ı ı n i s a n ıyyu \ ı-İ ’ DİZİ YAZILAK , lebideryadan yukarı bir saat yokuş, kat kat Cenevizkâri binalardır, cümle yolları âlem deryasıdır... Evliya Çelebi Galata,Galata Galata olalı ^ meyhaneleriyle ünlüdür ve çoğu "harabathane ’dlr, haydi daha açık söyleyelim, eski deyişle 'erazll ve sefil süfela "mn at oynatıp kırbaç gözüyle şaklattığı yerdir SUNUŞ ALATA Gazinoları...’’ Yok olan (kimi zaman “çağdaşlaşma" adına yok edilen) bir kentin G tarihinin İlginç bir dilimi, başlıklı bûyûk tablonun renkli bir köşesi, İstanbul kitabından bir bölüm... Bugün yerinde Haliç yelleri esen, değil yeri, adı bile bilinmeyen eğlence yerleri, şarkısıyla kantosuyla, sazıyla sözüyle (ve hele blnblr çeşit içkisiyle) günümüz gazinolarının, meyhanelerinin, barlarının “ağababa'darı gözler önüne seriliyor... Bu dizide “Eski İstanbul’un Yaşayan Tadı" ve. "İstanbul Barları/Meyhane Üzre Rûznamo/Bodrum Barları" kitaplarının yazarı Jak Deleon (nam-ı diğer AslanzSde Yakub Etendi) yüz yıl öncesinden bir pencere aralıyor. "Şohr-I lstanblıl"un az bilinen bir yanını bugünün okurlarına anlatıyor...

Ben kimim, saki olan kimdir, mey-l sahbâ nedir... radan (bir zamanların kahve ve keyif mer­ Şehrin havasının letafetinden, mahbup kezi Tahtakale gibi) kupkuru ticarethane­ ve mahbubesl çoktur. Ahalisi alüftemeşrep ye tahvil olmadı mı Galata? ve dervlşan-ı dllrişandır. Kışın oda sohbet­ Yazıda anlattığımız çoğu yer yalnız leri olur. Ayan ve kibar reisleri deniz sefer­ meyhane değil, şarkısı, türküsü, kantosu lerinden geldiklerinde, filikalarla Boğaz’a bandosuyla düpedüz gazinoydu. Bu neden­ gidip bağ fasılları ederler. le başlığı genelleyip “Galata Gazinoları” Galata limanı sekiz rüzgârdan mahfuz­ koyduk. dur, kışın bin pare gemi lengerendaz olup Öyleyse buyurun şimdi liman liman yatar. seyrüsefere:______Galata’nın hâkimi Galata Kadısı’dır. Arap Camii yanında oturur. Diğer hâkimleri ALAFRANGA BALOZ Gala t a'ya 19'uncu yüzyılda denizden bakış, meyhaneler görünmüyor ama hepsi Galata Voyvodası, Bal ve Yağkapanları ve "mevcut” Gümrük Emini, Şarap Emlni’dlr; beş, altı önce baloz nedir, ona bakalım. “Çalgılı yüz neferi İle bir yeniçeri çorbacısı da za­ va İçkili eğlence yeri”, diyor Reşat Ekrem \ VVELA Galata Kulesi lebi­ da İstanbul Ağası Ocağı neferlerinin oda­ bitidir.” deryada akça tahtası şeklin­ ları olup bunlar miri odunlan taşırlar, ka- Evliya Çelebi böyle yazıyor. Haklıdır, de şeddadi taş bina yalın yıklannda beyaz gömlekler giyip ayak üzeri Galata Galata olalı meyhaneleriyle ünlüdür rezilliğe boğan kat bir kale-i metindir; ama kürek çekerler. ve çoğu “ harabathane” dir, haydi daha açık Alafranga Baloz en efendiden kişilerin de . içinde üç kat bölme hisar Galata’nın hamamları, evvela Azap Ka- söyleyelim, eski deyişle "erazll ve sefil sü- vam ettiği yerdi. Oyuncu ve şarkıcı kadın j duvan vardır, bu bölmeleri­ pısı’nın İç yüzünde Sokollu Mehmed Paşa’- fela” nın at oynatıp Kırbaç şaklattığı yerdir. ların endamları diğer balozlarınklnden hal nin hepsi birer Ceneviz Kral- nın Yeşlldirek Hamamı, sonra Buğuluca Mazbut yerler parmakla sayılacak kadar az­ İlceydi ama bel ya da göğüs makamına zadesl’nln hükmünde kil. Galata Kulesl’nln Hamam, Karaköy Hamamı. dır, yazıda onlara da değineceğiz. Ama yan­ nesne arama, hepsi birer binlik fıçı! Kasap­ kapılan tersane karşısında Meyyit Kapısı, Galata halkı birkaç fırkadır Birincisi ge­ lış anlaşılmasın. Bu dediğimiz 19. yüzyılın lar Sokak neresidir, bilir misiniz? Bilirsiniz, sonra deniz kerıannda Azap Kapısı, Kürekçi miciler, İkincisi tüccarlar, üçüncüaü enl i bilirsiniz de, bugün Sokak olarak Kapısı, Yağkapanı Kapısı, Balıkpazan Ka­ sanat, dördüncüsü gemi marangozları ve bilirsiniz. Necatibey Caddesi’ndedir, Kara- pısı, Klreçlskelesl Kapısı, Demlrkapı; son­ kalafatçılardır. Galata ahalisinin ekserisi köy’den Tophane’ye giderken sağ kolda. ra Tophane tarafında karaya bakar Topha­ Cezayirli elbisesi giyerler. Anka kaptanla- Galata güzellerl.bırakın “Yanl’nln Meyhanesi” olarak da bilinen bu ne Kapısı, şimalde Küçük Kule ve Büyük n vardır. Galata’nın meyhanecileri Rum’­ güzelleri Galata nın yerin bir de ufak sahnesi vardı, her gece Kule kapılan. Hisar İçindeki bölmelerde de dur. Galata’nın has beyaz francalası, şişe­ beş kişilik bir orkestra sanat “icra” eder­ kapılar vardır. ler içinde mlskli, amberll, hünkârlara layık kendisi gel der de ken paluze gerdanlı dilberler şarkı söyle- Galata Kulesl’nln en büyük burcu kİ, şekerleri vardır kl, eşi bir yerde yoktur. Sa- durulur mu? Ama yip oynardı: Galata Kulesl’dlr, Sultan Fatih bu şehri al­ naylinden pusula saatçileri, cam, billur, “ Gaîalata'da güzel çoktur kum saatleri satar attarian vardır. Ama Ga­ Galata keşmekeşine dıkta kuleyi tamir etti; eflâke ser çekmiş çı­ Hiçbirinde vefa yoktur lata demek meyhane demektir. Harabatiler nadır, kurşun kaplı külahı vardır. İçi on kât adım atacak yüreği Gül yanaktan güzel öptür zindandır, ama zamanımızda Tersane-I Aml- arasında meşhur olan Taşmerdiven Meyha- Elado, elado, ey çeşm-l ahu!” re’nln gemi alatına mahzen olmuştur. Bu nesl’nde, Kefell’de, Manyalı’da, Mihalaki’- kendinde bulamayan Şimdi parantez açıp soralım, bu “ela- Galata Kulesi’nln kara surunu Meyyit İske­ de, Kaşkaval’de, Sünbüllü’de, Konstantln’- beyzade kalkar do” da ne ola diye. Haydi “çeşm-l ahu” yu lesinden Tophane iskelesine vannca derin de, Saranda’da —ki hepsi namlı meyhane­ Dlreklerarası’ndakl anladık, ceylan gözlü demek; Galata dilber­ bir hendek çevirmiş olup, içinde su olma­ lerdir— katresl haram türlü misket şarap­ lerine “çeşm-l fettan” yakıştırması daha iyi yıp zamanımızda bu hendek İçinde gemi tan, Ankona, Sakız, Mudanya, Edremit, Boz­ Fevzlye Kıraathanesi ne gider ya, neyse. Ama “elado?” Ahmet Ra- palamar ve halatları bükülürdü, gemicile­ caada şarablan vardır kl, yollann üzerinde sim anlamını “llâvell Lugat-ı Osmanlye”de rin gomanalan dururdu. Galata Kuiesl’nin başlan açık ve yalınayak nice yüz meyha­ giderek Kemani bile bulamamış, sonra Giritli bir yakınından derya tarafı serapa çarşı pazardır. ne esirlerini paylmal olmuş yatarlar gördük, Tatyos'u eller dizde, Rumca “gel!” (hem de Önlemli) demek ol­ Galata şehri on sekiz mahalle İslam, hal-l perişanlarını sorduğumuzda da şöy­ duğunu öğrenmiş. Galata güzelleri (bırakın yetmiş mahalle Rum, üç mahalle Frenk, bir le dediler: efendi efendi dinlerdi güzelleri, Galata'nın kendisi) “gel” der de mahalle Yahudi, iki mahalle Ermenl’dlr. Öyle sermestim kl idrak Itmezem durulur mu? Üstat da durmamış ve hemen Frenklerfn elinde Fatih Sultan Mehmet za­ dünya nedir, eklemiş: "Ben Galata’nın kendisin! sevmiş­ manından kalma fermanları vardır. tim. Burada korkunç olduğu kadar eğlen­ Cami şerifleri: Arap Camii, Azap Kapı­ dirici bir hayat vardı. Halbuki İnsan etraflı­ sı dışında Sokollu Mehmed Paşa Camii, ca düşünecek olursa, bu dünyanın ne ta­ Yağkapanı Camii, Karamustafapaşa Camii, rafı korkunç değil?” Haklıdır ama Galata Karaköy Camii, biraz da mescitleri vardır. keşmekeşine adım atacak yüreği kendln- Yirmi üç kadar sebili vardır ama çeşmesi debulamayan beyzade kalkar, Dıreklerara- azdır; yetmiş kadar kilisesi vardır. sı’ndaki Fevziye Kıraathanesine giderek Dükkânları cümle 3080 adettir, sekiz Kemani Tatyos’u eller dizde efendi efendi çarşısı, on İki kubbeli kurşun örtülü Fatih dinler! Bu İş Ahmet Rasim’e göre değil, üs­ Sultan Mehmet Bedesteni vardır, dükkân tadı her adımında gölge gibi izleyen Aslan- sahipleri Rum ve Frenk’tlr. Deniz kenarın­ zade Yakup Efendi'ye göre hiç değil... da kat kat harabathane meyhaneleri vardır, Alafranga Baloz’un müşterileri çoğun­ meyhanelerin herblrlnde beşer, altışar yüz lukla Fransız ve Yunan vapurlarının çark­ faslk Işü işret edip hanende ve sazendeler­ çıları. AvusturyalI kamarotlar, Italyan lost­ le bir hayhuy eylerler kl, dillerle tarifi müm­ romolar, Tophane ve Galata rıhtımlarına de­ kün değildir. Meyve mekulat ve meşruba­ mir atmış teknelerin tayfalarıydı. Ahmet tın âlâsı bulunur; âdem csnı, ruh gıdası ve Mithat tarafından ".kalyoncu ve sandalcı kuş sütü hep Galata’da bulunur. güruhu” olarak anılan bu tiplerin gittiği ba­ Galata lebideryadan yukan bir saat yo­ lozda kavga ve gürültü pkslk olmazdı. Kan­ kuş, kat kat Cenevizkâri binalardır, cümle tosundan tangosuna, polkasından mazur­ yolları âlem deryasıdır. Bu şehirde bağ ve kasına her tür müziği çalan orkestranın se­ bağçe yoktur. Kürekçiler Kapısı dışında ka- si bu müthiş patırtıya yalnızca fon olurdu. lafatçılann bekâr odalan vardır kl Tersane-I IIİIIIBliillllltlHüiiyitUüiİllilBÜUHÜ^İlil Amire gemilerini kalafat ederler; İki bin ne­ fer kalafatçı askerdir. Karaköy Kapısı dışın­ Haliç kıyıları, Galata âlemlerinin denize açılan ucu. 12 NİSAN 1990 :d îz i y a z il a k Refik Halit Karay üstadımıza kulak verelim. Muhterem öy­ le bir anlatmış ki içkileri, Barba Niko duysa keyfinden kırk gün kırk gece sofra kurardı...

