T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR) ANABİLİM DALI

“EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’ÂN’I KUR’ÂN’LA TEFSİRİ”

DOKTORA TEZİ

Adem GERLEGİZ

ANKARA- 2018

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR) ANABİLİM DALI

“EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’ÂN’I KUR’ÂN’LA TEFSİRİ”

DOKTORA TEZİ

Adem GERLEGİZ

Tez Danışmanı Prof. Dr. Halis ALBAYRAK

ANKARA- 2018

Scanned by CamScanner

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (07/01/2019)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı

Adem GERLEGİZ

İmzası

.…………

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ...... III ÖNSÖZ ...... 5 GİRİŞ ...... 7 1. Araştırmanın konusu ve önemi ...... 7 2. Araştırmanın amacı ve yöntemi ...... 9 3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri ...... 11 3.1. Hayatı ...... 11 3.1.3. Bulunduğu görevler ...... 14 3.2. İlmi Şaysiyeti ve Eserleri ...... 16 BİRİNCİ BÖLÜM ...... 24 EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’AN’I KUR’AN’LA TEFSİRİNDE ANLAMSAL İLİŞKİ KURDUĞU UNSURLAR VE ÖZELLİKLERİ ...... 24 1.1. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurlar ...... 24 1.1.1 Kelime ...... 24 1.1.2. Cümle ...... 37 1.2. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurların Özellikleri ...... 40 1.2.1. Konu Benzerliği ...... 41 1.2.2. Anlam Benzerliği ...... 46 1.2.3. İfade/Anlatım Benzerliği ...... 50 1.2.4. Amaç Benzerliği ...... 54 1.2.5. Üslup Benzerliği ...... 59 1.2.6. Durum Benzerliği ...... 64 1.2.7. İfade Özdeşliği ...... 66 1.2.8. Türdeşlik ...... 69 1.2.9. Eş Anlamlılık ...... 73 1.2.10. Zıt Anlamlılık ...... 75 1.2.11. Eş Seslilik ...... 76 1.2.12. Anlamı Teyit Etme ...... 80 1.2.13. Anlamsal İçiçelik (Tedahul) ...... 84 İKİNCİ BÖLÜM ...... 86 EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’AN’I KUR’AN’LA TEFSİRİNDE KULLANDIĞI AÇIKLAMA BİÇİMLERİ ...... 86 2.1. Uzlaştırma (Muşkili Çözme) ...... 86 2.2. Mucmeli Beyan ...... 90 2.3. Mubhematı Açıklama ...... 95

I

2.4. Tahsis ...... 98 2.5. Takyid ...... 101 2.6. Nesh ...... 104 2.7. Örneklendirme ...... 109 2.8. Gerekçelendirme ...... 114 2.9. Anlamı Netleştirme ...... 116 2.10. Kendi Görüşünü Destekleme ...... 118 2.11. Hükmü Açıklama ...... 123 2.12. Dolaylı Katkı Sağlama ...... 128 2.13. Zorlamalı İlişkilendirme ...... 131 2.14. Ayetleri İlişkilendirme ...... 136 2.15. Mantık Yürütme ...... 140 2.16. Maksûdu Belirleme ...... 143 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ...... 148 EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’AN’I KUR’AN’LA TEFSİRİNDE KULLANDIĞI YARDIMCI UNSURLAR ...... 148 3.1. Dilsel Araçlar ...... 148 3.2. Kıraat Farklılıkları ...... 161 3.3. Tarihsel Araçlar (Esbab-ı Nüzul) ...... 163 3.4. Metinsel Bağlam (Siyak-Sibak) ...... 167 SONUÇ ...... 172 KAYNAKÇA ...... 175 ÖZET ...... 181 SUMMARY ...... 182

II

KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.md. : Adı geçen madde a.g.mkl. : Adı geçen makale a.g.tz. : Adı geçen tez as. : Aleyhisselam

AÜ. : Ankara Üniversitesi b. : İbn/bin bkz. : Bakınız c. : Cilt cc : Celle Celâlüh

çev. : Çeviren

Hz. : Hazreti

Ktp. : Kütüphanesi

MÜİF : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi nr. : Numarası nşr. : Neşreden

ö. : Ölüm tarihi s. : Sayfa

III s.a.s : Sallallahu Aleyhi ve Sellem sy. : Sayı

TDK : Türk Dil Kurumu

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

Terc. : Tercüme eden

Thk. : Tahkik

Ths. : Tarihsiz

Tz. : Tez vb. : Ve benzeri vr. : Varak

Yay. : Yayınları

IV

ÖNSÖZ

Kur’an tefsirinde kullanılan yöntemlerden biri de Kur’ân’ın Kur’ân ile tefsiridir.

Kur’ân’ın anlaşılabilmesini sağlayacak kaynakların en başında hiç şüphesiz Kur’an’ın bizzat kendisi yer almaktadır. Bu sebeple Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri konusu,

Kur’ân’ın doğru anlaşılması bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Şimdiye kadar bu konuya dair yapılan araştırmalar, genelde müfessirlerin

Kur’an’ı tefsir etme metodu incelenirken bir başlık altında kısaca değinilmesinden ibaret kalmıştır. Aynı şekilde Ebussuûd Efendi’nin tefsir metoduyla ilgili yapılan

çalışmada da bu konuya kısaca yer verilmiş ve Müellifin sıkça kullandığı Kur’an ayetlerini başka ayetlerle tefsir etme metodunu bir yöntem olarak nasıl uyguladığıyla ilgili detaylı ve özel bir çalışma yapılmadığı gibi bu konuyu içeren herhangi bir araştırma da mevcut değildir.

Bununla birlikte her ne kadar İrşâd’ül-Akli’s-Selîm üzerinde kaleme alınmış belli bazı çalışmalar bulunsa da Arap dünyasında ve Orta Doğuda çok rağbet gören ve itibar edilen Türk asıllı bir Müellifin yazdığı bir tefsir için ülkemizde yapılan bu

çalışmalar oldukça azdır.

Zikredilen bu nedenlerle, Kur’an ayetlerinin pek çok yönden incelendiği, ayetlerin ayrıntılı bir biçimde açıklandığı bu eserde, Kur’ân’ın Kur’ân ile tefsiri konusunun nasıl ele alındığını incelemeyi ve buna dair ayetlerin tahlilini gerekli gördük. Ayrıca “Ebussuûd Efendi’nin Kur’ân’ı Kur’ân’la Tefsiri” konusunu seçerken

İrşad’ül-Akli’s-Selim’in farklı yönlerden ele alınarak irdelenmesine ve böylelikle

Ebussuûd Efendi’nin tefsir tarihindeki hakettiği yeri bulmasına katkı sağlamayı amaçladık.

Üç bölümden oluşan çalışmamızın giriş kısmında çalışmamızın konusu, önemi, amacı ve yöntemleri ile Ebussuûd Efendi’nin hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri üzerinde durulmuştur. Bu çerçevede onun doğumu ve ailesi, eğitimi, bulunduğu görevler, vefatı

5 ve ilmi şahsiyeti ele alınmış ve eserlerinden bahsedilmiştir. Birinci bölümde, Ebussuûd

Efendi’nin Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsirinde anlamsal ilişki kurduğu unsurlar ve bu unsurların özelliklerine yer verilmiştir. İkinci bölümde, Ebussuûd Efendi’nin Kur’ân’ı

Kur’ân ile tefsir ederken kullandığı açıklama biçimlerinin neler olduğu örnekleriyle ortaya konmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde Ebussuûd Efendi’nin Kur’an’ı

Kur’an’la tefsirde kullandığı yardımcı unsurlar açıklanmıştır. Sonuç kısmında da

çalışmamızdan elde edilen sonuçlar değerlendirilmiştir. Böylece Ebussuûd Efendi’nin tefsirinde sıkça kullandığı Kur’ân’ı Kur’ân ile tefsir yönteminin yakından tanınmasına

çalışılmıştır. Tez yazım aşamasında yararlandığımız kaynaklar ise kaynakça bölümünde zikredilmiştir.

Tez konusunun belirlenmesi ve tamamlanıncaya kadar çalışmanın her aşamasında gösterdiği ilgi, verdiği destek ve anlayışlı tutumundan dolayı tez danışmanım, saygıdeğer hocam Sayın Prof. Dr. Halis ALBAYRAK Beyefendiye,

çalışmayı takip ederek tezle ilgili her konuda yardımlarını esirgemeyen değerli hocalarım Prof. Dr. Mesut OKUMUŞ ve Prof. Dr. Nahide BOZKURT’a ve tez yazım süresince gösterdikleri hoşgörü ve fedakârlık ile destekleyici ve sabırlı tutumları sebebiyle sevgili eşime ve çocuklarıma şükranlarımı arz ediyorum.

6

GİRİŞ

1. Araştırmanın konusu ve önemi

Araştırmanın konusu, Ebussuud Efendi’nin Kur’an’ı Kur’an’la tefsir ettiği ayetlerin tespitini yaparak onun sözü edilen bu ayetler hakkındaki yorum yöntemini ve kısmen de olsa müfessir ayetle müfesser ayet arasındaki kronolojik ilişkiyi ortaya koymaktır. Kur’an ayetlerinin pek çok yönden irdelendiği, ayetlerin tafsilatlı bir

şekilde açıklandığı, rivayete de önem veren bir dirayet tefsiri olan İrşad’ül-Akli’s-

Selim’de Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri konusunun nasıl ele alındığını incelemenin bilimsel açıdan tefsire sağlayacağı katkı göz önünde bulundurularak böyle bir konu seçilmiştir.

Osmanlı döneminde, özellikle de Kanuni döneminde şeyhülislamlık gibi önemli bir görevi yürüten ve Osmanlı döneminde verilen fetvaların en mühim mümessili olan

Ebussuûd Efendi’nin, İrşâd’ül Akli’s-Selîm isimli bu tefsiri, İslam âleminde, özellikle de Orta Doğu’da çok itibar gören bir tefsir olduğu halde, memleketimizde yeterince ilgi görmeyen ve üzerinde çok fazla araştırma yapılmayan bir eserdir.

Sözü edilen bu tefsirle ilgili yapılan araştırmalardan birisi Abdullah

AYDEMİR’in “Büyük Türk Bilgini Şeyhulislam Ebussuûd Efendi ve Tefsirdeki

Metodu” isimli çalışmasıdır. Bu çalışmada Müfessirin, tefsirindeki metodu genel olarak ele alındığı için Kur’an’ın kendi bütünlüğü içerisinde anlaşılmasıyla, yani

Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsiriyle ilgili ayrıntıya yer verilememiş ve bu konudaki açıklama birkaç örnekten ibaret olmuştur.

Ebussuûd Efendi’nin tefsiri üzerine yapılan bir diğer araştırma Kadir

TAŞPINAR’a ait “Ebussuûd Efendi’nin İrşâdü’l-Akli’s-Selîm Adlı Tefsirinde Kıraat

Olgusu” isimli doktora çalışmasıdır. Bu çalışmada, Ebussuud Efendi'nin, tefsirindeki kıraat olgusu ve kıraat tasavvuru ortaya konulmaya çalışılmış ve bu bağlamda müellifin kıraatteki kaynakları ile kıraatleri ifadelendirme biçimi ele alınmıştır.

7

İrşâdü'l-Akli's-Selîm’le ilgili ortaya konulan bir diğer araştırma Durmuş

ARSLAN’a ait “Ebussuûd Tefsiri’nde Kur’ân İlimleri” isimli doktora çalışmasıdır. Bu

çalışmada Ebussuûd Efendi’nin, tefsirinde Kur'ân İlimleri'ne ne ölçüde yer verdiği ve onun bu konudaki fikirleri ve bu konuya yaklaşımı ele alınıp değerlendirilmiştir.

Araştıma konumuz olan eserle ilgili yapılan başka bir çalışma da Aykut

AVCI’ya ait “Ebussuûd Efendi’nin Ahkam Ayetlerini Yorum Metodu” isimli yüksek lisans çalışmasıdır. Bu çalışmada Ebussuûd Efendi’nin, tefsirindeki ahkâm ayetlerine yaklaşım tarzı belirlenmeye çalışılmış ve bu çerçevede Ebussuûd Efendi'nin ilk beş surede ahkâm ayetlerine getirdiği yorumlara yer verilmiştir.

Mustafa ÖZİPEK’e ait “Ebussuûd Tefsirinde Cihad Kavramı” isimli yüksek lisans çalışmasında ise Ebussuûd Efendi’nin, tefsirinde, cihada bakışı, cihad konusunun geçtiği ayetlerle ilgili yorumu ve bu konudaki düşüncelerinin ve yorumunun, şeyhülislamlık döneminde ve diğer zamanlarda vermiş olduğu fetvalara ne derece yansıdığı belirlenmeye çalışılmıştır.

Ebussuûd Efendi’nin tefsiri üzerine yapılmış yabancı çalışmalar da vardır,

Bedriyye binti Salih b. Gadûn’a ait “ed-Dahîl fî Tefsiri Ebi’s-Suûd el-Müsemma bi

İrşâd’il Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitabi’l-Kerim” isimli yüksek lisans çalışması bunlardan biridir. Bu araştırmada da tefsirin başından Tevbe suresinin sonuna kadar olan kısmında Ebussuûd Efendi’nin başka eserlerden yaptığı alıntılar konu edilmiştir.

Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi’nin “İrşâd’ül-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-

Kitâb’il-Kerîm” isimli tefsirinde, Kur’an ayetlerinin çoğunluğu bir başka ayetle ilişkilendirilmesine, başka bir deyişle Kur’an’ın Kur’an’la tefsirine büyük önem verilmesine rağmen mezkur eser üzerinde bu konunun ele alındığı bir çalışma yapılmamıştır. Bu nedenle, sözü edilen eserde Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri konusunun nasıl ele alındığının ve buna dair ayetlerin tahlilinin sistemli bir şekilde tetkik edilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

8

Ebussuûd Efendi’nin Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsir yönteminin konu edildiği bu

çalışmada öncelikle Müfessirin ayeti ayetle açıklarken anlamsal ilişki kurduğu unsurlar tespit edilecek, sonrasında ayetleri açıklamada konu olan bu unsurların

özellikleri zikredilecek, daha sonra da Müellifin Kur’an’ı Kur’an’la tefsirinde kullandığı açıklama biçimleri ile yardımcı unsurlara yer verilecektir.

Ebussuûd Efendi’nin tefsirinde, Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsire önem vermesi ve bu bağlamda Kur’an ayetlerini tefsir ederken çoğunlukla tefsirini yaptığı ayeti bir başka ayetle ilişkilendirmesi “Ebussuûd Efendi’nin Kur’an’ı Kur’an’la Tefsiri” konusunu seçmemizde önemli bir etken olmuştur. Dolayısıyla araştırmamız, tefsir tarihinin

özellikle de Osmanlı döneminin seçkin simalarından olan Ebussuûd Efendi’nin tefsirindeki, Kur’an’ı Kur’an’la tefsir metodunu ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.

2. Araştırmanın amacı ve yöntemi

Kur’an ayetleri tefsir edilirken birçok ayetin yine Kur’an’ın bizzat kendisiyle tefsir edildiği ve her müfessirin de Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri olgusunu tefsirinde farklı bir tarzda ele aldığı bilinen bir gerçektir. Yaptığımız ön araştırmayla Ebussuûd

Efendi’nin de Kur’an’ı Kur’an’la tefsir konusunda kendine özgü bir yaklaşımının olduğunu gördük ve buna bağlı olarak, Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri konusunun

Ebussuud Efendi’nin tefsiri İrşâd’ül-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâb’il-Kerîm

örneğinde uygulanış biçimini ortaya koymayı amaçladık.

“Kur’an’ın Kur’anla Tefsiri” konusuna dair bundan önce bir takım çalışmalar yapıldığından tezimizi Ebussuûd Efendi’nin tefsiriyle sınırlı tuttuk. Çalışma alanımız

Ebussuud Efendi’nin, tefsirinde Kur’an’ın Kur’anla Tefsiri konusunu ne ölçüde ele aldığı hususunun ve bu konudaki yorum yönteminin incelenmesini kapsayacaktır.

9

Tezimizin konusu “Ebussuûd Efendi’nin Kur’ân’ı Kur’ân’la Tefsiri” olduğu için araştırmada asıl kaynağımız Ebussuûd Efendi’nin İrşâd’ül-Akli’s-Selîm ilâ

Mezâye’l-Kitâb’il-Kerîm isimli tefsiri olacaktır. Tezde, sözü edilen tefsirin Beyrut baskısı esas alınmış ve gerektiğinde Ali Akın tarafından yapılan tercümesinden de istifade edilmiştir. Ayrıca konu hakkında fikir edinebilmek adına Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri ile ilgili yazılmış eser, deneme ve makaleler incelenerek tezin oluşturulmasında bunlardan da faydalanılmıştır. Tezde, ilgili yerlerde zikredilen ayetlerin mealleri için de genelde, Müellifin öngördüğü meallerin yanında, Diyanet İşleri Başkanlığı ve

Türkiye Diyanet Vakfı Kur’an-ı Kerim meallerinden alıntılara yer verilmiştir.

Çalışmamızda kullandığımız kavramları açıklamak için Türkçe ve Arapça sözlüklerden, klasik eserlerden ve Arapça dilbilgisi eserlerinden yararlandık. Ayrıca bazı kavramların açıklanmasında Tük Dil Kurumu’nun resmi web sitesindeki Türkçe sözlükten de istifade ettik.

Konumuzu araştırırken, öncelikle Ebussuud Efendi’nin söz konusu tefsirini baştan sona tarayarak Kur’an’ın Kur’anla tefsir edildiği ayetleri tespit ettik. Sonrasında bu ayetleri içeriklerine göre sınıflandırdık ve çok fazla sayıdaki bu örnekleri, konuyu uzatmamak adına, mümkün olduğunca asgariye indirirek ilgili başlıkların altına yerleştirdik. Ayrıca her başlık altındaki belli bir örneğin müfessir ayetiyle müfesser ayetinin ilişkisini nüzul sıraları açısından ele aldık. Nüzul sırasını tercih etmemizin en büyük sebebi, tefsir eden ayetin tefsir edilen ayetten önce mi yoksa sonra mı nazil olduğu hususunu belirleyebilmektir.

Araştırmamızdaki hareket noktamız, “Ebussuûd Efendi, tefsirinde ayetleri ayetlerle ilişkilendirirken nasıl bir usul takip etmiştir?” sorusu olmuştur. Ancak tezimizin ana konusuna geçmeden önce konumuz Ebussuûd Efendi’nin tefsiri olduğu için giriş kısmında Müellifin hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserlerinden bahsettik. Birinci bölümde Müfessirin ayeti ayetle açıklarken anlamsal ilişki kurduğu unsurlar ve

10 ayetleri açıklamada konu olan bu unsurların özelliklerine yer verdik, ikinci bölümde

Ebussuûd Efendi’nin Kur’an’ı Kur’an’la tefsirinde kullandığı açıklama biçimlerini zikrettik ve üçüncü bölümde ise Müellifin Kur’an’ı Kur’an’la tefsirinde kullandığı yardımcı unsurları ele aldık.

Tezimizde takip ettiğimiz bu planın teşekkülünde Halis ALBAYRAK’ın

“Kur’an’nın Bütünlüğü Üzerine-Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri” isimli kitabı başta olmak üzere, Niyazali ARİPOV’un “Tefsîr-i Kebîr’de Kur’ân’ın Kur’ân’la Tefsiri” ve Ali KARATAŞ’ın “’nin Te’vilâtü’l-Kur’ân’ında Kur’an’ı Kur’an’la

Tefsir” isimli doktora tezlerinden faydalandık.

3. Ebussuûd Efendi’nin Hayatı ve Eserleri

Ebussuûd Efendi, Osmanlı devletinin önde gelen ilim adamlarından birisir. İlmi yetkinliği sebebiyle çağdaşı olan ilim adamlarının sevgisini ve saygısını kazandığı gibi

İslam âlemince de takdîr edilmiştir. Bu özelliğinden dolayı Osmanlı döneminde

önemli görevler üstlenmiş olan Ebussuûd Efendi’nin hayatı ve eserleri şu şekildedir:

3.1. Hayatı

3.1.1. Doğumu ve Ailesi

Tam ismi Muhammet b. Muhammet Mustafa el-İskilibî el-Imâdî olan Ebussuûd

Efendi, rivayetlere göre miladî 1490 yılında, bir görüşe göre Çorum’un İskilip1 beldesinde, diğer bir görüşe göre ise ’un Meteris (Metris, Müderris) köyünde dünyaya gelmiştir. Ancak tercih edilen görüş İstanbul’da doğmuş olmasıdır. Diğer taraftan, Ebussuûd Efendi’nin kullandığı “İmâdî” nisbesi, İskilip’in İmâd köyünde doğmuş olabileceği ihtimalini de göstermektedir.2

1 Abdullah Aydemir, Büyük Türk Bilgini Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1968, s. 2. 2 Ahmet Akgündüz, “Ebussuûd Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1994, c. 10, s. 365

11

Müftilenâm, Şeyhülislâm, Sultânü’l-müfessirîn, Hâtimetü’l-Müfessirîn,

Muallim-i sânî, Allâme-i kül, Hoca Çelebi, Ebû Hanîfe-i Sânî unvanlarıyla anılan

Ebussuûd Efendi’nin tefsirinin mukaddimesinde kendisinden Ebussuûd Muhammed

şeklinde bahsetmesinden ve hukuki kararları ve fetvaları bu isimle imzalamasından3 hareketle asıl adının Muhammed, künyesinin veya lakabının Ebussuûd olduğu anlaşılmaktadır. O’nun bu lakap veya künyeyi niçin aldığı hakkında pek bilgi bulunmamaktadır.4

“Ebussuûd” kelimesi aslında Arapça bir kelimedir. Ancak Türklerde de

Araplarda olduğu gibi isim olarak kullanılmıştır. Künye şeklinde kullanıldığı da vakidir.5

Babası, Şeyh Yavsi Muhyiddin Muhammet el-İskilibî, annesi, Hatun’dur.

Babası, Sultan II. Bayezit’le olan özel ilişkisinden dolayı “Hünkâr Şeyhi” diye de tanınmaktadır. Annesi Sultan Hatun, Mecdi Efendi ve Ayderûsî’nin ifadesine göre Ali

Kuşçu’nun kız kardeşi, Âlî ve Atâî’nin beyanına göre ise Ali Kuşçu’nun kızı,

Ebussuûd Efendi’nin dedesi olan Mustafa el-Imad de Ali Kuşçu’nun kardeşidir.

Mustafa el-Imad bazı kaynaklarda Ebussuûd Efendi’nin babası olarak gösterilse de bu doğru değildir.6 Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi, Müeyyedzâde’nin kızı Zeyneb Hatun ile evlenmiştir.7 Ebussuûd Efendi’nin Mehmet, Ahmet ve Mustafa adında üç oğlu ile

Kerime, Rahime ve Hatice isminde üç kızı olmuştur.8

Ebussuûd Efendi’nin en büyük oğlu Mehmed Çelebi, 1525 yılında doğdu. 1551 yılında 26 yaşında Sahn-ı Seman’da müderrisliğe başlayan Mehmed Çelebi, 1560 yılında devletin kıdemli makamlarından olan Şam kadılığına terfi etti. Daha sonra bu

3 Colin Imber, Şeriattan Kanuna Ebussuûd ve Osmanlı’da İslami Hukuk, (çev. Murteza Bedir), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2004, s. 13. 4 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 365. 5 Kâtip Çelebî, Keşf’uz-zunûn an esâmi’l-kütübi ve’l-fünûn, İstanbul, 1972, c. 1, s. 371, 379, 577. 6 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 365. 7 Şemsettin Sami, Kâmûsu’l-A’lâm, İstanbul, 1306, c. 1, s. 722. 8 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 366.

12 görevinden azledilen Mehmed Çelebi, 1563 yılında genç sayılabilecek yaşta Halep kadısıyken vefat etti.9

Mehmed Çelebi’nin diğer erkek kardeşi Şemseddin Ahmed, 1540 yılında doğmuştur. Biyografi yazarlarından Taşköprüzade’nin öğrencisi olan Şemseddin

Ahmed, 17 yaşındayken saray damadı Rüstem Paşa’nın medresesinde günlük elli akçe ile müderris oldu. Kendisinin sarhoş edici madde kullandığı söylenen Şemseddin, kardeşi gibi babası hayattayken 30 yaşında yani 1569 yılında vefat etmiştir.10

Mustafa, 1558 yılında babası 70 yaşındayken dünyaya gelmiştir. İlk hocası babasıdır. Daha sonra 1574 yılında babasının hatırına Sahn-ı Seman medresesine müderris olmuştur. Selanik, ve Galata ve İstanbul kadılığı yapan Mustafa

Efendi, 1594 yılında Anadolu, 1598 yılında ise Rumeli kazaskerliğine kadar terfi etmiştir. Mustafa Çelebi, usûl-i fıkıhta kuvvetli bir kişi olup, bunu Dürer’e yazdığı haşiyelerle ispatlamıştır. Ayrıca hat sanatında mahir olduğu söylenmektedir. Mustafa

Çelebi, 43 yaşında yani 1599 yılında vefat etmiş olup, babasının yanında medfundur.

Ebussuûd Efendi’nin bu üç oğlu dışında Mahmud Çelebi adında bir oğlu daha olduğu bilinmekte fakat hakkında pek bilgi bulunmamaktadır.11

Ebussuûd Efendi’nin soyu küçük oğlu Mustafa Çelebi ile devam etmiştir. 19. yüzyılın ortalarına kadar on batın halinde soyu devam eden bu aile Hoca Sâdeddin,

Karaçelebîzâde Abdülaziz, Babaî ve Bosnalı İsa Efendilerle akrabalık bağı kurmuştur.

Hatta İsa Efendi ile olan akrabalığından dolayı daha sonraları Ebussuûd ailesi

İsâzâdeler olarak isimlendirilmiştir. Ebussuûd ailesinin en son halkalarından biri de onuncu batından torun olan hattat Vahdetî Efendi’nin eşi Ayşe Sıddîka Hanım’dır.12

9 Colin Imber, a.g.e., s. 23. 10 Colin Imber, a.g.e., s. 23. 11 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 19. 12 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 366.

13

3.1.2. Eğitimi

Ebussuûd Efendi ilk tahsilini babasında yapmıştır.13 Haşiye-i Tecrîd-i Şerifiyye isimli eseri bütün haşiyeleriyle beraber, Şerh-i Miftah (iki dafa) ve Şerh-i Mevâkıf isimli eserleri başından sonuna kadar tahkik ve i’kan üzere babasıyla okumuş;

Miftâhu’l-Ulûm isimli eserin metnini de hıfzetmiştir.14 Babasından böyle kuvvetli bir tahsil gören Ebussuûd Efendi, bununla yetinmeyerek Müeyyed-Zade Abdurrahman

Efendi, Mevlâna Seyyidi Karamâni ve Kemal Paşa-Zâde gibi bilginlerden de dersler aldı.15 Kısa zamanda zekâ ve irfanıyla parlayıp şöhreti ilim muhitlerinde yayılan

Ebussuûd Efendi, Sultan İkinci Bayezid’in dikkatini çekmiş, bu sebeple kendisine günlük 30 akçe olarak öğrenim bursu (Çelebi Ulûfesi) verilmiştir.16

3.1.3. Bulunduğu görevler

Ebussuûd Efendi, eğitim hayatını tamamlamasının ardından görev hayatına başlamış ve kısa zamanda döneminin en yüksek ilmi payelerine erişmiştir. Ebussuûd

Efendi, tahsil hayatından sonra ilk olarak 26 yaşındayken 1516 yılında, Yavuz Sultan

Selim devrinde, Çankırı Medresesine tayin edilmiş, ancak bu Medreseye gitmekte tereddüt gösterince İnegöl İshak Paşa Medresesi’ne tayin edilerek ilk hocalık görevine burada başlamıştır. Bu Medresede görev süresi dolunca ertesi yıl Davud Paşa

Medresesi’ne, bir sonraki yıl Mahmut Paşa Medresesi’ne, 1525 senesinde de Vezir

Mustafa Paşa tarafından Gebze’de yaptırılan Medrese’ye tayin edilmiştir. Ebussuûd

Efendi bundan bir yıl sonra Bursa’da bulunan Sultaniye Medresesi’ne layık görülmüş,

1528 senesinde de Medâris-i Semaniye’den Müftü Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmiştir. Bu vazifeyi beş yıl yaptıktan sonra da önce Bursa Kadılığı, 1533 senesinde

13 Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, Ths., c. 1, s. 306. 14 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 7. 15 Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1983, s. 22. 16 Şemsettin Sami, a.g.e., c. 1, s. 722; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 5.

14 ise İstanbul Kadılığı görevi verilmiştir. Anadolu Kazaskeri Kadri Efendi ve Rumeli

Kazaskeri Muhyiddin Efendi’nin, korku seferi sırasında, maktûl İbrahim Paşa hakkındaki konuşmaları üzerine her ikisini de görevden alan Padişah, 1537 senesinde,

Ebussuûd Efendi’yi Rumeli Kazaskerliği’ne getirmiştir. Bu görevi devralır almaz sefere katılan Ebussuûd Efendi, Kara Boğdan, Budin ve Estergon seferlerinde padişahla beraber bulunmuş ve Budin’in fethinin arkasından ilk Cuma namazını kıldırmıştır. Ebussuûd Efendi, Rumeli Kazaskerliği görevini sekiz yıl yürüttükten sonra 1545 yılında Fenârizâde’nin yerine Şeyhülislam oldu.17 Hicri hesapla tam 30 yıl bu makamda kaldıktan sonra 87 yaşında vefat etti.18

3.1.4. Vefatı

Ebussuûd Efendi’nin vefatıyla ilgili 982/1574, 984/1576 ve 987/1579 şeklinde farklı tarihler zikredilmektedir. Neredeyse o zamanın bütün ilim adamlarının ve devlet erkânının katıldığı cenazesi İstanbul’daki Fatih Sultan Mehmet Camiinden kaldırılmış ve Hz. Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin civarında yaptırdığı medreseye ait alana defnedilmiştir. Cenaze namazını Muhaşşî Sinan Efendi (ö. 986/1578) kıldırmıştır.19

Vefatı İslam âlemi’nde çok büyük bir üzüntüyle karşılanmış ki Haremeyn âlimleri ve

Müslümanlar Medine’de ve Mekke’de gıyâbi cenaze namazı kılıp dua etmişlerdir.20

Vefatı sırasında çocuklarından sadece Mustafa Çelebi hayattaydı.21

17 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 365. 18 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 12. 19 Nev’îzâde Atâî, Hadâiku’l-Hadâik, İstanbul, 1989, c. 2, s. 185. 20 Nev’îzâde Atâî, a.g.e., c. 2, s. 185. 21 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 16.

15

3.2. İlmi Şaysiyeti ve Eserleri

3.2.1. İlmi Şahsiyeti

Osmanlı İmparatorluğu’nun en haşmetli devrinde yetişen ve “Hoca Çelebi” namıyla anılıp ilmi kişiliğiyle ön plana çıkan Ebussuûd Efendi, muasırları tarafından

çok övülmüş, namına kasideler yazılmış, methiyeler düzenlenmiş, edebi kudreti tefsiri ve fıkıhtaki üstünlüğü ile ün salmıştır. Bundan dolayıdır ki döneminden bu yana

“İkinci Ebu Hanife” ve “Müfti’s-Sekaleyn” gibi isimlerle anılagelmiştir.22

Ebussuûd Efendi, ilim ve fazilet bakımından dönemin yöneticileri nezdinde

önemli bir yeri olmakla birlikte siyasi işlerle pek ilgilenmemiştir. Kanunî’ye karşı yerine göre nüktedan, yerine göre de izzetli davranarak ilminin yüceliğini korumasını bilmiş ve doğru bildiğini söylemekten çekinmemiştir. Mesela, Ayasofya vakıfları kiracılarının, gelirlerin zaten giderlerden fazla olduğunu söyleyerek kira bedellerini ecr-i misle yükseltmekten kaçınıp durumu padişaha arz etmeleri, padişahın da meşveretten sonra vakıf kiracıları lehine karar çıkarması üzerine Ebussuûd Efendi;

“Olmaz! Emr-i Sultânî ile nâmeşrû nesne meşrû olmaz; haram olan nesne helal olmak yokdur.” diyerek gerektiği yerde padişahın uygulamalarını tasvip etmediğini açıkça belirtmiştir.23

Hayatını ilme adayan Ebussuûd Efendi, sahip olduğu bilgiyi başkalarıyla paylaşmaktan da geri durmamış ve bu bağlamda döneminde birçok talebe yetiştirmiş,

özellikle II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed devirlerinde yetişen ilim adamlarına hocalık yapmıştır. Malûlzâde Seyyid Mehmed, Abdulkâdir Şeyhî, Bostanzade

Mehmet, Sun’ullâh Efendi, Bustanzade Mustafa, Hâce-i Sultânî Atâullah, Kınalızâde

Hasan, Ali Cemâli Efendi’nin oğlu Fudayl Efendi ve Şair Bâkî gibi nice talebeleri ilim dünyasına kazandırmıştır.24

22 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 34-35. 23 Ahmet Akgündüz, a.g.md., s. 367. 24 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 39-40.

16

Eskiden çok çalışan ve başını kitaptan kaldırmayan bir kimseye çalışkanlığını ifade ve takdir etmek için “Ebussuûd torunu musun?” derlermiş.25 Halk arasında kalıplaşmış bir ifade haline gelen bu söz de Osmanlı tarihinin yetiştirdiği en önemli

şahsiyetlerden biri olan Ebussuûd Efendi’nin ilmi kişiliğini ortaya koyması bakımından önemlidir.

3.2.2. Eserleri

3.2.2.1. Tefsir Alanındaki Eserleri

Osmanlı döneminde, daha önce yazılmış tefsirlerden bağımsız müstakil olarak tefsir yazan âlimlerin sayısı azdır. Âlimler, çoğunlukla kendilerinden önce yazılmış eserlere haşiye ve ta’lika yazmışlardır. Tezimize konu edindiğimiz Ebussuûd

Efendi’nin İrşâd’ül-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâb’il-Kerîm adlı eseri Osmanlı döneminde kaleme alınmış az sayıdaki tefsirlerden biridir. Türkiye’deki kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshası bulunan bu eserin, farklı zamanlarda üç, beş, sekiz ve dokuz cilt olarak basımı yapılmıştır.

Ebussuûd Efendi’nin müderrisliği sırasında bayram tatilleri dışında sürekli derslerine devam ettiği, şeyhülislamlığı zamanında da neredeyse her gün oldukça fazla sayıda fetva vermesiyle şöhret bulduğu rivayet edilir.26

Zemahşeri (ö. 538/1144), Fahruddin er-Razi (ö. 606/1210) ve el-Beydâvî’nin (ö.

691/1292) eserlerini kaynak olarak kullanıp onlardan istifade ederek kaleme aldığı bu eserinde, Ebussuûd Efendi, tefsir alanında otorite olarak görülen bu müfessirlere isim zikretmeden tenkitler yönelterek onların tezlerini çürütmüş ve çok sayıda tercihte bulunmuştur. Ebussuûd Efendi’nin ismini ebedileştiren ve şöhretini dünyaya yayan amillerin başında yazmış olduğu tefsiri gelmektedir. Bu ve buna benzer özellikleri

25 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 40. 26 Ahmet Akgündüz, a.g.md., s. 366.

17 sebebiyle sözü edilen bu tefsir, birçok ülkenin üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmakta ve önerilen temel eserler arasında yer almaktadır.27

Ebussuûd Efendi'nin, Kur’ân-ı Kerîm'in tamamını tefsir etmesinin yanı sıra bazı surelerle ilgili müstakil olarak yazdığı risaleler de mevcuttur.

Carl Brokelmann, Ebussuûd Efendi’ye Tefsîr’u Sûrati’l-Mülk, Tefsîr-u Sûrati’l-

Bakara ve Tefsîru’l-Kehf isimleriyle eserler nisbet etmiş olsa da bu eserlerin Ebussuûd

Efendi’ye ait olduğuna dair henüz bir bilgiye rastlanmamıştır. Bunlarla beraber,

Ebussuûd Efendi’ye farklı kaynakalarda, Tefsîr-u Sûrati’l-Fâtiha ve Tefsîr-u Sûrati’l-

Bakara isimli tefsirle ilgili daha başka risaleler nisbet edilmekte, ancak bunların genel olarak İrşâdü’l Akli’s-Selîm’den alıntı olduğu anlaşılmaktadır. Bazı kaynaklarda,

Süleymaniye Kütüphanesi’nden bulunan Mu’minûn, Nûr, Furkan ve Şuara surelerine ait tefsirler Ebussuûd Efendi’ye atfedilmiş olsa da yapılan araştırmalarda, sözü edilen bu risâlelerin ona ait olduğunu gösteren bir kayda rastlanmadığı gibi, tefsiriyle yani

İrşâd’ül-Akli’s-Selîm’le yapılan karşılaştırmada da herhangi bir benzerlik bulunamamıştır.28

Ma’âkidu’t-Tarrâf fî Evveli Sûreti’l-Feth mine’l-Keşşâf isimli eser ise Ebussuûd

Efendi’nin, Zemahşerî’nin el-Keşşâf adlı tefsirinden Fetih Sûresine yazmış olduğu haşiyedir. Eserin muhtelif yazmaları bulunmaktadır. 29

3.2.2.2. Hukuk Alanındaki Eserleri

İlmiye ve devlet teşkilatında uzun yıllar görev yapmış olan Ebussuûd Efendi, hem örfi ve pozitif hukukun şer’i hukuk gölgesinde gelişmesine katkı sağlamak hem de İslam hukukunun klasik devrine ait görüşleri yorumlayıp döneminin problemlerine

27 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 23; 89-109; 253-258. 28 Pehlül Düzenli, Osmanlı Hukukçusu Şeyhulislam Ebussuûd Efendi ve Fetvaları (yayınlanmamış doktora tezi) Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2007, s. 48. 29 Hüseyin Nihal Atsız, İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuûd Bibliyografyası, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1967, s. 6-28.

18

çözüm getirmek suretiyle hukuk alanında önemli çalışmalar yapmış ve buna dair birçok eser kaleme almıştır.

Ebussuûd Efendi’nin fıkıhçılığı, fıkıhla ilgili eserlerinden çok, fetvâları ile öne

çıkmıştır. Gerek fıkıh ve gerekse fetvâlarındaki fıkıhçılığını inceleyen yeterli bir

çalışma bulunmamakla beraber, tabakât kitaplarında Ebussuûd Efendi’nin ashâb-ı tercîh [beşinci tabaka], meselelerde ictihad edip, tahric ve delilleri tercih ettiğini ifade edenlerin yanında, müctehid olup, tercîh, tahrîc ve mesâilde ictihatlarının bulunduğunu kaydedenler de olmuştur. Ebussuûd Efendi, müstakil bir fıkıh kitabı oluşturacak çapta fıkhın bütün konularıyla ilgili fetvâlar vermiş olmakla beraber, özel bir fıkıh kitabı yazmamıştır. Sebep olarak da, “Fetâvâ-yı Bezzâziye” gibi bir eser varken, fıkıh kitabı yazmaktan haya ederim.” dediği nakledilmiştir. Bununla beraber, fıkhın çeşitli konularında müstakil risâleler ve bazı eserlere haşiye ve talikleri olmuştur.30

a) Fetâvâ-yı Ebussuud Efendi: Hicri hesapla 30 yıl devam eden

şeyhülislamlığı zamanında Ebussuûd Efendi’nin pek çok fetva verdiği ma’lumdur. Bu fetvalar bilahare derlenerek eser haline getirilmiştir.31 Bu fetva mecmuaları kendisi tarafından derlenmemiştir. Bu mecmualar, ilk olarak, daha kendisi hayattayken

Buzenzade Mehmed ve fetva kâtibi Veli Yegan tarafından derlenerek fıkıh kitaplarındaki bablara göre tanzim edilmiştir. Ebussuûd Efendi’nin vefatından sonra ise Sultan 3. Murad zamanında fetvalarının derlendiği bilinmektedir.32 b) Arazi-yi Haraciyye ve Öşriyye Hakkında Kanun ve Fetvalar33:

Kanunname, Kanun’ul-Muamelat adlarıyla da kaydedilen bu eser, Ebussuûd

30 Ayrıntılı bilgi için bkz. Pehlül Düzenli, “Şeyhulislam Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir Değerlendirme”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, sy. 5, 2005, c. 3, s. 446-447. 31 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 26. 32 Colin Imber, a.g.e., s. 29. 33 Bilgi için bkz. Osmanlı Kanunnameleri, c. 4, s. 78-91.

19

Efendi'nin Osmanlı mîrî arazi hukukunun temelini teşkil eden on kadar uzun fetvası veya bu fetvaların mukaddimesini teşkil ettiği “kanun-ı cedid” nüshalarıdır.34

c) El-Fetva’l-Müteallika bi Beyâni’l-vakti’l-Mu’tebere li’l-Hasâd ve

İstihkâki’l-Gallât35: Osmanlı hukukunda araziden alınan ürünlerin hasat vakitleriyle vergi tahsil zamanlarını anlatan ve daha sonra kanunnamelerin temel kaynağı haline gelen bir fetva nüshasıdır.

d) Risale fi’l-Mesh-i ale’l-Huffeyn-Hasmü’l-Hılâf fi’l-Meshi ale’l-

Hıfâf36: Çoha [has ipekten yapılan bez] ve kirbas [normal bez] üzerine giyilen mestler

üzerine meshin caiz olup olmadığı konusunun incelendiği bir risaledir.37

e) Ma’rûzât38: Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Ebussuûd Efendi tarafından muhtelif meselelerle ilgili tanzim edilmiş fetva şeklindeki hükümleri ihtiva eden bir risaledir.39

f) Risale fî Vakfi’l-Menkûl ve’n-Nukûd40: Mevkıfu’l-ukûl fî vakf’ıl- menkûl veya Risale fî cevazi vakfi'n-nukûd gibi adlarla da anılan ve taşınır malların ve paranın vakfedilmesi konusunun ele alındığı Arapça bir risaledir.41

g) Bidâatü’l-Kâdî li-İhtiyâcihi fi’l-Müstakbel ve’l-Mâzî42: Osmanlı kadılarının uyması gereken usul ve erkanı anlatan önemli bir risaledir.43

h) Fetâvâ katiblerine tenbih44: Fetva yazımıyla ilgili45 fetva müsevvidlerinin uyması gereken kurallar hakkında yazılmış bir risaledir.46

34 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370. 35 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 11.152/ 32, vr. 163-167; nr. 1036/21, vr. 181-183. 36 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp. Laleli, nr. 876/1, vr. 1-12. 37 Pehlül Düzenli, a.g.mkl., s. 448-449. 38 Bilgi için bkz. Osmanlı Kanunnameleri, c. 4, 35-75. 39 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 23. 40 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2830/15, vr. 61-64; Millet Ktp., Feyzullah Efendi, nr. 2139, vr. 59-66. 41 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370. 42 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 6314, vr. 31-44. 43 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370. 44 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 656/53, vr. 246. 45 Pehlül Düzenli, a.g.mkl., s. 450. 46 Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370.

20

i) Risâle fî Vakfi’l-Arazî ve Ba’zı Ahkâmi’l-Vakf47: Osmanlı arazi hukukunu, arazinin nasıl vakfedileceğini ve özellikle irşadî vakıfları konu edinen bir risaledir.48

j) Risâle fî Tescîli’l-Evkâf49: Özellikle nakit para vakıflarının tesciliyle vakfının tamamlandığını anlatmak amacıyla yazılan bir risaledir.

k) Risâle fî Vakti’t-Tavâhîn ale’l-Arzi’l-Mevkûfe li’l-Gayr50: Başkalarına ait vakıf üzerindeki değirmenlerin vakıf yapılıp yapılamayacağını konu edinen bir risaledir.

l) Öşür Hakkında Risale51: Osmanlı vergi hukukunun şer’î esaslarının anlatıldığı bir risaledir.

m) Gamezâtu’l-Melîh fî Evveli Mebâhisi Kasri’l-Âmm Mine’t-Telvîh52:

Hanefî mezhebi âlimlerinden Sadr’uş-şerîa Ubeydullah’ın et-Tavzîh ale’t-Tenkîh adlı fıkıh usulü eserine Seyyid Şerif Cürcâni tarafından yazılan et-Telvîh adlı haşiyeye

Ebussuûd Efendi tarafından yapılan ta’liktir.53

n) Şevâkibu’l-Enzâr fî Evâili Menâri’l-Envâr54: Hanefî hukukçusu Ebu’l-

Berakât en-Nesefî’nin usul-ü fıkıhla ilgili Menâru’l-Envâr adlı eserinin baş kısımlarının Arapça şerhidir.55

Ebussuûd Efendi ayrıca Burhaneddin el-Mergınânî'nin meşhur eseri el-

Hidaye’nin birçok bölümüne ta’lik ve haşiyeler yazmıştır.56

47 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3459/4, vr. 185-187; nr. 3785/19, vr. 116. 48 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370. 49 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 835, vr. 7-17. 50 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 376/4, vr. 155-165. 51 Bilgi için bkz. Osmanlı Kanunnameleri, c. 4, s. 95-104 52 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, 2035, vr. 402b-405b; Hacı Mahmud Efendi, nr. 792; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 8025, vr. 20b-25a. 53 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370. 54 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2035/5, vr. 31-37; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 8025, vr. 11b-18a. 55 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370. 56 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 370.

21

3.2.2.3. Dil ve Edebiyat Alanındaki Eserleri

a) Galatât-ı Ebussuûd57: İnsanların kullandığı yanlış kelimelerin konu edildiği bir eserdir.

b) el-Kasîdetu’l-Mîmiyye58: Ebu’l-Alâ el-Maarrî’ye muaraza niyetiyle yazdığı bu kasîde, doksan küsur beyitten meydana gelen bir kasîde olup, üzerine birçok şerh yapılmıştır.

c) el-Kasâidu’l-Arabiyye59: Ebussuûd Efendi’nin farklı konulara dair kaleme aldığı kasidelerinin toplandığı mecmua tarzında bir eserdir.

d) Kasîde fî Risâi’s-Sultan Süleyman60: Ebussuûd Efendi’nin Kanuni Sultan

Süleyman’a yazdığı Türkçe bir mersiyedir.

e) Munşeât-ı Ebussuûd61: Ebussuûd Efendi’nin nesir halindeki resmi yazılarının oluşturduğu bir eserdir.

3.2.2.4. Akaid-Kelam alanındaki eserleri

Risâle-i Ebussuûd62: Mes’eletu’l-kazâ ve’l-kader li’l-Mevlâ Hoca Çelebî adıyla da kayıtlıdır. Hem söz konusu risale, hem de anılan isimdeki kaydı, aynı konuya ait olup sorulu-cevaplı fetvâ formatındadır. Her iki eser de kader konusunu ele almaktadır.

Eser Risale fî Beyâni’l-Kazâ-i ve’l-Kader li Mevlânâ Ebussuûd adıyla yayınlanmıştır.63

57 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3755/2. 58 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 3725, vr. 185-186; Şehid Ali Paşa, nr. 1390/11, vr. 181-186. 59 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3741/9, vr. 297-308. 60 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3507/2, vr. 8; Hacı Beşir Ağa, nr. 676/3, vr. 41-42. 61 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3291. 62 Yazma nüshaları için bkz. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi. nr. 3772, vr. 246a-248b. 63 Pehlül Düzenli, a.g.mkl., s. 450-451.

22

3.2.2.5. Tasavvuf alanındaki eserleri

a) Risâle fî Hakki Devrân-i Sûfiyye64: Tasavvufi uygulamalarda icrâ edilen ritüelleri konu edinen bir eserdir.

b) Şerhu zî Deryâ-yı Şehâdet65: Mukaddime kaydına göre eser, Mevlânâ

Abdurrahman el-Câmî’nin (ö. 898/1492) Zî Deryâ-yı şehâdet adlı eserine Ebussuûd

Efendi’nin Farsça olarak kaleme aldığı bir şerhtir. Eser, vahdet-i vücûd konusunu işlemektedir.66

Ayrıca Ebussuûd Efendi’nin tıbba dair Risâle li ecli’t-tâûn adlı iki risalesi ve

Vezir Semiz Ali Paşa’nın arzusuyla kaleme aldığı duanın önemini anlatan, bir mukaddime ve yedi babtan meydana gelen bir dua mecmuası mevcuttur.67 Bununla birlikte burada isimlerine yer verilenlerin dışında küçük çapta da olsa Ebussuûd

Efendi’ye nispet edilen daha birçok eser68 bulunmaktadır. Ancak tezimizin bu kısmında çok fazla ayrıntıya girmemek için bu kadarıyla iktifa ediyoruz.

64 Yazma nüshası için bkz. Hacı Selim Ağa Ktp., Nurbanu, 153. 65 Yazma nüshası için bkz. Süleymaniye Ktp., Rağıp Paşa, 1460, vr. 235b-236a. 66 Pehlül Düzenli, a.g.tz., s. 61. 67 Ahmet Akgündüz, a.g.md., c. 10, s. 371. 68 Geniş bilgi için bkz. Pehlül Düzenli, a.g.mkl., s. 441-475.

23

BİRİNCİ BÖLÜM

EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’AN’I KUR’AN’LA TEFSİRİNDE

ANLAMSAL İLİŞKİ KURDUĞU UNSURLAR VE ÖZELLİKLERİ

Kur’ân’ı anlama çabası, Kur’ân’ın nüzûlünün başlangıcından bu güne devam edegelen bir olgudur. Kur’ân’ı doğru anlamak için kullanılan yöntemlerin başında da hiç şüphesiz Kur’an’ın bizzat Kur’an’la tefsir edilmesi gelmektedir. Kur’an ayetlerinin birbirleriyle ilişkilendirilmesinde, bu durumun müsebbibi olan bir takım unsurlar, ilgili ayetin açıklamasına konu olabilmektedir. Söz konusu unsurlar arasındaki bağ ve irtibat ise değişik açılardan kurulabilmektedir. Kur’an ayetleri bağlamında değerlendirildiğinde, bir ayetin diğer bir ayetle bağ ve irtibatından, iki ayetin şekil, yapı ve ifade ettiği mana yönünden birbirine yakın, benzer veya başka açılardan irtibat kurmaya elverişli olması anlaşılmalıdır.

1.1. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurlar

1.1.1 Kelime

Arap dilinde kelime, nahivciler tarafından, “vaz‘ yoluyla müfred bir anlama delalet eden lafız69” şeklinde tanımlanmıştır. Nahivcilerin yaptığı bu kelime tarifini yetersiz bulan Temmâm Hassân’a (1918-2011) göre ise kelime, cümle oluşturmada belli bir görevi üstlenen, lügat birimlerinden birisini teşkil eden, bağlam/kontekstten

çıkarılması veya bağlama dahil edilmesi ya da bağlamdaki yerinin tebdil edilmesi veyahut da yerine bir başka kelime konulması imkan dahilinde olan, genel olarak kökünde üç harf bulunup bir takım ekler alabilen kalıptır.70 Arap dilinde yapılan

69 İbrahim Enis ve Diğerleri, Mucem’ül-Vesît, 2. Baskı, Tahran/İran, c. 2, s. 796; Bkz. Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, el-Mufassal fî Sınâat’il-İrâb, (Thk. Ali Ebu Mülhim), Mektebet’ül-Hilal, 1. Baskı, Beyrut, 1993, s. 23. 70 Temmâm Hassân, Menâhic’ül-Bahs fi’l-Lüga, Mektebetü’l-Ancelo el-Mısriyye, Kahire, 1990, s. 228- 232.

24 geleneksel tasnife göre kelime, “isim, fiil ve edat”71 olmak üzere üç gruptan oluşmaktadır. Bağımsız olan nesnelere isim, değişim ve olayları yansıtan kelimelere fiil, nesneler arasındaki ilişkileri ifade eden sözcüklere de edat denmektedir.72

Bunlardan isim ve fiil kendi başlarına bir anlam taşıdığı halde harf, yalnız başına bir anlam taşımayıp ancak beraber kullanıldığı isim veya fiil ile bir anlam kazanmaktadır.73 Kur’an’da da ayetlerin tayini kıyasi değil de tevkifi olduğu için ayetler arasında da birçok hükümleri ve cümleleri ihtiva eden uzun ayetler olduğu gibi kendi başlarına hüküm ifade etmeyen, harfler ve kelimelerden oluşan ayetler de mevcuttur.74 Bu başlık altında Kur’an tefsiri yapılırken ayetleri açıklamada konu olan isim, fiil ve edat unsurlarını ele alarak Ebussuûd Efendi’nin bu çerçevede tefsir ettiği ayetlerden örnekler zikredeceğiz.

1.1.1.1. İsim

“İnsanlara, hayvanlara, bitkilere, cansızlara, yerlere, zamanlara ve sıfatlara delalet edip herhangi bir zaman bildirmeyen kelime”ye isim denir.75 Kur’an ayetleri tefsir edilirken açıklamaya konu olan unsurlardan biri de Kur’an ayetleri içerisinde yer alan isimlerdir. Ebussuûd Efendi, tefsirinde isimleri açıklarken bazen ilgili ismi yine

Kur’an ayetlerinde yer alan başka kelimelerle bazen de cümlelerle izah etmiştir.

Örneğin:

ا َّل ِذي َن يُ ْؤ ِم ُنو َن بِا ْل َغ ْي ِب َويُ ِقي ُمو َن ال َّصالَةَ َو ِم َّما Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/3’üncü

Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan“ َر َز ْقنَا ُه ْم يُ ْن ِفقُو َن

kelimesinin anlamıyla ilgili farklı ا ْل َغ ْي ِب Allah yolunda harcarlar.” ayetindeki

71 Ebû Bişr Amr b. Osman Sîbeveyh, el-Kitâb, (Nşr. Abdusselâm Muhammed Harun), Mektebetü’l- Hancî, 3. Baskı, Kâhire, 1998, c. 1, s. 12. 72 Walter Porzig, Dil Denen Mucize, (Çev. Vural Ülkü), TDK Yayınları, 3. Baskı, Ankara 2011, s. 110. 73 Ahmet Yaşar, Arapçanın Temel Kuralları, Anadolu Matbaacılık, İzmir, 1996, s.213. 74 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 9. Baskı, Ankara, TDV Yayınları, 1993, s. 55-56. 75 Ahmet Yaşar, a.g.e., s.211.

25 ihtimallerden söz etmiştir. Bunlardan birine göre “gayb” kelimesi, mastar olup mübalağa için gaibin vasfı olarak kullanılmış ve onun karşıtı da şahadettir. İrşad’ül-

… َعا ِل َم ا ْل َغ ْي ِب َوال َّش َهادَة ِ… Akl’is-Selîm’de bu husus Zümer Suresinin 39/46’ncı ayetindeki

“…görünen ve görünmeyeni bilen…” cümlesiyle açıklanmıştır. Diğer bir ihtimale göre ise “gayb” kelimesi, mastar olmayıp sıfat isimdir ve mana olarak, his ve akıl ile idrak edilmeyen gerçekleri ifade eder. Bu gerçekler de iki kısma ayrılır:

Birincisi hiç delil ve belgesi bulunmayan ‘gayb’tır ve bu mana, Enam Suresinin

Gaybın anahtarları yalnızca O’nun“ َو ِع ْندَهُ َم َفات ِ ُح ا ْل َغ ْي ِب الَ يَ ْع َل ُم َها إِالَّ ُه َو uncu ayetindeki’6/59 katındadır. Onları ancak O bilir.” ifadesiyle açıklanmıştır.

İkincisi delil ve belgesi olan ‘gayb’tır ve yaratan ile sıfatları, nübüvvet ve ona bağlı hükümler ve şeriatler, kıyamet günü, öldükten sonra dirilme, Allah’a dönüş, toplanma, hesap, ceza ve mükafat gibi kıyamet halleri ve bu nevi gayb haberlerdir.

Başka bir ihtimale göre ise “gayb” kelimesi, masdar olup kendi asıl manasıyla kullanılmış olabilir ve bunu gıyaben, görmedikleri, huzurda olmadıkları halde iman

ا َّل ِذي َن يَ ْخ َش ْو َن ederler demektir. Bunun açıklamasında da Enbiya Suresinin 21/49’uncu

Onlar, görmedikleri hâlde Rablerinden içten içe“ َربَّ ُه ْم بِا ْل َغ ْي ِب َو ُه ْم ِم َن ال َّسا َع ِة ُم ْش ِفقُو َن korkarlar. Onlar kıyamet gününden de korkarlar.” ayetiyle Yusuf Suresinin 12/52’nci

Yusuf, "Maksadım, vezire, gıyabında“ ذَ ِل َك ِليَ ْع َل َم أَ ِّنِي َل ْم أَ ُخ ْنهُ بِا ْل َغ ْي ِب َوأَ َّن هللاَ َال يَ ْه ِدي َك ْيدَ ا ْل َخا ِئنِي َن ihanet etmediğimi, hainlerin tuzaklarını Allah'ın başarıya erdirmediğini bilmesini sağlamaktı" dedi.” ayetini kullanmıştır.76

kelimesinin ا ْل َغ ْي ِب Müellif, Bakara Suresinin 2/3’üncü ayetinde zikredilen açıklamasında, bu ayetten önce nazil olan Zümer Suresinin 39/46, Enam Suresinin

6/59, Enbiya Suresinin 21/49 ve Yusuf Suresinin 12/52’nci ayetlerini kullanmıştır.

Normal şartlarda, tefsir geleneğine göre bir ayetin tefsirinde kullanılan ayetin,

76 Ebussuûd Efendi, İrşâd’ül-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâb’il-Kerîm, Müessesetü et-Tarihu’l-Arabi, Beyrut, c. 1, s. 42; (Çev.) Ali Akın, Ebussuûd Tefsiri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2006, c. 1, s. 86-87.

26 açıklaması yapılan ayetten sonra nazil olması esastır. Ancak müfesser konumdaki ayetle yapılan anlamsal ilişkilendirme, topyekün bir ilişki değil, kelime bazında yapılan bir ilişkilendirme, yani birinci ayette geçen bir kelimenin başka ayetlerde geçen bir kelimeyle ilişkilendirilmesidir. Dolayısıyla bu durum ayetler arasında

öncelik veya sonralık tertibini gerektiren bir özellik taşımamaktadır.

َوا ْستَ ِعينُوا بِال َّص ْب ِر َوال َّصالَةِ َوإِ َّن َها َل َكبِي َرةٌ ِإالَّ َع َلى ,Başka bir örnekte de Ebussuûd Efendi

,Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz“ ا ْل َخا ِش ِعي َن

Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.” (Bakara 2/45) ayetindeki

َكبُ َر َع َلى ا ْل ُم ْش ِر ِكي َن َما تَ ْد ُعو ُه ْم إِ َل ْي ِه kelimesini, Şûrâ Suresinin 42/13’üncü ayetinde geçen َكبِي َرة ٌ

“(Resulüm) senin kendilerini çağırdığın şey, Allah’a ortak koşanlara ağır geldi.”

den maksat “ağırlık ve meşakkattir”77 ve bu” َكبِي َرة“ cümlesiyle açıklamıştır. Ona göre kelime, sözü edilen cümleden çıkan anlamı taşımaktadır.78 Nitekim tefsiri yapılan ayette namazın, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkası için meşakkat olacağı, bu ibadetin ona zor geleceği, bildirilmekte, açıklayıcı konumdaki ayette de girmeleri için davet edildikleri İslâm diniyle onun emir ve yasaklarının, Allah’a ortak koşanlar için bir meşakkat olacağı, bu dine girmenin ve ona uymanın onlara zor geleceği,

kelimeleri aynı anlamı ifade َكبُ َر ve َكبِي َرة ٌ anlatılmaktadır. Dolayısıyla buradaki

şeklinde gelen isim unsurunu, bu َك ِبي َرة ٌ etmektedir. Müellifin de birinci ayetteki gerekçeyi göz önünde bulundurarak Kur’an’ın bir başka ayetiyle açıkladığı görülmektedir.

ال َّطالَ ُق َم َّرتَا ِن َفإِ ْم َسا ٌك بِ َم ْع ُرو ٍف أَ ْو تَ ْس ِري ٌح Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/229’uncu

Dönüş yapılabilecek) boşama iki defadır. Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya da)“بِإِ ْح َسا ٍن

iki defa” kelimesinin açıklamasında“ َم َّرتَا ِن güzellikle bırakmaktır.” ayetinde yer alan iki görüşe yer vererek, bu görüşlerden birine göre, “iki defa”dan muradın ikilemenin

77 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 126; Ebu’l-Fazl Cemâluddîn b. Muhammed b. Mükerrem ibn Manzûr, Lisanu’l-Arab, Daru’s-Sâdr, Beyrut, 1990, c. 5, s. 128. 78 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 126; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 229.

27 kendisi değil, fakat mutlak tekrarlama; tekrar tekrar demek olduğunu ifade etmiş ve bu

ْ Sonra tekrar“ ثُ َّم ا ْر ِجعِ البَ َص َر َك َّرتَ ْي ِن durumu da Mülk Suresinin 67/4’üncü ayetinde geçen

ال َّطالَ ُق َم َّرتَا ِن kelimesinin َم َّرتَا ِن tekrar bak” cümlesiyle şahitlendirmiştir. Buna göre cümlesine kattığı mana şöyledir: Boşama, iki veya üç talakı birleştirmek (iki veya üç talakla birden boşamak) değil, fakat biri diğerinden sonra, ara vererek boşamaktır,

Sonrası, ya iyilikle geçinmek, ya“ َفإِ ْم َسا ٌك ِب َم ْع ُرو ٍف أَ ْو تَ ْس ِري ٌح بِإِ ْح َسا ٍن hemen sonrasında gelen

,fe) harfi de talim tertibi içindir) ” َف “ da güzellikle bırakmaktır.” ifadesinin başındaki

َم َّرتَا ِن ,fe) harfi) ” َف “ dolayısıyla hem bu cümlenin anlamı hem de sözü edilen ْ Sonra tekrar tekrar bak” cümlesiyle aynı anlamı“ ثُ َّم ا ْر ِجعِ البَ َص َر َك َّرتَ ْي ِن kelimesinin taşıdığını ortaya koymaktadır. 79

Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/255’inci ayetini tefsir ederken bu ayette

”.O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kuşatmıştır“ َو ِس َع ُك ْر ِسيُّهُ ال َّس َما َوا ِت َواألَ ْر َض yer alan

,ismini, “hükümdarların oturdukları taht” olarak tanımlayarak ُك ْر ِس ُّي cümlesindeki aslında uluhiyet makamında kürsü, oturan ve oturma gibi beşere özgü olan durumların olmadığını, bunun ancak, pek kudretli ve pek yüce Allah’ın şanının azametini, hükümranlığının genişliğini ve ilminin her şeyi kuşattığını, belirten temsilden ibaret

َو َما َقدَ ُروا هللاَ َح َّق َق ْد ِر ِه َواألَ ْر ُض َج ِميعًا َق ْب َضتُهُ يَ ْو َم ا ْل ِقيَا َم ِة olduğunu belirtmiştir. Ona göre bu da

Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet“ َوال َّسما َوا ُت َم ْط ِويَّا ٌت بِ َي ِمينِ ِه gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür.”

(Zümer 39/67) ayeti kabilindendir.80 Tenzih akidesinin İslam düşüncesinde yoğun bir

gibi ُك ْر ِس ِّي biçimde etkin olduğu süreçlerden sonra Allah’ın zatıyla ilişkilendirilen insanbiçimci kelimeler, genellikle mecazi, sembolik manasıyla ele alınmıştır.

Dolayısıyla Müfessirin buradaki açıklamasında da böyle bir kelami endişenin yer aldığını hissetmek mümkündür. Burada tefsirden ziyade te’vil (yorum) söz konusudur.

79 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 273; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 626. 80 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 292; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 673.

28

kelimesinin anlamından ziyade, bu kelimenin ُك ْر ِس ِّي Buna bağlı olarak Müfessir de

Allah hakkında hakiki anlamıyla kullanılıp kullanılmadığını problem ediyor.

