üstadıdır.» bakımından zengin, akıcı bir söyleyiş vermektedir. 2. (Tarlan, 1963: XXV) ve 4. beyitlerdeki istifham sanatına dayalı cümleler ise şiirin anlamını daha da pekiştirmektedir. d. Edebî Sanatlar

Ayagı yer mi basar zülfüñe ber-dâr olanın Zevk ü Edebî sanatlar da üslûbun figürlerinden biridir. Bu şevk ile virür cân u seri döne döne açıdan bakıldığında da iki şairin birbirlerinden farklı olduğu görülmektedir. Necâtî Bey'de edebî sanatlar, Sen durup raks urasın karşuna ben boynum egem İne teşbîh, teşhîs, istiare ve hüsn-i ta'lîlden öteye gitmez. zülfün koca sen sîm-beri döne döne Şekil sanatlarıyla, şiire anlam derinliği ve çağrışım zenginliği kazandıran îham, tevriye gibi sanatlar onda Necati'deki geniş soluklu cümlelere karşılık; yoktur. 5. beyitte, ay ve güneşin âşıklara, sevgilinin Bakî'de daha kısa cümleler hâkimdir. Bunlardan beşi kapısının Kâbe'ye benzetilerek; onları gece gündüz (1, 6, 7, 8. beyitler), zarf-fiilllerle bağlanan basit ama tavaf ettiğinin söylenmesi, teşbih, teşhis ve hüsn-i ta'lil geniş hacimli cümlelerdir. 3 (iki basit cümle var) ve sanatlarının güzel bir örneğidir. 4. beyitler de basit cümlelerden kurulur. 5. beyit ise Bakî'nin bu gazeli de, diğer şiirlerinde olduğu gibi şartlı, istifhama dayalı birleşik cümlelerdir. Bakî'de, edebi sanatlar bakımından oldukça zengindir. 1. durakların ve cümlelerin fazlalığı, Necâtî'nin şiirinde beyitteki fıskiye mazmunu, eflâk-hâk tezadı, dört gördüğümüz akıcılığın kaybolmasına, yerini daha ağır, unsurla ilgili tenasüp; 6 ve 8. beyitlerdeki hüsn-i ta'lîl anlatılmak isteneni vurgulamaya dayanan bir üslûbun sanatları (hortumla toprağın göğe yükselmesinin, almasına sebep olmuştur. Bakî'de, daha önce de ifade yıldızların gözlerine sürme olması; feleğin matkaba edildiği üzere, 'dönmek' motifi daha belirgin bir benzetilerek, dönmesinin inciyi Bakî'nin gözyaşlarına şekilde öne çıkarılmıştır. Buna karşılık, aralıklı olarak özendiği için cezalandırılması sebebine bağlanması), gazele serpiştirilen 'idüpdür', 'yanupdur', 'yonupdur' şiirin imaj dünyasını güzelleştirmektedir. Ayrıca aşkın gibi fiiller bu ağırlığı telâfi etmektedir. Her iki gazelde hayal fanusuna benzetilmesi ve «seyr itdürür»deki de geniş zaman hakimdir. Bu da, âşıkın çektiği tevriye sanatı, Bakî'nin gazelini daha çekici ahların, döktüğü acıların devamlılığını kılmaktadır. belirginleştirmektedir. Belâgatçiler, şiirin manasını bir dilbere, edebî Eski belâgatçiler, şiirin nesirden farklı sanatları da onun giyinip kuşandıklarına, olunmayacak kadar tabiî olmasını isterler ve buna da takındıklarına ve süründüklerine benzetmişlerdir «saf şiir» derlerdi (Naci, 1996: 67). Günümüz şiirinde (Çavuşoğlu, 1986: 3). de, doğal rahat dilden yararlanma, şiiri çekici, etkili ve Necâtî'nin 'dilber'indeki sadelik ve zerafete kalıcı kılmanın bir yolu olarak kabul edilmektedir karşılık; Bakî'ninkinin daha renkli ve daha canlı (Aksan, 1995: 4547). Necâtî Bey'in cümlelerin-deki olduğu görülmektedir. yalınlığı ve letafetiyle, Bakî'den bu açıdan üstün olduğu görülmektedir. Bakî'nin şekle düşkünlüğü ise, 5. Muhteva onu daha külfetli ama güçlü bir söyleyişe götürmüştür. Necâtî Bey'in gazelinin muhtevası, «döne döne» Âşık Çelebi'nin şu sözleri, Necâtî'nin üslûbunu, hiç bir redifinden ziyade, şairin duyguları etrafında yoruma ihtiyaç bırakmayacak tarzda ifade etmektedir: şekillenmiştir. Bu gibi şiirlerde, belirleyici unsurun «Zatî'de şiir çalışma ve gayret ile kazanılmış arızî bir redif olmasına ve genellikle beyitler arasında konu iş. Necâtî’de ise güçlük çekmeden, yapmacığa bütünlüğünün bulunmamasına karşılık; Necâtî'nin düşmeden elde edilmiş şiirinde 'yek-âhenk’lik sağlanmıştır.

bilig-7/Güz '98

57

1960'larda gelişen «metin dilbilimime göre Şair ilk beyitte okuyucuya, son beyitte ise (textlinguistik); şiirin en önemli yanı, «çeşitli kendisine hitap eder. dizeleriyle -birbirinden bağımsız sözceler bile olsa- bir Gazelin ilk kısmının anlatım düzenini şöyle gösterebiliriz: bütünlük taşıması, sanatçının zihnindekileri bir bütün halinde aktarmasıdır» (Aksan, 1995: 258). Dilde Anlatıcı Özne Bildiri Benzet- Alıcı iletişim, cümlelerle değil 'metin'le gerçekleşir. Şiir bu (gönderici) (gönderge, nesne) melik 1 şair Âşıkın Döne döne göklere ? okur sebeple, belli bir "bir bildiriyi aktaran bir metindir ahlarının çıkarak gökyüzü (Aksan, 1995:257-258). kıvılcımları kandilinin ciğerini yakar. Dîvan şiirinde ‘metin', daha çok beyit seviyesinde 2 şair âşık Gönlünün, sevgilinin ? sevgili kalmakla birlikte, bunun şiirin bütününe ulaştığı saçına asılması sebebiyle döne döne örnekler de epeyce vardır. can verir. Necâtı Bey'in gazeli dikkatlice okunduğunda, 'sakî' 3 şair güvercin Gönül ülkesi harap ? sevgili olduğu için, döne (döne döne içki dağıtan sevgili), raks urma, mutrib, döne sevgiliye haber meclis gibi kelimeler; şiirin konusunun bir eğlence ulaştırır. meclisinde (bezm) geçtiğini göstermektedir. Âşık (şair) Gazelin ikinci kısmında ise, âşıkın gönlünün bu bu mecliste, sevgilisine karşı beslediği duyguları ifade derece harap olmasının sebepleri, yani sevgilinin etmektedir. dayanılmaz güzelliği anlatılır. Bu kısımdaki hayâller İlk üç beyitte, sevgili karşısında âh eden ve âhları sevgili etrafında örülmüştür. Şair önce, karşısında raks gökyüzü kandilinin ciğerini (güneşini) bile yakan bir eden sevgilisine, saçların döne döne seni kucaklarken, âşık imajı çizilmektedir. ben nasıl sabredeyim, diye sorar. Sevgilinin bulunduğu Âşıkın aşk ateşiyle dolu gönlünden çıkan âhların yer, Kâbe gibidir. Böyle olmasaydı ay ve gün, gece ve kıvılcımları, döne döne göklere çıkar ve gökyüzünün gündüz orasını tavaf ederler miydi? Yer yer asılan ciğerinin (ay) döne döne yanmasına sebep olur. aynalar, sevgili olabilir diye gelene gidene sürekli 1. beyitteki döne döne yükselme motifi, 2. beyitte bakarlar. Sevgilinin etrafında dönüp dolaşan sadece de devam eder. âşıklar değildir. Ay, güneş ve aynalar da onun yollarını gözlemektedir. Şair son beytinde ise nükteli bir şekilde Âşıkın gökyüzünü tutuşturacak kadar büyük âhlar gazelini tamamlar. Bezm alemindeki âşıkların çekmesi, normaldir. Çünkü onun gönlü, (döne döne duygularını dile getiren bu taze (orijinal) şiir, o derece rakseden) sevgilinin saçlarına asılmış ve dar ağacına güzel olmuştur ki, şâh meclisinde, mutrib tarafından asılan bir insan gibi döne döne can vermektedir veya okunsa yeridir. sevgilinin saçlarına kavuşmanın verdiği sevinçle âşıkın Gazelin ikinci kısmının anlatım düzeni şöyledir: ayaklan yerden kesilmiştir. Anlatıcı Özne Bildiri Benze Alıcı Sevgilinin geceye benzeyen siyah saçlarına bağlılık, (gönderici) (gönderge, nesne) t- bir kara sevda, bir kuru hevâdır. Bunun sonunda melik 4 şair sevgili varılacak nokta, kendini harap etmektir. sevgilini Döne döne sevgilinin ? n saçı belini kucaklar ve Şairin gönül ülkesi de harap olur. Bunun haberi, âşıkın kıskanç-lığına sevgiliye döne döne uçan güvercin tarafından iletilir. sebep olur. 5 şair ay ve Sevgilinin kapısını ? sevgili Bu imajın kullanılmasında, 'dönmek' motifinin gün döne döne tavaf çekiciliğinin yanında; kanaatimizce karşısında âh eden ederler. 6 şair âyine Sevgili olabilir diye ? sevgili âşıklara kayıtsız kalan sevgilinin ilgisizliğinin ifade döne döne gelene edilmeye çalışılmış olabileceği göz ardı edilmemelidir. gidene bakar. 7 şair mutrib Bu gazeli döne döne kendisi Gazelin ilk üç beyti, âşık etrafındaki hâyallerle okur. örülmekle birlikte anlatım düzeni değişebilmektedir. Bakî'nin gazelinde, Necâti'deki bütünlüğü Gazelde anlatıcı (verici), şair; 'alıcı' ise iki beyit göremiyoruz. Onun gazelinde, 6. beyitten itibaren dışında sevgilidir. kalem, redifin emrine verilmiştir. Necâtî Bey'de

bilig-7/Güz '98

58

gördüğümüz, eğlence meclisi ve sakî (sevgili) etrafında şair (âşık) yeniden kendisine döner ve sersem âşıkın duygulanmasına dayalı öz, Bakî'de yerini gönlünün, sevgilinin yanağında pervane gibi döne döne tamamen farklı hayâllere bırakır. Bakî, duygularının yandığını söyler. Son beyitte ise şair, döktüğü değil, redife uygun hayâllerin peşine takılır. gözyaşlarını inciye benzeterek; gökyüzü çarkçısının, Bakî'de, sevgiliden ayrı düşmenin verdiği hüzün dile kendisine özenen inciyi cezalandırmak için deldiği-ni getirilir. Bu sebeple o, gam yatağında sabahlara kadar belirtir. döne döne inler. Gazelin ilk beş beyti, âşık etrafındaki Anlatıcı Özne Bildiri Benzet- Alıcı hayâllerle örülmüştür ve şair bu kısımda su ve ateş (gönderici) (gönderge, nesne) melik motifleri etrafında sürekli oynar. 6 şair sevgilinin Yıldızların gözüne ? okuyucu Âşıkın, aşk ateşiyle dolu gönlünden çıkan kapısının sürme olabilmek toprağı için döne döne kıvılcımlar, göklere kadar çıkar. Gözyaşları da döne hortumla göklere döne yere dökülür. Gözyaşları, gök, âhlar gibi çıkar. 7 şair âşıkın Sevgilinin pervane sevgili kelimeler, bulut ve yağmuru çağrıştırmaktadır. gönlü yanağının etrafın- 2. beyitte, âşık bir hayâl fânûsuna benzetilir. da döne döne Necâtî Bey'de bu benzetmeler yoktur. Işığın haramiyle 8 şair çarh-ı Âşıkın gözyaşla- ? okuyucu hakkâk rına özendiği için dönen hayâl fanusu gibi, âşık da aşk ateşiyle döne döne döne döne inciyi yanar. Geceleri gözleri uyku görmez. Gam yatağında deler. sabahlara kadar döne döne âh eder. Aşk derdiyle Necâtî Bey ve Bakî'nin «döne döne» redifli gözyaşlarının girdâbı, yaşlı gözleri kayık gibi döne gazellerinin karşılaştırılmasından çıkan sonuçları şu döne batırır. İlk dört beyitte hüsn-i taliller, tezatlar ve şekilde sıralayabiliriz: benzetmelerle etkileyici, çağrışım bakımından zengin 1. Redifin, gerek halk gerekse Dîvan şiirimizde bir anlatım sağlanmıştır. Necâtî'de bunu önemli bir yeri vardır; hatta o başlı başına bir tema göremiyoruz. olarak kabul edilmiştir. Redifler, mısra düzeninin ve Şair, sevgilinin hasretiyle yanıp tutuşurken bayram içeriğin biçimlenmesinde önemli bir rol oynarlar. gelir. Dönme dolaplar, sevgiliyi döne döne seyrettirir; 2. Bugünkü bilgilerimize göre ilk olarak Necâtî Bey fakat bu şairin kıskançlığına sebep olur: tarafından kullanıldığı anlaşılan «döne döne» redifi, Anlatıcı Özne Bildiri Benzet Alıcı devrinde çok beğenilmiş ve kendisinden sonra birçok (gönderici) (gönderge, melik nesne) nazirelerin yazılmasına sebep olmuştur. 1 şair âşıkın Döne döne ? okuyucu 3. Dîvan şiiri, kendi içinde bir süreklilik içinde gönlünün göklere çıkar. gelişerek her büyük şairde önemli bir merhale kıvılcımı Döne döne katetmiştir. Dîvan edebiyatının gelişim çizgisinde iki âşıkın yere dökülür. gözyaşları önemli merhale olan, biri 16 asrın başlarında diğeri ise 2 şair âşıkın ciğeri Aşk ateşiyle hayâl sevgili sonlarında vefat eden Necâtî Bey ve Bakî'nin «döne döne döne fânusu yanar. döne» redifi etrafında yazdıkları gazellerin 3 şair âşık Aşk derdiyle ? okuyucu karşılaştırılması; iki şair arasında klasik şiirin ses ve geceleri döne anlam yapısındaki sürekliliği ve gelişimi döne inler. 4 şair âşıkın yaşlı Gözyaşlarının kayık sevgili göstermektedir. gözleri girdabında 4. Her iki gazelin konusu, aşkın verdiği acı ve döne döne batar sevgiliye duyulan özlemdir. Bu konu, Necâtî'nin 5 şair dolâb Döne döne ? dolâb gazelinde bir bütünlük içinde verilirken; Bakî'de redifin sevgiliyi peşinden gidilerek birbirinden güzel hayâller seyrettirerek âşıkın yakalanmaya çalışılmıştır. Necâtî'de duygunun ön kıskançlığına plana çıkması, onun şiirinde gazellerde aranan 'yakıcılığı' daha da belirginleştirmiştir. 6. beyitten itibaren ise, yukarıdaki beyitlerde 5. Her iki gazelde de, ses-anlam bütünleşmesi gördüğümüz bütünlük kaybolur. Sevgilinin ayağının başarılı bir şekilde gerçekleştirilmekle birlikte; toprağı, yıldızların gözüne sürme olabilmek için Necâtî'nin gazelinde iniş çıkışları olmayan derin bir hortumla döne döne göklere çıkar. 7. beyitte

bilig-7/Güz '98

59

akıcılık, Bakî'de ise zaman zaman alçalıp yükselen 5. Girye vü zâriyile oldı Necâtî dolâb yüksek, renkli bir ses yapısı vardır. Gülsitân-ı ser-i kûyuñı sular döne döne

6. Necâtî Bey, sade, temiz fakat güçlü bir anlatıma b sahipken; şekil kaygısını ön plânda tutan Bakî'de ses (İ. Ünv. Ktp., Ty. 1547, v. 488 )

örgüsüyle ilgili tekniklerin daha da zenginleştiği, daha 16 canlı ve renkli bir üslûbun hakim olduğu II. NAZÎRE-İ HIZRÎ görülmektedir. 1. Bu sebebden ki habâb agzuñ öper döne döne 7. Şahıs ve söyleyiş farklılıklarına rağmen, ilk Meclis-i meyde kadeh kanlar içer döne döne bakışta ortak bir benliğin eseri gibi görülen nazireler incelendiğinde; onların gerek ses gerekse öz 2. Rûzgâr aña yetişdürdi yaşum bahrini kim bakımından sanatkârlarının derin izlerini taşıdıkları Şimdi gird-âb oluban durmaz akar döne döne anlaşılmaktadır. Tabiî bunlar Necâtî ve Bakî gibi büyük 3. Şem'-i hüsnüñde göñül benzer o pervâneye kim şairler olunca... Cân atup subha dek odlara düşer döne döne II. DÖNE DÖNE REDİFLİ GAZELLER 4. Göricek kaddüñi dîvâne olup serv-i çemen Baş açuk raksa girer ne ola ger döne döne Çalışmamızın bu kısmı, nazire mecmualarından ve diğer kaynaklardan derlediğimiz «döne döne» redifli 5. Hızri 'âlemde belâ tîrine olalı nişân gazelleri ihtiva etmektedir.Gazellerin kaynağı Bu felek aña gam odların atar döne döne dipnotlarda belirtilmiştir. Taradığımız nazîre (İ. Ünv. Ktp. Ty. 1547, v. 488b) mecmuaları içinde14, sadece I. Ü., Küt., Ty. 1547 ve Ty. 920 no'da kayıtlı olanlarda «döne döne» redifli gazeller III. NAZÎRE-İ LÂMÎ'Î17 vardır. Her iki mecmuanın da müellifleri belli değildir. 1. Çerh kim göñlümi mihrüñle yakar döne döne Bunlara ilave olarak Mihrî Hatun'un bir gazeliyle Bir fenerdür ki hayâlüñle yanar döne döne çağdaş edebiyatımızdan bir şiir de verilmiştir.15 Yeni mecmualara ulaşıldıkça bu sayının daha da artması 2. Oldı dil murgı hevâ'î saçlı dâne beñüñ18 mümkündür. Okuyucunun, gazeller arasında bir Göz karardup saçuñ ağına iner döne döne karşılaştırma fırsatı bulabilmesi amacıyla, şimdilik 3. Dil-i miskîn kara kanlar akıdup hâme-sıfat derleyebildiklerimizi vermekle yetiniyoruz. Bunların İndürür hattuña zülfün gibi ser döne döne bütünü üzerindeki genel değerlendirmeler ise ayrı bir yazının konusudur. Aşağıda da görüleceği üzere ilk 4. Seni ey mâh görüp her gice koynunda felek olarak Necâtî Bey tarafından kullanılan bu redif, gerek Tañ mı tâvûs gibi raks ide ger döne döne çağında ve gerekse sonraki asırlarda birçok şair arasında 5. Murgveş derd-i dilüm her dem ider çerhe su 'ûd epeyce rağbet görmüştür: Ya 'ni sen mâha diler ilte haber döne döne I. NECÂTÎ 6. Kılca yol bulmadılar biline sim ü zer ile Bilse vezn ile kocar anı kemer döne döne Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilün 7. Kanda bulsa çevürür şîşler ol gamze dili 1. Bu safâdan ki kadeh agzuñ öper döne döne Yandı mihnetle gam odına ciger döne döne Nâr-ı gayretde kebab oldı ciger döne döne 8. Gird-bâd-ı gamı gird-âb-ı belâyı mı diyem 2. Ne revâdur bu ki ben kametimi halka kılam Bana bu ahter-i çerh itdi neler döne döne İnce bilüñ koca karşuma kemer döne döne 9. Lâmi'î serv-i kadüñ yâdına dolâb-sıfat 3. Sensin ol şâh-ı felek- mertebe kim leyl ü nehâr Gülşen-i kûyuñı zâr ile sular döne döne Yüz sürer işügüñe şems ü kamer döne döne (İ. Ünv. Ktp. Ty. 1547, v. 488b-489a) 4. Gözlerüm kıble-nümâ gibi olupdur n 'ola ger İşigüñ cânibine kılsa nazar döne döne

bilig-7/Güz '98

60

IV. NAZÎRE-İ KEBİRÎ19 3. Sen turup raks urıcak karşuña ben boynum egmem Yine zülfüñ koca sen sîm-beri döne döne 1. Leblerüñ câmını sâgar ki öper döne döne Ölmiş iken dirilür câna, irer döne döne 4. Şâm-ı zülfüñle gönül mısrı harâb oldı diyü Saña iletdi kebûter haberi döne döne 2. Girüben raksa tenüm yansa dil içde derdüm Tut ki fânûs-ı hayâl idi yanar döne döne 5. Ka 'be olmasa kapuñ ây ile gün leyl ü nehâr Eylemezlerdi tavâf ol güzeri döne döne 3. Gözümüñ yaşına yüz virmelü seyl-âb degül Ki hemân yüz bula başumdan aşar döne döne 6. Sen olasan diyü yir yir asılup âyineler Gelene gidene eyler nazarı döne döne 4. Âlemüñ 'aynı harâmî gözüñe öykünüben Boşuma günde nice tîg çeker döne döne 7 Ey Necâtî yaraşur mutrib-i bezm-i 'uşşâk Raks urup okıya bu şi'r-i teri döne döne21 5. Çekmege kara saçuñ ağına bu murg-ı dili Âsiyâbı felegüñ dâne döker döne döne (İ. Ünv. Ktp. Ty. 1547, v. 489a)

6. Getürüp ortaya bir gün dimedüñ kim nicesin VII. NAZÎRE-İ ZÂRÎ22 Bilüñe gerçege tolaşdı kemer döne döne 1 Kemeri kocmaga ol sîm-beri döne döne 7. Dil kebûter gibi 'ışkuñda mu'allak oynar Der-miyân itdi nice sîm ü zeri döne döne O hevâda per ü bâl açup uçar döne döne 2 Bûy-ı zülfinden eser bulmag-içün bâd-ı sabâ 8. Bâg-ı kuyuñda Kebîrî yine dôlâb gibi Yel yuyug olup ider her güzeri döne döne Yaş döker zari kılur nâle ider döne döne a 3 Sâgaruñ kanı dökülsün ki lebüñden göze göz (İ. Ünv. Ktp. Ty. 1547, v. 489 ) Yüz kızarduban olur bûseleri döne döne

V. NAZÎRE-İ MUHIBBÎ20 4 Sûfi gel hasıyet-i bâdeye ikrâr it kim Bülbül ider açuban gonceleri döne döne 1. Âh vâh ile günüm çünki geçer döne döne Tañ mı hecr ile kebâb ola ciger döne döne 5 Zâri rikkat idüp ol mûy-miyânı kocamoz Ne hayâl ile kocar ki kemeri döne döne 2. Nice kan yudmaya dil göz göre karşumda benüm b Kadeh agzundan öpe koca kemer döne döne (İ. Ünv. Ktp. Ty. 1547, v. 489 )

3. Yakalı âteş-i 'ışkına bu gün can u dili VIII. NAZÎRE-İ FERİDÎ23 Çıkar eflake şerârumdan eser döne döne 1 Vây ki çekdük yoluna derd-i seri döne döne 4. Görmedi görmeyiser ruhları mânendi hîç Görmişüz mihrüñ ile'y meh hatarı döne döne Âlemi gerçi gezer şems ü kamer döne döne 2 Gerd-i hecr ile irürdi gönül âyînesine 5. Dolaşup kâküline dil diler irmek lebine Çerh-i bed-mihri...... döne döne Resen-i zülf ile dil ya 'ni çıkar döne döne 3 Bir gün ey mâh-likâ devr umaruz rahm ideyin 6. Dutuşup âteş-i 'ışkı ile pervâne-sıfat İlede kûyuñ +a âşüfteleri döne döne Bu Muhibbî düşüp odlâre yanar döne döne 4 Her ki fânûs-ı müşebbek göreyin dirse gelüp (İ. Ünv. Ktp. Ty. 1547, v. 489a) Sadr-ı pür-sûzuma kılsun nazarı döne döne VI. NECÂTÎ 5 Nûr-ı ruhsâruña öykündügiçün naks u zevâl4 Buldı devrüñ güneşi vü kameri döne döne Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilün 6 Demler olsun nefes-i tîybına her dem getürür 1. Çıkalı göklere ahum şereri döne döne Nükhet-i zülfüñi bâd-ı seheri döne döne25 Yandı kandîl-i sipihrüñ cigeri döne döne 7 Odlara yakar idi bulsa Ferîdî sanma 2. Ayagı yir mi basar zülfüne ber-dâr olanuñ Bilüñi koçdugıyiçün kemeri döne döne Zevk ü şevk ile virür can u seri döne döne (İ. Ünv. Ktp. Ty. 1547, v. 489b)

bilig-7/Güz '98

61

26 IX. MİHRÎ HÂTÛN 6 Hubs ile beñzemegin şekli husûda meymûn Allah anı üşüben topa döger döne döne 1 Âteş-i gamda kebâb oldı ciger döne döne Göklere çıkdı duhanumla şerer döne döne 7 Nazmiyâ meclis-i dil-berde dem-â-dem agyâr Delü fişek gibi dolayu gezer döne döne 2 Cân firâkuñla fitîl oldı yanar döne döne Ten hayâlüñle fener oldı yanar döne döne (İ. Ü. Ktp. Ty. 920, v. 509b)

3 Hâk-i pâyuña yüzün sürmek içün şems ü kamer XII. NAZÎRE (NAZMÎ) Ser-i kûyuña gelür şâm u seher döne döne

4 Koşuna benzemek içün senüñ iy zühre-cebîn 1 Şevk ile sanki kılmaga nazar döne döne29 Kendüzin tutdı hilâl itdi kamer döne döne Tolanur kûyuñı şems ile kamer döne döne30

5 Can cân-bâzını gör la'lüñe irişmek içün 2 Subha dek bister-i gamda göremez hâb gözüm Rîsmân-ı ser-i zülfünden iner döne döne İderim fikr-i hayâlüñ giceler döne döne

6 Düşeli şevk-i hayâli lebünüñ Mihri dile 3 Raks ile döndi çü fânûs-ı hayâle cismim Ateş-i gamda kebâb oldı ciger döne döne Şem' olup dil anuñ içinde yanar döne döne b (Dîvan, Süleymaniye Küt., Ayasofya 3974, v. 65 ) 4 Eşk-i galtânum olup su gibi her yaña revân Yüzini hâk-i reh-i yâre sürer döne döne X. NAZMÎ27 5 Nazmiyâ sâki-i meclis idüp ihsân-ı tamâm 1 Bâd kim her yañadan turmaz eser döne döne Tolularla bize hürmetler ider döne döne Virür ol gerdiş-i gerdûndan eser döne döne (İ. Ü. Ktp. Ty. 920, v. 509b) 2 Kimi olursa bu devrân niçe zârî birle Nerd-i gamda son ucı zâr üser döne döne XIII. (NAZMÎ) 3 Rûzgâruñ eleminden bir eserdür her dem Toz koparmagla ka 'r-ı gama ki döner döne döne28 1 Tolanup kûyuñı 'âşık ki gezer döne döne Ol safâyile vefâ zikrin ider döne döne 4 Ateş-i 'ışk ile pür-sûz olan 'âşık-vâr Rûz u şeb şevke gelür şems ü kamer döne döne 2 Haşre dek merkadümüñ her giyehi ey yüzi gün Güneyim gibi sana yüz tutar döne döne 6 Nazmiyâ 'âşık olan devrde dôlâb-sıfât 3 Kaddüñ üftâdesidür bencileyin kim her gün Nâle vü zâr ile göz yaşı döker döne döne Sâyeñ ey serv ayaguña düşer döne döne (Mecmua-i Nezâir, İ. Ü. Küt., Ty. 920, v. 509b) 4 Zülfüne benzemegin şevk kılup her tâvûs Cilve-i nâz ile cevlânlar ider döne döne XI. NAZÎRE (NAZMÎ) 5 Bâg-ı kûyuñ tolanur şiddet-i savtıyla adû 1 Bâd kim her yañadan turmaz eser döne döne Sanki ey dost çakıldakdur öter döne döne Rûzgâruñ gamını yâd ider döne döne 6 Katre-i eşk ile Nazmî tolanur dâyre gibi 2 Yârdan yâri bu devrân ayırup ilden ile Sank'idüp reml-i 'Ali nokta döker döne döne Bir sapan kayası mânendi atar döne döne 7 Câme-h âb içre sürer cânı safâsın giceler 3 Düşe tura kaçar a 'dâ işidüp na 'remi san Ol ki cânânını pehlûya çeker döne döne Bâd öñince has u hâşâk gider döne döne (İ. Ü. Ktp. Ty. 920, v. 509b) 4 Tîşe-i cevri keser 'ömrümü yârüñ turmaz Matkab-ı mihneti bagrumı deler döne döne XIV. NAZMÎ 5 İtse ol serv-i revân seyr-i gülistân ezhâr Düşer ayağına yüzini döşer döne döne 1 Gün ki her gün tolanur işbu yiri döne döne Mihr yüzinden ider hoş nazarı döne döne

bilig-7/Güz '98

62

2 Var durur var ise mihri eseri göñlinde XVII. NAZMÎ Güneyüñ kim güne eyler nazarı döne döne 1 Her cuyın saña ki eyler nazarı döne döne 3 Şol hevil ehli olanlar ana döñer ki hevâ Medh ider hüsn ile hep sen peri döne döne Her dem âvâre ider zerreleri döne döne 2 Şevk-i mihrüñle k'ölem ben yine bezmüñde senüñ 4 Sarınur sarıgını başına her kim ki büyük Çeker ol uzadıya derd-i seri döne döne Raks ide topragumuñ zerreleri döne döne 5 Hükm ider geh dile gam gâh ferah Nazmî san 3 Ey peri şem '-i ruhuñ şevkine pervâne-i dil Birbiriyle savaşur iki çerî döne döne Yandurupdur nice kez bâl u peri döne döne 4 Yâr dül-bendini çok sardı bugün şöyle ki âh a (İ. Ü. Ktp. Ty. 920, v. 510 ) Virdi dül-bendi aña derd-i seri döne döne

XV. NAZMÎ 5 Her nefes Nazmi ney-i nâleyile kûyuñdan Mevleviler gibi eyler güzeri döne döne 1 Çerhe deyse n 'ola mihrüñ kameri döne döne (İ. Ü. Ktp. Ty. 920, v. 510a) Kim ider kûyuña her şeb güzeri döne döne XVIII. BÂKÎ 2 Cûş idüp 'ışkuñ ile girdi semâ'a gird-âb Yüz tutup göklere eyler nazarı döne döne 1 Çıkar eflâke derûnum şereri döne döne Dökilür hâke yaşum katreleri döne döne 3 Bâd-girdi eseri gerd-i rehüñ raksa koyar Tozıdur şöyle ki her reh-güzeri döne döne 2 Âşık-ı haste-dilüñ niteki fânûs-ı hayâl Nâr-ı aşkuñla yanupdur cigeri döne döne 4 İki taş alup ele kendümi turmaz dögerin Âsiyâlar gibi şâm u seherî döne döne 3 Bister-i gamda gözüm giceler uyku görmez 5 Nazmiyâ mâh-ı felek 'azm kılup her tarafa İderin subha degin nâleleri döne döne Şeh Süleymân gibi eyler seferi döne döne 4 Zevrak-âsâ gam-ı 'ışkunla yaşum gird-âbı (İ. Ü. Ktp. Ty. 920, v. 510a) Gark idüpdür sanemâ çeşm-i teri döne döne XVI. NAZMÎ 5 İd-gâhuñ göreyin iñlesün ol dolabı İle seyr itdürür ol sîm-beri döne döne 1 Seyr kılmaga sen alnı kameri döne döne Günde tokuz tolanur çerh yiri döne döne 6 Dide-i encüme kühl olmag içün eflâke 2 Kâmetüñ yâdına serv-i çemen urmazdı semâ' Gird-bâdile çıkar hâk-i deri döne döne Almasa bâd-ı sabâdan haberi döne döne 7 Tolaşaldan ruhı şem 'ine dil-i ser-geşte 3 Ko sözüñ ki öykündügi içün şimşâd31 Yondı şehrüñ anı çıkrıkçıları döne döne Yakdı pervâne-sıfat bâl ü peri döne döne

4 Halka-i zikre girer sûfi semâ 'ile turup 8 Katre-i eşkine öykündi diyü Bâki'nüñ Kendine vây ki virür derd-i seri döne döne Çarh-ı hakkâk yonupdur güheri döne döne 5 Nazmiyâ gam çeken ancak seni sanma ki felek Hâk idipdür gam ile pençeleri döne döne (Bakî Divânı, Haz. S. Küçük, Ank. 1994, s. 387.) (İ. Ü. Ktp. Ty. 920, v. 510a)

bilig-7/Güz '98

63

AÇIKLAMALAR

1 Şinasi Tekin bunlara «gramer alliterasyonu» der. Şinasi Ünver, "ikilemelerle Yazılmış Dört Gazel', Türk Dili, Sayı: 438, Tekin, "İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı", Türk Dünyası El Kitabı, Ank. 1988, s. 291-297. C.3, Ank. 1992, s. 22; "Uygur Edebiyatının Meseleleri", Türk 10 «Kimi uyaklar gerçekten, anlam olarak aktarılanları sesle Kültürü Araştırmaları, Ank. 1965, s. 27-30; Peter Zieme, "Eski desteklemektedir. Eğer benzetme yerindeyse, bestelenmiş bir şiirde Uygurların Burkancılıkla ilgili Alliterasyonlu Koşukları Üzerine", metinle miziğin birbirleriyle uyuşması, bütünleşmesine benzeyen I. M.Arası Türkoloji Kong.,Tebliğler2, İst. 1979, s. 566. bir durumda dinleyene tattırılan duygu yükü çok fazla olmaktadır.» 2 , Şeyhî Nesimî, Yahya Bey, Necatî, Ahmed Doğan Aksan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, 1995, s.192. Paşa, Zatî, Muhibbî, Şemsî Paşa, Hayalî, Cevrî, Şeyhülislam 11 Doğan Aksan, şiirde yer alan sözcüklerin anlatılmak istenen Yahya, Hayretî, Usulî, Nailî gibi şairlerin divanlarındaki gazeller duygu ve hayâle uygun düşen seslerden seçildiğiyle ilgili görüşlere üzerinde yapılan istatistikî bir çalışma, bunların %58'inin redifli ihtiyatla yaklaşarak; ses sıklığıyla konu arasındaki ilgi hakkında bir olduğunu göstermektedir. Bk. Mehmet Akkaya, "Dîvan yargıya varmaz. bk. Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, 217. Şairlerinin Gazellerinde Harf Tercihleri ve Redif Hususu", İlmî 12 «...Mimaride, resimde, heykelde, dekoratif sanatlarda, Araştırmalar, Sayı: 3, İst. 1996, s. 21. musikîde olduğu gibi, edebiyatta da bir motifin bir sesin, bir ifade 3 Yahya Kemal, Edebiyata Dair, İst. 1984, s.133-134: «Vakıa tarzının muayyen veya gayri muayyen aralıklarla tekrarı, insan Acem'in lisanı Aryanî bir lisandır, Türkçe bilakis Turanîdir. Bu iki üzerinde büyüleyici bir tesir bırakır. Zâten sanat da bir çeşit büyü lisan ayrı ayrı ta biattedirler; birinde fiiller cümlenin başında değil midir?. Bütün sanatlar tekrarın bu tesirinden faydalanırlar.» diğerinin sonunda gelir. Eğer mantıken düşünülecek olursa Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, s.36. denilebilir ki Farisî'de redif fazladır. Farisî şiir tıpkı Almanca, 13 Tekrarlar için bkz. Cem Dilçin, "Fuzulî'nin Şiirlerinde Söz İngilizce, Fransızca şiir gibi tabîaten redifsiz olmalıydı. Türkçede Tekrarlarına Dayanan Bir Anlatım Özelliği", Türkoloji Dergisi, bilakis redif zaruridir, çünkü fiil cümlenin sonunda gelir, C.X, Sayı: 1, Ank. 1992, s. 77-114; Doğan Aksan, a.g.e., s.218- fiillerdense kafiye olmaz, diğer kelimelerden olur, binaenaleyh 230; Muhsin Macit, Dîvan Şiirinde Ahenk Unsurları, Ank. 1996, s. rediften önce kafiyeye de ihtiyaç vardır.» 20-56; Tunca Kortantamer, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ank. 4 Dîvan şiirinde nazîre geleneği için bk. Edith Gülçin 1993, s. 300-301. Ambros, "Nazîre, the will-o-the-wisp of Ottoman Dîvan Poetry", 14 Tarama fırsatı bulduğumuz nazire mecmuaları şunlardır: Wiener Zeitschrift Für die Kunde Des Morgenlandes, Wien 1989, Mecmu'atü'n-Neza'ir, Ali Emiri Küt., Manzum 673. s. 57-83; Tahir Üzgör "Klâsik Edebiyatımızda Gül Redifli Şiirler Câmi'ü'n-Neza'ir, İ.Ünv. Küt., 1547. ve 'nin Gülü", Bir Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, sayı: Mecmu'atü'n-Neza'ir, Ali Emiri Ef., Manzum 674. 3 (1995), s. 277- 292; Cem Dilçin, "Dîvan Şiirinde Gazel", Türk Metliü'n- Neza'ir, Süleymaniye Küt., Lala İsmail Efendi, No. Dili (Dîvan Şiiri Özel Sayısı), Ank.I986, sayı: 415-417, s. 90-92; 576(Haz.HisaI). Rasih Erkul, "Halk şiiri ve Dîvan Şiirinde Redif, Karşılaştırmalı MehmedEmin (?), Mecmu'a-i Nez'ir, İstanbul Ünv., Ktp. Ty. Edebiyat Araştırmaları Sempozyumu III,30.5.1997-1.6.1997, 739. Çanakkale. Mecmu'a-i Neza’ir, İstanbul Ünv., Ktp. Ty. 2995. 5 Nef î, bu söze telmihte bulunarak şunları söyler: Ben Mecmu'a-i Neza’ir, İstanbul Ünv., Ktp. Ty. 1547. cihân-ârâ şehenşâh-ı cihân-ı ma'nîyem Sözlerün de Mecmu'a-i Neza’ir, İstanbul Ünv., Ktp. Ty. 920. pâdişâh-ı kâmrânidür sözüm Mecmu'a-i Neza’ir, İstanbul Ünv., Ktp. T. 2448. (Divan-ı Nef î, İst. 1252, s. 2.) Mecmu'a-i Neza’ir, Süleymaniye Kütp., H. Hüsnü Paşa, 1031. 6 Tarlan'da "idesen"dir şiirin ses örgüsüne katkısı Ömer bin Mezid, Mecmu'a-i Neza’ir, (Yay. Mustafa düşünülerek M.b, Tk. Nüshalarındaki varyant tercih edilmiştir. Canpolat), Ank. 1982. 7 Bazı araştırmacılar, nazım şeklinin yerine, Fransızca 15 «Döne döne» redifli gazellerden etkilenerek yazılan "poemes a forme fixe" karşılığından hareketle "sabit nazım şiir(lere) de rastlanmaktadır. Bulabildiğimiz, M. Demiray'a ait bir şekli" terimini tercih etmektedirler. Bk. M. Kaya Bilgegil, örneği burada veriyoruz: Yakınçağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, II. Erz. 1980, s. 275: Sadık Tural, "Şiirin Dünyasına Yaklaşmak IV", DÖNE DÖNE Konevî, Sayı: 15, Aralık 1983, s. 12. Zaman 8 Ahenk unsurları ve Türk şiirin ses gelişimi için bk. Tunca bağrı alev bir küheylân Kortantamer, " Türk şiirinde Ses Konusunda ve Ses gelişmesinin yaslanmış dağ güneşine Devamlılığı Üzerine Genel Bazı Düşünceler"', Türk Dili ve kişniyor Edebiyatı Araştırmaları Dergisi,sayı:1, İzmir 1982, s.61-62. ; içimde döne döne Sabahattin Küçük, "Şiir ve Şiir Sanatında Ses Unsuru", Fırat Ünv., Edebiyat Fakültesi Dergisi, Elazığ 1981, C.l, s.102-112; Muhsin aşka taptığım yıllar Macit, Dîvan Şiirinde Ahenk Unsurları, Ank.1996; Doğan Aksan, buz gibi bir yoksulluk Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Ank.1995, s. 184-243 ve eşkiyalar 9 Redifleri ikilemelerden oluşan gazellerin yanında, katırcının sesi emine tamamıyla ikilemelerle örülmüş gazeller de vardır. bk. İsmail evrenimde hâlâ savrulur döne döne

bilig-7/Güz '98

64

ey tazısı seherin Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ank. 1988, s. 248; Latif, Tezkire-i uzak dur dişleri kurşun avcıdan , İst. 1314, s. 280. anılarımı verme eline 20 Muhibbî: Kanun Sultan Süleyman. Yavuz Sultan Selim'in güz ağrısı yollardan sancak beyliği sırasında 1494 yılında Trabzon'da doğdu. 1520'de getir kalbime döne döne babasının yerine tahta çıktı. Muhıbbî mahlasıyla şiirler yazdı. Hacimli bir Dvanı vardır. bk. Coşkun Ak, Muhibbî Dîvanı, Ank. kuşatma bitti 1987; Vâhid Çubuk, Dîvan-ı Muhıbbî, İst. 1980. şimdi yüzümde mor sessizlik 21 VI - 7 şi'r-i teri: şi'ri - Metin bakıyorum maviler içinden 22 Zarî: Üsküp'te doğdu Sultan Bayezid döneminde ölen ovamdaki ırmak bilge denize şairlerdendir. Necati'nin döne döne redifli gazeline nazire varıyor döne döne söylemiştir. K. Hasan Çelebi, a. g. e.428; Dîvan Edebiyatı isimler ama nedir bende bu eksilen bu Sözlüğü. s. 545. 23 sönen, bu tükenen yüreğimden Feridî: Edebiyatımızda birkaç Feridî mahlaslı şair olmakla engine sevdalarım mı kuşlar gibi birlikte; bu, Üsküp'te doğan Haraççı Hüsam lakabıyla tanınan bu uçup giden döne döne Yavuz Sultan Selim döneminde Edirne'de ölen Ferid olmalıdır. Latifî, onun nükteli ve kibar biri olduğunu söyler. Dîvan Edebiyatı ve sonu mu yolun İsimler Sözlüğü, 139,140; Latif, Tezkire-i Latifî, İst.1314, s. 264. zor veda etmek sevgine 24 VIII- 5 nûr-ı: nûr u Metin kim bilir belki yakın 25 VIII- 6 bâd-ı: bâd u Metin düşmek toprağa 26 Mihrî Hatun: Tanınmış kadın Dîvan şairlerindendir. yaprak gibi döne döne Amasyalı olduğu bilinen şair 865/1460'ta doğmuştur. Öğrenimini (Türk Dili, Sayı: 506, Ank. 1994, s. 110-111.) Amasya'da yapan Mihrî, Necatî, Güvahî, Makam, Aftabî ve Münirî 16 Hızrî: Edebiyatımızda Hızr mahlasını taşıyan yedi dîvan gibi devrinin şairleriyle arkadaşlık etmiştir. Devrinde şiirlerinin ve şairi vardır. (bk. H. İpekten- M. İsen- R. Toparlı- N. Okçu- T. kendisinin güzelliğiyle tanınmıştır. Şiirlerinde Necatî'nin etkisi Karabey, Tezkirelere Göre Dîvan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ank. görülmektedir. 912/1506 yılında Amasya'da ölen şairin Dîvanı 1988,., s. 206-208.) Bu Hızr, asıl adı Hızır Bey Çelebi olan ve vardır. bk. Fahir İz, Günay Kut, "XV Yüzyıl Dîvan Nazım ve Nesri", mezarı Şeyh Vefa Cami civarında Necatî Bey'in mezarının Büyük Türk Klâsikleri, c. 2, İst. 1985, s. 227; Mihrî Hatun Dîvanı, yakınında olan şair olmalıdır. O, ilk İstanbul kadısı olup, Mevlana (E. İ. Mastokova), Moskova 1967; Gönül Ayan, " Mihrî Hatun ve Hayalî ve Kastellî gibi iki önemli isim yetiştirmiştir. Üç dilde şiirleri Şiirleri", Erdem, c. 5, sayı: 15, Ank. 1990, s. 23-32. vardır. bk. Kınalızade Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-Şuarâ (Haz. İ. 27 Nazmî: Asıl adı Mehmed'dir. Edirne'de doğdu. Ahkâm Kutluk), Ank. 1978, s. 340- 342; Dîvan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, s. kâtipliği ve silahdarlık görevlerinde bulundu. 1555'ten sonra öldüğü 207. tahmin ediliyor. Türk-i Basît akımının önemli temsilcilerinden 17 Lamiî: 16. Yüzyıl Dîvan şairlerindendir. Bursa'da doğdu. biridir. Dîvan ve Mecma'u'n-Nezair, adlı eserleri vardır. Basit Kesin olmamakla birlikte doğum tarihinin 872/1472 olduğu tahmin Türkçeyle yazdıkları şiirleri eski harflerle F. Köprülü tarafından edilmektedir. Medrese öğreniminden sonra Nakşi Şeyhi Emir yayımlanmıştır. Köprülüzade Mehmet Fuat, Millî Edebiyat Buhari'ye intisap etti. Hayatının tamamını geçirdiği Bursa'da 1582 Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Dîvan-ı Türk-i Basît, İst. 1928 yılında öldü. Telif eserlerinin yanında Cam'den çevirdiği eserleriyle (Bunda döne döne redifli gazeller yoktur); H. İpekten, M. İsen, tanındı. Bu sebeple Cami-i Rûm olarak anılmıştır. Manzum mensur T.Karabey, M. Akkuş, XVI. Yüzyıl Dîvan Nazmı", Büyük Türk birçok eseri vardır. bk. Günay Kut. "Lami Çelebi and His Works" , Klâsikleri, c. 3, İst. 1986, s. 304. Journal of Near Eastern Studies, XXXV (2). 1976; Nuran Tezcan, 28 X-3b : Vezne uymuyor. "Bursalı Lamiî Çelebi", Türkoloji Dergisi, c. VII, Ank. 1979, s. 305- 29 XII-1 a: Vezne uymuyor. 307. 30 XII-2 b: Vezne uymuyor. 18 III/2 a: Vezne, uymuyor. 31 XVI -3 a: Vezne uymuyor. 19 Kebirî: Tezkirelerde bu mahlası taşıyan tek şair, kaynaklarda Rumelili veya Florinalı olduğu belirtilen ve II.Bayezid devrindeki büyük depremde hayatını kaybeden Kebir'dir. Kaynaklar şiirlerini pek beğenmezler, bk. Dîvan

bilig-7/Güz '98

65

KAYNAKLAR

Ahmet Cevdet Paşa, (1326), Belâgat-i Osmaniye, İstanbul. Küçük, Sabahattin, (1981), "Şiir ve Şiir Sanatında Ses Unsuru", Akay, Hasan, (1996), "Şiir Dili ve Türk Şiir Dilinde Leke", İlmî Fırat Ünv., Edebiyat Fakültesi Dergisi, Elazığ. Araştırmalar, Sayı: 3, İstanbul. Küçük, Sabahattin, (1988), Bakî ve Dîvanından Seçmeler, Akkaya, Mehmet, (1996), "Dîvan Şairlerinin Gazellerinde Harf Ank.1988. Tercihi ve Redif Hususu", İlmî Araştırmalar, Sayı:3, Kurnaz, Cemal, (1997), Divan Edebiyatı Yazıları, Akçağ Yay., İstanbul. Ankara. Aksan, Doğan, (1995), Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Engin Yayınları, Macit, Muhsin, (1996), Dîvan Şiirinde Ahenk Unsurları, Ankara. Ankara. Mazıoğlu, Hasibe, (1961), "Necati'nin Türk Dili ve Edebiyatının Ambros, Edith Gülçin, (1989), "Nazire, the will-o-the-wisp of Gelişimindeki Yeri", Türk Dili, Sayı:114, Ankara. Ottoman Dîvan Poetry", Wiener Zeitschrift Für die Kunde Mengi, Mine, (1986), "Necati'nin Şiirlerinde Atasözlerinin Des Morgenlandes, Wien Kullanımı", Erdem II, Ankara. Bayrav, Süheylâ, (1976), "Dilbilimsel Edebiyat Eleştirisi", Menteşe, Oya Batum, (1996), Bir Düşün Yolculuğu, Edebiyat, Dilbilim, Sayı: 1, İstanbul. [Beyatlı], Yahya Kemal, (1984), Sanat, Eleştiri Yazıları, Ankara. Edebiyata Dair, 2. Baskı, İstanbul. Naci, Muallim, (1996), Istûlahât-ı Edebiyye, (Haz.Y. Saraç), Bilgegil, M. Kaya, (1980), Yakınçağ Türk Kültür ve Edebiyatı İstanbul. Üzerinde Araştırmalar, C. II, Erzurum. Okay, Orhan, (1990), Sanat ve Edebiyat Yazıları, İstanbul. Birkiye, Atilla, (1984), Yapısalcılığın Eleştirisine Doğru, Varlık Olgun, Tahir, (1973), Edebiyat Lügati, İstanbul. Yayınları, İstanbul. Özön, M.Nihat, (1954), Edebiyat ve Tenkid Sözlüğü, İnkılap Caferoğlu, Ahmet, (1984), Türk Dili Tarihi, İstanbul. Kitabevi, İstanbul. Çavuşoğlu, Mehmed," Divan Şiiri", Türk Dili, Türk Şiiri Özel Şafak, Yakup, (1996), "Fars ve Türk Edebiyatlarındaki Aruz Sayısı II (Dîvan Şiiri), Sayı: 415-417, Ankara. vezinlerin Ritmik Yapıları Üzerine Düşünceler", Yedi Çavuşoğlu, Mehmed, (tsz.), Necatı Bey Dîvanı, Tercüman 1001 İklim, Sayı:70. Temel Eser. Stankıewicz, Edward, (1980)," Dilbilim ve Şiir Dilinin Cuddon, J.A., (1993), .A Dictionary of Literary Terms and Literary İncelenmesi", (Çev. A. Kocaman) Türk Dili, Yıl: 30, C XLI, Theory, Camdridge. Dilçin, Cem, (1986), "Dîvan Şiirinde Sayı: 348, Ankara. Gazel", Türk Dili (Dîvan Şiiri Özel Sayısı), Sayı:415-417, Tanpınar, A. Hamdi, (1976), 19'uncu asır Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara. İstanbul. Dilçin, Cem, (1991)," Fuzulî'nin Bir Gazelinin Şerhi ve Yapısal Tanpınar, A. Hamdi, (1977), Edebiyat Üzerine Makaleler, 2. Bsk, Yöneden İncelenmesi", Türkoloji Dergisi, C.IX, Sayı:1, İstanbul. Ankara. Tarlan, A. Nihat, (1963), Necatî Beğ Dîvanı, İstanbul. Dilçin, Cem, (1992), "Fuzulî'nin Şiirlerinde Söz Tarlan, A. Nihat, (1985), Fuzulî Dîvanı Şerhi, C. I, Ankara. Tekrarlarına Dayanan Bir Anlatım Özelliği", Türkoloji Tekin, Şinasi, (1965),; "Uygur Edebiyatının Meseleleri", Türk Dergisi, C.X, Sayı: 1, Ankara. Kültürü Araştırmaları, Ankara. Eliot, T.S., (1983), Edebiyat Üzerine Düşünceler, Ankara. Tekin, Şinasi, (1992), "İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı", Türk Erkul, Rasih, (1997), "Halk Şiiri ve Dîvan Şiirinde Redif", Dünyası El Kitabı, C.3, Ankara. Karşılaştırmalı Edebiyat Araştırmaları Sempozyumu III, Tolasa, Harun, (1982)," Dîvan Şairlerinin Kendi Şiirleri Üzerine 30.5.1997-1.6.1997, Çanakkale. Düşünce ve Değerlendirmeleri", Türk Dili ve Edebiyatı Güz, Nüket, (1987), "Şiirde İşlev ve Yapısal Araştırmalan Dergisi, Sayı: 1, İzmir. Çözümleme",Dilbilim, Sayı: 7, İstanbul. Tural, Sadık, (1983), "Şiirin Dünyasına Yaklaşmak IV", Konevî, İpekten, Halûk, (1988), Bakî, Hayatı, Edebi Kişiliği ve Bazı Sayı: 15. Şiirlerinin Açıklamaları, Erzurum. Üzgör, Tahir, (1995), "Klâsik Edebiyatımızda Gül Redifli Şiirler ve İpekten, Halûk, (1994), Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Fuzuli'nin Gülü", Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Sayı: 3. Aruz, İstanbul. Wellek, R. - A. Warren, (1984), Edebiyat Biliminin Temelleri, Çev. İsen, Mustafa, (1997), Ötelerden Bir Ses Divan edebiyatı ve A. Edip Uysal, Ankara. Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler, Ankara. Yetiş, Kâzım, (1988), "Ahenk" mad., T.D.V. İslam Kaplan, Mehmet, (1987), , Dergâh Yayınları, İstanbul. Ansiklopedisi, C I, İstanbul. Kortantamer, Tunca, (1982), "Türk Şiirinde Ses Yetiş, Kazım, (1996), Talîm-i Edebiyatın Retorik ve Edebiyat Konusunda ve Ses Gelişmesinin Devamlılığı Üzerine Genel Sahasında Getirdiği Yenilikler, Ankara. Düşünceler", E. Ü., Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Zieme, Peter, (1979), "Eski Uygurların Burkancılıkla ilgili Dergisi, Sayı: 1, İzmir. Alliterasyonlu Koşukları Üzerine", I. M.Arası Kortantamer, Tunca, (1993), Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Akçağ Türkoloji Kong. Tebliğler 2, İstanbul. Yayınları, Ankara.

bilig-7/Güz '98

66

THE RHYME OF «DÖNE DÖNE», FROM NECÂTÎ BEY TO BÂKÎ Asst. Prof. Osman HORATA, PhD The Instructor at the faculty of Letters Hacettepe University

ABSTRACT

Redifs occupy an important place both in Classical Necâtî Bey was well received and appreciated in his and Folk Poetry. time. These are very important in the formation of lines In the first part of our article gazels, with "döne and contents. In Classical Poetry, an original and döne" redifs of Necâtî bey and Baki were compared and beautiful redif found by a poet has become a horizon in the second part the text of nazires composed about for the others. The Nazires have been composed for Necâtî Bey's gazels were given. Necâtî Bey's gazels many gazels because of the attractiveness of their were presented. redifs. The redif "döne döne" that was first used by

Key Words:

Necâtî Bey, Bâkî, Ottoman Poetry, Redif, Turing and Turning

bilig-7/Güz '98

67

NİZÂMİ-Yİ GENCEVÎ'NİN HAYATI, EDEBÎ ŞAHSİYETİ VE ESERLERİ

Nazir AKALIN

Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi

ÖZET

Nizâmi-yi Gencevî, Selçuklu dönemi İran edebiyatının en yâd edilen şâir, âdetâ ilâhlaştırılmış ve Azerbaycan şöhretli destan şâiridir. Geniş kültürü, hayal gücünün kültürünün yegâne mübdîi ve ihya edicisi olarak kabul derinliği, üslûbunun parlaklık ve akıcılığı yanı sıra, hikemî edile gelmiştir. Bu durum da, tabiatiyle, şâirin hayatı şiiri İran edebiyatına sokması ve ilk hamseyi ortaya hakkında oldukça geniş bir menkıbe zincirinin oluşmasına koyması dolayısıyla, Şark’ın ve Garb’ın dâhi edipleri zemin hazırlamıştır. Komünist ideolojinin tesiri ve tarafından, dünyanın en büyük şâirlerinden sayılan bir dayatması altında kalan araştırmacılar ise, şâirin hayatı edebî şahsiyettir. Ancak şöhreti bütün coğrafyaları ve hakkında, benimsedikleri ideoloji doğrultusunda hüküm devirleri aşan bu şâirin hayatı hakkında elde bulunan vermeye çalışmışlar, ancak bir nevi slogan atmaktan kaynak ve materyaller, tartışmalı ve eksik oldukları kadar, öteye geçememişlerdir. Bu makalede şâirin hayatı, ilmî mahiyet arz etmeyen mantık yürütmeleriyle mevcut kaynaklara yansıyan yönleriyle ve tenkitçi bir doludur. Şâir hakkında şimdiye kadar İran'da ciddi bakış açısı ile değerlendirilmeye çalışılmıştır. Yani mânâda ilmî çalışmalar yapılmamıştır. Azerbaycan çalışma, bir yönüyle, Nizâmi-yi Gencevî'nin hayatı araştırmacıları ise, şâir hakkında oldukça fazla neşriyat hakkında net ve belirgin bilgiler vermekten ziyade, şâir yapmalarına ve bir kütüphane dolduracak kadar hakkında bilgi veren kaynakların tenkidi üzerine teksif doküman oluşturmalarına rağmen, ilmî usûl ve edilmiştir. Bununla birlikte, şâirin hayatı, edebî kişiliği ve metodolojiye gerektiği ölçüde riayet etmedikleri için, eserleri, mevcut kaynakların yanı sıra, şâirin kendi şâirin hayatı ve edebî şahsiyeti hakkında oldukça sathî eserlerinden de faydalanarak değerlendirilmeye neticelere varmışlardır. Azerbaycan'da hürmet ve çalışılmıştır. muhabbetle

Anahtar Kelimeler:

Nizamî, Gence, Şâir, Hamse, Mesnevî, Dîvân

______

bilig-7/Güz '98

68

HAYATI yaşlarında olduğunu belirttiği beyitler nazar-ı itibara alındığı takdirde, doğruya en yakın olarak 531/1136 Doğum Tarihi tarihinin tespit edileceğini ileri sürer (Hisârî, 1370:56). Selçuklu Dönemi İran Edebiyatının en meşhur Rüstem Aliyef, şâirin doğumunu 536/1141 olarak mesnevi şâirlerinden biri olan ve ilk 'hamse'yi ortaya gösterenlerin yanıldıklarını belirterek, Hüsârev u koyan Nizâmi-yi Gencevî'nin hayatıyla ilgili en Şîrîn'den naklettiği: tartışmalı ve şimdiye kadar kesinlik kazanamamış mevzulardan ilki, doğum tarihidir. Felek der talîem şîrî nümûde est Şâirin doğum tarihine dair, tezkire yazarlarından Velikin şîr-i peşmînem çi sûd est hiç biri net bir bilgi vermez, ancak hangi yıl, kaç yaşında öldüğüne dair değişik bilgiler aktarırlar. Bu Ne ân şîrem ki bâ düşmen ber âyem bilgilerin çoğu da doğru olmayan, kaynaktan Merâ ân bes ki men bâ men ber âyem kaynağa aktarılırken bozulan rivayetlerle malûldür. (Her ne kadar felek, bahtımda beni arslan Zebîhullah Safâ, Târîh-i Edebiyât Der Îrân'da, göstermişse de, ne fayda ki ben yünden bir arslanım. şâirin doğum tarihinin belli olmadığını, ancak bazı Düşmana karşı çıkacak bir arslan değilim. Benim şiirlerinden 530/1135 yılında veya biraz sonra kendi âlemimde yaşamam, bana yeter.) beyitlerinin, doğduğunun çıkarılabileceğini; çünkü Mahzenü'l- şâirin «arslan burcu»nda dünya ya geldiğini Esrâr'ı henüz kırk yaşına gelmeden yazdığını belirtir gösterdiğini; yine bizzat Nizâmî'nin başka bir yerde ve doğum tarihi olarak 530/1135 veya ona yakın bir de, 40 yaşında eser yazmaya başladığını söylediğini, yıl söylemenin gerektiğini; bu tarihin, Wilhelm 575 yılında da ilk eserini tanzim ettiğini söyleyerek, Bacher'in kabul ettiği 535/1140 yılına da, Vahîd 535 yılında doğduğu sonucunu çıkarır (Aliyef, 1991: Destgirdî'nin Gencîne-i Gencevî'nin mukaddimesinde 21 vd.). Ancak, Aliyef'in iddiasına delil olan zikrettiği 533/1138 ve 540/1145 yıllarına da yakın beyitlerin Hüsrev u Şîrîn'in muteber nüshalarında olduğunu söyler (Safâ, 1339: II/800). Aynı yazar, bulunup bulunmadığı ve şâire aidiyetinin kesin olup Hamâse Serâyî Der İrân isimli eserinde de şâirin olmadığı tartışma konusu olabileceği gibi, şâirin, doğum yılı olarak, ihtiyatlı bir şekilde 535-540/1140- şiirinde kendisini arslana benzetmesine dayanarak, 1145 tarihlerini gösterir (Safa, 1333: 344). Şâirin Aliyef'in onun arslan burcunda doğduğunu söylemesi Leylâ île Mecnûn mesnevisini Türkçe'ye çeviren Ali ve üstelik bunu da yıla irca etmesi, zorlama gibi Nihad Tarlan da, 533-540/1138-1145 tarihleri gözükmekte ve ilmî bir mahiyet arzetmemektedir. arasında doğduğunun muhakkak olduğunu söyler. Şiblî Nu'mânî, tezkire yazarlarının şâirin 63 yıl Edward G. Browne da daha çok Wilhelm Bacher'den yaşadığını yazdıklarına dayanarak 533/1138 yılında (Bacher, 1871) aldığı bilgileri aktarır ve şâirin doğum doğmuş olması gerektiğini söylerken (Nu'mânî, 1335: tarihi olarak 535/1140 yılını kabul eder (Browne, I/227.); Ahmed Ateş, İkbâlnâme, Mahzenü'l-Esrâr, 1956: /400). Gerekçe göstermeyen Rızâzâde Şafak, Leylî Mecnûn ve Şerefnâme'de bulunan bazı beyitler Zehrâ Hânlerî ye Nazmi-yi Tebrîzî, 535/1140 üzerinde yaptığı mantık yürütmeleriyle şâirin doğum tarihinde ittifak ederken, Alî Ekber Dehhüdâ da, yine tarihini, akademik bir metotla tespit eder. İlk olarak, hiçbir kaynağa istinad etmeden 530/1135 tarihini Nizâmî'nin doğum yılı olarak kaynaklarda birbirinden gösterir. Mîr Hidâyet Hisârî ise, şâirin doğum farklı kayıtlara rastlandığını; ancak takriben tarihinin birtakım kaynaklarda 530/1135'den 607/121l'den az sonra yazdığı bilinen İkbâlnâme'sinde 553/1158'e kadar değişik şekillerde gösterildiğini bulunan ve bazı yazma nüshalarda değişik şekillerde zikrettikten sonra, Mahzenü'l-Esrâr'ın yazılış tarihini, kaydedilmiş olan bir beytin, eserin kaleme alındığı tarih Muhammed Alî Terbiyet ve Kâtip Çelebî'nin 559/1163- itibariyle şâiri 60 yaşında gösterdiğini; dolayısıyla 1164 olarak gösterdiklerini, ancak adı geçen eserin şâirin 547/1152 civarında doğmuş olabileceğini mevcut nüshalarının çoğundaki 570/1174 tarihi söyleyen Ateş, ikinci olarak şâirin 572/1176-1177'de netleştirildiği ve aynı eserde bizzat Nizâmî'nin 40 tamamladığı Mahzenü'l-

bilig-7/Güz '98

69

Esrâr' ında, genç olduğu için tenkide maruz kaldığını saçtı.» (Nevâî, 1961) cümlesiyle şâirin doğum yeri kaydettiğini, buna bakarak, bu sıralarda 25 yaşlarında olarak Gence'yi işaret eder. Tezkire yazarlarından olduğu farz edilirse, doğum tarihi olarak 547/1152 Ahmed Emîn Râzî başta olmak üzere bazı tezkireciler yılının bulunacağı sonucunu çıkardıktan sonra, şâirin, ve edebiyat tarihçisi Şiblî Nu'mânî ise, her ne kadar sakin ve zahidâne hayatının oldukça erken Gence'ye mensupsa da, Nizâmî'nin îkbâlnâme''sinde: zamanlarında çok yaşlandığı hissine kapıldığını; bu duygunun ilk ifadelerine 584/1188'de, aşağı yukarı 40 Nizâmî hem ez Gence bugsây bend yaşlarında yazdığı Leylî u Mecnûn mesnevisinde Giriftâr-i Gence tâ çend çend rastlandığını, 597/1201'de yani 50-53 yaşlarında Çû dürr gerçi der bahr-i Gence gumem yazdığı Şerefnâme'de de kendini iyice ihtiyârlamış Velî ez Kuhistân şehr-i Kum 'em olarak tasvir ettiğini belirterek (İA, 1988: K/318 vd.), zımnen, 544/1149 ve 544-547/1149-1152 tarihlerine (Nizâmî! Gence'den ayağının düğümünü çöz. Ne işaret eder ve şâirin doğum tarihinin, bugün zamana kadar Gence'ye tutulup kalacaksın? Her ne genellikle kabul edilen 535/1140 tarihinden biraz daha kadar ben Gence denizinde kaybolmuş bir inci isem sonra, yani 545/1150 yıllarında olmasının çok de, Kuhistân'ın Kum şehrindenim.) dediğini öne muhtemel olduğunu ileri sürer. sürerek doğum yerinin gerçekte Kum olduğunu iddia Şâirin Mahzenü'l-Esrâr mesnevisini Türkçe'ye etmektedirler. Yine Şiblî Nu'mânî, şâirin asıl çeviren M. Nuri Gençosman da, bu eserde, memleketinin Tafraş olduğunu, fakat adı geçen yerin, Nizâmî'nin gerek memleketini, gerekse doğum Kum'a bağlı olmasından dolayı, kendisini Kum'a tarihini belirten oldukça güvenilir işaretler nispet ettiğini iddiasına ilâve ederken, kendisinden bulunduğuna dikkat çektikten sonra, şâirin bu önceki kaynaklarda da aynı iddiaya rastlanır. Nitekim mesnevisini, Hz. Peygamber'in dünyadan göçtüğü Abdünnebî, muteber kitaplarda şâirin doğum yerinin tarihten 570 yıl sonra kaleme aldığını, kırk yaşının Gence olarak kaydedildiğine rastlandığını, ancak «o erginliğini idrak ettiğini bizzat kendisinin söylediği fesâhat ve belâgat kaynağı olan büyüğün» babasının beyitlerden şâirin doğum tarihini tahmin etmenin Kum'un Farahan'ından olduğunu zikrettikten sonra; imkân dahiline girdiğini, ayrıca eserin sonundaki açık Büveyh Oğulları saltanatı zamanında bazı tarihten 582/1186'da mesneviyi bitirdiğinin nedenlerden dolayı «aziz pederi»nin Kum'dan çıkıp, anlaşıldığını belirterek, şâirin ortalama bir hesapla 400/1009 senesinde Gence'nin «dârü'l-imâre»si olan 540/1145 yılından sonra doğmuş olabileceği Errân diyarına geldiğini, çünkü Gence'nin havasının, neticesine varır. «o hakikat madeni»nin tabiatına uygun olduğunu, Azerbaycan'da yapılan araştırmalarda da, Türklerden bir kız istediğini ve oraya yerleştiğini 536/1141 tarihinin, şâirin doğum yılı olarak ağırlık zikrettikten sonra, şâirin doğumunun Gence'de kazandığı görülmektedir. gerçekleştiğini belirtir, yukarıdaki beyitleri de delil Nizâmî'nin doğum tarihi üzerinde, tezkire yazarları ve edebiyat tarihçileri, bizzat şâirin kendi olarak gösterir (Abdünnebî, 1340: 11 vd.). Ancak eserlerine dayanarak değişik gerekçeler bulmuş ve Abdünnebî'nin, bu bilgileri naklettiği tezkiresi mantık yürütmüşler; görüldüğü üzere, birbirinden çok Meyhâne'nin edisyon kritiğini gerçekleştiren Gülçîn-i farklı neticelere vararak bir hayli spekülasyonlar Me'ânî, bir dipnot düşerek, mezkûr beyitleri, Vâhîd yapmışlardır. Ancak doğruya en yakın olarak Destgirdî'nin uydurma olarak değerlendirdiğini ve 540/1145 tarihinin genel kabul gördüğünü söylemek şâirin eserlerine sonradan eklendiğini söylediğini mümkündür. zikrettikten sonra, Abdünnebî tarafından verilen bu tarihin doğru gözükmediğini, çünkü Nizâmî'nin 530- Doğum Yeri 540/1135-1145 yılları arasında doğduğunu belirtir ve bu durumda, şâirin doğumundan bir buçuk yüzyıl Alî Şîr Nevâî, «Mukaddes cesedi Gence'de yatan önce, babasının Errân'a göç etmesinin nasıl mümkün Nizamî, cömert kalbinin; insanlar için hayat menbaı olup olmadığı meselesini, haklı olarak çözülmesi olan, beşerî arzularla zengin ve yıldızların sayısı kadar sayısız füsûnkâr incilerini Gence'den dünyaya gereken bir muamma olarak ortaya

bilig-7/Güz '98

70

koyar. Abdünnebî'nin verdiği bilgilere paralel olarak Destgirdî'nin bu beyitlerin uydurma olduğunu neye Lütfalî Âzer de, Ateşkede'sinin bir yerinde beşinci dayanarak söylediği de belirgin değildir. Bu konunun iklimden olan Gence'nin gönül çeken bir memleket uzmanları Destgirdî'nin iddiası üzerinde ciddiyetle olduğunu, Nizâmî'nin Irak'tan gidip oraya yerleştiğini durmuş değildir. Ateş ise Destgirdî'yi kaynak (Âzerbîgdilî, 1337: 52), başka bir yerinde de yukarıdaki gösterdikten sonra, Râvendî'nin eserine dayanarak beyitleri aynen alarak; şâirin aslının, Kum şehrine bağlı Tafraş-Tabraş tartışmasına girmektedir. Yukarıda Tafraş'dan sayılacağını, babasının, Azerbaycan'ın suyu söylenenlerden anlaşılacağı gibi tartışma konusu olan ve havasının güzelliğiyle meşhur ve muteber Gence'ye beyitler, bütün kaynaklarda, yukarıda geçen iki beyittir gittiğini ve «o cenâb-ı saadetmeâb» Nizâmî'nin orada ve Ateş'in söz konusu ettiği, fakat muhtevasını dünyaya geldiğini söyler (Âzerbîgdilî, 1337: 243). Rızâ zikretmediği ve Râvendî'ye dayanarak tenkit ettiği; Kulîhân Hidâyet, Şemseddîn Sâmî, Mahmûd Hidâyet ve Nazmi-yi Tebrîzî de birbirlerine paralel olarak şâirin Be Tafraş dihî best Tâ nâm-i o babasının Gence'ye gittiğini, şâirin orada doğup Nizâmî ez âncâ şode nâmcû Nizâmi-yi Gencevî diye meşhur olduğunu zikrederler. (Tafraş'ta adı Tâ olan bir köy vardır. Nizâmı Ancak Rızâ Kulîhân Hidâyet bir başka eserinde, şâirin şöhret sahibi olmaya oradan başlamıştır.) şeklindeki aslının Kum'un Tafraş bölgesinden sayıldığını, fakat beyit ise, üçüncü beyittir ve sadece Tezkire-i vatanının Gence olduğunu, bunun için de Nizâmi-yi Meybâne'de, Nizâmî'nin babasının aslen Kum'dan Gencevî diye şöhret bulduğunu belirtir (Hidâyet, 1344: olduğuna delil olsun diye dipnot olarak gösterilmiştir. 241). Dipnotun ardından Gülçîn-i Me'ânî, Vahîd Bütün bu rivayetler karşısında, söz konusu Destgirdî'nin bu beyitlerin sonradan İkbâlnâme'ye beyitlerin İkbâlnâme'nin yeni nüshalarında ilhâk edildiğini söylediğini kaydetmektedir. Yine görüldüğünü ve sonradan eklenmiş olduklarının hemen anlaşıldığını belirten Ahmed Ateş ise, şâiri ne altını çizerek belirtmek gerekir ki, Nizâmî'nin Kum'da olursa olsun İran asıllı göstermek isteyen bazı edebiyat doğduğunu söyleyen tezkire yazarları fazla değildir. tarihçileri tarafından, üzerinde ısrarla durulan Kum Hele Ahmed Ateş'in kaynak gösterdiği tezkirelerde şehrinde doğması veya aslen Kumlu olması Nizâmî'nin Kum'da doğduğu şeklinde bir kayıt bile keyfiyetinin hiçbir esasa dayanmadığını; Bâtınî- yoktur. Bu tezkire yazarlarının verdiği bilgilere İsmâilî fikir cereyanlarının düşmanı olan Nizâmî'nin dayanarak şâiri İran asıllı göstermek isteyen bir kendi devrinde böyle cereyanların merkezi olan edebiyat tarihçisinin de, Kum'u, şâirin doğum yeri Farahan, Tafraş ve Kum şehirlerine nispet edilmeye olarak gösterdiğine rastlamıyoruz. Nitekim meşhur ve çalışılmasının kasten uydurulmuş olduğunu ilmî geçerliliği olan, sayısı da bir elin parmaklarını göstermeye kâfi bir delil teşkil ettiğini ileri sürer. geçmeyen edebiyat tarihleri elimizin altındadır ve Ateş, ayrıca Râvendî'nin Rahatü's-Sudûr'unu kaynak onları tekrar tekrar gözden geçirme imkânına sahibiz. göstererek, esasen Nizâmî zamanında burada söz Biz öyle bir kayda rastlamadığımız gibi, Ahmed Ateş konusu olan Tafraş adının Tabraş olduğunu; ismin bu de, hangi edebiyat tarihinde böyle bir kaydı şeklinin, zikri geçen beyitin sonradan eklendiğini gördüğünü açıklamıyor. Ancak şâirin aslen, yani baba göstermeye kâfi olduğunu da iddialarına ekler. Fakat tarafından Kumlu olduğu, babasının Gence'ye göç Ateş, burada çok önemli bir husûsu göz ardı eder ve ettikten sonra, şâirin de Gence'de doğduğu ve buradan beyitlerin İkbâlnâme'ye sonradan eklenip şöhretini etrafa yaydığı kaydı, hem tezkirelerde, hem eklenmemesi meselesine bir açıklık getirmez. Ateş, bu de edebiyat tarihlerinde vardır ve bu kayıt da, Ahmed beyitlerin İkbâlnâme'nin yeni nüshalarında Ateş tarafından çok açık bir şekilde yanlış anlaşılmış görüldüğünü söylerken, en güvenilir yazmaların hangi ve gayr-i ilmî bir şekilde tenkit edilmiştir. İstisnasız yazmalar olduğunu, onlara bakıp bakmadığını, bütün kaynaklarda, özellikle Ahmed Ateş'in atıflarda bakmışsa bu yazmaların nerelerde bulunduklarını bulunduğu kaynaklarda, Nizâmî'nin Gence'de doğup, açıklama gereği duymaz. Burada yine şunu da tahsilini orada yaptığı, ömür boyu oradan hiçbir yere ekleyelim ki, bahsi geçen beyitlerin İkbâlnâme'ye ayrılmadığı yazıldığı; Kum'a hiç gitmediği, sonradan ilhâk edildiğini ilk defa söyleyen Vahîd Destgirdî'dir.

bilig-7/Güz '98

71

hatta uydurma olduğu ilmen kabul edilse bile söz Netice itibariyle, hemen hemen bütün konusu beyitlerde dahi şâirin Kum'a karşı sadece kaynakların, şâirin doğum yerinin Gence olduğunda hasretini dile getirdiği gün gibi aşikâr olduğu halde, ittifak ettikleri söylenebilir. Ateş'in; tezkire yazarları ve edebiyat tarihçileri hakkında ileri sürdüğü, şâiri sırf iranlı göstermek için Tahsili Bâtınî-İsmâilî cereyanların merkezi durumundaki Nizâmî, tahsilini Gence'de yapar. Gençliğinde Farahan, Tafraş ve Kum'a nispet ettirmeleri vakitlerini aklî ve naklî ilimleri öğrenmekle geçirir. şeklindeki isnadı tutarsızlıktan öteye geçememektedir. Arap ve Fars dillerini öğrenerek kendi devrinin ilmî Büyük ve ehliyetli bir ilim adamı olan Ateş'ten, şâirin meselelerine, özellikle Azerbaycan, Yakın ve Orta Kumlu değil, Genceli olduğuna dair elindeki mevcut Şark halklarının tarihine, sözlü ve yazılı edebiyatına, delilleri sıralaması beklenirdi. Nitekim muteber bir aynı zamanda antik Yunan ve Hint felsefelerine, edebiyat tarihi sayılan Zebîhullah Safa'nın Târîh-i astronomiye, tababete, matematiğe ve diğer ilimlere Edebiyat Der Îran'ında, tezkire yazarlarının âşinâ olur. tamamının, şâirin doğum yerini Gence olarak Nizâmî, zamanında geçerli olan nazarî ve tatbikî gösterdikleri, şâirin de şiirlerinde, kendini Gence'ye ilimlerin çoğunda kendisini yetiştirmesine rağmen, açıkça nispet ettiği, ancak, tezkire yazarlarından daha çok ilahiyat ve edebiyatla uğraşır. Edebî ve bediî sadece birkaçının ilhâk olduğu söylenen iki beyti delil ağırlıklı ürünler kaleme alarak, kültürel derinliğini göstererek onu Kuhistân'ın Kum şehrinden ortaya koyar. gösterdikleri zikredilmekte ve Gence'den dışarı Nizâmî'nin, asrının ilimleri üzerindeki derin çıkmadığı, Kızıl Arslan'ın daveti üzerine Gence'ye 30 vukufiyetine delâlet eden işaretler; şiirlerinden fersah (150 km.) uzaklıkta bulunan Tebriz'e yaptığı çıkarılan ilmî, fikrî ve akidevî unsurlardır. Nitekim bazı yolculuk dışında, bütün ömrünü orada geçirdiği âlimler, şâirin eserlerinden hareketle, çok mükemmel kaydedilmektedir (Safâ, 1339: 11/799 vd.). Yine Sâdık bir medrese eğitimi gördüğü, başta fıkıh olmak üzere Rızâzâde Şafak'ın Târîh-i Edebiyât-ı İran'ında, tarih, edebiyat, felsefe, mantık, tıp, hukuk, astronomi Gence'nin ehl-i sünnet olduğu, genç Nizâmî'nin de ve coğrafya gibi ilimlerde uzmanlaşacak derecede mecburen bu muhitin tesiri altında kaldığı geniş malumat edindiği, zahirî ilimlerin hemen belirtilmektedir (Şafak, 1352: 370). Ahmed Ateş'in hepsinde söz sahibi olduğu sonucunu çıkarırlar. Şâir de, olumsuz iddiaları, Türk Ansiklopedisi tarafından biraz eserlerinde, o zamanın birçok şâir ve âlimi gibi değişik daha değiştirilerek tekrarlanmıştır. Adı geçen konularda kitaplar okuduğundan, bilgisini artırdığından ansiklopedi, Kum şehri veya civarından olduğu söz eder. yolundaki iddiaların, büyük şâiri ille de Iran soyundan Nizâmî, edebiyat, tıp, felsefe, musiki ve astronomi gösterme gayretiyle ortaya çıkarıldığını; bu tarz gibi zamanında rağbette olan ilimlerin tamamında iddiaların lüzumsuzluğunu belirtir ve; «Şâir İran asıllı malumat sahibi olduğunu eserlerinde gösterdiği için, olsa bile, Farsça'ya ve Fars edebiyatına daha büyük bir VI/XII. asır Iran ve Azerbaycan kültürlerinin de hizmet yapacak değildi.» (TA, 1985; VII/2680) yansıtıcısı durumundadır. Nitekim eserlerinde onlarca hükmünü verir. darbü'l-meseli, irsâl-i mesel üslûbuna sokar; millî Coğrafya bilgini Zekeriyâ Kazvînî, meşhur şâir ve destan ve hikâyelere telmihte bulunur. Arapça, tezkire yazarı Molla Câmî, edebiyat tarihçileri Süryânice, Pehlevîce, İbrânice bildiğini Edward Browne, Sâdık Rızâzâde Şafak, Mır Hidâyet îkbâlnâme'sinde bizzat söyleyen şâir, Ermenice ve Hisârî, Rüstem Aliyef ve R. Âzâde ile Hüsrev Gürcüce bildiğini de zannettirecek imalarda bulunur. Şîrîn'in ilmî bir neşrini gerçekleştiren Yabancı dil bilmesi, mesnevilerini yazarken, eski Abdülmuhammed Ayeti de şâirin Gence'de doğup kitaplardan ve değişik kaynaklardan faydalandığını orada büyüdüğünü söylerler. Abdülmuhammed gösterir. Ayetî, şâirin yetmiş yıllık ömrünü bu şehirde geçirdiğini, son eseri İkbâlnâme'de bu şehrin Ahmed Ateş, Nizâmî'nin Gence gibi küçük ve her zaman Hıristiyan Gürcülerin saldırısına açık bulunan güzelliğinden, zelzelesinden, viran olmasından, bir sınır şehrinde, astronomi ile felsefe sahasında, son hemşehrilerinin çoğunun öldüğünden bahsettiğini zikreder. derece geniş ve esaslı bilgileri nasıl elde ettiğine hayret ettiğini söyler ve çağdaşı

bilig-7/Güz '98

72

Hâkânî-yi Şirvânî örneği olmasa, onun ilk gençlik b. Arslan'ın (573-590/1177-1194) kendisini davet yıllarını Bağdâd gibi önemli bir kültür merkezinde etmesi üzerine görüşmeye gider (İA, 1988: IX/320). geçirdiğini kabul etmek gerektiğini, ancak Nizâmî; Erzincan Hâkimi Fahrüddîn Behrâmşâh eserlerinde bu durumu doğrulayacak bir kaydın bin Dâvûd (ö. 622/1225), Azerbaycan Atabeyi Cihân bulunmadığını ifade eder. Şâirin, genç yaşta annesini Pehlivân Ebû Câfer Şemsüddîn Muhammed bin ve babasını kaybettikten sonra, tahsili ile dayısı İldeniz (ö. 581/1185), Tuğrul bin Arslan Selçûkî (ö. Ömer'in meşgul olduğu yolunda bazı rivayetlerin 590/1194), Kızıl Arslan bin İldeniz (ö. 587/1191), varlığından bahseden Ateş, bu rivayetlere değer verip Ebû'l-Muzaffer Ahsıtan bin Minuçihr Şirvânşâh (ö. vermeme konusunda da tereddütlü ifadeler kullanır VI/ XIII. asrın yarısı) ve Azerbaycan Atabeyi (İA, 1988: IX/319). Nusretüddîn Ebûbekr bin Muhammed Cihân Pehlivân (ö. 607/1210), Musul Hâkimi Melikü'1-Kahr İzzüddîn Sosyal Durumu Mes'ûd Ibn-i Nureddîn Arslan (ö. 610/1213), Aksungurlulardan Alaüddîn Kerp Arslan (ö. ?) ile Ahmed Ateş, Nizâmî'nin ilk büyük eseri olan görüşür, onların destek ve himayesini görür. Mahzenü'l-Esrâr'ı yazdığı zamana kadar, küçük Şiblî Nu'mânî; Nizâmî'nin sultanlarla olan eserler yazmakla meşgul olduğunu ve bunları ilişkilerinde şahsiyetini koruduğunu, dalkavukluk gönderdiği emir ve küçük hükümdarların verdiği yapmadığını söylediği halde, sultanların vasfı caizeler ile geçindiğini belirtir (İA, 1988: IX/319). hakkındaki mesnevilerinde mübalağa, dalkavukluk ve Yavuz Akpınar da, şâirin Mahzenü'l-Esrâr'ı yaltaklık yaptığını iddia eder (Nu'mânî, 1335: 1/230). yazdıktan sonra kasideleri ve mesnevilerinden elde Ancak burada Nu'mânî, «mesnevi yazma örfü»nü göz ettiği kazançla geçimini sağladığını; yaratılış ardı eder. Bu örfe göre bir mesnevi; giriş, konunun itibariyle gösterişe, şöhrete, debdebeye düşkün işlendiği bölüm ve bitiş kısmından teşekkül eder. Giriş olmadığını, aza kanaat edip, evinde zaman zaman bölümünde; besmele, tevhîd, münâcaat, naat, mi'rac, uzlete çekildiğini, bir derviş gibi mütevazı bir hayat mu'cizat, dört hâlifenin övgüsü, padişah için övgü, sürdüğünü, halk arasındaki hürmet ve şöhretinin, adı devlet büyüğü için övgü ve te'lif sebebi işlenir. Padişaha etrafında oluşan rivâyetlerin şâirliği kadar biraz da bu övgü bölümünde, şâir bağlılığını dile getirir, eserin hayat tarzına bağlı olduğunu düşündürebileceğini kabulünü arz eder, padişahın kahramanlığını, adalet ve söyler (TDEA, 1990: VII/72). cömertliğini alegorik bir dille anlatır. Padişah için Mahzenü'l-Esrâr'ı ithaf ettiği Erzincan hâkimi «Allah'ın yeryüzündeki gölgesi», «Peygamber'in Fahrüddîn Behrâmşâh, Nizâmî'ye caize olarak 5000 hâlifesi» ve «Şâh-ı cihân» sıfatlarını kullanır (Ünver, altın dinar, bir katırla eşek ve türlü kumaşlardan 1986: 432 vd). Bunlar dikkate alınarak Nizâmî'nin elbise gönderir. mesnevilerindeki söz konusu bölümlere insaflı bir Şiblî Nu'mânî, şâirin, ikinci mesnevisi Hüsrev gözle bakılırsa, Nu'mânî'nin bu tenkidinin haksız u1Şîrîn'i tamamladıktan sonra, Kızıl Arslan bin olduğu anlaşılır. Nitekim Molla Abdurrahman Câmî, İldeniz'e takdim etmeye götürdüğünü, saraydan Nefahâtü'l Üns adlı eserinde Nizâmî'nin, yazdığı içeriye girdiği zaman, kurulu olan eğlence mesnevileri zamane sultanlarının istekleri ve ricaları sofralarının, kendisine hürmeten, hükümdarın üzerine kendilerine armağan etmiş olduğunu ve hiçbir emriyle kaldırıldığını ve bizzat hükümdarın ayağa hükümdarın meddahlığına ve dalkavukluğuna kalkarak şâiri karşıladığını ve ona layık olduğu yeri tenezzül etmediğini kaydeder (Câmî, 1336: 608 vd). gösterdiğini yazar (Nu'mânî, 1335: I/230). Hând Emîr ve Lütfalî Âzer, şâirin gençlik döneminin Gence'de oturarak yazdığı kısa şiirleri ve başından, ömrünün sonuna kadar diğer şâirler gibi mesnevilerini, değişik vesileler ile civardaki dünyevî sebeplerle nefis ve hevasına tabi olmadığını, hükümdarlara gönderen Nizâmı, memdûhlarının bir sultanların ve devlet büyüklerinin sohbetine iltifat çoğu tarafından davet edilirse de, Gence'den etmediğini; Rızâ Kulîhân Hidâyet, gençliğinin ayrılmaz. Ancak bir defasında Hüsrev u Şîrîn'i başlangıcından itibaren devlet büyüklerinin ve yazdıktan ve Azerbaycan Atabeyi Cihân Pehlivân Ebû sultanların işret âlemlerine ve meclislerine Câfer Şemsüddîn Muhammed bin İldeniz'in (ö. girmediğini, kendi 581/1185) ölümünden sonra Gence'ye 30 fersahlık (150 km.) mesafeye gelmiş olan Tuğrul II

bilig-7/Güz '98

73

zaviyesinde münzevi yaşadığını, ancak aklı başında Hamid Araslı da, Nizâmî'nin Türkçe düşünüp, devlet adamları ve sultanların onun hizmetiyle Farsça yazdığını hatırlattıktan sonra, Nizâmî'nin müşerref olup, sohbetinden istifade ettiklerini, şâirin eserlerini okuyan İranlıların: «Bûy-i Türk mî-âyed!» de mesnevilerini onların isteği üzerine söylediğini (Türk kokusu geliyor.) dediklerini kaydeder ve «Bûy- belirtirler. R. Azâde ise, şâirin hiçbir zaman sarayda i Türk» terkibinin, Türk şâirlerinin eserlerine özel bir bulunmak istemediğini, zahirî parıltıların aldatıcı tesir kazandırdığını, Nizâmî'nin eserlerine karşı olduğu kanaatine çok çabuk vardığını, temiz nefsinin duyulan sevgiyi de aynı terkibin ifade ettiği mananın ona «arpa çöreğine kanaat edip, öz kapısının arslanı derinleştirdiğini belirtir (Araslı, 1968: 31). olma»yı benimsettiğini söyler. Şâirin kendisi de, Nuşabe Araslı ise, Türk hayatının, Türk halkına Leylî u Mecnûn mesnevisindeki; «Sakın kimsenin mahsus geçim tarzının, Türk tefekkürünün Nizâmî'nin ekmeğini kabul edip onun köpeği olma; kimsenin destanlarında sık sık yer aldığını; şâirin «Türk» sözünü sofrasına kedi gibi yanaşma. Bir meşale gibi kendi alın etnik manası ile kullandığını, kelimenin «güzellik», terinle kazandığını ye. Mum gibi kendi hazinen ile «koçaklık», «yiğitlik» manalarını da göz önünde geçin. Nizamî gibi ol, onun gibi yaşa ki, cihan sultanı bulundurduğunu, Türk milletinin sözlü edebiyatından sana kölelik etsin.» (Nizâmî, 1370; 571) sözleriyle, da geniş ölçüde yararlandığını ileri sürer (Araslı, mihnetsiz yaşadığını açıklar. 1980:5 vd). Yavuz Akpınar'ın kaydettiğine göre, Milliyeti Azerbaycan'da sürdürülen çalışmalar, Nizâmî'nin sırf Farsça yazdığı için İranlı bir şâir olarak kabul Nizâmî'nin babasının Türk olduğu konusunda edilmesinin yanlış bir düşünce olduğunu ortaya bütün kaynaklar ittifak halindedir. Ancak şâirin Türk çıkarmıştır. Nizâmî hemen bütün şark edebiyatında - mü, Fars mı olduğu husûsu uzun zaman tartışılmıştır. daha çok Türk ve İran edebiyatında-en büyük Aslında İran'da şâirin Fars olduğunu açıkça söyleyen üstadlardan biri olarak kabul edilmiş ve bu edebiyatlar ve iddia eden bir tezkire yazarı, edebiyat tarihçisi ve üzerinde derin ve sürekli bir tesir icra etmiştir. Fakat araştırmacıya rastlanmamasına rağmen, Azerî edebiyat bu durum, onun daha çok Azerbaycan'a ait olduğu araştırmacıları, sürekli olarak şâirin Türk olduğu gerçeğini değiştirmez (TDEA, 1990: VII/71). üzerinde ısrarla durmuş ve çeşitli tezler ileri Türk Ansiklopedisi de, Nizâmî'nin, sanatının sürmüşlerdir. Aksine İranlı araştırmacılar, şâirin Türk büyüklüğü, kazandığı takdir ve hayranlık bakımından olmasından dolayı, hakkında araştırma ve inceleme bütün insanlığın şâiri sayılabilecek büyüklerden bile yapmayı gerekli görmemişlerdir. Biz bu olduğunu; Türklerin, şâir Türk asıllı olduğu, Türk araştırmayı yaparken taradığımız Farsça kaynaklar siyasî hakimiyetinde ve Türk hükümdar ve beylerinin içinde ancak dört tane Nizâmî üzerine yapılmış himayesinde yetiştiği için; İranlıların da, Farsça müstakil eser dışında başka bir çalışmaya rastlayamadık. söylediği için onunla iftihar edebileceklerini kaydeder Şâir hakkında en fazla araştırma yapan ve neşriyatta (TA, 1985: VII/2681). bulunan araştırmacılar Azerbaycanlılardır. Mehmed Emîn Resûlzâde, Nizâmî'nin Mürşidi Azerbaycanlıların sadece memleketçilik değil, millî duygularını dahi kabartacak bir isim olduğunu, bu Eski kaynaklarda, Nizâmî'nin Ehî Ferec-i Zencânî isimle sadece Azerbaycanlıların değil, bütün -Wilhelm Bacher'in kaydettiği şekliyle, Ehû Ferec-i Türklerin övünmeleri gerektiğini; dilinin Farsça Reyhânî- ve Şeyh Cemâlüddîn Mevsilî gibi çağının olmasına rağmen, Türklüğün hiçbir şâirde büyük mutasavvıflarından tasavvufî terbiye aldığı Nizami'deki kadar idealleştirilemediğini; «güzel ile zikredilirse de, bu konunun tarihî mesnetleri üzerinde büyüğe Türk, güzellik ile büyüklüğe Türklük, güzel ve de tartışmalı görüşler vardır. büyük söze Türkçe, güzellik ile büyüklük diyarına Devletşâh, Lütfalî Azer, Muhammed Türkistan» diyen bu şâirin Türk olmadığını hiç Kudretullah Gupâmevî ve Rızâ Kulîhân Hidâyet gibi kimsenin ileri süremeyeceğini iddia eder (Resûlzâde, tezkire yazarları ile edebiyat tarihçisi Şiblî Nu'mânî 1951: 34). şâirin, sülûk âleminde, meşayihin meşhurlarından Şeyh Ehî Ferec-i Zencânî'nin

bilig-7/Güz '98

74

iradesine teslim olduğunu kaydederler. Ahmed Ateş, Gupâmevî 602/1205, Zebîhullah Safâ Târîh-i Edebiyat bu şeyhin Heft îklîm'de Zencân'dan dışarıya çıkmamış Der Îrân'da 614/1217, Hamâse Serâyî Der Îrân'da göründüğünü ve ölümünün 557/1181-1182 olduğunu, 599/1202, 602/1205, 619/1222, Alî Ekber Dehhüdâ ve yine Gence'den çıkmamış olan Nizâmî'nin de onunla Abdülmuhammed Ayetî 614/1217, Ahmed Ateş görüşüp müridi olmasının hem zaman, hem de mekân 611?/1214?, Takîyüddîn Kâşî, Muhammed Alî bakımından imkânsız olduğunu söyler (İA, 1988: Terbiyet ve Yavuz Akpınar da 606/1209 olarak IX/319). Ancak Ateş'in naklettiği bu tarih, Nizâmî'nin gösterirler. Bu tarihlerden ilki, yani Abdünnebî'nin adı geçen Şeyh'in müridi olması tezini ortadan kaydettiği tarih, şâirin doğumundan en az 28 yıl kaldırmaya yeterli bir delil değildir. Çünkü önceki bir tarih olup, tamamen akıl ve mantık dışı Nizâmî'nin doğum tarihi olarak 530-540/1135-1145 gözükmekte ve bir araştırmacıyı büyük ölçüde tarihleri arası genel kabul görmüştür ve bu tarihlere göre tereddüde sevketmektedir. şâirin en azından 17 yaşında olması gerekir. Bu Nizâmî'nin ölüm tarihi olarak 576/1180-1181'den bakımdan, şâirin adı geçen şeyhin müridi olmasında 602/1205-1206'ya kadar çeşitli yılların gösterildiğini zaman itibariyle bir tutarsızlık yoktur. Fakat Târîh-i belirten Ateş, en güvenilir gibi görünen Güzîde'de, Şeyh Ebû'1-Ferec-i Zencânî'nin 457/1064 kaynaklardaki 576/1180-1181 tarihini; şâirin üç yılının Receb ayının ilk gecesi Zencân'da öldüğü mesnevisini bu tarihten sonra yazdığını öne sürerek kaydı vardır (Müstevfî, 1336: 662). Eğer adı geçen imkânsız bulur (İA, 1988: LX/320). Edward G. esere itibar edilecek olursa, Ahmed Ateş'in iddiası, Browne da şâirin ölüm tarihinin 576/1180-1181'den zaman açısından, şâirin adı geçen şeyhe mürid olması 596/1199-599/1203'e kadar değişik gösterildiğini hakkındaki imkânsızlık değerini artırır. Abdünnebî söyler ve sonuçta son tarihin hepsinden daha doğru ise, şâirin 40 yaşında Şeyh Cemâlî Mevsilî'nin olduğunu kaydeder (Browne, 1956: II/400). Şâirin sohbetinde bulunduğunu ve onun hizmetinde keramet ölümünün 576/1180-1181’den 598/1202'ye kadar ehlinin önderliğine yükseldiğini, 50 yaşında sülûkla zikredildiğini belirten Nazmi-yi Tebrîzî de son tarih meşgul olduğunu, 40 çile çıkarıp rütbesini riyazet iksiri hariç, dîğer tarihlerin hiçbirinin doğru gözükmediğini; himmetinden velâyet derecesine ulaştırdığını söyler çünkü Nizâmî'nin 597/1201 yılında hayâtta olduğunu (Abdünnebî, 1340:12). Ateş, Abdünnebî'nin bu ve, İskendernâme'nin nazm tarihini, rivayetinin, bizzat Nizâmî'nin eserleri ile teyit Be târîh-i pansad neved heft sâl edilmediğini ileri sürer. Şâirin hakkında bir de Ki hanende râ zû negîred melâl «Seyyid» olduğu şeklinde bir rivayetin bulunduğunu zikreden Ateş, söz konusu rivayetin, şâirin kendi Nüviştem men in nâme râ der cihân eserleri ile desteklenmediğini ve mesnetsiz olduğunu Ki tâ devr-i âher buved câvidân belirtir (İA, 1988: K/318). (Beş yüz doksan yedi yılında, okuyanları üzmemesi ve ahirete kadar ölümsüz olması için, Ölüm Tarihi dünyada iken ben bu destanı yazdım.) mısralarıyla Nizâmî'nin ölüm tarihi de, tezkire ve edebiyat açıkladığını delil olarak arzeder (Tebrîzî, 1363: 438). tarihlerinde ihtilâflıdır. Hatta Kâtip Çelebî ve Rızâ Nazmi-yi Tebrîzî'nin bu görüşlerine, Muhammed Alî Kulihân Hidâyet gibi musanniflerin ve Zebîhullah Safâ Terbiyet ve Mahmûd Hidâyet de iştirak eder ve aynı gibi bir edebiyat tarihçisinin iki ayrı eserinde veya bir beyitleri delil göstererek, şâirin ölümünün 597/1201 eserin değişik yerlerinde bile, şâirin ölüm tarihi farklı yılından sonra olduğunu söylerler. Nazmi-yi Tebrîzî, şekillerde kaydedilmiştir. Şâirin ölüm tarihini, şâir hakkında ebced toplamı 598/1202 tutan «Şâiri Abdünnebî 502/1108, Zekeriyâ Kazvînî 570/1174, Edîb» ibâresiyle şu vefat tarihini düşürür: Devletşâh 576/1180, Lutfali Âzer 589/1193, Şîblî Câvîd bâd nâm-ı 'Nizamî' ki sâlhâst Nu'mânî 596/1199, Rızâ Kulihân Hidâyet Mecmau 'l- Naksî nedîde est kesî der kemâl-i o Fusehâ''da 576/1180, Riyâzü'l-Arifin'de 596/1199, An şâir-i yegâne ki der âlem-i hüner Kâtip Çelebî 576/1180, 596/1199, 597/1200, Hergiz nezâde gîtî hemâl-i o Muhammed Kudretullah

bilig-7/Güz '98

75

bakımından bazı tereddütler doğurmuştur. Nâzem be nutk-i tûtî tab'eş ki hem çünân Ateş, bu tereddütlerin sebeplerini; bizzat Alem be hayret est zi hüsn-i mekâl-i o Nizâmî'nin eserinde bulunan İlyâs adının baba adı Tâ bende ahteri est Nizamî ki asman olması; öyle bir metinde olmaması gereken dil Hergiz nedîde est u nebîned zevâl-i o yanlışlarının bulunması ve kitâbe yazısının çağına uygun vesika özelliği göstermemesi olarak sıralar; Încâ ki bûde est hevâ-hâh-i Mustafâ kitâbenin sahte olduğuna dair bir başka bir delil Ancâ penâh u puşt-i vey o bâd u â-li o olarak da, 595/1198 tarihini taşıyan ve Hâkânî'ye ait Çûn buved der cihân sühân şâiri edîb olduğu söylenen mezar taşı ile birlikte bulunmuş Ez 'Şâirî Edîb' tevân cest sâl-i o olmasını gösterir. Ateş'in iddiasına göre, Nizâmî'nin «sözde mezar (Nizamî adı yıllarca ölümsüz olsun. Çünkü kimse kitâbesi»nden on yıl evvelki tarihi gösteren bu mezar onun kemalinde bir noksanlık görmemiştir. Sanat taşı da aynı yazı ile yazılmıştır. Ateş'e göre, âlemindeki o yegâne şâire, asla dünyada hiçbir anne Hâkânî'nin Tebrîz'de öldüğü bilindiğinden dolayı, bu hamile olmamış ve öyle birini doğurmamıştır. Onun taşın şimalî Azerbaycan'da bulunması ve Nizâmî'nin tabiatını, ben tûtî diliyle övüyorum. Nitekim âlem taşındaki aynı hatalı yazı ile yazılmış olması, ancak onun sözlerinin güzelliğinden hayrete düşmüştür. ikisinin de sahte olması ile izah edilebilir (İA, 1988: Nizâmî, gökyüzünün asla zevalini görmediği ve IX/321). göremeyeceği parlak bir yıldızdır. Burada [dünyada] Mustafa'nın [Hz. Peygamber'in] aşkı ile yaşamıştır. Ölüm Yeri ve Kabri Orada [ahirette] onun ve ehl-i beytinin gölgesi ve Tezkire yazarlarından Lütfâli Azer, Nizâmî'nin sığınağı içinde olsun. Dünyâda söz var olduğu sürece, Gence'de medfûn olduğunu, Nazmi-yi Tebrîzî ise, edip bir şâir, onun ölüm tarihini 'şâirî edîb' sözünden türbesinin Gence'de bulunduğunu ve gönül çıkarabilir. Tebrîzî, 1363: 436.) sahiplerinin ziyaretgâhı haline geldiğini bildirir. 1947 yılında Nizâmî'nin Azerbaycan'da yapılan Abdünnebî de bahsi geçen türbenin Gence dışında kazılarda bulunmuş olan bir mezar kitâbesinden olduğunu kaydeder. bahseden Nazif Hoca, şâirin ölüm tarihi hakkında tam Mehmed Emîn Resûlzâde, Gence'nin yakınında yıkık-dökük bir mezar bulunduğunu ve buranın, kısır bir emniyetle söz edilebileceğini belirtikten sonra, kadınların çocuk diledikleri bir şeyhe ait sanıldığını, kitâbenin üzerinde kûfî hattı ile yazılmış «Bu nurlu Nizâmî'ye ait olduğunu bilenlerin az olduğunu kabir, h. 605 senesinin ramazan ayının dördünde ölen es- bildirdikten sonra, 1910'da, Gence Dram Cemiyeti'nin, Şeyh Nizâmüddîn Mevlâ Ebû Muhammed b. İlyâs b. şâirin harap türbesini tamir maksadıyla bir risale Yusuf b. Zeki'nindir» mealinde bir cümle bulunduğunu neşrederek yardım toplama teşebbüsünde ve bu tarihin miladî 12 Mart 1209 tarihine tekabül bulunduğunu; bu maksatla birkaç bin rubleyi bulan bir ettiğini; ancak kitâbeyi yazan kişinin bunu kûfî ile meblağ dahi toplandığını bildirir ve neticeden haber 'hakk' etmek istediğini, fakat beceremediğini, kitâbede vermez. şâirin adı olan İlyâs'tan önce yer alan «ibn» Resûlzâde'nin şeyhe ait sanıldığını söylediği kelimesinin fazla olması gibi bir takım yanlışların mezarın üzerine sonraları bir sanduka yapılır ve uzun bulunduğunu bildirir (Hoca, 1959: 175 vd). zaman şâirin toprağı, «himmeti büyük bir şeyh» Ahmed Ateş'e göre, Kûfî hattı ile yazılmış olan bu zannıyla ziyaret edilir. Yeni Gence eski Gence'nin mezar kitâbesi, şâirin ölüm tarihi hakkındaki bütün kenarına kurulduğunda, eski Gence viraneye döndüğünden, Nizâmî'nin kabri de şehrin dışında tereddütleri bertaraf edecek gibi görünmüşse de, şâirin kalır. Ancak daha sonra aynı yere yeni Azerbaycan tam adını elde bulunan hiçbir kayda uymayan bir mimârisiyle, şâir adına bir anıtmezar yaptırılır. Şâirin şekilde «Nizâmüddîn Muhammed bin İlyâs bin Yusuf bu anıt-mezarının kitâbesinde doğum ve ölüm bin Zeki» olarak göstermesi ve 4 Ramazan 605 (12 tarihleri, 535-599/1140-1203 olarak gösterilir. Mart 1209) tarihini işaret etmesi

bilig-7/Güz '98

76

EDEBÎ ŞAHSİYETİ nasıl peygamberlerin sonu ve en büyüğü ise, kendisinin de şâirlerin sonu ve en büyüğü olduğunu, Nizâmî, edebî şahsiyeti bakımından İran güzel ve fasih şiirlerinin Davud'un güzel sesle okuduğu coğrafyasının sınırlarını aşarak bütün dünyada derin Zebûr âyetleri gibi okunduğu zaman, Zerdüşt'ün yankılar uyandıran bir şâirdir. Bu bakımdan İranlı, Zend'ini okuyan ateşperest rahiplerinin dillerinin Azerbaycanlı ve Avrupalı âlimler, Nizâmî'yi edebî kesileceğini, onların utanıp susacaklarını söyler. deha olarak kabul ederler. Ancak, kendisini bu kadar övmesine rağmen, İran manzûmeciliğinde, kendisinden önce 'model' söylediklerinden rücû eder ve «Şairlik nedir ki, olarak Firdevsî örneği bulunmasına rağmen, destansı onunla övüneyim. O eski yalanlardan vücuda gelen şiiri zirveye taşımak, Nizâmî'ye nasip olmuştur. bir şeydir.» der. Kendisinin kimseye kötülük Nizâmî, aşk ve kahramanlık hikâyelerinin her etmemesi, kimse hakkında su-i zan beslememesi ve ikisinde de üstattır. Kelimelerin seçiminde, ele aldığı kendisine güzel ahlak ihsan etmesi için Allah'a dua konuya uygun ibareleri bulmakta maharetini ortaya eder. Gönlünün de, dininin de kırılıp gittiğini, yalın koyar, yeni mana ve mazmûnları ibda ve inşa etmede ayak, başı kabak bir halde, yine de uçbeyliği zevk-i selim sahibi olduğunu rahatlıkla gösterir. Tabiî sevdasında olduğunu itiraf eder ve kendisini mahir bir olayların ayrıntı ve inceliklerini tasvir ederken en düzenbaza benzetir. Hatta daha da ileri giderek: «Ben, uygun teşbih ve istiareleri kullanır. pisliğinden ve iğrençliğinden dolayı çeke çeke cehennem Şâir, manzumelerinin giriş bölümlerinde, güneşin çukuruna sürüklenen bir köpeğim.» der. doğuşu ve batışı, gecede gökyüzü ve yıldızlar, bahar Nizâmî'ye göre sözün ve şiirin, şuurlara, fikirlere, ve yazın vasfı, kar ve yağmur yağması, av ve savaş hislere tesiri çok büyüktür. Ona göre, sözün gördüğü sahnelerinin tasvirlerinde olduğu kadar; aşka tutulma, işi, başka hiçbir vasıta göremez. Söz, ülkeler fetheder; gönül verme, ayrılık acısı, kavuşma sevinci, aşıkın acizliği, tembelliği ortadan kaldırır; zahmete ve maşukun ölümünde ağlayıp inlemesi, yeminler, harekete ruh verir. Güzel ahlâkî keyfiyetleri düzene şikâyetler vb. gibi derünî haller ve ruhî etkileşimlerin sokar; insanı çirkin emellerinden uzaklaştırır. tasvirlerinde de, son derece başarılı bir üslup ortaya Şâire göre, söz dizerek kafiye tartanlar, iki âlemin koyar. hazinesini sözle açarlar. Bu hazinenin anahtarı, söz erlerinin dilleri altındadır. Söz erleri arşın Şâirliği ve Şiir Anlayışı bülbülleridir. Söz erenleri sır perdesi ve Peygamberin Nizâmî, eserlerinin hemen tamamında, şâirliği ile ışığının gölgesidirler. Allah katının merkez noktasının övünür; ancak sonra pişmanlık duyarak, Allah'a tövbe önüne ve arkasına önce peygamberler, sonra da eder ve haddini bildiğini itiraf eder. Mahzenü'l- şâirler dizilmiştir. Peygamberler hakikatin özünü, Esrâr'ında, kendisinin «serseri sözler» söylemediğini, şâirler de dış kabuğunu teşkil ederler. cevher satanların üstünde bir cevherci olduğunu, Nizâmî, şâir olmak için gerekli yetkiyi elde nüktelerini açıkladığında, sesini kıyamet sûru gibi etmedikçe şâirliğe yeltenmekten kaçınmanın; çınlatabileceğim, sanatının cadıların sabrını fikirlerden nasiplenebilmek için de sözü ihtiyatla tükettiğini, sihrinin melekleri aldatan bir büyü seçip beğenmenin zaruri olduğunu ileri sürer. olduğunu, kullandığı sihr-i helâl sanatının, seher Şâire göre, her ilmin dili, dili başka bir üsluba nimeti olup, Harut'un nüshasını bozduğunu; Leylî u çevrildiğinde manaları başka bir elbise giyinir; şiir de Mecnûn'unda, dilinin kılıcının fesahatte İsâ mucizesi yazıldığı dilden başka bir dile çevrildiğinde bütün gibi ölüleri dirilttiğini, sözlerinin ateş gibi hararetli güzelliğini ve hususiyetini kaybeder. Dolayısıyla şiir, olduğunu, şiirin suyunu, kendisinin ırmağından bir dilden başka bir dile çevrilemez. aldığını ve kendi zamanında hakiki şöhretini bulduğunu; Dîvân'ında, gazellerinin kulaklara bir Tasavvuf Anlayışı erganun sesi gibi aksettiğini, ince nüktelerinin zevklere Nizâmî, uzlet ve inziva içinde yaşadığı için, erguvan renkli şarap gibi tesir ettiğini; Hazret-i Muhammed,

bilig-7/Güz '98

77

bazı kaynaklarda tasavvufî meslek ve meşrep sahibi Polemikleri olduğu zikredilir. Görüştüğü hükümdarların Nizâmî'ye olan izzet ve Memmed Cafer, Nizâmî'nin sûfizm ile olan ikramları karşısında; Hâkimî-yi Hâkânî (ö. ?), Enveri münasebetini belirlemek için, şâirin yaşadığı tarihî (ö. 583/1187), Reşîdüddîn-i Vatvat (ö. 583/1187), devri, edebî muhiti, özellikle de Hamse'yi her Cemâlüddîn-i Isfahânî (ö. 588/1192) ve Zahîr-i Fâryâbî yönüyle inceleyen meşhur Sovyet Şarkiyatçısı (ö. 598/1201) gibi şâirler kıskanç bir tavır takınarak Berthels'in, şâirin sûfizme aşina olduğunu, fakat sûfî şâiri tenkîd ederler. olmadığını, eserlerinde sûfî terminolojisini Nizâmî de, eserlerinde fırsat buldukça, bu kişilere kullandığını, ancak onun kelime kadrosu içerisinde yer cevap verir ve kendisini savunur. Her şöhret sahibini alan «esmâ», «lâhut», «zât», «sıfat» gibi tabirleri, sûfi lekelemeye çalışanların bulunduğuna; boynuna aydan terminolojisindeki tedaileriyle telakki etmemek gerdanlık takan Hz. Yusuf'un bile kardeşlerinin gerektiğini, şâirin şeyhinin olmadığını, üstelik sûfileri hasedinden kurtulamadığına (Nizâmî, 1370: 455) şiddetle tenkit ettiğini, eserlerinde bir kelimeyle dahi dikkat çeken şair, kıymetini inkâr eden bedbahtların sufîzmden ve tasavvuftan bahsetmediğini ileri ellerindeki kılıçlarla üzerine saldırdıklarını, kendisine sürdüğünü nakleder (Câfer, 1982: 116). kılıç vurmalarına rağmen, aslında kendi hayatlarını Kaynaklar, şâirin, şahlarla görüşmesinin çok sade mahvettiklerini; nice nice söz üstadlarını karşısında olduğunu, görüştüğü devlet adamlarının kendisine sükût etmeye mecbûr bıraktığını, onların dil uzatmayı hürmette kusur etmediklerini kaydederler. Bu bırakıp söylediği sözlere kulak kesildiğini, İsâ durumun, şâirin mutasavvıf olduğunu göstermeye nefesliliği iddiasında bulundukları halde, rakiplerinin yetmediği aşikârdır. Yine bazı tezkirelerde yer alan kendi iktidarını gördükten sonra çamura batmış eşeğe şâirin Kızıl Arslan ile görüştüğüne dair menkıbenin döndüklerini; kendisinin derya gibi inci dökmüş bir de, onun mutasavvıf olduğunu göstermeye adam olduğu için tariz taşlarından kurtulamadığını, yetmeyeceğini bütün akl-ı selim kabul ve tasdik eder. ancak kendisine atılan taşların deryaya atılan kerpice Tasavvufî kimliği belirgin olmamasına rağmen, dönüştüğünü, düşmanlarının, karşısında eriyip bazı tezkirelerin kaydettiğine göre, Nizâmî, bütün gittiklerini (Nizâmî, 1370:415) belirtir ve kendisini zahirî ilimleri öğrenmiş, fakat hepsinden elini çekemiyenleri veled-i zina (Tarlan, 1944:10) olarak çekerek yüzünü Hakk'a çevirmiş bir kişidir. suçlar. Boğazına düşkün tatsız ve zevksiz şâirlerin, Mahzenü'l-Esrâr mesnevisi hariç, diğer dört kendi sayesinde cihanı yuttuklarını; kendisini mesnevisinde ve Dîvân'ında tema olarak hemen kıskananların, şiirindeki parlaklığı kabul etmeyip hemen hep beşerî aşkı işleyen Nizâmî, Dîvân'ında aleyhinde hezeyanlar savurmaktan çekinmediklerini, yalnızca bir şiirinde zahitliğe karşı rintliği savunur. önünde gölge gibi hakir ve alçak oldukları halde, Ruhu hafiflerin meclisinde ağır ruhluluk etmemek kendisine dil uzatmaya kalkıştıklarını (Bahtiyârî, gerektiğini, saki hareketlendiğinde bütün kadehleri 1344: 33) zikreden şâir, Peygamberin bile kıskançlar içmenin elzem olduğunu öğütler, İnsanın ancak o takımından kurtulamadığını belirtir ve münafıklara zaman ayağını cehennemin tepesine koyup, cennetin karşı hiddetinden beynine kan sıçramasına rağmen, yine etrafına bir çizgi çekebileceğini, Onun has kullarından de gülümsediğini; şiirini çalan kişileri gördükçe, olunca feleğin çadırını alt-üst edebileceğini, Onun kendisinin utanıp eridiğini (Nizâmî, 1370: 453454) yolunu ayaksız yürüyüp, güzelliğini gözsüz ifade eder. göreceğini, ondan dilsiz bahsedeceğini, şarabını ağızsız içeceğini coşkulu bir üslûpla dile getirir. Tesirleri Nizâmî'ye göre, ebedî olmayan bir aşk, gençlik şehvetinin bir oyuncağıdır. Aşk eksilmeyen ve ölüme Nizâmî, Enverî ve Hâkânî'den sonra, Selçuklular kadar aynı şiddetle devam eden bir şeydir. Ancak döneminin üçüncü büyük şâiridir. Firdevsî'den sonra ebediyette zeval bulan aşk, manasız bir hayâl mesnevi tarzında çok büyük yenilikler yapan ve ilk değildir. hamseyi kaleme alan şâir, İran'da olduğu gibi Türkiye'de de tanınan, sevilen

bilig-7/Güz '98

78

ve rekabet kabul etmeyen romantik bir edebî yılında Moskova'da neşrettiği Isbrannie trudi Nizâmi şahsiyettir.. i Fuzûlî adlı kitabında da Nizâmî ile Fuzûlî'yi Nizâmı, Şarkın bütün edip ve şâirlerinin üstadı mukayese eder. Bu çalışmayı Hamid Araslı Türkçe'ye olmuş, kendisini taklit eden şâirler tarafından her tercüme eder ve bazı ilavelerde bulunarak aynı yıl zaman hürmetle anılmıştır. Moskova'da neşreder. A. Çaykin ise aşağı yukarı aynı Nizâmî'nin İran ve Türk edebiyatlarındaki tesirleri tarihlerde Moskova'da neşrettiği Nizamî, Chagani, büyüktür. Türk divân edebiyatının ikinci derecedeki Rustaveli adlı kitabında Nizâmî, Hâkânî ve Gürcü şâiri şâirleri üzerindeki tesiri, İran edebiyatındaki gibi Şota Rustaveli'yi karşılaştırır ve aralarındaki tesir devamlıdır (LA., 1988: LX/326). Nizâmî'den sonra zincirinin ne ölçüde gerçekleştiğine dikkat çeker.. İrân, Hint ve Türk şâirlerinden bir çoğu, özellikle Leylî u Mecnûn'u taklit etmişlerdir. Onların en ESERLERİ meşhurları, Emîr Hüsrev Dihlevî (ö. 725/1325), Abdurrahman Câmî (ö. 898/1492), Alî Şîr Nevâî (ö. A. Hamse 907/1501), Mektebi-yi Şîrâzî (ö. 918/1512), Câmî'nin yeğeni Hâtifî (ö. 927/1520) ve Fuzûli-yi Bağdâdî (ö. Nizâmî'nin bir Dîvân'ı ve yaklaşık 35.000 beyitlik 963/1556)'dir. beş mesneviden oluşan Hamse'si vardır. Penç-Genc Nizâmî'nin manzumelerini taklit eden şâirler, diye bilinen Hamse içerisindeki eserler, yazılış sırasına onun üstünlüğünü itiraf eder ve arzularının, göre, Mahzenü'l-Esrâr, Hüsrev u Şîrîn, Leylî u Mecnûn, kesinlikle onun ayağına ulaşmak olduğunu söylerler. Heft Peyker ve İskendernâme (Şerefnâme+İkbâlnâme) Bazı şâirler mahlaslarını bile ondan almayı büyük bir adlarını taşırlar. onur sayarlar. Nitekim Mevlânâ Hüseyinalî Herrâs bir Nazmi-yi Tebrîzî, şâirin, Penç-Genc denilen gece rüyasında Nizâmî'yi görür ve ondan Ricâtî Hamse'sini 45 yıl zarfında söylediğini kaydeder mahlâsını alır. (Tebrîzî, 1363: 437). Fakat bu süre, yanlış tayin Nizâmî, kendisinden sonra gelen Mevlânâ edilmiş gözükmektedir. Çünkü, genellikle şâirin ilk Celâlüddîn-i Rûmî (ö. 672/1273), Sâ'di-yi Şîrâzî (ö. 691 mesnevisi olan Mahzenü'l-Esrâr'ı 572/1176 târihinde, veyâ 694/1291 veyâ 1294) ve Hâfız-ı Şîrâzî (ö. son mesnevisi İkbâlnâme'yi de, 607/1210 tarihinde 791/1388) gibi büyük şâirleri etkilemiştir. Nitekim bu yazdığı kabul edilegelmiştir. Buna göre şâir, söz üç büyük şâirin edisyon kritiği yapılmış divânlarının konusu mesneviler topluluğunu 34/35 yıl zarfında indeksleri gözden geçirildiğinde Nizâmî adına yazmış olmalıdır. rastlamak mümkündür. Çünkü bu şâirler, bir çok Nizâmî'nin Penç-Genc mecmûası, tamamen veya gazellerinde, çeşitli vesilelerle Nizâmî'den ya direkt kısmen İran'da, Hindistan'da ve Avrupa'da defalarca olarak iktibasta bulunmuşlar, ya onun bir beyit veya basılır. Hamse'den bir çok seçmeler yapılır, mısraına telmihte bulunmuşlar, ya da nazire manzûmelerden her birine ayrı ayrı şerhler yazılır. yazmışlardır. Nazmen ve nesren tercüme edilir. Hamse, Şarmoy Nizâmî'yi başka şâirlerle karşılaştıran, etkilendiği isimli bir Fransız tarafından Fransızca'ya tercüme ve etkilediği şâirlerle olan benzerlik ve ayrılıklarını edilir ve 1845'de Petersburg'da neşredilir. Tahran'da gösteren bir çok araştırma yapılmıştır. A. N. Boldirev, 1276/1861'de, Tebriz'de 1904'de basılan eseri, 1921'de 1938 yılında Moskova'da neşrettiği Dva Shirkvanskikh de M. Th. Houtsma Londra'da yayınlar. 1946 yılında poeta Nizami i Khakani adlı kitabında Hâkânî ile Rusça'ya manzum olarak bir özeti çevrilir. 1952 Nizâmî arasında bir mukayese yapar. A. Agayev, 1941 yılında, Vahîd Destgirdî'nin neşrini esas alarak M. yılında Baku'da yayınlanan Literaturnii Azerbaijan Derviş ve Emîr-i Kebîr Yayınevi iki baskısını daha adlı mecmuanın 1. sayısında yayınladığı "Nizami, gerçekleştirirler. 1981 yılında Azerî Türkçesine Gete i Shiller" başlığını taşıyan makalesinde Nizâmî manzum bir özeti daha çevrilerek Bâkû'da yayınlanır. ile Alman şâirleri Goethe ve Schiller'in edebî Hamse'nin Azerbaycan Türkçesine yapılan şahsiyetleri arasında bir mukayese yapar. Evgenii tercümelerini R. Âzâde Bediî Tercümeler olarak Eduardoviç Berthels, 1940 yılında Baku'da neşrettiği nitelendirir. 1991'de ise, üç araştırmacı tarafından iki ciltlik Nizami i Firdousi adlı kitabında Firdevsî ile hazırlanan bir Hamse antolojisi, Türkiye'de yayınlanır. Nizâmî'yi karşı karşıya getirir. Aynı yazar 1962 İnciler başlığını taşıyan bu beyit antolojisinde, hamseden

bilig-7/Güz '98

79

seçilen darbü'l-mesele yakın bazı beyitlerin asıllarıyla 1004/1595)... Lütfalî Bîg Âzer, İtâbî adlı bir şâirin daha birlikte Türkçe tercümeleri, Arap, Lâtin ve Kiril Nizâmî'nin hamsesine nazire yazdığını bildirir, fakat alfabeleriyle verilir. onun güzelliğine ulaşamadığını sözlerine ekler Muhammed Avfî, Hamse'yi kastederek, mecazî bir (Âzerbîgdilî, 1337: 19). Bunların dışında, Hâcûy-i ifadeyle, Nizâmî'nin, faziletlerin ve Kirmânî'nin (ö. 753/1352) de hamsesinde Nizâmî'yi parlaklıkların hazinesini dünyalılar arasında taklit ettiği görülür. anlatım yoluyla dağıttığını ve onların başına Hamse'nin elyazmaları, tarih boyu en kıymetli parlaklıklar saçtığını belirtir. Abdünnebî, hediyeler gibi yüksek rütbeli şahıslara takdim Nizâmî'nin Penç-Genc kitabında dercettiği edilmiş, zengin kitap hazinelerinin ziyneti olmuş, parlaklık ve inceliklerin hiç kimseye nasib adına müzeler teşkil edilmiş, içinde bulunan olmadığını, bu eserin nev-i beşerin fevkinde mesnevilerden bazıları, sinema ve tiyatro eserlerine olduğunu belirttikten sonra, o büyük din ve yakîn konu olmuştur. erbabından sonra, onun istimdadı olmaksızın hamse söylemek isteyenlerin, bîedebâne olarak ortaya 1. Mahzenü'l-Esrâr çıktığını ve arzularına ulaşamadığını, buna Nizâmî, ilk eseri olan Mahzenü'l-Esrâr'ı, Anadolu ömürlerinin de yetmediğini ileri sürerken; Emîn Selçukluları'ndan Kılıç Arslan'a bağlı olan Mengücek Ahmed Râzî de, eşi benzeri bulunmayan gönül sülalesinden Erzincan Hâkimi Fahrüddîn Behramşâh çekici bir eser olarak nitelendirdiği Hamse'yi, benî Davud (ö. 622/1225) adına, 570/1174 veya Nizâmî'nin tac ü taht erbabının arzusu üzerine 572/1176 yılında yazar. nazmettiğini, Penç-Genc'in ay ve güneş ışığı gibi Behramşâh, adını ebedileştireceğini anladığı bu dünyayı ve dünyalıları aydınlattığını söyler. Molla esere karşılık, Nizâmî'ye, o devirde başlı başına bir Câmî ise, Nefahâtü'l-Üns'de, Penç-Genc'deki servet sayılabilecek yüklü bir caize verir: 1 cariye, 5000 mesnevilerin, efsane şeklinde olmalarına rağmen, altın, yükleri çeşitli eşyalardan oluşan bir sürü deve, hakikatların keşfini ve maarifi açıklamaya bir bahane beş baş ester, tam koşumlu 5 at ve kıymetli elbiseler. olduklarını; Bahâristân'da da, Nizâmî'nin fazilet ve Eserin yazılış tarihini, Muhammed Alî Terbiyet kemâlatını şerhe ihtiyaç olmadığını, Penç- Genç isimli 559/1163 yılının 24 Rebiülevvel Perşembe günü eserine kimseye nasip olmayan güzellik ve olarak gösterirken; Edward Browne 561/1165-1166; incelikler doldurduğunu, böyle bir eserin beşer Zebîhullah Safâ, Rızâzâde Şafak ve Abdülmuhammed kudretinin yetişemeyeceği bir harika olduğunu söyler. Âyetî 570/1174; Şiblî Nu'mânî de 575/1179 olarak Lütfalî Bîg Âzer de, Nizâmî'nin şâirlik mertebesinin kabul ederler. çok yüksek olduğunu, onun söz diyârının dört Mesnevi; Alî Ekber Dehhüdâ, Zehrâ Hânlerî ve rüknünden biri olduğunu, şâirin mukaddes ruhunun Zebîhullah Safâ'ya göre 2260; Nazmi-yi Tebrîzî ve hümâsı göğsünden pervaz ettikten sonra fazılların, Ahmed Ateş'e göre de 2400 beyitten ibarettir. ariflerin ve şâirlerin, onun hayâlatının ürünü olan beş Eser, hikmet, vaaz, ahlakî öğüt ve aralarına kitabını toplayıp, «hamse» diye adlandırdıklarını serpiştirilmiş didaktik hikâyelerden oluşmuş yirmi ifade eder. Memmedaga Sultanov ise, makaleden ibarettir. Nizamî'yi sanat semasına yükselten şeyin, onun Nizâmî, bu mesnevisini yazarken, kendisinin ve Hamse'si olduğunu söyledikten sonra, Hamse'yi bir edebiyat tarihi araştırmacılarının belirttiğine göre, hikmet hazinesi olarak telakki etmekte, bu eserin hem kendisinden önce aynı konu üzerinde mesnevi yazmış şâirin yaşadığı devirde, hem de sonraki asırlarda en olan Senâî-yi Gaznevî'nin (ö. 545/1150) Hadîkatü'l meşhur klâsiklerin ilham kaynağı olduğunu, onun Hakîka adlı eserinden faydalanmıştır. Senâî, tesirinde yazılan hamselerden hiçbirinin hikâyelerinde Nizamî'den önce, zühd, öğüt, hikmet ve Nizâmî'nin seviyesine yükselemediğini kaydeder. tasavvuf mazmûnlarını ön plana çıkarır. Nizamî ise, Hamse'ye İran edebiyatında nazire yazan şâirler manzûmesinde riyakâr vaizlerin öğütlerinin aksine acı, arasında şu isimleri sayabiliriz: Emîr Hüsrev-i Dihlevî sert ve itab edici sözlere yer verir. (ö. 725/1325), Kâtibi-yi Nişâbûrî (ö. 839/1436), Molla Bilindiği gibi Senâî, sanat hayatının ilk Câmî (ö. 898/1492), Hâtifi-yi Isfahânî (ö. 927/1520), Feyzi-yi Hindî (ö.