Bir baş tömbekiyi nargilede Içinceye kadar okkalığı sızdıran ve meze Iolarak bir çeyrek turpla yetinen Bekri leri şimdi tezgâh önünde resmi bulunan Baküs görse, içki tanrılığından istifa eder, yerini onlara bırakırdı Şu kocaman iri kadehten taşan bira nedir? Sarışın saçları kabarmış, geniş Ikaıçaıı, doıgun bir Alman güzeli değil larının rayihalı ateşinden çıkıyor... mİ? Bira bir Alman Hele şu kara şişeye bakınız: Rengi kas­ vet veren bu kaba cam muhafazanın için­ kadını gibi tadı az, de Bordo şarabı var; yani tabiatın en latif fakat ağız dolduran rengi saklı. Sevdiğinizin gül dikeni batmış yumuk elinden düşen bir damla kan gibi, ve göz doyuran kaba kadehin dibinde, ne ılık, ne tatlı duruyor... bir içkidir Meyve usaresi gibi değil, canlı bir şey, canlı bir mayi! Bira ise sarı kehribann eritilip şu­ rup haline getirilişi gibidir ve ne tuhaf bir İçkidir: Soğuktan buğulanmış buz gibi ka- tehte fıkır fıkır kaynıyor sanırsınız. Rakı da acayiptir: Su katılmadıkça kendisini gös­ termez, onun düzgünü sudur. Soğuğa gi­ rince beyazlar giyer; soğuk vücuduna işle-, dikçe içi sedeften pullarla dolar, şakrak bir hal alır. Konyağa gelince: Her kadehi bir çil altının erimişidir. Cepteki her altın nasıl in­ sanın yürüyüşüne fazla bir cesaret verirse, mideye giren her kadeh konyak da aynı cü­ reti hasıl eder, adama kudret verir. (...) Fakat bütün içkilerin en güzel), en Yıl 1929. Bir açık hava meyhanesinde gramofonlu vakt-l kerahet tesirlisi ve en nefisi, şüphesiz ki busedir. Buse, ağız kadehinden dudak şekeri karış­ EF’iCevadUlunay, 15 Nisan küs’e havlu attıracak yerlerden miydi?” dİ tırarak dil kaşığı ile içilen, insan usaresin­ 1959 tarihli Milliyet gazete­ ye. Galata’da, Domuz Sokak’ta, 19. ve 20 den yapılmış misilsiz bir içkidir. Fakat ba­ sinde balozları şöyle anlatır yüzyılların kesiştikleri noktada dururdu. Re na inanmazsanız hekimlere sorunur Buse­ “Şimdi bar diye adlandırılan şad Ekrem, müdavimleri arasında özellik den tehlikeli ve muzır hangi içki vardır?” eğlence yerlerini ben eski le “kalem efendileri”ni sayar. Bir bardak bl Bir zamanlar Bosfor'da paylaşılan ka­ Galata balozlarına benzeti­ ra 50 para, duble iki kuruş, mezeler “mü dehlerle buselerin hesabını tutan kaldı mı yorum. Vaktiyle oralarda vu­ tenevl” ; kırmızı turp, ton balığı, galamata acaba? ku R bulan dövüşler, kavgalar şimdi barlar­ zeytini, kaşar, gravyer, beyazpeynir, ançu- da oluyor. ez, çiroz salatası, midye plakinin tekmil ik­ BAHRİYE MEYHANESİ Eski balozlarda müessesenin ücretli ka­ ramı dört kuruşu geçmiyor! Yazılır ki Bos­ badayıları vardı. Söz dalaşı başlar, hele kü­ for 1910 yılında kapandı, o gün bugün Ga- Galata’nın namlı gazinolarından biri für faslı açılırsa, hemen bunlar kavgacıla­ lata’ya Niko gibi “ Barba” düşmedi... olarak da Bahriye Meyhanesi’ni sayabiliriz. rı çalyaka ederler, sokağa atarlardı. Bol müzikli, neşeli ve türdeşleriyle kıyas­ Galata balozlan ekseriya binanın birinci İÇKİLERİ TAHLİL lanamayacak kadar “efendi” bir gazinoy­ kat salonunu İşgal ederdi. Burada yalnız bi­ du burası. Kemankeş Sokak’taki Bahriye, ra içilmez, çay, kahve, nargile de İçildiği Şimdi Bosfor’u yaşamamış ama “keyif 1930 yılında emekli deniz subayı Hamdı için göz gözü görmezdi. Bazan limana ge­ gidermek” üzre renkli denemeler kaleme Bey tarafından açılmıştı. Reşad Ekrem açı­ len ecnebi yük ve yolcu vapurlarının tayfa­ almış olan Refik Halid Karay üstadımıza ku­ lış tarihini 1938 olarak verirse de, o dem­ ları da gelirlerdi. Bir Fransız vapuru ile bir lak verelim. Muhterem öyle bir anlatmış ki leri yaşayan bir müdavim Bahriye’nin Alman vapurunun tayfaları karşılaşırlarsa içkileri, Barba Niko duysa keyfinden kırk Fotoğrafın üstünde Yüksekkaldırım yazı­ 1930’un yılbaşı gecesi açıldığı konusunda yor, ama burası bal gibi ’dir. mutlaka dövüş çıkar, ücretli kabadayılara gün kırk gece sofra kurardı, Sözümüz “iç­ ısrarlıdır. Diğer bir kaynak da 1934’te Be- da pirincin taşını ayıklamak düşerdi. kileri Tahlil” başlıklı denemesindendir: ince bir bardakta viski soda: Spor yapa ya­ yoğlu’nda açılan Rejans Lokantasından Baloz müşterileri içinde bazen alaydan “Mesela şampanyayı ele alıp tetkik edi­ pa cildi açık bakır rengi almış, İçin için kay­ çok önce Bahriye’nin varolduğunu savu­ yetişme jandarma zabitleri de bulunurdu. niz: Mantanndan, etiketinden, şişesinden nayan narin bir Ingiliz ‘mis’ine benzemiyor nur. ilk kaynak dedem Dr. Avram Garti, ikin- • Bunlar kafaları ustura İle tıraşlı, kalın en- tutunuz da kasasına, ambalajına kadar ne mu? Su katılmış duru beyaz rakı, eski ha­ cisi büyük yengem (ve İstanbul'a gelen ilk seli, ablak şimali, pala bıyıklı, geniş göğüs­ büyük bir itina, bir gayret, bir terakki mah­ rem dairelerinin kafes ve kilit altında gün Beyaz Rus göçmenlerden) Natasha’dır. lü, iri yarı, heybetli adamlardı. Başlannda sulüdür! Samandan mantosu, etiketten görmemiş yasemin tenli esirelerini hatır­ Bahriye 1958 yılında Demokrat Parti’nin bilek kalınlığında dobrin püskülü sallanan, bluzu, kurşundan şapkası, telden şemsiye­ latmıyor mu? (...) Çeri’de sıcak bir busenin imar etkinlikleri sırasında Karaköy Meydanı altı üstü bir kalıpta kıpkırmızı uzun bir fes, si ile ne koketçesine, ne itinalı giyinmiş­ tadı duyulur. Rom içerken sanki ciğerleri­ açılırken (çevresindeki tüm binaların yer­ göğüslerinde de müteaddit madalyalar bu­ tir; kaç kadın ve erkek eli onu öyle süsle- nizin içine keskin bir güneş doğar. Bene- le bir edilmesiyle) yalnızlığa mahkûm edil­ lunurdu. Çoğu yer İskemlesine oturarak miştirt-.) diktin midenize bir manastır dehlizinin miş, “ Bu işin tadı kalmadı!” diyen Hamdi nargile içerdi.” mahfuz sükûnetini, rahatını verir, Güraso Bey de kapıya son kez kilit vurmuştur. De­ Balozlar 20. yüzyılın başlarında hepten Şu kocaman iri kadehten taşan bira ne­ oraya bir portakal ağacının çiçeklerini ser­ yimin tam anlamıyla bir “İstanbul Efendisi” kapandı ya da kapatıldı, bir bölümü yerle dir? Sarışın saçları kabarmış, geniş kalça­ per; cin yine orada binbir kandilli bir avize olduğu söylenen Hamdi Bey (gedikli müş­ bir oldu, kiminin yerinde de eskinin pespa­ lı, dolgun bir Alman güzeli değil mi? Bira yakar. Güzel yapılmış bir grok içmek, ma­ terilerin deyimiyle Hamdi Baba) vakt-i ke­ yeliğini aratmayan birahaneler açıldı... bir Alman kadını gibi tadı az, fakat ağız dol­ yi haline gelmiş bir alevi emmek değil mi­ rahet geldiğinde mumları yakar, sofralar­ duran ve göz doyuran kaba bir içkidir, işte dir? Bir alev ki şekerkamışı ile limon dal- dan yükselen şarkılara, gazellere, ut, tam­ BARBA NİKO bur ve keman seslerine eşlik ederdi. Üstat • Koçu şöyle yazıyor: “Bostancı taraflarında otururdu; yıllarca köprüden Haydarpaşa’­ Ahmet Mithat Efendi’nln Galata mey­ ya giden son vapurun yolcusu olmuştur.” hanelerindeki fıçıları da anlatması başlıba- Yine Koçu ekler ki, müşterilerinin bir şına bir âlemdir: “Şimdiki halde fıçılar, yer­ bölümü “okuduğunun sathında kalmış yarı lerini alan damacanalara, binliklere, kadeh­ münewerler”di (ola ki Reşad Ekrem bugü­ lere karşı yaşlı bir pir tavrıyla derler ki: Hey nün meyhaneleriyle barlarını görse, Yakup gidi züğürt şıklar hey! Bizim talihli, bahtlı 1900 başları. Kadri’nin “Azizim, dün münevver, entelek­ olduğumuz bereketli zamanlarda bu yerler­ Galata ve tüel diye bir şey vardı, bugün o yoktur!” de ‘bir kadeh’ ya da 'bir mastika’ gibi de­ Beyoğlu seslenişine kalben katılırdı). Müdavimlerin yimler kullanılmazdı. ‘Bir elli’ ya da ‘okkalık’ meyhanelerinin, kimi de “İrfan yolunda nakş almaya” çalı­ denilip dört elli içmekle yetinen sarhoşla- gazinolarının şan esnaftan oluşuyordu. nn yüzüne bile bakmazlardı. Bir baş töm­ aranan içkisi bekiyi nargilede içinceye kadar okkalığı sız­ "Kouvet" Kemankeş ve Halil Paşa sokaklarına dıran ve meze olarak bir çeyrek turpla ye­ (Kuvvet) açılan ön ve arka kapıları, süslü cephesi ve tinen ‘Bekrl’ler! şimdi tezgâh önünde res­ şarabının kunt duvarları bugün yoktur. “ Rint” ve hoş­ mi bulunan Baküs görse, içki tanrılığından etiketi... sohbet bir zat olan Hamdi Bey’in gözü gi­ İstifa eder, yerini onlara bırakırdı, işte şim­ bi sevdiği gümüş fiske şamdanına ne ol­ diki meyhaneler kendi hallerince, kendi duğunu da kimse bilmez; belki yıkıntıların âlemlerince böyle büyük günler görmüş es­ altında kalıp (İstanbul’un bir bölümüyle bir­ kilerden olup, onlara oranla aynalı gazino­ likte) tarihe gömülmüştür... lar çocuk oyuncağı gibi kalırlar.” Şimdi soralım, “Bosfor Birahanesi (ya 13 NİSAN 1990 ZZDİZİ YA/TfAPZI Alkazar Amerika Gazino Tiyatrosu nun cümbüşlü kapısını aralayalım. Hokkabazından