ُه َو ا َّل ِذي أَ ْن َز َل َع َل ْي َك ا ْل ِكتَا َب ِم ْنهُ آيَا ٌت ُم ْح َك َما ٌت Ali İmran Suresinin 3/7’nci ayetinde geçen

O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri " ُه َّن أُ ُّم ا ْل ِكتَا ِب َوأُ َخ ُر ُمتَ َشابِ َه ا ٌت

ُم ْح َك َما ٌت muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir." cümlesindeki

.kelimeleri Müellif tarafından başka ayetler zikredilerek izah edilmiştir ُمتَ َشابِ َها ٌت ve

Ebussuûd Efendi’nin ifadesine göre, muhkem ayetler, mana ve murada delaletleri kesin, ibareleri sağlam, ihtimal ve iştibahtan masun ve mahfuz olan ayetlerdir. İşte

الر ِكتَا ٌب .bunlar Kitab’ın aslı ve anasıdır, diğer ayetler için de başvurulan ilkelerdir

Elif. Lâm. Râ. (Bu sana indirilen), hikmet sahibi“ أُ ْح ِك َم ْت آيَاتُهُ ثُ َّم فُ ِ ِّص َل ْت ِم ْن َلدُ ْن َح ِكي ٍم َخبِي ٍر

(ve) her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da açıklanmış bir kitaptır.” (Hud 11/1) ayetinde geçen “muhkem” kelimesi de;

- Ayetleri, her türlü eksiklikten ya da nesihten korunmuş,

- Ayetleri hak olduklarına delalet eden kesin hüccetlerle te’yid edilmiş,

- Ayetleri hikmetli kılınmış,

Manalarına gelir. Çünkü Kitab’ın ayetleri büyük ve küçük birçok hikmeti ihtiva etmektedir.

Yine Müellife göre, Müteşabih ayetler, benzer manalara gelen, hangi manada alınmasının daha uygun olacağı konusunda zahirde kesin bir ayırım yapılamayan; fakat ancak iyi bir inceleme ve derin bir tefekkür sonunda açıklığa kavuşturulan, asıl muradı anlaşılan ayetlerdir. Bu itibarla, teşabüh, aslında o manaların vasfıdır, ayetlerin bununla vasıflandırılması, delalet edenin, delalet edilenin vasfıyla vasıflandırılması

Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve“ هللاُ نَ َّز َل أَ ْح َس َن ا ْل َح ِدي ِث ِكتَابًا ُمت َ َشا ِب ًها َمثَانِ َي .kabilindendir yer yer tekrar eden Kitap'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir.” (Zümer 39/23) ayetinde geçen müteşabih de Kur’an’ın bölümlerinin, manasının sıhhatinde, nazmının mükemmeliyetinde ve mefhumunun hakkaniyetinde birbirine benzediğini ifade

29

ُم ْح َك َما ٌت etmektedir.81 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, tefsirinde, sıfat özelliği taşıyan

.kelimelerini Kur’an’ın başka ayetlerini şahit getirerek açıklamıştır ُمتَ َشابِ َها ٌت ve

1.1.1.2. Fiil

Arapça’da fiil, şahıs ve zamanla birlikte iş ve oluş bildiren kelimedir.82 Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de cümlenin ana öğesi olan fiil, Kur’an ayetlerinin de temel taşını oluşturmaktadır. Dolayısıyla ayetin doğru anlaşılabilmesi için ayette yer alan fiile verilebilecek doğru anlam da o derece önem taşımaktadır. Ebussuûd Efendi de

Kur’an’daki fiillere doğru anlamı verebilmek için zaman zaman bu fiilleri Kur’an’ın başka ayetlerini örnek getirerek izah etmiştir.

َوإ ِ ْن أَ َر ْدتُ ْم أَ ْن تَ ْستَ ْر ِضعُوا Mesela, Bakara Suresinin 2/233’üncü ayetinde yer alan

Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek“ أَ ْوالَدَ ُك ْم َفالَ ُجنَا َح َع َل ْي ُك ْم إِذَا َس َّل ْمتُ ْم َما آتَ ْيتُ ْم بِا ْل َم ْع ُرو ِف isterseniz, vermek istediğiniz ücretlerini örfe uygun bir şekilde öderseniz, size

fiilinde, gizli bir irade (isteme) kaydının آتَ ْيتُ ْم sorumluluk yoktur.” cümlesi içerisindeki

Kur’an okumak istediğin“ َفإِذَا َق َرأْ َت ا ْلقُ ْرآ َن َفا ْستَ ِع ْذ بِاهللِ ِم َن ال َّش ْي َطا ِن ال َّر ِجي ِم ,bulunduğu hususunu

fiilinde de َق َرأْ َت zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl 16/98) ayetindeki

ifadesinin َما آتَ ْيتُ ْم aynı kaydın olduğunu beyan ederek açıklamış ve buna göre ayetteki anlamının “vermek istediğiniz ücretlerini…” şeklinde olduğunu söylemiştir.83

Sütanneler rızaya dayanan bir ücret akdi ile emzirdikleri için ödenecek ücretle ilgili belirlenmiş net bir miktar söz konusu değildir. Ayette de belirtildiği gibi sütanne ücreti

örfe uygun olmalıdır. Babaların, örf tarafından belirlenmiş bu miktarı, sütannelere

fiilinde gizli bir irade َما آتَ ْيتُ ْم gönül rızasıyla vermelerinin uygunluğunu ifade etmek için kaydının bulunması ve buna bağlı olarak “vermek istediğiniz ücretlerini…” şeklinde anlaşılması uygun olur. Açıklayıcı konumda zikredilen ayette de benzer bir irade kaydı

81 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 11-12; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 777-780. 82 Mustafa Meral Çörtü, Arapça Dil Bilgisi, MÜİF Vakfı Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2004, s. 89. 83 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 273; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 626.

30 bulunmaktadır. Çünkü Kur’an okumak, Allah tarafından kesin olarak emredilmiş bir

kelamının “Kur’an َفإِذَا َق َرأْ َت ا ْلقُ ْرآ َن farz değildir. Bundan dolayı söz konusu ayetteki okumak istediğin zaman” şeklinde tercüme edilmesinin doğru bir tercih olduğu söylenebilir.

Ebussuûd Efendi, yukarıdaki örnekte, Bakara Suresinin 2/233’üncü ayetini açıklamak için sözü edilen sureden önce nazil olan Nahl Suresinin 16/98’inci ayetini

fiilinin muhtevasında bulunan bir آتَ ْيتُ ْم kullanmıştır. Burada tefsiri yapılan ayetteki manayı ortaya koymak için Nahl Suresinin 16/98’inci ayetindeki benzer bir durumla ilişkilendirme yapılmıştır. Bu sebeple böylesi durumlarda, önce nazil olan bir ayetin sonra nazil olan bir ayeti tefsir etmesi mümkündür.

يَا أَيُّ َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا اتَّقُوا هللاَ َح َّق تُ َقاتِ ِه َوالَ تَ ُموتُ َّن إِالَّ َوأَ ْنتُ ْم ,Bir başka örnekte Ebussuûd Efendi

Ey iman edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun/sakının ve ancak“ ُم ْس ِل ُمو َن müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran 3/102) ayetinde geçen

korkun/sakının” fiilini tefsir ederken, öncelikle bu fiilin “Aşırı derecede=اتَّقُوا“ sakınma, yani gerektiği gibi takva sahibi olma, emirleri yerine getirmek ve yasaklardan sakınmak için bütün imkanları kullanma.” gibi anlamlara geldiğini kaydetmiştir.

Akabinde Abdullah b. Mes’ud’un “Hakkıyla takva her hususta O’na itaat etmek, hiç isyan etmemek, O’nu her zaman anmak, hiçbir zaman unutmamak, her halükarda

şükretmek ve hiçbir nimete nankörlük etmemektir.” sözünü ve Hz. Peygamberin (sav)

“Hakkıyla takva, hiçbir ayıplayıcının ayıplamasının, kişiyi Allah yolundan alıkoymaması ve kişinin kendi nefsinin, oğlunun ve babasının aleyhine olsa bile adaletten ayrılmamasıdır.” hadisini nakletmiştir. Sonrasında da bu fiildeki manayı

َفاتَّقُوا daha anlaşılır hale getirmek için Tegâbün Suresinin 64/16’ncı ayetinde yer alan

”.O hâlde, gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının“ هللاَ َما ا ْستَ َط ْعتُ ْم

31 cümlesini zikretmiştir.84 Çünkü açıklayıcı konumdaki bu ayette yer alan

korkun/sakının” fiili de birinci ayette olduğu gibi “Müslümanın bütün varlığı ile=اتَّقُوا“

Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasaklarından kaçınmaya çalışmasını” ifade eder. Dolayısıyla Müellif, ikinci ayeti, açıklaması yapılan ayette yer

.korkun/sakının” fiilinin ortaya koyduğu anlamı teyit etmek için zikretmiştir=اتَّ ُقوا“ alan

َف َل َّما أَ َح َّس ِع ي َسى ِم ْن ُه ُم ا ْل ُك ْف َر Ebussuûd Efendi’ye göre, Âli İmran Suresinin 3/52’nci

İsa onların“ َقا َل َم ْن أَ ْن َصا ِري إِ َلى هللاِ َقا َل ا ْل َح َوا ِريُّو َن نَ ْح ُن أَ ْن َصا ُر هللاِ آ َم َّنا بِاهللِ َوا ْش َه ْد بِأَ َّنا ُم ْس ِل ُمو َن inkarlarını hissedince: Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir? dedi. Havariler şöyle dediler: Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid

”…İsa onların inkarlarını hissedince“ َف َل َّما أَ َح َّس ِعي َسى ِم ْن ُه ُم ا ْل ُك ْف َر ol.” ayetinde geçen ifadesiyle kast edilen, müşahede yerine geçen kuvvetli idraktir. Küfürden/inkardan maksat da küfürdeki ısrarları, kibir ve inatları ile beraber İsa’yı (as) öldürmeye

hissetti kelimesi mezkur manaya işaret eder. Çünkü = أَ َح َّس azmetmeleridir. Ona göre bu kelime, bu gibi yerlerde, taalluk ettiği şeyin sakıncalı ve mekruh olması halinde

Azabımızı“ َف َل َّما أَ َح ُّسوا بَأْ َسنَا إِذَا ُه ْم ِم ْن َها يَ ْر ُك ُضو َن ,hissetti fiilinin = أَ َح َّس ,kullanılır. Müfessir hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan (azap bölgesinden) kaçıyorlar!” (Enbiya

21/12) ayetinde de aynı manada kulanıldığını ifade etmek suretiyle açıklamasını yaptığı ayette geçen bir fiili, Kur’an’ın başka bir ayetiyle ilişkilendirerek

hissetti fiili, Hz. İsa’nın (as), inkarcıların = أَ َح َّس açıklamıştır.85 Tefsiri yapılan ayetteki sakıncalı olan inkar hadisesini gerçekleştireceklerini müşahede edercesine kuvvetli bir

şekilde idrak etmesini anlatmaktadır. Açıklayıcı konumdaki ayette de aynı durum söz

hissetti fiili de inkarcıların sakıncalı olan azabı = أَ َح َّس konusudur. Yani bu ayetteki müşahede edercesine yakından idrak etmelerini ifade etmektedir.

84 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 76; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 946. 85 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 48-49; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 873.

32

,Bir zaman“ إِذْ أَ ْو َح ْينَا إِلَى أُ ِِّم َك َما يُو َحى Meüllif, Tâ-Hâ Suresinin 20/38’inci

fiilinin tefsirini أَ ْو َح ْينَا vahyedilecek şeyi annene (şöyle) vahyetmiştik.” ayetinde geçen

fiilinden أَ ْو َح ْي َنا Kur’an’ın başka ayetlerini kullanarak yapmıştır. Buna göre burada

َوإِذْ أَ ْو َح ْي ُت إِ َلى murat, o zamanın bir peygamberine yapılmış vahiy olabilir. Nitekim

.Biz Havarilere vahyettik.” (Maide 5/111) ayetindeki vahiy de bu kabildendir“ ا ْل َح َوا ِريِِّي َن

Yahut melek vasıtasıyla peygamber olmayan bir kimseye yapılan vahiydir. Tıpkı

Allah’ın Hz. Meryem’e vahiy buyurması gibi. Yahut bu vahiyden murat ilhamdır.

(Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti:” (Nahl 16/68“ َوأَ ْو َحى َربُّ َك إِ َلى ال َّن ْح ِل Nitekim ayetindeki vahiy de bu kabildendir. Yahut rüyada göstermektir.86 Görüldüğü gibi

,fiilinin muhtemel manalarını zikrederek أَ ْو َحى Müellif, tefsirini yaptığı ayetteki konuyla ilgili açıklamayı Kur’anın başka ayetlerini şahit getirmek suretiyle yapmıştır.

1.1.1.3. Edat (Harf)

Edat, cümlenin çağrıştırdığı anlamı güçlendirmesi, sözün aktardığı duruma uygun düşmesi, ifadenin eksiksiz olması ve üslubun yapılandırılması amacıyla isim, fiil ve cümleler arasında bağlantı kurmak için konuşmacı tarafından kullanılan kelimedir. Bundan dolayı edat, anlamını bağlam (siyak) içerisinde kazanır.87 Yani edatlar tek başına bir anlam ifade etmezler, ancak birlikte kullanıldığı fiil ya da isimle anlam kazanırlar. Edatlarda bulunan bu özellik Kur’an’da da kendisini gösterir. Çünkü her ne kadar edatlar başka bir kelimeye bağlı olarak bir anlam kazansa da sonuçta cümle içerisinde bir fonksiyon icra ettiği için edatların doğru anlaşılmaması cümlenin doğru anlaşılmaması demektir. Bu sebeple edatlara yüklenen anlam Kur’an’ı doğru anlamada önemli bir yer tutmaktadır. Ebussuûd Efendi de bu durumu göz önünde

86 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 6, s. 20; Ali Akın, a.g.e., c. 9, s. 3939. 87 Muhammed Hân, “Arap Dilinde Edatların Yapı Ve Fonksiyonları”, (çev. Abdullah Hacıbekiroğlu), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2015/2, c. 14, s. 28.

33 bulundurarak Kur’an’daki edatlara yerinde doğru anlamı verebilmek adına bazı edatlar için diğer bazı ayetlerden deliller getirmiştir.

İşte“ أُو َلئِ َك َل ُه ْم نَ ِصي ٌب ِم َّم ا َك َسبُوا َو ََّّللاُ َس ِري ُع ا ْل ِح َسا ِب Örneğin, Bakara Suresinin 2/202’nci onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır. Allah hesabı çabuk görür.” ayetinde

edatının ne için olduğunu anlatmak ve buna bağlı olarak da ayete doğru ِم ْن bulunan

Hataları“ ِم َّم ا َخ ِطيئَا ِت ِه ْم أُ ْغ ِرقُوا َفأُ ْد ِخلُوا نَا ًرا فَلَ ْم يَ ِجدُوا َل ُه ْم ِم ْن دُو ِن هللاِ أَ ْن َصا ًرا anlamı verebilmek için

(küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular ve cehenneme sokuldular da kendileri için Allah’tan başka yardımcılar bulamadılar.” (Nuh 71/25) ayetini şahit getirmiş ve

edatı gibi “sebep” için olduğunu ِم ْن edatının da bu ayetteki ِم ْن açıklanan ayetteki

edatı, “Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ِم ْن söylemiştir.88 Birinci ayetteki ver, bizi ateşin azabından koru.”89 diye dua edenlerin kazandıkları şeyler sebebiyle bir

edatı da Nuh ِم ْن nasibe sahip olduklarını ifade etmektedir. Aynı şekilde ikinci ayetteki

Peygamberin kavminin küfür ve isyanları sebebiyle boğulduklarını ve ateşe

edatı da fiilin oluş ِم ْن sokulduklarını belirtmektedir. Dolayısıyla her iki ayette geçen sebebini bildirmektedir.

َو ِم َن ال َّنا ِس َم ْن يُ ْع ِجبُ َك َق ْولُهُ فِي ا ْل َحيَاةِ الدُّ ْنيَا َويُ ْش ِهدُ هللاَ َع َلى َما فِي َق ْلبِ ِه َو ُه َو أَلَدُّ ا ْل ِخ َصا ِم Yine

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider.

Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o,

َو ِم َن ال َّنا ِس َم ْن ,edatının َم ْن düşmanlıkta en amansız olandır.” (Bakara 2/204) ayetindeki

İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, “Allah’a ve“ يَقُو ُل آ َم َّنا بِاهللِ َوبِا ْليَ ْو ِم اآل ِخ ِر َو َما ُه ْم بِ ُم ْؤ ِمنِي َن

edatıyla َم ْن ahiret gününe inandık” diyenler de vardır.” (Bakara 2/8) ayetinde yer alan mana birlikteliği olduğunu ifade etmiştir.90 Nitekim müfessir konumunda olan ayetteki

edatı gibi ism-i mevsul özelliği taşımaktadır. Yani َم ْن edatı da tefsiri yapılan ayetteki َم ْن

88 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 248. 89 Bakara Suresi 2/201. 90 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 250.

34

edatı da kendisinden önceki cümleyi sonraki cümleye bağlamış ve َم ْن her iki ayetteki kendisinden sonra gelen cümle ile önceki cümleyi açıklamıştır.

َوإِذَا َط َّل ْقتُ ُم ال ِّنِ َسا َء َفبَ َل ْغ َن أَ َج َل ُه َّن َفالَ تَ ْع ُضلُو ُه َّن أَ ْن يَ ْن ِك ْح َن أَ ْز َوا َج ُه َّن إِذَا تَ َرا َض ْوا ,Ebussuûd Efendi

بَ ْي َن ُه ْم بِا ْل َم ْع ُرو ِف ذَ ِل َك يُو َع ُظ بِ ِه َم ْن َكا َن ِم ْن ُك ْم يُ ْؤ ِم ُن بِاهللِ َوا ْليَ ْو ِم اآل ِخ ِر ذَ ِل ُك ْم أَ ْز َكى َل ُك ْم َوأَ ْط َه ُر َو ََّّللاُ يَ ْع َل ُم َوأَ ْنتُ ْم َال

Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi“ تَ ْع َل ُمو َن aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir.

işte bu” edatının“ ذَ ِل َك Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/232) ayetinde bulunan zımnındaki hitabın bütün mükellefler ya da Peygamber (sav) için olduğunu Talak

Ey Peygamber! kadınları“ يَا أَيُّ َها ال َّنبِ ُّي إِذَا َط َّل ْقتُ ُم ال ِّنِ َسا َء Suresinin 65/1’inci ayetinde bulunan boşadığınız zaman…” ifadesini örnek getirerek izah etmiştir.91 Açıklayıcı konumdaki ayette yer alan hitabın doğrudan Peygamber için olması, Müellife tefsiri yapılan

edatının zımnındaki hitabın da aynı olduğunu düşündürmüştür. Çünkü her ذَ ِل َك ayetteki iki ayette de kadınları boşama konusu işlenmektedir. Dolayısıyla bu durumda muhatabın aynı olması da muhtemeldir.

Müfessir, Bakara Suresinin 2/255’inci ayetini tefsir ederken bu ayette yer alan

O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku.” cümlesindeki ikinci“ الَ تَأْ ُخذُهُ ِسنَةٌ َوالَ نَ ْو ٌم

edatının, birincideki olumsuzluk manasını ikinciye de şamil kılmak için getirildiğini ال َ

,küçük…“ َوالَ يُ ْن ِف ُقو َن نَ َف َقةً َص ِغي َرةً َوالَ َكبِي َرة ً ifade etmiş ve bu durumu da aynı özelliği taşıyan büyük bir harcama yapmazlar…” (Tevbe 9/121) ayetiyle şahitlendirmiştir.92

gereksinim (تَأْ ُخذُه ُ) edatı, fiil ve mefule ال َ Görüldüğü gibi tefsiri yapılan ayetteki ikinci

edatının sağladığı olumsuzluğu sağlamıştır. Aynı ال َ duymadan doğrudan birinci

edatı da fiil, fail ve mevsufa ال َ şekilde açıklayıcı konumdaki ayette yer alan ikinci

91 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 271; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 622. 92 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 291.

35

edatının ال َ başına gelerek birinci ( َكبِي َرة ً) ihtiyaç duymadan, sadece sıfatın (يُ ْن ِفقُو َن نَ َف َق ة ً) verdiği olumsuzluk manasını vermiştir. Yani tefsiri yapılan ayette “Allah’a uyuklama halinin gelmediği” ifade edildiği gibi “uyku halinin de gelmediği” ifade edilmiş olmakta, aynı şekilde açıklayıcı konumdaki ayette de “küçük bir harcama yapmadıkları” anlatıldığı gibi “büyük bir harcama yapmadıkları” da anlatılmış olmaktadır.

الَ ُجنَا َح َع َل ْي ُك ْم إِ ْن َط َّل ْقتُ ُم ال ِّنِ َسا َء َما َل ْم تَ َم ُّسو ُه َّن أَ ْو تَ ْف ِر ُضوا َل ُه َّن َف ِري َضةً ,Ebussuûd Efendi

“Kendilerine el sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir

edatının, “mâ-i zarfiyye=zarf َما günah yoktur.” (Bakara 2/236) ayetinde yer alan manasında olan mâ” olduğunu ve zaman/müddet manaları taşıdığını ifade etmiş ve bu

Onlar, gökler“ َخا ِل ِدي َن فِي َها َما دَا َم ِت ال َّس َم َوا ُت َواألَ ْر ُض إِالَّ َما َشا َء َر ُّب َك إِ َّن َربَّ َك َفعَّا ٌل ِل َما يُ ِريد ُ durumu ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka.

َو ُك ْن ُت َع َل ْي ِه ْم َش ِهيدًا َما دُ ْم ُت فِي ِه ْم Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.” (Hûd 11/107) ve

“Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit (ve örnek) idim.” (Maide 5/117)

edatını örnek َما ayetlerinde bulunan ve “müddetçe/sürece” anlamlarına gelen

edatı da zaman ifade َما göstererek izah etmiştir.93 Görüldüğü gibi her üç ayette yer alan

edatının zaman manası taşıdığını َما etmektedir. Müellif açıklamasını yaptığı ayetteki söylemiş ve bunun örneklerinin olduğunu göstermek için de açıklayıcı konumdaki ayetleri zikretmiştir.

Müellif, Bakara Suresinin 2/236’ncı ayetinde yer alan bir edatı açıklarken bu ayetten önce nazil olan Hûd Suresinin 11/107’nci ayetiyle bu ayetten sonra nazil olan

Maide 5/117’nci ayetini kullanmıştır. Ebussuûd Efendi, dilsel açıklamalarda bulunurken ayetlerin iniş zamanını dikkate almamıştır. Çünkü bu tür durumlarda

öncelik veya sonralık belirleyici değildir.

93 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 275.

36

1.1.2. Cümle

“Bir fikri, bir duygu ve düşünceyi, bir oluş ve kılışı tam olarak bir yargı hâlinde anlatan kelime grubu”na cümle denilmektedir.94 Kur’an ayetleri de bir harf veya birkaç kelime ya da cümleden oluşmaktadır.95 Buna bağlı olarak Kur’an’daki birçok ayetin tefsirinde, doğru bir sonuca varabilmek için ayetlerin cümle bütünlüğü içerisinde ele alınarak açıklanması gerekir. Aksi takdirde Kur’an’ın o ayetle hedeflediği neticeye ulaşmak mümkün olmayacaktır. Ebussuûd Efendi de Kur’an ayetlerini tefsir ederken genelde açıkladığı ayeti, cümle olarak ele almıştır. Örneğin:

Kalplerimiz-“ َو َقالُوا قُلُوبُنَا ُغ ْل ٌف بَ ْل َلعَنَ ُه ُم هللاُ بِ ُك ْف ِر ِه ْم َف َق ِليالً َما يُ ْؤ ِم ُنو َن ,Ebussuûd Efendi kılıflıdır/muhafazalıdır.- dediler. Öyle değil. İnkârları sebebiyle Allah onları

قُلُوبُنَا ُغ ْل ٌف lânetlemiştir. Bu yüzden onlar hiç iman etmezler.” (Bakara 2/88) ayetindeki

“Kalplerimiz kılıflıdır/muhafazaladır.” cümlesini, bu sözü söyleyenlerin

Peygamberimiz (sav) devrindeki Yahudiler olduğunu ve onların “Bizim kalplerimiz doğuştan perdelidir, Muhammed’in getirdikleri, kalplerimize ulaşacak değildir, kalplerimiz onları anlayacak da değildir.” demek istediklerini ifade ederek, Fussilet

َو َقالُوا قُلُوبُنَا فِي أَ ِك َّن ٍة ِم َّما تَ ْد ُعونَا إِ َل ْي ِه َوفِي آذَانِنَا َو ْق ٌر َو ِم ْن َب ْي ِننَا Suresinin 41/5’inci ayetinde yer alan

Dediler ki: (Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı“ َوبَ ْي ِن َك ِح َجا ٌب َفا ْع َم ْل إِ َّننَا َعا ِملُو َن kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O hâlde sen (istediğini) yap, şüphesiz biz de (istediğimizi)

Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz“ قُلُوبُنَا فِي أَ ِك َّن ٍة ِم َّما تَ ْد ُعونَا إِ َل ْي ِه yapacağız.” ayetindeki

örtüler içerisindedir.” cümlesiyle izah etmiştir.96 Görüldüğü gibi hem açıklanan hem de açıklayan cümlenin her ikisinde de farklı ifadelerle aynı hususa yani gayr-i

94http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.583f0e05a0d799.578 34807, (30.11.2016). 95 Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s.44. 96 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 157-158; (Çev.) Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 308-309.

37

Müslimlerin Peygamberin davetine kapalı oldukları meselesine temas edilmiştir. Bu da Müellifin bu ayetler arasında bir ilişki kurmasına sebep olmuştur.

Bu yüzden“ َف َق ِليالً َما يُ ْؤ ِمنُو َن Ebussuûd Efendi, aynı ayette (Bakara 2/88) yer alan onlar hiç iman etmezler.” cümlesini açıklamak için de Ali İmran Suresinin 3/72’nci

َو َقا َل ْت َطا ِئ َفةٌ ِم ْن أَ ْه ِل ا ْل ِكتَا ِب آ ِمنُوا بِا َّل ِذي أُ ْن ِز َل َع َلى ا َّل ِذي َن آ َمنُوا َو ْجهَ ال َّن َها ِر َوا ْكفُ ُروا آ ِخ َرهُ َلعَ َّل ُه ْم يَ ْر ِجعُو َن ayetini

“Kitap ehlinden bir grup, Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkâr edin, belki onlar (size bakarak) dönerler, dedi.” şahit getirmiş ve açıklanan ayetteki imanın, açıklayan ayetteki iman kabilinden olduğunu ve bu ayetteki azlıktan kastın yokluk olduğunu belirtmiştir. 97 Açıklayıcı konumdaki ayette bahsedilen günün başlangıcında olan fakat sonunda olmayan iman görünürde biraz var gibi olan ama hakikatte hiç olmayan bir imandır. Buradaki imanın var gibi görünen kısmı göz önüne

az kelimesi mecazi anlamda karşılığını = َق ِليال ً ifadesindeki َف َق ِليالً َما يُ ْؤ ِمنُو َن alındığında bulmaktadır. Ancak buradaki hakiki manaya bakacak olursak, günün başlangıcında iman edip sonunda inkar etmek, hiç iman etmemek demektir. Buna bağlı olarak

”.cümlesine verdiği “Bu yüzden onlar hiç iman etmezler َف َق ِليالً َما يُ ْؤ ِمنُو َن Müfessirin

şeklindeki mananın isabetli olduğu söylenebilir.

Ebussuûd Efendi burada, Bakara Suresinin 2/88’inci ayetini açıklamak için sözü edilen sureden önce nazil olan Fussilet Suresinin 41/5’inci ayetini kullanmıştır. Aynı ayetin devamında yer alan bir cümleyi ise Bakara Suresinden sonra nazil olan Ali

İmran Suresinden bir ayetle tefsir etmiştir. Görüldüğü gibi burada tefsir geleneğinin aksine sonra nazil olan bir ayet, önce inmiş olan bir ayetle tefsir edilmiştir. Ancak

Kur’an bir kitap değil de bir söylem olduğu için Müfessire göre daha önceki muhatapların tepkileri tutum olarak aynı veya yakın olduğundan önceden inmiş olsa bile sonradan inmiş bir ayeti yaşanmışlık olarak açıklayabilme kabiliyetine sahiptir.

97 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 158; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 309.

38

Dolayısıyla ehl-i kitap, yaklaşık olarak aynı tutumları sergiledikleri için, daha önceden sergilenmiş bir tutumu dile getiren ayetin daha sonra bu tutumu sergileyenlerin eylemlerini anlatan ayeti açıklayıcı olması, söylem mantığı bakımından düşünüldüğünde son derece normaldir.

َما َي َودُّ ا َّل ِذي َن َك َف ُروا ِم ْن أَ ْه ِل ا ْل ِكتَا ِب َوالَ ا ْل ُم ْش ِر ِكي َن أَ ْن يُنَ َّز َل َع َل ْي ُك ْم ِم ْن َخ ْي ٍر ِم ْن ,Bir başka örnekte

Ne Kitab ehlinden inkâr edenler ve ne“ َربِِّ ُك ْم َو ََّّللاُ يَ ْختَ ُّص بِ َر ْح َمتِ ِه َم ْن يَ َشا ُء َو ََّّللاُ ذُو ا ْل َف ْض ِل ا ْلعَ ِظي ِم de Allah’a ortak koşanlar, Rabbinizden size bir iyilik gelmesini isterler. Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (Bakara 2/105)

Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder.” cümlesini“ َو ََّّللاُ يَ ْختَ ُّص بِ َر ْح َم ِت ِه َم ْن يَ َشا ُء ayetindeki

أَ ُه ْم يَ ْق ِس ُمو َن َر ْح َمةَ َربِِّ َك de Ebussuûd Efendi, Zuhruf Suresinin 43/32 ayetinde bulunan

“Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?” cümlesiyle açıklamıştır. Bu cümle ona göre rahmetin indirilişini açıklar ve onun hikmetine dikkat çeker, rahmetten maksat ise vahiydir ve Zuhruf Suresinin 43/32 ayetiyle de aynı mana kast edilir. Ayetin

Allah, büyük lütuf sahibidir.” cümlesini de“ َو ََّّللاُ ذُو ا ْل َف ْض ِل ا ْلعَ ِظي ِم devamında yer alan ayetin bu kısmından önceki tahsisten maksadın “peygamberlik” olduğunu Hz. Ali

(ra)’ın “Allah (cc), nübüvvetini Muhammed (sav)’e tahsis etmiştir.” sözüyle

Şüphesiz O’nun“ إِ َّن َف ْض َلهُ َك ا َن َع َل ْي َك َكبِي ًرا naklederek İsra Suresinin 17/87’nci ayetindeki senin üzerindeki lütfu pek büyüktür.” cümlesiyle tefsir etmiştir.98 Görüldüğü gibi

Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder.” ifadesindeki rahmetin“ يَ ْختَ ُّص بِ َر ْح َمتِ ِه َم ْن يَ َشا ُء sahibinin Allah olduğu ve onu dilediğine verme yetkisinin de onda olduğu gerçeği,

Rabbinin rahmetini onlar mı“ أَ ُه ْم يَ ْق ِس ُمو َن َر ْح َمةَ َربِِّ َك açıklayıcı konumdaki bölüştürüyorlar?” cümlesinde de hicveder tarzda dile getirilmiştir. Yani bu ayette de

Allah’a ait olan rahmetin taksiminin müşrikler tarafından yapılamayacağı azarlayıcı

Allah, büyük lütuf“ َو ََّّللاُ ذُو ا ْل َف ْض ِل ا ْلعَ ِظي ِم bir üslupla söylenmiştir. Tefsiri yapılan ayetteki

98 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 175; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 349-350.

39 sahibidir.” cümlesi de makabliyle birlikte değerlendirildiğinde Hz. Muhammed’e

(sav) tahsis edilen Peygamberlik lütfunun büyüklüğünden bahsedildiği anlaşılmakta,

Şüphesiz O’nun senin üzerindeki lütfu pek“ إِ َّن فَ ْض َلهُ َكا َن َع َل ْي َك َكبِي ًرا müfessir konumdaki büyüktür.” cümlesinde de aynı husus başka ifadelerle doğrudan dile getirilmiştir.

Kendilerine hainlik“ َوالَ تُ َجا ِد ْل َع ِن ا َّل ِذي َن يَ ْختَانُو َن أَ ْنفُ َس ُه ْم إِ َّن هللاَ الَ يُ ِح ُّب َم ْن َكا َن َخ َّوا ًنا أَثِي ًما Yine edenleri savunma. Zira Allah, hiçbir haini, hiçbir günahkârı sevmez.” (Nisa 4/107)

”.Kendilerine hainlik edenleri savunma“ َو َال تُ َجا ِد ْل َع ِن ا َّل ِذي َن يَ ْختَانُو َن أَ ْنفُ َس ُه ْم ayetinde geçen cümlesini “Günah işlemek suretiyle kendi nefislerine hıyanet edenlerden taraf mücadele etme! Zira ilahi kelamda, asilerin isyanı, nefse zulüm olarak vasıflandırıldığı gibi ihanet olarak da vasıflandırılır. Çünkü isyanın zararı insanın kendi nefsine döner.”

şeklinde açıklayan Ebussuûd Efendi, bu cümleyi, Bakara Suresinin 2/187’nci

Allah, kendinize hainlik ettiğinizi/zulmetmekte“ َع ِل َم هللاُ أَ َّن ُك ْم ُك ْنتُ ْم تَ ْختَانُو َن أَ ْنفُ َس ُك ْم ayetindeki olduğunuzu bildi.” cümlesiyle ilişkilendirmiş ve ayette geçen hainlerden maksadın, ya

Ensar’dan ve Beni Zafer kabilesinden olan Tu’me b. Ubeyrik ismindeki şahıs ve benzerleri, ya da o ve ona yardım eden, suçsuzluğuna şahitlik eden kavmi olduğunu ifade etmiştir.99 Böylece bu ilişkilendirmeyi sebeb-i nüzul bilgisiyle desteklemiştir.

Müfessir ve müfesser konumdaki ayetlere bakıldığında her iki ayette de nefse yapılan hainlikten/zulümden bahsedildiği görülmektedir. Dolayısıyla ayetler arasında bir anlamsal ilişkinin varlığı ortadadır. Müellif, ayetler arasında bu ilişkiyi kurarken ayetleri açıklamada konu olan cümle unsurunu esas almıştır.

1.2. Ayetleri Açıklamada Konu Olan Unsurların Özellikleri

Kur’an’ı Kur’an’la tefsirde anlamsal ilişki kurulan kelime (isim, fiil, edat) ve cümle gibi unsurlar benzerlik, türdeşlik, zıtlık, eşanlamlılık, eşseslilik ve özdeşlik gibi

özellikler taşımaktadır. Müfessirler Kur’an ayetlerini başka Kur’an ayetleriyle tefsir

99 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 263; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1415.

40 ederken açıklayıcı olarak, çoğunlukla tefsiri yapılan ayetteki özelliği taşıyan ayeti seçerler. Ebussuûd Efendi de ayeti ayetle açıklamaya konu ettiği unsurları, zikredilen

özellikleri dikkate alarak Kur’an’ı tefsir ve te’vîl etmiştir. Şimdi bu durumu İrşad’ül-

Akli’s-Selim’den örneklerle izah etmeye çalışacağız.

1.2.1. Konu Benzerliği

Kur’an’da işlenen konularla ilgili bir ayet tefsir edilirken sözü edilen konuya bütüncül yaklaşabilmek için Müfessirler, şayet o ayetle benzer konuyu işleyen başka bir ayet varsa tefsiri yapılan ayeti bu ayetle açıklamayı tercih etmiştir. Bu sebeple

Kur’an’da ayetler arasında mevcut olan konu benzerliği, Müfessirlerin ayeti ayetle açıklamada dikkate aldığı hususlardan biridir. Ebussuûd Efendi de İrşad’ül-Akli’s-

Selim’de yer yer ayetler arasındaki bu özelliği göz önünde bulundurarak açıklamalarda bulunmuştur. Misal olarak:

َوإِ ْذ قُ ْلنَا ا ْد ُخلُوا َه ِذ ِه ا ْل َق ْريَةَ َف ُكلُوا ِم ْن َها َح ْي ُث ِشئ ْتُ ْم َر َغدًا َوا ْد ُخلُوا ا ْلبَا َب ُس َّجدًا َوقُولُوا ِح َّطةٌ نَ ْغ ِف ْر ,Müfessir

Şu şehre girin, orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin, secde“ َل ُك ْم َخ َطايَا ُك ْم َو َسنَ ِزيدُ ا ْل ُم ْح ِسنِي َن ederek kapısından girin, "bağışla!" deyin, Biz de yanılmalarınızı bağışlarız, iyilere daha da artırırız, demiştik.” (Bakara 2/58) ayetinin tefsirini yaparken, öncelikle, bu ayetin, Allah tarafından bahşedilmiş bir başka nimeti ve buna karşı onların atalarının nankörlüğünü hatırlattığını ve yine bununla, İsrailoğullarına, ikamet etmek veya yerleşmek üzere kasabayla kast edilmiş olan Beyt’ül-Makdis mevkii veya Eriha

Beldesine, secde ederek yani tevazu gösterip saygı ile eğilerek yahut Allah’ın onları

Tih Çölünden kurtardığına şükrederek girmelerinin emredildiğini, secde ve duaları sebebiyle Allah’ın da hatalarını bağışlayıp sevaplarını artıracağını söylemiştir.

َوإِ ْذ قِي َل َل ُه ُم ا ْس ُكنُوا َه ِذ ِه ا ْل َق ْريَةَ َو ُكلُوا Akabinde de sözü edilen bu ayeti, aynı konuyu işleyen

Onlara: "Şu şehirde“ ِم ْن َها َح ْي ُث ِشئْتُ ْم َوقُولُوا ِح َّطةٌ َوا ْد ُخلُوا ا ْلبَا َب ُس َّجدًا نَ ْغ ِف ْر َل ُك ْم َخ ِطيئَاتِ ُك ْم َسنَ ِزيدُ ا ْل ُم ْح ِسنِي َن oturun, dilediğiniz gibi yiyip için, "affet!" deyin ve secde ederek kapısından girin; Biz

41 de yanılmalarınızı bağışlarız. İyi davrananlara daha da artıracağız" denmişti.” (Araf

7/161) ayetiyle açıklamıştır. Müellifimize göre bu ayetlerde geçen “hıtta” kelimesi,

Arapça’daki “hatt” masdarından türemiş bir kelimedir ve yükü yıkmak, ve mecazi olarak boyunlarındaki vebali indirmek için duada bulunmak demektir.100 Görüldüğü gibi hem açıklanan hem de açıklayıcı konumdaki ayette İsrailoğullarına bahşedilen nimet ve af dilemeleri durumunda Allah’ın onları bağışlayacağı konu edilmiştir.

Ebussuûd Efendi’nin, ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetler arasında görülen konu benzerliği özelliğini dikkate aldığı anlaşılmaktadır.

Müfessir, Bakara Suresinin 2/58’inci ayetini tefsir ederken, bu ayeti kendisinden

önce nazil olan Araf Suresinin 7/161’inci ayetiyle ilişkilendirmiştir. Açıklayıcı konumdaki ayet önce inmiş olsa da, her iki ayette de muhatap kitle aynı olduğundan ve aralarındaki konu benzerliği sebebiyle ilişkilendirilen ayetlerde daha çok anlamsal ilişki kurulan mevzu esas alındığından önce inmiş bir ayetin sonra inmiş bir ayeti açıklaması mümkündür.

َوإِ ْن تُ ْبدُوا َما فِي Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/284’üncü ayetinde geçen

,İçinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi…“ أَ ْنفُ ِس ُك ْم أَ ْو …تُ ْخفُوهُ يُ َحا ِس ْب ُك ْم بِ ِه هللا ُ onunla sorguya çeker…” cümlesini “İçinizdeki kötülükleri ve bunları işleme azmini kavlen veya fiilen veya hem kavlen hem de fiilen insanlara açıklasanız da gizleseniz de veya hiçbir suretle insanlara açıklamasanız da Allah (cc) kıyamet gününde ondan dolayı sizi hesaba çekecektir. Ancak insanın korunamadığı vesvese ve insanın aklına gelip de içinden gerçekleştirmeye karar veremediği ve azmetmediği kötü şeyler buna dahil değildir. Çünkü sorumluluk kişinin gücü ve imkanı nisbetindedir.” şeklinde tefsir ettikten sonra bu ayette önce açığa vurmanın (ibda), sonra gizlemenin (ihfa)

De ki: İçinizdekileri gizleseniz de“ قُ ْل إِ ْن تُ ْخفُوا َما فِي ُصدُو ِر ُك ْم أَ ْو تُ ْبدُوهُ يَ ْع َل ْمهُ هللا ُ ,zikredildiğini

100 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 132; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 246-247.

42 açığa vursanız da Allah onu bilir.” (Âli İmran 3/29) ayetinde ise bunun aksinin varid olduğunu ifade etmiştir. Ona göre burada insanların nefsine taalluk eden muhasebedir ve muhasebeye esas oluşturan da açık amellerdir. Mezkur ayette belirtilen ise ilahi ilimdir, onun insanlara taalluku gizli amellere taalluku gibidir. Hangi şekilde olursa olsun, bir şeyin kendi nefsinde mevcudiyeti, Allah’a göre ilimdir ve ilahi ilim her halükarda varlıklara taallük halindedir. Dolayısıyla Allah (cc) açısından, gizleme veya açığa vurmanın önce veya sonra olmuş olması herhangi bir durum değişikliğini gerektirmez. Ancak insanlar açısından gizleme mertebesi, açığa vurma mertebesinden

önce gelir. Çünkü açığa vurulan her şeyin, ya kendisi veya unsurları daha önce kalpte mutlaka gizlidir. Bu itibarla Allah’ın ilmi, açığa vurulan şeyin kalpteki haline ikinci halinden daha önce taalluk etmektedir. Nitekim bu hakikat Bakara Suresinin 2/77’nci

Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açıkça“ أَ َوالَ يَ ْع َل ُمو َن أَ َّن هللاَ يَ ْع َل ُم َما يُ ِس ُّرو َن َو َما يُ ْع ِلنُو َن yaptıklarını da Allah bilmektedir.” ayetinden de anlaşılmaktadır.101 Görüldüğü gibi

Müfessirin bu ayetleri birbirleriyle ilişkilendirmesinin sebebi her üç ayette de aynı konunun işlenmesidir. Zira her üç ayette de Allah’ın gizli ve aşikar olan her şeyden haberdar olacağından, dolayısıyla insanın Allah’ın bu vasfını bilerek yaşaması gerektiğinden bahsedilmektedir.

!Allah:) Ey İblis)“ َقا َل يَا إِ ْب ِلي ُس َما َل َك أَالَّ تَ ُكو َن َم َع ال َّسا ِج ِدي َن Yine Hicr Suresinin 15/32’nci

Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir? dedi.” ayetiyle ilgili “Allah Teala,

Adem’e (as) secde edenler, şerefte bu denli yüksek mertebeye sahipken, senin onlarla beraber olmamanın sebebi nedir diye İblis’e sordu. İblis’in secdesi gerçekleşmeyince ona yapılan kınama sadece secde edenlerden geri kaldığı için değil, fakat zikredilen üç günahın her biri içindir. Ancak her yerde bunların tamamı zikredilmeyip başka yerlerdeki zikriyle iktifa edilmektedir. Bir de bununla bildiriliyor ki, o üç günahtan her

101 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 319; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 746.

43 biri, kınanması için ve hareketinin yanlış olduğunu göstermek için yeterlidir.

Bakara102, İsra103, Kehf104 ve Tâhâ105 surelerinde doğrudan kınama anlamı bulunmamaktadır.” şeklinde açıklama yapan Ebussuûd Efendi, mezkur ayetle aynı

Allah, Sana“ َقا َل َما َمنَعَ َك أَالَّ تَ ْس ُجدَ إِ ْذ أَ َم ْرتُ َك konuyu işlediği için, bu ayetin tefsirinde

َقا َل يَا إِ ْب ِلي ُس emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir? dedi.” (A’raf 7/12) ayetiyle

Allah: "Ey İblis, ellerimle (kudretimle) yarattığıma secde“ َما َم َنعَ َك أَ ْن تَ ْس ُجدَ ِل َما َخ َل ْق ُت ِبيَدَ َّي etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sâd 38/75) ayetini kullanmıştır.106 Böylelikle Müellif,

Kur’an’da işlenen “İblis’in secde etmeme” konusuyla ilgili bir ayeti tefsir ederken sözü edilen konuya bütüncül yaklaşabilmek için benzer konuyu işleyen başka ayetlere de yer vermiş ve tefsirini yaptığı ayeti bu ayetlerle açıklamıştır.

َو َل ْو أَ َّن َما فِي األَ ْر ِض ِم ْن َش َج َرةٍ أَ ْقالَ ٌم َوا ْلبَ ْح ُر يَ ُمدُّهُ ِم ْن بَ ْع ِد ِه َس ْبعَةُ Lokman Suresinin 31/27’nci

Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de“ أَ ْب ُح ٍر َما نَ ِفدَ ْت َك ِل َما ُت هللاِ إِ َّن هللاَ َع ِزي ٌز َح ِكي ٌم mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” ayetini “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa ve okyanus denizi de bunca genişliğiyle tükendikten sonra arkasından yedi deniz daha ilave edilerek hiç arkası kesilmeden bu kalemler ve mürekkeple Allah’ın sözleri yazılsa bu kalemler ve mürekkep tükenecek fakat Allah’ın sözleri yine bitmeyecektir. Okyanus denizi, daha büyük ve geniş olduğu halde ilave edilmek fiiili, ona değil, yedi denize isnat edilmiş,

Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e“ َوإِ ْذ قُ ْلنَا ِل ْل َم َالئِ َك ِة ا ْس ُجدُوا آلدَ َم َف َس َجدُوا ِإ َّال إِ ْب ِلي َس أَبَى َوا ْستَ ْكبَ َر َو َكا َن ِم َن ا ْل َكافِ ِري َن 102 secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.” (Bakara 2/34) ,Meleklere: Adem'e secde edin, demiştik“ َوإِ ْذ قُ ْل َنا ِل ْل َمالَئِ َك ِة ا ْس ُجدُوا آلدَ َم َف َس َجدُوا ِإالَّ إِ ْب ِلي َس َقا َل أَأَ ْس ُجدُ ِل َم ْن َخ َل ْق َت ِطي ًنا 103 İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: çamurdan yarattığına mı secde edeceğim? demişti.” (İsra 17/61) َوإِ ْذ قُ ْلنَا ِل ْل َمالَئِ َك ِة ا ْس ُجدُوا آلدَ َم َف َس َجدُوا ِإالَّ إِ ْب ِلي َس َكا َن ِم َن ا ْل ِج ِِّن َف َف َس َق َع ْن أَ ْم ِر َربِِّ ِه أَ َفتَتَّ ِخذُونَهُ َوذُ ِِّر َّيتَهُ أَ ْو ِليَا َء ِم ْن دُونِي َو ُه ْم َل ُك ْم َعدُ ٌّو 104 Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen“ بِئْ َس ِلل َّظا ِل ِمي َن بَدَال ً secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!” (Kehf 18/50) .Bir zaman biz meleklere: Âdem'e secde edin! demiştik“ َوإِ ْذ قُ ْلنَا ِل ْل َم َالئِ َك ِة ا ْس ُجدُوا آلدَ َم َف َس َجدُوا إِالَّ إِ ْب ِلي َس أَبَى 105 Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti.” (Tâ-Hâ 20/116) 106 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 5, s. 87; Ali Akın, a.g.e., c. 8, s. 3400.

44

çünkü dağlara ve akarsuların kaynaklarına mücavir olan bu denizlerdir ve büyük nehirler önce bu denizlere, sonra büyük okyanusa akmaktadır.” şeklinde tahlil eden

قُ ْل َل ْو َكا َن Ebussuûd Efendi, bu ayetle aynı konuyu işleyen Kehf Suresinin 18/109’uncu

De ki: Rabbimin sözlerini“ ا ْلبَ ْح ُر ِمدَادًا ِل َك ِل َما ِت َربِِّي َلنَ ِفدَ ا ْلبَ ْح ُر َق ْب َل أَ ْن تَ ْن َفدَ َك ِل َما ُت َربِِّي َو َل ْو ِج ْئ َنا بِ ِمثْ ِل ِه َمدَدًا yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.” ayetini tefsir edici konumda zikretmiştir.107 Görüldüğü gibi her iki ayetin konusu da Allah’ın sözlerinin, yani ilim ve hikmetinin sonsuz ve sınırsız, varlık kavramı içerisinde yer alan cisimlerin ise sonlu ve sınırlı oluşudur. Bundan da Müellif’in, bu ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetlerin konu benzerliği özelliğini göz önünde bulundurduğu anlaşılmaktadır.

Allah, “Şüphesiz ben ve“ َكتَ َب هللاُ َألَ ْغ ِلبَ َّن أَنَا َو ُر ُس ِلي إِ َّن هللاَ َق ِو ٌّي َع ِزي ٌز ,Bir başka misalde peygamberlerim galip geleceğiz” diye yazmıştır. Şüphe yok ki, Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Mücadele 58/21) ayetiyle ilgili Allah’ın, Levh-i Mahfuz’da kendisinin ve elçilerinin, hem hüccet hem de kılıçla yahut kılıç yerine geçen başka aletlerle yahut hüccet ve silahın yalnız birisiyle mutlak ve muhakkak galip geleceğini

} َو َل َق ْد َسبَ َق ْت َك ِل َمتُنَا yazdığını kaydeden Ebussuûd Efendi, bu ayeti, aynı konuyu işleyen

And olsun ki, peygamber“ ِل ِعبَا ِدنَا ا ْل ُم ْر َس ِلي َن{}إِ َّن ُه ْم َل ُه ُم ا ْل َم ْن ُصو ُرو َن{} َوإِ َّن ُج ْندَنَا َل ُه ُم ا ْلغَا ِلبُو َن{ kullarımıza söz vermişizdir. Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.” (Saffat 37/171-173) ayetiyle irtibatlandırmıştır.108

Ayetler incelendiğinde, hem açıklaması yapılan ayetin hem de müfessir konumdaki ayetlerin, Peygamberin, kendisini engellemek isteyenlere ve inkârcılara karşı galip geleceği konusunu ele aldığı görülmektedir. Dolayısıyla ayetlerin birbiriyle ilişkilendirilmesinin sebebi de ayetlerin benzer konuya temas etmeleridir.

107 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 83; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4743. 108 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 225; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5522.

45

1.2.2. Anlam Benzerliği

Bir işaret, hareket, olay, kelime veya metinden anlaşılan şeye anlam denir.109

Başka bir şeyle ortak nitelikleri bulunan, başka bir şeyi andıran şeye benzer denir.110

Bu durumda, bir kelimenin, bir sözün, bir davranışın veya bir olgunun mana bakımından ortak niteliklere sahip olması durumu da “anlam benzerliği” olarak tanımlanabilir. Kur’an-ı Kerim’de de metinsel açıdan farklı olmakla birlikte anlamsal açıdan birbirini andıran ayetler bulunmaktadır. Ebussuûd Efendi bir ayetin tefsirinde kullandığı başka bir ayeti seçerken zaman zaman ayetler arasındaki bu benzerliği dikkate almıştır. Örneğin:

ْ يَا أَيُّ َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا أَ ْن ِفقُوا ِم َّما َر َز ْقنَا ُك ْم ِم ْن َق ْب ِل أَ ْن يَأتِ َي Müellif, Bakara Suresinin 2/254’üncü

,Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin“ يَ ْو ٌم َال بَ ْي ٌع فِي ِه َو َال ُخ َّلةٌ َوالَ َش َفا َعةٌ َوا ْل َكافِ ُرو َن ُه ُم ال َّظ ا ِل ُمو َن hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden (Allah yolunda) harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta

Size rızık olarak verdiklerimizden (Allah“ أَ ْن ِفقُوا ِم َّما َر َز ْقنَا ُك ْم kendileridir.” ayetinde geçen yolunda) harcayın.” cümlesiyle ilgili, “Allah yolunda harcanması emredilen rızkın

Allah tarafından verildiğinin belirtilmesi, bu harcamayı teşvik içindir. Buradaki harcamadan maksat da vacip olan harcamalardır, çünkü bundan sonra gelen ceza vaidi de bunu göstermektedir. Yani sizin dünyadaki taksiratınızı telafiye muktedir olamayacağınız o kıyamet günü gelmeden önce dünyada size verdiğimiz rızıkların bir kısmını Allah yolunda harcayın.” şeklinde açıklamalar yaptıktan sonra ayetin mezkur bölümünü, farklı kelimelerle ifade edilmiş olsa da anlamsal açıdan aynı duruma işaret

Sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah“ َوأَ ْن ِف ُقوا ِم َّما َجعَ َل ُك ْم ُم ْستَ ْخ َل ِفي َن فِي ِه eden yolunda) harcayın.” (Hadid 57/7) ayetiyle ilişkilendirmiştir.111 Görüldüğü gibi

109 İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Mas Matbaacılık, İstanbul, 2008, c. 1, s. 145. 110 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 1, s. 338. 111 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 290; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 669.

46 açıklaması yapılan ayetteki “Size rızık olarak verdiklerimizden” ifadesiyle açıklayıcı konumda olan ayetteki “Sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan” ifadesi temel olarak aynı şeyleri anlatmaktadır. Çünkü Allah’ın tasarrufa yetkili kıldığı mal, aynı zamanda rızık olarak verilen maldır ve yine Allah’ın rızık olarak verdiği mal, aynı zamanda kulunu tasarrufa yetkili kıldığı maldır. Dolayısıyla her iki ifade de anlam açısından aynı şeyi dile getirmektedir. Bu da açıklayıcı konumdaki ayete, açıklaması yapılan ayetin tefsirinde yer verilmesinin nedeninin, aralarındaki anlamsal benzerlik olduğunu ortaya koymaktadır.

الَ يَ ْق ِد ُرو َن َع َلى َش ْي ٍء ِم َّما َك َسبُوا Müellife göre, Bakara Suresinin 2/264’üncü ayetindeki

“…kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.” cümlesi, onlar riya ve gösteriş için yaptıklarından hiçbir şekilde faydalanamazlar ve kesinlikle onun bir sevabını bulamazlar, anlamına gelmektedir. Zaten riya ve gösteriş için mal harcamak, harcamalardan sonra başa kakmak ve yardım edilen kimseyi incitmek kafirlerin

özelliklerinden olup mü’minlerin sakınması gerekir. Ebussuûd Efendi, bu ayette geçen

kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.” pasajındaki…“ الَ يَ ْق ِد ُرو َن َع َلى َش ْي ٍء ِم َّما َك َسبُوا

“amellerin hiçe sayılacağı” anlamını göz önünde bulundurarak bu ayeti, aralarındaki

Onların yaptıkları“ َو َق ِد ْمنَا إِ َلى َما َع ِملُوا ِم ْن َع َم ٍل َف َجعَ ْلنَاهُ َهبَا ًء َم ْنثُو ًرا anlam benzerliği sebebiyle bütün amellerine yöneldik ve onları dağılmış zerreciklere çevirdik.” (Furkan 25/23) ayetiyle tefsir etmiştir. Ona göre, müfesser ve müfessir konumda olan kısımların her ikisi de “o gün onların hali ne olacak?” şeklindeki gizli bir sualin cevabıdır. Ayrıca

Müellif ayetlerin anlamsal ilişkisi yanında cümle yapısı içerisindeki benzerliğine de dikkat çekerek iki ayette de sözü edilen cümlelerin istinaf cümlesi olduğunu söylemiştir.112 Müfessir burada, tefsirini yapacağı ayette açıklayıcı olarak kullanacağı ayeti seçerken aralarındaki anlam birliğini göz önünde bulundurmuştur. Yani her iki

112 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 304; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 705-706.

47 ayette de günahkârların, günahlarının karşılığı olarak maruz kalacakları sonuca atıf yapılmıştır. Başka bir deyişle “sadakaları, başa kakmak ve eza etmek” suretiyle veya bir başka şekilde günah işleyen muhatabın bu tutumu sebebiyle içinde bulunduğu duruma işaret edilmiştir.

Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/264’üncü ayetini, bu ayetten önce inmiş olan Furkan Suresinin 25/23’üncü ayetiyle tefsir etmiştir. Tefsir geleneğine göre açıklayıcı konumdaki ayetin açıklanan ayetten sonra nazil olması esas olsa da burada, her iki ayette de günahkârların, günahlarının karşılığı olarak maruz kalacakları sonuca atıf yapılmıştır. Başka bir deyişle “sadakaları, başa kakmak ve eza etmek” suretiyle veya bir başka şekilde günah işleyen muhatabın bu tutumu sebebiyle içinde bulunduğu duruma işaret edilmiştir. Dolayısıyla muhatapların içinde bulunduğu durum, tutum olarak benzer veya yakın olduğundan daha önceden aynı konuda aynı muhataba yapılan bir ikazı dile getiren ayetin aynı özelliği taşıyan fakat sonra nazil olmuş bir başka ayeti açıklayıcı olması pekâlâ mümkündür.

Kim“ َو َم ْن يُ ِر ْد ثَ َوا َب الدُّ ْنيَا نُ ْؤتِ ِه ِم ْن َها Ali İmran Suresinin 3/145’inci ayetinde bulunan dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz.” pasajının tefsirinde Ebussuûd

Efendi, “Bundan önce ölüm ve hayatın sadece Allah Teala’nın iradesine, dilemesine bağlı olduğu, hiç kimsenin buna dahlinin olmadığı belirtilmişti. Şimdi de şu gerçeğe işaret ediliyor: işlerin semeresini almak, insanların iradesine bağlıdır. Bundan maksad, insanların kendi iradelerini değersiz gayelere değil yüce gayelere tevcih etmeleridir.”

şeklinde izahatta bulunduktan sonra, bu ayeti, farklı lafızlarla neredeyse aynı anlamın

Kim bu geçici dünyayı isterse“ َم ْن َكا َن يُ ِريدُ ا ْلعَا ِج َلةَ َع َّج ْلنَا َلهُ فِي َها َما نَ َشا ُء ِل َم ْن نُ ِريد ُ ortaya konduğu orada ona, (evet) dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadar hemen veririz.” (İsra 17/18) ayetiyle ilişkilendirmiştir.113 Müellif, buradaki ilişkilendirmeyi yaparken ayetler

113 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 109; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1048.

48 arasındaki anlam benzerliğini esas almıştır. Zira her iki ayetteki mezkur ifadelerde de insanın ahireti bırakıp da dünya nimetlerini talep etmesi halinde kendisine istemiş olduğu dünyalığın verileceğinden bahsedilmektedir. Başka bir deyişle her iki ayette de aynı konuda aynı muhataba yapılan bir ikaz dile getirilmiştir.

Ebussuûd Efendi, ayetler arasından anlam benzerliği ilişkisi kurarken benzerliğe esas olan öğeyi cümle olarak ele almasının yanı sıra zaman zaman kelime bazında

َك ْي َف تَ ْكفُ ُرو َن anlam benzerliğini de konu edinmiştir. Mesela, Bakara Suresinin 2/28’inci

Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra“ بِاهللِ َو ُك ْنتُ ْم أَ ْم َواتًا َفأَ ْحيَا ُك ْم ثُ َّم يُ ِميتُ ُك ْم ثُ َّم يُ ْحيِي ُك ْم ثُ َّم إِ َل ْي ِه تُ ْر َجعُو َن

öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz; öyleyken Allah'ı nasıl

Ölü idiniz…” cümlesini, “Siz canı olmayan“ َو ُك ْن تُ ْم أَ ْم َواتًا inkar edersiniz?” ayetindeki cisimler veya maddenin çeşitli unsurları ya da besin maddeleri veya meni yahut da uzuvları belli belirsiz bir et parçası halinde iken demektir. Bunlara “ölüler” denmesinin

ِلنُ ْحيِ َي بِ ِه بَ ْلدَةً َم ْيتًا َونُ ْس ِقيَهُ ِم َّما َخ َل ْقنَا sebebi cansız olmalarındandır.” şeklinde tefsir etmiş ve

Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan birçok hayvanları ve“ أَ ْنعَا ًما َوأَنَا ِس َّي َكثِي ًرا

َوآيَةٌ َل ُه ُم األَ ْر ُض ا ْل َم ْيتَةُ أَ ْحيَ ْينَا َها َوأَ ْخ َر ْجنَا insanları sulayalım diye…” (Furkan 25/49) ayetiyle

Ölü toprak onlar için bir delildir. Biz, onu diriltir ve ondan taneler“ ِم ْن َها َحبًّا َف ِم ْنهُ يَأْ ُكلُو َن

kelimelerinin, tefsiri َم ْيت çıkarırız da onlardan yerler.” (Yasin 36/33) ayetindeki

kelimesiyle aynı anlamda olduğunu belirtmiştir.114 Görüldüğü gibi َم ْيت yapılan ayetteki

kelimesinin anlam bakımından َم ْيت bu ilişkilendirmede, farklı üç ayette yer alan benzerliği işlenmiştir.

Bir başka misalde, Ebussuûd Efendi, Enfal Suresinin 8/24’üncü ayetinde geçen

”.Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer“ َوا ْع َل ُموا أَ َّن هللاَ يَ ُحو ُل بَ ْي َن ا ْل َم ْر ِء َو َق ْلبِ ِه cümlesiyle ilgili, “Bu ifade Allah’ın (cc), sahibinin bile gafil olabileceği kalbin sırlarını bildiğine dikkati çeker, ya da bu cümle, arzu edilen şeyi elde etmeden önce

114 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 100; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 171.

49 kalbi ihlaslı kılmaya ve arındırmaya teşvik anlamını ifade eder yahut da bu cümle,

Allah’ın (cc) kulun kalbine tamamen hakim olduğunu bildirir.” şeklinde birkaç farklı yorumda bulunduktan sonra, bu ifadenin, Allah Tealâ’nın kuluna olan son derece

َونَ ْح ُن أَ ْق َر ُب yakınlığını anlattığını belirterek bu cümleyi anlam bakımından benzer olan

Ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 50/16) cümlesiyle“ إ ِ َل ْي ِه ِم ْن َح ْب ِل ا ْل َو ِري ِد ilişkilendirmiştir.115 Birinci ayette geçen “İnsan ile kalbinin arası” sözü Allah’ın kuluna ne derece yakın olduğunu, yani gerek bilgi gerekse güç bakımından Allah’ın kulu üzerindeki hakimiyetini ifade etmektedir. İkinci ayette geçen “Allah’ın insana şah damarından daha yakın olması” durumu ise Allah’ın, ilim ve müşahede itibariyle kuluna ne derece yakın olduğunu ve onun üzerindeki hakimiyetini anlatmaktadır.

Dolayısıyla iki ayette de Allah’ın kuluna olan bu yakınlığı ve kulu üzerindeki hakimiyeti farklı ifadelerle dile getirilmiştir. Yani her iki ayet de anlam bakımından aynı hususu işaret etmektedir.

1.2.3. İfade/Anlatım Benzerliği

Birbirinden ayrı olan şeylerin bazı belirtilerde birbiriyle uyuşması durumuna benzerlik denir.116 Belli yönleriyle veya tamamen bir başkasıyla uygunluk gösteren ifadeler de ifade benzerliği diye tanımlanabilir. İfade/anlatım benzerliğinin konumuzla ilgili tarifi ise, Ebussuûd Efendi’nin, anlamsal açıdan olmasa da yapısal açıdan ortak nitelikler taşıyan ayetleri birbiriyle ilişkilendirmesidir. Öyle ki Müellif, ayeti ayetle açıklarken, zaman zaman, ayetlerin unsurları arasında ifade açısından benzerlik ilişkisi kurmuştur. Örneğin:

Haccı ve umreyi“ َوأَتِ ُّموا ا ْل َح َّج َوا ْلعُ ْم َرةَ ِ َّلِل ِ Bakara Suresi 2/196’ıncı ayette yer alan

ثُ َّم أَتِ ُّموا Allah için tamamlayın.” ifadesini yine Bakara Suresinin 2/187’nci ayetindeki

115 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 21; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2440-2441. 116http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5885ee8a039fd9.191 01627

50

Sonra geceye kadar orucu tamamlayın.” ifadesine benzetmiştir. Ona“ ال ِ ِّصيَا َم إِ َلى ال َّل ْي ِل göre her iki ayet de söz konusu ibadetlerin farz olup olmadığına temas etmeksizin, benzer ifadeyle, başlanmış olan bir ibadetin tamamlanması gereğini vurgulamaktadır.117 Görüldüğü gibi her iki ayetteki ifade de anlatım açısından birbirine benzemektedir. Bundan dolayı Müellif de bu iki ayeti birbiriyle ilişkilendirirken ayetler arasındaki bu anlatım benzerliğini esas almıştır.