bilig-7/Güz '98

80

devresini saray hizmetinde ve methiyecilikle geçirmiş; tarafından Türkçe'ye çevrilir ve Millî Eğitim olgunluk devresine ulaştığında ise, kendisini sigaya Basımevi'nin Şark-İslâm Klâsikleri serisi içerisinde çekerek şahların hizmetinden ve emirlerin methinden yüz neşredilir. Eser, 1844 yılında N. Bland tarafından, 1945 yılında da Gulam Hüseyin Darab tarafından çevirmiş, sonra da sûfîyane şiirleri, hikmet ve öğütleriyle İngilizce'ye çevrilir, 1953 yılında ise Azerî şöhret bulmuştur. Oysa Mahzenü'l-Esrâr, Nizâmî'nin 40 Türkçesine Sırlar Hazinesi adı ile manzûm olarak yaşından önceki gençlik devrinin mahsûlüdür. kazandırılır. Nizâmı bu mesnevisini, tasavvufî ince manalara ve Arûzun ser'î bahrinin müseddes matvi-i maktû ahlakî öğütlere elverecek biçimde kaleme alır. Padişah ve (Müfteilün / Müfteilün / Fâilün) kalıbıyla yazılan emirlerin arzusunu göz önünde bulundurmaz. ve klâsik İran edebiyatının en değerli ahlakî Mahzenü'l-Esrâr'a, İran edebiyatında, Emîr Hüsrev mesnevilerinden biri sayılan Mahzenü'l-Esrâr; sûfî- meşrep Nizâmî'nin derûnî âleminin tecrübelerini, Dihlevî (ö. 725/1324) Matla'u'l-Envâr, Hâcû-yi Kirmanı tasavvufî görüş ve düşüncelerini, fikir çilesini en (ö. 753/1352) Ravzatü'l-Envâr, Kâtibi-yi Nişâbûrî (ö. güzel şekilde açıklayan ve insanlığa mutlak 838/1434) Gülşen-i Ebrâr, Molla Abdurrahman Câmî (ö. aydınlığı işaret eden yol gösterici bir eserdir. Eser, 898/1492) Tuhfetü'l-Ahrâr, Urfi-yi Şîrâzî (ö. 999/1590) çarpıcı imgeleme ve sihirli cümlelerle kaleme Mecmâu'l-Ebkâr, Feyzi-yi Hindî (ö. 1004/1595) Merkez-i alınmış lirik üç parça münacaat, Hz. Peygamber'e Edvâr, Melik-i Kumî (ö. 1025/1616) Menbâu'l-Enhâr adlı dört parça naat ve şâirin memdûhu Behramşâh'ın mesnevilerini nazire olarak kaleme alırlar. övgüsüyle başlar. Kitâbın nazmedilmesi ve tertibi Türk edebiyatında da; Alî Şîr Nevâî'nin (ö. 906/1500) hakkındaki 40 beyitlik bir bölümden sonra asıl konu gelir. Birinci makale; sözün değeri, şâirlik Hayretti 'l-Ebrâr'ı ve Çağatay hükümdarı Hâce bin mertebesi, ölçülü söz söyleme ve edebiyat Abdülvahhab'ın (ö. 967/1559) Maksadü'l-Etvâr'ı Nizâmî'nin yapmanın niteliği, gerçekleri dileyip anlamanın ve Mahzenü'l-Esrâr'ına nazire olarak yazılan ilk kalbî yönelişin gerekliliği, kalbin terbiyesi gibi mesnevilerdir. konulardan oluşur. İkinci makale; adalet, insaflı Mahzenü'l-Esrâr'a İran ve Hind şâirlerinin bir çoğu olma ve Hakk'ı hoş tutmanın ölçülerinden nazireler yazdığı halde, hiçbiri böyle bir eser ortaya bahseder. Üçüncü makale; dünyevî olayların koyamamış, onun seviyesine ulaşamaz. Esere yazılan karışıklığından dolayı manevî ilgilerin bozulmasını dile getirir. Dördüncü makale; hükümdarın nazirelerin ekseriyetinin matla beyti reayasının hak ve hukuklarını gözetmesi «Bismillahirrahmanirrahim» ile başlar. hakkındadır. Beşinci makale; müşevveş durumlar Eserin 1869 yılında Cawnpore'da bir taş baskısı karşısında insanın güçsüzlüğü ve aczinden, altıncı gerçekleştirilir. 1313/1934 yılında Vahîd Destgirdî makale; varlık âleminde cereyan eden olaylardan tarafından, 1344/1965 yılında da Hüseyin Pejmân Bahtiyârî ibret almadan, yedinci makale; eşref-i mahlûkat tarafından tenkitli neşirleri hazırlanan Mahzenü'l-Esrâr'ın olan insanın diğer bütün canlı yaratıklara orijinal yazmalara dayanılarak yapılan ilk ilmî edisyon üstünlüğünden, sekizinci makale; yaratılışı kritiği, Rus müsteşriki E. E. Bertels'in tashih ve gözden kavrayışı bakımından aklın işlevlerinden, dokuzuncu makale; insanın dünya gailelerinden geçirmesiyle Abdülkerim Alî bin Alîzâde tarafından yapılır nasıl kurtulabileceğinden, onuncu makale; ahir ve 1960 yılında Bâkû'da yayınlanır. zamanın gelip çatması ve belirtilerinden, onbirinci Mahzenü'l-Esrâr'i, Türkçe'ye nazire, taklit ve tercüme makale; insanın dünyada karşılaştığı zorlukları yolu ile kazandıran ilk Türk şâiri, VIII/XIV. aşırda nasıl yenebileceğinden, on iki ve on üçüncü yaşamış ve «Türkî-Gûy» diye şöhret yapmış olan Haydar makaleler; dünyanın insanı aldatmasına fırsat Harizmî'dir. vermeden onu terk etmek gerektiğinden ve onun Kâtip Çelebî'nin naklettiğine göre Mahzenü'l-Esrâr, vefasızlığından, on dördüncü makale; gafletten uyanmanın şartlarından, on beşinci makale; Üsküplü Şem'i tarafından Gazanfer Ağa nâmına Türkçe'ye insanın yaratılışı ve bir sınıfın ötekine tercüme ve şerh edilir, Bursalı Mehmed Tâhir'in üstünlüğünden, on altıncı makale; insanın bildirdiğine göre de, Mevlânâ Celîlî tarafından nazma mesleğinde hızla ilerlemesi ve dileklerinin nasıl çekilir. Mahzenü'l-Esrâr, son olarak 1946 yılında, M. Nuri Gençosman

bilig-7/Güz '98

81

kabul edilebileceğinden, on yedinci makale; kişiliğine hürmeten, hazır olan eğlence sergilerini kulluğun gerekleri, tecrit ve halvete çekilmenin kaldırıp, şarkı ve çalgı seslerini iptal ettiğini, faziletlerinden, on sekizinci makale; ahireti kendisinin de bizzat yerinden kalkıp saygı karşılama konusunda insanların gidişatından, on merasimini ifa ederek ona layık olan yeri dokuz ve yirminci makaleler; zamane insafsızlarının gösterdiğini, beraber sohbet ettikten sonra, tenkidi ve zamane çocuklarının vefa ve himmetinden Nizâmî'nin sultan için yazmış olduğu kasideyi bir bahseder. Şâir aynı zamanda 40 yıllık ömrünü de bu «Râvî»nin ayağa kalkarak okuduğunu, kasideden eserinde tenkit eder. sonra Hüsrev u Şîrîn'in okunmaya başlandığını, Nizâmî, Mahzenü'l-Esrâr'dan sonra mesnevi sultânın, elini şâirin omuzuna koyarak tam bir şevkle yazmayı, aşk ve kahramanlık konularına yönelerek dinlediğini ve arada bir ona «aferin» dediğini, devam ettirir. Bu bakımdan diğer mesnevilerinde sonunda da; «Siz bana yepyeni bir hayat bağışladınız Mahzenü 'l-Esrâr'ın mazmûnlarına muhalif tarzda ve ismimi ebedî kıldınız, şimdi size borçluyum!» birçok mazmûn ve muhtevaya yer vermek zorunda diyerek, kendisine Hamduniyân kasabasını ödül kalır. olarak verdiğini nakleder (Nu'mânî, 1335:1/230 vd). Mahzenü'l-Esrâr'ın, Mevlânâ Celâlüddîn, Aynı hadîseyi, Hüsrev u Şîrîn'in sonunda, şâirin Feridüddîn-i Attar, Fahrüddîn-i Irâkî, Sa'dî-yi kendisi daha detaylı olarak anlatır. Şîrâzî, Hârız-ı Şîrâzî, Hâkânî-yî Şîrvânî, Cemâlüddîn Eserin tamamlanış tarihi konusunda kaynaklarda Isfahânî ve Kemâlüddîn-i Isfahânî gibi şâirlerin ihtilaf vardır. Edward Browne eserin yazılış tarihi mesnevilerinin arasında seçkin bir yeri vardır. olarak 571/1175-1176 yılını gösterirken; Muhammed Alî Terbiyet, 576/1180'de Şemsüddîn Muhammed 2. Hüsrev u Şîrîn Cihan Pehlivân adına nazmedildiğini söyler. Eserin tenkitli bir neşrini hazırlayan Abdülmuhammed Ayetî Ahmed Ateş, Nizâmî'nin ikinci mesnevisi olan ise, şâirin bu mesnevisini 580-581/1184-1185 yılında Hüsrev u Şîrîn'in çeşitli nüshaları birbirinden farklı yazmaya başladığını, Atabek Kızıl Arslan'ın ölüm yılı olduğu için, yazılış tarihi ve kime ithaf edildiğinin olan 587/1191 yılına kadar da tasarrufta bulunduğunu kesin bir şekilde tespit edilemediğini; ancak eski belirtir. nüshalara bakılacak olursa, Sultan Tuğrul bin Rieu katalogunda kayıtlı bir Hüsrev u Şîrîn Arslan'a (573-590/1177-1194) ithaf edildiğini belirtir nüshasının 567 varağını kaynak gösteren ve eserin bazı (İA, 1988: IX/322). Abdünnebî ile Edward Browne da, nüshalarında tamamlanma tarihi olarak 576/1180- şâirin bu mesnevisini Atabek İldeniz'in ikinci oğlu olan 1181 yılını veren bir beyit görüldüğünü söyleyen Muhammed ve Kızıl Arslan'a ve yine İran Ahmed Ateş, esere 576/1180-1181 yılında başlanıldığı Selçuklularının son hükümdarı Tuğrul bin Arslan'a ve 587/1191'de tamamlandığı veya mukaddimelere takdim ettiğini söylerler. Şâir de, mesnevisinin ilaveler ile, değişik zamanlarda, çeşitli hükümdarlara başında Tuğrul bin Arslan'ı över, ancak Atabek ithaf edildiğinin kabul edilebileceğini ileri sürer (İA, Şemsüddîn Ebû Câfer Mehmed İbn-i İldeniz ve 1988: DC/322 vd). Muzafferüddin Kızıl Arslan hakkında da birer methiye Eser, Ateş'e göre 5700, Ayetî'ye göre 6500, söyler. Şiblî Nu'mânî de, Nizâmî'nin bu mesnevisini Tebrîzî'ye göre de 7700 beyittir. yazmaya başladığı zaman, daha kitabın başında iken Nizâmî'nin bu ikinci mesnevisi, konu itibariyle, sesinin her tarafa yayıldığını, bu haberi alan Tuğrul bin Firdevsî'nin Şehname'de ayrıntıya girmeden işlediği, Arslan'ın, hatıra kalması için o kitabı kendi adına 33. Sâsânî hükümdarı Hüsrev-i Pervîz'in (saltanatı: nazmetmesini istediğini kaydeder (Nu'mânî, 590-628), Ermeni prensesi Şîrîn'le olan aşk hikâyesini 1335:1/229). anlatır. Kaynağını bu yaşanmış tarihî olaydan alan Şiblî Nu'mânî, mesnevi tamamlandığı zaman, hikâye, Nizâmî'nin kalemiyle edebî bir nitelik kazanır, Atabek Muhammed bin İldeniz'in vefat ettiğini ve Fars dilinin en lirik şaheserlerinden biri liyakatini elde kardeşi Kızıl Arslan'ın onun yerine tahta oturduğunu; eder. Kızıl Arslan'ın, Nizâmî'nin saraya çağrılması için Muhammed Alî Terbiyet, Arif-i Erdebilî'nin, bu emirler verdiğini; şâirin gelişini haber alınca da, hikâyeyi daha önce değişik bir şekilde rivayet onun zahitliğine ve manevi

bilig-7/Güz '98

82

ettiğini bildirir (Terbiyet, 1314: 382). Ancak Hüsrev u Şîrîn'in taş basmaları, 1249/1883'de Farsça'da bu hikâyenin en usta nazımı Nizâmî'dir. Bombay'da, 1288/1871'de Lahor ve Lucknow'da, Sonra gelenlerin hepsi birer Nizâmı taklitçisidir. 1881'de Cawnpore'da yapılır. Eserin ilmî neşirleri ise, Nizâmî'nin Mahzenü'l-Esrâr'dan sonra kaleme 1317/1938 yılında Vahîd Destgirdî tarafından, 1960 aldığı bu mesnevisi, bir Ermeni kızının İran'ın genç ve yılında L. A. Hetakurov tarafından, 1343/1964 çapkın şahıyla olan aşkını anlatır. Eserde açıkça yılında Hüseyin Pejmân Bahtiyârî tarafından, sevişme, eğlence, oyun, şarap, saz, şarkılarla dolu 1353/1974 yılında da Abdülmuhammed Ayetî heyecân verici sahneler oldukça fazladır. tarafından gerçekleştirilir. 1957 yılında, Astalin Âbâd Nizâmî'den sonra yazılan bütün Hüsrev u Şîrîn isimli bir müellif tarafından Tacikistan'da da seçilmiş mesnevileri aruzun aynı kalıbı ile ve 6500 beyit bir metni neşredilir. halinde kaleme alınır ve şâirin bu eseri, Şark Hüsrev u Şîrîn, 1935'de Rusça'ya, 1947 yılında da edebiyatlarında bir geleneğin öncüsü olur. Azerbaycan Türkçesine manzum olarak çevrilir. 1981 Nizâmî'den sonra yüzlerce İran ve Hind şâiri, bu ve 1982 yıllarında da eserin filoloji ve bediî hikâyeyi nazmederlerse de, hiçbiri, selâsette, tercümeleri Bâkû'da yayınlanır. belagatta, akıcılıkta ve tatlılıkta Nizâmî'nin nazmına Nizâmî'nin bu ölümsüz eseri, Sabri Sevsevil ulaşamaz. tarafından 1943 yılında dilimize çevrilir ve Millî İran edebiyatında Nizâmî'nin bu eserine nazire Eğitim Bakanlığı'nın Şark-İslâm Klâsikleri serisi yazan şâirler arasında; Emîr Hüsrev-i Dihlevî (ö. içerisinde yayınlanır. Bir yıl sonra da Ali Nihad 725/1324), Asafî (ö. 920/1514), Hâce Şihâbüddîn (ö. Tarlan tarafından ayrı bir tercümesi, İstanbul'da 922/1516), Hâtifi-yi Isfâhânî (ö. 938/1531), Ahî (ö. neşredilir. 947/1540), Kâsımî (ö. 979/1571), Mevlâna Vahşî el- Eser, aruzun bahr-i hezec müseddes-i maksûr ve Yezdî (ö. 992/1584), Urfi-yi Şîrâzî (ö. 999/1590), mahzûf (Mefâîlün / Mefâîlün / Feûlün) kalıbıyla Kevserî (ö. 1015/1606), Şapûr (Ö.1020/1611), Asâf Hân kaleme alınmıştır. (ö. 1021/1612), Şerîf Kâşî (ö. 1026/1617), Maşrıkî (ö. 1050/1640), Hindû (ö. 1055/1645), İbrâhîm Ethem 3. Leylî u Mecnûn (ö. 1061/1650), Nâmî (ö. 1204/1790), Şihâb-ı Turşîzî (ö. 1215/1800)'yi sayabiliriz. Bunların yanı sıra Nizâmî, üçüncü mesnevisi olan Leylî u Mecnûn'u, hikâyeyi; Arifî (IX/XIV. yy) Ferhâdnâme, Vahşi-yi Hâkânî-yi Şirvânî'nin memdûhu olan Şirvânşâh Ebu'l Bafkî (ö. 991/1583) Ferhâd u Şîrîn, Bezmî de Muzaffer Celâlüddevle Ahsıtan bin Minûçihrî (556- (XI/XVII. yy) Şîrîn u Ferhâd adlarıyla işlerler. 566/1160-1170) adına nazmeder. Şâir, bir gün yeni bir Hüsrev u Şîrîn hikâyesini Türk edebiyatında mesnevi yazmayı düşünürken, Şirvânşâh'ın, Nizâmî'ye nazire olarak yazan ilk şâir, Kıpçak şâiri kendisinden Leylâ ile Mecnûn hikâyesini Kutb'dur (VIII/XIV. yy.). Daha sonra Fahrî (ö. ?) ve nazmetmesini isteyen mektubunu alır, o zaman Şeyhî (ö. 1431?) tarafından tercüme-taklit yolu ile yaşının ilerlemiş olmasından ve zayıflığından dolayı, nazireler kaleme alınır. Şeyhî'den sonra Hüsrev u Şîrîn bunu kabul etmek istemez, ancak oğlunun ısrarları hikâyesini edebiyatımızda işleyen diğer şâirler üzerine, bu mesneviyi yazmaya başlar (İA, 1988: IX/ şunlardır: IX/XV. yy. da Ahmed Rıdvân, X/XVI. yy. 323). da Muîdî ve Hayatî, XI/XVII. yy. da Hamîdîzâde Nizâmî, şahın emri ve oğlunun teşvikiyle bu dert Celîlî (ö. 977/1569) ve İmâmzâde Ahmed (ö. kıssasını kaleme almaya niyet edince, Kitâbü 'l-Egânî'yi 977/1569), Hâlife (ö. 980/1572), Mahvî (ö. 988/1580), okur, Arap kaynaklarındaki söylentileri toplar, Kays XII/XVIII. yy.da Fasîh" Ahmed Dede (ö. ile Leylâ'nın ağzından söylenen şiirleri gözden geçirir, 1111/1699), XIII/XIX. yy. da Salîm, XIV/M. XX. gerekli gördüğü motifleri de ekleyerek eserinin planını yy.da Âzerî şâiri Mustafa Ağa Nâsır... Hikâyeyi ayrıca, hazırlar (Levend, 1959: 370). Alî Şîr Nevâî, Yavuz Sultan Selim'in kardeşi Dört ay içerisinde yazılan mesnevinin tamamlanış Şehzâde Korkud (Harîmî) (ö. 918/1512), Ârif Çelebî tarihini, şâir bizzat belirtmesine rağmen, kaynaklar (XI/XVI. yy) ve Nâkâm (ö. 1324/1906) gibi şâirler de değişik şekillerde kaydederler. Muhammed Alî Ferhâd u Şîrîn başlığı altında işlerler. Terbiyet, Şiblî Nu'mânî, Zebîhullah Safâ, Rızâzâde Şafak, Edward Browne

bilig-7/Güz '98

83

ve Ahmed Ateş, ittifakla şâirin zikrettiği 584/1188 tekniklerini rahatça kullanabilmiştir. Bunun için olsa tarihini gösterirken; Zehrâ Hânlerî 585/1189 ve Alî gerek, yazıldığı devirde büyük kitleler tarafından Ekber Dehhüdâ da 588/1192 tarihini kabul ederler. beğenilip takdir edilen, asırlar boyu kendisine Eserin beyit sayısı, kaynaklarda değişik şekillerde nazireler yazıldığı halde aşılamamış bir şaheser olan gösterilir. Beyit sayısını 4000 olarak kabul eden mesnevi, yazıldığı kültür dairesine giren toplulukların müellifler, sonraki beyitlerin başkaları tarafından ilhâk duygularını, düşüncelerini, hayallerini, heyecanlarını edildiğini öne sürerken, şâirin estetik bir yapı içerisinde başarı ile harekete geçirebilmiştir. În çâr hezâr beyit ekser Eser, konusu bakımından Arap kaynaklarından Şod gofte be çâr mâh kemter beslendiği halde, vak'anın tertibi ve işlenişi şâir (Bu eser dört bin küsûr beyittir. Dört aydan daha tarafından farklılaştırılmış, tasavvufî niteliği olmayan az bir zamanda söylendi.) beytine atıfta bulunarak platonik nitelikli beşerî bir aşk problematiği etrafında iddialarını desteklemeye çalışmışırlar. Beyit sayısını, derin yapısına kavuşturulmuştur. Ancak şâir, ifade Berât Zencânî 4583, Abdülmuhammed Âyetî ile Ali etmek istediği mistik nitelikli fikirlerini, sözünü Nihad Tarlan 4700, Nazmi-yi Tebrîzî ise 5100 olarak emanet ettiği yazar-anlatıcının bakış açılarını gösterirler. Eserin tenkitli bir metnini tertip eden kullanarak veya bizzat araya girerek ustalıkla nakleder. Hüseyin Pejman Bahtiyârî, mesnevinin aslının 4000 Bunun için eser, çağdaş roman sanatı ve unsurları beyit olduğunu ve Nizâmî'nin hikâyesinde bakımından tahlil edilebilir bir özelliğe sahiptir. bulunmayan Zeyd ile Zeyneb hikâyesi ile Selâm-ı Vak'ayı ustalıkla hareket ettiren; metin halkalarını Bağdâdî'nin Mecnûn'u görmeye geldiğini anlatan 723 kronolojik sıraya riayet göstererek birbirine bağlayan beyitlik bölümlerin başka şâirler tarafından ilhâk ve olay örgüsünü uzun soluklu bir çerçeveye oturtan edildiğini belirtir (Bahtiyârî, 1347: 6). Agâh Sırrı şâir, şahıs kadrosunu, fertlerin hikâyede yüklendikleri Levend'e göre de, eserin sonlarına görülen Zeyd, eser rollere göre oluşturur; tip ve karakter bakımından için gerekli bir kişi olmasına rağmen, Zeyd ile Zeyneb Leylâ ve Mecnûn dışında, -çünkü onlar yuvarlak tiptir- hikâyesi, başka bir şâir tarafından eklenmiş bir düz (yalınkat) tiplere oldukça geniş bir manevra alanı parçadır (Levend, 1959: 32). Adı geçen bu mülhâk sağlar. Şâirin, Leylâ ve Mecnûn tipleriyle, dış bölüm muteber Leylî u Mecnûn nüshalarına davranışlarından çok iç yaşantılarıyla öne çıkan alınmamıştır. Alınmış olan ilmî nüshalarda da, başka karakterlere ehemmiyet verdiği ve sathilikten uzak, şâirler tarafından ilhâsk edildiği kaydı konulmuştur. derin kişiliklere itibar ettiği, anlaşılması ve Nitekim Hüseyin Pejmân Bahtiyârî'nin edisyon kavranması zor, ayrıntılı insan portreleri çizmek kritiğinde bu metin, kitabın en sonuna eklenmiş ve istediği, bunu da çok karmaşık bir sentezleme metodu başına da bir mukaddime konulmuştur. Mukaddimede ile gerçekleştirdiği; oldukça durağan bir seyir izleyen bu hikâyeyi, Nizâmî'nin mesnevisine ekleyen şâirin zamanı ise başarı ile kullanamadığı; ancak mekân kim olduğunun bilinmediği ve sanat değerinin de unsurunu, hikâyenin şahıs kadrosunu oluşturan fertlerin Nizâmî'nin çok gerisinde kaldığı belirtilir. Ancak eseri içinde bulundukları ruhî durumlara göre şekillendirdiği inceleme konusu yapan Mehmed Emîn Resûlzâde ile ve başarı ile işlediği müşahede edilir. Eserde, hikâyenin Ömer Okumuş bu mülhâk bölümleri, farkında olay örgüsünü estetik açıdan sekteye uğratan en olmaksızın veya belirtmeksizin; Agâh Sırrı Levend ise, önemli faktör, fikir unsurudur. Şâir hikâyede uygun farkında olarak ve belirterek, hikâyenin genel mahiyeti bir vesile bulur bulmaz hemen tefekkürü önplana içerisinde değerlendirirler. çıkarır ve vak'anın seyir çizgisini kesintiye uğratır. Nizâmı kendisinden önceki anonim Anlatım teknikleri bakımından da, eser iyi bir malzemeleri göz önünde bulundurarak, kendine göre donanıma sahiptir. Anlatma ve gösterme teknikleri bir takım tasarruflarda bulunur ve hikâyeye yeni başarı ile kullanılmış, tasvirler yerli yerinde boyutlar kazandırır. yapılmıştır. Yapılan her tasvirde, hikâye Şâir bu mesnevisini, devrinin edebî zevk ve kahramanlarının ruhî durumları göz önünde anlayışlarını göz önünde bulundurarak kaleme almış, bulundurulmuştur. Eserde geriye dönüş, özetleme tahkiyeye dayalı eserlerde görülen anlatım

bilig-7/Güz '98

84

ve leitmotiv teknikleri, olağan şekillerde Türkmen şâiri Andelîb, Azerî şâiri Nâkâm da Leylî u kullanılmış; montaj tekniği ise çok başarılı bir Mecnûn mesnevilerini hep Nizâmî'den etkilenerek şekilde uygulanmıştır. Psikolojik tahlillerde, şâir yazarlar, onunla boy ölçüşmeye kalkışırlar, ama büyük ölçüde hikâyenin arasına girmiş ve devrinin Fuzûli-yi Bağdâdî dışında bunlardan hiçbiri, onun edebî geleneğine uygun, ancak bugün rahatlıkla edebî ve bediî seviyesine yükselecek derecede eser yadırganabilecek bir anlatım tekniği ortaya ortaya koyamaz (Nizamî ile Fuzûlî'nin Leylâ vü koymuştur (Akalın, 1994: 222-223). Mecnûn mesnevileri arasında yapılan mukayeselerin Abdülmuhammed Âyeti, Nizâmî'nin ortaya tartışmalı değerlendirilmesi için bkz. Akalın, 1987a: koyduğu hikâyenin Arap âleminde yaygın olan 201-217). destandan büyük ayrılıklar gösterdiğini söylerken Eser 1870 yılında Lucknow'da müstakil olarak, (Âyetî, 1353: 16); Ahmed Ateş de, Nizâmî'nin 1881'de Tahran'da Hamse'nin içinde resimli ve taş istemeyerek başladığı bu eserin, onun en başarılı baskısı olarak, 1886'da Bombay'da, 1890’da da mesnevisi olduğunu, büyük rağbet gördüğünü ve pek Lahor'da Hamse'nin içinde basılır. Eserin İstanbul çok şâir tarafından da taklit edildiğini belirtir (İA, kütüphanelerinde 100'e yakın yazma nüshası 1988: K/323). bulunmaktadır. İran edebiyatında Nizâmî'nin bu mesnevisine Leylî u Mecnûn'un tenkitli neşrini, Vahîd nazire yazdığı halde, onun yakaladığı şöhrete Destgirdî 1317/1938 tarihinde Tahran'da,- 1940'da . ulaşamayan şâirler arasında şu isimleri sayabiliriz: Evgenii Eduardoviç Berthels Taşkent'te; 1965 yılında Emîr Hüsrev-i Dihlevî (ö. 725/1325), Kâtîbî-yi Ejder Alioğlu, Ali Asgarzâde ve F. Baybayof Nişâbûrî (ö. 839/1436), Merâği-yi Tebrîzî (ö. ?), Moskova'da; yine 1965 yılında E. Eleskerzâde ve S. Mollâ Abdurrahman Câmî (ö. 898/1492), Babayev Moskova'da; Hüseyin Pejmân Bahtiyârî Nizâmüddîn Ahmed Süheylî (ö. 908/1502), Mektebi- 1347/1968'de Tahran'da gerçekleştirirler. yi Şîrâzî (ö. 918/1512), Kutbüddîn Emîr Hâc (ö. Eserin en son tenkîdli ilmî neşri ise, Berât 923/1517), Hâtifi-yi Isfâhânî (ö. 927/1520), Âhî-yi Zencânî tarafından 1374/1995 yılında yapılır. Meşhedî (ö. 927/1520), Hilâlî-yi Esterâbâdî (ö. Tahran Üniversitesi yayınları arasında yayınlanan bu 940/1533), Kemâlüddîn-i Zamîrî (ö. 973/1565), Mîrzâ neşirde, araştırmacı hicrî VIII. asırda istinsah edilmiş Muhammed Kâsımî (ö. 979/1571), Nüvîdi-yi Şîrâzî (ö. olan yazmalar üzerinde çalışmış ve gerçekten 998/1590), Sarfi-yi Keşmîrî (ö. 1003/1594), Feyzi-yi kıymetli bir çalışma ortaya koymuştur. Hindî (ö. 1004/1595), Rûhu'l-Emîn-i Isfâhânî (ö. 1826 yılında James Atkinson tarafından 1047/1637), Münîr-i Lahorî (ö. 1054/1644), Kâşif-i İngilizce'ye manzum olarak, 1938 yılında P. Şîrâzî (ö. 1060/1650), Alî Rızâ Tecellî (ö. 1088/1676), Antokolsky tarafından Rusça'ya mensur olarak Muhammed Nâmî (ö. 1204/1789), Mehdî Bîg (ö. tercüme edilen eser, 1905 yılında Fransızca'ya da 1214/1799), Sabâ-yi Kâşânî (ö. 1238/1822)... Feyzi- çevrilir. 1947 yılında Semed Vurgun'un manzûm yi Hindî dışında, Nizâmî'ye nazire yazan şâirlerin olarak Azerbaycan Türkçesine kazandırdığı eseri, Ali hemen hepsi, eserlerini onun tercih ettiği vezinle Nihad Tarlan, 1943 yılında; M. Faruk Gürtunca da kaleme almışlardır. 1966 yılında mensur olarak Türkçe'ye çevirir ve Aynı konuyu Türk edebiyatında ilk defa işleyen İstanbul'da neşrederler. Eser, bahr-i hafîf müseddes-i şâir X/XV. asırda yaşamış olan Edirneli Şâhîdî'dir. ahreb maksûr ve mahzûf (Mef'ûlü / Mefâilün / Daha sonra sırasıyla; Alî Şîr Nevâî (ö. 907/1501), Feûlün) vezniyle nazmedilmiştir. Ahmed Sinân Behiştî (ö. ?), Hamdullah Hamdî (ö. 909/1503), Ahmed Rıdvân (ö. ?), Kadîmî (ö. ?), 4. Heft Peyker Hamîdîzâde Celîlî (ö. 977/1569), Ahmed Sevdâî (ö. Heft Gunbed veya Behrâmnâme adlarıyla da 999/1590), Hakîrî-yi Tebrîzî (ö. ?), Fuzûli-yi Bağdâdî tanınan bu eser, Nizâmî'nin dördüncü mesnevisidir. (ö. 963/1556), Lârendeli Hamdî (ö. ?), Celâlzâde Sâlih Hemen hemen bütün kaynaklarda şâirin dördüncü (ö. 973/1565), Hâlife (ö. 986/1572), Atâyî (ö. ?), eseri olarak gösterilen bu mesneviyi, Edward Kafzâde Faizî (ö. 1031/1621), Örfî Mahmûd Ağa (ö. Browne, beşinci ve son mesnevi olarak gösterir 1186/1772)...Bunlardan başka, Kul Ata Azerî, (Browne, 1956: II/400).

bilig-7/Güz '98

85

Tezkire-i Meyhane'deki bir kayda göre, Atabek Kızıl 1873 yılında Lucknow'da taş baskısı yapılan Heft Arslan adına nazmedilmiştir (Abdünnebî, 1340: 13). Peyker'in ilk tenkitli neşrini 1934 yılında H. Ritter ve Muhammed Alî Terbiyet ve Ahmed Ateş'e göre, J. Rypka birlikte yaparlar. Ardından 1317/1938 593/1196 yılında Selçuklu hükümdarı Melikşâh'ın yılında Vahîd Destgirdî, 1941 yılında Berthels'in kölesi Aksungur'un neslinden Meraga Hakimi mukaddimesiyle S. Eyvanof, I. Avratovski ve P. Alaüddin Kerb Arslan adına telif edilmiştir. Edward Lavnik 1344/1965 yılında Hüseyin Pemân Bahtiyârî Browne'a göre de, Nusretüddîn Ebû Bekr Bîşkîn'e üç neşrini daha gerçekleştirirler. 1338/1959 yılında da takdim edilmiştir. Alaüddin Tökiş'e ithaf edildiğine Muhammed Muîn tarafından bir şerhi yapılır ve dair iddialar, doğru bulunmamıştır (İA, 1988: IX/ Tahran'da yayınlanlanır. 323). Heft Peyker'i Türkçe'ye ilk defa manzûm olarak Mesnevi, Yavuz Akpınar ve Ahmed Ateş'e göre tercüme eden şâir, X/XV. asırda yaşamış olan 594/1196-1197 yılının Ramazan'ının 14. günü, Aşkî'dir. Daha sonra yine aynı yy.da yaşamış Ulvî Edward Browne'a göre de 595/1198-1199 yılında adındaki bir şâir de eseri tercüme ederek ikinci defa tamamlanmıştır. Beyit sayısı, hemen hemen bütün dilimize kazandırır. Eser, C. E. Wilson tarafından kaynaklarda 5600 civarında gösterilir. 1924 yılında İngilizce'ye, 1941 yılında M. Arif ve Konusunu, 420-438 yılları arasında İran'ı Muhammed Rahim tarafından ayrı ayrı iki defa Azerî yönetmiş olan Sâsânî hükümdarı V. Behrâm'ın Türkçesine, 1959 yılında R. Ayvanof tarafından (=Behrâm-ı Gür, saltanat süresi 63 yıl), Rusça'ya çevrilir, 1983 yılında da Azerî Türkçesiyle anonimleşmiş halk hikâyelerinden alan eser, şâirin gerçekleştirilen filoloji ve bediî tercümeleri Bâkû'de derin hayal gücünün emsalsiz ürünlerinden biri yayınlanır. sayılır. Heft Peyker'in Türkiye Türkçesinde yayınlanmış Nizâmî bu mesnevisinde ilkin Behrâm'ın bir tercümesi yoktur. Ancak 1991 yılında Ankara çocukluk ve gençlik yıllarını, babası Yezdigird'in Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 'yüksek zâlimliğini ve kendisini Yemen meliki Nu'mân'ın lisans' tezi olarak Mesut Yıldız tarafından bir yanına göndermesini, Nu'mân'ın Behrâm'la olan tercümesi yapılır. dostluğunu ve ona Havernak sarâyını yaptırmasını Eser, arûzun bahr-i hafif müseddes-i maksür ve anlatır, daha sonra yedi iklim prenseslerinin, sahip mahzûf (Fâilâtün / Mefâilün / Fâilân veya Fa'lün) oldukları yıldızların rengine uygun olarak içinde yedi kalıbıyla kaleme alınmıştır. kümbet bulanan bir saray yaptırarak onlarla evlenmesini, onlardan her gece bir hikâye dinlerken 5. İskendernâme vezirinin bu durumdan istifade ederek halkı ezdiğini duyarak onu idam ettirmesini, ülkenin ıslahı için Nizâmî'nin son ve meşhur eserlerinden biri olan nasıl çalıştığını ve av serüvenlerini hikâyeleştirir. İskendernâme; Şerefnâme ve İkbâlnâme başlıklı iki Şâir bu eserinde, Behrâm'a prenseslerin dilinden bölümden oluşan büyük bir mesnevidir. öyle orijinal hikâyeler anlattırır ki, okurken estetik Eseri, Edward Browne, şâirin dördüncü eseri bir yaşantıya kapılmamak imkânsızdır. olarak gösterir (Browne, 1956: 400). Muhammed Alî Heft Peyker'e İran edebiyatında; Emîr Hüsrev-i Terbiyet'e göre, eserin bütünü, Herâtüddîn Ebubekir Dihlevî (ö. 725/1325) Heşt Behişt, Hâtifi-yi Isfahânî (ö. bin Cihan Pehlivân adına nazmedilmiştir. Eserin 927/1520) Heft Mânzâr, Feyzî-yi Hindî (ö. 1004/595) her iki kısmının ise, ayrı ayrı olarak kime ithaf de Heft Kişver adlı mesnevileriyle nazîre yazarlar. edildiği konusunda farklı rivayet ve iddialar vardır. Heft Peyker'e Türk edebiyatında da ilk defâ Şerefnâme bölümü bir iddiaya göre, Azerbaycan Çağatay şâiri Alî Şîr Nevâî (ö. 907/1501) Seb'a-i Atabeyi Nusretüddîn Ebû Bekir bin Muhammed (ö. Seyyar adındaki mesnevisini nazire olarak yazar. 607/1210), başka bir iddiaya göre de, İlk Musul Atabeği Daha sonra Nevîzâde Atâî (ö. 1635) Heft Hân, Alî (ö. İzzüddîn Ebû'1-Feth Mes'ûd (ö. 615/1218) adına; ?) de Heft Meclîs isimli eserleriyle bu nazire geleneğini İkbâlnâme bölümü de yine bir rivayete göre, Musul sürdürürler. hâkimi Melik İzzüddîn Ebû'1-Feth Mes'ud adına; bir rivayete göre de Nusretüddîn Ebû Bekir

bilig-7/Güz '98

86

Bîşkîn adına yazılmıştır. kendine, işsiz oturmanın yakışık almadığını, yeni bir İskendernâme, bugün biri Şerefnâme, diğeri kitap yazmak gerektiğini düşünür. Sonra İkbâlnâme olmak üzere, iki ayrı eser halinde tasnif İskendernâme 'yi yazmaya, başlar. edilmiş bulunmaktadır. Şerefnâme ve İkbâlnâme'nin Nizâmî'nin bu mesnevisi esasta Firdevsi'nin iki ayrı bölüm halinde yazılıp, iki ayrı memdüha ithaf Şehnâme'de işlediği İskender kıssasına bir naziredir. edilmesi ve Nizâmî'nin ikisini de müstakil eserlermiş Firdevsî, olayları kahramanlık serüvenleri şeklinde gibi isimlendirmiş olması; araştırmacıları, mesnevinin işlerken, Nizâmî hakikati arayan, yüksek idealler ve tek bir eser olmadığı sonucuna sevketmişse de, işlenen düşünceler peşinde koşan doyumsuz bir ruhun konunun aynı ve birbirini tamamlar oluşu, eser gerçeklerini dile getirir. Bunu yaparken bilgi dolu bir üzerindeki şekil spekülasyonunu ortadan kaldırmıştır. şiir dili ve estetiği ortaya koyar. Eserini İslâmî bir Muhammed Alî Terbiyet'e göre eserin bütünü endişesiyle düzenler, ayet ve hadislerle sembolik bir 592/1195 yılında tamamlanmıştır. Edward Browne'a hikmet kanaviçesi işler. Nitekim eserde «ab-ı hayat» göre ise eserin tamamlanma tarihi 587/119l'dir. mazmûnu «ilim»den, «Aristo» da «akıl»dan başka bir Abdülhamîd Âyetî ve Ahmed Ateş, eserin birinci şey değildir. kısmı olan Şerefnâme'nin yazılış tarihinin, bazı yeni Nizâmî, bu eserde Büyük İskender'e «cihangir», nüshalarda görülen fakat eski nüshalarda bulunmayan «âlim» ve «peygamber» gözüyle bakar. Bu bakış açısına bir kayda göre, 597/1200-1201 olduğunu söylerler. göre, eser üç bölüme ayrılmış gibi gözükür. Şerefnâme İkbâlnâme bölümü ise, Ayetî'ye göre 603/1206 bölümünde ülkeler fatihi bir hükümdarı okuyucunun tarihinde tamamlanmıştır. Tamamı 10800 beyit olan karşısına çıkaran şâir, Hırednâme bölümünde derin bir eserin Şerefnâme bölümü, kaynakların çoğunda bilgiye sahip olan büyük bir âlimi, İkbâlnâme genellikle 7100, İkbâlnâme bölümü de, yine aynı bölümünde ise, Hızır'la arkadaşlık eden bir peygamberi şekilde, ittifakla 3700 beyit olarak gösterilir. Birinci takdim eder. bölüm İskendernâme-i Berrî, ikinci bölüm de İskendernâme, tarih ve efsane açısından bir ibret Hırednâme ve İskendernâme-i Bahrî adlarıyla anılır. hikâyesidir. Nizâmî, İskender'i hürmetle anar. Ona Muhammed Alî Terbiyet'e göre, Nizâmî'nin göre, Kur'ân-ı Kerîm'de bahsi geçen Zülkarneyn, İskendernâme'si, şâirin Yunanca uydurma bir Müslümanların nazarında bizzat İskender'in kıssadan alıp iktibas ettiği bir destandan ibarettir. O kendisidir. Ye'cüc-Me'cüc seddini yapan ve ab-ı kıssa, Yunancadaki Kallistenes'tir ve onun hayatı bulma arzusuyla «Karanlıklar Diyârı»na giden münşilerinden biri de İskender'dir. Bu hikâyenin asıl de odur. Buna bağlı olarak Nizâmî, İskender'e, nüshası ve Pehlevice tercümesi ortadan kaybolmuş; ateşperestlerin Avesta kitabını kıymetsiz saydırıp onu Süryânî, Habeşî, Arabî, Çağatay Türkçesi ve Farsça Kâbe'yi ziyarete dahi götürür. tercümeleri kalmıştır. Bunların eski el yazması Şerefnâme ve İkbâlnâme, İran şiirine taze bir soluk metinleri mevcuttur ve defalarca basılmıştır, yaygındır kazandırır. Nitekim her konunun başında kullanılan (Terbiyet, 1314: 384). Bunun için olsa gerek, Fuad Sâkînâme ve Muganninâme'ler, daha önceki Köprülü de, bizdeki İskendernâme'leri incelemeden mesnevilerin hiçbirinde görülmez. Şerefnâme'de, önce, Nizâmî'nin Şerefnâme ve İkbâlnâme adıyla ikiye Sâkînâme'nin iki beytinden sonra öğüt verici sözler ayırdığı İskendernâme'sini incelemek ve Nizâmî'nin gelir ve daha sonra hikâyeye geçilir. İkbâlnâme'de ise, başlıca kaynağı olan Yunanlıların Pseudo Muganninâme'nin ilk iki beytinde muganniye hitap Kallistenes'ini tanımak gerektiğini söyler (Köprülü, edilir ve sonra hikâyeye geçilir. 1989: II/87). İkbâlnâme'de şâirin, filozoflara ilmî münakaşalar Şerefnâme'nin, başında mehtaplı bir geceden yaptırması, kendisinin ne ölçüde hikmet ve felsefeye bahseden şâir, o gecede başını dizlerinin arasına vakıf olduğunu ortaya koyar. koymuş ve uykuya dalmış olduğunu anlatır. Uykuda Nizâmî'nin bu eserine İran edebiyatında Emîr meyvedar hurma ağaçlarıyla dolu bir bağ görmüştür. Hüsrev-i Dihlevî (ö. 725/1325) Ayine-i İskenderî, O taze meyvelerden koparıp oradan geçenlere Molla Abdurrahman Câmî (ö. 898/1492) Hırednâme- vermektedir. Ansızın uykudan uyanır. O an ezan vakti i İskenderî, Hâtifi-yi İsfâhânî (ö. gelmiştir, bir mum yakar ve kendi

bilig-7/Güz '98

87

927/1520) Timûrnâme, Feyzi-yi Hindi (ö. B. Dîvân 1004/1595) Akbarnâme, Râî Hidâyetullah (XI/XVI. Nizâmî'nin kaside, gazel, terkib-i bend, terci-i yy.) İskendernâme, Ebû İshâk Sâbûrî de Kıssa-i bend, rubai ve kıt'alarını ihtiva eden mükemmel bir İskender adlı eserlerini nazire olarak kaleme alırlar. Son dîvânının olduğu her zaman iddia edilmiş, fakat bu eser mensurdur. dîvân eksiksiz olarak günümüze intikal edememiştir. Türk edebiyatında da Nizâmî'nin İskender- Bugün elde bulunan şâire ait çok az miktardaki kaside, nâme'sine ilk nazire yazan şâir Ahmedî-yi Kirmanî (ö. gazel ve rubailer, çeşitli cönklerden ve tezkirelerden 815/1412)'dir. Ayrıca, Ali Şir Nevâî (ö. 906/1500) derlenerek bir araya getirilmiştir. İskendernâme; Cemâli, Ahmed Rıdvan ve Hayâtî Emîn Ahmed Râzî, Heft İklîm'de şâirin o kadar Kıssa-i İskender; Nevâlî Hikâyet-i İskender; Figânî yaygın olmadığını söylediği gazel ve rubailerinden (ö. 939/1532) İskendernâme adlı eserleriyle aynı örnekler verir; Muhammed Avfî ise Lübâbü'l- konuyu işlerler. Elbâb'âz, şâirin mesnevilerinden başka, çok az şiirinin Esere, İran'da Sirâcüddîn Alî Arzû, Muhammed rivayet edildiğini söyleyerek, Nişâbûr'da bir büyüğün Mühendis, Muhammed Nasîr, Muhammed Gufran, naklettiği üç gazelini iktibas eder. Bu gazellerden Bedrüddîn Alî, Mir Hüseyinalî, Hamîd bin Cemâl üçüncüsü, Edward Browne'nın iddiasına göre, şâirin Buhârî ve Molla Sadullâh Penâhî tarafından çeşitli oğlunun ölümüne dairdir. Molla Abdurrahman Câmî şerhler kaleme alınır. de, Bahâristân'ında şâirden çok az şiir rivayet Eserin Şark taş basmaları, 1269/1852'de edildiğini söyler ve bir gazelini örnek verir. Rızâ Calcutta'da, 1282/1865'de Lucknow'da, 1875'de Kulîhân Hidâyet ise, Mecmâu 'l-Fusehâ'da, Hamse Bombay'da, 1878'de Cawnpore'da yapılır. dışında şâirin bir kaç bin beyitlik bir dîvânı olduğunun Şerefnâme'nin ilk tenkitli neşrini, 1316/937 yılında söylendiğini ve kendisinin bu dîvânı görmediğini Vahîd Destgirdî gerçekleştirir. Daha sonra, 1947 bildirir. Abdülmuhammed Ayetî, şâirin dîvânının, yılında E. A. Alizâde, F. Babayef tarafından iki ayrı Penç-Genc'in şöhretinin gölgesinde kaldığı için neşri ve 1344/1965 yılında Hüseyin Pejmân Bahtiyârı unutulup gittiğine dikkat çeker. Ahmed Ateş'e göre, tarafından bir edisyon kritiği daha yapılır. bizzat Nizâmî tarafından toplandığına muhakkak İkbâlnâme'nin ilk tenkîdli neşrini ise, Calcutta'da nazarı ile bakılan dîvândaki beyit sayısı, Devletşâh'ın, A. Sprenger, Muhammed Şusterî ve Ahmed Alî'den Tezkiretü 'ş-Şuârâ'sında, Lütfalî Azer'in Âteşkede-i müteşekkil üç kişilik bir araştırmacı grubu 1852 Âzer'inde kaydettiğine göre 20000 beytin üzerindedir. yılında yapar. Bu edisyon kritik, 1969 yılında ikinci Zebîhullah Safâ, 20000 beyit olduğu söylenen bu defa yayınlanır. Daha sonra ise 1317/1938 yılında dîvândaki şiirlerin pek azının günümüze kadar yine Vahîd Destgirdî yeni bir neşrini gerçekleştirir. gelebildiğini, bunlara ilâveten eski cönklerde de şâire 1947 yılında da E. Alizâde ve Berthels'in ait birçok şiire rastlandığını belirtir. danışmanlığında F. Babaev tarafından iki neşri daha Bugün çeşitli tezkire ve cönklerde bulunan yapılır. Nizâmî'ye ait şiirler, 800 beyit kadardır. İskendernâme, 1881'de W. Clarke tarafından Devletşâh'ın (ö. 900/1494) belirttiği beyit sayısı, İngilizce'ye, 1941' de S. M. Stislavski tarafından daha sonraki tezkire yazarları tarafından da aynen Rusça'ya çevrilmiştir. 1966 yılında Ali Abbasof Devletşâh kaynak gösterilerek tekrarlanmış tarafından Azerî Türkçesine çevrilen eserin, 1982 olduğundan, son dönem edebiyat tarihi yılında manzûm olarak bediî tercümesi, 1983 yılında araştırmacıları, özellikle de Edward Browne gibi da filoloji tercümesi gerçekleştirilir. Şerejnâme ise, müsteşrikler, Nizâmî mahlasını taşıyan başka şâirlerin müstakil olarak 1920 yılında Evgenii Eduardoviç de bulunduğunu, tezkire yazarlarının da, onları Berthels tarafından Rusça'ya tercüme edilir. Eserin, Nizâmi-yi Gencevî ile karıştırmalarının imkân Türkiye Türkçesinde tercümesi yoktur. dahilinde olduğunu göz önünde bulundurarak, bu Eserin her iki bölümü de aruzun bahr-i rakamın bir iltibas eseri olarak ortaya çıktığını, aksi mütekaarib müsemmen maksûr (Feûlün / Feûlün / takdirde böyle bir dîvân varsa, Feûlün / Feûl) kalıbıyla kaleme alınmıştır.

bilig-7/Güz '98

88

uzun müddet ortaya çıkmadığını ve unutulduğunu öne okşayan gazellerin, akrostişli ve sanatkârane bir çok sürerler. şiirin bulunduğunu söylediği, bir de gazel iktibas ettiği Ahmed Ateş, Nizâmî'nin 20000 beyit kadar tutan göz önüne alınırsa, tezkire yazarının dîvânı görmüş bir dîvânı bulunduğunu kaydeden kaynakları olması imkân dahiline girer. Ancak, yukarıda yazanların söz konusu dîvânı görmediklerini zikredilen tezkire yazarları Muhammed Avfî (ö. söylediklerini belirttikten sonra, Nizâmî'nin, Leylî u 635/1237), Molla Câmî (ö. 898/1492) ve Emîn Ahmed Mecnûn mesnevisinin bir beytinde, dîvânından açıkça Râzî (ö. ?, Heft İklîm'in telif tarihi: 1002/1593), bahsettiğine dikkat çeker ve Edward Browne'nin bu ifadelerine dayanarak, Ahmed Ateş böyle bir iddiada endişelerinin gereksiz olduğunu; dîvânın, Leylî u bulunmuş olsaydı, dîvânın kaybolduğu yolundaki Mecnûn'u yazılış tarihi olan 584/1188 yılından önce yorumunu, belki daha tutarlı kaynaklara ircâ etmiş bizzat Nizâmî tarafından toplandığına muhakkak olabilirdi. Nitekim bu kaynaklarda, ilk ikisi X/XVI. nazarı ile bakmak gerektiğini ileri sürer. asırdan önce ölmüş, sonuncusu ise eserini XI/XVII. Ateş, tezkirecilerin ifadelerine dayanarak asrın başında tamamlamış olan tezkire yazarları, şâirin dîvânın X/XVI. asırda kaybolduğu sonucunu çıkarır dîvânını görmediklerini değil, sadece, ondan çok az ve bugün bu eserin gayet küçük parçalarından oluşan şiir rivayet edildiğini söylerler. Bu tezkire yazarlarının üç ayrı nüshası bulunduğunu, bunların da; ilk ikisinin X/XVI. asırdan önce, sonuncusunun ise Bodleian, Berlin ve Ayasofya kütüphanelerinde XI/XVII. asırda öldükleri göz önüne alınırsa, Ahmed bulunduklarını bildirir. İlk iki kütüphanede Ateş'in iddiası haklı bir zemine oturmuş olur. Fakat bulunan nüshaların yaklaşık 1.200'er beyit ihtiva Ateş, bunlara dayanarak iddiasını öne sürse idi, o ettiğini bildiren Ateş, çeşitli tezkire ve zaman da dîvânın X/XVL asırda değil, VII/XIII. mecmualarda zikredilen ve dîvân nüshalarında asırdan önce kaybolduğunu söylemesi gerekirdi. bulunmayan bir çok şiirlere bu son mecmûalarda Çünkü, Avfî, bu asırda ölmüştür. Ahmed Ateş'in bu rastlandığını, bu şiirlerin bağımsız bir halde, iddiasını yaralayan en önemli husus da, Vahîd Armağan dergisinin çeşitli sayılarında Destgirdî'nin hazırladığı Gencîne-i Gencevî isimli neşredildiğini, bu mecmûalardan, müsteşrik Jan Nizâmî dîvânının mukaddimesinde, bu dîvânın Şâh Rypka'nın 25 gazeli neşrettiğini, yine ayn Abbas-ı Kebîr (995-1038/1586-1628) zamanına kadar nüshanın 1318/1939 yılında Vahîd Destgirdî İran Devlet Kütüphanesinde bulunduğunu, Sâib-i tarafından Tahran'da neşredildiğini, bu neşirdeki Tebrîzî'nin (ö. 1080/1669) de bizzat oluşturduğu şiirlerin Nizâmî'ye ait sayıldığına muhakkak gözü ile antolojiye bu dîvândan bir kaside ve bir kaç beyit bakıldığını da ilâve eder (İA, 1988: K/325). aldığını söylemesidir. Bu durumda dîvânın, XI/XVII. Ateş'in, Devletşâh'ın ve diğer tezkire yazarlarının asra kadar saklı kaldığı, ancak Devletşâh dışında, 20000 beyitlik dîvânı görmediklerini söylediklerini diğer tezkire yazarlarının o tarihe kadar, onu ileri sürerek dîvânın X/XVI. asırda kaybolduğu görememeleri söz konusudur. sonucuna varması, ilmî bir tutarsızlık arzetmektedir. Vahid Destgirdî tarafından tertiplenen ve Gencîne- Çünkü Ateş, Avfî ve Devletşâh'ı kaynak gösterir. Bu i Gencevî adı verilen dîvân, 1200 beyitten ibarettir. tezkire yazarları da, dîvânı görmediklerini açıkça Vahîd Destgirdî, Ayasofya Kütüphanesinde kayıtlı söylemezler. O halde Ateş'in kaynak gösterilebileceği olan mecmualardan başka beş nüsha daha ele tarihî bir senedi yoktur. Kaldı ki, eğer Dîvân, geçirerek adı geçen eseri hazırlamış, ancak ele Devletşâh'ın yaşadığı ve eserini ortaya koyduğu geçirdiği nüshaların özelliklerini, zikretmemiş, devirde yoktu ise, X/XVI. asırdan önce kaybolmuş Nizâmî'nin dîvânına ait olduğu bütün dokümanı üç demektir. Çünkü Devletşâh (ö. 900/1494), IX/XV. bölüme ayırmıştır: Birinci bölüme, kesinlikle asırda yaşamış ve X/XVL asrın başında vefat etmiştir. Nizâmî'ye ait olan şiirleri, ikinci bölüme şüpheli Eğer X/XVI. asırda veya daha sonra kaybolmuş ise, şiirleri, üçüncü bölüme de kesinlikle Nizâmî'ye ait Devletşâh'ın eseri görmüş olması gerekir. Tezkire olmayan şiirleri yerleştirmiştir. yazarının dîvânı görüp görmediğine ilişkin bir beyanı Destgirdî'nin neşrettiği dîvân esas alınmak olmadığı için bu nokta karanlıktır. Ancak, suretiyle, toplam 38 nüsha toplayan ve hepsini Devletşâh'ın, Nizâmî dîvânında, insanın ruhunu

bilig-7/Güz '98

89

karşılaştıran Saîd Nefisi, 1381/1961 yılında, 1900 mutasavvıf olup olmadığına, aşk anlayışına, ölüm beyitlik bir dîvân daha ortaya koyar ve eseri Ahvâl u tarihine ve eserlerini ne zaman hangi memduhuna ithaf Asar Kasâyid u Gazeliyyât-ı Nizâmi-yi Gencevî adıyla ettiğine kadar, hakkında ileri sürülen bütün fikir ve neşreder. Destgirdî'nin Gencîne-i Gencevî adındaki iddiaların ittifak ettikleri noktalar oldukça azdır. neşri, 1944 yılında Ali Nihad Tarlan tarafından Tezkirelerin büyük bir bölümünün şâir hakkında Türkçe'ye tercüme edilir. Ancak bu tercümede, zayıf ve rivayete dayalı bilgiler vermesi ve bu Destgirdî'nin kesinlikle Nizâmî'ye ait olduğunu bilgilerin bir kaynaktan diğerine aktarılırken bozulup zaptettiği şiirler tercüme edilir, diğerleri dikkate değiştirilmesi, şâirin hayatı hakkında net bilgilere alınmaz. Ali Nihad Tarlan'ın tercümesinde toplam 214 ulaşmamızı zorlaştırmaktadır. beyitten ibaret 5 kasîde, 306 beyitten ibaret 55 gazel, 5 Şâirin hayatı hakkında ileri sürülen hüküm ve beyitten ibaret 1 mersiye, 4 beyitten ibaret 1 kıt'a, ve iddialar, bizzat kendi eserleri referans gösterilmek 18 beyitten ibaret 9 rubai vardır. suretiyle ileri sürülmesine rağmen, büyük farklılıklar Şâirin dîvânına ait şiirlerden bir kısmı, 1980 göstermektedir. Çünkü referanslarda bulunulan yılında R. Azade tarafından önsöz, tertip, şerh ve neşirlerin ilmî güvenilirliği ayrı bir tartışma konusu lügatçe ile birlikte 331 beyitten ibaret 54 gazel, 22 olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, şâirin beyitten ibaret 11 rubai, 121 beyitten ibaret 5 kaside edebiyat tarihindeki kimlik ve kişiliği net olarak parçası halinde Azerî Türkçesine manzum olarak izlenememektedir. çevrilerek Lirika başlığı altında yayınlanır. Mevcut kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, Muhammed Aka Sultânzâde, Nizâmî'nin Nizâmi-yi Gencevî, 530-540 / 1135-1145 yılları doğumunu 536/1141 olarak kabul ederek, 1981 arasında Gence'de doğmuş, iyi bir tahsil görmüş, yılında, 840. doğum yıldönümü münasebetiyle, şâire saraylardan uzak yaşamış, eserlerini saltanat ait 655 beyitten ibaret 102 gazeli, Gazeliyyât adı sahiplerinin istek ve arzuları üzerine kaleme almış, altında, Bâkû'da neşreder. milliyet bakımından Türk, sunnî mezhebine mensup, mutasavvuf olup olmadığı şüpheli ve 597-611/1201- Sonuç 1214 yılları arasında ölmüş bir edebî şahsiyettir. Şâirin monografisi, ilmî neşirleri gerçekleştirilmiş Nizâmi-yi Gencevî'nin monografisi ile ilgili kendi eserleri öne alınmak suretiyle, dikkat ve kaynakların çoğu, çelişkili, mantık yürütmelerle vukufiyetle yeniden incelenmeli, daha sonra mevcut oluşmuş ve ilmî geçerliliği her zaman tartışılabilecek kaynaklar gözden geçirilerek ilmî neticelere görüş ve düşüncelerle doludur. varılmalıdır. ■ Şâirin doğum tarihinden, doğum yerine,

bilig-7/Güz '98

90

KAYNAKLAR Abdünnebî, Molla Fahrüzzamân Kazvînî, (1340) Hüseynî], (1353), Habibü 's-Siyer fî Ahbâri'l-Beşer, C. Tezkire-i Meyhane, [Nşr: A. Gülçîn-i Ma'anî], II, [Nşr: Muhammed Debîr Siyâkî], İntişârât-ı Kitâb- Tahran. furûşi-yi Hıyâm. Akalın, Nazir, (1994), Nizâmi-yi Gencevî' nin Hayatı, Edebî Hânlerî [Kiyâ], Zehrâ, (1348), Ferheng-i Edebiyât-ı Kişiliği, Eserleri ve Leylî u Mecnûn Fârsî, İntişârât-ı Bünyâd-ı Ferheng-i Îrân. Mesnevisinin Tahkiye Unsurları Açısından Tahlili, Hidâyet, Mahmûd, (1353), Gülzâr-ı Câvidân, C. III, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çaphâne-i Zîbâ. Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum. Hidâyet, Rızâ Kulîhân, (1336), Mecmau'l-Fusehâ, C. III, [Nşr: , (1997), "Nizâmi-yi Gencevî Dîvânı'nın Âkibeti Müzahir Musaffâ], 2. Baskı, Tahran. Hakkında Bir Münâkaşa", Akademik Bakış Üç Aylık , (1344), Tezkire-i Riyazü'l-Arifîn, [Nşr: Mehdi Alî Eğitim, Kültür ve Sanat Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 3, Şanlı Gürgânî], İntişârât-ı Kitâb-furûşi-yi Mahmûdî. Urfa. Hisârî, Mîr Hidâyet, (1370), "Tahkîkî Ber İbhâmât-ı (1997°), "Nizâmi-yi Gencevî İle Fuzûli-yi Zindegi-yi Nizâmi-yi Gencevî", Furûğ-i Âzâdî, ss. 55- Bağdâdfnin Leylî u Mecnûn Mesnevilerinin 61, Tebrîz. Tartışmak Mukayesesi", Selçuk Üniversitesi Hoca, Nazif, (1959), "Y. E. Bertels (Berthels) Nizami, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat tvorçeskiy put poeta, Moskova, 1956 (Akademi Nauk Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3, Konya. yayınlarından)", Şarkiyât Mecmûası, III, Edebiyat , (1997b), "Nizâmî'nin Hamsesi", Hazan Sanat Fakültesi Basımevi, ss. 174-176, İstanbul. Edebiyat Dergisi, Sayı: 16, Van. İA, (1988), İslâm Ansiklopedisi, "Nizâmî" maddesi, (Ahmed Aliyef, Rüstem, (1991), Nizâmi-yi Gencevî, Bakû. Ateş), C IX, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul. Araslı, Hamîd, (1968), Gülşehrîve Genceli Nizamî, Türk Kâtip Çelebî, (1941), Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb ve'l- Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. Fünûn, C. I-II, [Nşr: Şerefeddîn Yaltkaya-Kilisli Rifat Araslı, Nuşâbe, (1980), Nizâmî ve Türk Edebiyyatı, Bakû. Bilge], Maarif Matbaası, İstanbul. Ateş, Ahmed, (1968), İstanbul Kütüphanelerinde Farsça Köprülü, M. Fuad, (1989), Edebiyat Araştırmaları, C. I-II, Manzûm Eserler, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul. [Nşr: Orhan F. Köprülü], Ötüken Yayınevi, İstanbul. Avfî, Muhammed, (1333), Lübâbü'l-Elbâb, [Nşr: Saîd Levend, Agâh Sırrı, (1959), Arap Fars ve Türk Nefîsî], Çâp-ı İttihâd, Tahran. Âyetî, Edebiyatlarında Leylâ İle Mecnûn Hikâyesi, Türk Abdülmuhammed, (1353), Hüsrev u Şîrîn, Şirket-i Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. Sihâmî, Tahran. Azade, R., (1980), Nizamî Gencevî, Müstevfî, Hamdullah Kazvînî [Hamdullah bin Ebî Bekr bin Elm Neşriyatı, Bakû. Ahmed bin Nasr Müstevfî Kazvînî], (1336), Târîh-i Âzerbîgdilî, Lutfalî Bîg, (1337), Âteşkede-i Âzer, [Nşr: Güzîde, [Nşr: Abdülhüseyn Nevâî], İntişârât-ı Emîr-i Seyyid Ca'fer Şehîdî], Tahran. Kebîr, Tahran. Bahtiyârî, Hüseyin Pejmân, (1344) Mahzenü'l-Esrâr, Nefîsî, Sa'îd, (1368), Dîvân-ı Kasâyid u Gazeliyyât-ı Tahran. Nizâmi-yi Gencevî, İntişârât-ı Fürûğî. Browne, Edward G., (1956), A Literary History Of Persia, Nevâî, Alî Şîr, (1961), Mecâlisü'n-Nefâîs, [Nşr: Tayyâr C II, Cambridge At The University Press. Lavçı-Sevîme Ganîvâ], Taşkent. Câfer, Memmed, (1982), Nizâmî'nin Fikir Dünyası, Bakû. Nizâmî, (1370), Külliyât-ı Hamse-i Hakîm Nizâmi-yi Câmî, Mevlânâ Abdurrahman bin Ahmed, (1336), Gencevî, Müessese-i İntişârât-ı Emîr Kebîr, Tahran. Nefahâtü'l-Üns min Hazerât-il Kuds, [Nşr: Mehdî , (1980), Lirika, Gençlik Neşriyatı, Bakû. Tevhîdî Pûr], Tahran. , (1981), Gazeliyyât, [Pîşgoftâr: R. Âzâde, Nşr: , (1340), Bahâristân, Tahran. Muhammed Aga Sultanzâde], Yazıcı Neşriyatı, Dehhüdâ, Alî Ekber, (1346), "Nizâmi-yi Gencevî", Bakû. Lugatnâme, C. 48, [Nşr: Muhammed Muîn], , (1989), Leylâ ile Mecnûn, [Trc: Ali Nihad Tarlan], Danişgâh-i Tahran, Tahran. Millî Eğitim Basımevi, İstanbul. Devletşâh [Emîr Devletşâh bin Alaüddevle Bahtışah El- , (1986), Mahzen-i Esrâr, [Trc: M. Nuri GâzîEs-Semerkandî], (1901), Kitab-ı Tezkiretü'ş- Gençosman], Millî Eğitim Basımevi, İstanbul. Şu'arâ, [Nşr: Edward G. Browne], London. Nu'mânî, Şiblî, (1335), Şi'rü'l-Acem Yâ Târîh-i Şu'arâ ve Gûpâmevî, Muhammed Kudretullah, (1336), Kitâb-ı Edebiyyât-ı Îrân, C. I, [Trc: Seyyid Muhammed Takî- Tezkire-i Netâyicü'l-Efkâr, Çaphâne-i Sultânî. Fahrî Daî Gîlânî], İntişârât-ı Kitâb-furûşi-yi İbn-i Hând Emîr [Gıyâsüddîn bin Hümâmüddîn el- Sînâ. Okumuş, Ömer, (1990), "Nizâmeddin Ahmed

bilig-7/Güz '98

91

Suhaylînin Laylî û Macnûn Mesnevisi", Fen-Edebiyat VII, Ötüken Yayınevi, İstanbul. Fakültesi Edebiyat Bilimleri AraştırmaDergisi, Sayı: 18, Tarlan, Ali Nihad, (1944), Genceli Nizâmı Dîvânı, İstanbul. ss. 113-125, Erzurum. TDEA, (1990), Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Pala, İskender, (1989), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, "Nizâmî" maddesi, (Yavuz Akpınar), C VII, Akçağ Yayınları, Ankara. Dergâh Yayınları, İstanbul. Râzî, Emm Ahmed, (1381), Heft İklîm, C. II, [Nşr: Cevâd Tebrîzî, Nazmî, (1363), Dûvîst Sühanver, Tahran Terbiyet, Fâzıl], Tahran. Muhammed Alî, (1314), Dânişmendân-ı Azerbaycan, Resulzâde, Mehmet Emin, (1951), Azerbaycan Şairi Nizâmı, Matbaa-i Meclîs, 1. Baskı, Tahran Millî Eğitim Basımevi, Ankara. Ünver, İsmail, (1986), "Mesnevi", Türk Dili, Türk Şiiri Özel Safâ, Zebîhullah, (1333), Hamâse Serâyî Der Îrân, Tahran. Sayısı II (Divan Şiiri), Sayı: 415-416-417, Ankara. , Zebîhullah, (1339), Târih-i Edebiyat der Îrân, C. II, Yıldız, Mesut, (1991), Nizâmî Gencevî Heft Peyker Tahran. Sâmî, Şemseddîn, (1316), Kamusu'l-A'lâm, Mesnevisi ve Türkçe Çevirisi, Ankara Üniversitesi C. VI, Mihran Matbaası, İstanbul. Şafak, Sâdık Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Rızâzâde, (1352), Târih-i Edebiyât-ı İrân, İntişârât-ı Tezi, Ankara. Dânişgâh-ı Pehlevî. TA, (1985), Türk Ansiklopedisi, Zencânî, Berât, (1995), Leylî u Mecnûn-ı Nizâmi-yi "Nizamî" maddesi, C Gencevî, Tahran.

THE LIFE, LITERARY CHARACTER AND WORKS OF NİZÂMİ-Yİ GENCEVÎ

Nazir AKALIN Kırıkkale University Research Assistant Institute of Social Sciences

Nizâmi-yi Gencevî was the most -well-known epic poet range of legends about the life of the poet. The researchers of the Seljuk period Iranian literature. He was also affected by the communist ideology judged the life of poet considered to be one of the greatest poets in the world for in the direction of their ideology but did nothing more than his comprehensive culture, the depth of imagination and generating slogans. In this article, the life of the poet and his fluency of his style. However, there is not much evidence literary career were investigated in the light of the resources about his life and some of the available information is full at hand with a critical approach. It means that the study at of logical inferences devoid of scientific background. hand is directed toward a criticism of the references rather The poet who is respected greatly in Azerbaijan is than a clear account of his life. At the same time the works, almost devoted and accepted as the initiator and animator of life and literary character of the poet were presented in Azerbaijani culture. reference to his own studies. This case prepared a natural ground of o wide

Key Words:

Nizâmî, Gence, Şâir, Hamse, Mesnevî, Dîvân

bilig-7/Güz '98

92

MÂHLAR ÂYİM NÂDİRE (Hayatı ve Sanatı)

Mahbûbe KADİROVA

ÖZET

Özbek şâiri Nâdire, 19. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ve eserler vermiştir. Klâsik şiirin büyük temsilcileri olan Lûtfı, Nevaî, Meşreb, Bîdil ve Fuzûli'nin eserlerini tetkik ettikten sonra kendisi de klâsik tarzda şiirler yazan Nâdire'nin hayatı hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Kocası Hokand Hânı Ömer Hân'ın ölümünden sonra babasının yerine geçen oğlu Muhammed Ali Hân'a hâmilik etmiş; bu arada Hokand'da bazı hayır eserlerinin inşasına da vesile olmuştur. 1842 yılında, Buhara Emiri Nasrullah tarafından oğulları ve torunuyla birlikte öldürülmüştür.

Klâsik tarzın muhtelif şekilleriyle eserler veren Nâdire, şiirlerini Özbek ve Tacik dilleriyle yazmıştır. Eserleri hacmi, muhtevası ve bediî değeri yönünden klâsik Özbek edebiyatının şaheserleri arasında sayılmaktadır. Nazma ait bütün edebî sanatları başarıyla kullandığı şiirlerinde, insanın her türlü ruhî hallerini ve beşerî aşkı terennüm etmiş, kadınlığın yüceltilmesi için gayret göstermiş, insan şerefinin ayaklar altına alınmasından duyduğu rahatsızlığı ve cehâlete olan nefretini dile getirmiştir. Edebî ve sosyal faaliyetleri, bilgeliği ve faziletleri sebebiyle «Nâdire-i devrân» olarak şöhret kazanmıştır.

Anahtar kelimeler:

Özbek, Şâir, Edebiyat, Nâdire, Özbek kadın şâir.

______

bilig-7/Güz '98

93

Mâhlar Ayim Nâdire 'nin Hân (o sırada Emirî mahlasıyla şâir olarak tanınmaya doğumunun 200. yılına armağan başlamıştır) ile evlendi. Nâdire, Mergilan'da ilim, irfan ve sanat çevreleriyle tanıştı; şâireliği ile şöhret bulan Cehan Özbek edebiyatının her biri tarihî şahsiyet olan Atın Üveysî ile yakın ilişki kurdu. Nâdire'nin oğlu evlatları, daima güzel maksatlarla, güzel arzularla Muhammed Ali Hân, 1808 yılında bu şehirde doğdu. hayata güzellikler kattılar. İdrak ve bediî tefekkür 1810 yılında Alim Hân vefât edip de Ömer Hân sahibi bu şahsiyetler, gönülleri zarafet hazinesi olan Hokand tahtına geçince Nâdire de Hokand'a geldi. halkımızın ruhî alemlerini tebcîl edecek şekilde Şâirenin sanat hayatının olgunluk yılları, Hokand'a eserler verdiler. İnsanları hayattaki zorlukları geldikten sonraki devre tesadüf eder. hafifletmeye, mukaddes örf ve adetlere, insanî Hokand'ın o dönemde Fergana vadisinin önemli değerlere sahip çıkmaya davet ettiler. Lûtfi ve Nevaî, siyaset ve kültür merkezlerinden biri olduğu Babür ve Meşreb, Mukîmî ve Furkat gibi malûmdur. Hayatı saray çevresinde geçen Nâdire, bu kabiliyetlerin eserleri, bu türdeki bediî mucizelerdir. eski kültür merkezinin tarihiyle yakından ilgilenir; Bu üstatlar arasında Üveysî ve Mahzûne, Dilşad ve ölmüş ve halen hayatta olan şâir ve ilim adamlarının Anber Atın gibi Özbek şâirelerinin de nazik sadâları faaliyetlerini öğrenir ve sanat aleminin son derecede hala yankılanmaktadır. mustarip ve zevkli muhitinde yaşar. Ömer Hânın Yüzyıllarca geçmişi bulunan Özbek edebiyatı hükümranlık yıllarında ülkenin vaziyeti hakkında tarihinde hususî mevkileri bulunan bu söz çareler düşünür. Buna göre hanlığın dış görünüşünün sanatkarları arasında, halkımızın sevgili şâiresi de, içerdeki durumunun da, ancak bütün meselelerin Mâhlar Ayim Nâdire, mustarip gönül feryadı olan adalete uygun şekilde halledilmesi durumunda düşünce ve mazmunlar dünyası ile herkesten farklı düzeleceğine inanır. Şâire, bilhassa kültür ve sanata olan olarak dikkat çekmektedir. alâkasını, kendisi de şâir olan hana da açıklar: Mâhlar Âyim Nâdire, 19. yüzyılın başlarında yaşamış ve eserler vermiştir. Bu dönemin karışık Dâniş u fehm u hirad sabr u sükûn u akl u huş, tarihî, siyasî ve sosyal hayatına şahit oldu. Kendi Barçanı pervâne-i şem' i rûh-ı cânâna tut. yüksek tefekkürü ve coşkun istidadıyla dönemin edebiyat ve kültür hayatının önemli bir temsilcisi oldu. (Nâdire, 1968: 99) Bugüne intikal eden edebî mirasına ve çağdaşı olan şâir ve vakanüvislerin bildirdiklerine göre Nâdire, Orta- Nâdire'nin hal tercümesiyle ilgili olarak sanat Asya'da Hokand Hanlığının hükümran olduğu hayatının ilk devrelerinde hayat arkadaşı Emirî ile olan dönemin eğitimcilerinden biridir. bazı şiir münakaşaları ve müşaareleri malûmdur. Mâhlar Âyim Nâdire, 1792 (H.1206) yılında, Şâire, Özbekçe divanının dibacesinde şöyle yazıyor: Andican valisi Rahmankulıbiy'in kızı olarak «Kısa zamanda şiire hakim oldum; nazım fenninde doğmuştur. Annesi Ayşebegim, zamanın eğitim mahir, mazmunlar dünyası karşısında sahir oldum. görmüş ve malûmat sahibi hanımlarındandır. Hazret (Ömer Hân) bazen yeni mazmûnlar hakkında Mâhlar Âyim, gençliğinden itibaren keskin zekası, bir mısra ile soru sorarlardı. Ben de hemen ardından nazik yaratılışı ve şâirane tavırlarıyla dikkat çekmiştir. mısra ile cevap vererek onları memnun ederdim. Mektepteki eğitiminden sonra özel gayretleriyle Bunlardan birisi şudur ki, bir gün; "Nege erbâb-ı hirad Hafız, Lûtfî, Nevâî, Meşreb, Bîdil ve Fuzûlî'nin ehl-i cünûndin ârı bar?" mısraı ile sordukları soruya eserlerini okudu. Ana diliyle beraber Arap, Fars hemen, "Kim bolar üryan, alarnıng cübbe vü destân dillerini ve bu dillerle yazılmış edebiyatı ciddi şekilde bar"mısraı ile cevap verdim.» tetkik eden Mâhlar, üstatlarının yolundan giderek Nâdire, karşılaştığı bazı hadiseler karşısındaki kendisi de edebiyat dünyasına girdi. Hayatı hazır cevaplılığı ile de tanınmıştır. Küçük oğlu Sultan hakkındaki bilgiler tam değildir. Kaynakların Mahmud Hân doğduğunda, onun için en büyük bildirdiğine göre, o dönemde Mergilan'da vali olan sevinç olan bu hadiseyi, şu coşkun mısralarla tasvir kendi kabilesinden Ömer eder:

bilig-7/Güz '98

94

Bahr-i devletdin beşâret sizge, ey ehl i cihân, şer'-i şerif gelişti; zühd ehline ihlâs ve akîdeten zahir Bir Hümâyun tıfl Bâbür nesildin boldı ayân. kıldım böylece din ve memleket terakki etti.» Keldi çün devletga ul şehzâde-yi âlî-güher Şâire, sözünü ettiği bu hayırlı işlerin tavsifi Nâdire kıldı duâ-yı hayr ile söz muhtasar. hakkında şunları yazıyor: «Seyyid, meşayih ve ulemanın hediyelerini ve Nâdire, bir anne olarak kendi çocuklarının dualarını aldım. Fakir ve zavallılara hayır ve terbiyesine ayrı bir önem verdiği gibi saraydaki diğer ihsanlarda bulundum. Kerem ve ihsanlardan fukara halkı gençlerin terbiyesiyle de bizzat ilgilenmiştir. Tarihçi memnun ve müstağni eyleyip merhamet ve şefkat Hakimhan Töre, Müntahabü 't-tevarih adlı eserinde gösterdim. Ve daima dua ederek mübarek zatların Nâdire'nin terbiyesi altında yetiştiğinden ve ondan kabirlerine hediye kıldım ve o cennette ihtimamla şefkat gördüğünden bahseder. Nâdire'nin büyük oğlu muhteşem, revakı yüksek ve müstahkem türbe inşa ettim. Muhammed Ali Hân şâir, küçük oğlu Sultan Ahbablara kıblegâh-ı dua oldu. Ve civarında dinî Mahmud Hân geniş malûmat sahibi, Hakimhan ise ilimleri tahsil eden talebeler için medrese bina ettim. devrinin tanınmış tarihçisi olarak yetişmişlerdir. Ve ticaret ehli için kervansaraylar yaptım. Çok Şâire otuz yaşları civarında iken, 1822 yılında, çalışmak suretiyle sipahilere gerekli olan malzemeyi büyük bir felâketle karşılaştı: Hayat arkadaşı Ömer temin ettim, halkı rahata kavuşturdum. Ülkeyi abad ve Hân zamansız vefât etti. On dört yaşındaki oğlu bîçarelerin gönlünü şâd ettim. Fazilet ve ilim ehline Muhammed Ali Hânı tahta geçirdiler. Nâdire, şefkat ve merhametle pek çok iyiliklerde bulundum, bundan sonra Muhammed Ali Hân'a hâmilik böylece itibar kazandılar. Yoksulların taleplerini etmiştir. karşıladım, kerem ve ihsan kapısından ümitsiz Hassas kalpli şâirenin matem günlerinde, hicran göndermedim. Mushaf ı şerîf, kutb-ı dînî ve resail-i elemleriyle yazdığı gazel, muhammes, müseddes, yakînî çok yazdırdım. Hepsini hâlisenlillâh vakfettim.» müsemmen, terci-i bend, terkib-i bend ve Nâdire'nin çağdaşı olan Hâtıf, şâireye ithaf ettiği fıraknameleri, onun hayat karşısındaki kırgınlığını yarım kalmış eserinde şunları yazmaktadır: aksettiren eserleridir. Divanının dibacesinde şöyle «Hânın vefâtından üç yıl sonra güzel hasletli bu diyor: Ne zaman ayrılığın şiddeti galip gelirse kamile insan kalb gözü açılarak bin gülistandan ziyade mersiye ve fırakname hayal eder, o ruhta canhıraş olan Çeharçemen bağına vardı. Fergana, Taşkent, gazeller yazar ve gönül iştiyakımı onunla teskîn Hocend, Andican ve diğer şehirlerden hüner sahiplerini ederdim. hizmetine dâvet ederek hayır ve ihsan kapısını o kadar Nâdire, oğlu Muhammed Ali Hâna devlet açtı ki, bütün ümera ve fuzala, bütün halk onun işlerinde hâmilik ederken ülkenin siyasî, sosyal, edebî devletine dua ettiler. Toplanan vergilerden hesapsız altın ve mücevher sarf ederek bir büyük medrese, nakışlı ve kültürel hayatıyla da ilgilenmiştir. Devrinin mescid hamam, kervansaray yaptırdı. Bu medrese ve imkanlarından faydalanarak kabile kavgalarının mescid talebeleri için pazar ve çarşılardan hesapsız önüne geçmeye çalışmış ve ülkenin imar edilmesine vakıflar tayin etti. Bu işleri yapan bu kadın aklı, bilgeliği gayret etmiştir. Tarihçiler ve şâirler eserlerinde, ve faziletleriyle yegane-i devran ve nadire-i zaman Nâdire'nin teşebbüsleriyle Hokand'da cami, medrese, olarak tanındı.» imarethane ve kervansaraylar inşa edildiğinden Hâtıf, Nâdire'nin alimeliğini ve şâireliğini ayrıca bahsetmektedirler. Bu işlerin yanında İslam dininin değerlendiriyor: gelişip güzelleşmesi için sarf ettiği gayretler de ayrıca «Bugünlerde yine kitaplar yazdırmaya ve onları dikkati çekmektedir. Divanının dibacesinde, «...ve tezhîb etmeye karar vererek bir kütüphane yaptırdı. Bu civarında dinî ilimleri tahsil eden talebeler için kütüphanede çalışan hattatlara, nakkaşlara, katip ve medrese inşa ettim, Mushaf-ı şerif ve kutb-ı dinî ve misafirlere o kadar kerem ve ihsan etti ki aleme meşhur risale-yi yakîni çok yazdırdım demektedir ki, bu, oldu. Amuderya 'nın bu tarafından katipler, müellifler, şâirenin teşebbüsüyle dinin gelişmesi için musavvirler, nakkaşlar, müzehhibler buraya faaliyetlerde bulunulduğunu göstermektedir. Nâdire toplandılar. Bu topluluğun içinden Behzad hasletli 'nin şu ifadeleri de son derecede önemlidir: Din üstad Muhammedniyaz, devrinin yegânesiydi. Bu alimlerinin gelişmesi için yardım ettim, böylece üstada birçok usta müzehhib, nakkaş gibi hüner sahipleriyle birlikte kitapları tezhib etme

bilig-7/Güz '98

95

görevi verildi.» (Kadirova, 1965:96-97) rastlanmaktadır. Nâdire, divanların güzel ve hatasız yazılması için Son yıllarda ise Semerkand'da, şâirenin Kamile kendisi bizzat gözden geçirdikten sonra ciltlenmesine mahlasıyla yazdığı şiirlerinden ibaret yine bir yazma ve süslenmesine izin vermiştir. İyi çalışan katip ve divanı ortaya çıkarıldı. Divanın fotokopisi, H. S. hattatlara altın kalem, gümüş kalem kutusu vererek Süleymanov Yazmalar Arşivi'nde bulunmaktadır. onları "Zerrin kalemli" rütbesine yükseltmiştir. Aynı Kamile divanındaki şiirlerin çoğu, daha önce şekilde, Nâdire'nin Kabristan-ı Kalan'da Medrese-i neşredilen Nâdire ve Meknûne divanlarında da yer Çalpak ve nalçacılar çarşısına da bir medrese inşa almıştır. Bununla birlikte, bu divanda henüz ettirdiği, bir yetimhane ve yolcular için bir bilinmeyen birçok şiir bulunmaktadır. kervansaray yaptırdığına dair bilgiler bulunmaktadır. Şâirenin bu divanı, kendisi tarafından yazılan Mâhlar Âyim Nâdire, bu hayırlı işler arasında dibace ile başlamaktadır. Dibacede, Nâdire'nin devamlı surette sanatla da meşgul olmuş ve divanını tertip ettiği tarihle ilgisi bulunan bilgiler çok edebiyatımız için güzel eserler önemlidir. Şâire, kendisinin şiirde meleke kesbetmeye vermiştir. başladığını ifade ederken çevresindeki «âlime afifeler» * * * ve «fazıla nedîme şâireler»in isteği üzerine Özbek ve Mâhlar Âyim Nâdire'nin edebî eserleri hacmi, Tacik dillerindeki perakende şiirlerini toplayarak muhtevası ve bediî değeri yönünden klâsik Özbek divan tertib ettiğini şöyle anlatır: «O ender tabiatlı edebiyatının şaheserleri arasında sayılmaktadır. Onun masûmelerle afife-i muhteremelerin güzel yüksek değerdeki sanatkârlığının mahsûlü olan düşüncelerini makul ve makbûl görerek gayret ve eserleri, Özbek ve Tacik dillerinde tertip ettiği ihtimamla her aruz bahrini kendi yerinde zabt ettim, divanlarında toplanmıştır. Nâdire hakkında ilk müretteb halde hepsi yerli yerinde merbut kılındı. Şâyet incelemeleri yapan ve eserler neşreden Prof. A. ahbablar ve gönül ehli akıllı kimselerin manzum olursa Kayumov, Ötkir Reşid, Lütfullah Alim ve T. hayır dua ile yad ederler: Celalov'un hizmetlerini zikretmek gerekir. Şâirenin edebî mirasını araştırmak ve ortaya Ya rab, bu savad ışkıda sâdık bolgay, çıkarmak üzere on yıldan beri sürdürdüğümüz İkbal beyazıga muvafık bolgay. faalivetlerimiz sırasında, onun defterlerde ve Isk ehlining hatırı bolıb huş andın tezkirelerde bulunan şiirleri, arşivlerde muhafaza Makbûl-ı tabîat-i halayık bolgay.» edilen divanlarının yazma nüshaları, özel kütüphanelerde bulunan şiir defterleri ve divanları Nadire, üstadı Nevaî gibi eserlerini Özbek ve incelendi. Bunlardan biri, 1963 yılında Namangen Tacik dillerinde Kâmile, Nâdire ve Meknûne şehrinde bulunan ve Özbek dilinde Nâdire mahlaslarıyla yazdı. Böylece kendi devrinde, Özbek mahlasıyla yazılmış eserleri ihtiva eden divanın ve Tacik halklarının yüzyıllardır devam etmekte olan yazma nüshasıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısında dostluk ve beraberliğinin daha da yaşayan şâir Nadim'in oğlu Müsellemhan Ata'da kuvvetlenmesi için üzerine düşeni yaptı. bulunan bu divanda, Nâdire'nin gazel, muhammes, * * * müseddes, müsemmen, terci-i bend, terkib-i bend, Mâhlar Ayim Nâdire, Özbek edebiyatının önde fıraknameleri ve Tacik dilinde yazılmış bir kısım gelen temsilcilerindendir. Onun sanatı, kendi gazelleri yer divan, Özbekistan Cumhuriyeti İlimler devrindeki malûm iktisadî, sosyal ve estetik Akademisi H. S. Süleymanov Yazmalar Arşivi'nde görüşlerin tesiri altında teşekkül etmiştir. Kendi (kayıt nu. 313) muhafaza edilmektedir. Divanın eksik dünya görüşünün tekamül etmesinde, mensup olduğu bir nüshası, Özbekistan Cumhuriyeti Birûnî Şarkiyat İslam dünyasının kültürel tesiri de çok önemlidir. Arşivi'nde (kayıt nu. 4182) bulunmaktadır. Divanlarının dibacesine Allah'a hamd, naat ve Şâirenin yine Şarkiyat Arşivi'nde (kayıt nu.7766) hadislere işaret ederek başlaması, şâirenin İslamî saklanan başka bir divanında da Meknûne bilgilerden haberdar olduğunu gösterir. Nâdire, şiire mahlasıyla yazılmış Farsça şiirleri bulunmaktadır. başlarken Ali Şîr Nevaî, Camî, Fuzûlî ve Bîdil'in Aynı şekilde, bu arşivdeki 250,290 ve 660 numaralı sanatından istifade etti. Bu büyük defterlerde de Nâdire'nin bazı Farsça şiirlerine

bilig-7/Güz '98

96

şahsiyetler ise, Müslüman şarkın dine ve dünyaya ait altında eserler verirken kısa zamanda kendi üslûbuna bütün ilimlerini vakıf olduktan sonra eserlerinde kavuştu. Çağdaşlarının da itiraf ettiği gibi Nâdire, gerek yüksek sanat şeklinde ifade etmişler ve böylece halkın insanî faziletleriyle, gerek sanat sahasındaki hürmetine layık olmuşlardır. Nâdire, işte bu üstatların mükemmelliği ve sosyal faaliyetleriyle «Nâdire-i yolunda ilerlerken İslam dininin felsefî ve terbiyevî devrân» olarak tanınmıştır. taraflarından faydalanmış ve şiirlerindeki insan ve Nâdire, lirik eserlerinde, hayatın ve tabiatın tabiata ait her çeşit tasvirlerinde, mukaddes kitaplara merkezinde duran insanın her türlü ruhî durumunu olan hürmetini de ayrı bir muhabbet halinde ifade yüksek bir bediî ahenkle terennüm eder. Şâire, büyük etmiştir. üstatlarının izinden giderek insanı şereflilerin şereflisi Nâdire'nin edebî tekamülündeki «muallim-i kabul eder; onun mucizevî akıl ve idrakine, ince evvel», hiç şüphesiz Ali Şîr Nevâî idi. Nevâî duygularına ve daima yüksek olan bediî zevkine sanatını, ülkenin ve halkın menfaatine tahsis etti. övgüler yağdırır. Allah'ın yücelttiği insanı daima insanları adalete ve marifete davet etti; iç takdir etmek gereğine inanır. Bu sebeple, insanlık karışıklıkları, düşmanlık ve riyakarlığı karaladı. haysiyetine halel getirecek her şeyi itirazla karşılar: İnsanî bütün faziletlerin propagandasını yaptı. Nevâî'nin sanatında en önemli mevkii işgal eden bu Ul şeker-leb ki erür cândın azîz, faziletler, Nâdire'nin sanatında da önemli bir yere Kim ki yok andın azîz andın azîz. sahiptir. Nâdire, Nevâî'nin gazellerindeki vezin ve kafiye sistemini esas kabul ederek onun lirik Keldi eşref barça âlem ehlidin, eserleriyle hem-ahenk şiirler yazdı. Nevâî'nin Yokturur dünyâda insandın azîz. sanatına olan bağlılığı, muhammeslerinde daha bariz bir şekilde görülmektedir. Nevâî'nin gazellerine Cân berürmen dilrebâlar ışkıda, bağlanan muhammesleri, ciddi bir tetkikin sonucu Kim erür cânâneler cândın azîz. olup, şâirenin üstadının yolundan gittiğini göstermektedir. Bu durumu, Nevâî'nin; Nâdire'nin aşağıdaki gazeli de ne kadar manidâr ve güzeldir: Köngül cân birle boldı hem-rehin, men derd ile turdum Kel, dehrni imtihân etib ket, mısraı ile başlayan ve sekiz beytten müteşekkil Seyr-i çemen-i cehân etib ket. gazeline bağlı olan muhammesinde görmekteyiz. Nevâî'nin gazelindeki âşığın dilinden sevgiliye Bîdarlarıng cefâlarıdın ifade edilen fikirlerin, Nâdire'nin muhammesinde Feryâd çekib, figân etib ket. aşığa yönelik olması önemlidir. Diğer bir ifadeyle gazel, adeta bir müşaare manzarası arz etmektedir. Dünya çemeninin bülbülisen, . Ancak fikirdeki uygunluk, eserde bir bütünlük Gül şâhıda âşyân etib ket. meydana getirmektedir. Böylece iki kalem vasıtasıyla bir mesele halledilmiş gibi bir görünüm ortaya Ey eşk, közümni mektebidin çıkmaktadır: Hayret sabâkın revân etib ket.

Kaşıng yâsı temennâsıdadur peyveste haddim hem, Uşşak makâmı bostandur, Yürek zahmıga merhem isteb etmesmen tereddüd hem, Azm-i reh-i bostan etib ket. Köngül nâvekleringni zahmıdan rahat tapar her dem, Yağaç birle başak kim, tende kalmış uldürür merhem, Maksad ne edi cehâne kelding? Cünûndın kim,fırâknıng okların cismimde sındurdum. Keyfıyetini beyân etib ket.

Nâdire sanatkâr olarak Fuzûlî ile Bîdil'in Kel, ışk yolıda közleringni eserlerinden de istifade etmiştir. Onların Ey Nâdire, dür-fışân etib ket! eserlerindeki üslûp ve düşünceleri devam ettiren şiirler yazmak istemiştir. Nâdire, üstatlarının tesiri

bilig-7/Güz '98

97

Şâirenin şiirlerinde, kadınların yüceltilmesi, suret ve sîretlerinin tavsif edilmesi önemli bir yer tutar. Şâire, Nâdire, hanın karısı olarak elbette o debdebeli kadınları ve onların duygularını, akıl ve zekâsını, sevgi saray muhitinin dışında bir hayat sürmemiştir. Ancak ve sadakatini kâfi derecede takdir etmeyen zamanı, örf o, üstatları olan Nevâî, Lûtfî ve Fuzûlî'nin yolundan ve adetleri şiddetle tenkit eder. Bu sebeple, Tacik giderek hayat, tabiat ve güzelliklere olan rağbetini ve dilinde yazdığı bir gazelinde, «Devranın pestkeş, yarin inancını terennüm etti. Şâire eserlerinde, kadınların cefakâr, bahtın serkeş olduğu bir zamanda kısa fasılalarla birbirini takip eden zevk ve acılarla yaşamaktayız. Bu devran ve onun sofası yerin dibine dolu kaderini nefsinde bizzat yaşayarak kendisine ümit batsın. Bizim kadehimize kader sakisinden sadece kan bahşeden hayatın bütün mucizelerini, yüksek sanat nasip oldu.» diye feryat etmektedir. Ancak şâire, her gücüyle cazibeli bir şekilde dile getirdi. şeye rağmen hayat hakkındaki nikbin görüşlerini, arzu Nâdire'nin eserlerinde beşerî aşk, en yüce ve ve ümitlerini, şiirlerinde sanatkârâne bir şekilde samimi duygular şeklinde tecessüm ettiği için şâire, terennüm eder. Nâdire'nin insan ve tabiata nispeten «Aşk irfânı»nı ortaya koymayı, kendisi için münasip hayat bahşeden bu nikbin görüşünün şu gazelinde aşk bir görev sayar: felsefesiyle birlikte aksettirildiğini söylemek mümkündür: Kâmile, emdi münasibdür menge Işk-arâ da 'va yi irfân eylemek. Ne gül seyr eyle, ne fikri bahâr et, Cehândın keç, hayâli visâl-i yâr et. İrfân, marifet yoludur; insanı kemale ulaştıran yoldur. Ona temiz olmak ve inanmak suretiyle Muhabbetsiz kişi adam emesdür, erişmek mümkündür. Temizlik ise, aşkın en önemli Ger adamsen, muhabbet ihtiyâr et. şartıdır. Birbiriyle alakalı olan ilahî ve beşerî aşk, insanda vefâ ve sadakat duygusunu harekete geçirir. Dür-i eşk ü akîk-ı hûn-ı dilni Vefâ ve sadakat duygusuna sahip kimse, hayata ve Kelür yaring ayağıge nisâr et. tabiata en yüce duygularla bakar, her şeyden esirger; kendisi de bunun karşılığı olabilecek bir itibar bekler. Kirib ey Nâdire, âlem eliga, İşte bu ruhî terennümler, Nâdire'nin şiirlerinde, estetik Muhabbet şevesini âşkâr et! zevkin seçkin vasıtası olan son derecede feyizli ve güzel mısralar halinde aksettirilmiştir. Şâirenin kendi sevgi ve sadakatine dair geniş Nâdire, Dilâ be-ışk-ı bütân tâlib-i vefâ mebâş tasvirler, eserlerinin muhtevasına derinlik mısraıyla başlayan gazelinde, aşk için vefâ ve kazandırmıştır. Gazelleri, şahsî duyguların terennüm sadakatin şart olduğunu ve buna riayet etmek edildiği çerçevenin dışına taşarak insan kalbini bütün gerektiğini aşağıdaki mısralarda dile getirir: incelikleriyle idrak etme vasıtasına dönüşür. Şâirenin ilahî aşkı ve gerçek insan sevgisini tebcîl ettiği Dilâ be-ışk-ı bütân tâlib-i vefâ mebâş, eserlerinde, hayatın terennümü farklı bir ahenkle Haşemâ her der-i ehl i vefâ gedîr mebâş. yankılanır: Hâş est şeve-i begânî zî bederdân, Menge ul serv-kad peygâmın, ey bâd-ı sabâ, keltür, Be-her dile, ki buved derd, âşnâ mebâş, Gubar-ı makdemidin közlerimge tûtîya keltür. Vefâ şiküfte gül-i gülşen-i muhabbeti ost, Vefa kanûnıdın savt-ı terennüm eyle, ey mutrib, Be-her tarîk tu, Meknûne, der vefâ mebaş. Be yâd-ı dostân-ı uşşak bezmidin nevâ keltür. (Nâdire, 1968: II/64-65)

Cünûnım kıssasıdın defter-i inşâ kıl, ey razı, Özbek diline tercümesi: Muhabbet ehliga efsâne-i mehr ü vefâ keltür. Ey köngil, gözetler ışkıda vefâ taleb bol, Köngül közgüsini, ey Kâmile, ışk içre revşen kıl, Vefâ ehllerining eşigide hemîşe gedâ bol. Muhabbet dâğıdın âyine-i gîtî-nümâ keltür.

bilig-7/Güz '98

98

Bî-derdlerden bîgane bolmak yahşıdır, Ümidvârmen, yakası çâk nâ-murâdlar bahtıge Her bir köngilde derd bolsa, oşange âşnâ bol. Murâd özi bî-çâreler etegige keledi.