pandomimacısına, balerinasından komedyenine çeşitli sanatçılar sırayla sahne alırdı... Söz kantodan açdmışken... a r ı Etek üzerine al, mavi, sarı atlastan bluzlar giymiş dört-beş düz­ “Kadeh kırmak el sarmak gün kuklası İçerde dolaşır, boğacak birini göze kestirdiler mİ Hovardaya hovardaya pek şandır! Yazan: «lak DELEON Küplüye gitmeyenler yanına çökerlerdi Gidip bir tek çakmalı Gamı dilden atmalı Veresiye vermezse Bir haşarat yatağıydı Bela nın Tezgâhtara çatmalı Meyhanesi ve adına fena halde Külhanbeylik omuzdaşlar bize pek şan­ layıktı. Patronu bela, müşterisi dır!” bela, semti bela bir yerdi ve ka­ Daha da ünlüsü düpedüz Meyhane kan- tosuydu: pısı avanaklara foraydı “Haydin arkadaşlar meyhaneye gidelim Atalım biz, çakalım biz, zevkimize baka­ İ Ü J l i URULDUĞU günlerde —ki lım en t1eyh®y|i demleridir— Semai divan çal çalgıcı dinleyelim İ S iy Cumhuriyet gazetesinde çı- Şöylelikle böylelikle şu sabahı edelim!” kan bir haber cirosuna fena Evet, nerede kalmıştık? H l l f m sekte vurmuştur. Gün 26 Yalnız Tophane’de değil, sivri bonetalı, | § ! ® Ocak 1930: pudralı yüzlü komedyenlerle turneye çıkıl­ “Yeşil Hilal İçki Düş­ dığında da İçki su gibi akar, patırtı gürültü manlan Cemiyeti cuma günü Mazhar Os­ eksik olmazdı. Reşad Ekrem üstad, Alkazar man Bey’in riyaseti altında toplanmışlardır. Amerika Gazino Tiyatrosu’nun cümbür ce­ Miralay Atıf, Dr. Şükrü Hazım, Dr. Fahret­ maat Bağlarbaşı’na gittiğini, orada oyun tin Kerim, Avukat Celal Feyyaz, Muallim verdiğini yazar. Başka kaynaklar bu çılgın Mektebi Müdürü Saffet, Salih Keramet, topluluğun Haydarpaşa-Usküdar tramvay Ebülmuhsln Kemal, Dr. Haşan Kadri, Dr. yolu üzerinde, III. Selim Çeşmesi'nin hemen Ahmet Süheyl, Muallim Hafız Kemal, Fe­ karşısında bulunan meşhur Çiçekçi Kahve- rit Bey’lerln hazır bulunduğu bu toplantı­ hanesl’nde perde açtığını cümle âleme da bu senek! içki mücadelesine ait mühim açıklar. İlk müdürü Sotirakl Efendi, sonra­ kararlar İttihaz edilmiştir. kiler Rafael ve Corel olarak biliniyor. Kah­ 1- Sıhhi sahifeler namile neşredilmeye Ağaçlar arasında uzun bir masa, kıravatlı beyler, şık hanımlar, Bomonti bira bahçe­ ve tamı tamına iki kuruş (büyük para azizim, başlanan gazeteye içki düşmanlarının mu­ sinde bir yaz akşamı, 1930’lar olmalı... yıl 1890), likörse kat be kat pahalı! zaheretini istemeye, Çok geçmedi, görkemle rezaleti har­ 2- Yeşil Hilâl Cemiyeti’nin menafii umu- Etek üzerine al, mavi, sarı atlastan bluz­ kazar Amerika Gazino Tiyatrosu’nun cüm­ manlayan şaşaasıyla tarihin tırpanına tes­ mlyeye hizmet eden cemiyetler sırasına it­ lar giymiş dört beş düzgün kuklası İçerde büşlü kapısını aralayalım. Tophane Cadde- lim oldu gitti Alkazar Amerika Gazino Tiyat­ halinin hükümetimizden temennisi hakkın- dolaşır, boğacak birini göze kestirdiler mi si'nln pırpırıı ışıklı, sağırlatıcı gürültülü, tı­ rosu. Şimdi yerini bile bilen yoktur... daki kongre kararının hükümete arzına, “bana kahve ısmarlasana” diye yanına çö­ kış tıkış kalabalık bir noktasıydı ki, hokka­ 3- Elde mevcut tabloların kart ve diapo- ker. Çünkü en ucuz nesne kahve; fakat o ka­ bazından pandomimacısına, balerinasın- MADAM BELA NIN MEYHANESİ zitlf şeklinde teksirine, darla kalmaz, hemen işi biraya dökerler. dan komedyenine türlü çeşitli sanatçılar sı­ 4- Mektep kıraat ve hıfzıssıhha kitapla­ Müşteriler mavnacı, kayıkçı, at sürücüsü, rayla sahne alırdı. Ama burada yapılanın rına içkinin fenalığını bildiren yazıların ko­ hamal camal makulelerl idi. parmak ısırtacağı hiç sanılmasın; Ahmet "İstanbul ve Galata kadıları hüküm ki: nulmasının teminine Maarif Vekâleti’nden Kabadan iki telli karılar ortaya seğirtip Raslm, “Ne olduğu belirsiz, orta oyununun Bundan evvel nice defa hükmü şerifler gön­ temenniye, kıvırır, alınlarına bakır yüzlükler, ellilikler ya­ kaba taslağından ibaret döküntüler” diyor derilip İstanbul’da ve Galata’da olan mey­ 5- İçki aleyhinde filmler getirilerek baş­ pıştırılır, gene yerlerinde oturunca “yana bu piyesler için. Sahneye çıkanlar çoğun­ hanelerin külliyen kaldırılması ferman olun­ ka memleketlerde olduğu gibi halka gös­ baktın, başkasına işmar çektin”lerle maraza lukla takma ad kullanırdı: Balerinalar Kiki­ muştu. Hâliya yine meyhanelerin işlediği ve terilmesi için Maarif ve Sıhhat ve İçtimai kopar, lambalara iskemle veriştirilir, gırtlak ne, Plplna ve Pervis, Şansoncu Amaiva. Pas­ fısk-u fücur olduğu işitildi. Bu fermanım var­ Muavenet Vekâletleri’nden ricaya, gırtlağa, bıçak bıçağa gelinirdi. Patron Arap kal, Komik Dlmistokll, Zevzek Boğos, Ko­ dığı gibi meyhaneler külliyen kalkacak ve 6- Arzu eden mekteplerde mütehassıs Yorgi, Tatavla’lı melezlerden, namlı kaba­ medyen Andon. İncesazı da Gonca Kemal şaraplarına tuz atılup sirke yapılacaktır. Em­ etibba tarafından içki aleyhinde konferans­ dayılara anafordan içkiyi diriğ etmez, böy­ yönetiyor. Favori Şansoncu Amalya’ydı her rimin hilâfına iş olmaktan ihtiyat üzre ola- lar temin edilebildiğinin mekteplere tebli­ le tutunurdu. zaman; diğer namıyla Küçük Amalya. Ah­ sız.” ğini Maarif Emaneti'nden ricaya." Aynalı sokağın karşısında, Tramvay yo­ met Rasim, “ Fuhş-i Atik”te Amalya’nın ye­ II. Selim bu fermanı Galata Kadısı’na Bahriye (tüm sadık müdavimli meyha­ lunda 25-30 basamak merdivenle çıkılan ri göğü inlettiğini, en sevilen kantosunun gönderdiğinde Madam Bela’nın balozunun neler gibi) kendini çabuk toparlamış, yak­ Yüksek Baloz, altında da Hovarda’nın Mey­ da şu olduğunu yazar: açılmasına yaklaşık üç yüzyıl vardı ama, ola laşık otuz yıl sonra da değişim ve yenileş­ hanesi vardı. Çeşmemeydanı’nın, Boğazke­ “Haydi tayfalar ki o demlere denk düşseydi, Selim ferman­ me adına kurban gitmiştir... sen'in, Firuzağa’nın bıçkınları meyhaneden Gemi yalpalar la yetinmez, o harabathaneyi yerle bir etti­ İçelim şarap rir, yıkıntıyı Haliç’e savurduktan sonra top­ “ Galata’da, sabık Abdullah Efendi lo­ eksik olmazlardı. rağına tuz döktürûrdü; malum, tuzlanan şa­ kantasından sonraki sokağa, Büyük ve Kü­ Tezgâhtarı tığ gibi dekilanlı, Manol, o ka­ Olalım harap.” rap sirkeye tahvil olur, tuzlanan topraktay­ çük Aynalı birahanelerinin bulunmasından dar eliçabuklardan ki hâzâ hokkabaz. Tez­ Yine dillere destan, akıllara ziyan Amal- sa ot bile bitmez... ötürü Aynalı derlerdi. Her iki meyhaneye pa­ gâha sekiz on müşteri üşüşür, kimi düz, ki­ ya’nın “ Hicaz’dan Feryat” ve “Hüseyni’den ra tutanlar gelir, seçme mezelerle Mihyoti mi mastika, kimi reçina, kimi şarap istiyor... yandım” kantolarına rağbet çoktu. Beyza­ Yazılı belgelere göre haşarat yatağı ba­ lozların en berbatıymış Bela. Koçu üstad düzünü içerler. Karşıdan geriye sapan so- Manol sağ eliyle binliği havaya atıp öbürü delerin ağzı susuz kalmış çingene hindisi ile tutar, şişenin ağzına parmağını yanaştı­ gibi beş karış açık kalırdı. böylesi yerlere şu damgayı vuruyor: “İstan­ kakta Arap Yorgi’nin Şerbethane balozu bu­ rıp saniyede kadehi, bardağı tapatıp doldu- Söz kantodan açılmışken, dilerseniz ara bul’da ayak takımının, esafll ve erazilin, uy­ lunurdu. rur... ______Kapıdan girdin mi, tezgâhın önündeki verip eski meyhane kantolarına göz atalım. gunsuz hayta güruhunun gittiği, edep ve ha­ sed baloz sahibine ve ihvanlarına mahsus; Reşad Ekrem Koçu’nun “Meyhaneler ve ya kaygusu olmadan, hatta rezllane cümbüş soldaki lâvtacı Sadıkoğlu’nun lavta, kıran­ ALKAZAR AMERİKA GAZİNO Meyhane Köçekleri” başlıklı yayımlanma­ ve muhabbetlerle içip eğlendiği, ara sokak­ ların küçük, izbemsi, pis meyhaneleri.” İş­ ta, zilli maşadan ibaret takımı, tavanda pet­ mış notlarına yaslanırsak, 19. yüzyıl sonla­ rol lambaları, etrafta mermer taşlı masalar; TİYATROSU rında “Hovarda”, “Meyhane” ve “ Küplü” te böyle bir haşarat yatağıydı Bela’nın Mey­ rakının karafaklsi çeyreğe, kadehi kuruşa, kantolarının pek de revaçta olduğunu gö­ hanesi ve adına fena halde layıktı: Patronu biranın bardağı yüz paraya; yani tuzlu. Zira Sermed Muhtar Alus, “ Eski Gaiata’nın rürüz: bela, müşterisi bela, semti belabiryerdi ki, kanlı kabadayı Bıçakçı Petrl’nin sürekli uğ­ çalgılı baloz bu. Aşağı kurtarmaz. Dileyen Eğlence Yerleri” başlıklı yazısında daha çok “Kabadayıyım kabadayı seyyar işportacılardan meze alır. şey söylüyor ama bu kadarıyla yetinip Al- rağı olmuştu. (Kim bu Petri diyecek olursa­ Kabadayıyım Tosun Dayı nız, onu da lütfen Ergun Hiçyılmaz ağabe­ Severim hovardayı. Hayda! yimize sorunuz!) Meyhanede çakarım Madam Bela’nın uyruğu bilinmiyor; bi­ Peykesinde yatarım linen bir batakhane yosması olduğu, mey­ Ben camları kırarım hanede saki olarak çalıştırdığı Sakız’lı ve Mi­ Hır çıkarır kaçarım