أَ َل ْم تَ َر إِ َلى ا َّل ِذي Yine Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/258’inci ayetinde geçen

Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?” cümlesinin“ َحا َّج إِ ْب َرا ِهي َم ف ِي َربِِّ ِه

أَ َل ْم تَ َر أَ َّن ُه ْم فِي ُك ِِّل َوا ٍد يَ ِهي ُمو َن tefsirinde, aralarındaki ifade benzerliğine vurgu yaparak

“Onların her vâdide başıboş dolaştıklarını görmedin mi?” (Şuara 26/225) ayetini kullanmıştır.118 Her iki ayette de kafirleri ikaz, müminleri ise irşat etmek üzere hem hayret belirten hem de tasavvura sevk eden bir üslup kullanılmıştır. Öyle ki birinci ayette haddini bilmez bir kafirin, her türlü üstünlükte eşi benzeri olmayan Allah hakkında tartışma cür’etini göstermesi, başka bir ifadeyle Allah ile kendisini bir tutmaya kalkışması ve tartışma esnasında ahmaklığını ortaya koyucu nitelikte sözler sarf etmesi hayret belirten bir tarzda anlatılmış, ikinci ayette de Kur’an’ı ve İslâm’ı karalamaya yönelik şiirler yazan müşrik şairlerin119 doğru yolu benimsemeyip aksine yanlış yolu tercih ettikleri yine hayret ifade eden ve tasavvura sevk eden bir yöntemle dile getirilmiştir. Görüldüğü gibi burada her iki ayette de muhatap kitle aynıdır ve ayetlerin içeriği de maziye ait bir yaşanmışlığa birbirinin benzeri bir anlatımla muhatabın dikkatini çekme özelliği taşımaktadır. Dolayısıyla Müellifin bu iki ayeti birbiriyle ilişkilendirmesinin nedeni her iki ayette yapısal açıdan benzer bir ifade tarzının kullanılmış olmasıdır.

117 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 244; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 548. 118 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 295; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 681-682. Şairlere ise haddi aşan“} َوال ُّشعَ َرا ُء يَتَّبِعُ ُه ُم ا ْلغَا ُوو َن{}أَ َل ْم تَ َر أَ َّن ُه ْم فِي ُك ِِّل َوا ٍد يَ ِهي ُمو َن{} َوأَ َّن ُه ْم يَقُولُو َن َما الَ ي َ ْفعَلُو َن{ 119 azgınlar uyarlar. Onların her vâdide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?” (Şuara 26/224-226)

51

Bir başka örnekte de Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/282’nci ayetinde yer

Katip onu Allah’ın kendisine öğrettiği gibi …“ َوالَ يَأْ َب َكاتِ ٌب أَ ْن َي ْكتُ َب َك َما َع َّل َمهُ هللا ُ alan yazmaktan kaçınmasın…” ifadesini aralarındaki ifade benzerliği sebebiyle Kasas

Allah’ın sana ihsan…“ َوأَ ْح ِس ْن َك َما أَ ْح َس َن هللاُ إِ َل ْي َك Suresinin 28/77’nci ayetinde bulunan ettiği gibi sen de insanlara ihsan et…” ifadesiyle ilişkilendirmiştir.120 Bu ayetler arasındaki ilişkide de ifade kalıpları açısından benzerlik dikkat çekmektedir. Öyle ki birinci ayette nehiy sıygası kullanılarak yapılacak işin, Allah’ın bildirdiği şekilde yapılması gerektiği emredilmiş, ikinci ayette de emir kalıbı kullanılarak yapılması gerekenin yine Allah’ın gösterdiği şekilde yapılması gerektiği vurgulanmıştır.

Dolayısıyla her iki ayette de ifade edilmek istenen husus birbirini anımsatan tarzda anlatılmıştır. Bu da Müellifin sözü edilen ayetleri bu özellikleri, yani aralarındaki anlatım benzerliği sebebiyle irtibatlandırdığını göstermektedir.

Müfessirimiz Bakara Suresinin 2/282’nci ayetinin tefsirinde, bu ayetten önce nazil olan Kasas Suresinin 28/77’nci ayetini kullanmıştır. Her ne kadar açıklayıcı konumdaki ayet açıkladığı ayetten önce nazil olmuş olsa da ayetler arasındaki bu ilişkilendirme, anlamsal bir özellikten ziyade yapısal bir özelliğe dayalı olduğu için birbirini tefsir eden bu ayetler arasında bir öncelik-sonralık sıralaması gözetilmemiştir.

Bir diğer misalde de Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/284’üncü ayetini

İçinizdekini…“ َوإِ ْن …تُ ْبدُوا َما فِي أَ ْنفُ ِس ُك ْم أَ ْو تُ ْخفُوهُ يُ َحا ِس ْب ُك ْم بِ ِه هللا ُ açıklarken, bu ayette geçen açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi, onunla sorguya çeker…” cümlesiyle, aralarındaki ifade benzerliğini göz önünde bulundurarak Ali İmran Suresinin

İçinizdekini…“ إِ ْن تُ ْخفُوا َما فِي … … ُصدُو ِر ُك ْم أَ ْو تُ ْبدُوهُ يَ ْع َل ْمهُ هللا ُ uncu ayetinde yer alan’3/29 gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir…” cümlesi arasında bağlantı kurmuştur. Bu bağlantıyı kurarken söz konusu benzer ifadeler arasındaki ayrılan

120 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 316; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 737.

52 yönlere de vurgu yaparak kelimelerin takdim ve tehir edilmesinin sebebiyle ilgili de açıklamalarda bulunmuştur.121 Müellif burada, hem içerik bakımından hem de cümle yapısı itibariyle birbirine yakın özellikler taşıyan ayetleri ilişkilendirmiştir. Görüldüğü gibi her iki ayetteki ifade tarzı ve içerik birbirini andırmaktadır. Ebussuûd Efendi de bu ayetler arasında bağ kurarken ayetlerin bu özellikler açısında birbirine benzerliğini dikkate almıştır. Her ne kadar bu ayetler içerdiği bilgi açısından da birbirine benzer olsa da ayetlerin ifade tarzı bakımından benzerliğini nazar-ı dikkate alarak ifade benzerliği kategorisinde bir örnek olarak zikrettik.

(!Resûlüm)“ َو َما ُك ْن َت بِ َجانِ ِب ا ْل َغ ْربِ ِّيِ إِ ْذ َق َض ْينَا إِ َلى ُمو َسى األَ ْم َر َو َما ُك ْن َت ِم َن ال َّشا ِه ِدي َن ,Yine

Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve (o hadiseyi) görenlerden de değildin.” (Kasas 28/44) ayetiyle ilgili “Biz vahiy ile ve kendisine Tevrat’ı vermekle Musa’ya (as) Peygamberlik vazifesini verdiğimiz zaman sen, vahiy ile buluşmanın mekanı olan Tur dağının batı yönünde, onun yanında değildin ve o vahyin görgü şahitlerinden olan, o seçilmiş yetmiş kişiden de değildin ki, Musa (as) vahye muhatap olduğunda cereyan eden hadiseleri göresin ve sen

Tevrat’ı levhalara yazan katiplerden değilsin ki, onun muhtevasını aynen insanlara anlatabilesin.” şeklinde açıklamalarda bulunan Ebussuûd Efendi, Kur’an’da açıklanan tarihi olayların bilinmesinin, ya bizzat o olayları görmekle yahut onları görenlerden

öğrenmekle mümkün olabileceğini, Kur’an için her ikisi de olmadığına göre onun kesin olarak gaibleri hakkıyla bilen Allah’ın (cc) kelamı olduğunun anlaşıldığını beyan

َو َما ُك ْن َت َلدَ ْي ِه ْم إِ ْذ يُ ْلقُو َن أَ ْقالَ َم ُه ْم أَيُّ ُه ْم يَ ْكفُ ُل َم ْريَ َم َو َما ettikten sonra benzer bir ifadenin kullanıldığı

Meryem'i kim himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere“ ُك ْن َت َلدَ ْي ِه ْم إِ ْذ يَ ْختَ ِص ُمو َن kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu konuda) tartışırken de yanlarında değildin.” (Ali İmran 3/44) ayetine yer vermiştir.122 Aralarında ilişki

121 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 319; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 745-746. 122 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 21; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4607-4608.

53 kurulan ayetlerde anlatılan hususlar cereyan ederken Hz. Peygamberin orada bizzat hazır bulunmadığı, bütün bunların, kendisine vahiy yoluyla öğretildiği her iki ayette de benzer bir ifade tarzıyla anlatılmıştır. Dolayısıyla Müellif’in, bu ayetler arasında ilişki kurarken, ayetleri açıklamada konu olan unsurların “ifade benzerliği” özelliğini dikkate aldığı anlaşılmaktadır.

1.2.4. Amaç Benzerliği

Kur’an’da, lafızları ve manaları farklı olsa da ulaşılmak istenen sonuç itibariyle aynı veya benzer şeyleri gerçekleştirmeyi hedefleyen ayetler bulunmaktadır. Ebussuûd

Efendi de tefsirinde, benzer amaçları gerçekleştirmek için nazil olan bu ayetler arasında söz konusu durumu dikkate alarak ilişkilendirme yapmıştır. Örnek olarak;

َوإِ ْن ُك ْنتُ ْم فِي َر ْي ٍب ِم َّما نَ َّز ْلنَا َع َلى َع ْب ِدنَا َفأْتُوا Müfessirimiz, Bakara Suresinin 2/23’üncü

Kulumuza indirdiğimiz Kuran'dan“ بِ ُسو َرةٍ ِم ْن ِمثْ ِل ِه َوا ْد ُعوا ُش َهدَا َء ُك ْم ِم ْن دُو ِن هللاِ إِ ْن ُك ْنتُ ْم َصا ِدقِي َن

şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz, Allah'tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.” ayetinin tefsirini, her ikisi de kafirlerin aczini ortaya koyma amacını taşıdığı için aynı Surenin 2/258’inci

Şüphesiz Allah güneşi“ َفإِ َّن هللاَ يَأْتِي بِال َّش ْم ِس ِم َن ا ْل َم ْش ِر ِق َفأْ ِت بِ َها ِم َن ا ْل َم ْغ ِر ِب ayetinde yer alan doğudan getirir, sen de onu batıdan getir.” cümlesiyle yapmıştır.123 Tefsiri yapılan ayette kafirlerin Kur’an’a yönelik söyledikleri “beşer kelamı” sözlerine karşı kendilerinin de bir beşer olduğu hatırlatılarak varsa güçleri bir sure de olsa ortaya koymaları istenmek suretiyle acziyetleri ifade edilmiş, aynı şekilde tefsir eden

,Benim Rabbim diriltir“ َربِِّ َي ا َّل ِذي يُ ْحيِي َويُ ِمي ُت konumdaki ayette de İbrahim (as)’ın

,Ben de diriltir, öldürürüm.” diyen bir kafire“ أَنَا أُ ْحيِي َوأُ ِمي ُت öldürür.” sözüne karşılık

“Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir.” denmek suretiyle

123 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 84; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 148.

54 onun acziyeti ortaya konmuştur. Aynı zamanda her iki ayette de Allah’ın gücü karşısında kafirlere meydan okuma vardır. Dolayısıyla Ebussuûd Efendi bu iki ayeti aralarındaki amaç benzerliği sebebiyle birbiriyle ilişkilendirmiştir. Aralarında ilişki kurulan her iki ayet de aynı surede yer aldığından ayetlerin nüzul sırasının tespiti mümkün olmamıştır.

يَ ْسأَلُونَ َك َع ِن ا ْل َخ ْم ِر َوا ْل َم ْي ِس ِر قُ ْل Ebussuûd Efendi, içkinin yasaklanmasını amaçlayan

فِي ِه َما إِثْ ٌم َك ِبي ٌر َو َمنَافِ ُع ِلل َّنا ِس َوإِثْ ُم ُه َما أَ ْكبَ ُر ِم ْن نَ ْف ِع ِه َما َويَ ْسأَلُونَ َك َماذَا يُ ْن ِفقُو َن قُ ِل ا ْلعَ ْف َو َكذَ ِل َك يُبَيِِّ ُن هللاُ َل ُك ُم اآليَا ِت

Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de“ َلعَ َّل ُك ْم تَتَ َف َّك ُرو َن büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.”

(Bakara 2/219) ayetini tefsir ederken içki/şarap hakkında dört ayetin nazil olduğunu ifade etmiş ve akabinde şu açıklamalarda bulunmuştur:

َو ِم ْن ثَ َم َرا ِت ال َّن ِخي ِل َواألَ ْعنَا ِب تَتَّ ِخذُو َن ِم ْنهُ İlk önce Mekke’de Nahl Suresinin 16/67’nci

Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem“ َس َك ًرا َو ِر ْز ًقا َح َس ًنا إِ َّن فِي ذَ ِل َك َآل َيةً ِل َق ْو ٍم يَ ْع ِقلُو َن de güzel gıdalar edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.” ayeti nazil oldu. Bundan sonra da Müslümanlar şarap içmeye devam ettiler. Daha sonra Hz. Ömer, Muaz b. Cebel ve diğer sahabilerden bir grup, “Ya

Resulallah! Şarap içmenin hükmünü bize anlat, şarap insanların aklını gideriyor.” dediler. İşte bu konuşma üzerine tefsiri yapılan ayetin nüzulü gerçekleşti. Bu ayetten indikten sonra da bazıları şarap içmeyi bıraktı, bazıları ise içmeye devam etti. Sonra bir gün Abdurrahman b. Avf, bazı sahabileri evine davet etti. Onlar da şarap içip sarhoş oldular. İçlerinden biri imam olup onlara namaz kıldırdı. Namazda kıraat sırasında

أَ ْعبُدُ ,Ben sizin taptığınıza tapmam’ ayetini‘ الَ أَ ْعبُدُ َما تَ ْعبُدُو َن Kafirun Suresinin, 109/2’nci

Ben sizin taptığınıza taparım’ şeklinde yanlış okudu. Bunun üzerine Nisa‘ َما تَ ْعبُدُو َن

Ey“يَا أَيُّ َها ا َّل ِذي َن آ َم نُوا الَ تَ ْق َربُوا ال َّصالَةَ َوأَ ْنتُ ْم ُس َكا َرى َحتَّى تَ ْع َل ُموا َما تَقُولُو َن Suresinin 4/43’üncü

55

İnananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın.” ayeti nazil oldu. Bundan sonra şarap içen Müslümanlar hayli azaldı. Sonra bir gün Utban b.

Malik, Sa’d b. Ebi Vakkas ve bir grup sahabiyi davet etti. Bunlar da şarap içip sarhoş olduktan sonra şiirler okuyup övünmeye başladılar. Nihayet Sa’d b. Ebi Vakkas

Ensar’ı hicveden bir şiir okudu. Ensar’dan biri de devenin çene kemiği ile onun kafasına vurup iyice yaraladı. Sa’d b. Ebi Vakkas da Resulullah’a şikayette bulundu.

Resulullah da “Allah’ım bize şarap hakkında, Mü’minlerin ondan kaynaklanan hastalıklarına şifa olacak bir beyan ihsan eyle!” diye dua buyurdu. Bunun üzerine

يَا أَ ُّي َه ا ا َّل ِذي َن آ َمنُوا إِ َّن َما ا ْل َخ ْم ُر َوا ْل َم ْي ِس ُر َواألَ ْن َصا ُب َواألَ ْزالَ ُم ِر ْج ٌس ِم ْن َع َم ِل ال َّش ْي َطا ِن Maide Suresinin 5/90

Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans“ َفا ْجتَنِبُوهُ َلعَ َّل ُك ْم تُ ْف ِل ُحو َن okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” ve 91’inci

إِ َّن َما يُ ِريدُ ال َّش ْي َطا ُن أَ ْن يُوقِ َع بَ ْينَ ُك ُم ا ْلعَدَا َوةَ َوا ْلبَ ْغ َضا َء فِي ا ْل َخ ْم ِر َوا ْل َم ْي ِس ِر َويَ ُصدَّ ُك ْم َع ْن ِذ ْك ِر هللاِ َو َع ِن ال َّصالَةِ َف َه ْل

,Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi“ أَ ْنتُ ْم ُم ْنتَ ُهو َن

Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” ayetleri nazil oldu.124 Müellifin, tefsirini yaptığı ayetle ilişkilendirdiği ayetlere bakıldığında bütün ayetlerdeki amacın içkinin yasaklanması olduğu görülmektedir.

Bilindiği gibi içkinin yasaklanması meselesi tedrici olarak gerçekleşmiştir. Önce içkinin hammaddesi olan hurma ve üzümden güzel rızkın yanı sıra şarap da elde edildiği belirtilerek şarabın güzel bir şey olmadığı iması yapılmış (Nahl 16/67), sonra içkinin yararının yanında büyük zarar ve günahının olduğu belirtilmiş (Bakara 2/219), daha sonra sarhoşken namaza yaklaşılması yasaklanmış (Nisâ 4/43) ve en sonunda da içki kesin şekilde yasaklanarak şeytan işi bir pislik olarak ilan edilmiştir (Mâide 5/90-

91). Dolayısıyla her bir ayetteki amaç en baştan bu yana içkinin yasaklanmasıdır ve bu amaca binaen ayetler arasında irtibat kurulmuştur.

124 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 258-259; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 585-586.

56

Müfessir, Bakara Suresinin 2/219’uncu ayetini, bu ayetten önce nazil olan Nahl

Suresinin 16/67 ve bu ayetten sonra inmiş olan Nisâ Suresinin 4/43 ile Mâide Suresinin

5/90-91’inci ayetleriyle ilişkilendirmiştir. Ayetlerin ilişkilendirilmesine konu olan husus, bir meselenin yasaklanması ve yasağın da ilgili ayetlerin nüzulü sürecinin tamamını kapsaması nedeniyle tefsir eden ayetlerin tefsiri yapılan ayetten önce veya sonra nazil olmasının bir önemi yoktur.

َوإِ ْن َكا َن ذُو ُع ْس َرةٍ َفنَ ِظ َرةٌ إِ َلى َم ْي َس َر ٍة َوأَ ْن ,Ebussuûd Efendi, teşvik amacının güdüldüğü

Eğer borçlu darlık içindeyse, ona eli genişleyinceye kadar“ تَ َصدَّقُوا َخ ْي ٌر َل ُك ْم إِ ْن ُك ْنتُ ْم تَ ْع َل ُمو َن mühlet verin. Eğer bilirseniz, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha

َوإِ ْن hayırlıdır.” (Bakara 2/280) ayetini tefsir ederken yine aynı amacın gözetildiği

َط َّل ْقتُ ُمو ُه َّن ِم ْن َق ْب ِل أَ ْن تَ َم ُّسو ُه َّن َو َق ْد َف َر ْضتُ ْم َل ُه َّن َف ِري َضةً َفنِ ْص ُف َما َف َر ْضتُ ْم إِالَّ أَ ْن يَ ْع فُو َن أَ ْو يَ ْعفُ َو ا َّل ِذي بِيَ ِد ِه ُع ْقدَةُ

Eğer onlara mehir biçer“ ال ِّنِ َكاحِ َوأَ ْن تَ ْع ُفوا أَ ْق َر ُب ِللتَّ ْق َوى َوالَ تَ ْن َس ُوا ا ْل َف ْض َل بَ ْينَ ُك ْم إِ َّن هللاَ بِ َما تَ ْع َملُو َن بَ ِصي ٌر de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri veya nikah akdi elinde olan erkeğin bağışlaması hali müstesna biçtiğinizin yarısını verin, bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranızdaki iyiliği unutmayın. Allah şüphesiz işlediklerinizi görür.” (Bakara 2/237) ayetini zikretmiştir.125 Müellife göre, tefsir edilen

,borcu) sadaka olarak bağışlamanız)…“ َوأَ ْن تَ َصدَّقُوا َخ ْي ٌر َل ُك ْم konumundaki ayette yer alan

َوأَ ْن تَ ْعفُوا أَ ْق َر ُب ِللتَّ ْق َوى sizin için daha hayırlıdır.” cümlesiyle tefsir eden konumundaki

“…bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur…” ifadesinde amaç benzerliği bulunmaktadır. Zira birinci ayette darlık içinde olan borçluya borcu bağışlamanın daha iyi olduğu, ikinci ayette ise el sürmeden boşanılan kadına tayin edilen mehrin yarısı değil de tamamının verilmesinin daha iyi olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla her iki cümlede de amaç muhatabı daha iyi olana teşvik etmektir ve buradaki ilişkilendirme de bu gerekçeyle yapılmıştır.

125 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 314; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 730.

57

َوا ْع َل ُموا أَ َّن َما َغنِ ْمتُ ْم ِم ْن َش ْي ٍء َفأَ َّن ِ َّلِلِ ُخ ُم َسهُ َو ِلل َّر ُسو ِل َو ِل ِذي ا ْلقُ ْربَى Enfal Suresinin 8/41’inci

Bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte“ َوا ْليَتَا َمى َوا ْل َم َسا ِكي ِن َوا ْب ِن ال َّسبِي ِل biri mutlaka Allah’a, Peygamber’e, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir.” ayetinde Allah lafzının zikrediliş nedeni Ulemanın cumhuruna göre

Allah’ı tazim etmek içindir. Bu ayetteki beşte bir ile ayette Allah’tan sonra zikredilenler arasında taksim edilmesi kastedilmektedir. Ebussuûd Efendi, Tevbe

Eğer gerçekten mü’min iseler“ َو َّ َّللاُ َو َر ُسولُهُ أَ َح ُّق أَ ْن يُ ْر ُضوهُ إِ ْن َكانُوا ُم ْؤ ِمنِي َن Suresinin 9/62’nci

(bilsinler ki), Allah ve Resûlü’nü razı etmeleri daha önceliklidir.” ayetindeki Allah lafzının da aynı gayeyle zikredildiğini söyleyerek, açıklamasını yaptığı ayeti bu ayetle tefsir etmiştir.126 Görüldüğü gibi Müellif, müfesser ve müfessir konumdaki ayetler arasındaki ilişkilendirmeyi aralarındaki amaç benzerliğini gözeterek yapmıştır. Zira ona göre her iki ayette de Allah lafzının zikrediliş amacı Allah’ı tazim etmektir.

Bir diğer örnekte de Ebussuûd Efendi, Mücadele Suresinin 58/7’nci ayetindeki

Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın“ أَ َل ْم تَ َر أَ َّن هللاَ ي َ ْع َل ُم َما فِي ال َّس َما َوا ِت َو َما فِي األَ ْر ِض bildiğini görmüyor musun?” kelamının, Allah’ın her şeye şahit olduğunun kanıtı

İbrahim ile Rabbi hakkında“ أَ َل ْم تَ َر إِ َلى ا َّل ِذي َحا َّج إِ ْب َرا ِهي َم فِي َربِِّ ِه olduğunu ifade ederek

Görmez misin ki“ أَ َل ْم تَ َر أَ َّن ُه ْم فِي ُك ِِّل َوا ٍد يَ ِهي ُمو َن tartışanı görmedin mi?” (Bakara 2/258) ve onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.” (Şuara 26/225) ayetlerinin de bu kabilden olduğunu kaydetmiştir.127 Görüldüğü gibi her üç ayette de ortak amaç, Allah’ın her

şeyi bildiğini ve onun her şeye şahit olduğunu ortaya koymaktır. Nitekim Allah (cc), tefsiri yapılan ayette “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğine” dikkat

çekerek bu hususa doğrudan işaret etmiş, açıklayıcı konumdaki ayetlerde ise muhataba

“Bak, ben bu konunun böyle olduğunu biliyorum, sen bilmiyor musun?” tarzındaki bir

üslupla her şeyden haberdar olduğu ve her şeye şahit olduğu gerçeğine vurgu

126 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 27-28; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2462. 127 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 221; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5513.

58 yapmıştır. Dolayısıyla bundan, Ebussuûd Efendi’nin, bu ayetleri, aralarındaki amaç benzerliğini göz önünde bulundurarak birbiriyle ilişkilendirdiği anlaşılmaktadır.

1.2.5. Üslup Benzerliği

Oluş, yapış veya yapılış biçimi, tutulan yol, tarz, usûl anlamlarına gelen128 üslup, edebiyatçılar ve Arap dili ulemasının tarifine göre, terim olarak, konuşanın sözü dizmesinde ve lafızları seçmesinde takip ettiği metod demektir. Buna göre Kur’an

üslubu denince, onun söz diziminde ve lafız seçiminde diğer edebi türlerden ayrılması akla gelir. Bu özelliğiyle Kur’an genellikle Arapların kullandığı ve alışık olduğu ifade tarzlarına uymaz. Çünkü onun kendine has ifade tarzları vardır. Bundan dolayıdır ki

Kur’an ilimleri içerisinde belki de en önemli yeri Kur’an üslubu oluşturur. Çünkü

Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen bir kitap olduğunu, onun üslubu ortaya koymaktadır.129 Bir bütün olarak Kur’an’ın kendisinin mu’ciz bir üslubu olduğu gibi bu üslup özelliklerinin de birbirine benzer yönleri bulunmaktadır. Diğer Müfessirler gibi Ebussuûd Efendi de bazı ayetler arasındaki bu üslup benzerliği ilişkisini dikkate alarak ayetleri tefsir etmiştir. Yani şayet bir ayeti tefsir ederken o ayette kullanılan

üslup başka bir ayette de mevcut ise tefsiri yapılan ayete bu ayeti şahit olarak getirmiştir. Mesela:

ِم ْن َق ْب ُل ُهدًى ِلل َّنا ِس َوأَ ْن َز َل ا ْلفُ ْر َقا َن إِ َّن الَّ ِذي َن َك َف ُروا بِآيَا ِت هللاِ َل ُه ْم Ali İmran Suresinin 3/4’üncü

O, daha önce (Tevrat’ı ve İncil’i) insanlar için hidayet“ َعذَا ٌب َش ِديدٌ َو ََّّللاُ َع ِزي ٌز ذُو ا ْنتِ َقا ٍم rehberi olarak indirmişti. Furkan’ı da indirdi. Şüphesiz, Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”

kelimesinin فُ ْر َقا َن Furkan’ı da O indirdi” cümlesindeki“ َوأَ ْن َز َل ا ْلفُ ْر َقا َن ayetinde bulunan

kelimesi gibi mastar olduğunu ve manayı mübalağalı ifade etmek için fail olarak ُغ ْف َرا َن

128 İlhan Ayverdi, a.g.e., c.3, s. 3315. 129 Erdoğan Baş, Kur’an’ın Üslubu ve Tekrarlar, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003, s.91-92.

59 kullanıldığını kaydettikten sonra bu kelimeyle kastolunanın ne olduğuyla ilgili birkaç

dan murat, bütün ilahi kitaplar’فُ ْر َقا َن ihtimalden söz etmiştir. Bunlardan birincisine göre

ayette zikredilen ve edilmeyen bütün ilahi kitapları ,فُ ْر َقا َن olabilir. Bu anlayışa göre kapsayacak şekilde hepsinin ortak vasfı olarak tamamlama ve genelleştirme için zikredilmiştir. Müellif bu durumu izah etmek için benzer bir üslubun kullanıldığı

,Orada taneler“ } َفأَ ْنبَتْنَا فِي َها َحبًّا{} َو ِع َنبًا َو َق ْضبًا{} َو َز ْيتُو ًنا َونَ ْخالً{} َو َحدَا ِئ َق ُغ ْلبًا{} َو َفا ِك َهةً َوأَبًّا{

üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya bitirdik.” (Abese 80/27-31) ayetlerine yer vermiştir. İkinci ihtimale göre,

dan murat, daha önce zikredilen kitaplar olabilir. Buna göre de bu kitaplar, daha’فُ ْر َقا َن belirtilmemiş özel vasıfları ile tekrar atıf yoluyla zikredilmiş ve vasıftaki değişiklik zati değişiklik gibi sayılarak onunla beraber inzal fiili de aynen tekrar edilmiştir.

َو َل َّما َجا َء أَ ْم ُرنَا نَ َّج ْينَا ُهودًا Müellif, bu durumu da aralarındaki üslup benzerliği sebebiyle

Helâk emrimiz gelince, Hûd’u ve“ َوا َّل ِذي َن آ َمنُوا َمعَهُ بِ َر ْح َم ٍة ِم َّنا َونَ َّج ْينَا ُه ْم ِم ْن َعذ َا ٍب َغ ِلي ٍظ beraberindeki iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Onları ağır

dan’ ُف ْر َقا َن bir azaptan kurtardık.” (Hud 11/58) ayetiyle örneklendirmiştir.130 Buna göre

َوأَ ْن َز َل murat, “bütün ilahi kitaplar” olduğu takdirde, tefsiri yapılan ayetten önceki ayette

Tevratı ve İncili indirdi” (Âli İmran 3/3) geçtiği üzere indirilen kitaplar“ التَّ ْو َراةَ َوا ِإل ْن ِجي َل ayrı ayrı zikredilmiş, sonrasında da zikredilen ve zikredilmeyen bütün ilahi kitapları

kelimesine yer verilmiştir. Aynı فُ ْر َقا َن kapsayacak şekilde hepsinin ortak vasfı olarak

şekilde Abese Suresinin 80/27-31’inci ayetlerinde de meyvelerden bir kısmının isimleri ayrı ayrı zikredilmiş, sonra da zikredilen ve zikredilmeyen bütün meyveleri kapsayacak şekilde hepsinin ortak vasfı olarak “meyve” kelimesi kullanılmıştır.

,dan murat’فُ ْر َقا َن Dolayısıyla burada üslup açısında bir benzerlik söz konusudur. Yine

“daha önce zikredilen kitaplar” olduğu takdirde, bu ayetten (Âli İmran 3/4) önceki

130 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 9; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 773.

60

adı altında فُ ْر َقا َن ayette zikredilen “Tevrat” ve “İncil” kitapları farklı bir şekilde, yani

indirdi” fiili de aynı şekilde tekrar edilmiştir. Bu durumu=أَ ْن َز َل “ yeniden zikredilmiş ve tefsir edici nitelikte olan Hud Suresinin 11/58’inci ayetinde de Hud ve onunla beraber iman edenlerin kurtarılışı daha önce belirtilmemiş şekliyle atıf yoluyla tekrar

.kurtardık” fiili de aynen tekrar edilmiştir=نَ َّج ْينَا“ zikredilmiş ve onunla beraber

Dolayısıyla bu durumda da açıklaması yapılan ayetle açıklayıcı konumdaki ayet arasında üslup benzerliği söz konusudur. Bu da Ebussuûd Efendi’nin mezkur ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetler arasındaki üslup benzerliğini göz önünde bulundurduğunu göstermektedir.

Ebussuûd Efendi, Ali İmran Suresinin 3/4’üncü ayetini, bu ayetten önce nazil olan Abese Suresinin 80/27-31 ve Hud Suresinin 11/58’inci ayetleriyle tefsir etmiştir.

Bu durum tefsir geleneğine uygun düşmese de buradaki ilişkilendirmede, anlamsal bir ilişkiden ziyade Kur’an ayetlerindeki sözlerin dizilişi esas alındığı için zaman olarak bir öncelik-sonralık ilişkisi gözetilmemiştir.

De ki: İster“ قُ ْل أَ ْن ِفقُوا َط ْو ًعا أَ ْو َك ْر ًها َل ْن يُتَ َقبَّ َل ِم ْن ُك ْم إِ َّن ُك ْم ُك ْنتُ ْم َق ْو ًما َفا ِس ِقي َن Bir başka örnekte de gönüllü, ister gönülsüz olarak harcayın, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasık bir topluluksunuz.” (Berâe/Tevbe 9/53) ayetini “onların infaklarının kabul edilmemesi mallarının alınmayacağı anlamına olduğu gibi, ondan dolayı sevap almayacağı anlamına da olabilir. Sizin infakınızın kabul edilmemesinin sebebi azgın

ا ْستَ ْغ ِف ْر َل ُه ْم أَ ْو ve serkeş bir güruh olmanızdandır.” şeklinde tefsir eden Müellif, bu ayetin

الَ تَ ْستَ ْغ ِف ْر َل ُه ْم إِ ْن تَ ْستَ ْغ ِف ْر َل ُه ْم َس ْب ِعي َن َم َّرةً َف َل ْن يَ ْغ ِف َر هللاُ َل ُه ْم ذَ ِل َك بِأَ َّن ُه ْم َك َف ُروا بِاهللِ َو َر ُسو ِل ِه َو ََّّللاُ الَ يَ ْه ِدي ا ْل َق ْو َم

Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme (fark etmez.) Onlar için yetmiş“ ا ْل َفا ِس ِقي َن kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve

Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola iletmez.” (Berâe/Tevbe 9/80) ayeti kabilinden olduğunu ve ihbar anlamında emir ifade ettiğini belirtmiştir. Ona göre bu ayetlerin bu üslupla ifade edilmesi, adem-i kabulde

61 her ikisinin de eşit olduğunu kuvvetlice ifade etmek içindir.131 Görüldüğü gibi hem tefsiri yapılan ayette hem de müfessir konumdaki ayette haber verme anlamını ifade eden bir emir üslubu kullanılmıştır. Yani her iki ayette de belirtilen hususun yapılmasıyla yapılmaması arasında bir farkın bulunmadığı, iki durumda da sonuç olarak bir şeyin değişmeyeceği dile getirilmiştir. Dolayısıyla mezkur ayetlerin birbiriyle ilişkilendirilmesinin sebebi, üslup bakımından birbirine benzemesidir.

Seni“ َوإِ ْن َكذَّبُو َك َفقُ ْل ِلي َع َم ِلي َو َل ُك ْم َع َملُ ُك ْم أَ ْنتُ ْم بَ ِريئُو َن ِم َّما أَ ْع َم ُل َوأَنَا بَ ِري ٌء ِم َّما تَ ْع َملُو َن Yine yalanlarlarsa, "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir; siz benim yaptığımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptığınızdan sorumlu değilim" de.” (Yunus 10/41) ayetiyle ilgili, “Resulüm! Eğer onlar hüccetle ilzam edildikten sonra seni tekzibe devam ve küfürlerinde ısrar ederlerse, artık onlardan uzak dur ve onlara, benim yaptıklarımın karşılığı bana; hak ve batıl olarak sizin yaptıklarınızın karşılığı da sizedir. Siz benim yaptıklarım yüzünden muahaze olunmazsınız; ben de sizin yaptıklarını sebebiyle muahaze olunmam, de.” şeklinde sözler sarfeden Müellif bu

,Eğer sana karşı gelirlerse“ َفإِ ْن َع َص ْو َك َفقُ ْل إِ ِّنِي بَ ِري ٌء ِم َّما تَ ْع َملُو َن ayetin üslup açısından

Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım, de.” (Şuara 26/216) ayeti kabilinden olduğunu kaydeder.132 Her ne kadar ayetlerin metni ve anlamı farklı olsa da her iki ayetteki anlam da şart cümlesi sonrasında getirilen cevap cümlesiyle oluşturulmuştur.

Dolayısıyla buradaki ilişkilendirmenin nedeni, ayetler arasındaki anlamsal bir bütünlük değil cümlelerin kuruluş biçimidir. Ebussuûd Efendi de bu benzerliğe dayanarak ayetleri birbiriyle irtibatlandırmıştır.

Biz, melekleri“ َما نُنَ ِِّز ُل ا ْل َمالَ ِئ َكةَ إِالَّ بِا ْل َح ِِّق َو َما َكانُوا إِذًا ُم ْن َظ ِري َن Hicr Suresinin 15/8’inci ancak hak ve hikmete uygun olarak indiririz. O zaman da onlara mühlet verilmez.”

Biz, melekleri ancak hak ve hikmete uygun olarak“ َما ُننَ ِِّز ُل ا ْل َمالَئِ َكةَ إِالَّ بِا ْل َح ِِّق ayetinde geçen

131 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 87; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2615-2616. 132 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 166; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2795-2796.

62 indiririz.” kelamının, o müşriklerin hikaye edilen sözlerine cevap olarak ve anlamsız taleplerini reddetmek için yalnız Peygamberimize (s.a.v.) yönelik söylendiğini ve onların hikaye dilen sözleri, şiddetle cevap gerektirdiği için onun reddi olarak söylenen

Kur'an'ı“ إِ َّنا نَ ْح ُن نَ َّز ْلنَا ال ِذِّ ْك َر bu kelamın, daha öncesine cevap olarak söylenmiş olan kesinlikle biz indirdik.” (Hicr 15/9) ayetinden önce indirildiğini ifade eden Ebussuûd

(Nûh dedi ki: Onu size, ancak Allah getirir.” (Hûd 11/33“ َقا َل إِ َّن َما يَأْ ِتي ُك ْم بِ ِه هللا ُ ,Efendi

َفأْ ِتنَا بِ َما ayetinde de aynı yolun takip edildiğini zikretmiştir. Zira ona göre bu ayet de

Öyleyse bize vadettiğini haydi getir.” (Hûd 11/32) kelamına cevap olduğu halde“ تَ ِعدُنَا

Benim öğüdüm size fayda vermez.” (Hûd 11/34) ayetinden önce“ َوالَ يَ ْن َفعُ ُك ْم نُ ْص ِحي

Ey Nûh bizimle“ يَا نُو ُح َق ْد َجادَ ْلتَنَا zikredilmiştir. Oysaki o, onların ilk kelamları olan mücadele ettin.” (Hûd 11/32) sözlerine cevaptır. Müellife göre bu da, zikredildiği gibi, cevabı şiddetle gerektirmesinden dolayıdır ve bir de iki cevaptan birinin sual ile bitişik olması içindir. Aksi durumda ise, her iki cevabın da sualinden fasılalı olması lazım gelir. Onların talebine verilen bu cevapta, taleplerinin ifade tarzına uygun olarak

‘melekler onlara gelmez’ denilmeyip mevcut ifadenin kullanılması, onların taleplerinde hata ettikleri gibi, ifade tarzında da hata ettiklerini bildirmek içindir.133

Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi’nin tefsirini yaptığı ayetlerle, müfessir konumdaki ayetler arasında üslup açısından bir benzerlik söz konusudur ve Müellif’in de ayetler arasındaki ilişkilendirmeyi bu benzerliğe istinaden yaptığı anlaşılmaktadır.

Ebussuûd Efendi, Talak Suresinin 65/2’nci ayetiyle aynı surenin 65/1 ayeti

َو َم ْن يَتَّ ِق هللا َ يَ ْج َع ْل َلهُ َم ْخ َر ًجا arasında ilişki kurmuştur. Ona göre, tefsiri yapılan ayetteki

“Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.” cümlesi Allah’ın mezkur sınırlarını gözetmenin vücubunu, iyilik vaat ederek tekit etmektedir. Tefsir

Kim Allah’ın sınırlarını“ َو َم ْن يَتَعَدَّ ُحدُودَ هللاِ َف َق ْد َظ َل َم نَ ْف َسه ُ eden konumdaki ayette geçen

133 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 5, s. 78; Ali Akın, a.g.e., c. 8, s. 3381.

63 aşarsa, gerçekten kendi nefsine zulmetmiş olur.” (Talak 65/1) cümlesi de Allah’ın, sözü edilen ayette belirtilen sınırlarını gözetmenin vücubunu ceza tehdidiyle tekit etmektedir. Yani kim Allah’tan korkar da karısını sünnete uygun olarak boşarsa, iddeti içinde ona zarar vermezse, onu meskeninden çıkarmazsa ve şahit tutmak ile diğer hususlarda ihtiyatlı davranırsa, bu gibi hallerde eşlerde görülmesi muhtemel

üzüntülerden, sıkıntılara düşmekten kurtulmak için Allah ona bir çıkış yolu lutfeder ve kendisine ferahlık verir.134 Görüldüğü gibi her ne kadar değişik lafız ve manayla zikredilmiş olsa da aralarında var olan üslup benzerliği, ayetlerin birbiriyle ilişkilendirilmesinin sebebi olmuştur.

1.2.6. Durum Benzerliği

Bir şeyin içinde bulunduğu şartların bütününe durum denir.135 Kur’an’da da bazı ayetlerin, farklı bir üslupla aynı veya benzer vaziyeti anlatarak belli bir sonuca ulaştırdığı görülmektedir. Müellif, tefsirinin muhtelif yerlerinde, sözü edilen bu ayetleri birbiriyle ilişkilendirmiştir. Başka bir ifadeyle Ebussuûd Efendi, tefsirinde, zaman zaman, anlam ve metin bakımından birbiriyle çok fazla bir ilgisi olmasa da netice itibariyle aynı duruma işaret eden ayetler arasında ilişki kurmuştur. Örneğin:

Şüphesiz siz, içinizden“ َو َل َق ْد َع ِل ْمت ُ ُم ا َّل ِذي َن ا ْعتَدَ ْوا ِم ْن ُك ْم فِي ال َّس ْب ِت َفقُ ْلنَا َل ُه ْم ُكونُوا قِ َردَةً َخا ِسئِي َن

Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.” (Bakara 2/65) ayetiyle ilgili, “Aşağılık maymunlar olun! emrinden maksat, tekvin sür’atini belirtmek ve Allah’ın (cc) iradesiyle, onların anında o hale geldiklerini

َمثَ ُل ا َّل ِذي َن ُح ِِّملُوا التَّ ْو َراةَ ثُ َّم َل ْم ,bildirmektir.” şeklinde bir açıklama yaptıktan sonra bu ayeti

Tevrat’la“ يَ ْح ِملُو َها َك َمثَ ِل ا ْل ِح َما ِر يَ ْح ِم ُل أَ ْس َفا ًرا بِئْ َس َمثَ ُل ا ْل َق ْو ِم ا َّل ِذي َن َكذَّبُوا بِآيَا ِت هللاِ َو ََّّللاُ ال َ َي ْه ِدي ا ْل َق ْو َم ال َّظا ِل ِمي َن yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin

134 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 265; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5581. 135 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 1, s. 782.

64 durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Cumua’ 62/5) ayetiyle tefsir etmiştir.136

Müellifin iki ayet arasında ilişki kurmasının nedeni, ayetler arasındaki durum benzerliğidir. Çünkü her iki ayette de Allah’ın emrini yerine getirmemek suretiyle yapılan itaatsizliğin neticesinde karşı karşıya kalınacak durum, hayvani bir tasvir ortaya konarak anlatılmıştır. Böylelikle ayetler arasında doğrudan olmasa da dolaylı bir ilişkilendirme yapılmıştır.

َو َم ْن يُبَ ِدِّ ْل نِ ْع َمةَ هللاِ ِم ْن بَ ْع ِد Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/211’inci ayetindeki

Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse…” cümlesini“ َما َجا َءتْه ُ

nimet”ten maksadın Allah’ın apaçık ve üstün delilleri“ نِ ْع َمة َ tefsir ederken, buradaki olduğunu, onları değiştirmekle kast edilenin de, ya onları dalaletin ve ilahi gazabın artmasının sebebi haline getirmek; ya da ayetleri tahrif etmek ve yanlış yorumlamak demek olduğunu ifade ederek, “delillerin değiştirilmesi, o delillerin kendilerine gelmesinden önce tasavvur edilemediği halde böyle ifade edilmesi, onların, bu delillerine tafsilatında vakıf olduktan sonra onları değiştirdiklerini zımnen bildirmek

َو َق ْد َكا َن َف ِري ٌق ِم ْن ُه ْم يَ ْس َمعُو َن içindir.” demiştir ve bu ayeti, benzer bir durumu ortaya koyan

Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını“ َكالَ َم هللاِ ثُ َّم يُ َح ِِّرفُونَهُ ِم ْن بَ ْع ِد َما َع َقلُوهُ َو ُه ْم يَ ْع َل ُمو َن dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara 2/75) ayetiyle ilişkilendirmiştir.137 Görüldüğü gibi her iki ayette de “Allah’ın ayetlerinin tahrif edilmesi” durumuna dikkat çekilmiştir. Müellif de bu iki ayet arasında ilişki kurarken ayetlerin durum açısından benzerliğini esas almıştır.

َربَّنَا الَ تُ َؤا ِخ ْذنَا إِ ْن نَ ِسينَا أَ ْو Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/286’ncı ayetindeki

Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma!” ifadesinin“ أَ ْخ َطأْنَا izahında, Mü’minlerin unutma ve yanılma sonucu olarak işledikleri günahlardan

136 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 138-139; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 264-265. 137 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 252-253; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 571.

65 sorumlu tutulmayacaklarını bildikleri halde bu duada bulunmalarının, bu lütfun devamı için bir niyaz ve bu nimete büyük önem vermek anlamına geldiğini söylemiş ve bu ayetle, her ne kadar farklı kelimelerle zikredilse de sonuç itibariyle aynı duruma

َر َّبنَا َوآتِنَا َما َو َع ْدتَنَا َع َلى ُر ُس ِل َك işaret ettiği için Ali İmran Suresinin 3/194’üncü ayetindeki

“Bize, peygamberlerin vasıtasıyla vâdettiklerini de ikram et.” cümlesi arasında anlamsal bir ilişki kurmuştur.138 Çünkü müfessir konumdaki ayette de Mü’minler,

Allah’ın, Peygamberleri vasıtasıyla vadettiği şeylerin kendilerine ikram edileceğini bilmektedir, öyle ki Allah (cc) “ben kullarıma şunu ikram edeceğim” demişse bu zaten gerçekleşecektir, ama buna rağmen “Ey Rabbimiz bize peygamberlerin vasıtasıyla vadettiklerini ikram eyle” şeklinde bir duada bulunmaları, müfesser konumdaki ayette olduğu gibi bu lütfun devamı için bir niyaz ve bu nimete büyük önem vermek anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla her iki ayetin durumu birbirine benzemektedir ve Müellif bu benzerlik sebebiyle sözü edilen ayetleri ilişkilendirmiştir.

Müellif, burada, Bakara Suresinin 2/286’ıncı ayetini, tefsir geleneğine uygun olarak bu ayetten sonra inmiş olan Ali İmran Suresinin 3/194’üncü ayetiyle tefsir etmiştir.

1.2.7. İfade Özdeşliği

Nitelikleri bakımından eşit ve denk olan, aralarında fark bulunmayan, birbirinin aynı olan şeylere özdeş denir.139 Kur’an’da yer alan ifadelerin her türlü nitelik bakımından aralarında fark bulunmayanlarını da ifade özdeşliği diye tanımlayabiliriz.

Hem mana hem de lafız açısından birbirinin benzeri olan cümlelerin ya da ayetlerin

Kur’an’ın farklı yerlerinde tekrarlandığı görülmektedir. Bu tekrarlanma bazen her yönüyle aynı olurken bazen de aynı anlama gelen başka kelimelerin ilavesiyle kendini

138 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 324; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 758-759. 139 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 3. s. 2470.

66 gösterir. Ebussuûd Efendi genelde bu tarz ayetleri özdeşi olan diğer bir ayetle açıklamıştır. Misal olarak:

َختَ َم هللاُ َع َلى قُلُوبِ ِه ْم َو َع َلى َس ْم ِع ِه ْم َو َع َلى أَ ْب َصا ِر ِه ْم ِغ َشا َوة ٌ َو َل ُه ْم َعذَا ٌب Bakara Suresinin 2/7’nci

Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir“ َع ِظي ٌم perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” ayetinin açıklamasında, mana ve ifade

أَ َف َرأَ ْي َت َم ِن اتَّ َخذَ إِ َل َههُ َه َواهُ َوأَ َض َّلهُ هللاُ َع َلى yönünden benzeri olan Casiye Suresinin 45/23’üncü

Heva ve hevesini“ ِع ْل ٍم َو َختَ َم َع َلى َس ْم ِع ِه َو َق ْلبِ ِه َو َجعَ َل َع َلى بَ َص ِر ِه ِغ َشا َوة ً َف َم ْن يَ ْه ِدي ِه ِم ْن بَ ْع ِد هللاِ أَ َفالَ تَذَ َّك ُرو َن tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Ey insanlar! Anlamaz mısınız?” ayetini kullanmıştır.140 Görüldüğü gibi her iki ayet de hem metinsel hem de anlamsal açıdan birbirinin benzeridir. Yani iki ayette de gerek metin gerekse anlam olarak, Allah’ın kulakları ve kalpleri mühürleyip gözü perdelemesinden bahsedilmektedir. Dolayısıyla bu husus, Ebussuûd Efendi’nin tefsirini yaptığı ayetin izahında kullandığı ayeti seçerken ayetler arasındaki özdeşlik ilişkisini dikkate aldığını göstermektedir.

Müellif, Bakara Suresinin 2/7’nci ayetinin tefsirinde, bu ayetten önce inmiş olan

Casiye Suresinin 45/23’üncü ayetini kullanmıştır. Her ne kadar Müfessir, tefsir geleneğinin aksine bir ayeti, kendisinden önce nazil olan başka bir ayetle açıklamış olsa da aralarında ilişki kurulan bu ayetler, zamansal bir kronolojiyi gerektirir nitelikte olmayıp sadece anlam ve lafız özellikleri bakımından aralarındaki benzerliğe istinaden ilişkilendirildiğinden bu ayetler arasında bir öncelik sonralık sıralaması gözetilmemiştir.

Onlarla Allah alay“ هللاُ يَ ْستَ ْه ِز ُئ بِ ِه ْم َويَ ُمدُّ ُه ْم فِي ُط ْغيَانِ ِه ْم يَ ْع َم ُهو َن ,Yine Ebussuûd Efendi eder ve kendi azgınlıkları içinde onların şaşkınlıklarını artırır.” (Bakara 2/15)

140 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 51; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 99.

67

cümlesindeki “tuğyan içinde artan َو َي ُمدُّ ُه ْم فِي ُط ْغيَا ِن ِه ْم يَ ْع َم ُهو َن ayetinde yer alan

şaşkınlık”tan maksadın, onları imana zorlamamak, icbar etmemek, “tuğyan”dan muradın da münafıkların serkeşlikteki aşırılığı ve küfürdeki taşkınlığı olduğunu ve tuğyanın onlara, kendi kötü seçimlerinin neticesi olarak izafe edildiğini belirttikten

Onları“ َونَذَ ُر ُه ْم فِي ُط ْغيَا ِن ِه ْم يَ ْع َم ُهو َن sonra ayetteki bu ifade ile özdeş bir özelliğe sahip olan azgınlıkları içinde bırakırız da bocalar dururlar.” (En’am 6/110) ayetini de açıklayıcı konumda zikretmiştir.141 Ayetlerin durumuna bakıldığında, her iki ayetin de gerek mana bakımından gerekse aynı manaya gelen bir fiil farkıyla ifade bakımından birbirinin benzeri olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, bu da göstermektedir ki, ayetler arasında ilişki kurulurken Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsirde önemli bir yer tutan ifade

özdeşliği unsuru esas alınmıştır.

إِ َّن هللاَ الَ يَ ْخ َفى Bir başka misalde Ebussuûd Efendi, Ali İmran Suresinin 3/5’inci

”.Şüphesiz yerde ve gökte Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz“ َع َل ْي ِه َش ْي ٌء فِي األَ ْر ِض َوالَ فِي ال َّس َما ِء

َو َما يَ ْخ َفى َع َلى هللاِ ِم ْن َش ْي ٍء فِي األَ ْر ِض ayetini mana ve ifade yönünden birbirine yakın olan

Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” (İbrahim 14/38) ayetiyle“ َوالَ فِي ال َّس َما ِء ilişkilendirmiş ve birbiriyle özdeşlik özelliği taşıyan bu ayetlerde, Allah’ın ilminin,

‘Hiçbir şey ona gizli kalmaz.’ şeklinde ifade edilmesini, “Allah’ın ilmi, sınırsız ve son derece gizlidir, fakat onun dışında, onun için sır ve ona gizli kalan, onun ihata ve ihtiva etmediği hiçbir şey yoktur. O, ihata ve ihtiva itibariyle gizlilik şaibesinden tamamen uzaktır. Mahluk olan insanın ilmi ise son derece sınırlıdır, bilmediği pek çok sır vardır.

İhata itibariyle gizlilik şaibesinden kurtulması mümkün değildir. Özet olarak, ne gökte ne yerde hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” diyerek açıklamıştır.142 Görüldüğü gibi her iki ayette de hem lafız hem de mana bakımından bir benzerlik söz konusudur. Öyle ki hem açıklanan hem de açıklayan konumdaki ayet, birbirine yakın lafızlarla yerde ve

141 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 63-64; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 118-120. 142 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 10; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 776.

68 gökte hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmayacağından bahsetmektedir. Bundan da

Müellifin, bu iki ayeti birbiriyle açıklarken ayetler arasındaki özdeşlik ilişkisini gözettiği anlaşılmaktadır.

1.2.8. Türdeşlik

Türleri bir olan şeye türdeş143, aynı türden olma durumuna da türdeşlik144 denir.

Kök veya gövde halindeki kelimelerin çeşitli kalıplara girmesi sonucu meydana gelen yeni kelimelere de türemiş kelime denir.145 Arap dilinde ise bu durum, “aralarında mâna ilişkisi bulunan iki kelimeden birinin diğerinden alınması ve türetilmesi”146

şeklindeki tarifiyle iştikak olarak tabir edilir. Kur’an’ın birçok ayetinde aynı kelimeden türetilmiş birçok kelimeye rastlamak mümkündür. Bu kelimelerin değişik kalıptaki başka türlerinin Kur’an’ın farklı ayetlerinde yer aldığı bilinmektedir. İşte, zaman zaman, bu özellikteki iki kelime birbirlerinin açıklayıcısı konumunda olabilmektedir. Ebussuûd Efendi de birbirini açıklayıcı mahiyette olan bazı ayetleri, türdeşlik özelliğini, yani kelimelerin kök itibariyle aynılığını dikkate alarak tefsir etmiştir. Örneğin:

Ey“ يَا أَيُّ َها الَّ ِذي َن آ َمنُوا ُكتِ َب َع َل ْي ُك ُم ال ِ ِّصيَا ُم َك َما ُكتِ َب َع َلى ا َّل ِذي َن ِم ْن َق ْب ِل ُك ْم َلعَ َّل ُك ْم تَتَّقُو َن ,Müellifimiz iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz

,oruç” isminin“ ال ِ ِّصيَا ُم kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara 2/183) ayetindeki lügatte kendini, nefsin arzu ettiği şeylerden alıkoymak demek olduğunu ifade ederek

إِ ِّنِي نَذَ ْر ُت ِلل َّر ْح َم ِن َص ْو ًما َفلَ ْن أُ َك ِِّل َم ا ْليَ ْو َم bu kelimeyi, Meryem Suresinin 19/26’ncı ayetindeki

Şüphesiz ben Rahmân’a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile“ إِ ْن ِسيًّا

kelimesiyle açıklamıştır. Ona göre َص ْو ًما konuşmayacağım.” cümlesindeki türdeşi olan

143 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 3, s. 3256. 144http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58bd2ffe0acf1 1.67548964 145 Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Yeni Şafak (İz Yay.), İstanbul 1996, s.1090. 146 İbn Manzur, a.g.e., c. 2, s. 97-98.

69 bu her iki kelime mana bakımından uyum içindedir.147 Burada Müellif, aynı kökten

lafızlarını birbiriyle َص ْو ًما ve ال ِ ِّصيَا ُم gelip farklı kalıplara girerek yeni kelime oluşturan

kelimesi “yememek ال ِ ِّصيَا ُم ilişkilendirmiştir. Bakara Suresinin 2/183’üncü ayetindeki

kelimesi ise َص ْو ًما ve içmemek” anlamındadır. Meryem Suresinin 19/26’ncı ayetindeki

“susmak, konuşmamak” manasında kullanılmıştır. Konuşmamakla yememenin ve içmemenin zahiren birbiriyle bir ilgisi yoktur. Diğer taraftan kelime genel manası itibariyle ele alınırsa her iki kelime de “oruç” anlamına gelmektedir. Ama buradaki ilişki kelimenin manasının “oruç” olması bakımından da kurulmuyor. Dolayısıyla bu ilişkinin temel amacı kelimenin kökünde bulunan ortak manadır. Bu ortak mana da

“imsak”, yani kendini bir şeyden engellemek, bir şeye karşı kendini dizginlemek, frenlemek, kendini tutmaktır. Müellifin, türdeş kelimelerin bulunduğu iki ayet arasında ilişki kurarken kelimeler arasındaki bu ortak manayı gözettiği düşünülmektedir. Zira ayetler arasında kurulan ilişki bu yönüyle anlamlı hale gelmektedir.

َيا َم ْريَ ُم ا ْق ُنتِي ِل َربِِّ ِك َو ا ْس ُج ِدي َوا ْر َك ِعي Ebussuûd Efendi, Ali İmran Suresinin 3/43’üncü

Ey Meryem! Rabbine gönülden boyun eğ, secde et, rüku edenlerle birlikte“ َم َع ال َّرا ِك ِعي َن

أَ ْم َم ْن ُه َو َقانِ ٌت آنَا َء ال َّل ْي ِل َسا ِجدًا َو َقائِ ًم ا ,fiillerini ا ْس ُج ِدي ve ا ْقنُتِي rüku et.” ayetinde geçen

“Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken…” (Zümer 39/9) ayetindeki

kelimeleriyle destekleyerek açıklamıştır. Onun bu konuyla ilgili naklettiği َسا ِجدًا ve َقانِ ٌت

َقانِ ٌت görüşe göre bu ayetteki “kunut”tan murat, açıklayıcı olarak zikredilen ayetteki kelimesinde olduğu gibi taat ve ibadetlerin devamlılığı, secdeden murat da

fiillerini kök ا ْس ُج ِدي ve ا ْقنُتِي namazdır.148 Görüldüğü gibi Müellif, birinci ayette yer alan

kelimelerinin geçtiği ayetle açıklamıştır. Burada َسا ِجدًا ve َقانِ ٌت itibariyle aynı türden olan

harflerinden oluşan bir kök kelimeden س-ج-د ve ق-ن-ت kelimeleri ا ْس ُج ِدي ve ا ْقنُتِي

147 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 236; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 524. 148 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 43; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 860.

70

kelimeleri ise yine bu kökten türeyerek َسا ِجدًا ve قَانِ ٌت ,türeyerek emri hazır halini almış ismi fail halini almıştır. Bundan da anlaşılmaktadır ki; dolaylı bir açıklayıcılık söz konusu olsa da bu örnekteki ilişkilendirmenin temel nedenlerinden birisi, ayetlerin içerisinde yer alan kelimelerin türdeşlik özelliğidir.

Müfessirimiz, Ali İmran Suresinin 3/43’üncü ayetini tefsir etmek için bu ayetten

önce nazil olan Zümer Suresinin 39/9’uncu ayetini kullanmıştır. Görüldüğü gibi açıklayıcı konumdaki ayet açıkladığı ayetten önce nazil olmuştur. Ancak sözü edilen ayetler arasındaki ilişkilendirme genel olmayıp sadece her iki ayette yer alan türdeş bir kelimenin açıklanmasından ibaret olduğu, başka bir deyişle burada kelime esaslı bir ilişkilendirme yapıldığı için müfessir ve müfesser konumdaki bu ayetler arasında nüzul sırası tertibi aranmamıştır.

الَ تَ ْح َس َب َّن ا َّل ِذي َن يَ ْف َر ُحو َن بِ َما أَتَ ْوا َويُ ِحبُّو َن أَ ْن يُ ْح َمدُوا بِ َما َل ْم يَ ْفعَلُوا َفالَ تَ ْح َسبَ َّن ُه ْم ,Ebussuûd Efendi

Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten“ بِ َم َفا َز ٍة ِم َن ا ْلع َذَا ِب َو َل ُه ْم َعذَا ٌب أَ ِلي ٌم hoşlananların, sakın onların azabdan kurtulacaklarını sanma; elem verici azab

fiilini açıklarken aynı kökten gelen أَتَ ْوا onlaradır.” (Ali İmran 3/188) ayetindeki

َج َّنا ِت َع ْد ٍن ا َّلتِي َو َعدَ ال َّر ْح َم ُن ِعبَادَهُ بِا ْل َغ ْي ِب إِ َّنهُ َكا َن kelimenin ismi meful kalıbının kullanıldığı

Rahman'ın kullarına gaybde vadettiği cennete, Adn cennetlerine“ َو ْعدُهُ َمأْتِيًّا gireceklerdir. Şüphesiz, O'nun sözü yerini bulacaktır.” (Meryem 19/61) ayetine yer

ettiler şeklinde= َفعَلُوا kelimesi أَتَ ْوا vermiştir. Übeyy b. Ka’b kıraatine göre, ayetteki okunmuştur. Bu da kelimenin “geldiler” değil “ettiler” anlamında olduğuna delalet

verdiler” şeklinde, bir=آتَ ْوا“ manasında اَ ْع َط ْوا eder. Bir kıraate göre de anılan kelime

verildiler” olarak okunmuştur. Bu takdirde anlam “Sanma=اُوتُوا“ diğer kıraate göre de ki kendilerine Tevrat’tan verilen bilgilere sevinenler…” şeklinde olur.149 Tefsiri yapılan ayetle ilgili açıklamalarının seyrinden Müellifin de Übeyy b. Kâ’b kıraatini

149 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 143; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1123.

71 benimsediği ve ilişkilendirmesini de buna göre yaptığı anlaşılmaktadır. Görüldüğü

َمأْتِيًّا fiili, açıklayıcı konumdaki ayette yer alan أَتَ ْوا gibi açıklaması yapılan ayetteki

kökünden türemiştir. Dolayısıyla bu ا-ت-و kelimesiyle türdeştir. Yani her iki kelime de ayetler arasındaki anlamsal ilişki kelimelerin kökleri itibariyle aynı kökten türemelerinden kaynaklanmaktadır.

َوآتُوا ا ْليَتَا َمى أَ ْم َوا َل ُه ْم َوالَ تَتَبَدَّلُوا ا ْل َخبِي َث بِال َّطيِِّ ِب Ebussuûd Efendi, Nisa Suresinin 4/2’nci

Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla“ َوالَ تَأْ ُكلُوا أَ ْم َوا َل ُه ْم إِ َلى أَ ْم َوا ِل ُك ْم ِإ َّنهُ َكا َن ُحوبًا َك ِبي ًرا değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi)

fiilini, bu fiilin farklı تَتَبَدَّلُو yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.” ayetindeki

ve تَبَد ُّ ٌل kalıptaki değişik versiyonlarını zikrederek açıklamıştır. Onun ifadesine göre

lafızları ve bunların her ikisinden de türeyen fiiller, var olan ya da alınmak üzere ِا ْستِ ْبدَا ٌل olan ikincinin yerine birinciyi almayı ifade eder ve her iki kelime de bazen harf-i cersiz

َو َم ْن يَتَبَدَّ ِل ا ْل ُك ْف َر بِا ِإلي َما ِن harf-i ceriyle kullanılır. Bakara Suresinin 2/108’inci ” َب “ bazen de

”.Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur“ َف َق ْد َض َّل َس َوا َء ال َّسبِي ِل

Hayırlı olanı daha“ أَتَ ْستَ ْب ِدل ُو َن ا َّل ِذي ُه َو أَدْنَى بِا َّل ِذي ُه َو َخ ْي ٌر ayetiyle aynı surenin 2/61’inci

masdarına ve تَ ْب ِدي ٌل .düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?” ayetinde durum böyledir

َوبَدَّ ْلنَا ُه ْم بِ َج َّنتَ ْي ِه ْم َج َّنتَ ْي ِن ذَ َواتَ ْي أُ ُك ٍل َخ ْم ٍط َوأَثْ ٍل َو َش ْي ٍء ِم ْن ِس ْد ٍر bundan türeyen fiillere gelince, bu da

Onların bahçelerini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı“ َق ِلي ٍل bulunan iki bahçeye çevirdik.” (Sebe’ 34/16) ayetinde olduğu gibi eldeki ya da elde edilebilecek bir şeyi başka bir şeyle değiştirmek anlamını ifade eder. Bazen de halka eritilip yüzüğe dönüştürüldüğü zaman kullanılan “halkayı yüzüğe çevirdim.” cümlesinde olduğu gibi hiç olmayan bir şeyi başka bir şeyle değiştirmek manasına

Allah onların kötülüklerini iyiliklere“ يُبَ ِدِّ ُل هللاُ َسيِِّئَات ِ ِه ْم َح َسنَا ٍت gelir. Bazen de fiilin kendisi

çevirir.” (Furkan 25/70) ayetinde olduğu gibi harf-i cersiz olarak iki meful alabilir.150

150 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 161.