Bigâneler tırnağıdan yürekdegi yaralar, Vefâ, muhabbet gülşenining açılgen gülidir, Bitib ketib, dil levhige dostlık sözi toladı. Her yol bilen bolsa hem sen ey Meknûne vefâda bol! Meninggamgîn tünlerimni yarıtar şem çırâğım, Şâire, şiirlerinde, «aşk kitabından gönlümde çok destanlar Nurge yeter pervâneler, karangu terkaladı. peyda oldu», «şimdi, benim destanımın avazesi bütün cihanı sardı» demek suretiyle insan kalbinin derin heyecanlarını Subh-ı demning şebbâdesin köp sağındı köksimiz terennüm etti. Nâdire, son derecede karışık ve Endi erkin nefes bilen yeller cevlân kıladı. huzursuzluklarla.dolu bir devirde yaşadı; huzursuz kalbinin feryatlarını tekrar tekrar kaleme aldı. Bilge bir kişi olarak Felek alıb kulağıdan yulduz yulduz mamuğın, Mâcerâlar mazmunıga oygak kulak saladı. hayatı müşahede etti. Daima sükûneti ve güzellikleri terennüm ederek insan şerefinin ayaklar altına Ümid zülfı halkasıge esir tüşdi Meknûne, alınmasından duyduğu rahatsızlığı ciddi şekilde dile Cemiyet âlemige şu ümid kaydan kelib yetedi! getirdi. Onun kalbinin derinliklerinden dertle süzülüp gelen şu mısralara dikkatle bakmak gerekir: Nâdire'nin şiirlerinde, klâsik nazma ait bütün sanatları görmek mümkündür. Gazellerinde, Halimga felek böyle cefakâr bolur mu? klâsik edebiyatın bütün tasvir unsurlarından Her dem işim âzâr üze âzâr bolur mu? ustaca faydalanmış olması ve yeni bir üslûp yaratmış olması önemlidir. Eserlerinde insan Devrân elidin dûd ile feryâd etermen, psikolojisini ve keyfiyetini ifade etmek üzere istiare, mecaz ve teşbihlere çok yer vermiştir. Bu gam-zede munça sitemkâr bolur mu? Şâire, aşağıdaki beytinde, klâsik edebiyatın müra'at-ı nazîr gibi mürekkeb bir usûlünden Gam saluvçılar Kâmile köngliga köpdür, ustaca istifade etmiştir: Alem heme közgüye zengâr bolur mu? Nâdire-i gazel-serâ nazmını körse nâgehân, Şâire bu mısralarında, nazik tabiatına sayısız elem Dürr ü cevâhirin kılur fikrige bahr ü kan feda. veren, fitne, ezâ ve cefâ oklarıyla gönlünü yaralayan Şiirde ifade edildiğine göre, Nâdire'nin zamandan şikayet eder, cehaletten duyduğu nefreti dile gazellerini kanlar ve denizler birden görecek getirir. Ancak iyi niyetler ve güzel romantik arzularla olsalar, bu hayret verici düşünceler karşısında yaşayan şâire cehaletten, riyadan ve düşmanlıktan uzak bağırlarındaki bütün cevahirleri, incileri armağan güzel zamanların geleceğine olan ümidini de devam ettirir. ederlerdi. Bu beytte, yine klâsik edebiyatımızda çokça tesadüf edilen «fahriyye» unsuru da Tacik dilindeki «biresed» redifli aşağıdaki gazeli, onun bulunmaktadır. İkinci mısrada Nâdire şiirdeki ateşli lirizmine güzel bir örnek teşkil etmektedir: maharetinden dolayı iftihar etmektedir. Hâfız, Ümîd hest, ki subh-ı ümîd i mâ biresed, Sa'dî, Lûtfî, Câmî, Nevâî, Babür ve diğer şâirlerin Nihâyet-i şeb-i zindanî-i belâ biresed. eserlerinde, buna benzer fahriyyelerle karşılaşıyoruz. Klâsik şâirler bunu kusur (Nâdire, 1968: II/372) saymazlar; bilakis şâirin hakkı olarak görürler. Ancak bunun da bir şartı vardır: Fahriyye yazan Bu gazelin tamamını, meşhur Özbek şâiri şâir, hakikaten övünmeye layık eserler yaratmış Şeyhzâde'nin tercümesiyle takdim ediyoruz: olmalıdır. Aşağıdaki beyt de fahriyye için başka bir örnektir: Ümidvârmen ki, ümidimiz tangi kelib kaladı, Tang emesdür bolsa bu müddetde üstâd ı sühan, Belâlarning, zindânlarning keçesi yokaladı. Nâdire eş 'ârıga tahsin eter, Selmân körüb.

bilig-7/Güz '98

99

Özbek ve Tacik dillerindeki ifade kudreti, için gayret sarf etmiştir. Mesela, «Yâr la 'lin yâd Nâdire'ye övünme hakkını vermiştir. Onun şiirlerinde etermen, gunçe-i handân körüb» mısraıyla başlayan çok kullandığı edebî sanatlardan birisi de telmihtir. gazelinde, aşağıdaki süslü kafiyeleri kullanmıştır: Klâsik şiirde çok meşhur olan telmih, Arapçada göz «Hândan, reyhân, hayvân, sultân, cehân, hayrân, ucuyla bakmak demektir. Burada şâir, asıl manayı Selmân.» Kafiye için kullanılan bu kelimeler, şiirde lirik söylerken birdenbire başka bir manayı ima eder. İma kahramanın zengin ruh halini kavramaya hizmet edilen bu mana mitolojiden, efsanelerden, klâsik şiirden etmektedir. Bu gazelde güzel kafiyelerle birlikte veya şifahî edebiyattan alınmış olabilir. Sanatkârlar, bu «körüb» zarf fiilini kullanmış olması, şâirenin usûlle evvela, geniş bir bilgi birikimine sahip üslûbuna renklilik kazandırmaktadır. Nâdire'nin olduklarını ifade ederler. İkinci olarak da okuyucunun hemen her gazelinde redif, o şiirin adı olabilecek dikkatini meşhur bir efsane veya rivayetin üzerinde derecede güzel ve manidar kelimeler arasından toplayarak asıl söylemek istedikleri şeyleri, bu efsane seçilmiştir. Meselâ, «fıdâ, aftab, ayleb, selâmet, veya rivayetler vasıtasıyla daha kuvvetli bir şekilde muhabbet, et, tut, azız, aylageç, keç, örgüley» gibi redifler, ifade veya şerh etmek isterler. Aşağıdaki beyt, buna bir muhteva ile birlikte şiirdeki fikir ve duyguların örnek teşkil etmektedir: terennümünü de canlı bir şekilde ifade etmektedir. Nâdire'nin eserlerinde kullandığı dil, halkın Furkat içre tüşdi sevdâ-yı Züleyhâ başıma, konuşma diline çok yakındır. Şiirlerinde, sözlü sanat Kıymet-i Yûsuf-baha tapdı, harîdârımga ayt. hazinesinden de faydalanmasını bilmiştir. Derin ve çarpıcı mana ve mazmuna sahip olan atasözlerinden, Şâire bu beytte, yüzyıllardan beri şark vecizelerden, atışma ve tabirlerden, maksadını ifade edebiyatında meşhur olmuş olan Yûsuf u Züleyha etmek üzere seçerek faydalanmıştır. Gazellerinde kıssasından ustaca istifade eder. Nâdire, kendi aşkını halk müziğinin ruhunu aksettirmiştir. Şiirlerinde aynı ve bundaki ısrarını, Yûsuf ile Züleyha'nın macerasına zamanda «yer kattık, âsmân yirak; figân bî-eser; umr bî- telmihte bulunarak kuvvetli bir şekilde dile getirir. bakâ; hüsn bigâne; ışk divâne» gibi atasözü ve tabirlere Şâire, «Kıymet-i Yûsuf baha taydı, harîdarımga ayt» de sıkça tesadüf edilmektedir: demek suretiyle eski hikayeye, yeni dünyaya ait bir mazmun kazandırmıştır. Aşağıdaki mısralarda ise, Gamımnı şerhini yüz mingidin birini dedim, klâsik edebiyatın meşhur cefakâr âşık tipleri Ferhad Felek anı köterürde hem eyledi kâmet. ile Mecnûn'a telmih vardır: Nâdire'nin hikmet derecesine yükselen beytleri de Bolmagıl Ferhad ü Mecnûndek cehân efsânesi, önemlidir: Aşk-arâ, ey Nâdire, âyını neng ü nâm tut. Muhabbetsiz kişi adam emesdür, Nâdire bu beytte, kendisini Ferhad ve Mecnûn'a Ger adamsen muhabbet ihtiyâr et! benzeten şâirlerden farklı olarak aşkta edeb ve iffetin muhafaza edilmesini şart koşuyor. Bu mısralarda, Veya: kadın psikolojisine ait duygulanmalar aksettirilmiştir. Böylece şâire, efsanevî tiplere yeni bir ruh ilâve Alem ehlide vefâ tapılmas, etmiştir. Bu gevher erür cehânda nâ-yâb. Nâdire, eserlerinde mecaz, teşbih, istiare, mübalağa, tezat, teşhis, intak gibi edebî sanatları çok Nâdire'nin şiirlerinde kullandığı tasvir kullanmıştır. Bunlara klâsik şiirde, «sanayi-i unsurlarının çok oluşu, tasvirle birlikte gerçek hayat bedîiyye» adı verilirdi. hakkındaki düşünceleri de zenginleştirmektedir. Tasvir Nâdire, şiire ahenk kazandırmak maksadıyla unsurları, herhangi bir eşya veya hadisenin açık ve net kafiye ve redif seçimine de büyük önem vermiştir. Son bir şekilde gösterilmesine yardımcı olmaktadır. Şâire, dönem şiirlerinde, kafiyenin hasıl ettiği gazellerinde mübalağa sanatını da çok kullanmıştır. yankılanmanın, güzel ve müzikal değeri haiz olması

bilig-7/Güz '98

100

Mübalağa, şiirin terkibinde yerli yerinde ve ustaca topladığı ve istinsah ettirdiği kitapları da yakılmak kullanıldığı için okuyucuya tabiî gelmektedir. suretiyle imha edildi. Devrin şâir ve tarihçileri, Mesela, şâire aşk uğrunda çektiği dert ve elemlerin Nâdire 'nin vahşice öldürülmesi üzerine mersiyeler emsalsizliğini tasvir ederken şöyle bir mübalağa yazdılar. Garayib-i Sipah adlı eserde «Mâder-i hân hem yaratır: şehîd şud» ibaresiyle ölümüne tarih düşürüldü (H.1258, M.1842). Encümen et-tevârih eserinin müellifi, Bu derd ü gam ki, anı nâtevân köngül köterür, Nâdire'nin öldürülüşünü şöyle anlatmaktadır: «Rebîü'l Muhabbet ehliga yüzdin biri erür âfet. ahır ayının evvelinde, 1258 hicri tarihinde gece yarısından sonra Muhammed Ali Hân ve Sultan Menge berâber emes Kûhken birle Mecnûn, Mahmud Hân ibn Ömer Hân ve Muhammed Ali Hânın Alarda bir gam edi, lek mende ming hasret. annesi Mâhlar Âyim, torunu genç Muhammed Emin ve saray kadınlarından iki kişi Buhara emiri Nasrullâh'ın Şâire, tavsifî kelimeler yardımıyla parlak tipler emri üzerine han köşkünün bitişiğindeki bağda şehid yaratarak tabiat ve toplum hadiselerini gözümüzün edildi.» Zamandan daima sükûnet ve iyilik isteyen ve önünde canlandırır: bu isteğine erişemeyen şâirenin aşağıdaki mısraları, onun mezar taşına da yazılmıştır: Sûret-i yâdıda rengîn fikrlerdin her zamân, Safha-i fıtrat arâ tasvîr-i Behzâd eylerem. Hûşâ akil ki eyleb yahşilik bünyâdını mehkem, Öter bu dehr-i fanîdin özini nîk-nâm eyleb. Şâire, kendisinin velûd bir sanatkâr oluşuna aldırmadan son derecede mütevazı bir şekilde eşya ve Aradan bir buçuk asır geçti. Akıllılığı, bilgeliği ve hadiseler hakkında fikir yürütür, faydacı sanat faziletleriyle Nâdire-i devran olarak şöhret bulan anlayışına rağbet eder. Tacikçe yazdığı bir gazelinde, şâiremizin güzel gazelleri, ümit terennümleri, sevgi, «Şâhlik tolkınlarıda dostlar keme bolsalar, men u âkiller vefâ ve sadakat yolunda kanat açan şarkıları, halk yanıda göyâ kayıkçemen» diyen Nâdire, aşağıdaki tarafından hâlâ sevilerek okunmaktadır. mısralarda da yine kendisinin tevazu ve Mukîmi, Furkat ve bilhassa Dilşâd-ı Bernâ ile alicenaplığını dile getirir: Anber Atın'ın eserlerinde, Nâdire'nin tesirini görmek mümkündür. Çağdaş şâirlerimiz de Nâdire'nin Katre-i âbem, ger ez gevher be Ceyhûn miresem, eserlerine müracaat etmekte ve ona olan saygılarını Zerre-i hâkem, ger ez rif'at be gerdûn miresem. ifade etmektedirler. Şâire, parlak şahsiyeti ve hayat veren eserleriyle bugün de yaşamaktadır. (Ben eğer Ceyhun'da gevher olsam bile aslında . Nâdire'nin hayatı ve edebî mirasını araştırmak ve bir damla suyum. Eğer kadrim semâya erişecek olsa bile neşretmek üzere önemli faaliyetler yapıldı. Şiirleri, ben aslında bir toprak zerresiyim.) Eserler Toplamı adı altında ve iki cilt halinde Mâhlar Ayim Nâdire, hayatının son yıllarını neşredildi. Birinci ciltte Özbekçe yazdığı gazelleri, iki huzursuz bir şekilde geçirdi. Tahtta bulunan oğlu kitaptan meydana gelen ikinci ciltte ise Meknûne Muhammed Ali Hânın devleti idare etmedeki bazı mahlasıyla Tacikçe yazdığı şiirlerinin Özbekçe nesir tedbirsizlikleriyle ahlâk ve adâba uymayan tercümeleri (şâir A. Enisiy ile beraber) davranışları, Nâdire'yi devamlı düşündürmüştür. bulunmaktadır. Nâdire'nin bir kısım şiirleri, şarkiyatçı Bilhassa Hokand Hânlığı ile Buhara Emirliği alim ve şâir Sergey İvanov tarafından Rusçaya arasındaki her gün çoğalan sıkıntılar, şâireyi ıstıraba tercüme edilerek yayımlanmıştır. Tacikçe divanı sevk etmiştir. 1842 yılında Hokand Hânlığı üzerinde Tacikistan'da da yayımlanmıştır. Afganistan'da da kara bulutlar dolaşmaya başladı. Buhara Emiri hayatı ve sanatı hakkında ilmî araştırmalar Nasrullâh, Hokand'ı ele geçirince Nâdire'yi oğullan yapılmıştır. Edebiyat bilimcisi Şefika, Özbekçe Muhammed Ali Hân, Sultan Mahmûd Hân ve genç çıkarılan Yulduz gazetesinin birçok sayısında, bu torunu Muhammed Emin Hân ile birlikte öldürdü. satırların yazarının Nâdire'nin hayatı ve Can yoldaşı kadın, cefâkâr anne, kabiliyetli şâire, sanatına dair tedbirli devlet hâmisi, merhametsizce katl edildi. Hayatı boyunca

bilig-7/Güz '98

101

araştırmalarından bölümler ve şâirenin şiirlerinden Gazelleri klâsik usûlde bestelenen şâire hakkında örnekler neşretti. Bu faaliyetler, halklar arasındaki sinema ve sahne eserleri de hazırlanmıştır. Böylece ilişkilerin de parlak bir görünüşüdür. Nâdire, ismine yaraşır şekilde ebedîleştirilmektedir. Nâdire'nin eserleri üzerindeki incelemeler, düzenli şekilde devam etmektedir. Şâirenin hayatı ve sanat KAYNAKLAR faaliyetleri hakkında Özbekçe Nâdire (Hayatı ve İcadı), Rusça Nâdire (Oçerk o cizni i tvorçeslvo) gibi Dilşâd-ı Bernâ ve Merâs-ı Edebiy, (1970), Duşanbe. monografiler hazırlandı. 1991 yılında, şâirenin hayatı Kadirova, M., (1965), Nâdire, Özbekistan FEN Neşriyatı, ve eserlerine dair tarihî kaynaklan ve şifahî rivayetleri Taşkent. birlikte değerlendiren Devr Nâdiresi adlı eser Nâdire, (1968), Eserler, 2 C, Gafur Gulam Neşriyatı, Taşkent. neşredildi.

MÂHLAR ÂYİM NÂDİRE [HER LIFE AND ART]

Mahbûbe KADİROVA

ABSTRACT

As a present to the 200th anniversary of the birth of Mâhlar Ayim Nâdire Nâdire who wrote in the classical style composed her poetry in the languages of Uzbek and Tajik. Her Uzbek poet Nâdire lived and published works in works are considered among the masterpieces of the first half of 19th century. There is not much classical Uzbek literature in terms of volume, content information about the life of Nâdire who analysed the and their esthetic value. works of Lûtfî, Nevâî, Meşreb, Bîdil and Fuzûlî, the She made every possible use of artistic symbols in great representatives of classical poetry, and herself her poetry, processed every state of mind of man, wrote poetry in the classical style. Her husband including human affection, spent much effort for the sponsored Mohammed Ali Khan who succeeded elevation of womanhood, expressed discomfort for the Omar khan, the khan of Hokand, after his death. In the exploitation of human honour and articulated hatred meantime, he was instumental the infounding of some for ignorance. charity institutions. He was assassinated in 1842, She became famous under the name of "Nadire-i together with his children and grandchild, by Nasrullah, devrân" for her literary and social activities, the prince of Buhara. sophistication and virtues.

Key Words:

Uzbek, Poet, Literature, Nâdire, Uzbek Woman Poet

bilig-7/Güz '98

102

HUVEYDA

Nusretullâ CUMAHOCA

ÖZET

Klâsik Özbek edebiyatında tasavvufi şiirleriyle tanınan Hüveydâ, 18. yüzyılda yaşamıştır. Medresede eğitim görmüş ve ömrünün sonuna kadar Çimyan'da müderrislik yapmıştır. Hüveydâ, divanındaki şiirlerine göre usta bir şairdir. Eserlerinde, ilâhî aşkı ve insanı olgunluğa eriştiren faziletleri terennüm etmiştir. Felsefi düşünceleri bakımından Yesevîlik ve Nakşibendîliğe bağlanan Hüveydâ'nın, insanlara daima dünyaya ait heveslerden uzak durmayı, nefsin emirlerine karşı çıkmayı, Allah'a samimiyetle ibadet etmeyi, insanı sevmeyi, mütevazı ve kanaatkar olmayı, fena hâllerden uzak yaşamayı tavsiye ettiği eserleri, pendnâme türünün en başarılı örnekleri arasında kabul edilmektedir.

Anahtar kelimeler: Özbek, Edebiyat, Dîvân, Yesevî, Nakşibendî, Hüveydâ.

______

bilig-7/Güz '98

103

Klâsik Özbek şiirinde ve bilhassa mutasavvıf edebiyatımızda tesirli olmuşlardır. Selâhiddin Sâkıb, şairler arasında Hocanazar Gâyibnazaroğlı dedesi Hüveydâ'nın şiirlerini mükemmel bir divan Hüveydâ'nın önemli bir yeri vardır. Kendisi yurdu ve hâline getirdikten sonra istinsah etmiştir. ataları hakkında şu bilgileri vermektedir: Divanındaki şiirlerine göre Hüveydâ gazel, müstezad, rubai, çistan gazel, mesnevî gibi nazım Kemînening atı Hocamnazardur, şekillerinin ustası olan bir şairdir. Gazelleri âşıkâne ve Atasming atı Gâyibnazardur, ârifâne ruhla yazılmıştır. Aşıkâne gazellerinde, aşk-ı Nesebde Oş u mevlüd i Çimyanî, Garib ü hâkisâr u dil-perîşânî. kâmil yolunda ve insanî kemâlât uğrunda sebat eden âşığın ruh ve beden hâli, tesir edici bir üslûpla tasvir Bu mısralar, Hüveydâ'nın adı, babasının adı, edilmektedir. Arifâne gazellerinde ise Hüveydâ, filozof ailesinin Oş şehrinden olduğu, kendisinin de bir şahsiyet olarak karşımıza çakmaktadır. Bu tarz Çimyan'da doğduğunu haber vermektedir. Hakikaten gazeller, insanı manevî olgunluğa eriştiren sûfıyâne babası Gâyibnazar Ernazaroğlı, hicrî 1104 yılında bir eğitim gayesiyle yazılmıştır ki ayrıca tahlil edilecektir. grup Mergilanlı ile beraber Çimyan'a göç etmiş ve Hüveydâ, muhteva ve şekil yönünden sanat değeri burada bir kızla evlenmiştir. Hüveydâ, bu ailenin yüksek müstezatlar yazmıştır. Şu beytlerle başlayan evlâdı olarak Çimyan'da doğmuştur. Doğum yılı tam bir müstezadı, şairin bu vadideki maharetini gösteren olarak bilinmemektedir. Akrabalarının naklettiklerine açık bir örnektir: göre, 1704 yılında doğmuş olmalıdır. Babası Gâyibnazar, Çimyan'ın tanınmış müderris ve din Kördüm tün ü kün köçede bir mâhlikânı, âlimlerindendir. Kâşgar'da meşhur Afâk Hoca'nın hayran bola kaldım, müritlerinden olan babası, hocasına olan sadakat ve Hüsnidin anı könglüm üyi taptı ziyânı, hürmetinden dolayı oğluna Hocanazar ismini rahsân bola kaldım. vermiştir. Hüveydâ, şairin mahlasıdır. Aydım: Ey peri, kayda barursen cedel eyleb? Hocanazar Hüveydâ, ilk eğitimini Çimyan'daki Aççıglanıb aytur mektepte gördü. Sonra bilgisini artırmak üzere Şûhım, ne sorarsan, ne işing bar bu zamanı? Hokand medreselerinde tahsiline devam etti. Manevî Pazmân bola kaldım. dünyasını Şark klâsik edebiyatı, felsefesi, İslâm ve tasavvuf ilimleriyle zenginleştirdi. Tahsilini Müstezadın mahiyeti sadece âşık ile maşûkanın tamamladıktan sonra Çimyan'a dönmüş ve buluşmasından ve şuh konuşmaların bediî ifadesinden muallimlik etmiştir. Şarklı eğitimcilerin bir zenaate ibaret değildir. Bu bir tasavvufî eserdir. Bu eserde pîr sahip oldukları gibi Hüveydâ da muallimliğin yanı ile müridin mülâkatı, aşk âdabı hakkındaki münazara sıra dokumacılıkla meşgul olmuştur. Şairin ömrünün tarzında aksettirilmiştir. Meselâ, Nakşibendî çoğunu eğitime tahsis ettiğini şair Nâsih şöyle tarikatindeki âşık ahlâkının «Halvet der encümen» anlatmaktadır: (kalabalık içinde yalnızlık, halvet) prensibi, Hüveydâ'nın müstezadında şöyle aksettirilmiştir: Tutub suhbet devam umrin bâriçe, Be yaran talîm erdifikr u yâdı, Hılvetge kiribsökdi, menge kıldı nasihat: Debütânda sa'y eyleb tün ü kün, "Mundag deme zinhar. Yazılgan neçe tâlibning savâdı, El aldıda begâne-sıfat açma zebanı", Muningdek âlî-himmet er anadın kurbân bola kaldım. Dü bâra tugmagay der heç bilâdı. Nesâyimü 'l-mahabbe adlı eserinde Ali Şîr Nevâî Hüveydâ, ömrünün sonuna kadar Çimyan'da şöyle diyor: «Tekrar (Nakşibendî'den, N.C.) sordular yaşamış ve 1780 veya 1781 yılında vefat etmiştir. ki, sizin tarikatınızın esası nedir? Dediler ki, halk içinde halvet: Zahir yüzünü halk bilsin ve bâtın tarafını Hak Edebî Mirası sübhânehü ve teâlâ bilsin.» Beyt: Hüveydâ'dan günümüze bir divanı miras Ez derûn sev âsnâ v 'ez berün bîgâneveş, kalmıştır. Onun neslinden gelen Sirâcî, Selâhiddin İnçünin zebâ-revtş kem mebuved ender cihan. Sâkıb, Semer Bânû gibi kabiliyetli şairler de

bilig-7/Güz '98

104

Bu Farsça beytte şu anlatılmak istenmektedir: yazdığı Râhat-ı Dil manzumesi ile İbrahim Edhem İçten mahbûb ile âşinâ ol; ancak dıştan kendini kıssası, meşhur olmuş eserleridir. Bunlar, yabancı gibi tut. Yani, sevgili ile gönülden ittifak Hüveydâ'nın aynı zamanda bir destan şairi olduğuna etmen yeterli, muhabbetini halk içinde dile getirmen delil teşkil etmektedir. Bu eserler, klâsik Özbek âdâba aykırıdır. Böyle güzel yaratılış ve tavra edebiyatının «pendnâme» türündeki önemli örnekler insanlarda çok az tesadüf edilir. Hüveydâ, kendi arasında kabul edilmektedir. Şairin kendisi, Râhat-ı beytinde, pirin müridine olan bu nasihatini dile Dil eserini şöyle tavsif etmektedir: getirmek istemiştir. Kitâbımnıng atıdur Râhat-ı Dil, Hüveydâ, rubailerinde de semboller yardımıyla Erür her birsözi tenbeh-gâfil felsefî mânâları terennüm etmiştir: Bu ifadeden, Râhat-ı Dil adlı eserin gafil Ey bâğ-ı nezâketde kaddi serv yüzi gül gönülleri, nasihat nuruyla aydınlatmak isteyen terbiye Ul yüzdin erür ışk eli üçün kumn-yu bülbül edici bir manzume olduğu anlaşılmaktadır. İbrahim Reyhan ü binefşe hat-ı zülfingni esiri Edhem kıssası, tasavvufî ruhla yazılmış bir eserdir. Şem-şâd ü senuber kadding aldıda iki kul Aşk diyarını kumru ve bülbül gibi feryada salan, Fikirleri ilâhi yüzdür. Hocanazar Hüveydâ fikirleri, tefekkür tarzı ve Hüveydâ divanında görülen çistan gazel, kendine üslûbu bakımından Hoca Ahmed Yesevî, Ali Şîr has bir sanat türüdür. Bu gazelde harfler ve harflerin Nevâî, Babarahim Meşreb gibi büyük şahsiyetlere temsil ettiği rakamlar, tasavvufî sembol görevini benzemektedir. Beşerî değerleri terennüm etmeleri ve üstlenir. Bunu, aşağıdaki beytte görmek mümkündür: tasavvuf mesleğine itibar etmeleri, bu şahsiyetleri Başı yetmiş, yüz ayağ üç yüz bedenlik kuş kelib, birbirlerine yakınlaştırmıştır. Hüveydâ'nın Ten tuzıda murg-ı can sayd etmişni kördüm bu kün. düşüncelerinde, bilhassa Ahmed Yesevî ile Meşreb'e ilk bakışta, beytte hayalî bir manzara canlandırılmak yakınlık açıkça görülmektedir. İlâhî aşkın bu üç coşkun istenmiştir, düşüncesi hasıl olmaktadır. Güya yetmiş âşığı, Allah'a sevgi ile bağlanmak hususunda başlı, yüz ayaklı, üç yüz bedenli büyük bir kuş gelerek birleşirler. Yesevî'nin hikmetlerindeki ten ülkesindeki can kuşunu avlayıp gitmiş. Eğer ebcet Dünya üçün gam yeme, hesabına göre rakamların temsil ettiği harfler yerme Hakdın özgeni deme. konulacak olursa, muamma çözülecektir. Üç rakamını ifade etmek üzere üç harften meydana gelen kelimeyi tarzındaki hitabına mukabil Meşreb, bulmak gerek. Yetmiş rakamını «ayn» harfi temsil Bi Hüdâdın özgesi barça galatdur Meşrebâ. etmektedir ve şairin ifadesine göre kuşun baş kısmını diye haykırır. Hüveydâ ise, onlara olan yakınlığını meydana getirmektedir. Yüz rakamının karşılığı olan şöyle dile getirmektedir: harf ise «kaf»tır. Şair, bunun kuşun ayağı, yani bulunması gereken kelimenin son harf olduğunu Dünyâda hây u heves kılmak abes söylemektedir. Üç yüz rakamını «şın» harf Bir Hüdâdın özgeni süymak abes. karşılamaktadır. Bu da kuşun bedenini temsil etmekte Bu, sadece vahdet, yani Allah'ın bir ve hak ve kelimenin ortasına tesadüf etmektedir. Rakamların olduğunu kabul etmekten, iman etmekten ibaret temsil ettiği bu harfler, yani «ayn», «şın» ve «kaf» değildir. Büyük takva sahiplerinin imanları, şüpheden harfleri birleştirilecek olursa «aşk» kelimesi ortaya uzaktır. Onların imanları, tamah ve riyadan takvaya çıkar. Buna göre ten mülkündeki can kuşunu avlayıp yönelerek bir Hüdâdın özge'sini reddetmek, vaz giden «aşk» kuşu imiş. Aşkla ilgili düşünceleri harfler geçmek ve özge ile olan gönül bağını koparmak vasıtasıyla ifade etmek, tasavvuftaki hurûfîlik mertebesine erişmiştir. Bazı takva sahipleri, Allah'a cereyanına mahsus bir tarzdır. Hüveydâ, eserlerinde yönelmekle birlikte dünya nimetlerine, arzu ve bu tarzı kullanmıştır. Hocanazar Hüveydâ'nın heveslerine, makam ve mevkilere, şan ve şöhrete olan mesnevi tarzında rağbetlerini de

bilig-7/Güz '98

105

muhafaza ederler. Allah, onlara da fırsat verir. Fakat teşbih çekmek, ibadetin zahirî görünüşüdür. Sadece başarıya eriştikçe dünyaya ait hevesler de çoğalır. bununla yetinmek de riyadır. Hüveydâ, üstatlarının Onlar dünyanın mihnetine razı olurlar ve Allah'ı fikrini tekâmül ettirerek şöyle diyor: unuturlar; dünyaya ait tutkular rağbet kazanır, Allah Yârni ister eseng mahfiy ibâdet kılakör sevgisi azalır. Kendilerini dünya menfaatlerine Hudnemâlık bile bu kılgan ibâdet ne bolur kaptırarak Allah'a olan bağlılıkları, manasını kaybeder. Bu takva sahipleri, tamahkâr ve riyakâr olmaya Hüveydâ'ya göre inanmışlığın şöhreti için ibadet başladıklarını fark etmezler. Aldatıcı nefis girdabına etmek, gösterişten başka bir şey değildir. Bu şekilde kapıldıklarını görmezler ve inançlarını Allah ile hesap- Allah'ın sevgisini kazanmak mümkün değildir. kitap esası üzerine bina ederler. Bunlar, İslâm'ın beş Sevgiliye kavuşmak isteyen müminin gizli ibadet şartını eksiksiz yerine getirirler. Fakat amelde, Allah'ın etmesi, Nakşibendî tarikatında olduğu gibi gizlice hakiki dostu ve âşığı olamazlar. Çünkü menfaatleri için zikretmesi, zahirde halk ile, bâtında Hak ile beraber İslâm'ı ve şer'i hükümleri suistimal ederler. Bazı takva olması lâzımdır. Hüveydâ, kendi düşüncesini tekâmül sahipleri, «Ben Allah 'ın birliğine ve hak olduğuna, ettirmek maksadıyla tasavvufun en önde gelen Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna iman ediyorum. tarikatları Yeseviye ve Nakşibendiye'nin insan sevgisi Namaz kılıyorum, oruç tutuyorum, zekât veriyorum, hakkındaki özelliklerini somut bir şekilde ifade hac ibadetini eda ediyorum. Buna karşılık olarak etmeye çalışmıştır. Tanrı da beni cennetle mükâfatlandıracak ve bütün Gariplerin gönlünü kırmamak, Yeseviye'nin asıl günahlarımı affedecektir.» şeklinde gayelerinden biri olmasına mukabil gönül zikri ile düşünmektedirler. İlk bakışta, bunda şeriata aykırı bir gönül ziyareti de Nakşibendiye'nin mahiyetini tayin şey yokmuş, her şey Kur'ân'a uygunmuş gibi eden özelliklerdendir. Tasavvuf ehline göre gönül, görülebilir. Ancak Yesevî, Meşreb ve Hüveydâ gibi Allah sevgisinin mukaddes evidir. Bu sebeple gönül şahsiyetlerin düşüncelerine göre bu menfaatperestlik ile Kâbe arasındaki münasebet fevkalâde önemlidir. ve tamahkârlıktır. Sanki bu takva sahipleri cennet Nevâî, Allah sevgisiyle bir gönlü şâd etmenin sevabını için, cennetteki huzur ve rahatlık için Tanrı'ya ibadet şöyle ifade ediyor: etmektedirler. Bu, riyakârlıktır. Bu sebeple Hüveydâ Kim ki bir köngli buzugnıng hatırın şâd eylegey gibi sufîleri ne cennet, ne havz-ı kevser, ne de diğer Anca bar kim Kabe veyrân bolsa, âbâd eylegey. menfaatler ilgilendiriyor. Onlar, sadece ve sadece Allah sevgisi ve Allah'a kavuşma arzusu ile yaşarlar: Nevâî'ye göre mahzun bir insanın gönlünü sevinçle doldurmanın sevabı; kutsal ziyaretgâh Kabe Hur ile cenneting netey, anda yüzingni körmesem, yıkılacak olsa, onu tekrar bina etmek kadar büyüktür. Hasta Hüveydâ âhıge havz ile kevsering kuyar. Meşreb'e göre, kalbinde Allah sevgisi bulunan her insanın gönlünü tavaf etmek gerekir: Onlara göre ibadet, her türlü tamah ve menfaat düşüncesinden uzak ve samimi imanla yapılmalıdır. Tavâf-ı âlem-i dil kıl cihanda her beşerdin sen, Eğer bir dilni sen huzseng, yüzer Ka 'be huzulmaz mu? Riya ve tamahdan uzak imana yönelmek, Allah sevgisini gönüle nakşetmek ve samimiyetle ibadet Bir müminin kalbini kırmak, yüzlerce Kabe'yi etmek, Hüveydâ'nın görüşlerinin esasını meydana yıkmak kadar büyük günahtır. Zaten bir insanın getirir. Ali Şîr Nevâî, riyakâr ve tamahkâr inanç gönlünün kırılması, yüzlerce kalbi titretir. sahiplerini, riya denizinde tamah gemisine binen şeyh Hüveydâ da sevabı büyük bir ibadet olan Kâbe'yi örneği vasıtasıyla tenkit etmiştir. Babarahim Meşreb ziyaretin, yani haccın kısa ve kolay yolunu şöyle ise bu sahte inanç sahiplerini şöyle tarif eder: gösterir: Namâzu takvîsin zâhid kılur âlem-arâ meşhur, Bir garîbning könglini şâd eyleseng, Ögürüb sübhasın tinmey işi dâim riya ermiş. Yol basıb Ka 'be sarı batmak abes. Hüveydâ'ya göre, insanı yüceltmek, Allah'ı yüceltmek Yani namazla meşhur olmak ve durmadan kadar hayırlı bir ameldir. Yol basıp Ka'be sarı barmak'a imkân bulamayan mümin gariplerin gönlünü ihya etmekle meşgul olan kişi,

bilig-7/Güz '98

106

Tanrı'ya olan sevgi ve sadakatini doğrudan değil, İkkisidin gerçi âşık ölmegi lâzım kelür, dolaylı olarak ifade etmiş olur. Garipleri memnun Barı ul ölmek ki, bolgay zımnıda yüz ming hayat. ettiği için Tanrı'nın rahmeti de o insanın üstüne yağar. İslâm akaidi ile Nevâî ve Meşreb'in Hüveydâ'nın beyti ile Nevâî'nin beyti, mahiyet fikirlerinden istifade eden Hüveydâ, böylece insan itibariyle hem-âhenktir. Bu beytlerde ümitsizlik, sevgisine büyük önem veren şair mevkiine yükseldi. düşkünlük, bedbinlik, dünyayı terk etmek değil, Hüveydâ'nın, insan sevgisini en ileri derecede bilâkis hayata bağlılık, geleceğe güven ve ümitli olma terennüm ettiği güzel beytlerinden biri de şudur: hâli kuvvetle ifade edilmektedir. Tenni der-kefen kılmak, vücudu dünyaya ait hırs ve heves bulaşığından Garîbni könglini buzmak günâh-ı bî-aded ermiş, temizlemek demektir. Temizlenen vücutta ise ruh Keffâret bolmagay yüz Ka 'beni kaytıb bina kılseng. kuvvet kazanır ve kuş gibi kanatlanır; yaşama imkânı Nevâî, kırık bir kalbi ihya etmeyi, Kabe'yi tekrar bulur. Hüveydâ'nın sözünü ettiği ölümdin ilgeri olmak bina etmekle denk sayıyor. Meşreb, gönül yıkmayı, anlayışının arkasında da Nevâî'nin dile getirdiği yüz yüzlerce Kâbe'yi yıkmakla bir kabul ediyor. İslâm'da ming hayat bulunmaktadır. keffâret müessesesi vardır. Bunun manası, işlenen Hüveydâ'ya göre aşk mezhebinde tekebbür, sınıf günahtan arınmak için bedelini ödemek demektir. ve ırk ayırımı, müridi vesveseye düşürerek Hak Hüveydâ'nın bu hususta üstatlarından daha şiddetli yolundan azdıran illetlerdir. Şair, sîreti kâmil olan olan fikrine göre, garibin gönlünü kırmak, hiçbir âşığı şöyle tarif ediyor: ölçüye sığmayacak kadar büyük ve bedeli Uşbu tarîk-i ışk-arâ hoca vü şeyhlik ne sûd, ödenemeyecek kadar ağır bir günahtır. Yüz Kâbe'yi Bende-i kemterîn kerek, âşık-ı hâk-ipâ kerek. tekrar bina etmek mümkün olsa bile bu günahtan kurtulmak mümkün değildir. Hüveydâ, mizacında alçak gönüllülük ve Tasavvuftaki ruh ile beden tezadının, itaatkârlık faziletleri tecessüm eden müridin aşk-ı Hüveydâ'nın düşünce dünyasında önemli bir yeri kâmile erişeceğini ve ancak bundan sonra ma'şûk-ı vardır. Tasavvuf ehline göre, bedenle iftihar etmek, onu mutlaka lâyık olabileceğini düşünür. süsleyip güzelleştirmek ve rahata kavuşturmak, ruhu Hüveydâ, insanların aşağılanmasına razı değildir. öldürür. Ruhu beden yükünden kurtarmak ve varlığa Herkese dostluk inancıyla ve iyiliksever insanlık karşı duyuları bağlılık hissini mağlûp etmek ise insanı kültürüyle yaklaşmayı tavsiye eder: manevî olarak temizleyerek gerçek ilâhî aşkın arş-ı Eğer her kimni körseng, Hızr bolgay deb tavâf eyleb a'lâsına yükseltir. Hem varlığa meyletmek, hem de Ki heftâd u dü millet halkı birle âşnâ bolgıl. aşk davasını sürdürmek ise riyadır: insanın değerini fevkalâde takdir eden şair, Ey Hüveydâ, ten semürtib eyleseng da 'vâ-yı ışk, karşılaştığı herkesi Hızır aleyhisselâma tesadüf etmiş Dilde derding, rûy-ı zerding bolmasa, yalgan erür. ve kendisine büyük baht ve devlet nasip olmuş gibi Gönlünde aşk derdi bulunan âşığın çehresi de yüceltmek gerektiğine inanır. En önemlisi şudur ki, safran gibi olur; vücuda karşı iştiyakı ve rağbeti Hüveydâ sevgide millet ayırımı yapmaz. kalmaz. Aşk yoluna giren âşık, candan geçmediği Şairin nazmındaki muhabbet tasviri, ebedî çehreye takdirde cânâna kavuşamaz: ve ebedî güzelliğe karşı duyulan çılgın aşktır. Tarîk-i ışk-arâ koyseng kadem, candın güzer eyleb, Hüveydâ, ebedî dünyanın sırlarını, büyüleyiciliğini ve Ölümdin ilgeri ölgil, teningni der-kefen kılgıl. hadiselerini şerh ederken hayrete kapılır. «Ölümdin ilgeri ölmak ve tenni der-kefen kıhmak, Bâkiy yüznifâniy köz birlen köralmessen dedi, Vah, bedeni ve varlık karşısında duyuları bağlılık hissini kaçan bolguldururbu çeşm-i fâniydin halâs. mağlûp etmek, şeytanın eseri olan nefsi ve gururu Hakikaten Hüveydâ'nın nazmında ve genel olarak öldürmek demektir. Ali Şîr Nevâî, şiirlerinde şevkle tasavvuf edebiyatında övülen güzellikleri, âni dünya terennüm ettiği mecazî ve hakiki aşkın gayesini ve menfaatlerine çevrilen âni gözlerle aşkta ölmenin mahiyetini şöyle ifade etmişti:

bilig-7/Güz '98

107

görmek mümkün değildir. Ne zaman emanet ve âni beytte, iyi insanlara hizmet etmek, sadakatle dünya menfaatlerinden yüz çevrilir ve dünyaya ait bağlanmak ve muhabbet duymak, tavsiye heveslerden vaz geçilirse, o zaman kalp gözü açılır ve edilmektedir. Bu nasihat, eğer kupkuru bir ifadeyle dile ebedî dünyaya ait manzaralar apaçık görülür. Hayatın getirilmiş olsaydı, herhâlde hoş ve tesirli olmazdı. sırlarını çözmek, dünyayı hakiki çehresiyle görmek, Şair, insanda tesir uyandırmak için nasihati ahirete ait hakikati kavramak ve insanı olgunluğa ulaştıran bir delille açıklamaktadır, insan ölünce, kara yer koynı kademelerden geçerek yükselmek için Hüveydâ'nın ona çâk olur; yani mezar kazılarak defnedilir: Sonunda nazmını daima rehber edinmek lâzımdır. insanın bedeni hâk, yani toprak olur. Bu sebeple şair, düşüncesini mantığın kabul edeceği şekilde dile Hâk-i Pâyı Yansılar Bol getirerek «ey insanoğlu, bir gün toprağa karışacaksın; karışmadan önce toprak gibi iyilerin hizmetkârı ol» Klâsik edebiyatımıza ait eserler, millî eğitim ve demek suretiyle ders vermektedir. öğretimin unsurlarından biridir. Derslerde esas İnsanlara iyilik edilemiyorsa hiç olmazsa fenalık olarak bu tür eserlerin tahliline yer vermek lâzımdır. da edilmemesi, atalarımız tarafından sık sık tekrarlanan Bilhassa Hüveydâ'nın eserleri millî terbiyenin hikmetlerdendir. İslâmiyet'te mümin için şiddetle öğrenilmesinde vasıta olarak kullanılabilir. yasaklanan fenalıklardan biri de gıybettir: Hocanazar Hüveydâ'nın her eserinden İslâm ve tasavvufa ait nurlar saçılmaktadır. Şair, her şiirinde Mö 'mineni gıybetidin munda ağzırıgpâk kıl, İslâm ve tasavvufun en insanî ve hayat bahşeden Anda dûzahnı otı misvak bolmasdın burun. meselelerini ârifâne telkin etmektedir. İslâm ve Bir kimsenin ayıbını veya eksiğini, kendisinin tasavvufta merkezî olmayan, ikinci dereceli yahut bulunmadığı bir sohbette dile getirmek gıybettir. önemsiz hiçbir mesele yoktur. Çünkü bu öğretinin her Kur'ân-ı Kerîm'de gıybet, ölen kardeşin etini uzvu kâmil insanı şekillendirmeye yöneliktir. yemekten daha ağır bir günah olarak lânetlenmiştir. Peygamberimizin hadis-i şeriflerinde de ifade Buna göre gıybet etmeyi, insanlık dışı bir davranış ettikleri gibi, «din, nasihatten ibarettir.» Kâmil olarak değerlendirmek mümkündür. Hadîs-i şerîfte, insanlık yolu olan tasavvuftaki on makamdan birisi sadece gıybet etmek değil, hattâ gıybet edilen bir de nasihat dinlemektir. Hüveydâ'nın eserlerinin sohbete katılmak ve mümin kardeşini gıybetten arkasındaki temel düşünce de insanı nasihat koruyabileceği hâlde korumamak da ağır günah vasıtasıyla kemâle ulaştırmaktır. Seyyid Kâsımî, sayılmıştır. Hakikatnâme adlı eserinde tasavvufu şöyle tarif eder: İslâm ahlâkında fena hâllerden biri sayıldığı için Tasavvuf barçası pend ü edebdür, Hüveydâ, gıybeti ayrı bir beytte söz konusu ederek Niyaz ü sıdk-ı dil birle talebdür. ondan vaz geçmeye davet ediyor. Şair, ağzın gıybetten temizlenmesini şart sayıyor. Eğer insan Hüveydâ'nın pend ve edebden uzak herhangi bir ağzını gıybetle kirletecek olursa, öbür dünyada eserinden söz etmek zordur. Aksine Hüveydâ şiirinin misvak yerine cehennem ateşiyle temizlenir. genel karakterini edeb teşkil etmektedir. Onun Hüveydâ, dûzah otı ile misvâk'ı beraber kullanarak şiirleri, bu özelliği ile insanlık ve bilhassa genç ahlâkî bir meseleyi tesirli şekilde ifade edebilmiştir. nesiller için manevî kaynaktır. Şair, Hâk-i pây-ı Kâmil insan için en önemli faziletlerden birisi de yahsılar bol gazelinde, kâmil insanda bulunması kanaattir. Kanaat, insanı aç gözlü olmaktan korur. gereken faziletlerden şöyle bahseder: Şair, aynı gazelinde bu konuya da açıklık getirir: Hâk-i pây-ı yahsılar bol hâk bolmasdın burun, Körsetib genc-i kanâat, aç közingni sayd kıl, Bu kara yer koynı senge çâk bolmasdın burun. Közleringni kâsesiga hâk tolmasdın burun. Hâk, insan vücudunun yaratıldığı topraktır. Pây ise Hadîs-i şerîfte şöyle denilmiştir: «İnsana bir vadi ayak demektir. Hâk-i pây-ı yahsılar bolmak, iyi dolusu dünyalık verilse, o, ikinci vadinin de insanların ayağının altına toprak gibi döşenmek veya verilmesini ister. İkinciden sonra üçüncüyü, ayağının tozu hâline gelmek demektir. Bu

bilig-7/Güz '98

108

dördüncüyü ....ve onun nefti asla doymaz. İnsanın Ey Hüveydâ, keçeler yığlab yakangnı çâk kıl, Dâmen- gözünü sadece toprak (mezar toprağı) doyurur. Her kim i subh-ı kıyâmet çak bolmasdın burun- tövbe ederse Allah onu bağışlar.» Hüveydâ, hadiste Akşam ile tan vakti arasında bir gecelik hayat sözü edilen ölüm hükmünü hatırlatarak toprak vardır. Bilmek gerekir ki, insan ömrü yahut ömrün dolmadan önce aç gözü doyurmanın çaresini kalan kısmı, akşam ile tan vaktinin arası kadar kısa ve gösterir. Aç gözün davası genc, yani hazinedir. Böyle çok çabuk geçen bir zamandır. Gecenin sonunda feleğin olunca, onun ağzını hazine ile doyurmak lâzımdır. yakası yırtılıp tan atar. Bunun her günkü sabah değil, Fakat aç gözü avlamak için dünya hazinesini değil, kıyamet sabahı olması da mümkündür. Yani her sabahı, kanaat hazinesini seferber etmek gerekir. Bundan kıyamet vakti olarak kabul edip beklemek lâzımdır. sonraki nasihat alçak gönüllülük ve tamah etmemek Geceyi ganimet bilerek Tanrı karşısındaki borç ve husûsundadır: günahları kıyamete bırakmadan ibadet, tövbe ve Har u hâsnı yastamb kılma tama 'dm bir hase, tazarrularla sabahı karşılamayı âdet edinmek farzdır. Kabring üzre tüde-i hâsâk unmasdm burun. ^ Tasavvufî edebiyatta genel olarak bu gazeldeki mazmun ve mevzuları işleyen eserler çoktur. Bu İnsan âni dünyadan ebedî meskenine intikâl gazel, bilhassa Özbek edebiyatında Turdı Ferâgî'nin edince kabri üstünde otlar biter. Mevsimi geçince otlar Cism-i kanundın nefes târı üzülmesdin burun mısraı kuruyarak çöp yığınına dönüşür. İnsanın bedeni bu ile başlayan Türkçe muhammesiyle hem-âhenktir. Bu çöp yığınının altında kalır. Hüveydâ'nın düşüncesine eserler sadece mazmun ve mevzu yönünden değil, şekil göre, insanoğlunun sonunda bedenen çöp yığınından özellikleri yönünden de birbirine yakındır. Turdı da aşağı vaziyete düşmeden önce, dünya malından bir Ferâgî de, Hüveydâ da zamanı ifade etmek üzere zerreye bile tamah etmeksizin çöp gibi tevazu burun kelimesini redif olarak kullanmışlardır. Her iki makamına erişmesi akıllılık olur. şair de ahlâkî düşünce ve nasihatlerini tesirli ifade Müminlerin kalbini kırmamak, onları üzmemek, edebilmek için bend ve beytlerinde âhiret hükmünü bilâkis sevindirmek, tasavvufî edebiyatın insan hatırlatmaktadırlar. Hüveydâ'nın özelliği, sevgisiyle ilgili en önemli gayelerindendir. Ali Şîr düşündüklerini Turdı gibi dokuz bendden müteşekkil Nevâî ile Babarahim Meşreb'in yukarıda zikredilen mürekkeb muhammes hâlinde değil, sadece altı beytleri, bunun parlak örnekleridir. Mutasavvıf şairler, beytten ibaret sade gazel şeklinde ifade etmiş olmasıdır. müminlerin kalbini Kabe'ye benzetirler. Çünkü iman Bu gazel, ruhu ve üslûbu yönünden kolay nüfuz eden bir insanın kalbinde Allah daima mevcuttur. Bu edilebilen bir eserdir. Gazelin edebî değeri ve şair sebeple Allah'ın evine dönüşen mümin kalbini Hüveydâ'nın ustalığı şudur ki, bu muhtasar gazelde sevinçle doldurmak, Kabe'yi imar etmek gibi sevap, kâmil insan ahlâkı için şart olan altı fazileti müminin kalbini kırmak da Kâbe'yi yıkmak kadar aksettirmiş olmasıdır. Birinci beytte alçak gönüllü günah sayılır. Hüveydâ, sıradaki beytinde bu sufîyâne olmak, ikinci beytte gıybet etmemek, üçüncü beytte görüşünü terennüm etmektedir: kanaat etmek, dördüncü beytte tamah etmemek, Kılma gamgin mü 'mineni, könglini şad eylegil, beşinci beytte kimseyi incitmemek, altıncı beytte Tangla mahşer deştide gamnâk bolmasdın burun. ibadet etmek, müminlere riayet etmeleri gereken Hüveydâ bu beytinde, Meşreb'den farklı olarak hareket tarzı olarak tavsiye edilmektedir. Bütün müminin kalbini kıran bir kimsenin mahşer günü bu beytlerde aynı düşüncenin terennüm edilmiş olması günahı için Tanrı huzurunda kederli bir şekilde cevab sebebiyle eser yek-âhenk bir gazeldir. Eser, ruh vereceğini bildiriyor. Yani kıyamet günü Tanrı terbiyesinin ele alınmış olması sebebiyle de ârifâne huzurunda mahcup olmamak için müminlerin gazelin güzel bir örneğidir. gönlünü şâd etmek lâzımdır. Aslına Dönme Marifeti Hadîs-i şerifte şöyle denilmiştir: «Haberiniz olsun ki, ömrünüzün kalan kısmı tıpkı yaşadığınız günün Arzu edilen kâmil insan tipinin önemli kalan kısmı gibidir.» Bu ifade, gazelin son beytinde özelliklerinden birisi de kendi nefsini mağlûp şöyle terennüm edilmiştir:

bilig-7/Güz '98

109

edebilecek metanete sahip olmasıdır. Aslında Allah, hükmet, heveslerine uyma, yoksa Allah seni yolundan Adem'i nefis belâsından uzak olması için topraktan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolundan sapanlara, hesap yaratmıştır. Nâsırüddin Rabgûzî'nin yazdığına göre gününü unutmalarına karşılık çetin azap vardır.» (Sâd, Allah, «Adem'i yaratacağım» dediği zaman bütün âyet: 26) varlıklar, «bizden yarat» diyerek harekete geçtiler. Nefsin çirkin görünüşü, tasavvufî edebiyatta da Dağ «ben kutluyum», deniz «ben heybetliyim», altın geniş şekilde işlenmiştir. Bilhassa Yesevî tarikatında «ben azizim», gök «ben yüceyim» demek suretiyle nefisle mücadele, en büyük önemi haizdir. Ahmed kendilerini methettiler. Sadece toprak tevazu ile «ben Yesevî, nefisle mücadele hakkında şunları herkesten zayıfım, ayak altında yatan mütevazı bir söylemektedir: nesneyim, benim gururlanacak hiçbir şeyim yok» demiş. Nefs yolıga kirgen kişi resvâ bolur, Bunun üzerine Allah, Adem'i topraktan yaratmış. Yoldın azıb, tayıb, tozıb, gümrah bolur. Toprağın mütevaziliği cisminde değil, bilâkis isminde Yatsa, kopsa şeytan bile hem-rah bolur, tecessüm etmiştir. Eski kaynaklarda toprak, tübrak Nefsni tebkıl, nejsni tebkıl, ey bedkirdâr. (her şeyden aşağıda olan) şeklinde yazılmıştır. Bu isimlendirme de toprağın maddî âlemin dibinde ve Nejsing seni âhir demde gedâ kılgay, bütün varlıkların hepsinin altında yer aldığını Din üyini gâret kılıb eda kılgay, doğrulamaktadır. Rivayete göre İblis bir gün yetmiş Olar vaktde imânıngdin cüdâ kılgay, bin melekle beraber gökten Adem'in yanına gelir ve Akil erseng, nefs-i beddin bolgın bîzâr. eliyle Adem'in karnını yoklar. Adem'in karnının boş Ahmed Yesevî'nin şerhe muhtaç olmayan bu olduğunu görünce meleklere dönerek, «Bunu yoldan nasihatleriyle onun Tuprak bolgıl, âlem seni basıb ötsin çıkarmak kolay olacak?» der. İhtimâl, insanoğlu öğüdünden bir sonuç çıkarmak gerekirse, şairin, nefsine bu boş karnı sebebiyle yenilmiştir. Adem, insanlığı aslını anlamaya ve aslına dönmeye davet zamanla iblis'in idaresi altındaki nefis devinin ettiğini söylemek mümkündür. hücumu karşısında günden güne aslını unutarak İslâm ve tasavvuftaki nefis meselesi, Hocanazar yabancı hasletleri benimsemeye başladı. Allah, Hüveydâ'nın eserlerinde de önemli bir yer işgal eder. insanoğlunun iblis'in tazyikine ve nefsin davetine esir Onun, Nefsing seni kattıg belâ diye başlayan gazeli, olduğunu elbette bilmekte ve bu-sebeple mukaddes klâsik Özbek edebiyatının nadir kelâmı Kur'ân-ı Kerîm'inde kullarını bu durumdan pendnâmelerindendir. tekrar tekrar haberdar etmektedir Nefsin bozguncu ve helak edici özelliği Kur'ân-ı Kerîm''de şöyle Nefsing seni kattıg belâ, elbette urgilpây' anga, ifâde edilmektedir: «Eğer hakikat, onların Her dem seni otka salur, zinhar berve rây anga. heveslerine uysaydı, elbette gökler, yer ve onlarda Gazelin birinci mısraından anlaşılmaktadır ki, bulunanlar bozulup helâk olurlardı.» (Mü'minûn, Hüveydâ'nın düşüncesi, Yesevî'nin nefis belâsını âyet: 71) Yani nefse uyarak Allah'a şirk koşmak haber veren ve Nefsni tebkıl tarzındaki ifadesiyle denk günahtır. Nefis, insanın maneviyatını, düşmektedir. Nefsge pây urmak, nefis belâsını mefkûresini ve imanını mahvedici çirkin bir âmildir. tekmelemek, ondan üstün olmak, ona karşı galip Bilhassa rehberlik edenlerin nefislerine uymaları, gelmek demektir. Nefsge rây bermeslik, nefsin insanlık için büyük bir âfettir. Muhammed hücumuna fırsat vermemek demektir. Bunun aksini Sâdık Muhammed Yusuf, İman adlı eserinde, «Nefsin yapmak, insanı büyük bir belâya sürükler ve ebediyen en büyük zararı, hükümdarlar tarafından gelir. Aslında cehenneme mahkûm eder. Bu gazel bize, Hüveydâ'nın onların görevi, yer yüzünde adaleti tesis etmektir. Yesevî tarikatinin samimi müntesiplerinden ve Yesevî Eğer onlar nefislerine uyarak güçlü olanlara hizmet hazretlerine sevgiyle bağlanan muakkiplerinden biri eder de zayıf olanlara zulmederlerse, yer yüzünde olduğunu göstermektedir. fesat -peyda olur.» demektedir. Tanrı teâlâ âyet-i Nefis, klâsik Özbek edebiyatında vahşi, aç gözlü, kerîmelerinden birinde, Dâvud aleyhisselâm doymak bilmeyen dev şeklinde tasvir edilir. Bu kıssasında, hükümdarları nefis belâsından haberdar tasvirlerden sanatta, «nefis devi» istiâresi zuhur etmektedir: «Ey Dâvud, şüphesiz seni yeryüzünde etmiştir. Nefis gailesiyle her tarafa durmadan halife kıldık. O hâlde insanlar arasında adaletle saldıranlar, nefis devini sırtında taşıyan kölelere

bilig-7/Güz '98

110

benzetilmiştir. Hüveydâ, bilir bilmez omzuna nefis heveslere kapılmak, nefsi tahrik edici tehlikeli bir devini bindiren köleler hakkında şöyle diyor:, davranıştır. Makul ölçüler içerisindeki heves, aslında makbul bir duygudur. Aytur senge yükleb yükin: Ul işni kıl, bu isni kıl! Aksini ey leb sözini, heç kılmagıl pervây anga. Üzgil hevesni harını dil bağıdın eyleb şitâb, Rîşe alıb mehkem bolur, berserıg zamâne cây anga. Kardeş halklardan birinde, «Akılsız baş, ayağa rahat vermez» (Akılsız başın zahmetini ayaklar çeker) Hakikaten heveslere şiddetle kapılan gönül diye hikmetli bir söz var. Hakikaten nefsin emrine bağını, nefis ve arzu dikenleri istilâ eder. Heves giren baş, vücudu sıkıntıya sokar. Nefis devi, kölesini dikeninin yeşerdiği hissedilince derhâl yolup atmak, imanından ayırır; ondaki şükür ve kanaat hissini her müminin selâmeti için sembolik bir davranıştır. söndürür. «O işi yap, bu işi yap!» demek suretiyle onu Heves dikenini gönül bağına asla yaklaştırmamak her gün yeni arzular, yeni makamlar ve şan-şöhret takva alâmetidir. Bu fazilet, kâmil insanlara mahsus bir ümidiyle hırs ve heves sarayına doğru sürükler. davranıştır. Dünya gailesine dalan insanoğlu, böyle hoşuna giden Hüveydâ, beşerî olgunluğa erişmek için devamlı şeyler karşısında nefsine hâkim olamaz. Aslında gayret sarf eden ve bütün müminleri de Hak yoluna, Hüveydâ'ya göre nefis deviyle mücadele etmek çok hidayete çağıran mürebbî bir şahsiyettir. Gazelin basittir: irade ve imanı kuvvetlendirmek, nefis devinin makta beyti, şairin bu mukaddes mesleğini bir defa emrettiklerinin aksini yapmak ve onun tahriklerine daha doğrulamaktadır: itibar etmemek. Nefsin söylediklerini dikkate almak, Miskin Hüveydâ, sen anı nâgâh köterse başını, onu yüceltmek demektir. Nefse itibar etmek ise, onu Takvî tayağı birle çap, hergiz dedürme vay anga. azdırmakla aynıdır. Azgınlaşan nefis de isyan etme cesaretini göstererek sahibini mağlûp eder: Hüveydâ'nın ifadesine göre, nefis devi ansızın isyan edecek olursa, hemen ölmesi için takva İzzetga tıl ferbih bolub isyan sarı bolgay dilîr, sopasıyla vurmak lâzımdır. Eyleb ayağ astıda hâr, çoğ neyzesini say anga. Yüzyıllar içerisinde nefsin tesiriyle insanoğlunun Bu sebeple bilge Hüveydâ, nefsin sadece ruh dünyası değil, bedeni de değişti, İnsanoğlu menfaatlerinden yukarıda olmayı, onu ayaklar altına toprak gibi mütevazı olmayı terk etti; gurura kapılarak alarak tahkir etmeyi ve kıpkızıl kor mızrağını dağdaki «kutluluk», denizdeki «heybet», altındaki saplayarak yakmayı tavsiye ediyor. İtibar etmek şöyle «azizlik», gökteki «yükseklik» davasına kalkıştı. dursun, harekete geçtiği hissedildiği anda nefsin Hüveydâ'nın gazeli, insanın aslına dönmesini, derhâl kontrol altına alınması lâzımdır: toprak gibi olmasını telkin etmektedir. Şiirin merkezinde, insan tabiatındaki nefis illetiyle Öz râyıge koysang anı, bir demde ejderhâ bolub mücadele etmek gibi ahlâkî bir mesele Başıng yutarga oğragay, erkingni berme bay anga. bulunmaktadır. Mesele, şiirin tamamında mantık Nefsin şeytanî hevesleri, menfaat cenderesindeki silsilesi içerisinde tedricî surette ve bediî olarak telkin insanlara çok şirin görünür. Onun iradesine bir an edilmektedir. Her beyt müstakil bir mazmuna itaat edilecek olursa, arzuları şiddetlenerek ejderhaya sahiptir; ancak bunları ayrı olarak tasavvur ve tahlil dönüşür ve insanın başını yutmaya hazırlanır. Bu etmek mümkün değildir. Gönül temizliğinin ve yüzden felâkete uğrayan ve nefsinin esiri olan insanlar insanın kendi kendisiyle olan mücadelesinin tasvir için halk arasında «falân kişinin nefsi başına belâ oldu», edilmesiyle, mümin insanda İslâmî inanç ve sufîyâne «filân kişinin nefsi başını yedi» ibareleri saflığın sağlam olması gereği vurgulanmaktadır. ■ kullanılmaktadır. Aşırı

bilig-7/Güz '98

111

111

HÜVEYDA

Nusretullâ CUMAHOCA ABSTRACT

Hüveydâ who was famous for his mystic poems in In the philosophical perspective he was a disciple classical Uzbek literature lived in 18th century. He was attender of the Yesevî and Nakşibendî movements and educated in Madrasah and taught in Çinyan till the end he always preached humanity about refraining from the of his life. experiences of the Material world and instead When we have a brief look at his poetry in his dedicating to God in a great sincerity, loving others, Divan, we can easily see that he is a master poet. In his being humble, and satisfied with what they had in a poetry, he tackled the virtues which carry the man to style which is commonly known as "Pendnâme". perfection in the context of the divine love.

Key Words:

Özbek, Literature, Dîvân, Yesevî, Nakşibendî, Hüveydâ

bilig-7/Güz '98

112

TURKMEN EDEBİYATINDA CEDİTÇİLİK DÖNEMİ HAKKINDA BAZI TESBİTLER VE YENİ MALÛMATLAR

Prof. Dr. Muratgeldi SÖYEGOV

Uluslararası Türkmen - Türk Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Tercüme: Yusuf AKGÜL Türkmen Devlet Üniversitesi t Araştırma Görevlisi

ÖZET

Asırlardan beri bugünkü Türkmenistan coğrafyasında boylar ve uruğlar olduğunu savundular. Bu çerçevede Türkmen Latin alfabesini kabul ettiren halinde yaşayan Türkmen Türkleri, bu tarihi süreç içerisinde, Klasik Edebiyat ve usül-i cedit mekteplerinde bizzat dersler veren aydınlar, Türkmen halkının ile Sovyet Edebiyatı devirleri arasında, dünyadaki gelişmelere ve yenilik tarihini araştırmak suretiyle de ilk ilmi tarih anlayışının temellerini atarak hareketlerine paralel olarak "Cedit Edebiyatı" adı verilen bir edebiyat gelecek nesillere örnek oldular. Türkmen Tarihi ve Türkmen Kültürü meydana getirmişlerdir. konusunda olduğu kadar Türkmen Dili ve Edebiyab konusunda da önemli çalışmalar yapan ve Klasik Edebiyatın geleneklerine de saygı duyarak pek çok XIX. asrın sonlarından XX. asrın 30'lu yıllarına kadar süren, ancak o günkü yeniliği Türkmen Edebiyatına kazandıran Ceditçiler (yenilikçiler), bu şartlar itibari ile pek gündeme getirilmeyen bu edebi dönemde, ilk başta çalışmalarını siyasi rejimin onaylamamasına rağmen, önemli başarılar elde Annakılıç Muhtaci ve Molladurdu olmak üzere, Abdülhakim ettiler. 1924 yılında Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu, Kulmuhammedov, Berdi Kerbabayev, Alışbey Aliyev, Muhammedkulu ancak o bağımsız bir devlet değildi. Yenilikçi aydınlar, dağınık Türkmen Atabayev, Gümüşali Börüyev, Muhammet Geldiyev, Allahkulu Karahanov, boylarını birleştiren gerçekten bağımsız bir devlet kurmak istemişlerdi. Yine de Abdullah Gelenov, Orazmehmet Vefayev... gibi aydınlar, tamamen Türkmenistan Sovyet Cumhuriyeti'nin kurulması, Ceditçilerde büyük etki biçimleşen bir görüş ve hareket olarak gördükleri Kırımlı İsmail Gaspralı'nın yarattı. 1930'lu yılların başına kadar canla başla çalıştılar. Mevcut rejim çalışmalarından ve eserlerinden etkilendiler. Ceditçilik (Usül-i Cedit) hareketi içinde, rejimin yapısına karşı görüşlerini beyan etmekten geri kalmadılar. ilk olarak Türkmen halkının eğitimini çağdaş şartlara uygun hale getirmek ve Avrupa'da görülen bilimsel sahadaki kazanımların neticelerini uygulamak Bütün Sovyetler Komünist Partisi'nin emriyle teşkil edilen bir komisyon, şeklinde kendini göstermiştir. Türkmenistan'daki gelişmeleri soruşturmak üzere harekete geçti. Bu soruşturma neticesinde AKulmuhammedov ve O. Vefayev halk düşmanı" 1917 Bolşevik İhtilalini ve Lenin'in tahahütlerini ülkeleri için bir umut olarak olarak ilan edildi. 1930'lu yılların başından başlamak üzere sıkı bir takibe gören Türkmen aydınları, gerek ihtilal aşamasında ve gerekse ihtilalle birlikte uğrayan Türkmen aydınları tek tek yakalandı, hapse atıldı; tek tek öldürüldü. ortaya çıkan gelişmeleri desteklemişler; böylece Rus Çarlarının on yıllar AKulmuhammedov, A.Vepayev, M.Geldiyev, K.AH Börüyev, A. Karahanov, süren zulümlerinden kurtulacaklarını, müstakil bir Türkmen (veya Türkistan) G.Sehedov... gibi yenilikçi aydınlar öldürülenlerden bazılarıdır. devleti kuracaklarını ve bu kapsamda yenilikçi görüşlerini uygulayabileceklerini sanmışlardır. Uyuşturucu düşkünlüğü, kadınların 1934 yılında düzenlenen Türkmenistan Sovyet Yazarlarının Birinci toplumdaki durumlarının iyileştirilmesi, başlık parası... gibi toplumsal Kurultayın'da, Türkmen Edebiyatı'nda Sovyet egemenliğinin asıl unsur olduğu meselelere ve I. Dünya Savaşı gibi günlük olaylara da el atan Ceditçiler, kabul edildi. Türkmenistan'ın sosyal durumunu değiştirmek için eğitimi ve milli medeniyeti modernleştirmenin gerekli

Anahtar Kelimeler: Türkmenistan Cedit Edebiyatı, Edebiyatta Millileşme, Tenkidi Realizm, Halka ve Tarihe Yönelme, Bağımsız Devlet Arayışları ______

bilig-7/Güz '98

113

Türkmen Edebiyatı'nın Ceditçilik Devri, kronoloji arasında XIX. asrın başlarından beri bilinmekte idi ise bakımından "Klâsik Devir" ile "Sovyet Devri" de, tamamen biçimleşen bir görüş ve hareket olarak arasında yer alır. Bu akım, XIX. asrın sonlarında Kırımlı Gaspıralı İsmail Bey'in (1851-1914) başlayıp XX. asrın 30'lu yıllarının başlarına kadar çalışmalarında ve eserlerinde olgunlaşmıştır. devam etmiştir. Bu kısa devirde yazılan eserler sadece Ceditçilik hareketi ilk olarak Türk halklarının ele aldıkları temaları, fikir ve içerikleri bakımından eğitimini çağdaş şartlara uygun hale getirmek yani değil, üslup açısından da kendisinden önceki Klâsik modernleştirmek, Avrupa'da bilim, eğitim ve Edebiyat'tan ve sonraki Sovyet Edebiyatı'ndan bir medeniyet sahalarında kazanılan neticeleri kabul hayli farklılaştı. Klâsik edebiyatın en 'son temsilcisi ederek uygulamak şeklinde kendisini gösterdi. Annagılıç Meteci (Annakılıç Muhtaci, [1822-1884]) Gaspıralı İsmail'in ileri sürdüğü ilkelere uyularak pek oldu. Meteci'nin oğlu, "Nazimi" mahlasını kullanan çok ülkede, bu kapsamda da Türkmenistan'da "Yeni Molla-durdu'nun eserlerinde ise, Ceditçilik Devri'nin Usül" (Usül-i Cedit) mektepleri açıldı.(Söyegov, meseleleri ve özellikleri ifadesini bulmuştur. 1995; Devlet, 1998; Kanlıdere, 1997). Medreselerde Sovyetler Birliği devrinde Ceditçilere ve umumi (meselâ, Başkırdistan'ın başkenti Ufa'daki Galiye olarak Ceditçiliğe olumsuz bakıldığı için, Türkmen Medresesi) matematik, fizik, kimya, coğrafya, tabiat Edebiyatı'nın tarihi incelenirken, Ceditçilik Devri, bilimleri gibi fen dersleri okutulmaya başlandı edebiyatın gelişme çizgisinde ayrı bir dönem şeklinde (Söyegov, 1994). Ceditçilik, Gasprah İsmail beyin ele alınmadı. 1917 Ekim Devrimi'ne kadar olan dönem, doğduğu, yaşadığı ve çalıştığı yer olan Kırım'dan başka Klasik Edebiyat'ın gerileme devri olarak görülürken, da, Tataristan, Başkırdistan, Özbekistan, Azerbaycan, 1917 yılından asrın 30.uncu yıllarına kadar ortaya Türkiye, Buhara Emirliği, Hive Hanlığı'nda geniş bir konan edebi eserler ise Sovyet Edebiyatı'nın tesire sahip oldu. Devam edip gelen toplumsal yapıyı taleplerine cevap vermeyen eserler olarak değiştirmek için siyasi ve iktisadi talepler ileri süren değerlendirildi. Genç Türkler, Genç Buharalılar ve Genç Hiveliler Bu değerlendirme doğru değildir. Çünkü 1917 hareketleri, Ceditçiliğin ilkleri çerçevesinde ortaya Ekim Devrimi Türkmen Edebiyatı'nı bölememiş, çıktı. (Akyol, 1990). gelişme ve ilerleme yolunu değiştirememiştir. Türkmenistan'da Ceditçilik hareketini ortaya Türkmenistan'da Sovyet Edebiyatı'nın ortaya atanlar, genellikle ülke dışında başka memleketlerde çıkması, komünizm ideolojisinin aydınların yüreğini okullarını bitirip gelen kişilerdir. XX.asrın 30'lu ve beynini tamamen ele geçirmesi için en azından 10- yıllarına kadar Türkmenistan'da eğitimin, edebiyatın, 15 yıla ihtiyaç vardı. Bu açıdan Sovyet Edebiyatı'na ait medeniyetin başında duranlardan Alışbeg Aliyev eserler de Ceditçilik döneminde üretilmeye başlandı. (1883-1933) Bakü'deki öğretmenlik seminerinde; Bunun tersine, tarihte Sovyet devri başladıktan sonra Muhammedkulu Atabayev (1885-1916), Gümüşali yazılan eserlerin de hepsi Sovyet Edebiyatı'nın Börüyev (1896-1942) Taşkent'deki öğretmenlik eserleri değil, bunların pek çoğu Cedit Edebiyatı'na ait seminerinde; Muhammed Geldiyev (1889-1931), eserlerdi. Allahkulu Karahanov (1892-1938) Buhara Meselâ: Berdi Karbabayev'in 1928'de Türkmen medresesinde ve Ufa'daki Galiye Medresesi'nde; Medeniyeti dergisinde yayınlanan "Garşa Guda" Abdullah Gelenov (? - ?), Berdi Kerbabayer (1894- povestini, 1917 yılından 11 yıl sonra yazılmasına 1974) Buhara Medresesi'nde ve Sant-Petersburg rağmen, Cedit Edebiyatı'nın eseri olarak kabul etmek Universitesi'nde; Orazmehmet Vefayev (1883-1937) mümkündür. Buhara Medresesi'nde ve İstanbul Universitesi'nde; Edebî eser yazma metodu Türkmen Klasik Abdulhakim Kulmuhammedov (1885-1931) ise Edebiyatı'nda romantizm, Sovyet Edebiyatı'nda Buhara Medresesi'nde, İstanbul ve Sankt Petersburg "sosyalistik realizm" iken, Cedit Edebiyatı'nda Üniversitelerinde okuyup tahsil görmüştür. Bu tenkidi realizm idi. Ceditçilik devrinde, Klasik Türkmen aydınlarının tesiri ile Moladurdu Edebiyat'ta kullanılmamış yeni ölçüde şiirler, dram, Annagdıçoğlu (Nazimi, 1860-1922), Muhammedkılıç realistik nesir, ilmi - romantik nesir gibi edebi türler Biçare (1885-1922), Allahberdi Hocaniyazoğlu, ve tarzlar ortaya çıktı. Mollamurt (1885-1930), Karaca Ceditçilik hareketi, Kazan Tatarları'nın

bilig-7/Güz '98

114

Burunov (1898-1965)... gibi yerli mektep- şiirlerin çoğu hiciv eserlerdi. medreselerde tahsil gören yazarlar ve ayrıca Ceditçi yazarlar, o zamanlar Türkmenler arasında Süphanberdi Övezberdioğlu Körmolla yaygın en kötü sosyal hastalık olan "uyuşturucu"ya (1876-1934), Durdu Kılıç (1886-1950)... gibi okuma- karşı mücadele meselesini edebiyatın gündemine yazma bilmeyen halk şairleri de eserlerinde Ceditçilik taşıdılar. Kör Molla'nın "Neşekeş", Molla Murt'un Hareketi'ne özgü görüşleri anlatmışlardır. "Neşani" (1914), Berdi Kerbabayev'in "Tiryekkeşin Ceditçiliğin Türkmenistan'da toplumculuk Ökünci" (1924) adlı şiirlerinde, Garaca Burunov'un fikrinin yeni bir akımı olarak yaygınlaşmasında, "Tiryekkeş" adlı mazlum eserinde (1927) bu hastalığın Gaspıralı İsmail'in Kırım'da yayınladığı "Tercüman" ağına düşen insanların trajik durumları "tip" leştirildi. gazetesinin büyük rolü olmuştur. Tanınmış Türkmen Türkmen Cedit Edebiyatı'nda en fazla işlenen dil alimi Muhammed Geldiyev'in Türkmenistan temaların biri de "kadın meselesi" dir. Klasik gazetesinde yayınlanan bir makalesinde; "Türk şairlerden farklı olarak bu devirde yazarlar, çocuklarına fikir ve düşünce veren büyük üstadımız kadınların cemiyetteki durumlarını iyileştirmek, Gaspirskiy" diyerek onun adını minnettarlık ile onların hak ve hukuklarını korumak şeklinde görüşler tutması sebepsiz değildi (Geldiyev, 1926). ileri sürdüler. Bu konuyu işleyen ilk eserlerden Yenilikçi Türkmen yazarları Türkmen halkının Muhammedkulu Atabayev'in "İnsan Ticareti tarihi ilerleme açısından diğer milletlerden geride Türkmenler Arasında", "Türkmen Ayallarının Zihni", kaldığını ilk olarak gündeme getirdiler ve ileri "Çok Evlilerin Bahtı Var mı" gibi 1915 yılında gitmenin yolunu aradılar. Bu konuda Muhammedkulu yayınlanan siyasi makalelerini göstermek mümkündür Atabayev, Aşgabat'ta 1914 - 1917 yılları arasında (Atabayev, 1915b) Türkmen ve Fars dillerinde neşir edilen Zakaspiyskaya 1920'li yıllarda gazete ve dergilerde bu konuda pek Tuzemnaya adlı gazetede çok sayıda siyasi makale ve çok şiirler yayınlandı. Bunların çoğunun mana ve şiir ile görüşlerini duyurdu. Hatta O, bir makalesine içeriği, Molla Murt'un "Nasihat" adlı şiirinin şu «Tüm İşlerde Türkmenler Başka Milletlerden Geridir» aşağıdaki iki dizesinde ifade edilmiştir diyebiliriz: şeklinde ad koymuştur (Atabayev, 1915a). Türkmen toplumunun ziraat, ulaşım ve diğer sahalarda geri kalmış Taze yolda senden galmaz ayalin olduğu, Durdu Kılıç'ın 1910'lu yıllarda açık şekilde Köne yol cebrinden ağardı yalın ortaya koyduğu "Cıkır", "Eşekli", "Çatma" gibi şiirlerinde beyan edildi. Berdi Kerbabayev'in "Taze Ceditçilik Devri'nde kadın konulu büyük hacimli Tama Yol Çekçek (1926); Molla Murt'un "Yaraşmaz", eserler ortaya çıktı. Berdi Kerbabayev'in 1927-1929 "Telpekten" (1929) şiirleri de bu konuyu işliyor. Mola yıllarında yazdığı "Gızlar Dünyası" (752 satır), "Yaz Murt'un "Menli Han" şiirinde (1910); "Emir ve Zelli Mövsümünde Bir Gözel" (876 satır), "Adatın Destanı"nda (1915); Kör Molla'nın "Dana Kavgası" Kurbanı" (584 satır) adlı şiirleri (povest), yazıldığı şiirinde ve buna benzer eserlerde Çarlık Hükümeti'nin vakitten başlayarak günümüze kadar edebiyatçılar yerli görevli ve kuklalarının ahlaksızlığı, rüşvetçiliği arasında büyük tartışmalara yol açtı. Çünkü yazarı milletin geri kalmasının bir sebebi olarak gösterildi. "sosyalistik realizm"in "sınıf mücadelesi" ilkesine Sovyetler Türkmenistan'da idareyi ele aldıktan sonra uygun hareket etmemiştir diyerek, bu eserleri bir takım görevleri ele geçiren şahısların yaptığı "sosyalizm" açısından değerlendirmek istemişlerdir. kötülük ve ihanetleri ortaya koymak, bunları keskince Ancak bu eserleri Ceditçilik Devrinin ürünleri olarak tenkit etmek Berdi Kerbabayev'in ve Garaca kabul edersek, bu tartışmaya son noktayı koymuş Burunov'un 1920'li yıllarda yazdıkları şiirlerin de en oluruz. belirgin özelliğiydi. Onlar gazete ve dergilerde Türkmen halkının sosyal hayatıyla ilgili yayınlanan bu tür yazılarına imza atamaya korkup, eserlerden başka, Cedit yazarları, günün dünya çeşitli lakaplar kullandılar, mecazi manalar içeren olaylarına da temas ettiler. Özellikle I. Dünya Savaşı edebi usûllerden faydalandılar (Şamıradov, 1971a). hakkında şiirler, makaleler "Zakaspiyskaya Bu Tuzemnaya" gazetesinin sayfalarında yer alıyordu. Bu konuda Muhammedkıhç Biçare'nin de eserleri vardır:

bilig-7/Güz '98

115

Germaniye adlı bir kafir çıkıp, Teala Kuran-ı Şerifin ilk suresinde söylemiştir ki "Ya Cahanı bir - birine çatdı, yaranlar... Muhammed Oku, Her şeyi Bil!" Bu sözlerle ilim okumak Uruş keseli düşdü ilden illere, bize vacip olmaktadır. Ama hangi kolay metod ile Bu zamanı niçik zamana boldı? çocuklara okuma-yazma öğretmek mümkün olur? Mesele bundadır...» (Atabayev, 1915c) Bir - birine ağzı ala bolandır, Muhammedkulu Atabayev yazısının devamında Anglialar Türküstana (Türkiye'ye - M.S.) gelendir, "usul-i kadim mektepleri"ni (eski tip okulları) de Arasında ulug dava salandır, şöyle tenkit ediyor: "Bizim Türkmen mekteplerinde Yetişer günlerin geldi, HudayımL okul düzeni Adem Ata'dan beri gelişi gibidir. Hiçbir değişiklik yoktur. Günün dünya olaylarına seslenmek, 1920'li Muhammetgılıç Biçare, bu konuyu şiirle şöyle yıllarda da devam etti. Ancak bu konunun Türkmen açıklıyor: Edebiyatında yüze çıkmasının Sovyet dönemi ile ilgisi azdır. Çünkü bu konu ilk olarak Cedit Ey yaranlar, uşbu Türkmen mektebin kılsan tamam Edebiyatında işlenen konulardandır. Her niçe çeksen azap, ahırda bolcak sen geday. Ceditçiler eserlerinde Türkmenistan'ın sosyal İn ulı mertebesi - mescitlerde bolmak imam durumunu değiştirmek için ilk önce halka okuma - Her niçe çeksen azap, ahırda bolcak sen geday. yazma öğretmenin, bilim ve eğitim vermenin, milli medeniyeti modernleştirmenin gerekli olduğunu İsmail Gaspıralı'nın fikirlerinin tesiriyle ortaya koydular. Ve bu amaçlarının Türkmenistan'da açılmaya başlanan "usûl-i cedit" gerçekleştirilmesinde Türkmenistan'daki ilk sürekli (yeni usûl) mektepleri için alfabe kitabı (derslik) yayınlara büyük önem verdiler. (Atabayev, 1914). Alışbeg Aliyev tarafından yazılmış olup, "Yeni Usul Molladurdu Nazımi'nin 1919 yılında Bolşeviklere Türkmen Mektebi, Türkmen Dili adı ile ilk neşril913 karşı olan Dan Yıldızı gazetesinin yayın hayatına yılında Bakü'de, ikinci neşri ise 1914 yılında başlamasını kutlamak amacıyla yazdığı şiirinden bir Aşgabat'ta yayınlanmıştır. Okuma- yazma öğretmenin dörtlük örnek verelim: bu kitapta kullanılan yeni metodlarını ise Muhammetgulu Atabayev "Taze Okuv Düzgüni" adlı Usbu taze gazete "Dan Yıldızı" adın dakıp, makalesinde açıklamıştır. Yatmagıl gafil bilen, oyan bu yıldızga bakıp, 1920'li yıllarda Türkmen dilinin ses özelliklerine Bal kimin lezzet berer, magnısına düssen okıp, uygun olarak Arap alfabesini reformlaştırmak Günbe -günden temizlenip rövşenlener Dan Yıldızı konusunda Muhammet Geldiyev ve Allahkulu Karahanov büyük işler başardılar, önemli çalışmalar Molladurdu Nazımi, Zakaspiyskaya Tuzemnaya ortaya koydular. gazetesinin 27 Kasım 1915'de çıkan sayısında 1926 yılında Bakü'de toplanan "Türkoloji yayınlanan "Okuv" adlı şiirinde de şöyle Kurultayı"na katılanlar arasında Türkmenlerden sesleniyor: Muhammed Geldiyev, Gümüşali Börüyev, Abdulhakim Kulmuhammedov da vardı. 1928 - 29 İlmini uakşı bilen akmak yetişgey akıla yıllarında Türkmen yazısını Arap alfabesinden Latin Okumaknı bilmeyen galar ulug dert - i bela alfabesi esasında düzenlenen yeni alfabeye geçirmek Ömrüni ötgermegey nadanlık ile müftela konusunda Muhammet Geldiyev ve Gümüşali Ol cahillik derdine şifalı dermandır okuv. Börüyev çok büyük hizmetlerde bulundular. Yeni usülde öğrencilere okuma -yazma öğretmek Muhammedkulu Atabayev'in "Okuv İşleri ve çalışmalarında, Ceditçiler, okullarda öğretmen olarak Türkmen Mektepleri" adlı makalesinde şu cümleleri da görev yaparak canla başla gayret gösterdiler. okuyoruz. Meselâ, Şuralar Türkmenistanı (16 Ocak 1935 tarihli) «Millete (her şeyden), yemek, içmekten daha gazetesi, Abdullah Gelenov hakkında şöyle yazmıştı: gerekli olan okul ve ilimdir. İlimsiz işler düzgün «1917 yılında Kerki'de kurulan Ceditler teşkilatının gitmez, önünü göremez. Her (değişik) hüner ve ilim ise üyesi tahsilli - bilgili padişahlardan çıkar, onların devletleri, bütün padişahlardan kuvvetlidir. Allahu

bilig-7/Güz '98

116

olmuş, onlarla birlikte elele verip işlemiştir». Abdulah Oval gılıç tutan batır Türkmensin Gelenov 1930'lu yılların başında Türkmenistan İlmi- Batırlıgın dünya malim edensin. Araştırma Enstitüsü'nün müdürü olarak ilmi İndi gılıç ornuna galamın algın çalışmalara başkanlık etti (Söyegov, 1990). Bu gün isleg - mıradına yetensin. Usül-i cedit (yeni usul) mekteplerinde erkek ve kız öğrencilerin birlikte eğitim görmeleri meselesi, Medeniyet üçin yaragın dakın Muhammetkulu Atabayev'in eserlerinde geniş olarak Çalışgm, vagtını ötürme sakın! yer almaktadır. O, "Yeni Açılan Türkmen Okulu"adlı makalesinde şöyle yazıyor: «Çeleken'de Yomutlar Muhammet Geldiyev, Türkmen şairlerinin bu arasında 60'dan fazla kadın ve kızın yeni eğitim biçimi konudaki eserlerinin çoğunu bir kitapta toplayarak, ile okuyarak, yazı yazmayı öğrendiklerini bana "Türkmen Yaş Goşguçıları/Dil-Edebiyat, Maarif- söylediler. Bütün tasalarımı unuttum. Yüreğim -parça Medeniyet Hakkında" adı ile 1931 yılında halk parça açıldı. Denizin ortasına (Hazar'ın) gitmek için çoğunluğuna ulaştırmıştır. acele etmeye başladım. Gelip gördüğümde gerçekten de söylenildiği gibi olduğuna şahit oldum. Yeni okul MolladurduNazımi'nin 1910 yıllarında yazdığı, sisteminde Çekken obasında mektep açmışlar. Bu yeni Dünyanin in akşı işi etmekdir İl'e hizmeti açılan okulda 7 yaşındaki kızlar yazı yazıp, Kuran-ı Yaşasınlar ilmi bilen abat edenler milleti... Şerifi, Rövnak-il İslam'ı, Sopı Allayar (Sofi Allahyar)'ı beş altı ayın içinde okumaya başlıyorlar. Bunun yanı sıra şeklindeki mısraları, her şeyden önce cedit bu öğrenciler , çocuk yetiştirmek eğitimleri de yazarlarının fikirlerini yansıtmaktadır: görmüşler. Allah'a şükür, sonu hayırlı olsun.. Ey Cedit yazarları milleti kalkındırmak ve büyük Allah'ım! Bizim Ahal, Marı (Merv) ve Tecen işlere ruhlandırmak maksadıyla Türkmen halkının Türkmenlerimiz de bu yeni usuldeki okulla sahip tarihini, öncelikle onun geçmiş edebiyatını araştırıp olsunlar. Amin, Ya Rabbelalemin!..» (Atabayev, incelemekte ve yayın yoluyla halka ulaştırmakta 1915d) kendilerinden sonraki nesillere örnek oldular ve Millete eğitim ve bilim vermenin gerekliliği önemli hizmetlerde bulundular. Zakaspiyskaya konusunda yazı yazmamış bir tek Türkmen Ceditçi Tuzemnaya, Dan Yıldızı ve Türkmenistan yazarı yoktur. Abdulhakim Kulmuhammedov'un gazetelerinde, 1921 yılında Taşkent'te çıkmaya 1926 yılında yayınlanan Umit Yalkımları adlı başlayan "Türkmen Mi" dergisinde eski edebiyattan kitabındaki "Medeniyet Mimden Aslıdır" şiirinden metinler, ilmi - edebi makaleler yayınladılar. Bu örnek olarak iki dörtlük gösterelim: sahada "Türkmen İli" dergisinin sayfalarında Allahkulu Karahanov özellikle büyük çabalar gösterdi. Her millet ayılsa gaflat ukudan, Oval Abdulhakim Kulmuhammedov'un hazırladığı Ali Şir başlap an-bilime zor eder. Bilimsizlik derdi Nevai'nin Muhakemat'ül Lügateyn adlı eseri 1925 bir yaman dertdir, Çafıga derdi dek gözü yılında Aşgabat'ta başlı başına bir kitap olarak kör eder. yayınlandı. Aynı yıl Muhammet Geldiyev, "Makal ve Matallar Yıgındısı (Babalar Sözi)" adı ile Türkmen Bilimsiz milletler her ne bulursa Ökde atasözlerini ve bilmecelerini okuyuculara armağan etti. gelip, yeryüzünü alırsa Mal-u dünya barça 1926 yılında Berdi Kerbabayev Mahtum-kulu'nun, zadı bolursa Ahır bir gün öz-özünü hor Abdulhakim Kulmuhammedov ise Seydi'nin ve eder. Zelili'nin şiirlerini birer kitap halinde yayınladılar. 1927 yılında Abdulhakim Kulmuhammedov "Sayatlı Abdulhakim Kulmuhammedov'un bu kitaptaki Hemre Destanı"nı; 1928'de Kümüşali Böriyev, "Aglan Yar" adlı şiirinde ise şu dizeler Devletmehmet Balkızıl'ın şiirlerini neşrettiler. 1920'li bulunmaktadır: yıllarda "Türkmenistan" gazetesinde Abdulhakim Kulmuhammedov'un, Türkmen halkının Orhun yadigarlıklarından başlayan edebi mirasına ait çok

bilig-7/Güz '98

117

sayıda makalesi yayınlandı. Barlı bol! Cedit yazarları Türkmen Dili'nin ilerlemesi ve Bay bol! gelişmesi için mücadele ettiler, bu konuda şiirler ve Bilim Övren! makaleler yazdılar.Orazmehmet Vefayev'in Tokmak Oka! dergisinde yayınlanan "Şive Bilen Oynayanlara" Düşün! (1925-no:l) ve "Dil-Şive Doğrusunda" (1926-no:l) Bu sana gerek... adlı şiirleri büyük tartışmalara neden oldu. 1920'li Sen, name sen ve kim sen? yıllarda Muhammet Geldiyev, Aliyev, Kümüşali Neçün dogdun, doguldın, neçün yaradıldın? Börüyev ilk Türkmence gramer ve sözlükleri Ömür boyunça yesir, gul bolmanamı? hazırlayarak yayınlanıp halk çoğunluğuna sundular. Yok! Komünist rejim, Türkmen milli medeniyeti ve Tur! edebiyatını araştırmak ve yaygınlaştırmak yönünde Tiz bol! Ceditçilerin çabalarını hiç de iyi karşılamadı. Sovyet ……… ideologlarının bir kısmı «geçmişte Türkmen halkının Batırsen... Gayratlı milli medeniyeti, edebiyatı ve yazı dili olmamıştır» sen... Bilini bağla! şeklindeki görüşü savunurken, bir başka kısmı ise Yola düş!... "eski edebiyatı öğrenmenin, klasik yazarların eserlerini yayınlayıp halka ulaştırmanın faydası yoktur, hatta Abdulhakim Gulmuhammedov, 1910 yıllarında zararlıdır" şeklinde görüşler öne sürdüler. Bundan yazdığı "Türkmenin Yurdu" şiirinde, Türkmen devleti dolayı Ceditçi yazarların-aydınların Türkmen hakkında ülkülerini dile getirmiştir: halkının edebi mirasını araştırmak konusunda yaptığı çalışmalara, Sovyetler Birliği Devletine karşı düşmanca Türkmenlerin oturdıgı öz ili hareket şeklinde değer biçildi.. Türkmenistan Hazar'a ulaşır Batı'da olı. Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri Ş. Gayrası Garagum, ilersi Acam N. İbrahimov, 1928 yılının mart ayında yapılan parti Üç yanı çürüli bir gala yalı. toplantısında, Mahtumkulu'nun 1926 yılında basılan Gündoğarken akyar Amı'nın sıvı şiir kitabını "BÜYÜK HATA" olarak gösterdi Türkmen bilen aşna, gorkadır yovı (İbraimov, 1928) Yomut, Göklen, Teke, Sarık, Ersarı Türkmen Cedit yazarları Klasik Edebiyat'ın El-ele berinler garındaş yalı. geleneklerine baş vurarak eserlerinin çoğunu şiir Obalar cem bolup, gelsin yan yana biçiminde yazdılar. Onlar Türkmen Edebiyatına Topraklar ekilip, geçsin dayhana önceleri kullanılmamış yeni şiir biçimlerini de dahil Gökdepe şirleri direlsin yene ettiler. Yine Abdulhakim Kulmuhammedov'dan örnek Yovunı saldırsın misli döryalı. alacağız. Çünkü O, 1920'li yıllarda Türkmen yazarlarının-resmi olmasa da- öncüsü idi. O'nun Amı'dan Batı'ya açılıp arık eserleri hem muhteva hem de şekil açısından Topragmız suvlansa görülmez horluk diğerlerine örnek olmuştu: Bay -fakir birleşse çekilmez zorluk Ot salsın cahana Oguz'ın döli b Zalımlar azat yörmesinler, (Söyegov, 1996 ) Sülük kimin ganını sormasınlar. Kim gerek? 1924 yılında Türkmenistan Sovyet Sosyalist Kim hayır getiryar? Cumhuriyeti kuruldu. Ama o bağımsız cumhuriyet Bil! değildi, Sovyetler Birliği'nin içinde idi. Ceditçi Düşün! aydınlar bağımsız devlet istiyorlardı, İsteklerini, ……… ülkülerini gizli olarak birtakım sembollerle yazmaya Berk yapış, mecbur oldular. Abdulhakim Gulmukammedov'un Suvsan goyun yalı çoz! Umut Yalkımları adlı kitabındaki şiirlerden örnekler:

bilig-7/Güz '98

118

"Gül Yüzlü Yâr" şiirinden: Molladurdu Nazımı'nın eserleri de böyledir. Ceditçiler, Bolşeviklerin halkı dinden ayırmak Gara bulut galkdı, dünya yagtıldı şeklindeki görüşlerine kesinlikle karşıydılar. Bu Heniz bagtım garankıda sermenyar. Darılar konuda Orazmehmet Vefayev'in yazdıklarını, Ceditçi yatır, guşluk galdı, yene-de Uklap yatır, tende aydınların pek çoğunun görüş olarak kabul etmek ruhum dermenyar. mümkündür. «Her cemiyette, Din'e saygın bir yer vermek gerekir. Gençler dini ve milli ruh ile "Maralım" şiirinden: eğitilmelidir. Yeryüzünde herhangibir dine mensup olmayan bir halk yoktur. Din, insanoğlunun en iyi Gara gulpakların yüzünde çaşgın yönlerinin korunmasına ve gelişmesine yardımcı olur. Solgun gara gözler neçün süzülyar? Dini yok etmek, insanoğlunun en iyi yönlerini yok etmek Solma, saralma, açık gözelim demektir.» (Söyegov, 1997) Boynun bursan, canım tenden üzülyar Türkmen Cedit Edebiyatı'nda Bolşevik Gör, gök gırasından güneş görünyar (Komünist)lere veya Sovyet sistemine dosdoğru karşı Yakşı yazgıt sana karşı sürünyar. çıkan eserler de vardır. Bu eserler yazıldıkları devirde halk arasında geniş olarak yayılmış ise de, hiçbir yerde "Gelceğim" şiirinden: yayınlanmamışlardır. Bu eserlerden Kör Molla'nın "Menşevik" (daha sonra değiştirilip "Bolşevik" adı Umit deryasında gulaçlap yüzüp verilen şiirin orjinali), Orazmehmet Vepayev'in Çümyarın, akyarın sana gelceğim. "Bolsun Allah Yarınız", Mollamurt'un "Sövdagar" ve Gutulıp tolkundan, gıra çıkmana Aziz Han'a ithaf edilen şiirlerini gösterebiliriz Gözlerim dikyarin, sana gelceğim. (Şamuradov 2,1971; Esenov 1, 1975). Elim tut-da bu tolkundan, gel gutar Orazmehmet Vepayev bir siyasi makalesinde Gözel gelcek bilen bagına göter... Sovyet sistemi hakkında şunları yazmış: «Sovyetler Dövleti'nin hazırki gurlış yagdaymda "Sil eder" şiirinden: Türkmenistan ösüp bilmez (gelişemez), sebebi siyasi hem de iktisadi meselelerin hemmesi merkeze garaşlı bolup Ön bakan yazgıdım gaytadan bakar duryar. Merkez bolsa Türkmen halkının gövün islegini Duygı deryasında şar-şarlap akar (gönlündeki istekleri) berk gısıp çaklendiryer (sınırlıyor). Öndaki böredin barını yıkar Halk köpçüliği hazır ki dovam edyan dövlet gurlışını Begençli gözyaşım güyçli sil eder. hem de alıp baryan (yürüten) siyasatını halanok (beğenmiyor)... Sovyet hakimiyetinin Türkmenistan'da "Bag Görüner" şiirinden: dovam edyan forması (şekli) uzak vagtlap (uzun süre) dovam edip bilmez (devam edemez), ol Türkmen Hazar denzi Amıderya milletçilerinin aktiv çıkış etmelerinin tasiri esasında Ortara bir umıt beryar. dargap gider (dağılır).» (Esenov 2, 1995). Uçmaka ogşayıp duryar Ancak Türkmen Cedit yazarlarının beklediği Önde umıtlı bag görüner. devrim, kısa sürede gerçekleşmedi. Türkmenistan'da Sovyet rejimi 1991 yılı 27 Ekim'inden sonra, Şair yukarıdaki mısralarda yer alan "bulut", "gök", "Bağımsızlık" ile birlikte çöktü... "güneş", "gözel", "gözyaş", "umıt" ve daha başka Ceditçilik devrinde realistik nesir 1910 yıllarında sözlere mecaz veya sembolik anlam vermiştir. Bu Muhammetkulu Atabayev'in eserlerinde siyasi şekildeki sembolleştirme geleneği Eski Türk makaleler şeklinde ortaya çıkıp, 1920'li yıllarda Edebiyatı'nda ,meselâ tasavuf konulu, şiirlerde çok Abdulhakim Kulmuhammedov'un, Berdi kullanılmıştır. Kerbabayev'in, Yakup Nasırlı'nın (1899 - 1958), Ceditçi aydınların hemen hemen hepsi Allah'a Agahan Durduyev'in (1904 - 1944) çalışmalarıyla inanan, müslüman insanlardı. Muhammetkulu denemeler, makaleler, hikayeler, küçük romanlar Atabeyev'in eserlerinde "Allahü Teala"ya hitap eden özgü ve dua dolu sözler pek çoktur.

bilig-7/Güz '98

119

şeklinde gelişmeye başladı. Bütün Sovyetler Birliği Komünist (bolşevikler) Abdulhakim Kulmuhammedov'un Türkmenistan Partisi'nin emriyle Türkmenistan Komünist Partisi gazetesinin 1925 yılındaki son sayılarında yer alan Merkez Komitesi, Türkmen Edebiyatı'nı kontrol Densinmedik Gul Galar adlı "ilmî-hayalî" romanında, etmek üzere G.Velselkov ve Oraz Taçnazarov'un Türkmenistan'ın gelecekte özel ekenomiye yer veren başkanlığında özel bir ekip teşkil etti. Kontrol bir memleket olacağı tasvir edildi. Bu eserin tesiri ile (soruşturma) ekibinin yaptığı araştırma neticeleri Yakup Nasırlı 25 Sene Sonra adlı romanını yazdı ve çerçevesinde "Düşmanın Yüzü, "(Dönemeçte) ve aynı gazetede yayınladı. "Yaşların Yolu" (gençlerin yolu) adlarında 3 makale Türkmen Edebiyatı'nda, sahnede oynanmak üzere yazan Oraz Taçnazarov, bunları 1931-1932 yıllarında yazılan drama eserleri ceditcilik devrinde yazılmaya Rusça Türkmenevedinye ve Türkmence Medeni başlandı. 1920'li yıllarda yazılan ve sahneye konulan İnkılap dergilerinde yayınlandı. O. Taçnazarov'un Ata Govşudov'un "Oraz Serdar" (1922), Basır "Düşmanın Yüzü" adlı makalesi yenilikçi Türkmen Abdullin'in Soltan Sancar, Hudaygulu Hanov'un yazarları Abdulhakim Kulmuhammedov ve General Kolmakov (1920) adlı drama eserleri yakın ve Orazmehmet Vefayev'in eserleri hakkında idi. uzak tarihi olaylardan söz açıyordu. Halli Makalenin adından da belli olduğu üzere, bu cedit Şahberdiyev'in Seydi (1925), Aslı-Kerem (1928), aydınları Türkmen halkının "en kötü düşmanı" olarak Basır Abdullin'in Yusuf-Ahmed (1927) dramaları ise ilan edildi (Taçmuradov, 1931). İran'a kaçmak istedi halkın edebi geçmişini işliyordu. Şemşuttin bahanesiyle A. Kulmuhammedov, 1931 yılında rejim Kerimi'nin Aycemal (1925), Berdi Kerbabayev'in tarafından kurşunlanarak öldürüldü. 1930 yılında İran'a Tiryekkeş ve Tebip (1927), Ayıtcan Haldurduyev'in giden O. Vefayev, hile ile geri getirilerek 1932 yılında Galınsız (1928) dramaları da halk kesimlerini kötü hapishaneye atıldı, 1937'de kurşunlandı. Diğer ceditçi geleneklere ve alışkanlıklara karşı mücadeleye aydınlar da yakalandı. Kümüşali Börüyev 1932'de çağrıyordu. Bu dramaların hepsi de konusu, muhtevası yakalanıp, 10 sene hapis yatırıldıktan sonra 1942'de ve ele aldığı fikirler açısından tıpkı o devirdeki şiir ve kurşunlandı. Allahkulu Karahanov ve Abdullah nesirler gibi " Ceditçilik ruhu" taşıyordu. Gelenov kültür ve edebiyat çalışmalarından Makalemizin başında belirttiğimiz gibi, Türkmen uzaklaştırıldı. Allahkulu Karahanov 1937'de Edebiyatı'nın Ceditçilik devrinde, özellikle 1920'li yakalanıp, 1938'de öldürüldü. Molla Murt 1930'da yılların ikinci yarısında, Sovyet ideolojisinin ileri kendi eceli ile öldü. 1931'de ölen Muhammet sürdüğü görüşlere uygun edebî eserler de ortaya Geldiyev, uzun yıllar "halk düşmanı" olarak tanıtıldı. çıkmıştır. Çünkü 3 devletin yani Rusya O. Taçnazarov'un "Övrümde" adlı ikinci makalesi İmparatorluğunun, Hive Hanlığının ve Buhara Berdi Karbabayev ile Karaca Burunov'un eserlerine Emirliğinin bünyelerinde dağınık halde yaşayıp gelen ayrılmıştı. O, bu aydınlara, halk düşmanlarının Türkmenleri birleştiren Türkmenistan Sovyet etkisinde kalan, onlarla işbirliği yapan kişiler şeklinde Cumhuriyeti'nin kurulması, cedit yazarlarına büyük suç yükledi, kısa süre içinde düzelmezlerse sonlarının etki etmişti. Bu hadise, millet hayatında ve milletin aynı olacağını bildirdi (Taçmuradov, 1932). Bu ikbalinde "şanlı bir vaka"olarak yerini alıyordu. 1920'li aydınlar da 1931'de hapishaneye atıldılar, ancak çok yıllarda Sovyet ideolojisi ile ilişkili eserleri geçmeden çıktılar. Son yıllarda Kerbabayev ünlü bir Abdulhakim Kulmuhammedov da, Berdi Kerbabayev Sovyet yazarı olarak kendini gösterdi. Diri kalan diğer de, Karaca Burunova da, diğerleri de kaleme aldılar. aydınlar da Sovyet sistemine hizmet etmeye veya Sovyet sistemini anlatan slogan şiirler, Molla Murt'un yazarlık işini bırakmaya mecbur kaldılar. eserlerinde daha çoktur (Recebov, 1980). Ama bu tür O. Taçnazarov'un üçüncü makalesi de Sovyet eserler, Türkmen edebiyatının Ceditçilik Döneminin devrinde yetişen ve rejime hizmet eden genç yazarlar özelliklerini aksettiren asıl eserler değildiler, ile ilgili idi. olamadılar. 1934 yılında düzenlenen Türkmenistan Sovyet 1930'lu yılların başları Türkmen Edebiyatı'nda Yazarlarının Birinci Kurultayı, Türkmen Ceditçilik devrinin son yılları oldu. Edebiyatı'nda Sovyet egemenliğinin asıl unsur

bilig-7/Güz '98

120

olduğunu kabul etti. Kulmuhammedov, Türkiye'de ve Orta Asya'da Enver Paşa Orta Asya Türk halklarının edebiyatlarında "Ceditçilik" ile işbirliği içinde olmuş, sürekli görüşmüştür (Novıy ile ilgili araştırmaların tarihi çok yakındır. Voştok, 1923) Türkmen Edebiyatında ceditçilik dönemi meselesi ise ilk Ceditçilik hareketi, sadece edebiyat ilminde değil, olarak ortaya çıkarılıyor. Türkmen ceditçilerinin Mustafa Türkmenistan tarihinde ve felsefe ilminde de çok az işlenen Çokayev, Zeki Veli Togan gibi, diğer Türk halklarının bir dönemdir. Bundan dolayı makalemizde öne sürdüğümüz tanınmış temsilcileri ile yakın ilişkilerinin olduğu bazı görüşler ve tespitler, münakaşa götürebilir. Gelecekte konusunda çeşitli malumatlar bulunmaktadır. bu önemli meselede çeşitli araştırmaların yapılacağına, yani Abdulhakim bilgilerin bulunacağına inanıyoruz. n

KAYNAKLAR

Akyol, Taha, (1990), Azerbeycan, Sovyetler ve Ötesi, Burak Tecdit ve Cedit Hareketi (1809 - 1917)", Türkiye Yayınevi, İstanbul. Günlüğü, No: 46, Yaz. Anonim, (1923), Noviy Vostok, No: 4, sah: 92 - 93 Recebov, Rahman, (1980), Yigriminci Yılların Türkmen Atabayev Muhammetkulu, (1915a), Zakaspiyskaya Sovyet Edebiyatı, İlim Yayınevi, Aşgabat. Tuzemnaya, 6 Şubat. Söyegov, Muratgeldi (1997), "Şair ve Nesirci", Atabayev Muhammetkulu, (1915b) "İnsan Ticareti Mugallımlar Gazeti, 26 Kasım. Türkmenler Arasında", 24 Şubat. "Türkmen Söyegov, Muratgeldi, (1990), "Gaçıp Gutulan Adam", Ayallarıran Zehini'', 17 Mart; "Çok Evlilerin Bahtı Siyasi Sohbetler, No:13 - 14. Var mı", Zakaspiyskaya Tuzemnaya 24 Mart. Söyegov, Muratgeldi, (1994), "Nedolgaya, no Yarkaya Atabayev Muhammetkulu, (1915c), Zakaspiyskaya Jizn", Mir Yazıkov, No: 6. Tuzemnaya, 9 Ocak. Söyegov, Muratgeldi, (1995), "Görnüklü Şahsiyet Atabayev Muhammetkulu, (1915d), "Yeni Açılan Gasprinski'run Doğumunun 145. Yıl Dönümü", Türkmen Okulu", Zakaspiyskaya Tuzemnaya, 23 Türkmenistan İlim Akademisi Haberleri, No: 6. Ocak Söyegov, Muratgeldi, (1996a), Taley Tupanı, A. Atabayev, Muhammetkulu, (1914), "Okur İşleri ve Türkmen Kulmuhammedov'un Ömrü ve Dörediciliği Hakda, Mektepleri", Zakaspiyskaya Tuzemnaya, 14 Aralık Ruh Nesriyar, Aşgabat, Devlet, Nadir, (1998); İsmail Bey Caspıralı, Kültür Şamuradov, Beşim, (1971a), Yigriminci Yılların Bakanlığı Yayınları, Ankara. Türkmen Edebiyatı, Türkmenistan Yayınevi, Esenov, Rasim (1995a), Sırlı Toslamaların Vidaları, Aşgabat. Türkmenistan Yayınevi, Aşgabat. Geldiyev, Muhammet, (1926), Türkmenistan Gazetesi, 5 Ocak Şamuradov, Beşim, (1971b) A.g.e. sah: 14 İbrahimov, Ş.N., (1928), Türkmenskaya İskra, 6 Mart. Taçmuradov, Oraz, (1931) "Na Perelome", Türkmen o Kardıdere, Ahmet, (1997), "Kazan Tatarları Arasında vedeniye, No: 10 - 12 sah: 48 - 57. Taçmuradov, Oraz, (1932), "Övrümde", Medeni İnkılap,No:2-3.

bilig-7/Güz '98

121

SOME FINDINGS AND INFORMATION ABOUT THE PERIOD OF INNOVATION IN THE TURKOMEN LITERATURE

Research: Prof. Muratgeldi SÖYEGOV, PhD Lecturer in the International Turkoman-Turk University

Translation: Yusuf AKGÜL Research Assistant in the Turkoman State University

ABSTRACT The Turkoman Turks, who have lived in tribes The sophisticated writers dictated the Turkoman- or clans for ages in Turkmenistan, have developed a Latin alphabet, lectured about their practices, did form of literature called "novelistic literature" in researches on the history of Turkoman people, paving the way for the first time for the scientific parallel with the trends of renovation in the world. In approach to history and being models for the new this period of literature, which started by the end of generations. 19th century and continued till thirties of 20th They brought a lot of renovations to the century, the writers were influenced by the studies Turkoman literature and scored great success and works of Crimean Ismail Gaspıralı whom they despite the fact that the political regime did not regarded as a forerunner of the formalist trend. approve them.At the turn of 1930s, most of the The period of novelism appeared for the first Turkoman intellectuals were imprisoned one by one time in order to modernise the education of and sentenced to death. A. Kulmuhammedov, A. Vepayev, M. Geldiyev, K. Ali Börüyev, A. Turkomans and apply the inventions of science in Karahanov, G. Sehedov were among some of the Europe to the living standards of Turkomans matters novelist intellectuals who were sentenced to The proponents of novelism touched on the death. such as narcotic-addiction, the emancipation of In the first assembly of the Turkmenistan- women in the society, current such as first world developments Soviet writers held in 1934., the war and favoured education and national welfare Soviet the improvement of independence in the social situations of Turkmenistan. Turkoman literature was to change the accepted to be the fundamental factor.

Key Words:

Period of modernization, Nationalization in Literature, Critical Realism, Toward Folkand History, Seeking of independent State

bilig-7/Güz '98

122

TÜRKMEN HALK EDEBİYATINDA AT KÜLTÜRÜ VE ATIN TÜRKMEN HAYATINDAKİ ROLÜ*

Yard. Doç. Dr. Ali Abbas ÇINAR

Muğla Üniversitesi /Fen Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Üyesi

ÖZET

Türkmen kültürünün bir parçası olan, köklerini tarih öncesi çağlardan alan at kültürü ile Türkmen tarihinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu, elde edilen verilerden çıkarılan sonuçlardır. Türkmen edebiyatı ve geleneğinde çok önemli bir değer olan at, Türkmen'in kimliği ve kişiliğine de etki etmiştir. Türk edebiyatında atlarla insanlar arasında sürekli benzerlik kurulmuştur. Türkmen edebiyatında Dede Korkut Kitabı, Köroğlu Destanı, Türkmen şiirindeki ve atasözlerindeki sayısız örnekler atların özelliklerini ortaya koymaktadır.