dilli'n Rum çocuklarına “kapatma hayatı” Ben dayaktan korkarım yaşattığıdır. Kimilerinin bu kadını “Madam Var mı böyle kabadayı Başbelası” diye anması boşuna olmasa ge­ Severim hovardayı. Hayda! rek. Müdavimlerinin çoğunun gelgeç gemi­ Ne gülersin omuzdaş ci tayfası ve ucuz şaraba talim eden tulum­ Ne bakarsın be kardaş bacılar olduğu söylenir. Sermed Muhtar Bende yürek mermer taş Alus’a göre, Mumhane Caddesl’ni kesen bir Savul karşımdan dolaş ara sokaktaki (Leblebici Şaban Sokak ola­ Bulaşığım be kardaş bilir) Bela’nın Meyhanesi’nin kapısı “ava­ Hır çıkar yavaş yavaş naklara fora”vdı. Kabadayıyım Tosun Dayı Yalnız avanaklara mı? Severim hovardayı. Hayda!” Küplü kantosunda da, Hovarda kanto­ sunda olduğu gibi, açıktan açığa meydan 1930 sonlarında Harbiye’de BelvO (Belle Vue) bahçesi, bugün yerinde Radyoevi var. okuma sezilir: 14 NİSAN 1990 DİZİ YAZILAR! İİN 1 İİİ1 1 İİİİ A n Kol çavuşuna "Görme bizi" harcı gizlice verildiğinde akşamcılara "keyif tamamlamak” için birkaç saat daha süre verilirdi VakH kerahet "Gönlünde sakiyi mimar eyleyenlerin gitmeden duramadığı, durmadan da İçtiği bir yerdi Gambrlnos Birahanesi. gelince Bugün Hasköylü Âşık Şarkis in dizelerinde yaşamaktadır. Bugünün tezgâh altından lastik hortumla terkos takviyeli süper lüks Yazan: Jak DELEON birahane mamulatına hiç ur) sıcak bir kayısı kokusu olmalı. Şu gelin­ mİ hiç benzemiyor balon lik kızın toz pembesi bluzu şüphesiz bir gül bardakla içilen Bomontl koncası gibi kokar ve kombinezonunda li­ mon ve portakal çiçeği rayihası duyulur. Bu birası , dinç kadının sarışın tuvaletinde tur­ EZE, Karagöz göstermeliği, fanda bir kavun kokusu, şu gelinlik kızın ça- | yani varla yok arası. Az az ge- maşınnda bir yasemin ve zambak ıtri, o si­ ! liyor sofraya ama ne sofra, yahlı dul hanımın mantosunda bir krizantem | bir kuş sütüyle turna havya- esansı gizildir. Ve bütün o rayihalar elbise­ | rı eksik. Karanfilli, tarçınlı lere vücutlardan veya lavanta şişelerinden şarapları terbiyeli, laternası geçmemiştir. Kumaşlann esasında mevcut­ li bereketliydi; kadril ve polka tur, bu kumaşlar esasında rayihalıdır.” Ne­ sesleri eksik olmazdı. 19. yüzyıl sonlarıdır, rede bugün böyle düş gücü olan moda ya­ Galata alacakaranlık ve gayetle tehlikeli, o zarı? demlerin Kalekapısı, cumhuriyetin İlk yılla­ Ama dedemi ve Refik Halid’i başbaşa bı­ rının Şahkapısı sokağına güneş Haliç’in de­ Bomonti bira bahçesi hatırası. Yüzyıl ortalarının keyif duraklarından biri. rakıp Eftalipos'a dönelim; vakit geç olmak­ rinliklerinde yok olduktan sonra girmek yü­ ta, gazino dolup dolup taşmaktadır. Bu ak­ rek işi! Ama Dodi’nin kapısından içeri adım “ Beyoğlu’nda, Konkordiya Tiyatrosu tanımış, tezgâhına dirsek dayayıp “vakt-l şam “cazbant” da var galiba, dans edilecek. atan yaldızlı bir dünyaya girer; “şanson’un karşısında, 312 numaralı Dimitri Gambrinos kerahet” geldiğinde tekmil müdavimle bir­ Bilen bilmeyen kalkıp kendini piste atıyor; âlâsı burada, misk i amber misali ecnebi li­ Birahanesi. Birinci nevi birası ve nefis ye­ likte “hafif hafif düz çakmış” Ahmet Rasi m. ne yapalım azizim, şampanyanın billur kö­ körler burada, beyzadeyle omuz omuza mekleriyle sabaha kadar açıktır. Müşterile­ Öyle bir anlatmış ki, mübarek sanki rakı de­ püğü kana karıştığında müdavimi tutabilir­ demlenen burada. Tulumbacısından rin memnuniyetine her suretle hizmet edi­ ğil de çam balıl Zaten “Anılar ve Söyleşiler” sen tut. Sonra İstanbul’un meşhur dans pro­ ‘erazil’ lir.” balıkçısına, kayıkçısından kalem erbabına bal tadında bir çalışma, gönüllerde güller aç­ fesörleri Panosyan, Sakelaridis, Haçadur- yan, Papadopulos, Saridis henüz ortalıkta Dodl’ye ‘şöyle bir' uğramayan yoktu, öyle Birde Fransızca ilanları vardı, “ Brasse­ tırıyor. Karaköy Palas’ın karşısındaki Bizans ki ‘hazirûn’ kimi zaman sokağa taşar, patır­ Birahanesi elli müdavimi ya alır ya almaz, yok ki rumbayı, çarlistonu, fokstrotu, tan­ rie Dimitri Gambrinos, 312 Grand Rue de Pé- goyu, valsi, boleroyu bir güzel öğretsinler tı ayyuka çıktığında kol bermutad yetişir, kol ra, Constantinople” şeklinde... mütenevi biralar ikram olunur. Ama ne bi­ çavuşuna görme bizi’ harcı gizlice verildi­ ra! Viyana birası, Belgrad’ın Yagodina bira­ “mösyö”lerle “madam” lara. Panosyan’da Muallim Naci’nin deyimiyle, “gönlüne tango 10, vals 7.5, çarliston 5 lira. Stüdyo­ ğinde akşamcılara ‘keyif tamamlama’ için sakiyi mimar eyleyenlerin gitmeden dura­ sı, İstanbul’un (bir semte adını bile vermiş) birkaç saat daha süre verilirdi. Bomontl birası. Mösyö Bomonti birayı imâ- ların birinde buzlu camlı, silindiri çivili, yan­ madığı, durmadan da İçtiği biryerdj Gamb­ dan manlvelalı bir org eskisi bile olacak ama Dodl’den başını uzatanlann bir nargile rlnos Birahanesi. Bugün Hasköylü Âşık Sar- lâthanesinde fıçılar, ucu küçük pirinç mus­ çekimi uzaklıkta bellediği Galata Kulesi’ne luklu fıçıları Bizans’a gönderir ki yabancı­ 1930'lardan sonra; 1918’de açılan Eftalipos kis’in dizelerinde (ve Koçu üstadımızın İs­ ise 1922’de kapandı... bir demlerde ‘Christus Torre’ dendiğini bi­ tanbul Ansiklopedisi’nde) yaşamaktadır: lar bile “mest” ! Duble 100 para, tek 60 pa­ liyor muydunuz: Malûmatlar ve malûmatfu­ “Giremem içeri, üst baş külüstür, ra. Kesesine güvenen buyursun çünkü bir ruş pirimiz Aslanzâde Yakub Efendi’nin ep­ Zira Gambrlnos gayet lüküstür. içen bir daha içiyor. Kısası, bugünün tezgâh SONUNDA KAÇTI rimiş, sepyalaşmış notlannda rastgeldim, Gaco şıkırdımı Pera gülleri, altından lastik hortumla terkos takviyeli “süper lüks birahane” mamulâtına hiç mi tarihçilerin ‘Kastellion ton Galatou' ve 'To- Lavanta sürünmüş hoş kâkülleri. Şimdi mütareke yıllarına geliyoruz, is ur de Galathas’ diye adlandırdıkları yer çok Şampanya patlatır bir şişe en az, hiç benzemiyor balon bardakla içilen Bo­ montl birası... tanbul işgal altında olmadık aşağılanmaya başkaymış, bizim kuleden yüzlerce yıl es­ Onlarda tamamdır türlü cilve, naz. maruz kalırken, Eftalipos’un “rüzgâr gülü” ki bir hisar, Haçlı Seferleri’ne sapasağlam Tatavla, Kumkapı, Hasköy beyleri. patronu kapısını Türklere kapatıyor, işgal­ direnmiş. OsmanlI’da adı Mahzen-i Sulta­ Gündüzden verilmiş gece peyleri.” EFTALİPOS CAZİNOSÎT ci Fransız ve Ingiliz askerlerinin olmadık re­ ni ya da Kurşunlu Mahzen. İlginç tabii de zilliklerine peşkeş çekiyordu. Şimdi izin ve­ Dodl’nln Gazinosu’nda demlenen ehl-i ke­ “Akşamcılığın en büyük zararian çok İç­ rin de dedemin anıları devreye girsin: “Hicri yiflerin böyle bilgilere kamı tok, gelsin çe­ mekle başlar, sabahçılığa dönüşmekle azar, Galata’nın en ünlü, en lüks ve (mütare­ 1311 ’de İstanbul Tıbblye-l Mülkiyesi’ne gir­ şit çeşit ‘müskirat’! Bir de bol işlevi), düz­ gündüzcülüğe dökülmekle artıp geceli- ke yılalarınadeğindiğlmizde göreceksiniz) dim ve 1317’de mezun oldum. Balkan Har- gün şiveli şantözler; aslında bir mastika ya bi’nde Edime Askeri Hastanesi’nde, Harb i da lamblkoya fit olacaklar ama öyle işvebaz Umumi’de İkinci Kolordu’ya bağlı Beşinci ve hünerbaziar ki, sanki tekmili 'La Dam O Sıhhiye Bölüğü’nde, sonra İsmet Paşa’nın Kamelya!' ” kumandanı bulunduğu üçüncü Kolordu’ya Yazılır ki, 1875-1885yılları arasındaGa- bağlı Yedinci Seyyar Hastane’de görev yap­ lata’yı birbirine katan Dodi’nin Gazinosu tım. Yani Edirne'den Çapakçur’a, oradan da için (ulemâdan bir zatın torununun da da­ Nablus’a geçtim. Rütbe-I Salise ve Harp Ma­ hil olduğu bir rezalet sonucu) padişah ka­ dalyası sahibiyim.” İşte bu genç yüzbaşı patma emri vermiş, efendisinden eraziline doktorfesi, sırmalı üniforması, madalyala­ müdavim Galata'nın diğer meygedelerlne rı ve belinde kılıcıyla bir akşam Eftalipos ga­ çil yavrusu benzeri dağılmış. Ardından da zinosuna gelir. Büyük cesaret çünkü “işgal­ Üsküdarlı Âşık Razi şu İkiliyi yazmış: ci zabitler” Türk subaylarından hiç mi hiç “Sille tepeden indi, hoşlanmamakta, hatta Rum garsonlara emir Şaşırıp kaldı Dodi.” verip feslerini yere çaldırmaktadır. Dedem Gambrinos’ta “müskirat” katre katre, bana bunları anlattığında doksanlarınday- “İşret” dersen diz boyu! Yeri Beyoğlu’nda dı ve çelik mavisi bakışları bir nebze olsun amaGalata’yı aratmıyor. Eski Beyoğlu'nun solmamıştı: “Kapıda belirdiğimde som bir en iflâh olmaz meygedelerlnden (ben yaz­ sessizlik oldu. Niyetim bir kadeh bir şey içip mıyorum, Aslanzâde Yakub Efendi söylü­ çıkmaktı. Canım fena sıkılıyordu. Çok uzun yor) olan Gambrlnos Birahanesi (ki biraha­ süren tifüs hastalığım nedeniyle cepheden ne adı bahane, kendisi basbayağı Galata uzaktım ama her an emir bekliyordum. Bir usulü gazino) çift kimlik taşırdı