72

Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayeti daha anlaşılır hale getirebilmek

,تَ ْستَ ْب ِدلُو َن , َيتَبَدَّ ُل fiilini, Kur’an’ın başka ayetlerinde yer alan تَتَ َبدَّلُو için bu ayette bulunan

şeklindeki türevleriyle ilişkilendirerek açıklamıştır. Başka bir deyişle يُبَ ِدِّ ُل ve بَدَّ ْلنَا

Müellif, ayeti ayetle açıklarken ayetlerde geçen kelimelerin türdeşlik özelliğini dikkate

.kökünden türemiştir ب-د-ل almıştır. Çünkü sözü edilen bu kelimelerin tamamı

1.2.9. Eş Anlamlılık

Sözcükler arasında anlam birliği olması veya anlamca yakınlık olması151 demek olan eş anlamlılık terkibi, Kur’an ilimleri kapsamında ele alındığında “nezair”152

kelimesi ise “bir şeyin dengi, benzeri ’نظائر/kelimesiyle karşılık bulmaktadır. ‘Nezâir

-kelimesinin çoğuludur153. Terim olarak da Kur’an ’نظير/نظيرة‘ eşi, aynısı” anlamındaki

ı Kerim’de birkaç farklı kelimenin aynı veya benzer manayı ifade etmesine “nezair” denilmektedir.154 Örnek olarak aynı anlamda kullanılan “cehennem”, “cahîm”, “nâr”,

“sair”, “sekar”, “haviye”, “lezâ” ve “hutame” kelimeleri zikredilmektedir.155 Ebussuûd

Efendi de zaman zaman bir ayeti tefsir ederken, şayet o ayetteki herhangi bir kelimeyle aynı anlamı taşıyan bir kelime varsa onun içinde geçtiği ayeti örnek olarak getirmiştir.

Misal olarak:

َو ِم َّم ْن َح ْو َل ُك ْم ِم َن األَ ْع َرا ِب ُمنَافِقُو َن Ebussuûd Efendi, Berâe/Tevbe Suresinin 9/101’inci

َو ِم ْن أَ ْه ِل ا ْل َم ِدينَ ِة َم َردُوا َع َلى ال ِّنِ َفا ِق الَ تَ ْع َل ُم ُه ْم نَ ْح ُن َن ْع َل ُم ُه ْم َسنُعَ ِذِّبُ ُه ْم َم َّرتَ ْي ِن ثُ َّم يُ َردُّو َن إِ َلى َعذَا ٍب َع ِظي ٍم

“Çevrenizdeki Bedeviler içinde ikiyüzlüler ve Medine'liler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki kere

151 Mehmet Doğan, a.g.e., s.350. 152 Nezair kelimesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Karagöz, “Vücûh ve Nezair’in Terimleşme Süreci”, Bilimname, c. XIV, s. 2008/1; Abdurrahman Çetin, Kur’an İlimleri ve Kur’an-ı Kerim Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul, 2014, s.344-348; Mustafa Çetin, İlahi Mesaj ve Yorumu, Fakülte Kitabevi, Isparta, 1998, s. 104-162; Muhsin Demirci, Tefsir Usulü, MÜİF Vakfı Yayınları, İstanbul, 2010, s.158- 162. 153 İbrahim Enis ve Diğerleri, a.g.e., c. 2, s. 932; Bkz. Mustafa Karagöz, a.g.md., s. 13. 154 Bedruddîn Muhammed b. Abdullâh ez-Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân, (nşr. Muhammed Ebû’l-Fadl İbrahim), Dâru’l-Mârife, Beyrut, 1972, c. 1, s. 100. 155 Abdurrahman Çetin, a.g.e., s. 345-346.

73

َم َّرتَ ْي ِن “ azabedeceğiz; onlar sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.” ayetinde yer alan

= iki kere” sözcüğüyle ifade edilen iki azapla nelerin kast edildiğiyle ilgili “Bir gün

Peygamber hutbe okumak üzere ayağa kalktı, sonra hutbesinde şöyle dedi: Ey filan!

Çık, çünkü sen kesinlikle münafıksın, ey filan! Sen de çık, çünkü sen de kesinlikle münafıksın!, böylece bazı insanları rezil-rüsvay ederek dışarı çıkardı. İşte ayette belirtilen iki azaptan birincisi budur, ikincisi de ya öldürülmeleri, ya da kabir azabına uğratılmalarıdır. Yahut birincisi öldürülmeleri, ikincisi kabir azabıdır. Ve yahut da birincisi, o münafıkların mallarından zekat alınmasıdır. Çünkü onlar bu zekatı sırf bir angarya sayarlar. İkincisi de bedenlerini zoraki sevapsız başka ibadetlerle yormalarıdır.” şeklinde birkaç farklı izahatta bulunmuştur. Sonra da bu “iki kere azap”tan, mücerret çokluk manası da kast edilmiş olabilir, diyerek bu ayeti, içerisinde

ْ ْ ثُ َّم ا ْر ِجعِ البَ َص َر َك َّرتَ ْي ِن يَ ْن َق ِل ْب إِ َل ْي َك البَ َص ُر َخا ِسئًا aynı anlamı ifade eden bir kelimenin bulunduğu

Sonra gözünü iki kere çevir, bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği“ َو ُه َو َح ِسي ٌر bulamayıp) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.” (Mülk 67/4) ayetiyle ilişkilendirmiştir. Müellif, sonra da tefsir edici konumda olan bu ayetteki aynı anlamı

iki kere” kelimesinin de çokluk manası ifade ettiğini, bu durumda = َك َّرتَ ْي ِن ifade eden bu kelimenin “tekrar tekrar” manasına geldiğini belirtmiştir.156 Görüldüğü gibi

kelimelerinin َك َّرتَ ْي ِن ve َم َّرتَ ْي ِن Ebussuûd Efendi, bu ilişkilendirmede, aynı manaya gelen geçtiği iki ayet arasında bağ kurmak suretiyle ayetleri açıklamada konu olan unsurların eş anlamlılık özelliğini göz önünde bulundurmuştur.

Müellif, burada, Berâe/Tevbe Suresinin 9/101’inci ayetini tefsir ederken, tefsir edici olarak bu ayetten önce inmiş olan Mülk 67/4’üncü ayetini kullanmıştır. Buradaki ilişkilendirme her iki ayette yer alan eş anlamlı iki kelimenin ilişkilendirilmesidir.

156 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 112; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2672-2673.

74

Bundan dolayı böylesi durumlarda önce ya da sonra inmiş ayetlerin birbirlerini tefsir etmesinde bir mahzur bulunmamaktadır.

1.2.10. Zıt Anlamlılık

Nitelikleri, özellikleri ve durumları birbirine aykırı olan şeylere “zıt” denir.157

Bir kelimenin ifade ettiği fikre de anlam denir.158 Bu tanımlardan hareketle, bir kelimenin birbirine aykırı manalar ihtiva etmesi durumu zıt anlamlılık olarak tarif edilebilir. Kur’an-ı Kerim’de de tanımda belirtilen bu özelliği taşıyan kelimeler mevcuttur. Bu sebeple Ebussuûd Efendi, zaman zaman, bir ayetin tefsirinde kullanacağı ayeti tercih ederken ayetlerin içinde geçen kelimelerin zıtlık ilişkisini dikkate almıştır. Örneğin:

Şeytan sizi“ ال َّش ْي َطا ُن يَ ِعد ُ ُك ُم ا ْل َف ْق َر َويَأْ ُم ُر ُك ْم بِا ْل َف ْح َشا ِء َو ََّّللاُ يَ ِعد ُ ُك ْم َم ْغ ِف َرةً ِم ْنهُ َو َف ْضالً َو ََّّللاُ َوا ِس ٌع َع ِلي ٌم fakirlikle korkutur ve size, çirkinliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise size kendi katından mağfiret ve bol nimet va’dediyor. Şüphesiz Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/268) ayetinde geçen ve haber veren tarafından bir şeyin

fiilinin, hayır için يَ ِعدُ - َو َعد َ akıbetini haber vermek anlamını ifade ettiğini söylediği kullanıldığı gibi şer için de kullanıldığını söylemiştir ve şer için kullanımına Hacc

َوإِذ َا تُتْ َلى َع َل ْي ِه ْم آيَاتُنَا بَيِِّنَا ٍت تَ ْع ِر ُف فِي ُو ُجو ِه ا َّل ِذي َن َك َف ُروا ا ْل ُم ْن َك َر يَ َكادُو َن َي ْس ُطو َن بِا َّل ِذي َن Suresinin 22/72’nci

Onlara ayetlerimiz“ يَتْلُو َن َع َل ْي ِه ْم آيَاتِنَا قُ ْل أَ َفأُنَبِِّئُ ُك ْم بِ َش ٍِّر ِم ْن ذَ ِل ُك ُم ال َّنا ُر َو َعدَ َها هللاُ ا َّل ِذي َن َكفَ ُروا َوبِئ ْ َس ا ْل َم ِصي ُر apaçık olarak okunduğu zaman, inkar edenlerin yüzlerinden inkarlarını anlarsın.

Nerdeyse, kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: "Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? Allah'ın inkarcılara vadettiği ateş! Ne kötü bir

َي ِعدُ - َو َعد َ ,dönüştür!” ayetini örnek vermiştir.159 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi

157 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 3, s. 3546. 158http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58bd77b2c4bd 88.08343823 159 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 307-308; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 711.

75 fiilinin zıt anlamdaki kullanımını konu edinerek tefsir ettiği ayeti, bu fiilin karşıt anlamda kullanıldığı bir ayetle ilişkilendirmiştir. Yani Müellif, bu fiilin bir birine zıt bir anlam taşıyan hayır ve şer olguları için kullanımını örneklendirmek için iki ayeti

mağfiret ve“,(يَ ِعدُ - َو َعد َ) birbiriyle ilişkilendirmiştir. Zira tefsirini yaptığı ayette bu fiil bol nimet”in vaadi için kullanılmış, açıklayıcı konumdaki ayette ise tam zıt bir durum olan “ateş (cehennem)” ile tehdit etmek için kullanılmıştır.

Müfessir Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/268’inci ayetini açıklarken, tefsir geleneğine uygun olarak bu ayetten sonra inen Hacc Suresinin 22/72’nci ayetini kullanmıştır.

1.2.11. Eş Seslilik

Ses ve şekil bakımından aynı, anlamları ayrı olan kelimeler160 olarak tarif edilen eş seslilik terkibi, Kur’an ilimleri bağlamında ele alındığı zaman “vücûh”161 terimiyle ifade edilmektedir. Vücûh ise “vech” kelimesinin çoğulu olup kelime olarak, bir kavmin efendisi, ön taraf, bir şeyin kendisi/zatı, niyet, cihet/yön, sıhhat, kalp,

şan/şöhret, yol, şekil gibi manalara gelmektedir.162 Kavram olarak da bir kelimenin

Kur’ân’da farklı manalarda kullanılması demektir.163 Buna, Kur’an’da türevleriyle birlikte 17 ayrı anlamda kullanıldığı ifade edilen “el-Huda” kelimesi örnek olarak verilebilir.164

Kur’an-ı Kerim’deki “vücûh” özelliği taşıyan kelimelerin adedi hayli yekûn tutmakta ve her bir kelimenin ihtiva ettiği vecihler de teferruatlı bir şekilde bulunmaktadır. İslam âlimleri, bunlar üzerinde ciddi çalışmalar yaparak, Kur’an kelimelerinin anlaşılmasına hizmet etmişlerdir. Müfessir bir âlim olan Mukatil bin

160 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 1, s. 903. 161 Vücûh kelimesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Karagöz, a.g.md.; Abdurrahman Çetin, a.g.e., s.344-348; Mustafa Çetin, a.g.e., s. 104-162. Muhsin Demirci, a.g.e., s.158-162. 162 İbrahim Enis ve Diğerleri, a.g.e., c. 2, s. 1015-1016. 163 Ez-Zerkeşî, a.g.e., c. 1. s. 100. 164 İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., s. 185.

76

Süleyman, El-Eşbâh ve’n-Nezâir adlı eseri ile konunun adeta öncülüğünü yapmıştır.

Ondan sonraki alimlerden İbnu’l-Cevzî (ö. 597/1201) ve et-Tiflîsî (ö. 629/1232) gibi müfessirler de Kur’an’daki “vücûh”un ayrıntılarına girerek geniş açıklamalarda bulunmuşlardır.165 Ebussuûd Efendi de Kur’an’da bulunun bütün vücûh özelliği taşıyan kelimelerin her birini ayrı ayrı bildirmese de bazı ayetlerin tefsirinde, o ayetteki bir kelimenin farklı anlamda kullanıldığı ayetlerden örnekler zikretmek suretiyle bu konuya temas etmiş bulunmaktadır. Mesela:

تُو ِل ُج ال َّل ْي َل فِي ال َّن َها ِر َوتُو ِل ُج ال َّن َها َر فِي ال َّل ْي ِل َوتُ ْخ ِر ُج ا ْل َح َّي ِم َن ا ْل َميِِّ ِت َوتُ ْخ ِر ُج ا ْل َميِِّ َت ِم َن ا ْل َح ِّيِ َوتَ ْر ُز ُق َم ْن

Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi“ تَ َشا ُء ِب َغ ْي ِر ِح َسا ٍب

çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Ali İmran

hesap) kelimesinin farklı) ِح َسا ٍب ,ayetinin tefsirinde Ebussuûd Efendi (3/27 anlamlarını166 ayetler ışığında açıklamıştır. Buna göre, bu kelimenin anlamlarından birisi “yorgunluk, meşakkat”tir. Allah’ın dilediğini yormadan, meşakkatsiz

hesap) kelimesi, tefsiri yapılan ayette bu anlamda) ِح َسا ٍب .rızıklandırdığı ifade edilir

hesap) kelimesinin bir diğer anlamı da “adet”tir. Mükafatın) ِح َسا ٍب .kullanılmıştır

إِ َّن َما يُ َو َّفى ,sabredenlere saymadan ödeneceği belirtilir. Zümer Suresinin 39/10’uncu

(Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak (saymadan“ ال َّصابِ ُرو َن أَ ْج َر ُه ْم بِ َغ ْي ِر ِح َسا ٍب

hesap) kelimesinin başka bir) ِح َسا ٍب .verilir.” ayetinde bu anlamda kullanılmıştır anlamı ise “talep”tir. Kulun kendisine verilen ihsanı talebine/isteğine göre vermesi ya

َهذَا َع َطا ُؤنَا َفا ْمنُ ْن أَ ْو أ َ ْم ِس ْك بِ َغ ْي ِر ِح َسا ٍب da vermemesi ifade edilir. Sad Suresinin 38/39’uncu

“İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme,

ِح َسا ٍب dedik.” ayetinde bu manada kullanılmıştır.167 Müellif, tefsiri yapılan ayetteki

hesap) kelimelerini) ِح َس ا ٍب hesap) kelimesi ile açıklayıcı konumdaki ayetlerde geçen)

165 Mustafa Çetin, a.g.e., s. 116 kelimesinin bu örnekte zikredilen farklı ِح َسا ٍب ,Bazı lügatlar üzerinde yapılan araştırmada 166 anlamlarına yer verilmediği görülmüştür. Bkz. İbn Manzur, a.g.e., c. 1, s. 313; İbrahim Enis ve Diğerleri, a.g.e., c. 1, s. 171. 167 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 28; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 820-821.

77 aralarındaki eş seslilik özelliğine göre açıklamıştır. Yani hem müfessir hem de müfesser durumdaki ayetlerde geçen kelime, yazılış itibariyle aynı olmasına rağmen anlam olarak farklılık arz etmektedir.

Müfessirimiz, Ali İmran Suresinin 3/27’nci ayetini tefsir etmek için bu ayetten

önce inmiş olan Zümer Suresinin 39/10 ve Sad Suresinin 38/39’uncu ayetlerini kullanmıştır. Her ne kadar Müellif, bir ayeti kendisinden önce nazil olan ayetlerle tefsir etmiş olsa da ayetin başka ayetle ilişkilendirilmesine sebep olan eş seslilik özelliği bir kelimenin sesteş şeklindeki benzerliğinden ibaret olup öncelik sonralık sıralamasını gerektirir bir nitelik taşımadığından, burada kronolojik bir tertip aranmamıştır.

َو ا ْل ُم ْح َصنَا ُت … Bir başka örnekte de Ebussuûd Efendi, Nisa Suresinin 4/24’üncü

Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli)“ ِم َن ال ِّنِ َسا ِء إِالَّ َما َم َل َك ْت أَ ْي َمانُ ُك ْم

kelimesiyle ilgili “Muhsane, evli ا ْل ُم ْح َصنَا ُت kadınlar da size haram kılındı.” ayetindeki kadın demektir. Muhsane denmesi kocası ya da velisi tarafından harama düşmekten korunduğu içindir. Evli kadına -fail sıygasıyla- muhsine de denir. Çünkü evli kadın, fercini kocası dışındaki erkeklerden korur, ya da kocasını harama düşmekten korur.”

şeklinde izahatta bulunduktan sonra bu kelimenin köken itibariyle farklı türevlerinin muhtelif manalardaki kullanımını yine Kur’an’dan örnekler eşliğinde açıklamıştır.

kelimesi türevleriyle birlikte Kur’an’da ا ْل ُم ْح َصنَا ُت ,Onun yaptığı bu açıklamaya göre dört manada kullanılmıştır. Birincisi açıklaması yapılan ayette kullanılan “evlilik” manasıdır. İkincisi sözü edilen kelimenin ism-i fail versiyonunun kullanıldığı aynı

”zinadan kaçınıp, iffetli olarak…” cümlesindeki “iffet…“ ُم ْح ِص ِني َن َغ ْي َر ُم َسافِ ِحي َن ayetin

َو َم ْن َل ْم يَ ْستَ ِط ْع ِم ْن ُك ْم َط ْوالً أَ ْن َي ْن ِك َح ا ْل ُم ْح َصنَا ِت ا ْل ُم ْؤ ِمنَا ِت َف ِم ْن َما َم َل َك ْت أَ ْي َمانُ ُك ْم ِم ْن manasıdır. Üçüncüsü

Sizden kimin, hür mü’min kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse sahip“ َفتَيَاتِ ُك ُم ا ْل ُم ْؤ ِمنَا ِت olduğunuz mü’min genç kızlarınızdan (cariyelerinizden) alsın. (Nisa 4/25) ayetindeki

“hür” manası, dördüncüsü de mezkur kelimenin, aynı ayetin (Nisa 4/25) devamında

”evlendikleri zaman…” cümlesindeki “İslam“ َفإِذَا أُ ْح ِص َّن fiil kipinde kullanıldığı

78 manasıdır.168 Müellif burada, Kur’an’daki bir kelimeye her geçtiği yerde aynı anlamı

,ا ْل ُم ْح َصنَا ِت vermenin yanlış sonuçlar doğuracağı gerçeğinden hareketle, kökleri bir olan

kelimelerinin Kur’an’da farklı anlamlarda kullanılışını yine Kur’an’ın أُ ْح ِص َّن ve ُم ْح ِصنِي َن

َفإِذَا ,muhtelif yerlerinden misallerle açıklamıştır. Ancak her ne kadar Ebussuûd Efendi

cümlesini “İslam” kavramıyla açıklayarak bu cümleye “Müslüman oldukları أُ ْح ِص َّن zaman” manası verse de bu kelam, bağlamıyla birlikte ele alındığında “Müslüman oldukları zaman” anlamı değil, “evlendikleri zaman” anlamı daha uygun düşmektedir.

cümlesinin siyakında, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç َفإِذَا أُ ْح ِص َّن . Çünkü yetiremeyen kimsenin, velilerinin izniyle mümin cariyelerle evlenebileceğinden, sibakında ise zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara verilen azabın yarısının

َف ِم ْن َما َم َل َك ْت verileceğinden bahsedilmektedir. Diğer taraftan bu ayetin baş kısmındaki

sahip olduğunuz mü’min genç kızlarınızdan…“ أَ ْي َمانُ ُك ْم ِم ْن َف تَيَاتِ ُك ُم ا ْل ُم ْؤ ِم َنا ِت

(cariyelerinizden) alsın…” ifadesinden, zaten mümin cariyelerle evlenilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla zaten Müslüman olan cariyeler için yeniden “Müslüman oldukları zaman” denmesi, makul değildir.

kelimesi de eş sesli kelimelerdendir. Ebussuûd Efendi, Maide Suresinin َط ْع ٌم Yine

َل ْي َس َع َلى ا َّل ِذي َن آ َم ُنوا َو َع ِملُوا ال َّصا ِل َحا ِت ُجنَا ٌح فِي َما َط ِع ُموا إِذَا َما اتَّ َق ْوا َوآ َمنُوا َو َع ِملُوا ال َّص ا ِل َحا ِت üncü’5/93

- ,İnananlara ve yararlı iş işleyenlere“ ثُ َّم اتَّ َق ْوا َوآ َمنُوا ثُ َّم اتَّ َق ْوا َوأَ ْح َس ُنوا َو ََّّللاُ يُ ِح ُّب ا ْل ُم ْح ِسنِي َن sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir

fiilinin َط ِع ُموا sorumluluk yoktur. Allah iyi davrananları sever.” ayetinde yer alan

kelimesinin “yemek” anlamının yanında “içmek” anlamının da yaygın َط ْع ٌم türediği

َقا َل إِ َّن هللاَ ُم ْبتَ ِلي ُك ْم ِبنَ َه ٍر َف َم ْن َش ِر َب ِم ْنهُ َف َل ْي َس ِم ِّنِي olduğunu ifade ederek bu anlamda kullanıldığı

Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan“ َو َم ْن َل ْم يَ ْطعَ ْمهُ َفإِ َّنهُ … ِم ِّنِي إِالَّ َم ِن ا ْغتَ َر َف ُغ ْرفَةً بِيَ ِد ِه

168 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 187; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1228-1229.

79 edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi.” (Bakara 2/249) ayetini örnek olarak zikretmiştir.169

kökünden türeyip de mazi sıygasıyla gelmiş olan َط ْع ٌم Görüldüğü gibi birinci ayetteki

fiili “yemek” manasında, aynı kökten türeyen ve muzari sıygasıyla gelen ikinci َط ِع ُموا

fiili ise “içmek” manasında kullanılmıştır. Dolayısıyla aynı kelime ayetin يَ ْطعَ ُم ayetteki birinde bir mana ifade ederken, diğerinde başka bir manaya gelmektedir. Bundan da

Müellifin, ayetleri ilişkilendirirken ayette geçen bu kelimenin eşseslilik özelliğini dikkate aldığı anlaşılmaktadır.

1.2.12. Anlamı Teyit Etme

Kur’an-ı Kerim’de, bir ayetteki anlamın gerçekliğinin başka ayetlerle desteklendiği birçok örnekle karşılaşmak mümkündür. Ebussuûd Efendi de zaman zaman tefsiri yapılan ayetteki manayı teyit etmesi amacıyla metni ve anlamı farklı olmakla birlikte aynı hakikati ifade eden bir başka ayeti şahit getirmiştir. Örneğin:

Ölü idiniz sizleri“ َك ْي َف تَ ْكفُ ُرو َن بِاهللِ َو ُك ْنتُ ْم أَ ْم َواتًا َفأَ ْحيَا ُك ْم ثُ َّم يُ ِميتُ ُك ْم ثُ َّم يُ ْحيِي ُك ْم ثُ َّم ِإ َل ْي ِه تُ ْر َجعُو َن diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda O'na döneceksiniz;

öyleyken Allah'ı nasıl inkar edersiniz?” (Bakara 2/28) ayetindeki “yaratma hadisesinin

Allah’ın kudretinin delillerinden olduğu” anlamını teyit etmek için bu gerçeği

Hâlbuki, O, sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.” (Nuh“ َو َق ْد َخ َل َق ُك ْم أَ ْط َوا ًراaçıklayan

71/14) ayetini zikretmiştir. 170 Burada, her iki ayet de gerek lafız gerekse mana bakımından birbirinden farklı olmakla birlikte birinci ayetin barındırdığı “Allah ile insan arasında cereyan eden ve çeşitli evrelerden geçirilerek gerçekleştirilen yaratma hadisesinin Allah’ın kudretinin delillerinden olduğu” anlamı, ikinci ayet, zikredilerek teyit edilmiştir. Çünkü birinci ayette ayrıntılı olarak zikredilen yaratmanın çeşitli

169 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 92; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s.1744. 170 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 100; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 171.

80 aşamalardan geçirilerek gerçekleştirildiği hususu ikinci ayette özet halde dile getirilmiştir. Dolayısıyla bu ayetler birbiriyle ilişkilendirilirken birinci ayetteki anlamın ikinci ayetle teyit edilmesi göz önünde bulundurulmuştur.

Başka bir örnekte ise Ebussuûd Efendi, Ali İmran Suresinin 3/154’üncü ayetinde

De ki: Evlerinizde dahi“ ق ُ ْل َل ْو ُك ْنتُ ْم فِي بُيُوتِ ُك ْم َلبَ َر َز ا َّل ِذي َن ُكتِ َب َع َل ْي ِه ُم ا ْل َقتْ ُل إِلَى َم َضا ِج ِع ِه ْم geçen olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları

(öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi.” ifadesini, “Eğer siz dediğiniz gibi Uhud savaşına katılmayıp Medine’de evlerinizde kalsaydınız, Levh-i Mahfuzda haklarında katil (ölüm) yazılmış olanlar, Allah Teala’nın takdir ettiği yerlere herhangi bir sebeple mutlaka çıkıp gidecekler, orada öldürüleceklerdi ve Medine’de kalma azimleri kendileri için hiçbir yarar sağlamayacaktı. Çünkü Allah Teala’nın belirlediği kaderin hükmü asla red ve iade edilemez.” diyerek yorumladıktan sonra, bu ayeti, Nisa

,Nerede olursaniz olun“ أَ ْينَ َما تَ ُكونُوا يُ ْد ِر ُك ُك ُم ا ْل َم ْو ُت َو َل ْو ُك ْنتُ ْم فِي بُ ُروجٍ ُم َشيَّدَة ٍ Suresinin 4/78’inci sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir.” ve A’raf Suresinin

Her ümmetin bir eceli“ َو ِل ُك ِِّ ل أُ َّم ٍة أَ َج ٌل َفإِذَا َجا َء أَ َجلُ ُه ْم َال يَ ْستَأْ ِخ ُرو َن َسا َعةً َوالَ َي ْستَ ْق ِد ُمو َن üncü’7/34 vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” ayetleriyle tefsir etmiştir.171 Görüldüğü gibi Müellif, tefsiri yapılan ayetteki “Nerede olunursa olunsun ölüm vakti gelince ondan kaçışın olmayacağı” şeklindeki anlamı teyit etmek için aynı hususa farklı lafızlarla işaret eden mezkur ayetleri açıklayıcı konumda zikretmiştir.

أَ ْن إِذَا َس ِم ْعتُ ْم Ebussuûd Efendi’ye göre Nisa Suresinin 4/140’ıncı ayetinde geçen

Allah'ın“ آيَا ِت هللاِ يُ ْك َف ُر بِ َها َويُ ْستَ ْه َزأُ بِ َها َفالَ تَ ْقعُدُوا َم َع ُه ْم َحتَّى يَ ُخو ُضوا فِي َح ِدي ٍث َغ ْي ِر ِه إِ َّن ُك ْم إِذًا ِمثْلُ ُه ْم ayetlerinin inkar edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz.” hitabında “yanlarında

171 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 117; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1063.

81 oturulmayacak olanlar” doğrudan doğruya münafıklar olup, bu hitap, onların hallerinin son derece çirkin ve isyanlarının had safhada olduğunu bildirir. Müellif söz konusu hitapla ilgili bu açıklamayı yaptıktan sonra bu ayetin tefsirinde En’am Suresinin

َوإِذَا َرأَ ْي َت ا َّل ِذي َن يَ ُخو ُضو َن فِي آيَاتِنَا َفأَ ْع ِر ْض َع ْن ُه ْم َحتَّى يَ ُخو ُضوا فِي َح ِدي ٍث َغ ْي ِر ِه َوإِ َّما يُ ْن ِسيَ َّن َك inci’6/68

Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya“ ال َّش ْي َطا ُن َفالَ تَ ْقعُ ْد بَ ْعدَ ال ِذِّ ْك َرى َم َع ا ْل َق ْو ِم ال َّظا ِل ِمي َن dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer

şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra artık o zalimler topluluğu ile oturma.” ayetine yer vermiştir. Ona göre bu ayetler, onlarla dostluk kurmak ve onlardan kuvvet almak şöyle dursun, o çirkin halde oldukları zaman, onlarla beraber oturmayı bile men eder. Onlardan yüz çevirmeyi gerektiren şey, onların ayetler hakkında inkar ve istihza yollu laflara daldıklarının bilinmesidir. Bundan dolayıdır ki bu hal, bir ayette görme (En’am 6/68), diğer bir ayette işitme (Nisa 4/140) şeklinde ifade edilmiştir. Onlardan yüz çevirmekten maksat, onların meclislerinden kalkmak suretiyle onların söylediklerine karşı olduğunu göstermektir, yoksa yalnız kalben onlara muhalefet etmek veya yüzünü döndürmek değildir.172 Görüldüğü gibi Müellif, tefsirini yaptığı ayetteki “gerek inkar ederek gerekse başka bir şekilde Allah’ın ayetlerine karşı saygısızlık yapılması durumunda bu hal içinde olanlarla beraber olunmaya devam edilmemesi gerektiği” anlamını teyit etmek için aynı mananın ortaya konulduğu bir başka ayeti (En’am 6/68) müfessir konumda zikretmiştir. Böylece

Müellifin, bu ayetleri birbiriyle ilişkilendirirken ayetler arasında bulunan “anlamı teyit etme” özelliğini dikkate aldığı anlaşılmaktadır.

يَ ْو َمئِ ٍذ الَ تَ ْن َف ُع ال َّش َفا َعةُ إِالَّ َم ْن أَ ِذ َن لَهُ ال َّر ْح َم ُن َو َر ِض َي ,Bir diğer misalde de Ebussuûd Efendi

O gün, Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati “ َلهُ َق ْوال ً fayda vermez.” (Tâ-Hâ 20/109) ayetinin tefsirinde “Yani o korkunç hallerin vaki

172 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 279; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s. 1478-1479.

82 olacağı gün, Rahman olan Allah’ın şefaat izni verdiği ve yüce şanı için söylediği sözlerinden hoşnut olduğu kimseden başka hiç kimsenin şefaati fayda vermez, şefaate kalkışsalar bile şefaatleri kabul edilmez.” şeklinde açıklamalarda bulunduktan sonra bu ayetteki “Allah’ın izin verdiği kimselerin dışındakilerin şefaat edemeyeceği”

Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda“ َف َما تَ ْن َفعُ ُه ْم َش َفا َعةُ ال َّشافِ ِعي َن anlamını teyit etmek için

Rahmân nezdinde“ الَ يَ ْم ِل ُكو َن ال َّش َفا َعةَ إِالَّ َم ِن اتَّ َخذَ ِع ْندَ ال َّر ْح َم ِن َع ْهدًا ,(vermez.” (Müddessir 74/48 söz ve izin alandan başkalarının şefâata güçleri yetmeyecektir.” (Meryem 19/87) ve

Hiç kimseden (Allah izin vermedikçe) şefaat kabul olunmaz.” (Bakara“ َوالَ يُ ْقبَ ُل ِم ْن َها َش َفا َعة ٌ

2/48) ayetlerine yer vermiştir.173 Görüldüğü gibi müfessir ve müfesser konumdaki ayetlerin tamamında şefaate izin verme yetkisinin Allah’ta (cc) olduğu ifade edilmekte ve ancak onun izin verdiği kimselerin şefaat edebileceği vurgulanmaktadır.

Dolayısıyla bu durum, açıklayıcı konumdaki ayetlere, tefsiri yapılan ayetteki mezkur anlamı desteklemek ve teyit etmek için yer verildiğini ortaya koymaktadır.

Müellif Tâ-Hâ Suresinin 20/109’uncu ayetinin tefsirinde, bu ayetten önce nazil olan Müddessir Suresinin 74/48’inci ayetiyle, bu ayetten sonra inmiş olan Bakara

Suresinin 2/48’inci ayetini kullanmıştır. Burada, anlamsal bir bütünlüğü gerektiren bir konudan ziyade zamansal bir sıralamayı zorunlu kılmayan şefaat mevzusu ele alınmıştır. Zira işlenmek üzere bir konu ele alındığı zaman o konuyu ilgilendiren başka hususlar da orada zikredilebilir ve zikredilen bu hususların zaman olarak önce veya sonra meydana gelmiş olması önemli değildir. Ayetler arasındaki bu ilişkilendirmede de durum böyledir. Zaten örneğimizde de birinci ayetin tefsirinde kullanılan ayetlerden biri bu ayetten önce, biri de sonra nazil olmuş, dolayısıyla tefsir ederken ayetler arasında kronolojik bir tertip aranmamıştır.

173 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 6, s. 49-50; Ali Akın, a.g.e., c. 9, s. 3990.

83

1.2.13. Anlamsal İçiçelik (Tedahul)

Kur’an-ı Kerim’de anlamdaş olmamakla birlikte anlam açısından biri birinin yerini tutabilecek derecede birbirine yakın kelimeler ya da cümleler mevcuttur.

Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı bazı ayetlerde yer alan bu tarz kelime ya da cümleyi başka ayetlerdeki anlamsal içiçelik bulunan kelime ya da cümlelerle ilişkilendirmiştir.

Örnek olarak:

Senin“ َو َما َجعَ ْلنَا ا ْل ِق ْب َلةَ ا َّلتِي ُك ْن َت َع َل ْي َها إِالَّ ِلنَ ْع َل َم َم ْن يَتَّبِ ُع ال َّر ُسو َل ِم َّم ْن يَ ْن َق ِل ُب َع َلى َع ِق بَ ْي ِه ,Müellif

üzerinde bulunduğun (yönü, Ka'be'yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları

üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir.” (Bakara 2/143) ayetinde yer

fiilinin anlamıyla ilgili, “a) Bilmekten maksat, cezaya sebep olan durumla ِلنَ ْع َل َم alan ilgili bilgidir, yani onların bunu bilfiil gerçekleştirdiklerine bilgimiz bilfiil taalluk etsin diye. b) Bilmekten maksat, Peygamber (sav) ile mü’minlerin bilmesidir. Buna göre, bilginin Allah’a (cc) izafe edilmesi, onun has kullarına olan ihsanının bir ifadesidir.”

şeklinde değişik kanaatleri zikrettikten sonra bu ayetteki “bilmek”ten maksadın temyiz etmek seçmek ve ayıklamak, yani sebat edenleri sarsılanlardan ayıklamak için tahvil-

,Allah“ ِليَ ِمي َز هللا ُ ا ْل َخ ِبي َث ِم َن ال َّط ِِّي ِب i kıblenin bir sınav olduğunu, Enfal Suresinin 8/37’nci

fiilini örnek getirerek ِليَ ِمي َز pis olanı temizden ayırmak için böyle yapar.” ayetindeki ifade etmiş ve “O halde ‘bilmek’ kelimesi sebebi olduğu temyiz yerine kullanılmıştır.” yorumunda bulunmuştur.174 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, tefsiri yapılan ayetteki bir fiilin işaret ettiği manayı tespit etmek için aralarında anlamsal açıdan yakınlık bulunan bir fiilin yer aldığı başka bir ayeti örnek getirmiştir. Her ne kadar Müellif bu ayetler arasındaki ilişkiyi eş anlamlılık unsuru üzerine kurmuş gibi görünse de söz konusu fiiller semantik açıdan ele alındığında bu ilişkilendirmenin anlamsal içiçelik

üzerine kurulduğu görülecektir. Öyle ki ayıklamak, ayırt etmek aslında bilme

174 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 209; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 431-432.

84 eylemiyle yakından ilişkilidir. Başka bir deyişle ilim köküyle temyiz arasında bilme eylemi açısından bir tedahul vardır. Çünkü temyiz bilmenin sonucu olarak ortaya çıkan

fiiliyle ِل َي ِمي َز fiili daha özel bir durumu anlatmaktadır. Bu yönüyle ِليَ ِمي َز bir eylemdir ve

fiili arasında kurulan ilişki anlamlı bir ilişkidir. Zira Allah bildiği zaman, aynı ِلنَ ْع َل َم zamanda ayırt etmiş oluyor.

Müellif, Kur’an’ı Kur’an’la tefsirde dikkate aldığı anlamsal içiçelik unsurunu bazen de cümle bazında ele almıştır. Örneğin, Bakara Suresinin 2/87’nci ayetinde yer

Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik.” cümlesinin“ َو َق َّف ْينَا ِم ْن بَ ْع ِد ِه بِال ُّر ُس ِل alan tefsirinde, bu cümleyle aynı anlamı ifade ettiğinden dolayı Mü’minûn Suresinin

Sonra birbiri peşinden“ ثُ َّم أَ ْر َس ْلنَا ُر ُس َلنَا تَتْ َرى üncü ayetinde geçen’23/44 peygamberlerimizi gönderdik.” ifadesine yer vermiştir.175 Tefsiri yapılan ayette geçen

fiilinin barındırdığı “peşine göndermek” manası ile müfessir konumdaki ayetteki َق َّفى

fiiliyle kullanımında ortaya çıkan “peş peşe göndermek” manası أَ ْر َس ْلنَا kelimesinin تَتْ َرى anlamsal açıdan bir içiçeliği doğurmaktadır. Yani ayetin birinde yer alan “ard arda peygamberler gönderilmesi” gerçekliği diğer bir ayette başka bir ifade tarzıyla tekrarlanmıştır. Buna bağlı olarak, yazılışları farklı olsa da aralarındaki anlamsal benzerlik ayetler arasındaki ilişkilendirmenin sebebi olmuştur.

Müellif, Bakara Suresinin 2/87’nci ayetinin tefsirinde, bu ayetten önce nazil olan

Mü’minûn Suresinin 23/44’üncü ayetini kullanmıştır. Her ne kadar açıklayıcı konumdaki ayet açıkladığı ayetten önce inmiş olsa da buradaki ilişkilendirme, sonra nazil olan ayetteki “ard arda peygamberler gönderilmesi” gerçekliğinin, önce nazil olan ayette başka bir ifade tarzıyla teyit edilmesi özelliği taşıdığı için kronolojik olarak bir tertip aranmamıştır.

175 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 156-157; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 305.

85

İKİNCİ BÖLÜM

EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’AN’I KUR’AN’LA TEFSİRİNDE

KULLANDIĞI AÇIKLAMA BİÇİMLERİ

Açıklama biçimleriyle Kur’an ayetlerinin birbirleriyle açıklanmasında kullanılan yöntemler kastedilmektedir. Açıklanacak olan ayetle açıklayıcı konumdaki ayetin ilişki türüne göre farklı açıklama biçimleri kullanılabilmektedir. Örneğin aralarında doğrudan bir ilişki bulunmayan ayetler birbirleriyle irtibatlandırılmışsa, buradaki açıklama biçimi “dolaylı katkı sağlama” olmakta, bir ayette mana kapalı ve bu kapalılık başka bir ayetle netliğe kavuşturuluyorsa, bu durumda buradaki açıklama biçimi “anlamı netleştirme” olmaktadır.

2.1. Uzlaştırma (Muşkili Çözme)

“İki yanın birbirine uymayan isteklerinde, karşılıklı yararları birbirine yakınlaştırma yoluyla karşıtlar arasında bir anlaşma sağlama”176 anlamına gelen uzlaştırma, Kur’an ilimleri içerisinde Muşkil’ül-Kur’an ismiyle karşılık bulmaktadır.

Muşkil ise sözlükte karışık, karışık olmak, karışıklık177 anlamını ifade ederken, terim olarak, Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetleri arasında olan görünürdeki ihtilaf ve çatışma meselesi178 diye tanımlanmaktadır. Aslında Kur’an’da birbirini tutmayan veya birbiriyle çelişkili olan ayetlerin bulunması kesinlikle söz konusu değildir. Yüce

أَ َفالَ يَتَدَبَّ ُرو َن ا ْلقُ ْرآ َن َو َل ْو َكا َن ِم ْن ,(Allah’ın kelamı bundan münezzehtir.179 Öyle ki Allah (cc

?Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi“ ِع ْن ِد َغ ْي ِر هللاِ َل َو َجدُوا فِي ِه ا ْختِالَ ًفا َكثِي ًرا

Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık

176http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5ad3ad4db5db97.19 247502 (15.04.2018). 177 İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vîlu Muşkil’il-Kur’an, (thk. Ahmet Sakr), el- Mektebet’ul-Ilmiyye, Ths., s. 102; İbn Manzur, a.g.e., c. 11, s. 358. 178 Celalettin Abdurrahman b. Ebubekir es-Suyûtî, el-İtkân fî Ulûm’il-Kur’ân, Dâru İbn Kesir, Beyrut 1987, c. 2, s. 724; Zerkeşî, a.g.e.,, c. 2, s. 53; Muhsin Demirci, a.g.e., s. 203. 179 Abdurrahman Çetin, a.g.e., 286.

86 bulurlardı.” (Nisa 4/82) buyurarak kendisi tarafından indirilen bu Kur’an’da hiçbir surette ihtilafın bulunmayacağının teminatını vermiş bulunmaktadır. Dolayısıyla

Kur’an’da hakikatte ihtilaf veya tezatın olması mümkün değildir, ancak bazı âyetler arasında ihtilaf veya tezat gibi görünen durumlar mevcuttur. Bu sebeple buna dair ayetlerin bağdaştırılarak görünürdeki bu tereddüdün giderilmesi için de Muşkilü'l-

Kur'ân ilmi vücuda getirilmiştir.

Ayetler arasında görülen bu zahiri ihtilaf, kıraat farklılıkları, ifadenin hakikat ve mecaz ihtiva etmesi, müşterek lafızlar, ayetlerdeki müteşâbihlik ve mucmellik, bir olayın değişik yönlerden ele alınması, bir cinsin değişik türlerine veya bir oluşumun muhtelif safhalarına işaret edilmesi, konu ve yer farklılığı, harf-i cerlerin birbirinin yerine kullanılması ve fiillerin kullanım cihetleri gibi hususlardan kaynaklanmaktadır.

Ayetler arasındaki ihtilâf gibi görünen bu hususların çözümlenebilmesi için de âlimler te’vil, tahsis ve nesih yoluna başvurmuştur. Özellikle itikadî ve ahlâkî konulara ilişkin işkâllerde te’vile müracaat edilirken ahkâm âyetlerindeki muşkiller tahsisle veya aralarında nesih ilişkisi olup olmadığına bakılarak giderilmeye çalışılır.180 Ebussuûd

Efendi de bir ayetin tefsirini yaparken, görünürde o ayetle birbirine zıt anlamlar taşıdığı düşünülen ayetleri zikrederek, kendi görüşüyle sözü edilen ayetlerin arasının uzlaştırılması cihetine gitmiştir. Mesela:

Andolsun, biz“ َو َل َق ْد ذَ َرأْنَا ِل َج َه َّن َم َك ِثي ًرا ِم َن ا ْل ِج ِِّن َوا ِإل ْن ِس … Araf Suresinin 7/179’uncu cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır…” ayetinde de Allah’ın cinlerden ve insanlardan çoğunu, cehennem için yarattığı ifade edilirken, bu durum, zihinlerde adeta bu varlıkların, hiçbir seçim hakları yokmuş gibi bir intiba

Ben“ َو َما َخ َل ْق ُت ا ْل ِج َّن َوا ِإل ْن َس إِالَّ ِليَ ْع بُدُو ِن uyandırmaktadır.181 Zariyat Suresinin 51/56’ncı

180 Adem Yerinde, “Muşkil’ül-Kur’an” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, Ankara, 2003, c. 32, s. 164-165. 181 Halis Albayrak, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine-Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri, Şule Yayınları, Ankara, 1998, s.129.

87 cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” ayetinde ise bütün cinlerin ve insanların yükümlü tutulduğu şekliyle ibadet ehli olacağı, dolayısıyla cehenneme götüren amellerden uzak olacağı gibi bir anlam çıkmakta, buna bağlı olarak da iki ayet arasında sanki bir tenakuz varmış gibi görünmektedir. Ebussuûd

Efendi, ilk bakışta birbiriyle çelişen yönlerinin olduğu düşüncesiyle sözü edilen bu iki ayetten her birini diğeriyle tefsir etmiştir ve bu ayetleri, birincisindeki cinler ve insanlardan kastın, bedbahtlıklarına ezeli kelam ile hükmedilmiş olanlar, ikincisindeki cinler ve insanlardan kastın ise onların bahtiyar olanları olduğunu söyleyerek bağdaştırmıştır. Ayrıca Müellife göre, birinci ayette “cinlerin ve insanların çoğunun cehennem için yaratıldığı”na dair bir ifadenin yer almasının sebebi, Allah’ın onların, hiçbir zaman iradelerini hak yönde kullanmayacaklarını, batılda ısrar edeceklerini ve hiçbir ayet ve uyarının kendilerini bundan çevirmeyeceğini bilmesidir. İkinci ayette zikredilen “cinlerin ve insanların Allah’a ibadet için yaratılmış olmaları” hususu ise, onların Allah’a ibadet için gerekli olan istidatların ve imkanların en geniş ve mükemmeline sahip olmaları anlamına gelmektedir.182 Yapılan açıklamada da görüleceği üzere, Ebussuûd Efendi, ilk etapta muşkil olduğu düşünülen bu ayetler arasını, gerekli açıklamaları yapmak suretiyle uzlaştırmıştır.

Diğer taraftan Kur’an tefsirinde isabetli bir sonuca ulaşılabilmesi için ayetlerin

Kur’anî bütünlük içerisinde ele alınması gerekir. Araf Suresinin 7/179’uncu ayeti de

şayet bu bağlamda ele alınırsa ayette herhangi bir işkalin olmadığı anlaşılacaktır. Şöyle

Andolsun, biz cinler ve“ َو َل َق ْد ذَ َرأْنَا ِل َج َه َّن َم َكثِي ًرا ِم َن ا ْل ِج ِِّن َوا ِإل ْن ِس … ki: Sözü edilen ayetteki insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır…” ifadesini sevkedildiği ayetin bütünlüğü içesinde incelersek, ayetin devamında183 cehennemlik olan bu kimselerin

182 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 334; c. 8, s. 152-153; Ali Akın, a.g.e., c. 5, s. 2339-2340; c. 11, s. 5365. ;Onların kalbleri vardır ama anlamazlar“ َل ُه ْم قُلُو ٌب الَ يَ ْف َق ُهو َن بِ َها َو َل ُه ْم أَ ْعيُ ٌن الَ يُ ْب ِص ُرو َن بِ َها َو َل ُه ْم آذَا ٌن الَ يَ ْس َمعُو َن بِ َها 183 gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler.”

88 kalpleri olup anlamadıkları, gözleri olup görmedikleri, kulakları olup işitmedikleri ifade ediliyor. Bu ipucundan hareketle aynı nitelikleri taşıyan kimselerden söz eden

َو َجعَ ْلنَا diğer Kur’an birimlerine bakıldığında örnek olarak Ahkaf Suresinin 46/26’ncı

َل ُه ْم َس ْمعًا َوأَ ْب َصا ًرا َوأَ ْفئِدَةً َف َما أَ ْغنَى َع ْن ُه ْم َس ْمعُ ُه ْم َوالَ أَ ْب َصا ُر ُه ْم َوالَ أَ ْفئِدَتُ ُه ْم ِم ْن َش ْي ٍء إِ ْذ َكانُوا يَ ْج َحدُو َن بِآيَا ِت هللا ِ

“Onlara kulaklar, gözler ve kalbler vermiştik; ama kulakları, gözleri ve kalbleri onlara bir fayda sağlamadı, zira, Allah'ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlardı.” ayetinde bu insanların niçin böyle vasıflandırıldıkları ortaya çıkıyor. Zira ayetten, bu insanlara verilen kulakların, gözlerin ve kalplerin fayda vermemesinin nedeninin

Allah’ın ayetlerini inkar etmek olduğu anlaşılıyor. Kur’an’ın başka ayetlerinde de kulların, kendi iradeleriyle iman veya küfrü seçebilecekleri184, Allah’ın haksızlık yapmayacağı185, herkesin yaptıklarını türüne göre öte dünyada karşılık göreceği186 ve hayatın ve ölümün, kimlerin iyi işler yapacağının belirlenmesi hikmetine binaen yaratıldığı187 gerçekleri ifade edilmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın genel yapısı

Andolsun, biz“ َو َل َق ْد ذَ َرأْنَا ِل َج َه َّن َم َك ِثي ًرا ِم َن ا ْل ِج ِِّن َوا ِإل ْن ِس … içerisindeki bu bakışından hareketle cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır…” ifadesinden, hiç seçme hakkı tanınmadan, bazı kimselerin cehennemden başka bir yere gidemeyeceği gibi bir anlam çıkarılmasının mümkün olmadığı söylenebilir. Yani burada, ibarenin zahiri ve hakiki anlamı yerine, insanların ve cinlerin çoğunun, cehenneme gireceklerinin, Allah Teâlâ tarafından haber verilmesi şeklindeki bir anlamın Kur’anî espriye aykırı düşmeyeceği ifade edilebilir.188

Müellif, burada, Araf Suresinin 7/179’uncu ayetini, bu ayetten sonra nazil olan

Zariyat Suresinin 51/56’ncı ayetiyle ilişkilendirmiştir.

184 Bakara 2/256; Kehf 18/29; Müzzemmil 73/19. 185 Ali İmran 3/182; Enfal 8/51; Hac 22/10; Fussilet 41/46; Kâf 50/29. 186 Ali İmran 3/182; Enfal 8/51; Hac 22/10; Neml 27/90; Rum 30/44; Fussilet 41/46; Casiye 45/15. 187 Mülk 67/2. 188 Halis Albayrak, a.g.e., s. 130-131.

89

İşte o gün ne“ َف َي ْو َمئِ ٍذ الَ يُ ْسأَ ُل َع ْن ذَ ْن ِب ِه إِ ْن ٌس َو َال َجا ٌّن Rahman Suresinin 55/39’uncu insana, ne cine günahı sorulmayacak.” ayetiyle ilgili, “Gök yarıldığı gün insanlara da cinlere de günahları sorulmaz, çünkü onlar, simalarından tanınırlar. Bu, onların ilk kabirlerinden çıkarıldıkları ve mertebelerine göre takım takım mahşer yerine sevk

َف َو َربِِّ َك ,edildikleri zamanı anlatmaktadır.” şeklinde izahatta bulunan Ebussuûd Efendi

Rabbine and olsun ki, onların hepsine soracağız.” (Hicr 15/92) ayeti ile“ َلنَ ْسأَ َل َّن ُه ْم أَ ْج َم ِعي َن benzerlerinde anlatılan sorgulamanın ise münakaşa ve hesap yerinde olacağını ifade etmiştir.189 Böylelikle görünürde birbiriyle çelişir gibi görünen ayetleri, her ayetin vurguladığı farklı hususlara işaret etmek suretiyle anlaşılır hale getirmiştir. Yani birinci ayetteki (Rahman 55/39) “insanların ve cinlerin sorguya çekilmeyecek olması”nın sebebi onların günahkar olduklarının simalarından tanınacak olması ya da herşeyin kayıt altında olmasıdır. İkinci ayetteki (Hicr 15/92) “sorguya çekilme”den maksat ise hesap gününde yapılacak sorgulamadır. Dolayısıyla bu ayetler arasındaki

çelişki gibi görünen husus Müellif tarafından gerekli izahat yapılarak uzlaştırılmıştır.

2.2. Mucmeli Beyan

kökünden türeyen ve if’âl bâbından ism-i mef‘ûl yapısında olan ’ج-م-ل‘

“mucmel” kelimesi sözlükte, yayılmış, birbirinden ayrı olan şeyleri toparlamak190, sözü kısa ve veciz bir şekilde söylemek, özetlemek191 gibi anlamlara gelmektedir.

Kavram olarak ise sözün sahibi tarafından bir izahat yapılmadan kendisiyle neyin kast edildiği anlaşılamayan lafza mucmel denir.192 Sözlükte açık, net, belirgin, anlaşılır gibi

189 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 187; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5464. 190 Ebu’t-Tâhir Mecduddîn Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-Muhît, Bûlak Matbaası, Kahire 1983, c. 3, s.340. 191 Ebu’l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfahânî, el-Mufredât fî Garîbi’l- Kur’ân, (nşr. Muhammed Seyyid Geylânî), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut Ths., s. 98. 192 Ebu’l-Hasen Ebu’l-Usr Fahru’l-İslam Ali b. Muhammed b. el-Huseyn b. Abdilkerim el-Pezdevî, Usul-ü Pezdevî, Beyrut, 1994, c. 1, s. 144-145; Bkz. Ebu’l-Huseyn Muhammed b. Ali el-Mutezilî, el- Mutemed fî Usûli’l-Fıkh, (Thk. Muhammed Hamidullah), Dımeşk 1964, c. 1, s. 317; Zekiyüddin Şaban, a.g.e., s. 387; Komisyon, a.g.e., s. 484.

90 anlamlara gelen193 “beyan” kelimesi ise kavram olarak, te’vile gerek kalmayak şekilde açık ve anlaşılır hale getirme194 demektir.

Bu tanımları tefsir ilmi kapsamında değerlendirecek olursak, Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir yerinde kendisiyle kast edilenin anlaşılamadığı bir lafzın veya ayetin, yine

Kur’an’ın başka bir yerinde açıklamasının yapılıp anlaşılır hale gelmesi olayı

“mücmeli beyan” olmuş olmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de, kelimenin iki zıt manada birleşmesi, zamirin mercii ihtilafı, atıf ihtimali veya istinaf, lafzın garabeti, lafzın çok kullanılmaması, takdim-tehir ve asıl lafzın başka bir şekle kalbolması gibi sebeplerle kendisinden ne kast edildiği anlaşılamayan ayetler vardır.195 Mucmel durumda olan bu ayetler ya aynı ayetin içinde ya da Kur’an’ın başka ayetleri içerisinde Şâri tarafından anlaşılır hale getirilmiştir.

İrşad’ül-Akli’s-Selim’de de Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir ayetinde mucmel olarak zikredilen bir hususun, bazen aynı âyet içerisinde bazen de ilgili diğer ayetlere yer verilmek suretiyle vuzuha kavuşturulduğunu görmekteyiz. Örneğin:

َو ُكلُوا َوا ْش َربُوا َحتَّى Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/187’nci ayetinde geçen

Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından…“ يَتَ َبيَّ َن َل ُك ُم ا ْل َخ ْي ُط األَ ْبيَ ُض ِم َن ا ْل َخ ْي ِط األَ ْس َو ِد ِم َن ا ْل َف ْج ِر ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için…” ifadesinin sonundaki tanyeri

kelimesiyle ilgili, “içinde bulunduğu ayet ilk nazil olduğunda bu ا ْل َف ْجر anlamına gelen kelimenin mevcut olmadığı, bu sebeple ayeti duyanların bazılarının bu ayette geçen

“iplik” lafzını “gerçek ip” manasında anlayarak, beyaz ve siyah ipi yan yana koyup bunları birbirinden ayırt edinceye kadar yemeye devam ettikleri, bu yanlış

kelimesinin nazil olduğu” rivayetini aktarmak ِم َن ا ْل َف ْج ِ ر anlaşılmanın giderilmesi için de

193 İbn Manzur, a.g.e., c. 13, s. 68. 194 Cemâlüddîn Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Saîd b. Akîle el-Mekkî, ez-Ziyâde ve’l-İhsân fi Ulûmi’l-Kur’ân, Câmiatu’ş-Şârika, Birleşik Arap Emirlikleri 2006, c. 5, s 138; Bkz. Ebu Bekir Şemsu'l- Eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî, Usûlü’s-Serahsî, (Nşr. Ebu’l-Vefâ el-Afgâni), Hindistan 1372, c. 1, s. 165. 195 İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., s. 182-183.

91 suretiyle başlangıçta mucmel bir özelliğe sahip olan bu ayetin sözü edilen kelimenin nüzulüyle anlaşılır hale geldiğine işaret etmiştir.196 Ebussuûd Efendi, burada gerçek

ip=ا ْل َخ ْي ُط manada mı kullanıldığı ya da bir mecazı mı ifade ettiği anlaşılamayan

kelimesiyle izah ِم َن ا ْل َف ْج ِر kelimesini, açık ve anlaşılır hale gelmesi için nazil olan etmiştir. Buna göre, sonradan nüzulüyle mucmel durumdaki ayetin gerçek manasını ortaya koyan bu kelime mübeyyin yani açıklayıcı konumda bulunan bir kelimedir.

األَ ْس َو ِد ve األَ ْبيَ ُض şafak kelimesi nazil olduktan sonra=ا ْل َف ْج ِر ,ip kelimesi=ا ْل َخ ْي ُط Yani kelimeleriyle birlikte “aydınlık” ve “karanlık” manalarında kullanılmış, böylelikle de ayetin ilgili bölümüne “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin için” anlamı verilmiştir. Buradaki açıklama aynı ayetin devamıyla yapıldığı için nüzul sırası açısından bir tertip söz konusu değildir.

ِلل ِِّر َجا ِل نَ ِصي ٌب ِم َّما تَ َر َك ا ْل َوا ِلدَا ِن َواألَ ْق َربُو َن َو ِلل ِّنِ َسا ِء ,Bir başka misalde de Ebussuûd Efendi

Ana babanın ve yakınların“ نَ ِصي ٌب ِم َّما تَ َر َك ا ْل َوا ِلدَا ِن َواألَ ْق َربُو َن ِم َّما َق َّل ِم ْنهُ أَ ْو َكثُ َر نَ ِصيبًا َم ْف ُرو ًضا bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir.” (Nisa 4/7) ayetinde mucmel olarak bırakılan miras hükümlerini, ilgili iki ayeti zikrederek açıklığa

يُو ِصي ُك ُم هللاُ فِي أَ ْوالَ ِد ُك ْم ِللذَّ َك ِر ِمثْ ُل َح ِِّظ األُ ْنثَيَ ْي ِن َفإِ ْن ُك َّن نِ َسا ًء َف ْو َق اثْنَتَ ْي ِن ,kavuşturmuştur. Bu ayetler

َف َل ُه َّن ثُلُثَا َما تَ َر َك َوإِ ْن َكانَ ْت َوا ِحدَةً َف َل َها ال ِّنِ ْص ُف َوألَبَ َو ْي ِه ِل ُك ِِّل َوا ِح ٍد ِم ْن ُه َما ال ُّسدُ ُس ِم َّما تَ َر َك إِ ْن َكا َن َلهُ َولَدٌ َفإِ ْن لَ ْم

يَ ُك ْن َلهُ َو َلدٌ َو َو ِرثَهُ أَبَ َواهُ َفألُ ِِّم ِه الثُّلُ ُث َفإِ ْن َكا َن َلهُ إِ ْخ َوةٌ َفألُ ِِّم ِه ال ُّسدُ ُس ِم ْن بَ ْع ِد َو ِص يَّ ٍة يُو ِصي ِب َها أَ ْو دَ ْي ٍن آبَا ُؤ ُك ْم

Allah çocuklarınız“ َوأَ ْبنَا ُؤ ُك ْم الَ تَ ْد ُرو َن أَيُّ ُه ْم أَ ْق َر ُب َل ُك ْم نَ ْفعًا َف ِري َضةً ِم َن هللاِ إِ َّن هللاَ َكا َن َع ِلي ًما َح ِكي ًما hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar ikinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın altıda biri,

çocuğu yoksa, anası babası ona varis olur, anasına üçte bir düşer. Kardeşleri varsa,

196 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 239; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 533.

92 altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan menfaatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğrusu

َولَ ُك ْم نِ ْص ُف َما تَ َر َك أَ ْز َوا ُج ُك ْم إِ ْن لَ ْم يَ ُك ْن َل ُه َّن َو َلدٌ Allah bilendir, Hakim olandır.” (Nisa 4/11) ve

َفإِ ْن َكا َن َل ُه َّن َو َلدٌ َف َل ُك ُم ال ُّربُ ُع ِم َّما تَ َر ْك َن ِم ْن بَ ْع ِد َو ِصيَّ ٍة يُو ِصي َن بِ َها أَ ْو دَ ْي ٍن َو َل ُه َّن ال ُّر بُ ُع ِم َّما تَ َر ْكتُ ْم إِ ْن َل ْم يَ ُك ْن َل ُك ْم َو َلدٌ

َفإِ ْن َكا َن َل ُك ْم َولَدٌ َف َل ُه َّن الثُّ ُم ُن ِم َّما تَ َر ْكتُ ْم ِم ْن بَ ْع ِد َو ِصيَّ ٍة تُو ُصو َن بِ َها أَ ْو دَ ْي ٍن َوإِ ْن َكا َن َر ُج ٌل يُو َر ُث َكالَ َلةً أَ ِو ا ْم َرأَةٌ

َو َلهُ أَ ٌخ أَ ْو أُ ْخ ٌت َف ِل ُك ِِّل َوا ِح ٍد ِم ْن ُه َما ال ُّسدُ ُس َفإِ ْن َكانُوا أَ ْكثَ َر ِم ْن ذَ ِل َك َف ُه ْم ُش َر َكا ُء فِي الثُّل ُ ِث ِم ْن بَ ْع ِد َو ِص َّي ٍة يُو َصى بِ َها

Kadınlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının“ أَ ْو دَ ْي ٍن َغ ْي َر ُم َضا ٍِّر َو ِصيَّةً ِم َن هللاِ َو ََّّللاُ َع ِلي ٌم َح ِلي ٌم yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının ettikleri vasiyetten veya borçtan arta kalanın dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra bıraktıklarınızın dörtte biri karılarınızındır; çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına kelale yollu (çocuğu ve babası olmadığı halde) varis olunuyor ve bunların ana-bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine edilen vasiyetten veya borçtan arta kalanın altıda biri düşer; ikiden çoksalar, üçte birine, zarara uğratılmaksızın ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir. Halim'dir. (Nisa 4/12) ayetleridir.

Müellife göre açıklaması yapılan ayetteki miras hükümleri müfessir konumdaki ayetlerle beyan edilmiş ve buradaki ilişkilendirme de ayetler arasındaki mücmel-beyan ilişkisi sebebiyle yapılmıştır.197 Bu misalde, tefsiri yapılan ayette (Nisa 4/7), anne- babanın ve akrabaların bıraktığı mirastan, erkeklere ve kadınlara tahsis edilen hisse ile neyin kast edildiği belirtilmediği için ayet mucmel bırakılmış, ancak delalet ettiği manası açık olmayan bu ayet, aynı surenin (Nisa) 11 ve 12’inci ayetlerinde tafsilatlı bir şekilde izah edilmek suretiyle anlaşılır duruma getirilmiştir.

َقا َل ا َّل ِذي َن َح َّق َع َل ْي ِه ُم ا ْل َق ْو ُل َربَّنَا َه ُؤالَ ِء ا َّل ِذي َن أَ ْغ َو ْينَا أَ ْغ َو ْينَا ُه ْم َك َما Kasas Suresinin 28/63’üncü

,O gün) aleyhlerine söz (hüküm) gerçekleşmiş olanlar)“ َغ َو ْينَا تَبَ َّرأْنَا إِ َل ْي َك َما َكا ُنوا إِيَّانَا يَ ْعبُدُو َن

197 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 167-168; 170; 175; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1179; 1187; 1196.