Anahtar Kelimeler:

Türkmen at kültürü, Türkmen edebiyatı, Ahal-teke, At

Bu yazı, 23-27 Mayıs 1998 tarihinde Aşkabat'ta gerçekleştirilen "Türkmen Atının Dünya Atçılığının Gelişmesindeki Rolü Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuştur. Türk halkları bir bütünü oluşturur. Burada kullanılan 'Türkmen sözü bir ayrımı değil, ayrıntılı incelemeyi vermek içindir. ______

bilig-7/Güz '98

123

Türkmenler tarih sahnesine çıktıkları zamandan attır. Kahramanın büyümesiyle birlikte onun arkadaşı, bu yana çeşitli sebeplerle parçalanmış, bunun sonucu dostu, sırdaşı at da hazır hale gelir. Bunlar olarak birbirinden uzaklaşmıştır. Günümüzde, sürdürdükleri hayat içerisinde birbirlerini Türkmenistan dışında Türkiye, İran, Irak, Suriye, tamamlarlar. Köroğlu ile Kır At, bu niteliklere Afganistan, Özbekistan, Kazakistan vb. ülkelerde pek sahiptir. çok Türkmen yaşamaktadır. Farklı coğrafyalarda, Türkmenlerde savaş atının varlığı ve atlı savaşlar değişik kültürleri etkileyen, farklı kültürlerden Kök Türk tarihinin yazılı en eski belgelerinde etkilenen Türkmenler dinamik kalmayı, büyük ufuklar anlatılır. Bu belgelerin başında Kök Türk Yazıtları elde etmeyi başarmış, lehçe farklılıkları doğmuş olsa gelmektedir. Bu yazıtlarda kahramanların bindiği da millî kültür ve ruh bütün Türkmen boylarında atların gösterdikleri yararlılıklar, savaş içerisindeki müşterekliğini korumuştur. Aynı ruh ve kültürü fonksiyonları, savaş sahneleri tasvir edilmiştir. Yapılan paylaşan, aynı tarihî köklerden beslenen Türkmen tasvirlerden Kül Tigin'in bindiği atların nefesini boyları, tarihî sebeplerle farklı coğrafya ve farklı duymak mümkün olabilmektedir. lehçelerde bulunsalar da aynı değerleri Atların destanlarda var olmalarının temel taşımaktadırlar. Bu durum, medeniyet seviyeleri, fonksiyonu düşmanla savaş veya mücadeledir. lehçe ve coğrafî farklılıklar; dili, soyu, tarihi, kültürü Kahramanın en büyük yardımcısı ve destekçisi atıdır. bir olan ortak düşmanları bulunan Oğuz grubundaki At da kahraman gibi Alplik gösterir (Çınar, 1993: 22- Türkiye Türkmenleri ile Türkmenistan 24; Lipets, 1984: 220) Epik türün temel özellikleri at Türkmenlerinin müşterekliğini bozamamıştır. Bu tipinde de görülür. Kahramanın bindiği at iyi bir özelliğin bütün kardeş Türk halklarında ortak olduğu, binek ve yarış atıdır. Atik, dayanıklı ve dövüşçülüğü at kültürü ve atın rolü ile ilgili eserler üzerinde ile diğer atlardan ayrı tutulur. Bazı Türk halklarının yaptığımız değerlendirmelerle gerçekleştirdiğimiz destanlarında atlar doğdukları andan itibaren farklı araştırmalardan anlaşılmaktadır. özelliklere sahiptirler. Bunların kuyruğu ve Türkmen kültürünün bir parçası olan, köklerini yelelerinde kılıç veya hançer vardır, tırnakları tarih öncesi çağlardan alan at kültürü ile Türkmen demirdendir. Tuva, Saha ve Altay Türklerinin bazı tarihinin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu elde edilen epik destanlarında kahramanların atlarının verilerden çıkarılan sonuçlardır. Belgeler, farklı ve ön ayaklarında, yele veya kuyruklarında kılıç vardır veya yargılı görüşler ileri sürülse de, atın Türkmenler bunlar kılıç gibi keskindir. Atlar, düşmana veya atına tarafından ehlileştirildiğini göstermektedir. Atın yok edici darbeyi vururlar. «Altay Türkleri destanında ehlileştirilmesi, sadece Türkmenlerin medeniyet düşman atlarının her biri ile şiddetli savaş sahneleri seviyelerinin gelişmesini sağlamış, insanlık tarihi ileri verilmiştir. Sarıker at savaş meydanında düşmana bir aşamaya geçirmiştir. At, Türkmenler tarafından saldırır, sağa sola, aşağı yukarı zıplayarak düşmanı keser, ehlileştirilmeden, eski çağlarda gerçekleştirilen yaralar» (Lipets, 1984:210). «Kavimler Göçü»nün yapılmasının bile mümkün Atlarla insanlar arasında sürekli benzerlik olmadığı tarihî verilerin sunduğu bir gerçektir. kurulmuştur. Dede Korkut'ta Uruz Koca, at ağızlıdır Türkmen edebiyatı ve geleneğinde çok önemli bir (Ergin, 1994: 96). Manas'ın yiğitlerinden Acıbay, değer olan at, Türkmen'in kimliği ve kişiliğine de etki aygır yanaklıdır (Radloff, 1995: 91). Bununla hem etmiştir. Atın hızlılığı sayesinde Türkmenler yeni Uruz Bey'in hem de Acıbay'ın yiğitlikleri vurgulanır. coğrafî mekânlar keşfetmiş, geniş bozkırlara Bunlar at-insan ilişkisinin delilleridir. At, birlik ve hükmetmiş; Asya, Avrupa ve Afrika'da büyük devlet dirliğin sembolü sayılmıştır. Türkmen bilge kişilere veya imparatorluklar kurmuşlardır. Atın tarihî rolü, göre insanlar, akrabalar, yurttaşlar arasında birlik ve onun bir kültür unsuru olmasını doğuran başlıca dirlik olursa at sayısı çoğalır, zenginlik artar. sebeptir. Türkmen atı insana ateşli bir aşkla bağlıdır. Savaş atının kaderi ile kahramanın kaderi Dünyada hiçbir hayvan insana bu kadar bağlanmaz ve birbirine bağlıdır. Kahramanın yavaş yavaş ortaya sevgi gösteremez. Atların bu yönden en asilidir. Çok çıkışını hazırlayan anlatıcı, ona yardımcı unsurlar da munis, vefakâr, cefakâr, insan dostu bir attır. hazırlar. Baş yardımcılardan biri ve en önemlisi

bilig-7/Güz '98

124

Aynı zamanda çok zekidir. Ahal-Teke veya Yomut atı, Yanımda yoldaşın Dorat Türkmenlerin dostu ve yakın arkadaşıdır. Hatıran düştü gönlüme Ahal-Teke atı aynı zamanda çevresi ile ilgili ve çok (Çerkezov, vd. 1995: 9.) tetik bir hayvandır. Duyuları çok gelişmiştir. Çok hassastır ve her olayı önceden sezebilir ve sahibini Kır At'a, yiğidin yüreğinin yâri olduğunu itiraf uyarabilir. Çok gururlu bir attır. Eğitimi sevgi ile eder. Kır At, birlik ve dirliğin kılıcıdır. Köroğlu yapılır. Karakteri Türkmen insanına benzer. Tanrı'dan evlat yerine, Kır At'ı dilemiştir. «Sensiz Sertlikten hoşlanmaz ve hainliği yoktur. Aynı neyleyim dünyada» diyerek onsuz bir dünyayı zamanda çok cesur bir attır. Binicisine güvenir ve sevmediğini ifade eder. binicisi ile her türlü tehlikeye atılabilir. Gerçek bir can Köroğlu Destanı'nda Kır At, destanın merkezini yoldaşıdır. oluşturur. Türkiye'deki tespitlere göre, Kır At'ın babası Ahal-Teke atına sevgi gösterilmez ise eğitimi çok sudan çıkan aygırdır. Sudan veya gölden çıkan at zordur. Bu takdirde çok dik başlıdır. Ancak, sevgi ile motifi, Türkmenlerin yayıldığı bütün ülkelerde eğitim yapıldığı takdirde bir can dostudur ve eğitimi görülmektedir. Kır At, güçlü, dayanıklı, olağanüstü çok kolay olur (Güleç, 1995a: 39). niteliklere sahip bedevdir. Kır At «attan bedev, anadan Atla-insan veya atla-yiğit birbirlerini tamamlayan külhandır». Huloflu bu atı «koçak at», «bay at» unsur olarak görülür: «Kişi korkarsa / atı ayağını biçiminde niteler (Batu, 1938: 68). «Bedev at» sözüne, yitirir», «Atın huyunu sahibi bilir». Dede Korkut, Battal Gazi, Bozoğlan ve Köroğlu Her iki varlık birbirini tamamlayan unsurlardır. Destanı'nda rastlanır. Kır At, âb-ı hayat içtiğinden At murattır. İnsanın gerçek ve düş dünyasının ölümsüzdür. Köroğlu'nun Türkiye, Türkmenistan, zenginliğidir. At, insanı amacına ulaştıran, hayal Azerbaycan varyantlarında Kır At uçma özelliğine dünyasını gerçeğe dönüştüren, uzaklarda, ulaşılması sahiptir. Tay olarak bakıldığı dönemde üzerine güneş mümkün olmayan diyarlarda bulunan hedeflere insanı ışığı düşmüştür. Bundan dolayı kanatları kaybolmuştur. yaklaştıran ve buluşturan varlıktır. «At yiğide kanattır», Bununla birlikte kalelerden atlayabilmekte, kale «at yiğidin direği», «at saklamak (beslemek) devlettir», duvarlarını uçarak geçebilmektedir. Koşarken ayakları «at saklamak / hân saklamak» biçimindeki Türkmen yere değmemektedir. Köroğlu, Kır At'ı diz boyu atasözleri bu yakınlığı ve ilişkinin yoğunluğunu verir. çamurlu bir tarlada koşturduğu halde ayağına çamur Köroğlu destanındaki genel kavram ve tasvirler, bulaşmaz. «Kır At'ın gittiği, kuş gibi uçtuğu söylenir» Türkmenlerin dünya görüşü ve bu çerçevede ata olan (Batu, 1928: 63). Destanın Türkiye varyantında Bolu sevgisi ile atın gündelik hayat içindeki fonksiyonunu Beyi'nin tutsağı olan Köroğlu, atın çok azdığını, ifade eder. gezdirilmesi gerektiğini söyler. Bütün kapılar Köroğlu tek başına yok gibidir. Onu anlamlı kılan, kapatılır. Köroğlu, Kır At'ın kulağına eğilir, kendisini kimliğine ve kahramanlığına nitelik sağlayan Kır At'tır. Çamlıbel'e götürmesini söyler. Kır At, yüksek kale Tasvirler ile olayların anlatımında Köroğlu ile Kır At duvarından atlar ve Çamlıbel'in yolunu tutar. atbaşı gider. Birinin yokluğu, diğerinin hiçliği, Türkiye'de söylenen bir Köroğlu Türküsü'nde «her gereksizliğidir. Her ikisi de birbirine su kadar yanında çifte kanat»tan söz edilir, bununla onun gereklidir. Birinin yaşaması, destan içinde var olması, hızlılığı, tezliği vurgulanır. Kır At, Köroğlu öldüğünde diğerine bağlıdır ve Kır At, Köroğlu'nun varlık insan gibi yas tutar, kırk gün hiç yem yemez. Köroğlu sebebidir. Köroğlu, Kır At'tan ayrı düştüğü zaman Destanı, Kır At'ın destanıdır. Köroğlu'nun en lirik ağlamaktan kendini alamaz. Böyle bir durumda iken parçaları, Kır At hasretiyle ve ona olan sevgiyle Kır At'ın acısını duyar, kendisinden geçer. ilgilidir. Kır At üzerinde düşmana karşı daha rahat bir Yalvarmaları sevgiliyi arar gibidir. mücadele verir. En çekici ve çarpıcı koçaklamalarını Köroğlu bu sevgiliyi Rum'a (Anadolu) ve Kır At üzerindeyken söyler. Isfahan'a değişmez. Mahdumkulu'ya göre koç yiğit, atsız olmaz. Bu at, en iyi cins olmalı, düşmana aman vermemeli, koç Ayım Kırat günüm Kırat yiğide yardımcı olmalıdır: Hatıran düştü gönlüme

bilig-7/Güz '98

125

Ad kazanan goç yiğidin Avval edinmiştir ki, o sevgilisinden, kardeşinden bile daha bedev atı gerek yakın görülür: «Ertir tur (sabaha kalkınca) atanı gör / atandan son (sonra) atını» biçiminde geçen Türkmen (Çerkezov, vd. 1995:10) atasözünde de ifade edildiği üzere, at ailenin Yurt sahibi olmak, belirli bir toprağa bağlanmak, bireylerinden biri sayılmış, fonksiyon itibariyle aile ona hâkim olmak mutluluk verir. Göçebe yaşayışın içerisindeki bireylerden bile çok sevilmiştir. büyük zorlukları vardır. Yapılan göçlerde en büyük Ekonomik güç ve toplum içinde sosyal prestij sağlama yardımcı unsur attır. Göçebe insan için yurt ne kadar rolü bu sevginin temelini oluşturur. gerekli ise, Türkmen için de at o kadar gereklidir. Türkmenlerde atın da bir canlı olduğu, ona bir dost Türkmen atasözüne göre atın fonksiyonlarını herkes gibi yaklaşılması, dinlendirilmesi, bakımının yapılması bilemez. Atla sahibi arasındaki sevgi bağını bu bağın vurgulanır. Savaşı kazanmada atın payı büyüktür. kuvvetini, değerini ancak at sahibi olanlar, onunla bağı Kahraman için atı canı kadar azizdir. Yenilen bulunanlar bilir: «At gadırını münen biler / yurt kahramanın sağ salim olarak ülkesine dönmesinin gadırını göçen». sağlanmasını vasiyet ettiği en değerli varlıklardan biri Uzak yollara gitmek atla mümkündür. Atsız kişi, ailesi, diğeri ise atıdır. Ölüme giderken bile atının kanatsız kuşa benzer: «Atan barka (varken) dost gazan kurtarılmasını, ona sahip çıkılmasını ister. /atın barka yol». Burada at gücü, planlı olmayı ifade At ile insanın yaşı arasındaki ilişki, eder. baytarnamelerde kurulduğu gibi sözlü kültürümüzde Güçlü at, sadece binicisinin değil, yaşadığı de kurulmakta, yirmi yaşını geçen at, ellisini aşmış köyün, boyun namusu olarak değerlendirilir. insana benzetilmektedir. Yine dört yaşındaki bir at; Türkmen için güçlü atın satılması hoş bir davranış hareketliliği, koşması, güzelliği unsurlarıyla on beş değildir. Çünkü bu at görkemi ve güzelliği ile yaşındaki genç bir kız ile eş tutulmaktadır. Türkiye toplumun malı olmuştur. Atın sahibi, onu satmak Türkmenlerinin Avşar boyundan olan Dadaloğlu'nun; istediği zaman obasına, halkına danışmalıdır: «At At koşu tutmasın çıktığı zaman satsan obana geneş». Yalı kavak gibi yıktığı zaman At, uzak diyarların fetih aracıdır. Geleceğin At dört kız on beşe yettiği zaman güvenci, Türkmen'in kıvancıdır: ata çıkan (binen) alış Severim Kır Atı bir de güzeli (uzak) görer. Türkmen'e göre at, insana dostu kadar yakın, annesi kadar şefkatlidir. Atı olmayan kişi (Özdemir, 1986: 81) kimsesiz sayılır, yalnızdır, atsız delikanlı öksüz dizeleri bunu göstermektedir. demektir: «Atsız oğlan /atasız oğlan». At, soylu ve Dede Korkut Kitabı'nın Uruz Bey'in Tutsak Olduğu vefalı bir varlıktır. Sahibine bağlıdır. Görkemi, Boyu'nda, «yayanun umudı olmaz» denilir (Ergin, 1994: güzelliği, vefasıyla birleşince olağanüstü bir varlık 161-162). Kaşgarlı'da bu düşünce «kuş kanatın er atın» ortaya çıkar: «Atta vefa da bar / sapa da». Vefalı olan (DLT, 1985: 1/34-5) biçiminde geçmektedir. bu varlık insana dost ve arkadaştır: «Attır yiğidin Türkmen edebiyatının önde gelen yazılı ve sözlü yoldaşı»; «atı barın ganatı bar»; «atsız sahı (cömert) eserlerinde görülen bu düşünce tarzı, Türkmenlerin gılıçsız hatır (kahraman)»dır. Benzetmelerde at öne tarihteki yaşayış biçimiyle ilgilidir. Kişinin yiğitliğinin çıkar: yiğit, atlansa at yüreklidir. belgelerinin en önemlisi bir ata sahip olmasıdır. Yayan At ile kahraman arasında güçlü ve sarsılmaz bir bağ adamın umudu olmadığı gibi, atlı sistem içerisinde vardır: «Yiğidin görki (görkemi) at ve yarağ (silah)»tır. önemli yeri ve değeri de yoktur. Atsız kişi yaşama «Yiğit atıyla yiğit, ata yiğidiyle yiğit»tir. şansı olmayan kanatsız kuşa benzer. Türkmen'e göre, At ile yiğit birbiriyle kaynaşmış, bütünleşmiş varlıklardır: «Yiğidin mıradı attır, at saklamak atı olmayanın yeryüzünün hâkimiyetinde söz hakkı (beslemek) dövlettir». At ile sahibi arasında sarsılmaz da yoktur. «Yeni Dünya Düzeni»ni belirleyen savaş bağlar vardır. Onu kamçılamak aradaki bağı çözer, atla araçlarının başında uçaklar, füzeler, tanklar insan arasındaki dostluk bağının kaybolmasına sebep gelmektedir. «Eski Dünya Düzeni»ni belirleyen olur: «Urma atını / yitirirsin dostunı». Türkmen hayatında at o kadar büyük yer

bilig-7/Güz '98

126

unsurların başında ise at yer almaktadır. Atı olanın düşünüş veya dünyaya bakışları da aynı olmaktadır. gücü, devleti, toprağı, özgürlüğü olur. Yaya kişinin Diğer milletlerde pek rastlanmayan bu özellik bunları sağlaması mümkün değildir. Türkmenlerin hasletlerinden biridir. Çobanın bindiği Atın varlığı bozkır kültürünün, başka deyişle atlı- at ile Hân'ın bindiği at arasında güç bakımından göçebe kültürünün başlıca öğesi olmuştur. Atı veya büyük farklık bulunmaz. Dede Korkut Destanı'nda atları olanların kolayca bir yerden başka bir yere belirtildiği gibi, Salur Kazan'ın çobanının bindiği at, hareket etmeleri mümkün olabilmiştir. «S. Zimanov'a Salur Kazan'ınkinden geriye kalmaz. Önemli olan atlı göre «yatak» sözü yerleşik hayata geçmekle birlikte olmak, yaya olmamaktır. ortaya çıkmış bir sözdür. Yerleşik hayatta ise ilk defa, Atını kaçıran veya belli bir amaç için yola çıkan başka bir yere göçebilmek için gerekli atı olmayan fakir kişinin atından düşmesi utanılacak bir durum olarak insanlar geçmiştir» (Lipets, 1984: 245). Buradan da kabul edilmiştir (Lipets, 1984: 240-241) anlaşılacağı üzere, at toplumsal hayatı belirleme Türkmenlerde atın sahibi olma, bağımsızlığı da işlevine de sahip olmuştur. Türkiye'de Uludağ ifade eder. At özgürlüğün ifadesi olarak görülür. Ata Türkmenleri arasından derlenen; bir çırpıda binme, kendini orada rahat hissetme duygusu Ekme bağ, bağlanırsın Türkmenlere psikolojik bir güç verir. Türkmen tarihi Ekme ekin eğlenirsin ve edebiyatında kahraman veya binici atının sırtında Çek deveyi, güt koyunu kendi kendinin beyi veya padişahıdır. Uzayıp giden Bir gün olur beylenirsin bozkır, keşfedilmeyi veya Türkmen ellerine katılmayı beklemektedir. Yeni yerlerin alınması, bu duygular biçimindeki bir metin ile Şavak Türkmenleri içinde olmuştur. Dede Korkut Destanı'nda geçen «At arasından derlenen; ayağı çabuk, ozan dili çevik olur» ata sözü, bu Cefa istersen ek-biç gerçekliği ifade eder. Atın ayağının çabukluğu, Sefa istersen kon-göç hızlılığı, düşünce ve duygularda değişmelere yol açmış, yeni bir yapının ve sistemin oluşmasının (Kutlu, 1987:5) başlangıcı olmuştur. Birliğin sağlanmasından sonra sözlerinde bey olmanın yolunun göçerlikten geçtiği harekete geçen topluluğun atlarının çıkardığı toz, vurgulanmakta, ziraat yapmak, ekip biçmek, yerleşik gökyüzünü tutar. Tozun varlığı çokluğu, kalabalığı hayata geçmek reddedilmektedir. Bu reddin birlikte harekete geçen gücü sembolize etmektedir. toplumsal, genetik ve psikolojik sebepleri vardır. DLT'de «atlanmak» mastarı bütün orduyu kapsar Türkmenler at sırtında dünya hâkimiyetini sağlamak (DLT, 1/352-353). Savaşa giden erler atlanırlar. yolunda mücadele etmiş, bunda başarılı da Türkiye'nin Bayburt, Kars, Erzincan ve Erzurum olmuşlardır. Türkmenistan'da Büyük Selçuklu, yöresinde kız istemeye giden dünürler içinde «atlı» sıfatı Anadolu'da Selçuklu, Osmanlı, Akkoyunlu, İran'da kullanılmaktadır. Bu kişiler yaya da olsa bu sıfatla Safevi Devleti'ni kuran ve yaşatanların Türkmen adlandırılmaktadırlar. Dünürlerin atlı olması, hem oldukları göz ardı edilmemelidir. Türkistan, İran ve güvey evine, hem de kız evine prestij sağlamıştır. Atlı Anadolu'da kurulan bu devletlerin bir bölümü uzun olmak zenginliğin de ifadesidir. yıllar Avrupa, Asya ve Afrika'nın hâkimi olmuşlardır. At, Türkmen'e kardeşi kadar, hatta bazen ondan Bu hâkimiyet at ve atlı birliklerin güç birliği ile da yakındır: sağlanmıştır. Yiğit yiğidin gardaşı Türkmenlerde sosyal tabakalar arasında belirli bir At yiğidin öz gardaşı farklılığın olmadığını da atlı kültürden yola çıkarak tespit etmek mümkün olabilmektedir. Atlı kültürünü (Cunbur, 1985: XVII) yaşayan insanlar arasında belirli bir yakınlık, dostluk diyen 16. asır Türkiyeli Türkmen halk şâiri vardır, kaderleri ortaktır. 1000 atı veya 100 atı olanı, Karacaoğlan'ın; Dede Korkut Destanı'nda, atına; aynı kaygı veya düşünce alır. Sürüleri olan biri ile az bir mala sahip olan veya çobanlık yapan arasında At dimezem sana gardaş direm yaşayış bakımından büyük bir farklılık yoktur. Gardaşumdan yiğ Yaşayışları aynı olan insanların (Ergin, 1989:136)

bilig-7/Güz '98

127

Türk halk edebiyatında müstesna bir yeri olan at, diyen Bamsı Beyrek'le aynı duyguları paylaştığı âşık şiirinde de başlı başına bir değerdir. Türkiye'de görülüyor. Köroğlu, Dadaloğlu, İlbeyoğlu, Kul Mustafa, «Köroğlu Destanı'nın Türkmen rivayetinde at Karacaoğlan, Sıdkî Baba gibi, birçok Türkmen halk yiğidin yoldaşı, gücü kuvvetidir: şâirinin doğrudan at konusunu işleyen şiirleri vardır. Attır iğidin yoldaşı Bu şiirlerde, atların vasıfları, donları, güzellikleri, Bedev at yiğidin güci, kuvveti» yiğitlikleriyle cinsleri, tipleri, süratleri, bakım ve (Elçin, 1988: 432) beslenmeleri, olağanüstü özellikleri bulunur. Türkiye'de «atta karın yiğitte burun», «ata arpa yiğide Köroğlu Destanı'nda halkın ata olan inancı ince bir pilav», «atın ürkeği, yiğidin korkağı» vb. biçiminde ustalıkla işlenmiştir. Bu eserde, halkın atı besleme geçen atasözleri (Aksoy, 1945: 258-259; Elçin, 1963: sanatı ve eğitimi, atın bağımsız karakteri sanatsal bir 3190), at-yiğit ilişkisini gösteren birkaç örnektir. Bu içerikle değerlendirilmiştir. Olaylar ve bu olaylara ilişkiyi sağlayan unsurların başında at ve yiğidin tarihî bağlı ana düğümler bir fantezi ürünü değil, halkın süreçte birbiriyle olan yakınlıkları vardır. Türkmen gerçek hayatının, tarihi gerçeklerin ve Türkmen tarihinin olduğu kadar, insanlık tarihinin de önemli halkının binlerce yıllık at besleyiciliği ve at bakımı ile bir bölümünde askerî zaferlerin bilge kişilerin yol ilgili tekniklerin bu destan aracılığı ile dile göstericiliğinde, ancak yiğitlerin güçlü ve pratikleri, getirilmesidir. Bu bakımdan Köroğlu Destanı'nda iki atların süratli ve savaş şartlarına dayanıklılıkları temel kahramandan söz etmek mümkündür. sonucu kazanıldığı görülmektedir. Bunlardan biri Köroğlu, diğeri Kır At'tır. Buradan Köroğlu'nun Kır At'ı kamış kulaklı, kuş kanatlı, hareketle destanı «Kır At Destanı» olarak şafak yıldızı gözlü, selvi boylu, elma yanaklı, ceylan nitelendirmek mümkündür. Atın fonksiyonunu sekişli, gelin gülüşlü, kız duruşlu, kartal avazlı, savaşta yansıtan eserlerden biri de Dede Korkut Destanı'dır. ejderha ağızlıdır. Bir sıçrayışta kırk arşın yol alır. Atla ilgili bir kısım şöyle geçer: Düşmana karşı amansızdır. Gözleri fıldır fıldır döner. «Bayındır Hân veya Kazan, beylerden Begil'in Düşmana saldıracağı zaman dört ayağını diker, avcılıktaki mahareti için: "Bu hüner atın mıdır, erin boynunu uzatır, gözleriyle etrafını yoklar ve kişnemeye midir?" diye sormuş, beğler de kendisine "Hânım, başlar; savaş meydanının cengâveridir. Yürüyüşü ve erindir" cevabını vermişlerdi. Fakat Kazan'ın "Yok, at haykırışıyla yer sarsılır, kaplan gibi ortaya atılır, işlemese er öğünmez, hüner atındır!" demesi üzerine düşmana zayiat verir. Düşmanın gözlerinde ateşler Begil, Bayındır Hân veya Kazan'a küsüp otağına yakar. Düşmanı koyun gibi kovalar, onlara saldırır, dönmüştü» (Sümer, 1992:287). ısırır. Köroğlu yaralandığında onu düşmandan kaçırır. Bütün bu duygu ve gerçekliğin kültürel kökeni, Köroğlu'nun dostu, yoldaşı, kardeşi, ortağıdır. tarihin derinliklerinde gizlidir. Kaşgarlı'nın belirttiği Türkmen şâiri Meteci, bedev'i tarif ettiği şiirinde üzere «At, Türkmen'in kanadıdır». Atına binen akıncı, (Çerkezov, vd. 1995: 13); atın «şahmaran dilli, sıkı kanat vuran kuş gibi uzak mesafelere süratle belli, uzun boylu, geniş sağrılı ,kız duruşlu, tavşan gidebiliyor. Kuş nasıl kanatsız olmazsa, er de atsız yürüyüşlü, yüksek kalçalı, görkemli, güçlü, alnı nişanlı, düşünülemez. Atın gerekliliği Alp Er Tunga'ya göre, kamış kuyruklu, kargı kulaklı, güçlü toynaklı, parlak ay gök için ne ise at da er için o kadar gereklidir. tüylü, görkemli, elma gözlü ve badem gözü kapaklı» At, Türkmen kültüründe kutsal kabul edilmiş olan olanını tercih ettiğini ifade etmektedir. Bu tercih, hayvanların başında gelir. Türkmenlerin içinde yer Türkmenlerin genel tercihini de yansıtmaktadır. Bu aldıkları ilk kültür ve medeniyet dairesinde iduk istek Köroğlu'da da vardır. Meteci'ye göre, güçlü ve (kutsal) olan at, bu yapısını İslâmiyet'in kabulünden güzel bedev rüzgâr gibi hızlıdır. Üstündeki eyer altın sonra da sürdürmüştür. kaplama, köynekçesi atlastandır. Yuları altın işlemeli Dede Korkut Destanı'nda «çaparken ağ boz atın ibrişimdendir. Üzerine binildiğinde tatlı bir esintilik büdürmesin!» (İnan, 1937: 139) şeklinde geçen sağlar, «bâd-ı sâbâ»yı andırır, yürür, bazen gökyüzüne ozanın duası atın günlük hayattaki önemini belirtmesi uçar. yanında halk edebiyatındaki yerini de vermektedir.

bilig-7/Güz '98

128

128

Atın güçlülüğünü sağlayan temel unsurlar vardır. güçlendirmek ve yarışlara hazırlamak. Bunlardan biri de ayaklarının sağlamlığıdır. Yürüdükçe Sovyet döneminde atların bakımsızlıktan zor ayaklarının ve bedeninin gücünü artırır. «At durumda olduğunu öğrenen Türkmen halkı, bunu ayağından semrer», «atta ayak bolsa (olursa) / özge sın protesto eder. Mektuplar ve dilekçeler vererek (başka sınama) gerekmez», «atla ayak bolsun / erde durumu eleştirir. Bazıları daha da ileri giderek, gayrat» atasözlerinde sağlamlığının ayaklarından belli ekonomik sıkıntıda olmalarına rağmen, maaşlarından olduğu vurgulanır. Ayakların sağlıklı ve sağlamlığı atın kesinti yaparak bu tohum atlarının en iyi biçimde güçlülüğünün ifadesi olarak düşünülür: «Gavunu beslenme ve bakımının yapılmasının sağlanmasını kabağından (dışından tanarlar / bedevi söbüginden istemişlerdir. (tabanından)». Onları bu biçimde davranmaya iten sebeplerin Atın keskin gözleri olmalıdır. «Avcı görmese it başında, Türkmen olmanın ruhu vardır. Emekli bir görür / it görmesse at görür», «iyi at önünü gözler» kadın maaşının bir kısmını bu atların beslenmesine atasözleri bunun ifadesidir (Çerkezov, vd. 1995: ayrılmasını isterken atın «Türkmen» olmanın, 236). bağımsızlığın sembolü olduğunu bilmekte, duygu ve At, dünya serveti, Türkmen'in millî sanatıdır. düşüncelerini belirtmekten geri kalmamaktadır. «İyesiz Atamırat Atabayev'e göre bedev yürüdüğünde kalan atlar» aydınları da harekete geçirmiş, yazılarında toynağından dolayı yer sarsılır; kanatsız kuş konuya dikkat çekmiş, önlemler alınmasını olmasına rağmen uçar; koşar düşmana yetişir; istemişlerdir. Türkmen halkı, tarih boyunca atı sahibini düşmandan kaçırır, kurtarır; sevgiye karşılık Türkmenliğin en önemli belgelerinden biri saymıştır. sever ve naz eder; azarlandığında utanır; Sovyet yönetiminde bireylerin kişisel olarak devletin korkusuzdur, ürkmez; uzakları yakın eder; sahibinin izin verdiği ölçüde sığır, deve, eşek, koyun, keçi, derdini kendine dert edinir; biniciye kanattır; domuz beslemeleri mümkün iken bireylerin «Kişisel namuslu, kız edalı, gelin işveli, aslı cennettendir; Ekonomileri İçin Mal Beslemenin Cezaları» hakkındaki kara günde kartal, kara çölde ceylandır, aslı insandır, yasa gereği at beslemek yasaklanmıştı. Ağadurdı sahibinin namusudur (Çerkezov, vd. 1995: 22). Akmıradov (1991: 3-4)'un bildirdiğine göre Merv ili At ile seyis arasındaki bağı derinlemesine tahlil Akalov Kolhozu'nda yüz civarında atın seyisi olan etmek gerekir. Beknazar Dor adlı atın seyisi Yazberdi Otcıyev, atların kesime gönderildiği Beknazar'ın hayatı ve atlara ilgisi bu konuda bir fikir dönemde Melefer adlı atı üç defa kesilmekten vermektedir (Gorepov, 1928: 48-51). Beknazar, ömrü kurtarmış, Melefer yerine kendi danasını kesime boyunca at yetiştiriciliği yapmış, atı bir dost ve can göndermiştir. Diğer ikisinde de atın et değeri karşılığı yoldaşı olarak görmüş biridir. Yetiştirdiği atlar hem olan parayı devlete ödemiştir. Otcıyev'in bu tutumu ülke içerisinde, hem de ülke dışında tanınmıştır. öğrenildiğinde, partinin diğer bazı yöneticilerince Atların yanında uyur, bütün zamanını atlara bakmak, halka kötü örnek olması sebebiyle büyük eleştirilere onları eğitmek ve beslemekle geçirmiştir. Atı satması uğramıştır. Atları kesime vermeyenlerden biri de, için pek çok teklif alır, ancak o hiç birini kabul kendisinden 1986 yılında derleme yaptığımız ve halen etmez. Kendisine bu atı niçin satmak istemediği Aşkabat'ta yaşamakta ve burada özel olarak at sorulduğunda ise onun her zaman verdiği tek ve kesin yetiştirmekte olan Geldi Kerizov'dur. Kerizov, cevap vardır: «Dost hiçbir zaman satılmaz». Cumhurbaşkanı Sapar Murat Niyazov'un Sovyetler Kayum Tanrıkulıyev bir şiirinde (Çerkezov, vd. döneminde Aşkabat'taki görevlerinde, parti 1995: 18-19) «seyis»in fonksiyonlarını şöyle sıralıyor: kararlarına rağmen, Türkmen atçılığının korunması ve Tayı eğitmek, dilinden anlamak, onu kaşağılamak,. geliştirilmesi için manevi destek verdiğini belirtmekte, Yıkamak, sevgi göstermek, onunla dost olmak, farklı Türkmen atçılığının bugünkü gelişmiş konumunda huylarda olan atların her birine göre davranış olmasının en önemli sebeplerinden birinin, geliştirmek, baş eğdirmek, uzun yularından tutup Niyazov'un geçmişte bu konudaki desteğiyle yakından binilmeye alıştırmak, her gün biraz koşturup uzun ilgili olduğunu ifade etmektedir. Türkmenler için at yola alıştırmak, kaslarını sembolik değere sahiptir. Ağadurdı Akmıradov (1991: 3) «Eğer

bilig-7/Güz '98

129

atımız yok olursa, Türkmenliğimizi kaybederiz» demektedir. Türkmenbaşı'nın, atı, Türkmenliğin bir sembolü olarak Bu ifadeyi Türkmenistan'a 1992, 1993 ve 1996 yıllarında görmesindeki payı büyüktür. Bundan dolayı kendilerini yapmış olduğumuz seyahatlerde konuştuğumuz pek çok saygıyla selâmlıyorum. Türkmenistan Dışişleri insandan da dinlemiştik. Bağımsız Türkmenistan Bakanlığı'nın bu konudaki gayretlerini ve sayın Bakan Boris Cumhuriyeti'nin devlet sembolünün merkezinde at figürüne Ağa'yı yardımlarından dolayı saygı ile anıyorum. Bu yer verilmesi, halkın duygu ve düşüncesinin bu sembol çerçevede araştırma yapmama vesile olan Türkmenistan'ın etrafında yoğunlaştırılmış olması bakımından dikkat Washington Büyükelçisi sayın Halil Uğur'a ve çekicidir. sempozyumun düzenlenmesinde katkı sağlayan Türkmen Devletin konuya vermiş olduğu önem Türkmen Atçılığı Birliği Başkanı Geldi Kerizov'a saygılar atçılığının gelişmesinde önemli rol oynamaktadır. Bunda sunuyorum. ■ sayın Cumhurbaşkanı

KAYNAKLAR

Batu, Selahattin, (1938), Türk Atları ve At Yetiştirme Bedevin Tamalışı", Standart Hil we Howsuzluk, No: Bilgisi, Yüksek Ziraat Enstitüsü Yayınları, Ankara. 1-2, ss. 20-21. Bazarbay, Meredov, (1995), "Akalteke Atları", Türk Güleç, Ertuğrul, (1995a), Ahal-Teke Atı, Anadolu At Kültüründe At ve Çağdaş Atçılık, TJK Yayınları, Irklarını Yaşatma ve Geliştirme Derneği Yayınları, İstanbul. Bekmıradov, Ahmet, (1986), »Atı Türkmen Ankara. Bolsun, Gılıcı Musri", Yaşlık, No: 3, S. 55-61. Gündogdıev, Ovez Ataeviç, (1994), Roli Konya i Cizni Belenogov, Mili, (1953), Türkmenistan Atlarının Ahal-Teke Türkmen, Akademiya Navuk Türkmenistana, Tohumı ve Onı Govıllandırmağın Yolları, Aşgabat. Türkmenistan Neşriyatı, Aşgabat. Kafesoğlu, İbrahim, (1984) Türk Milli Kültürü, Çerkezov, Bayramgeldi-Yazcuma Aşageldiyev, Boğaziçi Yayınları, İstanbul. (1995), Gıratın Ovazı, Maarif Neşriyatı, Aşgabat. Çınar, Kaplan, Mehmet, (1953), "Dede Korkut Kitabında Ali Abbas, (1993), Türklerde At ve Ondokuzuncu Hayvanlar", 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Yüzyıla Ait Bir Baytarnamede At Kültürü, Kültür Köprülü Armağanı, Dil Ve Tarih-Coğrafya Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara. Fakültesi Yayınları, ss. 275-290, İstanbul. , (1996a), Kazak ve Türkiye Türklerinde At Kültürü , (1979), Oğuz Kağan Destanı {Edebî Bir Tahlil), ve Atın Rolü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dergâh Yayınları, İstanbul. Ankara. Karaev, P., (1979), Türkmensiye Koni, İzdatelstvo , (1996b) "Divanu Lügati't-Türk'te At Kültürü", Türk Türkmenistan, Aşgabat. Dünyası Halk Kültürü Üzerine Araştırma ve Kaşgarlı Mahmud, (1985-1986) Divanu Lügati't-Türk İncelemeler, Muğla. Tercümesi, (4 Cilt), Çev Besim Atalay, Türk Dil , (1997), "Türkmen Ahal-Teke Atı", Kültür Ve Sanat, Kurumu Yayınları, Ankara. S. 33, ss. 61-64. Kavşudov, A., (1982), Türkmenokie Koni, Aşgabat. Kayhan, Divitçioğlu, Sencer, (1987), Kök Türkler (Kut, Küç ve Hirnrnet-Annakuli Nurmahammet, (1996), Ülüg), Ada Yayınları, İstanbul. Göroğlu/Türkmen Halk Destanı, Ahmet Yesevi Durdıev, Marat, (1992), Aha - Eke Bedev Atları, Üniversitesine Yardım Vakfı, Ankara. Türkmenistan Medeniyet ve Turizm Ministirliği, Kovalevskaya, V. B., (1977), Koni i Vsadnik, Aşgabat. İzdatelstvo Navka, Moskova. Lıgeti, L., (1986), Erk, Nihal, (1978), Veteriner Tarihi, Ankara Bilinmeyen İç Asya, Çev: Sadrettin Karatay, Türk Dil Üniversitesi Basımevi, Ankara. Kurumu Yayınları, Ankara. Esin, Emel, (1965), The Horse İn Turkie Art, Central Asiatic Lipets, R. S., (1984), Obrazı Batıra i Ego Konya v Tyurko- Journal, 10; ss. 167-227. Mongolskom Epose, Navka, Moskova. Gorepov, K., (1928), Ahal-Teke Atçılığı, Aşgabat. Mahmudov, Nizamettin, (1995), "Özbek Dilindeki Atçılık , (1996), Ahal-Tekinskol Konevodstvo Türkmenskoy Terimleri", Türk Kültüründe At Ve Çağdaş Atçılık, SSR, İzdanie Narodnogo Komissariata TJK Yayınları, İstanbul. Zemledeliya Türkmenskoy SSR. Aşgabat. Maslow, Jonathan, (1994), Sacred Horses/The Memoris Of a Graçev, Anatoli, (1985), "Üsti Şemaili Bedev", Trukmen Cowboy, Random House, New York. Edebiyat ve Sungat, 27 Dekabrn, S. 12-13. Meredov, Bazanbay, (1984), "Tayların Yimlenilişi", Gulmemmedov, Seyitmuhammet, (1995), "Çın Türkmenistanın Oba Hocalığı, No: 7, ss. 39-40. Mokayev, Enverbek, (1995), "Manas Destanı'nda At

bilig-7/Güz '98

130

İsimleri", Türk Kültüründe At ve Çağdaş Atçılık, TJK Dini, Türkçesi: Aykut Kazancıgil, İstanbul. Salihov, Yayınları, İstanbul. B., (1965), Ahaltekinskaya Naroda Loşadeş, Aşgabat: Musakulov, Askar, (1994), "Atdır Yigitning Yoldaşi", Salihov, Besim, (1966), Ahal-Teke Atları, Türkmenistan Vatan (Özbekistan) 2, Fevral: 1-4. Neşriyatı, Aşgabat. Nepesov, Ovezdurdı, (1992), Çın Bedevler Meydanında , (1970), "Bedev Bedevligine Galar", Edebiyat ve Setlidir (Atlı Yöriş Hakda Söhbet), Aşgabat. Sungat, 27 May, ss. 3-4. Ocak, Ahmet Yaşar, (1990), İslâm-Türk İnançlarında Hızır Saparov, B., (1961), "Ahal-Teke Atlarının Tohum Hillerini Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara. Govullandırmak Meseleleri", Türkmenistanın Orazov, K., (1977), "Bedevin Sonpası", Türkmenistan Oba Oba Hocalığı, No.: 3, ss. 53-56. Hocalığı, No: 10, ss. 39-41. Schönig, Claus, (1995), "Sibirya'da At ve Atçılık Orkun, Hüseyin Namık, (1954), Eski Türklerde Evcil Terimleri", Türk Kültüründe At ve Çağdaş Atçılık, Hayvanların Tarihçesi, Yeni Matbaa, Ankara. TJK Yayınları, İstanbul. Osmanova, A., (1992), "Türkmey Dilinde Atçılığa Değişli Sümer, Faruk, (1983), Türkler'de Atçılık ve Binicilik, Türk Sözlerin Şemantik Ayratıylıkları", Türkmenistan Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul. Ilımlar Akademisyasının Habarları, No: 2, ss. 72-78. , (1995), "Byerley Türk", Türk Dünyası Tarih Ögel, Bahaeddin, (1984-1990), Türk Kültür Tarihine Giriş, Dergisi, 106, ss. 9-10. 9 C, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. TSA, (1974), Türkmen Sovyet Ansiklopedisi, B I., "Ahal- Rasonyı, Laszlo, (1988), Tarihte Türklük, Türk Teke Atı", ss. 238-240, Aşgabat. Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara. TSA, (1979), Türkmen Sovyet Ansiklopediyası, Resulov, Nimet, (1995), "Özbekistan'da Atçılık", Türk "Gılyalçılık", C. II, s. 462, Aşgabat. Kültüründe At ve Çağdaş Atçılık, İstanbul. Vitta, V. O., (1937), Loşad Drebnego Vostoka/Konskıye Ritter, H., (1934), "Ata Binmek, Ok Atmak", Türkiyat Porodı Srednet Azii, Moskova. Mecmuası, IV, ss. 45-47. Roux, Jean-Paul, (1994), Türklerin ve Moğolların Eski THE CULT OF HORSE IN THE TURKOMEN FOLK LITERATURE AND THE ROLE OF THE HORSE IN THE TURKOMEN LIFE

Asst. Prof. Ali Abbas ÇINAR, PhD Instructor in the department of Contemporary Turkish dialects and Literatures, Faculty of letters, Mugla University

ABSTRACT

It has been in inferred from the available data that the influenced the identity of the Turkomen. In Turkomen cult of horse coming from the pre-historic times as part of literature these has always been a certain similarity between the Turkomen culture and the history of Turkomens are men and horses. In the literature of the Turkomen, the book closely related to each other. of Dede Korkut, Köroğlu legend, and innumerable The horse, which is quite valuable in the Turkomen specimens in the Turkomen proverbs point to the qualities literature and tradition, has also of horses.

Key Words:

Horse Cultur in Turkmens, Turkmen Literature, Ahal-teke, Horse

bilig-7/Güz '98

131

MAHTUMKULU'NUN ŞİİRLERİNDE ÇAĞATAYCA VE OĞUZCA UNSURLAR*

Yard. Doç. Dr. Mehmet KARA

Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi

ÖZET

Mahtumkulu, önemli bir Türkmen şairi ve düşünürüdür. Kendi boyunun ağzını yazı dili seviyesine yükselten söz ustasıdır. Ondan önce yaşamış olan Bayram Han ve Vepayı gibi Türkmen şairleri eserlerini Çağataycayla yazarken; Mahtumkulu, bu yolu izlemeyip Çağatayca unsurlardan da faydalanmakla birlikte şiirlerini Oğuzcayla yazmıştır. Bu yüzden Mahtumkulu'nun Oğuzca ağırlıklı bir dille yazdığı şiirlerde yer yer Çağatayca serpintiler bulunmaktadır.

İşte bu yönüyle onun şiirleri karışık dilli eserlerin taşıdığı özelliklere sahiptir. Karışık dilli eserlerde ol- fiili, yer yer bol- şeklindedir, bar-"gitmek, varmak", ber- "vermek" ve bar "var" kelimelerinin "b-"li şekilleri de bulunmaktadır. Yaklaşma hâli eki bazen "-al-e", bazen "-go/-ge"; yükleme hâli eki ise bazen "-//-/, -sı/si", bazen de "- nıl-ni "şeklindedir. Ancak Mahtumkulu'nun şiirlerinde de görülen bu ikililikte bir kargaşa olmayıp zenginlik söz konusudur.

Anahtar kelimeler: Mahtumkulu, Oğuzca, Çağatayca, Türkmence

* 14 Mayıs 1998'de Aşgabat'ta yapılan "Mahtumkulu'nun Sanatında Hoca AhmetYesevî Tesiri" adlı uluslararası konferansa sunulan bildiri,

______

bilig-7/Güz '98

132

Giriş eserlerle ilgili kısa bilgi vermenin yerinde olacağını düşünüyoruz. «Kelime bitmez; eğer biterse, insanoğlunun zengin gönlü yeni kelimeler türetir.» sözünü ilk Karışık Dilli Eserlerin Özellikleri duyduğumda derin bir düşünceye dalmıştım. Bazı insanlar vardır ki; onların gönül 11-12. yüzyıllara kadar konuşma dili olarak zenginliğinin sınırları ülkelerin hudutlarını aşıp gider. varlığını sürdüren Oğuz Türkçesi, bu yüzyıllarda yazı Bunlar, içinde yaşadıkları toplumlara öte dünyalardan dili hâline gelmiştir. Oğuzcanın ilk ürünlerinde Doğu kelimeler devşiren ve yüz yılların sırlı perdelerini Türkçesi özelliklerine de rastlandığı için bunlar, milletleri için aralayan şahsiyetlerdir. «Arı biziz, bal karışık dilli eserler [Bkz. Buluç, 1964; Canpolat, bizdedir.» diyecek kadar metanetli olan, gücünü içinde 1968; Korkmaz, 1968; Tekin, 1974; Mansuroğlu, bulan böyle insanların en önemlilerinden üçü bizce 1988] olarak nitelendirilmiştir. Karışık dilli eserlerde ol- Hoca Ahmet Yesevî, Yunus Emre ve Mahtumkulu fiili, yer yer bol- şeklindedir, bar- "gitmek, varmak", Pırağı'dır. ber-"vermek" ve bar "var" kelimelerinin "b-'li" şekilleri Bunlardan Mahtumkulu, sadece şair olmayıp aynı de bulunmaktadır. Yaklaşma hâli eki, zaman zaman zamanda bir düşünür ve mutasavvıftır. Kendi boyunun "-ga/-ge"; yükleme hâli eki ise "-nı/-ni" şeklindedir. ağzını yazı dili seviyesine yükselten büyük bir söz Oysa Eski Anadolu Türkçesinde bol-fiilinin "b"si ustasıdır. Bütün bu özelliklerinden dolayı, yeni düşmüştür. bar-, ber- ve bar kelimelerinin başında dönemde yaşamış bir Türkmen şairi onun için; «Halkı bulunan "b"ler "v-"ye dönmüştür. Yaklaşma hâli eki, öçmez çırağı / Ulı ussat Pırağı» (Halkın sönmez ışığı / "-a/-e"; yükleme hâli eki de "-ı/-i" şeklindedir. Büyük üstad Pırağı) demiştir. Gerçekten de onun Öte yandan karışık dilli eserlerde, Eski Anadolu şiirleri, kendi geleneklerini tam olarak Türkçesinin sonraki dönemlerine ait ürünlerde hiç yaşayamadıkları zamanlarda ve daraldıkları kısıtlı rastlanmadığı halde, günümüz Türkmencesinde mekânlarda Türkmenler için geniş dünyalara açılan yaygın olarak kullanılan kelime ve şekiller aydınlık bir pencere; bir çıkış yolu olmuştur. Nitekim ne bulunmaktadır. Bazı kelimeler ise, Eski Anadolu zaman bir Türkmen kardeşime rastlasam, Türkçesindeki kullanım özelliğiyle değil de konuşmasını Mahtumkulu'dan bir şiir parçası Türkmencedeki kullanımla karşımıza çıkmaktadırlar: okuyarak güçlendirmekte, söylediklerine bu aylak "oraya" (Tkm. eylk), ayrılduğ-a "ayrıldık işte", şiirlerden deliller aramaktadır. buylak "buraya" (Tkm. beylk), cahan "dünya, cihan", Mahtumkulu'ya Türkmenlerin derin hürmet die "yalnız", karılduğ-a "bir tarafa eğildik işte", geçdi-le beslediklerini ve ona saygıda kusur etmediklerini, daha "geçti ya, geçti işte", geldi-le "geldi ya, geldi işte", önce kısıtlamalar yüzünden yayımlanamamış şiirlerinin mezemek "benzemek", seher "şehir", yaı "yeni", yiblik toplandığı kitaba «Bağışla Bizni» (Bağışla Bizi) adının "iplik". verildiğini görünce bir kez daha anlamış oldum. Yukarıda, Mahtumkulu'nun Türkmen ağzını yazı Mahtumkulu'nun Şiirlerinde Karışık Dilliliği dili seviyesine yükselttiğinden söz etmiştik. Yansıtan Unsurlar Kendinden önce yaşamış olan Bayram Han ve Mahtumkulu'nun Oğuzca ağırlıklı bir dille yazdığı Vepayı gibi Türkmen aydınları eserlerini şiirlerde yer yer Çağatayca serpintiler bulunmaktadır. Çağataycayla yazarken; Mahtumkulu, bu yolu izlemeyip Çağatayca unsurlardan da faydalanmakla Bu yönüyle onun şiirleri karışık dilli eserlerle birlikte şiirlerini Oğuzcayla yazmıştır. Bu yüzden benzerlikler gösterir. Ancak bu karışıklıkta bir onun şiirleri karışık dilli eserlerin taşıdığı özelliklere kargaşa olmayıp zenginlik vardır. Mahtumkulu'nun sahiptir. şiirlerindeki bu özellik, yeni bir lehçenin nasıl «Karışık dilli eserler» ya da bir başka ifadeyle oluştuğunu merak edenlere de ilgi çekici ipuçları «olga-bolga» meselesi, Türkologları uzun süre vermektedir. Üzerinde duracağımız örneklerle konu meşgul etmiştir. daha iyi anlaşılacaktır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bu Mahtumkulu'nun şiirlerinde "olmak" fiili, hem ol- hem de bol- şeklinde geçer. Günümüz

bilig-7/Güz '98

133

Türkmencesinde bol- şeklinde kullanılan fiilin (III/36/1) "bükülen", isln (II/14/4) "isteyen", okan Mahtumkulu döneminde "b"si düşmüş olarak (II/10/3) "okuyan", yığladan (III/25/5) "ağlatan", yığlan görülmesi Oğuzca bir özelliktir. "b"li biçim ise (II/10/3) "ağlayan" örneklerini de görmekteyiz. Çağatayca kaynaklı olmalıdır. Aşağıdaki örneklerde İlgi hâli eki: ayralıknı (I/17/4) "ayrılığın", birevni aynı mısra veya dörtlük içerisinde söz konusu fiilin (II/3/2) "birisinin", gulnu (1/8/5) "kulun", ölümni her iki türünün de yer alması dikkat çekicidir: (II/36/2) "ölümün", pelekni (III/5/4) "feleğin" örneklerinde olduğu gibi hem Çağataycaya uygun Ömrü olsun bş yüz yıldan ziyada, olarak hem de dağı (1/14/7) "dağın", göğü (I/14/7) Rekabıda düşman yörsün pıyada, "göğün", peleği (III/8/4) "feleğin", merdi (II/35/2) Özü hem susenden bolğul azada, "merdin", tutğanı (II/35/2) "tutanın", yeri (I/14/7) Sapar kılğu bir gün ağaç at bilen. "yerin" örneklerinde olduğu gibi Oğuzcaya uygun (II/36/3)* olarak şiirlerde yer almıştır. Yaklaşma hâli eki; lemğe (I/14/6) "dünyaya, Ger enayat bolmasa senden, açılmaz yolunuz, âleme", birevğe (II/3/3) "birisine", dünyğe (II/3/1) Tutğun olar dayıma, bolmaz küşat ikbalimiz, "dünyaya", kimğe (III/25/2) "kime", kişiğe (II/35/5) Cebr ile bimar olup, aşufta bolğan halımız, "kişiye",periğe (III/20/2) "perive", resulğa (II/3/7) Rehm edip, sen sormasa, bir ayrı yarım galmaz-a. "peygambere", yağşığa (II/3/4) "iyiye" örneklerinde (I/23/2) Çağataycada olduğu gibi "g"si düşmemiş şekliyle: leme (II/28/3) "dünyaya, âleme", derde (II/14/3) Namarda mert olan kişi il bolmaz "derde", dünyye (II/24/1) "dünyaya", emrine (II/7/4) (II/35/2) "emrine", ırağa (III/13/4) "uzağa", kitaba (II/21/2) "kitaba", pığambere (II/32/4) "peygambere", Mahtumkulu, bar-, ber- ve bar kelimelerini yağşılara (III/35/3) "iyilere" örneklerinde ise Çağatay Türkçesinde olduğu gibi "b"li kullanmıştır: Oğuzcada olduğu gibi "g"si düşmüş hâliyle bar (I/18/8) "var", baradır (II/83/1) "gidiyor", bardır kullanılmıştır. (I/19/3) "vardır", barğan (I/20/4) "giden", berer Şu örneklerde yükleme hâli eki, Çağataycada (II/73/2) "verir", berğil (1/10/5) "ver". Günümüz olduğu gibidir: lemni (II/16/3) "dünyayı, âlemi", Türkmencesinde de bu kelimeler Mahtumkulu'nun dövlerni (II/16/3) "devleri", gözellerni (III/35/3) şiirlerinde olduğu gibi "b"lidir. Oysa bu kelimelerin "güzelleri", namartnı (II/3/3) "namerdi", sözümni ilk sesinin Oğuzcada "v"ye dönmesi beklenirdi. (I/18/8) "sözümü". Bazı örneklerde ise ekin Türkmenlerin yüzyıllarca Doğu Türklerine yakın Oğuzcadaki kullanılışını görmekteyiz: peleği (III/6/3) bölgelerde ve zaman zaman onlarla iç içe yaşamış "feleği", yamanı (II/34) "kötüyü". olması, belki de bu dönüşümün gerçekleşmemesinin Bazı kelimelerde, Çağataycada olduğu gibi, zamir en önemli sebebidir. Türkmen yurdunun coğrafî "n"si bulunmamaktadır: sanıda (III/19/3) "sayısında", konumundan dolayı, Türkmence bazı özellikleri yanıda (III/19/3) "yanında", pikriden (II/36/2) bakımından Azerbaycan, Gagauz ve Türkiye "fikrinden", belasığa (II/3/6) "belâsına". Bazı Türkçelerinden farklılaşarak kuzey veya doğu kelimelerde ise, Oğuzca özellik ön plâna çıkarılarak lehçelerine yaklaşır. zamir "n"sine yer verilmiştir: tününde (I/14/1) Mahtumkulu'nun şiirlerinde "-gan/-gen" sıfat fiil "gecesinde", gününde (I/14/1) "gününde", dağında eki, hem Çağatay Türkçesindeki gibi "g"li hem de (I/16/1) "dağında", boynundan (I/16/1) "boynundan", Oğuzcadaki gibi "g"si düşmüş olarak (-an/-en) geçer. içinde (II/5-1) "içinde". Bu yüzden barğan (I/20/4) "giden", besleğen (II/38/4) Son olarak Oğuzcayla Çağatay Türkçesini "besleyen", bolğan (1/23/2) "olan", durğan (I/7/3) birbirinden ayıran ve "değil" anlamına gelen iki "duran", getirğen (I/8/9) "getiren", suvlağan (II/38/5) önemli kelimeyi de şairin kullandığını belirtmek "sulayan" örneklerinin yanında bakan (II/10/3) istiyoruz. Bunlardan di (III/25/4) Oğuzcaya, imes "bakan", duran (1/8/4) "duran", bükülen (I/19/7) ise Çağataycaya mahsustur.

bilig-7/Güz '98

134

Sonuç Görüldüğü gibi Mahtumkulu, şiirlerinde hem Çağatayca eki, "-ga/-ge" yaklaşma hâli eki, "-nı/-ni" yükleme hâli eki hem de Oğuzca unsurlara yer vermiştir. Mahtumkulu' nun Çağatayca kaynaklı; bu eklerin "-an/-en", "-ın/-in", "-a/-e" şiirlerinde kullandığı ol- ve değil kelimeleri Oğuzca, bol- ve ve "-ı/-i" şekilleri ise Oğuzca kaynaklıdır. imes kelimeleri ise Çağatayca kaynaklıdır. Şairin bazı Bu hususlar, bir yandan Mahtumkulu'nun şiirlerinde kelimelerinde ise Çağataycada olduğu gibi zamir "n"si kullandığı dil malzemesinin kaynağını zihnimizde bulunmamaktadır. Yine onun bazı kelimelerde kullandığı "- netleştirirken bir yandan da Türkmencenin omurgasının gan/-gen" sıfat-fiil eki, "-nı/-ni" ilgi hâli nasıl teşekkül ettiği konusunda bize önemli bilgiler sunmaktadır. ■

KAYNAKLAR

Aşirov, Annağurban, (1995), Mağtımğulını Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, Golyazmalarını lızarlaap, Ilım, Aşğabat,180 s. s. 669-683. Baymiradov, Amanmırat, (1983), Mağtımğulı Hakında , (1996), "Çağdaş Türkmen Şiiri", Türk Dili Türk Rovaayatlar ve Legendalar, Türkmenistan Şiiri Özel Sayısı V (Türkiye Dışı Çağdaş Türk Şiiri), Ilımlar Akademiyası, Aşğabat,196 s. Sayı 531, ss. 852-889. Biray, Himmet, (1992), Mahtumkulu Divanı, Kültür Korkmaz, Zeynep, (1968), "Eski Bir Kudurî Çevirisi", Bakanlığı Yayınları, Ankara, 538 s. XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Buluç, Sâdettin, (1964), "Behcetü'I-Hadâ'ik fî Mev'izeti'l- Bildiriler-1966, s. 225-231. Halâ'ik'ten Derlenmiş Koşuklar", Türk Dili Mansuroğlu, Mecdut, (1988), "Şeyyad Hamza'nın Doğu Araştırmaları Yıllığı Belleten-1963, s.161-201. Türkçesine Yaklaşan Manzumesi", Türk Dili Canpolat, Mustafa, (1968), "Behcetü'I-Hadâ'ik fi Mevlzeti'l- Araştırmaları Yıllığı Belleten-1956, 2. Baskı, s.125- Halâ'ik", Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten- 144. 1967, s.165-175. Meredov, A.-S. Ahallı, (1988) Slovar Turkmenskoy Cütdiyev, B.-A. Mülkamanov, (1992), Mağtımğuh Bağışla Klassiçeskoy Literaturı/Türkmen Kalassıkıı Bizni -Çap Edilmedik Goşğular-, Tuuraan-1 Edebiyaatının Sözlüği, Türkmenistan Neşiryaatı, Aşğabat, 48 s. Neşiryaatı, Aşğabat. Gurbanshedov, Gurbandurdı, (1991), Mağtımğuh, Tuuraan, Mülkamanov, A. - M. Övezgeldiyev - M. Çarıyev -A. Aşğabat, 48 s. Nuryağdıyev - G. Nazarov, (I. Cilt 1992, II. Cilt 1994, Jyrkankallio, P.-A. D. Bennigsen-G. Hazai-F. Wendt- III. Cilt 1996), Mağtımğulı (Sığırlar), K. H. Menges, (1992), Türk Lehçeleri ve "Türkmenistan", Aşğabat, I. Cilt 320 s., II. Cilt 272 s., Edebiyatları, Çeviren: Kemal AYTAÇ, III. Cilt 368 s. Gündoğan Yayınları, Ankara. Tekin, Şinasi, (1974), "1343 Tarihli Bir Eski Anadolu Kara, Mehmet, (1992), "Türkmen Edebiyatı", Türk Dünyası Türkçesi Metni ve Türk Dili Tarihinde 'Olga- El Kitabı, C. III,, 2. Baskı, Türk bolga' Sorunu", Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten-1973-1974, s. 59-157.

bilig-7/Güz '98

135

THE CHAGATAI AND OGHUZ ELEMENTS IN THE POETRY OF MAHTUMKULU

Asst. Prof. Mehmet KARA, PhD Instructor in the Department of Turkey Studies, Faculty of Letters, Kırıkkale University ABSTRACT

Mahtumkulu is an outstanding Turkoman poet and composed them mainly in Oghuz. thinker. He is a master of rhetoric, promoting the His poetry, accordingly, contains elements that are dialect of his ancestors to the level of writing. found in the works of mixed languages. In the works The Turkoman poets such as Bayram Khan and written in more than one language, the verb -ol [to be] Vepayi who preceded Mahtumkulu composed their is expressed in the form of -bol. There are forms of -var poetry in Chagatai, but Mahtumkulu, while making [there is] and -ver [give] with the letter -b instead of -v use of Chagatai elements in his works, composed his at the beginning. poetry in Oghuz. The dative form is written as "-a/-e" or "-ga/ge" and Therefore, there are Chagatai elements scattered in accusative form is written as "-ı/-i, sı/si" or "-nuAni". the poetry of Mahtumkulu who Even in this duality which is observed in the poetry of Mahtumkulu, there is no conflict but enrichment.

Key Words:

Mahtumkulu, Oğuzca, Chagatai, Turkmenish

bilig-7/Güz '98

136

ŞEYH BABA YÛSUF SİVRİHİSARÎ VE ESERLERİ

Ahmet KARTAL

Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi

ÖZET

Bazı şahsiyetler şöhretleri ve tesirleri yüzyılları aşarak günümüze kadar gelmiş ve Türk kültür tarihinde menkabeleri, şiirleri ve irşadlariyle iz bırakmışlardır. Bazıları ise kendi dönemlerinde şöhretleri ve tesirleriyle önemliyken maalesef günümüze kadar gelmemiş, üzerinde önemli hiçbir çalışma yapılıp günümüze aktarılmadığı için tarih yaprakları içerisinde kalmışlardır.

Biz bu çalışmamızda, ikinci gruba giren, hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Şeyh Baba Yusuf un birbirinin tekrarı mahiyetinde olan bilgilerin yer aldığı sınırlı kaynaklardan ve eserlerinden hareketle hayatı hakkında bilgi vermeye çalıştık. Ayrıca tesbit edebildiğimiz altı eseri ile bir şiir mecmuasında yer alan Türkçe bir şiirini tanıtmaya ve hayatı hakkındaki bazı karanlık noktaları aydınlatmaya çalıştık.

Anadolu'da yetişen evliya zatlardan olan Baba Yusuf iyi bir müderris, iyi bir vaiz, iyi bir hattat olma özelliklerinin yanında dikkate değer bir hassası ise şiir yazmaya muktedir değilken bir gece düşünde Hacer-i Esved'in yanında şiir şeklinde bir kitap yazması söylenmesi üzerine şiir yazmaya başlamıştır.

Anahtar Kelimeler:

Şeyh Baba Yusuf, Menkabe, Dîvân, Evliya, Tarikat, Tefsir, Mesnevi

______

bilig-7/Güz '98

137

HAYATI Hadîsi görüben idüp tafattun Anunçun bunda biz kılduk tavattun2 İsmi ve Lâkabı beyitlerden de onun Sivrihisarlı olduğu düşüncesi Anadolu'da yetişen evliya zatlardan olan Baba kuvvet kazanmaktadır. Ancak, Evliyalar Yûsuf, Sivrihisar'da doğduğu için, doğduğu yere Ansiklopedisi'nde Baba Yûsuf'un izmir'in Seferihisar istinaden kaynaklarda "Sivrihisârî" veya da denilen Sivrihisar kasabasında3 doğduğu "Seferihisârî" lakabıyla anılmaktadır. Ayrıca, kaydedilmektedir (EA, II/340). Recep Akakuş ise, Bâyezîd Han'la Baba Yûsuf arasında yapılan, babalık Eyüp Sultan ve Mukaddes Emanetler isimli eserinde, ve oğulluk akdinden sonra, Bâyezîd Han'ın Baba Baba Yûsuf'un aslen Karahisarlı olduğunu belirtmiştir Yûsuf'a "Baba" diye hitap ettiği ve bundan dolayı (Akakuş, 1961: 254). Mevhûb-ı Mahbûb'da Baba Yûsuf'un "Baba" lâkabıyla da anıldığı halk Sivrihisar'dan bahseden: arasında söylenmektedir1. Müellifin ismi çeşitli kaynaklarda şu şekillerde Vechün dördüncisi budur ki iy yâr geçmektedir: Şeyh Baba Yûsuf (Atsız, 1991: 102; Bu şeh(i)rde yatur Cafer-i Tayyar' (196b) Özalp, 1961: 126; Atmaca, 1986: 2; Gölpınarlı, 1992: 119), Baba Yûsuf Sivrihisârî (TGİAA, tsz: XIII/294; Budur altıncı vech ko itmegil hâb Uyan, 1983: 402; Bursalı, tsz: 1/58; Bursalı, 1993: Bu şeh(i)rde yatur Şeyh Abd-i Vehhâtf (197a) 4569, Baba Yûsuf (Hoca, 1992: V/281; Ahmed, 1299: II/5; Develioğlu, 1963: 89; Cunbur, 1987: 69), Baba Bisinci vech budur kırklar efendi Yûsuf b. Şeyh Halîl Seferihisârî (Müstakimzâde, v. Bu yirde cem' olur dinle bu pendi (196b) 116), Yûsuf Baba (Süreyyâ, 1311: IV/653; Akakuş, 1961: 254), Sivrihisarlı Şeyh Baba Yusuf (Kunter, Rivayet böyledür Şeyh Hacı Bayram6 1966: 94; Baltacı, 1976: 164-165), Yûsuf ibni Şeyh Baba O sultânu's-suyûh zi-lutfu nîk-nâm Halîl (Çelebi, 1943: II/1648), Şeyh Baba Yûsuf Seferihisârî (Mecdî, 1989: 1/376), Baba Yûsuf Dinmiş kırkların budur makamı Seferihisârî (Yıldırım, 1985: II/241; Cebecioğlu, 1991: Güzâf görmen dirimiş bu makamı 120), Şeyh Haliloğlu Sivrihisarlı Baba Yûsuf (Gölpınarlı, 1965: XXXII), Baba Yûsuf b. Halil 'Azîzlerimis hususa Yûnus Emre7 Seferihisârî (TYTK, 1984: IV/279), Hakîkî İzzaddin İdermiş zühd ü 'uzlet uyup emre (197*) Yûsuf (Gölpınarlı, 1971: 345), Şeyh İzzüddin Yûsuf Hakîkî (Karabulut, tsz: 164). Bu yirdedür bu zümrenün mezarı Müşerref eylemişlerdür diyarı Doğum Yeri Şeyh Baba Yûsuf, bugün Eskişehir'e bağlı olan bu beyitlerde, Şeyh Baba Yûsuf, Ca'fer-i Tayyâr (ö. Sivrihisar ilçesinde doğmuştur. Şakâik-ı 629) ile Şeyh Abdülvehhâb'ın Sivrihisar'da medfun Nu'mâniye'de geçen «Şeyh Efendi mevtm-ı aslîsi olan olduğunu söylemektedir. Bu konuda Orhan Keskin 8 Seferihisar'a zâhib oldı» (Mecdî, 1989: 376) cümlesi ile Bey'in ifadelerine göre «Ca'fer-i Tayyâr'ın türbesi, Baba Yûsuf' un Mevhûb-ı Mahbûh isimli mesnevisinde bugün, Sivrihisar Cumhuriyet Mahallesi'nde bulunan Sivrihisar'ı övdüğü: Sivrihisar İslâmî İlimler Vakfı'nın çok amaçlı olarak kullandığı hizmet binasının avlusunda bulunmaktadır. Üçünci vechi budur ki vatandur Şeyh Abdulvehhâb Hazretleri'nin mezarı ise bizzat Kişiye sıdk nedür hubb-ı vatandur (196b) kendileri tarafından Endüstri Meslek Lisesi'nin avlusundan Kurşunlu Mahallesi'nde bulunan Kumluyol 9 Buyurmışdur hadîs sultân-ı kümmel Kabristanı'na nakil edilmiştir.» Yine Baba Yûsuf Vatan hubbıçun o zât-ı ekmel Hazretleri yukarıdaki beyitlerde, Kırklar'ın burada toplandığını, Hacı Bayram-ı Velî'nin Kırklar'ın makamının burası olduğunu söylediğini ifade ettikten sonra, Yûnus Emre'nin

bilig-7/Güz '98

138

burada yattığını belirtmiştir. Hacı Bayram-ı Velî'nin Safiyüddîn, bin Şeyh Abdulcelîl bin Şeyh Muhammed yaşadığı coğrafî bölge olarak (Ankara ve civarı) Şeyh Abdulvehhâb bin Şeyh Şerefüddîn bin Şeyh Azîz bin Sivrihisar'a gelmesi mümkündür. Ayrıca, günümüzde Şeyh Nûreddîn bin Şeyh Gıyâseddîn bin Şeyh Sadruddîn Yûnus Emre'nin kabrinin Eskişehir'in Sivrihisar bin Şeyh Hamîdüddîn bin Şeyh Abdurrahmân bin ilçesine bağlı olan Sarıköy'de bulunduğu fikrinin Abdulgajfâr bin Şeyh Muîd bin Şeyh Şerefüddîn bin ağırlığını da düşünürsek yukarıdaki beyitlerin ışığı Şeyh Ahmed bin Şeyh Muhammed Bin Şeyh Alî bin Şeyh altında Baba Yûsuf'un Eskişehir'e bağlı Sivrihisar Hasan Gıylânî bin Şeyh Abdullah bin Ebyaz bin ilçesinde doğduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, yine Abbâsu'l-mekkî bin Hamza bin Nu'mân bin Sivrihisar'dan bahsederken, "Perşembe gecesi, mescidde Abdulkerîm bin Mûsâ Asgar...» (201a-201b) i'tikâf ederken, kendisine çalışarak bu mescidi câmi Bu şecereye göre, Şeyh Baba Halil isminde bir zâtın yapmasının söylendiğini, o an hemen ayağa kalktığını oğlu olup dedesi Şeyh Alâaddîn, büyük dedesi ise Şeyh ve Şeyh Hamid (1325-1413)'in10 yetişerek kendisine bu İbrahim'dir. Bu şecere Hz. Âdem (A.S.)'e kadar mescidi, hizmet etmek için câmi yapmasını gelmektedir. söylediğini ifade ettikten sonra «bu işaretten sonra bu mescidin cami haline getirildiğini» belirtmektedir.11 Tahsili ve Görevleri Büyük bir ihtimalle bu câmi, bugün Sivrihisar'da, Şeyh Baba Yûsuf, ilk tahsilini babası Şeyh Baba Tekye sokağında bulunan ve kapısının üzerindeki sivri Halil'den aldıktan sonra Sivrihisar medreselerinin en kemerin üzerinde üç bölümlü üç satır olarak, bozuk bir ünlülerinden olan Selçuk Medresesi'nde öğrenimini "sülüs hattı"yla Arapça olarak yazılan kitabesinden tamamlayarak icazet almıştır. Daha sonraları ise çeşitli banisinin Baba Yusuf olduğu, inşâ tarihinin ise yerlerde vâizlik yapan (Atmaca, 1986: 2) Baba Yûsuf, 898/1498 olarak kaydedildiği Sivrihisar Kurşunlu -Baba ettiği vaazlarla meşhur bir vâiz olmuştur (Özalp, 1961: Yusuf- Câmii'dir (Yüksel, 1983: 373-374). Bu hadise de 126). Ayrıca, Halim Baki Kunter, Baba Yûsuf'un II. Baba Yûsuf'un Sivrihisarlı olduğu fikrini daha da Bâyezîd'in hocası olduğunu ifade ederken (Kunter, kuvvetlendirmektedir. 1966: 94), Recep Akakuş ise, Baba Yusuf'un Hz. Hâlid Türbedarlarından olduğunu kaydetmektedir Doğum Tarihi (Akakuş, 1961:254). Baba Yûsuf'un doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, Mevhûb-ı Mahbûb'daki, Çocukları muhtemelen Fâtih Sultan Mehmed'in İstanbul'u Baba Yûsuf'un Hamdi Baba, Fahri Baba, Sofi Baba fethederek, şehri "emân u emn" ile "ma'mûr" hale ve Hamid Baba12 olmak üzere dört tane oğlu vardır getirdiğini ifade eden: (Atmaca, 1986:2, 8; Özalp, 1961:128). Bunlardan Hamdi Baba da babası gibi çağının Fet(i)h idüp gelüp İslâmbolı ol a önemli din büyüklerinden olup Selçuk Emân u emnile şehr oldı ma'mûr (14 ) Medresesi'nden icâzet alarak bir dönem vaizlik yapmıştır. Daha sonra müderrislik yaparak birçok beyitten, Baba Yûsuf'un İstanbul'un fethini öğrenci yetiştirmiş ve onlara icâzet vermiştir. gördüğünü düşünebiliriz. Buradan hareketle de, Baba Sivrihisarlı Velî Şeyh Baba Hamidullah diye anılan Yûsuf'un XV. asrın ikinci çeyreğinde doğduğunu Hamdi Baba, bir ahî büyüğüdür. Yazma eserleri söyleyebiliriz. olduğu söylenmekle beraber bunlar kayıptır. Kabri, Kurşunlu Camii'nin bitişiğinde kendi ismiyle anılan Şeceresi türbededir. Şeyh Baba Yûsuf'un Mevhûb-ı Mahbûb isimli Baba Yûsuf'un çoçuklarından Sofi Baba ile mesnevisinin sonunda şeceresi kayıtlıdır: Hamid Baba'nın kabirleri de yine bu türbededir «Musannif Şeyh-i fâzıl u mürşid-i kâmil Bâba Yûsuf (Atmaca, 1986: 7-8). bin Şeyh Halil Baba bin Şeyh Alâaddîn bin Şeyh İbrahim bin Şeyh Cemâleddîn bin Şeyh

bilig-7/Güz '98

139

Mensup Olduğu Tarikat erişmiş oldular (Hoca, 1992: 281). Böylece, Baba Yûsuf, II. Bâyezîd tarafından yaptırılan Bâyezîd Baba Yûsuf, Hacı Bayram Veli tarikatına13 mensup Câmii'nin, ilk Cuma ve kürsü vaizi olmuştur (TGİAA, tsz: XIII/294; EA, tsz: II/ 340; Uyan, 1983: (Akakuş, 1961:254). I/402; Süreyya, 1311: IV/653; Mecdî, 1989: 376; Bu hadiseden sonra, Sultân Bâyezîd Hân, Şeyh Hoca, 1992: V/281; Haskan, 1993: I/1337; Atmaca, Hazretlerine "mahabbet ü meveddet idüp mâ- 1986: 2; Özalp, 1961: 127; Bursalı, 1993: 456) olup beynlerinde 'akd-i ebüvvet ü bünüvveti 'akd eyledikden Akşemseddin Hazretleri (1390-1459)'nin14 sonra22 her kaçan eşrâf-ı emsâr-ı aktâr-ı arz olan Ka'be-i halifelerindendir (Bursalı, tsz: 1/58; Develioğlu, 1963: Şerîfeye gider olursanuz bizümile mülâki olup onda 1989). Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Baba Yûsuf, ba'zı maslahatımız vardur göriviresüz diyü sipâriş Sultan II. Bâyezîd zamanındaki şeyhler arasında iyledi. Ortalarında bu 'ahd-i vesîk tevsik oldukdan sonra sayılmıştır.15 Bu bilginin ışığında, Baba Yûsuf'un Şeyh Efendi mevtın-ı aslisine zâhib oldı" (Mecdî, Akşemseddin Hazretleri'nin halifelerinden olduğu 1989:I/376). Bir müddet memleketinde kaldı. Düşünde görüşü kuvvet kazanmaktadır. Ethem Cebecioğlu ise, Hacer-i Esved yanında şiir biçiminde bir kitap yazması Baba Yûsuf'u, Hacı Bayram-ı Velî'nin halifeleri kendisine buyuruldu. Şiir söylemeye gücü yok iken arasında, halifelikleri tarih açısından kesin olmayan buna güç buldu. Padişahla aralarında olan anlaşma şahıslar arasında saymıştır (Cebecioğlu, 1991:120). Bu gereğince İstanbul'a geldi (Hoca, 1992: V/282). Sultan görüş muhtemelen doğrudur. Çünkü, Hacı Bayram-ı Bâyezîd Han'a veda' etmek için saraya uğradı. Sultan Velî, 1430 tarihinde Ankara'da vefât etmiştir. onu kapıda karşıladı ve içeride uzun müddet görüştüler Yukarıda açıkladığımız gibi Baba Yûsuf, o tarihte ya (Yıldırım, 1985: 242-243). O yüce padişah da Şeyh'e doğmamıştır ya da çocuk denecek yaştadır. armağanlardan başka halis altınlar da verip dedi ki : «Bunlar helâldir. Kendi elimle kazandım. Bunları Resûli II. Bâyezîd ile Münasebeti ve Hacca Gitmesi Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Türbe-i Sultan II. Bâyezîd, İstanbul'da yaptırdığı, Bâyezîd mutahharasının kandillerine harcarsın. Türbe-i camiinin inşaatı bittiği zaman, ilk Cuma namazına mutahhara yanında dersin ki: Yâ Resûlallah, ümmetinin «âdâb-ı şir'at-ı şerî'atı ve hudûd-ı tarîkat-ı tarikatı hafız u koruyucusu günahkâr kul Bâyezîd sana selâm söyledi ve râl olup mesâ'i-i va'z u tezkîrde sâl olmagın enfâs-ı bu helâl altınları Türbenin kandillerine zeytin yağı nefise-i müteberrikesinin muhkem te'sîri var olan almak için gönderdi Bu hediyyenin kabulü için ona niçesinün dillerin sahre-i sammâ gibi kalb-i sulbini mûm yalvarırsın. (Uyan, 1983: I/402) Ümid ediyorum ki, gibi nerm idüp Şeyhun hây u hûy u âh u figânı in'ikas senin vâsıtanla kabul olunur.» dedi. O da bu isteğini tarikıyla ol saht-dillere feryâd u figân itdüren» (Mecdî, yerine getirmek üzere altınları alarak: «Üzülmeyin 1989: 376) hocası (Kunter, 1966: 94) Baba Yûsuf'u da Sultanım, emrinizi harfiyen yerine getireceğim, çağırdı.16 İlk Cuma namazını Padişah II. Bâyezîd kıldırdı inşaallah...» diyerek (TGİAA, tsz: XIII/295; Yıldırım, (Bursalı, 1993: 456). Baba Yûsuf, namazdan sonra 1985: 243) vedalaştı ve yola çıktı (EA, tsz: II/342). minbere çıkıp vâz u nasihate başlayıp17 gizli gerçekleri «Ol ekmel-i kümmel meşâyih-i zevi'l-mefâhir ortaya döktü. O aydın gönüllü padişahın bile yüreğini Ka'be-i Şerîfede bir yıl mücâvir olup Hacerü'l- eriterek ağlatıp öğütlerinden pay almasını başardı. Bu esvedün yanında te'lîf ü tasnif ile mülhem oldıgı kitabı yeni camii görmek için gelip dışarıdan bakan üç safâyıh-ı levâyıh-ı gaybdan sahâ'if-i bâ-letâ'if-i şuhûda Hristiyan18 Şeyh'in güzel sözlerinden etkilenerek19 nakl eyledi. Bundan evvel nazma kâdir olmayup bihâr- camiye girip Şeyh'in huzurunda müslüman oldular.20 ı nazmda eli yogiken sürûs-ı ilhâmun ilkâsıyla ol bâbda Sultan Bâyezîd kendi adını taşıyan cami'de böyle bir izhâr-ı yed-i beyzâ eyledi Bütûn-ı kümûn-ı musennefât-ı uyanma olayının geçtiğini görünce gayet sevinç i'câz-ı âyâtda mektûb u muharrer olan letâ'ifi ma'ârif- duyarak o üç yeni müslümana pek çok para verdiği gibi, i İlâhiyyeden lutf-ı 'işve-i ilhâma karin ve hüsn-i ayrıca vezirlerinin de para vermelerini buyurdu.21 kirişme-i feyz-i mahza rehin olanları hâme-i 'abbâsı Şeyhin kutlu nefesi sayesinde onlar, dünya ve 'imâme ile tahrir ü tastır eyledükden gayrı 'âlem-i ahiret güzelliklerine 'ibârât ile ta'bir

bilig-7/Güz '98

140

olunmaduk aklâm-ı müşgîn-arkâm ve arkâm-ı i'câz- de bunlara bağlı olmalarını tavsiye ettiğini peygâm ile tahrîr olunmaduk ya'nî kendinün ve ben-i görmekteyiz: nev'-i insânun hâtırına hutur eylemedük mülhemât-ı gaybiye-i lâ-reybiyeyi dahı ol kitâbda derc eyledi» Elâ ey tâlib-i râh-ı hidâyet (Mecdî, 1989:I/377). Sonra Medine-i Münevvere'ye Dilersen ki ine Hakdan inâyet (11a) gitti. Abdest aldı, kalın eski bir elbise giydi (Yıldırım, 1985: 243) ve ellerini esir gibi arkadan bağlattı. Yere Olasın rahmet-i Rahmâna vâsıl yatıp yüzü koyun sürünerek ve şefaat dileyerek Yüzün ak ola hem işün de hâsıl (TGİAA, tsz: XIII/295) Peygamberin miskler kokan türbesi kapısına gelip, Sidreden örnek eşiğine yüz Yirün Firdevs ola matlûb-ı a'lâ sürdü. Can gözüyle nice görülmez sırlar gördü (Hoca, Cemâl-iHak ola Celle Ta'âlâ 1992: V/282). Saatlerce göz yaşı akıtarak halini Cenâb-ı Resule arzettikten sonra üzerinde emanet olarak Ne yola gitdise sultân-ı levlâk bulunan Sultan'ın selâm ve ta'zimatını da münasip bir Gidelüm biz dahı cellâk u câlâk dille ifadeye çalıştı (Yıldırım, 1985: 243). «Kubbe-i şerîfenin taşrasında mahfûz u masûn ve makbûl u merr'i Kadem ırmayalum şer'-i Nebîden bir 'asâ var idi ki huddâm-ı türbe-i mutahhara anı el üzre Baîd olmayalum merdân-ı dînden tutarlar idi. 'Alem-i rü'yâda Cenâb-ı Hazret-i risâlet- menziletden Şeyhe şöyle işâret oldı ki 'asâyı üç pare Kabûl eylen anı ne dirse Kur'ân eyleyüp bir kıt'asını Diyâr-ı Rûmda Mahrûse-i Burusa'da Netîce dîn ola İslâm u îmân Emîr Sultân Hazretlerinün23 türbelerinde ve bir kıt'asını24 Hacı Bayram Sultânun Enguri'de olan türbet Revâfızların 'ehl-i ilhâd' olduğunu belirten Baba ziyâretlerinde bir kıt'asını bir gayrı şeyhün25 mezârında Yûsuf, onların yolunun izlenilmemesini tavsiye vaz' eyleye. Müşârün ileyh üçünci şeyhün adını râvî etmektedir. Çünkü onların ‘be-küllü mezheb ü sözleri unutmagın bu mahalde ta'yîn olunmadı. Zikr olınan bâtıl'dır: işârete itmârâ 'asâyı almak istedik de huddâm-ı sidre- makâm ana mâ'ni' ü dâfi' olup-tarafından munâze'a ider Revâfız yolını gözleme ko sen iken huddâmun re'îsi gelüp kendüye dahı bu husûsda Hanum merdân-ı Hak yolına dirgen (11b) işâret olundugını i'lâm idüp Şeyh Hazretlerine ol 'asâyı almaga icâzet virdükden sonra Şeyh Hazretleri ol Be-küllü mezheb ü sözleri bâtıl 'asâyıla vatanına gelüp me'mûr oldıgı emri îkâ' Ko sen bunları gel Hak yolına dirgen eyledi» (Mecdi, 1989:I/377). Bütün bu rivayetler, Baba Yûsuf'un halk arasında Aşağıdaki beyitte ise, 'telkîn ü irşâd'ın mânen yükselmiş bir Allah dostu, Hak âşığı kalmadığından ve 'Hurûfî'lerin çoğalmasından 'âh u olduğunun açık bir ifadesidir. feryâd' ettiğini gördüğümüz:

Çeşitli Hususiyetleri Dirîgâ kalmadı telkîn ü irşâd Hurûfîler a Baba Yûsuf usta bir hattattır. Yazmış olduğu çogaldı âh u feryâd (173 ) Farsça tefsirli Kur'ân-ı Kerîm hattatlıkta üstün vasıflara sahip olduğunun açık bir delilidir (Atmaca, Baba Yûsuf'un 'Ehl-i Sünnet itikadına' bağlı 1986: 2). 'sünnî' bir müslüman olduğunu şu beyitler daha açık İlmî ve dînî meselelerde derin bilgisi olan Baba göstermektedir: Yûsuf'un aşağıdaki beyitlerinden 'Kur'ân'ın bütün emirlerini yerine getiren', 'Şer'-i Nebîden' ayrılmayan, Kimün ki cünnesi şer'-i Nebîdür b ehli sünnete bağlı, samimi bir müslüman olduğunu, Bilün ol sünnîdür Muhammedîdür (152 ) ayrıca 'tâlib-i râh-ı hidâyet'e Bu yol sünnîlerün yolıdur iy yâr Bu yola gidemez zınduk u 'ayyâr (176b)

bilig-7/Güz '98

141

Eger ki olmaya sofi çü sünnî sed üstündedir. Baştaşı, üst tarafı sekiz dilimli Bizer yüzünden anun ins ü cinnî (189a) ustuvânîdir ve üzerinde Bayrâmî gülü vardır. Sülüsle yazılmış olan kitabesi aynen şöyledir: 'Merhûm Şeyh Fıkıh, tefsir, hadis, siyer, akaid gibi İslâmî Baba Yûsuf / Efendinün merkadidür /El-Fâtiha sene ilimlerle tasavvufa ait geniş bilgi sahibi olduğunun açık 918» (Gölpınarlı, 1971: 345) bir delili olan Mevhûb-ı Mahbûb isimli eserinde bulunan aşağıda zikrettiğimiz beyitlerde yer alan B. ESERLERİ: «key za'îf ü hakîrüz», «zelîl ü hem fakîrüz», «key Baba Yûsuf'un tesbit edebildiğimiz beş tane eseri hakîrem», «key fakîrem», «men fakire» şeklindeki vardır: ifadelerle kendisinden tevazu ile bahsetmesi, onun olgun kişiliğine işaret eder: Dîvân İlâhî key za'if hor hakîrüz Kenarı düz cetvelli, ortası şemseli, miklaplı, siyaha Bilürsin ki zelîl ü hem fakîrüz (17a) çalar koyu kırmızı meşin ciltli olan eser 349 yaprak, harekeli nesih yazıyla, 24.3x15.5-17.9x10.7 mm. Veliyu'llâh katında key hakîrem ölçüsünde, 13 satirli olarak yazılmıştır. Sayfa kenarları, Bi-za'at yok yedümde key fakîrem (154b) mısra' aralan ve başlıklar ise surh cetvellidir. Başlıklar surhla yazılmıştır. 38. yaprakla 242a-263b, 278a-281b, Haber sorarsanız ger men fakîre 291b, 301a-313b ve 345b den son yaprak olan 349 uncu Nahîf 'abdü'l-ibâd kem-ter hakîre (197a) yaprağa kadar kağıt ve yazı değişiktir. Birisi, noksan olan bu nüshayı bir başka nüshadan tamamlamıştır. Ölüm Tarihi Hemen her şiirin başında, o şiirin bahri ve takti'i, bâzı şiirlerdeyse, kimlerin övüldüğü kaydedilmiştir. Baba Yûsuf'un ölüm tarihi ile ilgili Şakâik'te Baştan sona kadar, kaside diyebileceğimiz uzun «Sultân Selîm Han Gâzî'nin zamân-ı şerîfinün şiirlerden ve terci'lerden meydana gelen eser, alfabetik evâ'ilinde mahsûre-i Kostantınıyye'de vefât eyleyüp»26 tertibe göre yazılmış olup bütün şiirler tasavvufîdir. şeklinde bir ifade geçmektedir. Osmanlı Müellifleri''nde ise, (Ravza-i rahmet)27 terkibinin delâleti b olan H. 917 / M. 1511 tarihinde İstanbul'da vefat ettiği Baş: (l kayıtllıdır (Bursalı, tsz: I/58). Sicill-i Osmânî ise, H. 919 / M. 1513'te İstanbul'da vefat ettiğini beyan etmektedir (Süreyya, 1311: IV/653). Ahmed Rıfat ve Gölpınarlı da, ölüm tarihini "H. 918 / M. 1512" olarak vermektedir (Ahmed, 1299: II/5; Gölpınarlı, 1971: 345). Bu bilgiler ışığında, Yavuz Sultan Selim Han'ın tahta geçiş tarihi ile mezar taşındaki tarihini göz önünde bulundurursak Ahmed Rıfat ile Gölpınarlı'nın vermiş olduğu kaydı esas alarak H. 918 / M. 1512 olarak kabul etmek bize göre biraz daha makbul görülmektedir. Çünkü Yavuz Sultan Selim 7 Safer 918 (24 Nisan 1512) tarihinde tahta geçmiştir (Danişmend, Ketebeye göre, aslından, herhalde müellifin 1948: II/1). Bu bilgi ışığında Baba Yûsuf'un 7-17 Safer elyazısıyla yazılmış nüshadan, noksan olan yerleri 918 (24 Nisan - 4 Mayıs 1512) tarihleri arasında ölmüş tamamlanmış ve o nüshayla mukabele edilmiştir. olabileceği tahmin edilebilir. Baba Yûsuf, vefatından Farsça bir şiirde ki: sonra "Ebâ Eyyûbî Ensârînün civâr mezarlarında defn olunmuştur. (Mecdî, 1989: 1/377). Merkadi28, şadırvan avlusunda (Haskan, 1993: 337) Gazi Edhem

Paşa mezarının arkasındaki

bilig-7/Güz '98

142

beyitlerden (20b-21a) adının, 'İzzeddin Yûsuf olduğu eseri bizzat Şeyh Baba Yûsuf yazmıştır. Bu eserin birinci cildi, Baba Yûsuf tarafından yaptırılan anlaşılmaktadır (Gölpınarlı, 1971:345-346) Kurşunlu Câmi'de korunmaktadır. Diğer cildi ise Şeyh İzzeddin Yûsuf Hakîkî bu eserinde "Hakîkî" buradan alınıp başka yere götürülmüştür (Atmaca, mahlasını kullandığı için, eserlerinde yine "Hakîkî" 1986: 2). Şu an bu cildin nerede olduğu mahlasını kullanan Şeyh Hâmid Velî'nin oğlu Yûsuf bilinmemektedir. Hakîkî ile karıştırılmıştır. İbrahim Hakkı Konyalı'nın Mir'âtü'l-Aşikîn Ve Mişkâtü's-Sâdikîn Aksaray Tarihi'nde Şeyh Hâmid Velî'nin oğlu Yûsuf Hakîkî'ye âit olarak ve bir yaprağının fotoğrafını Mecelletü'n-nisâb'm "Emre" maddesinde Müstakim- zâde ile Kâtib Çelebi, Keşfu 'z-zunûn adlı eserinde verdiği Divan, aslında Sivrihisarlı İzzüddin Yûsuf Yûnus Emre'nin Mir'âtu'l-âşıkîn ve Mişkâtu's-sâdıkîn Hakîkî'ye aittir (Karabulut, tsz: 165). adlı bir eseri olduğunu ve bu eserin Baba Yûsuf Gölpınarlı da, bu Divan'ın 913'te yazılması ve dili tarafından şerhedildiğini bildirmektedir dolayısıyla Baba Yûsuf'un olduğunu ve "Şakâ'ik"te (Müstakimzade, v. 116; Çelebi, 1943: II/1648). Abdülbaki Gölpınarlı, her iki eserdeki ibarenin övülen kitabın bu olduğuna hükmetmek zorundayız karışık olduğunu belirttikten sonra şunları demektedir (Gölpınarlı, 1971: 350). (Bu konuda daha söylemektedir: "Bu kitap mı Yunus'undur da Baba fazla bilgi için bak. Mevlânâ Müzesi Kataloğu (Hzr. Yusuf şerh etmiştir, yoksa "Mir'ât-al-Âşıkıyn", şerhin Abdulbâki Gölpınarlı), Hakîkî 'İzzaddîn Yûsuf (918 H. adı mıdır ve bu şerhte Yunus'un bazı beyitleri mi vardır? 1512): Dîvân, TTK, Ank. 1971, s. 345-350.) Şimdiye dek Yunus'un böyle bir kitabına rastlayan yoktur. Fakat Hüdâyî, "Vâkıâf'ta Üftâdenin, Risâletü'n-Nûriye "Rahmetli Yunus Emre;

Antalya Tekelioğlu Kütüphanesi'nde 297.701 Sakla gönül tarlasın susığırı girmesün noda kayıtlı bulunan eser:

dedi. Sonra bunu, rahmetli Şeyh Baba Yusuf şerh etti amma gerçek, bu şerhten ayrıdır" dediğini, sonradan sözleriyle başlar. Arapça, nesih yazıyla, 210x150-170- da "susığırından maksat, fazla yemekten çekinmektir. 115 mm. ölçüsünde, 26 satirli, llb-28a yapraklarında, Çünkü manda, çok yemek yemenin adıdır. Hatta filigranlı kağıda yazılmıştır. Sırtı ve sertabı kahverengi rüyada görsen bununla yorulur" sözlerini, sözüne meşin, ebru kâğıt kaplı, mıklebli bir cilt içindedir. eklediğini söylüyor (v. 234). Bu sözlerden anlıyoruz ki "Mir'ât-al-Aşıkıyn" Keşideleri kırmızıyladır. şerhin adıdır. Fakat Yunus'un sanılarak şerh edilen şiir, XVI: yüzyıl Bektâşî şairlerinden ve Abdal Mûsâ'nın duâsıyla biten eser, Hacı Osman-zâde Mehmed dervişlerinden 'ındır." (Gölpınarlı, Ağa'nın vakfıdır (TYTK, 1984: IV/279). Konusu 1992: 119) Bu açıklamalarından sonra şiirin tamamını veren Gölpınarlı29 sözlerini şöyle tamamlamaktadır: itibariyle tasavvufî bir eserdir. «Baba Yusuf, bu şiiri ihtimal bir yerde Yunus adına kayıtlı görmüş, belkide birisinden, Yunus'un diye Tefsir duymuş, şerh etmiş, Mir'ât-al-Âşıkıyn böylece meydana çıkmıştır» (Gölpınarlı, 1992:121). Şeyh Baba Yûsuf'un böyle bir eseri olduğundan Ahmet Bican Atmaca söz etmektedir. Atmaca'ya Mevhûb-ı Mahbûb göre, Şeyh Baba Yûsuf'un Farsça tefsirli iki cilt Mesnevî nazım şekliyle yazılmış olan eser, aruzun Kur'ân-ı Kerîm'i vardır. Yine Atmacaya göre bu Mefâîlün Mefâîlün Feûlün vezniyle yazılmış olmasına rağmen, eserde 74b30 ile 76b arasında

bilig-7/Güz '98

143

bulunan 2902 -2970 inci beyitler Fâilâtün Fâilâtün Urup Şeyhoglı yüz eyler temenni Fâilün; 117b'de bulunan ve gazel şeklinde yazılan 4629 Dem-i vaslundan itdürme tedenni (92a) - 4638 inci beyitler Müstefilün Müstefilün Müstefittin Müstefilün ve 125a'da bulunan 4917 ve 4918 inci Bu hep melek adıdur anla sen de beyitler ise Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün vezniyle 'Ayân itdi size Şeyhoglı bende (100a) yazılmıştır.31 7968 beyitten oluşan eserin32 başında kırmızı mürekkeple yazılmış Kitâb-ı Mahbûbiyye Hele Şeyhoglınun iy Hayy u Hannân ibâresi olmasına rağmen, eserin Hâtimetü 'l-Kitâb Zelîl kulundur it derdine dermân (170a) bölümünde geçen: Î Fettâh u İ Vehhâb u i Rahmân Kitâbun adını Mahbûb-ı Mahbâb Zelîl Şeyhoglına sen eyle dermân (194a) Kodum feth itdi Hak itmedi mahcûb (196a) Urup Şeyhoglı yüz eyler temenni beyitten asıl isminin Mahbûb-ı Mahbâb olduğu Hocam şevkünden itdürme tedenni (201a) anlaşılmaktadır. S'de ise, Hâtimetü'l-kitâb bölümünde eserin ismi: Elâ yâ İbn-i Şeyh der-haşr-i ecsâm Mühimmü ez-mühimmâtdur Muhammed (81a) Kitâbun adını Mevhûb-ı Mahbâb Kodum feth itdi Hak itmedi Mahcûb Ko gayzı tut sözin sen İbn-i Şeyhün Girüp Firdevse tâ 'işret idersin (132a) ' beyitinde «Mevhûb-ı Mahbûb» şeklinde geçmektedir. (Eserin hem konusu hem de aşağıda belirteceğimiz Gölpınarlı, Alevî Bektaşî Nefesleri isimli eserinde, bu eserin yazılma gayesi göz önünde bulundurulursa bu Şeyhoğlu'nun tarih bakımından, ne Germiyanlı Emîr ismin esere daha uygun olduğunu düşündük ve eserin Süleyman'ın nedîmi olan ve Yıldırım Bâyezîd adına, ismini "Mevhûb-ı Mahbûb" olarak verdik.) 789'da "Hürşîd-nâme"yi yazan Şeyhoğlu olabileceğini Eserin sonunda yer alan şu ifadelerden eserin ne de Hümâ vü Hümâyûn ismiyle şöhret bulan ve asıl Baba Yûsuf tarafından kaleme alındığı isminin Gülşen-i Uşşâk olduğunu söylediği anlaşılmaktadır: mesnevinin nâzımı olan ve Şeyhoğlu mahlasını «Musannif Şeyh-i fâzıl vü mürşid-i kâmil Baba Yûsuf kullanmayan, Şeyhoğlu Cemâli olabileceğini bin Şeyh Halil Baba bin Şeyh 'Alâ'ed-dîn bin Şeyh söyledikten sonra, Baba Yûsuf olduğunu kaydetmiştir.34 İbrahim bin Şeyh Safiyüddîn bin Şeyh 'Abdulcelîl....» Eserin Hâtimetü'l-Kitâb bölümünde geçen şu beyitten (201a-201b). Ayrıca, K'de varak 100a'nın kenarına bir 913/1507-1508'de tamamlandığı anlaşılmaktadır: başkası tarafından yazılan «Kitâbet-i mü'ellif Baba Yâsuf rûhıçun fâtiha» ile varak 195a'nın kenarındaki Tamâm oldı kitâb minnet Hudâya «Tazarru'-ı mü'ellif Baba Yûsuf li-nejsihi ve li-sâ'iri'l- Tokuz yüz on üçünde men gedâya (196a) müslimîn» iki kayıttan da bu eserin Baba Yûsuf tarafından te'lîf edildiği anlaşılmaktadır. Ancak, Baba Ayrıca, şu beyitlerle: Yûsuf eserinin 7 beytinde "Şeyhoglı", 2 beytinde ise Şeyhoğlu manasına gelen "İbn-i Şeyh" mahlasını Halîfe şimdi Sultân Bâyeziddür kullanmıştır:33 Hil(i)m hulkıla 'âlemde ferîddür (13a) Hocam Şeyhoglına lutfun 'ata kıl a Şük(ü)r Hakka ki irdük bu zamâne Dilegin o kulun yâ Rab revâkıl (18 ) Ki Sultân Bâyezid Hândur divâne (16a) Neden halk eyledi 'arşını Allah Disün Şeyhoglı bu sırdan ol âgâh (27b) İden milket-i Rûmda 'adl u dâdı Bu 'asr içre odur dînün 'imâdı

bilig-7/Güz '98

144

şâirimizin eserini Sultan II. Bâyezid zamanında telif Şâirin nasihattan muradı ise, Allah (C.C.)'ın ettiği görülmektedir. Ayrıca: rahmetine nâil olmaktır:

Agardı saç sakal yok mende devlet Nasîhatdan murâd budur efendüm Ola ki yitişe lutf u sa'âdet (90b) Ümîdüm bu ki rahmet ide Allah (196a)

Agardı saç sakal yok mende devlet Oysa kendisinin nasihat etmesine karşılık onların a Ola ki tuta elim dest-i 'inâyet (199 ) kendisine «töhmet id» mesinden dolayı serzenişte bulunur: beyitlerinden eserini hayatının sonlarına doğru telif ettiği anlaşılmaktadır. Nasihat idüben ögüt virürsem Agah Sırrı Levend, eseri, "Dinî Edebiyatımızın Bana bin dürlü sen töhmet idersin (132a) Başlıca Ürünleri" isimli makalesinde "Yüz Hadis" 35 kısmına dahil etmiştir . Oysa eser, müellifin Ama «hakkı» söylemek kendi üzerine «vâcib»dir: tabiriyle «külli enâme» «nasihatdur»: Bize vâcib durur hakkı diyelüm Dilümde zahir oldı işbu nâme Küf(ü)r elfâzını tahrir idelüm (144a) Nasihatdur içi külli enâme (195b) Baba Yûsuf, Mevhûb-ı Mahbûb'ı yazma sebebini, Baba Yûsuf, bir müslümanın dînî vecibelerini tam eserin Sebeb-i Te'lîf-i Kitâb bölümünde şöyle ve doğru olarak yerine getirmesi ve dînî hayatını açıklamaktadır: tanzim edebilmesi için mensubu olduğu İslâm dininin ahkâmını çok iyi bilmesiyle mümkün olduğunu Hudâdan bir gice men kula iy cân Yitişdi feyz ü b a bildiğinden eserini telif ederken anlattığı konuları hem ilhâm u ihsân (18 -19 ) muhakkak bir âyet veya hadîse dayandırmış bazan da hikâye ve menkıbelerle zenginleştirerek okuyucuya Şikeste gönlümi şâd itdi Allah hatırlatmak, onun bu yoldaki azmini Bu men mücrim kulın yâd itdi Allah kuvvetlendirmek ve ona gerçek «'izz ü huzûrı» tattırmak yoluna gitmiştir. Şu beyitlerden de bunu Gönül âyînesin pâk itdi ol Hak açıkça anlamaktayız: Vakarum perdesin çâk itdi ol Hak

Yolun bilmek dilersen bu kitâbı Vücûdum Tûrına nûr-ı tecellî Alup elüne gel okı bu babı (7a) Tokundı virdi vü kalbe tecellî

Bilesin hâlüni tanıyup özün Ma'ârif gencini feth itdi çün yâr Cehalet zulmetinden kumlasın Temâşâ eyledüm neme menüm 'âr

Gel imdi ders okı bu nâmeden sen Ne kuvvet varidi mende ne kudret b Cihâna tolasın hâk olmadın ten (7 ) Elümi tutdı nâ-geh dest-i kudret

Murâduna imp rif'at bulasın Yitürdi derdüme ol demde dermân Kemalile ferîd bî-cân olasın Safâ şevk haddine irdüm firâvân

Tecellî nûrıla pür ola kalbün Didüm Mu 'tî vü yâ Mühdî vü Allâh Gide kalmaya hîç gönlünde reybün Tevekkeltü 'aleyke hasbiya'llâh

Gel imdi terk idüp 'ucb u gurûrı Mefâtîhin idüp izhâr gözüme Bulalum cehd idüp 'izz ü huzûrı Yenâbi'-i hikem geldi dilüme

bilig-7/Güz '98

145

Göründi gözüme beydâ-i ma'nî rüyasında Ka'be'de Hacerü'l-Esved'in yanında Bu elfâz dilüme geldi ki ya'nî yazması işaret edilen manzum eserin muhtevası incelendiğinde Mevhûb-ı Mahbûb olduğu düşüncesi 'Atâsına meni Hak kıldı mazhar ağırlık kazanmaktadır. Ayrıca: Bana mahfi olan oldı musahhar Bu durur maksûd menümçün bilesin Nazar itdi çil Hak men hâkisâra Rahmet eylesün ana Hak diyesün (75b) Mecal komadı dahı intizâra Kim ki bu nazmı görüp ide duâ Meni gark itdi bahr-i bî-girâne Rahmet eylesün Huda her dem ana 'Atâ ilhâm idüp rûh-ı revâne beyitlerinden, Baba Yûsuf'un maksadının bu eseri Hudâdan lutfını itdüm temenni görenlerin kendisine Allah (C.C.)'ın rahmetini Yitürdi men kula itdi teselli dilemeleri olduğu anlaşılmaktadır. Mevhûb-ı Mahbûb'da yer yer Arapça ve Farsça Gözümü açuban gösterdi yolum yazılmış beyitlere de rastlanmaktadır: Ne var elde menüm bildüm husûlum İlâhı Rabbenâ fagfir zünûbî a Çü gördüm feyz-i feth-i lutf-ı BM Tesaffah zelletî ve 'stur 'uyûbî (24 ) O dem çâk eyledüm delk-i vekârı Tehattat havbenâ kün li-mu 'inen Dahı kalmadı bir dem ihtiyârum Tenevver kalbenâ vâ'det yakînen Döküp virdüm yile nâmûs u 'ârum Tedeffa' kurbetî ente Kerîmu 36 Hakikat bahrimin gavvâsı oldum Teraffa' kudretî ente Rahîmu Haka döndüm ki nefse 'âsi oldum Bu dünyâdur giçer înrâ harâbest b Ma'ârif gencini açdum gel imdi Harâb ender harâb ender harâbest (13l ) Eger tâlibisen dür al imdi Ki âhir cümle halk gark-ı türâbest Aşağıdaki beyitlerden ise, Baba Yûsuf'un Türâbest ü türâb gark-ı türâbest söylediklerinin tamamıyla Allah (C.C.)'ın kendisine 37 ilham ve nasip etmesiyle olduğunu anlıyoruz: Ki "küllü men 'aleyhâ" goft ki fânest Müyesser itdi yazdum bu kitabı Ki îzed dân cihân fânest ü fânest Bana ilham iden Hakdur bu bâbı (195b) Ve mâ fîhâ bidân mürdâst 'ayânest 38 Ne gelürdi hanum menüm elümden Götürmese 'Ayânest ü 'ayânest ü 'ayânest hicabı Hak yolumdan Gerek bu Arapça ve Farsça beyitler gerekse eserini telif ederken pek çok Arapça yazılmış Nasîbümdür benüm gelen zebâne eserlerden istifade etmesi, ayrıca Arapça tasavvufî bir a Budur söyledügüm hemân divâne (46 ) eser ile Farsça tefsir yazması, Baba Yûsuf'un Arapça ve Farsça'yı çok bildiğinin ve çok iyi bir eğitim Ma'ârifden seh(i)v bu oldı maksûm gördüğünün açık bir ifadesidir. Bu bir mücrim kula Hakdan i mahdum Baba Yûsuf, eserini telif ederken pek çok tefsir, Gerek Sebeb-i Te'lîf-i Kitâb bölümünden fıkıh, akaid, tasavvuf... eserlerinden istifâde etmiş ve zikrettiğimiz beyitler gerekse yukarıda zikrettiğimiz onları zikretmiştir: diğer beyitlerden Baba Yûsuf'a Gelür Süllimede bir ulı temsil Kulag ur cânıla gel itme ta'lil (138b)

bilig-7/Güz '98

146

Budur takdime vechi gelür haberde Eserin okunmasında canlılığı sağlamak, Beşîr Kadı vü Keşşaf-ı Kebîrde (138b) okuyucunun dikkatinin dağılmasını önlemek için çeşitli aralıklarla gazel tarzında şiirler de yazmıştır. Bu Be-külli kâfir olur dinle bu pendi şiirlerden bir tanesi şudur: Gelür hâvî Hulâsada efendi (149a) Vakt-i mülâkatdur bu dem gel diyelüm derdik hû Vuslat demi durur bu dem gel diyelüm derdik hû Nihâyetü'l-Akdâm dirler anda Gelür bu mes'ele mestûrdur anda.... (117b-118a)

Kaynaklarda gördüğünü aynen naklettiğini, Cân u gönülden derdik yanıp yakılup zevkile kendisinden bir şey katmadığını, zaten katmaya ne Na'ra uralum şevkile gel diyelüm derdik hû gücü ne de kudreti olduğunu, hatta katacak kadar «ebleh» olmadığını şu beyitleriyle ifade etmektedir: Çün oldı bu vakt-i likâ toldı cihân bây-ı bekâ İrdi Hudâya Mustafâ gel diyelüm derdik hû Şu kim makdûrıdı yazdum anı men Aç gözüni ko gafleti saçıldı Hakkun rahmeti Hanum tefsîre halt itmedüm men (69b) İçüp şarâb-ı vahdeti gel diyelüm derdik hû Ne mikdârum ne haddum var ne çâre Rahmet kapusın açdı Hak gelsün beri hep ehl-i Hak Ki gayrı söz katam men yüzi kara Cürmümüzi 'afv ide Hak gel diyelüm derdik hû Kitâbda gördügüm sözleri direm Bu şu'lenün can bâcıdur 'âşıklarun minhâcıdur Dimen görmedügüm ebleh degülem (149a) Muhammedün mi'râcıdur gel diyelüm derdik hû

Anlattığı olaya veya konuya inanılmadığı zaman Yüz ur Hudâdan derdik külli günehlerün dile ise, inanmayanların naklettiği eserin ismini vererek Gel 'ışkıla bu dem hele gel diyelüm derdik hû ona bakmalarını ister: Şükr Ganîdür Rahmân Rahîmdür Rabbimüz Bunı Ma'âric vü 'Uddede soyla 'Afv ide bizi Rabbimüz gel diyelüm derdik hû Bulamazsan bana sad la'net eyle (96a) Muhammedi Allâhile her dem getür yâd it dile Gelür Kurtubînün bu söz içinde Bilişesin Allah ile gel diyelüm derdik hû Delîl vardur buna Kur'ân içinde (167b-168a) İrdük hele bu ni'mete kıl tevbe külli zellete Bunun bilmek dilersen gâyetini Gark ide Hak tâ rahmete gel diyelüm derdik hû Gör iz kâmûfe-kâlû âyetini Ayrıca: Nazar kıl bu mahalde Kurtubîde İdelüm ihtisâr kasr-ı kelâmun Ne ise hakkı ol sana eyide Latîf olur sözi budur'izâmun (100b)

Tefâsîrde dahı 'Allemeyi gör Tavîl ola kelâm andan letafet Neyise bilesin hakkı sen anı gör Gider kalmaz safâ iy 'âli-himmet

Çeşitli tefsirlerden ve diğer dînî eserlerden Okuyan da bizer hem dinleyen de «nazım idübeni tercüme it»mesinin sebebi, inananlara Sıkılur incinür cân da beden de hem faydalı olması hem de inananların onunla amel etmesidir: beyitlerinden de anlaşılacağı gibi Baba Yûsuf eserinde anlatacağı konuların hem okuyucu hem de dinleyici Naz(ı)m idübeni tercüme itdüm b tarafından sıkılmadan okunmasını sağlamak, hem de 'Amel itmegiçün nefiçün itdüm (138 ) sözün letafetini yok etmemek için konuları kısa ve özlü bir şekilde anlatmıştır.

bilig-7/Güz '98

147

Ancak, bir konuyu anlatırken başka konuya Edebsüzler hayâsuzlar çogaldı geçmesi, konu bütünlüğünün bazen dağılmasına sebep Anınuçun fesâd fitne çok oldı (172b) olmuştur. Eser, nasihatnâme özelliği taşıdığından edebî hiçbir kaygı güdülmeyip halkın anlayabileceği Baba Yûsuf şu beyitlerde ise, o dönemde şeyh bir dille ve sohbet havasıyla yazılmıştır. olarak geçinenleri eleştirdiği görülmektedir: Eserinde kendisine muhatap olarak inananları aldığını «münkir»ler ile «hayvan» gibi yaşayanlara ise Yüri sen yoluna iy dâll ü mühmel bir sözünün olmadığını şu beyitlerden anlıyoruz: Degüldür şer'ile dînün mükemmel (167b)

Şu kim münkirdür ana yok sözümüz Var evvel kendüni eyle müsülmân Anun şeklini görmesün gözümüz (90b) Kılasın ba'dezân da'vâ-yı îmân

O ki insândur anadur sözümüz Yüri şeyhlik adın niçe satarsın Bizüm hayvanıla yokdur sözümüz (107a) Şer(i)' hükmini arduna atarsın

Ayrıca, Baba Yûsuf'un şu beyitlerinden o zamanki Riyâ zerk idüben raks-ı harâma halkın yaşantısını tenkit ettiğini görüyoruz: lz(i)n virüp helâl dirsin 'avâma

Bu halkun yok durur ekser temizi Buzaguya tapanundur bu ef âl Küf(ü)r îmân nedür bile 'azîzi (145b) Harâmdur bu fi'(i)l degül helâl

Hazer kılmaz dirîg küfr ü riyâdan Cedel itme bizümile i deccâl a Resûlden utanup korkmaz Hudâdan Çıkarma halkı yoldan idüp idlâl (168 )

'İbâdet zühd idüp bir ad takınmaz Yum agzun söyleme şer'ün hilâfı Uyar kâfirlere dînin sakınmaz Bırakma ortaya hîç ihtilâfı

Cihândan göç idüp gitdi erenler Ne var geydünise delk-i murakka' Yirine kaldılar hep hep bî-nazarlar (2 lb) Ridâ vü hırka vü tâc-ı murassa'

Edeb erkân nedür ki bilmediler Ridâ vü hırka vü tesbîh ü tâcun Ulular sohbetine irmediler Ne nef'i var ola koltukda hâçun Libâs geyse olur mı hîç har âdem Yolun görmediler nedür yaragın Ana dir mi 'amû hîç kimse âdem Yürürler semridüp nefsi yaragın Giyerse başına meymûn külâhı Ne irşâd gözedürler ne hod takva Hîç âdem olmaz o ko iştibâhı Kib(i)r 'ucb kasdları işleri da'vâ Virüse şeyhile mürîd mezâda Bahâsı eylemez pûldan ziyâde (176b) İl(i)m yok cehlile bî-gam yürürler Hemân şeytân gibi kendin görürler Baba Yûsuf, bütün müslümanları yaptıkları yanlış işlerden dolayı pişmanlığa davet etmektedir: Kemâl yok ma'rifet nedür ki bilmez Menüm dir lâf ider Hakdan utanmaz Budur sözüm sana ki iy müsülmân Olalum yanlış işlere peşîmân (142b) Ridâ vü sakalun cübbe vü destâr Son olarak eserin yapısına kısaca değinmek a Onarmadı seni hîç itmedün 'âr (135 ) istiyoruz: Baba Yûsuf eserine "Tevhîd" ile başlamıştır.

bilig-7/Güz '98

148

Daha sonra münâcât, na't ve dört halifeyi ayrı ayrı sayfada 19 satır bulunmaktadır. Ketebesi bulunan medihten sonra sözü devrin padişahı Sultan II. nüsha, 1049/1641 tarihinde istinsah edilmiştir. Bâyezid'e getirerek "Nasihat li-Sultân" başlığı altında ona çeşitli nasihatlarda bulunmuştur. Kıyâfet-nâme Çeşitli konulara değindikten sonra da "Sebeb-i Manzum ve hacim itibariyle küçük olan bu eser, Te'lîf-i Kitâb" başlığı altında eserini yazış sebebini Baba Yûsuf'un Mevhûb-ı Mahbûb isimli mesnevisinin açıklamıştır. Baba Yûsuf, bazan konu başlığı vererek içinde, Nasîhat-ı Dil-pezîr başlığı altında, Konya bazan da "tenbîh, cevâb, hikâyet, hisse, temsil, te'vîl, Koyunoğlu nüshasında 55a-56b; ' Orhan Ersoy'a ait insâf, dakika, nükte, nasihat, tahrîs, fevâyid, irşâd" gibi nüshada ise 61b-63b varakları arasında geçmektedir. başlıklar altında yaratılış, Âdem (A.S.)'ın ve evlâdının Aruzun mefâîlün mefâîlün feûlün kalıbıyla yazılan yaratılışı, resûl ile nebî arasındaki fark, duâ, Hz. eser toplam 67 beyittir. Eserde geçen: Muhammed (S.A.V.)'in yaratılışı, isimleri, sıfatları, hicreti, savaşları, miracı, vefatı, Hz. Fatıma'nın vefâtı, Fütûhât sözüdür fe'sma' ve fa'lem uhuvvet, du'a ve du'â çeşitleri, Kâf Dağı, çeşitli dînî Bu mezkûr küllisi va'llâhu a'lem meselelerde verilen fetvâlar, tasavvuf, tarikat, îman ve îman çeşitleri, şerî'at, hakîkat, dervişlik, şeyhlik, Buyurmışdur bu nushı Şeyh-i Ekmel mahabbetu'llah.... gibi birçok dînî konulara temas Orta Asya şah-ı evliyâ, sultân-ı kümmel etmiştir. Temas ettiği her konuyu muhakkak bir âyet veya beyitlerinden şâirin eserini Şeyh-i Ekmel İbn-i hadîse dayandırmıştır. Bundan dolayı, eserde, âyet ve Arâbî'nin El-Fütûhâtu'l-Mekkiyye adlı eserinin hadîse geniş yer verilmiştir. yüzkırksekizinci bâbı olan Fî-Ma'rifeti Makâmi'l- Eserde, 178 tane yukarıda belirttiğimiz şekillerde Firâseti ve Esrârihâ (İleri Görüşlülüğün Makamı ve bölüm başlığı ile alt başlık vardır. Sırlarının Bilinmesi Hakkında)'dan tercüme ettiği anlaşılmaktadır. Mevhûb-ı Mahbûb'un Nüshaları Şâir eserine "firâsetden nasihat vereceğini, bu Mevhûb-ı Mahbûb'un tesbit edebildiğimiz iki nasihata kulak vererek hayır ve şerrin kimden nüshası vardır: geleceğini bilerek amel etmemizi" isteyen şu beyitlerle başlamaktadır: Koyunoğlu Kütüphanesinde Bulunan Nüsha (K) Konya'da Koyunoğlu Kütüphanesi'nde 13291 Firâsetden sana eylelyeyin pend numarada kayıtlı bulunan nüsha, 201 varak39, 25x15- Bu pende gûs urursan iy hired-mend 21x9 ebadında, mıklaplı ve meşin bir ciltle citlenmiş, her sayfada 21 satır40 bulunan, kötü bir harekeli nesih Hay(ı)r kimden gelür ya şer bu pendi yazıyla filigranlı kağıda yazılmış olup ketebesi İşit bil de 'amel eyle efendi bulunmamaktadır. Ancak imlasına bakarak XV ila (Kartal, 1998: 55-6) XVI. asırlarda yazıldığını tahmin etmekteyiz. Şâir, daha sonra bir kimsenin baş, saç, göz, kulak, Orhan Ersoy'a Ait Nüsha (S) el, ayak, burun vs. uzuvlarından ve dış görünüşünden hareketle onun ahlâk ve karekter husûsiyetlerini Bu nüshanın orjinal deri cildi yıpranmış olup, belirtir: kitapla ilgili kapak bilgileri sonradan deri altındaki mukavva üzerine kurşun kalemle yazılmıştır. Bu Başı büyük ola çün âdemün bil cildin sert kısmı sonradan bezle desteklenmiştir. 'Ak(ı)l ehli olur bî-hıkd Özbek bî-gıl Ebadı, 28x19 olan eser, aharlı kâğıda yazılmış olup 226 Başı küccük oluncak 'akl olur az varaktan ibarettir. Bazı sayfaları zarar görmüştür. Dimek olmaz ana hic kimsene râz Eserde metin, sayfalara iki sütun halinde güzel bir harekeli nesihle yazılmış olup her Kişinün ak olup gâyet de teni Gözi gök olıcak sen dinle meni

bilig-7/Güz '98

149

Katı yüzlü olup olur edebsüz Ey ki hebâdur ey ki hebâdur işbu fenâya olan emekler v Fesâd fisk ehli hâyin ola yüzsüz Renc-i anâdur renc-i anâdur bunda bu yinen h ân nemekler Bunca cefâlar bunca cefâlar çekdügün ola vire safâlar Yüzi yumrı olup olsa enek tar Ol sana düşdür ol sana düşdür çok sınamışdur anı zîrekler Başınun kılları çok olsa iy yâr (55a)... Nice bu sevda nice bu seyran mülki viran eyledi devrân Baba Yûsuf, eserinin sonunda "müstakbel ile hâlin Şöyle kalursın müflis ü uryan kanı bu esbab bunca yaraklar iyi olması için verilen nasihatların kabul edilmesini, Göçe yürürsin göçe yürürsin cân cihandan geçe yürürsin eğer kabul edilmezse pişman olunacağını, pişman Şol agu kim sen içe yürürsin yakdı vü deldi ince yürekler olmamak için ise ulular pendinin zâyi edilmemesi" gerektiğini şu beyitlerle ifade etmiştir: Dime ki tutam dime ki tutam işbu fenayı sanma ki yafam Niçe yaparsın niçe yaparsın yıka yürürler anı felekler

Nazar kıl sen bu pende itme ihmâl Menem ol pîr-i Ken'ân-ı Ya'küb ağlaram Yusuf 'um görüp Kabul it nîk ola müstakbel ü hâl Yüzümindün gün topraga urup ol dilersiz gözi karaklar

Eger ihmâl idersen sen bilürsin Geç ey Yûsuf geç ey Yusuf bâtıl iş içün itme teessüf Bilürem ba'dezan nâdim olursın Tâlib-i Hak ol tâlib-i Hak ol rehberün ola Hızr-ı melekler (Cunbur, 1987: 69-71)