sanki: Ak­ köşede yayılmış oturan bir Fransız zabiti bir şamları “tringa” beyaz ceketli, yakası ko­ laf etti, buraya fes giremez, diye. Ben de lalı Frenk gömlekli, ütülü siyah pantolon- u eçmlş zaman olur ki Meyhanedeki bir NEYZEN. Fransızca olarak, İstanbul’a Fransız gire­ lu, has ipekten kelebek boyunbağlı, Fran- gündüzlü denilen içinden çıkılması güç du­ en rezil gazinosu. Necatibey câddesi’nde, mez, dedim. Fransız zabit ayağa kaktı, ze- sızcaya çat pat hâkim garsonları ve “ ekâ- rumda karar kılmak gibi gerçek bir yıkımla Kapı İçi Hanım’aelli adımlık bir binadaydı. bellah gibi adamdı ama fena yalpalıyordu. bir” müşterileriyle yaldızlı nezih biryer, 19. sonuçlanır. Bu güç durumdan kurtulmak Zamanın “sosyete”si orada tekmil verirdi Elim kılıcıma gitti. Herşeyl göze almıştım. yüzyıl İstanbul'unun parmakla gösterilen İçindir kİ İçenlerin akıllılan gıda denilen mik çûnkû havyardan şampanyaya her tûr me­ İşte o an ortalık kanştı. Kimi Fransız’ı yeri­ “sosyete” uğraklarından biri, belki de birin­ tardan ziyadesini İçmezler. Bu gıdanın mik ze ve içki Eftalipos’ta bulunurdu. Şık hanım­ ne oturtmaya çabalıyor, kimi de bileğime ya­ cisi. Ama vakit geceyarısını buldu mu de­ tan 25 dlrhemllk bir ya da bir buçuk karafa lar ve kıranta beyler akşamları Eftalipos’ta pışmış, etme paşam, yapma paşam maka­ ğişime uğrardı Gambrinos, say ki Jekyll ve kidir. İki üç karafaki, yüz dlrhemllk şişe ya arz-ı endam ederler, sofralardan Cordon Ro­ mında diller döküyordu. Hiçbir şey deme­ Hyde misali (bu iki zatın kim olduğunu me­ hut son zamanlarda meyhanecilerin, gazi uge şampanyası ve beş yıldızlı Fransız kon­ den çıkıp gittim. Bir daha da Eftalipos’a rak edenler lütfedip Ingiliz edebiyatı tarihi­ nocuların da işine pek ziyade gelen duble yağı eksik olmazdı. Bu gazinoya gitmişliği ayak basmadım.” ne göz atsınlar): Polkanın, mazurkanın bin- kadehlerden sekiz on tanesi gıda sayılamaz. olan dedem Dr. Avram Garti’nin anılarında Sonra ne mi oldu? birtürü başlar, garsonlar ceketi ve papyo­ Neşe denilen ilk sarhoşluk halinin ölçüsü, hanımların olağanüstü “tualef’leri öne çık­ İşgalciler çekip gittiğinde yediği ayva­ nu fora eder, Beyoğlu ve Tatavla'nın kaba­ kadehine göre, örneğin dublenin bir buçu­ maktadır. Şimdi ara verip Refik Halid Karay nın boyundan mücessem olduğunu anla­ dayı takımı arzu endam eyler, haliyle “ İş- ğu; çakırkeyifin iki üç; keylfin üç, beş veya üstadın “yeni kadın kumaşlan” konusunda­ yan patron, Eftalipos’un kepenklerini indi­ ret” in ve “ işmar” ın topuzu fena halde ka­ altıdır.” ki görüşlerini alalım. Maksat renk olsun: rip yok oldu, adı sanı birdaha duyulmadı... çardı! Devrin parasıyla bir banker kadar ka­ “ Ben hepsinde ayrı bir rahlya tasavvur edi­ zandığı söylenen patron Dimitri Gambrlnos, Üstad öyle diyorsa öyledir, ne sandın ya gazetelere boy boy ilanlar verirdi: muhterem, söz sahibi anlı şanlrAhmet Ra- yorum. İşte şu olgun kadının ılık etine sa­ sim Bizans Birahanesi'ni bilmiş, yakından rılmış turuncu krep damurda (crêpe d’amo- ______15 NİSAN 1990 EZZDlZt TfAZILAPI Şimdi de Ekonomos Meyhanesi'nde keyif sofrasını kuralım, eskilerin "ehl-i keyif" tabir ettikleri muhteremlerle birlikte Zaman A yaz paşa Pus lokantasının müdavimlerinden olan esrarengiz güzel Nataşa, İstanbul'un İlk Beyaz Rus lüıeline göçmenlerlndendi. Mr dalalım?.

Bilir misiniz kİ votkayı İstanbul’a Yazıldığı kadarıyla bir hoşmuş nılmış, en son karafaki doğmuştur.) Alçak İlk kez Beyaz Rus göçmenler getir­ Ekonomos, gece geç vakit de usul­ ayaklı tahta sofraları ve kısa iskemleleriy­ miştir v şu pek meşhur (hatta "a dan ud sesleri yayılırmış çevreye, le “mütevazı” bir yerdi Ekonomos. Kimi ge­ dikli meyhaneler gibi birkaç basamakla la mode”) sarı votka nam meşrup bir de bugün çevrene bak da sor çıkılan balkonları, hatırlı müşteriler için İlk kez Arkadi’de yapılmıştır kendtne’Nereden nereye Galata?’ “Şirvan’ları yoktu. Yirmibeş arşın eninde, kırk arşın boyunda olduğu, tezgâhın üstün­ de “İşret tanrısı Baküs’ün sarhoşluk 0 NCE Şirket-i Hayriye’yle Bo- Keyif, Fertek Bahçe, Memur, Büyükada, mahsus yemekleri arasında enginar kızart­ halinde” resminin bulunduğu yazılır. Ak­ ğaziçi’nde şöyle bir gezine­ Dimitropulo, Istafilina, Zardakosta... Yeni, ması pek meşhurdur. Anadolu’da yetişen şamcılar elleri dolu gelir, mevsime göre el­ Kulüp, Altınbaş çok sonranın “ İnhisarlar lim dilerseniz. Zaman tüne­ ve dünyanın hiçbir yerinde bu derece gü­ ma, dut, portakal, kiraz, üzüm, pastırma, İdaresi” markaları olacaktır. O zamanın line daldık nasıl olsa ve vak­ zeline rastlanmayan enginarları İstanbul’­ balık yumurtası, peynir, yaprak dolması ge­ Alem rakısının ilanı da bir “âlem”dir, ga­ timiz bol. Nereden başlaya­ da çok iyi pişiriyorlar. Ekonomos’ta birkaç tirir, ortaya koyarlardı. Küplü değil, fıçılıy- zeteler Alem’in “büyük bir fedakârlıkla ve lım? Çok eskilere gidersek defa bu güzel yemeği yedim. Burada Türk dı. Ekonomos ve kol gibi fışkıran içkiye iri Şirket-i Hayriye idare Mer- modem teşkilatla sıhhi şerait altında temiz kahvesiyle kokulu Girit tütünü içmek pek çanaklar tutulurdu; çanak da yetmezse, gel­ keziyesi’nin üst katına çıkıp ve itinalı çekilen” bir rakı olduğunu cümle zevkli oluyor.” sin kova! Müdür-0O Umumi Ali Hüseyin Bey’in elini sı­ âleme bildirirler! kabiliriz. Hüseyin Hakkı Efendi, Fuat Paşa, Bilindiği kadarıyla bu yazı Le Figaro ga­ Yazıldığı kadarıyla bir hoşmuş Ekono­ Mustafa Reşit Paşa, Cevdet Paşa da ora­ Galata’nın ünlü ve temiz meyhanelerin- zetesinde yayımlanmış, yıllar sonra da Ha­ mos, gece geç vakit de usuldan ut sesleri da olabilir, 20. yüzyıldan gelen selamımızı dendi Ekonomos, rezaletten uzak, işrette lûk Şehsuvaroğlu Cumhuriyet gazetesin­ yayılırmış çevreye; bir de bugün çevrene alırlar, belki de halis "Taht-ul Kalâ” (Tah- adap gözeten bir mekândı. 1891 yılında İs­ deki bir yazısında alıntı yapmıştır... bak da sor kendi kendine , “Nereden ne­ takale) kahvesi ikram ederler. tanbul’a gelen Fransız gazeteci Emile Berr, reye Galata?” diye!.. Vapur sözcüğü nereden doğmuştur, bi­ Ekonomos’u şöyle anlatıyor: Ekonomos bi-hakkın meyhaneydi. Ka­ pıdan içeri girildiğinde tam karşıda tezgâh lir misiniz? “Galata’da, karakol karşısında, İstanbul görülürdü. Tezgâhın üstüne sıra sıra rakı ARKADİ (ARKADİA) GAZİNOSU Fransızca “vapeur” (buhar) sözcüğün­ Boğazı’na müvazi olarak uzanan sokakta den! kadehleri ve şarap bardakları, piyaz, turşu, Ekonomos isimli meşhur bir meyhane bu­ leblebi kâseleri dizilirdi; ayaküstü tek atıp İşte 13 numaralı Galata, 18 numaralı lunmaktadır. Bu meyhane, kum dökülmüş yoluna devam edecek müşteriler için! Tez­ Beyaz Rusların 1920’lerde İstanbul’un Asayiş, 19 numaralı Seyyar, 33 numaralı zeminiyle, akaju ağacından yapılmış takım­ gâhın ardındaki oymalı raflarda rakı ve şa­ neredeyse her yakasında (Büyükada’dan Nusret, 27 numaralı Sahilbend, 35 numa­ larıyla, insana kırk elli sene evvelki Paris rap binlikleri diziliydi. Rafın kenarındaki Beyoğlu’na, Büyükdere’den Galata’ya) aç­ ralı İşgüzar, 39 numaralı Neveser, 41 numa­ meyhanelerini hatırlatmaktadır. Ekono- çivilere de camdan rakı ve şarap ibrikleri tığı eğlence yerlerinin haddi hesabı yoktu. ralı Metanet, 44 numaralı İntizam, 55 mos’un mutfağı Avrupa usulündedir. Usta asılırdı. Müdavime içki bu ibrikle sunulur­ Bunlardan yalnızca biriydi Arkadi (Arkadia) numaralı Bebek, 53 numaralı inşirah, 61 nu­ bir aşçısı vardır. Ekonomos’un kendine du. (önceleri içi oyulmuş kabak da kulla­ Gazinosu. Öyleyse neden Arkadi, diye so­ maralı Sultaniye, 59 numaralı Kamer, 64 nu­ ran olursa, şöyle cevap verebiliriz: Arkadi maralı Küçüksu, 67 numaralı Kalender, 69 Gazinosu Beyaz Rusların Galata’daki ön­ numaralı Hüseyin Hakkı, 70 numaralı Ziya de gelen eğlence yeriydi ve unutulmasın böyle “vapeur”dür; şimdilerin deyişiyle ki konumuz şu anda “Galata Gazinoları!” “vapur”, yaşlıların dilindeyse “vapor.” Biz Arkadi’de tombala ve bilardo oynanır, vot­ herhangi birine binebiliriz, kimi “yandan ka İçilirdi. Bilir misiniz ki votkayı İstanbul’a çarkir’dır, yazın güverte üstüne tente ge­ ilk kez Beyaz Rus göçmenler getirmiştir ve rilir, kiminin hoparlöründen tangolar yük­ şu pek meşhur (hatta “ a la mode") sarı vot­ selir. Hangi “Boğaziçi kasabasında” durup ka nam meşrup ilk kez Arkadi’de yapılmış­ biraz istirahat etmek istersiniz? “Ortakeuy” tır! Bugün Rejans, Ayaspaşa Rus Lokan­ (Ortaköy tabii ama Şirket-i Hayriye’nin Os­ tası, Pera Palas, Glasnost ve Rasputin gi­ manlIca ve Fransızca yayımlanan ilk tari­ bi mekânlarda içilen sarı votkanın fesinde böyle yazılır) o demlerde pek de “ağababası”, adı sanı kayıtlara geçmemiş hoş, bol ağaçlıklı bir tepe üstüne kurulmuş; bir “barmen” ya da “ barba” dır, 20. yüzyı­ “Roumelie Hissar” mı dediniz? Azizim, si­ lın başlarında sessiz sakin Arkadi’de çalı­ zin canınız kale altında çay içmek ister sa­ şan. Anlatılana göre (bu kez kaynak büyük nırım! Yok yok, haklısınız, en iyi çay yengem Natasha’dır) iyi bir votkanın içine “Emlrghlan”da içilir. “Therapia” mı? Bakın cidarıyla birlikte limon ve portakal kabuk­ orası pek de mahzun bir yer, suları şifalı­ ları atılır, bir tutam biber ve bir nebze ka­ dır derler ama manzarası göz alabildiğin­ ranfil eklenir, tümü çalkalandıktan sonra ce düzdür, Tarabya olup bir “restaurant ağzı kapalı küplerde (ve güneşten uzak) kenti” ne tahvil olmasına en az yüzyıl var­ günlerce bekletilir, göz kadehlerde servis dır. En güzeli Kanlıca galiba; Sinan’ın ca­ yapılırmış. Arkadi’nin “müdavimleri” de mii bir mücevher sanki, yoğurdu da hızla “müptela”ya dönüşmüş! Bugün İs­ gönüllerde güller açtırıyor... tanbul’da yaşayan son Beyaz Ruslardan Valentine Taskin (Barones Von Klodt Jur- SIKILDINIZ MI? genkzburg) o dönemlerin Arkadi Gazinosu’- nu şöyle anlatıyor: “Çok kalabalık olurdu, kadınlar tombala, erkekler bilardo oynardı. Hiç sanmıyorum ama isterseniz kara­ Bugün İçilen sarı votka yarım yüzyıldır Rejans Restaurant'ta klevski İle alınır. ya ayak basabiliriz. Ama önce kaptanları­ Şarkılar söylenirdi devamlı, Rusça, Rumca, mız Fehmi Efendi, Makaroviç Efendi, Türkçe. Birbirinin dilini bilmeyen insanla­ Istefanoviç Efendi, Cemal Efendi, Eyüp rın çabucak kaynaştığı bir yerdi, renkli ve Efendi, Aziz Efendi, Hacı Mehmet Efendi, temizdi, bir Paris gazinosuydu sanki. Sarı Sezai Efendi ve Zaharaki Efendl’ye teşek­ votkasının ünü tüm şehre yayılmıştı.” Sev­ kür edelim. gili Barones şimdi (handiyse doksanların­ Şimdi de Ekonomos Meyhanesi’nde ke­ da) Anadoluhisarı’ndaki Yalım’da piyano yif sofrasını kuralım, eskilerin “ehl-i keyif” çalıyor ama 70 yıl öncesinin anıları belle­ tabir ettikleri muhteremlerle birlikte. Kim­ ğinde pırıl pırıl... ler yoktur ki Ekonomos’ta? Uzunçarşı’nın tornacı, sandıkçı, ağızlıkçı ustaları, Mah- mutpaşa’nın tarakçı, kehribarcı, kaşıkçı kal­ ARKA KAPIDAN BAKALIM fası, Kapalıçarşı’nın kuyumcu ve yorgancı esnafı, mahalle tulumba reisleri ve omuz­ Şimdi Arkadi’den yola çıkıp (söz açıl­ daşları, Galata’nın Rum’ları, Tatavla’nın la- mışken) Beyaz Rusların İstanbul serüve­ ternalı palikaryaları... İnanmayan gider, nine geniş yelpazeden bakalım. Kalem bu üstat Sermed Muhtar Alus’un 2 Mayıs kez bale, dekor ve kostüm tasarımcısı ve 1944’te Akşam gazetesinde yayımlanan ya­ sanat tarihçisi Alexander Vassiliev’in. Vas- zısını okur; Rakının da çeşidi bol, “erbabı” siliev gerçek bir “aristokrat”; çarlık döne­ yalnızca “kayık düzü, Namyas düzü ya da minden kalma soyluluk unvanı “ Kont hamursuz rakısı” tavsiye ediyor, kayık dü­ Tchitchagoff de la Berezina.” Bir döneme zü Marmara iskelelerinden kayıkla gelir, ışık tutan (ve bir yıl kadar önce Paris’te ya­ Namyas düzü tüyden hafif, hamursuz rakısı yımlanan) araştırmalarına (Arkadi’nin kapı balyozdan ağırdır. Anasonlu ve sakızlı tür­ aralığından) bakmakta yarar var. leri var. Kapalı şişeler yalnızca iki marka ta­ şırdı, Omurca ve Mihyoti. Yıllar sonra sanki şaraba tebdil oldu rakı, bin çeşidi çıktı: Relans'ınhemen köşesindeki süslü sokak lambası 19’uncu yüzyılı gelip geçenlere ha- Ağa. Alem, Bülbül, Elif, Hanım, Jale, Dem, 16 NİSAN 1990

BİR ESKİ SENATÖR VESTİYERDE DURURKEN ACEMİLİKLERİNİ KOKETLİKLE ÖRTBAS ETMEYE ÇALIŞAN GÜZEL RUS HANIMLARI GARSONLUK YAPARDI

Balıkçı çelebon un banka memurlarına "küçük bankerler" diye takıldığı, veresiye şarap söylediği, hatta ısmarladığı bugün bile dilden dile dolaşır

Bir zamanlar Malik zamanlar İstanbul çok güzel bir yağ- sinemasında 1lıboya tabloya benziyordu. Gün ba- 0 . tarken ateşler İçinde kalan Haliç, piyano çalan i !Bizans’tan kalma Ayasotya’nın kub- Madam Valentln Taskin (Barones Von Jurgenkzburg) artık Anadolu yakasındaki bir besi, Sultan Ahmet Camll’nin mina­ reler), Haçlı seferlerine karşı inşa tavernada son edilen kaleler, Topkapı Sarayı, günlerini yaşıyor İmparator Jüstinyen'ln zindanı, muhteşem Galata Kulesi, Kapalıçarşı’nın kemer­ leri, Rumeli Hisarı, İstanbul Surları, göz kamaş­ tırıcı Dolmabahçe Sarayı şehrin Avrupa kıtasın­ da kalan güzelliklerin ancak bir kısmıdır. Boğaz'- ın öteki kıyısında İse meyve bahçeleri İçinde sa­ ray ve camileri ile Anadolu yakası ve sisler için­ de eriyen adalar, Asya İstanbul'unu meydana ge­ tirmektedir. Bütün bunlara bir de durmadan ora dan oraya hareket eden balıkçı kayıklarını, ezan seslerini, asker ve subay üniformalarından saçı­ Ancelo (beyaz lan parıltıları eklerseniz, aşağı yukarı 1920 yılının gömlekli) yitip gitti İstanbul'u gözler önüne serilmiş olur. Rus göç­ ve meyhane menler daha çok şehrin Avrupa kıtasında kalan anılarını da birlikte kısmında yerleşmişlerdi; yanı kulenin bitişiğin­ götürdü deki Galata semtinde, Rus elçiliği dahil bütün el­ çiliklerin yer aldığı, şehrin en büyük Avrupai Cad- desl’nln bulunduğu Beyoğlu’nda, alış veriş mer­ Beyaz Rus hazînesi yatıyor. Soluğuna güvenen kezi olan Meydam'nın çevresinde.” buyursun Dolmabahçe açıklarına... İstiklal Caddesi'nde (Grand rue de Pâra’da) pıtrak gibi Rus restoranlar, kabareler, pastane­ ler ve eczaneler ortaya çıkmaya başladı. Mosko­ AŞER LEVİ ŞARAPEVİ VE va'da “Maksim” adlı kabarenin sahibi olan ünlü “Rus zencisi” Feodor Feodorovlç Tomas şehrin BALIKÇI ÇELEBON BİRAHANESİ dışında bulunan “Stella” adlı bahçede aynı tür­ de bir yer açmıştı. Sergel Altbrandt'a alt tiyatro İkisi de Kuledibi’nde, Galata Kulesi’ne kırk sahnesinde Jan Gllesko keman çalardı. Vertins- adım müskirat ve işret evleri. Bugün ne oldukla­ kİ de kendisine ait “Siyah Gül” kabaresinde Çi­ rını bilen kalmamıştır. 1940 sonlarında Galata es­ gan melodileri söylerdi. Bu ünlü yerde bir eski nafının devam ettiği tipik birer koltuk meyhane­ senatör vestiyerde dururken, acemiliklerini ko­ si olan Aşer Levi (nam-ı diğer Çorbacı Aşer) Şa- ketlikle örtbas etmeye çalışan güzel Rus hanım­ rapevl ve Balıkçı Çelebon Birahanesi konusun­ ları garsonluk yapardı. En nefis borşt çorbası da yazılı belgeye rastgelmek olanaksız. Keyif ta­ “Ugalok” (Köşem) lokantasında sunulurken, rihinin eksiksiz yazarı Reşad Ekrem üstat hiç de­ jengln yabancı müşteriler akşam yemekle­ ğinmiyor bu iki meyhaneye. Belki de kıyıda kal­ ri İçin bir zamanların çarlık belediye reisinin aş­ dıkları, yörenin küçük esnafına sessiz sedasız çılık yaptığı Rus kabare-restoranı “ Ermltaj” a ge­ koltuk çıktıkları İçin. Aslanzade Yakub Efendi de lirlerdi. “Petrograd” ve “Moskova” pastaneleri yazmasa, gelecek kuşaklara ikisinden de en in­ Rusların geleneksel paskalya çörekleri “ kullç” ile ce iz bile kalmayacak. Kaldı ki bu notların çoğu meşhur olmuşlardı. “ Turkuaz" ve Gapontsev'le- aslında Aslanzade Yakub'un babası, has İstan­ rin restoranı ünlü yerlerden sayılırdı. bul beyefendisi Modalı Muallim Ishak Bey'indir; Opera sanatçısı Vladlmlr Petroviç Smlrnov, o Ishak Bey ki Abdülhak Hamlt ve Pera Palas İstanbul'da “Smlrnov Votkası” imalathanesi aç­ hayranıdır, Refik Halit'le sofraya oturmuşluğu mıştı. Smlrnov, eşi Primadonna Valentlna Plont- vardır, saklı su gibi şairdir ve eski dostu Balıkçı kovskaya ile birlikte ayrıca “Parizyen” ad.li bir yer Çelebon'u pek güzel anlatmıştır. de açmıştı ki, görgü şahidi Prens Iseev, “Geçmiş­ Çelebon'un da soyadı Levl’ydi ama Aşer'le ten Parçacıklar” adlı anılarında bu yer için, “Ak­ bacanaklıktan öte akrabalıkları yoktu, birbirleri­ şamları keşif birliğinin kaymağı burada nin kızkardeşlerlni almışlardı. Ve İş konusunda­ toplanırdı” demektedir. “Buff” adlı açıkhava ti­ ki rekabetleri dillere destandı. Aşer Levi'de mün­ yatrosunda Smlrnov, Piontkovskaya ve Polons- hasıran sıcak şarap içilir, mütevazı fiyatlarına kar­ bizim balıkçı “ nwyfünış” ların piriydi, karada ya dolaşır. Nevi şahsına münhasır bir yerdi Voyvo­ kl’ler, Offenbach’ın "Güzel Helen” oyununu ina­ şın mezelere (turp, zeytin, beyaz peynir, elma) eri­ da denizde ayık seyrettiği vaki olmamıştı. İşin da Caddesi; Haliç'in derebeyi Galata'yla İstan­ nılmaz bir başarı ile İzleyicilere sundular. O yıl şemeyenler yumruk mezesiyle yetinirdi. Müda­ hoş yanı kendi yerinde de İçmez, kapı komşusu­ bul’un başkenti Pera arasında bir sınır, iki eğlen­ İstanbul'da Boris Mihallov sahnelere çıktı, Nas- vimleri arasında geceyi Karaköy Hamamı'nın kül­ na yollanıp “Bre bacanak, doldur bir tek!” diye ce hayatı arasında (ama ikisinden de nasibini