93

“Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımızdır. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Şimdi de onlardan uzaklaşıp sana döndük. Zaten (gerçekte) onlar bize

söz” kelimesiyle neyin kast = ا ْل َق ْو ُل “ tapmıyorlardı” diyeceklerdir.” ayetinde geçen edildiğine dair ayetin içerisinde bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak mevcut haliyle bu

lafzı kapalı kalmaktadır. Ebussuûd Efendi, bu ayetin anlaşılır hale gelmesi için ا ْل َق ْو ُل

söz” kelimesiyle neyin kast edildiğini ortaya koyan Secde Suresinin = ا ْل َق ْو ُل “

Andolsun, cehennemi““ َألَ ْم َألَ َّن َج َه َّن َم ِم َن ا ْل ِج َّن ِة َوالنَّا ِس أَ ْج َم ِعي َن üncü ayetinde geçen’32/13

َألَ ْم َألَ َّن َج َه َّن َم ِم ْن َك tamamen cin ve dolduracağım.” cümlesiyle Sad Suresinin 38/85’inci

Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların“ َو ِم َّم ْن تَبِعَ َك ِم ْن ُه ْم أَ ْج َم ِعي َن hepsiyle dolduracağım.” ayetini zikretmiştir.198 Buna göre o gün, yani kıyamet günü kafirlerin aleyhlerine “sizi cehenneme dolduracağım” sözü (hükmü) gerçekleşmiş olmaktadır. Başka bir ifadeyle kendisiyle neyin kast edildiği belli olmayacak derecede

”söz” kelimesinden maksat, “sizi cehenneme dolduracağım = ا ْل َق ْو ُل “ kapalı olan ifadesidir. Dolayısıyla Secde Suresi 32/13 ve Sad Suresi 38/85’inci ayetlerin, açıklaması yapılan ayetin tefsirinde zikredilmesiyle ayetteki açık ve anlaşılır olmayan bölümler açıklığa kavuşturulmuştur.

Müellif, burada, Kasas Suresinin 28/63’üncü ayetini, bu ayetten sonra nazil olan

Secde Suresinin 32/13 ve bu ayetten önce inmiş olan Sad Suresinin 38/85’inci ayetleriyle tefsir etmiştir.

Şüphesiz insan çok hırslı“ إِ َّن ا ِإل ْن َسا َن ُخ ِل َق َهلُو ًعا Yine, Meâric Suresinin 70/19’uncu

kelimesinin garip bir lafız َهلُو ًعا ve sabırsız olarak yaratılmıştır.” ayetinde yer alan olması nedeniyle bu ayetten ne kast edildiği anlaşılamamaktadır. Ebussuûd Efendi,

ِإذَا َم َّسهُ ال َّش ُّر (lafzının, akabinde gelen (Meâric 70/20-21 َهلُو ًعا insan için zikredilen bu

Kendisine kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır“ َج ُزو ًعا َوإِذَا َم َّسهُ ا ْل َخ ْي ُر َمنُو ًعا

198 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 26; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4617.

94 dokunduğunda da eli sıkıdır.” şeklindeki ayetlerle tebyin edildiğini zikrederek

lafzının, “İnsanın, kendisine yoksulluk, hastalık ve benzerleri gibi bir َهلُو ًعا buradaki fenalık dokunduğu zaman çok şikayet etmesi ve bolluk ve sağlık gibi hayırlar dokunduğu zaman da tam bir cimri kesilmesi” anlamına geldiğini ifade etmiştir.199 İlk dönem müfessirlerinin de bu ayetler arasında bu tür bir ilgi kurduğu görülmektedir.200

Ebussuûd Efendi de burada, kendisiyle ne kast edildiği anlaşılmayacak derecede kapalı

lafzını َهلُو ًعا olan bir ayeti Allah’ın sonraki ayetlerde izah ettiğini belirterek sözü edilen açıklığa kavuşturmuştur.

2.3. Mubhematı Açıklama

“Mubhem” kelimesi, sözlükte, algılanması ve anlaşılması zor olan şey201, kendisiyle ne kastedildiği açık ve belirli olmayan söz202 anlamına gelmektedir. Terim olarak ise, “insan, peygamber, melek, cin, ağaç, belde veya yıldız gibi varlıkların yahut da bir topluluğun, Kur’an’da özel adlarıyla değil de ismi mevsuller, ismi işaretler ve zamirlerle zikredilmesi” demektir.203 Kur’an’ın kendisine has bir ifade özelliği de onun gerek kıssaların sunuluşunda gerekse diğer vesilelerle yer, zaman ve şahıs isimlerini ön plana çıkarmamasıdır. Tarifte de belirtildiği gibi Kur’an, çoğunlukla bu tür durumlarda ism-i işaretleri, ism-i mevsulleri ve zamirleri kullanmaktadır.204

Ebussuûd Efendi de bir ayette ismi mevsuller, ismi işaretler, cins isimleri, zamirler, belirsiz mekan isimleri ve belirsiz zaman zarflarıyla zikredilen melek, cin ve insan gibi

199 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 9, s. 34; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5635. 200 Bkz. Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberi, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Ây’il-Kur’an, (Thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî), Kâhire, 2001, s. 23/266-267. 201 Ebu’l-Kasım Huseyin b. Muhammed er-Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, (thk. Muhammed Seyyin Geylani), Beyrut, Ths., s. 64. 202 İbn Manzûr, a.g.e., c. 12. s. 57. 203 Ebu’l-Kasım Abdurrahmân b. Abdullâh es-Suheyli, et-Ta’rîf ve’l-İ’lâm f’i mâ Ubhime mine’l-Esmâi ve’l-A’lâm fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, (Thk. Abdullah Ali Mehennâ), Beyrut 1987, s.16; İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., s. 186; Muhsin Demirci, a.g.e., s. 151. 204 Halis Albayrak, a.g.e., s. 107; Mübhematla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Halis Albayrak, “Mübhematu'l-Kur'an İlmi ve Kur'an Tefsirindeki Yeri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 0, 1991, c. 32, s. 155-182.

95 varlıkların yahut da bir topluluğun veya kabilenin açıkça zikredildiği Kur’an’ın bir başka ayetini, ilgili ayetin tefsirinde açıklayıcı konumda getirmek suretiyle Kur’an’ın bu mu’ciz anlatım tarzını ortaya koymuştur. Mesela:

Nimete“ ِص َرا َط ا َّل ِذي َن أَ ْنعَ ْم َت َع َل ْي ِه ْم َغ ْي ِر ا ْل َم ْغ ُضو ِب َع َل ْي ِه ْم َوالَ ال َّضا ِِّلي َن Fatiha Suresinin 1/7’nci erdirdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil.”

ismi mevsulü kullanılarak “kendilerine nimet verilenler”in kimler ا َّل ِذي َن ,ayetinde olduğu kapalı bırakılmıştır. Ebussuûd Efendi, bu ayetin tefsirinde ilahi nimete mazhar

ُ َّ َ َو َم ْن يُ ِطعِ هللا َ َوال َّر ُسو َل َفأو َلئِ َك َم َع ال ِذي َن أ ْنعَ َم هللاُ َع َل ْي ِه ْم olanlardan maksadın Nisa Suresi 4/69’uncu

Kim Allah’a ve Peygambere itaat“ ِم َن ال َّنبِيِِّي َن َوال ِ ِّص ِدِّي ِقي َن َوال ُّش َهدَا ِء َوال َّصا ِل ِحي َن َو َح ُس َن أُو َلئِ َك َرفِي ًقا ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla,

şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” ayetinde

Onları elbette doğru“ َو َل َهدَ ْينَا ُه ْم ِص َرا ًطا ُم ْستَ ِقي ًما belirtilenler olduğunu, bu ayetten önceki yola iletirdik.” (Nisa 4/68) ayetinin de bu durumu teyit ettiğini söylemek205 suretiyle

Kur’an’ın bir yerinde müphem olan bir hususun başka bir yerinde açıklandığını ortaya koymuştur.

َوا َّل ِذي َن يُ ْؤ ِمنُو َن Bir başka misalde de Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/4’üncü

Onlar sana indirilene de, senden önce“ بِ َما أُ ْن ِز َل إِ َل ْي َك َو َم ا أُ ْن ِز َل ِم ْن َق ْب ِل َك َوبِاآل ِخ َرةِ ُه ْم يُوقِنُو َن

َو َما أُ ْن ِز َل indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar.” ayetinde yer alan

” َما“ senden önce indirilenlere…” ifadesindeki ism-i mevsul özelliği taşıyan…“ ِم ْن َق ْب ِل َك dan ne kastedildiği açık ve belirli olmadığı için buradaki mübhemiyeti aynı Surenin

ُ ُ ُ قُولُوا آ َم َّنا بِاهللِ َو َما أ ْن ِز َل إِ َل ْينَا َو َما أ ْن ِز َل إِ َلى إِ ْب َرا ِهي َم َوإِ ْس َما ِعي َل َوإِ ْس َحا َق َويَ ْعقُو َب َواألَ ْس َبا ِط َو َما أوتِ َي ncı’2/136 ُ Allah'a, bize“ ُمو َسى َو ِعي َسى َو َما أوتِ َي ال َّنبِيُّو َن ِم ْن َربِِّ ِه ْم الَ نُ َف ِِّر ُق بَ ْي َن أَ َح ٍد ِم ْن ُه ْم َونَ ْح ُن َلهُ ُم ْس ِل ُمو َن gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt

205 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 25-26; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 66-67.

96 etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız, deyin.” ayetini zikrederek açıklamıştır.206

ile ifade edilerek mubhem bırakılan ” َما“ Görüldüğü gibi müfesser konumdaki ayette

“önce indirilen şeyler”in, “İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına gönderilen, Musa ve İsa’ya verilen ve Rableri tarafından peygamberlerine verilenler” olduğu müfessir konumdaki ayetle belirginleştirilmiştir.

َقا َل َر ِِّب أَ َّنى يَ ُكو ُن ِلي ُغالَ ٌم َو َقدْ بَ َل َغنِ َي ا ْل ِكبَ ُر َوا ْم َرأَتِي َعاقِ ٌر Yine Ali İmran Suresinin 3/40’ıncı

Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım da kısırken nasıl oğlum“ َقا َل َكذَ ِل َك هللاُ يَ ْفعَ ُل َما يَ َشا ُء olabilir? dedi. Allah: Böyledir, Allah dilediğini yapar, dedi.” ayetinde zikredilen

oğul” cins ismi mubhem bırakılmıştır. Ebussuûd Efendi’ye göre, Zekeriyya= ُغالَ ٌم “

Benim nasıl oğlum olabilir?” tarzındaki sözlerinden“ أَ َّنى يَ ُكو ُن ِلي ُغالَ ٌم ,as)’ın) müjdeleme sırasında çocuğun erkek olacağının kendisine haber verildiği anlaşmakla birlikte çocuğun kim olduğu, isminin ne olduğu bilinmemektedir. Müellif bu ayetin

oğul” cins= ُغالَ ٌم “ tefsirinde, kendisiyle kimin kast edildiği açık ve belirli olmayan ismini belirgin hale getirmek için bunun açık olarak zikredildiği Meryem Suresinin

Allah, şöyle dedi:) Ey)“ يَا َز َك ِريَّا إِ َّنا نُ َب ِِّش ُر َك بِغُالَ ٍم ا ْس ُمهُ يَ ْحيَى َل ْم نَ ْجعَ ْل َلهُ ِم ْن َق ْب ُل َس ِميًّا nci’19/7

Zekeriyya! Haberin olsun ki biz sana Yahya adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye vermedik.” ayetini kullanmıştır.207 Böylelikle tefsiri yapılan ayette

oğul” kelimesinden Yahya (as)’ın kast edildiği= ُغالَ ٌم “ cins bir isim olarak zikredilen anlaşılmıştır.

َم ْن َكا َن يُ ِريدُ ا ْل ِع َّزةَ َف ِل َّل ِه ا ْل ِع َّزةُ َج ِميعًا إِ َل ْي ِه يَ ْصعَدُ ا ْل َك ِل ُم ال َّطيِِّ ُب َوا ْلعَ َم ُل ال َّصا ِل ُح يَ ْر َفعُهُ َوالَّ ِذي َن يَ ْم ُك ُرو َن Yine

Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve“ ال َّسيِِّئَا ِت َل ُه ْم َعذَا ٌب َش ِديدٌ َو َم ْك ُر أُو َلئِ َك ُه َو يَبُو ُر

şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap

َم ْن ”vardır ve onların tuzağı bozulur.” (Fatır 35/10) ayetinde “izzet isteyen kimseler

206 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 160-161; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 92. 207 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 40-41; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 854.

97 ismi mevsulüyle ifade edilerek mubhem bırakılmıştır. Ebussuûd Efendi bu ayette

َواتَّ َخذُوا ِم ْن دُو ِن هللاِ آ ِل َه ةً ِليَ ُكو ُنوا ,belirsiz bırakılan “izzet isteyen kimseler” ile kast edilenlerin

Onlar, kendileri için kuvvet ve şeref (kaynağı) olsunlar diye, Allah’tan başka“ َل ُه ْم ِع ًّزا ilâhlar edindiler.” (Meryem 19/81) ayetinde belirtilen “putlara tapmakla izzet arayan

ا َّل ِذي َن يَتَّ ِخذُو َن ا ْل َكافِ ِري َن أَ ْو ِليَا َء ِم ْن دُو ِن ا ْل ُم ْؤ ِمنِي َن أَيَ ْبتَ ُغو َن ِع ْندَ ُه ُم ا ْل ِع َّزةَ َفإِ َّن ا ْل ِع َّزةَ ِ َّلِلِ َج ِميعًا müşrikler” ve

“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.” (Nisa 4/139) ayetinde bahsi geçen “kafirleri dilleriyle dost edinen mü’minler” olduğunu söylemiş ve böylelikle tefsiri yapılan ayetteki mübhemiyeti açık ve net hale getirerek konunun izahını “Anılan müşrikler ve mü’minler gibi kim izzet sahibi olmak için uğraşıyorsa, bilsin ki, dünya ve ahiret izzeti, başkasının değil, yalnız Allah’ındır. Şu halde onlar, izzeti başkasından değil Allah’tan istesinler.” şeklinde yapmıştır.208 Dolayısıyla bu açıklamalardan,

Müellifin, bu ayetleri, birbiriyle, mubhemi belirlemek için ilişkilendirdiği anlaşılmaktadır.

Müellif, Fatır Suresinin 35/10’uncu ayetini, bu ayetten sonra inmiş olan Meryem

Suresinin 19/81 ve Nisa Suresinin 4/139’uncu ayetleriyle tefsir etmiştir.

2.4. Tahsis

Sözlükte, “daraltmak, bir şey üzerinde karar kılmak, bir şeyi diğerlerinden ayırmak” anlamlarına gelen tahsis, usul ilminde, “umum için vaz’ olunan lafız ile bir delile binaen murad edileni tarif etmek”209 şeklinde tanımlanmıştır. Konumuza yönelik daha özel bir tarif vermek gerekirse, Kur’an’ın umumu kapsamında bulunan

208 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 160; Ali Akın, a.g.e., c. 11, s. 4940. 209 Abdulaziz b. Muhammed el-Buhârî, Keşfu’l-Esrâr, İstanbul, 1308, c. 2, s. 621; Zekiyüddîn Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları, (Terc. İbrahim Kafi Dönmez), TDV Yayınları, Ankara, 2001, s. 349; Komisyon, a.g.e., s.629.

98 isimlerden, âmm lafızla murad edilen kısmını yine Kur’an’la beyan etmeye210 tahsis denir.

Tefsir usulünde tahsis kelimesiyle birebir ilişkilendirilen “âmm” lafzı ise tek vaz’ ile kendisine uygun olan bütün fertleri kapsayan, sınırı belli olmayan çokluk için vaz’ olunmuş lafızdır.211 Dolayısıyla Kur’an’ın herhangi bir yerinde, kapsamına girmesi muhtemel bütün fertleri içine alacak şekilde genel ifade edilen bir lafız, başka bir yerde, genel anlamından çıkarılıp maksuduna hasredilmiştir. Ebussuûd Efendinin tefsirinde de zaman zaman, umum bildiren hususların Kur’an’ın farklı yerlerinde tahsis edilerek açıklandığını görmekteyiz. Örneğin:

َل ْي َس بِأَ َمانِ ِِّي ُك ْم َوالَ أَ َمانِ ِّيِ أَ ْه ِل ا ْل ِكتَا ِب َم ْن يَ ْع َم ْل ُسو ًءا يُ ْج َز بِ ِه َو َال يَ ِج ْد Nisa Suresinin 4/123’üncü

Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitap ehlinin kuruntularına göre“ َلهُ ِم ْن دُو ِن هللاِ َو ِليًّا َوالَ نَ ِصي ًرا değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne dost ve ne

kuruntular” kelimesinin = أَ َمانِ ِّي ِ“ olan اُ ْمن ِي َّة de yardımcı bulur.” ayetindeki, müfredi anlamı anlaşılmakla birlikte, genel bir ifade kullanıldığı için söz konusu kuruntuların neler olduğu bilinememektedir. Ebussuûd Efendi, bu ayeti tefsir ederken Ehl-i Kitabın

َل ْن تَ َم َّسنَا ال َّنا ُر إِالَّ أَيَّا ًما َم ْعدُودَة ً sözü edilen kuruntularının, Bakara Suresinin 2/80 ve 111’inci

َل ْن يَ ْد ُخ َل ا ْل َجنَّةَ إِالَّ َم ْن َكا َن ,”.Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır“

Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası Cennet’e girmeyecek” ayetlerinde“ ُهودًا أَ ْو نَ َصا َرى bahsedilen hususlar olduğunu, bu ayetleri zikrederek açıklamıştır.212 Böylece umumi bir mana taşıyan bir kelimenin kapsamına giren hususların açıklanması suretiyle umumun tahsisi yapılmıştır.

Genel anlamlı kelimeler aynı zamanda külli kavramlar olduklarından cüz’iyyatı kapsamları içine alırlar. Bu kelimenin kapsamı içinde bulunan cüz’iyyat, umumiyetle

210 Ebu Bekir Ahmed b. Er-Razi Cessas, el-Fusûl fi’l-Usûl, (thk. Uceyl Casim en-Neşemi), Kuveyt 1405 c. 1, s. 142. 211 Sa’düddin Mes’ud ibn Ömer Taftazânî, Şerhu’t-Telvîh ale’t-Tevdîh li-Metni Tenkîh fî Usuli’l-Fıkh, Mekke 1987, c. 1, s. 32. 212 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 269; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1432.

99

Kur’an’ın değişik pasajlarında ta’dat edilmektedir. Dolayısıyla genel anlamlı kelimeden kastolunan medlûller açıklanmış olmaktadır.213 Müfessir Ebussuûd Efendi

kuruntular” kelimesinden kast olunan medlûlleri = أَ َمانِ ِّي ِ“ de genel anlamla zikredilen

Kur’an’ın başka ayetlerini şahit getirerek izah etmiştir.

:De ki“ قُ ْل أَ َرأَ ْيتُ ْم َما أَ ْن َز َل هللاُ َل ُك ْم ِم ْن ِر ْز ٍق َف َجعَ ْلتُ ْم ِم ْنهُ َح َرا ًما َو َح َالالً قُ ْل آ َّلِلُ أَ ِذ َن َل ُك ْم أَ ْم َع َلى هللاِ تَ ْفتَ ُرو َن

Allah’ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram bulmanıza ne dersiniz? De ki: Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yunus

lafzı umumi olarak zikredilen bir lafızdır. Müfessir bu َح َرا ًم ا ayetinde yer alan (10/59 ayeti “Allah’ın (cc) size indirdiği rızkı bana söyler misiniz? O rızıkların hepsi size helal iken siz onların bir kısmının haram, bir kısmının da helal olduğuna mı

َح َرا ًما hükmettiniz?” şeklinde açıkladıktan sonra burada genel olarak bahsedilen

Bunlar“ َو َقالُوا َه ِذ ِه أَ ْنعَا ٌم َو َح ْر ٌث ِح ْج ٌر kelimesini, En’am Suresinin 6/138 ve 139’uncu

َو َقالُوا َما فِي بُ ُطو ِن َه ِذ ِه األَ ْنعَا ِم َخا ِل َصةٌ ِلذُ ُكو ِرنَا َو ُم َح َّر ٌم َع َلى ”.yasaklanmış hayvanlar ve ekinlerdir

Şu hayvanların karınlarında olanlar yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza“ أَ ْز َوا ِجنَا ise haram kılınmıştır.” ayetlerinde ve benzer ayetlerde dile getirilen hususlar olarak zikretmiştir.214 Ebussuûd Efendi’nin “benzerleri” diye bahsettiği ayetlerin ilki, Maide

َما َجعَ َل هللاُ ِم ْن بَ ِحي َرةٍ َوالَ َسائِبَ ٍة َوالَ َو ِصي َل ٍة َوالَ َحا ٍم َو َل ِك َّن ا َّل ِذي َن َك َف ُروا يَ ْفتَ ُرو َن َع َلى Suresinin 5/103’üncü

”Allah, ne “Bahîre”, ne “Sâibe”, ne “Vasîle”, ne de “Hâm“ هللاِ ا ْل َك ِذ َب َوأَ ْكثَ ُر ُه ْم الَ يَ ْع ِقلُو َن diye bir şey meşru kılmamıştır. Fakat, inkâr edenler Allah’a karşı yalan uyduruyorlar.

Zaten çoklarının aklı da ermez.” ayetidir. İkincisi ise En’am Suresinin 6/143-144’üncü

ْ ُ ُ ثَ َما ِنيَةَ أَ ْز َواجٍ ِم َن ال َّضأ ِن اثْنَ ْي ِن َو ِم َن ا ْل َم ْع ِز اثْ َن ْي ِن قُ ْل آلذَّ َك َر ْي ِن َح َّر َم أَ ِم األ ْنثَيَ ْي ِن أَ َّما ا ْشتَ َم َل ْت َع َل ْي ِه أَ ْر َحا ُم األ ْنثَيَ ْي ِن َنبِِّئُونِي

بِ ِع ْل ٍم إِ ْن ُك ْنتُ ْم َصا ِدقِي َن{} َو ِم َن ا ِإلبِ ِل اثْنَ ْي ِن َو ِم َن ا ْلبَ َق ِر اثْنَ ْي ِن قُ ْل آلذَّ َك َر ْي ِن َح َّر َم أَ ِم األُ ْن ثَيَ ْي ِن أَ َّما ا ْشتَ َم َل ْت َع َل ْي ِه …أَ ْر َحا ُم

Sekiz çift: Koyundan iki ve keçiden iki; de ki: İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi“ األُ ْنثَ َي ْي ِن veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü

213 Halis Albayrak, a.g.e., s. 105. 214 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 176; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2816.

100 iseniz bana bilgiye dayanarak cevap verin.” “Deveden iki, sığırdan iki yaratmıştır; de ki: "İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır?...” ayetidir.215 Buna göre tefsiri yapılan ayette “âmm” bir lafız

,kelimesi, açıklayıcı olarak getirilen ayetlerde geçen “hayvanlar َح َرا ًما olarak zikredilen ekinler, hayvanların karınlarındaki yavrular, Bahîre, Sâibe, Vasîle, Hâm, koyun, keçi, deve ve sığır” gibi şeylerle tahsis edilmiştir.

Ebussuûd Efendi, bu örnekte de Yunus Suresinin 10/59’uncu ayetinin tefsir etmek için bu ayetten sonra inmiş olan En’am Suresinin 6/138, 139, 143 ve 144’üncü ayetleriyle Maide Suresinin 5/103’üncü ayetine yer vermiştir.

2.5. Takyid

Belirli olmayan bir ferdi ya da fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunmayan lafza “mutlak” denir. Kitap veya kitaplar gibi.

Belirlenmemiş bir ferdi veya fertleri göstermekle birlikte kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunan lafza da “mukayyed” denir. Kıymetli kitap veya kıymetli kitaplar gibi.216 Tanımda belirtildiği şekilde yapılan bu kayıtlama işlemine de takyid denir. Kur’an’ın da muayyen konuları işlerken, bazı pasajlarında mutlak ifadelerle verdiği hususları, başka yerlerde kayıtlayarak takdim ettiği görülmektedir. Bazen söz konusu kayıtlar, yalnızca vuzûhu artırıcı bir rol oynarken bazen yanlış ve tutarsız yorumlara düşmekten alıkoyacak niteliktedir.217 Yalnız bu kayıtların tefsir açısından geçerlilik arzedebilmesi için mutlak olarak gelen ifadeyle takyid edilen ifade arasında hüküm açısından bir birliktelik olması icab eder. Aksi takdirde mukayyed lafız mutlak lafzı tefsir etmiş olmaz.218 Müfessirlerin tefsirlerinde

215 Ebû Abdillah (Ebu’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin er-Razi et-Taberistânî, Mefatihu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1981, c. 17, s. 120. 216 Zekiyüddîn Şa’ban, a.g.e., s. 316. 217 Halis Albayrak, a.g.e., s. 94-95. 218 Sadrettin Gümüş, Kur’an Tefsirinin Kaynakları, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1990, s.34-35.

101 görülen, mezkur şartları haiz mutlak ve mukayyed özellikli ayetlerin birbirleriyle ilişkilendirilmesi işlemini, İrşad’ül-Akli’s-Selim’de de görmemiz mümkündür. Yani

Kur’an’ın bir ayette mutlak olarak zikrettiği husus şayet başka bir ayetle takyid edilmiş yani sınırları belirlenmişse Ebussuûd Efendi, tefsirinde, bu ayetler arasında ilişki kurmuştur. Örneğin:

َو َقاتِلُو ُه ْم َحتَّى الَ تَ ُكو َن فِتْنَةٌ َويَ ُكو َن ال ِدِّي ُن ِ َّلِلِ َفإِ ِن ا ْنتَ َه ْوا َفالَ ُعدْ َوا َن Bakara Suresinin 2/193’üncü

Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla“ إِالَّ َع َلى ال َّظا ِل ِمي َن savaşın. Eğer vazgeçerlerse sataşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık

.düşmanlık” lafzı mutlak olarak zikredilmiştir= ُع ْد َوا َن “ yoktur.” ayetinde yer alan

َف َم ِن ا ْعتَدَى َع َل ْي ُك ْم َفا ْعتَدُوا Ebussuûd Efendi, bu ayeti tefsir ederken, aynı Surenin 2/194’üncü

”.Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın“ َع َل ْي ِه بِ ِمثْ ِل َما ا ْعتَدَى َع َل ْي ُك ْم ayetini kullanmıştır.219 Müellifin, müfessir olarak bu ayeti kullanmasının nedeni,

düşmanlık” kelimesinin ikinci ayetle= ُع ْد َوا َن “ birinci ayette mutlak olarak yer verilen kayıt altına alınmasıdır. Buna göre zalimlere yapılacak düşmanlık haddi hesabı belli olmayan bir düşmanlık değil, misliyle sınırlandırılmış bir düşmanlıktır. Yani birinci ayete bakıldığı zaman zalimlere yapılacak düşmanlığın sınırının belli olmadığı, başka bir ifadeyle buradaki düşmanlığın ucunun açık oldığı anlaşılmaktadır. Ancak ikinci ayette bu düşmanlığın sınırı belirtilmiş, zalimlere de onlardan gelen düşmanlık kadar düşmanlık yapılabileceği vurgulanmıştır.

ُح ِِّر َم ْت َع َل ْي ُك ُم … Bir başka örnekte de Ebussuûd Efendi, Maide Suresinin 5/3’üncü

Leş, kan, domuz eti … size haram kılındı.” ayetinde mutlak“ ا ْل َم ْيتَةُ َوالدَّ ُم َو َل ْح ُم ا ْل ِخ ْن ِزي ِر

kan” kelimesinin=الدَّ ُم “ ,kelimesinin açıklamasında الدَّ ُم olarak zikredilen ُ قُ ْل الَ أَ ِجدُ فِي َما أو ِح َي إِ َل َّي ُم َح َّر ًما َع َلى َطا ِع ٍم يَ ْطعَ ُمهُ إِالَّ أَ ْن akıtılmış" sıfatıyla zikredildiği= َم ْسفُو ًحا“ ُ يَ ُكو َن َم ْيتَةً أَ ْو دَ ًما َم ْس ُفو ًحا أَ ْو َل ْح َم ِخ ْن ِزي ٍر َفإِ َّنهُ ِر ْج ٌس أَ ْو فِ ْس ًقا أ ِه َّل ِل َغ ْي ِر هللا ِ بِ ِه َف َم ِن ا ْض ُط َّر َغ ْي َر بَاغٍ َو َال َعا ٍد َفإِ َّن

219 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 243; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 545.

102

De ki: "Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve“ َربَّ َك َغفُو ٌر َر ِحي ٌم günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir." Doğrusu

Rabbin bağışlar ve merhamet eder.” (En’am 6/145) ayetini kullanmış ve birinci ayette

kan” kelimesiyle de kast edilenin “akıtılmış kan” olduğunu=الدَّ ُم “ yalın halde gelen belirtmiştir.220 Görüldüğü gibi her iki ayette de hüküm birdir, o da kanın yenilmesinin haram oluşudur. Hükmün sebebi de yine her iki ayette aynıdır. Bu da kanın yenilmesinden doğacak zarardır.221 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette mutlak olarak zikredilen “kanın haram olduğu” hususu müfessir konumdaki ayette zikredilen

“akıtılmış” sıfatıyla mukayyed hale getirilmiştir.

َم ْن َكا َن يُ ِريدُ ا ْل َحيَاةَ الدُّ ْنيَا َو ِزينَتَ َها نُ َو ِِّف إِ َل ْي ِه ْم أَ ْع َما َل ُه ْم فِي َها َو ُه ْم فِي َها الَ ,Ebussuûd Efendi’ye göre

Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse, biz onlara yaptıklarının“ يُ ْب َخ ُسو َن karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.” (Hûd

11/15) ayetindeki istemekten murat, sadece kalbî istek değil, fakat bu sonuçları gerçekleştiren girişimlerdir, yaptıklarından murat da herkesin yaptığı değildir, zira herkes temenni ettiği, arzuladığı herşeye erişemez. Çünkü bu, hikmete mebni olan ilahi iradeye bağlıdır. Yine onların yaptıklarından murat bütün yaptıkları değildir, fakat ecir ve mükafat olarak mezkur nimetlerin terettüp ettiği hayır işleridir. Müellif bu ayette mutlak olarak zikredilen “istek” ve “karşılığını verme” hususlarının herkesi ve herşeyi kapsamadığıyla ilgili bazı açıklamalarda bulunduktan sonra bu ayetin tefsirinde bu

َم ْن konuyu kayıt altına alarak sınırlarını belirleyen İsra Suresinin 17/18’inci ayetindeki

,Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı isterse ona“ َكا َن يُ ِريدُ ا ْلعَا ِج َلةَ َع َّج ْلنَا لَهُ فِي َها َما نَ َشا ُء ِل َم ْن نُ ِريدُ yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen veririz.” ifadesine yer

220 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 243; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s. 1552. 221 Gümüş, Sadreddin, a.g.e., s. 34-35.

103 vermiştir.222 Zira müfessir konumdaki bu ayet, tefsiri yapılan ayette zikredilen “istek” ve “karşılığını verme” hadisesinin herkesi ve her şeyi değil, Allah’ın dilediği kimseyi ve Allah’ın dilediği kadarını kapsadığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bir ayette mutlak bir şekilde ifade edilen bir husus bir başka ayetle kayıt altına alınmış ve

Müfessir de bu ilişkilendirmeyi ayetlerin bu özelliğini göz önünde bulundurarak yapmıştır.

Ebussuûd Efendi, burada, Hûd Suresinin 11/15’inci ayetini, bu ayetten önce nazil olan İsra Suresinin 17/18’inci ayetiyle tefsir etmiştir. Kur’an ayetlerinin anlamsal bir bütünlük içerisinde olduğu aşikardır. Buradaki ilişkilendirme de Kur’an ayetlerinin anlamsal bütünlüğünü ortaya koymaktadır. Yani önce veya sonra inmiş olsa da bir ayet diğer ayette yer alan bir hususun anlamını sınırlandırmaktadır. Böylesi durumlarda ise aralarında ilişki kurulan ayetlerin önceliği ya da sonralığı önem arz etmemelidir.

2.6. Nesh

Lügatte, “izale etmek, yok etmek, tebdil, tahvil ve nakletmek” manalarına gelen223 nesh kelimesi, ıstılahi olarak, “şer’î bir hükmü, daha sonra gelen şer’î bir delille kaldırmak”224, başka bir deyişle “bir nassın hükmünün daha sonra gelen bir nas ile kaldırmak veya önce tarihli bir nassın hükmünü sonra tarihli bir nasla tebdil etmek veyahut da mukaddes bir metnin ilgası”225 anlamında kullanılır. Kur’an’da neshin varlığı veya yokluğu meselesi öteden beri tartışılagelen bir meseledir. Bundan dolayı da bütün tefsir usulü kitaplarında bu konuya geniş bir yer ayrılmış ve neshi kabul edenler ve etmeyenler diye kategoriler oluşturulmuştur. Buna bağlı olarak da Bakara

222 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 215; Ali Akın, a.g.e., c. 7, s. 2926-2927. 223 İsmail b. Hammâd el-Cevherî, Tâcü’l-Lügâti ve Sıhâhu’l-Arabiyye, Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, Mısır 1957, c. 1, s. 433. 224 Ebu’l Hattab es-Sedûsî Katâde b. Diame, en-Nâsih ve’l-Mensûh fî Kitâbillâhi Teâlâ, (thk. Hâtim Salih ed-Dâmin), Âlemü'l-Kütüb, Beyrut 1989, s. 10. 225 İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., s. 122.

104

َما َن ْن َس ْخ ِم ْن آيَ ٍة أَ ْو نُ ْن ِس َها نَأْ ِت بِ َخ ْي ٍر ِم ْن َها أَ ْو ِمثْ ِل َها أَ َل ْم تَ ْع َل ْم أَ َّن هللاَ َع َلى ُك ِِّل َش ْي ٍء َق ِدي ٌر Suresinin 2/106’ncı

“Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.”

َوإِذَا بَدَّ ْلنَا آيَةً َم َكا َن آيَ ٍة َوهللاُ أَ ْعلَ ُم بِ َما يُنَ ِِّز ُل َقالُوا إ ِ َّن َما أَ ْن َت ُم ْفتَ ٍر بَ ْل أَ ْكثَ ُر ُه ْم ve Nahl Suresinin 16/101’inci

Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi“ الَ يَ ْع َل ُمو َن indireceğini çok iyi bilir- «Sen ancak bir iftiracısın» dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler.” ayetleriyle ilgili farklı izahatlar yapılmıştır.

Ebussuûd Efendi de Bakara Suresinin 2/106’ncı ayetiyle ilgili “Bu ayet neshin sırrını açıklamak ve bu meselede ileri geri konuşanların sözlerini iptal etmek için sevkedilmiştir; rivayete göre bu ayet müşrik veya Yahudilerin, ‘Muhammed, sahabilerine önce bir emir veriyor, sonra da onları ondan nehyediyor ve önce verdiği emrin hılafına yeni emirler veriyor’ diye ileri geri konuşup dedikodu etmeleri üzerine nazil olmuştur.” şeklinde açıklama yapmıştır. Ayrıca ayetin neshinden maksadın, kıraatiyle yapılan taabbüdün veya hükmünün veyahut da her ikisinin birden nihayete erdiğinin beyanı demek olduğunu, unutturulmasından maksadın ise onun kalplerden silinmesi demek olduğunu söyler ve bu ayetin neshin cevazına delalet ettiğini, zaman ve şartların değişmesiyle bir hikmet ve maslahata bağlı olarak dini hükümlerin de değişebileceğini, aksi varid olsaydı şer’i kaidelerle teessüs etmiş nizamın bozulması lazım geleceği tezini ileri sürer. Müellif Nahl Suresinin 16/101’inci ayetiyle ilgili de benzer şeyleri söyledikten sonra nesh hadisesinin mutlaka bir hikmete bağlı olduğunu iddia ediyor. Bu açıklamalarından hareketle Ebussuûd Efendi’nin de prensip olarak neshin cevazını ve vukuunu kabul edenler arasında yer aldığı söylenebilir.226 Bundan dolayı tefsirinin muhtelif yerlerinde nesh edildiğine dair hakkında malumat bulunan

226 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 175-176; c. 5, s. 157-158; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 133-134.

105 ayetlerle ilgili bilgi vermektedir. İrşad’ül-Akli’s-Selim’de buna dair birçok örnek bulmak mümkündür.

Müellif konuyla ilgili en büyük payı “ayetü’s-seyf” diye adlandırılan Tevbe

َفإِذَا ا ْن َس َل َخ األَ ْش ُه ُر ا ْل ُح ُر ُم َفا ْقتُلُوا ا ْل ُم ْش ِر ِكي َن َح ْي ُث َو َج ْدتُ ُمو ُه ْم َو ُخذُو ُه ْم َوا ْح ُص ُرو ُه ْم َوا ْقعُد ُوا Suresinin 9/5’inci

Haram aylar çıkınca“ َل ُه ْم ُك َّل َم ْر َص ٍد َفإِ ْن تَابُوا َوأَ َقا ُموا ال َّصالَةَ َوآتَ ُوا ال َّز َكاةَ َف َخ ُّلوا َسبِي َل ُه ْم ِإ َّن هللاَ َغفُو ٌر َر ِحيم bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” ayetine ayırmış ve bu ayetin devamında zikrettiği şu ayetlerle neshedildiğini ifade etmiştir. 227

َو َما أَ ْر َس ْلنَا ِم ْن َق ْب ِل َك إِالَّ ِر َجا ًال نُو ِحي إِ َل ْي ِه ْم ِم ْن أَ ْه ِل ا ْلقُ َرى أَ َف َل ْم يَ ِسي ُروا فِي األَ ْر ِض َفيَ ْن ُظ ُروا َك ْي َف َكا َن َعاقِبَةُ

Kitap ehlinin çoğu, hak kendilerine apaçık“ ا َّل ِذي َن ِم ْن َق ْب ِل ِه ْم َو َلدَا ُر اآل ِخ َرةِ َخ ْي ٌر ِل َّل ِذي َن اتَّ َق ْوا أَ َفالَ تَ ْع ِقلُو َن belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler. Allah'ın emri gelene kadar onları affedin, geçin. Allah muhakkak her şeye Kadir'dir.”( Bakara 2/109)

يَ ْسأَلُونَ َك َع ِن ال َّش ْه ِر ا ْل َح َرا ِم قِتَا ٍل فِي ِه قُ ْل قِتَا ٌل فِي ِه َكبِي ٌر َو َصدٌّ َع ْن َسبِي ِل هللاِ َو ُك ْف ٌر بِ ِه َوا ْل َم ْس ِج ِد ا ْل َح َرا ِم َوإِ ْخ َرا ُج

أَ ْه ِل ِه ِم ْنهُ أَ ْكبَ ُر ِع ْندَ هللاِ َوا ْل ِفتْنَةُ أَ ْكبَ ُر ِم َن ا ْل َقتْ ِل َوالَ يَ َزالُو َن يُ َقاتِلُونَ ُك ْم َحتَّى يَ ُردُّو ُك ْم َع ْن ِدينِ ُك ْم إِ ِن ا ْستَ َطا ُعوا َو َم ْن يَ ْرتَ ِددْ

ِم ْن ُك ْم َع ْن ِدينِ ِه َفيَ ُم ْت َو ُه َو َكافِ ٌر َفأُو َلئِ َك َحبِ َط ْت أَ ْع َمالُ ُه ْم فِي الدُّ ْنيَا َواآل ِخ َرةِ َوأُو َلئِ َك أَ ْص َح ا ُب ال َّنا ِر ُه ْم فِي َها َخا ِلدُو َن

“Sana haram ayda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaş büyük bir günahtır.

Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de

227 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 179; s. 256-257; c. 3, s. 237; c. 4, s. 166; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 357; c. 2, s. 583; c. 5, s. 2112; c. 6, s. 2795-2796.

106 kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara 2/217)

إِ َّن ا َّل ِذي َن َف َّرقُوا ِد ينَ ُه ْم َو َكا ُنوا ِش َيعًا َل ْس َت ِم ْن ُه ْم فِي َش ْي ٍء إِ َّن َما أَ ْم ُر ُه ْم إِ َلى هللاِ ثُ َّم يُ َنبِِّئُ ُه ْم ِب َما َكانُوا َي ْفع َلُو َن

“Fırka fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi

Allah'a kalmıştır, yaptıklarını onlara sonra bildirecektir.” (En’am 6/159)

Seni“ َوإِ ْن َكذَّبُو َك َفقُ ْل ِلي َع َم ِلي َو َل ُك ْم َع َملُ ُك ْم أَ ْنتُ ْم بَ ِريئُو َن ِم َّما أَ ْع َم ُل َوأَنَا بَ ِري ٌء ِم َّما تَ ْع َملُو َن yalanlarlarsa, Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir; siz benim yaptığımdan sorumlu değilsiniz, ben de sizin yaptığınızdan sorumlu değilim, de.” (Yunus 10/41)

Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, bu ayetleri, aralarındaki nasih-mensuh ilişkisine istinaden birbiriyle irtibatlandırmıştır.

Müfessirimiz, Bakara Suresinin 2/109 ve 217, En’am Suresinin 6/159 ve Yunus

Suresinin 10/41’inci ayetinin tefsirinde, bu ayetlerden sonra nazil olan Tevbe

Suresinin 9/5’inci ayetini kullanmıştır.

َوا َّل ِذي َن يُتَ َو َّف ْو َن ِم ْن ُك ْم َويَذَ ُرو َن أَ ْز َوا ًجا َو ِصيَّةً ألَ ْز َوا ِج ِه ْم َمتَا ًعا إِ َلى ا ْل َح ْو ِل َغ ْي َر ِإ ْخ َراجٍ ,Yine Müellif

İçinizden ölüp geriye“ َفإِ ْن َخ َر ْج َن َفالَ ُجنَا َح َع َل ْي ُك ْم فِي َما َفعَ ْل َن فِي أَ ْنفُ ِس ِه َّن ِم ْن َم ْع ُرو ٍف َو ََّّللاُ َع ِزي ٌز َح ِكي ٌم dul eşler bırakan erkekler, eşleri için, evden çıkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Ama onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa, artık onların meşru biçimde kendileri ile ilgili olarak işlediklerinden dolayı size bir günah yoktur. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara 2/240)

َوا َّل ِذي َن ayetindeki müddete ilişkin hükmün, aynı Surenin 2/234’üncü ayetinde geçen

İçinizden ölenlerin bırakmış“ يُتَ َو َّف ْو َن ِم ْن ُك ْم َويَذَ ُرو َن أَ ْز َوا ًجا يَتَ َربَّ ْص َن بِأَ ْنفُ ِس ِه َّن أَ ْربَعَةَ أَ ْش ُه ٍر َو َع ْش ًرا olduğu eşler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler.” hükmüyle neshedildiğini söylemiştir. Ebussuûd Efendi’ye göre nesheden ayet neshedilen ayetten tilavet olarak

107

önce olmasına rağmen nüzul sırası açısından sonradır.228 Görüldüğü gibi Müellif, buradaki ayetleri nasih-mensuh ilişkisi çerçevesinde ilişkilendirmiştir.

ا ْن ِف ُروا ِخ َفا ًفا َوثِ َقاالً َو َجا ِهدُوا بِأَ ْم َوا ِل ُك ْم َوأَ ْنفُ ِس ُك ْم فِي َسبِي ِل هللاِ ذَ ِل ُك ْم َخ ْي ٌر َل ُك ْم إِ ْن Bir başka örnekte ise

Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve)“ ُك ْنتُ ْم تَ ْع َل ُمو َن canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”

,kelimelerine “aile efradının azlığı-çokluğu ثِ َقاال ً ve ِخ َفا ًفا Tevbe/Berae 9/41) ayetindeki) silahların hafifliği-ağırlığı, süvari-yaya, genç-yaşlı, zayıf-şişman, sağlam-hastalıklı” gibi değişik manalar verildiğini kaydederek, ayetin bu kısmını “İmkanlar nisbetinde, bollukta-darlıkta, hastalıkta-sağlıkta, fakirlikte-zenginlikte, aile fertlerinin sayısının

çokluğunda-azlığında ve diğer tüm durumlarda gücünüz ölçüsünce savaşlara hep birlikte katılın ve bu konuda gereken katkıyı sağlayın.” şeklinde tefsir eden Ebussuûd

َل ْي َس َع َلى ال ُّضعَ َفا ِء َوالَ َع َلى Efendi, İbn Abbas’a göre, bu ayetin aynı Surenin 9/91’inci

ا ْل َم ْر َضى َوالَ َع َلى ا َّل ِذي َن الَ يَ ِجدُو َن َما يُ ْن ِفقُو َن َح َر ٌج إِذَا نَ َص ُحوا ِ َّلِلِ َو َر ُسو ِل ِه َما َع َلى ا ْل ُم ْح ِسنِي َن ِم ْن َس ِبي ٍل َو ََّّللاُ َغفُو ٌر

Allah ve Resûlü için (insanlara) öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve“ َر ِحي ٌم

(savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur. Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” ayetiyle neshedildiğini zikreder.229 Buradaki ilişkilendirme de aynı şekilde nesh meselesi üzerine kurulmuş bir ilişkilendirmedir.

َوال َّالئِي ي َئِ ْس َن ِم َن ا ْل َم ِحي ِض ِم ْن ِن َسائِ ُك ْم إِ ِن ا ْرتَ ْبتُ ْم َف ِعدَّتُ ُه َّن ثَالَثَةُ أَ ْش ُه ٍر َوال َّالئِي َل ْم يَ ِح ْض َن َوأُو َال ُت األَ ْح َما ِل

Kadınlarınız içinden âdetten kesilmiş“ أَ َجلُ ُه َّن أَ ْن يَ َض ْع َن َح ْم َل ُه َّن َو َم ْن يَتَّ ِق هللاَ يَ ْجعَ ْل َلهُ ِم ْن أَ ْم ِر ِه يُ ْس ًرا olanlarla, âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları (doğum yapmaları)dır.

Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.” (Talak 65/4) ayetinde kadınların adetten kesilme yaşı olarak, altmış ve elli beş yaş olarak takdir edilmiştir.

228 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 278; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 638. 229 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 77; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2587-2589.

108

Yani yaşlılıktan dolayı adetten kesilmiş olan kadınlar ile henüz adet görme yaşına ermemiş olan kadınların iddetleri hakkında şüpheye düşüp de iddetlerinin nasıl olduğunu bilmezseniz, onların iddetleri üç aydır. Hamile kadınlar ise ister boşanmış olsunlar, ister kocaları ölmüş olsun, iddetlerinin sonu doğurmalarıdır. Ebussuûd

Efendi, Talak Suresinin 65/4’üncü ayetiyle ilgili bu açıklamaları yaptıktan sonra bu

َوا َّل ِذي َن يُتَ َو َّف ْو َن ِم ْن ُك ْم َويَذَ ُرو َن أَ ْز َوا ًجا يَتَ َربَّ ْص َن بِأَ ْنفُ ِس ِه َّن أَ ْربَعَةَ ayetin, Bakara Suresinin 2/234’üncü

Sizden“ أَ ْش ُه ٍر َو َع ْش ًرا َفإِذَا بَ َل ْغ َن أَ َج َل ُه َّن َفالَ ُجنَا َح َع َل ْي ُك ْم فِي َما َفعَ ْل َن فِي أَ ْن ُف ِس ِه َّن بِا ْل َم ْع ُرو ِف َو ََّّللاُ بِ َما تَ ْع َملُو َن َخ ِبي ٌر

ölenlerin, geride bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptıkları meşru işlerde size bir günah yoktur. Allah yapmakta olduklarınızı bilir.” ayetinin ifade ettiği genel hükmü neshettiğini söylemiştir. Ona göre Talak Suresinin 65/4’üncü ayeti,

Bakara Suresinin 2/234’üncü ayetinden sonra nazil olmuştur.230 Görüldüğü gibi

Müfessir, ayetler arasındaki nasih mensuh ilişkisinden bahsetmek suretiyle nesh konusunu, tefsirini yaptığı ayeti açıklama biçimi olarak kullanmıştır.

2.7. Örneklendirme

Ortaya konulan bir fikri, inandırmak veya kuvvetlendirmek için söze, bir örnek koşmaya örnekleme denir.231 Müfessirler de tefsirini yaptıkları ayetle ilgili ortaya koydukları bir fikri kuvvetlendirmek için benzer bir duruma işaret eden başka Kur’an ayetlerini örnek olarak zikrederler. Ebussuûd Efendi de Kur’an ayetleriyle ilgili yaptığı yorumlara kanıt getirmek ve tefsirini yaptığı ayetleri daha anlaşılır kılmak için anlattığı konuyla ilgili yine Kur’an’dan örnekler vermiştir. Buna dair misallerden bir kaçı

şöyledir:

230 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 266; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5583. 231http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5884cf9025d9a1.896 45010

109

َو َما أَ ْن َف ْقتُ ْم ِم ْن نَ َف َق ٍة أَ ْو نَذَ ْرتُ ْم ِم ْن نَ ْذ ٍر َفإِ َّن هللا َ َي ْع َل ُم ه ُ Müfessirimiz, Bakara Suresinin 2/270’inci

Allah yolunda her ne harcar veya her ne adarsanız, şüphesiz Allah“ َو َما ِلل َّظا ِل ِمي َن ِم ْن أَ ْن َصا ٍر

َفإِ َّن هللاَ يَ ْع َل ُمه ُ onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” ayetini tefsir ederken

zamirinin merciiyle ilgili durumu daha anlaşılır hale getirebilmek ” ه ُ “ cümlesindeki için benzer özellikteki ayetleri örnek olarak zikretmiştir. Ona göre, burada “Zamirin

نَذَ ْرتُ ْم ِم ْن نَ ْذ ٍر zamirinin mercii ” ه ُ “ mercii en yakınındakidir.” kuralı uyarınca

kelimelerinin نَ ْذ ٍر ve نَ َف َق ٍة cümlesindeki “nezr”dir ve ikincisi birincisine delalet ettiği için

zamiri kullanılmamış, birincisi hazfedilerek ( ُه َما) her ikisini de içine alan tesniye sadece ikincisi için zamir kullanılmıştır. Ebussuûd Efendi, bu durumun anlaşılırlığını

Kim bir“ َو َم ْن يَ ْك ِس ْب َخ ِطيئَةً أَ ْو إِثْ ًما ثُ َّم يَ ْر ِم ب ِ ِه بَ ِريئًا… sağlamak için de Nisa Suresinin 4/112’nci hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa…”, Tevbe

Altın ve…“ … َوا َّل ِذي َن يَ ْكنِ ُزو َن الذَّ َه َب َوا ْل ِف َّضةَ َوالَ ي ُ ْن ِفقُونَ َها فِي َسبِي ِل هللا… Suresinin 9/34’üncü gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları…” ve Cumua’

Onlar bir kazanç veya bir eğlence“ َوإِذَا َرأَ ْوا تِ َجا َرةً أَ ْو َل ْه ًوا ا ْن َف ُّضوا إِ َل ْي َها… Suresinin 62/11’inci gördüklerinde…” ayetini örnek olarak zikretmiştir. 232 Görüldüğü gibi tefsiri yapılan ayetteki durumun aynısı müfessir konumdaki ayetlerde de söz konusudur. Yani tefsiri

kelimelerinin her ikisini de içine alan نَ ْذ ٍر ve َن َف َق ٍة ,ifadesinde َفإِ َّن هللاَ يَ ْع َل ُمه ُ yapılan ayetteki

zamiri kullanılmayıp ikinci kelime birinciye delalet ettiği için birincisi ( ُه َما) tesniye

müfred zamiri kullanıldığı gibi müfessir ” ه ُ “ hazfedilerek sadece ikincisine işaret eden

kelimelerinin her إِ ْث ًما ve َخ ِطيئَة ً ,ifadesinde يَ ْر ِم ب ِ ِه (konumdaki birinci ayetteki (Nisa 4/112

şeklinde müfred zamiri, ikinci ayetteki ” ِه “ ,ikisini de kapsayan tesniye zamiri yerine

kelimelerini içine alan tesniye zamiri ا ْل ِف َّضة َ ve الذَّ َه َب ,ifadesinde َوالَ يُ ْن ِفقُونَ َها (Tevbe 9/34)

ا ْن َف ُّضوا إِ َل ْي َها (şeklinde müfred zamiri ve üçüncü ayetteki (Cumua’ 62/11 ” َها“ ,yerine

şeklinde ” َها“ kelimelerini kapsayan tesniye zamiri yerine َل ْه ًوا ve تِ َجا َرة ً ,ifadesinde

232 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 309.

110 müfred zamiri kullanılmıştır. Dolayısıyla müfessir konumdaki ayetlerin durumu, tefsiri yapılan ayetin durumuna çok net bir şekilde örneklik teşkil etmektedir. Bundan da Meüllifin bu ayetleri ilişkilendirirken örneklendirme metodunu kullandığı anlaşılmaktadır.

Müellif, bu örnekte de Bakara Suresinin 2/270’inci ayetinin tefsirini bu ayetten sonra nazil olan Nisa Suresinin 4/112, Tevbe Suresinin 9/34 ve Cumua’ Suresinin

62/11’inci ayetleriyle yapmıştır.

Bir başka örnekte de Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/260’ıncı ayetinde

,edatının cümleye “hani إِ ْذ Hani İbrahim demişti…” ifadesindeki“ َوإِ ْذ َقا َل إِ ْب َرا ِهي ُم geçen hatırlayın, düşünün, o zaman ki veya bir zamanlar” gibi bir anlam kattığını ifade etmiş

Allah sizi halifeler yaptığını“ َوا ْذ ُك ُروا إِ ْذ َجعَ َل ُك ْم ُخ َل َفا َء ve bunun, Araf Suresinin 7/69’uncu

hatırlayın/düşünün” şeklinde sarahaten zikredildiğini = َوا ْذ ُك ُروا“ hatırlayın.” ayetinde belirterek bu ayeti açıklanan konumdaki ayete örnek olarak getirmiştir. Bu durumda zikredilen ilk ayetin anlamı Allah’ın meydana getirdiği o garip olayları hatırlayın ki,

Allah’ın mü’minlere yönelik velayet ve hidayetine vakıf olasınız, demek olur. Bu ve benzeri yerlerde hatırlatma emri, vakte tevcih edilmiş ve “Hatırlayın o zamanı ki…” denmiştir. Oysa asıl hatırlanması istenen o zamanda vuku bulmuş olan olaylardır.

Bunun sebebi vaktin hatırlanmasının mananın daha kuvvetle idrakini mümkün

= َوا ْذ ُك ُروا“ ,kılmasıdır.233 İkinci ayette de, birinci ayetteki zamansal anlam hatırlayın/düşünün” kelimesiyle açıkça ifade edilmiş ve buradaki hatırlatma emri de

edatı için yaptığı إِ ْذ yine vakte tevcih edilmiştir. Dolayısıyla Müellif birinci ayetteki açıklamasını, yani bu edatın cümleye “hani, hatırlayın, düşünün, o zaman ki veya bir zamanlar” gibi bir anlam kattığı beyanını desteklemek amacıyla ikinci ayeti örnek olarak zikretmiştir.

233 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 300; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 694.

111

Rableri“ َفا ْستَ َجا َب َل ُه ْم َر ُّب ُه ْم Yine, Ali İmran Suresinin 3/195’inci ayetinde yer alan de onların dualarına icabet etti.” cümlesi Ebussuûd Efendi’ye göre zikredilen duaların başındaki mukadder fiile atıf olup bu dualara terettüp eden bir sonuçtur. Müfessirimiz söz konusu ayetle ilgili bu açıklamasından sonra, Kur’an’da birçok yerde mevcut olan mukadder cümleye atıf misallerinden bir kaçını burada zikrederek açıklanan

Sonra kendilerine“ ثُ َّم قِي َل ِل َّل ِذي َن َظ َل ُموا :konumdaki ayeti örneklendirmiştir. Mesela zulmedenlere denildi ki…” (Yunus 10/52) cümlesi mukadder olan “Onlara denildi ki:

Şimdi mi ona iman ettiniz?” cümlesine atıftır. Yine A’raf Suresinin 7/100’üncü

Ve biz onların kalplerini mühürleriz…” cümlesiyle“ َونَ ْطبَ ُع َع َلى قُلُوبِ ِه ْم ayetinde yer alan

Onlara doğru yolu göstermedi“ أَ َو َل ْم يَ ْه ِد َل ُه ْم Secde Suresinin 32/26’ncı ayetinde geçen mi?” cümlesi mukadder bir cümle üzerine atıftır. Bu durumda Secde Suresinin

32/26’ncı ayetinde sanki şöyle buyrulmuştur: “Onlar hidayetten gafil olurlar ve biz de onların kalplerini mühürleriz.” Müellife göre birbirlerine atfedilen iki fiilin kip olarak değişikliği de buna engel teşkil etmez. Çünkü birinci fiilin müstakbel olması, dua makamına münasip olan süreklilik manasını bildirmek içindir. Buradaki fiilin mazi

إِ ْذ تَ ْستَ ِغيثُو َن َر َّب ُك ْم ,kipiyle olması ise kabulün gerçekleştiğini bildirmek içindir. Nitekim

”.Siz Rabbinizden yardım diliyordunuz ve o da duanızı kabul buyurdu“ َفا ْستَ َجا َب َل ُك ْم

(Enfal 8/9) örneğinde de birbirine atfedilen fiillerin kipleri değişiktir.234 Ebussuûd

Efendi, açıklanan konumdaki Ali İmran Suresinin 3/195’inci ayetinin tefsirinde, mukadder bir cümleye atıf yapılabileceği hususunu yine Kur’an’dan başka ayetlerle

örneklendirerek izah etmiştir.

İnkar edenler, asla öne geçtiklerini“ َوالَ يَ ْح َسبَ َّن ا َّل ِذي َن َك َف ُروا َسبَ ُقوا إِ َّن ُه ْم الَ يُ ْع ِج ُزو َن sanmasınlar, çünkü onlar bizi aciz bırakamayacaklardır.” (Enfal 8/59) ayetinde geçen

şeklinde okuyanların أ َ َّن ُه ْم َس َبقُوا edatının bulunduğunu ve أ َ ْن dan önce mahzuf bir’ َسبَقُوا

234 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 152-153; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1145.

112 kıraatinin de bunu desteklediğini kaydeden Ebussuûd Efendi, Kur’an’da buna benzer

Size korku ve ümit“ َو ِم ْن آيَاتِ ِه يُ ِري ُك ُم ا ْلبَ ْر َق َخ ْو ًفا َو َط َمعًا uygulamaların olduğundan bahsederek veren şimşeği göstermesi, … onun varlığının delillerindendir.” (Rum 30/24) ayetiyle

De ki: Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk“ قُ ْل أَ َف َغ ْي َر هللاِ تَأْ ُم ُرو ِّنِي أَ ْعبُدُ أَ ُّي َها ا ْل َجا ِهلُو َن etmemi mi emredersiniz?” (Zümer 39/64) ayetini örnek olarak zikretmiştir.235 Yani

fiilinden ve Zümer Suresinin 39/64’üncü يُ ِري ُك ُم Rum Suresinin 30/24’üncü ayetinde

edatı bulunmaktadır. Görüldüğü gibi أ َ ْن fiilinden önce mahzuf bir أَ ْعبُد ُ ayetinde ise

Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayetteki söz konusu durumun daha anlaşılır olması için aynı özelliğin bulunduğu başka ayetleri örnek olarak getirmiştir.

َوا َّل ِذي َن Başka bir misalde Ebussuûd Efendi, Mücadele Suresinin 58/3’üncü

يُ َظا ِه ُرو َن ِم ْن نِ َسائِ ِه ْم ثُ َّم يَعُودُو َن لِ َما َقالُوا َفتَ ْح ِري ُر َر َقبَ ٍة ِم ْن َق ْب ِل أَ ْن يَتَ َما َّسا ذَ ِل ُك ْم تُو َع ُظو َن بِ ِه َو ََّّللاُ ِب َما تَ ْع َملُو َن َخ ِبي ٌر

“Kadınlarından zıhâr ile ayrılmak isteyib de sonra dediklerini geri alacaklar (için), birbiriyle temas etmezden evvel, bir köle azad etmek (lâzımdır), işte size bununla öğüt

harfinin ” ِل “ veriliyor. Allah, ne yaparsanız, hakkıyle haberdârdır.” ayetinde geçen

يَ ِع ُظ ُك َم هللاُ أَ ْن تَعُودُوا ِل ِمثْ ِل ِه أَبَدًا إِ ْن ُك ْنتُ ْم harfinin de kullanılabileceğini belirtmiş ve ”إِ َلي“ yerine

Eğer inanıyorsanız, bu gibi şeylere bir daha ebediyyen dönmemeniz için Allah“ ُم ْؤ ِم ِني َن

İlgililere şöyle)“ ِم ْن دُو ِن هللاِ َفا ْهدُو ُه ْم إِ َلى ِص َرا ِط ا ْل َج ِحي ِم ,(size öğüt veriyor.” (Nur 24/17 emredilir: "Zulmedenleri, onlarla işbirliği edenleri ve) Allah'ı bırakıp da (taptıklarını

Çünkü“ بِأَ َّن َربَّ َك أَ ْو َحى َل َها ,(toplayın). Onları cehennem yoluna koyun." (Saffat 37/23 ُ َو أو ِح َي إِ َلى نُوح ٍ أَ َّنهُ َل ْن يُ ْؤ ِم َن ِم ْن َق ْو ِم َك إِالَّ َم ْن Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.” (Zilzal 99/5) ve

Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan“ َق ْد آ َم َن َفالَ تَ ْبتَئِ ْس ِب َما َكانُوا يَ ْفعَلُو َن başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından

(günahlardan) dolayı üzülme.” (Hud 11/36) ayetlerini de bu duruma örnek olarak

” ِل “ zikretmiştir.236 Görüldüğü gibi bu örneklerde aynı fiil Kur’an’ın bir yerinde

235 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 38. 236 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 219.

113

harfiyle kullanılmış ve mana itibariyle de ”إِ َلي“ harfiyle kullanılırken bir başka yerinde bir değişiklik olmamıştır. Dolayısıyla Müellif tefsirini yaptığı ayette söz konusu olan bir uygulamanın gerçekliğini, yani bu harflerin birbirlerinin yerine kullanılabileceği bilgisini teyit etmek için Kur’an’ın başka ayetlerini örnek olarak zikretmiştir.

2.8. Gerekçelendirme

Bir şeyi gerekli duruma getiren, yapılmasına sebep olan şeye gerekçe denir.237

Diğer eserlerde olduğu gibi tefsirlerde de yapılan izahatın doğruluğunu ifade etmek için o şeyi gerekli hale getiren veya yapılmasına sebep olan şeylerin zikredildiğini görmekteyiz. Müfessir Ebussuûd Efendi de ayetleri tefsir ederken verdiği anlamın isabetli olduğunu ortaya koymak veya ayetteki bir durumun zikrediliş sebebini açıklamak için yine Kur’an’dan başka ayetleri gerekçe olarak zikretmiştir. Örneğin:

Kim zerre kadar iyilik“ َف َم ْن يَ ْع َم ْل ِمثْ َقا َل ذَ َّرةٍ َخ ْي ًرا يَ َره ُ Zilzal Suresinin 99/7’nci

َو َم ْن يَ ْع َم ْل ِمثْ َقا َل ذَ َّرةٍ yapmışsa onu görür.” ayetinin saadetli insanlar için olduğunu, 8’inci

Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.” ayetinin ise bedbahtlar için“ َش ًّرا يَ َره ُ olduğunu, zira kâfirin yaptığı iyi amellerin de küfrü yüzünden heba olacağını ve büyük günahlardan sakınan mü’minin küçük günahlarının bağışlanacağını ifade eden

Ebussuûd Efendi, İbn Abbas’ın “Her Mü’min ve kafir, hayır olsun şer olsun, yaptığı ne amel varsa, mutlaka Allah, onu kendisine gösterecektir. Sonunda Allah, Mü’min’in günahlarını bağışlayacak ve sevaplarının da mükafatını verecektir. Kafire gelince gönlünde hasret yarası olması için Allah, onun sevaplarını reddedecek ve günahlarından dolayı da onu cezalandıracaktır.” şeklindeki sözünü naklettikten sonra, bazı alimlerin238 “Kafirin iyi ameli, onun cezasının azaltılmasında etkili olur.”