Ulular pendini eyleme zâyi' Bu şiir hakkında Müjgân Cunbur şunları Budur İslâm olasın nusha kâni' söylemektedir: «Hacı Bayram'ın "N'oldu bu gönlüm" (Kartal, 1998:56) diye başlıyan şiirinin havasını taşıyan bu şiirde, Hacı Bayram'dan Akşemseddin'e, ondan da Baba Yusuf 'a Eski Bir Mecmu'a-i Eş'ar'da Yer Alan Şiiri geçen bir tesirin izleri görülmektedir. Şiirin Yusuf Bu Mecmu'a-i Eş'ar, Milli Kütüphane Yazma Hakiki'nin olabileceği de akla gelebilir. Ancak bu zatın Eserler kısmındaki Fahri Bilge koleksiyonunda 442 şiirdeki mahlası Hakiki olup, yukardaki deyiş genel sıra numarası ile kayıtlıdır. Bu mecmuayı Müjgan yapısıyla da görebildiğim kadar onun şiirlerinin havasını Cunbur ilim âlemine tanıtmıştır. taşımamaktadır» (Cumbur, 1987: 71). Şâiri hakkında Mecmuada toplam 26 şâirin, çoğu tasavvufî halk ise şunları ifade etmiştir: «Mecmuada bu şahsın şiirinin şiiri vadisinde yazılmış deyişleri vardır. Bu şâirlerden üzerine yanlışlıkla Yunus diye yazılmıştır. Mecmuanın biri Baba Yûsuf olup onun adına bir şiir kayıtlıdır. sonradan yapılan fihristinde ismin yanına Sivrihisarlı Mecmuanın 80b varakında bulunan şiir şudur: kaydı konmuştur» (Cumbur, 1987: 70). ■

bilig-7/Güz '98

150

AÇIKLAMALAR

1. Bu konu ile ilgili olarak "II. Bâyezîd ile Münasebeti ve başladı. Bir ara, Bursa halkının aşırı ilgisi karşısında "sırrının faş Hacca Gitmesi" bölümüne bakılabilir. olduğunu, dile düştüğünü" söyleyerek birkaç müridi ile Bursa'yı 2. Yazımızda kullandığımız beyitler, Koyunoğlu terkederek Konya Aksaray'a yerleşti. Bir müddet sonra hacca gitti. Kütüphanesi'nde bulunan nüshadandır. Dönüşünde Darende'ye gelerek oraya yerleşti. 1413 yılında 3. Kitâb-ı Bahriye'de Sivrihisar, Aydın İline bağlı bir liman Darende'de vefat etmiştir. Yûnus Emre tarzında bazı ilâhileri olarak geçmektedir. Çevirmen ise, dipnotta Aydın'ı, merkezi vardır. Bak. Abdullah Uçman, "XV. Yüzyıl Tekke Şiiri "Hâmid-i bugünkü Aydın şehri olan ve Osmanlı döneminde İzmir, Aydın ve Velî", Büyük Türk Klâsikleri,, C. 3, Ötüken-Söğüt, İst. 1986, s. 13. çevresini içine alan il; Sivrihisar'ı ise bugünkü Seferihisar olarak 11. Pişenbe gicesi mescid içinde (197a) açıklamıştır. Bak. Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriye, (Hzr. Mert Bayat), C Olurken mu'tekif gice içinde 1, İst. 1988, s. 89/b, 385. Dinildi bana nefsün kâni' eyle 4. Yaklaşık 590 yılında Mekke'de doğan Ca'fer b. Ebû Tâlib, Bu mescidi dürüş yap câmi' eyle Hz. Ali'nin öz kardeşi olup ondan on yaş büyüktür. Ebû Tâlib'in Tevekkeltü ala 'llâh diyü fi'l-hâl çoçukları fazla olduğu için amcası Abbas tarafından Turugeldüm yirümden fârigu'1-bâl yetiştirilmiştir. Hz. Peygambere ilk iman edenler arasında yer Yitişdi şeyhimüz şemsü'l-mehâmid almıştır. Mekkeli müşriklerin müslümanlara eziyet ve işkenceleri Münîb ü kutbu'l-aktâb Şeyh Hâmid artınca Ca'fer hanımı Esmâ bint Umeys ile birlikte Habeşistan'a Didi yap cami'i hidmet idelüm hicret eden ikinci kafileye başkan tayin edildi. Hudeybiye 'Atâ nusret du'â himmet idelüm Antlaşmasından sonra Arabistan'a geri döndü. H. 8 (M. 629) Fakire oldı çünki bu işâret yılında Suriye'ye gönderilen orduya Hz. Peygamber Zeyd b. İşaret oldı cân 'ayn-ı beşâret Hârise'yi kumandan tayin etti. Eğer o şehid edilirse Ca'fer b. Ebû Bi-hamdi'llâh yapıldı mescid oldı Tâlib'in, o da şehid düşerse Abdullah b. Revâha'nın orduya İçi Kur'ân zik(i)r hamdıla toldı kumanda etmesini istedi. Mûte'de, İslâm ordusunun bu üç 12. Tahsin Özalp, adı geçen eserinde Hamid Baba'nın Sofu kumandanı da şehid olmuştur. Bak. Ahmet Önkal, "Ca'fer b. Ebû Baba'nın oğlu olduğunu söylemektedir. bkz. s. 128. Tâlib" mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ans., C. 6, İst. 1992, s. 13. Hacı Bayram-ı Velî tarafından kurulan Bayramiye tarikatı, 548-549. Mevlevîlik ve Bektaşîlikten sonra Anadolu'da oluşan üçüncü büyük 5. Baba Yûsuf'un ifadelerine göre, Abdulvehhâb Hazretleri, tarikattır. Bayramiye tarikatının Osmanlı döneminde mühim sahabenin fakihlerinden olup zühd ü takva sahibidir. Cömert tesirleri olmuştur. Hacı Bayram-ı Veli'nin yanında yetişen olduğu kadar cesur bir kimsedir. Bak. Mevhûb-ı Mahbûb, K. 197a insanların sohbet ve eserleri daha sonraki asırlarda oluşan tasavvufî 6. Hacı Bayram Veli, Ankara yakınlarında Solfasol'da doğdu. düşünce ve zihniyetin oluşmasında birinci derecede rol Ankara'da vefat etmiştir. Bayramiyye tasavvuf ekolünü kurdu. oynamışlardır. Bak. İsmail Kara, "Osmanlılar'da Tasavvuf ve Alim bir sufiydi. Gençlik yıllarında medrese müderrisi iken Tarikatlar", OSMANLI ANS. Tarih - Medeniyet - Kültür, Ağaç tasavvufa intisab etmiştir. Türkçe bir kaç şiirinden başka elimizde Yay., C. 1, İst. tarihsiz, s. 199. eseri yoktur. Bak. Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Ankara 14. Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza olup 1390 Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yılında Şâm'da doğmuştur. Akşemseddin veya kısaca Akşeyh Yayınları No: 190, İkinci Baskı, Ank. 1991, s. 150. adıyla şöhret bulmuştur. Yedi yaşlarında babasıyla birlikte 7. Yûnus Emre, Sivrihisar'a bağlı Sarıköyde doğmuştur. Türk Anadolu'ya gelerek o zaman Amasya'ya bağlı olan Kavak ilçesine sufilerin en büyüklerinden biridir. Tabduk Emre'nin tasavvuf yerleşmiştir. Kur'ân'ı ezberleyip kuvvetli bir dînî tahsil gördükten terbiyesiyle yetişmiştir. 1320 yılında Sarıköyde öldüğü rivayet sonra Osmancık Medresesi'ne müderris olmuştur. Daha sonra edilmektedir. Türkçe tasavvufî şiirlerinin olduğu bir Dîvân'ı vardır. tasavvufa yönelerek Hacı Bayram'a intisab etmiştir. Sıkı bir riyazet Hayrani Altıntaş, a.g.e., s. 149. ve mücahededen sonra şeyhinden hilafet almıştır. Hacı Bayram 8. Orhan Keskin, Sivrihisarlı olup halen Eskişehir'de ikamet Velî'nin vefatından sonra onun yerine irşâd makamına geçmiştir. etmektedir. Fâtih Sultan Mehmed'in hocası olup İstanbulu'n da manevî fâtihi 9. Ahmed Bican Atmaca, bu zâtın mezarının kandil günlerinde olmuştur. Hayatının son yıllarını Göynükte geçiren Akşemseddin ziyaret edildiğini ve geç yürüyen çocukların türbesinin etrafında 1459 yılında burada vefat etmiştir. Bak. F. Orhan Köprülü - dolaştırılarak onun manevî ve rûhânî feyzinden yararlanıldığını Mustafa Uzun, "Akşemseddin" mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm kaydetmektedir. Bak. Sivrihisar'da Yetişen Ünlüler ve Menkıbeleri, Ans., C. 2, İst. 1989, s. 299-301. Işık Matbaası, [Eskişehir] 1986, s. 47. 15. Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler, s. 102. 10. Şeyh Hâmid, Hacı Bayram Velî'nin şeyhi Hâmid-i Velî Ayrıca Recep Akakuş, a.g.e.inde Baba Yûsuf un Bayramı Hazretleri'dir. Musa Şemseddîn adlı bir şeyhin oğlu olup Bursa'da tarikatının ileri gelenlerinden olduğunu söylemektedir. Bak. s. 254. fırıncılık yaptığı için Somuncu Baba veya Ekmekçi Koca, bir ara 16. Ahmed Bican Atmaca, adı geçen eserinde Baba Yûsuf'un da Aksaray'da kaldığı için Hamîdüddîn-i Aksarâyî diye anılır. 1325 II. Bâyezîd tarafından yaptırılan mezkur câmiinin açılışına yılında Kayseri'de doğan Hâmid-i Velî, tahsil için Kayseri'den çağrılması ile ilgili olarak şu anekdotu vermektedir: «Fatih Sultan ayrılarak Şam, Tebriz, Erdebil gibi şehirleri dolaşmıştır. Erdebil'de Mehmed'in oğlu, II. Bâyezîd Han her padişahın yaptırdığı gibi Şeyh Seyfeddîn İshak'ın torunlarından Alâeddin Ali Erdebilî'ye ismine izafeten bir cami inşa ettirir. Yapımına çok önem ve itina intisab etti. Burada kısa bir müddet içinde zâhirî ve bâtınî ilimleri gösterdiği cami'nin ibadete açılışına da öğrendikten sonra manevî bir işaretle Bursa'ya giderek fırıncılık yapmağa

bilig-7/Güz '98

151

çok önem vermektedir. Çevresindeki ilmiye sınıfına: «Cuma a.g.e.inde Padişahın üç yeni müslümana para ve kıymetli eşyalar namazını ben kıldıracağım. Vaaz ve nasihati de ülkemizin en iyi hediye ettiğini söylemektedir. Bak. s. 457. vaizi yapacak. Böyle bir vaiz bulun» diye emir verir. 22. Bâyezîd Han'la Baba Yûsuf arasında yapılan bu babalık ve İlmiye sınıfı ileri gelenleri, böyle belâgatlı ve üstün bilgili bir oğulluk akdinden sonra, Bâyezîd Han'ın Baba Yûsuf'a "Baba" diye vaizin ancak Sivrihisar'da bulunacağına karar vererek Sivrihisar'a hitap ettiği ve bundan dolayı Baba Yûsuf un "Baba" lakabıyla gelirler. Sultanın arzusuna uygun bir vaiz isterler. Sivrihisar anıldığı halk arasında söylenmektedir. Ayrıca Ahmet Bican Medreselerinin büyükleri Şeyh Baba Yûsuf u tensib ederler. Atmaca, a.g.e.inde bu hadiseden sonra II. Bâyezîd'in Baba Yûsuf a İstanbul'a gelen Şeyh Baba Yûsuf Hazretleri, Cuma günü şeyhülislâmlık, müderrislik, kadılık gibi görevler teklif ettiği ve Bâyezîd Camii'nin kürsüsünden, vaaz u nasihata başlar." Bak. s. 2. Baba Yûsuf un ise bu teklifleri kabul etmediğini söylemektedir. Celâl Yıldırım ise, a.g.e.inde, II. Bâyezîd'in ilmiyle, irfaniyle, Bak. s. 3. Celal Yıldırım ise, a.g.e.inde, Baba Yûsuf Hazretlerinin keramet ve takvasiyle ün yapan Baba Yûsuf Hazretlerinin namaz maddeye değer vermeyen bir Allâh dostu olduğunu ifade ettikten kıldırmasını, vaaz edip hutbe okumasını arzu ettiğini ifade ettikten sonra, O'nun sultan (II. Bâyezîd) ile olan münasebetlerinin hep sonra, sultanın bu arzusuna olumlu cevap veren Baba Yûsuf mânevî alanda kaldığını ifade etmiştir. Bak. s. 242. Hazretlerinin birçok müridi ve yakın dostlarıyla câmi'e geldiğini 23 . Emir Sultan (1368-1429), sufi Emir Külâl'in oğludur. belirtmektedir. Bak. s. 241. Buhara'da doğmuştur. Bursa'da medfundur. Sultan Yıldırım Ayrıca, Cahid Baltacı, Bâyezid medresesinin resmî açılışını da Bâyezîd'in damadıdır. Bak. Hayrani Altıntaş, a.g.e., s. 150. Baba Yûsuf un yaptığını söylemektedir. Bak. XV-XVI. Asırlarda 24. Bu parçanın Sivrihisar'da yatan Baba Hamdullah Osmanlı Medreseleri Teşkilat-Tarih, İrfan Matbaası, İst. 1976, s. türbesinde olduğu da rivayet edilmiştir. Bak. Osmanlı Müellifleri, 164-165. C. 1, s. 58. Ayrıca Ahmet Bican Atmaca, a.g.e.inde, bu parçayı 17. Celal Yıldırım, adı geçen eserinde, Baba Yûsuf un namaz Şeyh Baba Yûsuf'un Emir Sultan Hazretlerine teslim ettiği ve bu vaktinin girmesine iki saat kala kürsiye çıkıp, gönülleri yerinden parçanın Emir Sultan Hazretlerinin kabrini çevreleyen parmaklık oynatacak, ruhları heyecandan heyecana sevkedecek ölçüde bir içinde bir kılıfta mahfuz olduğunu ifade etmektedir. Bak. s. 6. konuşma yaptığını kaydetmiştir. Bak. s. 241. 25. Osmanlı Müellifleri'nde bu şeyh, Eyüb Sultan olarak 18. Mecdî Mehmed Efendi, adı geçen eserinde "hâric-i geçmektedir. Bak. C. 1, s. 58. Ahmet Bican Atmaca, a.g.e.inde, bu mescidden âvâzını istimâ' eyleyen üç Hristiyân" şeklinde parçanın Kurşunlu Camii'nin doğu kısmındaki Âsâ-i Şerîf odasında geçmektedir. Bak. s. 376. Menkıbelerle İslâm Meşhurları Ans.nde olduğunun malum olduğunu belirttikten sonra Cumhuriyetten sonra ise, "Hristiyanlardan, câminin dışından sesini duyanlardan üç Evkaf memuru Necmettin Dinçer tarafından Eskişehire hiristiyan" şeklinde geçmektedir. Bak. s. 402. Tahsin Özalp'in götürüldüğünün ortaya çıktığını ifade etmiştir. Bak. s. 6. Tahsin a.g.e.inde ise, "Mescidin kapusunda vaaz dinleyen yedi Hristiyân, Özalp ise a.g.e.inde bu parçanın kendi camiine konmasının müslüman oldular." şeklinde geçmektedir. Bak. s. 127. Ahmet emredildiğini söylemektedir. Bak. s. 127. Bu asâ için Tahsin Özalp, Bican Atmaca'nın a.g.e.rinde de "Camiinin açılışına gelen birçok a.g.e.inde, Mukayyit Süleyman Şükri Efendi'nin şu şiiri yazdığını Hristiyân İslâm dininin yüceliğinin beliğ bir şekilde ifade belirtmektedir (Bak. s. 148): edilişinden şevke gelerek İslâm dinini kabul ettiklerini, İkinci Hazreti fahrin mübarek destine almış asadır bu Bayezid'e beyan ederek ihsana mazhar olmuşlardır." şeklinde ifade Nidâ-i ümmetîde sînesi yanmış asadır bu olunmuştur. Bak. s. 2-3. Lisân-ı hâl ile söyler hemîşe mana 19. Evliyalar Ansiklopedisi'nde, bu üç Hristiyanın, "Baba Hücresinde âşık asâ âh eder asâdır bu Yûsuf Hazretlerinin tesirli sözlerinden ve cemâatin topluca Fırâk-ı iştiyâkından bütün yanmış denir ammâ ağlamasından çok etkilen"dikleri belirtilmektedir. Bak. s. 341. Şeff-î azamın destine yüz sürmüş asâdır bu 20. Celal Yıldırım, a.g.e.inde bu olayı şöyle nakletmektedir: Hâl-i pür-sûzânına bakdıkça verir hayret ü velh "İnanmış ve son derece samimi kâmil zatın dudaklarından çıkan Ser-â-pâ sinesin dâğ eylemiş asâdır bu her cümle cemaatin kalbini delip derinliğine iniyor ve geniş te'sir Öyle lutfa mazhar olmuş kim bu belde ehl-i Hakka meydana getiriyordu. Başta İkinci Bâyezîd Han olmak üzere Fahr-i âlem dest-i pâkile şeref bulmuş asadır bu camide ağlamayan cemaat kalmadı. Herkes vaktin uzamasını ve Enbiyânın serveri dü-cihânm bâisi konuşmanın kesilmemesini arzu ediyordu. Derken bu muhteşem Âşıkân-ı ümmete yâdigâr kılınmış asâdır bu açılış merasimini yakından görmek isteyen üç tane Rum da Şükrüye yüzün sürüp eyle tazarru hem niyâz dışarıda yapılan konuşmaları takip ediyordu. Dayanamadılar, Kim şefî'-i rûz-ı mahşerden eser kalmış asâdır bu Cenâb-ı Hak onlara bu sebeple hidayet kapısını açtı, kelime-i 26. Mecdî Mehmed Efendi, s. 377. Aşağı yukarı aynı ifadeler şehadet getirerek İslâmiyete girdiklerini ilan ettiler. Namaz vakti şu kaynaklarda geçmektedir: Hadîkatü'l-Cevâmi', "Evâ'il-i saltanat- girmeden hamama koşup gusül abdesti alarak tekrar camiye ı Hazret-i Selîm Hân-ı Kadîmde vefât idüp" Bak. Hüseyin döndüler, arka safta yer bulup cuma namazını onlar da kıldılar. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-Cevâmi', C. 1, Matba'a-i Âmire, İst. 1281, Namazdan sonra Baba Yusuf Hazretlerinin elini öperek Müslüman s. 248; Tacü't-Tevârih, "Sultan Selim'in padişahlığının ilk olduklarını söylediler." Bak. s. 242. günlerinde aydın ruhunu ruhları derleyene teslim etmiştir." Bak. 21. Celal Yıldırım, a.g.e.inde vezirlerin de aynı şeyi yaptığını Hoca Sadettin Efendi, a.g.e., s. 282; Menkıbelerle İslâm Meşhurları kaydetmiştir.Bak. s. 242. Tahsin Özalp'in a.g.e.inde "mühtedilere Ans., "Yavuz Sultan Selim Han'ın pâdişahlığının ilk zamanlarında kendisi ve vezirleri ihsanda bulundular" şeklinde geçmektedir. İstanbul'da vefat etti." Bak. Abdullatif Uyan, s. 403; Tarihte Devlet Bak. s. 127; Mustafa Necati Bursalı ise Adamlarına Işık Tutan İslâm Büyükleri, "Bu kadri yüce zat

bilig-7/Güz '98

152

Yavuz Selim'in ilk yıllarında İstanbul'da vefat etti." Bak. Celâl gelen kaynaklar bu adından bahsetmemişlerdir. Bursa Eski Yazma Yıldırım, s. 244. ve Basma Kütüphanesi'ndeki Hüsrev ü Şîrîn nüshasında ismi 27. Bu terkip Osmanlı Müellifleri'nde "Ruhuna rahmet" Bâyezîd b. Mustafa el-Meşhûr Şeyhoğlu şeklinde geçmektedir. şeklinde geçmektedir. Bak. C.l , s. 58. Müjgân Cunbur ise, Baba Buna göre Cemâlî'nin Şeyhoğlu (Şeyhoğlu Cemâlî) diye şöhret Yûsuf'un vefat tarihinin ebcedle "Ravza-i rahmet" olması bulması mümkündür. Bir kısım kaynaklar (Sehî, Âlî, Bursalı Tâhir) gerektiğini belirterek, sadeleştirenlerin bir yanlış anlamaları Cemâlî'nin Karamanlı olduğunu söylerken bir kısmı ise (Riyâzî, S. sonucu "Ruhuna rahmet" diye yazdıklarını ifade etmiştir. Bak. N. Ergun) Bursalı oldunu söylemiştir. Latîfi ise Karamanlı veya Müjgân Cunbur, a.g.t., s. 75, dpnt 7. Bursalı olduğunu kaydetmiştir. Bu bilgiler ışığında Cemâlî'nin 28 . Recep Akakuş, a.g.e.inde, Baba Yûsuf un mezarının "Hz. Karamanlı olmakla birlikte bir süre Bursa'da bulunduğu Halid Camii'nin dış avlusunda bulunan tarihî çınarların arka söylenebilir. Latîfî'ye göre Sultan II. Bâyezîd devri sonlarında kısmına düş"tüğünü söyler. Bak. s. 254. ölmüştür. Osmanlı Müellifleri'nde onun Edirnekapı dışında Emîr 29. Kaygusuz Abdal'ın bu şiirinin ilk ve son beyitleri şöyledir: Buhârî Tekkesi yakınında gömülü olduğu kayıtlıdır. (Daha geniş Allah Tangrı yaratan gel içegör cur'a-dan bilgi için bak. Günay Kut, "Cemâlî" Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Yâr ile yâr olagör agyâr çıksun aradan Ans., C. 7, s. 316-317. Oysa yukarıda açıkladığımız gibi Baba Yûsuf Sivrihisarlıdır. Yine kaynaklara göre Yavuz Sultan Selim'in Kaygusuz'un hüneri halva vü biryan yemek Andan saltanatının ilk günlerinde vefat etmiştir. Gerek eserin sonunda yer özge hüneri umma bu bîçâreden Bak. Abdülbaki alan şecereden gerekse müstensihin K'da 100a ve 195a'nın kenarına Gölpınarlı, a.g.e., s. 120-121. yazılan kayıtlardan da bu eserin Baba Yûsuf un olduğu 30. Bu varak numaraları Koyunoğlu Kütüphanesi'nde anlaşılmaktadır. Bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki, bu Şeyhoğlu ne bulunan nüshaya aittir. Şeyhoğlu Mustafa'dır, ne de Şeyhoğlu Cemâlî'dir. Bu Şeyhoğlu 31. S'de bu iki beyit Fâilâtün Fâilâtün Fâilün vezniyle büyük bir ihtimalle Sivrihisarlı Baba Yûsuf tur. yazılmış olup şu şekilde geçmektedir: 35. Agah Sırrı Levend, Dinî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri, Om(ü)r âhir oldugını küllüsi Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1972, TDKY, Ank. 1989, s. Baş açup agladılar her birisi 54. Gözin öpdi didi yâ Fâtıma vedâ' Bize göre A.S. Levend'i bu düşünceye iten, müellifin eserinde Yâ Alî vü yâ Hasan yâ Hüseyn el-vedâ' manzum olarak birçok İslâmî konulara temas etmesi ve her 32. K ile S yi karşılaştırıp farklı beyitleri dahil ettikten sonra söylediğini de bir âyet veya hadîse dayandırması sonucu eserde eser, 7968 beyit olmuştur. âyet ve hadîsin geniş bir yer tutmasıdır. 33. Ahmet Sevgi, Şeyhoğlu'nun "Kitâb-ı Mahbûbiyye " Adlı 36. "Ey Rabbimiz! Günahlarımı affet (bağışla). Hatama Eseri Üzerine, Yedi İklim Aylık, Sanat, Kültür, Edebiyat Dergisi, (kusuruma) bakma ve ayıplarımı ört. Günahımızı (mîzan gününde) Sekizinci cilt, sayı 57, Aralık 1994, S. 100-105, isimli makalesinde, hafiflet ve yardımcı ol. Kalbimizi nurlandır ve yakınlık (en yüksek Şeyhoğlu mahlasının "eserin 8 yerinde" geçtiğini ifade etmiştir. seviyede bağlılık) olarak artır. 34. Abdulbâki Gölpınarlı, Alevî Bektaşi Ne fesleri, İnkılâp Ya Rabbi! Sen Kerimsin. Yakınlığımı artır. Ya Rabbi! Sen Kitabevi, İkinci Baskı, İst. 1992, s. 275-276. Biz de bu görüşe Rahimsin. Gücümü artır." katılıyoruz. Çünkü Hurşîdnâme ve Kenzü'l-Küberâ'mn yazarı, 37. Rahmân Sûresi (55), âyet 26. Merzübannâme ile Kaabûsnâme'nin ilk mütercimleri arasında olan 38. "(Bu dünya geçici olduğu için) haraptır. Harap üstüne Şeyhoğlu Mustafa, Germiyanlı olup, Germiyan Beyi Süleyman harap üstüne haraptır. Ki sonunda cümle halk toprağa girecektir. Ki Şâh'ın yanında nişancılık ve deftardarlık vazifeleri görmüştür. Allah (C.C.) dedi ki: «onun üzerindeki herkes fani»dir. Bil ki,dünya Daha sonra Yıdırım Bâyezid Han'a intisap etmiştir. 789 (1389'da fânidir ve fânidir. Ve ondaki herşey, bil ki, murdardır, bellidir. tamamlamış olduğu Hurşîdnâme isimli mesnevisini Yıldırım Bellidir, bellidir, belli. Bâyezid Han'a sunmuştur. Bu da gösteriyor ki, tarih olarak bu 39. Sonradan, 84. sayfaya kadar numaralandırılan eser, 90. Şeyhoğlu, Şeyhoğlu Mustafa olamaz. (Şeyhoğlu Mustafa hakkında sayfada tekrar numaralandırılmış ve bundan sonra her 10 sayfada geniş bilgi için bak. Zeynep Korkmaz, "Şeyhoğlu Mustafa", Türk bir numaralandırılmıştır. Çalışmamızda kullandığımız varak Ans., C. 30, Millî Eğitim Basımevi, Ank. 1981, s. 275-276; Ömer numaraları sonradan tarafımızdan verilmiştir. Faruk Akün, "Şeyh-oğlu", İslâm Ans., C. 11, Millî Eğitim 40. Her sayfadaki satır sayısı ekseriyetle 21 olup, bazen 22, Basımevi, İst. 1979, s. 481-483; Şeyhoğlu Cemâlî ise, Fatih devri bazen de 20 ve daha az sayıda olduğu görülmektedir. şâirlerinden olup Şeyhî'nin yeğenidir. Asıl ismi Bayezid olup Sehî Bey ve ondan sonra

bilig-7/Güz '98

153

KAYNAKLAR

Ahmed Rıf'at, (1299), Lügat-i Târîhiyye ve Coğrâfiyye, C. 2, Karabulut, Ali Rıza, (tsz), Kayseri'de Meşhur İstanbul. Mutasavvıflar, Kayseri. Akakuş, Recep, (1961), Eyüp Sultan ve Mukaddes Kartal, Ahmet, (1998), "Şeyh Baba Yusuf (?-Öl. H. 918- Emanetler, Sahhaflar Kitap Sarayı, İstanbul. İst.)'un Kıyâfet-nâmesi", Akademik Bakış, Üç Aylık Akün, Ömer Faruk, (1979), "Şeyh-oğlu", İslâm Eğitim, Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı 4, Kış 1998. Ansiklopedisi, C. 11, Millî Eğitim Basımevi, Korkmaz, "Zeynep, (1981), Şeyhoğlu Mustafa", Türk İstanbul. Ansiklopedisi, C. 30, Millî Eğitim Basımevi, Ankara. Atmaca, Ahmet Bican, (1986), Sivrihisar'da Yetişen Ünlüler Köprülü, F. Orhan - Mustafa Uzun, (1989), ve Menkıbeleri, [Eskişehir] "Akşemseddin" mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Altıntaş, Hayrani, (1991), Tasavvuf Tarihi, Ankara Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul. Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Yayınları No: 190, Kunter, Halim Baki, (1966), Yunus Emre Bilgiler- Belgeler, İkinci Baskı, Ankara. Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği Yayınları. Kut, Atsız, (1991), Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Günay, (1993), "Cemâlî" Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Ansiklopedisi, C. 7, İstanbul. Ayvansarâyî, Hüseyin, (1281), Hadîkatü'l-Cevâmi', C. 1, Levend, Agah Sırrı, (1989), Dinî Edebiyatımızın Başlıca Matba'a-i Âmire, İstanbul. Ürünleri, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı- Belleten Baltacı, Cahid, (1976), XV-XVI. Asırlarda Osmanlı 1972, TDKY, Ankara. Medreseleri Teşkilat-Tarih, İrfan Matbaası, İstanbul. Mecdî Mehmed Efendi, (1989), Şakaik-ı Nu'maniyye ve Bursalı Mehmet Tahir Efendi, (tsz), Osmanlı Müellifleri Zeyilleri "Hadaiku'ş-Şakaik", (Neşre Hzr. Doç. Dr. 1299-1915, Sadeleştirenler: A. Fikri Yavuz-İsmail Abdulkadir Özcan), C. 1, Çağrı Yayınları, İstanbul. Özen, C 1, Meral Yayınları, İstanbul. Müstakim-zâde Süleyman Sadeddin, Mecelletü'n- Nisâb, Bursalı, Mustafa Necati, (1993), İstanbul ve Anadolu TDK Ktp., Fotokopi 37/I, v. 116. Erenleri, Çelik Yayınevi, İstanbul. Önkal, Ahmet, (1992), "Ca'fer b. Ebû Tâlib" mad., Türkiye Cebecioğlu, Ethem, (1991), Hacı Bayram Veli, Kültür Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. 6, İstanbul. Bakanlığı Yayınları, Ankara. Özalp, Tahsin, (1961), Sivrihisar Tarihi, Eskişehir. Cunbur, Müjgân, (1987), "Eski Bir Mecmu'a-i Eş'ar'da Pîrî Reis, (1988), Kitâb-ı Bahriye, (Hzr. Mert Bayat), C 1, Yunus ve Baba Yusuf'tan Birkaç Deyiş", II. İstanbul. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri 7-9 Mayıs Sevgi, Ahmet, (1994), Şeyhoğlu'nun "Kitâb-ı 1985 Eskişehir, Yunus Emre Kültür Sanat ve Mahbûbiyye " Adlı Eseri Üzerine, Yedi İklim Aylık, Turizm Vakfı Yayınları 2, Eskişehir. Sanat, Kültür, Edebiyat Dergisi, Sekizinci cilt, Sayı Çelebi, Kâtib, (1943), Keşf-el-Zunun, Maarif Matbaası, İst, 57, Aralık 1994. C. 2, İstanbul. Süreyyâ, Mehmed, (1311), Sicill-i Osmânî, C. 4, Develioğlu, Abdullah, (1963), Büyük İnsanlar-Üçbin Türk Matbaa-i Âmire, İstanbul. TGİAA, (tsz), Türkiye ve İslâm Müellifi-, Yaylacık Matbaası, İstanbul. Gazetesi İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, "Baba Yûsuf EA, (tsz), Evliyalar Ans.,C. 2, İstanbul. Sivrihisârî" mad., C. 13, İstanbul. Gölpınarlı, Abdülbaki, (1965), Yunus Emre Risâlat al- TYTK, (1984), Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu, Nushiyya ve Dîvân, Eskişehir Turizm ve Tanıtma Antalya-Tekelioğlu 07, C.4, Edebiyat Fakültesi Derneği Yayınları: 1, İstanbul. Basımevi, İstanbul. Gölpınarlı, Abdülbâki, (1971), Mevlânâ Müzesi Uçman, Abdullah, (1986), "XV. Yüzyıl Tekke Şiiri Yazmalar Kataloğu II, Türk Tarih Kurumu, Ankara. "Hâmid-i Velî", Büyük Türk Klâsikleri, , C. 3, Gölpınarlı, Abdülbaki, (1992), Yunus Emre ve Tasavvuf, Ötüken-Söğüt, İstanbul. İnkılâp Kitabevi, İstanbul. Uyan, Abdullatif, (1983), Menkıbelerle İslâm Meşhurları Gölpınarlı, Abdülbâki, (1992a) Alevî Bektaşi Nefesleri, Ansiklopedisi, "Baba Yûsuf Sivrihisârî" mad., C. 1, İnkılâp Kitabevi, İkinci Baskı, İstanbul. Berekât Yayınevi, İstanbul. Haskan, Mehmet N., (1993), Eyüp Tarihi I, Türk Turing Yıldırım, Celal, (1985), Tarihte Devlet Adamlarına Işık Turizm İşletmeciliği Vakfı Yayınları. İstanbul. Tutan İslâm Büyükleri, C. 2, Hikmet Yayınları, Hoca Sadettin Efendi, (1992), Tacü't-Tevarih, Hzr. İsmet İstanbul. Parmaksızoğlu, C. 5, Kültür Bakanlığı Yayınları, Yüksel, İ. Aydın, (1983), Osmanlı Mimarisinde II. Bâyezid Ankara. Yavuz Selim Devri (886-926-1481-1580), C. V, Kara, İsmail, (tsz), "Osmanlılar'da Tasavvuf ve İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, I. Baskı, İstanbul. Tarikatlar", . Osmanlı Ansiklopedisi. Tarih - Medeniyet - Kültür, Ağaç Yayınları, C. 1, İstanbul.

bilig-7/Güz '98

154

THE SHEIKH FATHER YUSUF OF SİVRİHİSAR AND HIS WORKS Ahmet KARTAL Research Assistant, Kırıkkale University

ABSTRACT The reputation and influence of some through centuries. Besides, we tried to introduce his personalities has come down to us by passing over other six works that we could establish and a poem the centuries, and left their trace in the Turkish magazine. culturel history through their legends, poems and Baba Yusuf who was one of the evliya guidance. While others were important in their era individuals grownup in Anatolia was a good with their fame and influence, have unfortunately professor, a good preacher, and a good calligrapher. not reached us, and forgotten in the leaves of Although he was not capable of writing poetry he history because no study was carried out on them. started to write poems he is said to have started In this study, we tried to give some knowledge writing poetry following (a divine order) in his about the life of Baba Yusuf from the limited dream near Hacer-i esved at Kab'a. sources which include information reiterated

Key Words: Sheikh, Father Yusuf, Legend, Dîvân, Saint, Religions Order,

Commentary, Mesnevi

bilig-7/Güz '98

155

MASALLARDA ÖTEKİ DÜNYA ANLAYIŞININ DÎNÎ- MİTOLOJİK KÖKLERİ

Doç. Dr. Fuzuli BAYAT

ÖZET

Müellifin fikrince, Türk mitolojisinde ahiret, gerçek âlem gibi sembolize edilmiş masal dünyasına karşı koyulup ve tüm işaretleri ile ondan ayrılır. Ahireti gerçek dünyadan ayıran işaretler sistemi onun davranış kodunu ve mekânda yerleşmesini oluşturur. Bu davranış biçimi ve yerleşme, Türk masallarında kahramanın öteki dünyaya gitme türleri mitololojik açıdan ele alınır. Kahramanın ahirete gitmesi onun ölüp dirilme statüsünü geçtiğini gösterir. Bu gidiş biçimi hayat-ölüm karşılaşmasını, hayatın lehine halleder: Bu şekilde çözüm, eski insanın bilgi ve bilgisizliğinden kaynaklanır. Bilmek ve bilmezlik sihirli masal ahireti anlayışını yarattı. Bu anlayış Türk masallarında bedîî fonksiyon dahilinde eski mitolojik görüşlerin kalıntısı şeklinde ortaya çıkmasıdır.

Anahtar Kelimeler:

Masal, Mitoloji, Din, Ahiret, Motif, Bilgi

______

bilig-7/Güz '98

156

Toplumda ölüm hayatın olumsuz işareti olduğu Türkmen, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin masalları gibi masal gösterge biliminde de ahiret, gerçek üzerinde yapılan çalışmalar da tasdik ediyor. Yeraltı dünyanın menfileşmiş işaret sistemidir. Bu dünyasının hakimi devin -Orta Asya varyantında bakımdan masallarda kuvvetlerin faaliyet alanı gibi yalmavuz kempirin- öldürülmesi ile karanlık âlem anlaşılan öteki dünya tasviri, doğrudan doğruya dini- aydınlanır. Ahiret dünyası hakiminin kadın olması, mitolojik tefekkürle ilişkilidir. Masallarda sunulan aslında daha eski inançlara bağlıdır. Orta Asya zıtlık meskeni, Türk mitolojik sistemindeki Türklerinin masallarında yaygın olan bu mitolojik Kaosa eşittir. Daha doğrusu makro ve mikrokosmosun kuvvet, (Özbeklerde, Kazaklarda, Jalmaiz, Kaostan oluşması, bununla ilgili bölüm, Kaosun hayat Kırgızlarda; Jelmoğuz, Uygurlarda; Yalmavuz için tehlikeli olması, onun karanlık, karmaşık durumu (Azerbaycan Nağılları, 1964; Oltın ' Beşik, 1985; şeytani kuvvetlerin yaşayış meskenine çok benzer. Sakaoğlu, 1983). Azerbaycan masallarında "Alt dudağı Bu anlamda, masallarda rastladığımız karanlık, ışıklı yer süpüren, üst dudağı gök süpüren"dev karısı ile dünya karşılaması aslında Kaos-Kozmos denkleştirilir. Aynı zamanda Kıbrıs Türklerinin zıddiyetinin "masallaşmış" şeklidir. Masal kahramanın masallarında da Dev anası Yalamğız Kempirin herhangi birisi, canlı veya cansız eşya arkasından fonksiyonunu icra eder. Arkaik mitolojik düzende karanlık dünyaya inmesi veya gelip karanlık bir âleme yeraltı dünya hakimi Erlik, Altay Türklerinin baş ulaşması, onun ahirete girmesi gibi anlaşılır. Dikkat tanrısı Ül-gen de kadın gibi tasvir edilmiştir (Mixaylov, edildiğinde ahiretin başlıca alâmetinin karanlık olduğu 1987:10). belirlenir. Buradan da genellikle öteki dünya Masalların bir kaçında karanlık artık ahiretin varlıklarının düzensiz karakteri (mesela Kale sahibinin belgesi gibi değil, onun sıfatı gibi ortaya çıkar. göze görünmemesi, sihir, büyü vb.), renklerin kara Mesela, karanlık dünyaya inmiş kahraman, gerçekte olması (mesela kara dev, kara koç, kara elbiseli ışıklı bir âlemi görmüş olur. Bazı Avrupa insanlar) ve kahraman düşmanca davranışları ortaya araştırıcılarının fikrine göre eski tasavvurda öteki çıkar. Arkaik tasavvura göre ahiretin karanlık, şeytani dünyanın kendi güneşi, ayı, yıldızları vardır. Hatta güçlerin kara renkli olması gösterge bilimi açısından orada yüksek kültür zenginlik,hiç bir zaman görmezliğe eşittir. Görmemezlik kategorisi bütün kurumayan ırmaklar, büyük şehirler vardır (Tylor, önceki mitolojik sistemlerde karışık karakter taşır. 1904; Thomson, 1951; Durkheim, 1960). Bu anlamda Sonraki folklor metinlerinde görmezliğin karanlık, gerçek dünya sakinlerinin tasavvurundadır kutsallaşması, bu anlamın değişikliğe uğraması gibi ve yalnız sembolik karakter taşır. Öteki dünya masal anlaşılmalıdır. Arkaik mitolojik metinlerde ve şaman âlemine paralel şekilde yerleştiğinde karanlık anlamı merasim edebiyatında kötü ruhların daimi sıfatı fonksiyonunu kaybeder. kara renktir. Diğer taraftan bu ruhlar Sayan Altay Masal Kahramanın ahirete gitmesi ve kötü mitoloji sisteminde de Körnes diye adlandırılırlar güçlerle savaşı, şaman mitolojisinin etkisidir. Hastayı (Anoxin, 1924: 24). Yeraltı dünyasının hakimi Erlik'in tedavi etmek için ruhlar dünyasına giden şaman de daimi sıfatı kara ve (görmezdir). Onun bindiği Erlik'in yardımcıları ile ölüm-kalım savaşına girer. kayığın rengi de karadır (Sagalayev, 1984: 71). Bunlar Şamanın körmeslere sembolik galibiyeti, sihirli masal hayatın inkişafı için hiç bir şartı olmayan, ebedi kahramanının ahiretin hakimi olan deve, ejderhaya, karanlığın hüküm sürdüğü Kaosun kendi tabiatından büyücüye galip gelmesine dönüşmüştür. Şaman, oluşur. Masal ahireti, Kaosun sonraki inkişafı gibi ruhlar âlemi ile ilgili olduğundan (her bir vergi almış ortaya çıkar. Bu konu ile ilgili bazı semantik ilâveler aday, ruhların yanında şaman ağacının yuvalarından masalın tahkiye uslûbundan ileri gelir. Büyünün büyür) (Şaman Efsaneleri, 1964) oraya kolaylıkla bozulması, karışık mesken sahibinin öldürülmesi ile gidip gelebilir. Aynı zamanda masal kahramanı da karanlığın aydınlığa kavuşması gerçekte masal ahiretle ilgilidir. Bunu onun mucizeli şekilde doğması kahramanının ölümü yenmesi gibi anlaşılır. Bunu olayı da açıkça gösterir. Aracı kahraman ya karışık karanlığın aydınlığa kavuşması gerçekte masal âleme mahsus hayvanın etinin yenilmesinden, ya kahramanının ölümü yenmesi gibi anlaşılır. Bunu öteki dünyada yaşayan bir insanın (bazen dervişin, Azeri, Özbek, zahidin, büyücünün vb.)

bilig-7/Güz '98

157

tükürmesinden, ya da karanlık meskenden gelmiş gerçek dünya ile ters ilişkisi, Kaosa bağlı öteki meyveden doğar (Azerbaycan, Özbek, Türkmen dünyanın tüm şekillerinde de görülür. Ahirete giden masalları). Bu alakanın sonucu gibi kahraman ahirete kahraman atını ters nallar, arkaya bakmadan gider. gidip gelebilir. Kaotik âlem eşyalara olan ters münasebeti ile de Sihirli masal kahramanı, ahirete yeni statü karakterize edilir. Burada atın et, itin ot yemesi öteki kazanmadan gidebilir. Yeni statü kazanma, dünyanın mantığından doğar. Masal âleminden kahramanın kendi şekline dönüştürülerek önceki gelmiş kahraman kendi dünyasının davranış özelliklerini kaybetmesidir. Böylece o, yeni statü kodundan yola çıkarak hayvanlara ve eşyalara karşı kazanır ve şeytani kuvvetler onu tanıyamazlar. ahiret ilişkisini değiştirir, yani açık halıyı katlayıp, Kahramanın değişmesi ahiret sakinleri için örtülü halıyı açar, açık kapıyı örtüp, örtülü kapıyı açar, başkalaşmaktır. Kahraman pozisyon değiştirmezse eski aslanın karşısına et koyar, atın karşısına ot koyar. statüde kalır ve görünüşü, davranışı, kokusu ile ölüler Mitolojik çağın tefekkür tarzına bağlı olan bu anormal meskenin sakinlerinden ayrılır ve tanınır. davranış sihirli masallarda transformasyona maruz Kaos âlemin sakinleri, tüm yönleri ile kalmış ve kahramanın öteki dünyadan engelsiz (sağ kendilerinden farklı kahramana "Adam badam kokusu salim) dönmesi motifine çevrilmiştir. gelir, yağlı badam kokusu gelir" derler. Bu, hayatın A. Zıtlık dünyası, masal dünyasına dikey ölüler saltanatında çekilmezliği ile izah edilir. Şeytani istikamette yerleşir. güçlerin gerçek hayattan korku derecesi, onların meskenine girmiş kahramanın korku derecesi ile 1. Gerçek dünyadan aşağıda: aynıdır. Masal kahramanına aksi kutupta duranların Gerçek Dünya kahramanı hakkında yeterli bilgiye sahip olması, yalnız onun hayatın sembolü olması ile bitmez. Şeytanî güçlerin kahraman hakkında yeterli bilgiye sahip oldukları bilgi V.Ja. Propp'un söylediği gibi, Ahiret kahramanla Kaos sakinlerinin masal başlamadan önceki akrabalık alâkalarına işaret etmektedir (Propp, 2. Gerçek dünyadan yukarıda. Masallarda gök 1946). Önceden de söylediğimiz gibi bu akrabalığın saltanatı öteki dünya gibi takdim olunur ve bir sıra işaretleri mucizeli doğuşta saklanmıştır. Sihirli masal elemanları ile ahirete çok benzer. Mesela aktarılan kahramanını, Tanrının, mitolojik medeni kahramanın eşyanın orada olması, gök sakinlerinin kahramanı sonraki transformasyon tekamülü olarak düşünsek, o mahvetmek istemeleri vb. halde devi, dev anasını veya karısını, büyücüleri, Gök Saltanatı derviş vb.de yeraltı âlem hakiminin masallardaki değişik türleri hesap edebiliriz. Yeraltı dünyasının hakimi Erlik'in masallaşmış simgeleri gibi kabul etmeliyiz. Türk mitolojisi sisteminde yaratıcı ve Gerçek Dünya dağıtıcı kuvvetler ikizler veya büyük küçük kardeşler gibi tasavvur edilir. Altay mitlerinde Yeraltı B. Kaos içeren mesken, masal dünyasına yatay dünyasının hakimi Erlik'in yaratıcı ve gökte oturan istikamette yerleşir. Ülgen'le ikiz kardeş olması ilk fikirdir. Değişik 3. Gerçek dünya ______ahiret. varyantlarda Ulgen'in Erlik'i yaratması veya her ikisinin başlangıçtan itibaren mevcut oluşu arkaik Kaos âlemi gibi anılan masal ahiretinin mekânda metnin başka şekilde okunuşudur (Ögel 1971, Anoxin yerleşmesi, aynı zamanda mitoloji metinlerinin 1977). Aslında bu mitolojik değişme varyantlarında yeniden düzenlenmesi için gereklidir. Kökü ilkin dini- önemli bir fark yoktur. mitoloji çağdan gelen makro ve mikrokosmosun Hayat-ölüm karşılaşması üzerinde kurulan oluşması, insanın ölümü ile yaşayış mekânının kahraman dünyası ile zıtlık mekanı davranış ikileşmesi (ölüm, yeni hayatın başlangıcı gibi biçimlerine göre de birbirinden farklıdır. Ahiretin anlaşılırdı) inancı sihirli masallarda bediî fonksiyon çevresinde takdim edilir. Gök , yer

bilig-7/Güz '98

158

ve yeraltı âlem ve onların bir kaç katlardan ibaret olan getirir. Şamanın ölenlerin ruhlarını çaydan geçirip, makrokosmos üçlü bölüme uyum sağlar. Kahramanın Erlik'in yeraltı dünyasına yol salmak için kamlık göğe yükselmesi veya kuyu ile yeraltı dünyasına etmesi dediklerimizi tasdik edecek delildir. Burada sınır inmesi doğrudan doğruya şamanın bu âlemlere rolünde olan Erlik'in yardımcıları yutnalar korur kendisini götürmesinin bediî tahkiyeli ifadesidir. (Anoxin,1977: 4). Şaman mitolojisindeki yutnalar Masallarda Gülistani İrem, Kaf Dağı, Güneş sihirli masallarda suyun karşısını kesip her gün bir kız memleketi gibi takdim olunan gök âlemine isteyen ejderhaya dönüşmüştür. Şamanın ölmüş şahsın kahramanın gitmesi, etnografik bakımdan Tanrı ruhunu ahirete, yola salma olayı, Azerbaycan ve Kıbrıs oğlunun yere atılması, onun yer yüzünde adaleti masallarında "deryaya atılan sandık" motifinde sağlaması ve yeniden geriye, gök âlemine dönmesinin görülür. Kahramanın sandığa koyulması geçici ölüm, masal varyantıdır. Burada bir şeye de dikkat etmek suya atılma ise ahirete yola salma gibi anlaşılır. Sonuçta lâzımdır. Kahramanı gök âlemine götüren devlerin, kahraman gelip öteki dünyaya kavuşur. Sandığın cinlerin kendileri oraya dahil olamıyorlar. Mitolojik açılması kahramanın kurtulması ölüp dirilme inanca göre yaratıcı, kut verici yukarı dünyaya yeraltı eyleminin masal varyantıdır. Ölüp dirilme şaman kötü ruhlarının gitmesini yasaklamıştır. Masal mitolojisinde değişik şekillerde görünür. Hatta antik kahramanları türlü şekillerde ya yeraltı dünya dönemde, ölen Tanrıların tasvirlerini suya atıp öteki sahibinin, ya da gök sakinleri iyi ruhların manevi dünyaya göndermişler ki, onlar yeniden dirilsinler oğludurlar. (Sternberg, 1936: 458). Yatay istikametli ahiretin sınırı Türk Mitoloji sisteminde Doğu-Batı, sağ-sol ikili olan suyu zıt olan geçemez. Zıt olan, kahramanın karşılaşması ahiretin coğrafi yerleşmesinde de kendini peşinden onu ırmağa kadar kovar. .Kahraman sudan korumuştur. Bu gibi karşılaşmanın semantik esasında, geçip gerçek âleme girer. Onu izleyen öteki dünya Batının Şeytani kuvvetlerin yaşayış meskeni olması sakini, ya sudan geçmez, ya da boğulup ölür. Bu gerçek vardır. Doğu-Batı, sağ-sol karşılaşmasında bir sıra âleme, ahiret sakinlerinin dahil olması yasağıyla Türk halkları için birinci taraf iyiliğin, gücün, ilgilidir. bağımsızlığın sembolüdür. Ancak Hun, Kırgız ve Türk Orman da, kaos âlemiyle, gerçek dünyayı ayıran Moğol devletlerinde ikinci taraf (Batı, Sol) daha sınır gibi dikkati çeker. Masallarda korkunç ormanlar, önemli rol oynamıştır. Masallarda ahiretin, orman, tılsımlı pınarlar gerçekten de orada şeytani kuvvetlerin çay, dağ arkasında yerleşmesi (yatay düzeni) doğu- yaşamadığını gösterir. Altay ve Yakutlar'da avcılıkla batı, sağ-sol karşılaşması ile bağlıdır. Tahlil olunan ilgili mitlerde, ormanın kaosa dayalı karakteri belli metinlerde kahramanın, Batıya veya sola doğru olur. Burada orman ruhları avcıları mahvetmeye çaba gitmesine işaret eden yerler çoktur. Mesela Özbek gösterirler. Masallarda da ak elmayı koruyan yedi masallarında kahramanın, eşyanın veya kızın kardeş devin meskeni ormandır. Ormanın ahireti veya peşinden batıya (sola) gitmesi, oranın hayat için öteki dünyanın sınırını sembolize etmesi daha çok korkulu olması geniş yer tutar (Suv Kızı, 1966). Azeri Orta Asya masallarında görülür. ve Kıbrıs Türklerinin masallarında kahramanın üç yol Eski Türkler su, ateş, ağaç, demirle beraber dağa da ayrımına gelmesi, sol tarafa giden yolun gider kutsallık statüsü vermişler. Diğer yönden mitolojik gelmezliği ve kahramanın onu seçmesi yaygındır. sistemde dağ, yurt ve vatan anlayışını da sembolize Aynı zamanda Altay Türklerinin ve Kırgızların eder. Dağın baba, dede adlanması da tapınma masal, efsane ve mitolojik metinlerinde doğu (sağ) karakterli olması ile ilgilidir. Türk folklorunda kahraman dünyasına düşmandır. kahramanların baba ve annelerinin dağ olması, onların Yatay düzende doğu -batı, sağ-sol karşılaşması dağda kaybolması motifi yaygındır. Masallarda dağın ahiretin bir seciyevi keyfiyeti de onun gerçek sınır fonksiyonu bu kutsal statü ile ilgili olmalıdır. Dağı âlemden belli sınırlarla ayrılmasıdır. Bu sınırlardan biri geçen kahramanın karanlık dünyaya düşmesi ilginçtir. de sudur. Su hayat ve ölüm anlayışı ile alâkalıdır. Bu âlem, sonsuz bir çöl gibi gösterilir. Oradan gelen Şaman metinlerinde su, diriler meskenin ruhlar korkulu sesler sihir unsurları, kahramanın şeytani âleminden ayıran sınır fonksiyonunu yerine güçlerin meskenine ulaştığını bildirir..

bilig-7/Güz '98

159

Ahiret dünyasının dini-mitoloji görüşlerden gelen ve yeraltı âleminin sakinleri ile akraba oldukları ve sihirli masalın şiirsel yapısına uyarlanarak gelişmiş anlaşılır. biçiminin bir sıra seciyevi keyfiyetleri vardır. Dördüncüsü, kahramanın ahirete gitmesi onun En evvel, ahiret gerçek âlem gibi sembolize ölüp dirilme statüsünü geçtiğini gösterir. Bu gidiş edilmiş masal dünyasına karşı koyulup ve tüm biçimi hayat ölüm karşılaşmasını, hayatın lehine işaretleri ile ondan ayrılır. halleder. İkincisi, ahireti gerçek dünyadan ayıran işaretler Beşincisi, hayat-ölüm (gerçek dünya-öteki âlem) sistemi, onun davranış kodunu ve mekânda karşılaşmasının bu şekilde çözümü, eski insanın yerleşmesini oluşturur. tecrübe ve tecrübesizliğinden, bilgi ve bilgisizliğinden Üçüncüsü, bu davranış biçimi ve yerleşme, masal kaynaklanır. kahramanının öteki dünyaya gitme türleri (başka bir Altıncısı, bilmek ve bilmezlik sihirli masal ahireti şekle girerek zıtlık meskenine gitmek, ya da yeni anlayışını yarattı. statüye geçmeden gitmek) mitolojik açıdan ele alınır. Yedincisi, bu anlayış masallarda bediî fonksiyon Aynı zamanda masal kahramanının gök dahilinde eski mitolojik görüşlerin kalıntısı (rudiment) şeklinde ortaya çıkmasıdır. ■

KAYNAKÇA

Anoxin, A. V., (1924), Materialı po Şamanstvu Altaytsev, Propp, V. Ja., (1946), İstoriçeskie Korni Volşebnoy Skazki, Leningard. Leningard. Azerbaycan Nağılları, C.l-5, Bakü,l960-1964. Sagalayev, A. M., (1984), Mifologiya i Verovaniya Altaytsev, Durkheim E., (1960), Les Formes Elemantaires de la Vie Novosibirsk. Religieuse, Paris. Sakaoğlu, Saim, (1983), Kıbrıs Türk Masalları, Ankara. Klyaştornıy S. G., (1981), Mifologiçeskie Syujetı v Sternberg, L. E., (1936), Pervobıtnaya Religiya v Svete Drevnetyurkskix Pamyatnikax, Tyurkologiçeksiy Etnografii, Leningrad. Sbornik -1977, Moskva. Suv Kızı, (1966), Toşkent. Şaman Efsaneleri ve Söylemeleri, Bakü,1994. Mixaylov, T. M., (1987), Buryatskiy Şamanizm, Thompson, S., (1951), Folktale, New York. Novosibirsk. Tylor, E. B., (1904), Anthropology, New York. Zumrad ve Kımmat, Ögel, B., (1971), Türk Mitolojisi, Ankara. Pamyatnikax, Toşkent, 1985. Tyurkologiçeskiy Sbornik-1977, Moskva.

THE RELIGIOUS-MYTHOLOGICAL UNDERPINNINGS OF THE NEXT-WORLD CONSEPT IN TALES

Assoc. Prof. Fuzuli BAYAT, PhD ABSTRACT

In the mind of the writer, the next world in Turkish world indicates the fact that be has excelled the status of mythology is introduced as an alternative to a world of tales dying and rebirth after death. symbolised like a real world, and is separated from it in all This migration settles the life-death conflict to the respects. The host of symbols, that separates the next world advantage of life. This type of remedy stems from the from the material world, makes up its code of behaviour and learning and ignorance of the ancient man. Ignorance and assigns a place to it in the space, this behavioural code and knowledge have created a concept of insight info the next settlement, the patterns of the hero's migration to the next world. It has come out as a reminiscence of ancient world in the Turkish tales are tackled mythologicaly. The mythologies in the light of esthetic function. migration of the hero to the next

Key Words: Tale, Mythology, Religion, Hereafter, Pattern, Knowledge

bilig-7/Güz '98

160

AHISKA TÜRKLERİNİN MENŞEİ VE TARİHÎ GELİŞİM SEYİRLERİ

Mustafa KALKAN

Abay Devlet Üniversitesi Kazak Filoloji Fakültesi Orta Asya Tarihi ve Türk Dili Bölümü Öğretim Görevlisi

ÖZET

Ahıska, Gürcistan'ın güneyinde bulunan bir bölgedir. Kıpçak Türkleri arasında yer alan uruğlar-boylar bu bölgeye yerleştikleri için Ahıska Türkü adını almışlardır. Gürcistan sınırları dahilinde bulunan bu bölgenin coğrafi adının dışında, mevcut mekâna yerleşen Türk boylarının isimlerinin bu coğrafyayla hiçbir ilişkisi yoktur. Ahıska Türklerinin, bir geçiş noktası olan Kafkaslara yerleşmiş olması, kavimler kapısı olan bu bölgede yaşayan bazı milletlere Ahıska Türklerinin etnik yönden bağlı olabileceği düşüncesini doğurmuştur. Bunun için de, Ahıska Türklerinin Gürcü, Tatar, Azeri ve Kıpçak boylarına mensup olabileceği üzerinde durulmuştur. Kullanılan dilin, kültürel yapının, fizikî özelliklerin (antropolojik hususiyetlerin) Gürcülere kesinlikle benzerlik göstermediği görülmüştür. Ahıska Türklerinin gerek gelenek, gerekse dil özellikleri olarak Oğuz boylarından bazı farklılıklara sahip olması dikkat çekicidir. Fizikî yapı itibariyle, Ahıska Türklerinin Oğuzlardan çok, Kıpçak boylarına benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra, bölgenin İskitlere kadar varan bir coğrafya şeklinde yerleşme alanı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bölge üzerinde yapılan incelemelerde onomastik ilmine göre tespit edilen isimlerin eski Türkçe olduğu fakat bu sahaya Gürcü ve Kafkas kavimlerinin ilerlemesi ile farklı adlandırmaların coğrafî ad olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Anahtar kelimeler:

Ahıska, Misket, Gürcü, Tatar, Oğuz, Kıpçak.

______

bilig-7/Güz '98

161

Ahıska Türklerinin menşei meselesi, uzun süredir bölgenin adı olarak zikredildiği için coğrafî tartışmalara mevzu olduğu halde, gerçek anlamda bu adlandırmada "Meskhet Bölgesi" şeklinde bilinir. nokta ilmî mahfillerde bütün yönleriyle Ahıska Türkleri'nin bazı Gürcü ve Ermeni araştırılmamış bir konudur. Ahıska Türklerinin, kaynaklarında Mesket - Misket Türkleri olarak Kafkasya ve Ahıska bölgesinden sürgün edilmesinden adlandırılmasının sebebi «Gürcistan'ın güneyinde sonra bu uruğun veya boyun (çünkü Ahıska Türkleri Karadeniz'in Acaristan kıyısından Kura nehrinin tarihî seyir içerisinde müstakil bir boy olarak değil de Borcomi Deresi'ne kadar olan 150 kilometrelik bir bir uruğ olarak görülür) gerek Rusya'da, gerekse diğer arazide...» (Arslan, 1995: 2) yerleşmiş olmalarından muhtar ve otonom Türk cumhuriyetlerinde hangi kaynaklanmaktadır. Fakat iki adlandırma da coğrafî bölgelere yerleştirildikleri bilinmektedir. isimlendirmeye istinaden verildiği için, etnik olarak Rusların titiz bir şekilde düzenledikleri bu bölgeye yerleşmiş olan Ahıska Türkleri'nin demografik istatistiklerde rahatlıkla Ahıska menşeini tespitte yeterli hareket noktaları olarak Türklerinin hangi bölgelerde yerleşmiş olduklarını tek görülemez. Hele Kafkaslar'ın asırlardır süregelen tek tespit etmek mümkündür. göçlere kucak açan en önemli geçiş noktalarından biri Ruslar, bu Türk uruğunun üzerinde oluşturmuş olduğu düşünülürse, coğrafî bölgeye istinaden olduğu kültürel baskı ile, nüfuzlarını benimsetmeye yapılacak etnik tespitlerin bir geçerliliğinin çalışmış, fakat başarılı olmadığını görünce etnik olmayacağını takdir etmek gerekir. olarak bu uruğun Gürcülere mensup olduğu fikrini ileri Tarih ilminde birçok meselenin gün ışığına sürmüşlerdir. Bu düşünce doğrultusunda, çok sayıda çıkarılmasında ve etnik tahlillerde, coğrafî çevre ve Rus ve Gürcü kökenli ilim adamı, hacim olarak kültür kuşakları içinde yer alma, önemli hareket oldukça kabarık olan eserler neşretmişlerdir. noktaları olarak kabul edilir (Proşteyn, 1978: 76). Bazı Gerçekleştirilen uygulamaların yanı sıra, Ahıska teoriler, bu noktaya göre ileri sürülerek Türklerinin önde gelenlerine, zorla veya satın alarak şekillendirilmeye çalışılır. kendilerini Gürcü olarak kabul edip halkı da bu Coğrafî saha teorisinde Anadolu, Kafkasya ve düşünceye inandırmaları için çeşitli tekliflerde Mezopotamya bölgesi gibi kavimlerin geçiş noktası bulunmuşlardır. olan istisna bölgeler de vardır. Ahıska Türkleri de Araştırmamızda gerek bu iddia, gerekse diğer "Kavimler Kapısı" olan işte böyle jeo-stratejik bir bölge iddialar göz önünde bulundurularak Ahıska üzerinde yerleşmiş olan boylardan biridir. Türklerinin etnik menşei aydınlığa Türk kavimleri arasında yer alan İskitler, coğrafi kavuşturulmaya çalışılmıştır. çevre ve sosyal yaşayış yönüyle incelenmiş, dil Bu araştırmayı yaparken, Ahıska Türklerinin özellikleri, devlet yapıları, tipik Türk devlet fizikî yapıları (fizikî antropoloji), meskûn oldukları geleneğiyle karşılaştırılmış, arkeolojik verilerin, yazılı yerleşim alanları (tarihî coğrafyaları) ve dil kaynakları destekler mahiyette özellikler sergilemesi hususiyetleri (lehçeleri) ayrıntılı bir şekilde sonucunda etnik yapıları tespit edilebilmiştir. araştırılarak, metot özellikleri ile tarih ilmine İskitlerin etnik menşe, uzun yıllar süren çalışmalarla yapabilecekleri katkılar göz önünde bulundurularak bulunmuştur. zikredilen disiplinlerden yararlanmaya özen Göktürklerin kökeninin kısa sürede tespit gösterilmiştir. edilebilmesinin sebebi; bu kavmin yerleşim Bunun yanı sıra tarih disiplininde kullanılan bölgesinin "merkez mekân" da (Orta Asya'da - komperatif (karşılaştırmalı-mukayeseli) metot ile, Türkistan'da) bulunması, kullandıkları dilin belirgin Ahıska Türklerinin Gürcü ve Oğuz Türkleri bir şekilde Türkçe olması ve sosyal yaşayışlarının arasındaki benzer-farklı yönleri ayrıntılı bir şekilde Türk halklarında görülen belirgin özellikleri konmaya çalışılmıştır. sergilemesidir. Ahıska adı, Ermeni, Gürcü, Rus ve Türk Etnik tahlil ve tespitler, kavmin asker gücüne, kaynaklarında (Ak - Sıka, Ak - kale, Akesga, Ahal - nüfus yapısına, tarih aktivitesine, bulunduğu bölgeye, tsihe, Akhalsikhe, Akal kelek, Akal kalak vb. kültürel zenginliğine, kültürel etkileşimine, komşu şekillerde) görülmektedir. Ahıska, küçük bir olduğu devletlerin

bilig-7/Güz '98

162

kroniklerindeki yazılı bilgilere, arkeolojik verilere, gerçekleştirilebileceğinin mümkün olduğu jeopolitik konuma vb. unsurlara göre belirlenir. bilinmektedir. Gürcü olan bazı boylar Anadolu'da İskitler ve Göktürkler, tarihî seyir içinde güçlü kalarak Türkleştiği gibi, bazı Türk boyları da kültürleriyle başka devletlere, sanat yönüyle, ordu Gürcistan'daki Gürcülerle kaynaşarak zamanla teşkilatıyla, devlet yönetimiyle, dilleriyle, Gürcüleşmiş olabilir. Fakat, Ahıska Türkleri'nin gelenekleriyle vb. yönlerle nüfuzda bulunmuş iki tamamının Gürcüleştirilemediği, onların sosyal büyük devlettir. Bu büyük kavimlerin yanı sıra, tarih hayatlarındaki baskın Türk kültüründen sahnesinde yer alan fakat adlarından başka anlaşılmaktadır. Gürcü kültürünün etkisi altında kalan (Kurıkanlar gibi) geriye hiçbir şey bırakamayan, hangi bir toplumun, aradan asırlar geçse de bir çok noktada, millete mensup olduğu bile tam anlamıyla bir türlü etkileşim sonucu benzer özellikler sergileyeceği tespit edilemeyen uruğlar (boylar) da vardır. Etnik kesindir. 16,17,18,19 ve 20. asırda bile Gürcü kültürünün kökeni ve bağlı bulunduğu kültür yönüyle Ahıska Ahıska Türkleri üzerinde hiçbir etkisi söz konusu Türkleri'nin tarih gelişimi ile ilgili olarak birinci elden olmamış, dil asimilasyonunda bile gelişme kaynak ve ayrıntılı malûmât bulmak çok zordur. kaydedilememiştir. Gürcü teorisi ile ilgili olarak çeşitli Ahıska Türkleri'nin etnik menşeini tespit için fikirler ileri süren ilim adamları bulunmaktadır, fakat öncelikle halihazırdaki coğrafyalarını belirlemek en zayıf teorinin bu olduğu, diğer araştırmacılar gerekir. Bugün, Ahıska Türkleri'nin yaşadığı coğrafya arasında da kabul görmektedir. Bu teoriye alternatif Gürcistan sınırları dahilinde bulunan bir bölgedir. olarak son dönemlerde Ahıska Türkleri'nin zamanla Gürcülerin bu bölgedeki tarihi, bilindiği gibi eski Türkleşerek Gürcülüklerini kaybettikleri ileri dönemlere dayanmaktadır. Mevcut coğrafî bölgeye, sürülmektedir. Zikredilen teori, özellikle S.S.S.R - nüfus kesafetine ve Ahıska Türkleri'nin soyadlarına B.D.T'deki ilim adamları tarafından ısrarla bakılarak bölge halkının Gürcü olabileceği hakkında vurgulanmaktadır. İleri sürülen bu tez, kültür tarihi fikirler ileri sürülmüştür. Bu teorinin yanı sıra açısından mümkündür. Kırgız kavminin ve bir çok Azerbaycanlı olarak da kabul edilen Ahıska Türkleri, Kafkasya uruğunun zamanla Türk kültür kuşağı içinde Oğuz boyları arasına dahil edilmek istenmektedir. kalarak Türkleştiği ve dil yönüyle farklı lehçeleri Üçüncü bir teoriye göre, Ahıska Türkleri, Tatarlarla konuşmaya başladıkları bilinmektedir. Rus ilim akraba addedilmektedir. adamları tarafından ileri sürülen bu tez, antropoloji, Gürcülerin, Kafkasya bölgesinde ve etnoloji, onomastik ve linguistik ilminin son asırda tam Gürcistan'daki etkinlikleri, tarihin eski dönemlerine olarak belirlenmiş olan araştırma metotlarıyla kadar gitmektedir. O dönemlerde, bugünkü coğrafyada rahatlıkla reddedilebilmektedir. Slav kökenli ilim ve çevresinde Gürcü devletleri kurulmuş, yerleşik bir adamlarının kültür tarihi açısından ileri sürdükleri bu kültür çatısı oluşturulmuştur. Gürcüler etnik olarak uygunluk aslında politik amaçlara yöneliktir. farklı bir ırka mensup oldukları gibi, dil ailesi Azerbaycan Türkleri bilindiği gibi Oğuz yönüyle Kafkas kavimlerinden farklı bir grubun içinde boylarının bir araya gelmesinden oluşmuştur. Bugün yer alırlar. Aynı zamanda, Gürcü fizyonomisi, Ahıska Azerî Türkleri olarak bilinen Oğuzlar, gerek dil Türkleri'nin antropolojik yapısıyla benzerlik gerekse gelenek yönüyle Ahıska Türkleri'nden göstermemektedir, Gürcü kültürü, Türk kültürü ile farklıdır. Azerbaycan Türkleri, edebî yönleriyle Oğuz hiçbir ortak özelliğe sahip değildir. Aynı coğrafî Türkçesi'ni geliştirmiş ve kendilerine has bir edebiyat sahayı paylaşmanın getirmiş olduğu bazı etkileşimler oluşturmuşlardır. Son derece zengin olan Azerî söz konusu olabilir, ayrıca Kafkas kültürü içinde edebiyatı aynı zamanda konuşma dili ve estetik Gürcü kültürü başlı başına farklı bir grup oluşturur. üslubuyla dikkat çekerken diğer Oğuz dili Gürcü dilinden Ahıska Türkçesi'ne geçen kelime gruplarından farklı olduğunu belirgin bir şekilde sayısı yok denecek kadar azdır. Tarihin çeşitli hissettirmektedir. Ahıska Türkçesi, Kafkasya dönemlerinde olduğu gibi bu dönemde de kültürel bölgesinin diğer dillerinde olduğu gibi Azerbaycan asimilasyonun söz konusu olabileceği ve Türkçesi'ne göre daha kaba ve sert çizgilere sahiptir. Gürcüleşmenin zamanla Ahıska Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi'yle bazı noktalarda benzerlik gösterse de bu, Azerî edebiyatının kültürel saha

bilig-7/Güz '98

163

olarak geniş bölgelere yayılıp etkisini Ahıska Kırgız darbesi, batıya kayma hareketini hızlandırmış Türkleri üzerinde göstermesi şeklinde ve birçok Türk boyu [Dokuz Tatarlar] (Gumilev, değerlendirilebilir. Gerek gelenek, gerek sosyal yapı, 1994: 432) hızla Kafkaslara yönelerek Derbent gerekse dil yapısı olarak Ahıska Türkçesi, üzerinden İdil-Ural-Kama nehirleri bölgesine geçmiş, Azerbaycan Türkçesi'nden farklıdır. Ahıska Türkleri oradan Macaristan ovasının düzlüklerinde yeni arasında Azerî kökenli insanlar yaşamaktadır. Sayı devletler kurmuşlardır. Tatarların, Kıpçak boyları yönüyle az olan bu insanların kullandığı dil, Ahıska içindeki yeri ve Bulgar Devleti'nden sonraki dönemde Türkçesi'yle karışmış olsa da saha dillerini bilen bir Kazan Hanlığı içindeki güçleri bilinmektedir kişi bunu rahatlıkla ayırt edip konuşan kişinin hangi (Mercanî, 1989: 53-122) Fakat Tatarların kullandığı dilin etnik kökene sahip olduğunu anlayabilir. Ahıska Kıpçak Türkçesi'ne dahil edilmesi, fizik antropoloji Türkleri arasında yaşayan ve etkileşim yönüyle girift olarak Kıpçak grupları içinde yer alan Ahıska bir şekilde sosyal ilişkilerini yerli halkla geliştirmiş Türkleri'nin de aynı dili kullandığı anlamına olan Terekemeler de az değildir. gelmemelidir. Kaşgarlı Mahmut eserinde Türk dilleri Bazı «Etnologlara göre Mesket Türkleri'nin aslı ile ilgili olarak ayrıntılı bilgiler vermiştir. Eserde, Gürcü olmayıp Tatar Türkleri'ne dayanmaktadır» «Uygurların dilleri çok sade ve temizdir. En kolay dil (Avşar, vd. 1994: 7,8). Ortaya konulan iddia, Kıpçak Oğuzların dilidir. Kay, Yabaku, Tatar ve Basmıl grupları içinde yer alması sebebi ile Tatarlara boylarının kendilerine ait dilleri vardır. En ağır dil benzerlik göstermesi noktasında kabul görebilir. Ama Hakanye birliğine dahil olan halkların Türkçesidir» Tatarlarla Ahıska Türkleri arasında ne antropolojik, ne (Kaşgarî, 1993: 11,12) diye açıklamıştır. dil, ne de kültürel olarak tam anlamı ile bir Kıpçak dil gurubunun en zengin ve gelişmiş dilleri benzerlikten söz etmek zordur. Tatarlar da diğer Türk arasında Tatar Türkçesi de vardır. Bugün Doğu boyları gibi Karadeniz'in kuzeyinden geçerek bu Anadolu Bölgesi'nde (Erzurum - Oltu / Narman, bölgelere girmiş olabilir, ama bu bölgelerde daimi Artvin - Şavşat / Yusufeli, Ardahan, Kars gibi olarak kaldıkları vaki değildir. Bilindiği üzere, şehirlerde) dağınık olarak iskân edilmiş olan Ahıska «Kafkasya, diller ve halglar dağıdır» (Miziev, 1993: 119). Türkleri'nin kullandıkları Türkçe, hemen hemen Birçok uruğ, kavimler kapısı olan bu bölgeden Gürcistan sınırlarında yaşayan Ahıska Türkleri'nin geçmiştir. «VII. yüzilliye aid 'Ermeni Coğrafyası'nda, konuştuğu Türkçe ile aynıdır. Doğu Anadolu'da Merkezi Gafkaz'da 53 tayfanın adı çekilir... el - Mesud kullanılan bazı kelimeler Azerbaycan Türkçesi'nden me'lumatlar ve birlikler kitabında yazırdı: "Gabg alınmıştır. Ahıska Türkçesi'nde bugün kullanılan yerel dağlarında oldugca çoh sayıda tayfa ve hökmdarlıg var. ifadeler ise az da olsa unutulmuştur. Tatar Türkçesi ve Bu dağlarda 72 tayfa yaşır, her tayfanın öz hükmdarı, Ahıska Türkçesi arasında büyük farklılıklar olduğu basgasına ohşamayan öz dili vardır» (Miziev, 1993: 13). gibi Tatarların sosyal hayatındaki baskın motifler Görüldüğü gibi Kafkaslar bir geçiş kapısıdır, bin bir Ahıska Türkleri'nde yoktur. Düğün törenleri, ataerkil çeşit halkın yaşadığı, bir kısmının tekrar Asya'nın yapı, kadının aile içindeki serbestiyet anlayışı derinliklerine, bir kısmının Avrupa'ya, bir kısmının tamamen farklıdır. Ahıska Türkleri'nde kapalı yerel İran'a, diğer kolların Mezopotamya ve Mısır'a geçtiği, kültür anlayışı görülürken, Tatarlar açık ve baskın tarihî verilerle anlaşılmaktadır. Tarihin en eski kültür durumundadırlar. dönemlerinden beri Asya'dan gelen ve Asyenik kökenli Sosyal hayatta, Tatarlar ticaretle, Ahıska Türkleri olan kavimlerin asırlar önce bu yolu kullandıkları ise hayvancılıkla ve tarımla iştigal etmektedir. Müzik Mezopotamya'ya Sümerler, Anadolu'ya Hurri-Mitani, anlayışından,yemek zevkine, yöresel oyunlardan, dinî Karadeniz'in kuzeyine İskit-Saka adıyla indikleri yaklaşıma kadar farklı özellikler sergilenmektedir. (Kalkan, 1996: 13) bilinmektedir. Türk kavimlerinin, Kafkasya bölgesi, (Gürcistan, Ermenistan ve M.Ö.'ki dönemlerden itibaren Asya'dan başlayan Azerbaycan) bilindiği gibi Göktürk Devleti göçleri sırasında Sabirler, Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, döneminde de Türk boylarının kondurulduğu (iskân Kıpçaklar ve Peçenekler hep bu yolları kullanmıştır. edildiği) bir bölge özelliği taşımıştır. Türk boyları, M.S. 840 yılında, Uygurların yediği bu bölgede

bilig-7/Güz '98

164

yerleşirken Uygur Devleti'nin yönetim merkezini Asya'da Türk boyları arasında devam eden Şimalî Çin'e kaydırması Kafkaslar'daki yerleşme mücadele, kuraklık, verimsiz topraklar ve güçlü hareketlerini durduramamıştır. 840 yenilgisi, devam devletlerin mücadelesi sırasında yavaş yavaş etmekte olan hatta Arap Yarımadası'na, İran'a ve azalmaya başlayan Türk nüfusu, M.S. 8. ve 9. Mısır'a kadar sirayet etmiş bulunan hızlı yerleşimi asırlarda Kafkasya bölgesine yönelmiştir. Türk boylarının, bu bölgede demografik olarak çoğunluk iyice artırmış, Kırgızların önünden kaçan Türk boyları oluşturmaya başlamaları, etnik yapıyı ve sosyal bu bölgelere mecburi olarak yerleşmişlerdir. yaşayışı mecburi olarak değiştirmiştir. «Azerbaycan'ın Kırgız darbesi, daha önce bu bölgeye (Seyhun - kuzeyinde yer yer 3000 metreyi aşan Kafkas dağları, Ceyhun ve Maveraünnehir) yerleşmiş olan Oğuz güneyde ise Ermenistan'ın dağ kütleleri uzanır... boylarının arasına, Kapçakların da karışmasına Etrafının dağlarla çevrilmesine rağmen Azerbaycan sebebiyet vermiştir. Göktürk yazıtlarında da görülen topraklarının % 40'ı ovadır. Yükselen dağ zirveleri 2000 Oğuz - Türk adı altında toplanan diğer boyların metreye ulaşan yaylalar, ovalar ve bozkırların yanı sıra mücadelesi, daha sonraki dönemlerde Türk uruğlarını deniz yüzeyinden aşağıda toprağa da sahiptir. Derin Oğuzlar - Kıpçaklar diye ikiye ayıracak ve sosyal bir boğazlar ve akarsu yataklarıyla parçalanmış görkemli bölünme yaşanacaktır (Gumilev, 1992: 99). Bu sırtlar ve çıkıntılar, Kuzey bölgesine olağanüstü bölünme, her ne kadar kesin çizgilerle netleşmemişse güzellikler katar. Azerbaycan topraklarının en verimli bölgesi Kura ve Aras nehirlerinin deltalarının karıştığı de kitabeler dikkatle incelendiğinde aradaki şiddetli yerdir» (Avşar, vd. 1994: 37). Azerbaycan, mücadele rahatlıkla fark edilebilecektir. Bu tarihten Ermenistan ve Gürcistan üzerinde oluşan nüfus sonra, Kıpçak grupları da (Peçenekler, Uzlar, yoğunluğu 12. -13. asırda çok belirgin bir şekilde Kumanlar, Tatarlar daha sonra Moğol baskısı ile görülmeye başlamıştır. Azerbaycan'a , Gürcistan'a Uygur ve Kırgızlar) batıya, Kafkasya bölgesine ve Türk boyları gelmeden önce bu bölgede bulunan Karadeniz'in kuzeyine hızla göç etmeye başlamıştır küçük devletler üzerinde belirgin olarak görülen Fars (Aydarov, 1995:173-179-180). kültürü ve dilinin etkisi, bir süre sonra yerini Oğuz Göktürkler'den önce bu bölgelere göç edilmiş olsa Türkçesi'ne bırakmıştır. Aynı zamanda, bu bölgede da sayı kesafeti yönüyle belirgin bir hareketlilik söz meskûn olan insanların din yaşayışları yapısal bir konusu olmamış, bölgenin yerli halkları yerleşim değişime uğramıştır. Zerdüşt ve Şamanist husûsiyetler alanlarından ayrılmamışlardır. Asıl hareketlilik, sergileyen karma din yapısı, yerini yeni gelen boyların Avarların, Göktürk darbesi ile Avrupa'ya geçişleri dini olan Tek Tanrı (Gök Tengri) inancına terk edecektir. Fakat bugün bile, bu gelenekler ve dinî sırasında yaşanmış, kitleler halinde sürüklenen Moğol, akideler Azerbaycan'da sathi de olsa unutulmamış ve Türk, Fars, Sogd, Kırgız ve Tibet menşeli kavimler bu devamlılık arz ederek günümüze ulaşmıştır (Zeynal, bölgenin yerleşik halklarını vatanlarından 1995: 38). uzaklaştırmışlardır. Zaten bugün Kafkasya, Gürcistan Azerbaycan'ın verimli topraklarının yanı sıra ve Azerbaycan olarak bilinen topraklar gerek stratejik Gürcü ve Ermeni toprakları bu iskânlarda en önemli konumu, gerekse zenginliği yönüyle asırlar önce de yerleşim merkezleri haline gelmiştir. Gürcü toprakları, dikkat çeken topraklardır. Bu bölge, asırlarca tarım ve bağcılık yönüyle zengindir, fakat Ermenistan Sasanilerin, Romalıların, Arapların dikkatini çekmiş yüksek dağ silsilelerinin bulunduğu bir bölge olma ve bölge üzerinde şiddetli mücadeleler olmuştur. husûsiyeti taşıdığı için diğer bölgeler kadar Sasan gücünün silinip Roma İmparatorluğu'nun bu yerleşmeye elverişli değildir. İki verimli bölge geniş coğrafyada etkisiz hale gelmesiyle bölge önce arasında bulunan Ermenistan, geçit vermez dar ticarî merkez olmuş daha sonra da Arap nüfuzunun boğazları ve yüksek dağlık bölgeleri ile diğer iki ülke etkin olduğu bir mekân durumuna dönüşmüştür. için stratejik bir geçiş bölgesi olarak görülmektedir. Roma'nın bölgedeki nüfuzu, M.S. 5. ve 6. asırdan Coğrafî bölge içinde önem arz eden Ermeni faktörü, Gürcü Krallıkları ve Bizans İmparatorluğu sonra kaybolmaya başlayınca Kafkaslar'daki -Güney döneminden beri mevcuttur. Bu münasebetle Gürcistan'daki siyasî nüfuz boşluğunu Türk boyları tarihin hiçbir doldurmuştur.

bilig-7/Güz '98

165

döneminde Ermeni faktörü görülmeden düzenlenen telakki edilmesidir. Kültür asimilasyonu, Türk boyları planlar uygulamaya konulamamıştır. Çeşitli tarafından özellikle tatbik edilmiş bir uygulama dönemlerde Ermeni Krallığı, Doğu Anadolu'nun iç değildir, demografik (nüfus yoğunluğunun) üstünlük bölgelerine kadar ilerlemiş, bazen topraklarını bu sonucu kaçınılmaz kılmıştır. Sosyal ilişkiler iç içe genişletmiş, bazen Bizanslıların saldırıları ile kendi girmiş fakat din faktörü Ermenileri, Türk boylarından topraklarına çekilmek zorunda kalmıştır. Belirtilen uzak tutmuştur. Bugün Müslüman olan ama daha coğrafyada asırlarca iç içe yaşayan Ermeni-Gürcü önceki asırlarda İsevî (Hristiyan) dinine inanan ve bu grupları sosyal ilişkilerini geliştirerek kültürel dine mensubiyetleri kesinlikle bilinen bazı Gürcü birlikteliği bir noktaya kadar sağlayıp benzer ortak grupları, kendi istekleriyle İslâmiyet'i kabul ettikleri özellikler sergilemeye başlamışlardır. için, Türk uruğları ile Gürcüler kaynaşmışlardır. Azerbaycan bölgesinde, Oğuz boylarının büyük Kafkasya'ya gelen Kıpçak boylarının (Kırgız, Peçenek, bir güç oluşturmaya başlamaları iki devletin arasına Kuman, Tatar, Başkırt vb.) Oğuzların siyasî bıçak gibi girmiş ve bu güç birliğini bozmuştur. üstünlüğünü kabullenmek zorunda kalmış olmaları Azerbaycan, birçok kavmin yerleşim mekânı olmuş, gerekir. Oğuz boyları ile lehçe farklılığı dışında aynı zenginliği her zaman dikkat çekmiştir. Bu bölgede, dili konuşan Kıpçak boyları, asırlardır yaşanan Gürcüler, Lazlar, Ermeniler, Avarlar, Dağlılar, hakimiyet mücadelesi sonucu bu bölgeden ayrılarak Çerkezler, Çeçenler ve Lezgiler karma sosyal bir yapı Karadeniz'in kuzeyine geçmiş, oradan da Avrupa'ya oluşturmuştur. Bu bölgeye gelen Türk boyları sadece açılmışlardır. Oğuzlar değildir, ama ağırlığı Oğuz Türkleri teşkil Devlet anlayışımızda, Türk töresi gereği her etmektedir. Bilinmesi gereken önemli noktalardan biri boyun hakimiyet noktasında kendini güçlü gördüğü de «Türk milleti sadece bir uruğdan oluşmamıştır. an idareye talip olma hakkı vardır, işte bu hak bazen Birçok kavmin bir araya gelmesi ile oluşan uruğlar Türk tarihinde şiddetli mücadelelerin yaşanmasına birliğidir. Bu kavimlerin arasında: Oğuz, Türkmen, az sebep olmuştur. Tabiî olarak bunun avantajları da yok sayıda Batı Oğuzları, Peçenekler, Kıpçaklar vb. uruğlar değildir. Türk boylan asker dinamizmini, aksiyon vardır. Diğerleri yerli Orta Asyalı kavimlerdir ayrıca gücünü daima güçlü olmakla elde edebileceklerini bu bölgede Grek, Ermeni, Kürt, Laz, Gürcü ve Slav bilirlerdi. Aksi takdirde başka bir boyun idarede söz grupları gibi halklar da vardır» (Yermeev, 1975:249; sahibi olacağını bilir ve tarz-ı hareketini gelişmelere Haşimoğlu, 1997:18). göre düzenlerdi. Aynı mekânda iki güçlü birliğin Bugün, 20-25 milyonu bulan Azerî nüfusunun yaşama şansı olmadığı için bazen hiç mücadele (Iran, Azerbaycan, Kafkaslar, Türkiye ve Gürcistan yapılmadan diğer boy mevcut mekânı terk eyler ve topraklarında) yoğunluk göstermesi jeopolitik açıdan başka diyarlarda kendine devlet kurardı. Bazen de önemlidir. Kırılan Fars nüfuzu her ne kadar sonraki diğer boyun yönetimini kabullenir ve yönetimde az da dönemlerde etkili olmaya başlamışsa da 9. asırdan 14. olsa etki sahibi olmanın yollarını arardı (Kalkan, asra kadar gerçek anlamda bu bölgede baskın bir Oğuz 1995: 18,19). kültür kuşağı oluşturulmuştur. Birçok boy yavaş yavaş Fizikî yapı (antropoloji), Oğuz boylarında farklı, kültürel olarak etkilenmeye ve Türkleşmeye Kıpçak boylarında farklıdır. Her ne kadar bu iki grup başlayacaktır. Örneğin; Dağıstan bölgesi (Dağlılar), brekisefal ırkın özelliklerini sergilese de Kıpçak Karaçay-Balkar, Avar ve Gürcü boylan zamanla boylarının fizik yapıları dikkatle tetkik edildiğinde İslamiyet'i kabul edip, Türk kültür kuşağı içine dahil Oğuz fizyonomisinin kendine has özellikler olmuşlardır. Bu belirgin değişim, bugün Müslüman sergilediği görülür. Bu farklılık, Roma, Gürcü, Ermeni olan ve Doğu Anadolu coğrafyasını meskûn bölge ve Slav kaynaklarında da anlaşılmış, Oğuz Türkleri; olarak seçen Gürcüler de rahatlıkla görülmektedir. orta boylu, yuvarlak yüzlü, geniş alınlı, seyrek sakallı, Artvin'de, Kars'ta, Erzurum'da ve Konya'da yerleşmiş küçük yuvarlak burunlu, brekisefal mongoloitte olan Gürcüler zamanla Türkleşen gruplar arasında yer olduğu kadar olmasa da çökük küçük gözlü (mavi, almıştır. siyah, kahverengi), kılsız vücutlu, vücudunun altı Unutulan bir nokta vardır ki o da kültürel güçsüz, asimilasyon ile etnik asimilasyonun bir olarak

bilig-7/Güz '98

166

üst kısmı güçlü gelişmiş kaslarla kaplı, ten olarak durmamışlardır. Ahıska Türkleri, Güney Gürcistan'da esmer, elmacık kemikleri net bir şekilde çıkık olarak Meskhetiya diye adlandırılan bölgede baskın bir tasvir edilmiştir. şekilde yoğunluk oluşturmuşlardır. Fakat Meskhet adı Kıpçak grupları ise; orta ve uzun boylu, yuvarlak ve etimolojisi ile hiçbir ilgileri yoktur. iri düz yüzlü, uzun düz burunlu, elmacık kemikleri çok az çıkık, gelişmiş kemik yapısı, kıllı bir vücut, gür Ahıska Türklerinin Tarihî Gelişim Seyirleri sakal ve saçlar, gelişmiş iri kaslar, uzun ayak ve güçlü kollar, fazla çıkık olmayan normal büyüklükte gözler Türk boylarının Kafkaslar'daki geçmişi, bilindiği (yeşil, mavi, siyah, kahverengi), dar alın ve ten rengi gibi M.Ö. 54. asırlara kadar tarihlenebilmektedir. olarak beyaz tenli bir ırk şeklinde tarif edilmektedir. İskit-Saka gruplarının bu bölgeyi geçiş tahtası olarak Ayrıca, Kıpçak boylarının Oğuz boylarına oranla kullanıp Avrupa'ya girdikleri kaynaklarda açıkça daha sert ve acımasız oldukları özellikle görülmektedir. Kafkaslar'daki İskit grupları vurgulanmaktadır (Sadıkov, vd. 1995: 66-67). Oğuz Avrupa'ya geçtikten bir süre sonra eski güçlerini boylarının, Kıpçaklara göre daha çelimsiz ama buna koruyamadıkları için kurdukları devletler dağılmış ve rağmen hareketli oldukları açıklanmıştır. Rus kronikleri birçok boy hareket noktaları olan Kafkaslara tekrar ve Roma kaynakları «Kıpçaklar çok güçlü ve geri çekilmiştir. Aynı olay, Hun Türkleri tarafından amansızca mücadele eden Türk boylarındandır. Bir M.S. 3.-4. asırlarda tekrarlanmış, Atilla Batı Avrupa Kıpçak savaşçısı 4-5 Slav askerini öldürebilecek kadar Hunları'nın kurmuş olduğu devletin yıkılmasından iyi savaşır» (Kırzıoğlu, 1992) diye açıklamaktadır. sonra Hun Tanrıkutu Atilla'nın oğulları ve Hunlara Kıpçak boyları, «XI. asrın yarısından itibaren tabi olan boylar tekrar bu bölgeye dönerek varlıklarını İdil'den hareket ederek batıya doğru yönelmeye korumak zorunda kalmışlardır. 8. ve 9. asırdan sonra başladılar, Doğu Avrupa'nın içlerine kadar olan Kafkaslar'da hareketlenmenin başlamasıyla 10.-11. bölgede hareket halinde bulunan Kıpçaklar, bu asırda bazı Kıpçak boyları çeşitli sebeplere binaen bu bozkırlara kendi adlarını (Deşt-i Kıpçak) verdiler. bölgelere yerleşmişlerdir. Kimekleri de grupları içine dahil eden Kıpçak boyları Bölgenin zamanla Türkleşmesi, aynı zamanda arasında Başkurt, Peçenek, Korluk ve Oğuz boyları da atlama tahtası olarak bilinen bu toprakların, yaygın bir vardı» (Akişev, 1994: 76,77). Rus yıllıkları, Kıpçakları şekilde yerleşim amacıyla da kullanıldığını ortaya (Kıfçak) Fok, Tork, "Kangar" boyuna Peçenek, koyar. Ahıska Türklerinin, İskit - Saka kırıntılarının Kıpçakları-Kuman ve Poloves olarak adlandırmışlardı. nüveleri olma ihtimali zayıftır, çünkü İskit silsilesinin Kıpçaklar; Yenisey'de bulunmuş taş kitabede üzerinden Sabir, Avar, Hazar, Bulgar, Peçenek, Soyunçura Hakan'ın (VII. asır) hükümdarlığından Kuman, Kıpçak ve Moğol grupları sel gibi geçmiştir. bahseder. Dördüncü satır şu sözlerle başlar: «Türk En son geçen silsile Kıpçak gruplarıdır. Bu bölgede Kıbçak elig yıl olurmış» -«Türk Kıpçaklar elli yıl kesif olarak Moğol boylarının nüfuzundan söz etmek oturmuşlar» (Süleyman, 1992: 157). Kafkaslara, imkânsızdır. Moğolların Kafkasları istilası sırasında Gürcistan'a ve Ermenistan bölgesine yerleşen Kıpçak da bu bölgede Kıpçakların ve Uygurların asker gücü boylarından bazıları, buralarda kalarak Oğuzların değerlendirilmiştir, Moğolların nüfus yoğunluğu, hakimiyetini kabullenmişlerdir. asker gücü, bu kadar uzak topraklara ulaşmak ve nüfus Dağlılar, Çeçenler, Karaçay-Balkarlar, Kimekler yapısını değiştirmek için yeterli değildir (Hara Davan, ve Kara Papaklar aynı coğrafyaya yerleşen boylar 1992: 195,196). Ahıska Türkleri'nin yerleşim bölgesi, arasında yerlerini almışlardır. Özellikle Karaçay- Kıpçak boylarının hareket noktaları üzerindedir Balkarlar, Dağlılar, Kara papaklar ve Kimekler, (Madanov, vd. 1994: 35,36). Ayrıca, fizik yapı Kıpçak gurubunun kültür özelliklerini belirgin itibarıyla Azerbaycan Türkleri ile karışmamış olan şekilde sergileyen uruğları arasındadır. Tatarlar, Ahıska Türkleri birçok noktada Kıpçaklara büyük Derbent bölgesinden hızla geçerek Bulgarların içine benzerlik gösterirler. Ahıska Türkleri'nin fizikî dahil olmuş ve bu bölgelerde (Gürcistan, Kafkaslar ve yapıları Kıpçaklar'dan Ermenistan'da)

bilig-7/Güz '98

167

biraz farklılık arz eder, bu farklılığın da iklim ve ihtimali vardır. İsimleri zikredilen boylar arasında coğrafyaya istinaden değerlendirilmesi gerekir. Oğuz menşeli olanların yanı sıra Kıpçak boylarına Yüksek dağ silsileleri ile çevrili olan Kafkaslar son yakın olan (Dağlılar, Karaçay ve Balkarlar) boylar derece sert bir iklime sahiptir, bu iklim yapısı bölge bulunduğu için Ahıska Türkleri'nin tipolojisinde fazla insanını soğuğa karşı dayanaklı hale getirmektedir. bir farklılık olmamıştır. Ahıska Türkleri'nin Coğrafî yapı dağlık olduğu için, fizik şartlar antropolojik yapısında; orta, uzun boylu bir fizik, Kafkaslar'da ağırdır, soğuk beraberinde yağlı besinlerle geniş bir yüz, uzun düz veya az kemer bir burun, güçlü bir şekilde beslenmeyi şart kılar. Hareketli bir çatallı-düz çene, iri göz boşlukları küçük-normal hayat, temiz hava, tabii besinler, zengin gıda çeşitleri boyutta mavi (gök mavisi, ve tonları), kahverengi, ve soğuk bir iklim, insan fiziğini az da olsa geliştirmiş siyah gözler, sık (gür) sakal, soğuk havanın getirmiş olabilir. Bunun için Ahıska Türkleri'nin vücut olduğu kıllı bir vücut, iri kemik yapısı ve gelişmiş yapılarının Kıpçak boylarından fizik olarak biraz daha vücut özelliği görülür. Osmanlı Türkleri olarak da gelişmiş olma durumu söz konusudur. Aynı şey, M.Ö. bilinen Ahıska Türkleri'nin kültürleri dışında Osmanlı yüzyıllarda dağlık bölgelerde yaşayan Hun Türkleri fizyonomisi ile fazla bir benzerlikleri yoktur. 16. için de söz konusudur. 20. asrın başlarında dağlık asırdan itibaren, Osmanlı Devleti bu bölgedeki Türk bölgelerde yapılan arkeolojik kazılar sırasında nüfusunu artırmak için girişimde bulunmuşsa da bulunan kurganlarda ele geçen Hun cesetlerinin fizikî çeşitli problemler bir süre sonra bu iskân politikasının özellikleri ilgililere odak merkezi olmuştur. Konar- mecburi olarak terk edilmesine sebep olmuştur. göçer olarak step bölgesinde yaşayan Hunların Bölgeye yerleştirilen Orta Anadolu Türkleri sayı olarak cesetleri üzerinde yapılan incelemelerde erkeklerin boy yetersiz kalınca bölgenin nüfus yapısını ortalaması 1.65 - 1.70 - 1.75 cm olarak belirlenirken, değiştirememişlerdir. Ahıska Türkleri'nin, Osmanlı dağlık bölgelerde yaşayan Hunların (Dağ Hunları) kültür kuşağı içinde kalmış olmaları, güçlü bir kurganlarından çıkan cesetlerin üzerinde yapılan mensubiyetle kendilerini Osmanlı hissetmeleri için, incelemeler büyük farklılıkların olduğunu ortaya psiko-sosyal bir alt yapı hazırlamıştır. koymuştur. Dağ Hunları veya Orman Hunları olarak Başka bir mesele de Mesket-Misket isminin Ahıska bilinen gurubun boy ortalamasının 1.75 - 1.80 - 1.85 Türkü ismi yerine kullanılması meselesidir ki, bu isim cm kadar olduğu anlaşılınca diğer kurganlar dikkatle hiçbir anlam taşımamaktadır ve kesinlikle tetkik edilip açılarak bulunan cesetler incelenmiş, bu kullanılmamalıdır. Çünkü Ahıska adında olduğu gibi cesetlerin de boy ortalamalarının ve fizik yapılarının Meskhet ismi de coğrafî bir adlandırmadır. aynı ölçülerde olduğu görülmüştür. Bulunan Kaynaklarda, tarihî terminolojiye yerleşen ve Ahıska cesetlerin brekisefal olması ve Türk geleneklerine Türkü olarak zikredilen Türklerin isimlerini uygun bir şekilde gömülmüş bulunmaları diğer değiştirmeleri artık imkânsızdır. Objektif olarak şüpheleri ortadan kaldırmış, yapılan son incelemelerle bilinen birçok araştırmacı, Ahıska Türkleri'nin Türk uruğları arasında farklı fizikî özellikler taşıyan menşeini Turan kavimlere bağlamaktadır. Bu güne boyların varlığı anlaşılmıştır. kadar farklı iddiaları ileri süren araştırmacılar, Bu değişikliğin, iklimden ve coğrafî yapıdan tezlerini tam anlamıyla diğer kaynaklarla kaynaklanmış olabileceği üzerinde durulmaya destekleyemedikleri için bu teoriler ilim aleminde başlanmıştır. Benzer şekilde Ahıska Türkleri'nin kabul görmemiştir. görünümlerinin Kıpçak Türkleri'nden az da olsa Kıpçak Türkleri'nin bu bölgedeki nüfuzlarını farklılıklar sergilemesi bu sebeplere istinat edebilir. kaybetmesinden sonra Oğuz boyları Seyhun -Ceyhun Fizikî farklılıklar, Ahıska Türkleri'nin yerleşmiş nehirleri bölgesinden hareket ederek Kafkasları oldukları bölgede etnik yapı olarak (evlilik vb. kontrolleri altına almış ve bu bölge tamamen sebeplerle) diğer milletlerden etkilenmeleri Oğuzlaşmıştır. Oğuz Devleti'nin 10. asırdan sonra sonucunda da gerçekleşmiş olabilir. Ahıska Türkleri Türk boylarını siyas bir birlik altında toplaması ile, arasında Oğuz tipolojisi sergileyen örnekler de tespit düzenli şekilde Kafkaslar'dan, Asya'nın iç edilmiştir, fakat bunların Azer, Terekeme, Kara bölgelerinden Anadolu'ya akınlar düzenlenilmeye Papak ve Dağıstan uruğları ile karışmış olma başlanmıştır. Daha sonraki dönemlerde, boy beylerinin yönetimi altında

bilig-7/Güz '98

168

bulunan Oğuz grupları, 1038-1040 yılında yerleşen ve Kıpçak Türkü oldukları (kültürleri, dilleri, Gaznelileri dize getirince hakimiyet mücadelesi antropolojik yapıları, gelenekleri yönüyle) kuvvetli bir sonuca ulaşmış ve durum tamamen netleşmiştir. şekilde iddia edilebilecek olan Ahıska Türkleri, Karahanlı ve Gazneli Devleti'nin gücünü Selçuklular'dan sonra Beylikler, akabinde ise Osmanlı kaybetmesi ile, artık Orta Asya'dan batıya doğru Devleti'nin sınırları dahilinde kalmıştır. «Osmanlıların hareket eden Oğuz boylarının önünü kesebilecek 1573 yılında Gürcistan'ı fethetmesinden sonra, İç hiçbir güç kalmamıştır. Yarı yerleşik bir hayata sahip Anadolu Bölgesi'nden; özellikle Konya'dan, Tokat'tan, olan Karahanlı ve Gazneli Devleti, hızla hareket Yozgat'tan seçilen Türkler, Ahıska ve civarına halindeki Oğuz boylarını sınırlarda düzenli orduları ile yerleştirildi» (Avşar, vd. 1995:15). Osmanlı Devleti'nin durdurmuş, Maveraünnehir ve Kafkasya bölgesine yönetiminde uzun süre yaşayan Ahıska Türkleri, vasıl olmalarını engellemiştir. Artık bu set de zamanla tam bir Osmanlı kültürü örneği durumuna kalkınca yeni keşfedilecek olan zengin topraklara gelmiş ve Doğu Anadolu Türkleri ile bütünleşmiştir. konmak (yerleşmek) için yer arayan Oğuz boylarına «1828 yazında Rusların eline düşünceye kadar tam 250 vatan olmuştur. 9. ve 10. asırdan beri, Anadolu yıl boyunca Çıldır / Ahıska Eyaleti'nin merkezi olan bu içlerine seferler düzenlenmekte, yavaş yavaş serhad şehrimize, birer sancak olarak şu yerler bağlı idi: şartlar ve zemin hazırlanarak yerleşilecek yerler 1. Bedre, 2. Azgur, 3. Ahılkelek, 4. Hırtıs, 5. Cecerek, 6. tespit edilmektedir. Bunun için Oğuz boyları çekirge Ahıska, 7. Altunkale (Kabliyan), 8. Acara (Bu sancak 16 sürüleri gibi büyük kitleler halinde Kafkaslara ve Mart 1921 Moskova'Antlaşması ile sınırımız dışında Anadolu'ya girmeye başlamıştır. Kafkaslar'daki kalmıştır), 9. Maçakhel (Üçte ikisi Artvin'in Borçka ve Anadolu'daki yerleşim, 12. yüzyılda Selçuklularla İlçesi'nde, üçte biri Acara'da), 10. Livana (Artvin), 11. kesinleşmiş ve artık Oğuz boyları bir devlet olarak bu Pertekrek (Yusufeli), 12. Ardanuç, 13. İmirkhev, 14. bölgelerde varlık göstermeye başlamıştır. Şavşat (Bu son 5 sancak, bugün Artvin ilimizdedir), 15. Selçukoğulları, Maveraünnehir, Cend, Belh, Nişabur Oltu, 16. Narman, 17. Kamkhis (Bu son üçü şimdi şehirlerinin yanı sıra Kafkasları da kontrolü altına Erzurum iline bağlıdır), 18. Poskov, 19. Ardahan, 20. almış, Alparslan ve Melikşah, Azerbaycan'ın Çıldır, 21. Küçük-Ardahan / Göle (bu son 4 sancak da içlerine Ermenistan'a ve Gürcistan'a kadar bugün Kars Hindedir)» (Avşar, vd. 1995:15). Osmanlı ilerlemiş, buradan Doğu Anadolu üzerine Devleti'nin Çıldır Eyaleti'ni kaybetmesinden sonra akınlar düzenlemiştir. Kuvvetle muhtemel, Ruslar, bu bölgeleri yavaş yavaş ele geçirmeğe Kıpçakların Avrupa'ya geçişleri sırasında başlamış ve Asya'nın içlerine kadar yayılmışlardır. Kafkaslar'da ve Gürcistan'da yerleşen Ahıska Rusların yayılmaları sırasında en büyük problemlerle Türkleri, 12. asrın ikinci yarısından itibaren belirgin karşılaştıkları yer Kafkaslar olmuştur. Rus orduları, bir şekilde Oğuz boylarının etkisi altında Çarlık döneminde de komünist rejim döneminde de kalmıştır. Ahıska Türkleri'nin, bu bölgede kesin Kafkaslar'da çok sayıda kayıp vermiştir. Kafkas olarak yerleşme dönemini gösteren en geçerli tarih, halkları bağımsızlıklarını kolay kolay Rusya'nın eline 11. ve 12. asırlardır. Bazı araştırmacılar (Avrupalı ve teslim etmemişlerdir. Dağıstanlılar, Çeçenler, Balkar Rus), Ahıska Türkleri'nin kökenini İskitlere, ve Karaçaylılar, Rus tarihinde hiçbir zaman kontrol Avarlara, Bulgarlara (Tatarlara) vb. Türk boylarına altında tutulamayan azınlıklar olarak görülmüştür. bağlasalar da bu tezlerin geçerlilik taşıma oranı Bunun için Ruslar, Kafkaslara ve Azerbaycan düşüktür. Çünkü çok sayıdaki Kafkas halkı arasında bölgesine büyük yatırım yapmamış, her zaman son derece az bir sayı oluşturan Ahıska Türkleri'nin muhtemel isyanlar üzerinde titizlikle durmuşlardır. varlık gösterebilme şansı olmayacak ve bir süre sonra Nitekim, Rus uzmanların tavsiyeleri doğru çıkmış etnik olarak yok olup gideceklerdir. Etnik karışmalar rejimin çöküş sesleri duyulmaya başlamadan ve bu bölgeden hızla geçen büyük kitlelerin Kafkaslar'dan sesler gelmeye ve bağımsızlık istekleri önlerindeki küçük kavimleri sürükleyerek bölgeden yükselmeye başlamıştır. Çarlık döneminde kurulan uzaklaştırdıkları düşünülürse, Ahıska Türkleri'nin 11. "İlimler Akademisi"nin yardımıyla bölge halklarının aşırdan önce bu bölgede tutunabilme şanslarının sosyolojisi, antropolojisi, tarihi, gelenekleri, etnolojisi, olmayacağı bilinmelidir. 11. ve 12. asırdan sonra bu bölgede

bilig-7/Güz '98

169

linguistiği ve psikolojisi üzerine binlerce araştırma çalışan akademisyenlere düşen bir görevdir. Kıpçak yapılmıştır. Yapılan başarılı çalışmalarla boylarının bir kolu olan Ahıska Türkleri'nin 1944 oluşturulan bilgi bankası yeni rejim tarafından yılında Stalin tarafından sürgün edilmesinden sonra, az mükemmel bir şekilde kullanılmış, Kafkaslar'da atılan bir gurubun dışında Kafkaslar'da ve Gürcistan'da her adım akademik çalışmalarda belirlenen stratejik Ahıska Türkü kalmamıştır. En son verilere göre tezlere göre şekillendirilmiştir. Bu bilgi bankasının Kazakistan'da (Fergana olaylarından sonra) 160.000, değerlendirilmesi K.G.B.'ye, Temel Parti Özbekistan'da 65.000 olmak üzere B.D.T. ve diğer Örgütlerine ve Polit Büro'ya çok şey muhtar cumhuriyetlerde (200.000'e yakın) Ahıska kazandırmıştır. Bir anlamda, hazır bilgi birikiminin Türkü yaşamaktadır. Ahıska Türkleri'nin nüfus Asya'da Ruslara yaşama ve gelişme şansı verdiği dağılımı, bazı muhtar cumhuriyetlerde bazen 15 -20, söylenebilir. Bugün A.B.D., Almanya, Fransa ve bazılarında 6.000 kişiye kadar varan farklılık İngiltere de dahil olmak üzere hiçbir ülke Rusların göstermektedir, yani Ruslar tarafından çok dağınık bir Asya halkları üzerine yapmış olduğu araştırmaları şekilde iskân edilmişlerdir. Ahıska Türkleri'nin bu gerçekleştirememiştir. Moskova, Leningrad ve dezavantajlarını etkisiz kılarak onları pozitif duruma Kiyev bu araştırmalarda merkez bölge olarak getiren, doğum oranlarının yüksek olmasıdır. Ahıska belirlenmiş ve ilmî neşriyat buralardan Türkleri, Özbeklerden sonra en hızlı nüfus artışına yönlendirilerek en küçük muhtar bölgede bile sahip olan Türk uruğlarından biridir (Haşimoğlu, "Akademi Nauk" adı altında enstitüler 1996). Fakat büyük bir kısmı çeşitli problemleri kurulmuştur. Asya Tarihi üzerinde dünyanın en iyi (tahkir, işkence, kamu kurumlarına alınmama vb.) Türkologları, Mongoloistleri ve Altaistleri göz önünde bulundurarak yaşadıkları devletin yetiştirilmiştir. Bu çalışmaların bir kısmı milliyetini kabullenmek zorunda kalmıştır. Ahıska neşredilmiş bir kısmı ise rejimin kontrolünde olan Türkleri'nin üçte bire yakın bir bölümü de redaksiya heyetlerinin engeline takılmıştır. pasaportlarına Azer, Özbek, Kırgız, Kazak, Türkmen Neşredilmeyen ve ilmî yönleriyle önem arz eden bu gibi isimlerin zorla yazılmasını istemese de çeşitli eserler başta Azerbaycan olmak üzere birçok ülkede (bürokraside söz sahibi olma, milletvekili seçilme, elit şimdi hızla neşredilmektedir. Sadece neşredilen bir kadroda yer alma vb) haklara sahip olabilmek için süreli yayınların takibi bile bu işe verilen önemi bu uygulamaya karşı çıkmamıştır. göstermesi açısından bir kıstas olarak 20. asrın başlarında, Bağımsız Devletler değerlendirilebilir. Kısaca tarih seyirlerine göz Topluluğu'na, Bağımsız Türk Cumhuriyetleri'ne ve attığımız Ahıska Türkleri'nin eski dönemleri ile ilgili Muhtar Türk Cumhuriyetleri'ne yerleşmiş olan Ahıska olarak ayrıntılı çalışmalar yapılmamıştır. 21. asırda Türkleri, buralarda yaşayan insanlara, Türk kültürünü Asya kökenli uruğlar üzerinde çalışmak üzere birçok tanıtmışlardır. Türk'ün sosyal yaşayışının tanıtılması araştırma projesi düzenlenecektir. Bu projeler, başta açısından Ahıska Türkleri bölge halklarına örnek Fransa olmak üzere Avrupalı ülkeler ve Türkiye teşkil edecek aile hayatı sergilemektedirler. Asya'da tarafından planlanmıştır. Yapılan çalışma Türk lâfzı telaffuz edilince, bölge halkı ilk önce programlarında . özellikle Ahıska Türkleri'nin (kendi aralarında yaşayan ve aile hayatlarını etnik yapılarının, sosyal yaşayışlarının, din bildikleri) Ahıska Türkleri'ni, daha sonra ise Türkiye akidelerinin unutulmaması ve dil özelliklerinin Türkleri'ni hafızalarında canlandırmaktadır. Bu araştırılması gereğine dikkat çekmek istiyoruz. bölgelere, 1991 yılının sonlarında gelmeye başlayan Özellikle Osmanlı arşivlerinin tasnifinin Türkiye Türkleri, Ahıska Türkleri'nin oluşturmuş tamamlanmasından sonra 16. asırdan 19. asra kadar olduğu hazır zemini değerlendirmiş ve ilişkilerini Ahıska Türkleri ile ilgili belgelerin bulunabilme Asya'da yedi yılda hızla geliştirmişlerdir. Orta Asya'ya durumu söz konusudur. Çıldır Eyalet defterlerinin ve Rusya içlerine 1944 yılında Stalin'in bin bir ayrıntılı bir şekilde tetkikinden sonrada Ahıska zulümle ve zorla yerleştirdiği Ahıska Türkleri, bugün Türkleri'nin hangi köylerde yaşadıkları, nüfusları, Türkiye Cumhuriyeti için Asya coğrafyasında stratejik gelir kaynakları, mimar anlayışları, din yaşayışları vb. açıdan büyük bir güç olarak yerlerini almışlardır. ■ kültürel husûsiyetleri tespit edilebilecektir. Tabiî olarak, bu saha ile ilgili araştırmaları yapmak Osmanlı Tarihi üzerinde

bilig-7/Güz '98

170

KAYNAKLAR

K. Akişev - M. H. Asılbekov - K. S. Aldajumanov, (1994), L. Gumilev, (1994), Köne Türıkter, (Terc: R. İbrahimova), Almatı. Kazakistan Tarihi Köne Zamannan Buginge Deyin, Almatı. Mahmud Kaşgar, (1993), Tübi Bir Türk Tili (Terc: K. Bakatayev), A. P. Proşteyn - Z.Torgakov, (1978), Vspomogatelnıy İstoriçeskiy Almatı. Disiplini, Almatı. M. Kalkan, (1995), Orta Asya Türk Devletlerinde Ordu ve Savaş C Zeynal-E. İsmailov, (1993), Şaman Efsaneleri ve Değişleri, Bakü. Stratejileri, İzmir. D. E. Yermeev, (1975), Etnogenez Turok, Moskova. , (1996), "Türk - Moğol Kavimleri Arasında Tatarlar ve F. Kırzıoğlu, (1992), Kıpçak Türkleri, Yukarı Kür ve Çoruh Menşe Meselesi", Türk Kültürü Dergisi, S. 393, Yıl. Boylarında Kıpçaklar, Ankara. XXXIX. G. Aydarov, (1995), Kültegin Eskertkişi, Almatı. O. Süleyman, (1992), Azi Ya, (Terc: N. Seferoğlu), İstanbul. H. Madanov, Ç. Musin, (1994), Ulı Dala Tarihi, Almatı. Ş. Mercan, (1998), Müstefadü'l Ahbr f Ahval- Kazan ve Bulgar İ. Hara Davan, (1992), Çingis-Han Kak Polkovodets i Yigo (Akt: M. Kalkan), Ankara. Nasledie, Alma-ata. İ. Miziev, (1993), Merkezi Gafkaz'ın T. Haşimoğlu, (1992), "Kto Oni Turki ?", (Terc: M. Kalkan), Etnik Tarihinin Köklerine Doğru (Terc: S. Eliyarlı, Almatı. M.Abdulla), İstanbul. T. Haşimoğlu, (1996), Kniga Narodnoy Pamyati, Almatı. K. Arslan, (1995), Ahıska Türkleri, Ankara. T. Sadıkov, H. Abdurahmanov, (1995), Türk Alemi, Almatı. L. Gumilev, (1992) Kiyal Patşalıgın İzdeu, (Terc:E. Z. Avşar, F. Solak, F. Yorulmaz, (1994), Yeni Bir Yüzyılın Eşiğinde Jumabayev, P.Beysenov), Almatı. Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri, Ankara.

THE GENESIS AND HISTORICAL EV0L0TI0N OF AHISKA TURKS

Mustafa KALKAN The instructor at the department of Turkology and the history of Central Asia, the faculty of Kazakh letters, the state university, Abay. The instructor at the department of history, Faculty of Education, Nigde University.