al­ tasya Polyakova çlgan şarkıları söyledi ve Korş hanında geçiren ya da gök tavan altında yıldız sa­ seslenir, tekler art arda halkalar gibi dizilip zln- mayan) bir ciddi köprüydü. Tiyatrosu’nun sanatçılarından Bestujen konfe­ yan cepkeni delikler hatırı sayılır miktardaydı. Ba­ clrleşince de Aşer'ln rengi ve harareti maşrapay­ ranslar verdi. “Siyah G ürde ünlü Yuri Morfessi lıkçı Çelebon’un adı üstünde; sabahtan Haliç’e la sattığı sıcak kırmızı şaraba dönüşürdü. şarkı söyledi ve Elena Nikltlna sahneye çıktı. Ge­ açılır (ne sandınız ya, Haliç'te balık çıkıyordu bir JARDEN PÜBLİKLER leneksel Rus başlığı ileTarakanova Beyoğlu’nda vakitler, hem de balığın hası), Kasımpaşa-Cibali şarkılar söylüyordu. Kervansaray'da Ivan ve Löl- arası lüfer ve palamut devşirir, akşamları ağları KÜÇÜK BANKERLER Şimdi Balıkçı Çelebon’un birası gerçekten ya ç ifti kazaska oynuyordu. Koreograf Viktor Zi- oltaları toparlayıp birahaneye taşınırdı. Aşer Le- meşhurdu. Şöhreti yalnız Haliç’le sınırlı değildi. mln “Şehrazat” balesini sahneye koymuştu. Ma- vl’den daha fiyatlıydı Çelebon haliyle, rakının da Aşer Levl’nin tabelası da kırmızıydı, sac ve Sarıyer'deki Şirket-i Hayriye Gazlnosu’nda dem­ Jlk Slneması'ndaİSTANBUL'A Valentine TEŞEKKÜR Taskin piyano çalıyor, birçok çeşidini bulundururdu. Uskumru dolma­ üçgen, cumhuriyet öncesi tramvay duraklarında lenen Rumlarla Levantenler, Ortaköylü ve Kuz­ Polyatskin ona eşlik ediyordu. sı, domatesli pilavı ve gravyeri namlıydı. Aşer Le- kİ tabelalar gibi; üstte Osmanlıca, altta Latin guncuktu Yahudiler, Baltaoğlu Limanı (lütfen dik­ .Bu kadar değil tabii. Prens Pavel Dlmltreye- vl Şarapevl’yle Balıkçı Çelebon Birahanesi’nin harfleriyle “Chichll ■ Bakchekapou” (Şişli- kat, Baltalimanı denemez çünkü aslı böyledir) sa­ vlç Dolgorukov “Muhteşem Yıkım” adlı kitabın­ gazinoyla şeklen hiçbir ilgisi olmamasına karşın, Bahçekapı) yazanlardan Özellikle cumartesi ak­ kinleri, Beykoz esnafıyla yine Rumellkavaklı, Fe­ da, Aleksandre Vertinski “Rus Kaleminden ehl-i keyifln söylediği şarkıların Haliç akşamla­ şamları masa niyetine kullanılan fıçılarla tahta ta­ nerli ve Istavrozlu Rumlar tadını pekâlâ bilirdi. Ya­ Notlar” başlıklı çalışmasında, Ahmet Hamdi Tan-, rını gündoğumuna dek tuttuğunu da eklemek bureler kaldırıma yığılır, ortalık “ meyhuş"larla rım yüzyıl öncesinin “popüler" belediye bahçe­ pınar “Beş Şehlr"de Beyaz Rusların İstanbul gerek... dolar taşar, Aşer’ln müşterileri Çelebon'unkiler- leriyle (bir zamanki adlarıyla “Jarden pübllk”ler, üstündeki etkisini anlatır. 1920'tl yıllarda Paris'­ Meyhaneleri kapı komşuydu. Üst katları ayı­ le karmaşıncâ da iki “barba" birbirine girerdi. O yani Frenkçe aslıyla “jardin publique”) yarışa- te yayımlanan “Spasiba: Merci a Constantinop­ ran orta duvarı yıkmışlar, hanımlarıyla (yekdiğe­ arada tabii hesaplar seyrü sefer, kimin neyi içip mazdı tabii Çelebon; Çamlıca Belediye Bahçesi'- le” (İstanbul'a Teşekkür) başlıklı derlemede Be­ rinin kızkardeşi) oraya taşınmışlardı. Söz konu­ kime ne kadar ödediği belli değil! Hemen aşağı­ nde üzerine kırmızı biber serpilmiş “gravyere” yaz Rusların İstanbul’daki yaşantıları tüm ayrın­ su aile olduğunda keyifte ve tasada ortak, laf ti­ larda Voyvoda Caddesi'nln yüzyıllara direnen peyniri İkram ediliyor, müşterilerde pek kıranta, tılarıyla ve bol fotoğraflarla gözler önüne serilir. carete geldiğinde amansız düşman oldukları söy­ görkemi uzanırdı. Tramvay hattının geçtiği Voy­ neredeyse tekmili rugan Iskarpinll, kösteği altın Kitap aynı zamanda 1922 yılında Beyaz Rus res­ le n ir Aşer biranın İnsanı (Ahmet Rasim’in deyi­ voda Caddesi’nde o demlerde kabartma taşlı Ce­ mineli saatli ve beyaz ipek yelekli! Tepebaşı Bah- samların Pera Palas’ta bir sergi gerçekleştirdiği­ miyle) “saka kırbası”na çevirdiğini söyler, Çele­ neviz işi duvarlarıyla Merkez Bankası, Osmanlı çesl’ne ise kolaysa yaklaş, “Bomontl-Nektar ni yazar. Büyük yengem Natasha’nın ressam N. bon da şarabın “erazil mazotu” olduğunu İddia Bankası, Türkiye Kredi Bankası Galata Şubesi, Müttehit Bira Şirketleri”nin mamulleri el yakıyor! Becker tarafından yapılan yağlıboya tablosu da eder. Aşer sürümden kazanır, Çelebon irice voli Tutum Bankası, Selanik Bankası, Türkiye İş Ban­ Dahası var: Bebek Belediye Bahçesi'nde biranın sergilenenler arasındaydı; tablonun sol alt köşe­ peşinde koşardı. Birbirlerine de hiç benzemez­ kası, Sümerbank, Yapı ve Kredi Bankası ve Şark-ı köpüğüyle denizin köpüğünü yekdiğerine karış­ sinde “Constantinople 1922” notu ve ressamın lerdi. Aşer Levi kısa boyîu, topluca, kırmızı ku­ Karlb Ticaret Bankası vardı ki, Voyvoda Cadde- tıran soluğu Emirgân Hamamı’nda alıyor, Taksim İmzası yer almaktadır. Tablo bugün Aslanzade şaklı, tel gözlüklü, zıpzıp gibi bir adamdı. Balık­ si’nin olarak anılmasının ne­ Belediye Bahçesi'nde (“Jardin de Taxim”) mün­ Yakub Efendl’nln en “kıymettar” hatırasıdır... çı Çelebon dünyanın en şişman meyhanecisi, ay deni onlardır. Sigorta şirketleri üçü geçmiyor; Ün- hasıran Bomontl birası içiliyor, Osmanbey Gazi- Dolgorukov’un yazdıklarına göre, Baron Vran- yüzlü, beyaz tenli ve (tekmil deniz erbabı gibi) bol yon Sigorta Kumpanyası, Ittihad-ı Milli Türk Si­ nosu’nda da ortalığı kantolarıyla birbirine katan gel’ln yaşadığı “Lukull” adlı buharlı yat, Dolma­ kahkahalı bir “ barba” ydı. İş ve aile dışında tek gorta Şirketi, Güven Sigorta Şirketi. Birahane bir Peruz'la Şamran’ın “düetto”su çınlıyor: bahçe açıklarında demirliyken Italyan bandıralı ortak yanları ikisinin de Ispanyol kökenli Yahu­ taneydi, 15 numarada Vogel Alman Birahanesi; “Yakaladım senlili... bir yük gemisi tarafından güpegündüz biçilerek di olmasıdır. o da 19. yüzyılın sonlarında kaldı, sonra hiç ol­ Yanındaki matmazel batırılıyor, can kaybı olmuyor ama Barones Vran- Vakt-i kerahet geldiğinde bir kez olsun dük­ madı. Voyvoda Caddesl’nin memur tayfasının ha­ Çok süzdü benlill... gel’in mücevherleri Boğaz’ın derinliklerine gö­ kân önünde soluklanıp birlikte tavlaya oturduk­ tırı sayılır bir bölümü cumartesi akşamları Aşer'- Tikltak tlkltak mülüyor. ları görülmemiştir. Omuz omuza “ fotografi” leri de ya da Çelebon’da yorgunluk atıp keyif topar­ Ederken bira kadehlerim...” Kısası: de yoktur, “ Kuledlbl Hatırası" gibisinden. Birlikte lardı. Balıkçı Çelebon’un banka memurlarına “ kü­ Beyaz Rusların kurduğu Arkadi Gazinosu ar­ şarap da içmezlerdi, yani “meygûsar” olmamış­ çük bankerler” diye takıldığı, veresiye şarap söy­ lyiHiPtPMi tık yaşamıyor ama Boğaz'ın karanlık sularında lardı; hatta Aşer ağzına damla içki koymazdı ama lediği, hatta ısmarladığı bugün bile dilden dile -SÜRECEK- 17 NİSAN 1990 =DİZİ YA7JLAR Calata'nın ağzı karanfilli alabanda tayfası eski bir resimde kaldı, kantolu sesleri zaman tünelindedir şimdi... MeyperesUertn gözdesi pembe rakı »O Galata ki yüzyıllar boyunca kis­ peti kuşaklı, kuşağı kamalı hayta tayfasına ve pırnacı pırpırılara avlanma alanı olmuştur

(Eskiden meyhanelere şerbet- hane tabir edilirdi. Meyhaneler birer zarif insanlar meclisi addo­ bulunmak bu ustaya aitti. Meyhane müda­ lunurdu. Meyhanelerin içinde vimlerinden tabiat sahibi ve hal ve vakti rakılar ve şaraplar büyük küpler­ müsait olanlar akşamları yolları üzerinde de muhafaza edilir, fıçılardan rastladıkları kayısı, şeftali, armut, portakal kovalara aktarmak İçin meyha­ ve benzeri mezeliğe elverişli meyvelerden, ne miçoları fıçılara merdivenle sucuk, pastırma, havyar gibi çerezlerden çıkarlardı yeteri kadar alarak meyhaneye getirirlerdi. Bazılan meyhanede pişirtmek üzere lüfer, IÜRKİYE Müskirat İnhisarı” kılıç, barbunya gibi mevsim balıklan da alıp s(Tekel‘ efendim, Tekel) çok gelirlerdi. sonra kurulacak, “ markala­ Kayseri’nin kuşgönü tabir edilen akik rı; maziye karışmış en meş­ gibi pastırması ve âlâ ince doğranmış su­ hur yabancı biralardan daha cukları, temizlenip ayıklanmış olan sardal­ nefis ve daha meşhur” An­ ye ve likorinos gibi tuzlu balıklar, siyah ve kara birası daha da geç ge­ beyaz havyarlar, dumanı tüterek getirilen Tlecektir. Ama Peruz ve Şam- Todori (ortada) Şişli’deki Portoflno'da çalıyor ve söylüyor 1950'll yılların ortalarında. Bu­ sıcak ızgara balıklar ve envai türlü meyve­ : n’ın “tikitak tikitak” seslenişleri zaman gün Portoflno'nun yerinde Işhanları yükseliyor. lerle süslenmiş sofraların etrafında herkes netinde uzun süre çınlayacak.tır... faza ederler. Beyler faal, zeki ve sevimlidir­ kendi eşi, dostu ve ahbabıyla yerini alır, kendi arzu ve gönül isteğine göre hazırla­ Aslanzade Yakub’a Peruz’la Şamran’ı H0RNIF0N MARKA ler. Soğukkanlılıklarını