237 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 1, s. 1051. 238 Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Alî el-Beyhakî (ö. 458/1066) ve Ebü’l-Abbâs Nâsırüddîn Ahmed b. Muhammed b. Mansûr el-Cüzâmî el-Cerevî el-İskenderî (İbn’ül-Müneyyir) (ö. 683/1284) kafirin iyi amelinin, onun cezasının azaltılmasında etkili olacağı görüşüne sahip olan alimlerdendir. Konuyla ilgili

114

Onların yaptıkları her“ َو َق ِد ْمنَا إِ َلى َما َع ِملُوا ِم ْن َع َم ٍل َف َجعَ ْل َناهُ َه بَا ًء َم ْنثُو ًرا tarzındaki görüşlerini bir (iyi) işi ele alırız, onu saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (Furkan

25/23) ayetini gerekçe göstererek reddetmiştir.239 Görüldüğü gibi Müellif tefsiri yapılan ayetle ilgili alimlerce ileri sürülen farklı bir görüşün geçersiz olduğunu

Kur’an’ın başka bir ayetiyle gerekçelendirmiştir. Yani alimlerin tefsiri yapılan ayetle ilgili serdettikleri “Kafirin iyi ameli, onun cezasının azaltılmasında etkili olur.”

şeklindeki görüşlerinin reddedilmesinin gerekçesi müfesser konumdaki ayetin getirdiği “kafirlerin yaptıkları her bir işin ele alınıp onların her birinin değersiz hale getirileceğini” ifade eden hükümdür.

Ebussuûd Efendi, Zilzal Suresinin 99/7’nci ayetini, bu ayetten önce inmiş olan

Furkan Suresinin 25/23’üncü ayetiyle tefsir etmiştir. Ebussuûd Efendi’nin kaleme aldığı bu tefsir Kur’an’ın tamamının nüzulünden sonra kaleme alınmış bir tefsirdir.

Tabi ki Kur’an’ın tamamının ortada olduğu bir dönemde Kur’an ayetleri bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu temel prensipten hareketle, burada olduğu gibi ayetlerin ilişkilendirilme durumlarına göre önce inmiş bir ayetin sonra nazil olan bir ayeti tefsir edebileceğini söylemek oldukça makul bir söylem olur.

Bir başka misalde de Müellif, Kur’an, bizzat Peygamber’e (sav) indirildiği halde

size indirdik…” şeklinde …“ َوأَ ْن َز ْلنَا إِ َل ْي ُك ْم Nisa Suresinin 4/174’üncü ayetinde

إِ َّنا أَ ْن َز ْلنَا إِ َل ْي َك ا ْل ِكتَا َب بِا ْل َح ِِّق ِلتَ ْح ُك َم بَ ْي َن ال َّنا ِس ِب َما أَ َرا َك هللاُ َو َال تَ ُك ْن ِل ْل َخائِنِي َن ,zikredilmesinin gerekçesini

Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana“ َخ ِصي ًما

Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!” (Nisa 4/105) ayetini zikrederek açıklamıştır. Ona göre, burada Peygamber’in (sav) bizzat kendine değil, bilvasıta olan haline itibar edilmiştir. Bunun amacı da Allah’ın (cc) kullarına olan sonsuz lütfunu izhar etmek, onların mazeret beyanlarını ortadan kaldırmak ve Kur’an’ın onlara

ayrıntılı bilgi için bkz. Alusî, Şemsüddin Seyyid Mahmud (1270/1854), Ruhu’l-Meânî fî Tefsiri’l- Kur’ani’l-Azim ve’s-Seb’ı’l-Mesani, Beyrut, 1997, c. 3, s. 177; c. 30, s. 382. 239 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 9, s. 176; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5839.

115 ulaştığını şahadetle tespit etmek içindir.240 Görüldüğü gibi buradaki ilişkilendirme,

size indirdik…” ifadesinin …“ َوأَ ْن َز ْلنَا إِ َل ْي ُك ْم müfesser konumdaki ayette zikredilen gerekçesini ortaya koymak için yapılmıştır. Buna göre her ne kadar Kur’an, bizzat

Peygambere nazil olmuşsa da hedef onun şahsında veya onun vasıtasıyla bütün insanlardır.

2.9. Anlamı Netleştirme

Ebussuûd Efendi’nin tefsirinde, zaman zaman tefsir edilen bir ayetin anlamca netliğe kavuşturulması için bu ayetin, başka ayetlerle ilişkilendirildiğini görmek mümkündür.

َف َلنَ ْسأَ َل َّن الَّ ِذي َن أُ ْر ِس َل إِ َل ْي ِه ْم َو َلنَ ْسأَ َل َّن Örneğin, Ebussuûd Efendi, A’raf Suresinin 7/6’ncı

,And olsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız“ ا ْل ُم ْر َس ِلي َن peygamberlere de soracağız.” ayetinde geçen “sorguya çekme” konusunu açıklığa

Günahkârlardan günahları“ َوالَ يُ ْسأَ ُل َع ْن ذُنُوبِ ِه ُم ا ْل ُم ْج ِر ُمو َن ,kavuşturmak için bu ayeti sorulmaz.” (Kasas 28/78) ayetiyle ilişkilendirmiştir. Müellif, birinci ayetteki

“sorma”dan maksadın Allah’ın kafirleri takbih etmesi ve azarlaması, ikinci ayette

“sorma” ile kast edilenin ise bilgi edinme amacına yönelik bir sorma olduğunu ya da birincisinin hesap durağındaki sorma, ikincisinin ise azap durağındaki “sorma”yı (yani azap yerine gelindiğinde artık kendilerine bir şey sorulmayacaktır) ifade ettiğini

fiilinin anlamını netleştirmek istemiştir. Görüldüğü gibi َلنَ ْسأَ َل َّن söyleyerek241 buradaki

Müellif sözü edilen ayetler arasındaki ilişkiyi, belirsiz gibi görünen anlamın netleşmesi için kurmuştur.

Müfessir, burada, A’raf Suresinin 7/6’ncı ayetini tefsir etmek için bu ayetten sonra nazil olan Kasas Suresinin 28/78’inci ayetini kullanmıştır.

240 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 300; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s. 1533. 241 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 10; Ali Akın, a.g.e., c. 5, s. 2125.

116

َو َع َلى Başka bir örnekte de Müellif, Nahl Suresinin 16/118’inci ayetinde geçen

Sana anlattıklarımızı, daha önce, yahudi olanlara“ا َّل ِذي َن َهادُوا َح َّر ْمنَا َما َق َص ْصنَا َعلَ ْي َك ِم ْن َق ْب ُل

َو َع َلى ا َّل ِذي َن َهادُوا َح َّر ْمنَا ُك َّل ِذي da haram kılmıştık.” cümlesini, En’am Suresinin 6/146’ncı

ُظفُ ٍر َو ِم َن ا ْلبَ َق ِر َوا ْل َغنَ ِم َح َّر ْمنَا َع َل ْي ِه ْم ُش ُحو َم ُه َما إِالَّ َما َح َم َل ْت ُظ ُهو ُر ُه َما أَ ِو ا ْل َح َوايَا أَ ْو َما ا ْختَ َل َط بِ َع ْظ ٍم ذَ ِل َك َج َز ْينَا ُه ْم

Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve“ بِبَ ْغيِ ِه ْم َوإِ َّنا َل َصا ِدقُو َن davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.”

Biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine“ َو َما َظ َل ْمنَا ُه ْم َو َل ِك ْن َكانُوا أَ ْنفُ َس ُه ْم يَ ْظ ِل ُمو َن ,ayetiyle

َفبِ ُظ ْل ٍم ِم َن ا َّل ِذي َن َهادُوا َح َّر ْمنَا َع َل ْي ِه ْم zulmediyorlardı.” cümlesini ise Nisa Suresinin 4/160’ıncı

Yahudilerin zulmü sebebiyle kendilerine daha önce helal kılınmış“ َطيِِّبَا ٍت أُ ِح َّل ْت َل ُه ْم bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık.” ayetiyle açıklar.242 Açıklanan ayetin birinci cümlesinde Hz. Peygamber’e anlatılan şeylerin neler olduğu ayrıntılı olarak zikredilmediği için içerisinde bir belirsizlik barındıran anlam, En’am Suresinin

6/146’ncı ayetinde, “Yahudilere tırnaklı her hayvanların, sığırın, davarın sırtı, bağırsağı ve kemik yağları hariç, iç yağlarının da haram kılındığının” belirtilmesiyle netleşmiştir. Aynı şekilde, tefsiri yapılan ayetin ikinci cümlesindeki “Biz onlara zulmetmedik, onlar kendilerine zulmediyorlardı.” ifadesindeki zulmü konu edinen anlam da Nisa Suresinin 4/160’ıncı ayetinin zikredilmesiyle aydınlığa kavuşmuştur.

Zira ayette geçen haram kılınma olayının sebebi, bu ayette ifade edildiği üzere

Yahudilerin azgınlık göstermeleri ve yoldan çıkmaları yani zulümleridir. Bu yüzden kendilerine zulmetmişler ve belirtilen yiyecekler normalde helal olduğu halde kendilerine haram kılınmıştır.

Ey)“ َما َخ ْلقُ ُك ْم َوالَ بَ ْعثُ ُك ْم إِ َّال َك َن ْف ٍس َوا ِحدَةٍ إِ َّن هللاَ َس ِمي ٌع بَ ِصي ٌر Lokman Suresinin 31/28’inci insanlar!) Sizin yaratılmanız ve öldükten sonra tekrar diriltilmeniz, ancak bir tek

242 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 5, s. 165-166; Ali Akın, a.g.e., c. 8, s. 3562.

117 insanı yaratmak ve diriltmek gibidir. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” ayetiyle ilgili “Sizin hepinizin yaratılması ve diriltilmesi, kolaylık bakımından ancak bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Çünkü Allah’ın bir işi gerçekleştirmesi, onu diğer bir işten alıkoymaz. Zira hepsinin vücut bulması, onun zorunlu iradesinin zati kudretiyle beraber tecelli etmesine bağlıdır.” sözlerini sarf eden

Biz bir şeyin olmasını“ إِ َّن َما َق ْولُنَا ِل َش ْي ٍء إِذَا أَ َر ْدنَاهُ أَ ْن نَقُو َل َلهُ ُك ْن َفيَ ُكو ُن ,Ebussuûd Efendi istediğimiz zaman sözümüz sadece, ona, “ol” dememizdir. O da hemen oluverir.”

(Nahl 16/40) ayetinin de bu hakikati bildirdiğini ifade etmiştir.243 Açıklaması yapılan ayette mahlûkatın yaratılışının Allah için kolay bir fiil olduğuna işaret edilmektedir.

Yani, Allah Teâla nezdinde, bir kimsenin yaratılması ve tekrar diriltilmesi ile birçok kimsenin yaratılması ve yeniden diriltilmesi arasında bir fark yoktur; çünkü Allah için yaratma “ol” demekten ibarettir. Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman ona sadece

“ol” demesi yeterlidir. Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette asıl vurgulanmak istenen

Allah’ın güç ve kudretinin yüceliğidir. Açıklayıcı konumdaki ayet de birinci ayetteki söz konusu anlamı netleştirmek için zikredilmiştir. Böylelikle birinci ayetteki

“Allah’ın mahlûkatı yaratmasının kolaylığını” ifade eden anlam, ikinci ayette, “bütün yaratma vb. fiillerin tamamen Allah’ın “ol” emriyle gerçekleştiğinin” ifade edilmesiyle daha net hale getirilmiştir.

2.10. Kendi Görüşünü Destekleme

Ebussuûd Efendi, tefsirinde, muhtelif konularla ilgili kendi görüşünü serdettikten sonra bu görüşünü desteklemek için Kur’an’ın başka ayetlerini delil olarak getirmiştir. İrşad’ül-Akli’s-Selim’de buna dair çok sayıda misal bulmak mümkündür.

243 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 83; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4743.

118

Ancak biz burada, konuyu çok fazla uzatmamak adına bunlardan bir kaçını zikretmekle yetineceğiz.

َختَ َم هللاُ َع َلى قُلُوبِ ِه ْم َو َع َلى َس ْم ِع ِه ْم َو َع َلى Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/7’nci

.Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir“ أَ ْب َصا ِر ِه ْم ِغ َشا َوةٌ َو َل ُه ْم َعذَا ٌب َع ِظي ٌم

Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” ayetini tefsir ederken, kalp ve kulağın mühürlenmesiyle ilgili, kalp ve kulak idrakte ortak vasıf taşıdıklarından mühürleme hükmünün her ikisi için de kullanıldığını, önce kalbin zikredilmesinin nedeninin, iman etmemek konusunda kalbin asıllığını bildirmek olduğunu ifade etmiştir. Ona göre, “Kulak kalbe giden yoldur, şu halde kulağın mühürlenmesi kalbin de mühürlenmesi demektir.” düşüncesi geçerli değildir ve kalp, kulaktan ayrı ve bağımsız olarak mühürlenmiştir. Ebussuûd Efendi bu görüşünü

َو َل ْو َع ِل َم هللاُ فِي ِه ْم َخ ْي ًرا َألَ ْس َمعَ ُه ْم َو َل ْو أَ ْس َمعَ ُه ْم َلتَ َو َّل ْوا desteklemek için de Enfal Suresinin 8/23’üncü

Allah onlarda bir iyilik görseydi onlara işittirirdi. Onlara işittirmiş“ َو ُه ْم ُم ْع ِر ُضو َن olsaydı yine de yüz çevirirlerdi, zaten dönektirler.” ayetini zikretmiş ve bu ayetin kulak ve kalbin iman konusunda ayrı ayrı fonksiyonlarının olduğunu bildirdiğini söylemiştir.244 Buna göre Ebussuûd Efendi, “Kulak kalbe giden yoldur, şu halde kulağın mühürlenmesi kalbin de mühürlenmesi demektir.” şeklindeki düşüncenin aksine, kalbin ve kulağın ayrı ayrı mühürlendiğini belirten görüşünü, imanla ilgili olarak sadece kulağın fonksiyonundan bahseden ayetle desteklemiştir. Zira açıklayıcı konumdaki bu ayette Allah Teâla, “Allah onlarda bir iyilik görseydi onlara hissettirir ve işittirirdi.” dememiş, “Allah onlarda bir iyilik görseydi onlara işittirirdi.” diyerek sadece kulağın fiili olan işitme kelimesini kullanmıştır. Bu da imanla ilgi konularda kalp ve kulağın birbirinden bağımsız olduğunu ortaya koymaktadır.

244 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 51-52; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 99.

119

Müellif, Bakara Suresinin 2/7’nci ayetinin tefsirinde, bu ayetten sonra nazil olan

Enfal Suresinin 8/23’üncü ayetini kullanmıştır.

َوالَ تَ ْن ِك ُحوا ا ْل ُم ْش ِر َكا ِت َحتَّى يُ ْؤ ِم َّن Ebussuûd Efendi’ye göre, Bakara Suresinin 2/221’inci

َو َألَ َمةٌ ُم ْؤ ِمنَةٌ َخ ْي ٌر ِم ْن ُم ْش ِر َك ٍة َو َل ْو أَ ْع َجبَتْ ُك ْم َو َال تُ ْن ِك ُحوا ا ْل ُم ْش ِر ِكي َن َحتَّى يُ ْؤ ِمنُوا َو َل َع ْبدٌ ُم ْؤ ِم ٌن َخ ْي ٌر ِم ْن ُم ْش ِر ٍك َو َل ْو

Allah'a“ أَ ْع َجبَ ُك ْم أُو َلئِ َك يَ ْد ُعو َن إِ َلى ال َّنا ِر َو ََّّللاُ يَ ْد ُعو إِ َلى ا ْل َج َّن ِة َوا ْل َم ْغ ِف َرةِ بِإ ِ ْذنِ ِه َويُبَيِِّ ُن آيَاتِ ِه ِلل َّنا ِس َلعَ َّل ُه ْم يَتَذَ َّك ُرو َن ortak koşan kadınlarla onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin. İnanan bir cariye, hoşunuza gitse de ortak koşan bir kadından daha iyidir. İnanmalarına kadar; ortak koşan erkeklerle mümin kadınları evlendirmeyin. İnanan bir köle, hoşunuza gitmiş olsa da, ortak koşan bir erkekten daha iyidir. İşte onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle cennete ve mağfirete çağırır ve insanlara ibret alsınlar diye ayetlerini açıklar.”

Allah'a ortak koşan kadınlarla onlar“ َوالَ تَ ْن ِك ُحوا ا ْل ُم ْش ِر َكا ِت َحتَّى يُ ْؤ ِم َّن ayetinde yer alan imana gelinceye kadar evlenmeyin.” cümlesindeki Allah’a ortak koşan kadınlar

(müşrik kadınlar) kavramına Ehl-i Kitap kadınları da dahildir. Müellif bu görüşünü

َو َقا َل ِت ا ْليَ ُهودُ ُع َز ْي ٌر ا ْب ُن هللاِ َو َقا َل ِت ال َّن َصا َرى ا ْل َم ِسي ُح ا ْب ُن desteklemek için de Tevbe Suresinin 9/30

Yahudiler, Uzeyr“ هللاِ ذَ ِل َك َق ْولُ ُه ْم بِأَ ْف َوا ِه ِه ْم يُ َضا ِهئُو َن َق ْو َل ا َّل ِذي َن َك َف ُروا ِم ْن َق ْب ُل َقاتَ َل ُه ُم هللاُ أَ َّنى يُ ْؤ َف ُكو َن

Allah'ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla)

اتَّ َخذُوا أَ ْحبَا َر ُه ْم َو ُر ْهبَانَ ُه ْم أَ ْربَابًا ِم ْن دُو ِن هللاِ َوا ْل َم ِسي َح ا ْب َن َم ْريَ َم َو َما أُ ِم ُروا döndürülüyorlar!” ve 31’inci

Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini)“ إِالَّ ِليَ ْعبُدُوا إِ َل ًها َوا ِحدًا الَ إِ َلهَ إِالَّ ُه َو ُس ْب َحانَهُ َع َّما يُ ْش ِر ُكو َن

(hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” ayetlerini delil olarak zikretmiştir.245 Zira bu ayetler Yahudiler ve Hıristiyanların da Allah’a ortak koştuğunu

245 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 262-263; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 599-600.

120 ortaya koymaktadır. Bu sebeple birinci ayetteki “Allah’a ortak koşan kadınlar” ifadesinin içine açıklayıcı konumda zikredilen ayetteki Yahudi ve Hıristiyan kadınların da girdiği söylenebilir. Müellif de “Allah’a ortak koşan kadınlar” ifadesine

Yahudi ve Hıristiyan kadınların da dahil olabileceğini belirttikten sonra bu görüşünü desteklemek yani Yahudi ve Hıristiyan kadınların da müşrik kadınlardan olduğunu ortaya koymak için bu anlamdaki ayetleri şahit olarak getirmiştir. Çünkü Tevbe

Suresinin 9/30’uncu ayetindeki “Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler.

Hıristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah'ın oğludur dediler.” sözleriyle 31’inci ayetindeki“(Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) rabler edindiler.” ifadesi Yahudi ve

Hıristiyanların Allah’a ortak koştuklarını göstermektedir. Müellifin, Allah’a ortak koşan kadınlar kavramına, Yahudi ve Hıristiyan kadınların da dahil olabileceği görüşüne, bahse konu ayetlerdeki bu hükümden esinlenerek vardığı anlaşılmaktadır.

ْ يَا أَ ُّي َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا أَ ْن ِف ُقوا ِم َّما َر َز ْقنَا ُك ْم ِم ْن َق ْب ِل أَ ْن يَأتِ َي يَ ْو ٌم الَ بَ ْي ٌع فِي ِه َوالَ ُخ َّلة ٌ َوالَ ,Ebussuûd Efendi

Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve“ َش َفا َعةٌ َوا ْل َكافِ ُرو َن ُه ُم ال َّظا ِل ُمو َن hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.”

(Bakara 2/254) ayetinde geçen infak konusunu açıklarken, buradaki infakın, sonrasında gelen ceza tehdidinden dolayı vacip olan harcamalar yani zekat olduğu görüşünde bulunmuştur. Bu ayetteki infaktan kastın zekat olduğu açık olmadığı için

َو َو ْي ٌل ِل ْل ُم ْش ِر ِكي َن ا َّل ِذي َن الَ يُ ْؤتُو َن ال َّز َكاة َ de kendi görüşünü desteklemek için müfessir olarak

“Allah’a ortak koşanların vay hâline! Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir.” (Fussilet

41/6-7) ayetlerini getirmiştir. Ayrıca Müellif, bu görüşünü desteklemek için Ali İmran

فِي ِه آيَا ٌت بَ ِِّينَا ٌت َم َقا ُم إِ ْب َرا ِه ي َم َو َم ْن دَ َخ َلهُ َكا َن آ ِم ًنا َو ِ َّلِلِ َع َلى ال َّنا ِس ِح ُّج ا ْلبَ ْي ِت َم ِن ا ْستَ َطا َع Suresinin 3/97’inci

Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı“ إِ َل ْي ِه َسبِيالً َو َم ْن َك َف َر َفإِ َّن هللاَ َغنِ ٌّي َع ِن ا ْلعَا َل ِمي َن vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana Allah için

121

Kabe'yi haccetmesi gereklidir. Kim inkar ederse, bilsin ki; doğrusu Allah alemlerden

Kim inkar“ َو َم ْن َك َف َر müstağnidir.” ayetiyle de benzerlik ilişkisi kurarak bu ayette geçen ederse…” ifadesini “kim haccetmezse” şeklinde tevil edip, tefsiri yapılan (Bakara

”.İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir“ َوا ْل َكافِ ُرو َن ُه ُم ال َّظا ِل ُمو َن ayetteki (2/254 cümlesiyle ilişkilendirmiştir. Buna göre zekat vermeyenler, kendilerine ihsan edilmiş olan malı yerine harcamadıkları için zalimlerin ta kendileri olmuşlardır.246 Dolayısıyla

Müellif’in bu açıklamalarından, tefsirini yaptığı ayetle ilgili serdettiği görüşlerini desteklemek için Kur’an’ın başka ayetlerini delil olarak zikrettiği anlaşılmaktadır.

إِ َّن ُك ْم َلتَأْتُو َن ال ِِّر َجا َل َش ْه َوة ً ِم ْن Yine Ebussuûd Efendi’ye göre A’râf Suresinin 7/81’inci

Hakikaten siz kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere“ دُو ِن ال ِّنِ َسا ِء بَ ْل أَ ْنتُ ْم َق ْو ٌم ُم ْس ِرفُو َن yaklaşıyorsunuz. Hayır, siz haddi aşan bir toplumsunuz.” ayetinde şehvet kaydının zikredilmesinde, bu fiili işleyenleri yalnız hayvani duygularla vasıflandırmak ve

“akıllı insan için cinsel ilişkinin amacının, çocuk yetiştirmek ve nesli idame ettirmek olması gerektiği, şehveti tatmin etmek olmadığı” gerçeğine dikkat çekmek anlamı vardır. Ya da yine Müellife göre şehvet kaydının zikredilmesinden maksat, bu çirkin ve kötü fiili arzu etmelerinden dolayı onları azarlamak da olabilir. Ebussuûd Efendi ortaya koymuş olduğu bu görüşlerini desteklemek için açıklamasını yaptığı ayetin

kadınların yerine / kadınları bırakıp da” ifadesini delil = ِم ْن دُو ِن ال ِّنِ َسا ِء “ içerisindeki olarak zikretmiştir. Çünkü ona göre bu ifade, kendi görüşünde ortaya koyduğu mananın isabetliliğine işaret eder. Ayrıca Müfessir, mezkûr görüşünü desteklemek

O kadınlar sizin için daha temizdir.” (Hûd 11/78) ayetine yer“ ُه َّن أَ ْط َه ُر َل ُك ْم amacıyla vermiş ve bu ayetin, kendi görüşü olan “şehvet kaydının zikredilmesinden maksadın, bu çirkin ve kötü fiili arzu etmelerinden dolayı onları azarlamak olduğu” gerçeğini ifade ettiğini söylemiştir.247 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayetle

246 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 290-291; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 669-670. 247 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 280; Ali Akın, a.g.e., c. 5, s. 2219.

122 ilgili kendine özgü görüşler sergilemiş ve bu görüşlerini hem ayetin bizzat kendisinin bir bölümüyle hem de başka bir ayetle destekleyerek delillendirmiştir.

Ölçtüğünüzde“ َوأَ ْوفُوا ا ْل َك ْي َل إِذَا ِك ْلتُ ْم َو ِزنُوا بِا ْل ِق ْس َطا ِس ا ْل ُم ْستَ ِقي ِم ذَ ِل َك َخ ْي ٌر َوأَ ْح َس ُن تَأْ ِويال ً ,Müellif

ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.” (İsra 17/35) ayetindeki “ölçme” konusuyla ilgili, “Tastamam ölçme emri, müşteriye ölçme zamanı ile kayıtlandırılmış, çünkü eksik ölçme o zaman olabilir.

Satıcıdan satın almak üzere yaptığı ölçmede ise ölçüyü tam tutma emrine gerek yoktur, zira kendisi için ölçen kimsenin eksik ölçmesi düşünülemez.” şeklinde bir yorumda

ا َّل ِذي َن إِذَا bulunmuş ve bu görüşünü teyit etmek için de Mutaffifin Suresinin 83/2’nci

Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam“ ا ْكتَالُوا َع َلى ال َّنا ِس يَ ْستَ ْوفُو َن

ölçerler.” ayetini delil olarak getirmiştir.248 Çünkü Müfessirin tefsirini yaptığı ayet için dile getirdiği “ölçmeyi tam yapma emriyle kast edilenin, alıcının satıcıdan alırken kendisi için yaptığı ölçme değil de satıcının müşteri için yaptığı ölçme olduğunu” ifade eden görüşünü, bu ayet “ölçüde tartıda hile yapanlar insanlardan ölçüp aldıkları zaman tam ölçerler” diyerek desteklemektedir. Dolayısıyla bu da Ebussuûd Efendi’nin, bu ayetleri, birbiriyle, kendi görüşünü desteklemek için ilişkilendirdiğini göstermektedir.

2.11. Hükmü Açıklama

Kur’an-ı Kerim tefsirlerinde fıkhi değerlendirmelere de yer verildiğini biliyoruz.

Buna bağlı olarak Kur’an’ın tefsirini yapanlar yeri geldikçe fıkıhla ilgili -helallik, haramlık, mübahlık gibi- bir takım bilgilere de yer vermişlerdir.249 Ebussuûd

Efendi’nin de tefsirinde yer verdiği hüküm içerikli mezkur açıklamalarını Kur’an’ın başka ayetleriyle desteklediği görülmektedir. Örneğin:

248 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 5, s. 191-192; Ali Akın, a.g.e., c. 8, s. 3617. 249 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 147-148.

123

يَا أَ ُّي َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا ُكتِ َب َع َل ْي ُك ُم ا ْل ِق َصا ُص فِي Bakara Suresinin 2/178’inci ayetinde yer alan

Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size“ ا ْل َقت ْ َلى ا ْل ُح ُّر بِا ْل ُح ِِّر َوا ْلعَ ْبدُ بِا ْلعَ ْب ِد َواألُ ْنثَى بِاألُ ْنثَى kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir.” hükmüyle ilgili İmam Şafi ve İmam Malik’in görüşlerini ve dayandıkları delillerini zikrettikten sonra “köleyi öldüren hür hakkında da kısasın uygulanacağını”

َو َكتَ ْبنَا َع َل ْي ِه ْم ِفي َها أَ َّن ال َّن ْف َس بِال َّن ْف ِس ,ifade ederek Hanefi mezhebinin de görüşü olan bu hükmü

“Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık: Cana can, … kısas edilir.” (Maide 5/45) ayetini şahit getirerek desteklemiş ve bu görüşüne ve deliline dayanak olarak da

“Kur’an’da, bizden önceki ümmetlerin şeriati, zikredilmişse ve eğer onların neshedildiğine dair bir delalet yok ise bizim de şeriatimiz sayılır ve bizim onlarla amel etmemiz vacip olur. Bir de kısas, din ve yurdun korunmasındaki eşitliğe dayanır, bunda da hür ile köle eşittir.” ifadesine yer vermiştir.250 Bu değerlendirme hükümle ilgili olması bakımından fıkhi bir nitelik taşımaktadır. Benzer değerlendirmeler Hanefi

Mezhebi menşe’li Ahkam’ul-Kur’an kaynaklarında da bulunmaktadır251. Görüldüğü gibi Müellif, tefsiri yapılan ayetten çıkardığı “köleyi öldüren hür hakkında da kısasın uygulanacağı” hükmünü, kısasın, herhangi bir ayırım yapılmaksızın cana can yapılacağını belirten başka bir ayetle açıklamıştır.

الَ يَتَّ ِخ ِذ ا ْل ُم ْؤ ِمنُو َن ا ْل َكافِ ِري َن أَ ْو ِليَا َء ِم ْن دُو ِن ا ْل ُم ْؤ ِمنِي َن َو َم ْن يَ ْفعَ ْل ذَ ِل َك َف َل ْي َس ِم َن Bir başka örnekte de

Müminler, müminleri bırakıp“ هللاِ فِي َش ْي ٍء إِالَّ أَ ْن تَتَّقُوا ِم ْن ُه ْم تُ َقاةً َويُ َح ِذِّ ُر ُك ُم هللاُ َن ْف َسهُ َوإِ َلى هللاِ ا ْل َم ِصي ُر kafirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır. Allah sizi Kendisiyle korkutur, dönüş

Allah'adır.” (Ali İmran 3/28) ayetine göre, Müslümanların, akrabalık, cahiliye devrinden gelen bir dostluğun devamı ve yeni başlayan bir samimiyet ve muaşeret sebebiyle yalnız kafirleri veya mü'minlerle beraber kafirleri de dost edinmeleri

250 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 232-233; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 517-518. 251 Bkz. Ebû Bekr Ahmed b. Ali Er-Râzî El-Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, (thk. Muhammed Sadık Gamhâvî), Beyrut, 1992, c. 1, s. 164-169.

124 yasaklanmıştır. Kafirlerle dostluğun yasaklanması hükmünü içeren bu ayeti, Ebussuûd

,Ey İman edenler! Benim de düşmanım“ يَا أَيُّ َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا الَ تَتَّ ِخذُوا َعدُ ِِّوي َو َعدُ َّو ُك ْم أَ ْو ِليَا َء ,Efendi

يَا أَيُّ َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا الَ sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” (Mümtehine 60/1) ve

”.Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin“ تَتَّ ِخذُوا ا ْليَ ُهودَ َوال َّن َصا َرى أَ ْو ِليَا َء

(Maide 5/51) ayetleriyle ilişkilendirerek konuyla ilgili “Hulasa, mü’minlerin sevgisi de buğzu da ancak Allah için olmalıdır ya da bu ayetle yasaklanan mü’minlerin savaşta ve din işlerinde kafirlerden yardım istemeleridir. Bu ayet işaret eder ki, mü’minlerin dostluğu kafirlerin dostluğuna ihtiyaç bırakmaz.” şeklinde izahta bulunmuştur. Ona göre kim, mü’minleri bırakıp kafirleri dost edinirse, artık onun Allah ile olan dostluğuna dostluk denmez. Çünkü iki düşmanı dost edinmek pek mümkün olmaz.252

Görüldüğü gibi Müellif bu ayette yer alan “kafirleri dost edinmeme” meselesiyle ilgili hükmü, benzer hükümler içeren ayetleri şahit getirerek açıklamıştır.

َو ْلتَ ُك ْن ِم ْن ُك ْم أُ َّمةٌ يَ ْد ُعو َن إِ َلى ا ْل َخ ْي ِر َويَأْ ُم ُرو َن بِا ْل َم ْع ُرو ِف َو َي ْن َه ْو َن ,Bir diğer örnekte de Müellif

Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir“ َع ِن ا ْل ُم ْن َك ِر َوأُو َلئِ َك ُه ُم ا ْل ُم ْف ِل ُحو َن topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran 3/104) ayetindeki

“hayra çağırma” fiiliyle ilgili, “Bu fiil mü’minlerin bir kısmına isnad edildiği halde, hitabın bütün mü’minlere tevcih edilmesi, bu görevi bütün mü’minlere farz-ı kifaye kılmak içindir. Yani bu hayra çağırma görevi, bütün mü’minlere farzdır. Fakat bu öyle bir farzdır ki, bir kısım mü’minlerin bu görevi yapmasıyla farz, hepsinden sakıt olur.

Ancak hepsi bunu ihlal ettikleri zaman, hepsi günah işlemiş olur. Hulâsa, bu görevi yerine getirmek, fert fert her mü’min için kesin farz değildir.”253 şeklinde izahta

َو َما َكا َن bulunduktan sonra bu hükmün açıklamasında Tevbe Suresinin 9/122’nci

252 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 29; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 822-823. 253 Bu açıklıkta olmasa da buna benzer yorumlar önceki kaynakların bazılarında da yapılmıştır. Bkz. Ebu’l-Berekât Abdullah Bin Ahmed Bin Mahmud en-Nesefi, Medarikü't-Tenzi'l ve Hakaiku't-Te'vil, (thk. Yusuf Ali Bedyuy-Muhyiddin Dibmetu) Daru İbn Kesir, Beyrut, 2005, c. 1, s. 280; Ebu Abdillah Muhammed Bin Ahmed el-Ensari el-Kurtubî, El-Cami’ li’Ahkam’il-Kur’an, Daru Alem’il Kütüb, Riyad, 2003, c. 4, s. 165; Fahruddin er-Razi, a.g.e., c. 8, s. 181-183.

125

ا ْل ُم ْؤ ِمنُو َن ِليَ ْن ِف ُروا َكا َّفةً َف َل ْوالَ نَ َف َر ِم ْن ُك ِِّل فِ ْر َق ٍة ِم ْن ُه ْم َطائِ َفةٌ ِليَتَ َف َّق ُهوا فِي ال ِدِّي ِن َو ِليُ ْن ِذ ُروا َق ْو َم ُه ْم إِذَا َر َجعُوا إِ َل ْي ِه ْم َلعَ َّل ُه ْم

İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi“ يَ ْحذَ ُرو َن

öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler.” ayetini kullanmıştır. Ona göre açıklayıcı olarak zikrettiği ayet izahını yaptığı hususun gerçekliğini belirtir.

Bununla birlikte, Müellif buradaki hükmün açıklamasını yapmak için zikredilen ayet dışında başka ayetlere de yer vermiştir. Ona göre müfesser konumdaki ayette yer alan

,edatı, kısım, bölük, parça ifade eden “ba’zıyye” değil ِم ْن kelimesindeki ِم ْن ُك ْم

edatı beyan içindir. Bu durumda, ayetin ِم ْن beyaniye”dir. Başka bir deyişle buradaki“ anlamı “siz hayra çağıran bir ümmet olun” şeklinde olur. Nitekim Fetih Suresinin

O iman edip salih amel“ َو َعدَ هللاُ ا َّل ِذي َن آ َمنُوا َو َع ِملُوا ال َّصا ِل َحا ِت ِم ْن ُه ْم َم ْغ ِف َرةً َوأَ ْج ًرا َع ِظي ًما uncu’48/29

edatı da ِم ْن işleyenlere Allah, mağfiret ve büyük bir mükafat vadetmiştir.” ayetindeki bu anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla açıklanan ayetteki hitap bütün mü’minlere tevcih edilmiş ve böylelikle “hayra çağırma” görevi bütün mü’minlere farz-ı kifaye

ُك ْنتُ ْم َخ ْي َر أُ َّم ٍة أُ ْخ ِر َج ْت ِلل َّنا ِس تَأْ ُم ُرو َن بِا ْل َم ْع ُرو ِف َوتَ ْن َه ْو َن َع ِن ا ْل ُم ْن َك ِر kılınmıştır. Bir diğer ayette de

,Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder“ َوتُ ْؤ ِمنُو َن بِاهلل ِ kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” (Ali İmran 3/110) buyurulur. Ancak bu ayete göre de, hayra çağırmanın herkes için farz-ı ayn olması sonucu çıkmaz.

Nitekim cihad da farz-ı kifayedir. Oysa o da umumi hitap254 ile sabittir.255 Görüldüğü gibi Müfessir Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayetteki, Müslümanlar içinde, hayra

çağıran, emr-i bi’l-ma’rûf (iyiliği emretmek) ve nehy-i ani’l-münker (kötülükten alıkoymak) yapan bir toplumsal kontrol müessesesinin bulunmasının farz-ı kifâye

-Ey iman edenler, Allah'tan korkup“ يَا أَيُّ َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا اتَّقُوا هللاَ َوا ْبتَغُوا إِ َل ْي ِه ا ْل َو ِسي َلةَ َو َجا ِهدُوا فِي َسبِي ِل ِه َلعَ َّل ُك ْم تُ ْف ِل ُحو َن 254 sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa Hafif ve“ ا ْن ِف ُروا ِخ َفا ًفا َوثِ َقاالً َو َجا ِهدُوا بِأَ ْم َوا ِل ُك ْم َوأَ ْنفُ ِس ُك ْم فِي َسبِي ِل هللاِ ذَ ِل ُك ْم َخ ْي ٌر َل ُك ْم إِ ْن ُك ْنتُ ْم تَ ْع َل ُمو َن .(erersiniz. (Maide 5/35 ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe 9/41). 255 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 78; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 975-976.

126 olduğu hükmünü açıklamak için Tevbe Suresinin 9/122, Fetih Suresinin 48/29 ve Ali

İmran Suresinin 3/110’uncu ayetinden destek almıştır.

Müellif, burada, Ali İmran Suresinin 3/104’üncü ayetinin tefsirinde, aynı surede yer alan 3/110’uncu ayetiyle bu ayetten sonra inmiş olan Tevbe Suresinin 9/122 ve

Fetih Suresinin 48/29’uncu ayetlerini kullanmıştır.

َفإِذَا بَ َل ْغ َن أَ َج َل ُه َّن َفأَ ْم ِس ُكو ُه َّن بِ َم ْع ُرو ٍف أَ ْو Ebussuûd Efendi, Talak Suresinin 65/2’nci

َفا ِرقُو ُه َّن بِ َم ْع ُرو ٍف َوأَ ْش ِهدُوا ذَ َو ْي َع ْد ٍل ِم ْن ُك ْم َوأَقِي ُموا ال َّش َهادَةَ ِ َّلِلِ ذَ ِل ُك ْم يُو َع ُظ بِ ِه َم ْن َكا َن يُ ْؤ ِم ُن بِاهللِ َوا ْليَ ْو ِم اآل ِخ ِر

Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca, onları güzelce“ َو َم ْن يَتَّ ِق هللاَ يَ ْجعَ ْل َلهُ َم ْخ َر ًجا tutun, yahut onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki âdil kimseyi şahit tutun. Şahitliği

Allah için dosdoğru yapın. İşte bununla Allah’a ve ahiret gününe inanan kimselere

öğüt verilmektedir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar.” ayetiyle ilgili “Bu kadınlar, iddetlerinin sonuna yaklaştıklarında, hüsnü muaşeret ve uygun infak ile onlara müracaat edin veya haklarını vererek ve onlara zarar vermekten kaçınarak onlardan ayrılın, iddeti uzatmak için onlara müracaat edip de sonra boşanmak gibi yollara başvurmayın. Rücû veya ayrılma kararınızı bildirirken de ileride doğması muhtemel ihtilafları kesmek için iki adil şahit tutun. Ey şahitler!

Siz de lüzumu halinde şahitliği sırf Allah rızası için yapın.” şeklinde açıklamalar

َوأَ ْش ِهدُوا إِذَا تَبَا َي ْعتُ ْم yaptıktan sonra bu ayeti Bakara Suresinin 2/282’nci ayetinde yer alan

“Alım-satım yaparken şahit tutun…” ifadesiyle ilişkilendirmiş ve tefsirini yaptığı ayette geçen “iki şahit tutma” emrinin bu ayette olduğu gibi mendubiyet emri olduğunu belirtmiş, akabinde de İmam Şafiî’nin “Bu şahit tutma emri, rücu etmek takdirinde vücub ifade etmektedir.” görüşünü nakletmiştir. Müfessir, aynı ayetin (Talak 65/2) son

,Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa“ َو َم ْن َيتَّ ِق هللاَ يَ ْجعَ ْل َلهُ َم ْخ َر ًجا kısmında yer alan

Allah ona bir çıkış yolu açar.” cümlesinin, Allah’ın mezkur sınırlarını gözetmenin

Kim“ َو َم ْن يَتَعَدَّ ُحدُودَ هللاِ َف َق ْد َظ َل َم نَ ْف َسه ُ vücubunu, iyilik vaat ederek tekit ettiğini, nitekim

Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur.” (Talak 65/1) ayetinin de,

127 ceza tehdidiyle bu durumu teyid ettiğini ifade ederek konuyla ilgili “Yani kim

Allah’tan korkar da karısını sünnete uygun olarak boşarsa, iddeti içinde ona zarar vermezse, onu meskeninden çıkarmazsa ve şahit tutmak ile diğer hususlarda ihtiyatlı davranırsa, bu gibi hallerde eşlerde görülmesi muhtemel üzüntülerden, sıkıntılara düşmekten kurtulmak için Allah ona bir çıkış ihsan eder ve kendisine ferahlık verir.” demiştir.256 Bu örnekte de Ebussuûd Efendi’nin, tefsirinde yer verdiği hüküm içerikli mezkur açıklamalarını Kur’an’ın başka ayetleriyle desteklediği görülmektedir. Yani açıklamasını yaptığı birinci ayette geçen “iki şahit tutma” emriyle açıklayıcı konumdaki ikinci ayette yer alan “şahit tutma” emrinin her ikisinin de mendubiyet ifade ettiğini ve yine birinci ayette zikredilen “sınırları gözetmenin” vücubunu Talak

Suresinin 65/1’inci ayetindeki “Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur.” cümlesinin de teyit ettiğini belirtmek suretiyle bir ayette yer alan hükmü başka bir ayetle şahitlendirerek izah etmiştir.

2.12. Dolaylı Katkı Sağlama

Ebussuûd Efendi’nin, Kur’an’ı Kur’anla tefsir metodunu uygularken bazen, aralarında doğrudan bir ilişki bulunmayan ayetleri birbiriyle irtibatlandırdığını görmekteyiz. Bu durumda açıklayıcı konumda bulunan ayet, açıkladığı ayetin tefsirine dolaylı olarak katkı sağlamaktadır. Örneğin:

أَ َل ْم تَ َر إِ َلى ا َّل ِذي َن َخ َر ُجوا ِم ْن ِديَا ِر ِه ْم َو ُه ْم أُلُو ٌف َحذَ َر ا ْل َم ْو ِت َف َقا َل َل ُه ُم هللاُ ُموتُوا ثُ َّم أَ ْح يَا ُه ْم إِ َّن ,Müellif

Binlerce kişi oldukları hâlde, ölüm“ هللاَ َلذُو َف ْض ٍل َع َلى ال َّن ا ِس َو َل ِك َّن أَ ْكثَ َر ال َّنا ِس الَ يَ ْش ُك ُرو َن korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah, onlara “ölün” dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların

’Allah, onlara ‘ölün“ َف َقا َل َل ُه ُم هللاُ ُموتُوا çoğu şükretmezler.” (Bakara 2/243) ayetindeki

256 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 265; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5581.

128 dedi.” cümlesini tefsir ederken “Bu beyan, ya Allah’ın o insanların hepsinin ölümü için def’aten tecelli eden iradesinin bir ifadesi ya da bir amirin itaatli bir memura verdiği emir misali, hepsini bir tek kişi gibi en yakın zamanda ve en süratli şekilde

إِ َّن َما أَ ْم ُرهُ إِذَا أَ َرادَ َش ْيئًا أَ ْن يَقُو َل َلهُ ُك ْن َفيَ ُكو ُن öldürmesine bir temsildir.” yorumunu yapmış ve

“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.” (Yasin 36/82) ayetini de müfessir konumda zikretmiştir.257 Görüldüğü gibi

Allah, onlara ‘ölün’ dedi.” cümlesiyle“ َف َقا َل َل ُه ُم هللاُ ُموتُوا açıklaması yapılan ayette geçen

,Bir şeyi dilediği zaman“ إِ َّن َما أَ ْم ُرهُ إِذَا أَ َرادَ َش ْيئًا أَ ْن يَقُو َل َلهُ ُك ْن َفيَ ُكو ُن açıklayıcı olarak zikredilen

O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.” ayeti arasında doğrudan bir ilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu ilişkilendirmede Ebussuûd Efendi, birinci ayette vurgulanmak istenen “Allah’ın irade buyurduğu bir şeyin gerçekleşmesinin kesinliği” konusuna ikinci ayeti zikretmek suretiyle dolaylı olarak katkı sağlamıştır.

قُ ْل يَا أَ ْه َل ا ْل ِكتَا ِب تَعَا َل ْوا إِ َلى َك ِل َم ٍة َس َوا ٍء بَ ْي نَنَا َوبَ ْينَ ُك ْم أَالَّ نَ ْعبُدَ إِالَّ هللاَ َوالَ نُ ْش ِر َك بِ ِه َش ْيئًا ,Yine Müellif

!De ki: "Ey Kitap ehli“ َوالَ يَتَّ ِخذَ بَ ْع ُضنَا َب ْع ًضا أَ ْربَابًا ِم ْن دُو ِن هللاِ َفإِ ْن تَ َو َّل ْوا َفقُولُوا ا ْش َهدُوا بِأَ َّنا ُم ْس ِل ُمو َن

Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin". Eğer yüz

çevirirlerse: "Bizim müslüman olduğumuza şahid olun" deyin. (Ali İmran 3/64)

اتَّ َخذُوا أَ ْحبَا َر ُه ْم َو ُر ْهبَانَ ُه ْم أَ ْربَابًا ِم ْن ayetini, aralarında doğrudan bir ilişki olmamasına rağmen

Onlar Allah'ı“ دُو ِن هللاِ َوا ْل َم ِسي َح ا ْب َن َم ْريَ َم َو َما أُ ِم ُروا إِالَّ ِليَ ْعبُدُوا إِ َل ًها َوا ِحدًا الَ إِ َلهَ إِالَّ ُه َو ُس ْب َحانَه ُ َع َّما يُ ْش ِر ُكو َن bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler.

Oysa tek Tanrı'dan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe 9/31) ayetiyle tefsir etmiştir.

Ebussuûd Efendi, birinci ayetle ilgili gerekli açıklamayı yaptıktan sonra ikinci ayeti

257 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 280; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 644.

129 zikrederek bu ayetin nüzulünden sonra Adiyy b. Hâtim (öl. 688) ile Peygamberimiz arasındaki şu diyaloğu aktarmıştır. Adiyy b. Hâtim, Peygamberimize (sav) “Ya

Resulallah biz o rahiplere tapmıyorduk ki…” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz sordu: “Pekiyi, bir şeyin helal veya haram olduğunu onlar sizin için tespit etmiyorlar mıydı ve siz de onların bu sözlerini tutmuyor muydunuz? Adiyy: “Evet öyle” dedi.

Peygamberimiz de “İşte o budur” buyurdu.258 Görüldüğü gibi Müellif ayetler arasında

َوالَ َيتَّ ِخذَ بَ ْع ُضنَا َب ْع ًضا أَ ْربَابًا ِم ْن doğrudan bir bağlantı olmadığı halde tefsiri yapılan ayetteki

Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek…” cümlesiyle açıklayıcı“ دُو ِن هللا ِ

Onlar Allah'ı bırakıp“ اتَّ َخذُوا أَ ْحبَا َر ُه ْم َو ُر ْهبَانَ ُه ْم أَ ْربَابًا ِم ْن دُو ِن هللا ِ konumdaki ayette yer alan hahamlarını, papazlarını … rableri olarak kabul ettiler.” cümlesinden hareketle bu ayetler arasında ilişkilendirme yaparak tefsirini yaptığı ayetin açıklamasına dolaylı olarak katkı sağlamıştır.

Ebussuûd Efendi, bu örnekte de Ali İmran Suresinin 3/64’üncü ayetini, bu ayetten sonra inmiş olan Tevbe Suresinin 9/31’inci ayetiyle ilişkilendirmiştir.

Kıyametin kopacağı gün, işte o gün mü’minler ve“ َويَ ْو َم تَقُو ُم ال َّسا َعةُ يَ ْو َمئِ ٍذ َيتَ َف َّرقُو َن

İşte“ = َي ْو َمئِ ٍذ َيتَ َف َّر ُقو َن kâfirler birbirinden ayrılacaklardır.” (Rûm 30/14) ayetinde geçen o gün mü’minler ve kâfirler birbirinden ayrılacaklardır.” cümlesi Ebussuûd Efendi’ye göre kıyametin korkunçluğunu bildirmek içindir. Bu ifade tarzıyla işaret ediliyor ki, bu ayrılma kıyamet gününün bir aşamasında gerçekleşecektir. Bu aşamada mahşer yerindeki insanlar, mü’minler ve kafirler olmak üzere iki fırkaya ayrılacaklardır.

Müellif, tefsirini yaptığı ayetle ilgili bu açıklamaları yaptıktan sonra sözü edilen ayetle

َف ِري ٌق فِي ا ْل َج َّن ِة َو َف ِري ٌق فِي doğrudan bir ilgisi olmayan Şûrâ Suresinin 42/7’nci ayetindeki

”.İnsanların bir takımı cennete, bir takımı da çılgın alevli cehenneme girer“ ال َّس ِعير cümlesini açıklayıcı konumda zikretmiştir.259 Görüldüğü gibi tefsiri yapılan ayetle

258 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 55-56; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 891-892. 259 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 60; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4694.

130 tefsir edici mahiyetteki ayet arasında ilk bakışta doğrudan bir ilişki mevcut değildir.

Müellif birinci ayetteki “mü’minler ve kafirlerin birbirlerinden ayrılacağı” ve ikinci ayetteki “insanların bir takımının cennette bir takımının da cemennemde olacağı” ifadelerini birleştirmek suretiyle mü’minlerin cennette, kafirlerin ise cehennemde olacağı gerçeğinden yola çıkarak bu ayetleri birbiriyle irtibatlandırmıştır. Böylelikle

Ebussuûd Efendi, önce nazil olan müfessir konumdaki Şûrâ Suresindeki 42/7’nci ayetiyle, sonra nazil olan Rûm Suresinin 30/14’üncü ayetinin anlaşılmasına dolaylı yoldan katkı sağlamıştır.

2.13. Zorlamalı İlişkilendirme

Ebussuûd Efendi’nin, bazen, aralarında doğrudan veya dolaylı bir ilgi bulunmadığı halde bazı ayetleri birbiriyle ilişkilendirdiği görülmektedir. Bu durumda tefsiri yapılan ayetle açıklayıcı konumdaki ayet arasında zorlama bir ilişki kurulmuş olmaktadır. Müellif, bunu da ayetler arasında kendince kurduğu bir bağdan hareketle yapmaktadır. Bu konuda İrşad’ül-Akli’s-Selim’de çok sayıda örnek görmek mümkündür. Biz burada bunlardan bir kaçını zikretmekle iktifa edeceğiz.

يُ َخا ِد ُعو َن هللاَ َوا َّل ِذي َن آ َمنُوا َو َما يَ ْخدَ ُعو َن إِالَّ Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/9’uncu

Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece“ أَ ْنفُ َس ُه ْم َو َما َي ْشعُ ُرو َن

يُ َخا ِد ُعو َن هللا َ kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.” ayetindeki aldatmanın

şeklinde Allah’a nispet edilmesini farklı şekillerde yorumlamış ve “Bu nispet akli ve mecazidir. Resulullah’a (sav) nispet edilmesi gereken şey, Allah’a nispet edilmiştir.”

إِ َّن الَّ ِذي َن يُبَايِعُونَ َك إ ِ َّن َما يُبَا ِيعُو َن هللاَ يَدُ هللاِ َف ْو َق şeklindeki yorumunu, Fetih Suresinin 48/10’uncu

Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin“ أَ ْي ِدي ِه ْم َ Kim“ َم ْن يُ ِطعِ ال َّر ُسو َل َف َق ْد أ َطا َع هللا َ… üzerindedir…” ve Nisa Suresinin 4/80’inci peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur…” ayetleriyle, “Aldatmanın önce

Allah’a sonra müminlere nispet edilmesi müminlerle Allah arasındaki özel bağların

131 kuvvetine işaret etmek içindir.” şeklindeki yorumunu ise Ahzap Suresinin 33/57’nci

Şüphesiz Allah ve Resûlünü incitenlere…” ve Tevbe“ إِ َّن ا َّل ِذي َن يُ ْؤذُو َن هللا َ َو َر ُسو َله ُ…

Allah ve Resûlü’nü razı etmeleri…“… َو ََّّللاُ َو َر ُسولُهُ أَ َح ُّق أَ ْن يُ ْر ُضوه ُ… Suresinin 9/62’nci daha önceliklidir.” ayetleriyle ilişkilendirmiştir.260 Ebussuûd Efendi, bu ayetin tefsirini yaparken, bu ayetle, yaptığı yorumlara şahit olarak getirdiği ayetler arasında doğrudan bir bağlantı olmamasına rağmen müfesser konumdaki ayeti daha anlaşılır hale getirme çabasıyla zorlamalı bir ilişkilendirme yapmıştır.

Müellif, Bakara Suresinin 2/9’uncu ayetini, bu ayetten sonra nazil olan Fetih

Suresinin 48/10, Nisa Suresinin 4/80, Ahzap Suresinin 33/57 ve Tevbe Suresinin

9/62’nci ayetleriyle tefsir etmiştir.

َوالَ تَ ْجعَلُوا هللاَ ُع ْر َضةً ألَ ْي َمانِ ُك ْم أَ ْن تَبَ ُّروا َوتَتَّ ُقوا َوتُ ْص ِل ُحوا ,Başka bir örnekte Ebussuûd Efendi

İyilik etmemek, takvaya sarılmamak, insanlar arasını ıslah“ بَ ْي َن ال َّنا ِس َو ََّّللاُ َس ِمي ٌع َع ِلي ٌم etmemek yolundaki yeminlerinize Allah’ı siper yapmayın. Allah, hakkıyla işitendir,

Yemin“ َوالَ تُ ِط ْع ُك َّل َح َّال ٍف َم ِهي ٍن ,hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/224) ayetini tefsir ederken edip duran kimseye sakın boyun eğme.” (Nûn/Kalem 68/10) ayetini kullanmıştır.

Burada, tefsiri yapılan ayetin, “iyilik etmenize, kötülükten sakınmanıza ve insanların arasını bulmanıza” kısmı yasaklanan yeminlerin konusunu açıklamaktadır. Buna göre, bu ayetin manası, Allah’ı iyiliklerinize, takvanıza ve insanlar arasındaki uyuşmazlıkları ıslaha engel yapmayın, bunları yapmayacağınıza Allah’a yemin etmeyin, yahut bunları yapmayacağınıza Allah’a yemin etmek suretiyle bu hayırlı işlerin önünü tıkamayın, yahut lüzumsuz yeminlerle Allah’ı yeminlerinize alet etmeyin, demektir.261 Dolayısıyla açıklaması yapılan ayette muhatap Müslümanlardır ve konu da yasaklanan yeminlerdir. Yani bu ayette (Bakara 2/224) Müslümanlara, yemin ederek hayırlı işlerin önünü tıkamamaları emredilmektedir. Açıklayıcı

260 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 55-56; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 106-107. 261 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 265; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 606-607.

132 konumdaki ayette ise muhatap Hz. Peygamberdir ve konu da müşriklerle mücadele bağlamında onların genel karakterleridir. Yani bu ayetle (Nûn/Kalem 68/10) devamında gelen ayetlerde müşriklerin kötü hasletlerinden bahsedilerek Peygambere, onlara itaat etmemesi emrediliyor. Bu sebeple burada ayetin asıl vermek istediği mesaj, yeminle ilgili değildir. Yemin, kötü hasletler içerisinde sayılan hususlardan sadece biridir. Burada ayetin anlamını genel olarak ele aldığımızda ayetin konusunun yemin olmadığını görmekteyiz. Bundan dolayı bu örnekte, konu farklıdır ve bu ilişkilendirme tefsir eylemine tefsir değeri olarak birinci dereceden bir katkı

kelimeleri arasında أَ ْي َما ِن ile َح َّال ٍف sağlamamıştır. Başka bir deyişle, bu ayetlerde sadece kurulan anlam ilişkisi tefsir nokta-i nazarından çok da bir değer taşımamıştır. Netice itibariyle verilen bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere bu ayetler arasında zorlama bir ilişki kurulmuştur.

ُه َو ا َّل ِذي أَ ْن َز َل َع َل ْي َك ا ْل ِكتَا َب ِم ْنهُ آيَا ٌت Ebussuûd Efendi, Âli İmran Suresinin 3/7’nci

ُم ْح َك َما ٌت ُه َّن أُ ُّم ا ْل ِكتَا ِب َوأُ َخ ُر ُمتَ َشابِ َها ٌت َفأَ َّما ا َّل ِذي َن فِي قُلُوبِ ِه ْم َز ْي ٌغ َفيَتَّ ِبعُو َن َما تَ َشابَهَ ِم ْنهُ ا ْب ِت َغا َء ا ْل ِفتْنَ ِة َوا ْبتِ َغا َء تَأْ ِوي ِل ِه

Sana“ َو َما يَ ْع َل ُم تَأْ ِوي َلهُ إِالَّ هللاُ َوال َّرا ِس ُخو َن فِي ا ْل ِع ْل ِم يَقُولُو َن آ َم َّنا بِ ِه ُك ٌّل ِم ْن ِع ْن ِد َربِِّنَا َو َم ا يَذَّ َّك ُر إِالَّ أُولُو األَ ْلبَا ِب

Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın temeli olan kesin anlamlı ayetler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlıdırlar. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: "Ona inandık, hepsi

Rabbimiz'in katındandır" derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür.” ayeti hakkında birtakım izahatta bulunduktan sonra “Bu ayet-i kerimenin makabli ile bağlantısı,

إِ َّن َما ا ْل َم ِسي ُح ِعي َسى ا ْب ُن َم ْريَ َم َر ُسو ُل هللاِ َو َك ِل َمتُهُ أَ ْل َقا َها إِ َلى ,Hıristiyanların Hz. İsa (as) hakkındaki

Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e“ َم ْريَ َم َو ُرو ٌح ِم ْنهُ ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur.” (Nisa 4/171)

إِ َّن ,ayetini delil göstermek teşebbüsüne icmali bir cevap olmasıdır. Mufassal cevap ise

Şüphesiz Allah katında (yaratılışları“ َمثَ َل ِعي َسى ِع ْندَ هللاِ َك َمثَ ِل آدَ َم َخ َل َقهُ ِم ْن تُ َرا ٍب ثُ َّم َقا َل َلهُ ُك ْن َفيَ ُكو ُن

133 bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.” (Âli İmran 3/59) ayeti ile gelecektir.” şeklinde bir açıklama yapar.262 Ancak tefsiri yapılan ayetin öncesiyle irtibatına ve

Hıristiyanların Hz. İsa hakkındaki söylemlerine cevap kabilinden olan mezkur ayetlere bakıldığında, bunların aralarında doğrudan bir ilişki bulunmadığı görülmektedir. Öyle ki Âli İmran Suresinin 3/7’nci ayetinden önceki ayetlerde Allah’ın (cc) yüceliğinden ve tabiri caizse onun özelliklerinden bahsedilmektedir. Bahse konu ayette de yine bu meyanda bir anlatımdan sonra Kur’an ayetlerinin bazı özelliklerine yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere bu ayet öncesine icmali veya mufassal bir cevap niteliği taşımamaktadır. Müfessir konumdaki ayetlere gelince, bu ayetlerin durumu ise açıklaması yapılan ayetin durumundan farklıdır. Yani aralarında doğrudan ilişki kurmayı gerektiren bir bağ bulunmamaktadır. Dolayısıyla burada zorlamayla kurulmaya çalışılan bir ilişkilendirme söz konusudur.

َل ِك ِن ال َّر ُسو ُل َوا َّل ِذي َن آ َمنُوا َمعَهُ َجا َهدُوا بِأَ ْم َوا ِل ِه ْم َوأَ ْنفُ ِس ِه ْم َوأُو َلئِ َك َل ُه ُم ا ْل َخ ْي َرا ُت ,Ebussuûd Efendi

Fakat peygamber ve beraberindeki mü’minler, mallarıyla, canlarıyla“ َوأُو َلئِ َك ُه ُم ا ْل ُم ْف ِل ُحو َن cihat ettiler. Bütün hayırlar işte bunlarındır. İşte bunlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Tevbe/Berâe 9/88) ayetini, “Rasulullah (sav) ve onunla beraber Allah’a ve onun katından gelen hakikatlere iman edenler, mallarıyla canlarıyla cihat ettiler.

Münafıklar evlerinde oturmak için izin istemek suretiyle cihattan açıkça yüz çevirdiler, imandan açıkça yüz çevirmemiş olsalar bile, aslında Allah’a da imanları yoktu.

Onlardan hayırlı, niyet ve itikatları halis olan mü’minler ise malları ve canlarıyla cihad ettiler.” şeklinde tefsir etmiş ve bu ayeti, aralarında doğrudan veya dolaylı olarak hiçbir

َفإِ ْن يَ ْكفُ ْر بِ َها َه ُؤالَ ِء şekilde bir bağ bulunmayan En’am Suresinin 6/89’uncu ayetinde geçen

Eğer onlar (kâfirler) bunları inkâr ederse şüphesiz“ َف َق ْد َو َّك ْلنَا بِ َها َق ْو ًما َل ْي ُسوا بِ َها بِ َكافِ ِري َن

262 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 13; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 782.

134 yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz.” ifadesiyle ilişkilendirmiştir.263

Müellif, burada, ifade tarzı açısından iki ayetin birbirine benzediğinden bahisle bu ilişkiyi kurmuştur. Ama söz konusu ayetler hem metinsel hem de anlamsal açıdan incelendiğinde buradaki ilişkinin zorlamayla kurulmuş bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü birinci ayette peygamber ve mü’minlerin, canlarıyla ve mallarıyla cihat etmelerinden ve bütün hayırların onların olduğundan bahsedilmiş, açıklayıcı konumdaki ayette ise Allah’ın kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiği kimseleri tanımayıp inkâr ederlerin yerine onları inkâr etmeyecek olan bir kavmin getirileceği hususu anlatılmıştır.

هللاُ ا َّل ِذي َخ َل َق ُك ْم ِم ْن َض ْع ٍف ثُ َّم َجعَ َل Bir diğer misalde Müellif, Rûm Suresinin 30/54’üncü

,Sizi güçsüz yaratan“ ِم ْن بَ ْع ِد َض ْع ٍف قُ َّوةً ثُ َّم َجعَ َل ِم ْن بَ ْع ِد قُ َّوةٍ َض ْع ًفا َو َش ْيبَةً يَ ْخلُ ُق َما يَ َشا ُء َو ُه َو ا ْلعَ ِلي ُم ا ْل َق ِد ي ُر sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret

Sizi güçsüz yaratan“ = هللاُ ا َّل ِذي َخ َل َق ُك ْم ِم ْن َض ْع ٍف sahibidir.” ayetini tefsir ederken bu ayetin

Allah’tır.” cümlesiyle ilgili “Allah, ilkin sizi güçsüz yaratmıştır, sizin esasınızı

يُ ِريدُ هللاُ أَ ْن يُ َخ ِِّف َف َع ْن ُك ْم َو ُخ ِل َق güçsüzlük kılmıştır.” dedikten sonra Nisa Suresinin 4/28’inci

Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf“ ا ِإل ْن َسا ُن َض ِعي ًفا yaratılmıştır.” ayetine yer vermiş ve akabinde “Yani sizi zayıf bir asıl olan yahut ruhlar bedeninize girdiğinde size güç vermiştir, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve ihtiyarlık vermiştir.” şeklinde bir tahlil yapmıştır.264 Görüldüğü gibi açıklaması yapılan ayette asıl konu insan hayatının evreleri, açıklayıcı konumdaki ayette ise asıl konu insanın varlık itibariyle zayıflığıdır. Yani birinci ayette (Rûm 30/54) insanın cenin ve çocukluk dönemindeki zayıflık ve çaresizliğinden, gençlik evresindeki güçlülüğünden ve ihtiyarladığı zamanki zayıflık ve güçsüzlüğünden bahsedilerek

263 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 104; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2653. 264 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 73; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4721.

135 insan hayatının bu aşamalarına ve bunların hepsinin Allah’ın kudretinin eseri olduğuna işaret edilmiştir. İkinci ayette ise insanın yapısal yönden zayıflığına ve bundan dolayı

Allah’ın yükümlülüklerini hafifleteceğine dikkat çekilmiştir. Bu sebeple açıklaması yapılan ayette asıl verilmek istenilen mesaj, insanın varlık itibariyle zayıflığı değildir.

Burada zayıflık, güçlülüğün karşıtı olduğu için zikredilen bir durum olarak karşımıza

çıkmaktadır. Dolayısıyla ayetlerin anlamı genel olarak ele alındığında konularının farklı olduğu ortadadır. Bundan dolayı bu ilişkilendirmenin zorlamayla yapıldığı ve buna bağlı olarak açıklaması yapılan ayetin tefsirine gereken katkıyı sağlamadığı görülmektedir.

Ebussuûd Efendi, Rûm Suresinin 30/54’üncü ayetinin tefsirinde, bu ayetten sonra inmiş olan Nisa Suresinin 4/28’inci ayetini kullanmıştır.

2.14. Ayetleri İlişkilendirme

Değişik zamanlarda muhtelif sebepler üzerine inmiş olsa da genel olarak Kur’an ayetleri arasında bir irtibat ve ilişki bulunmaktadır.265 Ayetler arasındaki bu ilişki aynı sûre içerisinde birbirini izleyen ayetler arasında olduğu gibi farklı surelerde bulunan ayetler arasında da olabilmektedir. Ebussuûd Efendi’nin, İrşad’ül-Akli’s-Selim’de, aralarında irtibat ve ilişki bulunan ayetleri birbiriyle ilişkilendirdiğini görmekteyiz.

Örneğin:

َل َق ْد َس ِم َع هللاُ َق ْو َل ا َّل ِذي َن َقالُوا إِ َّن هللاَ َف ِقي ٌر َونَ ْح ُن أَ ْغنِيَا ُء َسنَ ْكتُ ُب َما Ali İmran Suresinin 3/181’inci

And olsun ki, Allah: "Allah fakir; biz“ َقالُوا َو َقت ْ َل ُه ُم األَ ْنبِيَا َء بِ َغ ْي ِر َح ٍِّق َو َنقُو ُل ذُوقُوا َعذَا َب ا ْل َح ِري ِق zenginiz" diyenlerin sözünü işitmiştir. Dediklerini ve haksız yere peygamberleri

إِ َّن öldürdüklerini elbette yazacağız, "Yakıcı azabı tadın" diyeceğiz.” ayetinde geçen

َم ْن Allah fakir; biz zenginiz" cümlesini Bakara Suresinin 2/245’inci" هللاَ َف ِقي ٌر َونَ ْح ُن أَ ْغنِيَا ُء

265 İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., 204; Muhsin Demirci, a.g.e., s. 198.

136

Kim Allah’a güzel bir borç verecek?” ayetiyle ilişkilendirmiş“ ذَا ا َّل ِذي يُ ْق ِر ُض هللاَ َق ْر ًضا َح َس ًنا ve açıklamasını yaptığı ayetin nüzul sebebiyle ilgili “Peygamber (sav) Beni Kaynuka

Yahudilerine Ebubekir ile bir mektup gönderdi. Bu mektupta onları İslam’a, namaz kılmaya, zekat vermeye ve karz-ı hasene davet etti. Bu daveti duyan Yahudi alimi

Fensah: Gerçekten Allah fakirmiş ki, bizden borç istiyor, dedi. Bunun üzerine

Ebubekir (ra) onun suratına bir tokat indirdi ve bizimle sizin aranızda bir muahede olmasaydı muhakkak senin boynunu vururdum, dedi. Fensah da Resulullah’a gelip kendi söylediklerini inkar ederek Ebubekir’i şikayet etti. İşte bunun üzerine bu ayeti kerime nazil oldu.” şeklinde bir açıklama yapmak suretiyle ayetler arasındaki irtibatı

إِ َّن ,nüzul sebebi açısından da ortaya koymuştur. Müellifin belirttiğine göre Yahudiler

Kim“ َم ْن ذَا ا َّل ِذي يُ ْق ِر ُض هللاَ َق ْر ًضا َح َس ًنا ,Allah fakir; biz zenginiz" sözünü" هللاَ َف ِقي ٌر َونَ ْح ُن أَ ْغنِيَا ُء

Allah’a güzel bir borç verecek?” ayetinin nazil olduğunu duyduktan sonra sarfetmişlerdir. 266 Dolayısıyla her ne kadar farklı surelerde yer alsalar da zikredilen bu iki ayet arasında bir yakınlık ve irtibat bulunmaktadır ve ilişkilendirme de ayetler arasındaki bu münasebetten dolayı yapılmıştır.

ُح ِِّر َم ْت َع َل ْي ُك ُم ا ْل َم ْيتَةُ َوالدَّ ُم َو َل ْح ُم ا ْل ِخ ْن ِزي ِر َو َما Ebussuûd Efendi, Maide Suresinin 5/3’üncü

أُ ِه َّل ِل َغ ْي ِر هللاِ بِ ِه َوا ْل ُم ْن َخنِ َقةُ َوا ْل َم ْوقُوذَةُ َوا ْل ُمتَ َر ِدِّيَةُ َوال َّن ِطي َحةُ َو َما أَ َك َل ال َّسبُ ُع إِال َّ َما ذَ َّك ْيتُ ْم َو َما ذُبِ َح َع َلى ال ُّن ُص ِب َوأَ ْن

تَ ْستَ ْق ِس ُموا ب ِاألَ ْزالَ ِم ذَ ِل ُك ْم فِ ْس ٌق ا ْليَ ْو َم يَئِ َس ا َّل ِذي َن َك َف ُروا ِم ْن ِدينِ ُك ْم َفالَ تَ ْخ َش ْو ُه ْم َوا ْخ َش ْو ِن ا ْليَ ْو َم أَ ْك َم ْل ُت َل ُك ْم ِدينَ ُك ْم َوأَ ْت َم ْم ُت

,Leş“ َع َل ْي ُك ْم نِ ْع َمتِي َو َر ِضي ُت َل ُك ُم ا ِإل ْسالَ َم ِدي ًنا َف َم ِن ا ْض ُط َّر فِي َم ْخ َم َص ٍة َغ ْي َر ُمتَ َجانِ ٍف ِإلثْ ٍم َفإِ َّن هللاَ َغفُو ٌر َر ِحي ٌم kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler, -canları çıkmadan önce kesmemişseniz, boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları- dikili taşlar üzerine boğazlananlar ile fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fasıklıktır. Bugün, inkar edenler sizi dininizden etmekten umutlarını

266 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 139; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1111-1112.

137 kesmişlerdir, onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim,

üzerinize olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslam'ı beğendim. Açlıktan darda kalan, günaha kaymaksızın yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır, merhametli

”.Üzerinize olan nimetimi tamamladım“ َوأَ ْت َم ْم ُت َع َل ْي ُك ْم ِن ْع َمتِي olandır.” ayetinde yer alan cümlesini “Bu gün ben, Mekke’nin fethiyle, oraya güven içinde ve galipler olarak girmenizle, cahiliye adetlerini yıkmakla, müşriklerin haccını ve çıplak olarak Kabe tavafını yasaklamakla, dini hükümleri ikmal etmekle, hidayet ve tevfik ile üzerinizdeki nimetimi tamamladım.” diyerek tefsir ettikten sonra ayette geçen bu ifadenin, Bakara

َو ِم ْن َح ْي ُث َخ َر ْج َت َف َو ِِّل َو ْج َه َك َش ْط َر ا ْل َم ْس ِج ِد ا ْل َح َرا ِم َو َح ْي ُث َما ُك ْنتُ ْم َف َو ُّلوا ُو ُجو َه ُك ْم Suresinin 2/150’nci

َش ْط َرهُ ِلئَ َّال َي ُكو َن ِلل َّنا ِس َع َل ْي ُك ْم ُح َّج ةٌ إِالَّ ا َّل ِذي َن َظ َل ُموا ِم ْن ُه ْم َفالَ تَ ْخ َش ْو ُه ْم َوا ْخ َش ْونِي َوألُتِ َّم نِ ْع َمتِي َع َل ْي ُك ْم َو َلعَ َّل ُك ْم تَ ْهتَدُو َن

“Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın.

Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz.”

Size olan nimetimi tamamlayayım.” sözüyle yapılan“ َوألُتِ َّم نِ ْع َم ِتي َع َل ْي ُك ْم ayetinde yer alan vaadin yerine getirildiğine işaret ettiğini söylemiştir.267 Böylece Müellif, farklı olaylar

üzerine nazil olmuş olsa da iki ayet arasında bir irtibat ve ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Öyle ki bir ayette Allah tarafından vaadedilen bir husus, başka bir ayette bu vaadin yerine getirildiğini ifade eder tarzda geçmiştir. Dolayısıyla farklı surelerde yer alsa da aynı konudan bahsedilmesi sebebiyle aralarında bir ilişki bulunmaktadır.

Firavun, halkını“ َوأَ َض َّل فِ ْر َع ْو ُن َق ْو َمهُ َو َما َهدَى Yine, Tâ-Hâ Suresinin 20/79’uncu saptırdı, zaten o kavmini hiç doğru yola iletmedi.” ayetinin tefsirinde, bu ayetle zıt bir

”.Ben, sizi ancak doğru yola götürüyorum“ َو َما أَ ْه ِدي ُك ْم إِالَّ َسبِي َل ال َّر َشا ِد anlama sahip olan

(Mü’min 40/29) ayetine yer vermiştir. Ona göre, Firavun’un açıklayıcı olarak

267 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 11; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s. 1555.

138 zikredilen ayetteki “Ben, sizi ancak doğru yola götürüyorum.” sözünden dolayı birinci ayette bir nevi onunla alay edilmiştir. Zira bir insan için hidayeti nefyetmek, kısmen hidayete ulaştırma imkanına sahip olduğu şeklinde tasavvur edilebilir. Bu ise Firavun hakkında ancak istihza olarak tasavvur olunabilir.268 Görüldüğü gibi Müellif burada, tefsirini yaptığı ayeti daha anlaşılır kılabilmek için bu ayetle münasebeti bulunan diğer

zaten o kavmini hiç doğru“ َو َما َهدَى bir ayeti zikretmiştir. Çünkü birinci ayette geçen

Ben, sizi“ َو َما أَ ْه ِدي ُك ْم إِالَّ َس ِبي َل ال َّر َشا ِد yola iletmedi” kelamı, Firavun’un, ikinci ayette geçen ancak doğru yola götürüyorum.” sözünden dolayı onunla bir nevi alay etmek anlamını ifade etmektedir.

Ebussuûd Efendi, Tâ-Hâ Suresinin 20/79’uncu ayetini, bu ayetten sonra nazil olan Mü’min Suresinin 40/29’uncu ayetiyle tefsir etmiştir.

َو َل ْو ِشئْنَا َآلتَ ْينَا ُك َّل نَ ْف ٍس ُهدَا َها َو َل ِك ْن َح َّق ا ْل َق ْو ُل ِم ِّنِي Müfessir, Secde Suresinin 32/13’üncü

Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat“ َألَ ْم َألَ َّن َج َه َّن َم ِم َن ا ْل ِج َّن ِة َوال َّنا ِس أَ ْج َم ِعي َن benim, “Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım” sözüm gerçekleşecektir.” ayetinin tefsirini şu şekilde yapmıştır: yani eğer biz, iyi olsun kötü olsun, herkese, kendisini mutlaka imana ve salih amele hidayet edecek vesileler vermeyi bilfiil dileseydik, biz onu, kazanç yurdu olan dünyada mutlaka verirdik ve

} َقا َل َفبِ ِع َّزتِ َك َألُ ْغ ِويَ َّن ُه ْم bunu ceza ve mükâfat yurdu olan ahirete tehir etmezdik. Fakat

أَ ْج َم ِعي َن{}إِالَّ ِعبَادَ َك ِم ْن ُه ُم ا ْل ُم ْخ َل ِصي َن{} َقا َل َفا ْل َح ُّق َوا ْل َح َّق أَقُو ُل{} َألَ ْم َألَ َّن َج َه َّن َم ِم ْن َك َو ِم َّم ْن تَبِعَ َك ِم ْن ُه ْم أَ ْج َم ِعي َن{

“İblis, Senin mutlak kudretine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım, dedi. Allah, şöyle dedi: İşte bu gerçektir. Ben de gerçeği söylüyorum: Andolsun, cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.” (Sâd 38/82-85) ayetlerinde belirtilen İblis’in sözüne karşı bu vaat benden sadır olmuştur.269 Tefsiri yapılan ayetle tefsir eden ayetler arasındaki irtibat

268 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 6, s. 37; Ali Akın, a.g.e., c. 9, s. 3968. 269 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 92; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4763.

139 birinde belirtilen hususun diğerinde ifade edilene istinaden söylenmiş olmasıdır. Yani birinci ayetteki “Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım.” sözünün sadır olmasının nedeni, açıklayıcı konumdaki ayetlerde geçen İblis’in “Senin mutlak kudretine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım.” sözüdür. Dolayısıyla Müellif, bu ayetleri, farklı surelerde yer alsalar da aralarında bulunan irtibat ve ilişkiden dolayı birbiriyle ilişkilendirmiştir.

2.15. Mantık Yürütme

Mantık sözcüğü Arapça olup “konuşma” anlamına gelen nutk’tan türetilmiştir.

“Nutuk” sözcüğü de eski Yunanca’da hem “akıl” hem de “konuşma (söz)” anlamına gelen “logos”un karşılığıdır. Buna göre mantık, “düşünme veya konuşma bilgisi” anlamında Arapça’ya, Arapça’dan da Türkçe’ye girmiştir.270 Mantık bilimi, “mantıklı düşünme”nin kural ve yasalarını ortaya koyan bir disiplindir. Mantıklı düşünme ise doğru ve tutarlı düşünme demektir. Doğru ve tutarlı düşünme de akıl yürütmenin akıl prensipleri denen ilkelere uygun olmasıyla mümkün olur.271 “Doğru ve düzgün düşünme, mantıklı düşünme” denilen düşünme biçimini konu edinen ve felsefenin bir disiplini olarak benimsenen mantık’a islam dünyasında “ilm-i mizan” ve “ilm-i alet” adları verilmiştir.272

Sürekli bir bilgi arayışında olan insanoğlu varoluşundan bu yana doğru bilgiye ulaşmak için doğru düşünme aracı olarak aklını kullanmıştır. Öyle ki bazen içinden

çıkılmaz gibi görünen meseleler bile doğru ve tutarlı düşünmeyi gerektiren mantık yürütme sayesinde çözüme kavuşturulabilmektedir. Kur’an ayetleri arasında da yer yer

270 İbrahim Emiroğlu, Klasik Mantığa Giriş, Elis Yayınları, Ankara 2009, s. 11; İbn Manzur, a.g.e., c. 10, s. 354. 271 İbrahim Emiroğlu, a.g.e., s. 13. 272 Necip Taylan, Mantık, Tarihçesi-Problemleri, M.Ü.İ.F. Vakfı Yayınları, İstanbul 1996, s. 9.

140 akıl yürütme sayesinde doğru sonuca ulaşılabilen ayetleri görmek mümkündür.

Ebussuûd Efendi de bu özellikteki ayetleri tefsir ederken mantık yürütmeyi bir açıklama biçimi olarak kullanmış ve ayetler arasındaki ilişkilendirmeyi de buna göre yapmıştır. Örneğin:

أَ ْو َكا َّل ِذي َم َّر َع َلى قَ ْريَ ٍة َو ِه َي َخا ِويَةٌ َعلَى ُع ُرو ِش َها َقا َل أَ َّنى يُ ْحيِي Bakara Suresinin 2/259’uncu

َه ِذ ِه هللاُ بَ ْعدَ َم ْوتِ َها َفأَ َماتَهُ هللاُ ِمئَةَ َعا ٍم ثُ َّم بَعَثَهُ َقا َل َك ْم َلبِثْ َت َقا َل َلبِثْ ُت يَ ْو ًما أَ ْو بَ ْع َض يَ ْو ٍم َقا َل بَ ْل َلبِثْ َت ِمئَةَ َعا ٍم َفا ْن ُظ ْر

إِ َلى َطعَا ِم َك َو َش َرابِ َك َل ْم َيتَ َس َّن ْه َوا ْن ُظ ْر إِ َلى ِح َما ِر َك َو ِلنَ ْجعَ َل َك آيَةً ِلل َّنا ِس َوا ْن ُظ ْر إِ َلى ا ْل ِع َظ ا ِم َك ْي َف ُن ْن ِش ُز َها ثُ َّم نَ ْك ُسو َها

Yahut altı üstüne gelmiş (ıpıssız duran) bir“ َل ْح ًما َف َل َّما تَبَيَّ َن َلهُ َقا َل أَ ْع َل ُم أَ َّن هللاَ َع َلى ُك ِِّل َش ْي ٍء َق ِدي ٌر

şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti ve ona sordu: “Ne kadar (ölü) kaldın?” O, “Bir gün veya bir günden daha az kaldım” diye cevap verdi. Allah, şöyle dedi: “Hayır, yüz sene kaldın. Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! (Böyle yapmamız) seni insanlara ibret belgesi kılmamız içindir. (Eşeğin) kemikler(in)e de bak, nasıl onları bir araya getiriyor, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca, şöyle dedi: “Şimdi, biliyorum ki; şüphesiz Allah’ın

Kendisine bütün bunlar apaçık“ َف َل َّما تَبَيَّ َن َله ُ gücü her şeye hakkıyla yeter.” ayetindeki belli olunca…” ifadesiyle ilgili Ebussuûd Efendi, bunun, “bakılması emredilen,

öldükten sonra diriltilme keyfiyetinin bütün unsurlarıyla delalet ettiği kendisince

”bak“ َوا ْن ُظ ْر anlaşılınca…” demek olduğunu ve bu cümlenin, öncesinde bulunan emrinin gerektirdiği mukadder bir cümleye matuf kılınarak “o da bakınca ve bütün

َقا َل bunlar kendisince anlaşılınca…” anlamının ortaya çıktığını söylemiş ve bu ayetle

Allah tarafından“ ا َّل ِذي ِع ْندَهُ ِع ْل ٌم ِم َن ا ْل ِكتَا ِب أَنَا آتِي َك بِ ِه َق ْب َل أَ ْن يَ ْرتَدَّ إِ َل ْي َك َط ْرفُ َك فَ َل َّما َرآهُ ُم ْستَ ِق ًّرا ِع ْندَه ُ verilmiş bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi.

(Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce…” (Neml

َف َل َّما تَبَيَّ َن َله ُ ayeti arasında mantıksal bir bağ kurmuştur. Çünkü tefsiri yapılan (27/40

141

“Kendisine bütün bunlar apaçık belli olunca…” ifadesini, açıklayıcı konumdaki ayetteki manayla doğrudan ilişkilendirmek pek mümkün görünmektedir. Ancak

bak” emrinin gerektirdiği mukadder“ َوا ْن ُظ ْر Müellif bu cümlenin, öncesinde bulunan bir cümleye matuf olduğunu, bu mukadder cümlenin hazfedilmesinin nedeninin, onun zikrine ihtiyaç bulunmayacak kadar açık bir hakikat olması ve bir de tefsir eden ayette olduğu gibi hadisenin süratle gerçekleştiğini zımnen bildirmek olduğunu söylemek suretiyle akıl yürüterek bu ayetler arasında bir ilişki kurmuştur. 273 Başka bir deyişle, bu ayetler arasında bilginin ıyanî olarak oluşması bakımından bir ilişki vardır. Bu ilişki de akıl yürütülerek kurulabilecek bir ilişkidir. Ebussuûd Efendi de söz konusu ayetler birbirleriyle doğrudan irtibatlandırılabilir özellikte olmadığı için ayetler arasında akıl yürüterek bir sonuca ulaşmıştır.

َو َقا َل ا َّل ِذي َن َك َف ُروا ِل َّل ِذي َن آ َمنُوا اتَّبِعُوا َسبِي َلنَا Ebussuûd Efendi, Ankebut Suresinin 29/12’nci

:İnkar edenler inananlara“ َو ْلنَ ْح ِم ْل َخ َطايَا ُك ْم َو َما ُه ْم بِ َحا ِم ِلي َن ِم ْن َخ َطايَا ُه ْم ِم ْن َش ْي ٍء إِ َّن ُه ْم َل َكا ِذبُو َن

"Bizim yolumuza uyun da sizin günahlarınızı biz taşıyalım" derler. Oysa onların günahlarından hiçbirini yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalan

Şüphesiz onlar kesinlikle yalan = إِ َّن ُه ْم َل َكا ِذبُو َن “ söylemektedirler.” ayetinde yer alan söylemektedirler.” cümlesiyle ilgili “Nitekim onlar, günahlarını yüklenmeyi vaad etmek zımnında vaad ettiklerini gerçekleştirmeye muktedir olduklarını haber vermişlerdir. Zira yalan, sarf edilen sözler itibariyle hasıl olduğu gibi mefhumun gereği olan husus itibariyle de hasıl olmaktadır.” şeklinde mantıksal bir çıkarımda

َو َع َّل َم آدَ َم األَ ْس َما َء bulunduktan sonra tefsirini yaptığı bu ayeti Bakara Suresinin 2/31’inci

Allah, Âdem’e bütün“ ُك َّل َها ثُ َّم َع َر َض ُه ْم َع َلى ا ْل َمالَئ ِ َك ِة َف َقا َل أَ ْنبِئُونِي بِأَ ْس َما ِء َه ُؤالَ ِء ِإ ْن ُك ْنتُ ْم َصا ِدقِي َن varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin, dedi.” ayetinde geçen

273 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 299; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 691.

142

Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların“= أ َ ْنبِئُونِي بِأَ ْس َما ِء َه ُؤ َال ِء إِ ْن ُك ْنتُ ْم َصا ِدقِي َن isimlerini bildirin.” cümlesiyle ilişkilendirmiştir.274 Burada görüldüğü üzere normal

şartlarda aralarında ilişki kurulan ayetler arasında doğrudan bir bağ bulunmamaktadır.

Ancak Ebussuûd Efendi, açıklanan ayetin ilgili kısmı hakkında mantık yürüterek bir açıklama yapmış ve ayetler arasında bu yolla bağ kurmuştur.

Müellif, bu örnekte, Ankebut Suresinin 29/12’nci ayetinin tefsirinde, bu ayetten sonra nazil olan Bakara Suresinin 2/31’inci ayetini kullanmıştır.

2.16. Maksûdu Belirleme

Maksûd kelimesi sözlükte “kastedilen şey” manasına gelmektedir.275 Her dilde olduğu gibi Arap dilinde de zaman zaman genel bir ifadeyle zikredilen bir kelimenin, geçmişe yönelik bir yaşanmışlığı ve bu yönde işaret ettiği bir manası bulunabilmektedir. Buna bağlı olarak bazen sarf edilen bir sözle neyin kast edildiği doğrudan anlaşılamamaktadır. Aynı şekilde Kur’an ayetleri ya da ayetler içerisinde yer alan kelimeler arasında, yer yer kendisiyle neyin kast edildiği anlaşılamayan ayetle ya da ayet içerisinde bir kelimeyle karşılaşmak mümkündür. Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayetin anlaşılır olmasını sağlamak için bu özellikteki ayetlerle, ilgili ayetler arasında bağ kurmuş ve tefsirini yaptığı ayetteki anlaşılmazlığı bu şekilde açıklığa kavuşturmuştur. Örneğin:

Mehir“ َوالَ ُجنَا َح َع َل ْي ُك ْم ف ِي َما تَ َرا َض ْيتُ ْم بِ ِه ِم ْن بَ ْع ِد ا ْل َف ِري َض ِة Ali İmran Suresinin 4/24’üncü belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur.” ifadesindeki uzlaşmadan kastın, “Mehrin takdirinden sonra kadının, mehrinin bir kısmını kocasına bağışlaması veya tamamından onu ibra etmesi” olduğunu beyan

َوآتُوا ال ِّنِ َسا َء َصدُ َقاتِ ِه َّن ,ettikten sonra ayetteki bu belirsizliği ortadan kaldırmak için bu ayeti

274 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 38; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4643. 275 İlhan Ayverdi, a.g.e., c. 2, s. 1946.

143

(Kadınlara mehirlerini (bir görev olarak“ نِ ْح َلةً َفإِ ْن ِط ْب َن َل ُك ْم َع ْن َش ْي ٍء ِم ْنهُ نَ ْف ًسا َف ُكلُوهُ َه ِنيئًا َم ِريئًا gönül hoşluğuyla verin. Eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa,

َوإِ ْن َط َّل ْقتُ ُمو ُه َّن ِم ْن َق ْب ِل أَ ْن تَ َم ُّسو ُه َّن َو َق ْد َف َر ْضتُ ْم َل ُه َّن َف ِري َضةً onu da afiyetle yiyin.” (Nisa 4/4) ve

َفنِ ْص ُف َما َف َر ْضتُ ْم إِالَّ أَ ْن يَ ْعفُو َن أَ ْو يَ ْع ُف َو ا َّل ِذي بِيَ ِد ِه ُع ْقدَةُ ال ِّنِ َكاحِ َوأَ ْن تَ ْعفُوا أَ ْق َر ُب ِللتَّ ْق َوى َوالَ تَ ْن َس ُوا ا ْل َف ْض َل بَ ْينَ ُك ْم إِ َّن

Eğer onlara mehir biçer de el sürmeden onları boşarsanız, kendileri“ هللاَ بِ َما تَ ْع َملُو َن بَ ِصي ٌر veya nikah akdi elinde olan erkeğin bağışlaması hali müstesna biçtiğinizin yarısını verin, bağışlamanız Allah'tan sakınmaya daha uygundur. Aranızdaki iyiliği unutmayın. Allah şüphesiz işlediklerinizi görür.” (Bakara 2/237) ayetleriyle ilişkilendirmiştir.276 Müfessirin bu ayetler arasında kurduğu anlamsal ilişki sayesinde

ile kast edilen husus anlaşılır hale َما daki’ ِفي َما açıklaması yapılan ayette yer alan gelmiştir. Çünkü açıklanan ayetteki karı ile koca arasındaki uzlaşma/anlaşma konusunun ne olduğu hususunda bir belirsizlik/kapalılık bulunmaktaydı. Açıklayıcı konumdaki ayetler, tefsiri yapılan ayetteki uzlaşmadan kastın “bağışlama” olduğunu

nın’ َما ortaya koymak suretiyle bu belirsizliği ortadan kaldırarak ayette geçen maksudunu ortaya koymuştur.

Ebussuûd Efendi, burada, Ali İmran Suresinin 4/24’üncü ayetini tefsir etmek için bu ayetten sonra nazil olan Nisa Suresinin 4/4’üncü ayetiyle, bu ayetten önce inmiş olan Bakara Suresinin 2/237’nci ayetini kullanmıştır.

Bu, bütün“ َهذَا بَيَا ٌن ِلل َّنا ِس َو ُهدًى َو َم ْو ِع َظةٌ ِل ْل ُمتَّ ِقي َن Yine Ali İmran Suresinin 3/138’inci insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.” ayetinde

َق ْد َخ َل ْت ِم ْن َق ْب ِل ُك ْم ُسنَ ٌن َف ِسي ُروا فِي األَ ْر ِض َفا ْن ُظروا َك ْي َف َكا َن َعاقِبَةُ ا ْل ُم َك ِذِّبِي َن bu” sıfatı = َهذَا“ yer alan

“Sizden önce nice (milletler hakkında) ilâhî kanunlar gelip geçmiştir. Onun için, yeryüzünde gezin dolaşın da (Allah'ın âyetlerini) yalan sayanların âkıbeti ne olmuş, görün!” (Âli İmran 3/138) ayetinde belirtilen hakikate işaret eder. Burada insanlardan

276 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 190; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1233.

144 maksat, hakkı yalanlayanlardır. O anlatılanlar, onların içinde bulunduğu, tekzib halinin kötü sonucudur. Zira ayetteki gezip bakma emri, her ne kadar mü’minlere ait ise de onun gereğini yapmak, belli bir dini topluluğa mahsus ve münhasır değildir. Bu itibarla mezkur ayet, insanları kendilerinden önceki yalancı ve yalanlayıcıların akıbetlerine bakmaya ve tarihi kalıntılarından ibret almaya sevkeder.277 Görüldüğü gibi tefsiri

.bu” sıfatı ile neyin kast edildiği doğrudan anlaşılamamaktadır = َهذَا“ yapılan ayetteki

Müellif, tefsirini yaptığı bu ayetin daha anlaşılır olmasını sağlamak için buradaki maksudun ne olduğunu Kur’an’ın başka bir ayetini zikretmek suretiyle izah etmiştir.

bu” sıfatıyla, müfessir konumdaki ayette geçen “Sizden önceki = َهذَا“ Buna göre milletlerin başından nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” şeklindeki hakikat kast edilmektedir. Dolayısıyla buradaki bilinmezlik veya belirsizlik yine Kur’an’ın başka bir ayetiyle anlaşılır hale getirilmiştir.

َو َما َكا َن ا ْستِ ْغ َفا ُر إِ ْب َرا ِهي َم ألَ ِبي ِه إِالَّ َع ْن َم ْو ِعدَةٍ َو َعدَ َها إِيَّاهُ َف َل َّما تَبَيَّ َن َلهُ أَ َّنهُ َعد ُ ٌّو ِ َّلِلِ تَبَ َّرأَ ِم ْنهُ إِ َّن إِ ْب َرا ِهي َم َألَ َّواهٌ

İbrahim'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var“ َح ِلي ٌم ki, onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki

İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe/Berâe 9/114) ayetinde geçen

verdiği söz” ifadeleriyle neyin kast edildiği açık = َم ْو ِعدَةٍ َو َعدَ َها“ af dileme” ve = ا ْستِ ْغ َفا ُر “ bir şekilde anlaşılamamaktadır. Ebussuûd Efendi, İbrahim’in (as) babası için mağfiret

Babamı da“ َوا ْغ ِف ْر ألَبِي إِ َّنهُ َكا َن ِم َن ال َّضا ِِّلي َن dilemesinden kastın Şuara Suresinin 26/86’ncı bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır.” ayetinde geçen husus olduğunu beyan eder. Ona göre bu kelam, geçen hükmü açıklar ve İbrahim’in (as), zahire göre ilahi emre muhalefet gibi görünen fiilini izah eder. Yani İbrahim’in babası Azer’e mağfiret dilemesi, başka bir sebepten değil ancak babasına verdiği sözden dolayı idi.

277 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 102; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1033.

145

İbrahim’in (as) babasına verdiği sözle neyin kast edildiğini de Müellif, Mümtehine

,İbrahim’in, babasına“ َق ْو َل إِ ْب َرا ِهي َم ألَبِي ِه َألَ ْستَ ْغ ِف َر َّن َل َك Suresinin 60/4’üncü ayetinde geçen senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim, sözü …” ve Meryem Suresinin 19/47’nci

”.Senin için Rabbimden mutlaka af dileyeceğim“ َسأَ ْستَ ْغ ِف ُر َل َك َربِِّي ayetinde geçen cümleleriyle anlaşılır hale getirmiştir.278 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette belirsiz durumda olan yani kendisinden neyin kast edildiği anlaşılamayan konu, Şâri tarafından

Kur’an’ın başka ayetleriyle açıklığa kavulturulmuş, Ebussuûd Efendi de ilgili ayetleri bu ayetin tefsirinde zikretmek suretiyle tefsirini yaptığı ayeti “maksûdu belirleme” açıklama biçimini kullanarak izah etmiştir.

َويَ ْستَ ْع ِجلُونَ َك بِا ْلعَذَا ِب َو َل ْوالَ أَ َج ٌل ُم َس ًّمى َل َجا َء ُه ُم ا ْلعَذَا ُب َو َليَأْتِيَ َّن ُه ْم Ankebût Suresinin 29/53’üncü

(Senden azabın çabucak gelmesini istiyorlar. (Hikmet gereği“ بَ ْغتَةً َو ُه ْم الَ يَ ْشعُ ُرو َن belirlenmiş bir süre olmasaydı, azap onlara mutlaka gelirdi. Onlar farkında

= يَ ْستَ ْع ِجلُو َن َك بِا ْلعَذَا ِب değillerken kendilerine ansızın elbette gelecektir.” ayetinde geçen

“Senden azabın çabucak gelmesini istiyorlar.” ifadesiyle neyin kast edildiği bu ayetin içeriğinden anlaşılmamaktadır. Ebussuûd Efendi, bu ifadedeki maksudu belirlemek

َويَ ُقولُو َن َمتَى َهذَا ا ْل َو ْعدُ إِ ْن ُك ْنتُ ْم için mezkur ayetin tefsirinde Yunus Suresinin 10/48’inci

,Bu iddiada samimi iseniz, bu azabın gerçekleşmesi ne zamandır? söyle“ َصا ِدقِي َن

َوإِ ْذ َقالُوا ال َّل ُه َّم إِ ْن َكا َن َهذَا ُه َو ا ْل َح َّق ِم ْن ِع ْن ِد َك َفأَ ْم ِط ْر derler.” ayetiyle Enfal Suresinin 8/32’nci

Hani (o kâfirler) bir zaman da: Ey Allah'ım! Eğer“ َع َل ْينَا ِح َجا َرةً ِم َن ال َّس َما ِء أَ ِو ائْتِنَا ِبعَذَا ٍب أَ ِلي ٍم bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi.” ayetine yer vermiştir.279 Yani kafirler açıklayıcı konumdaki bu ayetlerde yer alan “Bu azabın gerçekleşmesi ne zamandır?” ve “Üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir!” sözleriyle o azabın çabuk gerçekleşmesini istiyorlardı. Dolayısıyla Müellif tefsirini yaptığı ayetteki

278 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 4, s. 123; 170; 175; Ali Akın, a.g.e., c. 6, s. 2703. 279 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 50-51; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4678.

146

“azabın çabucak gelmesini isteme” ifadesiyle neyin kast edildiğini ilgili ayetleri zikretmek suretiyle vuzuha kavuşturmuş ve bu ifadedeki maksudu belirlemek suretiyle ayeti anlaşılır hale getirmiştir.

147

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

EBUSSUÛD EFENDİ’NİN KUR’AN’I KUR’AN’LA TEFSİRİNDE

KULLANDIĞI YARDIMCI UNSURLAR

Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsirinde, ayetlerin ilişkilendirilmesine konu olan bir takım tali, yani ikincil konumlu öğeler bulunmaktadır. Bazen tefsiri yapılacak ayetin müfessir konumda zikredilecek ayetle doğrudan bir ilişkisi olmayıp, dil veya metinsel bağlam gibi yardımcı öğelerle irtibat sağlanmaktadır.

Ebussuûd Efendi de Kur’ân’ı bir bütünlük içerisinde açıklayabilmek için sarf- nahiv gibi dilsel araçlardan, kıraat farklılıklarından, esbab-ı nüzul gibi tarihsel araçlardan ve siyak-sibak gibi metinsel bağlamdan yardımcı bir unsur olarak yararlanmıştır.

3.1. Dilsel Araçlar

Kur’an’ın gereği gibi anlaşılmasında dilin çok önemli bir araç olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Zira tefsirin en önemli kaynaklarından biri de dil unsurudur. Kur’an

Arapça bir dil ile indirildiği280 için Kur’an’ı tefsir etmek isteyenlerin Arap diline vukufiyeti oldukça iyi derecede olmalıdır. Aksi takdirde Kur’an tefsirine yönelik yaptığı açıklamaların ve çıkardığı hükümlerin Kur’an’ın anlatmak istediği hakikatlere uygun olduğu söylenemez.

Müfessir, herhangi bir ayetin anlamını, Kur’an, sünnet ve sahabe/tabiûn sözleri aracılığıyla halledemediği zaman, Kur’an kelimelerinin nüzul ortamındaki manalarını düşünerek müfred lafızlarla ilgili olarak lügat, sarf ve iştikak ilminden; mürekkeb lafızlarla ilgili olarak da nahiv, belağat ve diğer ilimlerden yararlanıp çözmeye

280 Bkz. Yusuf 12/2; Rad 13/7; Nahl 16/103; Şu’ara 26/195; Zümer 39/28; Fussilet 41/3; Şûrâ 42/7; Zuhruf 43/3.

148

çalışır.281 Bu sebeple Kur’an tefsirinde sarf, nahiv, belağat gibi dilsel araçlar büyük

önem arz etmektedir.

3.1.1. Sarf

Sözlükte “bir şeyi yönünden çevirmek” anlamına gelen282 sarf kelimesi, terim olarak, “Arapça kelimelerin çekim şeklinin ve bu kelimelerin i’rab ve bina dışında kalan durumlarının anlatıldığı ilim283” şeklinde tanımlanır. Müfessirler Kur’ân’daki kelimelerin yapısını, türevlerini ve işaret ettiği manayı isabetli bir şekilde belirleyebilmek ve buna bağlı olarak da ayete doğru anlamı verebilmek için sarf ilminden yararlanmışlardır. İrşad’ül-Akl’is-Selim’de de buna dair örnekleri görmek mümkündür. Mesela:

إِ ْذ تَقُو ُل ِل ْل ُم ْؤ ِمنِي َن أَ َل ْن يَ ْك ِف َي ُك ْم أَ ْن يُ ِمد َّ ُك ْم َربُّ ُك ْم بِثَ َالثَ ِة آالَ ٍف ِم َن ا ْل َمالَئِ َك ِة ُم ْن َز ِلي َن ,Ebussuûd Efendi

“Hani sen mü’minlere, ‘Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size

-fiilini Mufaddal’in (Ragıp el يُ ِمد َّ yetmez mi?’ diyordun.” (Ali İmran 3/124) ayetindeki

İsfehani) görüşünden hareketle sarf ilminden yararlanarak açıklamıştır. Mufaddal’e göre bu fiil “kuvvetlendirme” ve “yardım” manasında kullanıldığı zaman, açıklaması

şeklinde rubaî kalıptaki, yani if’al babındaki اَ َمدَّه-يُ ِمدُّه- ِا ْمدَادا ً yapılan ayette olduğu gibi

َمدَّه- َي ُمدُّه- ُمدًّا çekiminden yararlanılır. “Artırma” manasında kullanıldığı zaman ise

َو َل ْو أَ َّن َما فِي şeklindeki sülasî kalıbı kullanılır. Müellif burada bu duruma örnek olarak

Eğer“ األَ ْر ِض ِم ْن َش َج َرةٍ أَ ْقالَ ٌم َوا ْلبَ ْح ُر يَ ُمد ُّهُ ِم ْن بَ ْع ِد ِه َس ْبعَةُ أَ ْب ُح ٍر َما َن ِفدَ ْت َك ِل َما ُت هللاِ إِ َّن هللاَ َع ِزي ٌز َح ِكي ٌم yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa ve yedi misli deniz de yedekte bulunup yazılsa yine de Allah'ın sözleri bitmezdi. Doğrusu Allah güçlüdür,

kelimesi ve ال َمد ُّ hakim'dir.” (Lokman 31/27) ayetini getirmiştir. Aynı şekilde

Onlarla Allah alay“ هللاُ يَ ْستَ ْه ِز ُئ ِب ِه ْم َويَ ُمدُّ ُه ْم ف ِي ُط ْغيَانِ ِه ْم َي ْع َم ُهو َن ,müştakları menfi hususlar için

281 Muhsin Demirci, a.g.e., s. 257. 282 İbn Manzur, a.g.e., c. 9, s. 189. 283 Abduh er-Racihî, et-Tatbik’us-Sarfî, Dar’un-Nehdat’il-Arabiyye, Beyrut 2004, s. 7.

149

َك َّال َسنَ ْكتُ ُب َما eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır.” (Bakara 2/15) ve

Hayır, söylediğini yazacağız ve onun azabını uzattıkça“ يَقُو ُل َونَ ُمدُّ َلهُ ِم َن ا ْلعَذَا ِب َمدًّا

şeklindeki sülasî َمدَّه-يَ ُمدُّه- ُمدًّا uzatacağız.” (Meryem 19/79) ayetlerinde olduğu gibi

ثُ َّم َردَ ْدنَا َل ُك ُم ا ْل َك َّرةَ َع َل ْي ِه ْم َوأَ ْمدَ ْدنَا ُك ْم بِأَ ْم َوا ٍل َوبَ ِني َن َو َجعَ ْلنَا ُك ْم أَ ْكثَ َر kalıbıyla, müspet meseleler için de

Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; mallar ve oğullarla size yardım“ نَ ِفي ًرا

اَ َمدَّه-يُ ِمدُّه- ِا ْمدَادا ً edecek ve sizin sayınızı artıracağız.” (İsra 17/6) ayetinde olduğu gibi

şeklinde rubaî kalıbıyla kullanılır.284 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi bu ayetin

fiilinin kullanımıyla ilgili sarf ilmine dayanarak يُ ِمد َّ tefsirini yaparken, Müfaddal’in yaptığı açıklamaları aktarmak ve konuyla ilgili ayetleri örnek olarak zikretmek suretiyle ayeti ayetle tefsirde sarf yardımcı unsurunu kullanmıştır.

Müellif, bu örnekte, Ali İmran Suresinin 3/124’üncü ayetini, bu ayetten önce nazil olan Lokman Suresinin 31/27, Bakara Suresinin 2/15, Meryem Suresinin 19/79 ve İsra Suresinin 17/6’ncı ayetleriyle ilişkilendirmiştir. Dilsel açıdan birbiriyle ilişkilendirilen ayetlerde açıklayıcı konumdaki ayetin, açıkladığı ayetten önce veya sonra inmiş olmasının bir önemi yoktur.

3.1.2. Nahiv

Nahiv, Arapça bir kelime olup, sözlükte “maksat ve yol” anlamına gelmektedir.285 Terim olarak ise Arapça’da, murab ve mebni olması bakımından kelimelerin sonunun durumunun kendisiyle bilindiği ilme nahiv denir.286 Nahiv ilmi,

Kur’an ve Hadis metinlerini aslına uygun olarak okumak ve onlardan kast edilen manayı doğru anlamak amacıyla ortaya konmuş bir ilimdir.287 Bu sebeple müfessirler,

284 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 92. 285 İbn Manzur, a.g.e., c. 15, s. 309. 286 Seyyid Şerîf Cürcânî, et-Ta‘rîfât, (thk. Muhammed Sıddık el-Minşâvî), Dâru’l-Fazilet, Kahire, Ths., s. 202. Bkz. İbrahim Enis ve diğerleri, a.g.e., s. 108; Mehmet Maksudoğlu, Arapça Dilbilgisi, MÜİF Vakfı Yay., İstanbul 1997, s.197. 287 Mahmut Kafes, “Arap Dilinde Nahiv İlminin Doğuşu ve Önemi”, Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, 1994-1995, 9-10. sayı, s. 111.

150 anlam irab farklılıklarına göre değişeceğinden Kur’an’ı tefsir ederken isabetli bir sonuca ulaşabilmek için gerekli yerlerde nahivle ilgili açıklamalarda bulunmuşlar ve başka ayetlerle de bu açıklamalarını delillendirmişlerdir. Araştırmamızın konusu olan

Ebussuûd Efendi’nin tefsirinde de sık sık bu tarz örneklere rastlamak mümkündür.

Mesela:

Bu, kendisinde şüphe“ ذَ ِل َك ا ْل ِكتَا ُب الَ َر ْي َب فِي ِه ُهدًى ِل ْل ُمتَّ ِقي َن Bakara Suresinin 2/2’nci olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.” ayetinde

nün’ذَ ِل َك ا ْل ِكتَا ُب cümlesini nahiv açısından tahlil ederken, “bu cümle, ya الَ َر ْي َب فِي ِه yer alan

in ikinci haberi olmak’{الم} haberi olarak mahallen merfu’dur, ya bir önceki ayet olan

cümlesi الَ َر ْي َب فِي ِه ,nin birinci haberidir’ذَ ِل َك kelimesi ا ْل ِكتَا ُب üzere mahallen merfu’dur, ya

cümlesi mukadder bir mübtedanın haberi olmak الَ َر ْي َب ِفي ِه de ikinci haberidir, ya da

üzere mahallen merfudur” gibi yine ayetin bizzat kendisinin diğer kısımları veya bir

önceki ayetle ilişki kurarak irab açısından birden fazla duruma işaret ettikten sonra, bu

Mûsâ da onu attı. Bir de ne görsün o, hızla akan bir“ َفأَ ْل َقا َها َفإِذَا ِه َي َحيَّةٌ تَ ْسعَى durumu yılan olmuş!” (Tâ-Hâ 20/20) ayetiyle şahitlendirmiştir.288 Başka bir deyişle, Müellif

ذَ ِل َك cümlesini, irab yönünden açıklanan ayetteki ِه َي َحيَّةٌ تَ ْسعَى açıklayıcı konumdaki

ِه َي َحيَّةٌ cümlesine benzetmiştir. Çünkü ona göre sözü edilen ayetteki ا ْل ِكتَا ُب الَ َر ْي َب فِي ِه

nin’ ِه َي fiili (cümlesi) ya تَ ْسعَى cümlesinin irabı da tarif edildiği şekildedir. Yani تَ ْسعَى

cümlesi mukadder bir ِه َي َحيَّة ٌ ikinci haberi olmak üzere mahallen merfu’dur, ya da mübtedanın haberi olmak üzere mahallen merfu’dur.

َو َل ْو Başka bir örnekte Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/20’nci ayetindeki

Allah dileseydi, elbette onların işitme ve görme duyularını“ َشا َء هللا ُ َلذَ َه َب بِ َس ْم ِع ِه ْم َوأَ ْب َصا ِر ِه ْم

eğer” edatının, bir manayı, bir = َل ْو “ giderirdi.” cümlesinde geçen ve şart ifade eden başka mananın husulü şartına bağladığını ve bu şartın iki mana arasındaki bağlılığın

288 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 34-35.

151 sebebi olduğunu ifade etmiş, akabinde de “Şart cümlelerinin mefhumları arasındaki bağlılık ya küllî ya da cüz’î olur.” şeklinde bir nahiv kaidesine yer vermiştir. Müellif,

َو َل ْو َشا َء َل َهدَا ُك ْم bu kuralda geçen küllî bağlılık için Nahl Suresinin 16/9’uncu ayetindeki

Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi.” cümlesini zikretmiş, cüz’î olan“ أَ ْج َم ِعي َن

قُ ْل َل ْو أَ ْنتُ ْم تَ ْم ِل ُكو َن َخ َزائِ َن َر ْح َم ِة bağlılık için ise İsra Suresinin 17/100’üncü ayetinde yer alan

De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip“ َربِِّي إِذًا َألَ ْم َس ْكتُ ْم َخ ْشيَةَ ا ِإل ْن َفا ِق olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz.” cümlesini zikretmiştir.

eğer” yaygın olan manasıyla = َل ْو “ Ebussuûd Efendi’ye göre, tefsiri yapılan ayetteki kullanılmış olup bize münafıkların hallerinin son derece rezil bir halde olduğunu bildirir. Hatta onların karşılaştıkları sıkıntı ve belalar da korkunçtur ve bunlar öyle ağır bir dereceye varmıştır ki eğer Allah dilemiş olsaydı işitme ve görme duyuları tamamen yok olurdu. Çünkü o duyuların giderilmesi için gereken şartlar oluşmuştu.289 Müfessir konumdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere burada bahsi geçen “külli” kavramıyla kast edilen, şart cümlesinde birinci mananın gerçekleşmesi şartına bağlı olan ikinci mananın bütüncül bir anlamda olmasıdır, başka bir deyişle, örneğin “Allah’ın dilemesi” manası gerçekleşirse, bir bütün olarak “herkesin doğru yola iletileceği” manası da gerçekleşir ve bu da şart cümlesinin mefhumları arasındaki külli bağlılığı ifade eder. “Cüz’i” kavramıyla kast edilen ise, şart cümlesinde birinci mananın gerçekleşmesi şartına bağlı olan ikinci mananın parçaya/kısıma işaret eden bir anlamda olmasıdır, başka bir deyişle, örneğin “Rabbin rahmet hazinelerine sahip olunması” manası gerçekleşirse, parçaya/kısıma işaret eden “cimrilik yapma” manası da gerçekleşir ve bu da şart cümlesinin mefhumları arasındaki cüz’î bağlılığı ifade

eğer” edatının = َل ْو “ eder. Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, bir nahiv konusu olan

289 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 73-74; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 131-132.

152 kullanımıyla ilgili bilgiler vererek tefsirini yaptığı ayeti başka ayetlerle ilişkilendirmiştir.

Müellif, bu misalde, Bakara Suresinin 2/20’nci ayetinin tefsirinde, bu ayetten

önce inmiş olan Nahl Suresinin 16/9 ve İsra Suresinin 17/100’üncü ayetlerini kullanmıştır.

َوإِ ْن َكا َن ْت َل َكبِي َرة ً Ebussuûd Efendi, Bakara Suresinin 2/143’üncü ayetinde yer alan

Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır“ إِالَّ َع َلى ا َّل ِذي َن َهدَى هللا ُ

i muhaffefe olduğunu, mübteda’إِ ْن den tahfif edilen’إِ َّن edatının إِ ْن gelir.” cümlesindeki

َل َكبِي َري ًة ,nakıs fiili üzerine dâhil olduğunu َكانَ ْت ve haber üzerine dâhil olan fiillerden

i nafiyeden ayıran lam’إِ ْن i muhaffefe’yi’إِ ْن lafzındaki “lam”ın da lam-ı farika, yani

إِ ْن َكا َن َو ْعدُ olduğunu beyan ettikten sonra nahiv açısından aynı özelliklere sahip olan

Rabbimizin va’di mutlaka gerçekleşecektir.” (İsra 17/108) ayetini tefsir“ َربِِّنَا َل َم ْفعُوال ً

kelimesi de açıklaması yapılan ِإ ْن edici konumda zikretmiştir.290 Nitekim bu ayetteki

tahfif edilmiş ve tahfif edilen elif nun (إِ َّن ) ayette olduğu gibi şeddeli elif-nun’dan

kelimesine lam-ı farika dahil edilmiştir. Yine ismini َم ْفعُوال ً haberi olan (إِ ْن ) maddesinin

tahfif edildikten sonra her iki ayette de bu ,إِ َّن nasb (fetha) haberini ref’ (ötre) yapan fonksiyonunu icra etmez olmuştur. Aynı şekilde açıklaması yapılan ayetteki

ِه َي in ismi ise bu fiilde bulunan’ َكا َن ْت nakıs fiilinin haberidir ve َكانَ ْت ,lafzı َكبِي َرية ً

َم ْفعُو ًال nakıs fiilinin ismidir ve َكا َن lafzı َو ْعدُ َربِِّنَا zamiridir. Müfessir konumdaki ayette de kelimesi de bu fiilin haberidir. Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, tefsirini yaptığı ayetin ilgili bölümünün nahiv açısından tahlilini yaparak bu ayetin daha iyi anlaşılmasını sağlamak için benzer özellikteki bir başka ayeti delil olarak getirmiştir.

َوالَ يَ ْح ُز ْن َك ا َّل ِذي َن يُ َسا ِر ُعو َن فِي ا ْل ُك ْف ِر إِ َّن ُه ْم َل ْن يَ ُض ُّروا هللاَ َش ْيئًا يُ ِريدُ هللاُ أَالَّ يَ ْجعَ َل َل ُه ْم َح ًّظا فِي Yine

Küfürde yarışanlar seni üzmesin; şüphesiz onlar Allah'a bir zarar“ اآل ِخ َرةِ َو َل ُه ْم َعذَا ٌب َع ِظي ٌم

290 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 209.

153 veremezler. Allah ahirette onlara bir pay vermemek istiyor; onlara büyük azab

harf-i cerri Ebussuûd Efendi’ye göre, onların فِي vardır.” (Ali İmran 3/176) ayetindeki küfürde karar kıldıklarını, işin başında da sonunda da küfre büyük ilgi gösterdiklerini

,İşte onlar“ أُو َلئِ َك يُ َسا ِر ُعو َن فِي ا ْل َخ ْي َرا ِت َو ُه ْم َل َها َسابِقُو َن ,zımnen bildirir. Müellif bu durumu

harfiyle ِفي iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.” (Mü’minûn 23/61) ayetindeki

harfinin kullanılmasının, ayette sözü edilen insanların فِي örneklendirmiş ve bu ayette hayırlara büyük ilgi gösterdiklerini, hayır için koştuklarını, hayır için yarıştıklarını hayır çeşitleriyle haşır neşir olduklarını bildirdiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte

َو َسا ِر ُعوا إِ َلى َم ْغ ِف َرةٍ ِم ْن َربِِّ ُك ْم َو َج َّن ٍة َع ْر ُض َها ال َّس َم َوا ُت Müfessirimiz, sözü edilen ayetin tefsirinde

Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup“ َواألَ ْر ُض أُ ِعدَّ ْت ِل ْل ُمتَّ ِقي َن genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” (Ali İmran 3/133) ayetini de

harfinin kullanılmasının nedeninin, mağfiret ve إِ َلى harfi yerine فِي kullanarak, burada cennetin, o koşuşmanın nihayeti ve gayesi olduğunu söylemiştir.291 Görüldüğü gibi

harfi cerlerinin cümle içindeki إِ َلى ve فِي fiilinden sonra gelen َسارع ,Ebussuûd Efendi durumunu nahiv ilminden yararlanarak açıklamıştır.

3.1.3. Belâgat

Belâgat sözlükte “sözün fasih ve açık seçik olması” anlamında masdardır. Bazı kaynaklar bunu “ulaşmak; olgunlaşmak, erginlik çağına varmak” mânasındaki bulûğ kelimesiyle ilişkilendirseler de bab ve masdar değişikliğinden dolayı bu anlam isabetli görülmemektedir.292 Terim olarak ise asıl mananın, kişide etkileyici bir iz bırakan anlaşılır ve doğru bir ifadeyle açık bir şekilde ortaya konulması ve aynı zamanda her

291 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 132; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1097. 292 Hulusi Kılıç, “Belâgat” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, Ankara 1992. C. 5, s. 380; İbn Manzur, a.g.e., c. 8, s. 419-420; Bkz. Nasrullah Hacımüftüoğlu, İcaz ve Belagat Deyimleri, Ekev Yay., Erzurum 2001, s.10-12.

154 sözün, muhatap alınan kişilere ve hakkında söz söyleyenin konumuna elverişli olmasına belâgat denir.293

Belâgat, beyan, me’anî ve bedî’ olmak üzere üç bölüme ayrılır. Beyan, bir manayı değişik söz ve usullerle anlatmayı öğreten, belirli bir usulü ve kuralları olan bir ilimdir. Me’anî, muktezâ-yı hâle göre ifade edilen Arapça sözlerin durumu, kendisi aracılığıyla bilinen bir ilimdir. Bedi’ ise muktezâ-yı hâle uygun sözlerin lafız bakımından kusursuz, mana itibariyle makul ve aynı zamanda bir ahenge sahip olmasının usul ve kaidesini inceleyen ilimdir.294

Kur’an-ı Kerim, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde nazil olduğu halde dil ve üslubunun mükemmelliğiyle onu geride bıraktığı ve belagat ve fesahat

özelliği sebebiyle nazil olduğu günden bu yana benzerinin getirilemediği bilinen bir gerçektir.

Kur’an’ın bu mucizevi vasfını ortaya çıkarabilmek için yazılan birçok müstakil eserin yanı sıra tefsir kitaplarında da yeri geldikçe bu konuya yer verilmiştir. Ebussuûd

Efendi de Kur’an’ın belâgat ve icazını göstermeye gayret etmiş ve bu çerçevede

Kur’an’ın nazm ve üslubundaki i’caz sırlarını fasl ve vasla, icaz ve itnaba, takdim ve tehire, itiraz ve tezyile ait incelikleri dikkatle incelemiş, terkiplerin havi olduğu ince manaları büyük bir ustalıkla ele almıştır. Muhammed Huseyin ez-Zehebi’ye göre,

Ebussuûd Efendi, bu yönüyle neredeyse eserlerinde bu bahsi işleyenlerin ilklerindendir.295 Dolayısıyla Ebussuûd Efendi, yeri geldikçe hem tefsirini yaptığı ayetin belâgat özelliğine dikkat çekmiş, hem de sözünü ettiği durumun teyidi için tefsire konu ayeti başka ayetlerle ilişkilendirmiştir. Örneğin:

293 Ali el-Carim-Mustafa Emin, el-Belâgat’ül-Vâdıha, Dar’ul-Mearif, Mısır 1959, s. 8; Bkz. Nusreddin Bolelli, Belâgat, Rağbet Yayınları, İstanbul 2000, s. 26; Nasrullah Hacımüftüoğlu, a.g.e., s.10-12. 294 Nusreddin Bolelli, a.g.e., s. 33; 151; 293. 295Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 231; Muhammet Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsir ve’l-Müfessirûn, Matbaat’ül-Medenî, Kahire, 1986, c. 1, s. 248.

155

Nimete“ ِص َرا َط ا َّل ِذي َن أَ ْنعَ ْم َت َع َل ْي ِه ْم َغ ْي ِر ا ْل َم ْغ ُضو ِب َع َل ْي ِه ْم َوالَ ال َّضا ِِّلي َن Fatiha Suresinin 1/7’nci erdirdiğin kimselerin yoluna; gazaba uğrayanların, ya da sapıtanların yoluna değil.”

Nimete erdirdiğin kimseler” ibaresiyle nimet Allah’a isnat“ ا َّل ِذي َن أَ ْن َع ْم َت َع َل ْي ِه ْم ayetinde edildiği halde gazap Allah’a isnat edilmemiştir. Ebussuûd Efendi, bu durumu, nazımda

kelimesinin kullanılmış olmasını Kur’an’ın edebi gözetmek için uyguladığı ا ْل َم ْغ ُضو ِب bir metot olduğunu, bu metoda göre nimetler ve hayırların Allah’a izafe edildiğini, ancak onların zıtlarının Allah’a izafe edilmediğini söyleyerek izah etmiş ve aynı

ا َّل ِذي َخ َل َق نِي َف ُه َو يَ ْه ِدي ِن َوا َّل ِذي ُه َو يُ ْط ِع ُمنِي özelliği taşıdıkları için Şuara Suresinin 26/78-80’inci

Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur. Beni“ َويَ ْس ِقي ِن َوإِذَا َم ِر ْض ُت َف ُه َو يَ ْش ِفي ِن yediren, içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.” ayetleriyle Cin

,Bilmiyoruz“ َوأَ َّنا الَ نَ ْد ِري أَ َش ٌّر أُ ِريدَ بِ َم ْن فِي األَ ْر ِض أَ ْم أَ َرادَ بِ ِه ْم َربُّ ُه ْم َر َشدًا Suresinin 72/10’uncu yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi? ayetini de örnek olarak zikretmiştir.296 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi tefsirini yaptığı ayetle, zikredilen diğer ayetler arasındaki ilişkiyi belâgat açısından barındırdıkları benzerliğe dayanarak kurmuştur. Çünkü ilgili ayetin tefsiri için örnek olarak zikrettiği ayetlerde de iyi ve güzel olan şeyler Allah’a nispet edilmiş, bunun zıddı olan haller ise ona nispet edilmemiştir.

Müellif, burada, Fatiha Suresinin 1/7’nci ayetini, bu ayetten sonra nazil olan

Şuara Suresinin 26/78-80 ve Cin Suresinin 72/10’uncu ayetleriyle ilişkilendirmiştir.

Eğer (kendileriyle evlendiğiniz“ َوإِ ْن ِخ ْفتُ ْم أَالَّ تُ ْق ِس ُطوا فِي ا ْليَتَا َمى ,Ebussuûd Efendi takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız…” (Nisa 4/3) ayetinde

fiilinin hakiki anlamında kullanılmadığını, bu kelimeden muradın, o ِخ ْفتُ ْم yer alan bilinen şeyin sakıncalı ve sakınılacak bir şey olduğunu bildirmek olduğunu beyan

Vasiyet“ َف َم ْن َخا َف ِم ْن ُمو ٍص َجنَ ًفا أَ ْو إِ ْث ًما ettikten sonra belağat açısından aynı özelliği taşıyan

296 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 27; Ali Akın, a.g.e., c. 1, s. 68.

156 edenin hataya meyletmesinden ve günaha girmesinden korkan bir kimse…” (Bakara

fiilini örnek olarak zikretmiştir. Çünkü burada cevabın َخا َف ayetindeki (2/182 bağlandığı şart, haksızlıktan korkmak değil, fakat o şahsın korkulan haksızlığa düşeceğini bilmektir.297 Müellif, bu ayetin mezkur bölümünü tefsir ederken, müfessir konumdaki ayeti, özellikle tefsiri yapılan ayetteki ilgili kısımla aynı anlamı ifade ettiği için şahit getirmiş ve iki ayetin belağat açısından taşıdığı hakikat-mecaz özelliğine vurgu yapmıştır.

Kur’an’ın, muhataplarının gönlüne hitap ederek amacına ulaşmak için kullanmış olduğu üsluplardan birisi de istifham üslubudur. Kur’an bu üslupla, muhâtabı düşünmeye sevk etmeye ve konunun daha iyi anlaşılıp kalplere yerleşmesine çalışır.

Ebussuûd Efendi de Kur’an’ın kullandığı bu yönteme, Ali İmran Suresinin 3/101’inci

Allah'ın“ َو َك ْي َف تَ ْكفُ ُرو َن َوأَ ْنتُ ْم تُتْ َلى َع َل ْي ُك ْم آيَا ُت هللاِ َوفِي ُك ْم َر ُسولُهُ َو َم ْن يَ ْعتَ ِص ْم بِاهللِ َف َق ْد ُه ِد َي إ ِ َلى ِص َرا ٍط ُم ْستَ ِقي ٍم ayetleri size okunur, aranızda da Peygamberi bulunurken nasıl inkar edersiniz? Kim

َو َك ْي َف تَ ْكفُ ُرو َن Allah'ın Kitabına sarılırsa şüphesiz doğru yola erişir.” ayetinde geçen

“Nasıl inkar edersiniz?” cümlesini tefsir ederken dikkat çekmiştir. O, sözü edilen

َك ْي َف يَ ُكو ُن cümlenin istifham-ı inkari anlamı taşıdığını beyan etmiş ve bu açıklamasını

Allah’a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında“ ِل ْل ُم ْش ِر ِكي َن َع ْهدٌ ِع ْندَ هللاِ َو ِع ْندَ َر ُسو ِل ِه bir ahdi nasıl olabilir?” (Tevbe 9/7) ayetiyle desteklemiştir. Ona göre buradaki

Siz“ َفأَ ْحيَا ُك ْم َك ْي َف تَ ْكفُ ُرو َن بِاهللِ َو ُك ْنتُ ْم أَ ْم َواتًا istifham-ı inkari vukuun inkarı (reddi) içindir, yoksa cansız iken size can veren Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?” (Bakara 2/28) ayetinde olduğu gibi vakıin inkarı için değildir.298 Müellif sözü edilen ayetler arasında ilişki kurarken bu ayetler arasındaki belâgat benzerliğine dikkat çekmiştir. Tefsiri yapılan ayette, inkarcıların, Allah'ın ayetleri kendilerine okunmasına ve aralarında da Allah’ın

Peygamberi bulunmasına rağmen hala inkar etmelerinin, hoş karşılanmayan ve arzu

297 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 161-162; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1167. 298 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 75; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 944.

157 edilmeyen bir şey olduğu, soru sorma yöntemiyle muhataba bildirilmiştir. Bu ayette mevcut olan bu belâgat özelliği müfessir konumda getirilen ayette de mevcuttur.

3.1.4. Arap Dilindeki Kullanım Özellikleri

Her dilin olduğu gibi Arap dilinin de kendine özgü kullanım özellikleri bulunmaktadır. Arap diliyle indirilen Kur’an’da da yer yer bu özelliklerle karşılaşmak mümkündür. Ebussuûd Efendi’nin, İrşad’ül-Akli’s-Selim’de, az çok Arap dilinin kullanım özelliklerine temas ettiğini ve ilgili ayetlerle bunu örneklendirdiğini görmekteyiz. Örneğin:

ُه َو ا َّل ِذي أَ ْن َز َل َع َل ْي َك ا ْل ِكتَا َب ِم ْنهُ آي َا ٌت ُم ْح َك َما ٌت Ali İmran Suresinin 3/7’nci ayetinde geçen

O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri " ُه َّن أُ ُّم ا ْل ِكتَا ِب َوأُ َخ ُر ُمتَ َشابِ َها ٌت

أُ مِ muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir." cümlesindeki kelimesinin tekil kullanılmasıyla ilgili, “Muhkem ayetler sayıca çok olduğu halde tekil olarak zikredilmesinin nedeni, ya muhkem ayetlerin her birinin ayrı ayrı asıl, ya da hepsinin bir ayet hükmünde asıl olmasındandır, yahut da burada tekil, çoğul yerine kullanılmıştır.” şeklinde muhtelif ihtimalleri zikrettikten sonra Enbiya Suresinin

Kendisini de, oğlunu da âlemlere " َو َجعَ ْلنَا َها َوا ْب َن َها آيَةً ِل ْلعَا َل ِمي َن inci ayetinde yer alan’21/91

(kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık." cümlesinde de aynı kullanım özelliği bulunduğundan bu ayeti müfessir ayet olarak getirmiştir.299 Nitekim tefsire konu ayette

kelimesinin tekil kullanıldığı gibi bu ayette أُ مِ muhkem ayetler sayıca çok olduğu halde

kelimesi tekil آيَة ً de Hz. Meryem ve oğlu olmak üzere iki kişi bulunmasına rağmen getirilmiştir. Bu da Arap dilindeki kullanım özelliğinden kaynaklanmaktadır.

Müfessirimizin bu ayetler arasında ilişki kurmasının nedeni de görüldüğü gibi her iki ayette de aynı özelliğin bulunmasıdır.

299 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 11; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 778-779.

158

َو َم ْن يَ ْقتُ ْل ُم ْؤ ِم ًنا ُمتَعَ ِِّمدًا َف َج َزا ُؤهُ َج َه َّن ُم َخا ِلدًا فِي َها َو َغ ِض َب ,Bir başka örnekte Ebussuûd Efendi

Kim bir mümini kasden öldürürse cezası, içinde temelli“ هللاُ َع َل ْي ِه َو َلعَنَهُ َوأَ َعدَّ َلهُ َعذَابًا َع ِظي ًما kalacağı cehennemdir. Allah ona gazabedecek, lanetleyecek ve büyük azab hazırlayacaktır.” (Nisa 4/93) ayetini tefsir ederken, bu konuda Arap dilindeki kullanım özelliklerini göz önünde bulundurarak bu ayette geçen geçmiş zamanlı

fiillerin gelecek manasına hamledilmesi gerektiğini ifade etmiş ve Kehf ( َغ ِض َب ,ِ َلعَ َن ,ِأَ َعد َّ)

Suresinin 18/99, Yasin Suresinin 36/51, Zümer Suresinin 39/68 ve Kaf Suresinin

Sur’a üfürülecek.” cümlesini de bu ifadesine“ َونُ ِف َخ فِي ال ُّصو ِر inci ayetlerindeki’50/20

üfürüldü” fiili=نُ ِف َخ “ delil olarak getirmiştir. Zira müfessir konumdaki bu ayetlerde de mazi sıygası ile varid olmakla beraber “üfürülecek” anlamındadır. Kur’an’da daha bunun birçok benzeri vardır. Buna göre bir mümini taammüden öldüren kimsenin cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennem ateşi, Allah’ın (cc) ona gazap ve lanet etmesi ve cehennemde ona kemmiyet ve keyfiyeti ifade edilemeyecek derecede büyük bir azap hazırlanmasıdır.300 Bu cezalar, geçmişte uygulanmış cezalar olmadığı ve gelecekte gerçekleşmesi öngörüldüğü için sözü edilen ayetlerdeki fiillere, sıyga olarak geçmişi ifade etseler de vakıaya uygun bir hal olarak, Arap dilindeki bu tarz kullanım

özelliğine binaen gelecek manası verilmelidir. Ebussuûd Efendi de bu ayetteki söz konusu tespitini delillendirmek için Kur’an’ın başka ayetlerindeki benzer kullanımları

örnek olarak zikretmiştir.

Müfessirimiz, burada, Nisa Suresinin 4/93’üncü ayetinin tefsirinde, bu ayetten

önce inmiş olan Kehf Suresinin 18/99, Yasin Suresinin 36/51, Zümer Suresinin 39/68 ve Kaf Suresinin 50/20’inci ayetlerini kullanmıştır.

َوإِ ْن ِم ْن َش ْي ٍء إِالَّ ِع ْندَنَا َخ َزائِنُهُ َو َما نُ َن ِِّزلُهُ إِالَّ Ebussuûd Efendi, Hicr Suresinin 15/21’inci

Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir“ بِ َقدَ ٍر َم ْعلُو ٍم

300 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 248-249; Ali Akın, a.g.e., c. 3, s. 1375.

159

Biz onu ancak belli bir ölçüyle“ َو َما ُننَ ِِّزل ُهُ إِالَّ بِ َقدَ ٍر َم ْعلُو ٍم ölçüyle indiririz.” ayetinde geçen indiririz.” cümlesiyle ilgili “Biz, eşyadan herhangi birini, ancak ilahi hikmetin ve ona bağlı olan ilahi iradenin gerektirdiği muayyen bir miktar ile yaratıp vücuda getiririz.

Yoksa ilahi kudretin gerektirdiği miktarda onu yaratmayız, çünkü ilahi kudret sonsuzdur. Zira bütün sıfatlar, miktarlar ve vakitler imkan ve kudreti taalluk etme istihkakı bakımından eşit oldukları halde, bir şeye belli bir sıfatı, belli bir miktarı ve mahdut bir vakti tahsis edip diğerlerine etmemek, bunu gerektiren bir hikmet sonucu olmalıdır. İşte eşyayı, kudret hazinesinde bulunduğu çoklukta yaratmamanın sırrının

indirmek” fiilinin = ُننَ ِِّز ُل “ izahı budur.” şeklinde açıklamalar yaptıktan sonra burada kullanılmasının nedenini, “Eşyanın yaratılması, yüce âlemden aşağı âleme bir lütfu kerem yoluyla olduğu ve tedricen yapıldığı için ayetin metninde ‘indirmek’ fiili

Sizin için“ َو أَ ْن َز َل َل ُك ْم ِم َن األَ ْنعَا ِم ثَ َما ِنيَةَ أَ ْز َواج ٍ kullanılmıştır.” diyerek izah etmiş ve

أَ ْن َز َل “ hayvanlardan da sekiz eş indirdi.” (Zümer 39/6) ayetinde de aynı sebepten dolayı

= indirme” fiili geçtiğini söylemiştir.301 Dolayısıyla Müellif, sözü edilen bu ayeti tefsir ederken, “indirmek” fiilinin, Arap dilindeki kullanım özelliğine temas etmiş ve ilgili ayetle de bu hususu örneklendirmiştir.

ا َّل ِذي َجعَ َل َل ُك ُم األَ ْر َض َم ْهدًا Diğer bir örnekte de Müellif, Tâ-Hâ Suresinin 20/53’üncü

O, yeri size beşik yapan“ َو َس َل َك َل ُك ْم فِي َها ُسبُالً َوأَ ْن َز َل ِم َن ال َّس َما ِء َما ًء َفأَ ْخ َر ْجنَا بِ ِه أَ ْز َوا ًجا ِم ْن نَبَا ٍت َشتَّى ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler

,fiilinin “biz” kipiyle zikredilmesinin nedenini أَ ْخ َر ْجنَا çıkardık.” ayetinde geçen bundaki sonsuz kudret ve hikmete olan açık delalete dikkat çekmek ve bu işin, ancak her şeye kadir olan, şanı pek yüce, buyruğuna boyun eğilen ve bütün eşyanın, iradesine izan gösterdiği bir hakim kuvvet için müyesser olabileceğini bildirmek olduğunu ifade

أَ َل ْم تَ َر أَ َّن هللاَ أَ ْن َز َل ِم َن ال َّس َما ِء َما ًء etmiştir. Sonra benzer kullanım özelliklerinin bulunduğu

301 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 5, s. 83; Ali Akın, a.g.e., c. 8, s. 3390-3391.

160

Görmedin mi“ َفأَ ْخ َر ْجنَا بِ ِه ثَ َم َرا ٍت ُم ْختَ ِل ًفا أَ ْل َوانُ َها َو ِم َن ا ْل ِجبَا ِل ُجدَدٌ بِي ٌض َو ُح ْم ٌر ُم ْختَ ِل ٌف أَ ْل َوانُ َها َو َغ َرابِي ُب ُسود ٌ

Allah gökten su indirdi. Onunla renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan

(geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar (yaptık).” (Fatır 35/27)

Onlar mı)“ أَ َّم ْن َخ َل َق ال َّس َما َوا ِت َواألَ ْر َض َوأَ ْن َز َل َل ُك ْم ِم َن ال َّس َما ِء َم ا ًء َفأَ ْنبَتْنَا بِ ِه َحدَائِ َق ذَا َت بَ ْه َج ٍة ayetiyle hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik.” (Neml 27/60) ayetini müfessir konumda zikretmiştir.302 Müellifin açıklamasına göre demek ki Arap dilinde “biz” kipi özellikle Allah için kullanıldığında “azamet” ifade etmektedir.

Dolayısıyla burada “biz” şeklindeki çoğul kipinin kullanılmasının nedeni, birden fazla

Allah’ın bulunmasını değil, bu kullanımın Arap dilinde haşmet ve büyüklüğü ifade etmesidir.

Ebussuûd Efendi, Tâ-Hâ Suresinin 20/53’üncü ayetini tefsir etmek için, bu ayetten önce inmiş olan Fatır Suresinin 35/27’nci ayetiyle, bu ayetten sonra nazil olan

Neml Suresinin 27/60’ıncı ayetini kullanmıştır.

3.2. Kıraat Farklılıkları

”fiilinden masdar olup sözlükte “okumak َق َرأَِ ,Arapça bir kelime olan kıraat anlamını ifade etmektedir.303 Istılahi olarak ise, “Kur’an lafızlarının eda şekli”304 olarak tanımlanmaktadır. Daha ayrıntılı bir tarif yapmak gerekirse ıstılahi olarak kıraat, Kur’an kelimelerinin eda durumunu ve bunların teleffuzlarındaki farklılığı ravilerine nisbet ederek bildiren ilimdir.305 Kıraat kelimesi Kur’an’la ilgili bir atıfla kullanıldığında, artık Kur’an’ın okunmasıyla alakalı bir durumu ifade eder. Yani kıraat

302 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 6, s. 27; Ali Akın, a.g.e., c. 9, s. 3951. 303 İbn Manzur, a.g.e., c. 1, s. 128; İbrahim Enis ve Diğerleri, a.g.e., c. 2, s. 722. 304 Muhammed Ali Tehânevî, Kitâb-u Keşşâfi Istılâhâti’l-Fünûn, Kalküta 1984, c. 1, s. 31; Bkz. İsmail Karaçam, Kur’ân-ı Kerim’in Nüzulü ve Kırâati, Nedve Yayınları, İstanbul, 1981, s.235. 305 Ahmed b. Muhammed b. Abdi’l-Gânî ed-Dimyatî, İthâfu Fudalâi'l-Beşer fi'l Kırâati'l-Erbea Aşar, Matbaa-i Amire, İstanbul 1865, c. 1, s. 3.

161 denince, Kur’an lafızlarının farklı okunuşları akla gelir. Bu farklı okuyuşlar med

(harfleri uzatarak okuma), kasr (harfleri uzatmama), hareke, sükun, nokta, i’rab, idğam, harflerin ince ve kalın okunması, harflerin yer değiştirmesi vb. olgularla karşımıza çıkar.306 Kaynakların aktardığına göre sahabenin Resulullah’tan (sav) kıraatı alış yöntemleri çeşitliydi. Onların arasında Hz. Peygamberden kıraat çeşitlerinden birini öğrenen olduğu gibi, iki veya daha fazlasını öğrenenler de vardı. Sahabe-i kiramdan kıraat öğrenen tabiun ve etbâu’t-tâbiînin okuma tarzları da doğal olarak farklılık arz ediyordu. İşte bu, Peygamber’den ve sahabeden edinilen çeşitli okuma tarzları sonraki dönemlerde de aynı şekilde devam etmiş ve bunun neticesi olarak da birbirinden farklı kıraat tarzları ortaya çıkmıştır.307 Bu kıraat tarzlarını insani, tarihsel ve toplumsal şartların doğurduğu bir sonuç olarak görmek mümkündür. Bunun yanında bu kıraat farklılıkları, hafızaların yanılma payına ve yazının çeşitli okumalara izin veren gelişmemişlik durumuna bağlanabilir. Bu konuda Hz. Peygamber’in başlangıçtaki müsamahakâr tutumunun da kısmen belirleyici olduğu kabul edelebilir.308 Nedeni her ne olursa olsun vakıada kıraat farklılıkları diye bir olgunun olduğu ortadadır ve bu olgu Kur’an tefsirine katkı anlamında da önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü tefsir de Kur’an’ın anlaşılması için teşekkül ettirilen bir ilimdir.

Müfessir Ebussuûd Efendi de İrşad’ül-Akli’s-Selim’de sadece farklı kıraatlere yer vermekle iktifa etmemiş, bunun yanında Kur’an’ı anlamada kıraatlerden yararlanma gayesiyle kıraat farklılıklarını ortaya koyarak bunun yerindeliğini başka ayetleri örnek getirerek izah etmiştir. Mesela:

أَ ْن تَ ِض َّل إِ ْحدَا ُه َما َفتُذَ ِِّك َر إِ ْحدَا ُه َما Müellif, Bakara Suresinin 2/282’nci ayetinde geçen

“ .Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir“ األُ ْخ َرى

şeklindeki kıraat farklılıklarını dile تُ ْذ ِك َر ,تُذَا ِك َر , تَ ْذ ُك ُر fiilinde uygulanan تُذَ ِِّك َر ifadesindeki

306 Halis Albayrak, “Kıraat Sorunu”, Dini Araştırmalar, sy. 2001/11/4, s. 20. 307 Muhsin Demirci, a.g.e., s. 128-129. 308 Halis Albayrak, a.g.mkl., s. 26-28.

162 getirmiş ve bu ayeti de benzer şekilde kıraat farklılıkları bulunan Maide Suresinin

Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah“ َو َم ْن َعادَ َفيَ ْنتَ ِق ُم هللاُ ِم ْنه ُ inci ayetinde geçen’5/95

fiiliyle ilişkilendirmiştir.309 يَ ْنتَ ِق ُم ondan intikam alır.” cümlesindeki

Ebussuûd Efendi, burada, Bakara Suresinin 2/282’nci ayetini, bu ayetten sonra nazil olan Maide Suresinin 5/95’inci ayetiyle ilişkilendirmiştir.

size …“ َر ُسوالً يَتْلُو َع َل ْي ُك ْم آيَا ِت هللاِ ُمبَيِِّنَا ٍت Bir başka örnekte, Talak Suresinin 65/11’inci

Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir.” ayetinin metnindeki

açıklanmış” şeklinde= ُمبَ َّي نَا ٍت “ apaçık/açıklayıcı” kelimesi bir kıraate göre= ُم َبيِِّنَا ٍت “ okunmuştur ki buna göre “Allah tarafından açıklanmış” anlamı ortaya çıkmaktadır. Bu

şekilde okunmasında da anlam açısından herhangi bir problem bulunmamaktadır.

Düşünesiniz diye“ َق ْد بَيَّ َّنا َل ُك ُم اآليَا ِت َلعَ َّل ُك ْم تَ ْع ِقلُو َن Çünkü Hadid Suresinin 57/17’nci ayetinde gerçekten, size âyetleri açıkladık.” buyurulmaktadır.310 Görüldüğü gibi Ebussuûd

Efendi açıklamasını yaptığı ayetin farklı kıraatteki versiyonunun yerindeliğini delillendirmek için Kur’an’ın başka bir ayetini kullanmıştır. Çünkü yukarıda da ifade

açıklanmış” şeklinde okunduğu zaman “Allah tarafından= ُم َبي َّنَا ٍت “ edildiği üzere

açıkladık= بَيَّ َّنا açıklanmış” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ikinci ayette geçen fiilinin faili Allah olduğu için birinci ayetteki açıklama eyleminin failinin de Allah

Teâla olması pekâlâ mümkündür.

3.3. Tarihsel Araçlar (Esbab-ı Nüzul)

Esbab-ı Nüzul, Kur’an tefsirine konu olan tarihsel araçlardan biridir. Sözlükte,

“yüksek bir yerden inmek”311 manasına gelen nüzul kelimesiyle “ip, kendisiyle başkasına ulaşılan her şey”312 manalarına gelen ‘sebep’ kelimesinin çoğulu ‘esbab’

309 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 317. 310 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 267; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5586. 311 Ebu'l-Kâsım Hüseyn b. Muhammed b. el-Mufaddal er-Râgıb el-İsfahânî, Müfredâtü Elfâzı’l-Kur’an, (Thk. Safvan Adnan D’avûdî), Dâru’l-Kalem, I. Baskı, Dımeşk 1992, s. 799. 312 İbrahim Enîs ve Diğerleri, a.g.e., s. 411.

163 kelimesinden mürekkep esbâb-ı nüzul kavramı, iniş sebepleri anlamını ifade etmektedir. Istılahi olarak ise, Kur’an-ı Kerimden bir kısım ayetlerin, ya hükmünü beyan etmek, ya kıssalarını anlatmak, ya cevap vermek üzere, ya da başka maksatlarla kendileri sebebiyle indiği rivayet edilen hadiselere esbab-ı nüzul denir.313 Başka bir deyişle esbab-ı nüzul, “nüzul ortamında meydana gelen bir hadise veya Hz.

Peygamber’e yöneltilmiş bir soruya vuku bulduğu günlerde, bir veya daha fazla ayetin, hadiseyi-soruyu kapsayan nitelik ve özellikleri içermek, cevap vermek veya hükmünü açıklamak üzere inmesine vesile teşkil eden ve vahyin nazil olduğu ortamı resmeden hâdise” 314 demektir.

Kur’an ayetlerinin tamamı olmasa da bir kısmı belli bir sebebe bağlı olarak inen ayetlerdir. Bu ayetlerin inişiyle ilgili konuyu ele alan ilme esbâbu’n-nüzul ilmi denir.

Bazı ayetlerin hakiki manalarını anlayabilmek için, onların hangi sebebe mebni nazil olduğunu bilmeye ihtiyaç vardır. Ulema, kusursuz bir tefsir yazabilmesi için müfessirin bu ilmi bilmesini şart koşmuştur.315

Esbab’ün-nüzul ile ilgili et-Tıbyân fi Nüzûl’il-Kur’ân (İbn Teymiye), Lübâb’ün-

Nükûl fi Esbâbi’n-Nüzûl (Suyuti) gibi müstakil eserler yazıldığı gibi tefsirlerde de bu konuya önemli bir yer ayrılmıştır. Araştırma konumuz olan İrşad’ül-Akl’is-Selim’de de Müellif, ayetleri açıklarken nüzul sebepleriyle ilgili; bazen bahsettiği olayın nüzul sebebi olduğunu açıkça ifade eder316, bazen ayetin inmesine sebep olan soruyu ve soranın kim olduğunu zikreder ama bunun nüzul sebebi olduğunu açıkça söylemez317, bazen bir ayet için birden fazla nüzul sebebi zikreder318, bazen nüzul sebebinin ayete

313 Tahir ibn Aşûr, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-Tûnusiyye, Tunus 1984, c. 1, s. 46; Bkz. Subhi Sâlih, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’an, İstanbul Ths., s. 132. 314 Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûl’ün Rolü, Şule Yayınları, İstanbul 1994, s.68. 315 Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 124. 316 Bkz. Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, 61-62; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 125. 317 Bkz. Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, 259; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 126. 318 Bkz. Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, 224-225; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 126.

164 verilen manayı teyit ettiğini söyler319, bazen ayetler hakkında öne sürülen birden fazla nüzul sebebi arasından tercih yapar320, bazen de nüzul sebebi olarak zikredilen olayın sakatlığına işaret eder321.

Ebussuûd Efendi, tefsirinde, ayetlerin nüzulüyle ilgili zikredilen şekildeki açıklamalarının yanı sıra nüzul sebepleri bakımından birbiriyle sebep-sonuç ilişkisi olan ayetler arasında da bağ kurmuştur. Buna dair örneklerden bazıları şunlardır:

فِي الدُّ ْنيَا َواآل ِخ َرةِ َويَ ْسأَلُو َن َك َع ِن ا ْليَتَا َمى قُ ْل إِ ْصالَ ٌح َل ُه ْم َخ ْي ٌر َوإِ ْن تُ َخا ِل ُطو ُه ْم َفإِ ْخ َوانُ ُك ْم ,Mesela Müellif

Dünya ve ahiret hakkında“ َو ََّّللاُ يَ ْع َل ُم ا ْل ُم ْف ِسدَ ِم َن ا ْل ُم ْص ِلحِ َو َل ْو َشا َء هللاُ َألَ ْعنَتَ ُك ْم إِ َّن هللاَ َع ِزي ٌز َح ِكي ٌم düşünesiniz, diye böyle yapıyor. Bir de sana yetimleri soruyorlar. De ki: “Onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte yaşar)sanız (sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyu yapıcı olandan ayırır. Allah, dileseydi sizi zora sokardı. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara 2/220) ayetinin tefsirinde bu ayetin nüzul sebebinin Nisa Suresinin

Yetimlerin“ إِ َّن الَّ ِذي َن يَأْ ُكلُو َن أَ ْم َوا َل ا ْليَتَا َمى ُظ ْل ًما إِ َّن َما يَأْ ُكلُو َن فِي بُ ُطو ِن ِه ْم نَا ًرا َو َسيَ ْص َل ْو َن َس ِعي ًرا uncu’4/10 mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” ayeti olduğunu ifade etmiş ve bu ayetler arasında mevcut olan tarihsel bağlantıyı şöyle izah etmiştir:

Sözü edilen Nisa Suresinin 4/10’uncu ayeti nazil olunca, insanlar, yetimlerin mallarıyla ilgilenmekten ve onların mallarını uhdelerine almaktan kaçınmaya başladılar, bundan dolayı da yetimler sıkıntı çekmeye başladılar. Bu durumu

Rasulullah (sav)’e arz ettiler, bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Bunun anlamı şudur:

“Resulüm, de ki; yetimlerin mali durumlarını düzeltmek için onlarla ilgilenmek, takva için onlardan uzak durmaktan daha hayırlıdır.”322 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi,

319 Bkz. Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, 244; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 127. 320 Bkz. Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, 219; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 130. 321 Bkz. Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 16; Abdullah Aydemir, a.g.e., s. 130. 322 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 260; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 591.

165 nüzul sebebi bakımından birbiriyle ilişkisi bulunan iki ayet arasında bağlantı kurmuştur.

Müfessir, bu örnekte, Bakara Suresinin 2/220’nci ayetini, bu ayetten sonra nazil olan Nisa Suresinin 4/10’uncu ayetiyle ilişkilendirmiştir.

يَا أَيُّ َها ا َّل ِذي َن آ َمنُوا إِ َّن َما ا ْل َخ ْم ُر َوا ْل َم ْي ِس ُر Yine içki ile kumarın haram kılındığını bildiren

,Ey iman edenler! İçki, kumar“ َواألَ ْن َصا ُب َواألَ ْزالَ ُم ِر ْج ٌس ِم ْن َع َم ِل ال َّش ْي َطا ِن َفا ْجتَنِبُوهُ َلعَ َّل ُك ْم تُ ْف ِل ُحو َن putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.” (Maide 5/90) ayeti nazil olunca, bir rivayete göre ashabdan bazıları: “Filan,

Bedir savaşında, filan da Uhud savaşında şehid oldu, o zamanlar onlar içki içiyorlardı, yine de biz onların cennetlik olduklarına şahadet ederiz.” dediler. Diğer bir rivayete göre içki ve kumarı haram kılan bu ayet nazil olunca Sahabelerden kimileri, “Ya

Rasulallah, içki içtikleri kumar kazancından yedikleri zamanlarda ölen din kardeşlerimizin hali ne olacak?” dediler. Bir diğer rivayete göre de Ebubekir (ra) Hz.

Peygambere: “Ya Resulallah! İçki içip ve kumar kazancından yiyip de ölen din

َل ْي َس َع َلى ا َّل ِذي َن آ َمنُوا َو َع ِملُوا ال َّصا ِل َحا ِت kardeşlerimizin hali ne olacak?” dedi, bunun üzerine

ُجنَا ٌح فِي َما َط ِع ُموا إِذَا َما اتَّ َق ْوا َوآ َمنُوا َو َع ِملُوا ال َّصا ِل َحا ِت ثُ َّم اتَّ َق ْوا َوآ َمنُوا ثُ َّم اتَّ َق ْوا َوأَ ْح َسنُوا َو ََّّللاُ يُ ِح ُّب ا ْل ُم ْح ِسنِي َن

“İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Allah iyi davrananları sever.”

(Maide 5/93) ayeti nazil oldu.323 Ebussuûd Efendi Maide Suresinin 5/93’üncü ayetinin tefsirinde bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili birkaç ihtimalden söz etmiş ve bunların arasında söz konusu ayetin nüzul sebebinin aynı Surenin 5/90’ıncı ayeti olduğunu zikrederek ayetin anlaşılmasını kolaylaştırmıştır.

323 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 3, s. 92; Ali Akın, a.g.e., c. 4, s. 1744-1745; İsmail Cerrahoğlu, a.g.e., s. 117.

166

َو َربُّ َك يَ ْخلُ ُق َما يَ َشا ُء َويَ ْختَا ُر َما َكا َن َل ُه ُم Ebussuûd Efendi, Kasas Suresinin 28/68’inci

Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim“ ا ْل ِخيَ َرةُ ُس ْب َحا َن هللاِ َوتَعَا َلى َع َّما يُ ْش ِر ُكو َن hakkı yoktur. Allah onların koştukları ortaklardan münezzehtir, yücedir.” ayetiyle ilgili “Senin Rabbin, hiçbir mecburiyeti olmadan ve kudreti karşısında hiçbir engel bulunmadan her dilediğini yaratır ve seçer, onların ise -yaratılmışlardan hiç kimsenin- muhayyerlik ve seçim hakkı yoktur. Yani sonucu etkileyecek bir seçim hakları yoktur.

Bunda hiçbir şüphe mevcut değildir.” şeklinde açıklamalarda bulunduktan sonra bu

,Bu Kuran“ َو َقالُوا َل ْوالَ نُ ِِّز َل َهذَا ا ْلقُ ْرءا ُن َع َلى َر ُج ٍل ِم َن ا ْل َق ْريَتَ ْي ِن َع ِظي ٍم ,ayetin, Velid bin Muğire’nin iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi? dediler.324” (Zuhruf

43/31) ayetinde belirtildiği şekliyle “Bu Kuran, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” demesi üzerine nazil olduğu rivayetine yer vermiştir.325 Bu da tefsiri yapılan ayetin tarihsel bir arka planının olduğunu göstermektedir. Yani

“Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için seçim hakkı yoktur.” mealindeki ayet, müşriklerden Velid bin Muğire’nin “Bu Kuran, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” sözü üzerine seçim yetkisinin Allah’a ait olduğunu ifade etmek için nazil olmuştur. Ebussuûd Efendi de açıklamasını yaptığı ayetin tam manasıyla anlaşılmasını sağlayabilmek için bu ayetin, Kur’an’ın bir başka ayetiyle ilgili olan nüzul sebebine de yer vermiş ve sözü edilen ayetleri bu gerekçeyle ilişkilendirmiştir.

3.4. Metinsel Bağlam (Siyak-Sibak)

Metinsel bağlam ile kast edilen Kur’an ilimleri literatürüne göre siyak ve sibak’tır. Siyâk ve sibâk kavramları beraber kullanıldığı zaman genelde, öncesi ve

324 Yani bu Kur’an, Mekke ile Taif şehirlerinden Velid b. Muğire el-Mahzûmî, Urve b. Mes’ud el- Sakafi, yahut da Habib b. Ömer b. Umeyr el Sakafi gibi, şan-şöhret ve servet sahibi büyük bir adama indirilmeli değil miydi? dediler. (Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 50; Ali Akın, a.g.e., c. 11, s. 5218) 325 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 7, s. 27; Ali Akın, a.g.e., c. 10, s. 4619.

167 sonrasıyla birlikte değerlendirilerek, sözün hangi manada kullanıldığını belirlemeye

çalışmak ya da sözün öncesi ve sonrasındaki maksatları ortaya koymak326 anlamına gelir. Buna göre sibâk kavramının önceki, siyâk kavramının ise sonraki anlamına geldiği kabul edilir.327 Kur'ân ayetlerini tefsir ederken isabetli bir sonuca ulaşmaya yardımcı olan yöntemlerden birisi de ayetleri siyak ve sibakıyla birlikte değerlendirmektir. Ebussuûd Efendi’nin tefsirinde buna dair örneklerle belli aralıklarla karşılaşmamız mümkündür. Örneğin:

نِ َسا ُؤ ُك ْم َح ْر ٌث َل ُك ْم َفأْتُوا َح ْرثَ ُك ْم أَ َّنى ِش ْئتُ ْم َو َق ِدِّ ُموا ألَ ْنفُ ِس ُك ْم َواتَّ ُقوا هللاَ َوا ْع َل ُموا أَ َّن ُك ْم ,Ebussuûd Efendi

Kadınlarınız sizin ekinliğinizdir. Ekinliğinize dilediğiniz biçimde“ ُمالَقُوهُ َو َب ِِّش ِر ا ْل ُم ْؤ ِم ِني َن varın. Kendiniz için (geleceğe hazırlık olarak) güzel davranışlar takdim edin. Allah’a karşı gelmekten sakının ve her hâlde onun huzuruna varacağınızı bilin. (Ey

أَ َّنى ِشئْتُ ْم ِ َفأْتُوا َح ْرثَ ُك ْم Muhammed!) Mü’minleri müjdele.” (Bakara 2/223) ayetinde yer alan

“Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın.” ifadesini, bir önceki ayet olan Bakara

Allah’ın size emrettiği“ َفأْتُو ُه َّن ِم ْن َح ْي ُث أَ َم َر ُك ُم هللا ُ Suresinin 2/222’nci ayetinde yer alan yerden onlara yaklaşın.” ifadesine atıfta bulunarak metinsel bağlama dayalı açıklamıştır. Bu açıklamayı yaparken de Yahudilerin “Kadınlarla normal mahalden olmakla beraber arkadan cinsel ilişkide bulunmak, çocuğun şaşı olarak doğmasına sebep olur.” şeklindeki inanışlarının yanlışlığına, peşpeşe aynı hükümden bahseden bu iki ayeti şahit getirmiştir.328 Buna göre tefsiri yapılan ayetteki “cinsel birliktelik esnasında kadınlara istenilen yerden yaklaşılabileceği” şeklindeki mutlak ifade bu ayetin sibakında yer alan “kadınlara Allah’ın emrettiği yerden yaklaşılması gerektiği” emriyle anlaşılır duruma getirilmiştir. Yani tefsiri yapılan ayet sibakıyla birlikte ele alındığında, cinsel birliktelik esnasında kadınlara Allah’ın emrettiği yerden istenilen

326 Abdurrahman b. Cârullah El-Bennânî es-Sebkî, Haşiyetu’l Bennani alâ Şerhi’l Celâli’l Mahlî alâ Cem’i’l Cevâmi, Mısır, 1916, c. 1, s. 18. 327 Ali Bakkal, Tarihten Günümüze Kur’an İlimleri ve Tefsir Usulü, “Kur’ân’ı Anlamada Siyak-Sibakın Önemi”, Özkan Matbaacılık, Ankara, 2009, s. 13. 328 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 264-265; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 605.

168

şekilde yaklaşılabileceği anlamı ortaya çıkmaktadır. Şayet bu ayet sibakından bağımsız değerlendirilmiş olsaydı, o takdirde, Allah’ın helal kılmadığı yoldan da kadınlara yaklaşılabileceği anlamı çıkardı. Dolayısıyla Müellif, tefsirini yaptığı ayete doğru manayı verebilmek için meseleye Kur’an bütünlüğü çerçevesinde bakarak ilgili ayeti metinsel bağlamıyla ele almak suretiyle tefsir etmiştir.

ا َّل ِذي َن يَأْ ُكلُو َن ال ِِّربَا الَ يَقُو ُمو َن إِالَّ َك َما يَقُو ُم ا َّل ِذي يَتَ َخبَّ ُطهُ ال َّش ْي َطا ُن ِم َن ا ْل َم ِ ِّس ذَ ِل َك ب ِأَ َّن ُه ْم َقالُوا إِ َّن َما Yine

ا ْلبَ ْي ُع ِمثْ ُل ال ِِّربَا َوأَ َح َّل هللاُ ا ْلبَ ْي َع َو َح َّر َم ال ِِّرب َا َف َم ْن َجا َءهُ َم ْو ِع َظةٌ ِم ْن َربِِّ ِه َفا ْنتَ َهى َف َلهُ َما َس َل َف َوأَ ْم ُرهُ إِ َلى هللاِ َو َم ْن َعادَ

Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin“ َفأُو َلئِ َك أَ ْص َحا ُب ال َّنا ِر ُه ْم فِي َها َخا ِلدُو َن kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, "Zaten alışveriş de faiz gibidir" demelerindendir.

Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır.” (Bakara 2/275)

Faiz yiyenler“ ا َّل ِذي َن يَأْ ُكلُو َن ال ِِّربَا الَ يَقُو ُمو َن إِالَّ َك َما َيقُو ُم ا َّل ِذي يَتَ َخبَّ ُطهُ ال َّش ْي َطا ُن ِم َن ا ْل َم ِ ِّس ayetinin mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.” cümlesi, eğer sonrasından bağımsız bir şekilde ele alınırsa “şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkma” olayının nedeni sadece “faiz yemek” gibi algılanır. Ancak bu cümle

Bu, onların, "Zaten alışveriş de faiz“ ذَ ِل َك بِأَ َّن ُه ْم َقالُوا إِ َّن َما ا ْلبَ ْي ُع ِمثْ ُل ال ِِّربَا devamında yer alan gibidir" demelerindendir.” cümlesiyle birlikte okunduğu zaman bağlamından koparılmamış olacak ve ayetten anlaşılması gereken mana doğru bir şekilde

ذَ ِل َك بِأَ َّن ُه ْم َقالُوا إِ َّن َما ا ْلبَ ْي ُع ِمثْ ُل ال ِِّربَا anlaşılacaktır. Ebussuûd Efendi de sözü edilen ayetteki

“Bu, onların, "Zaten alışveriş de faiz gibidir" demelerindendir.” cümlesini öncesinden

ا َّل ِذي َن يَأْ ُكلُو َن ال ِِّربَا الَ َيقُو ُمو َن إِالَّ َك َما َيقُو ُم ا َّل ِذي يَتَ َخبَّ ُطهُ ال َّش ْي َطا ُن ِم َن bağımsız değerlendirmemiş ve

Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi“ ا ْل َم ِ ِّس kalkarlar.” cümlesindeki “şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkma” hadisesinin kıyamet gününde mahşer yerine giderken gerçekleşeceğini belirterek faiz yiyenlerin ahiretteki bu azaplarının sebebinin ise, aynı zamanda, faiz ile alış-verişi,

169 ikisi de kazanç vesilesi olduğu mülahazasıyla aynı kefeye koymaları ve bu batıl iddia itibariyle ribayı helal saymaları olduğunu beyan etmek suretiyle söz konusu ayeti metinsel bağlam içerisinde tefsir etmiştir.329 Görüldüğü gibi aynı ayet içerisindeki ardışık cümleler birbirinden bağımsız siyak ve sibak ilişkisi göz önünde bulundurulmadan tefsir edilecek olursa doğru anlamı ortaya çıkarmak mümkün olmayacaktır.

إِ ْذ َقا َل ِت ا ْل َمالَئِ َكةُ يَا َم ْريَ ُم إِ َّن هللاَ يُ َب ِِّش ُر ِك Ebussuûd Efendi, Âli İmran Suresinin 3/45’inci

:Melekler demişlerdi ki“ بِ َك ِل َم ٍة ِم ْنهُ ا ْس ُمهُ ا ْل َم ِسي ُح ِعي َسى ا ْب ُن َم ْريَ َم َو ِجي ًها فِي الدُّ ْنيَا َواآل ِخ َرةِ َو ِم َن ا ْل ُم َق َّربِي َن

Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu

İsa'dır. Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın

َوإِ ْذ َقا َل ِت ا ْل َمالَئِ َكةُ kıldıklarındandır.” ayetinin tefsirinde, bu ayetin, aynı surenin 3/42’nci

Hani melekler demişlerdi: Ey“ يَا َم ْريَ ُم إِ َّن هللاَ ا ْص َط َفا ِك َو َط َّه َر ِك َوا ْص َط َفا ِك َع َلى نِ َسا ِء ا ْلعَا َل ِمي َن

Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti.” ayetinin bedeli ve izahı olduğunu, bu iki ayet arasındaki bölümlerin, ara cümleleri kabilinden olduğunu, aynı zamanda bu ayetin, geçen kısımlara hem izah hem de benzerleri gibi Peygamberimizin (sav) nübüvvetine şahadet eden delillerden

(Bu konuda)“ َو َما ُك ْن َت َلدَ ْي ِه ْم إِ ْذ يَ ْختَ ِص ُمو َن olduğunu, ya da bu ayetin, bundan önce zikredilen tartışırlarken de yanlarında değildin.” (Âli İmran 3/44) cümlesinin bedeli ve izahı olduğunu, buna göre de bu ayetlerin, kısaca “Resülüm, bir bölümünde o çekişmelerin, diğer bir bölümünde de bu hitabın gerçekleştiği o uzun zamanda sen dünyada yoktun.” dediğini ifade etmiştir.330 Dolayısıyla açıklaması yapılan ayet, kendisinden önce gelen

3/42’nci ayetin bedeli ve izahı da olsa 3/44’üncü ayetin bedeli ve izahı da olsa, neticede, her iki durumda da tefsiri yapılan ayet, müfessir konumdaki ayetlerle arasındaki metinsel bağlam unsuru dikkate alınarak açıklanmıştır.

329 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 1, s. 264-265; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 723-724. 330 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 2, s. 44-45; Ali Akın, a.g.e., c. 2, s. 862.

170

Aralarında ilişki kurulan ayetlerin her ikisi de aynı sûrede (Âli İmran) yer aldığı için nüzul sırası bakımından bu ayetlerin öncelik sonralık durumu hakkında bir tespit yapılamamıştır.

َو ِ َّلِلِ َما فِي ال َّس َما َوا ِت Bir diğer misalde Ebussuûd Efendi, Necm Suresinin 53/31’inci

Göklerde ve yerde“ َو َما فِي األَ ْر ِض ِليَ ْج ِز َي ا َّل ِذي َن أَ َسا ُءوا بِ َما َع ِملُوا َويَ ْج ِز َي ا َّل ِذي َن أَ ْح َسنُوا بِا ْل ُح ْسنَى bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.”

Bu, Allah'ın, kötülük“ ِليَ ْج ِز َي ا َّل ِذي َن أَ َسا ُءوا بِ َما َع ِملُوا َويَ ْج ِز َي ا َّل ِذي َن أَ ْح َسنُوا بِا ْل ُح ْسنَى ayetinde geçen edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.” ifadesiyle ilgili, bu kelamın bundan önceki ayette (Necm

Doğrusu Rabbin“ إِ َّن َربَّ َك ُه َو أَ ْع َل ُم بِ َم ْن َض َّل َع ْن َسبِي ِل ِه َو ُه َو أَ ْع َل ُم بِ َم ِن ا ْهتَدَى zikredilen (53/30 yolundan sapmış olanı pek iyi bilir, doğru yolda olanı da çok iyi bilir.” cümlesiyle bağlantılı olduğunu, arada zikredilenlerin ise bir ara kelam mahiyetinde olduğunu ve mâkablini izah ettiğini, zira bütün kainatın, Allah’ın mahluku olması, onun, onların

أَالَ يَ ْع َل ُم َم ْن ,bütün hallerini bildiğine işaret ettiğini, nitekim diğer bir ayette de Allah’ın

Yaratan hiç bilmez mi?” buyurduğunu ifade etmiştir. Yani Müellifin beyanına“ َخ َل َق göre, Allah, dalalette olanların dalaletini de hidayette olanların hidayetini de bilir ve onları muhafaza eder, buna bağlı olarak da kötülük edenleri işledikleri dalaletin cezasının kendisiyle yahut bu dalalet sebebiyle cezalandıracak ve hidayete erişenleri de, en güzel mükafat olan Cennetle yahut güzel amelleri sebebiyle mükafatlandıracaktır.331 Görüldüğü gibi Ebussuûd Efendi, açıklamasını yaptığı ayeti, bir önceki ayetle ilişkilendirerek açıklamak suretiyle bu ayetin gerçek anlamını ortaya koymaya çalışmış, böylelikle müfesser konumdaki bu ayet, sibakında bulunan ayetin kendisine sağladığı katkıyla daha anlaşılır hale gelmiştir.

331 Ebussuûd Efendi, a.g.e., c. 8, s. 264-265; Ali Akın, a.g.e., c. 12, s. 5433-5434.

171

SONUÇ

Kur’an, vahiy kaynaklı bir eser olması ve vahyin de Allah’tan Peygamber’e,

Cebrail vasıtasıyla ilahi bir sistemle iletilmesi sebebiyle gerek içerik, gerekse yapısal açıdan beşer tarafından telif edilen kitaplara benzememektedir. Kur’an’ın doğru anlaşılabilmesi ve isabetli sonuçlar çıkarılabilmesi için Kur’an’ın metinsel bütünlük içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira Kur’an’ın bir yerinde müstakil olarak zikredildiği düşünülen bir konunun, başka bir yerinde bağlantısına rastlamak mümkündür. Yani Kur’an ayetleri anlam, gramer, belağat, lafız, metinsel dizin vb. açılardan birbiriyle irtibatlandırılabilir bir özellik taşımaktadır.

Kur’an’ın sözünü ettiğimiz bu özelliklerini mümkün mertebe tefsirine yansıtan en önemli şahsiyetlerden birisi de kaleme almış olduğu eseriyle şöhretini bütün dünyaya duyuran Ebussuûd Efendi’dir.

Başka bir deyişle Ebussuûd Efendi, selefin usulünü takip ederek münasebet kurabildiği ölçüde ayetlerde gördüğü anlamsal belirsizliği başka ayetleri zikretmek suretiyle anlaşılır hale getirmeye çalışmıştır.

Bu bağlamda İrşâd’ül-Akli’s-Selîm ilâ Mezâye’l-Kitâb’il-Kerîm üzerinde konumuzla ilgili yapılan çalışmada, Ebussuûd Efendi’nin kelime (isim, fiil, edat) ve cümle gibi unsurlarla ayetler arasında anlamsal ilişkiler kurduğu ve bu unsurları belirlerken de benzerlik, özdeşlik, türdeşlik, eş seslilik, eş anlamlılık ve anlamı teyit etme gibi özellikleri dikkate aldığı görülmüştür. Yani Müellif, açıklama konusu olarak ele aldığı kelime ve cümle gibi unsurların bazen konu, ifade, amaç, anlam, üslup ve hal bakımından benzerliğini, bazen aynı kökten türemiş oluşunu, bazen hem mana hem de lafız açısından birbiriyle aynı oluşunu, bazen ses ve şekil bakımından aynı olmakla birlikte anlam bakımından ayrılığını ve bazen de ses ve şekil bakımından ayrı olmakla birlikte anlam bakımından aynılığını dikkate almış ve bu özellikleri sebebiyle ayetleri birbirleriyle ilişkilendirmiştir.

172

Ebussuûd Efendi, Kur’an’ı Kur’an’la tefsir ederken anlamsal ilişki kurduğu unsurları farklı açıklama biçimleriyle ortaya koymuştur. Bu açıklama biçimleri, uzlaştırma (muşkili çözme), tahsis, takyid, örneklendirme, nesh, gerekçelendirme, anlamı zenginleştirme, kendi görüşünü destekleme, mubhematı açıklama, hükmü açıklama, dolaylı katkı sağlama, zorlamalı ilişkilendirme, anlamı netleştirme, mucmeli beyan, ayetleri ilişkilendirme, mantık yürütme ve maksudu belirlemedir. Müfessir, bu açıklama biçimlerini kullanırken de tefsir ettiği ayetleri ilgili ayetlerle irtibatlandırmıştır.

Bunun yanında Ebussuûd Efendi ayetleri başka ayetlerle tefsir ederken, ayetin tefsirinde gerektiği ölçüde, dilsel araçlar (sarf, nahiv, belagat, arap dilindeki kullanım

özellikleri) kıraat farklılıkları, tarihsel araçlar (Esbab-ı Nüzul) ve metinsel bağlam

(siyak) gibi yardımcı öğelerden de yararlanmıştır.

Ebussuûd Efendi’nin, Kur’an’ı Kur’an’la tefsir yönteminde, bir ayetin tefsirinde ileri sürdüğü kendi görüşünü desteklemek için başka bir ayeti şahit getirdiği, aralarında doğrudan bir ilişki bulunmayan ayetleri dolaylı olarak birbiriyle irtibatlandırdığı, aralarında doğrudan veya dolaylı bir ilgi bulunmadığı halde bazı ayetler arasında zorlama ilişkiler kurduğu ve yine doğrudan veya dolaylı bir ilişki bulunmadığı halde mantık yürütmek suretiyle ayetleri ilişkilendirdiği görülmektedir. Onun karşılaştığımız bu üslubu, genel anlamda tefsir metodundan bahsedilirken de dikkate alınmalıdır.

Konumuz ayetleri ayetlerle açıklama olduğu için tefsiri yapılan ayetle tefsir eden ayet arasındaki kronolojik sıranın gözetilip gözetilmediği hususunda da bazı açıklamalar yapmak icap etmiştir.

Normal şartlarda bir ayetin tefsirinde kullanılan ayetin, açıklaması yapılan ayetten sonra nazil olması esas olmalıdır. Tefsir geleneğinde de bu uygulama, böyle kabul edilegelmiştir. Ancak Kur’an bir kitap değil de bir söylem olduğu için bir

173 kitaptan beklediğimizi beklemememiz gerekir. Kitap olsaydı önce bir konu zikredilir, sonra açılabilir, tafsil edilebilirdi. Kur’an bir kitap olmadığı için Müfessire göre daha

önceki muhatapların tepkileri tutum olarak aynı olduğundan önceden inmiş olsa bile sonradan inmiş bir ayeti tecrübe olarak, yaşanmışlık olarak açıklayabilme kabiliyetine sahiptir. Çünkü ihtiyaçlara ve muhatabın içinde bulunduğu duruma göre konuşan bir irade var. Dolayısıyla tepkiler de birbirine benzer veya yakın olabiliyor. Tutumlar birbiriyle benzer olabiliyor. Böyle olunca da Kur’an’ın muhatapları, yaklaşık olarak aynı tutumları sergiledikleri için, daha önceden sergilenmiş bir tutumu dile getiren ayetin, daha sonra bu tutumu sergileyenlerin eylemlerini anlatan ayeti açıklayıcı olması söylem mantığı bakımından pekâlâ yerindedir.

Öte yandan her bir örneğin kendi durumu ve kendi şartları farklı açıklama biçimlerini zorunlu kılabilir. Mesela bir yerde bir tutum söz konusuyken başka bir tarafta bir kelime açıklaması ya da dilsel bir açıklama yapılmıştır.

Ebussuûd Efendi de tefsir yaparken Kur’an’ın kendi bütünlüğü içerisinde iniş sırasına riayet etmeyi bir gereklilik olarak görmemiştir. Yeri geldiğinde Medine döneminde inmiş bir ayeti Mekke döneminde inmiş bir ayetle tefsir etmiş, yeri geldiğinde de çok önceden inmiş bir ayeti yıllar sonra inmiş bir ayetle açıklamıştır.

Genelde zaten müfessirler bu tutumu benimserler. Özellikle, önlerinde tamamıyla inmiş ve bir bütün haline gelmiş bir Kur’an olduğu için sonraki, yani klasik dönem müfessirlerinin tutumu genellikle bu şekilde olmuştur. Müfessir, bu ayet önceden inmiş, şu ayet de sonradan inmiştir, bu sebeple bunlar arasında bir açıklama ilişkisi olmamalıdır, diye düşünmez. Erken dönem müfessirleri için Kur’an’ı Kur’an’la tefsirle ilgili olarak açıklayıcı konumdaki ayetle açıklanan ayet arasında bir öncelik- sonralık sıralaması aranabilir. Ama sözünü ettiğimiz gibi mezkur gerekçelerle klasik dönem müfessirlerinin tefsir metodunda kronolojik bir tertip aramak bir gereklilik arz etmemektedir.

174

KAYNAKÇA

Akgündüz, Ahmet, “Ebussuûd Efendi”, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara,

1994.

Akın, Ali (çev.), Ebussuûd Tefsiri, İstanbul, Boğaziçi Yayınları, 2006.

Albayrak, Halis, “Mübhematu'l-Kur'an İlmi ve Kur'an Tefsirindeki Yeri”

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 0, 1991.

______, “Kıraat Sorunu”, Dini Araştırmalar, sy. 11/4, 2001.

______, Kur’an’ın Bütünlüğü Üzerine, Ankara, Şule Yayınları, 1998.

Alusî, Şemsüddin Seyyid Mahmud, Ruhu’l-Meânî fî Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim ve’s-Seb’ı’l-Mesani, Beyrut, 1997.

Atâî, Nev’îzâde, Hadâiku’l-Hadâik, İstanbul, 1989.

Atsız, Hüseyin Nihal, İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebussuûd

Bibliyografyası, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1967.

Aydemir, Abdullah, Büyük Türk Bilgini Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki

Metodu, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1968.

Ayverdi, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, Mas Matbaacılık,

2008.

Bakkal, Ali, Kur’ân’ı Anlamada Siyak-Sibakın Önemi, Tarihten Günümüze

Kur’an İlimleri ve Tefsir Usülü, Ankara, Özkan Matbaacılık, 2009.

Baş, Erdoğan, Kur’an’ın Üslubu ve Tekrarlar, İstanbul, Pınar Yayınları, 2003.

Bolelli, Nusreddin, Belâgat, İstanbul, Rağbet Yayınları, 2000.

Buhârî, Abdulaziz b. Muhammed, Keşfu’l-Esrâr, İstanbul, 1308.

Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, 9. Baskı, Ankara, TDV Yayınları, 1993.

175

Cessas, Ebu Bekr Ahmed b. Ali er-Razi, Ahkamu’l-Kur’an, (thk. Muhammed

Sadık Gamhâvî), Beyrut, 1992.

Cevherî, İsmail b. Hammâd, Tâcü’l-Lügâti ve Sıhâhu’l-Arabiyye, Mısır,

Dâru’l-Kitâbi’l-Arabi, 1957.

Cürcânî, Seyyid Şerîf, et-Ta‘rîfât, (Thk. Muhammed Sıddık el-Minşâvî),

Kahire, Dâru’l-Fazilet, ths.

Çelebî, Kâtip, Keşf’uz-Zunûn an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn, İstanbul, 1972.

Çetin, Abdurrahman, Kur’an İlimleri ve Kur’an-ı Kerim Tarihi, İstanbul,

Dergâh Yayınları, 2014.

Çetin, Mustafa, İlahi Mesaj ve Yorumu, Isparta, Fakülte Kitapevi, 1998.

Çörtü, Mustafa Meral, Arapça Dil Bilgisi, 4. Baskı, İstanbul, MÜİF Vakfı

Yayınları, 2004.

Demirci, Muhsin, Tefsir Usulü, İstanbul, MÜİF Vakfı Yayınları, 2010.

Dimyatî, Ahmed b. Muhammed b. Abdi’l-Gânî, İthâfu Fudalâi'l-Beşer fi'l

Kırâati'l-Erbea Aşar, İstanbul, Matbaa-i Amire, 1865.

Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul, Yeni Şafak (İz Yay.), 1996.

Düzdağ, Ertuğrul, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır

Türk Hayatı, İstanbul, Enderun Kitabevi, 1983.

Düzenli, Pehlül, “Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi: Bibliyografik Bir

Değerlendirme”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, sy. 5, 2005.

______, Osmanlı Hukukçusu Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Fetvaları,

(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya

2007.

176

Ebussuûd Efendi, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa el-İskilibî el-İmâdî,

İrşadü Akli’s-Selim İla Mezâ’ya’l-Kur’an’il-Kerim, Beyrut, Müessesetü et-

Tarihu’l-Arabi, ths.

el-Carim, Ali-Mustafa Emin, el-Belâgat’ül-Vâdıha, Mısır, Dar’ul-Mearif,

1959.

el-Pezdevî, Ebu'l-Hasen Ebu'l-Usr Fahru'l-İslam Ali b. Muhammed b. el-Huseyn b. Abdilkerim, Usul-ü Pezdevî, Beyrut, 1994.

Emiroğlu, İbrahim, Klasik Mantığa Giriş, Ankara, Elis Yayınları, 2009.

Enis, İbrahim ve Diğerleri, Mucem’ül-Vesît, 2. Baskı, Tahran/İran, ths.

ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer b. Muhammed, el-Mufassal fî

Sınâat’il-İrâb, (thk. Ali Ebu Mülhim), Mektebet’ül-Hilal, 1. Baskı, Beyrut, 1993.

Fîrûzâbâdî, Ebü’t-Tâhir Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb b. Muhammed, el-

Kâmûsü’l-Muhît, Kahire, Bûlak Matbaası, 1983.

Gümüş, Sadreddin, Kur’an Tefsirinin Kaynakları, Kayıhan Yayınları,

İstanbul, 1990.

Hân, Muhammed, “Arap Dilinde Edatların Yapı Ve Fonksiyonları”, (çev.

Abdullah Hacıbekiroğlu), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2015/2.

Hassân, Temmâm, Menâhic’ül-Bahs fi’l-Lüga, Kahire, Mektebetü’l-Ancelo el-

Mısriyye, 1990.

http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.

583f0e05a0d799.57834807, (30.11.2016).

Imber, Colin, Şeriattan Kanuna Ebussuûd ve Osmanlı’da İslami Hukuk,

(çev. Murteza Bedir), İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2004.

İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vîlu Muşkil’il-Kur’an,

(thk. Ahmet Sakr), el-Mektebet’ul-Ilmiyye, ths.

177

İbn Manzur, Ebu’l-Fazl Cemaluddin b. Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-

Arab, Beyrut, Daru’s-Sâdr, 1990.

Kafes, Mahmut, “Arap Dilinde Nahiv İlminin Doğuşu ve Önemi”, Selçuk

Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, sy. 9-10, 1994-1995.

Karaçam, İsmail, Kur’ân-ı Kerim’in Nüzulü ve Kırâati, İstanbul, Nedve

Yayınları, 1981.

Karagöz, Mustafa, “Vücûh ve Nezair’in Terimleşme Süreci”, Bilimname, c.

XIV, 2008.

Kılıç, Hulusi, “Belâgat” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 5, Ankara, TDV

Yayınları, 1992.

Komisyon, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı

Yayınları, 2006.

Kurtubî, Ebu Abdillah Muhammed Bin Ahmed el-Ensari, El-Cami’ li’Ahkam’il-Kur’an, Riyad, Daru Alem’il Kütüb, 2003.

Maksudoğlu, Mehmet, Arapça Dilbilgisi, İstanbul, MÜİF Vakfı Yayınları,

1997.

Mekkî, Cemâlüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed b. Saîd b. Akîle, ez-

Ziyâde ve’l-İhsân fi ulûmi’l-Kur’ân, Birleşik Arap Emirlikleri, Câmiatu’ş-Şârika,

2006.

Mutezilî, Ebu’l-Huseyin Muhammed b. Ali, el-Mutemed fî Usûli’l-Fıkh, (Thk.

Muhammed Hamidullah), Dımeşk, 1964.

Nesefi, Ebul-Berekât Abdullah Bin Ahmed Bin Mahmud, Medarikü't-Tenzi'l ve Hakaiku't-Te'vil, (thk. Yusuf Ali Bedyuy-Muhyiddin Dibmetu) Beyrut, Dâru İbn

Kesir, 2005.

178

Porzig, Walter, Dil Denen Mucize, (çev. Vural Ülkü), 3. Baskı, Ankara, TDK

Yayınları, 2011.

Racihî, Abduh, et-Tatbik’us-Sarfî, Beyrut, Dar’un-Nehdat’il-Arabiyye, 2004.

Râgıb el-Isfahânî, Ebu’l Kâsım Hüseyin b. Muhammed b. el-Mufaddal, el-

Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, (thk. Muhammed Seyyid Geylânî), Beyrut, Dâru’l-

Ma’rife, ths.

______, Müfredâtü Elfâzı’l-Kur’an, (thk. Safvan Adnan D’avûdî), I. Baskı,

Dımeşk, Dâru’l-Kalem, 1992.

Râzî, Ebu Abdillâh (Ebu’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn et-

Taberistânî, Mefatih’ul-Gayb, Beyrut, Dar’ul-Fikr, 1981.

Tahir, Bursalı Mehmet, Osmanlı Müellifleri, İstanbul, ths.

Sâmî, Şemseddin, Kâmûsu’l-A’lâm, İstanbul, 1306.

Sebkî, Abdurrahman b. Cârullah El-Bennânî, Haşiyetu’l Bennani alâ Şerhi’l

Celâli’l Mahlî alâ Cem’i’l Cevâmi, Mısır, 1916.

Sedûsî, Ebu’l Hattab Katâde b. Diame, en-Nâsih ve’l-Mensûh fî Kitâbillâhi

Teâlâ, (Thk. Hâtim Salih ed-Dâmin), Beyrut, Âlemü'l-Kütüb, 1989.

Serahsî, Ebû Bekr Şemsü'l-Eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed, Usûlü’s-

Serahsî, (Nşr. Ebü’l-Vefâ el-Afgâni), Hindistan, 1372.

Serinsu, Ahmet Nedim, Kur’ân’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzul’ün Rolü,

İstanbul, Şule Yayınları, 1994.

Sîbeveyh, Ebu Bişr Amr b. Osman, el-Kitab, (nşr. Abdusselam Muhammed

Harun), 3. Baskı, Kahire, Mektebetü’l-Hanci, 1998.

Subhi es-Sâlih, Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’an, İstanbul, ths.

179

Suheylî, Ebu’l-Kâsım Abdurrahman b. Abdullah, et-Ta’rîf ve’l-İ’lâm f’i mâ

Ubhime mine’l-Esmâi ve’l-A’lâm fi’l-Kur’âni’l-Kerîm, (thk. Abdullah Ali

Mehennâ), Beyrut, 1987.

Suyûtî, Celalettin Abdurrahman b. Ebubekir, el-İtkân fî Ulûm’il-Kur’an,

Beyrut, Daru İbn Kesir, 1987.

Taberi, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Ây’il-

Kur’an, (thk. Abdullah bin Abdulmuhsin et-Türkî), Kahire, 2001.

Taftazani, Sa’düddin Mes’ud ibn Ömer, Şerhu’t-Telvih ale’t-Tavdih li Metni

Tenkih fi Usûli’l-Fıkıh, Mekke, 1987.

Tahir ibn Aşûr, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Tunus, Dâru’t-Tûnusiyye, 1984.

Taylan, Necip, Mantık, Tarihçesi-Problemleri, MÜİF Vakfı Yayınları,

İstanbul, 1996.

Tehânevî, Muhammed Ali, Kitâb-u Keşşâfi Istılâhâti’l-Fünûn, Kalküta, 1984.

Yaşar, Ahmet, Arapçanın Temel Kuralları, 2. Baskı, İzmir, Anadolu

Matbaacılık, 1996.

Yerinde, Adem, “Muşkil’ül-Kur’an” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 32,

Ankara, TDV Yayınları. 2003.

Zehebî, Muhammet Hüseyin, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Kahire, Matbaat’ül-

Medenî, 1986.

Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed b. Abdullâh, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân,

(nşr. Muhammed Ebû’l-Fadl İbrahim), Beyrut, Dâru’l-Mârife, 1972.

180

ÖZET

Gerlegiz, Adem, Ebussuûd Efendi’nin Kur’ân’ı Kur’ân’la Tefsiri, Doktora Tezi,

Danışman: Prof. Dr. Halis ALBAYRAK, 182 s.

“Ebussuûd Efendi’nin Kur’ân’ı Kur’ân’la Tefsiri” isimli bu çalışma; giriş, dört bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde, yapılan çalışmanın konusu, önemi, amacı, yöntemi ve kaynakları ile Ebussuûd Efendi’nin hayatı, ilmi şahsiyeti ve eserleri ele alınmıştır. Birinci bölümde, Ebussuûd Efendi’nin, Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsir ederken anlamsal ilişki kurduğu unsurlar ve bunların özellikleri üzerinde durulmuş, yani Ebussuûd Efendi’nin ayetler arasında anlamsal ilişki kurduğu kelime (isim, fiil, edat) ve cümle gibi unsurlardan ve bu unsurları belirlerken dikkate aldığı benzerlik,

özdeşlik, türdeşlik, eş anlamlılık, zıt anlamlılık, eş seslilik, anlamı teyit etme ve anlamsal içiçelik gibi özelliklerden söz edilmiştir. İkinci bölümde, Ebussuûd

Efendi’nin, Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsirinde kullandığı, uzlaştırma, mucmeli beyan, müphemâtı açıklama, tahsis, takyid, nesh, örneklendirme, gerekçelendirme, anlamı netleştirme, görüşünü destekleme, hükmü açıklama, dolaylı katkı sağlama, zorlamalı ilişkilendirme, ayetleri ilişkilendirme, mantık yürütme ve maksudu belirleme gibi açıklama biçimleri işlenmiştir. Üçüncü bölümde ise Ebussuûd Efendi’nin Kur’ân’ı

Kur’ân’la tefsir ederken yardımcı unsur olarak kullandığı, sarf, nahiv, belagat, arap dilindeki kullanım özellikleri, kıraat farklılıkları, esbâb-ı nüzul ve siyak-sibak konularına yer verilmiştir. Sonuç kısmında da araştırma neticesinde ulaşılan veriler aktarılmıştır.

Anahtar Sözcükler: Ebussuûd Efendi, Kur’ân, Tefsir, Anlam, İlişki, Unsur,

Açıklama, Biçim.

181

SUMMARY

Gerlegiz, Adem, Ebusuud Efendi’s Tafsir of the Qur’an with the Qur’an, PhD,

Advisor: Prof. Dr. Halis ALBAYRAK, 182 p.

This study, named “Ebussuud Efendi’s Tafsir of the Qur’an with the Qur’an”, is made up of introduction, four chapters and a conclusion sections. In the Introduction section, information about the study’s topic, importance, aim, methodology and resources with Ebusuud Efendi’s life, scientific personality and his studies were discussed. In the first chapter, elements that Ebussuud Efendi used while he is explaining the Qur’an with the Qur’an in order to make semantic relations, which means that the semantic components like being identical, coming from the same root, synonym, antonyms, homophonies, etc. that he used to make semantic relations between the verses of the Qur’an were explained. In the second chapter, the methods that Ebussuud Efendi used to explain the Qur’an with the Qur’an such as reconciliation, indefinite statements, explanations for indefinite statements, allotment, encumbrance, abrogation, exemplification, justification, making the meaning clear, supporting the arguments, explanation of commands, indirect contribution, constrained association, association of the verses, and make reasoning were explained in detail. In the third chapter, supporting elements that Ebussuud Efendi used were explained such as grammar, syntax, rhetoric, parts of speech in Arabic, recitation differences, revelation and context. In the conclusion section, findings of the study were discussed.

Keywords: Ebussuûd Efendi, the Holy Qur’an, Tafsir, Semantics, Relation,

Element, Explanation, Form

182