ABSTRACT

Ahiska is a region in the North of Georgia of Russia. Apart from the old Turkish but various other names came into existence from the geographical name of the region within the borders of as a result of the migrations of Georgian and Caucasion tribes to the Georgia, the names of Turkish tribes have nothing to do with the region. After the coming of Oghuz state to the region and founding area in question. it as a central quarter, Ahiska underwent a process of total What iss tricking is the fact that the Ahıska Turks are different Turkification. After the Ottoman power in the region, the Turks of from the Oghuz tribes in terms of both tradition and language. In Ahiska were greatly influenced culturally. What is striking is the terms of physical structure the Ahiska Turks resemble the Kipchak fact that the Turks of Ahiska felt themselves as Ottomans and tribes rather than the Oghuz tribes. According to the findings of maintained a life style in harmony with the Ottoman culture. onomastics in the region, it was discovered that most of the names came

Key Words:

Ahiska, Misket, Gürcü, Tatar, Oghuz, Kıpçak

bilig-7/Güz '98

171

KAZAKİSTAN'DAKİ ULUSAL HAREKETLER VE BOLŞEVİK DEVRİMİ

Haluk ÖLÇEKÇİ

Ahmet Yesevi Üniversitesi

ÖZET

20. yüzyılın başlarında yaygın bir kültürel ve politik tamamıyla Türk yurtlarında cereyan ediyordu. Bu patlamaya şahit olan Orta Asya Türk halkları, Çarlık savaşta tarafsız kalamayan Türk halklarının Rusyası'nın yıkılışı ve Bolşevik Devriminin en ateşli bağımsızlık çabaları, Kızıl Ordunun savaştan galip günlerinde bağımsızlık mücadelesi verdiler. Günümüz Orta çıkmasının ardından uzun sürmedi. Bolşeviklerin iç savaş Asyası'ndaki koşullarla paralellikler arz eden bu yıllar, sırasında halkların kardeşliği, hürriyeti gibi büyük Türk halkları için bir çok yönden önemli değişikliklerin vaatlerine karşılık, yeni rejim gerçek yüzünü göstermekte yaşandığı olağanüstü bir dönemdi. Çarlık Rusyası gecikmedi ve Çarların halkları hapsetme geleneğiyle döneminin kapalı toplum yapısı, merkezî otoritenin yeniden bağlandı. Komünizm ideolojisi tamamen Rus zayıflaması ve ideolojik rekabet ve kargaşanın etkisiyle emperyalizmine hizmet eden bir dikta yönetimi oluşturdu. çözülmeye başlamış; varlıklarını hissettirmeye başlayan Egemenlik çabası Çarlık Rusyası'yla aynıydı, ancak Türk aydınlarının da etkisiyle halk arasında da bir uyanış şimdi halkları yönlendirmede çok daha ustalaşmış ve başlamıştı. Bu dönemde genişleme eğilimi gösteren ulusal ideoloji sayesinde aşırılıklarını haklı göstermenin aracını şuurun aşiret geleneklerini aştığı görülebilmekteydi. bulmuştu. Bolşeviklerin, komünizmi buna en az hazırlıklı Böylesi bir dönemde bir Kazak ulusçu partisi ön plana çıktı. olan bir topluma kabul ettirme çabaları, Asya'daki Alaş Orda adıyla kurulan bu parti, Orta Asya'da özgür bir "uluslar sorunu"nun çözüm sürecinde komünist ideoloji Türkistan kurulmasını talep ediyordu. Alaş Partisi için bir kuramsal sorun olarak kaldı. Bugün bağımsız çok etrafında gelişen Kazak bağımsızlık hareketi ve sayıda devletin yerini aldığı Sovyetler Birliği, Türkistan'daki diğer bağımsızlık girişimleri, Bolşevik gerçekleştirmek istedikleri ile birlikte yok olurken, bu Devrimiyle beraber yeni bir şekil almaya başladı. Bu sırada sorun da kendiliğinden çözülmüş oldu. Beyaz ve Kızıl Ordunun iç savaşları İdil-Ural Türklüğünden Türkistan'a kadar neredeyse

Anahtar Kelimeler:

Ulusal Hareket, Bolşevik Devrimi, Alaş Partisi, Kızılordu, Rus Emperyalizmi

______

bilig-7/Güz '98

172

Giriş arasında yaygın bir kültürel ve politik patlamaya şahit olan 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kısmen toplumlarına Orta Asya'nın ve Kafkasya'nın bağımsız yeni da yansıyan bir hareketlilik içerisine giren Türk Türk Devletleri, bugün dikkat ve sabırsızlıkla aydınlarının varolma savaşları, Bolşevik Devrimi ve izlediğimiz reform hareketlerini gerçekleştirmeye ardından yeni rejimin ulusal kimliğe yönelik çalışırlarken, aslında bu yüzyılın başında başlattıkları dayatmaları makalemizin konusunu oluşturmaktadır. bağımsızlık hareketlerini Makale, daha çok 20. yüzyılın başındaki Kazak tamamlıyorlar. Yüzyılın başında parçalanma sürecine toplumu etrafında yoğunlaşmakla birlikte, özellikle o giren Çarlık Rusyası'nın kalıntıları arasında dönemde birbirinden pek fazla ayrılması mümkün filizlenmeye başlayan Türkistan bağımsızlık olmayan bir coğrafyanın, yani büyük Türkistan'ın hareketleri Bolşevik Devriminin ardından tamamını ilgilendirmektedir. başarısızlığa sürüklenirken; o zaman arzuyla istenilen bağımsız devletler ancak bugün birer gerçek oldular; Kazak Toplumundaki Uyanış Türk halklarından çalınan bu dönemden geriye fazladan bir Sovyet deneyimi kaldı. Sovyet Sovyet tarihçileri, ihtilal öncesinde Rus deneyiminin bıraktığı miras ise, komünist rejimin hakimiyetindeki Türk-İslâm toplumunun oldukça etkisiyle halkın siyasal yapıya ve karar mekanizmasına hareketsiz günler geçirdiğini belirtirler. Rusya'daki Türk büyük ölçüde yabancılaştığı bir toplumsal yapı oldu. halkları o sırada yabancıların ortasında yaşayan tüm Üstelik eski kimliklerini koruma çabalarına karşılık diğer topluluklar gibi din ve gelenek bağlarına çok sıkı rejim tarafından ısrarla sürdürülen bir kimlik dayatması sarılmış bir şekilde ve çevrelerinden gelen baskının da yabancılaşmada önemli rol oynadı. Bağımsızlıktan her gün arttığını görerek yaşıyorlardı. Çevredeki sonra da, yeni rejimlerin çoğu siyasal yaşamlarını Hristiyanlar, onları kendilerine karşı direnen sürdürebilmek için kendilerini korumakla meşgul topluluklar olarak görüyorlardı. Bu yüzden bu Türk olmaktan, halkı siyasal sürece katılmaya teşvik toplulukları birleşmek zorunda kalıyorlar, aralarındaki etmekle hiç ilgilenmediler ve yabancılaşmanın küçük kavgaları da unutuyorlardı. Bu halkları bir artmasına katkıda bulundular. Bir Özbek gazeteci arada tutan en önemli faktör ise, henüz sönmemiş şöyle soruyor: olan geleneklerdi. Söz konusu dayanışmanın getirdiği "Kuran'ı unutmuşken ve beri yandan komünist de birliğe rağmen, koordine olmuş bir toplumdan olamamışken, nasıl yapıp da geçmişteki yaşamı biraz bahsetmek zordu. Toplum temelde ailelere olsun yeniden canlandıracağız" (Cagnat, vd. 1992: dayanıyordu. Geniş ve köklü aileler ataerkil 260). görüntüde ve bazen poligami kurallarıyla bir saltanat Bağımsızlık yıllarıyla beraber doruğa ulaşan bu havası içindeydiler. Parçalanmamış büyük aile geleneği yabancılaşma, Orta Asya Türk halkları arasında bir ulusal şuurun uyanmasında fazla yardım kimlik arayışını da beraberinde getirdi. Bunun ilk sağlamıyordu. Ancak bu aile düzeninde zayıflama da ortaya çıkış şekli ise Bolşevik Devrimi öncesi kültürel görülüyordu. Bazı durumlarda aileler kendi aralarında mirasa yöneliş şeklinde oldu. Bu miras hareketi yakın birleşiyor ve "aile grupları" meydana getiriyorlardı. bir zaman öncesine kadar, temel olarak büyük ataları Bu durumda taraflar, eskiden yaşamış olan atalarının keşfetmekten ibaretti. Yani hükümdarları, bilginleri, aynı babadan gelen kardeşleri olduklarını dile şairleri, din filozoflarını ve diğerlerini. Şimdi ise bu getirirlerdi. Kan bağı daha çok eski çağlarda yaşamış ilgi devrim öncesinin halkına, daha doğrusu "fakir bir aile büyüğüne ulaşıyordu. Bu gibi durumlarda, iddia halka", "kara halka", yani Ruslaştırılmamış ve edildiği gibi kan bağı gerçek olduğu zaman topluluk batılılaştırılmamış kitleye doğru kaymaktadır. ekonomik ve politik güç taşıyan mükemmel bir birlik Kazakistan ve tüm Türkistan'ın yeni kimlik olup çıkıyordu. Canlı ve hareketliydi. Kabileler toplanıp arayışlarına yön verebilecek ürünlerin ortaya konduğu aşiret oluyor, aşiretlerin birliğinden de ordu 1900'lü yılların hemen başı ile Bolşevik Devrimini doğuyordu. Ordu, sınıfsız bir toplumdu. Rus izleyen yıllar, günümüze benzer hareketliliği ile devriminin arifesinde özellikle Kazak toplulukları dikkatimizi çekmektedir. Rusya'daki Türkler yığınlar halinde bu görüntüyü taşıyorlar, canlı

bilig-7/Güz '98

173

göçebe gelenekleri içinde yaşıyorlardı. doğuşunda önemli bir rol oynamaktadır. Bütün bunlara rağmen 20. yüzyılın başında 1905 yılında ilk toplantıların yapıldığı Orenburg Kazaklar'da genişleme eğilimi gösteren bir ulusal ve Almatı'da partinin kurucuları olarak ön plana çıkan şuurun aşiret geleneklerini aştığı görülmekteydi. Eski Alihan Bükeyhan ve Ahmet Baytursun, 19. yüzyılın göçebe imparatorlukların izlerini taşıyorlardı ve üstelik büyük Kazak reformcularından Çokan Velihanov ve dil birliğine sahiptiler. Kazak dili bir kaç önemsiz şive Abay Kunanbay'ın yolunda yetişmişlerdi. Cengiz Han farkının ötesinde birliğe kavuşmuştu. Yeni dil, 19. sülâlesinden, Bükey kabilesine mensup bir han yüzyılın ortalarında halk ağzına dayanarak edebi şekil ailesinin çocuğu olan Alihan Bükeyhan (1869-1932) kazanmış, geleneksel şiveleri yavaş yavaş ortadan tarihçi, iktisatçı ve folklorcu olarak büyük bir kaldırılmıştı. kabiliyetti. Kazak ulusal hareketinin yönetimini ele Kazak steplerinde toplumun liderliği feodal geçirmeden önce Stepler Genel valiliği kadrosu içinde asillerin elinde bulunuyordu. Ulusal burjuvazi bir Rus devlet memuruydu. Gençliğinde Rus sosyalist henüz çok genç ve çelimsizdi, varlığını fikirlerinden etkilenmişti. Sonraları Kons-titüsyonel- duyuramıyordu. Bir yandan ekonomik ve kültürel Demokrat Parti liberallerine yanaştı. Çar polisi baskılar ile mücadele ediliyor, diğer yandan Rus tarafından iki defa ulusçu davranışlar dolayısıyla hapse kırsal kolonizasyonu ile uğraşılıyordu. Bu iki yönlü atılan Bükeyhan, birinci ve ikinci Duma'da bulundu. uğraşı, Kazak entelektüellerini ister istemez Bükeyhan, Alaş Orda'da Sovyetler'e karşı sürdürdüğü Rusya'ya doğru itmekteydi. Hemen tamamı Rus mücadelenin ardından, yeni rejim içerisinde bir süre eğitiminden geçmiş bu entellektüeller, Rus modelini görev yaptı ve Stalin'in yerel seçkinleri temizleme Batının temsilcisi olarak görüyorlardı. Politik kampanyasının ilk kurbanlarından birisi oldu. Kazak alanda Rusya'ya karşı direniyor, ama aslında ona Argın aşiretinden şair, dilci, eğitimci ve siyasetçi olan yaklaşıyorlardı. Ahmet Baytursun (1873-1937) ise, eğitimini Orenburg Öğretmen Okulunda yapmıştı. Politika hayatına Alaş Partisinin Kurulması atılmadan önce öğretmenlik yaptı. Baytursun, Kazak ulusal hareketinin vazgeçilmez şefleri ve Alaş Orda 1916 isyanının yarattığı siyasal kargaşada bir Partisinin kurucuları arasındaydı. Alaş Orda'nın Kazak ulusçu partisi ön plana çıktı. 1905'te bir avuç Bolşeviklerle anlaşmasının ardından o da komünist Kazak aydınının Alaş Orda adıyla kurduğu bu gayri partisinde yer aldı, ancak aşırı ulusçu karakterini resmi parti, Orta Asya'da özgür bir Türkistan bozmadan uzun yıllar sağ fraksiyonu oluşturdu. kurulmasını talep eden ilk ulusçu partidir. Alaş Büyük temizlik hareketlerinde ortadan kaldırıldı. Partisi'nin gizli çalışmaları, daha çok Kazak 1905'te Karkaralı'da 14.500 delegenin Türklerini eğitim sahasında aydınlatma yönünde katılmasıyla toplanan kurultayda, Alaş'ın önde oldu. Ulusal hükümet kurma yolundaki fikirlerini gelenlerinden Mağcan Cumabay ve Ahmet Birimcan ise çıkardıkları gazetelerde olgunlaştırdılar. 1907'de gibi konuşmacıların ikna edici konuşmalarıyla Türkçü yayına başlayan Kazak Gazetesi ve 1911'de görüşler tasvip görerek (Çağatay, 1986: 32-35); Rus yayınlanan Ayqap dergisi, Kazakların politik alanda hükümetine karşı din hürriyeti, toprak mülkiyeti gibi uyanmalarında önemli rol oynadı. 1913'te ilk sayısı ulusal konular görüşüldü (Altay, 1987: 28-29; Togan, çıkan Kazak adlı gazetenin sahibi Mustafa Orazay, 1981: 346). başyazarı Ahmet Baytursun idi. Her ikisi de Alaş 1906'da Kazalı'da yapılan toplantıda ise şu Partisi kurucuları ve rehberlerinden idiler (Baysun, maddeler kararlaştırıldı: 1945). Bu tür yayınların meyvesi kısa zamanda 1. Din hürriyeti görülmeye başlandı. Alaş Orda'nın safları 2. Kazakların toprağa sahip olma hakları sıklaşmaya, bir çok genç Kazak aydını Alaş Orda'nın 3. Damga usulüne tabi olmadan göl ve etrafında toplanmaya başladı (Engin, 1976: 78). ırmaklardan balık avlama hakkı Partinin kurucuları Kazak ulusçuluğunun ilk 4. Otlaklara ait sınırlamaların kaldırılması tohumlarını atanlardır ve yazdıkları, bugün Kazak 5. Aile işlerine bakmak için kadılar tayini (El- kimliğinin yeniden

bilig-7/Güz '98

174

Farabi, 1993: 57; Engin, 1976: 78-79). az sayıdaki liderler seçimlerini Bolşeviklerden tarafa 900'ü aşkın bir delegeyle Moskova'da toplanan yaptılar. Ancak büyük çoğunluk tarafsız gözlemciler Rusya Müslüman Halkları Kongresi'nden sonra olarak kalmayı yeğleyerek bu kritik kararı erteleme (Ilgar, 1990), 5-13 Aralık tarihleri arasında çabasına giriştiler, çünkü tarafların her ikisi de onlara Orenburg'ta toplanan Üçüncü Kazak Kurultayı'nın aynı derecede sevimsiz geliyordu. Alaş Orda'nın ardından Kazakistan'ın muhtariyetinin ilanına ve lideri Ahmet Baytursun, o günkü durumlarını şöyle Semey şehrinde hükümet kurulmasına karar verildi ve anlatıyor: önceki ulusal partiye olduğu gibi hükümete de "Alaş "Kırgızlar (Kazaklar) ilk ihtilali sevinç, ikincisini Orda" diye ad kondu. Bu ad altında Alihan ise endişe ve korku ile karşıladılar. Bunun neden böyle Bükeyhan'ın önderliğiyle Kazak ulusal partisi, gerçek olduğunu anlamak kolaydır. Birinci ihtilal onları bir siyasi parti sıfatıyla meydana geldi. Ancak Rus çarın zalim rejiminden kurtararak, geleneksel okullarında eğitim gören aydınların bir çoğu, bu özerklik umutlarını canlandırmıştı... İkinci ihtilali ise hükümete ulusal muhtariyet gayesinden daha çok, bir dikta rejiminin kurulmasıyla birlikte, sınır bolşevikliğe razı olmamak ve Kerenski hükümetine bölgelerindeki şiddet, yağma ve talan izledi... Kısaca bağlılık göstermek amacıyla katılmışlardı. Dönemin buna tam manasıyla anarşi denir... Eskiden sayıları az önemli şahitlerinden Mustafa Çokay yayınladığı da olsa Çarın bürokratları Kırgızlara (Kazaklara) baskı hatıratında, hükümet üyeliğine seçildiği gün bile, yapmışlardı. Bugün ise aynı tip insanlar veya başkaları muhtariyet ilânı fikrine taraftar olmadığını, Kerenski Bolşevik kılığına girerek aynı rejimi sınırlarımızdan hükümetinin düşmesinden sonra da, bu hükümetin içeri sokmaya çalışmaktadırlar" (Quelqejay, 1988: 88). temsilcisi sıfatıyla çalıştığını, fakat hiç bir kimseye Alaş Orda'nın Kazak birlikleri 1919 Martına kadar dert anlatamadığını söylüyor (Togan, 1981: 367). Komuş, Avksentev hükümeti, Orenburg, Ural ve Temmuz 1917'de toplanan Alaş Partisi'nin resmi Yedisu Kozakları gibi Beyaz güçlerle işbirliği kurultayında, Rus sömürgeciliğine karşı açıkça tavır yapmışlardı. Ancak bu süre içinde bunların Müslüman konarak şu kararlar alındı: aleyhtarı stratejisi, onları hiç istemedikleri halde 1. Rus muhacirlerinin Türkistan'a gönderilmesi Bolşeviklerin kollarına attı. Mesela, Bolşeviklere karşı hemen durdurulmalı. savaş için silah satmasını teklif eden Alaş Orda 2. Hükümet tarafından zorla alınan ve Rus hükümetine, Beyaz, yani komünist olmayan Rus göçmenlerine dağıtılan topraklar Türklere geri askerlerinin kumandanı Kolçak, General İvanov verilmeli. aracılığıyla yolladığı cevapta "Kazaklara bir tek silah 3. Türklerin ve Rusların idari işleri ayrı olmalı. dahi satmayacağız" diyerek, Kazak Türklerinden "her 4. Türkler ve Ruslar, kendi uluslarından olan sene 6 milyon ruble" talep etmişti. Aynı Kolçak, hakimler tarafından yargılanmalı 1918'in Ekim sonuna doğru "Alaş Orda Hükümetinin 5. Eğitim herkesin ana dilinde yapılmalı (Altay, ezilmesi" için emir vermişti (Oraltay, 1973: 34). 1987: 29). Bunun üzerine Ahmet Baytursun, daha başlangıçtan itibaren Sovyetler'in yanında çarpışan Kıpçak İç Savaşın Ortasındaki Kazak Halkı aşiretinin reisi Çağıldı ile Omsk'da gizlice buluştu. Bu toplantıdan sonra, Kazak birlikleri çarpışmayı Beyaz ve Kızıl ordu arasındaki iç savaşın tam bırakarak Kazakistan'ın merkezi bölgesindeki çöle ortasında kalan Kazakistan ve Alaş Partisi, bu iki güç çekildiler. Baytursun 1919 Haziran'ında Moskova'da arasında gidip geldi. Aslında bu iç savaş daha çok yaptığı bir anlaşma ile Birleşik Sovyet Alaş Orda geçici Rusları ilgilendiren bir sorun olarak görünmesine hükümetini kurdu (Quelquejay, 1988: 95). S. karşılık, genellikle Rus toprakları dışında yaşandı. Pestkowski'nin başkanlığında, A. Baytursun, A. Böylece tüm Türkistan halkı gibi Kazaklar da, Alaş Cangeldin, Mendeşev, A. Kulakov, J. Kaykus, Orda da çok zor bir seçim yapma durumunda kaldılar. Sedelnikov, S. M. Dimanstein gibi üyelerden oluşan Şöyle ki, düşmanlardan biri veya diğeri ile kader "Kirgiz (Kazak) İhtilal Komitesi" Kirevkom kuruldu. birliği yapmak durumundaydılar. Tataristanlı Sultan Kirevkom, sonra kurulacak olan, Kazak SSC'nin Galiyev gibi çekirdeği idi ve bu 1936

bilig-7/Güz '98

175

yılında gerçekleştirildi (Engin, 1976:100-105). Zeki olursa olsun, bu öksüz çocukları kendisine en sadık Velidi Togan (1981), Kirevkom üyelerinin görüş ve hizmetkârlar haline getirdi. Askerler, polisler, gulag siyaset bakımından birbirlerine zıt ve düşman bekçileri ve parti yöneticileri içerisinde bu tür çocukların kimseler olduklarını belirtiyor. Kirevkom'un 10 sayısı gittikçe arttı. SSCB'nin bu çocukları, üyesinden beşi Kazak'tı. Fakat Kazak üyeleri kendilerinin ilk örneğini oluşturdukları, geçmişten arasında Baytursun'dan başka dördü kuklalardı. kopuk bir komünist insanlığın kuruluşuna var Geriye kalanları ise gayrı Türk'tü. güçleriyle yardımcı olacak tarzda, soydaşlarına karşı en küçük bir pişmanlık duymaksızın rejime hizmet Bolşeviklerle Zoraki İşbirliği ettiler. Bugün Orta Asya'daki bağımsız devletlerden 1920 Martında Orenburg'ta bir Komünist Parti ikisi olan Türkmenistan'ın Devlet Başkanı kongresi düzenleyen Bolşevikler, Alaş Partisi Saparmurat Niyazov ve Özbekistan'ın Devlet Başkanı liderlerini de katılmaya çağırdılar. Bolşevikler, henüz İslam Kerimov, yetimhanelerde büyümüş ve daha çok güçsüz oldukları Orta Asya'da Kazak ulusçularını sonra ülkelerinin parti sekreterliğine kadar yükselmiş karşılarına almaya cesaret edemezken, Lenin'in iki örnektir. özerklik üzerine verdiği beyanatlardan yüreklenen Yeni kurulan Kazakistan Komünist Partisi (KKP) Alaş liderleri, amaçlarına Bolşeviklerin aracılığıyla bir kaç on yıl boyunca Rusların egemenliğinde kaldı. ulaşabileceklerini umuyorlardı. Alaş'ın, yaşamını 26 Ağustos 1920'de Özerk Kazak Sovyet Sosyalist sürdürmek için, iç savaşın galibine katılmaktan başka Cumhuriyeti kuruldu ve Ekim ayında yeni çaresi de yoktu; ayrıca kuzeydeki Rus nüfusunun cumhuriyetin Kurucu Sovyetler Kongresi, bir çok Kazak topraklarını ikiye bölüp kuzey Kazakistan'ın Alaş liderinin katılımıyla toplandı (El-Farabi, 1993: Rusya'ya ilhakını zorlamasından da korkuyorlardı. 83). Rus baskısı, Kazak steplerinde kendisini bir süre Kazak ulusçuluğunun geliştiği günümüzde de yeni daha tam olarak göstermediğinden, Kazak Ulusçuları bağımsızlığına kavuşmuş olan Kazakistan'ın liderleri ile Sovyet rejimi arasındaki işbirliği 1920'li yıllar benzeri korkular taşımaktadırlar. boyunca sürdü. Bunun içindir ki; 1925 yılına kadar Bu arada daha 1918 yılında, Bolşeviklerle Halkları Eğitim Komiserliği, basın ve bütün (Kazak) anlaşarak iş yapan yeni bir grup da oluşmaya eğitim kurumları karşı devrimci ulusçuların kaleleri başlamıştı. Bunlardan Çimkent Kazaklarından olan durumunda kaldı. Sovyet karşıtı oluşumun lideri Turar Rıskulov, daha 1918 açlığı zamanında, halka Baytursun, o sırada Halkları Eğitim Komiseri idi ve yardım konusunda Bolşeviklerle işbirliği yaparak arkadaşı Dulatov ile birlikte Kazak basınını kendisini tanıtmıştı. Yine Kazaklar'dan Cangeldin, yönlendiriyordu, ki bu kuruluş tamamıyla Alaş Orda önceden Hristiyanlığı kabul edip idama mahkûm iken affedilmiş ve Bolşeviklere katılmıştı. Moskova Sovyet ulusçularının denetimi altında idi (Komatsu, 1993). hükümeti, bu gibi kimseleri elde edip daha 1918 Ne var ki, Stalin'in dürtüklemesiyle Rus yılında Alaş Orda hakim bulunduğu zaman bile, komünistleri, kısa bir süre sonra, göçerlerin zorla Kazaklar arasında propaganda yapabilmişti. Rusya iskânına ve çiftliklerin kolektifleştirilmesine karşı katı Komünist Partisi, bu gibi kimselere yerli sol bir siyasal direniş gösteren Alaş üyelerini tasfiye sosyalistleri ve komünistliğe eğilimli unsurları etmeye başladılar. 1925'te KKP'den ilk atılan Ahmet toplayıp ayrı Türkistan ve Kazakistan "komünist Baytursun oldu; 1928 Nisan'ında başka bir kaç Alaş büroları" kurmaya izin vermişti. Alaş Orda, lideri de aşırı ulusçulukla suçlanarak idam edildi Sovyetlerle anlaştıktan sonra bu gibi insanlara önemli (Engin 1976:104). Kazakistan'da kurulan çalışma görevler verildi (Baysun, 1945). kampları ve gulaglara eski Alaş üyeleri sürüldü; bu Daha sonraları Sovyetlerin yerli halktan bir diğer sürgün yerleri kısa bir süre sonra, Stalin'in diğer dayanakları da, kimsesiz çocuklar oldu. Özellikle cumhuriyetlerden gelen kurbanlarıyla doldu. Alaş Sovyet politikaları sonucu ailelerini yitiren kimsesiz Orda'nın eski ulusçu aydınları Parti'den ve binlerce çocuk ve daha sonra savaş öksüzleri, Sovyet Sovyetler'den kesin olarak uzaklaştırıldıklarında, A. devleti tarafından toplanıp eğitildiler. Sovyet devleti, Anuşkin isimli bir Rus yazar, onların Sovyet ulusal kökenleri ne

bilig-7/Güz '98

176

rejiminin ilk yıllarındaki tutumlarını şöyle ikincisinde, bu kez hayli isteksiz olan insanlara özetliyordu: armağan edilmiştir. İki tarih arasındaki yetmiş dört "1925 yılına kadar ulusal eğitim, basın yıllık komünist dönemde meydana gelen değişiklikler kuruluşları, Kazak okulları, Halk Komiserliği karşı bu kadar büyüktür. Çarlık döneminin siyasetini devam ihtilalci ulusçuluğun kalesiydi. Bunu anlamak için ettirmekle birlikte, ondan çok daha başarılı olan Baytursun ismini hatırlamak yeterlidir. Anti-Sovyet Sovyetler, böylesine kısa bir süre içerisinde bu hareketinin başı, Eğitim Halk Komiseri "Narkom" cumhuriyetlerdeki bağımsızlık isteğini ve ulusal olan bu şahıs, arkadaşı Dulat'la birlikte istedikleri gibi basını kullanıyorlardı. Buraları yüzde yüz Alaş Orda değerlen ciddi ölçüde geriletmişlerdir. ulusçularının ellerindeydi" (Bennigsen, vd. 1981: 28- 1917'nin siyasal kargaşası sırasında yerli seçkinler 29). son derece az sayıda ve bölünmüştü. Toprak ağaları, Alaş Orda'dan gelen yoldaşlarının kovulmasından zengin tacirler, soylu ailelerin çocukları, mollalar, sonra dahi Kazakistan Komünist Partisi'nin içinde, sofu tarikatlarının şeyhleri ve bazı kentli aydınlar ve Marksizm-komünizmi ulusçu açıdan ele alan önemli öğretmenlerden ibaret bir geleneksel liderlik vardı bir yerli yönetici grubu yer almıştır. Alaş Ordacıların (Raşid, 1996: 38). Orta Asyadaki bağımsız siyasal aksine komünist olan Rıskulov, Mendeşev, hareketlerin hiç birisinin başarılı olamaması, kısmen bu Sadvakasov gibi isimler, her fırsatta Moskova'nın seçkinler grubunun kendi safları arasından tutarlı bir merkeziyetçiliğine karşı Kazakların muhalefetlerini lider kadrosu çıkaramaması ya da daha geniş ileri sürmeye devam ettiler. kitlelerden destek bulamamasındandır. Komünistler iç savaşı kazandıklarında, geleneksel seçkinlerin çoğu Bolşevik Devrimi Ve Türkistan komünist sistemle işbirliğine giderek çarlıktan 1917 Bolşevik Devrimi olduğunda, Türkistan ulusçuluğa, oradan da sosyalizme tek bir kuşak içinde Rusya'nın en az bir yüzyıl gerisinde ve bir ekonomik siyasal bir geçişi gerçekleştirmiş oldu. Bu sürece bunalım içindeydi. Rusya, geleceğin ideolojisi olarak katılmayı reddedenler ise yukarıda belirtildiği gibi sosyalizmi amaçlarken, Orta Asya ulusçuluğun ve istisnasız olarak Stalin tarafından öldürtüldü. kapitalizmin ilk belirtilerini hazmetmeye çalışan Endüstriyel sermayenin en üst seviyeye ulaştığı Orta kabileci ve göçebe bir toplum olmaktan yeni Rusya'da işçi sınıfının diktatörlüğüne dayanan bir çıkmaktaydı. Sovyet rejiminin yerleşmesi doğaldı. Hatta bunun İç savaş sırasında hem Kızıl hem de Beyaz ordular Türkistan'ın geri kalmışlığından Avrupa'ya doğru genişlemesi bekleniyordu. Ancak, bu yararlanmışlar, fakat İslâmın, kabileciliğin, rejimin daha yeni ticaret kapitalizmi devresine ulaşan ulusçuluğun ve sosyalizmin yerel seçkinler ve kitleler geniş çapta göçebe Türkistan'a uygulanması mümkün üzerinde ideolojik egemenliği ele geçirmek için görünmüyordu. Bu yüzden Türkistanlı aydınlar kıyasıya savaştıkları bir iç devrimin ortasına proleter diktatörlüğünü reddediyor, sınıf mücadelesini yuvarlandıkları gerçeğini görememişlerdir. Bu ise bazı feodal güçler gibi pek az düşmanı sindirmek durumun, 1991 Aralığında Sovyetler Birliği için sınırlı kullanmak istiyorlardı. Bunlara göre, kendi dağıldığında Orta Asyanın muhafazakâr rejimlerinin toplumları birbirinden tamamen kopmuş sınıflardan karşı karşıya kaldığı durumdan pek farklı olmaması meydana gelmiyordu; aksine tümüyle baskı altında dikkat çekicidir. O zaman da, yeni devletler kalmış büyük bir toplumdu. Bu dönemin Türk kurulurken şiddetli bir ekonomik bunalım, ideolojik aydınları için bir numaralı konu, ülkelerini yabancı rekabet ve halk arasında bir uyanış vardı. Her iki işgalcilerden temizlemekti. Batılı ya da Rus, kim olursa devrim de uzaktaki bir Moskova'da başlatılmış, fakat birincisi yıllarca sürecek bir iç savaş ve büyük can olsun çekip gitmeliydi. Bu sonucu beklerken, toplum kaybına yol açarken, ikincisi tek damla kan içindeki sınıflar kavgasına pek aldırmıyorlardı. Hatta, dökülmeden gerçekleştirilmişti. Birinci devrimde ulusal şuuru yavaş yavaş yok ederek onun yerine bağımsızlık, buna istekli olan Orta Asyalılardan sınıflar şuurunu getirmenin Türk halkları için gereksiz esirgenirken, ve tehlikeli olduğunu düşünüyorlardı. Türk

bilig-7/Güz '98

177

halklarının proleter diktatörlüğüne karşı çıkışları (Cagnat, vd. 1992: 165). Sovyet bürokrasisi bizzat Sovyet Hükümetince düzenlenen Bakü bakımından, uluslararası devrimci özlemler ile kendi Kongresi'nde (1-18 Eylül 1920) açıkça ortaya dar çıkarlarını özdeşleştirmeye başlamak söz konuldu. Batıda devrimin başarısızlığa uğramasından konusuydu. Rusya dünya devriminin öncüsü sonra, Bolşevikler büyük bir umutla yüzlerini doğuya olduğuna göre, Rusya'ya yardımcı olan her şeyin, bu çevirmişlerdi. Lenin o dönemde, batının hakkından dünya devrimine de katkıda bulunuyor olması doğuyla geleceklerini, Avrupa ülkelerinde kaybetmiş gerekirdi ve bürokrasi Rusya'yı temsil ettiğine göre, olduklarının yüz katını çıkartacaklarını söylüyordu. Bu bürokrasiye yardımcı olan her şeyin Rusya'yı yöndeki ilk girişim Eylül 1920'de toplanan Bakü destekliyor olması gerekirdi. Bu şekilde, Kremlin kongresi oldu. Kongreye köleleştirilmiş halk bürokrasisi, Rusya dışındaki halk hareketlerini, yığınlarının hemen tümü de Müslüman olan 1891 kullanılacak bir takım araçlar olarak görmeye temsilcisi çağrıldı. Tüm Müslüman devrimci başlamıştı (Chaqueri, 1984). örgütlerinin temsilcileri ve Türkiye Türkleri, Hintliler, Müslüman komünist partisinin en önde gelen iranlılar ve Endonezyalılar dahil, diğer Asyalı savunucusu sayılan ve komünist hiyerarşisinde en komünistler Bakü'deki kongreye katıldılar (Belgeler, yüksek kademeye yükselmiş Müslüman unvanlı Tatar 1990). Ancak kongredeki üyelerin tavrı, tam olarak Mirseyit Sultangaliyev'e göre de, Müslümanların Bolşeviklerin bekledikleri gibi değildi. Türkistanlı bir büyük Rusya şovenizmine karşı tek güvencesi, yerel devrimci olan Narbutabekov, bir çok delegenin koşullara karşı daha duyarlı olabilecek ayrı bir beklentilerini, "Doğu, batı olmadığı gibi; Müslüman komünist partisinin kurulmasıydı Müslümanlar da Rus değildir. Milyonlarca (Muhammedi, 1993). Müslümanın komünist rejimi kabullenmesini istiyorsak, onların koşullarına uydurmak zorundayız" Marksizm-Leninizm ve Uluslar Sorunu (Raşid, 1996: 41) şeklinde dile getirmişti. Orta Rusya'da 1905 devriminin başarısızlığı üzerine Rus Asya'dan gelen komünistler, kendi "Müslüman olmayan kitleleri kazanmak amacıyla, kendi kaderini Komünist Partileri "ni kurma hakkını talep ettiler. tayin hakkı devrimci programın önemli Bolşevikler bunu reddederek, ileride tüm Bolşevik- dayanaklarından biri olarak Lenin tarafından ortaya Müslüman ilişkilerini şekillendirecek bir karar tasarısını kondu. Asya'da sömürgecilik karşıtı hareket ve kendi kongreden geçirdiler. Karar, "belirli bir devletin tüm kaderini tayin meselesi Fransız ve İngiliz uluslarından proleterler için tek bir parti ve tek bir sömürgeciliğinin kapısını çalmaya başlamıştı bile. bölünmez proleter kolektif üzerinde ısrar ediyordu. İran'daki 1906 devrimi, 1908 Jön Türk hareketi, 1912 Bolşevikler, ayrı bir Müslüman komünist partisini ya Çin devrimi ve Hint ulusçuluğunun ilk kıpırdanışları, da o günlerde tanımlandığı şekliyle Müslümanların Asyalı devrimcilere yeni bir siyasal itme gücü ulusal komünizmini ideolojiden sapma olarak sağlıyordu. Bu değişimlerin farkına varan Lenin, görüyorlardı. Bakü kongresi, ulusal hareketlerin arka kuramsal alanda zamanının tüm Marksistlerinden ileri plana atılması ve komünist ihtilalin önünün açılması giderek, ancak küçük ulusların ayrılmasına izin için atılan önemli bir adım oldu (Bennigsen, vd. 1981: vermekle daha büyük ulusun özgürce ve gönüllü bir 145). Ancak, iç savaş süre giderken Orta Asya'yı birliği olanaklı kılabileceğini ısrarla ileri sürmüştür. karşılarına almak istemediklerinden bu konuyu "Biz ulusların gönüllü birliğini, herhangi bir yumuşatarak geçiştirdiler: Çünkü 250 binden fazla zorlamaya imkân vermeyen bir birliği istiyoruz... Müslüman, kızıl orduya kaydolmuş bulunuyordu. Öyle ki, yüzyılların güvensizliğini silme imkânı Ulusal komünizmin klasik şemaya sokulamaması doğsun" (Atmaca, 1978). Lenin, Stalin'in de nedeniyle Sovyet yöneticileri, ciddi bir imzaladığı tarihi 24 Kasım çağrısında şöyle kavrayışsızlıkla, bu tip devrimin olanaklarını gözardı sesleniyordu: "Çarların ve Rusya'nın zalimlerinin etme ve hatta Orta Asya'da çoğu kez Çarlık camilerini ve tapınaklarını yıktığı, inançlarını ve yayılmacılığının geleneksel yöntemlerine yeniden geleneklerini alaya aldığı sizler! İnançlarınız ve başvurarak bunu frenleme eğiliminde oldular adetlerimiz, ulusal ve kültürel kurumlarınız bundan böyle özgür ve dokunulmaz olacaktır. Ulusal yaşamınızı

bilig-7/Güz '98

178

özgürce ve müdahalesiz olarak örgütleyin. Bu sizin eden bir çok bölgenin bağımsızlıklarını tanıyan hakkınız (Braker, 1988: 221; Emin, 1984: 4). Biliniz ki Sovyet yönetimi, yeteri kadar kuvvet topladıktan sizin haklarınız, Rusya'nın tüm halklarının hakları sonra, bu ülkeleri yeniden egemenlik altına alma gibi, güçlü devrimin ve onun organlarının, işçi, asker yoluna gitti (Sager, 1963: 6). Sovyet liderlerinin ve köylü temsilcileri Sovyetlerin koruması bağımsızlık vaatleri, sadece ulusları avlamak için altındadır... Haydi bu devrimi destekleyiniz..." söylenmiş bir kaç sözden ibaretti. Bu yüzden Lenin, (Cagnat, vd. 1992:139). Aynı şekilde, Halk "vaatler tıpkı pasta kabuğu gibidirler, bunların yapılış Komiserliği Konseyi tarafından yayınlanan "Rusya sebepleri önünde sonunda kırılmak içindir" Halklarının Hakları Bildirgesinde de şu haklar demektedir. Yine aynı şekilde Stalin de, şu sözlerle sıralanıyordu: Türkistan halkına verdikleri sözlerin güvenirliğini 1. Bu halkların eşitliği ve egemenliği; belirtiyor: "Sözün fiiliyatla hiç bir ilgisi yoktur. 2. Ayrılma ve bağımsız devletler kurma hakkı da Aksi halde diplomasinin ne kıymeti kalırdı? Söz içinde olmak üzere kendi kaderini özgürce belirleme başka iş başkadır. Sözler fena niyetlerin ardına hakkı; saklandıkları bir maskeden başka bir şey değildirler. 3. Ulusal ve ulusal-dinsel düzeydeki tüm Dürüst ve namuslu bir diplomasi hayatiyetini ancak ayrıcalıkların ortadan kaldırılması; kızgın demir üzerindeki su damlacığı kadar idame 4. Rusya topraklarında yaşayan ulusal ettirebilir" (Sager, 1963:4-5). azınlıkların ve etnik grupların özgürce gelişmesi Oldukça kısa süren bir devrimci eli açıklık (Kınmer, 1997:112; Emin, 1984: 4; Atmaca, 1978). evresinden sonra Bolşevik yönetimi, Çarlığın halkları Sovyetlerin, halkların etkin yardımına gereksinim hapsetme geleneğiyle yeniden bağlandı. Öğretide bir duyduğu bir çağda verilen bu vaatler, son derece düzenleme ye uluslara yönelik kurnazca bir oportünistti. Lenin iktidara gelince ne herhangi bir politikanın uygulamaya konmasıyla, Bolşevik ulusun Rusya'dan kopmasına izin verdi, ne de böyle yönetimi doğurduğu umudu yıkarak, imparatorluk bir iradeyi ifade etmesine olanak tanıdı. Stalin de egemenliğini daha da yetkinleştirdi (Altaylı, 1980: 15). emekçi sınıfın çıkarlarını temsil etmediği gerekçesiyle, Ancak bu yeni dönem oldukça önemli avantajlara da kendi kaderini tayin hakkını meşru bir hak olarak kabul sahipti. İdeolojik büyü, zor kullanımı oldukça etmedi. Stalin, dünya devriminin aleyhine, Rus kolaylaştırıyordu. Bir Kazak, "burjuva geleneği yoluna girdi. Korkunç İvan ve Büyük ulusçuluğu"yla ya da "pantürkizm"le "Sovyet Petro'nun yolundan ilerleyen bu otokrat, tek ülkede enternasyonalizmine", "Sovyet sosyalizmi vazederek, Çarlardan miras kalmış yurtseverliğine", "halkların dostluğuna" bürokratik, askeri ve polisiye aygıtı düşmanlıkla suçlanabilince, onu kamplara göndermek mükemmelleştirerek, federalizm görüntüsü altında çok daha kolay oluyordu. Elbette büyük Rus halkların zindanını yeniden oluşturdu ve imparatorluk ulusçuluğu, ideoloji tarafından allanıp pullanmak ve özgüllüğüyle yeniden bağlandı. Sovyet olgusunu iyi bir yeni bir görüntüye büründürülmüş olmak kaydıyla, en biçimde anlayabilmek için, imparatorluk çağında canlı duygu ve en etkili destekti. Böylece yerel oluşmakta olan bu türdeş olmayan kaynaşımın ve halkların ulusçuluğu da dizginlenmiş olacaktı. Sovyet karışımın, "Marksist katalizle" oldukça ani bir iktidarını, dünya yüzünde kendinden önceki tüm biçimde gerçekleştiğini göz önünde bulundurmak imparatorluk iktidarlarından ayırt eden avantaj, gerekir. Sonuçta Marksizmin kendisi de, Rus işgalin son derece ağır faturasından kurtulmaktı. gerçekliğine uygulanır uygulanmaz, Rus insanının İdeoloji, yerel halkın bir tür kendi kendini işgalini müdahalesinden kaynaklanan bir başkalaşıma uğradı. sağlıyordu. İdeoloji bir kez yıkıldı mı, büyük Rus Böylece, eski Gürcü papaz okulu öğrencisi Stalin'in halkının onun yerine koyacağı başka aracı yoktu katkılarıyla, Rusvari Marksizm-Leninizmin de yerel (Cagnat, vd. 1991:141). halklardan çok Ruslara özgü misyonerleri, haccı, Böylece Sovyet emperyalizminin, selefi Çarlıktan tapınma biçimleri, aforozları oluşturuldu (Cagnat, vd. üstünlüğünün ne olduğunu görüyoruz: Egemenlik 1992: 139). Başlangıçta, Çarlık Rusya'nın idaresinden çabası dünkü çabayla aynıydı, ancak şimdi halkları bıkkınlık gösterip kendi hükümetlerini kuran ve yönlendirmede çok daha ustalaşmış bağımsızlık ilan

bilig-7/Güz '98

179

ve ideoloji sayesinde aşırılıklarını haklı göstermenin sonra Türkistan'ın iki önemli ismi de aynı yanılgıya aracını bulmuştu (Rorlıch, 1991:186). düşmekten kendilerini kurtaramadılar. Orta Asya'dan Stalin'in Orta Asya'daki baskısı, Bolşeviklerin daha uzaklığına rağmen pantürkist düşüncelerin etkisiyle ilk andan itibaren yerel siyasal eğilimleri ya da halkın yörede tartışılmaz bir rol oynamak durumunda olan beklentilerini görmezlikten gelmesinin bir devamıydı. Türkiye'nin farkında olan Rusya, 1921 yılında Bolşevikler, komünizmi buna en az hazırlıklı olan bir olağanüstü bir oportünizmle çok ünlü bir Jöntürk topluma kabul ettirmek istiyordu. Orta Asya' da önderi olan Osmanlı Devletinin Harbiye Nazırı Enver gördükleri kuramsal sorunu, gerçek çelişkilerle ya da Paşa ile diğer önemli isim Cemal Paşa'yı kullanmayı devrim sürecinde toplumu bu çelişkilerle birlikte denedi. Enver Paşa, Türkistan'da Müslümanların ileriye götürme gereksinimiyle değil, Asyadaki "uluslar emperyalizme karşı Bolşeviklerle birleşmesi sorunu" nun Marksist model çerçevesinde nasıl gerektiğini bir süre propaganda etti. Cemal Paşa ise, halledilebileceğiyle ilgiliydi. Uluslar sorunu bütün Türkistan'ın kumandanlığını Rusların kendisine Marksizmin bünyesi içinde kesinlikle en kötü vereceklerini ve Türkistan meselesinin o zaman tanımlanmış ve en az anlaşılmış konulardan biriydi. Bolşeviklerle hakiki anlaşma yoluyla çözüleceğine Sorunun püf noktası, daha geniş kapsamlı devleti başlangıçta inanıyordu (Cagnat, vd. 1992: 241). Ancak tahrip etmeden küçük uluslara ne ölçüde kendi bütün Türkistan halkı gibi bu Paşalar da kısa bir süre kaderini tayin hakkı verilebileceğiydi. İç savaşın sonra Bolşeviklerin gerçek niyetlerini anladılar. Enver gereklilikleri ve dogmanın Leninci yorumları kısa Paşa, Sovyet Rusya'da bir seneden fazla bulunduktan sürede başına buyrukluğu ortaya çıkardı. Kendi sonra, Türkistanlıları, herhangi bir emperyalizmden kaderini belirleme, artık yalnızca, fiilen tüm halkları önce kızıl emperyalizmden kurtarmanın şart olduğu Sovyetler Birliğine katmak durumunda olan dünya fikrine gelmişti (Togan, 1981: 435). devrimi çerçevesinde görülüyordu. Yeni eğilim Marks'ın kendisi de ileride uluslar ya da uyarınca proletarya, ilk sosyalist devletin olabildiğince sömürgeler sorunu olarak tanımlanacak olan konu geniş, birleşik ve bağlamlı olmasına ihtiyaç hakkında çok az yazmıştır. İrlanda sorunu üzerine duyuyordu. Bu ise, büyük Rus şovenizmine kapıları "başkalarını ezen bir halk, kendi zincirlerini ardına kadar açmak demekti. Sovyetler, ulusların hazırlamaktadır" diye yazan Marks, Lenin'in kulak kendi geleceklerini kendilerinin tayin etme haklarının asmadığı bir uyarıda bulunmuştu. Marks, üstünde bir kuvvet olarak proletaryayı yerleştirdiler. sömürgecilik karşıtı hareketleri destekliyordu, çünkü Önceleri, bir ulusun bağımsızlığını kaybetmesi büyük bunların Avrupa sömürgeciliğinin sonunu bir felâket olarak görülürken, işçilerin haklarını hızlandıracağını ve böylece Avrupa burjuvazisini kaybetmesi daha büyük bir felâket olarak görülmeye zayıflatacağım düşünüyordu. Ama hiç bir zaman bir başlandı ve bu bakımdan özgürlükler buna feda Marksist partinin iktidarı ele geçirince, kendi edilmeye başlandı. Şu ayrıntıyı da unutmamak sömürgelerine nasıl davranacağı ve ulusçulukla nasıl gerekir ki, o devirde, bütün işçiler Rus'tu. baş edeceği sorusunu sormamıştır. Lenin ise bu önemli 1918 yılında Taşkentli bir yazar, halk arasında yorumlama işini, her ikisi de Avrupa'da sürgünken, hakim olan havayı şöyle anlatıyor: Stalin'e devretmişti. Bolşevik Partisi içinde azınlıklar "Merkezi hükümet Bolşevik programının kendi uzmanı olan Stalin, 1913'te Lenin'in isteği üzerine kaderini tayin hakkını içerdiğini ilan etmişti. Yerel kaleme almış olduğu ve daha sonra "Stalinci Müslüman nüfus % 95 çoğunluğuyla bunun kategoriler" olarak adlandırılacak olan ilkelerde, ulus kendisiyle ilgili olduğunu sandı. Fakat kısa bir zaman tanımını beş etkene dayandırmıştır: "Ulus; ortak bir sonra Bolşeviklerin gözünde kendi kaderini tayin kültür içinde ifadesini bulan ortak bir dil, toprak, hakkının Türkistan'ı değil, yalnızca Hindistan'ı ve ekonomik yaşam ve psikolojik yapı üzerinde İngiltere, Fransa ve diğer burjuva devletlerinin nüfuz temellendirilmiş istikrarlı bir insan topluluğudur" alanındaki ülkeleri ilgilendirdiğini öğrendiler" (Raşid, (Raşid, 1996: 40). Stalin'in sınıflamasına göre, kültür 1996: 39). ve ekonomi olmadığı takdirde, o topluluk uygulamaya Osmanlı Devletinin son yıllarının ve daha konmamış, gerçekleşmemiş bir ulus olarak yahut

bilig-7/Güz '98

180

narodnost olarak kalır. Bu durum ise Rusya'nın işine üç aşamadan geçerek "bütün halkın devletine" doğru gelmekteydi; çünkü böyle bir ulus, günün birinde gitmeliydi: Birinci aşama, yani serpilip gelişme ekonomik ilişkiler içinde bulunduğu büyük ulusun aşaması, yoksun bırakılmışlıkları aşmaktan ibaretti. içinde eriyebilir ve gerçek kimliğini kaybedebilirdi İkinci aşama, Rusça'nın herkes tarafından (Caroe, tsz: 29). Stalin başka etkenleri hesaba katmayı öğrenilmesinde maddileşen ulusların yakınlaşmasına reddederek Bolşeviklerin ulusçuluk yorumunu denk düşecekti. Üçüncü aşama ise, coğrafî çerçevenin gelecekte önemli sorunlar doğuracak ve istenilen birleşmesi ve ekonomik kesişme yoluyla kaynaşma yöne çekilebilecek bir cendere haline getirmiştir. Bu aşamasıydı. Bu süreç, Sblizhenie ve Slijanie ilkelerin, hedefinden saptırıcı bir amaçla kullanılması sözcükleriyle de özetlenebilir. Birincisi daha yakına ile artık ulusların uyanışı ya da serpilip gelişmesi değil, gelmek, halkların etnik şuurunun biraz olsun SSCB'nin bütünlüğüne zarar verebilecek azınlıkların kaybettirilerek birbirine yaklaştırılmasın ikincisi ise, dinamizminin düzene konması hedeflenir oldu. bu yaklaşımın daha geliştirilerek yeni bir Sovyet Yaratılan yeni uluslar, bu kriterlerle sınırlandırıldı insanının yaratılması, çeşitli Sovyet halklarının tek bir (Bennigsen, vd. 1981:150). halk haline dönüştürülmesi anlamını vermektedir Ulusal kimliklerin tümüne saygı gerekçesiyle, bir (Uludağ, 1992: 280; Caroe, tsz: 16). çok etnik kimlikler parçalara ayrıldı. Nitekim Sovyet ve dolayısıyla Rus modeli doğrultusundaki Türkistan'da, iki ya da üç bütünlük halinde federe bu birleştirici girişimin karşısında, çevredeki uluslar da olabilecek Türk varlığı, on iki azınlık haline bölündü. bir büyük paradoks örneği göstererek, Stalin'in ulus Varlıklarının bilincine pek fazla varmamış olan bir teorisinin arkasına sığındılar. Brejnev döneminde, takım halklar ortaya çıkarıldı ve her parçadan bir çoğu zaman Rus olan kaynaşma taraftarları ile, çoğu kültür, bir dil, vb. yaratılarak bu beş kategoriyle zaman yerli halklardan olan ulusların gelişmesine donatıldı. Bazı gruplar bakımından son derece elverişsiz avantaj sağlayan Stalinci tezlerin harfiyen olan sistem, ileride görüleceği gibi, başkaları uygulanmasını savunanlar arasında dışa kapalı bir bakımından ciddi avantajlar sağlamazlık etmedi. uzmanlar tartışması süre gitti. Tartışma 1975'te, üçüncü Sonuçta tüm yukarı Asya'ya egemen olan Marksizm, evre olan kaynaşmadan artık söz edilmez olduğunda bu bölgede toplumun yeni temeller, yeni zihniyetler yatıştı (Cagnat, vd. 1992: 148). Ne var ki, bu evrimin, üzerinde yeniden kurulmasını canlandırdı. 70 yılı tek bir ideolojiye katılmayla yavaş yavaş kendini belli aşkın bir süre boyunca SSCB'de uygulanmakta olan edecek olan Sovyet halkı kavramının kullanılmasıyla, Marksizm, bu ülkede halkları etleri ve iradeleriyle karma toplulukların ortaya çıkmasıyla, ortak bir kültür yeniden biçimlendirmeyi esas aldı. Her durum ve zemininin yaratılması ve karşılıklı değiştirilebilir koşulda, ister büyük isterse küçük olsun, tüm seçkinlerin yaratılmasıyla kısmen gerçekleşmiş topluluklar tek olumlu ulusçuluğu, yani Sovyet olduğu zamanla ortaya çıktı. Gerçekte SSCB'de her halkının ulusçuluğunu kabul etmek durumunda ulusallık, kendi özgüllüklerinin yavaş yavaş kaldılar. En büyük sakıncası ise, bu yeni ulusun, Rus törpülenmesi, günden güne bir Sovyetleşme temelli oluşması ve oldukça hızlı bir biçimde bunların biçiminde ilerleyen bir evrim uyarınca, buna paralel bütün özelliklerini bünyesine katması oldu. Süreç, 24 olarak ve aynı biçimde tüm sosyalizm dünyasına Mayıs 1945'te, Stalin Rus halkını "SSCB'nin yönetici yayılacak olan bir bütünlüğe gitgide katılmak gücü, en ileri ulus" (Cagnat, vd. 1992:148) olarak durumundaydı. ululadığında tamamlandı. 1956'dan itibaren Ukraynalı Kruşçev, Sovyetlerin Sonuç uluslar politikasındaki amaçlara ulaşılması gerektiği Bu süreç hiç bir zaman tam olarak işlemedi. Orta üzerinde tekrar durmaya başladı. Ulusun, sosyalizm Asya Türk halklarının Slavlara ve Çinlilere karşı kuruculuğuna eşlik eden ve bu kuruluş ilerledikçe yaşamlarını sürdürme içgüdüleri güçlü ve bilinen bir zayıflayan tarihsel bir kategori olduğu fikrini yeniden şeydi. Bu halkların tarihleri düşman bir ortama ve canlandırdı. Kruşçev'e göre uluslar bu süreç içerisinde yok olmalıydı. Sovyetler Birliği, Stalinci modele uygun yakın ya da uzak boyların istilâlarına

bilig-7/Güz '98

181

karşı verdikleri mücadelenin tarihidir. Yüzyılın (partikülarizm) de direnişin önemli bir dayanağı başında Çarlık Rusyası'na, ardından Beyaz ve nihayet olarak düşünülebilir. Kızıl Orduya karşı direnişi neticesiz kalan Türk Sovyetler'in kendini tasfiyesi ile haklarında doğru halkları; Sovyetler'in tüm dayatmalarını, bilgileri ancak edinebildiğimiz Türk halkları, sömürgeci Sovyetleştirme-Ruslaştırma çabalarını pasif bir güce rağmen varlıklarını günümüze kadar direnişle karşıladı. Onların talimatları bütün taşıyabildiklerini bağımsız devletlerine sahip çıkarak düzeylerde güdük bir biçimde ya da kusurlu ispatlayacaklardır. uygulanarak örgütlendi. Yeni Türk Devletleri, yüzyılın başında verilen Türk halkları bir tür suç ortaklığı yaparak eğitim, mücadelenin tekrarlanmasına gereksinim olmadan bayramlar, gelenekler, örf ve adetleri kararlılıkla kurulsa da, varlıklarını devam ettirmeleri için korudu. Bir Kazak yetkilinin Avrupalı yazarlarla 1972 yapılması gerekenler belki bir o kadar büyük bir yılında Almatı'da yapılan bir söyleşideki sözleri, Türk çabayı gerektirecektir. En önemlisi de geçmişin o halklarının gizli direnişiyle ilgili önemli ipucu "fakir ve kara halkını" bulmak ve onu siyasal yapıya vermektedir: "Biz bugün bu ülkede Basmacı değil, ve karar mekanizmasına tekrar dahil etmektir. Bu da etnografız " (Cagnat, vd. 1992: 249). Her ulusun, onu ancak Türk halklarının yüzyıllardır kendi kabuğunda diğerlerinden ayıran kendine özgü geleneklerine ya da korumayı başardıkları kimliklerini tekrar gün ışığına giysilerine gösterdiği ayrıntılı özen ve bağlılık göz çıkarmalarıyla mümkün olacaktır. ■ önünde bulundurulduğunda, kendine özgülük

KAYNAKÇA

Alaşbek, Mahmut, (1987), "Kazakistan'da İsyan", Türk Yurdu, Türkistan Neşriyatı, Ankara. Eylül: 58-60. Devlet, Nadir, (1985), Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi Altay, Balkan, (1987), "Alaş Orda Türkistan'da İlk Türk (1905-1917), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Hükümeti", Türk Yurdu, Kasım: 28-29. Ankara. Atmaca, Abidin, (1978), Sovyet Bolşeviklennin Program İlanı, El-Farabî, (1993), Kazak Tarihi, Kazakistan El-Farabî Devlet Eylem Yayınları, İstanbul. Üniversitesi, Yepa Ltd. Şti., Ankara. Bademci, Ali, (1975), 1917-1934 Türkistan Milli İstiklal Hareketi Ve Enver Paşa, C.I, Kutluğ Yayınları, İstanbul. Engin, Muhabay, (1976), "Kazak Türkleri", M Ergin, F. Agi ve N. Baysun, Abdullah Recep, (1945), Türkistan Milli Devlet, Kazak Ve Tatar Türkleri, Boğaziçi Yayınları, 60- Hareketleri, Zaman Kitabevi, İstanbul. 128, İstanbul. Belgeler, (1990), Bakü 1920 Birinci Doğu Halkları Kurultayı, Koral Gaucher, Roland, (19809, Sovyet Rusya'da 50 Yıllık Muhalefet Yayınları Belge Dizisi, İstanbul. Ve Siyasi Cinayetler, Yeni Yayınları, İstanbul. Bennigsen, A. ve C. L. Quelquejay, (1981), Stepte Ezan Sesleri, Harmstone, Teresa Rakowska, (1990), "Nationalities And The Sovyet Rejimi Altındaki İslam'ın 400 Yılı, (Çev. Nezih Uzel), Soviet Military", Hajda And Beissinger, The Nationalities Selçuk Yayınları, Ankara. Factor In Soviet Politics And Society, Westview Press. Benningsen, A. ve C. L. Quelquejay, (1988), Sufî ve Komiser, Hayit, Baymirza, (1962), Komünist Emperyalizmi Rusya'da İslam Tarikatları. (Çev. Osman Türer), Akçağ Karşısında Türkistan, Toprak Yayınları, İstanbul. Yayınları, Ankara. Henze, Paul B., (1988) "Ulusal İç Muhalefetin Görünümü ve Çağatay, Tahir, (1986), Kızıl İmperyalizm VII, Yaş Türkistan Yarattığı Sorunlar, Tarihsel ve İşlevsel Neşriyatı, Ankara. Cagnat, R. ve M. Jan, (1992), İmparatorluklar Beşiği SSCB, Çin ve Karşılaştırmalar", (Çev. Yuluğ Tekin Kurat), S. E. Wilvvush İslâm Arasında Orta Asya'nın Yazgısı, (Çev: Erden Akbulut- (Ed.), Stratejik Açıdan Sovyet Müslümanları ve Diğer T. Ahmet Şensılay), Alan Yayıncılık, İstanbul. Azınlıklar, Yeni Forum Yayınları, 29-78, Ankara. Çay, M. A. Ve J. Castagne, (1980), Türkistan Milli Kurtuluş Ilgar, İhsan, (1990), Rusya'da Birinci Müslüman Kongresi, Kültür Hareketi (Ekim 1917-Ekim 1924), (Çev. Reşat Uzmen), Bakanlığı Kültür Eserleri Dizisi, Ankara. Orkun Yayınevi, İstanbul. İstiklalci, (1952), Türkistan'a Dair Bazı Cereyanlar Hakkında Chaqueri, Cosroe, (1984), Bakü Kongresi, (Çev. Yuluğ Tekin Görüşlerimiz, (Editör: A. Oktay), Kâğıt ve Basım İşleri A. Kurat), Orta Doğu Teknik Üniversitesi Asya- Afrika Ş., İstanbul. Araştırmaları Grubu Yayın No:14, Ankara. Karaahmetli,, Mehmet, (1976), Lenin'in Ulusal Sorun Teorisi ve Çokay, Mustafa, (1988), 1927 Yılı Hatıra Parçaları, Yaş Sovyet Rusya'daki Uygulaması, Toplum Yayınevi, Ankara.

.

bilig-7/Güz '98

182

Komatsu, Hisao, (1993), 20. Yüzyıl Başlarında Orta Asya'da Raşid, Ahmed, (1996), Orta Asya'nın Dirilişi İslâm mı, Türkçülük ve Devrim Hareketleri, Turhan Kitabevi, Milliyetçilik mi?, Cep Kitapları, İstanbul. Ankara. Szporlltk, Roman, (1990), "The Imperial Legacy And The Lubin, Nancy, (1984), Labour And Nationality In Soviet Soviet Nationalities Problem", Hajda And Beissinger Central Asia, Princeton University Press, Princeton (Ed.), The Nationalities Factor in Soviet Politics And Muhammedi, Renad, (1993), Sırat Köprüsü: Sultan Galiyev, Türk Society, Westview Press. Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul. T, Y., (1954), Türkistan'da Türkçülük ve Halkçılık, (Ed. A. Olcott, Martha Brill, (1990), "Perestroyka In Kazakhstan", Oktay), Kâğıt Ve Basım İşleri A. Ş., İstanbul. Problems Of Communism, July-Aug, 65-77. Oraltay, Togan, Zeki Velidi, (1981), Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Hasan, (1973), Alaş Türkistan Türkleri'nin Milli İstiklâl Tarihi, Enderun Kitabevi, İstanbul. Parolası, Büyük Türkeli Yayınlarrı, İstanbul. Tulepbayev, B., (1991), Kazak Kalay Aştikka Uşıradı, Kazak Qitelqejay, Chantal-Lemercier, (1988), "İhtilal ve İç Savaş Üniversiteti, Almatı. Sırasında Azınlıktaki Müslümanlar", (Çev. Yuluğ Zenkovsky, Serge A., (1971), Rusya'da Pan-Türkizm ve Tekin Kurat), S. E. Winibltsh (Ed.), Stratejik Açıdan Müslümanlık, (Çev. İzzet Kandemir), İpek Matbaası, Sovyet Müslümanları ve Diğer Azınlıklar, Yeni Forum Ankara. Yayınları, 79-112, Ankara.

THE NATIONAL MOVEMENTS IN KAZAKSHTAN AND THE BOLSHEVIK ROVOLUTION

Haluk ÖLÇEKÇİ Ahmet Yesevi University

ABSTRACT

The Central Asian Turks who underwent a wide cultural under the influence of Bolshevik revolution. In the and political stir at the turn of 20th century struggled for meantime, the fight, of the White and Red armies were independence on the heyday of Bolshevik Revolution and taking place in almost all Turkish countries including Idil- czardom Russia. Those years, that are very similar to Ural Turks and Turkistan. The new regime immediately situations in Central Asia nowadays, were the years when a showed its, real face and the communist ideology with it, good many of outstanding changes were witnessed. The motto of the equality of peoples changed into a kind of system of closed society in chardom Russia began to totalitarianism only to serve the Russian imperialism. The dissolve as a result of a weakening central authority and efforts of the Bolsheviks to dictate communism on a society ideological competition with the resulting conflict; an which was never ready to adapt it remained a sort of awareness was felt among the people under the effect of theoretical problem for the communist ideology in the Turkish intellectuals. course of solving the dilemma of "nations problem" in Asia. It was in this period that the Kazakh National Party was Today it is with the collapse of the founded. The party that was named as "Ala° Orda" aimed at together with their dreams that a number of independent an independent Turkistan in Central Asia. The Kazakh states replaced them and the aforementioned problems Independence movement centring around the Alaş Party spontaneously disappeared. and other trends of indepence in Turkistan began to take on a new form

Key Words:

National Movement, Bolshevik Revolution, Redarmy, Russian Emperialism

bilig-7/Güz '98

183

XX.YÜZYIL BAŞLARINDA KAZAKİSTAN'DA FİKRÎ VE EDEBÎ HAREKETLER

Aşur ÖZDEMIR

Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi

ÖZET

Bu makalede, Sovyet Devri Kazak Edebiyatı bağlamında fikrî hareketler, ana hatlarıyla verilmeye çalışılmıştır. Bunun için de, edebî hayatı doğrudan etkileyen önemli sosyal ve siyasî olaylar ele alınmıştır. Konuyla doğrudan ilgili olması bakımından İkinci Dünya Savaşı ve müteakip yıllardaki sosyal, siyasal, kültürel, edebî olay ve faaliyetler detaylı olarak verilmiştir. Kazakistan'daki Alaş Hareketi ile bizdeki Millî Edebiyat akımı arasında bulunan paralelliklere işaret edilmiştir. Edebiyatın, özellikle de şiirin bir ideolojinin emrine nasıl girdiği ve bunun sanayileşme ve kollektifleştirme gibi temalara ne tür boyutlar kazandırdığı, edebî şahsiyetler bağlamında gösterilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Sovyet Devri, Milli Edebiyat, Alaş Hareketi, Savaş, Edebî Şahsiyetler

______

bilig-7/Güz '98

184

20. yüzyıl, büyük sosyal ve siyasî olaylara şahit atılmıştır. Bu milliyetçi aydınlar, basın yoluyla halkı olmuş bir yüzyıldır. Bu olaylardan en çok etkilenen ise bilgilendirme, uyandırma yoluna gitmişler; Qazaq şüphesiz Türk dünyası -özellikle Türkistan Türkleri- gazatesini ve Ayqap dergisini çıkarmışlardır. Ayrıca olmuştur. milleti uyandırmak, şuurlandırmak maksadına yönelik Türk dünyasının çok önemli bir parçası olan olarak Mircaqip Duwlatuli'nın Oyan Qazaq [Ufa, 1909] Kazaklar, 20. yüzyılın bütün büyük hadiselerini (Nurğali, 1997:64), Ahmet Baytursmulı'nın ise bizzat yaşamışlardır. Rusya'daki bütün hareketler Masa[Orınbör, 1911] (Nurğali, 1997: 12) adlı kitapları Kazakları doğrudan etkilemiştir. basılmıştır. Dolayısıyla bu yıllar, Kazaklar için bir 1905-1906 yıllarında Rusya'da Bolşeviklerin, uyanış devri olmuştur (Mirzahmetov, 1997: 222- Çarlık idaresine karşı yaptıkları grev ve gösterilere 223).. Kazakistanlılar da katıldı. Bu gösteriler neticesinde Alaş Hareketi etrafında toplanan bu aydınların Çarlık idaresinin bir demokratikleşme ifadesi olarak oluşturduğu edebiyat, bizdeki Millî Edebiyat oluşturmak zorunda kaldığı Rusya Duması'na Kazak Cereyanı ile hemen hemen aynı özelliklere sahiptir. temsilciler de seçilmiştir (Nağmetov, 1984:1/408). 20. yüzyılın, hatta dünya tarihinin en önemli Kazakların sosyal, kültürel hatta edebî hayatına vakalarından biri hiç şüphesiz 1917 Bolşevik tesir eden diğer bir önemli olay ise Haziran İhtilali'dir. Bu olay, Rusya'da meydana gelmesine Kararnamesi (İyun Carlığı) olarak bilinen Çarlık karamamesidir. Bu kararname; «...Terek ve Kuban rağmen Rus hâkimiyeti altındaki Türk uluslarını da vilayetlerinden, Maverayı Kafkas 'tan, Kazakistan ve derinden etkilemiştir. İhtilalin ilk yıllarında Kazaklar Sibirya'dan cephe gerisinde inşaat ve savunma da genel olarak hadiseyi sevinçle karşılamışlardı. işlerinde çalıştırılmak üzere halktan adam alınmasını Çünkü bu, Çarlık Rusyası'nın sömürüsünden ve öngören 25 Haziran 1916 tarihinde çıkarılan zulmünden kurtulmak için bir ümitti. kararnamedir» (Nağmetov, 1984:I/167). Bolşevik İhtilâli'ni temkinle karşılayan tek hareket Bu kararname, halk arasında büyük bir infiale yol ise, Alaş Hareketi'dir. Yukarıda da temas edildiği açmış, Kazakistan'ın özellikle Cetisuw ve Sırdariya üzere bu belirsizlik günlerinde Alaşorda Partisi vilayetlerinde ayaklanmalar olmuştur. Ayaklanmalar (Orınbor'da 5-13 Aralık günleri arasında yapılan Rusya tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış, binlerce kurultayda) Alaş Hükümeti'ni ilân etmişti. Bolşevikler Kazak katledilmiştir. ile Alaşorda silahlı kuvvetleri arasında çarpışmalar da Bu yılların en önemli olaylarından birisi de oldu (Nağmetov, 1984: I/58). Bir çıkış yolu arayan Aliyhan Bökeyhan, Ahmet Baytursunlı, Mircaqip Alaşorda önderleri, sonunda Nisan 1919'da (Nurğali, Duwlatuli, Mağcan Cumabayulı, Cüsipbek 1997: 7) Sovyet Hükümeti tarafına geçmeye mecbur Aymawıtulı gibi milliyetçi Kazak aydınlarının oldular. başlattıkları Alaş Haraketi'dir. Sovyet devrinde Böylece Alaşorda Hükümeti dağılmış oldu. 1920 milliyetçi, burjuvazi, zengin taraftan olarak gösterilen yılında Kazak Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti bu harekete, 1917 yılında Alaş Özerk Devleti'ni ilan kuruldu (Nağmetov, 1984: I/23). Alaşordacılar, ettikleri için Alaşorda Hükümeti; bir parti programına Sovyet devrinde de siyasî ve fikrî faaliyetlere devam sahip oldukları için de Alaş Partisi gibi isimler de ettiler. Hatta, Hareket önderlerinin bir kısımına resmî verilmiştir. görevler verildi. Meselâ, Ahmet Baytursınulı şu görev «...Alaş Hareketi, Alaş Partisi, Alaşorda Hükümeti ile ve faaliyetlerde bulundu: ilgili tarihî hakikat tamamen çarpıtıldı; yalan gerçeğin «...Kazak ülkesinin idaresi için kurulan Askerî Devrim yerini aldı. En önemlisi ise Alaş önderleri, milletin Komitesi'nin üyesi olarak faaliyetlerde bulundu. düşmanı olarak gösterildi; bu aydınların eserleri Cumhuriyet Halk Eğitimi Komiseri, Sovyet İcra Komitesi yasaklandı.» (Nurğali, 1997: 423). Halbuki Alaş üyesi; Komünist Parti üyesi (1920-1926); Kazakistan Hareketi'nin asıl amacı müstakil, millî bir devlet Akademi Merkezi'nin yöneticisi; Taşkent, Almatı yüksek kurmaktı. Alaş Hareketi'nin önderleri, asrın başlarında eser öğretim kurumlarında profesör oldu, böylece yeni devir vermeye başlamış ediplerdir. Onun için bu hareketin için mücadele etti.» (Nurğali, 1997: 7) fikrî temelleri esasen asrın ilk on yılında

bilig-7/Güz '98

185

1917 İhtilâli ile 1991 yılı arasındaki Kazak Polisi tarafından kaza süsü verilerek öldürülür edebiyatı, Kazak Sovyet Edebiyatı diye adlandırılır (Nurğali, 1997: ilgili bölümler). (Qaratayev, 1967; Qaratayev, vd. 1987). Aslında Bu devirde Alaşordacıları milliyetçilik, zengin bunu Sovyet Devri Kazak Edebiyatı diye taraftarlığı ve burjuvalıkla suçlayanlar ise yine Kazak isimlendirmek daha doğrudur. Kazak Sovyet aydınlarıdır. Sâken Seyfullin ve Söbit Muqanov gibi Edebiyatı, sosyal ve siyasî olaylara bağlı olarak şu edebiyatçılar, komünizme tam manasıyla inanmışlar, devirlere ayrılmaktadır: bu ideolojinin karşısında hiçbir ideolojiyi hatta fikri 1. Kazak Sovyet Edebiyatının İlk Devri (1917- 1929) kabul etmemişlerdir. Özellikle Sâken Seyfullin, her 2. 1930-1941 Yılları Arasındaki Kazak Sovyet fırsatta Alaşçılara çatmıştır. Beyimbet Maylin, İliyas Edebiyatı Cansügirov gibi edipler de komünizme samimi olarak 3. Ulu Vatan Savaşı Yıllarındaki Kazak Sovyet inanan insanlardır. Edebiyatı (1941-1945) Alaşçıların tasfiyesinden sonra sıra Sâken 4. Savaş Sonrası Kazak Sovyet Edebiyatı (1945- Seyfullin aibi komünizim vasıtasıyla vatanına ve 1956) milletine hizmet etmek yolunu seçen insanlara gelir. 5. 1956 Sonrası Kazak Sovyet Edebiyatı Sâken Seyfullin (d. 1894), Beyimbet Maylin (d. 1894) ve (Qaratayev, vd. 1987:10, 66,107,133,150) İlyas Cansügirov (d. 1894) 1938 yılında idam edilir. Yukarıda da ifade edildiği gibi Alaşordacılar, Bundan sonra hem Alaşçıların, hem de bu ikinci Sovyet Devri'nde de edebî faaliyetlerini sürdürürler. güruhtakilerin eserleri yasaklandı. Sâken Seyfullin, İ. Çünkü bu ilk devir, yani 1917-1927 yılları arası, bir Cansügirov ve Beyimbet Maylin'in itibarları 1957 nevi kuruluş devri idi. Her şeyden önce Sovyet yılında iade edildi (Qaratayev, 1967, 5).. Alaşçılar ise rejimini bütün kurum ve kuruluşlarıyla yerleştirmek gerekiyordu. ancak Açıklık ve Yeniden Yapılanma siyaseti «... Her şeye rağmen yirmili yıllarda az da olsa fikir çerçevesinde 1986 yılından sonra itibarlarına kavuştu. hürriyetinin olduğunu görüyoruz. Millî edebiyat ve sanat «1937 yılındaki bu tasfiye hareketinde, yirmi beş endişesinde olan aydınlar kendi fikir ve görüşlerini binden fazla vatan evladı, halkın en seçkin aydınları kamuoyuna aktarmaya devam etmişlerdir.» öldürüldü.» (Smayil, 1998) (Qaratayev, 1967:15) Hayatlarının hemen hemen son on yılı hapis, Fakat bu, çok uzun sürmedi. 1924 yılında Lenin'in sorgulama, takibat ve işkenceyle geçen Alaşçılar, bu ölümüyle idare Stalin'in eline geçti. Stalin, Lenin'in - yıllarda edebî açıdan pek tabiî olarak verimli vakti tam gelmediği için-tamamlayamadığı işleri olamamışlardır. İkinci güruh ise otuzlu yılların bitirmekte kararlı idi. Her ne kadar Sovyet Hükümeti sonuna kadar edebî faaliyetlerini sürdürmüştür. Sonra saflarına katılmış olsalar da Alaşordacıların zaten bunlar da idam edilmişlerdir. milliyetçilikleri, hatta bazılarının Türkçülükleri Yirmili yılların sonunda bütün Orta Asya Türkleri unutulmamıştı. 1926-1927 yıllarından itibaren Alaşçılar, takip edilmeye başlandı. 1929 yılında birçoğu gibi Kazaklar da Latin harflerine geçmişlerdir. tutuklandı. Hepsine isnat edilen suç aynıydı: Yirmili yılların en önemli siyasî gelişmesi, Milliyetçilik, Türkçülük, burjuvalık, zengin taraftarlığı Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin 13. ve halk düşmanlığı. Kurultayında (1927) alınan Tarımın Nihayet, Ahmet Baytursınulı (d. 1873) 1938'de, Kollektifleştirilmesi Hakkındaki Karar'dır (Nağmetov, Aliyhan Bökeyhan (d. 1866) 1937'de kurşuna dizilir. 1984: I/24). Bu karara uygun olarak kollektifleştirme Mircaqip Duwlatuh (d. 1885) Beyaz Deniz kıyısındaki çalışmaları başladı. Göçebe hayata alışmış olan bir kampta 1935 yılında ölür. Mağcan Cumabayulı (d. Kazaklar, malları mülkleri ellerinden alınarak zorla 1893) ise 1937 yılında tutuklanır. Hapishanede, kolhoz ve sovhozlarda toplandı. Malı mülkü elinden kamplarda çektiği eziyet ve işkencelerden sonra 1938 alman halk, açlıktan kırıldı. «...1932-1933 yıllarındaki yılında ölür. Cüsipbek Aymawıtulı (d. 1889), 1931 açlık yüzünden mevcut halkın yarısı öldü.» (Smayil, yılında kurşuna dizilir (Nurğali, 1997: ilgili bölümler) 1998) Şâkerim Qudayberdiuli (d. 1858) da 1931 yılında Böylece aykırı görüşler tasfiye edildi. Otuzlu Sovyet

bilig-7/Güz '98

186

yıllara tek sesli bir edebiyat anlayışı hâkim oldu. tarihî kesin, ihtilalci gelişme açısından ele alarak Çünkü, Alaşçılar henüz ölmemiş olsalar da edebî anlatmasını gerektirir. Bununla birlikte gerçeği olduğu açıdan âtıl hale getirilmişlerdi. gibi, tarihî olarak ele alıp ifade etme işi, emekçileri Otuzlu yıllarda komünizme tam inanmış insanlar ideolojik açıdan yeniden eğitme, sosyalizm ruhuyla eğitme revaçta oldular. Bunlar Söbit Muqanov, Cabiden vazifesine uygun olarak yapılır» (Qaratayev, 1987: 74) Mustafın, I. Cansügirov, Sâken Seyfullin, Sattar Görüldüğü gibi burada sanat ve edebiyata açıkça Eruwbayev ve Beyimbet Maylin gibi edebiyatçılardır. bir "vazife"yüklenmiştir. Ancak, bunlardan bazılarının da saf dışı edildiğine «..İdeolojinin (yani komünizmin) sanatla ilgili tezi yukarıda değinmiştik. olan sosyal gerçekçilik, yarım asırdan aşkın bir zaman Otuzlu yılların başında Komünist Parti ve (mesela 1934 -1985 yılları arası) edebiyat ve kültürü her komünistler her şeye hâkim olma siyasetini tarafından sımsıkı tutarak, tek bir yolda; tek bir uygulamaya başladı. Bunun önderliğini ise Maksim istikamette gidip geldi.» (Qaratayev, 1987:5) Gorki yapıyordu. Maksim Gorki, komünizmin sanat «...Sosyal gerçekçilik, Stalin'in çalışma odasında 1912 sahasındaki Lenin'i idi. Onun görüşleri Lenin'in yılının Nisan ve Mayıs aylarında düşünülüp bulunmuş siyasî alandaki görüşleri gibi hemen uygulanmaya bir yöntem imiş.» (Qaratayev, 1967:16) çalışılıyordu. Çünkü, onun fikirleri aslında Komunist Sosyal gerçekçiliğe kadar sosyal romantizm ve Parti'nin fikirleriydi. Maşcan Cumabayulı'nın çok güzel eserler verdiği millî «...Parti'nin edebiyat sahasındaki siyaseti Maksim romantizm gibi akımlar da mevcuttu. Gorki'nin eserlerinde çok önemli bir yer tutuyordu. "O, Otuzlu yıllarda basılan Azamat Azamatıç (B. sanat, sanat içindir", şeklinde ifade edilen burjuvazi, Maylin); Coldastar (I. Cansügirov); Teminas, tepkisel eğilimle mücadele ederek Sovyet edebiyatının Botagöz (S. Muqanov); Qizilcar (M. Dowletbayev); komünizm ideolojisine uygun olması gerektiğini Menin Qurdastanm (S.Eivwbayev); Omir Ne Olim savundu» (Qaratayev, 1987:71) (G. Mustafın); Dön Asqan (G. Slanov) romanları «1934 yılının Ağustos ayında Sovyet Yazarları (Qaratayev, 1987: 89) Kazakların yeni hayatını başarılı Birinci Kurultayı yapıldı... Kurultayın açılışını A. bir şekilde anlatmıştır. Maksim Gorki yaptı... Kurultaydaki münazaralara 1. Otuzlu yıllarda şiir de tamamıyla komünizmin Cansügirov ile S. Seyfullin de katıldı.» (Qaratayev, emrine girmiş; artık şiirde "sanayileşme", 1987: 72). "kollektiflendirme" gibi konular işlenmeye Bu kurultaya Komünist Parti Merkez Komitesi başlanmıştır. S. Seyfullin'in Qalawsilar Cırı, Daladağı Sekreteri A.A. Ocanovşun da katılıp bir konuşma Cana Küy, Traktorşı; İliyas Cansügirov'un Altın yapması mânidardır (Qaratayev, 1987: 72). Qazan, Eginşi; Qoysinui Oyi; Sâbit Muqanov'un, Kurultay'da en çok ilgi çeken konuşma, M.Gorki'nin Malşının Maqtanışı (Qaratayev, 1987: 79, 80, 81, 82) konuşması oldu. gibi şiirleri yeni hayatı anlatan şiirlerdir. «...Bu konuşmada sosyal gerçekçilik edebiyatının Yine bu yıllarda Muhtar Awezov da tutuklandı. vazifeleri, dünya edebiyatının gelişmesi açısından ele Fakat daha sonra serbest bırakıldı. Awezov, sonraki alınarak ortaya konuyordu.» (Qaratayev, 1987:72). yıllarda yazdıklarında bir nevi kendi kendini sansür Maksim Gorki, konuşmasında sanat ve ederek hayatta kaldı ve yazı hayatına devam etti edebiyatın vazifesini ve rotasını da belirtiyordu: (Mirzahmetov, 1997:100,153). «Maksim Gorki, sanatın maddeci (materyelist) «Kazakistan, 1936 yılında Sovyetler Birliği'ni temellerini zikrederek, onun bediî gücünü, emekçi oluşturan cumhuriyetler arasına girmesine rağmen ipler halkın üretimi, hizmeti ve emeğiyle olan bağlantısını yine başkalarının elindeydi» (Smayil, 1998) anlattı. Sonra şöyle devam etti: Kültürün esas yapıcısı da Kırklı yıllara gelindiğinde görünüşte de olsa bir bütün fikirlerin kaynağı da emektir; emek bizim bütün "birlik" sağlanmıştı. Alaşordacılar, artık hayatta bilgilerimizin esas kaynağıdır.» (Qaratayev, 1987:73). değildi. Alaşordacıların eserleri de yasaklanmıştı. « Bu kurultayda Sovyet Yazarlar Birliği'nin tüzüğü Komünizme inanmış milliyetperver insanlar da de kabul edildi. Bu tüzüğe göre sosyal gerçekçilik, tasfiye edilmişti. Geriye gerçekten komünist olan Sabit Sovyet edebiyatı ile edebiyat tenkidinin esasî yöntemi Muqanov ile komünist görünen Muhtar olarak, sanatçının gerçeği olduğu gibi,

bilig-7/Güz '98

187

Awezov'un temsil ettiği iki tip aydın kalmıştı. Savaş yıllarında edebiyatın istikameti de birden Yirmili ve otuzlu yıllardaki söz dalaşları ve millî değişiverdi. Parti'nin de baskısıyla edebiyat münakaşalar artık yerini sükûnete terk etmişti. propaganda vasıtası olarak kullanıldı. Çünkü, işin hakikatini anlayabilmiş insanlar artık yok «... bu devirde pek tabiî olarak edebiyatın bir gibiydi: özelliği dikkati çekmektedir. Bu özellik, edebiyatın «...Ekim ihtilâlinden sonraki durum açıktı; tamamen yeni bir temaya, yâni asken temaya birden bire gelecege doğru geniş bir çıkış yolu görünüyordu. Ancak, geçmesi ve bunun altından çıkabilmesidir» (Qaratayev, bu devir büyük bir yanılgının, yeni başlamış yoğun bir 1967: 221). sisin başı idi. Savaş teması esasen, Kazak edebiyatı için yeni bir «Hürriyeti, eşitliği terennüm etmek doğrusu, tema değildir. Çünkü, Kazakların Batırlar Cırı halk gerekli de. Fakat, mesele eşitlikte, ihtilâl heyecanında edebiyatının en güzel savaş konulu edebî eserleridir. değil; sınıf ideolojisinde idi. Neticede bunun Fakat, çağdaş mânâda savaş temasının yeni olduğu hürriyetsiz bir eşitlik olduğu ortaya çıktı» (Qaratayev, söylenebilir. 1967: 6-7). Edebiyatın bu yıllardaki tek konusu Ulı Otan idi Kırklı yılların başında Kazaklar, bir kere daha (Qaratayev, 1967: 222). Yâni edebiyat, propaganda alfabe değiştirmeye mecbur edildi. Bu sefer, Latin vasıtası idi. Bu zaten sosyal gerçekçiliğin bir alfabesinin yerine Kiril alfabesi kabul ediliyordu. gereğidir. Bu yılların en önemli olayı şüphesiz İkinci Dünya «... bu savaş, sadece iki düşmanın her türlü silahla Savaşı'dır. Bu, Sovyetler Birliği'nde Ulu Vatan Savaşı birbiriyle mücadelesi değil, iki ayrı anlayışın, iki ayrı (Kazakça: Ulı Otan Soğısı) diye isimlendirilmiştir. felsefenin de hesaplaşması oldu» (Qaratayev, 1987: «Faşist Almanya, 22 Haziran 1941 tarihinde 222). Sovyetler Birliği'ne saldırdı» (Qaratayev, 1987:107). «... Yazarlar düşmana karşı hem kalemle hem de Yüz binlerce insan askere alınıp cepheye silahla mücadele etti. Halk menfaati ile edebiyatın gönderildi. Bunların çoğunluğunu ise Türk ulusları birleşmesi o devir edebiyatının en önemli özelliğidir» oluşturuyordu. «Kazakistan'dan Sovyet ordusuna bir (Qaratayev, 1987: 221). milyon iki yüz bin insan katıldı» (Nağmetov, Aslında buna Komünist Parti'nin ve Rusya'nın 1984:I/27). menfaatleri için edebiyatın kullanılması demek daha «Ulu Vatan Savaşı 'nda üç yüz elli binden fazla doğru olurdu. Çünkü bu devirde yazılan eserler insan öldü.» (Smayil, 1998). Bunlar sadece sayıca çok olmasına rağmen nitelik Kazakistan'ın verdiği ölü sayısı idi. Savaşa katılanlar açısından oldukça zayıftı. sadece askerler değildi. Bir çok Kazak yazarı da eline *** silah alıp düşmanın karşısına çıktı. Bunların içinde T. Savaş yıllarında çeşitli edebî türlerde gelişme Carokov. C. Sayn, D. Abilov, A. Sörsenbayev, olmuştur. Amancolov. A. Cumağaliyev, Q.Abdiqadirov, «Deneme, gazete yazıları, hikâye, kısa oyun, Bekhocin, B. Momışûlı, B. Bulqisov. S, Omarov gibi uluslararası konularla ilgili hiciv fıkraları gibi edebî tanınmış yazarlar da vardı (Qaratayev, 1987:108). türler oldukça gelişti. Uzun hikâyeler, romanlar, şiirler Aslında bunlardan birçoğu savaş dönüşü yazarlık ve poemler de yazıldı. Buna rağmen, çok önemli eser hayatına başlamıştır. Bawircan Momışûlı da bunlardan olarak edebiyat tarihine geçebilen kitaplar oldukça biridir. «Savaş sırasında cephe gerisinde çalışmakta olan azdır. Bunun sebepleri şu şekilde sıralanabilir: Evvela; Kazak şâir ve yazarları da eserleriyle cephedeki askerleri savaş teması çok büyük ve geniş bir tema olmakla birlikte, cesaretlendirdiler, cephe gerisindeki insanlara da kısa vakit içinde âbidevî eserler ortaya koymak kolay propaganda yaptılar... Bu edipler içinde halk şiirinin bir iş değildir. İkinci olarak, savaş edebiyata hiç tecrübeli temsilcisi Cambıl, yazılı edebiyat beklenmedik bir anda giriverdi. Bu yüzden yazarlar temsilcileri olarak S. Muqanov, M. Awezov, C. uzun bir edebî hazırlığı gerektiren büyük türlerden Mustafin, Q. Omarov, A. Töcibayev, M. Hakimcanov ziyade kısa ve küçük türlere yöneldiler. Bu, çok tabiî idi. gibi şahıslar vardı» (Qaratayev, 1987:109). Üçüncü olarak ise halkın ve toplumun barış ortamından birdenbire uzaklaşıvermesi idi. Edebiyat da savaş ve askerlik temasma aynı şekilde, birden geçiverdi. Bu

bilig-7/Güz '98

188

durum, edebî eserlerin niteliğinin yükselmesine engel esas kahramanı, faşizmin kıskacındaki halklara oldu» (Qaratayev, 1967:222-223). hürriyet ve barış getiren kurtarıcı Sovyet askeridir.» Aslında bunun esas sebebi, edebî faaliyetlerin (Qaratayev, 1967:239) tamamıyla denetim ve güdüm altında olmasıdır. Görüldüğü gibi propaganda için şiirden bile Bu devirde yazılan eserlerin çok başarılı faydalanılmıştır. olmadığını Bawırcan Momışulı da sebepleri ile birlikte Otuzlu yıllarda Kazak nesri önemli bir gelişme ifade etmektedir. Momışulı, «Kazak edebiyatında göstermişti. Saken Seyfullin'in Tar Col Tayğaq Keşüw askerî temada yazılmış eserler hakkındaki fikriniz ve Ayşa adlı eserleri yeniden basılmış, Cer Qazğandar nedir?» sorusuna şöyle cevap vermektedir: «Bu konuda adlı uzun hikâyesi yazılmıştı. Ayrıca, İliyas fikrimi söylersem, hepiniz bana kızarsınız. Askerî temayı Cansügirov'un Coldastar adlı romanı; Beyimbet yazarlarımızın çoğu hâlâ tam olarak anlayamıyor. Maylin'in Azamat Azamatıç romanı ile Ravşan Çünkü, tecrübeleri ve bilgileri yetersiz. Ayrıca askerî Kommunist adlı uzun hikâyesi; Ğabit Müsirepov'un hayat çok karmaşık ve bahar havası gibi de değişken uzun hikâyeleri; Sattar Erüwbayev'in Menin bir hayattır. Bu sebepten bu hayatın esrarına vâkıf Qurdastarim romanı; Gabiden Mustafin 'in Ölim ne olmak kolay değildir. İnsanın evdeki psikolojisi başka, Ömir romanı yazılıp neşredilmişti. savaştaki psikolojisi bambaşkadır.» (Coldasbekov, Kırklı yılların en önemli edebî olayı ise Muhtar 1990:47) Awezov'un Abay romanıdır. Bu roman, savaş Savaş devrinde uzun nesir türlerinin gelişmesi yıllarında yazılmış olmasına rağmen konusu savaş yavaşlamıştır. Çünkü, savaş hadiselerini birden olmayan nadir eserlerden biridir. hacimli edebî türlerde ele alıp işlemek zordur. Küçük «1942 yılında Muhtar Awezov'un "Abay" nesir türleri, savaş yıllarında biraz gelişme gösterdi. romanının birinci kitabı basıldı. Bu romanda Kazak Özellikle gazete yazıları ve deneme hakkında bunu halkının 19. yüzyıldaki sosyal ve medenî hayatı, rahatlıkla söyleyebiliriz (Qaratayev, 1967: 223). yaşayışı gözler önüne serildi. Büyük maarifçi şâir Savaş yıllarında şiir sanatında önemli gelişmeler Abay'ın portresi ortaya kondu.» (Qaratayev, 1967: 246) görülmüştür: Savaşla ilgili eserlerde ise her yönüyle faşistler ile «... Savaş sırasında önemli gelişme gösteren başka bir komünistler mukayese edilmiş ve pek tabiî olarak saha, şiir sanatıdır. Kısa şiirler, şarkı sözleri, özellikle komünistlerin üstünlüğü ortaya konmaya lirik şiir gelişmiştir. Bu, savaşın insan hayatını ve çalışılmıştır. ruhunu altüst eden havasına da oldukça uygun «... Vatan savaşı yıllarında cephedeki ve cephe düşmektedir.» (Qaratayev, 1967:223) gerisindeki hayat; askerler ve emek kahramanlarının Yine bu yıllarda tiyatro sahasında savaş hayatıyla ilgili; genel olarak Sovyet insanlarının Alman olaylarının yanında, kahramanlık; cesaret, vatan için, faşistleriyle cansiperâne mücadelesi hakkında birçok millet için erlik gibi konuları işleyen, folklorik unsurlar hikâye, deneme ve gazete yazıları yazıldı. Edebî nesrin üzerine kurulan birçok piyes ve opera yazılmıştır. fikrî ve bediî derecesi, vatanî vazifeyi yerine getirmeye Savaş yıllarında çağdaş şiirle birlikte halk şiiri de yaptığı katkı açısından değerlendirildi. Bu çok tabiî oldukça gelişti: idi. Çünkü kalem erbabının tek bir vazifesi vardı: «Nurpeyis Bayganin, İysa Bayzaqov, Kenen Halka, onun kahramanlık gücüne, vatanperverlik Azirbayev, Abdiğali Sariyev, Orınbay Taymanov gibi duygusuna uygun edebî eserler vermek..» (Qaratayev, şâirler vatanperverlik ruhuyla yazılmış şiirleriyle halk 1967:246) şiirine büyük katkıda bulunmuşlardır.» (Qaratayev, Sovyet yazarları bu yıllarda kendilerine yüklenen 1967: 224) görevleri yerine getirmek için var güçleriyle çalıştılar. Bu yıllarda aqındar aytısı (atışma) da büyük «Nesrin büyük ve kısa türüne ait eserler, savaş ölçüde gelişmiştir. durumunun doğurduğu günlük vakalar esas alınarak Savaş yıllarında sadece Sovyetler Birliği'ni konu alan yazıldı ve bunlar halk arasında çok kısa zaman içinde şiirler yazılmamış, bu sınırların dışına çıkılmıştır. yayıldı. Savaş durumunun talepleri açısından Çünkü Sovyet ordusu, esir halkların kurtarıcısı kabul bakıldığında bu gerçek askerî tür oldu... Cephedeki edilmiştir. «Şâirlerin yabancı memleketlerle ilgili şiirlerinin

bilig-7/Güz '98

189

askerlerin kahramanlıkları; onların duygu, düşünce ve Abişev,in "Cos Tülekter" romanı ile "Sarcan" hayalleri; düşmana karşı duydukları kin birçok hikâyesi Cşı. Slanov'un "Salqar Taw" romanı da yer deneme ve hikâyede işlendi.» (Qaratayev, 1967:246) almaktadır.» (Qaratayev, 1967:253) Yazılan eserler sadece cepheyi tasvir edip Savaşın başladığı günlerden itibaren Kazak anlatmakla kalmadı; bir kısım eserler, cephe gerisini yazarları, teması savaş ve askerlik olan oyunlar ve cephe gerisinde yapılan çalışmaları ele alıp anlattı: yazmaya başlamışlardır. Yazılan piyesler, kolhoz ve «Cephe ve cephe gerisindeki hayatla ilgili birçok sovhozlara varana kadar propaganda maksadıyla her deneme ve hikâyelerde M. Awezov, S. Muqanov, G. yerde gösterilmiştir. Müsirepov, G. Mustafin, A. Abişev, Ğ. Slanov gibi «M. Awezov, A. Abişev, Ğ. Müsirepov, S. yazarlar, Sovyet insanının moral gücünü ve güzel Muqanov, A. Töcibayev, Ş. Qusaymov gibi yazarların hasletlerini ortaya koymaya çalıştılar.» (Qaratayev, piyeslerinde, Kazak halkının vatan savaşı sırasındaki 1967: 246) erlik portresi, kahramanlık ruhu, savaşçılığı yaşanılan Bu devirde cephe hayatını tasvir eden eserler, tam hayatın içinde tasvir edilerek gösterildi.» (Qaratayev, manasıyla gerçekçi (realist) bir anlayışıyla yazılmıştır. 1967: 256) Çünkü, olaylar yaşanmıştır ve kahramanlıkların hepsi İkinci Dünya Savaşı, 1945 yılında Rusya ve gerçek hayattan alınmıştır: müttefiklerinin zaferiyle sona erdi. Artık yeni bir «Ulu Vatan Savaşı'na katılan askerlerin devir başlıyordu. kahramanlıklarını övüp onları başkalarına örnek Sovyet Devri Kazak edebiyatının 1945-1956 yılları gösteren hikâye ve denemelerdeki askerlerin çoğunun ilk arasındaki yaklaşık on yıllık devri, Savaş Sonrası tipleri Tölesen Toqtarov, Nurken Abdirov, Bawircan Kazak Sovyet Edebiyatı olarak isimlendirilir. Bu on Momışulı, Mâlik Gabdullin gibi vatan savaşı yıllık devirde, en yüksek noktada yine Stalin vardır. kahramanlarıdır.» (Qaratayev, 1967:248) • Edebî hayatta pek bir değişiklik olmaz. Savaş teması Hikâyelerin de yine tek vazifesi propaganda işlenmeye devam eder. Savaşla ilgili eserlerin sayısı yapmaktı: cepheden dönen yazarların eserleriyle birlikte artar. «...Nesrin küçük türlerinde yazılan eserler, devrin Nitelik eskiye göre biraz daha iyidir. Çünkü savaşı gereklerine uygun olarak savaş yıllarının türlü bütün dehşetiyle bizzat yaşayan Bawırcan Momışulı vakalarını işleyerek, halkı zafer için çalışmaya ve gibi insanlar, başlarından geçenleri ve müşahadelerini birleşmeye çağırdı. Edebîlik ve sanat açısından bazı yazmışlardır. Bu devirde de yine nesir başı eksiklikleri bulunsa da, bu hikâye ve denemeler, içerik çekmektedir. En önemli gelişme yine nesirde oldu. ve fikir istikameti bakımlarından hayatın taleplerine Qazaq Sovet Adebiyeti'nde bu durum şöyle tam manasıyla cevap verdi» (Qaratayev, 1967: 249) anlatılıyor: Savaş yıllarında Kazak edebiyatında Muhtar «...Edebiyat kervanının başını çeken nesrimizin Awezov'un tarihî romanı Abay'ın yanında, nesrin bütün türleri sistemli bir şekilde gelişti. Bunların büyük türlerinde, teması savaş olan birçok eser içinde büyük mesafe kaydederek en öne çıkan tür, yazıldı. roman türüdür. Kazak romanları Sovyetler «...Bunların bir kısmında Sovyet askerlerinin Birliği'nde birçok halkın dillerine tercüme edilip cephedeki erlikleri övülüp, kahramanlık portreleri yayımlandı.» (Qaratayev, 1987:133) çizildi; bir kısmında ise halkın cephe gerisinde Bu devirde yazılan roman ve uzun hikâye fedakârca çalışması, emeği ve cepheye yaptığı yardım türündeki önemli eserlere şunları misal olarak tasvir edildi.» (Qaratayev, 1967:249) verebiliriz: Bu tip eserlere, C. Mustafın'in Qazaq Soldatı adlı «...Ğ. Müsirepov'un "Qazaq Soldatı" romanı (ilk romanını örnek göstermek mümkündür. Roman önce baskısında Qazaq Batırı); A. Nurpeyisovşun ş Qazaq Batın adıyla uzun hikâye türünde Maydan adlı 'Kurlyandiya 'sı (son baskısında "Kütken Kün"); B. almanakta yayınlandı. 1945 yılında kitap olarak çıktı. Momışulı'nın "Bizdin Semya", "Ofıtserdin Kündeligi", 1950 yılında ise Qazaq Soldatı adıyla yeniden "Artımızda Moskva" adlı uzun hikâye ve romanları; basıldı. Q, Qaysenov'un "Pereyaslavl Panizandarı"; "Acal «Savaş arasında yazılan eserler içinde A. Awzman "; M. Cabdullin 'in "Menin Maydandas Dostanın"; A. Sörsenbayev'in

bilig-7/Güz '98

190

"Ofitser Kündeligi" adlı eserleri gibi birçok hikâye «Her devrin getirdiği yenilikler ve buna bağlı halka, cephe hayatının cehennemi durumunu canlı olarak da kendine özgü özellikleri vardır. Bu gayet sahnelerle ulaştırdı.» (Qaratayev, 1987:133) tabiîdir. Edebiyatı halkın hayatının aynası olarak kabul Savaşa kadar bazı edipler, şiir ve hikâye edecek olursak, geçen elli yıl içinde yaşadığımız tarih yazmışlar; bazıları bunları kitap halinde devirlerin her birinde büyük -sosyal olayların ve önemli neşretmişlerdi. Fakat, bu süreç edebî çevrede cereyan değişikliklerin vuku bulduğunu, buna bağlı olarak insan eden bir süreçti. Bu yazar ve şâirler henüz tam hayatında ve anlayışında da gerekli değişikliklerin manasıyla okuyucu tarafından tanınıp olduğunu biliyoruz. İşte, bütün bunlar edebiyata derin kabullenilmemişti. Meselâ, « ...C. Sayn ve A. bir şekilde etki etti; edebiyatta yeni anlayışın, yeni Sârsenbayev'i okuyucular çok az tanıyordu... temanın, yeni tiplerin doğmasına sebep oldu.» Bawırcan Momtşulı, M. Ğabdullin, Q. Qaysenov, T. (Qaratayev, 1987: 150) Ahtanov gibi yazarları ise savaşa kadar okuyucu hiç Zaman değiştiğine göre tabiî olarak edebî anlayış bilmiyordu.» (Qaratayev, 1987: 135) Bawırcan da değişecekti. Komünist Parti, 22. Kurultayında yeni Momışulı'nı okuyucuların tanımaması gayet tabiî idi. programını kabul etti. Hemen arkasından da Çünkü Momışulı, yazarlık hayatma savaştan sonra edebiyatçılar, üzerlerine düşen vazifeleri yapmaya başlamış, savaştan önce şiirden başka bir şey koyuldular: yazmamıştır. Bu şiirleri de savaş sonrası yayınlanan «...bundan sonra gerçekleştirilen Sovyet Yazarlar kitaplarda yer almıştır. Birliği Kurultayı ile Cumhuriyetlerde ayrı ayrı Savaştan sonraki on yıl içinde önemli romanlar düzenlenen kurultaylarda, Sovyet edebiyatının yazıldı. Meselâ, M. Awezov'un Abay Colı romanının vazifeleri belirlendi» (Qaratayev, 1987: 151) ikinci, üçüncü ve dördüncü kitapları neşredildi. S. Bu devir edebî hayatındaki yeniliklerden birisi, Muqanov'un Sırdarya romanı ile üç ciltlik Ömir yazarların halkın içine girip halkla yaşamaya Mektebi romanı yayımlandı. G. Müsirepov'un başlaması; değişik fabrikalara, kolhoz ve sovhozlara özel Oyanğan Ölke, G.Mustafın'in Milioner ve Qarağandi, seyahatlar düzenlenmesidir. Bawırcan Momışulı da T.Ahtanov'un Quharlı Künder, A. Sarsenbayev'in 1961 yılında böyle bir seyahat çerçevesinde Güney Tolqında Tuwşandar adlı romanları da savaştan Kazakistan vilâyetinin bazı kolhoz ve sovhozlarını sonraki on yılın semeresidir. gezmiştir (Momışulı, 1970: 283) Bu on yılda hikâye ve deneme türlerinin de Yine bu yıllarda eski vakalar, tarihîlik açısından geliştiğini görüyoruz. yeniden ele alınıp değerlendirildi: 1953 yılında Stalin'in ölümüyle Sovyetler «...Geçmiş devirler ve vakalar, yeni eserlerde Birliği'nde yeni bir döneme geçildi. Eskiden Stalin'i tarihîlik açısından tekrar değerlendirildi. Bu şekilde hatasız kabul edenler, şimdi onu rahatlıkla tenkit Sovyet hükümetinin kurulduğu ilk devir, yâni edebiliyorlardı. Hattâ o devre kadar aksak giden her sosyalizmin kuruluş devri; Vatan Savaşı yılları, şey, Stalin'e yüklenmişti. komünizmin kuruluşuyla irtibatlandırıldı» Pek tabiî olarak bu durum sosyal ve edebî hayatta (Qaratayev, 1987: 151) da etkisini gösterdi. En yüksek noktada artık Hruşçev Bu devirde de her şey Parti'ye bağlanmış, vardı. Eski hatalar bir bir düzeltilecekti. Sovyetler edebiyat Parti'nin emrinde olmuş ve sosyal Birliği Komünist Partisi'nin 20, 21, 22 ve 23. gerçekçilik çizgisinden ayrılmamıştır. Devrin yeni bir kurultaylarında edebiyatın yeni mecburî istikameti özelliği olarak gösterilen bu durum, şöyle tespit eden kararlar alınmıştır. Eski anlayışın devrini övülmektedir: tamamladığı ısrarla vurgulanmıştır. Bu, elbette en «...Bu devrin önemli bir özelliği de şudur: Bütün yukarıdaki idareci değişmesiyle doğrudan ilgilidir. temalar, derinlemesine ele alınmış; zamanın Yeni gelen yerini sağlamlaştırmak ve kendini kabul özellikleri, halkın yaşayışı, insan hayatı, hayat ettirebilmek için eskiyi yermeye ve kötülemeye bir olgusunun mânası Parti 'nin ve halkın menfaatleri nevi mecburdu. açısından işlenmiştir. Konulara felsefi ve insanî bir Qazaq Sovet Adebiyeti adlı kitaptan aldığımız şu bakışla bakılmış; sosyal gerçekçiliğin sınırsız satırlar, bu bakımdan ilgi çekicidir: imkânları sayesinde millî özellikler, üslup ve tür özellikleri gelişmiştir. Özellikle edebî eserde üslup

bilig-7/Güz '98

191

meseleleri çok ciddiye alınmış; bunun üzerinde çok kahramanlıklarını etraflıca ele alıp göstermek, durulmuştur.» (Qaratayev, 1987:151) edebiyatın sorumluluk isteyen büyük bir görevidir. Bu Çağdaş edebî nesir, Kazak edebiyatında yirminci görevi yapma yolunda ilk çabayı gösteren Ğ. yüzyılın ilk otuz yılında gelişmiştir. Bu gelişme, 1956 Müsirepov'dur (Qazaq Soldatı). A. Nurpeyisov'un yılından sonra da devam etmiş, bu sahada birçok eser "Kütken Kün" adlı kitabı; T. Ahtanov 'un "Qaharlı vücuda getirilmiştir. Bu yıllarda Muhtar Awezov'un Künder" adlı eseri; B. Momışulı'nın "Moskva Üşin meşhur Abay Colı romanı, başta Rusça olmak üzere Şayqas" kitabı, Sovyet devrinin çok önemli bir birçok dile tercüme edilmiş ve büyük takdir almıştır. dönemini (yani savaş yıllarını) anlatan önemli Yine bu yıllarda yazarlar, devrin temalarına daha fazla eserlerdir.» (Qaratayev, 1987: 162) eğilmeye başladılar: A. Nurpeyisov'un bu devirde yazılan Qan men Ter «...yazarlar... halkın hayatını derinlemesine romanı, devrin edebiyat anlayışını çok iyi incelemek maksadıyla komünizmin kurucuları (yani aksettirmesi bakımından önemlidir. işçiler) ile yakın temas içinde oldular, hattâ onlarla «Qan men Ter A. Nurpeyisov'un ikinci romanıdır. birlikte çalışıp inşaat alanlarında yazılar yazdılar. Genç yazar, birinci romanında (Kütken Kün) vatan Muhtar Awezov'un ellili yıllarda yayımlanan savaşını anlatmıştı. Bu romanında ise, çeyrek asır geri "Türkistan Qalay Tuwğan" adlı kitabı ile S. giderek Aral balıkçılarının 1916 yılındaki ayaklanma Muqanov'un "Tında Tungan Bayliq" adlı kitabı bu yoluyla Ekim İhtilâli ve iç savaşa gidişleri hikâye yönelişin meyveleridir» (Qaratayev, 1987:157) edilir.» (Qaratayev, 1987: 162) Bu devrin en önemli olaylarından birisi de bâkir Bu devirde yazılan üç önemli roman, yani Aq topraklar projesidir. 1910-1911 yıllarında altı Cayiq (H.Esencanov), Qan men Ter (A.Nurpeyisov) milyondan fazla olan Kazaklar, 1959 yılının resmî ve Ömir Mektebi (S. Muqanov), sosyal gerçekçilik sayımına göre sadece iki milyon dokuz yüz bin kişi yolundaki Kazak nesrini bir adım daha ileri kalmıştı (Smayil, 1998). götürmüştür. Bu romanlardaki baş kahramanlar gerçek Kazakistan, çok geniş topraklara sahipti. Nüfusu hayattan alınmıştır. da oldukça azdı. Bu geniş toprakların büyük bölümü Devrin iki önemli savaş yazarı. T. Ahtanov ve B. boştu. İşte bu şartlar altında Komünist Parti Merkez Momışuh'dır. «T. Ahtanov'un "Qaharlı Künder" Komitesi Mart 1954'te Bâkir Toprakların İşlenmesi'ne romanı ile B. Momışulı'nın "Moskva Üşin Şayqas" dair bir karar kabul etti (Nağmetov, 1984:I/504). Buna kitabı, meşhur Panfilov Tümenindeki askerlerin göre, boş duran topraklar tarıma açılacak ve savaştaki haraketlerini gerçeğe uygun olarak dolayısıyla Sovyet halkının istifadesine sunulacaktı. anlatmaya çalıştı. "Qaharlı Künder"deki Panfenov Bu şekilde Kazakistan'da binlerce hektarlık bâkir yer, (Panfliov) Murat. Ercan, Köcek tipleri ile Moskova Üşin tarıma açıldı. Rusya'dan ve Ukrayna'dan binlerce Sayqas'taki Panfilov, Kloçkov, Lısenko, Kurganov, insan getirilip Kazakistan'a yerleştirildi. Garipov, Kirsanov, İslamqulov, Tolstunov tipleri, İşte bu bâkir toprakların işlenmesi meselesi, savaş sırasında vatanperverane kahramanlık gösteren Kazak edebiyatında önemli ölçüde ele alınmıştır. Bu Sovyet savaşçılarının ölmez portresini ortaya koyar.» konuyla ilgili romanlar ve hikâyeler yazılmış, Sovyet (Qaratayev, 1987:166) insanının emekçiliği övülmüştür. «Kazakistan'da, Savaştan sonraki yıllarda Kazak edebiyatında bakir toprakların işlenmesi konusunda roman yazan romanla birlikte hikâye, uzun hikâye türleri büyük gelişme gösterdi. Özellikle çok sayıda uzun ilk yazar, Sabit Muqanov'dur. Bu roman Tındaşı hikâyenin yayınlandığını belirtmek gerekir. Tolqın adıyla bir dergide tefrika edildi..» (Qaratayev, «Bunlar içinde genel olarak olumlu tepki alan S. 1987:150) Muqanov'un "Kün Şuwaq" T.Ahtanov'un "Dala Sarı", Savaştan sonraki on yıl içinde, Alman-Rus S. Şaymerdenov'un "Mezgil", Ö. Qanahin'in "Qonir Savaşını konu alan birçok eser yazıldı. Müellifelerin Küz Edi", A. Alimcanov'un "Kögildir Tawlar", birçoğu, savaşa bizzat iştirak etmiş insanlardı. Şaşkin'in "Temir Qaziq", A.Satılbaldiyev'in «Sovyet halkının halis vatanperverlik duygusu ile "Aqmaral", A. Nursayiqov'un "Mahabbat Cırı", C. Sovyet insanının siyasî ve manevî maksatları için Cumaqanov'un "Üş Bşyterek", Z. Şükirov'un büyük bir sınav olan dehşetli savaş yıllarındaki "Toşisqan Taşdır" adlı uzun

bilig-7/Güz '98

192

hikâyelerini zikretmek gerekir.» (Qaratayev, 1987: 168) devam etmiştir. Savaştan sonra da cephedeki ve cephe gerisinde Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Sovyet devrinde hayat, birçok hikâyeye malzeme ve konu oldu: edebiyat, tamamen Komünist Parti'nın güdümünde «...Bunların büyük ekseriyeti, asker yazarların kendi oldu. Özellikle otuzlu yılların başından itibaren başlarından geçen gözleriyle gördükleri vakaları hikâye Komünist Parti'nin ve dolayısıyla devletin edebiyat eder. Meselâ, Bawırcan Momışulı 'nın hikâyeleri, S. üzerinde mutlak bir hâkimiyeti söz konusudur. Baqbergenov'un "Qayda Eken Sol Bala", T. Edebiyatçılar, sosyal gerçekçilik adlı akvaryum içinde Ahtanov'un "Qaydan Bilsin", C. Cumaqanov'un serbest hareket edebilen "hür fikirli" insanlardır. "Qarakoz Qarındas", "Cazılmağan Kitap" A. Akvaryumun dışına çıkmak isteyenler, zaten ilk Lekerov'un "Sönbeytin Culdızdar", "Tuz Güli", Ö. yıllarda tasfiye edilmişti. Qanahin'in "Altmay", Q. İysabekov'un "Qazaq Bütün bunlara rağmen Sovyet Devri Kazak Vahi"gibi hikâyeleri bu temanın en önemli eserleridir.» Edebiyatı'nın kendi içinde büyük başarılar elde (Qaratayev, 1987:172) ettiğini söyleyebiliriz. ■ Kazak edebiyatı sonraki yıllarda da aynı çizgide

KAYNAKLAR

Awezov, M. O. ve Diğerleri, (1958), Qazaq Sovet Nağmetov, Abılğazı, Qazaq SSR Qisqasa Entsiklopediya (IV- Adebiyeti Tariyhinin Oçerki, Almatı. Tom), Almatı. Qaratayev, M., (1967), Qazaq Coldasbekov, Mirzatay, (1990), Asıl Arnalar, Almatı. Adebiyetinin Tariyhi, III Mirzahmetov, Mekemtas, (1991), Bawırcan Tom. Birinşi Kitap, Almatı. Qaratayev, M.-T. Nurtazin Batır, Almatı. ve S. Qiyrabayev, (1987), , (1997), Awezov cane Abay, Almatı. Qazaq Sovet Adebiyeti, Almatı. Smayil, Kamal, Momuşıli, Bawırcan, (1970), El Basına Kün Tuwsa, (1998), "Gasırdı Şığarıp Salarda", Zaman Almatı. Qazaqstan Gazeti, 16 Qantar: 3. THE LITERARY AND IDEOLOGICAL TRENDS IN KAAKSHTAN AT THE TURN OF THE 20TH CENTURY

Aşur ÖZDEMİR Hoca Ahmet Yesevi International Turk-Kazakh University

ABSTRACT In this article, the trends of ideology in the context detail. It was also pointed out that there were of Kazakh literature of the Soviet period were parallelisms between the Ala0 Trend in Kazakshtan and presented in their main lines. The prominent political what we call national literary trend in Turkey. How did and social trends which directly influenced the literary literature and especially poetry become subservient to tradition were tackled. As the subject goes, the social, ideology and what dimensions did this bring to the political, cultural and literary activities following the industrialisation and collectivism were analysed within 2nd World War and especially the post-war period the framework of men of letters. were presented in Key Words: Soviet Revolution, National Literature, Alaş Movement, War, Menf of Letters

bilig-7/Güz '98

193

KAZAKİSTAN FİNANS SİSTEMİ, YAPISI VE ÖZELLİKLERİ

Cengiz KELEŞ

Ahmet Yesevi Üniversitesi İşletme Ana Bilim Dalı

ÖZET

1990'ların başlarında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla, ekonomi döneminden kalan kalkınma bankalarının bu yapısal komünist ekonomik sistemin yerini serbest piyasa değişime gereken uyumu gösteremediği, kapatıldığı ya da ticarî ekonomisinin alması için gerekli süreç de başlamış oldu. banka şekline dönüştürüldüğü gözlemlenmiştir. Batık kredi Kazakistan'ın da içinde bulunduğu bu ülkeler IMF ve Dünya sorunu da başlı başına başka bir sorundur. Ekonomik sistem bankası'na üye oldular. Bu kuruluşlardan almaya başladıkları değişikliği yaşayan Kazakistan'ın, kıt olan kullanılabilir kaynakların kredileri ülkelerinin kalkınmasında maksimum faydayı artırılması ve belirlenen kalkınma hedeflerine optimal katkıyı yaratabilmek için finansal sistemlerini serbest piyasa ekonomisi sağlayacak etkinlikte tahsis edilmesi, kalkınma sürecinin koşullarına uygun hale getirmek yolunda gerekli çalışmaları belirleyici unsurlarının başında gelmektedir. Bu işlevin başlattılar. Bu dönemden sonra bu ülkelerin, dışa açılmaya ve Kazakistan gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomik özellikle batı ekonomileri ile bütünleşmeye yönelik, liberal gereksinimlere en uygun tarzda yerine getirilmesinde ve görüşe dayalı bir politika uygulamaya başladıkları ekonomik yapılanmanın sağlanmasında, finans piyasalarının görülmektedir. Bu değişim politikalarına bağlı olarak önemi büyüktür. Tasarruf açığı veya fazlası bulunan ekonomik bahsedilen ülkelerin finans sistemlerinde, hızlı bir değişim ve birimler, finansal araçlar, finansal pazar ve aracı kuruluşların gelişim yaşanmaya başlanmıştır. Her türlü finansal piyasada oluşturduğu finansal piyasalar içerisinde, finansal aracı olarak serbestçe çalışma hakkına sahip olan bankaların diğer finansal bankalar önemli yer tutmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, kuruluşlara göre öncelikli ve ağırlıklı konumları varlığı yadsınamaz ekonomiyi destekleme sorumluluğunun tek başına bankacılık bir gerçektir. Bu nedenle bankacılık sektörü, söz konusu sektörü üzerinde kaldığı söylenebilir. ekonomik politikalara uyum sağlamak için hızlı bir yapısal değişme sürecine girmiş ve özellikle yabancı finans Bu çalışmada Kazakistan'ın finansal yapısı yukarıda ana hatları kuruluşlarının öncülüğünde toptancı piyasalara yönelik özetlenen ayrıntılar incelenerek ortaya konulmaya çalışılmıştır. bankacılık hızla yayılmaya başlamıştır. Ancak planlı

Anahtar Kelimeler: Kazakistan, Finans, Kalkınma, Yatırım, Fon, Girişim, Bankacılık, Sermaye

______

bilig-7/Güz '98

194

Giriş uygun hale getirmek yolunda gerekli çalışmaları başlattılar. Bu dönemden sonra bu ülkelerin, dışa Yirminci yüzyılın sonuna gelindiğinde, dünyada siyasî blokların ortadan kalktığı, her alanda liberal açılmaya ve özellikle batı ekonomileri ile eğilimlerin güçlendiği, teknolojik gelişmenin sınır bütünleşmeye yönelik, liberal görüşe dayalı bir politika tanımaz bir şekilde önemli değişimlere yol açtığı bir uygulamaya başladıkları görülmektedir. süreçten geçilmektedir. Bu değişim politikalarına bağlı olarak bahsedilen Mal ve finans piyasaları ulusal sınırları sürekli ülkelerin fnans sistemlerinde, hızlı bir değişim ve olarak zorlamakta ve ülkelerin boyutlarını aşmaktadır. gelişim yaşanmaya başlanmıştır. Her türlü finansal Haberleşme ve ulaştırma teknolojilerindeki süratli piyasada serbestçe çalışma hakkına sahip olan gelişme ise, dünyayı ekonomik, siyasal ve kültürel bir bankaların diğer finansal kuruluşlara göre öncelikli ve küreselleşmeye doğru itmektedir. ağırlıklı konumları varlığı yadsınamaz bir gerçektir. Bu Ticarî ve finansal ilişkilerin gelişmesi, nedenle bankacılık sektörü, söz konusu ekonomik küreselleşmeye hız kazandırdığı gibi beraberinde politikalara uyum sağlamak için hızlı bir yapısal benzer özelliklere sahip olup da aynı coğrafî bölge değişme sürecine girmiş ve özellikle yabancı finans içerisinde olan ülkeleri, güçlerini birleştirici yoğun kuruluşlarının öncülüğünde toptancı piyasalara yönelik bölgesel ilişkiler içerisine itmektedir. 21. yüzyılda globalizasyon, dünya ekonomisinin bankacılık, hızla yayılmaya başlamıştır. Ancak planlı tüm unsurlarına egemen olacaktır. Korumacılık ekonomi döneminden kalan kalkınma bankalarının bu kalkarken, serbest piyasa düzenini bozan yapısal değişime gereken uyumu gösteremediği uygulamalarda bulunan ülkelere bir dizi uluslararası kapatıldığı ya da ticarî banka şekline dönüştürüldüğü yaptırımlar uygulanacaktır. Kamu desteğinin azalması gözlemlenmiştir. Batık kredi sorunu da başlı başına ve işletmelerin kendi finansman kaynaklarını yaratma başka bir sorundur. zorunda kalmaları, sermaye piyasalarının geliştirilmesi Bu ülkelerde bağımsızlıklarını kazanmadan önce zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Sovyetlerin kurmuş olduğu kalkınma bankalarının, her Gelişmekte olan ülkelerde, kıt olan kullanılabilir ne kadar serbest piyasa ekonomisindeki gibi olmasalar kaynakların artırılması ve belirlenen kalkınma da çeşitli sektörlerin ve sanayinin gelişmesinde önemli hedeflerine optimal katkıyı sağlayacak etkinlikte rol oynadığı düşünüldüğünde, bu ülkelerin tahsis edilmesi, kalkınma sürecinin belirleyici ekonomilerinin gelişmesi ve liberalleşmesi için önemli unsurlarının başında gelmektedir. Bu işlevin gelişmekte olan ülkelerde ekonomik gereksinimlere en sorumluluklar üstlenen özel sektörün faaliyetlerinin uygun tarzda yerine getirilmesinde ve ekonomik desteklenmesinde, kalkınma ve yatırım bankalarına yapılanmanın sağlanmasında, finans piyasalarının önemli görevler düşeceği açıktır. önemi büyüktür. Kalkınma ve yatırım bankacılığı birbirlerini i-kame Tasarruf açığı ve fazlası bulunan ekonomik eden değil, birbirini tamamlayan farklı bankacılık birimler, finansal araçlar, finansal pazar ve aracı alanlarıdır. Son 10-15 yıldan bu yana dünyada, kuruluşların oluşturduğu finansal piyasalar içerisinde, kalkınma bankası modeli yerine yatırım bankası finansal aracı olarak bankalar önemli yer tutmaktadır. modelinin ağırlık kazanmaya başladığı görülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, ekonomiyi destekleme Yatırım bankalarının bir kısmı bu nitelikte kurulurken; sorumluluğunun tek başına bankacılık sektörü bir kısmı kalkınma bankalarının içinde bulunduğu üzerinde kaldığı söylenebilir. ekonominin gelişmesine paralel olarak, yatırım 1990'ların başlarında Sovyetler Birliği'nin bankasına dönüşmesi suretiyle ortaya çıkmıştır. dağılmasıyla, komünist ekonomik sistemin yerini Bilindiği gibi, hemen Avrupa devletlerinin serbest piyasa ekonomisinin alması için gerekli çalışmalar başlatıldı. Bu ülkeler IMF ve Dünya tümünde doğuya ve güneye doğru hızlanan sömürgeleri Bankası'na üye oldular. Bu kuruluşlardan almaya genişletme ve gittikleri yerlerin insan dahil tüm başladıkları kredileri ülkelerinin kalkınmasında kaynaklarını Avrupa'ya taşıma olgusu sanayileşme maksimum faydayı yaratabilmek için finansal hareketlerinin başlıca kaynağı olmuştu. Sonraları sistemlerini serbest piyasa ekonomisi koşullarına hızlanan ve kaynak yaratmaya başlayan sanayiler,

bilig-7/Güz '98

195

bu süren dış sömürge kaynaklarına eklenerek Bugün dünyamız büyük bir dönüşüm gelişme hızlarını daha da artırdılar. geçirmektedir. Ekonomide uzun zaman önce Çeşitli nedenlerden dolayı sanayileşme sürecine geç kurulmuş merkezi yapılar yıkılmış; bunun yerine girmiş bugünün gelişmekte olan ülkeleri ise dış piyasa ekonomisine dayalı temeller atılmaktadır. sömürüye dönük kaynak transferini hiçbir zaman Buna bağlı olarak sermayenin merkezî bir şekilde kullanamamışlardır. Geç girilen sanayinin yaratabildiği kontrolü ve dağılımı sona ermekte ve bu konuda kaynaklar ise, bir yandan sosyal gereksinimlerde artık serbest piyasa egemen olmaktadır. Her gün dünyanın çok geciktirme anlayışının gerilerde kalması, diğer bir tarafında kuruları borsalar ve giderek yayılan yandan batının yadsınamaz üstünlüğü karşısındaki finansal yenilikler bunun çarpıcı bir örneğidir. Bu maliyet yükseklikleri nedeniyle yeterli olamamıştır. bağlamda kalkınma ve yatırım bankalarının, gelişen Ancak denilebilir ki yirminci yüzyılın ikinci yarısında finansal piyasalar içinde gittikçe artan sayıda yenilikçi özellikle tarım olanakları olan, gelişmekte olan ülkeler faaliyetler göstermekte oldukları gözlemlenmektedir. tarımdan sanayiye kaynak aktarmada oldukça büyük Ayrıca bu faaliyetlerin, firmalar bazında geniş bir çabalar göstermişlerdir. Gelişmekte olan ülkeler, yelpazeye yayıldığı ve ülkeler ile finansal piyasalarının özellikle dış kaynak dengesinde karşılaştıkları gelişmişlik düzeyine göre değişiklikler içerdikleri de darboğazları aşabilmek için daha çok üretip sattıkları söylenebilir. halde dış ve iç kaynağı artırmada ciddi sorunlarla Bu genel görünüm içinde ortaya çıkan en önemli karşılaşmışlardır. gerçek; yapısı sağlam kurulmuş finans piyasalarının, Dünya ekonomi tarihi, sürekli ve güvenli piyasa ekonomisinin oluşturulup, yaşatılmasında gelişmenin bir tek dayanağının varolduğunu olmazsa olmaz bir rol oynadığıdır. Çünkü etkin bir göstermektedir. O da, sanayileşmek... İstihdam gücü, finans piyasasının, etkin bir piyasa ekonomisinin hem yüksek katma değer yaratışı, yüksek verimliliğe açık bir parçası, hem de bir ön koşulu olduğu genel kabul oluşu ve teknolojiyi, dolayısıyla yeni zamanı içine alışı görmüş bir sayıltıdır. Öte yandan etkin bir finans nedenleriyle sanayi, hizmetler ve diğer sektörlere piyasası mal ve hizmetler için göreceli olarak serbest oranla tartışılamayacak üstünlüğe sahip tek sektördür. bir piyasa mevcutsa varolabilir. Kuşkusuz ki, buradaki Ayrıca uzun dönemli gelişme çizgisine giren diğer "Serbest Piyasa" deyimi, kendi özgün kültürü ve yasal bütün sektörler sanayiye bağımlıdır. düzenlemeleri olan bir kurumlar ve kurallar bütününe Gelişmekte olan ülkelerde kaynak yetersizliği işaret etmektedir. yanında bu yetersiz kaynakların değerlendirilebileceği Günümüzde özellikle sermaye piyasalarının ö- para ve sermaye piyasaları da gelişmiş değildir. Bir neminin giderek arttığı görülmektedir. Çünkü bir ülkede ekonomik kalkınma için finansal kesimin ülkede etkin sermaye piyasasının bulunmaması orada ekonominin reel kesimiyle paralel bir gelişme "reel ekonominin" de gelişmesini engellediği kabul göstermesi beklenen bir durumdur. Kullanılabilir edilmektedir. Bu piyasalar sermayeyi harekete fonların yatırım yapacaklara kısa ve dolaysız yoldan geçirmekte ve gerek devlet gerekse özel sektör ve optimum kaynak maliyetiyle aktarılabilmesi para ve kuruluşları için yeni finansal hizmetler sunmakta sermaye piyasasının sağlıklı çalışmasına bağlıdır. Para önemli bir işlev görmektedirler. Bu endüstriyi, ulusal ve sermaye piyasasının gelişmişliği, ekonomide kaynak ve bölgesel borsalar ile çok geniş bir menkul kıymet arzı ile sanayinin ve diğer yatırımcıların kaynak talebi şirketleri ve finansal kuruluşlar yelpazesi ve her gün arasındaki uyumsuzlukları giderebilmesiyle ilişkilidir. zenginleşen finansal enstrümanlar oluşturmaktadır. Ayrıca halkın ekonomik kalkınma sürecine daha Bunlar sermaye oluşum sürecinin vazgeçilmez geniş ve etkili tarzda katılımını sağlayabilecek bir yaratıcıları olup, ülke ekonomilerinde tasarrufların finansal piyasa, uzun dönemde daha adil ve dengeli verimli yatırımlara dönüştürülmesi açısından kilit bir bir gelir ve servet dağılımını sağlayacağı ve sanayi rol oynamaktadırlar. Bu rolleri itibariyle kamu demokrasisinin temelini teşkil edeceği konusunda otoriteleri tarafından her zaman yasal düzenlemeler çeşitli görüşler vardır. açısından özel bir öneme sahip bulunmaktadırlar.

bilig-7/Güz '98

196

Finansal sistem, fonksiyonunu finansal araç ve (ı) kredi piyasası, hizmetlerin alınıp satıldığı piyasalar aracılığıyla (ıı) kamu borçlanma araçları piyasası, (ııı) Özel kesim yerine getirir. borçlanma araçları piyasası, (ıv) menkul kıymetler Finansal piyasaları, alınıp satılan araç ve hizmetlerin piyasası (Orta Asya Menkul Kıymetler Borsası), özelliklerine göre çeşitli biçimlerde sınıflandırmak (v) bankalar arası para piyasaları ve (vı) mümkündür. Bir tür sınıflandırmaya göre, uzun vadeli fonların el değiştirdiği piyasalar sermaye piyasası, kısa düzenlenmemiş para piyasasıdır. Ancak bu vadeli fonların aktarıldığı piyasalar ise para piyasaları sınıflandırma finansal piyasaları vade açısından bir olarak bilinir. Sermaye piyasası, işletmelerin ve ayırıma tabi tutmamaktadır. Aynı piyasa, hem kısa devletin uzun dönemli yatırımlarını finanse etmek hem de uzun vadeli fon akımlarını içerebilmekte-dir. amacıyla kaynak sağladıkları yerdir. Diğer yandan Kazakistan'da finansal kesim analizlerinde, fon para piyasası, iktisadi birimlerin likidite ihtiyacını sunucu ve kullanıcıları ekonomik kesim olarak giderir ve genellikle firmaların işletme sermayeleriyle, adlandırılmaktadır. Araştırmalarımız sonucunda devletin kısa vadeli ödemelerine fon aktarır. Kazakistan'da tespit edebildiğimiz ekonomik Fon kaynaklarının oluşumu, dağılımı ve kullanımı konularında önemli roller üstlenmiş olan finansal kesimler aşağıdaki gibi bölümlendirilmiştir. (ı)Kamu sistemlerin etkinliği konusu, politika belirleyicilerin Kesimi •Kamu idareleri •Kamu girişimleri (ıı) Özel üzerinde hassasiyetle durduğu bir konudur. Çünkü Kesim •Özel girişimler •Hane halkı etkin bir finansal sistem ile daha fazla tasarrufun daha •Kâr amacı gütmeyen kuruluşlar (ııı) fazla yatırıma dönüştürülmesi ve kaynak dağılımının Yurtdışı Kesimi optimal bir noktaya çekilmesi mümkün olabilmektedir. Finansal sisteme yönelik kamu Finansal Kurallar politikalarının gerçekleştirmek istediği bu temel hedefe ulaşabilmek için genel kabul görmüş politika Finansal kurallar, Kazak finans sistemindeki ise «rekabete ve piyasa güçlerine güvenmek» şeklinde finansal ilişkileri düzenleyen tüm yasal ve idari özetlenebilecek olan yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre düzenlemelerdir. Bunların başlıcaları; Bankalar sistemde rekabet ne kadar artarsa, ceteris paribus, Kanunu(1995), Almatı Borsası Kuruluş ve İşleyişine etkinlik de o derece artacaktır. Çünkü bankalar arası İlişkin Kanun (1993), "Orta Asya Menkul Kıymetler rekabetin artması; bankacılık sistemindeki maliyetlerin Borsası (Central Asian Stock Exchange)", 19 Nisan düşmesi, monopolistik rantın ortadan kalkması ve sistemin daha uygun fiyatlarla fon toplayarak bunları 1995'te açılmıştır. Borsa, Kazakistan (Kazakhstan daha uygun koşullarla kredilere ya da öz sermayelere Stock Exchange) ve Almatı (Almaty Stock Exchange) dönüştürülebilmesi demektir (Rhoades'ten aktaran, Menkul Kıymetler Borsalarının birleşmesi ile Aydınh,1996:l). oluşmuştur. Aracı kurum ve bankalardan oluşan 24 üyesi vardır. Yabancı Yatırımlar Kanunu (1994), ve Fon Arzeden ve Kullanan Kesimler Devlet Başkanı Nazarbayev'in kanun hükmündeki Kazak finans sisteminde fon sunucuları, sisteme yazılı direktifleri vs.'den oluşmaktadır. fon arzeden yurtdışı ve yurtiçi tasarruf sahipleridir. Finansal piyasaların para ve sermaye piyasası olarak Finansal Araçlar ayırımı kuramsal olarak cazip görünmesine rağmen, bu ayırımın Kazakistan finansal piyasalarının Değişim işleminde kullanılan dolaylı ve dolaysız incelenmesi açısından uygun olmayacağı nitelikteki finansal araçlardır. Bunların en önemlileri; düşünülmektedir. Onun yerine finansal piyasalar arz hisse senedi, tahvil, devlet tahvili, mal senedi, çek, ve talep unsurlarına göre sınıflandırılabilir. bono, poliçe, vs.dir. Bu araçların finans sisteminin Kazakistan'ın finansal sisteminde 6 değişik piyasadan gelişimine ve ortaya çıkan ihtiyaçlarına bağlı söz etmek mümkündür. Bunlar,

bilig-7/Güz '98

197

olarak zaman içerisinde yenilerinin de katılacağı araştırmalardan derlenen ayırım biçimi yukarıdaki kanaatindeyiz. Bu bağlamda, çokuluslu şirketlerle gibidir. kuruları joint-venture ortaklıkları şeklindeki Bu ayırımda kalkınma ve yatırım bankaları şirketlerin ülkedeki finansal piyasanın gelişimine bankacılık kesimi dışında diğer finansal kurumlar olumlu katkıları göz ardı edilemez bir gerçektir. arasında yer almaktadır. Yukarıdaki ayırıma göre Kazakistan finansal sistemine bakıldığında Kazakistan'da 155 banka bulunmaktadır. 49 özel, 96 Finansal Kurumlar ticaret, 10 kooperatif bankası bulunmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucu Kazakistan'ın finans Bankacılık kesiminde evrensel bankacılık anlayışı kurumlaşmasının aşağıdaki şekilde olduğu hakimdir. gözlemlenmiştir. Kazakistan'da Finansal Sistem İçinde Bankacılığın Yeri (ı) Bankacılık Kesimi Kazakistan'da finansal sistem ve finansal piyasalara •Parasal Yetki Kurumları ilişkin araştırma sonuçlarına göre, Kazak bankacılık •Kazakistan Ulusal Bankası sisteminin finansal sistem içindeki payının 1996 (Merkez Bankası) yılında %90 düzeyinde olduğu tahmin edilmiştir. (EIU, •Kazakistan Hazinesi 996-97: 44) •Mevduat Bankaları Kazak finansal piyasalarının temel özelliği, •Tamamiyle Devlete Ait Bankalar «Evrensel Bankacılık» sisteminin benimsenmiş •Kazagroprombank •Hükümet Tasarruf olmasıdır. Bankası (Halk Bankası) Kazakistan'da, bankacılık lisansına sahip bir •Kazakeximbank kuruluş, ek bir yükümlülük üstlenmeksizin, finansal •Kramdsbank,vs. •Ticaret Bankaları (Hükümete piyasaların her alanında Merkez Bankası'ndan izin ortak sermaye yatırımları yapar) almak koşuluyla, faaliyet gösterebilmektedir. Aracı •Kazkommertzbank kuruluşlar ise, Kazakistan Ulusal Bankası'ndan (Merkez Bankası) gerekli izni almak koşuluyla •Kazkommertz-Ziraat International Bank sermaye piyasalarında işlem yapabilmektedirler. •Türkiye-Kazakistan International Bank Tasarruf sahiplerinin ve fon talep eden kesimlerin •Turanbank, vs. alışkanlıklarının bugünden yarına değişmediği dikkate • alındığında, bunlarla karşılıklı güvene dayalı, (ıı) Diğer Finansal Kuruluşları denenmiş bir ilişki içinde olan bankaların, yeni gelişmekte olan sermaye piyasalarında da avantajlı bir •Kalkınma ve Yatırım Bankaları konumda bulunmaları söz konusu olmaktadır. •Kazvnesconombank Finansal piyasalarla ilgili mevzuatlardan elde •Kazakistan Devlet Kalkınma Bankası edilen bilgilere göre Kazakistan'da bankalar; •Kredsotobank •Mevduat toplayıp, kredi açabilmekte, •Elimbank (Yabancı Yatırımlar Ajansı) •Sosyal •Menkul kıymetlerde aracılık yüklenimi Güvenlik Kurumları •Sigorta şirketleri yapabilmekte ve menkul kıymetleri pazarlayabilmekte, •ASKO •İkinci el menkul kıymetler piyasalarında işlem •Kooperatifler yapabilmekte, •İyilikbank •Toplu Tasarruf •Menkul kıymetler yatırım fonu kurup, yöne- Kuruluşları tebilmekte, •Bireysel menkul kıymetler portföyü işletmeciliği KAZAKİSTAN BANKACILIK SİSTEMİ yapabilmekte, •Yatırım danışmanlığı yapabilmekte, Finansal kurumların çeşitli ekonomik araştırma •Kendi adlarına menkul kıymetler portföyü ajanslarınca (IBRD, EIU, TİKA, DEİK, vs.) yapılan işletebilmekte,

bilig-7/Güz '98

198

•Finansal ve finansal olmayan kuruluşlara iştirak •Anonim ortaklı bankalarda devlet veya banka edebilmektedirler. şubesi haricindeki ortakların hissesi sermayenin Bu faaliyetlerde istenen en önemli düzenleyici %35'ini geçmemelidir. Anonim ortağı yabancı olan unsur, Merkez Bankası'ndan izin alma bankaların hisseleri, tüm sermaye içinde %36'dan az, zorunluluğudur. %50'den fazla olmayacak şekilde belirlenir. Sermaye piyasalarında aracılık faaliyetinde bulunan •Yabancı bankalar Kazakistan Cumhuriyeti kuruluşların göreli olarak güçlü olmamaları, sınırları içerisinde şube ve temsilcilik açabilir. bankaların sermaye piyasası alanında etkin bir •Ortaklık olan bankalar ve yabancı bankalar rekabetle karşılaşmalarını önlemektedir. Bu nedenle faaliyetlerini Kazakistan Cumhuriyeti kanunlarına banka sayısındaki artışın yaratacağı rekabet yanında, tabiî olarak gerçekleştirirler. bankacılık kesiminin kendi içindeki rekabeti ayrı bir •Bankalar, Merkez Bankası'nın izniyle Kazakistan önem arz etmektedir Cumhuriyeti sınırları içinde veya dışarıda şube Bu bağlamda bankaların güven müesseseleri açabilirler. olmalarının gerekliliğinden dolayı sahip oldukları •Mevduat sahipleri, Kazakistan Cumhuriyeti imtiyazlı ve avantajlı yapısının dışarıdaki özellikleri şu vatandaşı, yabancı uyruklu veya mülteciler olabilir. şekilde özetlenebilir (Soydemir,1991: 9). Mudiler tasarruflarını istedikleri banka ve bankalarda (ı) Oligopolist Yapı: Bankacılık sektörüne giriş ve değerlendirmekte serbesttirler. çıkışların kanunla düzenlenmesi ve izne bağlanması •Banka kredilerinde faiz tarifeleri ve komisyon sektördeki bankalara oligopolistik güç sağlamaktadır. tutarı bankalarca bağımsız olarak belirlenir. (ıı) Sanayi ve Ticaret Faktörleriyle İçiçelik : •Bankalar, devletin taahhüdünden sorumlu Bankacılık kesiminin en önemli özelliklerinden birisi değildir. Devlet de bankaların taahhüdünden sorumlu bankacılığın büyük ölçüde sanayi ve ticaret grupları ile değildir. İstisnai durumlarda banka ya da devlet böyle kredi, iştirak ve sermaye olarak bütünleşmesidir. Bu tür bir sorumluluğu kabul eder. bir yapılanma bankaları, grubun finansmanının •Kazakistan Cumhuriyeti'ndeki bankalar, işlerini sağlanmasına yöneltmektedir. koordine etmek, büyük yatırımlar gerçekleştirmek ve Kazakistan bankacılık sektörünün ülkenin yapısal bankacılık operasyonlarının uygulanması sırasındaki değişimine bağlı olarak aldığı yeni oluşumu şöyle riskleri azaltmak amacıyla Bankalar Birliği özetlemek mümkündür (İMKB, 1996: 16): kurabilirler. •Kazakistan Cumhuriyeti bankacılık sistemi, •Kamu yatırımları, Kazakistan Cumhuriyeti Kazakistan Cumhuriyeti Milli Bankası (Merkez sınırları içindeki bankalar tarafından Merkez Bankası) temsilinde devlet ve özel bankalar ağından Bankası'nın özel izniyle kabul edilir. Kamu oluşmaktadır. yatırımlarında bankalar bağımsız şartlar uygular ve •Kazakistan Cumhuriyeti sınırları içinde banka halkın yatırımlardan aldığı gelir vergiden muaftır. kurulmasına Merkez Bankası izin verir. Yapılacak Kazsberbank, ihtisaslaştırılmış devlet bankasıdır. Bu bankacılık işlemlerini de Merkez Bankası belirler. banka, halkın parasını kabul etme ve muhafaza Kuruluş sermayesi ve yedek fonların asgari miktarı, işlemleri, hükmî ve hukukî şahısların kredi-hesap Merkez Bankası'nca belirlenir. hizmetlerini gerçekleştirir. Devlet, vatandaşın bu •Merkez Bankası, kendi özel kanunu çerçevesindeki bankadaki hesabını garanti eder. Ancak devlet, halkın zorunlu ilkelerin bankalar tarafından uygulanıp diğer bankalardaki hesaplarından sorumlu değildir. uygulanmadığını kontrol eder. Bankalar, kendi Bankalar, Merkez Bankası'nın izniyle yabancı döviz işlemleriyle ilgili bilanço, rapor ve diğer bilgileri üzerinden aşağıda belirtilen işlemleri Merkez Bankasına vermekle mükelleftirler. •Özel gerçekleştirebilirler (İMKB, 1996:17); bankalar hukuki ve hükmi şahısların yanı sıra yabancı •Yabancı dünya bankalarından ve diğer kurumlar ortaklardan da oluşabildiği gibi banka sermayeleri olan fiziki şahıslardan yabancı döviz almak, hesaba tümüyle yabancı hukuki ve hükmi şahısların adına da ve yatırıma işleyebilirler, olabilir. •Yabancı ve uluslararası bankalardan ve diğer kurumları kendi garantisi ile teşvik ederek, dünya

bilig-7/Güz '98

199

bankalarının tecrübelerine, standartlarına uygun olan kredi projelerin desteklenmesidir. Bu durum Sovyetlerin ve ikraz akdetmek; bu kredileri almak için bono, hisse dağılmasından sonra apaçık ortaya çıkmış, bağımsızlığını senedi ve diğer değerli senetleri tesis edebilirler, kazanan bu cumhuriyetler kendilerini Rusya ile ekonomik •Yabancı dövizde hukukî ve hükmî şahıslardan ödeme işbirliği anlaşmaları yapmakta zorunlu hissetmişlerdir. senetlerinin alım-satım işlemlerini gerçekleştirebilirler, Çünkü bir çok sanayi ürünün son aşaması Rusya sınırları •Muhabir ilişkilerinin kurulması üzerine yabancı içinde kalan fabrikalarda gerçekleştirilmektedir. Bunun en bankalarla bankalar arası bir anlaşma yapabilirler, büyük örneği petrol işleme alanında görülmektedir. •Kendi müşterilerine yabancı dövizde kasa hizmeti Gelişmekte olan ülkelerde sanayileşme ve kalkınma uygulayabilirler, çabalarının yoğunlaştığı dönemlerde yatırımların •Muhabir bankacılık talimatı üzerine her çeşit finansmanı önemli bir sorun olarak görülmekte ve bu uluslararası hesapların gerçekleştirilmesi işlemlerini amaçla ihtisaslaşmış finansal kurumlardan yararlanılması yapabilirler. çözüm yollarından biri olarak ele alınmaktadır. •Yabancı dövizde ticarî ve ticarî olmayan işlemleri Kazakistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra yapabilirler, uluslararası bankacılık açısından yeni bir pazar haline •Uluslararası banka tecrübeleri ile uzlaşan diğer gelmesi, sermaye piyasasının oluşturulması çalışmalarına işlemleri yapabilirler. başlanılması ve sermaye piyasası araçlarına işlerlik kazandırılması, yabancı bankaların Kazakistan'da şube KAZAKİSTAN'DA SERMAYE PİYASASININ GELİŞMESİ İÇİN açmalarına izin verilmesi, bankalar arası para piyasasının KALKINMA VE YATIRIM BANKACILIĞI kurulması, özelleştirme ve halka açılmaların yaygınlaşması, Kazakistan'da, ihtisaslaşmış toptancı bankacılık türlerinin Kazakistan'da kalkınma bankacılığı, konusunda, gelişmesine yol açmıştır. sermaye piyasasının oluşumu ve geliştirilmesine olanak Ekonomik yapının değişmesine bağlı olarak, finansal hazırlayan kurumsal düzenlemelerin gerçekleştirilmesiyle hizmet verilen alanların değişmesi ve yeni alanların ortaya birlikte, bu düzenlemelere işlerlik kazandırmak amacıyla çıkması, mevcut hizmet alanlarının ihtiyaçlarının değişmesi yatırım bankacılığı işlemlerine doğru bir eğilim olduğu ve artması, hizmet verilen alanlarda yeni rakiplerin ortaya söylenebilir. Mevcut kalkınma bankalarının ekonomik çıkması ve ekonomik birimlerin rekabet gücünü artıncı kalkınmanın kilit faktörü olarak kabul edilen, sermaye danışmanlık hizmetlerine yoğun olarak talepte bulunması birikimi için gerekli olan yatırım işlemini vurgulamakta finansal hizmetlerin gelişmesine neden olmaktadır. olup, literatürdeki kalkınma bankacılığı fonksiyonlarını Kazakistan'da finansal piyasalarda görülen en önemli içeren bankacılık kimliğini tam olarak ifade etmemektedir. gelişmelerden biri de sermaye piyasasının oluşumu ve Sovyet döneminde kredilendirme sürecinde aktif rol gelişimi için çalışmaların hızlanmış olmasıdır. almış bulunan kalkınma bankaları, ekonomik gelişmelerin Kazakistan'da joint venture şeklinde şirketleşmeye gidilmesi çeşitli aşamalarında ülkenin gündeminde ön sırada yer alan liberal piyasa koşullarının oluşumunda kolaylık amaç ve hedeflere yönelik çalışmalar içinde sağlayacaktır. Çünkü Kazakistan'a yatırım için giden bulunmuşlardır. Diğer bir ifade ile, belirli bir zaman firmalar çoğunlukla gelişmiş liberal ülkelerden menşeli kesitinde ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanması için oldukları için bu kültürü gittikleri yere götürmekte ve orada düşünülen çözümlerin hayata geçirilmesi, söz konusu gelişmesini sağlamaktadırlar. dönemde kalkınma bankalarının gündemlerini (hedeflerini) Sermaye piyasası ve borsanın gelişimine paralel olarak belirleyici rol oynamıştır. Bu rol tamamen merkezi yatırım bankalarının, bu piyasada hem arz hem de talep hükümetin güdümü altında ve merkezi hükümetin yönünde hizmet vermesi kaçınılmazdır. şirketlerin ihtiyaçlarını karşılayıcı nitelikte olmuştur. Burada kasıt ihtiyaçlarının en etkin şekilde giderilmesi amacıyla mevcut bankaların kredilendirmede bölgesel gelişmeden önce, finansal araçların yanı sıra yeni araçların sisteme merkezi hükümetin ihtiyaçlarına cevap veren uyarlanabilmesi gerek-

bilig-7/Güz '98

200

mektedir. Böylece, sermaye piyasası geliştirilirken birimi oluşturması yeterli olmamakta, ihtisaslaşmış finansman sıkıntısı çeken şirketlere alternatif kuruluşların bilgi ve tecrübesi gerekli olmaktadır. Bu finansman imkânları da yaratılmış olacaktır. Bu nedenle, ülke ekonomisindeki gelişmeye paralel olarak bakımdan, kalkınma ve yatırım bankaları yapısında, kalkınma ve yatırım bankaları gibi ihtisaslaşmış güçlü sermaye ile oluşturulmuş, uzman kadroya sahip, kuruluşların ortaya çıkması gerekmektedir. belli konularda uzmanlaşmış kurumlara ihtiyaç Sovyet sonrası yıllarda dikkat çeken konulardan doğmaktadır. birisi de özelleştirmedir. Özelleştirme, danışmanlıktan Kazakistan'da kalkınma ve yatırım bankacılığı aracılık işlemlerine kadar geniş bir kalkınma ve yatırım faaliyetlerine duyuları ihtiyaç, ticarî bankaların bankalarının ihtisas konusu olan hizmet paketini verdikleri hizmetlerde görülen değişikliklerden ve gündeme getirmiştir. yapıları bu değişikliklerden henüz tam bir olumlu Kazakistan'da, kalkınma ve yatırım bankalarının sonuç alınamamasından da kaynaklanmaktadır. Faiz ortaya çıkmasındaki en önemli etkenlerden biri de, serbestisi ve bankacılık sektöründeki rekabet, entegrasyon, serbest faiz, serbest kur ve liberalleşme mevduatı ucuz kaynak olmaktan çıkarmış, buna bağlı politikalarının Kazakistan'ı uluslararası bankacılık olarak şube bankacılığı denilen mevduata dayalı açısından cazip bir hale getirmesidir. Bağımsızlığını bankacılık işlev kazanamamıştır. Bu durum, ticarî kazanan Türk Cumhuriyetleri arasında Kazakistan bu işletmeler ve sanayinin kullandığı kredilere olumsuz konuda çalışmalarını en sağlıklı şekilde yürüten ülke bir şekilde yansımış ve kredinin pahalı bir kaynak olduğu iddia edilebilir. Bu nedenle yabancı bankalar, olması nedeniyle yabancı kaynakla finansman yerine Kazakistan'da şube açmaya veya banka kurmaya öz kaynakla finansman gündeme gelmiştir. Ticari başlamıştır. Kuruları bankalar Kazaklarla ortak bankalar ise, ticarî işletme ve sanayi finanse etmenin kurulmuştur. Kazakistan'dan Ziraat ve Emlak yanı sıra tüketiciyi finanse eden ve onlara hizmet Bankaları ortaklıklar kurmuşlardır. Bu bankalar, götüren kurumlar haline dönüşmeye başlamıştır. Bu yabancı ortaklarının bilgi, tecrübe ve işbirliğinden nedenle, şirketlerin gereksinim duydukları finansman yararlanarak, yabancı kurumsal yatırımcıların ve danışmanlık hizmetlerinin ağırlıklı olarak Kazakistan'da ortak yatırım girişimlerinde Kalkınma ve yatırım bankaları gibi ihtisaslaşmış bulunmalarını sağlayabileceklerdir. kurumlar tarafından üstlenilmesi gerekmektedir. Görüldüğü gibi uluslararası ekonomik gelişmeler, Kazakistan gibi gelişmekte olan bir ülkede, bankacılık sektörünün yapısal ve fonksiyonel gelişimi ekonominin gerçek dinamizmi alt büyüklük ve orta ile Kazak ekonomisi ve finansal piyasalarının geçirdiği büyüklükteki şirketlerden kaynaklanmaktadır. Bu değişim süreci, Kazakistan'da etkin çalışma gösterecek işletmeler Sovyet döneminde kuruları kolhoz ve kalkınma ve yatırım bankalarına olan ihtiyacı solhoz'lar deyinilen alt ve orta büyüklükteki işletme doğurmaktadır. Ancak, Kazakistan'da kalkınma ve tanımlamasına uymaktadır. Bu işletmeler yatırım bankalarının kuruluş nedenleri araştırılırken, modernizasyon ve işletme sermayesine ihtiyaç bu bankaların ortaya çıkmasından önceki dönemde duymaktadırlar, işte bu varolan işletmelerin yeniden bankacılık sektörünün genel durumunun da ortaya işler hale getirilmesi Kazak ekonomisinde şüphesiz ki konulması gerekmektedir. büyük bir canlılığa ve şirketleşmeye neden Burada üzerinde durulması gereken bir nokta, olabilecektir. Büyük şirketlerin -ki bunların çoğu Kazakistan'da bu dönemde ticarî banka kurulmasının yukarıda değinildiği gibi uluslararası firmalarla yapılan mümkün olması durumunda, kalkınma yatırım bankası anlaşmalarla kurulan joint venture yapılanmalarıdır- kurulmasının istenip istenmeyeceğidir. Bu sorunun finansal konularla ilgili ihtiyaçlarını kendi bünyelerinde çözümünü Kazakistan'ın bankacılık sistemi içinde oluşturulmuş olan birimler yardımı ile giderebilme aramak gerekir. Şöyle ki; Kazakistan'da evrensel imkânları mevcut iken, alt büyüklük ve orta bankacılık sisteminin uygulanması, yatırım bankası büyüklükteki şirketlerin böyle bir teşkilatlanmayı faaliyetlerinin ticarî bankalarca da yapılabilmesine bünyelerinde gerçekleştirebilmesi çok güç olabilir. imkân vermelidir. Bu durumda, sermaye piyasasının Bunun yanı sıra, büyük şirketlerin, kendi bünyelerinde gelişmekte olduğu bir ülkede salt sermaye piyasasına finansal danışmanlık ile ilgili ve araçlarına bağımlı bir

bilig-7/Güz '98

201

bankanın kurulmasını beklemek iyimserlik olacaktır. bu banka tarafından verilmektedir. Bağımsızlıktan Sermaye piyasasına olan ilginin azaldığı dönemlerde, sonra ticarî bankaya dönüştürülmüştür. Halen gerçek anlamda yatırım bankacılığı yapan bankaların mevduat bankacılığı ile sanayi kuruluşlarına kredi faaliyet hacminde belli bir daralma görüleceğinden sağlama fonksiyonlarını sürdürmektedir. özel sektörün kar mantığı çerçevesinde mevduat Sovyetler Birliği döneminde Kazakistan'da faaliyet toplaması, mümkün olan ticarî bankaların kurulması gösteren kalkınma bankası benzeri faaliyetlerde uygun olacaktır. Ancak, bu bankaların ağırlıklı olarak bulunan bir diğer kuruluş da Turanbank'tır. Banka kalkınma ve yatırım bankacılığı faaliyetlerine sanayi kuruluşlarına yatırım ve yenilenme kredileri yönelmesi de mümkündür. sağlamakta idi. Bağımsızlıktan sonra 76 şubeli bir Dünyada bankacılık sektörü evrensel bankacılığa ticarî banka şekline dönüştürülmüştür. Ülkedeki kredi giderken, kalkınma ve yatırım bankacılığını teşvik kullanımının dörtte biri bu banka aracılığıyla etmenin bir yararı olmadığı düşünülebilir, ancak yapılmaktadır. kalkınma ve yatırım bankalarının sermaye piyasasının gelişmesinde büyük etkilerinin olduğu yadsınamaz bir Günümüzde Kazakistan'da Kalkınma ve Ya gerçektir. tırım Bankacılğı \ Günümüzde Kazakistan'da kalkınma ve yatırım Sovyet Döneminde Kalkınma ve Yatırım bankacılığı faaliyetlerinin genellikle ticarî bankalar Bankacılığı tarafından yürütüldüğünü gözlemlemekteyiz. Bunun Sovyetler Birliği döneminde sermaye tamamen en iyi örneği Kazkommertsbank'tır. Bu banka devletin elinde olduğundan, yatırım bankacılığı özellikle yatırım bankalarının fonksiyonlarını faaliyetlerinin varlığından söz etmek mümkün göstermektedir. Bu bankanın uluslararası piyasalara değildir. Ancak kalkınma bankacılığı faaliyetleri Kazakistan'dan ilk menkul kıymet arz eden banka olarak devletin kredilendirme faaliyetlerinin oluşu da konumuz açısından değinilmesi gereken bir uygulayıcısı olan kalkınma bankası benzeri husustur. Kazkommertsbank ayrıca İMKB kurumların varlığından söz etmek mümkündür. uluslararası piyasasında ilk işlem gören yabancı Bu kurumlar devlete ait kuruluşların yatırım, menkul kıymet sahibi kuruluştur. Bu kuruluş 70 rehabilitasyon ve işletme sermayesi gibi ihtiyaçlarının milyon dolarlık menkul kıymet hacmiyle İMKB'ye karşılanmasından sorumlu kuruluşlardı. Ülke geneline kote olmuştur. (İMKB Uluslararası Pazar Müdürlüğü) yaygın şubeleriyle finansal kaynakların tüm ülke Kazakistan'da kalkınma ve yatırım bankası olarak genelinde yer ve zaman bakımından uyumlaştırılması değerlendirebileceğimiz bir diğer banka Dünya gibi işlevleri de yürütmekteydiler. Bankası'nın kuruluş çalışmalarına destek verdiği Orta Günümüzde, Sovyet döneminde esas faaliyetleri Asya İşbirliği ve Kalkınma Bankası (Central Asian orta-uzun vadeli kredilendirme olan kalkınma Bank for Cooperation and Development)'dır. Ancak bu bankaları olarak nitelendirebileceğimiz kurumlar, banka bölgesel bir kalkınma bankasıdır. Bu bankanın sadece orta-uzun vadeli kredi vererek faaliyetlerini kuruluşunda Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, sürdürmeye çalışmakta, ya da devlet tarafından Moğolistan, Kırgızistan, Azerbaycan vb. bölge ülkeleri yapıları düzenlemelerle mevduat bankasına yer almıştır. Bu bankanın yan sermayesi Dünya çevrilmektedir. Bu bankalar bağımsızlık sonrasında Bankası, Japonya, G. Kore tarafından taahhüt edilmiş, faaliyetlerini ne kadar sürdürmeye çalışmışlarsa da geriye kalan kısmı ise bölge ülkeleri tarafından taahhüt batık kredi sorunu yüzünden birçoğu devlet tarafından edilmiştir (İnverstor's Guide, 1997: 78). borçları devralınarak tasfiye edilmiştir. Kazakistan bankacılık sektöründe kalkınma ve Bu alanda bahsetmemiz gereken önemli bir kuruluş yatırım bankacılığı faaliyetlerinin bazılarını gösteren Kazvnesconombank'ur. Bu banka Sovyetler Birliği (özellikle underwriting, uzun vadeli kredi sağlama, döneminde sanayi ve tarım kuruluşlarının yatırım, iştirak vs.) banka Kredsotobank'tır. Bu banka yatırım yenileme, işletme sermayesi eksikliklerinin giderilmesi bankalarının fonksiyonlarının bir kısmını vs. fonksiyonları gören bir bankadır. Ülkede verilen yapmaktadır. kredi toplamının yaklaşık üçte biri

bilig-7/Güz '98

202

Kazakistan Devlet Kalkınma Bankası, devletin •Kredi Programları, özelleştirme çalışmalarını yürütmek, kamu •İhracat finansman garantisi programları, kuruluşlarının ihtiyacı olan fonları sağlamak amacıyla •İhracat kredi sigortası programları, olarak üç ana kurulmuş bir bankadır. Ekonomi bakanlığına bağlı grupta toplanmıştır. (Kazakistan Eximbank 1996 olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Faaliyet Raporu) Burada değinilmesi gereken bir diğer kuruluş Kazakistan Eximbank programları, ihracat teşvik Elimbank'tır. Bu kuruluş devlet kuruluşudur ve sistemi içinde, yalnız kredi yoluyla değil, sigorta ve yabancı yatırımcılara teknik danışmanlık yapar, garanti işlevleriyle de yönlendirici bir rol üstlenmiş yabancı yatırımcılar tarafından yapılacak olan olması, Kazakistanlı girişimciler açısından önemli bir devletin desteklemeyi planladığı alanlarda tanıtım ve ilerleme şeklinde yorumlanabilir. destekleme faaliyetlerini yürütür. Kazakistan Ulusal Bankası, Eximbank'ın bir ihtisas Kazakistan'da kurulmasını savunduğumuz bankası olması nedeniyle, dış satım finansmanına kalkınma ve yatırım bankalarına ilk ve tek örnek yönelik özel reeskont kredileri bu banka aracılığıyla olarak gösterebileceğimiz ulusal banka Kazakistan kullandırılmaktadır. Ayrıca Banka, ihracatın Eximbank'idir. Bu banka Türkiye Eximbank'ının finansmanı için dış ülkelerden ve uluslararası piyasa ve desteğiyle kurulmuştur. Bankanın kuruluş amaçları kuruluşlardan sağlanan kaynak ve fonların (Kazakistan Eximbank 1996 Faaliyet Raporu); kullandırılmasında da aracılık yapmaktadır. •İhracatın geliştirilmesi, •İhraç edilen mal ve hizmetlerin çeşitlendirilmesi, KAZAKİSTAN'DA SERMAYE PİYASASI •İhraç mallarına yeni pazarlar kazandırılması, KONUSUNDAKİ YENİ OLUŞUMLAR •İhracatçıların uluslararası ticarette paylarının Kazakistan Menkul Kıymetler ve Borsalar arttırılması, Kanunu •İhracatçılara gerekli teknik desteklerin sağlanması, Sermaye piyasasında faaliyet gösteren gerçek ve •İhracatçılar ve yurt dışında faaliyet gösteren tüzel kişilerin temel hak ve yükümlülüklerini müteahhitler ve yatırımcılara uluslararası piyasalarda tanımlamak, Kazakistan Ulusal Sermaye Piyasası rekabet gücü ve güvence sağlanması, Kurulu'nun kuruluş prosedürünü oluşturmak, •Yurt dışına yapılacak yatırımlar ile ihracat veya yatırımcıların haklarının korunması ve ekonominin döviz kazandırma amacına yönelik yatırım malları verimli olarak gelişimini sürdürmek amacıyla Nisan üretim ve satışının desteklenerek teşvik edilmesi, 1995 tarihi itibariyle "Kazakistan Menkul Kıymetler ve şeklinde özetlenebilir Borsalar Kanunu" yürürlüğe konmuştur. Dengeli ve uluslararası rekabete açık ihracat politikalarının izlenmesine katkıda bulunmak için, Kazakistan Ulusal Sermaye Piyasası Kazakistan Eximbank'ı bu amaçlarını (Investor's Kurulu'nun Görevleri ve Amacı Guide '97); •İhtiyacı karşılayacak ve rekabet gücü Kazakistan Ulusal Sermaye Piyasası Kurulu'nun kazandıracak kredi desteği sağlamak, sermaye piyasasını düzenlemek yönünde yaptığı •Yurtiçi ve yurtdışı finansman kurumlarının, bu işlemler, piyasada faaliyet gösteren tarafların haklarının faaliyetlerin finansmanına katılımlarını artırmak ve bu korunması ve yapıları işlerin ilgili kanun ve kurumların finansmanında aktif rol oynamalarını düzenlemelere uygunluğunu sağlamak amaçlıdır. sağlayabilmek için garantiler vermek, Bunun sağlanması için de aşağıdakileri yerine getirir; •Mal ve hizmet ihracatından doğan alacakları ticarî (ı) Sermaye piyasasının fonksiyonlarının ve risklere karşı sigorta etmek suretiyle sermaye piyasasında faaliyet göstermeye yetkili gerçekleştirmektedir. gerçek ve tüzel kişilerin faaliyetlerinin düzenlenmesi, Kazakistan Eximbank'ının bu çerçevede (ıı) Sermaye piyasasında faaliyet göstermeye uyguladığı programları genel hatlarıyla; yetkili gerçek ve tüzel kişilerin menkul kıymet

bilig-7/Güz '98

203

ihracı ile tedavülü konularındaki düzenlemelere uyup •Halka arzdan sonra halka açık hisse senetlerinin en uymadığını izlemek, az 200 kişinin elinde bulunması ve her bir hissedarda (ııı) Menkul kıymetlerin tedavülü sürecini ve da Borsanın belirlediği lot miktarı kadar olmalıdır. sermaye piyasasında faaliyet göstermeye yetkili •En az 100.000 payın halka arz edilmesi gerçek ve tüzel kişilerin faaliyetlerini izlemek, gerekmektedir. (ıv) Sermaye piyasasındaki profesyonel faaliyetler Halka açık hisseleri elinde bulunduran hissedar için yetki verilmesi, sayısının belirlenmesinde aşağıdaki hususlar göz önüne (v) Menkul kıymet işlemlerinin tek tip standartlara alınır; bağlanması ve konuya ilişkin kanuni düzenlemelerin •Şirket ortaklarının akraba, iştiraki veya bağlı geliştirilip uygulanması, şirketlerinin elinde bulunan hisseler halka açık hisse (vı) Sermaye piyasasında faaliyet gösteren gerçek ve senedi kapsamında yer almaz, tüzel kişilerin eğitim vb. standartlarının geliştirilmesi. Şirket yöneticileri ile onların birinci derece akrabaları (eş ve reşit olmayan çocukları) ve/veya Orta Asya Menkul Kıymet Borsası bunların adaylarının elinde bulunan hisseler halka açık hisse senedi kapsamında yer almaz. Almatı'daki Menkul Kıymet Borsası, Kazakistan Menkul Kıymet Borsası ile birleşerek Orta Asya ı. İlave Pazar Yapılması Menkul Kıymet Borsası kurulmuş ve 19 Nisan 1995 Borsa yukarıda belirtilen halka açıklık kavramı tarihi itibariyle de faaliyete geçmiştir. Açılışında üç çerçevesinde, halka açık hisse senetleri, her birinin özel, bir kamu kuruluşunun hisse senetleri işlem elinde en az Borsanın belirlediği minimum lot görmekteydi. Kazakistan Bakanlar Kurulu'nun aldığı karar miktarında olmak üzere, 100 kişinin elinde bulunan gereği; Orta Asya Menkul Kıymetler Borsası'nda şirketler halka arz yapmadan ayrı bir pazarda işlem düzenli olarak kamu sektörüne ait işletmeler ve görebilmekte olup, bu tip kotasyona «İlave Pazar bankalar satışa sunulacaktır. Rotasyonu» adı verilir. Yabancı yatırımcılar serbestçe hisse senedi alım İlâve pazarda işlem gören şirket hisse senetleri, ilk satımı yapabilirler ve kazançlarının tamamını yurt halka arz işlemlerini tamamlamasını takiben, Borsanın dışına transfer edebilirler. istediği belgeler ve yukarıda belirtilen hisse senedi kotasyon kriterlerini sağlaması halinde ana pazarda Kotasyon Başvurusu ve Kotasyon Kriterleri işlem görmeye başlayabilir. Ancak, hisse senetleri «İlave Pazar»da işlem Borsaya yapılacak kotasyon başvurusu, Borsa üyesi görme statüsünü kazanmış olan şirketler ilave bir kurum tarafından şirket adına yapılır. Başvuruda kotasyon şartları ile ana pazarda işlem gören istenen belgelerin yeterliliği ilk önce Borsa üyesi şirketlerden istenen diğer şartları yerine getirmek ve tarafından incelenir. İstenen bilgi ve belgeler bir dilekçe Borsa ile bir kotasyon anlaşması yapmak zorundadır. ekinde Borsaya sunulur. Kotasyon kriterlerini sağlamak birçok faktöre Hisse senetlerinin Borsanın Ana Pazarı'nda işlem dayanır. Yukarıda belirtilen kotasyon kriterlerini görmesi talebinde bulunan şirketler Ulusal Sermaye sağlamak tek başına yeterli olmamaktadır Her Piyasası Kurulunca istenen şekle uygun bir başvuru ayrı ayrı incelenir. şirketin faaliyette izahname/halka arz prospektüsü çıkarırlar. bulunduğu sektördeki pazar payı ve bunu devam Kotasyon için aşağıdaki kriterlerin sağlanması ettirebilme kapasitesi, üretim yapısı, büyüme gerekmektedir; projeleri, yönetim etkinliği, mali yapısı ve nakit akımı •Halka açık hisse adedinin en az 1.000.000 olması, vb. konularda incelemeler yapılır. •Sermayenin en az %10' una tekabül eden kısmının Başvuruları kabul, red veya geciktirme kararı bir prospektüs (izahname) ile büyük ortaklardan biri yalnızca Borsa Yönetim Kurulu'nca verilebilir. Borsa veya ortaklardan bir kısmı tarafından halka arz başvuruyu veya başvuruda verilen dokümanların edilmesi, düzeltilmesini talep edebilir Eğer kotasyon

bilig-7/Güz '98

204

başvurusu kabul edilirse, geçerlilik tarihi Borsa şekilde, süresinin dolmasından önce görevden tarafından belirlenir. alabilme hakkının sağlanması, Borsaya kotasyon için başvuran şirketler, Borsa •Kanun tarafından hazırlanması istenen tarafından onaylanmamış her hangi bir izahname dokümanlarla birlikte yıllık mali hesap dökümlerinin, veya dokümanı kamuya duyuramaz. Ne şirket, ne de olağan genel kuruldan 45 gün önce Kazakistan bağlı şirketleri, Borsanın onayı alınmadan medya Cumhuriyeti sınırları içerisinde ikamet eden tüm kanalıyla reklamlar verilerek halka arz için davette ortaklara gönderilmesinin sağlanması, bulunamaz. •Her hangi bir tertibe sağlanan haklarda, hisseleri Adi hisse senetleri kotta olan ve Ulusal Sermaye elinde bulunduran ortağın onayı olmadan bu haklarda Piyasası Kurulu Kanunu'na tabi şirketler, diğer değişiklik yapılamamasının sağlanması, tertipteki hisse senetlerinin kotasyonu için de •Mevcut ortaklara yeterli oy hakkının sağlanması, başvuruda bulunabilir. •Eğer hissedarlara bir gazete ile duyuru yapılıyorsa, bu ilanın en azından ülke çapında yaygın bir gazetede II. Şirket Ana Sözleşmesine Getirilen Düzenlemeler yapılmasının sağlanması, Borsaya kotasyon başvurusunda bulunan şirketlerin Kazakistan dışındaki ortaklar için yapılacak ana sözleşmelerinin aşağıdaki şartlara uygun olması bildirimler Kazakistan sınırları içerisinde bir gerekir; haberleşme adresinin belirlenmesi ve tüm ortaklara •Şirket ana sözleşmesi veya benzeri duyuruların gitmesinin sağlanması. sözleşmelerinde kendi hisse senetlerinde dealer veya hisse senedi brokerliği yapma hakkı gibi güçleri elinde Borsa İşlem Salonu tutma vb. hükümlerinin olmaması, Üye Temsilcileri •Transfer işlemlerinde Borsaca kabul edilmiş Her bir Borsa üyesinin en fazla iki temsilcisi, şeklin kullanılması, Borsa işlem salonunda işlem yapabilir. Her üye •Ortaklık pay sahiplerinin hakları her türlü temsilcisi Borsa tarafından verilen «Üye Temsilcisi kısıtlamalardan arındırılmış olmalıdır. Eğer bu şart, Sertifikasını almanın yanı sıra en az 21 yaşında ve statüleri veya devletin getirdiği şartları temin Kazak vatandaşı olmak şartlarını taşımak kaydıyla etmeleri açısından şirketin faaliyetini etkileyecek ise, işlem yapabilir. Borsanın bu şartın değiştirilmesine veya Borsa başkanlığına önceden bildirim yapılarak işten uygulanmamasına izin verebilmesi, ayrılma vb. durumlarda üye temsilcileri değiştirilebilir. •Şirket yetkisi içinde her türlü menkul kıymet Söz konusu yeni üye temsilcisi en az on günlük gözlem sertifikası ihraç edebilmesi, sürecinden sonra işlem yapmaya başlar. Borsa ayrıca bu •Ödenmeyen temettü tutarlarının, temettü ö- temsilcilere eğitim programı düzenleyerek, en kısa demesinin ilanından itibaren üç yıl geçtikten sonra sürede yeterlilik sertifikasını almasını sağlayabilir. hakkın düşmesini sağlaması, Başka bir Borsa üyesi firmada çalışmak için işten •Yönetim kurulunun borçlanabileceği maksimum ayrıları üye temsilcisi, ayrıldığı üyeden itirazları limitler belirlenerek (bu konuda olağan, olağanüstü olmadığına dair bir yazı almak zorundadır. genel kurulda veya özel bir kararla alınmış bir karar mevcut değil ise),şirketin borç yükünün ödenmiş İşlem sermayesine göre belli bir oranda tutulmasının sağlanması, Piyasada işlemler, resmi tatiller dışında •Ana sözleşmede belirtilen sayıyı aşmadan şirket Pazartesimden Cumaya, 10:00-12:00 arasında yöneticilerince, bir sonraki genel kurulda seçilene gerçekleştirilmektedir. Borsa üyeleri kotta olan şirket kadar, gerektiği zaman boşalan yerlere veya ilave olarak hisse senetlerini Borsa işlem salonu dışında alıp yönetici atayabilme hakkının sağlanması, satamaz. Borsa üyeleri seans boyunca yapıları işlemlere •Genel kurulda alınacak bir karar ile yöneticileri, ait «işlem listesi» çıkarmadan ertesi günkü alım-satım her hangi bir anlaşmaya zarar vermeyecek işlemlerine başlayamazlar.

bilig-7/Güz '98

205

rinin yapıldığı kısımda gerçekleştirilir ve burada oluşan fiyatlar piyasa açısından bir gösterge oluşturmaz. Borsa, Aracılık Ücreti işlem salonundaki ekranda (tahtada) bulunan üye kodlarının bulunduğu bölümlere hiç bir zaman 2'den Kottaki şirket hisse senetleri için, işleme konu her fazla üye işlem numarası giremez. İlgili kolonda iki taraftan (alım-satım) %1.5 oranında ve en az 15 numarası ilk gözüken alıcı/satıcı üye, aynı kolonda Tenge aracılık ücreti alınır. Ancak üyeler, Takas ve aynı fiyattan alıcı/satıcı gözüken diğer üyeye göre Saklama Kurumu ile ilgili banka masraflarını, cari işlem önceliğine sahiptir. Öncelik hakkı, üye alıcı veya miktarları aşamayacak şekilde ve her bir tutar kontrat satıcı pozisyonunu sürdürdüğü sürece geçerlidir. listesinde belirtilerek müşterilere yansıtıla-bilir. Ancak pozisyonunu sürdürmez ise, otomatik olarak Tablo 1, Hazine Bonolarında Üyelerin Alıcı ve numarası ikinci olan diğer üye onun yerini alır. Satıcı Taraflara Uyguladıkları Oranlar Üyenin numarası halihazırda ekranda (tahtada) ilk 100.000 Tenge'ye kadar %0.5 sırada yer alıyorsa veya diğer üye alış fiyatını yükseltir 100.001-500.000 Tenge'ye %0.4 veya satış fiyatını düşürür ise, derhal diğerlerinden 500.001-1.000.000 Tenge'ye %0.3 1.000.001 Tenge ve üzeri %0.1 önce yeni fiyattan işlem yapmaya devam edebilir ve bu durum üyenin piyasasını kaybetmesine ve diğer Borsa üyeleri, Borsaya her ay, takip eden ayın üyelerin daha iyi fiyat vermesine kadar sürer. 10'undan önce 5000 Tenge üyelik aidatı ve her ay İşlem salonunda işlemler işlem ekranında müşterilerinden aldığı aracılık hizmeti ücreti (tahtasında) gerçekleştirilir. İşin rapor edildiği fiyat, üzerinden % 5'lik kısmı yatırırlar. Borsa zaman tahtadaki (ekrandaki) alış veya satış fiyatından birine zaman üyelik aidatı ve aracılık hizmeti ücretini tekabül etmelidir. Üye temsilcileri rapor ettikleri değiştirebilir. Yeni tarife uygulamaya konmadan işlemleri anında konfirme etmelidirler. Konfirme önce,üyelere gerekli açıklama gönderilir. makbuzu üç nüsha hazırlanarak, biri Borsaya, diğeri brokerlar arası işlemlerde alıcı veya satıcı broker'a ve İşlem Salonu üçüncü nüsha da diğer broker'a verilir. Her bir anlaşma için geçici bir cetvel oluşturulmakta olup, bu Salonda işlem zili çalmadan ve çağrı cetvel kontrat numarasını, pay sayısını, fiyatı, ilgili tamamlanmadan işlem yapılamaz. Salondaki tüm alış ve brokerların ismini, mutabakat tarihlerini içerecektir. satış fiyatları müşteri emirlerini temsil etmeli ve Salondan bildirilen her bir işlem, Borsaya gönderilen emirler kesin ve en az bir işlem birimden olmalıdır. geçici cetvelin kesinleştirilmesi için yazılı bir "günlük İşlem birimleri zaman zaman Borsalca yeniden rapor", bir sonraki işlem gününe kadar gönderilir. düzenlenebilir. Halihazırdaki işlem birimleri aşağıdaki gibi olmalıdır; Takas Merkezi-Clearing House Tablo 2, Borsada İşlem Birimleri Borsa üyeleri, Borsa tarafından işlem salonunda

Nominal Değer (Tenge) En Az İşlem Miktarı - Lot gerçekleştirilen işlemlerin takasının gerçekleştirildiği 1 1.000 bankada hesap açtırırlar ve işlemler bu hesap üzerinden 2 500 yapılır. Borsa üyeleri arasında gerçekleştirilen 5 200 10 100 işlemlere ilişkin dokümanlar, takas gününden en az iki 20 50 gün önce Borsa Takas Merkezi kanalıyla alıcı üyeye 25 40 gönderilir. Takas Merkezine gönderilen tüm evraklar 50 20 kapak yazısı ve bir örneği eşliğinde Takas Merkezince 100 10 istenen şekilde gönderilmek zorundadır. Borsa, Borsa salonundaki işlem birimleri yukarıdaki mutabakat gününden önce takas işlemlerini tabloda belirtilen en az işlem miktarları ve katlan gerçekleştiren bankaya her bir üyenin net hesap şeklinde olmak zorundadır. En az işlem miktarından durumunu bildirebilir. Borsa Takas Merkezi, daha düşük miktardaki işlemler lot-altı işlemle- mutabakatın yapıldığı gün, ödeme

bilig-7/Güz '98

206

makbuzunun bir kopyası ile alıcı üyeye tüm içerisinde veya alıcı brokerdan Borsaya böyle bir dokümanları bildirir. Üyeler hesaplarında talep geldiği zaman taraflarca üzerinde anlaşılan bir yükümlülüklerini yerine getirecek miktarda fon zaman zarfında yapılır. tutmalıdırlar. Temerrüt halinde, temerrüde düşen Eğer brokerın kayıtlarında aksi bir durum yok üyeye düşülen miktar üzerinden her gün için %1.5 ise, brokerın kayıtlarındaki tarih veya takip eden gecikme cezası tahakkuk ettirilir. tarihlerdeki temettü alıcıya aittir. Bu alıcının, alıcı brokerın talebi ile ödemeyi mutabakat günü veya Alım Satım Şartları daha önce yapmasını sağlar. Alıcı, aracı kuruluşuna (broker) mutabakatın Yatırımcıların Korunması yapıldığı gün veya öncesinden alacağı hisse senedi fiyatı ve diğer masraf toplamını ödeyebilir. Alıcı Şirketlerin Ortaklarına Açıklamakla Yükümlü temerrüde düşerse, broker'a karşı oluşacak her türlü Oldukları Bilgiler zarar ve hasardan sorumludur. Herhangi bir sebeple Şirket Borsa kotunda bulunduğu sürece, mutabakat günü sonunda ödeme yapılmamışsa, aşağıdaki şartların yerme getirilmesi ve zaman mutabakat gününü takip eden günden itibaren zaman Borsaca istenecek benzer şartlara uyulması temerrüde düşülen tutar üzerinden her gün için %1.5 ve istenecek açıklamaların derhal sağlanması faiz tahakkuk ettirilir. Bunun yanı sıra alıcı broker, gerekmektedir. riski elimine etmek amacıyla aldığı payları satabilir ve alıcı bu işlemlerden dolayı oluşacak her türlü kaybı Şirket Tarafından Borsa'ya Anında Bildirim üstlenmekle yükümlüdür. Yapılması Gereken Durumlar Satıcıya, satış emrinin verilmesinden önce hisse Aşağıdaki bilgilerin öncelikli olarak Borsaya en senedine sahip olduğuna dair belgeler ile diğer gerekli hızlı haberleşme aracı ile ulaştırılması gerekmektedir; belgelerin verilmesi gerekmektedir. Satışın •Borsa kotunda bulunan şirket, kendi hisse gerçekleşmesinden önce de, broker satıcının satışa senedi fiyatını etkileyecek veya yapay bir piyasa konu hisse senetlerine sahip olduğunu belgeler oluşturacak kendisi ve bağlı şirketleri ile ilgili çerçevesinde inceler. Satıcı broker tarafından satıcıya bilgileri, ödeme mutabakat günü yapılır. Herhangi bir nedenle •Ticarî yatırımları gereği şirket ele geçirme veya ödeme yapılmamış ise, satıcı mutabakat gününü takip elden çıkarmaya ilişkin alım veya satımın hangi eden günden başlayarak her gün için %1.5 oranında amaçla yapıldığı, şirketin performansına ve faiz alma hakkına sahiptir. Satıcı brokerdan da karlılığına muhtemel ve beklenen etkilerini de işlemlerden dolayı oluşan her türlü aidat,kayıp vb. içeren bilgiler Borsaya ve ortaklara, talep edilebilir. •Şirketin veya bağlı şirketlerinin faaliyeti veya Satıcı, satışını istediği hisse senetlerine sahip genel özelliklerinde değişikliğe gitme teklif veya olduğunu hisse senetlerini saklamada bulunduğu şirket kontrolünde değişiklik yapacak hisse el kuruluştan aldığı belge veya hisse senetlerinin değiştirmesi veya şirket aktiflerinin veya bağlı kendisini tevdi ederek belgeler. Satış talebi ile birlikte şirketlerinin bir kısmını alma yönünde teklif brokera teslimi gerekir. alınması ve bu konuda alınacak kararlar, Eğer herhangi bir nedenle satıcı tarafından satış •Mali yıla ait defterlerin sonuçlandırılması için broker'a gönderilen belgeler, alıcı tarafından yeterli tarih belirlenmesi, (söz konusu tarih Borsaya görülmez ise, broker Borsanın görüşünü de alarak bildirim tarihinden itibaren 14 gün sonra olacak aşağıdaki seçeneklerden birini beş işgünü içerisinde şekilde belirlenmelidir) kararın almış nedeni ve veya Borsanın tespit ettiği zaman aralığında payların kaydının yapılacağı yerler, gerçekleştirebilir; •Temettü dağıtılmayacağına ilişkin karar, •Alıcı ile anlaşarak anlaşmayı iptal edip, satıcı •a- 1. Adi hisseler dahil, pay sahiplerine yıllık brokerdan her gün için %1.5 oranında faiz tahakkuk kardan temettü dışında dağıtılacak ara temettü ile ettirerek geri ödeme talep etmek, ilgili karar, hisse başına dağıtılacak temettü oranı ve •Satıcı brokerdan piyasadan hisse senetlerini almasını talep edebilir. Alım prosedürü, beş iş günü

bilig-7/Güz '98

207

tutan ile ödeme tarihi (En erken duyurunun yapıldığı •Genel kurulda kabul edilen faaliyet raporu, tarihten itibaren 21 iş günü sonra başlayabilir), temettü dağıtım tablosu, yönetici ve denetçilerin 2. Adi hisseler dahil, pay sahiplerine yıllık kardan yeniden seçimi ile ilgili gündem maddelerinin bir dağıtılacak temettü ile ilgili karar, hisse başına örneği. dağıtılacak temettü oranı ve tutarı ile ödeme tarihi (En Borsa kotunda olan şirketlerin hisse senetleri, erken duyurunun yapıldığı tarihten itibaren 5 iş günü Borsa dışında işlem göremez. Borsanın düzenlemelerine sonra başlayabilir), uymak ve isteklerini yerine getirmek şirketin yönetim b. Bedelli veya bedelsiz sermaye artırımı kararı kurulunun sorumluluğundadır. alınarak sermaye yapısında değişikliğe gidilmesi, kararın alındığı toplantının bitiminden sonra telefonla Borsa Üyelerinin Uyması Gereken Borsaya bildirim ve ardından derhal yazılı bildirim Düzenlemeler yapılacak olup, şirket yetki aldığı sermaye artırımı Borsa üyeleri diğer düzenlemelerin yanı sıra, a- kararı ve buna istinaden duyuruları kararda değişiklik şağıdaki kurallara uymak zorunda olup,bu kurallara yapamaz. uyulmaması halinde ilgili taraflar Borsa tarafından •a. Şirket 6 aylık ara döneme ilişkin mali disiplin cezaları ile cezalandırılırlar. tablolarını, Borsanın istediği şekilde, dönemin bitiminden itibaren 3 aylık dönem içerisinde hem (ı) İyi Niyet Prensibi; Borsa üyeleri işlerini iyi Borsaya bildirmek hem de ortaklarının ulaşabileceği niyetlilik prensipleri içerisinde yürütecekler ve şekilde bir yerde tutmak zorundadır. Söz konusu malî Borsanın refah ve itibarını artırıcı yönde faaliyetlerde tablolar, şirket yöneticileri ile baş denetçisi tarafından bulunacaktır. imzalanır, (ıı) Manipülasyon; Hiçbir üye, şirket ve bunların b. Şirket yıl sonuna ilişkin mali tablolarını, yöneticileri ile çalışanlar; Borsanın istediği şekilde (Tablo 1,2), dönemin •Yapay olarak, sermaye piyasası araçlarının arz ve bitiminden itibaren 3 aylık dönem içerisinde hem talebini etkilemek, aktif bir piyasanın varlığı izlenimi Borsaya bildirmek hem de ortaklarının ulaşabileceği uyandırmak veya sermaye piyasası araçlarının fiyatları şekilde bir yerde tutmak zorundadır. hakkında yanıltıcı ve yanlış izlenimler uyandırmak •Genel kurulda görüşülmesi düşünülen gündem amacıyla faaliyette bulunmak veya bu faaliyetlerin maddelerinin 3 iş günü içerisinde, uygularıma karan oluşmasına sebebiyet verici davranışlarda alınsın veya alınmasın ortaklara tebliğ edilmesi ile aynı bulunamazlar, anda Borsaya bildirimi gerekmektedir, •Herhangi bir hisse senedinin değerini etkilemek •Tescil edilmiş şirket merkezi ve bürolarının amacıyla fiktif alım-satımlar veya çeşitli araçlar adreslerinin değişmesi, kullanarak piyasanın dışında yapay piyasa oluşturmak, •Şirket yöneticileri, baş denetçi/muhasebeci ile herhangi bir menkul kıymette mülkiyetinde gerçek denetçilerinde değişiklik olması, u şirket ortaklık anlamda bir değişim yaratmayan alım-satım yapısında değişiklik olması halinde ayrıntılı bildirimi, faaliyetlerinde bulunamazlar. •Şirketin veya bağlı şirketlerinden herhangi birinin (ııı) Hileli Davranışlar: Hiçbir üye şirket ile tasfiyesi talebi ile mahkemeye başvurulması. yöneticileri ve çalışanlar; Borsa'ya Gönderilmesi Gereken Raporlar ve •Hileli araç, proje vb. istihdam edemezler, Tebliğler •Mali tablolar veya kayıtların hazırlanması için gerekli herhangi bir gerçeği saklayamaz veya yanlış Aşağıda belirtilenler, ortaklara gönderildiği anda bilgiler kullanamazlar, Borsaya da gönderilmesi gereken evraklardır; •Faaliyetleri ile ilgili olarak alıcı veya satıcı 3. •Yıllık faaliyet raporları ve mali tabloların bir kişilerle yanlış ve yanıltıcı izlenimler uyandıracak fiil örneği, ve davranışlarda bulunamazlar. •Sermaye artırımı ile ilgili alınan kararlar ve (ıv) Takdir: Üye şirketlerin çalışanlarından hiçbiri, sermayeye ilişkin alınmış diğer kararlar ve ortaklar müşterinin yazılı izni olmadan ve üyenin yetkili açısından önemli diğer sirkülerlerin bir örneği, kişilerinin onayı olmadan müşteri hesabı üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamazlar.

bilig-7/Güz '98

208

208

(v) Üye şirket yöneticileri, çalışanları veya Tablo 1, Sosyalist Cumhuriyetlerde Liberalizasyon, Ekonomik Büyüme ve Enflasyon acentalari sermaye piyasası araçlarının değerini etkileyecek yanıltıcı, mesnetsiz bilgi, haber Ortalama Ortalama Ortalama Yığılımlı Yıllık yayamazlar. Liberalizasyon Yıllık ÜLKE Liberalizasyon GSMH Oranı 1993- Enflasyon (vi) Borsa, üyeleri, takas kurumları ve bunların Endeksi Büyümesi 94 1993-94 çalışanları, piyasa düzenleme ve sunuları menkul % (1993-94) kıymet işlemleri nedeniyle sağladıkları bilgi ve İleri Reformcular belgeleri, kanun gereği yayınlanması gereken bilgi ve Slovenya 4.16 0.82 26 3.0 belgeler dışında tümünü gizlilik içerisinde tutmak Polonya 4.14 0.84 34 4.2 Macaristan 4.11 0.84 21 0.0 zorundadır. Çek Cumh. 3.61 0.90 16 0.8 (vıı) İçerden Öğrenilen Bilginin Ticareti: Üyeler Slovak 3.47 0.86 19 0.4 veya yetkili yöneticiler sermaye piyasası araçlarının Cumh. 3.90 0.85 23 1.7 Ortalama değerini etkileyebilecek, henüz kamuya açıklanmamış Y. Düzeyli bilgileri kendisine ve üçüncü kişilere yarar sağlamak Reformcular Estonya 2.93 0.85 amacıyla içeriden öğrenilen bilginin ticaretini Bulgaristan 2.90 0.68 yapamaz. Bu gibi durumlar hemen Borsaya bildirilir. Litvanya 2.72 0.79 69 81 0.9 - Letonya 2.45 0,71 231 1.4 - Kazakistan'da Kalkınma ve Yatırım Arnavutluk 2.30 0.70 73 57 7.3 - Romanya 2.29 0.66 194 4.4 9.5 Bankacılığının Yetersizliği Moğolistan 2.27 0.64 164 2.2 0.6 Ortalama 2.55 0.72 124 0.03 Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra 0. Düzeyli bağımsızlığını kazanan Kazakistan her yönüyle büyük Reformcular bir değişim içindedir. Rus Fed. 1.92 0.63 -13.5 - Kırgızistan 1.81 0.68 558 13.2 - Yıllarca kapalı ekonomi ile yaşayan ülke artık Moldova 1.62 0.53 744 558 17.0 - piyasa ekonomisi sistemine geçmeye çalışmaktadır. Bu Kazakistan 1.31 0.37 1.870 18.5 - Ortalama 1.67 0.55 933 15.6 değişim çok sancılı olmaktadır. Piyasa ekonomisine geçiş sürecinin daha D. Düzeyli Reformcular kolaylaştırılması için bu sistemin yapısında yer alan Özbekistan 1.11 0.37 640 -2.5 - kurum ve kuruluşların oluşturulması önemli bir Belarus 1.07 0.35 1.694 16.6 - Ukrayna 0.70 0.20 2.789 18.6 - süreçtir. Türkmenistan 0.63 0.19 2.751 15.0 - Bu bağlamda, piyasa ekonomisinin temel Ortalama 0.90 0.27 1.968 13.2 şartlarından biri olan sermayenin tam dolaşımının Bölge 1 Gerginlik sağlanabilmesi için sermaye piyasasının geliştirilmesi Eğilimli Ref. gereklidir. Hırvatistan 3.98 0.83 807 -0.7 - Makedonya 3.92 0.78 157 10.7 - Bu konuda Orta Asya Menkul Kıymetler Ermenistan 1.44 0.42 4.595 7.4 - Borsası'nın kurulmuş olması önemli bir gelişme olarak Gürcistan 1.32 0.35 10.563 24.6 - Azerbaycan 1.03 0.33 1.167 17.7 - nitelendirilebilir. Tacikistan 0.95 0.28 1.324 26.3 - Bu oluşumda eksik kalan nokta bu sistemin Ortalama 2.11 0.50 3.102 14.5 işleyişinde genel kabul görmüş kurumlar olan aracı Kaynak: (Melo, OKUMA-YAZMA; vd. 1996: 405) kuruluşların öncelikle kalkınma ve yatırım Burada Kazakistan'ın SSCB'den ayrıları bankalarının oluşumunda bir eksiklik cumhuriyetler arasında liberalizasyonda gösterdikleri gözlemlenmiştir. Bu kuruluşların fonksiyonlarının başarıyı ortaya koyarak durumu daha iyi görebiliriz. ticarî bankalar veya yabancı bankalar tarafından icra Bahsedilen yirmi ülke arasında Kazakistan'ın edilmesi, bu alandaki eksikliği ortaya koymaktadır.

bilig-7/Güz '98

209

on altıncı sırada olması durumun çok iyi olmadığının •Başarılı şirketlerin hisse senetleri ve tahvillerinin bir göstergesidir. halka arzı. •Yeterince gelişmemiş yörelerdeki girişimlere Kazakistan Sermaye Piyasasının Gelişimi İ-çin proje, sermaye, kredi ve yönetim desteği. Kalkınma ve Yatırım Bankalarının Kurulmasının •Dış piyasalarda tahvil ihracı. Gerekliliği Üzerine •İç piyasalarda banka bonosu ihracı, vs... Yukarıdaki tablolardaki ortaya konuları pek iyi ıı. İlkeli, Vasıflı Finansman Sağlama Görevi: olmadığı gözlemlenen ekonominin değişim süreciden Kalkınma bankalarının Sovyet dönemlerdeki daha iyi sonuçlar alınabilmesi için aşağıdaki uygulamalarının diğer bir ayırıcı vasfı, kuruluş çalışmaların yapılması gereklidir; amaçları ve dönemin önceliklerini dikkate alarak ancak •Özel sektörün imalat sanayiine yönlendirilmesi belirli şartları tatmin eden yatırım projelerini her türlü imalat sanayii yatırım projesinin desteklemiş ve finanse etmiş olmalarıdır. desteklenmesi, •Önceki dönemde kurulmuş tesislerin ııı. Bilgi Üretimi ve Yayımı Görevi: rehabilitasyonu, Kalkınma-yatırım bankalarının geçmiş •Hızlı büyüme, ithal ikamesi ve sermaye dönemlerdeki önemli katkılarından biri de, özelikle piyasasının geliştirilmesi, eski yıllarda ihtiyacı çok hissedilen sağlıklı ve güvenilir •Bölgesel kalkınmanın desteklenmesi işçi-halk- bilgi talebine cevap verebilmek üzere; bölge şirketleri küçük-orta boy emek yoğun sanayiler, •makroekonomik araştırma ve etütler, •İhracata dönük projelerin desteklenmesi geçmiş •sektörel araştırmalar ve etütler, dönemdeki projelerin/yatırımların tamamlanması ve •dış pazar etütleri ve rehabilitasyonu, •dokümantasyon hizmetleri, gibi kamuoyu ve •Yeni yatırım alanlarının değerlendirilmesi vs. konuyla ilgili kişi ve kurumları aydınlatıcı, Yukarıda verilen çalışmaların Kazakistan bilgilendirici faaliyetleridir. Bu kurumlarda yetişecek ekonomisine nihai çözümler getirebilmesi için çok vasıflı personelin bir bölümü de, diğer finansal ve yönlü kalkınma ve yatırım bankalarının kurulması sınai alanlarda başarılı hizmetler vereceklerdir. gerekmektedir. Sovyet döneminden gelen ve esas faaliyetleri or-ta- Bu bağlamda kalkınma-yatırım bankaları, kendi uzun vadeli kredilendirme olan kalkınma yatırım görev ve faaliyetleri alanında kredilendirme, iştirak ve bankaları ise artık, sadece orta-uzun vadeli kredi vererek faaliyetlerini sürdürme imkânı çeşitli hizmetler arz etme şeklinde etkinlikler bulamayabileceklerdir. Yukarıda işaret edilen dışa gösterecektir. Ancak, bu bankaların çalışmalarını öne açılma olgusu, iç ve dış piyasalardan gelecek rekabet ve çıkaran, diğer finansal kurumlardan ayrı özellik taşıyan kamudan sağlanabilecek özel koşullu kaynakların hususları ve dolayısıyla Kazakistan'ın ekonomik ve azalması gibi nedenler bu kurumları, faaliyetlerini ve finansal yaşamına olası katkılarını şu başlıklar altında kaynaklarını çeşitlendirmeye ve bünyelerini daha toplamak olasıdır: esnek hale getirmeye zorlamaktadır. Söz konusu ı. Öncülük Görevi: kurumlar açısından gelecek yılların önemli hedefi, Kalkınma bankaları Sovyet dönemi içinde, etkin birer finansal aracı kurum haline dönüşmektir. gerekliliği hissedilen ancak piyasadaki diğer finansal Hızla değişen ve gelişen bankacılık sektöründe, kurumlar tarafından sistemsel nedenlerle uygulamaya geçmiş dönemlerin kalkınma-yatırım bankalarının konması mümkün olmayan yeniliklerin hayata kendilerine, rekabet koşulları altında da yaşamlarını geçirilmesinde öncülük yapabilirler. Bu yeni sürdürme olanağı tanıyacak hedefler bulmaları faaliyetlerin bazılarına ve bunların başladığı dönemlere gerekmektedir. aşağıda işaret edilmiştir: Kazakistan'ın zenginliklerinin boyutlarının •Proje değerlendirme esasına dayalı orta vadeli büyüklüğü bütün dünya tarafından bilinen bir yatırım kredileri Yatırımcı kuruluşlara teknik yardım. gerçektir. Ancak günümüz dünyasında bu türdeki zengin-

bilig-7/Güz '98

210

likler artık gurur duyulabilecek bir şey değildir gelişmeler doğrultusunda kendi yapısındaki dememiz pek hatalı olmayacaktır. Çünkü, aksaklıkları düzelterek dünya politikası ve Kazakistan'ın sahip olduğu şey tek bir mal ya da çok ekonomisiyle entegrasyona girmek zorundadır. sayıdaki mallardır. Burada vurgulamak istediğimiz şey Kazakistan merkezî planlamaya dayalı sistemin Kazakistan ekonomisinin bir mal ekonomisi oluşudur. çökmesiyle adeta duran ekonomisini harekete Özellikle 1980'li yılların başlarından bu yana malların geçirmek ve toplumun acil ihtiyaçlarını temin etmek değerlerine baktığımız zaman düşme eğiliminde için başta sanayileşmiş batılı ülkeler olmak üzere tüm olduğunu görmekteyiz. Kazakistan'ın sahip olduğu dünya ülkelerinden ekonomik yardım ve işbirliği varlıklar artık alışageldiğimiz gibi değerli şeyler talebinde bulunmak durumunda kalmıştır. değildir. Burada asıl olan şey teknoloji kullanımıyla Ekonomilerin ideolojik tercih ve boyutu ne o-lursa globalleşen dünya piyasalarında kendine yer olsun bir temel hedefi vardır ki, o da toplumun edinebilmektir. Bütün bu anlatılanlara ilaveten ekonomik refah düzeyinin yükseltilmesi hususudur. vurgulanması gereken bir diğer husus da bu malların Ekonomistlere göre bir ülkenin ekonomik refah çoğu yeraltındadır ve bunları toprağın üzerine seviyesini o ülkenin toplam üretimi belirler. Yani ülke çıkarmak ve oradan da verimli bir şekilde pazarlara ekonomilerinin toplam üretim seviyelerindeki taşımak milyarlarca dolar masraf gerektirmektedir. İşte yükselme, ekonomik büyüme olarak kabul bu bağlamda, büyük risk taşıyan olayları üstlenecek edilmektedir. Buna göre ekonomik büyüme, ekonomik yatırımcıları teşvik edecek, yatırım projelerinin hayatın temel verilerinde (iş gücü, tabiî kaynaklar, hazırlanmasında yatırımcılara yardımcı olacak, teçhizat), fert başına bir yıldan öbürüne daha yüksek uluslararası finans kurumlarından sağlanan finans bir reel gelir sağlayacak şekilde devamlı artması kaynaklarının en verimli dağıtımını yapabilecek (Ülgener, 1991: 409) şeklinde tanımlanabilir. profesyonel kurumlara ihtiyaç duyulacağı açıktır. İşte Kapalı bir ekonomide üretim iç piyasa hacmiyle bu ihtiyaca cevap verecek kurumlar öncelikle kalkınma sınırlıdır. Piyasanın darlığı ve yetersizliği, hem bankaları ve sermaye piyasasının gelişimine bağlı üretimin çeşitlenmesini, hem de çoğu mallarda olarak yatırım bankaları ve diğer ihtisas bankalarıdır. üretimin en etkin yöntemlerle yapılmasını ve uygun teknolojilerin kullanılmasını engeller. Zira bazı Sonuç teknolojiler belli bir kapasitenin altında etkin üretim yapmaya imkân vermeyebilir. (Güçlü, vd. 1994: 101) Küreselleşme eğiliminin hakim olduğu, para, Serbest piyasa anlayışında ise ekonomik kalkınma sermaye ve mal hareketlerinin artık sınır tanımadığı ve piyasasının büyümesine bağlanmaktadır. Piyasanın buna bağlı olarak uluslararası rekabetin yoğunlaştığı genişleyip derinlik kazanması, ekonomin dünyamızda Kazakistan'ın başarılı olabilmesi ve saygın prodüktivitesini ve dolayısıyla büyüme hızını bir dünya ülkesi olarak ayakta kalabilmesi için, dünya artıracaktır. Piyasanın büyümesiyle prodüktivitenin politikası ve ekonomisi ile bütünleşmesinden başka bir artması, genişleyen piyasada rekabetin artması, ölçek çözüm bulunmamaktadır. Çünkü genel sistem getirilen, dışsal ekonomiler, kaynakların yeniden teorisinde belirtildiği gibi, dünya bir sistemler dağılımı, piyasa riskinin azalması, araştırma geliştirme hiyerarşisidir ve her ülke bu sistemin bir alt bileşenidir. faaliyetlerinin artmasına bağlı olarak açıklanabilir. Bu hiyerarşik sistem yapısının içinde yer alan her (Manisalı, 1971: 73) Bu ifadelerden de anlaşılabileceği bileşen ya da alt bileşen açık bir sistem özelliği gibi, kapalı ekonomilerde, teknoloji yetmezliği ve gösterdiği için çevresi ile etkileşimde bulunmak kapasite kullanım oranlarının düşüklüğü gibi sorunlar zorundadır. Bu etkileşim sürecinde meydana gelen sık sık gündeme gelebilecektir. Oysa ekonomik değişme ve gelişmeler doğrultusunda kendi yapısındaki liberalizasyon uygulamalarının geçerli olduğu aksaklıkları düzeltemeyen ve istikrarlı gelişme piyasalarda; rekabetin artması, dışsal ekonomiler ve dengesini sağlayamayarak uyum göstermeyen ülkeler araştırma geliştirme gibi dinamik uygulamalar piyasayı ya da sistemler enerji kaybederek çökmeye mahkum daima büyümeye doğru teşvik edecektir. Zaten batı olurlar. (Sarıaslan, 1996: 54) ekonomileriyle Doğu Bloku Kazakistan'da açık bir sistem olduğuna göre i-çinde yer aldığı dünyada meydana gelen değişme ve

bilig-7/Güz '98

211

ekonomilerinin arasındaki farkın da buradan rol oynayan aracı kurumlardır. Finansal sistem kaynaklandığı söylenebilir. içindeki konumları nedeniyle sermaye piyasasının Dünya ekonomisiyle entegrasyon için yapılması faaliyetleri içerisinde yatırım ve kalkınma bankaları zorunlu olan çalışmaların en önemlilerinden birisi ise, birincil piyasanın etkin aracı kurumları olmalarına bankacılık ve sermaye piyasasına ilişkin ekonomi karşın, ikincil piyasa faaliyetleri portföylerinde politikalarının gözden geçirilip dünya ekonomisindeki bulunan finansal varlıkları sunan aracılar olarak gelişmeler ışığında yeni stratejiler ve yaklaşımlar girebilirler. geliştirilmesidir. Fon kaynaklarının oluşumu, dağılımı ve kullanımı Değişim aracı olarak paranın kullanıldığı, üretimin konularında önemli roller üstlenmiş olan finansal pazar için yapıldığı, işbölümü ve uzmanlaşmaya sistemlerin etkinliği konusu, politika belirleyicilerin dayanan günümüz piyasa ekonomilerinde tasarruf ve üzerinde hassasiyetle durduğu bir konudur. Çünkü yatırımları genellikle değişik kişi ve kurumlar etkin bir finansal sistem ile finansal kaynakların daha yapmaktadır. Kazakistan gibi büyük değişim içinde fazla yatırıma dönüştürülebilmesi ve kaynak olan kalkınmakta olan ekonomilerde yaşamsal önemi dağılımının optimal bir noktaya çekilmesi mümkün olan tasarrufların plase edilebilmesi için bu birikimlerin olabilmektedir. Finansal sisteme yönelik kamu tasarrufu yapan kişi ve kurumlardan, yatırım karan alıp politikalarının gerçekleştirmek istediği bu temel hedefe uygulayan kişi ve kurumlara aktarımı gerekmektedir. ulaşabilmek için genel kabul görmüş politika ise Toplam kaynakların orta ve uzun vadeli «rekabete ve piyasa güçlerine güvenmek» şeklinde yatırılabilir fon şekline dönüştürülüp yatırım yapacak özetlenebilecek olan yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, kuruluş ve alanlara aktarımı piyasa ekonomilerinde sistemde rekabet ne kadar artarsa artsın etkinlik de o temelde o ülkenin finansal sisteminin yapısını derece artacaktır. Çünkü bankalar arası rekabetin oluşturan sermaye piyasası ile bankacılık sektörü artması bankacılık sistemindeki maliyetlerin düşmesi, içerisinde yer alan finansal aracı kurumlar ile monopolistik rantın ortadan kalkması ve sistemin daha gerçekleştirilmektedir. Finansal aracı kurumlar yer uygun fiyatlarla kaynak elde edip bunları daha uygun aldığı ve finansman faaliyetlerinin en geniş tanımı ile koşullarla kredilere dönüştürülebilmesi demektir. ifade edildiği bu finansal sisteme bir çok yerlerde para Bankaların finansal piyasalara sunduğu en önemli ve kredi piyasalarını da içine alacak şekilde «finansal girdinin krediler olduğu göz önüne alındığında; bu piyasa» da denilmektedir. Kısaca pazar ekonomisine girdideki daralmanın ekonomideki diğer tüm sektörler dayalı hem sanayileşmiş hem de gelişmekte olan için birincil önemi haiz girdilerin azalması anlamına ülkelerde uzun süreli yatırım ve işletme sermayesi geleceği açıktır. (Rhoades'ten aktaran, Aydınlı, 1996:1) fonlarına duyuları büyük gereksinim ve ellerinde fon Kazak Ekonomisinin 1991'de bağımsızlığına fazlası bulunan ekonomik birimlerin bu fazla fonları kavuşmasından sonra yeniden yapılanması ile birlikte reel yatırımlara aktarma yerine finansal varlık finansal sistemdeki köklü değişikliklere tanık edinmede kullanma istekleri finansal piyasanın olunmuştur. Ekonominin liberalleştirilmesi yapısını oluşturan bu aracı kurumları ve bu girişimleri, ilk elde yürürlüğe konuları çok çeşitli yasal kurumların kullandığı araçları ekonomilerin çok düzenlemelerle rayına oturtulmaya çalışılmış, ardından önemli organları ve unsurları haline getirmiştir. Bu da izlenen ekonomik politikalar ve yapılanma bağlamda, kalkınma ve yatırım bankaları ekonominin hareketleri ile desteklenmeye çalışılmıştır. Faiz istediği biçimde yatırılabilir fon olarak kaynak oranlarına getirilen serbesti, Bankalar kanununda 1993 yaratılmasında önemli görevler yüklenebilecek ve 1995 yıllarında ihtiyaçlara göre yeni düzenlemelerin olmaları nedeniyle finansal piyasalar içinde çok önemli yapılması, Orta Asya Menkul Kıymetler Borsası'nın bir konuma sahiptirler. Bu bankalar, orta ve uzun 1995 yılında Almatı Borsası ve diğer birkaç küçük vadeli fon talep eden ekonomik birimler ile, borsanın birleşmesi ile kurulması, Kazakistan Merkez birikimlerini uzun ve orta vadeli yatırımlar aracılığı ile Bankası'nın kurularak ulusal para Tenge'ye değerlendirmeyi düşünen tasarruf sahiplerinin geçilmesi, Interbank karşılaştırılmasında ve bir çıkar dengesinde birleştirilmesinde

bilig-7/Güz '98

212

oluşturulması, Kazakistan Eximbank'ının kurulması petrol ve doğal gaz ile bakır ve alüminyum alanını bahsedilmesi gereken önemli oluşumlardır. tercih etmektedirler. Dış yatırımda bir diğer sektör de Kazakistan'da finansal politikalardaki kısıntıya bankacılıktır. Ortak bankalar veya banka şubeleri yönelik tedbirler sonucu enflasyon düşüş eğilimine açılması yoluyla 1995 yılı itibariyle 32 milyon dolar girmiş ve düşüşün devam etmesine yönelik belirtiler gelmiştir. 1996 yılı sonu itibariye ülkede yabancı de alınmıştır. Özellikle Tenge'de yapıları nominal sermâye katılımlı 21 banka faaliyet göstermektedir. değer artışı ile büyük ölçekli finansal açığın, özellikle Ayrıca bunların dışında 11 yabancı bankanın şubesi vergi gelirlerindeki artış yoluyla, azaltılması pozitif Kazakistan'da faaliyet göstermektedir. Bu yabancı yöndeki en somut ve olumlu gelişmeler arasındadır. bankaların Kazakistan finans piyasalarına girişi, Vergi gelirlerinde gerçekleştirilen artış sayesinde, yönetimin bu konuda yeni düzenlemeler yapmasını ayrıca ekonomiyi yeniden yapılandırma için önemli zorunlu kılmış ve 1993'te çıkanları bankalar kanunu ve bir kaynak sağlandığı söylenebilir. Sermaye Piyasasını düzenleyen kanun 1995 yılı 1996 yılı başlarına kadar ekonomisinde daralma ortalarında tamamiyle yenilenmiştir. yaşayan Kazakistan 1996 yılında göstergelerini Birleşmiş Milletler'in Kazakistan'daki yabancı pozitife çevirmeyi başarmıştır. Ekonomisinde belirli yatırımlarla ilgili 1995'te yayınladığı rapora göre bir büyüme ve iyileşme yaşanan Kazakistan'ın ülkeye 4,6 milyar dolarlık yabancı sermaye girişinin gerçekleştirdiği yapısal reform çalışmalarının en olduğu belirtiliyor. Bunun 3,1 milyar dolarlık önemlileri uygulanmaya başlanan ciddi ekonomik kısmının petrol ve doğal gaz sektörüne ait olduğu teşvikler, finansal kaynakların dağılımında az da belirtiliyor. Kazakistan hükümeti 1992-94 yıllarında olsa bir iyileşme, üretken yatırımlarda hızlı artış ile devlet garantisi vererek toplam 2,5 milyar dolarlık ithalat ve ihracatta yaşanan büyümedir. yabancı kredi almıştır. Daha sonra bu kredilerin Bankacılık sektörünün içinde bulunduğu hassas başka amaçlarla kullanıldığı ve alan şirketlerle durum, geçiş ekonomilerinin en önemli yapısal kuruluşların bu kredileri iade edemeyeceği ortaya zayıflıkları arasındadır. Sistemde, planlı ekonomi çıkmıştır. Sonuçta hükümet bütçedeki çalışanlar ile döneminden kalan ve performans ölçütünü göz emekli maaşları kalemlerini bu kredileri ödemek için önünde tutmayan yaklaşımın izleri henüz tümüyle kullanmış dolayısıyla devletin çalışanlar ile emeklilere ortadan kaldırılamamıştır. Bunun yanında yine olan borcu çığ gibi büyümüştür. bankalar, (buna yeni kuruları bankalar dahildir) kredi Kazakistan yönetimi 1 Temmuz 1997 tarihine verme işlemlerinin kötü yönetim merkezi yönetimin bu kadar tüm sanayi kuruluşlarının özelleştirilmesini sektör üzerindeki müdahalesi rollerinin sürdürülmesi öngörmektedir. Bunun için sermaye piyasasının çok sonucu önemli handikaplarla karşı karşıyadır. hızlı bir şekilde yeniden organize edilip düzenlenmesi Özellikle bütün gelişmekte olan birçok ülkenin gerekmekte ve bu bağlamda bu piyasanın gelişiminde yaşadığı batık kredi sorunu Kazakistan finansal etkin olabilecek yapıda kalkınma ve yatırım piyasalarının da en büyük sorunlarındandır. bankalarının çoğaltılması gerekmekte veya kurulu Bildiğimiz gibi büyüme eğilimindeki pazarlar olanların gelişmiş ülkelerdekine uyumlaştırılarak olarak bilinen gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, etkinliklerinin artırılması gerekmektedir. Sağlanan dış geçiş dönemindeki ülkelerden bir çoğuna önemli kaynaklı kredilerin bu banka aracılığıyla dağıtımının ölçüde yabancı sermaye yatırımları yönelmektedir. yapılması yukarıda arz edilen olayın tekrarlanmaması Kazakistan bu akımı iyi değerlendirmiş, özellikle için de gereklidir. kuruları joint-venture şirketleri sayesinde teknoloji 1991 sonrası dönemin genel bir değerlendirmesi transferi ve ekonomik verimliliğin artırılması yapılırsa, iki önemli gelişmeden bahsetmek mümkün konusunda ilerleme sağlamıştır. Dış kaynaklı olabilir. Birinci, Kazakistan bir sistem değişikliğine yatırımlar ülkeye genelde joint-venture, şirket uğramıştır. Yani Kazakistan Komünist ekonomiye şubeleri, devlet şirketlerinin özelleştirilmesi, ve dayalı planlı ekonomi anlayışından, piyasa ekonomisi büyük sanayi kuruluşlarının yönetim hakkının anlayışına geçmiştir. Piyasa ekonomisinin belirleyici yabancılara devredilmesi gibi yollarla gelmektedir. özellikleri; fiyat mekanizmasının ve dünya fiyatlarının Yabancı yatırımcılar öncelikle metalürji, altın, belirleyici olması,

bilig-7/Güz '98

213

devlet müdahalesinin asgariye indirilmesi, kamu Burada asıl olan şey teknoloji kullanımıyla yatırımlarının daha ziyade alt yapı yatırımlarında globalleşen dünya piyasalarında kendine yer yoğunlaşması, korumacılık anlayışının terk edilmesi, edinebilmektir. Bütün bu anlatılanlara ilaveten dış ticaretin liberalleştirilmesi, ithal ikamesi yerine vurgulanması gereken bir diğer husus da bu malların dışa dönük bir sanayileşme politikasının benimsenmesi çoğu yeraltındadır ve bunları toprağın üzerine şeklinde özetlenebilir. İkinci önemli gelişme ise, yeni çıkarmak ve oradan da verimli bir şekilde pazarlara ekonomi politikalarının uygulanması sonucu, sanayi taşımak milyarlarca dolar masraf gerektirmektedir. İşte sektöründe ortaya çıkan teknolojik değişim sürecidir. bu bağlamda, büyük risk taşıyan olayları üstlenecek Bu değişim özellikle imalat sanayinde kuruları yatırımcıları teşvik edecek, yatırım projelerinin yabancı ortaklı joint venture şirketleri aracılığıyla hazırlanmasında yatırımcılara yardımcı olacak, gerçekleşmektedir. Bütün bu gelişmelerin sonucunda uluslararası finans kurumlarından sağlanan finans Kazakistan'ın Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin kaynaklarının en verimli dağıtımını yapabilecek ekonomilerine karşı bir rekabet ve teknoloji üstünlüğü profesyonel kurumlara ihtiyaç duyulacağı açıktır. İşte sağlayabileceğini söyleyebiliriz. bu ihtiyaca cevap verecek kurumlar öncelikle kalkınma Bugün Kazakistan'ın sanayi potansiyeli bankaları ve sermaye piyasasının gelişimine bağlı incelendiğinde; bunların az sayıda alt sektörde olarak yatırım bankaları ve diğer ihtisas bankalarıdır. yoğunlaştığı, birçoğunun ise tekstil, dokuma, Bağımsızlıktan 1995 yılına kadar Kazakistan'da ayakkabı, ev eşyası, gıda maddeleri gibi nispeten basit sınaî üretimde yan yana bir düşme gözlemlenmektedir. üretim tekniği olan tüketim malları sayesinde Bu düşüşte en büyük etken işletme sermayesi toplandığı görülmektedir. Buna karşılık yüksek yetersizliği sebebiyle bir çok işletmenin kapanması teknolojiye dayalı ve katma değeri yüksek ara ve gösterilebilir. Öyle ki, sağlık hizmetleri sunan yatırım malları üreten sanayi dallarının ise çok sınırlı hastanelerin bile kapanması olayın ciddiyetini daha bir şekilde bulunduğu bilinmektedir. (Gumpel, 1994: açık ortaya koymaktadır. 23) Devletin uluslararası finansal kuruluş ve Diğer yandan, Kazakistan'da mevcut sanayi piyasalardan sağladığı fonları ticarî bankalar aracılığıyla tesisleri ile ilgili bir değerlendirme yapmak gerekirse; ya da Ekonomi Bakanlığı aracılığıyla kullandırması, ya bu tesislerin genellikle büyük kapasiteli, entegre da ekonomik kriz nedeniyle çalışanların ücretlerinin olmayan, eski teknolojiye dayalı ve verimlilik ödenmesinde bu kredilerden yararlanılmasının seviyelerinin çok düşük olduğu söylenebilir. (Zaim, yanlışlığı ortadadır. Ülkede Kazkommertsbank'ın 1993: 34) bankacılık alanında dolaşımda olan fon kaynaklarının Yapıları bu çalışmanın sonucunda Kazakistan'da %80'ini yapmış olması bu alanda tekelci bir piyasanın sermaye piyasasının geliştirilmesinin aciliyeti ve bu varlığını ortaya koymaktadır. süreç için de öncelikle kalkınma ve yatırım bankaları İhracatın geliştirilmesi için Türk-Eximbank'in olmak üzere, uzman bankacılığın geliştirilmesinin katkılarıyla Kazak-Eximbank'ının kurulmuş olması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. doğru ve yerinde bir gelişmedir. Çünkü ihracat Kazakistan'ın zenginliklerinin boyutlarının gelirleri Kazakistan GSMH'sinin %31'ine tekabül büyüklüğünden ek l.'de bahsettik. Ancak günümüz etmektedir. İhracatın artırılmasıyla Kazakistan dünyasında bu türdeki zenginlikler artık gurur ekonomisine ek kaynaklar ayartılacaktır. Ancak bunun duyulabilecek bir şey değildir dememiz pek hatalı için de ihracata yönelik üretim yapabilecek olmayacaktır. Çünkü, Kazakistan'ın sahip olduğu şey işletmelerin gerek finansal gerekse yönetsel açıdan tek bir mal ya da çok sayıdaki mallardır. Burada desteklenmesi gerekmektedir. İşte bu bağlamda, vurgulamak istediğimiz şey Kazakistan ekonomisinin Kazakistan'a Türkiye Kalkınma Bankası benzeri bir bir mal ekonomisi oluşudur. Özellikle 1980'li yılların kuruluşu ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Hatta bu kuruluş başlarından bu yana malların değerlerine baktığımız Türkiye Kalkınma Bankası'yla Kazakistan zaman düşme eğiliminde olduğunu görmekteyiz. hükümetinin işbirliği yapması yoluyla kurulabilir. Son Kazakistan'ın sahip olduğu varlıklar artık olarak kurulacak bu Kalkınma Bankası'nın alışageldiğimiz gibi değerli şeyler değildir.

bilig-7/Güz '98

214

Kazakistan finans sistemine sağlayacağı faydaları •İşletmelere çok amaçlı fon sağlama olanaklarında kısaca şöyle özetleyebiliriz: artış olacaktır. •Ülkede portföy yönetiminin gelişmesine yardımcı •Uluslararası sermaye pazarlarından daha fazla ve olacaktır. daha çok uzun vadeli kaynak sağlama olanağı •Yeni sermaye kaynakları geliştirecek ya da olabilecektir. sermaye imkânları yaratacaktır. Uluslararası finans •Devletin çeşitli teşvik uygulamaları bu piyasalarından elde edilen fonların daha profesyonel kuruluş/kuruluşların varlığıyla daha başarılı olma ve ekonomiye optimum katkıyı sağlayacak şekilde imkânını bulacaktır. kullanımına yardımcı olacaktır. •Sermaye piyasası bu kuruluşların katkısıyla daha •Ülkede büyük bir dönüşümün yaşandığı bu hızlı bir gelişim çizgisi yakalayabilecektir. Burada yıllarda yeniden yapılanmalara, değişimlere açık bir şunu açıklamakta fayda vardır. Almatı Borsasının yönetim anlayışının gelişmesine yardımcı olacaktır. yıllık işlem hacminin 20 milyon dolar •Kalkınma ve yatırım bankalarının sağlayacağı •(1995) gibi bir işlem hacmiyle çalışması, menkul sıralamakta olduğumuz bu faydalar sonucunda eski kıymetlerin acilen geliştirilmesi ve yaygınlaştı-rılmasın sistemin alışkanlıklarından kurtularak serbest piyasa gerekliliğini ortaya koymaktadır. anlayışına sahip girişimcilerin oluşturulması •İşletmeler sermaye verimliliklerini profesyonel sağlanacaktır. partnerlerle daha fazlalaştırma imkânını elde •En büyük sorunlardan birisi Kazak girişimci edebileceklerdir. ■ azlığıdır. Bu kuruluşların yapacağı eğitim çalışmalarıyla yeni Kazak girişimciler ortaya çıkabilir.

KAYNAKLAR

Adam, J. H., (1990), Longman Metro Dictionaıy Of Business DEİK, (1996), Kazakistan ve Türkiye İle İlişkileri, Bülten, Eylül. English, Çev: Prof. Dr. İzzettin Önder,. vd., Metro Kitap Yayın Demirel, Ahmet, (1981), "1980'li Yıllarda Para Ve Sermaye Pazarlama AŞ. Yayını, İstanbul. Piyasasının Kalkınmanın Finansmanına Etkisi", II. Türkiye Akgüç, Özün, (1975), Orta ve Uzun Vadeli Krediler Ve Finansman İktisat Kongresi Kalkınma Komisyonu Tebliğleri, (2-7 Kasım Kurumları, Türkiye Bankalar Birliği Yayını, Ankara. 1981, İzmir) T.C. D.P.T. Yay. Ankara. Akgüç, Öztin, (1975b), "Sermaye Piyasasının Finansal EBRD, (1996), Kazakhstan Countıy Profile. Kuruluşları", Türkiye'de Sermaye Piyasası Sorunları Semineri, EIU, (1996), Economic Intelligence Unit, Countıy Report (O.D.T.Ü. , İşletmecilik Ve Yönetim Sistemleri Enstitüsü, Kazakstan 2nd Quarter. TÜSİAD, Mayıs. EIU, (1996), Economic Intelligence Unit, Countıy Report Akgüç, Öztin, (1979), "Sermaye Piyasası'nın Finansman Kazakstan 3th Quarter. Kurumları", Türkiye'de Sermaye Piyasası Sorunları Semineri, EIU, (1996), Economic Intelligence Unit, Country Report ODTÜ, Ankara. Kazakstan 4th Quarter. Akgüç, Öztin, (1983), "Dünya'da İhtisas Bankacılığı", Kalkınmanın EIU, (1996), Economic Intelligence Unit,County Report Kazakstan Finansmanında İhtisas Bankacılığı, Desiyab 4. Sempozyumu, 1st Quarter. Desiyab Yay. Ankara. EIU, (1997), Economic Intelligence Unit, Country Profile Akgüç, Öztin, (1988) "Kalkınma Bankacılığı", Para Ve Sermaye Kazakstan 1996-97 (UK). Piyasası, Yıl:10 Sayı:ll2, Haziran. Ertuna, Özcan, (1986), Finansal Kurumlar, Teori Yayınları, Akına D. Ahmet, (1996), Kalkınma Ve Yatırım Bankacılığının Ankara. Doğuşu, Gelişimi Ve Uluslararası Boyutta Günümüzde GLOBAL KAZKOMMERTS SECURITIES INC, (1995), Yaşanan Dönüşümler, Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. A/P Investment Guide To Kazakstan, Fall. Müd. Yay. No: 96/6 (55) Güçlü, Sami - Ceylan, Cengiz, "Dış Ticaret Ve Teknoloji Transferi Aydınlı, İbrahim, (1996), Türk Bankacılık Sistemi Piyasa Yapısı Açısından Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri Arasındaki (1991-1994), SPK Yay. No: 40, Ankara. İşbirliğinin Geliştirilmesi İçin Neler Yapılabilir?", Standart Conkar, Kemalettin, (1988) Kalkınma Bankacılığı Ve Türkiye'deki Dergisi, TSE Yayınları, Yıl 33, Sayı 396, Ankara, Aralık. Uygulama, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yay. No: 374. Gumpel, Werner, (1994), "Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde DEİK, (1995), Kazakistan ve Türkiye İle İlişkileri, (Ülke Profili), Ekonomik Ve Politik Gelişme", Avrasya Etütleri Der-. gisi, Cilt Eylül. 1, Sayı 2, Ankara. DEİK, (1995), Kazakistan Ve Türkiye İle İlişkileri, Bülten, Ağustos. Harmana, Mehmet, (1994), Kazakistan Ülke Araştırması, Türkiye Kalkınma Bankası AŞ. Araştırma Raporu, Ankara.

bilig-7/Güz '98

215

HDTM, (1996), Kazakistan Cumhuriyeti, Ülke Notu, Eylül. Sarıaslan, Halil, (1994), Küçük Ve Orta Ölçekli İşletmelerin İMKB, (1996), Kazakistan, Ülke Araştırmaları Serisi, No:L, Mart. Finansal Sorunları, TOBB, Ankara ISBN 0-03-072062 İMKB, (1997), Sermaye Piyasası ve Soydemir, Selim, (1991), Sermaye Birikimi Kalkınma Ve Borsa Temel Bilgiler Kılavuzu, Finansal Sistem, SPK Araştırma Raporu, AGD/9111. İMKB Eğitim Yayınları, No.l, İstanbul. Stiglgtz, J. E., (1994), "The Role Of The State In Financial İTO, (1992), Kazakistan, Keib-Bdt Araştırma Dizisi, No: Markets", Proceedings Of The World Bank Armual 3,1992-25. Conference 1993 On Development Economics, Karslı, Muharrem, (1994), Sermaye Piyasası, Borsa, Menkul Supplement, (S.19-52), March 1994, The World Bank. Kıymetler, İrfan Yayınevi, İstanbul. The Rep. Of Kazakhstan The State Commite On Kazakistan Eximbank, (1996), Faaliyet Raporu, Almatı. Investments, (1997), Investor's Guide'97, Almaty, Melo, M; Denizer, C; Gelb, A.; (1996) "Patterns of Kazakstan. Transition from Plan to Market", The World Bank The World Bank, (1993), Kazakhstan, The Transition To A Economic Review V. 10, Nisan 193; September 1996. Market Economy, Washington. ÖİK, (1993), Türkiye-Türk Cumhuriyetleri İlişkileri Raporu, The World Bank, (1996), Global Economic Prospects And The Aralık. Developing Countries, Washington D.C. ISBN 0-8213- Pekkaya, Semra, (1994), Türk Mali Sistemi İçerisinde 3285-6 Bankacılık Sektörünün Gelişimi Ve Finansal Yapısının A- The World Bank, (1996b), The World Bank In Central Asia And nalizi, Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. Uzmanlık Tezi, Azerbaijan. Ankara. TİKA, (1996), Kazakistan Ülke Raporu,.Ankaıa. Saburova, Lyaziza, (1996), "Economic Developments In TOBB, (1992), Sovyetler Birliği Sonrası Bağımsız Türk Kazakistan Since Independence", Journal Of Central Cumhuriyetleri ve Türk Gnıplarının Sosyo-Ekonomik A- Asian V.l. N.I., The Publication Of The Association nalizi Türkiye İle İlişkileri, İstanbul. For The Advancement Of Central Asian Research. Zaim, Sabahattin, (1993), Türk ve İslam Dünyasının Yeniden Yapılanması, Yeni Asya Yayınları, İstanbul.

THE FINANCIAL SYSTEM OF KAZAKSHTAN' ITS STRUCTURE AND QUALITIES

Cengiz KELEŞ Department of Accounting, Ahmet Yesevi University

ABSTRACT

The time began in the year 1990 when Soviet Unions As a result of these changing policies there has been a dissolved and a free market economy started instead of the rapid change and development in the financial systems of communist economic system. The countries in question the countries in question. It is a fact that the banks which including Kazakshtan became members of IMF and the have the right to operate liberally in the financial markets of world Bank. They accepted credits from these institutions every sort, occupy their priority orders among others. and initiated the necessary efforts to gain maximum profit to Therefore, the sector of banking has undergone a rapid adapt heir financial systems to the aforesaid free market period of change and has spread to the advantage of foreign economy. After this period, these countries began to apply a finance institutions. kind of policy which was in accordance with the liberal In this research, the financial structure of Kazakshtan approach in order to identify with western economies. was investigated as an opening strategy toward a freer economy in all its respects. Key Words:

Kazakhstan, Finance, Development, Investment, Enterprise, Banking, Capital

bilig-7/Güz '98

216

KIRGIZİSTAN'IN ÜÇ BÜYÜK ŞEHRİNİN İSİMLERİ ÜZERİNE BİR DENEME

Levent DOĞAN

Trakya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi

ÖZET

Yer isimleri, bir yerin tanınıp bilinmesine delâlet eden kavramlardır. Bu makalede Kırgız Türklerinin isimlendirme yaparken, muhitin coğrafi özelliklerini, genel niteliklerini, bitki örtüsünü, insan ve hayvan isimlerini, millî kahramanları, meslekî kabiliyetleri, dinî motifleri, renkleri nasıl göz önüne aldıkları ve geleneklerini nasıl yaşattıkları vurgulanmaya çalışılmaktadır.

Anahtar Kelimeler:

Kazakistan, Şehir, Bişkek, Oş, Celâlabâd

______

bilig-7/Güz '98

217

İsimler bilimi anlamına gelen onomastik, iki Osmanlı Devleti'ne başkentlik etmiş Edirne bölüme ayrılmaktadır. Kişi isimlerini ele alan bilime şehrinin isminin zaman içinde değişiklik göstererek, antroponomi, yer isimlerini ele alan bilime toponomi Hadrianapolis, Edrinus, Endriye, Edrane, ismi verilir. Yer isimleri bir yerin tanınıp bilinmesine Edrianabolu isimlerinden sonra şehri fetheden I. yardımcı olduğu gibi, o yer üzerine açıklama yapan Murat tarafından verilen bugünkü şeklini aldığı ve anlamı olan kavramlardır. Yer isimlerinin bilinmektedir (Eyüboğlu, 1994: 61-63). Yine yer manasını, yapısını, kökenini, ortaya çıkışını, isimleri ile ilgili anlatılan hikâyelerden biri, Konya dağılışını inceleyen toponomi, tarihin, coğrafyanın, şehrimize aittir. «Horasan'dan Anadolu'ya uçan iki folklorun, dilbiliminin vb. bilimlerin yardımcısı olarak ermiş bu bölgenin üzerine gelirler. Burasını beğenen büyük önem taşımaktadır. ermişlerden biri sorar: "Konalım mı ?" Diğeri de "Kon Efsane ve hikâyelere dayandırılarak, halk ya!" der. Bunun üzerine iki ermiş konarlar ve Konya tarafından verilen yer isimlerinin araştırılması şehrini kurarlar.» Bu İslâmî halk izahının yanı sıra, konusu folklor ile direkt bağlantılıdır. Bu isimleri Konya isminin Yunan efsanesindeki Eikonion şehri araştıran dilcilerin de gerçekçi ve doğru tahliller ile de bağlantısı olduğu ifade edilmektedir yapması halk etimolojisi ile ilgilenmesini gerektirir. (Scheinhardt, 1976: 103) Başkentimiz Ankara'nın da Yapılan bir takım tetkiklerden sonra bu isimler tarihe geçmiş bütün isimleri bu isimden pek az farklı hakkındaki efsane ve hikâyelerin değişik bulunmaktadır: «Ankura, Ancura, Engüriye, Engürü varyantlarına, ifade tarzlarına, dil özelliklerine, yeni (Farsça engur-üzüm), Angara, Angora». Ankara ismi malzemelere (zamanla unutulmuş şekillerine) ve ile ilgili anlatılan değişik rivayetler bulunmakla sonuçlara ulaşılması muhtemeldir. beraber son zamanlarda Hititler'in Ankuwa şehri ile Türkler, en eski çağlardan beri arazi parçalarına bağlantısı üzerinde durulmaktadır (İA, 1988:I/437446). dağ, ırmak, şehir ve köylere manalı isimler Yukarıda verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı vermişlerdir. İsimlendirme yaparken, o bölgenin üzere, isimler zaman içinde bir takım fonetik gelişme coğrafî özelliklerini, çevrenin genel niteliklerini, ve değişmelere uğrayabiliyorlar. Yine verdiğimiz bir bitki örtüsünü, hayvan isimlerini, kişi isimlerini, iki örneğe dayanarak şunu söyleyebiliriz ki, yer milli kahramanlarını, meslekî yeteneklerini veya dinî isimleri üzerine yapılan araştırmalar tarih bilimine de kavramları, renkleri göz önüne almışlar ve yardımcı olmaktadır. Yapmış olduğumuz bu geleneklerine de bağlı kalmışlardır. açıklamalardan sonra, şimdi asıl konumuz olan Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan «... Bu madde Kırgızistan'ın üç büyük şehrinin (Bişkek-Oş, Celâlabâd) Türk tarihi bakımından çok ehemmiyetlidir. Çünkü, isimleri ile ilgili efsane veya hikâyeler hakkında bilgi Türk Milleti, dünyanın her tarafında nerede olursa olsun vermeye çalışacağız. oturduğu yerin her köşesine, her küçücük tepesine, çeşmesine hatta step yerlerinde hudut gösterilmesi zor, Bişkek mi, Pişpek mi? biri diğerine benzer küçük arazi parçalarına bile isim vermiştir» (Karaboran, 1989: 154) demektedir. Kırgızistan'da bulunduğum sıralarda ilgimi çeken Prof Dr. Hasan Eren de toponomi ilminin üstünde konuların başında yer isimleri geliyordu. özenle durmuş ve "Yer Adlarımızın Dili" (Eren, 1989: Kırgızistan'ın üç büyük şehri olan "Bişkek, Oş, Celâl- 155-165) adlı makalesinde "Dumlupınar" ismini şu abâd" ile ilgili hikâyelerin bulunup bulunmadığını şekilde tahlil etmiştir: «Dumlupınar adında eski bir araştırmak buradaki ilk işim oldu. Bunları Türkçe kelime saklanmıştır. Türkiye 'de Kütahya, araştırırken, zamanla bu isimlerin fonetik değişmelere İzmir, Çankırı, Aydın ve Ankara illerinde Dumlupınar uğradıkları efsane veya hikâyelerin farklı rivayetleri adını taşıyan meskûn yerler vardır. İzmir, Antalya, ile karşılaştık. Eskişehir ve Samsun 'da ise Dumluca adında birer köy Kırgızistan'ın başkenti olan Bişkek, ülkenin en vardır. Bütün bu adlarda eski Türkçe'de kullanılmış olan büyük ve en güzel şehridir. Bişkek ismi bir kelime saklanmıştır: dumlu < tumluğ'soğuk'. Buna araştırıldığında ilk şeklinin "Pişpek" olduğunu göre, Dumlupınar adı 'soğukpmar' anlamına görmekteyiz. Sovyet idaresinde iken ismi bir ara gelmektedir.» Frunze (Ünlü bir Rus komutanın ismi) olarak

bilig-7/Güz '98

218

değiştirilmişse de, Kırgızistan'ın bağımsızlığını Düşmanlara karşı olsun kazanmasından sonra 1991 yılında Bişkek halini Dostlarına baş olsun. almıştır. Üçüncü büyük şehir Celâlabâd, şehir havasından İşin başında Bişkek ile bağlantılı efsane veya uzak. Bize göre kasaba görünümünde sıcak kanlı, hikâye ararken, karşımıza Türklerin millî içeceği dürüst insanların memleketi. Celâlabâd ismi ile "Kımız" ile olan ilgisini belirten sözlük anlamı çıktı. bağlantılı olarak da halk arasında bir çok hikâye Pişpek> Bişkek kımız yapılırken karıştırmaya anlatılmaktadır: «Kokart Vadisi'nde insanlar topraklarını yarayan, ağaçtan yapılmış sopaya verilen isimdir taşlardan temizleyip, tarımcılık yaparak geçimlerini (Pişpek - Bişek - Bişşek - Bişkek aynı anlamda kullanılır). sağlıyor ve Han'a vergilerini ödüyorlarmış. Çalışkan Süleyman Dağı'nın eteklerinde kurulmuş olan ve akıllı bir insan olan Han 'ın yardımcısı Bek ülkenin ikinci büyük şehri Oş, Kırgızlar'ın ifadesiyle Celâleddin Ayub-Too Ayub Dağı 'ndaki şifalı sulardan "Dünyanın en eski şehri"dir. faydalanmayı düşünüp, çiftçilere o bölgeye bir Geçtiğimiz yıllarda kuruluşunun 3000. yılını kervansaray yaptırmış. Şifalı suların birçok hastalığa iyi kutlayan Kırgızlar, 9.-10. asrın yazma eserlerinde bu geldiğini gören insanlar bu topraklara yerleşmeye şehirden bahsolunduğuna işaret etmekteler (OT, 1978; başlamışlar. Celâleddin öldükten sonra ise bölgeye, o OOA, 1976). yerleri abâd (ma 'mur) hale getirdiği için onun ismi Kırgızlar: «Oş'un Süleyman Peygamber verilmiş.» Bugün dahi halk içinde Celâlabâd'ın doğmadan önce varolduğunu ve yeryüzündeki ilk pınarlarına "Canlı Su" denilmektedir... insanın Oş 'ta doğduğunu» tahmin ederler. Diğer bir halk hikâyesinde ise: «Özgön'de zengin Halkın inanışına göre Tanrı, ilk insan Adem'i bir Han ve güzel karısı yaşarmış. Fakat Han, güzel tarımda çalıştırmış ve iki tane boğa verip şunları karısıyla hizmetkârlarından Celâleddin arasında aşk emretmiş: «Kendin ve senin soyundan gelecekler için dedikoduları dilden dile dolaşmaya başlayınca, toprakları sür.» hizmetkârının başını vurdurmaya karar verir. Bunun Adem de bir gün, bir ay, bir yıl derken hiç üzerine kadın Celâleddin'e durumu haber verir ve durmadan çalışmış. Toprakları ekip biçerken dik bir kaçıp canını kurtarmasını ister. Celâleddin Özgön'den dağa ulaşmış. O dağın arkasında daha büyük, karlı kaçıp, Ayup Dağı'nın civarında yerleşerek tarımla dağlar varmış. Dağları aşamayacağına kanaat getirip, uğraşır. Oraya başka insanların gelmesiyle küçük bir köy boğalarına: "Uş!" diye seslenerek geri dönme emrini kurulur. Bölgeye gelen ilk insan olduğu için de bu vermiş. topraklara onun ismi verilir.» İşte ilk insan Adem Peygamber'in hayvanları Bu civarda anlatılan diğer bir hikâye de şöyledir: döndürdüğü bu yerde bir şehir kurulup, buraya da «Eski devirlerde Cengiz Han Harezm Hanı 'nı yenip "Uş" adı verilmiş ve zaman içinde "Oş" şeklini almış. öldürmüş, fakat Harezm Hanı 'nın oğlu Celâl'i elinden Bir başka hikâyede ise «M.Ö. 3.-4. asırlarda kaçırmış. Afganistan'a kaçan Celâl, bir kaç yıl sonra ülkenin güneyinde tarım ve hayvancılıkla geçinen askerlerini toplayıp, Cengiz Han 'a savaş açmış. Ayub insanlar yaşarmış. Fergana vadisinde yaşayanlar Dağı ile Kök-art Irmağı arasında yapılan ve Celal 'in tarımcılık; dağ tarafındakiler ise hayvancılık öldüğü savaşı Cengiz Han kazanmış. Celâl'in kabrini yaparlarmış. Tarihçiler Saklar'ın "Uş" isminde de Ayub Dağı'nın üstüne yapmışlar. Yıllar geçtikten hayvancılıkla uğraşan bir boyundan bahsederler." sonra bu dağın etrafına yerleşen insanlar Celâlabâd Şehrin de bu boyun ismini almış olabileceği şehrini kurmuşlar.» Efsanede geçen ve bir bilgi belirtilmektedir (OT, 1978). edinemediğimiz mezar için Kırgızlar, «Mezarın zaman Değişik bir rivayete göre ise "Oş, Manas'ın içinde kaybolduğunu» ifade etmekteler. Celâlabâd danışmanı Oşpur tarafından yaptırılan şehir, onun için hakkındaki halk hikâyelerinden de anlaşılacağı üzere, Manas şöyle demiş : hikâye Celâl veya Celâleddin adındaki bir kahramanın Oşpur yaptıran bu şehri etrafında toplanmaktadır. Bölgeye gelerek yerleşmesi Kendi adına Oş olsun ve mamur hale getirmesi üzerine şehre onun ismi verilir.

bilig-7/Güz '98

219

Celâlabâd, Arapça 'Celâl' ve Farsça 'abâd' kelimelerinden meydana gelmiş birleşik isimdir isimleri ile ilgili şu hususları sıralayabilir, bunlara r 'Celâl+abâd'. bakarak da, bizim yer isimlerimiz ve verilişleri ile ilgili Yer isimleri verilirken renklerin, coğrafî dikkate alınan kıstasların benzerliğini fî görebiliriz. özelliklerin ve dinî şahıs veya olayların göz önüne 1. Kırgız yer isimlerinin bir çoğu ile ilgili efsane ve alındığını belirtmiştik. Bu özellikler Kırgızistan'ın hikâyeler mevcut. Celâlabâd ve Oş örneklerinde "karlı dağ" anlamındaki Ala Too, Kızılsu, Karakol, olduğu gibi değişik varyantlarına rastlamak mümkün. suları kışın dahi sıcak olan turistik gölü Issık-Köl, 2. Anlatılan hikâyelerde aşağı yukarı mekân ve cangak (ceviz) ağaçları ile de meşhur olan Güney kahramanlar değişmiyor. Kırgızistan'da, halkın "Kutsal Yer" diye ilan ettikleri 3. Yer isimleri verilirken renkler büyük önem taşır Arslan Baba (Arslan Baba'nın Türbesi de bu yerde (Ala Too, Kızılsu, Kara-Köl). Ş bulunmaktadır), Taht-ı Süleyman olarak ifade edilen 4. Bölgenin coğrafî özellik, nitelik ve jeopolitik gerçekten bir koltuğu anımsatan Oş şehrinin üstünde durumu göz önüne alınmıştır (Issık-Köl, Suzak). İ yükselen Süleyman Dağı gibi şehir, dağ ve göl 5. Dinî şahıs, olay ve kavramlar etkilidir isimlerinin verilmesinde de etkili olmuştur. (Süleyman Dağı, Arslan Baba). 6. İsimler zaman içinde fonetik değişmelere Sonuç uğrayabiliyor (Pişpek > Bişkek). 7. Bir takım siyasî sebeplerden dolayı isimler Tabiat-kültür münasebetlerinin açıklanmasında değiştirilebiliyor (Pişpek > Frunze). kıymetli bilgiler veren toponomi bir yerin coğrafî, 8. Tek bir yer ile ilgili anlatılan birden fazla hikâye tarihî ve genel karakterini tanıma ve tanıtmada önemli ve efsaneler o milletin kültürünü ve kültür rol oynar (Argunşah, 1992). Prof. Dr. Töre Nefesof zenginliğini ortaya koymaktadır. «Evvela yer ismi verilip, sonra rivayetler 9. Yer isimlerinin konu edinildiği farklı rivayetler türetilmektedir. Yer isimleri dil delili, rivayetler ise halk halkın, edebî, bediî, estetik zevkini,, maddi ve manevi sözlü eserler mahsulü ve numunesidir» (Nefesof, 1997: dünyasını aksettirmektedir. 173-180) diyerek bu konudaki düşüncelerini belirtir. Yer isimleri konusunda Kırgızistan'da bu Yer isimlerini halk verir, farklı rivayetlerin ortaya rivayetlerin toplandığı ilmî nitelikte bir eser çıkmasının sebebi ise değişik şahıslar tarafından bulunmamaktadır. Yeni yapılanma içerisindeki tüm üretilmesidir. Türk Cumhuriyetleri gibi Kırgızistan'da da bu yöndeki Kırgızlar da bütün Türk toplulukları gibi ilmi yayınların oluşturulması, bu ve diğer, bütün yaşadıkları topraklar içinde kalan şehir, köy, dağ, konularda daha gerçekçi tetkikler yapmamızı ırmak vb. yerlere mânâlı isimler vermişlerdir. Küçük sağlayacaktır. ■ araştırmamıza dayanarak Kırgızistan yer

AÇIKLAMALAR

1. Kırgız Türkçesi'nde "bış-:olmak, Süleyman isminin Süleyman Peygamber olmadığı, olgunlaşmak; bişşek ile çalkalamak, karıştırmak" zaman içinde bazı uyanık din adamları tarafından anlamlarına gelir. sadece para kazanmak amacıyla bu benzetmenin 2. Çeşitli kaynaklarda, burada belirtilen yapıldığı belirtilir.

bilig-7/Güz '98

220

KAYNAKLAR

Argunşah, Mustafa, (1992), "Sarıoğlan (Kayseri) Araştırma", Türk Kültürü, Ankara. İlçesinin Üzerlik Köyü Toponomisi", Erciyes Yöresi II İA, (1988), İslam Ansiklopedisi, "Kırgızistan" maddesi, (Haz. Folklor, Edebiyat ve Etnografya Sempozyumu, Erciyes R. Rahmeti Arat), C.VI, MEB. Yayınları, İstanbul. Üniversitesi, Kayseri. Karaboran, H. Hilmi, (1989), "Çemişgezek'te Mevki CŞ, (1973), Calal-abâd Şehri, Kırgızistan Yayınları, Adları", Fırat Havzası II. Folklor ve Etnografya Frunze. Sempozyumu (5-7 Kasım 1987) Bildirileri, Elazığ. CT, (1978), Calal-abâd Tarihi, Frunze. KSA, (1976), Kırgız Sovet Ansiklopediyası, Frunze. Devlet, Nadir, (1993), Doğuştan Günümüze Büyük İslam Nefesof, Töre, (1997), "Özbekistan Yer Adları ve Halk Tarihi, Çağ Yayınları, İstanbul. Dıykanov, K., (1994), Rivayetleri", V. Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri II, Kırgız Tilindegi Kıyın Maseleler Cana Tugra Cazuv, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. Bişkek. Eren, Hasan, (1989), "Yer Adlarımızın Dili", OOA, (1989), Oş Oblastı Ansiklopediyası, Frunze. TDAY. Belleten 1965, TDK. Yayınları, Ankara. OT, (1978), Oş Tarihi, Mektep Yayınları, Frunze. Eröz, Mehmet, (1966), "Ege Bölgesinde Yer (Köy ve Şehir) Scheinhardt, Harrwig, (1976), "Türk Yer İsimlerinde Halk Adları", R. Rahmeti Arat İçin, Ankara. Etimolojisinin Dilcilik Yönünden Sınıflandırılması Eyüboğlu, Aysun, (1994), "Edirne'nin Tarihçesi ve Kaleiçi Üzerine Bir Deneme", Uluslararası Folklor ve Halk Yerleşimi Adı ve Kuruluşu", Yedi İklim Dergisi, Edebiyatı Semineri Bildirileri (27-29 Ekim-1975), Sayı: 47, İstanbul. Konya. Hacıgökmen, M. Ali, (1996), "XVI. Yüzyıla Ait Tahrir Yudahin K. K., (1994), Kırgız Sözlüğü I-II, Türkçesi: Defterine Göre Alanya'da Yer Adları Hakkında Bir Abdullah Taymas, TDK. Yayınları, Ankara.

A STUDY ON THE NAMES OF THREE BIG CITIES OF KIRGHIZIA

Levent DOĞAN

Research Assistant, Trakia University

ABSTRACT

The names of places point to the way a place is plants, human and animal names, national heroes, known and recognised. vocational abilities, religions motives, colours and how they In this article, how do Kirghizia Turks give places in maintain their traditions are highlighted terms of geographical traits,

Key Words.

Kirghiria, City, Bişkek, Oş, Celâlabâd

bilig-7/Güz '98

221

ABDULLAH KADİRİ'NİN "ÖTKEN KÜNLER" ROMANINDA YAPI, TEMA ve ÜSLUP ÖZELLİKLERİ

Mustafa BALCI

Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi

ÖZET

Bu makalede, modern Özbek romanının kurucusu kabul edilen Abdullah Kadiri'nin en mühim eserlerinden biri olan Ötken Künler romanı, yapı, tema ve üslup bakımından incelenmiştir. Özbekçe'de kaleme alınmış bir romanda modern üslup bilimi uygulanmış ve romanda kullanılan sıfatlardan hareketle, yazarın üslubu, bu üsluba etki eden faktörler, eserin derin yapısı içerisinde gösterilmeye çalışılmıştır. Yazarın kullandığı sıfatlardan hareketle, onun dinamik bir üsluba sahip olduğu farkedilmiş; bu dinamizmin belirleyici unsuru olarak da devrin ve bölgenin çok karışık bir zamanda oluşu, Rusların bölgede büyük bir güç olarak kendilerini kabul ettirdikleri gösterilmeye çalışılmıştır. Yazarın dilde birlik ve lisanı türkçülük prensipleri doğrultusunda hareket ettiği; o devirde Türkiye'deki edebî ve fikrî akımların bölgeyi ne denli etkileyebildiği de bu çalışma neticesinde açığa çıkmaktadır.

Anahtar kelimeler:

Abdullah Kadiri, Ötken Künler, Yapı, Tema, Üslup, Özbek, Kıpçak, Atabek

______

bilig-7/Güz '98

222

Ya2arm Hayatı Üslûbu, tasvir gücü ve devrin meselelerini kavrayış ve yansıtışındaki maharet, onun büyük bir sanatçı 1897 yılında Taşkent'te doğan Abdullah Kadiri, olduğuna delil teşkil eder. Yazar bilhassa tarihî 1915 yılına kadar geleneksel usûlde eğitim veren hadiseleri romanla anlatmakta eşsizdir. Sovyet okullarda okur. Bu süre içinde Rus okullarında geçen münekkitler onu, sınıf mücadelesini eserlerinde işlemediğinden dolayı tenkit etmişlerdir. Eserleri iki yıllık bir eğitim hayatı da vardır. Klâsik usûlde ancak 1958 yılında (eksiltme ve değiştirmelerle) tekrar devam ettiği Hoca Ahmet Bey Medresesi'nde Arapça neşredilmeye başlanmıştır. ve Farsça öğrenir. Bu sırada Şark klâsiklerini de okur. Abdullah Kadiri, Ötken Künler'i 1922-23 yıllarında Edebiyat sahasına şair olarak adım atan Kadiri, ilk İnkılap dergisinde tefrika eder. Eser daha sonra 1926 şiirleri olan "Ahvalimiz" ve "Milletim"i 1913 yılında yılında kitap halinde neşredilmiştir. Roman daha yayınlar. Bu iki şiirinde Türk milletinin kültürel ve sonra birçok defa basılmıştır. Romanda XIX. asır siyasi sahada gösterdiği başıboşluğu eleştirir. Aynı yıl Kokan Hanlığı'ndaki sosyal hayatı, Kıpçak/Özbek Sâdâ-yı Türkistan, Semerkand ve Ayna isimli çatışmalarını, han ve beylerin beceriksiz ve muhteris gazetelerde hikâyeleri yayınlanmaya devam eder. idarelerini, bir aşk hikayesiyle süsleyerek anlatır. Eser 1915 yılında Hoca Behbudi'nin Baba Katili adlı çağdaş Özbek romanının başlangıcı olarak kabul eserinin tesirinde Bahtsız Güvey isimli eserini kaleme edilmektedir. Abdullah Kadiri, kendinden sonraki alır. 1915'te Taşkent'te sahnelenen bu eser, genç bir birçok yazara da tesir etmiştir. Ötken Künler romanının, münekkit Satti Hüseyin tarafından kritiği çiftin maddi sıkıntılar içinde geçen hayatlarını ve yapılmıştır. Maalesef Sovyet rejiminin baskısı sonuçta intihar etmelerini anlatır. Aynı yıl, Kadın neticesinde, Kadiri ve eserleri hakkında istenen Oyuncuları isimli bir hikâyesi daha yayınlanır. çalışmalar yapılamamıştır. 1912-1922 yıllarında değişik gazete ve dergilerde Yazar yakın tarih hakkında roman yazma Kalvak Mahzum'un Hatıra Defterinden, Sinirli düşüncesini, kendi ifadesine göre, Mısırlı yazar G. Taşpolat Ne Diyor? adlı hikâyeleri neşredilmiştir. Zeydan'dan almıştır. Yazar G. Zeydan'ın bütün Abdullah Kadiri, 1923-1926 yıllarında mizahî eserlerini tetkik etmiştir. Otken Künler'i yazarken, Yumruk dergisinde hicivler yazar. Bu yıllarda, konu hakkındaki ilk faydalandığı kaynak babasının Mahmut Kuluzâde, Muhammed Said Ordubâli gibi hatıraları olmuştur. Daha sonra, Kokan'a giderek o Azerbaycanlı yazarlarla ilişkiler kurar. devirde yaşanan hadiseleri, tarihî vesikaları Yazarın ikinci önemli romanı 1929 yılında incelemek yoluyla romanın konusunu pekiştirir. neşredilen Mehraptan Çeyân'dır. Bu romanı da Kokan Netice itibariyle, bu incelemeleri sonunda, Hanlığı devrinde geçmektedir. Üçüncü romanı Abid yöneticilerin halkı idare etmek yerine yakın çevresiyle birlikte halka zulmettiklerini, koltuk Ketman ise kollektifleştirilmiş bir hayatı anlatır. sevdasıyla halkı birbirine kırdırdıklarını, yaklaşan Abdullah Kadiri, Sovyet rejiminde yaşamasına Rus tehlikesine karşı birleşmek yerine, birbirine rağmen, kalemini ideolojinin emrine vermekten düştüklerini görür. Batıl inançlar, çok evlilik ve kaçınmış ve bir kenarda yaşamıştır. dolayısıyla kumalı yaşayışın kanayan birer yara Rejimin baskısı dolayısıyla devri ve şahısları olduklarını bazen trajik bazen de dramatik bir üslupla istediği gibi tenkit edememiştir. Ayrıca uzun zaman eserinde işler. üzerinde çalıştığı Emir Ömer Han'ın Hizmetçisi, Yazar, Ötken Künler romanına baş kahraman Hırsız Namaz, Serail Han, Uveysa ve Mahzune gibi olarak Atabek'i seçer. Devrin yaşamış birçok meşhur romanlarını da neşredememiştir. Sovyet gizli polisi kişisi de kahramanın yanında yer almıştır. Atabek'in ilk Abdullah Kadiri'yi 'milliyetçi' ve 'halk düşmanı' karısı Kümüşbibi ile olan aşkı, aile baskısıyla ikinci olmakla suçlar. Bu baskılar 1939 yılına kadar devam defa evlendiği Zeynep ve iki kadının bir evdeki eder ve aynı yıl şehid edilir. Yazara 1956 yılında çatışmak hayatları işlenir. Sonuçta birisi korkunç bir Sovyet hükümeti tarafından itibarı iade edilmiştir. şekilde ölür; diğeri bu ölüm neticesinde çıldırır. Atabek de romanın sonunda cephede Ruslarla girilen Yazar, Türkistan'da, bilhassa Özbekistan'da bir çatışmada modern romanın zirvesi olarak kabul edilir.

bilig-7/Güz '98

223

şehit düşer. Romanda halk söyleyişine çok yakın, anlaşılır bir Karakter dilin kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca bol bol deyim ve atasözü de kullanılmıştır. Yazarının meşhur Atabek, aynı zamanda yazarın sözünü emanet ettiği olmasında büyük bir pay sahibi olan bu roman, satış kişidir. Atabek romanın hemen hemen yarısına kadar rekorları kırmıştır. Roman, Özbekçe dışında birçok ideal bir tip olarak görülür. O, iyi yetişmiş bir tüccar, lehçeye de aktarılmıştır. Özbekistan'ın bağımsızlığına okumuş bir aydın, tüccar olması hasebiyle çok yer kadar yapılan değişik baskılarda, bazı bölümleri görmüş, çok insan tanımış bir tiptir. Ancak meslekî değiştirilmiş veya çıkarılmıştır (Yazarın hayatı tecrübesiyle hadiseleri yorumlamada ve hakkındaki bilgiler, Baymirza Hayıt'ın Türk Dünyası değerlendirmede eşsiz bir kabiliyete maliktir. Bu Araştırmaları Dergisi'nin Aralık 1981 tarihli 15. yönüyle 'tip' olmaktan uzaklaşır ve 'karakter' Sayısından özetlenerek alınmıştır). özellikleri göstermeye başlar. Nitekim onu dinleyenler hiç itirazsız fikirlerinin doğruluğunu "Ötken Kimler" Romanında Yapı, kabul ederler. O aynı zamanda yakışıklılığı ile de Tema ve Üslup Özellikleri ideal bir karakterdir. Bu yüzden devrin en güzel kızı, bir görüşte kendisine aşık olmuştur. Atabek, ölümle Abdullah Kadiri, Ötken Künler romanının burun buruna geldiği anlarda (idamına hükmedildiği 'yazardan' bölümünde yeni bir devre ayak basıldığını iki durumda ve daha ileriki bir safhada üç kişiyle tek ifade ederek, yeniliklerin peşinden koşabilmek ve başına ölümüne kavga etmek zorunda kaldığı zaman) onlara yetişebilmek için şiir, roman ve hikâyede de hiç korkmaz. Ondaki bu cesaret, kendisiyle birlikte yenileşmek gerektiğini söylemektedir. Ardından da idam edilecek olan kayın babası Kutudar Mirzakerim'i halkı şimdiki zamanın Tahir ile Zühre'leri, Çâr- hayretler içinde bırakır. Hatta kendileri hakkında Derviş'len, Ferhad ile Şirin'leri ve Behramgor'ları ile verilen idam kararıyla alay edercesine haksız bir ceza tanıştırmak zorunda olduklarını ilave etmektedir. Kendi diyerek, kararı verenlere yüksekten bakabilmekte, yazdığı roman ise, sözünü ettiği eski hikâyelerden onları eleştirebilmektedir. farklı olarak bazı sosyal yaraları işlemektedir. Abdullah Kadiri'nin kendi kafasındaki ideal önder Romanın ilk olması hasebiyle eksik yönlerinin tipi, konuşturarak çizdiği görülür. Bu konuşmaların bulunabileceğini, bunun da çok tabiî olduğunu ifade altındaki Rus hayranlığı, (Bu hayranlığı mandacılık etmektedir. vs. gibi düşünmek yanlış olur. Zira romanın muhtelif yerlerinde 'yaklaşan Rus tehlikesi'ne dikkate değer bir Yapı ve Tema tonda vurgu yapılmaktadır.) Tanzimat sonrası batıya giden aydınlarımızın «Avrupa medeniyeti Romanın teması, iki gencin aşkı gibi gözükse de, hayranhğı»yla örtüşmektedir. Onlar Batı'ya hayran derin yapıyı Kıpçak/Özbek çatışması oluşturur. Buna olmanın yanında Batı'nın kendilerine düşman ilaveten, yazar romanda, bu aşk hikâyesi ile birlikte olduğunu da bilmekteydiler. Aynı şekilde Atabek'in devrin birçok yanlışlıklarını ve işlemeyen devlet (Abdullah Kadiri'nin) hayranlığı da bir düşmana otoritesini gözler önüne sererek, zaman zaman imrenmenin ifadesidir. Atabek'teki bu hayranlık bazen o kahramanların ağzından, zaman zaman da kendisi derece ileri gider ki, zaman zaman satır aralarından çözüm yolları ortaya koyar. Bu sebeple, romanın ihtilâlci bir kahramanın izlerini bulmak bile teması olarak gözüken aşk hikâyesinin, derin yapı mümkündür. Tabii örnek olarak sunduğu devlet aynı yanında bir tür figüratif unsur olduğu söylenebilir. zamanda yaklaşan büyük bir tehlikedir de. Bu ikilem, Aşk temasının kabuğunu teşkil ettiği derin yapı, yazarın üslubuna anlattığımız şekliyle sinmiştir. yukarıda da belirttiğimiz gibi aslında Özbek/Kıpçak Atabek memleketine geri döndüğünde ise bütün bu çatışmasıdır. Bu çatışma, başarılı bir entrik yapı hayalleri yıkılır. Zaten kahramanı bazen ihtilâlci bir üzerine kurulmuştur. Romanın baş kahramanı söyleme sürükleyen de bu hayallerini yıkan tavırlar Atabek'in ölümü veya kurtuluşu bu çatışmanın olmalıdır. neticesine göre şekillenmektedir.

bilig-7/Güz '98

224

Atabek'in memleketine döndükten sonra sözünü xalqlar âmâsdir. (...) Menim bu sözlârimgâ işâning, dinletecek kimseyi bulamaması, dinleyenlerin de işânmâng ıxtiyar âlbâttâ sizdâdir. Âmmâ bundâğ «Sening ârzungni şu xdnlar eşitâdi-mi, şu beklâr icra âng cön böhtân bilân qârâlânişimgâ vicdanim qiladimi?» (Senin arzunu bu hanlar mı duyacak, bu qarsisida song dârâcâ müâzzâbmân, taqsirf» (Biz şu beğler mi icra edecek?) şeklinde karşılık vererek, onun anda sizin fikrinize göre, bir isyancı, bir ümitlerini tamamen boşa çıkarmaları, bozguncuyuz. Gerçekten de öyle kişiler miyiz değil kahramanımızın bütün hayallerini söndürmüştür. miyiz bunu sizin araştırmalarınız gösterecek. Ben - Ülkesindeki acı gerçek karşısında yaşadığı bu hayal sizin kılıcınız korkusuyla size hoş görünmek için kırıklığı onu pes ettirmez; gittiği her yerde, katıldığı değil, idarecilerimiz arasında düşünen bir kişi toplantılarda, yeni tanıştığı insanlara hep Rusların olduğunuz cihetiyle babamın ve benim nasıl ileriliğini, onlarınsa geriliğini işler. Bu yönüyle de düşündüğümüzü açıklıyorum: biz ne Kapçaklara kahramanımız idealdir. Zira onda vazgeçme, mağlup taraftarız ne de şehirlilere. Bu iki fırka bizim olma gibi şeylere rastlamak pek mümkün değildir. nazarımızda birbirinden mümtaz, idare işinde Sözlerini dinleyenlerin, verdiği cevaptaki «şu birbirinden yüksek halklar değildir. (...) Benim bu xdnlar» ve «şu beklâr» tamlamaları üslup açısından sözlerime inanın, inanmayın ihtiyar elbette dikkate alınmaya değer. Bu tamlamalardaki 'şu' işaret sizdedir. Amma bu içi boş yalanla karalanmak sıfatı, işaret etme fonkiyonunun çok ötesinde bir değere vicdanen beni son derece muazzep kılmıştır.) sahiptir. Bu sıfatlar, romanın bütünü göz önüne (Kadiri: 1992:. 61-62) sözleri, Mergilan hakimi alındığında, devleti yöneten hanlar ve beyler için Ötebbay Kuşbeyi'nin kendisi için verdiği idam kullanılan bütün menfi sıfataları içinde cezasından sonraki sözlerdir. Atabek, kendilerine barındırmaktadır. Ve bütün bu sıfatları muhtevi atfedilen suçlarla ilgili olarak, Ötebbay'ın 'şu'nun, metin içinde bu değerlerin üzerine ilave yaptıracağı araştırmaların doğruyu ortaya olarak, bir tiksintiyi, bir iğrenmeyi, bir aşağılamayı da çıkaracağına inandıklarını söylüyor. Atabek'in bu ifade ettiği görülmektedir. Böylece yazar 'şu' sıfatını, sözleri ileriye dönük bir eleştiridir. Çünkü normal şartlarda bir işaret fonksiyonundan başka bir araştırma neticesinin kendileri aleyhine çıkması işe yaramayan bu hacmi ve cürmü küçük kelimeyi, halinde bu eleştiri yerine oturacaktır. Nitekim suçlu öyle bir yerde kullanıyor ki, kelime roman içinde bulunmuşlar ve yapılan eleştiri de yerine ulaşmıştır. yazarın hanlara ve beylere büyük bir hışımla Aslında 'araştırma' demek pek de doğru olmaz. kullandığı olumsuz sıfatları bu küçük kelimede Çünkü bir kişi bir başka kişi hakkında bu şekilde toplayabiliyor, işaret sıfatı fonksiyonunu fizik olarak bir suçlama ortaya attığında araştırmaya pek gerek işaret değil, diğer olumsuzlukların anlamsal görülmediği ve şikâyet edilen kişilerin hemen idam çağrışımlarına işaret edebilme fonksiyonu olarak sehpasına yollandığı bu hadiseyle gözler önüne genişletmiş oluyor. seriliyor. Yazar burada iki şey yapmaktadır: O Yazar, roman boyunca kahramanını değişik devirde adalet sisteminin nasıl haksız bir şekilde olaylar vesilesiyle değişik yönlerden tanıtır. Atabek'in, işletildiğini, bir kişinin şu fitnecidir şeklindeki bir «Biz bu daqtqada sizning fikringizçâ göyâ bir ığvâgâr, ifadesinin, insanların öldürülmeleri için yeterli delil göyâ bir isyançi bolib tânilib turibmiz, çindân ham kabul edilebildiğini, dolayısıyla bu sistemin ne kadar şunddğ kişilârmizmi, yoqmi buni âlbâttâ sizning haksızlıklara gebe olduğunu; ikinci olarak tekşirişlâringiz, haqiqatlaringiz körsâtâr. Men sizning da, Atabek'in kahramanlığını, ölüme meydan qılicingiz âstidâ ölimdân qorqtb yâki sizgâ xuşâmâd okuyan tavrını, biraz sonra idamına karar üçün sözlâmây hükümât kişilârimiz ârasidâ verilmesi ihtimali karşısında nasıl soğukkanlı tüşinâdirğan bir âdâm bolğanltğingiz vâcidân ve toksözlü biri olduğunu anlatır. Yazar iki âtâmning hâm özimning qanday fikr vâ mâslâk kişisi hikâyenin mesajını da böylece bir konuşmanın âkânligimizni âytib ötmâkçi bolâmân: biz nâ içine ustalıkla yerleştirebilmiştir. Atabek'in 'sizin qvpçâqlârğa târâfdâr bir kişi vâ nâ şâhârlik â- araştırma ve tetkiklerinize güveniyoruz' tarzındaki ğaynilârğa. Bu ikki firqa bizning nâzârimizdâ bir- sözleri de, aslında yazarın örtülü ve bir nebze de birisidân mümtaz, idârâ işidâ biri-biridân ârtıqrâq alaylı bir eleştirisidir. Çünkü suçlanan kişilerin o suçlarının sabit olup olmadığı hiçbir zaman

bilig-7/Güz '98

225

araştırılmayacaktır. Şikayet doğrultusunda karar kararlarını eleştiren yukarıdaki iki kelimeyi söyler ve verilir ve insanlar asılır. Yazar böylece toplumsal bir acı bir şekilde karşısındaki insana tepeden bakan keskin yaraya da parmak basmış olmaktadır. Birbirini bir bakışla gülümser. Bu sahnelerdeki başarılı çekemeyen, birbiriyle kavgalı insanlar pekala gidip anlatım, yazarın kelimeleri nasıl ustaca seçip yerli kendilerine düşman olan insanları 'fitneci olmak'la yerinde kullandığını göstermektedir. suçlayıp şikâyet edebilirler ve şikâyet neticesinde Yazarın yukarıda kahramanına söylettiği sözler ve düşmanlarından kurtulabilirler. yaptığı tasvirden sonra okuyucu, boşlukları yazarın Yazar söylemek istediği şeyleri kahramanına açtığı yolda, yukarıdaki gibi veya ona yakın şekillerde söyleterek, hem kendi eleştirilerini ortaya koyar hem doldurabilir. de kahramanının ne kadar doğru düşünebildiğini ve Atabek'in bu konuşması, yazarın kahramanını sözünü sakınmaz bir kişi olduğunu okuyucuya ideal bir karakter olarak sunuşunun en önemli gösterir. Atabek'in «dini tin-çitây, âl hâm rahat göstergesidir. Zira Atabek, bunun gibi bir tavrı tirikçilik qilsin» (halkını rahat ettir ki halk da rahat Kokan hakimi karşısında da gösterecektir. Ölüm dursun) sözleri yazarın meramını özetleyen cezasını affedebilecek tek kişinin karşısında bile ifadelerdir. Halkın isyan etme ihtimalini ortaya affedilme gibi bir düşüncesi bulunmayan, aksine o çıkaran şey, hanların yönetim anlayışıdır. Halkın ve anda bile en keskin eleştirilerini söylemekten geri hanın rahat edebilmesi, yine hanlara bağlıdır. durmayan bir karakter olarak öne çıkar: Atabek'in cesareti, sözünü sakınmaz tavrı şu «Siz meni qanday tanığan bolsângiz-bolingiz, men cümlede de görülmektedir: «Haqsiz caza, deh Atabek ösândağ kişining oğli,- dedi bek. -Men bilân âtâm siz külimsirâb qoydi... Qutidar bolsâ çin ölik tüsigâ kirgân bilân quşbegigâ bir neçâ türlik bolib tanılsaq-dâ, öz âdi» (Haksız ceza diyerek Atabek külümsedi... vicdanimiz âldidâ bir türlikkinâdirmiz! Şuning üçün Qutudar (Sandıkçı) ise gerçek ölü rengine girmişti.) siz tilâgân târâfingizgâ hükm qılingiz-dâ, (Kadiri, 1992: 78) Bu sözler Atabek'in, haklarında buymğıngizni berâberingiz! verilen idam cezası karşısında gösterdiği bir tepkidir. Müsülmânqulning yüzidâgi bayağı aççığlâr yerini Bu tepkinin okuyucuda Atabek'e karşı bir hayranlık bir zâvklânvs vâziyâti aldi. Külimsiras içidâ Atâbekni uyandıracağı muhakkaktır. Çünkü, bu tepki iki közâtâr âkân: kelimeden ibarettir ve karşısındakini çılgına çevirecek -Dâv yürâging bâr âkân, yiğit... Hayfki, gündhing kadar da vurdum duymazdır. Okuyucu, bir film şeridi boyningdâ» (-Siz beni nasıl tanırsanız tanıyın, ben o gibi bu tepki anını gözünün önüne getirse, Atabek'in dediğiniz kişinin oğluyum, dedi bey. Benimle babam omuz silktiğini bile görür gibi olacaktır. Çünkü bu size ve kuşbeyine nasıl tanıtılırsak tanıtılalım, kendi kararın karşısında, karar merciine, kararın vicdanımız karşısında rahatız! Bunun için dilediğiniz adaletsizliğini adeta haykıran, buz gibi bir şekilde hüküm verebilirsiniz! gülümsemenin varlığı, vücudun bir yerinin hareketiyle Müsülmankul'un yüzündeki düşünceli hal yerini de desteklenmesi gerekir. Bu hareket de olsa olsa büyük bir zevke bıraktı. Gülümseyerek Atabek'e vurdumduymazlığın bir göstergesi olan omuz baktı: silkmedir. Haklarında verilen ölüm cezasına karşı, ne -Dev gibi yüreğin varmış delikanlı... Ne yazık ki bir şaşkınlık ifadesi ne de bir korku emaresi! Hatta günahın boynunda) (Kadiri, 1992: 99) bundan ileri, kendileri için bu cezayı veren kişiye Atabek'in bu yiğitçe tavrı karşısında Kokan karşı, son anda bile eleştirme tavrı gözlenir. Atabek'in hakimi hayranlığını gizleyemez. Düşmanlarının bile aksine idamına karar verilen bir kişinin normal hayran olduğu ve takdir ettiği bir kahramandır Atabek. tavırları Kutudar'da kendini bulur. Bu sahnede Kokan beyinin Atabek'e hitaben söylediği dev yürekli Kutudar, sanki Atabek'in bu kahramanca tavırlarını sözü bu takdirin ve hayranlığın göstergesidir. daha iyi anlaşılır kılmak için bir tür dolgu Yazar, kahramanının güzellik unsurlarını malzemesidir. Nitekim Kutudar'ı, ölüm korkusu her başkalarına söyletir. Diğer özellikleri ise Atabek'in yönüyle sarmıştır. Atabek'te ise korkunun zerresi bile konuşmaları ile okuyucuya hissettirilir. Sanki bu görülmez, sadece cezayı verenleri küçümseyen ve hisler yeterli görülmüyor gibi zaman zaman

bilig-7/Güz '98

226

etrafındaki kişiler, düşmanları bile olsa Atabek'e ortaya koyduğu idare anlayışınından hareketle bazı duydukları hayranlıklarını izhar ederek okuyucuda kıyaslar yaparak devletin aksayan, işlemeyen yönleri oluşmuş kanaati perçinler. için çareler aramak, çözüm yolları göstermektir. Atabek, hiçbir zaman metanetini bozmayan, Devletlerin buhranlı devirlerinde, ümitsizlik içine kendinden emin, korkusuz, ölümle karşı karşıya düşmüş toplumlara yol göstericilik etmiş yazarların, geldiği zamanlarda bile sözünü sakınmayan bir düşünürlerin olduğu ve topluma yeni çıkış yolları yiğittir. Her hareketi insanlar için bir örnek teşkil göstermek, yeni bir ivme kazandırmak gayesiyle tarihe eden, kendisini gören kadınları büyüleyecek kadar yakışıklı, konuşmaları ve düşünceleri eşsiz bir başvurdukları bilinmektedir. Bizim için bu şekilde kahramandır. yazılmış eserlere benzer örnekler ise, Tanzimat Romanın ilerleyen bölümlerinde Atabek'in bir sonrası edebiyatımızda görülen Namık Kemal'in insan olarak hata yapabilen, mağlup olabilen, doğru Celaleddin Harzemşah adlı tiyatrosu, Muallim yoldan sapabilen bir şahsiyet olduğunu da görürüz. Naci'nin Ertuğrul Gazi isimli manzumesi, Abdülhak Atabek'in Mergilan'dan evlenmesi, bilhassa annesi Hamid'in Tarık'ıdır. Abdullah Kadiri'nin Ötken Özbek Hanım tarafından bir türlü kabul edilmez. Künler'inde ise, tarihî bir kişilik yoktur. Ancak roman Burada Atabek'in bir insan olarak ilk mağlup olduğu içinde açık veya örtülü göndermelerle aynı yola şey çok evllilik geleneğidir. Ölüm cezası karşısında başvurulduğunu, ileride Atabek'in kayın pederi olacak bile geri adım atmayan Atabek, bu gelenek karşısında Kutudar Mirzakerim'in şu konuşmasında görmek mağlup olur ve geri adım atar. Yazar kahramanını mümkündür: «Emiri Umarxdndek âdil pâşşâ bolsâ,-dedi böylece başı önüne eğik olarak okuyucu karşısına qutidar, -biz ham orisdân âşib ketâr edik.» (Emir Ömer çıkarır. Atabek'in karısından iki yıla yakın bir süre ayrı Han gibi adil paşalar olsa, biz şimdi Rustan ileri kalmasına, mutsuzluğuna, hatta (kendisinin ve karısının -birisi de çıldıracaktır-) ölümüne sebep giderdik.) (Kadiri, 1992: 17) Bu cümlede, Abdullah olacak bir mağlubiyettir. İşte insanların bir hiç Kadiri'nin de bizdeki gibi tarihî şahsiyetlere yüzünden heba olmalarına sebep olan bu gelenek, başvurduğu ve bu sayede devletin asıl aksayan yazarın roman boyunca tenkit ettiği sosyal yaralardan yönünün adalet (hukuk) sistemi olduğunu vurguladığı biridir. görülür. Burada da görüleceği gibi yazar, bazen Atabek'in rakibi Hamit ise, roman boyunca söylemek istediği şeyleri kahramanın dışındaki olumsuz bir tipi canlandırır o şekilde ölür. Roman kişilere söyletir, ancak konuşanlar, kahramanı tastik boyunca Hamit'in bir tek iyi yönüne rastlanmaz. etmek veya onun düşüncelerini doğrulamak için konuşuyor gibidirler. Bu konuşmada üzerinde durulan Tez ve Vak'a konu adalettir. Dolayısıyle, «âdil» sıfatına vurgu yapılarak, geçmişte adaleti ile tebarüz etmiş bir paşaya Romanın tezi, «emanetin ehline verilmesi»^. gönderme yapılmaktadır. Romanda batıl inançlar, çok evlilik, görücü Adaletsiz uygulamalar ilk olarak yöneticiler usulüyle evlenme gibi yazarın beğenmediği gelenekler bazen trajik, bazen de dramatik üslupla tarafından ortaya konmaktadır. Çünkü yazarın, tenkit edilir. geçmişten verdiği örnek kişi, bir emir olan Ömer Romanda yazarın düşünce dünyasını ele veren, bir Han'dır. Ömer Han, statü olarak sıradan bir kimseden iki cümlede yakalanabilen, bazı ikilemler de vardır. çok kendisine eş kimselere örnektir. Yazar böyle Meselâ, o devirde bütün dünyayı tesiri altına alan tarihî bir kişiye gönderme yaparken, aslında bey ve han pozitivizmden ve ilerlemecilik fikrinden Abdullah gibi kişilere örtülü bir tavsiyede bulunmaktadır. «Amiri Kadiri de kaçamaz. Umarxandek» söz gurubundaki Umarxan'dan sonra Yazarın tarihe bakarken iki gayesi vardır: Biri, gelen gibi manasındaki -dek eki ve ardından bol- yakın tarihteki çirkin ve toplumu çıkmaza fiilinin istek kipiyle kullanılmış olması, bir sürükleyen beyleri ve idare anlayışlarını göstermek,- mahrumiyeti, bir ihtiyacı vurgulamaktadır. Bu diğeri ise bunları olumsuzlayarak daha uzak geçmişten mahrumiyet yöneticilerin yokluğunda değil, onlarda getirdiği örnek kişiler ve bunların olması gereken «âdil» sıfatının bulunmayışıdır. Geçmişte

bilig-7/Güz '98

227

adaletli yönetimiyle meşhur olmuş Ömer Han'a Yazarın «ådil» kelimesini kullanarak, aslında o «ådil» sıfatını ön plana çıkararak yapılan gönderme, kavramın yokluğunu, biraz da alaycı bir üslupla devrin insanlarının adaletsiz yöneticilerden vurgulamaya çalıştığı hissediliyor. Çünkü Atabek ve çektiklerini ve «ådil» bir yöneticiye duydukları ihtiyacı Kutudar Mirzakerim'i, bir kişinin şikâyet etmiş olması ifade etmektedir. Ayrıca geçmişten verilen örnek neticesinde; bu şikâyet yeterli delil kabul edilmiş ve kişinin 'Ömer' oluşu daha uzak geçmişe, adaletli başka hiçbir ciddi tahkikata gerek görülmeden, yönetimi bütün dünyada -en azından İslam onların idama gitmelerine sebep olabilmiştir. Bu dünyasında- kabul görmüş Halife Ömer'e ve yine aynı kişiler, idam sehpasının altından ancak çok açık özelliği ile beşinci raşit halife olarak tarihe geçmiş deliller sayesinde kurtulabilmişlerdir. Bu delilleri de Ömer bin Abdülaziz'e kadar çağrışımları geniş bir ismi devletin resmi güçleri değil, çaresiz bir kadın ortaya tercih ettiği izlenimini doğurmaktadır. Yazar bu çıkarmıştır. Ancak bu sayede adalet kendini cümleyi Atabek dışında bir kişiye söyletir. Böylece gösterebilmiştir. sadece Atabek değil toplulukta bulunanların -ki Yazar beylerin tamamen kötü ve beceriksiz idare toplulukta cemiyetin çok değişik zümrelerine mensup anlayışını eleştirmeye yine Atabek'in diliyle devam insanlar mevcuttur- da kabul ettikleri bir eksiklik ve etmektedir: «Müsülmånqul öz gäräzi yolidä årâdä yoq ihtiyaç, tarihte «ådil» sıfatıyla tebarüz etmiş bir nizä'lärni qozgab küyävi Sarlıxånni öldirdi, günähsiz şahsiyette uzak ve yakın çağrışımlarıyla ortaya Murädxänni şähid etdi, qoy käbi yävväs Tåskänd konmaya çalışılır. håkimi Salimsåqbekni öldirib öringä Azizbekdek «ådil» sıfatı, roman boyunca (yukarıda zålimni bälgilädi vâ özini mingbåşi e'lån qilıb, aqilsiz alıntıladığımız konuşmada) bir kez kullanılmış bir gödakni (XudAyarni) xän kötarib el yälkäsigä mindi. olmasına rağmen, gelişen olaylar ve ortaya çıkan tablo Tüzük, agar Müsülmänqul bu işlärni bir yaxsi maqsadni bu sıfata sahip yöneticilere olan ihtiyacı gözler önüne közâtib qilganda, zålimlârni ortadan kötarib yurtkä daha iyi seriyor. äsäyiş bergändä unçä kin nimä deyä älir edi? Hålbuki, «ådil» sıfatını taşıyan kişilerin istenmesinin en Täskänd tarıxda misli körilmägän Azizbek käbi büyük sebebi, halkın rahatlığı değil Ruslar karşısında vähsiyni fakat şu Müsülmänqul çin insän bolsä, yaşanan durumdur, «ådil» insanlar yönetici olsa insåndan vähşiy tuğulgânini heç kim eşitkän cıqmas.» Rustan ileri gidilecektir. Roman boyunca öne çıkan (Müsülmankul kendi garazı yolunda ortada olmayan konulardan biri (hanların bu tutumları ve ittifak nizaları bahane ederek güveyisi Şarlı Hanı öldürdü, halinde olmamanın bir sonucu) Ruslardan geri günahsız Murad Han'ı şehit etti, koyun gibi yavaş olmalarıdır, «ådil» bir hükümdar, ilerleyen Rus Taşkent hakimi Selimsakbek'i öldürüp yerine Azizbek tehlikesini durduracak ve onların bölgede büyük bir gibi zalimi getirdi ve onu binbaşı etti, akılsız bir güç olmalarını sağlayacaktır. çocuğu (Hüdayar'ı) han edip sırtına bindi. Şimdi Romanda bundan başka «ådil» sıfatının Müsülmankul bu işleri iyi bir gaye ile yapmış olsa, bulunmayışı, bize Abdullah Kadiri'nin üslubunun ilgi zalimleri ortadan kaldırıp yurda asayiş getirseydi ona çekici bir yönünü verebilir: Yazar, romanın başında kim ne diyebilirdi? Halbuki, Taşkent tarihte misli tarihî bir ünlüye ve bu ünlünün, romanda işlenen devir görülmemiş, Azizbek gibi vahşiyi sadece bu için eksikliğini en çok hissettiği «ådil» sıfatına Müsülmankul hakiki insan olsa, insandan vahşi gönderme yaparak, romanın ilerleyen bölümlerinde doğduğunu işiten kimse yoktur.) (Kadiri, 1992:17) bu sıfata sahip idarecilere olan ihtiyacı bu sıfatı bir Müsülmankul için açıktan sıfat kullanmasa da, onun daha kullanmadan, çarpıcı bir şekilde vurgulamış gazabına uğramış kişilerin sıfatlarına vurgu yaparak olmaktadır. Yazar kelime olarak «ådil»i öylesine Müsülmankul'un bunların zıddı olduğu görüntüsünü gizlemiştir ki, anlatılan devirde kendisi olmayan veriyor. «ådi»in romanda da kelimesi yoktur. Yazar «ådil»i Müsülmankul, haksız yere adam öldüren, iyilere kelime olarak gizlerken, aslında anlattığı olaylarla bu düşman, zalimleri ortadan kaldıracağı yerde aksine kelimenin ve kendisinin yokluğunu vurgulamakta, onları seven, milletin başına onları bela eden bir okuyucunun kafasına bu eksikliği adeta bir nakış gibi kişidir. Burada, kötü kişilerin kötü sıfatları verilmeyip, işlemektedir. onun düşmanı olduğu kişilerin

bilig-7/Güz '98

228

müspet sıfatları verilerek, bu kişilere tezat teşkil insanlar, değişik özellikleriyle bir bir sayılarak, o eden bir kişilik ortaya konmaktadır. Bu noktada günlerden bu günlere gelişin acı hüznü verilmek dolaylı bir anlatım üslubunun kullanıldığını isteniyor gibidir. Ancak hüzün yanında okuyucunun görüyoruz. zihninde isimleri geçen tarihi kahramanlar canlı Müsülmankul, halk için, ülke için bir beladır. tutulmaya çalışılmaktadır. Tarihinde dahiler, fatihler, Bundan bir şekilde kurtulmak mümkün olur, alimler çıkarmış bu millette, sanki, hâlâ ümit ardından Müsülmankul'u aratmayacak kişiler yine ışıklarının olduğu vurgulanmaya çalışılmakdır. sahnededir. Şimdiye kadar Özbeklerin kanı boş yere Abdullah Kadiri tarihî şahsiyetlere bakarken, akarken bu defa da Kıpçak kanı akacaktır. Çünkü, onların müsbet sıfatlarını ön plana çıkarıyor. Onların sadece ve sadece kendi makam ve mevkisini düşünen herbiri âdil, dâhi, fâtih, âlimdir. Romanın geçtiği beylerin marifetiyle millet birbirine düşmüştür.. devirdeki yöneticiler ise, zâlim, hâlis olmayan, boş «Birinçi gäldä yäşirin rävişdä Tâşkänd, Ändicån, yere kan döken, halkı düşünmeyen, aksine halkı ezen Märğtlån ve özgä şähärlärning işånçlik ulemå ve kişilerdir. "Farabi, Uluğbey ve Ali (îbni) Sina gibi beklärigä Miisiilmanqul istibdådidän qutilisdä kömäk kişilerin müteradifi ise yok. Çünkü o ruhtan, o kişileri beriş üçün müråcaatnåmälär yollänildi» (İlk olarak ortaya çıkaran ortamdan artık eser yoktur. Bundaki Taşkent, Andican, Mergilan ve başka şehirlerin suç ise yine idarecilerindir; çünkü onlar cehalete karşı inançlı ulema ve beylerine Müsülmankul istibdadından değil, halka karşı savaşmaktadırlar.. kurtuluş için destek istenmek üzere müracaatnameler Atabek'in hikâyesi ile Kıpçak/Özbek çatışmasının gönderildi.) (Kadiri, 1992: 217) Burada da paralelliği, Hacı Yusufbek'in mektubunda geçen şu Müsülmankul'un müstebit yönü ön plana çıkarılmış. cümlelerle başlar: «Sen bilän menim köngillärimizdägi Artık bir idareci için kullanılması mümkün olan yärätğuçığağına mä'lum bolib, ämmå Färgånadä meni hemen hemen bütün kötü sıfatlar dolaylı veya Âzizbäkning şerikidir deb oyläşläri vä seni bir doğrudan kullanılmış oluyor. fitnäçining oğli, deb tänişläri ihtimåldän yiraq «Temür Körägån käbi dåhiylärning, Mirza Båbür ämäsdir, şu cihätlärni mülâhäzä qilib åyåğ bâs! bu käbi fåtihlärning, Fåräbiy, Uluğbek vä Ali Sina käbi tinçsizlik vaqtida sen bilän menim håyâtimizning älimlåming ösib-ungän vä näş'ü nämå qılğanläri bir tählikä åstida bolğanlığını unutmä!» (Senin ve benim ölkâni hälâkât cuqurtga qarab südräğuçi älbättä kalplerimizden geçenin tanrı tarafından bilindiği tängrining qahnga säzåvårdir, oğlim! Günâhsiz malumdur. Amma Fergana'da benim için Azizbek'in beçårälärni boğızlâb, bâlälärini yätim, xånälärini yoldaşıdır diye düşünmeleri ve seni bir fitnecinin oğlu vâyrån qılğuçi zålimlâr- qurtlar vä quşlär, yerdän ösib diye tanımaları ihtimalden uzak değildir, bu yönleri çtqğan giyâhlär qarğışığa nişånädir, oğlim/..» (Timur mülahaza edip dikkatli ol. Bu güvensiz ortamda senle gibi dahilerin, Babür gibi fatihlerin, Farabi, Uluğ Bey benim hayatımızın tehlike altında olduğunu unutma!) ve Ibni Sina gibi alimlerin geliştirdiği ve neşv ü neva (Kadiri, 1992: 31) Atabek, Mergilan hakimi buldurdukları ülkeyi felaket çukuruna getirip Azizbek'in müşaviri Hacı Yusufbek'in oğlu olması bırakanlar elbette tanrının gazabına uğrayacaklardır hasebiyle, doğrudan doğruya bu çatışmanın içindedir. oğlum. Günahsız biçareleri boğazlayıp, çocuklarını Aslında babası da Atabek de Azizbek'e ve halka yetim, hanelerini viran kılan zalimler, kurtlar kuşlar, zulmeden idaresine karşıdır. Ancak Hacı Yusufbek, bu ve yerden çıkan nimetler karşısında nişanedir oğlum.) karşı olma halini doğrudan doğruya ortaya koymaz. (Kadiri, 1992:.238) Çünkü bu haliyle daha çok işe yaradığını Kıpçak/Özbek çatışmasının romanda son kez düşünmektedir. Zira, zaman zaman Azizbek'in geçtiği metin halkası, bu konuşmanın yapıldığı kararlarında onun müsbet tesiri olabilmektedir. Yerine bölümdür. Acı bir finalle ve dokunaklı, ümitsiz bir gelecek olan kişi de Hacı Yusufbek'den daha müsbet konuşmayla biter bu bölüm. Bütün gayretine rağmen olmayacaktır. Bu sebeple Hacı Yusufbek, Azizbek'in engel olabileceği bir vahşetin önüne geçememenin müşavirliğini yapmaya devam etmektedir. Hacı verdiği hüzünle, belki de öfkeyle Hacı Yusufbek Yusufbek'in müşavirliği, şehirler beddualar okuyarak konuşmasını noktalar. Türkistan tarihini altın harflerle yazmış

bilig-7/Güz '98

229

arası ticaret yapan oğlu Atabek için artık tehlike okuyucudan gizlenir. Daha yeni tanıştığı bir insanla arzetmektedir. Çünkü Azizbek, Kokan'a baş ne alıp veremediği vardır? Okuyucu bu soruları haklı kaldırmıştır. Bu vahim hadisenin başrollerinde de olarak sorar. Fakat romanın başından beri parçalar Azizbek'ten sonra Hacı Yusufbek görünmektedir. halinde verilen kareleri birleştirdiğinde bir şeyleri Hacı Yusufbek'in sözünü ettiği tehlike, Atabek'in, anlamaya başlar. Zira, Hamit toplantının birinde Hamit'in üçüncü eş olarak düşündüğü Kümüşbibi'yi Kümüşbibi'nin ismi geçtiği an belli belirsiz bir tepki aldığında kendini gösterir. Hacı Yusufbek'in gösterir. Bir başka kare ise, Kutudar Mirzakerim'in mektubunda dile getirdiği gibi, Atabek'in bu özelliği, evini gözetlediği sırada flû bir anlatımla okuyucuya onu ipe götürmeye yetecek bir sebeptir. Hamit, sunulur. Yazar Hamit'in gayesini açık olarak dile Atabek'in bu özelliğini bildiği için, onun söylediği getirmez; fakat Kıpçak/Özbek çatışmasının içine sözleri çarpıtıp, söylemediği başka sözler de ekleyerek böylece Atabek'i yerleştirir. şikâyet eder. Romanın birkaç kişiyi ilgilendiren bir aşk Hamit, Atabek'i şikâyet etmeye gittiğinde, hikayesiyle, toplumun bütününe şamil bir konu olan konuşmasına bir tür 'yaltaklanma' denilebilecek bir Kıpçak/Özbek çatışmasının en yoğun işlendiği yöntemle, Müsülmankul'a bahadır ve adaletli bölüm, birinci bölümün altıncı alt bölümüdür. Bu sıfatlarını sayarak başlar. Halbuki, okuyucu, bölümün başlığı ilginçtir: «TÂŞKÂND ÜSTİDÂ Müsülmankul'un nasıl bir kişi olduğunu Atabek'in QANLIQ BULUTLAR» (TAŞKENT ÜSTÜNDE diliyle ve konuşmayı dinleyenlerin tasdikiyle KANLI BULUTLAR) öğrenmiştir. Hamit'in tıyneti ise gerek Atabek'le ilk «Qdnliq Bulutlar» sıfat tamlaması, Abdullah karşılaştıkları günkü konuşmalarda, gerekse Kadiri'ye has çok çarpıcı bir kullanımdır. Belki Rahmet'in davetinde okuyucuya tanıtılmıştır. En son Özbek edebiyatında sadece onda görülen bir Kutudar Mirzakerim'in evindeki toplantıda Hamit'in tamlamadır. Burada kanla nitelenen bulut kelimesi, yokluğu belirtilmiş, evi gizlice gözetlediği de evin insanı, arkasından kötü yağmurlar getiren istenmedik hizmetçisinin «qârâ Hâmidgâ oxsatdim» (kara Hamit'e tabii manzaralara götürür. Ayrıca «qdnliq» (kanlı) benzettim) sözleriyle hissettirilmiştir. Hamit'in bu sıfatı, korku, endişe, tedirgin ortam, ölüm ve göz şekilde hareket edebileceğine okuyucu böylece yaşını çağrıştırır. Kavramsal çağrışımları açısından hazırlanmıştır. O günlerde kamuoyu zaten Taşkent'te sanki bir çelişki olduğu düşünülse de bulutun yağmur başlayan ayaklanma sebebiyle rahatsızdır. Bu işin vesilesiyle bereket veya felaket getirebileceği müsebbipleri de Hacı Yusufbek ve Azizbek'tir. insanlığın ilk devirlerinden beri bilinmektedir. Ancak Hamit, Hacı Yusufbek'in mektupta dile Bundan dolayı yazar burada buluth. kanlı kelimesini getirdiği korkusunu gerçeğe dönüştürmüş ve birlikte kullandığına göre felaket imajını kullanıyor Atabek'i, Mergilan'a ayaklanmayı genişletmeye demektir. Böylece kanlı bulut tamlaması, Taşkent'i çok çalıştığı iddiasıyla şikâyet etmiştir: Hamit'in burada büyük mücadelelerin, ölümlerin ve akacak kanların silah olarak kullandığı sıfat «buzuq» (bozguncu) beklediğine okuyucuyu hazırlamış olmaktadır. kelimesidir. Ölüm sahnelerinde zaman zaman maktulün Yazar aslında romanın başından beri çizdiği tiple kanının yerlerde biriktiği görülür. Bu birikinti asıl «buzuq»un Hamit olduğunu göstermiştir. Hamit'in bulutun bıraktığı yağmurun birikintisine benzer. gerçek olmayan suç isnadıyla Atabek'i şikâyet Abdullah Kadiri burada buluttan su yerine adeta kan etmesi, sanki okuyucuda "Asıl bozguncu kendisil" akacağını ifade ederek iki kardeş topluluğun ortaya intibaını uyandırmaktadır. koyduğu vahşeti gözler önüne seriyor. Bu tavır, Abdullah Kadiri'ye has değişik bir tarz Ayrıca yağmur sonrası şehrin sokaklarında oluşan olarak dikkat çekicidir. Kişinin kendine ait bir sıfatı küçük su birikintilerinin yerine, savaş sonrası şehirde başkasına isnatla, bir tür dolaylı ikrarla verilmektedir. oluşabilecek kan gölcükleri de, sanki gökten kan Burada da dolaylı bir anlatım söz konusudur. yağmış izlenimi verilmektedir. Veya yazar okuyucu Hamit'in, Atabek'in sözlerini çarpıtarak ve yalan zihninde bunu oluşturmaya çalışmaktadır. yanlış şeyler ekleyerek şikâyet etmesindeki gaye nedir? Bu sorunun cevabı uzun süre

bilig-7/Güz '98

230

Atabek'in hikayesiyle Kıpçak/Özbek vardır. Bu husus için bir başka delilimiz de romanda çatışmasının paralelliği bu başlıkla adeta sıfat olarak kullanılan renklerdir. Romanda üslup perçinlenmiştir. Çünkü Atabek'in yaşaması veya açısından bakıldığında dikkat edilmesi gereken idam edilmesi bu savaşın neticesiyle doğrudan renkler sadece "âq" ve "qârâ" renkleridir. Romanda alâkalıdır. Hacı Yusufbek, oğlunun kurtuluşunu diğer birkaç renk (kızıl, sarı, gök) göze çarpsa da çok sağlayacak şeyin Azizbek'e isyan edip Kokan az kullanıldıkları dikkati çeker. Siyah ve beyazın ordusuyla birleşmesi olduğunu bilmemektedir. Bu romandaki bu kullanılışına klâsik şiirin unsurlarını nokta da yazarın hadiseleri belli bir gerginlik içinde incelerken tekrar döneceğiz. vermek için kullandığı kendine has üslubudur. Romandaki bu ikilik, başka tür tiplere, Romanın bir bölümüne başlık teşkil eden bu kelime karakterlere yer vermeyen tavır, bize ilk gurubu, Hacı Yusufbek'in mektubunda da şu şekilde romanlarımızdan olan, Namık Kemal'in "întibah" geçmektedir: «Xar hâldâ Tâşkând üstigâ yâna qanliq romanını hatırlattı. Namık Kemal'in bu romanındaki bulutlar çıqdi.» (Herhalde Taşkent üstüne yine kanlı kahramanlar da Abdullah Kadiri'nin Ötken bulutlar çıktı.) (Kadiri, 1992: 32) Tabii, Hacı Künler'indeki kahramanlar gibi iyiler alabildiğine iyi, Yusufbek bu cümleyi sebepleri sıraladıktan sonra kötüler de alabildiğine kötüdür. söylemektedir. Ne olursa olsun Hacı Yusufbek'in Bir konuşmasının sonunda Hacı Yusufbek bu sözü özellikle yine kelimesinin başlıktan sözlerini "şâytânlâr" diye bitirir. Yani Kıpçak'la farklı olarak iç cümlede kullanılması Taşkent'in bu Özbek'i iblisâne bir şekilde birbirine düşürenler «qanliq» sahneleri daha önceden de yaşadığını şeytandır. hissettiriyor. Başlıktaki kullanım ise yazarın bağlamsız Atabek'le Kümüşbibi'yi ayırmaya çalışan Hamit olarak hadiselerden bazı ipuçları vererek gerilimi de 'şâytân bâlâsi' (şeytan çocuğu)dır. yükseltme çabasıdır. Hacı Yusufbek, konuşmasının bir yerinde Romanın ikinci bölümünde, tamamen günahsız Kıpçakları katledenleri, şeytanlar diye Atabek'in şahsi macerası anlatılır. Atabek Hamit ve nitelendirmekteydi. Böylece romanın kötüleri de ortak iki suç ortağını öldürüp Taşkent'e döner ve romanın sıfatlarla vasfedilmiş olmaktadırlar. ikinci kısmı biter. Üçüncü kısımda ise tekrar Romanın başlarında, Kokan'a isyan eden ve savaş Kıpçak/Özbek çatışmasına dönülür. Bu kez de milletin bittikten sonra halktan 'ottuz ikki tângâ' vergi isteyen başına bela olan Müsülmankul'dan kurtuluşun Azizbek için kullanılan tonğuz nitelemesi de, bir hikâyesi anlatılır. Müsülmankul'un hallinden sonra, başka yerde Hamit için kullanılır. Beraberinde Taşkent'e, Mergilari Kuşbegi Otebbay'ın atanması, vicdânsiz, badbaxt, kâfir ve it sıfatlarının kullanılması; Özbek-Kıpçak çatışmasında rolleri değiştirir. Bu yok yere adam öldüren, halkı kendi siyasi emelleri konunun işlendiği üçüncü kısmın ikinci bölümünün uğruna kırdıran, halktan ins afsızca, ağır vergiler başlığı "QARANGI KÜNLÂR" (karanlık günler)dir. isteyen Azizbek'i veya Müsülmankul'u kanlı buluttan sonra Taşkent'te bu defa da karanlık çağrıştırmaktadır. Yani Hamit'in vicdânsiz, badbaxt, günler vardır. Bu noktaya kadar zulüm görenin (en kâfir sıfatlarıyla yöneticiler için yukarıda sayılan azından pasif olan tarafın) Özbekler olduğu özellikler, ikisi arasında bir denkliğin sağlandığını gözlenirken Ötebbay'dan (Ötebbay Kıpçak olmasına göstermektedir: rağmen bu kıyımın önüne geçemez.) sonra Atabek'in tüccarlığı vesilesiyle Rus bölgelerine Taşkent'teki Kıpçaklara yapılan Özbek zulmü işlenir. giderek, oraları gördüğü ve kendi vatanının geri Yazarın romanı Atabek-Kümüşbibi aşkıyla kalmışlığına hayıflandığını şu satırlarda görürüz: birlikte Kıpçak/Özbek çatışması üzerine kurduğuna «Bizning idârâmiz bu küngi târtibsizligi bilân dair mühim ipuçlarından biri de, kullandığı bazı ortak ketâbersâ hâlimizning nimâ bolişiğâ aqlim yâtmây sıfatlardır, İki hadise öylesine içiçedir ki, hadiselerde qâldi. Şâmâydâ ekânmân qanatim bolsâ, vâtânimgâ kötülüklerin oluşmasına sebep olan kişiler veya uçsâm, töppâ-toğri xân ordâsigâ tüşsâm-dâ, orisning hareketleri aynı sıfatla nitelenmektedir. Romanda hükümât qânunlârini birmâ-birârz qılsâm, xân hâm kötülüklere sebep olan kişiler ortak sıfatlarla ârzimni tinglâsâ-dâ, bârçâ elgâ yârlığ yâzib orisning idârâ vasıflandırılırlar. Roman boyunca aklar ve karalar, târtibini dâstürülâmâl etişkâ buyursâ, men hâm birây yani iyiler ve kötüler içidâ öz elimni orisniki bilân bir qatârdâ

bilig-7/Güz '98

231

körsâm... Âmmâ öz elimgâ qaytib kördimki, Şâmâydâ gelebilecek örneklerdir. O zamanki İslam dünyasının oylağanlârim, âşıqqanlârim şirin bir xayal emiş.» her yerinde aydınlar benzer haleti ruhiyeler içindedir. (Bizim idaremiz bu günkü tertipsizliğiyle giderse Atabek'in sözlerinden anladığımız kadarıyla Abdullah hâlimizin ne olacağını aklım kesmiyor. Ben kuzeyde Kadiri de bu ortak geri kalmışlık psikolojisini iken kanadım olsa, vatanıma uçsam, dosdoğru Han yaşamaktadır. Bunun için onun işlediği konu "öz ârâ sarayına konsam da, Rusların idare şeklini bir bir nizâ'lar"dir: «-Bizning idârâmiz bu küngi târtibsizligi anlatsam, han da bu anlattıklarımı dinlese, ferman bilân ketâbersâ hâlimizning nimâ bolişiğâ aqlim çıkarıp bütün vatana Rusların idare şeklinin kabul yâtmây qaldi.» Bu cümledeki 'bu küngi edildiğini duyursa, ben de bir ay içinde kendi târtibsizlig'sıfat tamlaması, Ruslar karşısındaki, geri vatanımı Ruslarınki ile aynı ayarda görsem... kalmışlıklık psikozunun farklı bir yansımasıdır. Maalesef kendi vatanıma dönüp gördüm ki, Kuzeyde Rusların bu şekilde mükemmel vasıflarla düşündüklerim tatlı bir hayal imiş.) (Kadiri, 1992:16) zikredilmesi, tarihe gidişi daha anlamlı kılmaktadır. «Mânimçâ, orusning bizdân yuqaridâhğı uning Çünkü tarihte Ruslardan daha üstün devirlerin varlığı ittifaqidan bolsâ kerâk, dedi Atabek, -âmmâ bizning söz konusudur. Yazar böylece istenildiği ve uğraşıldığı kündâb-küngâ ârqağa ketişimizgâ öz ârâ nizâ'lârimiz takdirde Ruslardan daha ileri olunabileceğini söyletir sâbâb bolmaqda, deb oylâymân, bâşqa xıl âytkândâ Ziya Atabek'e. âmâkimning fikrlâri qısman toğri. Mâsâlân Arkasından gelen «kanatlarım olsa vatanıma Müsülmânqulnı kim xâlis âdâm, deh oylâydir? -uning gitsem, hana Ruslarda gördüklerimi anlatsam, han da yurt üçün qân tökiştân bâşqa nimâgâ fâydâsi tegdi? (...) beni vazifelendirse, bir ayda Rusların nizamnamesini Mâdâmiki öz gârâzi yolidâ istibdad arqali el üstigâ ülkemde uygular hale getirsem» gibi cümlelerde, çok hükmrân bolgüçilâr yoqâtilmâsekânlâr, bizga nâcat hissî ve Ruslara hayranlıkla bakan Atabek'i, Abdullah yoqdir, rnâgâr şundây gârâzçilârni ular kim bolsâlâr Kadiri'nin romanda sözünü emanet ettiği bir karakter hâm iş bâşidân quvlâş vâ ular öringâ yaxşi vâ xâlis olarak görmekteyiz. Ruslara bu kadar hayranlıkla âdâmlârni otquzis nâcâtimizning yâgânâ yolidir.» bakılması, ileride Rusların ülkeye müdahelelerini (Bence, Rusların bizden ileri oluşu onların ittifakından belki daha da kolay hâle getirmiştir. Çünkü bir olsa gerek, dedi Atabek, amma bizim günden güne milletin aydını başka bir milletten nizamname geriye gidişimize kendi aramızdaki çatışmalar sebep getirmeyi düşünebilecek kadar ümitsiz ve çaresiz olmakta, diye düşünüyorum, başka sebep söylemek duruma düşmüştür. Abdullah Kadiri'nin bu gerekirse Ziya amcamın fikirleri kısmen doğru. düşüncesini sanki Ruslar da biliyormuşcasına bir Meselâ Müsülmankul için kim iyi adam diye süre sonra gelmiş ve bölgede kendi idârâ târtiblerini düşünebilir? Onun yurt için kan dökmekten başka neye uygulamışlardır. faydası dokundu? ... Madem ki kendi çıkarları için Yazar romanın muhtelif yerlerinde dağınık olarak istibdada dayalı bir idare şekli tercih ediyorlar, bu işlediği asıl meseleyi bir 'axund'un {âlim) sözlerinde müstebitler yok edilmeden bize kurtuluş yoktur, toparlar ve Hz. Peygamberin bir hadisiyle meselelerin ancak bu halkı düşünmeyen kişiler alaşağı edildikten çözüm yolunu gösterir: «Ey hâci, dedi, hâmmâ fâsâd ve onların yerine iyi ve hâlis adamları getirmek ululâmirda, âgâr ululâmir dürüst âdâm bolsâ, üç- kurtuluşumuzun yegâne yoludur.) (Kadiri, 1992:17- törttâ müttâhâmning yâmânlığı heç qaerga bârmâs vâ 18) bunçâ günahsiz beçârâning qâni örinsiz tökilmâs âdi. Birinci konuşmadaki cümleler, bize Tanzimat Cânâbü pâyğambâri xudâ hadisi şâriflâridâ sonrası batıya gidip büyülenen aydınların haleti âytâdirlârkim, "Bismillahırrâhmânir-râhim qâlâ ân- ruhiyesini hatırlatır: nâbiyü âlâyhissâlâm: İzâ vâsâdâ âl-âmrü ilâ gayri Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm âhlihi fântâzir âs-sââtâ, yâ'ni ul sârvâri kâinat Dolaştım mülk-i islamı hep viraneler gördüm mârhâmât qıldürlârkim, âgâr bir qavmning işi nââhl (Ziya Paşa) âdâmğa tapşirilğan bolsâ, bâs, oşâl qavmning Ayrıca Namık Kemal'in "Terakki" makalesi ve qiyamatini yaqvn bil, yâ'ni hâlâkâtigâ müntâzir bol". Gaspıralı İsmail'in Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Bâs, bizning kârlârimiz hâm köb fürsâtlârdân beri nââhl Muvâzene isimli eserleri de bu konuda akla

bilig-7/Güz '98

232

âdâmlârning qoliga qalib vâ har zaman ul olmasa romanın sonundaki tirajikliğin yakalanması nâbâkârlâr bizlârning bâşimizğa ânvâ'i külfâtlârni mümkün olmayacaktı. Bu tirajik durum, okuyucunun sâlâdirlâr. İlahi kâri bâdlâri öz bâşlâri birlân dâf eleştirilen geleneğe karşı yazarın istediği doğrultuda bolğan.» (Ey Hacı, dedi bütün fesat ululemirde, eğer menfi bir tavır almasını sağlayacaktır. ululemir dürüst adam olsa, üç dört tane fitnecinin Yazar devrin batıl inançlarından biri olan kötülüğü hiçbir yere varmaz ve bunca günahsız büyücülükle alay eder. Atabek'in Kümüşbibi'yle biçârenin kanı boş yere dökülmez idi. Cenabı büyüden filan değil, güzelliği yüzünden aşık olduğu Peygamberi Hüdâ, hadisi şeriflerinde buyururlar ki "..." yani o serveri kâinat merhamet buyurdular ki, ve evlendiği okuyucunun malumudur. Bu durum, eğer bir kavmin işi ehil olmayan bir kişiye verilmişse, Özbek Hanım'ı, bunları bilen okuyucunun gözünde, tamam, o kavmin kıyametini yakın bil, yani yok büyü bozduracak büyücüler araması sebebiyle komik oluşunu bekle.) duruma düşürmektedir. Yazar bu üslupla toplumda Yazarın bir âlime söylettirdiği bu sözler, bir var olan batıl inançlarla da alay edip bu inançları kehanet gibi hakikat olacaktır. Bölgeyi yetmiş yıl baskı eleştirmektedir. altına alacak olan Ruslar, bu romanın yayımlanmasından çok kısa bir süre sonra gelmişler Zaman ve bölgeyi işgal etmişlerdir. Yazarın bu olacakları bir hadise dayanarak söylemesi, onun düşünce ve inanç Roman, hanlık devrinde geçmektedir. Romanın dünyasını vermesi bakımından ilginçtir. Abdullah kahramanı Atabek ve onun sevgilisi Kümüşbibi'nin Kadiri, roman içerisinde meseleleri ortaya koyarken aşkını ihtiva etmektedir. Bu aşk hikâyesi yanında yer yer marksist/komünist söyleme yaklaşsa da, devrin kanayan yarası boy savaşları da işlenmiştir. yukarıda görüldüğü gibi, meseleleri bir alimin sözleriyle toparlaması ve çözüm yolunu Hz. Atabek ve Kümüşbibi birbirlerini sever ve evlenirler. Peygamberin sözlerinde araması, onun komünizmle Ancak bu evliliği çekemeyen bir kötü kişi onların sadece meselelerin teşhis noktasında beraber ayrılması için elinden gelen her hileye başvurur. olduğunu, çözümde ise kendi geleneğine ve Yazar, maziye bakıp dersler ve ibretler inançlarına dayandığını göstermektedir. çıkarmanın hayırlı olacağını söyleyerek romanın Yazar, roman boyunca eleştiri oklarını asıl konusunu tarihin yakın döneminden, en kirli ve kara yönelttiği nokta kötü idareciler olsa da halk arasında günlerinden olan 'hanlık devri'ndea aldığını söyler. yaşayan ve her biri toplumsal bir yara olan bazı âdet ve gelenekler de zaman zaman bu eleştiri oklarından Üslûba Tesir Eden Klâsik Şiir Unsurları nasibini almıştır: Yazarın ata ana arzusu diye isimlendirdiği bir Abdullah Kadiri, Ötken Künler'de klâsik şiir gelenek vardır. Bu gelenek, toplumda bir birini seven unsurlarından önemli ölçüde faydalanır. Klâsik şiirin gençlerin mutluluklarının önündeki en büyük romanda tebarüz eden en çarpıcı özelliklerinin başında, engeldir. Yazar, bu âdetin kötülüğünü okuyucunun kadın güzelliği gelmektedir. Yazar çağdaş bir Leylâ veya kafasına nakşetmek istercesine, romanın Şirin profili çizdiğini romanın başındaki kısa kahramanlarını, bu âdeti sebep kılarak öldürür. Toplumun başındaki bu derdi, romanın ilk açıklamada kendisi söylemektedir. Kümüşbibi'nin bir bölümlerinde bir kişiye söyletir ve Atabek'in kadın olarak romanın içindeki konuşmaları, tasdikinden geçirerek, bu tür evliliğin yanlışlığına hareketleri, o günkü Özbek hayatını yansıtırken tasvir parmak basar. edilen güzelliği, klâsik şiirdeki güzellik anlayışlarıdır. Yazar, âdet ve geleneklerin gücünü ve kolay «Uning qâra zülfi ... quyuq cinggilâ kiprâk âstidağı kolay yıkılamayacaklarını bildiği için hanların ve timqara közlâri... qâpqârâ kaman, ötib ketkân nâfis, qıyığ beylerin önünde mağlup olmayan kahramanını âdet qaslari ... tolgan âydek ğubârsiz âq yüzi... âq nâzik ve gelenekler karşısında mağlup eder. Bu mağlubiyet qollari bilân lâtif burnining ong tâmânidâ ... qârâ belki de yapılan eleştirilerin yerine oturabilmesi için ocâlini... uning yüzini tozğıgan sâç tâlâlâri örâb gerekliydi. Zira Atabek mağlup

bilig-7/Güz '98

233

âlib cansuz bir sürdtkâ bir kirgizdi. Bu qız sürâtidâ olmakla birlikte yazarın üzerinde durduğu veya köringân malak ...» (Onun kara saçı ... koyu kıvırcık ısrarla vurgu yaptığı sıfatlarıma çok az kullanıldığını kirpik altındaki kapkara gözleri... kapkara keman, müşahede ettik. İncelememizde iki çarpıcı örnekle geçip giden nefis ince kaşları... dolunay gibi pürüzsüz vermeye çabaladığımız bu durum, yazarın dolaylı bir ak yüzü ... ak nâzik kollarıyla burnunun sağ tarafında anlatımı tercih ettiğini gösteriyor. Ayrıca 'zulüm' ve ... kara benini ... onun dağılmış ka'külleri yüzünü 'zalim' kelimelerine, romanda çok az rastlanmasına kapatıp can yakıcı bir surete büründürdü. Bu kız rağmen, bu kavramların okuyucunun zihnine adeta suretinde görünen melek...) (Kadiri, 1992: 25) nakşedildiği görülmektedir. Yukarıdaki alıntıda güzellik unsurlarının hepsi Kadiri'nin romanda kullandığı dilin sadeliği de klâsik şiirdeki güzellik unsurlarıdır. Atabek romanın dikkate şayandır. Bunun yanında romanın bir yerinde Fuzûlî Dîvân'ı okumaktadır. Yine aynı cümlelerine yansıyan, resmî makamlara yazılmış cümlelerde ay yüzlü bir kızın kara saç, kaş, göz, hal mektuplardaki Arapça ve Farsça ağdalı ifadelerin (ben) gibi siyah uzuvlara sahip olması klâsik şiirin bir çokluğu hayli ilgi çekicidir. Yazarın romanda özelliğidir. Divanlarda, siyah saçın beyaz yüzü kullandığı dil ile mektuplardaki ağdalı ifade tarzı, örtmesini ve sevgilinin yukarıda geçen diğer güzellik yazarın dili ile kendinden önceki yazı dili için bize bir unsurlarını konu eden yüzlerce mısra bulmak kıyas imkânı da vermektedir. Mektup metinleri dışarda mümkündür. tutulduğunda, onun Türkçesinin sadeliği kendini daha «Uning yüzini öpib tüskdn suv tâmçilâri artq açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Romanda hârâkâtkâ kelib cayqaldi, göyâki suv içidâ birfitnâ yüz Türkçe'nin müşterek sıfatları daha fazladır. Bu durum bergân adi.» (Onun yüzünü öpüp düşen su da, onun Türkiye'deki 'Millî Edebiyat' akımından ve damlalarının tesiriyle dere harekete geçip dalgalandı, Gaspıralı İsmail Bey'in 'dilde birlik' prensibinden sanki su içinde bir fitne ortaya çıktı.) (Kadiri, 1992: etkilendiğinin bir işaretidir. Bunların dışında, yazarın 26) 'Milli Edebiyat' akımından etkilendiğini, romanda Sevgilinin ay gibi yüzü göründüğü yerde fitneye çok deyim ve atasözü kullanmasından ve yansıma sebep olmaktadır (Pala, 1992: 56). Eski astronomi kelimelere yer vermesinden de anlıyoruz.. anlayışına göre devr-i kamerde kıyamet kopacaktır. Yazarın bilhassa zaman mefhumu konusunda Bu inanıştan hareketle Ay'ın görünmesi kıyametin, mütereddit bir tavır takınması devrin karmaşık yani büyük kargaşanın (fitne) habercisidir. ortamıyla izah edilebilir. Şanlı bir uzak geçmiş, Sevgilinin ay yüzü ortaya çıkınca da ortalığa fitne keşmekeş içinde geçen hanlık devri ve belirsiz bir hakim olmaktadır... Klâsik şiirin bir mazmunu, bu gelecek karşısında bulunan yazar, belirsiz bir zaman şekilde yazar tarafından romanda kullanılmıştır. anlayışına sahiptir. Bu belirsiz zaman kavramı Romanı okuyanlar, Kadiri'nin klâsik şiir özelliklerini kendini en çok belirsizlik sıfatlarıyla kurulan daha başka yerlerde kullandığını da göreceklerdir. tamlamalarda hissettirmektedir. Abdullah Kadiri romanda bazı olumsuz Sonuç gelenekleri de açık bir şekilde tenkid ederken, gelecekte daha müreffeh bir toplumunun Abdullah Kadiri, Özbek romancılığının kurucusu kurulabilmesi için bazı geleneklerden olarak kabul edilmektedir. Bu yönü bile onun kendine uzaklaşılmasına ihtiyaç duyulduğunu roman boyunca has bir üsluba sahip olduğunu göstermektedir. Üslup, değişik şekillerde ifade eder. yazarın hissettirmek istediği ruh hallerini, anlatmak Romanda, yeni fikir akımları karşısında istediği konuları, kendi bakış açısından aktardığı direnmeye çalışan bir Abdullah Kadiri karşımıza hadiseleri, kötülükleri, açık ve kapalı olarak teklif çıkmaktadır. Özellikle devrin yükselen değeri olan ve ettiği doğruları ifade etmek için kullandığı bir bölgeyi birinci dereceden etkisi altına alan vasıtadır. 'komünizm' düşünce planında olmasa da, en azından Abdullah Kadiri'nin kelime hazinesi, toplumdaki söylem planında yazarın üslubunda az çok kendini olumsuzlukların getirdiği tehdit ortamını ifade eden hissettirmektedir. Yazarın, 'komünizm'in yaptığı bazı sıfat-fiiller açısından zengin tenkitlerde birleştiği görülmekteyse

bilig-7/Güz '98

234

de, gösterdiği çözüm yollan ile 'komünizmden çok farklı Edebiyatta yeni ve yabancı bir tür denenirken, düşündüğü anlaşılmaktadır. 'Komünizm'in ezen ve yazarın başvuracağı veya faydalanacağı kaynak, ezilen (hanlar ve halk) söylemlerinin roman boyunca şüphesiz kendine en yakın ve işlenmiş bir edebiyat ve o çarpıcı bir şekilde işlendiği görülürken, yazarın, çareyi edebiyatın malzemesi olacaktır. Abdullah Kadiri'nin hanlık devri öncesi tarihte aradığı sonucuna ulaşmak de yaptığı Namık Kemal'in yaptığıyla aynıdır. Tür mümkündür. Romanda yazarın klâsik şiirin bazı olarak çok farklı olsa da yazara bazı konuları unsurlarından faydalandığı görülmüştür. işleyişinde birinci dereceden ilham kaynağı Çağatay şiiri olmuştur. ■

KAYNAKLAR

Aktaş, Şerif, (1993), Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Kaplan, Mehmet, (1987), Türk Edebiyatı Üzerine Akçağ Yayınları, Ankara. Araştırmalar, C. II, Dergâh Yayınları, İstanbul. Hayit, Baymirza, (1978), Türkistan'da Öldürülen Tür k Pala, İskender, (1992), Ansiklopedik Divan Şiiri Şairleri, İstanbul. Hayit, Baymirza, (1981), "Çağdaş Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara. Özbek Edebiyatının Wales, Katie, (1989), A Dictionary Of Stylistics, London Zirvede İki Şairi: Kadiri ve Çolpan", Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 15.

THE STYLISTIC, STRUCTURAL AND THEMATIC FEATURES IN ABDULLAH KADIRI'S NOVEL OTKEN KÜNLER

Mustafa BALCI Research Assistant, Kırıkkale University

ABSTRACT In this article, the stylistic, structural and thematic discovered that the writer had a dynamic style and that elements were studied in the novel "Ötken Künler" of the turbulent years and the region were the Abdullah Kadiri, who is regarded as the founder of determinants of this style and that Russians dictated Modern Uzbek Novel. The findings of modern themselves as the super power in the area. It was stylistics were applied to the novel written in Uzbek another fact that the writer did his researches in the and the style of the writer, the factors contributing to directions of the unity in language and linguistic it were pointed out drawing on the adjectives of the Turkism, and that literary and ideological trends in novel in its deep structure. In the light of adjectives turkey had influenced the region to a great extent. used, it was

Key Words:

Abdullah Kadiri, Passed Days, Structure, Theme, Style

bilig-7/Güz '98

235

FUZULI'NIN "HADIKATU'S-SUEDA" ESERİNİN İLMÎ-TENKÎDÎ METİNLERİ ÜZERİNE

Dr. Ataemi MİRZAYEV

ÖZET

Hadikatü's-süeda, FuzûlTnin defalarca istinsah edilerek hemen hemen bütün kültür merkezlerine yayılmış en meşhur eserlerinden biridir. Dünya kütüphanelerinin bir çoğunda bulunan eserin en eski elyazması Konya'da bulunmaktadır. 1845 yılında Kahire'de, 1855'ten itibaren ise İstanbul'da 7 defa basılan eserin ilmî-tenlâdî metni, karşılaştırma zamanı farklılıkların ortaya çıkması dolayısıyla, şimdiye kadar mükemmel bir şekilde ortaya konulamamıştır. Bu makalede Şeyma Güngör'ün 1987 yılında neşrettiği Fuzuli'ye ait Hadikatü's-süeda baskısının ilmî-tenkîdi metni üzerindeki dikkatler dile getirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Fuzûlî, Hadîka, Metin, Tenkid, Neşir, Nüsha, Fark

______

bilig-7/Güz '98

236

Fuzûlî'nin Hadikatü's-süeda eseri, yazıldığı eserini karşılaştırınca şöyle bir fikir ortaya çıkıyor: devirden şu ana kadar dünyaca yaygınlaşarak Hadikatü's-süeda'nın Fuzûlî tarafından yazılan yazarına büyük ün kazandırmıştır. Kitabın yüzü kaç nüshası daha belirlenmediği için ilmî-tenkîdî defa katiplerce çoğaltılmış ve türlü memleketlerde metinlerinin hazırlanmasında hangi farklı kelime ve yayılmıştır. ifadenin ana metne girip-girmediğini belirlemek için Dünya kütüphanelerinde kitabın yaklaşık 250 Ravzatü'ş-şüheda'dan faydalanmanın önemi vardır. nüshası bulunmaktadır. Kitabın elyazmaları Çünkü Fuzûlî Hadikatü's-süeda eserini Kâşifî'den içerisinde en eskisi 954/1447 yılına ait Konya çevirdiği için oradaki bir kısım kelime ve ifadeleri de nüshası sayılmaktadır. Bu eser ilk defa 1261/1845 tabiî ki asıl nüshada olduğu gibi korumuştur. Bu ise yılında Kahire'de, daha sonra 1271/1855 -1304/1887 Hadikatü 's-süeda'nın orijinal bir eser değil, yılları içinde de 7 defa İstanbul'da basılmıştır. Ravzatü'ş-şüheda'dan çeviri olduğunu bir daha Eserin el yazma ve basma nüshalarının sayısı pek onaylıyor. fazladır. Bu bir taraftan eserin ilmî-tenkîdî metninin Ne yazık ki, Hadikatü's-süeda'nın yukarıda ismini yapılması için önemli olduğu halde, diğer taraftan da andığımız ilmî-tenkîdî metinleri yapıldığı zaman araştırmada zorluklara yol açıyor, onu engelliyor. Ravzatü'ş-şüheda yardımcı nüsha gibi kullanılmamış Çünkü tüm nüshalarda karşılaştırma zamanı ve sonuçta ana metinde verilmesi gereken bir kısım farklılıklar ortaya çıkar, onların hangisinin doğru kelime ve ifade sadece nüsha farklılığında olduğunu belirlemek ise zordur. gösterilmiştir. Hadikatü 's-süeda'nın ilmî-tenkîdî metinlerinin Hadikatü's-süeda'nın her iki-tenkidi metninde hazırlanması için bir takım değerli işler yapılmıştır. ikinci babın ikinci bölümü "Fasl-ı şehâdet-i Yapılan işler, araştırmalar arasında Türkiyeli bilgin, Dr. Hamza"da Muhammed Peygamber'in amcasını Şeyma Güngör'ün 1987 yılında Ankara'da bastırdığı öldüren şahsın ismi "Habeşî" olarak geçmektedir ve ilmî-tenkîdî metni çok büyük zahmetin ürünü tüm makamlarda ana nüshaya özel isim gibi "Habeşî" olduğundan ayrı önem taşır. Çünkü yazarın muteber dahil olduğu halde, "Vahşi" ismini sadece nüsha kaynaklara dayanarak kitaba koyduğu önsöz ve farklarında görebiliyoruz (Güngör, 1987: 99-100; hazırladığı metin Hadikatü's-süeda'nın gelecek Memmedzâde, 1996: 76-77). Gerçekte ise Hamza'yı araştırmaları ve basılmasında önemli rol oynamıştır. öldüren şahsın ismi Vahşi olmuştur. Habeşî özel isim Onun dört el yazması ve bir basma, ayrıca, yardımcı değil, bu sadece onun Habeşistan'dan geldiğine ve iki el yazma nüshasına dayanarak hazırladığı metin, derisinin siyah olmasına işarettir. Bu yüzden de ana bilim âleminde, Hadikatü's-süeda'nın araştırılması metne giren "Habeşî" isminin tüm makamlarda nüsha işinde yeni bir sayfa sayılabilir. Daha sonra bu işin farkı gibi gösterilerek "Vahşi" kelimesiyle başarılı devamı olarak Prof. Hamit Memmedzâde'nin değiştirilmesi gerekiyor. Mirsaleh Hüseynî tarafından 1996 yılında yayınladığı üç el yazma ve bir basma derlenmiş ve 1373/1994 yılında Tahran'da (Şeyma Güngör) nüshası esasında hazırladığı altı yayınlanmış Hadikatü's-süeda eserinin metninde tüm ciltlik Fuzûlî eserlerinin altıncı cildine dahil olan makamlarda ana metne "Vahşi" ismi dahil edilmiş, Hadikatü's-süeda eserinin ilmî-tenkîdî metnini "Habeşî" ismi ise sadece nüsha farklarında gösterebiliriz. hatırlatılmıştır (Hüseynî, 1373: 158-159). Türkiye'de Büyük ve ağır zahmet sonucu ortaya çıkan bu işin basılan Hadikatü's-süeda eserinin sadeleştirilmiş gerçekten Hadikatü 's-süeda'nın basılması işinde çok metninde de "Habeşî" değil, "Vahşi" ismine rastlıyoruz başarılı bir adım olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Dr. (Bayoğlu, 1986: 87-88). Şeyma Güngör'ün hazırladığı metinde farklı Kâşifî'nin Ravzatü'ş-şüheda eserinde Hamza'nın nüshalarında kaydedilen, fakat ana metinde katili gibi "Vahşi" isminin kullandığını hatırlatmak bulunmayan bir kısım kelime ve ifade ilk defa bu yerinde olur. Örneğin, eserdeki bu cümleyi ele alalım: basımda ana metinde yer almış ve Fuzûlî üslûbu «Cobeyr bin Motem ... golami daşt Habeşî ke u ra Vahşî yeniden değerlendirilmiştir. goftend» (Kâşifî, 1325: 67). (Cübeyr bin Mütem'in Fakat Hüseyin Vaiz Kâşifî'nin Ravzatü 'ş-şüheda Habeşî [Habeşistanlı veya siyah derili adam eserinin serbest tercümesi sayılan Hadikatü's-süeda kastediliyor] bir kulamı [hizmetçisi] vardı ki, ona Vahşi derlerdi). Diğer

bilig-7/Güz '98

237

makamlarda da eserde bir tek Vahşi ismi olduğu gibi çevirmiştir. kullanılmaktadır. Bu verilere ve el yazma nüshalarına Ravzatü'ş-şüheda'da cümle şöyledir: «Goftend: der dayanarak Hadikatü 's-süeda'nın ilmî-tenkîdî metni çe came tora kefen konim?» (Kâşifî,1325: 83) (Söylediler hazırlandığı sırada ana metne "Vahşi" isminin ki, seni hangi elbiseyle kefene tutalım?). Görüldüğü gibi girmesi, "Habeşî" isminin ise nüsha farklarında tenkidi metni yapılırken "defin" kelimesi yerine verilmesinin gerektiği fikrini öneriyoruz. "kefen" kelimesi ana metine girmeliydi. Başka bir örnek verelim. Her iki tenkidi metinde Hakkında konuştuğumuz ilmî-tenkîdî metinlerine Peygamber Aleyhi's-selamın ölümünden önce giren bir kısım kelime ve ifadeleri kesinleştirmek sahabeleriyle yaptığı konuşmasında şöyle bir cümle Ravzatü'ş-şüheda ile mukayesede kabil olmasa da el dikkati çekiyor: «Didiler: Ne came ile cism-i yazısı nüshalarının karşılaştırılmasıyla mümkündür. mübareküni defn idelüm?» (Güngör, 1987: 121; Örneğin, Şeyma Güngör'ün derlediği metinde şöyle Memmedzâde,1996: 91). bir mısraya rastlıyoruz: Dr. Şeyma Güngör nüsha farklarında "defin" Ger cihana mümkin olaydı bega, kelimesi yerine "kefen" kelimesini kullanmıştır. Prof. Terk idüp gitmezdi andan Mustafa Hamit Memmedzâde ise hiç bir nüsha farkı göstermiyor. Çünkü onun kullandığı metinlerde bu (Güngör, 1987:13). kelimeyle ilgili hiç bir fark yoktur. H. Memmedzâde'nin (1996: 104) metninde ise o Şu faktör, kitabın önsözünde onun yazmış olduğu mısralar şöyledir: düşüncesinin ilmi açıdan doğruluğuna kuşku uyandırıyor. O yazıyor: Hadikatü 's-süeda türlü Ger cihanda mümkin olsaydı bega, katiblerce kopyalandığı zaman her katip mensup Terk edip gitmezdi andan Mustafa. olduğu bölgenin dil özelliklerini kendi yazısında Burada münakaşaya yol açan ilk mısradaki yansıtmıştır. "cihana" ve "olaydı" kelimelerdir. Görüldüğü gibi H. Bundan dolayıdır ki, tenkidi metnin Memmedzâde Şeyma Güngör'ün metninde kullanılan hazırlanmasında fazla nüshayı kullanmak esere hiç bir "olaydı" kelimesini "olsaydı" şeklinde vermiştir. fayda kazandırmıyor, sadece farkları ve hem de çoğu Aslında bunun şöyle, yani "olsaydı" şeklinde zaman harf farklılıklarının fazlalaşmasına yol açıyor yazılması gerekiyordu, çünkü fikir gösterilen (Memmedzâde, 1996: 6). mısralarda şart cümlesiyle ifade olunmuştur ve "ger" Gerçekte ise mantık yönünden her iki ilmî-tenkîdî kelimesi "olmak" fiilinin şarta bağlı olmasını ister. metinde verilmiş "defin" kelimesinin yerine "kefen" Hadikatü 's-süeda'nın başka basma nüshalarında da kelimesinin kullanılması gerekiyor. Sahabelerin bu kelimenin "olsaydı" şeklinde verilmesi tesadüf Peygamber Efendimiz'e sordukları sorular ve aldıkları değildir (Bayoğlu, 1986: 116; Kâşifî, 1325: 220; Aliyev, cevaplar böyle düşünmemize imkân tanıyor. Onların 1993: 158). Daha sonra H. Memmedzâde nüsha farkı soruları gusül, kefen, mezarın yeri, namaz, cesedin gibi "cihana" kelimesinin Tebriz nüshasında "cihanda" mezara kim tarafından verilmesiyle ilgilidir. Örnek şeklinde olduğunu yazıyor. Gerçekten ana metne verdiğimiz soru ikinciydi. Belli olduğu gibi ceset, "cihanda" kelimesi kullanılmalıydı, çünkü anlam gusül olunduktan sonra kefene tutuluyor ve "bega"nın (ebediyetin) mümkün olacağı yeri belirten sahabelerin soruları da kefenle ilgiliydi. Peygamber "cihan" kelimesinin ismin kalma halinde gelmesini Efendimiz'in cevabından da söz konusu kefen olduğu talep ediyor. Ve kelime, Mirsaleh Hüseynî ve Sabir belli oluyor. Peygamber Aleyhi's-selam «Egnümdeki Aliyev'in yayınlamış oldukları metinlerde de cübbe ile» cevabını veriyor (Memmedzâde, 1996: 91). "cihanda" şeklinde yazılmıştır (Kâşifî, 1325: 220; ikinci cümle de bunu tastikliyor: «Ve eğer Misri Aliyev, 1993:158). Bu yüzden de ana metinde şiirin hulleler ve Yemeni cameler dahi olsa, caizdir» şöyle olması gerekiyordu: (Memmedzâde, 1996. 91). Bu makamı Ravzatü'ş- şüheda ile karşılaştırdığımız zaman fikrin gerçekliğine Ger cihanda mümkin olsaydı bega, hiç bir kuşkumuz kalmıyor. Çünkü Fuzûlî bu cümleyi Terk edip gitmezdi andan Mustafa.

bilig-7/Güz '98

238

Böylece, tüm söylediklerimizden şöyle bir sonuca Kâşifî'nin Ravzatü 'ş-şüheda eserinin ve Hadikatü 's- varılabilir ki, Hadikatü 's-süeda eserinin ilmî-tenkîdî süeda'nın çok sayıdaki el yazma nüshalarının yardımcı metni hazırlandığı zaman bir kısım kelime ve ifadenin araç gibi kullanılması gerekiyor. ■ tespit olunması için Hüseyin Vaiz

KAYNAKLAR

Aliyev, Sabir, (1993), Hadikatü's-süeda (şiirler) - Fuzûlî, Beng Kâşifî, Hüseyin Vaiz, (1325), Ravzatü'ş-şüheda, ve Bade, Bombay. Bakü. Bayoğlu, Servet, (1986) Fuzûlî, Erenler Memmedzâde, (1996), Fuzûlî, Eserleri, 6 C, Bakü. Güngör, Bahçesi (Hadikatü's-süeda), Ankara. Şeyma, (1987) Fuzûlî, Hadikatü's-süeda Ankara. Hüseynî, Mirsaleh, (1373), Fuzûlî, Hadikatü's-süeda Tahran.

ON THE SCIENTIFIC - CRITICISM TEXTS OF FUZULFS "HADIKATU'S-SUEDA"

Dr. Ataemi MIRZAYEV

ABSTRACT

Hadikatü's-süeda is one of the most well-known was printed in Cairo in 1845 and seven times in works of Fuzûlî which has been copied many times and Istanbul after the year 1855, has not been perfectly recognised in almost all circles of culture. made up to now due to the differences of the times of The oldest manuscript of the work, which is comparison. available in many of the world libraries, is in Konya. In this article, the studies of scientific-critical text The scientific-critical text of the work, which of Fuzûlî's Hadikatü's-süeda were presented, which was published by Şeyma Güngör in 1987. Key Words:

Fuzûlî, Hadîka, Text, Critic, Publishing, Copy, Difference

bilig-7/Güz '98

BILIG/EDITORIAL PRINCIPLES BILIG is published quarterly: Spring,Summer, Autumn and Winter. At the end of each year, an annual indice series will be offered. Each issue will be forwarded to the subscribers and to the libraries and international institutions to be determined by the editorial board within one month after its publication.

GOALS AND OBJECTIVES The goals in publishing BILIG are : To bring forth the cultural riches, historical and current realities of the Turkish World in a scholarly manner. To reach the experts and scholars who show interest in and produce and/or offer ideas related to the Turkish World. To follow the studies related to the Turkish World internationally and inform about them to the experts, scholars and public.

SUBJECT MATTERS BILIG is the social science journal of the Turkish World. The articles to be published in this Journal should be dealing with the historical and current issues and problems and suggesting solutions for the Turkish World.

CONTENTS The contents of the articles to be published in BILIG are to include ; Those that are based on an original research which contribute knowlegde and scientific information in its area. Those that bring forth new views and perspectives on previously written scholarly works based on extensive research and resources. Those that are the result(s) of studies / researches executed by well reputed individuals and research groups in the Turkish World on contract basis. Those that inform/announce briefly about new/original works, articles, indiviuals and activities related to the Turkish World. In order for any article to be published in BILIG , it should not have been previously published or accepted to be published elsewhere, papers presented at a conference or symposium may be accepted for publication if stated so beforehand.

EVALUATION OF ARTICLES The articles forwarded to be published in BILIG are first studied by the Editorial Board in view of the journal's objectives, subject matter, rules and regulations in writing. Those that are found acceptable are then sent to two referees who are authorities in their field for scientific eval-

uation. Referee reports are secret and safe-kept for five years. In case one referee report is negative and one is favourable , the article may be sent to a third referee for re-evaluation. The authors of the articles are to consider the criticisms, suggestions and corrections of the editorial board and referees. If they are in disagreement with the editorial board and /or the referees, they are entitled to counterpresent their views and justifications. Only the original copy of the unaccepted articles may be returned upon request. The royalty rights of the accepted articles are considered transferred to the Ahmet Yesevi University Foundation. However the overall responsibility for the published articles belongs to the author of the article. Quotations fram articles including pictures are permitted during full reference to the articles. Payments to the authors and referees for their contribudions are made within one month of publication.The amounts of payments are determined by the Editorial Board subject to the approval by the Board of Managers.

THE LANGUAGE OF THE JOURNAL Turkiye Turkish is the language of the journal. Articles presented in other Turkish dialects may be evaluated after they are translated into Turkiye Turkish if necessary. Abstracts in English and Russian along with Turkish are given for each article published in BILIG.

WRITING RULES The Structure of the Articles In general the following are to be observed in writing the articles for BILIG: 1. Title of the Article 2. Name(s) and address(es) of the author(s) . (All in Latin letters. Names and surnames are in capital letters. Addresses in normal italic letters) 3. Abstracts (with key words) 4. Each article is to begin with an introductory section stating the purpose, scope and methods utilised; and should continue with main section to include data, observations, views, comments and discussions (pros and cons) and should end with a final section to include important results and, conclusion. 5. Acknowledgements (if necessary) 6. List of references. 7. Title and abstract in English (as in Turkish Abstract) 8. Title and abstract in Russian (as in Turkish Abstract)

bilig-7/Güz '98

TITLE Should state the subject clearly.Should not exceed 12 words and should be capitalised in bold.

ABSTRACT Should not exceed 250 words.lt should be written in a clear, concise and complete way to reflect the purpose and conclusion of the study so that it could be re-published separately from other parts of the article. The summary with its title should be writen in italics. Within abstract no referances and formulae should not be given. At least 3, maximum 8 key words should be given at the bottom of the abstracts after a double space.

MAIN SECTION Articles should be written in computer 10 points (Times New Roman or similar other characters with double space on A4 (29.7*21 cms) papers. 3cms margins should be left on both ends of the pages. Pages should be numbered. Each article should be composed of at least five thousands and maximum ten thousands words.

SUB-SECTIONS In order to provide an orderly transition of information and ideas of the main text and to determine a clear structure of the article other sub-titles may be used for different sections and parts of the article. Main Heading: These can be used for the summary , sections of the main text, acknowledgement (if any), referances and appendice (if any). THESE HEADINGS SHOULD BE CAPITALISED. Interval Headings : Only The First Letters Should Be in Bold Capital. Sub-headings : Only the first letter should be in bold capital, and writing should continue on the same line after a colon (:).

FIGURES AND TABLES Figures should be drawn on transparent or white paper in ink so as not to cause problems in printing or reducing in size. Each figure should be on a separate page and should be numbered with a caption of the title in Turkish first and English below it. Tables should also be numbered. It should have the title in Turkish first and English below it. The titles of the figures and tables should be clear and concise. The first letters of each word should be capitalised. When necessary footnotes and acronyms should be below the captions.

PICTURES Should be on highly contrasted photo papers. Rules for figures and tables are applied for pictures as well. In special cases colored-pictures may be printed.

The number of pages for figures, tables and pictures should not exceed to ten pages. Authors having the necessary technicalfacilities may themselves insert the related figures, drawings and pictures into text Those without any technicalfacilities will leave the proportional sizes of empty space for pictures within the text numbering them.

Stating the Source within the Text: The following examples should be observed when giving the source within the text. Sources will not be given as footnotes.

a. Quoting a single or multi-authored source; first the last name of the author is written and then the date is written in parenthesis as shown in the example...... Köksoy (1998) ...... Some authors (Bilgegil, 1970; Kaplan, 1974; Aktaş, 1990)

b. When multi-authored sources are mentioned , the name of first author is written for oth ers (et.al) is added...... Ipekten,et.al., (1975). Full referance including all the names should be given in the list of referances at the end of the article.

c. If an unreachable source is quoted within the text from an available source it should be indicated as follows : ...... Köprülü (1911: in Çelik 1998)

d. Personel communications can be indicated by giving the last name(s), the date(s) but full referances should be stated at the end of the article.

LIST OF REFENCES a. For periodicals : The name(s) of author(s), date, the title of the article, the name of the periodical in full, volume #,issue# and page numbers should be quoted.

b. For submitted papers at conferences and / or symposiums: The name(s) of author(s) , the date, the title of the paper(s), the name / title of the conference / symposium, editor(s), publishing company, volume number, place of organization and page number should be indicated.

c. For books The name(s) of author(s) , the date, the title of the book (first letters capitalised) publishing company, , the city where it was published , number of pages should be specified.

d. For reports, theses and dissertations The name(s) of author(s), the date, the title of the theses or report, name of the institution or university, archieves number, published or unpublished should be specified.

HOW TO FORWARD THE ARTICLES The articles duly prepared in accordance with the principles set forth on the foregoing pages are to be sent in three copies (one original, two phocopied forms) to BILIG for publication to the address given below. The last corrected fair copies in diskets and original figures are to reach BILIG within not later than one month. Minor editting and re-arrangements may be done by the editorial board.

CORRESPONDENCE ADDRESS: Bilig Dergisi Editörlüğü Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı Taşkent Caddesi, 10.sok. No: 30 06430 Bahçelievler, Ankara-Türkiye

Tel: (0312) 215 22 06 Fax: (0312) 215 22 09 e-mail : Bilig @ yesevi.edu.tr

B I L I G / YAYIN İLKELERİ

Bilig bahar, yaz,sonbahar, kış olmak üzere yılda dört sayı yayımlanır. Her yılın sonunda derginin yıllık dizini çıkarılır; Yayın Kurulu tarafından belirlenecek kütüphanelere, uluslararası endeks kurumlarına ve abonelere -yayımlandığı tarihten itibaren bir ay içerisinde- gönderilir.

AMAÇ Bilig'in yayım amacı; • Türk dünyasının kültür zenginliklerini, tarihî ve güncel gerçeklerini bilimsel ölçüler içerisinde ortaya koymak; • Türk dünyasına ilgi duyan, bu konuda fikir üreten uzman ve bilim adamlarına ulaşmak; • Türk dünyası ile ilgili olarak, uluslararası düzeyde yapılan bilimsel çalışmaları izlemek, bunları ilgili bilim adamlarına, uzmanlara ve ilgili kamuoyuna duyurmak; tır.

KONU Bilig, Türk dünyasının sosyal bilimler dergisidir. Bilig'de yayımlanacak yazılar sosyal bilimler alanı ile ilgili konular başta olmak üzere, Türk dünyasının tarihî ve güncel problemlerini ortaya koyan, bu problemlere çözüm önerileri içeren yazılar olmalıdır.

MUHTEVA Bilig'e gönderilecek yazılarda; • Alanında bir boşluğu dolduracak; araştırmaya dayalı özgün makale, • Daha önce yazılmış yazı ve çalışmaları zengin bir kaynakçaya dayanarak değerlendiren, eleştiren ve bu konuda yeni ve dikkate değer görüşler ortaya koyan araştırma ve inceleme yazısı, • Türk Dünyası ile ilgili konularda eser ve çalışmalarıyla tanınmış kişi ve gruplara anlaşmalı olarak yaptırılacak araştırma, • Türk Dünyası ile ilgili eser, yazı, şahsiyet ve yeni faaliyetleri tanıtan, duyuran, haber veren kısa yazılar, olma özelliği aranır.

Araştırma ve inceleme yazılarının Bilig'de yayımlanabilmesi için daha önce bir başka yayın organında yayımlanmamış veya yayımlanmak üzere kabul edilmemiş olması gerekir. Daha önce bir bilimsel kongrede sunulmuş tebliğler, bu durumu belirtmek şartıyla yayıma kabul edilebilir.

YAZILARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Bilig'de yayımlanmak üzere gönderilen yazılar önce amaç, konu, muhteva, sunuş tarzı ve yazım kurallarına uygunluk yönlerinden Yayın Kurulu'nca incelenir. Bu yönleriyle uygun bulunanlar, bilimsel bakımdan değerlendirilmek üzere, alanında eser ve çalışmalarıyla tanınmış iki hakeme gönderilir. Hakem raporları gizlidir ve 5 yıl süreyle saklanır. Hakem raporlarından biri olumlu, diğeri olumsuz olduğu takdirde, yazı üçüncü bir hakeme gönderilebilir. Yazarlar, hakem ve Yayın Kurulu'nun eleştiri, öneri ve düzeltmelerini dikkate almak zorundadırlar. Katılmadıkları hususlar olduğunda bunları ayrı bir sayfada, gerekçeleri ile birlikte açıklama hakkına da sahiptirler. Yayıma kabul edilmeyen yazıların yalnızca birinci nüshaları istek halinde yazarlarına iade edilir.

Bilig'de yayımlanması kabul edilen yazıların te'lif hakkı Ahmet Yesevi Üniversitesine Yardım Vakfı'na devredilmiş sayılır.

Yayımlanan yazılardaki görüşlerin sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazı ve fotoğraflar, kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

Yayımlanması kararlaştırılan yazıların yazarlarına ve hakemlerine, te'lif ve inceleme ücreti, yayım tarihinden itibaren 1 ay içerisinde ödenir. Ücret miktarı Yayın Kurulu'nun önerisi üzerine Yönetim Kurulunca belirlenir.

YAZIM DİLİ Bilig in yazım dili Türkiye Türkçesi'dir. Ancak her sayıda derginin üçte bir oranını geçmeyecek şekilde İngilizce yazılara da yer verilebilir. Türkiye Türkçesi dışındaki Türk lehçelerinde hazırlanmış yazılar, gerektiği takdirde Yayın Kurulu'nun kararı ile Türkiye Türkçesi'ne aktarıldıktan sonra değerlendirilir. Yayımlanacak yazıların Türkçe özetlerinin yanısıra İngilizce ve Rusça özetleri de verilir.

YAZIM KURALLARI Makalenin Yapısı

Makalenin genel olarak aşağıda belirtilen düzene göre sunulmasına özen gösterilmelidir: 1) Başlık 2) Yazar ad(lar)ı ve adres(ler)i {Hepsi Lâtin / Türk harfleriyle olmak üzere yazar adları, soyadı büyük harflerle olmak üzere koyu karakterde, adresler normal italik karakterde) 3) Özet (anahtar kelimeler eklenerek) 4) Makale, çalışmanın amaç, kapsam, çalışma yöntemlerini belirten bir giriş bölümüyle başlamalı; veriler, gözlemler, görüşler, yorumlar, tartışmalar., gibi ara ve alt bölümlerle devam etmeli; ve nihayet tartışma ve sonuçlar {veya sonuçlar ve tartışmalar) bölümüyle son bulmalıdır.

5) Katkı belirtme (gerekiyor ise) 6) Kaynaklar Dizini 7) İngilizce başlık ve İngilizce Özet (Türkçe özette olduğu gibi) 8) Rusça başlık ve Rusça Özet {Türkçe özette olduğu gibi)

Başlık Konuyu en iyi şekilde belirtmeli, 12 kelimeyi geçmemeli, tamamı büyük harflerle ve bold olarak yazılmalıdır.

Özet 250 kelimeyi geçmeyecek şekilde ve yayının diğer bölümlerinden ayrı olarak yayımlanabilecek düzeyde yazılmış, yazının tümünü en kısa, öz biçimde {özellikle çalışmanın amacını ve sonucunu) yansıtacak nitelikte olmalıdır. Özetin başlığı ve metin kısmı italik karakterle yazılmalıdır. Özet içinde, yararlanılan kaynaklara, şekil, çizelge ve eşitlik numaralarına değinilmemelidir. Özetin altında bir satır boşluk bırakılarak en az 3, en çok 8 anahtar kelime verilmelidir.

Ana Metin Makale, A4 boyutunda (29.7x21 cm.) kâğıtların üzerine bilgisayarda 1,5 satır aralıkla ve 10 punto {Times New Roman veya benzer bir yazı karakteri ile) yazılmalıdır. Sayfa kenarlarında 3'er cm. boşluk bırakılmalı ve sayfalar numaralandırılmalıdır. Yazılar en az beş-bin, en çok onbin civarında kelimeden oluşmalıdır.

Bölüm Başlıkları Makalenin yapısını belirlemek ve ana metinde düzenli bir bilgi aktarımı sağlamak üzere yazıda ana, ara ve alt başlıklar kullanılabilir. Başlıklara numara veya harf verilmemelidir.

Ana Başlıklar: Bunlar, sıra ile özet, ana metnin bölümleri, teşekkür {varsa), kaynakça, ekler (varsa)'den oluşmaktadır. ANA BAŞLIKLAR BÜYÜK HARFLERLE YAZILMALIDIR. Ara Başlıklar: Yalnız Birinci Harfleri Büyük Bold harfle yazılmalıdır. Alt Başlıklar: Yalnız birinci harfleri büyük bold harflerle yazılmalı ve hemen başlık sonunda iki nokta üst üste konularak yazıya aynı satırdan devam edilmelidir.

Şekiller ve çizelgeler Şekiller, küçültmede ve basımda sorun yaratmamak için siyah mürekkep ile, düzgün ve yeterli çizgi kalınlığında aydınger veya beyaz kağıda çizilmelidir. Her şekil ayrı bir sayfada olmalıdır. Şekiller 1 (bir)'den başlayarak ayrıca numaralandırılmalı ve her şeklin altına başlığıyla birlikte önce Türkçe, sonra İngilizce olarak yazılmalıdır.

Çizelgeler de şekiller gibi, 1 (bir)'den başlayarak ayrıca numaralandırılmak ve her çizelgenin üstüne başlığıyla birlikte önce Türkçe, sonra İngilizce olarak yazılmalıdır. Şekil ve çizelgelerin başlıkları, kısa ve öz olarak seçilmeli ve her kelimenin ilk harfi büyük, diğerleri küçük harflerle yazılmalıdır. Gerekli durumlarda açıklayıcı dipnotlara veya kısaltmalara şekil ve çizelgelerin hemen altında yer verilmelidir.

Resimler Parlak, sert (yüksek kontrastlı) fotoğraf kâğıdına basılmalıdır. Ayrıca şekiller için verilen kurallara uyulmalıdır. Özel koşullarda renkli resim baskısı yapılabilecektir. Şekil, çizelge ve resimler toplam 10 sayfayı aşmamalıdır. Teknik imkâna sahip yazarlar, şekil, çizelge ve resimleri aynen basılabilecek nitelikte olmak şartı ile metin içindeki yerlerine yerleştirebilirler. Bu imkâna sahip olmayanlar, bunlar için metin içinde aynı boyutta boşluk bırakarak içine şekil, çizelge veya resim numalarını yazarlar.

Metin İçinde Kaynak Verme Metin içinde kaynak vermede aşağıdaki örneklere uyulmalı, kesinlikle dipnot şeklinde kaynak gösterilmemelidir: a) Metin içinde tek yazarlı kaynaklara değinme yapılırken, aşağıdaki örneklerde olduğu gibi, önce araştırıcının soyadı, sonra parantez içinde yayım tarihi verilir. ... Köksoy (1998) ... Bazı araştırmacılar (Bilgegil, 1970; Kaplan, 1974; Aktaş, 1990) b) Çok yazarlı yayınlara metin içinde değinilirken, aşağıdaki gibi ilk yazar adı belirtilme li, diğerleri için vd. harfleri kullanılmalıdır. Ancak kaynaklar dizini'nde bütün yazarların isimleri yer almalıdır. ... İpekten vd. (1975) c) Ulaşılamayan bir yayına metin içinde değinme yapılırken bu kaynakla birlikte alıntının yapıldığı kaynak da aşağıdaki gibi belirtilmelidir. .. .Köprülü (1911; Çelik, 1998 'den) d) Kişisel görüşmelere metin içinde -soyadı ve tarih belirtilerek- değinilmeli, ayrıca kay naklar dizini'nde de belirtilmelidir.

Kaynaklar Dizini a) Süreli yayınlar için: Yazar ad(lar)ı, tarih, makalenin başlığı, süreli yayının adı (kısaltılmamış), cilt no (sayı no), sayfa no. b) Bildiriler için:

Yazar ad(lar)ı, tarih, bildirinin başlığı, sempozyumun veya kongrenin adı, editör(ier), basımevi, cilt no, düzenlendiği yerin adı, sayfa no. c) Kitaplar için: Yazar ad(lar)ı, tarih, kitabın adı [ilk harfleri büyük), yayınevi, basıldığı şehrin adı, sayfa sayısı. d) Raporlar ve tezler için; Yazar ad(lar)ı, tarih, raporun veya tezin başlığı, kuruluş veya üniversitenin adı, arşiv no (varsa), sayfa sayısı, yayımlanıp-yayımlanmadığı.

YAZILARIN GÖNDERİLMESİ Bilig'de yayımlanmak üzere -yukarıda belirtilen ilkelere uygun olarak- hazırlanmış yazılar, biri orijinal, diğer ikisi fotokopi olmak üzere aşağıdaki adrese gönderilir. Yayıma kabul edilen yazıların son düzeltmeleri yapılmış bilgisayar disketleri ile şekillerin orijinalleri en geç bir ay içinde yukarıda belirtilen adrese ulaştırılır. Yayın Kurulu'nca, esasa yönelik olmayan küçük düzeltmeler yapılabilir.

YAZIŞMA ADRESİ Bilig Dergisi Editörlüğü Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı Taşkent Cad. 10. Sok. No: 30 06430 Bahçelievler/ANKARA

Tel: (0312) 215 22 06 Fax: (0312) 215 22 09 e-mail: bilig @ yesevi. edu. tr