muhafaza ederler. Sözlerinin eri, muhabbetlerinde samimi ve nan nargileleri fokurdatmaya, çubukları tel­ ınıştıran efendi kardeşimiz Gökhan Akçu- lendirmeye ve kadehleri doldurup boşalt­ ı Bey’ln de kulakları çınlasın ve hemen GRAMOFON ciddidirler.” Bir başkası: “Bu aylarda do­ ğan hanımlar biraz hafifmeşrep olurlar. maya başlardı.” Dzyıl ortalarına, Aşer’le Çelebon’un Kule­ Aşer Levi Şarapevi’yle Balıkçı Çelebon Çelebon’un birahanesi ayrıca ecza do­ Beyier arzularına nail olmak için her fede- l i kaldırımlarına kurulmuş sofralarına Birahanesi yok oldu. Hatırlayanları da pek labıyla ünlüydü. O dolap ki, (anlatılana gö­ kârlığa katlanırlar.” Neyse, geçelim. önelim... azdır. Kimilerin anıları da çatışır, yok efen­ re) termometresi, göz banyo fincanı, “van- İşte o Galata ki, yüzyıllar boyunca kis- dim bunlar bacanak falan değildi, Aşer dük­ O yıllarda (1949 olmalı) radyo abone üc- tuz’Marı, Ingiliz tuzu ve hintyağı, naneruhu, beti kuşaklı, kuşağı kamalı hayta tayfası­ kânının önünde bağ yeşertirdi, Çelebon bir 1leri göz yaşartıcı; “kulakla dinlenilen ahi­ gülsuyu, hardal yakısı, ıhlamur çiçeği ve na ve pırnacı pırpırılara avlanma alanı ol­ gün denize açıldı da hiç dönmedi, pruvası rlerden iki lira alınıyor, büyük masraf! meraklısının bile diline kolayca oturama- muştur, yakası kamelyalı, kiraz bastonlu ğur olsun, bereket kaçmasın diye yelek (sacı mutlaka pümüs islemeli) Pera beyle­ mavi göz işlemeli (nazardan uzak olsun) yan “bikarbonat dö spt” (bicarbonade de kayığı ve Yeşildirek işi ağlarıyla kayboldu, 3bindb kestane taşıyan bizim Aşer’in uy- soude), “le dö manyezi” (lait de tnagnesie), riyle ipek şemsiyeli narin hanımefendileri ne münasebet efendim, Balıkçı Çelebon jsu kaçmaktadır, şu kocaman Bayker’in “asit borik” (acide borique) gibi müstahzar­ bilmemiştir hiç. (Meraklısına not: Pırna İs­ Şarapçı Aşer’le bir güzel kapıştı, tası tara­ mbalarını söküp Haliç’e mi sallasam di- larıyla “tam teşekküllü” b ir klinikti sanki. tanbul argosunda rakının karşılığıdır, pırpı­ ğı ve meygedeyi Balat sahillerine, Kaptan i düşünmektedir ama yapamaz çünkü Ha- Bir de Ingiliz malı “Homlfon” (“Hornypho- rıysa düpedüz hovarda demektir.) Renkle­ l Burhan’ın sesine pek meraklıdır; o dere­ rinin bir serüven (kimi zaman da “ füme” bir Hristo'nun meyhanesinin yanıbaşına taşı­ ne") marka gramofonu vardı, boynuzlu cin­ dı gibisinden. Kapışmanın nedeni de hoş: rde “kaset teyp1’ ya da “compact disc” sinden ve o zamanlarbile en az elli yıllık, aşk ya da “ sepya” bir melodram) filmi ta­ Rivayet olunur ki Çelebon’un işrette ifrata } gezer! Çelebon’un birahanesinin duva- tekmil Kuledibl her sabah Giuseppe Ver- dında olması da bu yüzdendir belki. Pala- kaçtığı bir akşam Aşer’in tepesi atmış, “Sa­ ıda bir ilan vardı, 1941 tarihli, Devlet De- di’nln “Kamelyalı Kadın” operasının uver­ mutun çiftini 25 kuruşa ikram etmek Çele­ na aziz ol demiyorum, sen olsan olsan ha- zyolları ve Limanları Mecmuası’ndan ke­ türüyle uyanıyor! bon’da, yarım karafaki rakıya çeyrek kara- ziz olursun!” demiş, Çelebon da bu yeni­ lmiş: “Bira serinletir. İmza: İnhisarlar.” Galata'nın ağzı karanfilli alabanda tay­ fak! nar şurubu ekleyip (bir demlerde İstan­ lir yutulur gibi olmayan söz üzerine (malu­ •adan 10 yıl ya geçer ya geçmez, “Afiyet” fası eski bir resimde kaldı; şarkılı, kantolu bul “ meyperest” lerinin gözdesi sayılan) munuz, “hazlz” en aşağıda olan demektir) »zetesi şu haberi “patlatır”: “40 yıl evvel sesleri zaman tünelindedir şimdi. Tablonun “pembe rakı” yı icat etmek yine Çelebon’­ ertesi gün çekip gitmiş, üstüne üstlük ka­ «I sofralarında, vapurların yemeK masa- bir kıyıcığına tulumbacılar sıkışmış, kamer- da. Aşer nargilesiyle ünlüdür ama gizil gizil rinda, seyahat âlemlerinde su yerine çin kunduralı, örme mintanlı. Biri yangın içer, en büyük keyfi (neredeyse içmekten rıyı da boşamaya kalkmış da (hatırlayınız, plrtolu içkiler, kuvvetli şaraplar bulundur kulesine fener çekerken, yekdiğeri meyha­ öte) sevgili nargilesinin sürahisini, lülesi­ Çelebon’un karısı Aşer’in kızkardeşiydi) ço­ ak teamül hükmüne girmişti; adet olmuş nede feneri söndürüyor! Aşer Levi Şarape- ni ve marpucunu bir kuyumcu titizliğiyle te­ cukların aşkına zor vazgeçirmişler! Ve da­ ha neler: “Şarap satmak şarap içmekten . Son zamanlarda içkilerin zararları anla vi'ndeki ağaç ve pirinçten oyma, “manip- mizlemektir. Akşam vakti lüleyi aşkla dol Idığı cihetle, Avrupa ve Amerika’nın tu le” li telefon yok artık. Balıkçı Çelebon Bi­ durup maltızdan ince bir maşayla aldığı kor tatlıdır” lafının aslında Aşer’in icadı oldu­ ğunu, “soğan Yedikule’nln, şarap Kuledi- itlerine, seyyahlarına şarap yerine buz gi rahanesinde telefon yoktu ama yine el oy­ parçasıyla ateşlemesi varmış ki, güneş ye­ sular konuyor. Seyyahlar arzu etmedik ması bir kalyon modeli yardı, yelkenleri fo­ niden doğuyor sanırsın! bi’nln” deyişinin Aşer Levi için söylendi­ ğini bile iddia eden müdavimler vardı... Hiç ı şarap ikram edilmiyor!” Çelebon bu ya ra. Çelebon “Ben yaptım” derdi ama Uzun- yı çerçeveletip duvarına asmadığı gibi çarşılı bir Levanten’den büyük paraya sa­ önemli değil. Bu Kuledibi’nden, keza Ga- ŞİMDİ SÖZÜ KİME lata'dan, İstanbul’dan ve dünyadan, şarap­ ızetenin o nüshasını kapıdan içeri sokma tın aldığı söylenirdi. Elifi elifine 40 yıl ol­ ları ve müdavimleri, biraları ve balıklarıyla ıştır. Nasıl soksun ki? Karanfilli ve acı muş, o demlerin gazetelerindeki burç sü­ BIRAKALIM? Aşer Levi ve Balıkçı Çelebon geçtiler... ıdemli yeşil ceviz likörü Çelebon’da, me tunları da “ehl-l dll” e birkaç duble daha içi­ ı palamudu şarabı Aşer'de, ballı ve kon ...Adları daim olsun!______recek kadar hoştu: “Bu aylarda doğan ha­ Şimdi sözü Balıkhane Nazırı Ali Rıza ıklı “panç” (“ punch” dan galat) Çelebon’ nımlar şen, sevimli, cazibeli, muhabbetle­ Bey’e bırakalım. i, mersin, incir, elma, erik ve kayısı şarap- SENDEN GERİYE KALAN rinde sabit ve samimidirler. Eğlenceyi sev­ Ali Rıza Bey, Aşer’le Çelebon'dan en az rı yine Aşer’de... mekle beraber iffet ve ciddiyetlerini muha­ yarım yüzyıl önce yaşamıştır ama “ Bir Za­ Galata gazinoları şimdilik bu kadar... manlar İstanbul” başlıklı kitabındaki ibri- şimli sözler Aşer Levi Şarapevi’yle Balıkçı Reşad Ekrem Koçu’dan aldığımız ruh­ Çelebon Birahanesi için söylenmiş olabi­ satla kalem oynattığımız malum. Gazino­ lir. Buyurun size o sözlerden birkaç renk: ları ve meyhaneleri ilk kez ayrıntılı olarak “Eskiden meyhanelere şerbethane ta­ tarihe Koçu üstat geçirmiştir ama (bağ me­ bir edilirdi. Meyhaneler birer zarif insanlar kânından bizi duyuyorsa eğer) kendisine meclisi addolunurdu. Meyhanelerin içinde Ibn Haldun’un sözleriyle seslenmek iste­ rakılar ve şaraplar büyük küplerde muha­ riz: “Yeni bir İlim ortaya koyanın vazifesi faza edilir, fıçılardan kovalara aktarmak için bu ilmin konularını tam olarak tespit etmek meyhane miçoları denilen hizmetçiler fıçı­ değildir. O kişi ilmin konularını tayin eder, nın ağzına merdivenle çıkarlardı. Meyhane­ ondan sonra gelenler de bu ilme yeni ko­ nular İlave ederek ilmi tamamlayıp kemâ­ lerde aşçı ve mezeci tezgâhtarı da vardır; le erdirirler.” bunlar kekikli külbastı, sarma, midye ve ci­ ğer tavalan, balık ızgarası vesair deniz mah­ Ayrıca (özellikle eski İstanbul’u gezer­ sulleri salatası gibi mezeleri o kadar lezzetli ken) pirimiz üstadımız Aslanzade Yakub yaparlardı ki, yemekle doyulmazdı. Meyha­ Efendi'nin hatıralarına bolca yaslandık. nelerde müteaddit hizmetçiler olduğu gi­ Hoşgörüsüne sığınırız ve kendisine zaman bi, çubuklara ateş koymak için de ayrıca iki­ tüneli ve daüssıla postası aracılığıyla Fir- şer çocuk bulunurdu. Kerahat vaktinden devsi’nin şu güzel sözlerini göndeririz:1 evvel hizmetçiler sofraları siler ve süpürür­ “Sen yok hükmüne geçtikten sonra senden ler, toprak şamdanlara mumları dikip sof­ geriye kalan şeyler daha uzun zaman yer­ raların ortasına koyarlar, kökten içleri oyul­ yüzünde kalır. Gride bırakacağın eser, sa- muş tuz kutularını, meyhaneci tarafından -na rahmet okutacak bir eser olmalı.” hazırlanan meze tabaklannı, rakı şişe ve ka­ SOrç-ü lisan eylediğimizde bağışlana­ cağımızı bildiğimiz için de noktayı bahti­ dehlerini sofralara dizerlerdi. Meyhane us­ yar kovarız.. ir zamanların Çiçek Pasajı yıkıldıktan sonra restore.edilmeden önce 100 yıl öncesinin tası da hususi mevkiinde oturup müşteri­ alata Meyhanesi havasını Beyoğlu'na taşıdı... lerin gelmelerini beklerdi. Sofraların mum­ larını yakmak ve müşterilere hoşgeldinde .. . 1 liOsniilHMİİıiiiisr

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi