Merhaba,

Yine fazlaca metal bir sayı hazırladık. Piyasa art Bir diğer büyük festival olan Unirock’ın ise daha arda gelen sağlam albümlerle sarsılırken kayıtsız sert bir kadrosu var. Şu ana kadar açıklanan kalmamız düşünülemezdi. BU ayin benim için isimler, Obituary, , Overkill, sürpriz albümü ise Ankaralı topluluğu , Heaven Shall Burn, Grave Digger, The Sarcophagus’un yıllardır beklediğimiz Sabaton, , Belphegor ve Dark albümünün nihayet yayınlanmasıydı. Detayları Funeral. içeride bulabilirsiniz. Bunlar dışında 11-12 Şubat’ta Vinnie Moore Bu yaz gerçekleştirilecek iki önemli festivalden konserleri var Ankara ve İstanbul’da. Ankara ilki olan Sonisphere için isimler biraz daha ayağında Black Tooth ön grup olarak sahne netleşir gibi oldu. Organizasyonun verdiği alacak. Orada olacağız. röportajlardan öğrendiğimiz kadarıyla, bu yaz İstanbul’da Heaven and Hell, , Bu ay dergi kalabalık oldu biraz, o nedenle editör Rammstein, , , Anthrax ve yazısını kısa tutuyorum :) Keyfi ni çıkarın. Mastodon’u ağırlayacağız. Resmi açıklamalar yapmayı sevmeyen organizasyondan mekana Gelecek ay görüşmek üzere. dair net bir bilgi gelmedi henüz. Ancak Slayer’ın web sitesinde konser mekanının İstanbul İnönü Selim VARIŞLI Stadyumu olacağı duyuruldu.

:: EDİTÖR // YAYIN VE SANAT YÖNETMENİ :: SELİM VARIŞLI

:: YAZARLAR :: EMRE DEDEKARGINOĞLU, ASUMAN İNCİ, BAHA ÖZER, CAN ÇAKIR, DURSUN ÇİFTKROSOĞLU, MELİS SARILAR, ZELİHA KARAKOCA

:: İLETİŞİM :: E-Mail: [email protected] Facebook: www.facebook.com/siyahbeyazonline | MySpace: www.myspace.com/siyahbeyazonline

SSELELİM VARIVARIŞLLII

Sene, geçen sene… Yok yok tamam, bi sayıda bi Amorphis’le. Yazının esasını teşkil edecek olan, 1994 tane Cem Yılmaz geyiği yeter :) Sene 1998 sanırım. tarihli “Tales From The Thousand Lakes” albümüydü O dönem Non Serviam okuyor genç metalciler. ilk dinlediğim Amorphis çalışması. “Thousand Lakes” Rahatsızlar, subaylardan hallice… Okul gibi dergi adında muhteşem bi introyla açılıyodu. Amorphis’le Şebek’in mezun ettiği gençlik, Non Serviam ile bir ilgili yazıları okurken amma abartıyolar diye nevi üniversite yıllarına başlamış, Rotting Christ nedir, düşünmüştüm ama daha intro’dan susturmuştu beni Amorphis kimdir, Anathema ne ayaktır türü konulara adamlar. dalmış. Bu arada yeri gelmişken bi credit vermek istiyorum. Anathema’nın ve ekstralarının ülkemizde Thousand Lakes beyaz zamanlarımızın gri renkli bu kadar sık konser verebilmesinin yegane sorumlusu albümüydü. “Into Hiding”, “The Castaway” ve metal Non Serviam Dergisi ve editörü Çağlan Tekil’dir. arenasının marşlarından biri olarak uzun zamandır Anathema’yı zamanında Türkiye’de popüler yapıp kabul gören “Black Winter Day” ile sıcak yaz günlerini bugünkü tanınmışlığına kavuşmasını Non Serviam bile serinletiyordu Amorphis. Kuvvetle muhtemel, o dergisi sağlamıştı. dönem Amorphis gibi bir sounda yabancı olduğumuz için (en azından ben öyleydim) son derece orijinal bir Konu Amorphis ama yine ilk paragraftan olaya albüm olarak görünmüştü gözüme. Ki metal konusunda giremedik. Doksanların sonunda tanışmıştım yobazite level’ı üst sınırlarda gezen bir bünyeydi. “Metallica’nın 1991’de bittiği” saçmalığından yeni damgasını vuran albümler arasındaydı Skyforger kurtarmıştım kendimi :) (sahi Metallica yine konsere ki bu albüm Finlandiya’nın Grammy’si olan EMMA geliyor İstanbul’a, bu sefer izleyecem, azimliyim) ödüllerine “yılın albümü” kategorisinde aday olurken gruba da “yılın grubu” adaylığını getirdi. EMMA’nın Finlandiya’dan çıkmış en lezzetli grupların başında ödül töreni 4 Şubat’ta gerçekleştirilecek. Amorphis gelen bu abiler, Thousand Lakes sonrası yaptıkları kazanırsa Mart sayımızda davul zurna ile ilan ederiz. hiçbir albümde çizgiyi düşürmediler ancak Kazanamazsa da bişey yokmuş gibi davranırız sanırım hiçbir zaman da Thousand Lakes’in hissiyatını :) yansıtamadılar. Bu büyük grupların başlarından eksik olmayan berbat bi sorundur. Süper bi albüm yaparlar Bu yaz Unirock Festivali kapsamında ülkemizde ve sonrasında yaptıkları her şeyin o süper albüme izleyeceğimiz isimler arasında yer alan Amorphis, benzemesi beklenir. Amorphis de bu olayı Thousand karanlık müziğe sevdalıysanız ve şu ana kadar Lakes ile yaşadı (evet kişiseli genelliyorum ne var tanışmadıysanız buna üzülebileceğiniz bir topluluk. :)). Ta ki son albümleri Skyforger’a kadar. Her ne Gerçi artık o kadar da karanlık değiller ancak yine kadar Amorphis sound olarak zaman içerisinde kendi de geçmişin hatırı, bugünün kalitesi nezdinde evrimini yaşamış olsa da ortaya konan netice her kulak verilmesi gereken bir grup Amorphis. Canlı zaman olduğu gibi orijinaldi, lezzetliydi. 2009 yılına izleyeceğim için mutluyum. SSELELİM VARIVARIŞLLII Geçenlerde bir klip izledim. Bir Black Metal grubu için şaşırtıcı derecede profesyonelce hazırlanmış, etkileyici ve vurucu bir klipti. Son Behemoth şaheseri “Evangelion”un ilk klibi ‘Ov Fire And The Void’di bu. Behemoth’u ilk dönemlerinden beri takip edenler şimdi söyleyeceklerimi hüzünle tasdik edeceklerdir. Behemoth son on senede ne kadar büyüdü fark ettiniz mi? Bundan on sene önce Behemoth insanların birbirine o dönem henüz yeni olan forumlarda falan “abi bu herifl erin Zos Kia Cultus diye bi albümü var, çok acayip underground Black Metal çalıyolar, hem de Polonyalılar” şeklinde anlattığı bi gruptu. Ben de Sonic Splendour insanı sevgili Utku kardeşim sayesinde tanımıştım Behemoth’u uzun yıllar önce. ‘The Act Of Rebellion’ adında bir şarkıları vardı gecelerimi çalan. Hangi albümlerinde olduğunu hatırlamıyorum, Google’dan bakıp buraya hatırlıyormuşum gibi yazmak da pek dürüstçe olmaz sanırım :) Zos Kia Cultus albümü olabilir ama.

Neyse, Behemoth’un esas beni altüst eden albümü “Demigod”dı. Hatta Behemoth o albümün turnesi dahilinde İstanbul ve Ankara’da birer konser vermişti. Ankara konseri pavyondan bozma bi kulüpte yapılsa da şahane bir atmosferde geçmişti ve grup inanılmaz bir performansla çalıp ortalığı savaş alanına çevirmişti (Behemoth’dan bahsederken bu cümleyi daha sık kurmalıyım). O gün konser öncesi grupla yemek yerken (evet utanmadan anlatıyorum bi de; çok zorlamayın bak dahi anlamındaki de’yi ayrı yazmam, bi de ona gıcık ederim) grubun esas adamı Nergal’e “son albümünüz o kadar iyi ki, bir sonraki albümün de söylemiştim ama onlar da In Sorte Diaboli ile adını “God” koysanız anca keser” demiştim. susturdular beni :) Behemoth da Demigod sonrası Neyse ki böyle bi abukluk yapmadılar. :) Türkiye “” ile yeri göğü inletip “tamam abi konserlerinin afi ş dizaynını ben hazırlamıştım. vurmayın öldü çocuk” dedirtmişti. İşte Evangelion Mekan sahibi de devasa boyutta bi tane bastırıp bu fütursuzluğun son meyvesi. mekan girişine asmıştı. Grup ülkesine dönerken aldı götürdü o afi şi. Sonra aradan zaman geçti, yeni Metal Hammer dergisinin “look out Dimmu, this is the albümün kayıt aşamalarından stüdyo görüntüleri new evil” şeklinde dünyanın en saçma manşetiyle yayınlandı, bi baktım ki bizim afi ş adamların kapak yaptığı Behemoth; evet belki Evangelion ile stüdyosunun duvarını süslüyor boydan boya. O gün kendini bir kez daha aştı. Lakin Dimmu Borgir’in son bugündür daha bi hastasıyım Behemoth’un :) albümü ile Behemoth’un son albümünü yan yana koyduğumuzda pırıl pırıl parlayan ve her bir DNA’sı Demigod ilk çıktığında da bi Behemoth yazısı birbirinden parseklerce uzak olan birer Elma ve yazmıştım, hangi dergiydi onu da hatırlamıyorum. Armut elde ederiz ki Metal Hammer yöneticilerinin Hatta Siyah Beyaz’ın ilk sayısında da olacaktı bi okurları arasında fazlaca odun olduğu yönünde bir Behemoth yazısı. Demigod yazısında “Behemoth görüşü olduğunu da düşünmeden edemiyorum bu bundan daha iyisini nası yapacak bilemiyorum” abuk manşet karşısında. gibisinden bişey demiştim. Gerçi aynı şeyi “Death Cult Armageddon” sonrası Dimmu Borgir için Neyse, Evangelion şu açıdan da önemli ki, haybeye yazılmış, amazon ormanlarından evlerimize parantez içinde sıkıştırabileceğim uygun bir Andersenvari masallar taşıyan şarkı sözlerinden cümle bulamadım. Haliyle yazının sonuna kaldı uzak, ne anlattığını bilen bir albüm. Bu açıdan :) Bu fetiş son albümde zirve yapmış. ‘Defi ling Behemoth’u ve Nile’ı çok takdir ederim, kendilerini Morality Ov Black God’, ‘Ov Fire And The Void’, benzerlerinden ayıran pek çok yönlerinden biridir ‘The Seed Ov I’, ‘Transmigrating Beyong Realms bu iki grubun şarkı sözleri. Öte yandan grubun Ov Amenti’… Ayrıca bu sonuncusu fazlaca Nile aleyhinde kampanya başlatılacak kadar sert ve durmuş :) Yine de siz benim gibi şarkı isimlerine agresif bir antichrist tavrı olması ve Nergal’in bu falan takılmayın. Behemoth artık markasından tavrı gerek şarkı sözlerinde, gerek kliplerinde, şüphe etmeyeceğimiz işler çıkaran bir topluluk gerekse sahne şovlarında pervasızca yansıtması (her gidi Behemoth’un truly underground olduğu da dikkati çeken bir unsur. Görüşlerine katılıp gençlik yıllarım). Dinleyelim, dinletelim. katılmamamın önemi olmaksızın, Behemoth’u bu noktada lafının arkasında duran az sayıda grup Not: Bir de Nergal şu promo fotoğrafl arda kafasına arasında sayabilirim ki son albümlerinde de bu gözüne bişeyler takmaktan vazgeçse artık ya. tavrı koruyorlar. Adamın sıfatı zaten yeterince pure evil. Demir maske takınca daha evil durmuyo ki… Aksine Bu arada Behemoth’un şarkı isimlerinde “of” fi lm afi şine dönüyo adamların promo fotoları. takısı yerine “ov” kullanma fetişinden de yazı Mevzubahis fotoların bir örneğini de sayfaya içerisinde bahsetmek istiyordum ancak bunu ekledim ki durumun vehameti anlaşılsın :) SSELELİM VARIVARIŞLLII

TOWARDS THE E

Uzun süre bu yazıya nasıl başlayacağımı düşündüm. Albümde sound beklediğimden daha temiz. Ben daha Şu an dinlediğim albümü 12 senedir bekliyorum. raw bişeyler olacağını tahmin etmiştim ancak gayet Sarcophagus’u ilk olarak 1998 tarihli Pagan Storm güçlü bi soundla karşılaştım. Nahemoth’un, markası demoları ile tanımıştım. Taa o zamanlar albüm eski tayfaca tescilli karanlık riffl eri, Kvarforth’un çıkacaklarını duymuştum. 2001’de bir demo daha çığlıklarıyla mükemmel bir uyum teşkil etmiş. yayınladılar. Albüm ise grubun (daha doğrusu Klavyeler ayarında kullanılmış ki malumunuz klavye grubun kurucusu Nahemoth’un) uzun yıllara direnişi ayarsız kullanılırsa iyi hazırlanmış bir Black Metal ve azmi neticesinde bu sene yayınlandı. Grubun çalışmasını bi anda gölgeleyebilir. Sarcophagus ayarı esas adamı Nahemoth ve Frostmourne’un yanı sıra çok iyi vermiş. Zaten albüm genel olarak 1995’te albümde, İsveçli sansasyonel Black Metal topluluğu yayınlanmış bir kayıt dinlermiş gibi hissettiriyor. Shining’den Kvarforth vokal olarak yer alıyor. Gerçek Evet orijinal bir sound arayanlara yönelik değil bu Ankara tayfası için Sarcophagus isminin her zaman albüm. Öte yandan albümün genel olarak Shining’e özel bir anlamı olmuştur. Sarcophagus, gruplarda benzemiyor oluşu da önemli. Bizde pek ciddiye elemanların takma isim kullanmalarına saygı alınmasa da Avrupa’da böyle tuhaf bi benzetme duyulduğu zamanlardan kalma bir isim. alışkanlığı vardır. Albümün Osmose Records gibi E TERNAL CHAOS

oldukça köklü ve büyük bir fi rma tarafından çoğunu kendi karanlığına gömerek izmarit gibi ezdi yayınlanmış olduğuna da yeri gelmişken değinelim. geçti. Geriye bir avuç grup ve bir avuç adam kaldı Immortal, Enslaved, Marduk, Samael, Rotting Christ ayakta. Ve bu yaşı ilerlemiş, artık saçları dökülmeye gibi toplulukların kariyerlerinde önemli rol oynamış başlamış adamlar halen olaya girdikleri dönemdeki olan bu büyük fi rmadan albüm yayınlayan ilk Türk ruhlarını koruyarak karanlığın bekçiliğini yapmaya grubu olmak da azmin zaferine başka bir örnek olsa devam ediyorlar. Sarcophagus da bu topluluklardan gerek. Grup ayrıca aynı fi rmadan iki parçalık plak biri. Bu albümün benim için önemini daha nasıl formatında bir EP de yayınladı albüm öncesinde. özetleyebilirim bilemiyorum.

İçinizde doksanlara özel anlamlar yükleyen karanlık Bu albümün üstüne bir de “Infernal Hordes Of The bünyeler varsa Sarcophagus aradığınız kan olabilir. Ancient Times” demosunu atar, All hail Sarcophagus Dışarıdan bakınca pek inanılır gelmeyebilir ama diyerek yazıyı bitiririm. bir zamanlar bu ülkede metal adına bazı şeyler kutsal (ne kutsalı, unholy) kabul edilirdi. Zaman bir Respect. SSELELİM VARIVARIŞLLII Kesinlikle şu kısa hayatımda duyduğum en iyi albüm isimleri arasında ilk ona girer. Zaten Immortal’ın albüm isimleri konusunda haklı bir şöhreti vardır. Her ne kadar eski Immortal albümlerinin isimleri “black metal & song name generator” adlı Zihni Sinir icadından çıkmış gibi dursa da (bkz, Sons Of Northern Darkness, , Diabolical Fullmoon Mysticism ki hepsinin ayrı ayrı hastasıyız) All Shall Fall, hafi ften metalcore kokan ismine rağmen zımba gibi bir Black Metal albümü (ne alaka demeyin, içinde “shall” isimler konusunda ciddi bir algıda seçicilik sorunu yaşamaktayım son bikaç yıldır). Immortal adının hakkını vererek çalmış, Geçen yıllara rağmen tek nota bile düşmeyen beklentilerimizi hayal kırıklığına boğmamış. Beyaz makyajıyla yılların AkçaAbbath’ının da “I” projesi ile beklentilerimizden uzak bir profi l çizmiş olmasını sineye çektik. Hatta ben kendi adıma “Between Two Worlds” albümünü bağrıma bile basarım bu albümün çift kaşarlı tost lezzeti karşısında. (Koca Immortal albümünü çift kaşarlı tosta benzetti lan, vurun!)

Uzun zamandır kurmadığım ve özlediğim bi cümle var: Bu albüm sırf ilk parçası için bile alınır. Oh be. Immortal buna bi de şöyle “karlı dağlara vurduk kendimizi elimizde gitarımızla” tandanslı bi klip çekse, eski Mighty Ravendark günlerine selam gönderse inceden (“eski Immortal albümlerini asla hiçbir şeyle karşılaştırmayın” Fenriz/Darkthrone), tadından yenmez olur.

Immortal bu albümle şu yaşımdan sonra kült listemin tepelerinde dolaşan “” albümünün tahtını sarsmayı başardı. Bir çoğumuzun gençlik yıllarından renkler çalan, “karanlık bizim göbek adımızdır bebek” formatlı albümlerle genç dimağlara doğan güneşi zehir eden, kuzeyin bu büyük Black Metal topluluğuna, aradan geçen yıllara rağmen ortaya koydukları bu leş gibi Black Metal albümü karşısında şapka çıkarıyorum. Bu fotoğrafı sırf hastası olduğum için kocaman girdim dergiye. Daha önce de bir çok Black Metal grubuyla çalışmış ve çok iyi neticeler çıkarmış bir fotoğraf sanatçısı olan Peter Beste’in objektifi nden . Arkada da dört nala koşan at sesleri...

EEMREMRE DDEDEKARGINOEDEKARGINOĞLLUU

Günümüzün en çalışkan müzisyenlerinden birisi Aslında Emperor’un son albümü olan Prometheus: ... Ulu Black Metal gruplarından Emperor’un The Discipline Of Fire & Demise’da tüm şarkılar dağılmasından sonra Avant-Garde Metal projesi Ihsahn’ın besteleriydi. Dolayısıyla, solo ile deneysel işler yapan, doksanların projesindeki bu devamlılık da çok şaşırtıcı bir başından beri birçok albümde konuk olarak yer alan durum değildi. Aradaki tek fark, Ihsahn’ın solo Ihsahn’ın, dört sene önce solo projesini duyurması projesinde Black Metal temel değildi, müziğin bu açıdan kimseyi şaşırtmamıştı. Peccatum’u içindeki farklı bir element durumuna geçmişti. dağıttıktan sonra başlattığı solo kariyerinin ilk Ihsahn’ın bir röportajında dediği cümle de bu meyvesi The Adversary oldu. Bateri haricindeki durumu özetliyor gibiydi: “Maiden, Priest ve King tüm enstrumanarı Ihsahn’ın çaldığı albüm genel Diamond ile yola çıktım. O dönemin gücünün birazını anlamda pozitif karşılanmıştı. Emperor’un son getirmek istedim.” Ihsahn’ın vokal bazında King dönemindeki progresif eğilimler, Ihsahn’ın solo Diamond’u kendine örnek aldığı biliniyordu. Andy projesinde devam ettirilmiş, Black Metal, Thrash LaRocque’nin de gitar tekniğinin ilgisini çektiğini Metal ,, Heavy Metal, Progressive ayrıca belirtmişti. Ve yine yaptığı açıklamalara Rock gibi tarzlardan etkileşimler ve yoğun göre The Adversary’de başarmak istediği şey Iron klavye partisyonları ve senfonik aranjmanlar ile Maiden’ın o epik atmosferiydi. The Adversary, desteklenmiş, Extreme tarzında Ihsahn’ın ilk solo albümü olarak başarılıydı ama başarılı bir albüm sunulmuştu. ileride yapacaklarına göre ne durumda kalacağını da zaman gösterecekti. Ardından 2008 senesinde angL ile geri döndü Monolith, Alchemist ve Threnody albümü daha da Ihsahn... İlk albümünde ’den Garm’ın konuk yukarı taşıyordu. Yer yer kullandığı Black Metal vokal desteğini almışken, bu albümde ’in pasajlarını, çeşitli etkileşimler ve progresif bir beyni Mikael Akerfeldt’e Unhealer’da yer vermişti. anlayışla işleyen Ihsahn bu albüm ile birlikte işlerin angL’da ilk dikkat çeken şarkı da bence Unhealer’dı. yolunda olduğunu göstermişti. İlk dinlediğim zamanı çok iyi hatırlıyorum da, gerçekten fazlasıyla etkilenmiştim. Mikael’in 2010 yılının ilk ayıyla birlikte, Ihsahn yeni albümü vokalleri gayet iyiydi, orası ayrı mesele ama After’ı piyasaya sürdü. İki senede bir albüm şarkının o harmonik melodileri resmen beynime çıkartmayı uygun görüyor sanırım... :) Solo kazınmıştı. Nasıl bir duyguydu, yoğun hissiyattı bu grubuyla pek konser vermemesi de buna bir etken melodiyi Ihsahn’a yazdıran, abartı derecede merak olabilir. Geçtiğimiz sene Opeth’i destekleyerek bir etmiştim. Aylar boyunca Unhealer dinlemekten konser veren Ihsahn, bu sene de birkaç konser daha albümün diğer şarkılarına geçememiştim. Ardından planlıyor ve kendisine ilk konserdeki gibi albümü tamamen döndürmeye başladım ve uzun grubundan üyeler eşlik edecek. süreli dinlemeler sonunda anca içine girebildim. The Adversary’deki epik hava, yerini daha agresif Gelelim After’a... Ihsahn’a göre bu albüm, ilk bir atmosfere bırakmıştı. Kimi şarkılarda çok hoş iki albümünün tamamlayıcısı... Yani bu albümü fi kirler vardı. İçine girmesi ve alışması zor bir üçlemenin sonu olarak görüyor. The Adversary albüm ama sonuçta Ihsahn, debut albümünün ve angL’ı bir nevi “sert ve yüzleşmeci” olarak gölgesinde kalmamıştı. Hatta şahsi fi krimce daha tanımlayan Ihsahn, After’ın daha soyut sözlere da ileriye gitmişti. Zaten Unhealer ile kafadan puan sahip olduğunu ve genel anlamda daha “dingin ve vermiştim albüme, artı olarak Scarab, Elevator, kolay” bir albüm olduğunu belirtiyor. Albüme önemli ölçüde etki eden değişiklikler de var. İlki Ihsahn’ın bu albümde sekiz telli gitar kullanması, ki kendisi farklı akor düzenleri izleyerek gitardan yüksek düzeyde yararlanmaya çalışmış. Ardından, albümün miksajının tarafından yapılması geliyor ki, olumlu bir gelişme olarak değerlendirlmesi çok olası... Önceki iki albümde prodüksiyonlar fazla kuruydu, özellikle The Adversary’de bu durum fazlasıyla dikkat çekiyordu. Bogren albüme hakkını veren bir prodüksiyon çıkartmış, gitarların melodi katmanları oluşturduğu ve klavye/saksafon kısımlarının da eklendiği kısımlar kulak tırmalamıyor ve rahatça duyuluyor. Diğer bir değişiklik ise bu albümde yoğun olarak saksafon partisyonlarının kullanılmış olması ki albüme Avant-Garde bir hava getirmiş. Norveçli deneysel müzik grubu Shining’ten (Gelecek sayıda dergimize konuk olacaklar.) Jørgen Munkeby’nin çaldığı saksafon partisyonları kimi zaman şarkıya farklı melodiler katarken, kimi zaman da Free Jazz-vari çılgın emprovizasyonlar ile şarkıya boyut katıyor. Saksafon kullanımı Ihsahn oldukça düşünmüş ve Jørgen’e çeşitli talimatlar vererek hazırlatmış. Saksafon, ilk iki albümdeki konuk vokal kullanımının “enstruman bazında” tercih edilmesiyle kullanılmış. Duyacağınız o çılgın saksafon kısımları da tamamen Ihsahn’ın isteği... :)

Genel olarak After, Ihsahn’ın ilk iki albümde önerdiklerini daha da ilerleterek sunuyor. Katmanlı gitar melodileri, Ihsahn’ın karşılıklı kullandığı temiz ve Black Metal vokalleri, şarkıları destekleyen sololar, akustik sesler ve klavye partisyonları yine albümü oluşturan temel karakteristikler oluyorlar. Saksafonun yoğun olarak kullanılması ise albüme kesinlikle farklı bir tat eklemiş. Emprovize kısımları çok beğendiğimi eklemden geçemeyeceğim. Yine saksafonun kimi zaman şarkının duygusal akışını takip ediyor olması ise farklı bir enstrumanın müziğe entegre edilmesi konusunda güzel bir örnek teşkil ediyor. Doğal olarak Black Metal yadigarı o karanlık ve sert atmosfer albümde yoğun bir şekilde bulunuyor. Albümdeki melodi çeşitliliği oldukça geniş ama Emperor döneminden izler arayanlar da Black Metal tatları bulabilecekler. Norveç’in şu an en yetenekli davulcularından birisi olan Asgeir Mickelson bu albümde de yeteneğini konuşturmuş. Kendisinin özellikle zil oyunlarını çok beğenirim ki angL’da bunu fazlaca göstermişti. Bu albümde de çeşitli zil oyunları yanında hem Progressive Metal hem de Extreme Metal davulculuğunu göstermiş. Benim dikkatimi çeken en önemli nokta ise, albümün resmen akıyor olması... Sizi içine çekiyor ve bitene kadar hiçbir şekilde bırakmıyor, dolayısıyla albüm artı puan kazanıyor. İlk iki albümde devamlılık açısından biraz sorunlar varken, After bu açıdan hiçbir açık vermiyor bile... Albümün yoğun çeşitliliği, Black Metal’den Opeth- müzikaliteyi devam ettirecek mi, zaman vari riffl ere, klavyelerinden gösterecek ama saksafon kullanımını kesinlikle Jazz’a ve akustik pasajlara geniş bir yelpazeyi devam ettirmesi gerek diye düşünüyorum, her ne içeriyor. Bu yoğun progresif yapı içerisinde ilk kadar düşük ihtimal olsa da... Sonuç itibariyle, birkaç dinlemede dinleyiciyi yakalayacak bir Ihsahn bir üçlemeyi bitirdi ve gerçekten görkemli atmosfer yakalamış Ihsahn kimi zaman yoğun bir nokta koydu. Müzikal anlamda hem risk duygusal melodiler, kimi zaman Black Metal almaya, hem de kendi yaratılarının sınırlarını temelli agresif riffl er kullanarak... Albümdeki her geliştirmeye de devam ediyor. Dördüncü albümde şarkı ayrı ayrı öne çıkıyor. A Grave Inversed, On neler yapacağı hakkında henüz kendisi de karar The Shores ve Undercurrent ise albümün yıldızları vermemiş olduğunu söylüyor. Ama After ile konumunda diyebilirim. arttırdığı beklentiler, kendisinden daha da iyilerini beklememiz için bir sebep oluyor. Umarım, yeni Açıkçası After, Ihsahn’ın üç albüme ulaşan solo albümüyle de After’ın çıtasını aşar. Zira, After, kariyerinin şimdilik en iyi temsilcisi olarak şimdiden bu senenin en iyi Extreme Progressive önümüzde duruyor. Bu albümde elde ettiği Metal albümlerinden birisi... SSELELİM VARIVARIŞLILI

Eskinin büyük isimlerinin geçen on yıllık zaman yüzde ellisini anca teşkil eder bu ekip) yanlarına diliminde neler yaptıklarını, ne durumda Bad Company vokalisti Paul Rodgers’ı alıp Queen olduklarını irdelediğimiz yazı dizimize kaldığımız adıyla yeniden ortaya çıktılar. Çıktılar ve bugüne yerden devam edelim. kadar geçmişe saygımızdan ötürü söylemeye dilimizin varmadığı “Mercury öldü de siz hala QUEEN niye yaşıyosunuz bre faniler” (çüş) cümlesini zorla söylettiler bana. Bu öyle saçma, öyle kötü Queen hakkında bişeyler yazmadan önce ‘The bi durumdu ki, hani vokalistiyle özdeşleşmiş Show Must Go On’u açıp yanlışlıkla grup hakkında herhangi bi gruptan o vokal ayrılıp yerine başkası haddim olmayan bişey yazmamak için kendimce geldiğinde, durumun abukluğunu tarif etmek önlem aldım. Queen 24 Kasım 1992 tarihinde için “Queen’in yeni bi vokal alıp devam ettiğini Freddie Mercury ile birlikte ölen, tarihin üstü düşünün, işte bu da öyle abuk bi durum olmuş” tozla kaplı altın sayfalarına çoktan karışmış diye örnek verirdik. Verdiğimiz abukluk örneği bir topluluk. Peki son on yılla ne ilgisi var? gerçek oldu! Queen’den geriye kalanlar, geçen Şöyle ki, halen hayatta olan Freddie Mercury uzun yılları, Mercury’e ait ne varsa hepsiyle haricindeki grup elemanları (ki Queen isminin beraber ezerek grubu yeni bi vokalle diriltmeye kalkıştılar. Ortaya çıkan sonuç allame-i cihan olsa Cobain’in anısına saygılılar. Sadece Nirvana’da benim gözümde George Romero fi lmlerindeki da benzer bişey olsaydı ne kadar absürd dururdu, zombilerden daha dirilmiş durmazdı Queen. bunu vurgulamak için Nirvana başlığı açtım. Duramazdı. “Nevermind” hala çok büyük bir albüm ve geçen onyıllarda olduğu gibi gelecektekilerde de ismi Bu adamların Queen adıyla yeniden bir araya saygıyla anılacak gibi görünüyor. gelmeleri hiçbir koşulda kabul edilemez bi durum benim için. Bugün Queen adıyla albüm DESTRUCTION yayınlayıp konserler veren şey bir zombidir. Gerçek Queen’le uzaktan olsa da yakından Ne alaka demeyin, aklıma gelenleri yazıyorum alakası yoktur. Mercury’nin yerine alınan adam sırasız ve plansız olarak. Destruction seksenlerde çok büyük bi grubun çok önemli bi elemanı olsa çok baba albümler ortaya koymuş, doksanların dahi bu reunion kabul edilemez. Ayrıca olaya bi hemen başında kendi içinde anlaşmazlığa de o açıdan bakalım evet. Koskoca Paul Rodgers düşüp saçmalayarak koskoca doksanları boş hiç mi sıkılmadı acaba Mercury’nin devasa geçirmiş bir grup. Milenyumla beraber esas tahtında ufacık bi alanı doldurabileceği halde bu adamlar Schmier ve Mike tarafından yeniden görevi üstlenirken? Bana Queen yeni bi vokalle toparlanan topluluk, tüm kariyerinin en sıkı toplanıyor dediklerinde inanamamıştım. albümlerinden biri olan “The Antichrist”ı 2003 yılında bu reunion sonrasında yayınladı. Her ne Olaya dinleyiciler açısından da bakmak istiyorum kadar The Antichrist reunion sonrası yayınlanan izninizle. Queen adıyla konserler veren bu şeyi ilk Destruction albümü değilse de kendisinden izlemeye ancak iki kilo domatesle gidilebilir. önceki albüm olan 2001 tarihli “All Hell Breaks Bu şeyin konserine gitmek Freddie Mercury’nin Loose” o kadar da iç açıcı değildi. İşin kötüsü Queen’ine dair her şeye ihanet etmek gibidir. Destruction, 2003 yılından bu yana adına yakışır Lütfen, “geçmişe saygı” geyiği böyle hassas bir bir albüm de yayınlamış değil. The Antichrist’tan konuda geçmiyor. Queen’in geçmişi Mercury’dir. sonraki albüm “Metal Discharge” müziğe dair en Mercury’nin olmadığı bir sahnede çıkan dört büyük hayal kırıklıklarımdan biridir. Destruction kişiye Queen denemez. diskografi sinin de kara koyunudur. Bonus CD’si orijinal albümden daha güzeldi, gerisini siz Neyse, fazla uzatmayım yoksa yazı çok düşünün. Metal Discharge’ı takiben “Inventor ağırlaşacak Queen’den geri kalanlara karşı. Bu Of Evil” ve “D.E.V.O.L.U.T.I.O.N” adlarında iki küllerinden yeniden doğma zırvası bize yalnızca stüdyo albümü daha yaptı Destruction. Ama Mercury’nin ne büyük ve yeri doldurulamaz bir ikisi de tat vermedi. Öte yandan arada “Thrash müzisyen olduğunu bir kez daha gösterdi. Başka Anthems” adıyla eski parçalarını yeniden bir anlam yükleyemiyorum. yorumladıkları bir albüm yaptılar ki tadından yenmiyordu. Geçen sene bir de live albüm NİRVANA

Yok yok ayaklanmayın. Queen konusunda yaşanan saçmalık Nirvana ve Kurt Cobain konusunda yaşanmadı. Diğer iki Nirvana elemanı yayınladılar, “The Curse Of The Antichrist – Live inanılmaz bir atmosferde geçmişti. Koskoca In Agony” adıyla. ’in en iyi canlı salonda bi avuç Exodus fanatiğine hayatları olarak dinlendiğini bir kez daha kanıtladılar boyunca unutamayacakları bi performans o albümle. Ama dediğim gibi yeni parçalar ve sergilemişti grup. Bu konsere dair esasında çok yeni albümler açısından Destruction feci şekilde fazla anım var ama bu yazı bunları anlatmak için cepten yiyor 2003 yılından beri. uygun yer değil. Yazacam bi ara, aklımda o da.

EXODUS Neyse zaman ilerledi, Exodus 2007 yılında yeni albümü “The Atrocity Exhibition: Exhibit A”yı Geçen on senelik zaman dilimini benim için yayınladı. Önceki albümle benzer karşılandı unutulmaz kılacak az sayıda güzel hatıralardan bu albüm. Fanları ikiye böldü. Büyük kısım biri Exodus’un Türkiye’de konser vermesiydi. yine beğendi. Ben hastasıyım. Geçtiğimiz Ankara konserinde grupla tanışmak ve efsane aylarda da Atrocity Exhibition’ın Exhibit B’sinin davulcu ile yan yana yemek yemek kayıtlarına başlandığı ve albümün yakında her faninin yaşamasını dileyeceğim güzellikte çıkacağı duyuruldu. Hatta bu yeni albümün kayıt bir hatıradır benim için. aşamasından videolar falan yayınlanmış ancak henüz izleme imkanım olmadı. Exodus da 2000’lerde yeniden toparlandı. Hem de öyle şık DISSECTION bir albümler geri döndüler ki yıllarca yankılandı “Tempo Of The 1995 tarihli albümleri Storm Of The Damned”ın pis tınıları kulaklarda. Light’s Bane ile karanlık müziğe Bu albümde vokalde Steve “Zetro” gönül vermiş tüm fanilere hayatlarını Souza olmasına karşın, albüm sonrası sorgulatan Dissection, grubun esas bu uyumsuz herifl e anlaşamadılar ve adamı Jon Nödtveidt’in sonradan gruptan ayrıldı. Yerine alınan Rob cinayet işleyip hapse girmesiyle Dukes (ki grup ülkemize geldiğinde yamulup kalmıştı. Nödtveidt de vokalde Dukes vardı) Souza’nın geçtiğimiz yıllarda hapisten çıktı, yerini hiç de yabana atılmayacak Dissection’ı tekrar toparladı, bir de bi şekilde doldurdu. Gerçi sonradan albüm yayınladı. Ancak doksanlar adamın tipik Amerikan krosu geride kalmıştı. Eski Dissection’dan demeçlerini falan da öğrendik eser yoktu. Yürümedi işler. Bir süre ama hayat her zaman adil değil, ne yapalım. sonra da Nödtveidt’in intihar ettiği haberi Neyse, ile kaydedilen ilk albüm geldi. Dissection hakkında daha sonra uzunca “Shovel Headed Kill Machine” kimi fanlarca yazmayı planlıyorum. Şimdilik söyleyebileceğim, özellikle Souza’nın yokluğu nedeniyle yerden “Storm Of The Light’s Bane” ve “Somberlain” yere vurulurken daha büyük bir kısım fanlarca albümlerinin yerlerinin hep ayrı olacağı… (ki dahilim bu tayfaya) bir başka modern zaman klasiği olarak kabul gördü, bağırlara basıldı. 2005 GOREFEST yılında gerçekleştirilen Exodus Ankara konseri Hollanda Death Metali’nin doksanlardaki dev isimlerinden Gorefest, geçtiğimiz on yıl içerisinde reunion yaptı, birinden şahane albümler yayınladı, arada Türkiye’de de çaldı. Sonra da dağıldı. Müzikal açıdan bu kadar uyumlu olan ekiplerin bir süre sonra dağılmaları pek de yabancısı olduğumuz bir durum değil ancak hani Gorefest yaşını başını almış adamlardan kurulu, bi kere dağılmışlardı zaten, haklarını da kullandılar, artık böyle devam ederler diye düşünüyordum. Olmadı. 2005 tarihli albümleri La Muerte tam bir Death Metal klasiği benim için. On Earth” adlı şahane bir çalışma vardır ki grubun diskografi sinin zirvesini teşkil eder benim için. Hatta yanlış hatırlamıyorsam Siyah Beyaz’ın ilk sayısında da Asphyx’den söz etmiştim. Geçen sene yayınladıkları yeni albümleri “Death the Brutal Way” yabana atılmayacak bir Death Metal albümü olmakla beraber bir Pestilence kadar sıkı vurmuyordu. Bu arada Asphyx’in dağılıp, Swazafi x adıyla yeni elemanlarla toparlanıp doksanların başında Ankara’da konser vermişliği varmış. Ben o zamanlar bünyeyi Haluk Levent PESTILENCE ve Kargo’ya teslim etmiş bi velet olduğumdan (ki her iki ismin de ilk iki albümünün hala Hollanda Death Metali demişken olayın en kıdemli grubundan da söz etmemek olmaz. İkibinlerin başlarında Pestilence dağılmış ve toparlanma umudu vermeyen bir durumdaydı. Patrick Mameli’nin tuhaf müzikal yönelimlere girdiği falan anlatılıyordu. Gelgelelim zaman bazı şeyleri değiştirirken bazılarını da eski haline getirdi. On yılın sonlarına doğru Pestilence’ın toparlandığı haberi geldi. Albümün çıkması da fazla sürmedi. “Resurrection Macabre” kesinlikle özlenen bazı şeyleri sunuyordu dinleyicilere. Testimony Of The Ancients ve Spheres gibi aşılması çok zor iki albüme sahip olan bir topluluğun kırk yaşını aşmış elemanları için “idare eder”den çok daha fazlasıydı bu albüm. hastasıyım) bu mevzulardan uzaktaydım baya. Neyse Asphyx yazısı içerisinde Haluk Levent’ten ASPHYX söz etmeyi de başardığıma göre bu yazı pişmiş olmuş demektir. Aşağıda o konserin olduğu gün, Yakın zamanda yeni albümüyle pistlere dönen konseri düzenleyen Darkphase elemanlarının, bir başka Hollanda Death Metal ekolü temsilcisi grup elemanlarından bazılarıyla Anıtkabir’de de Asphyx’di. Asphyx bu yazıda adı geçen çektirdikleri fotoyu görebilirsiniz. Fotoda en diğer isimlere göre epeyce rare bi grup kalıyor sağdaki adam sonradan trafi k kazasında ölen biliyorum ama söz Hollanda’dan açılınca zor Theo Loomans. Bir sonraki sayıda devam edene susarım ben :) Bu ağabeylerin doksanlarda kadar afi yet olsun. yayınladıkları albümler arasında “The Last One SSELELİM VARIVARIŞLLII

Geçen sayıda yer vermeyi planladığımız parçalar gayet sıkı. Adam gibi bi prodüksiyonla da topluluklardan biri de Man Machine Industry idi. Lakin olayı tamamlamışlar. Promo fotoğrafl arı gördüğünüz bu sefer ihmalden değil, adamları anlayabilmek için üzere çok başarılı. Yalnız promo CD’de bir klipleri zamana ihtiyacım olduğundan bekledim. Tamam var, evlere şenlik. “Dursun Çiftkrosoğlu ile fatal ağabeyler endüstriyel metal çalıyolar ama öyle bi saatler” köşemizde kendisine yer bulması işten bile çizgideler ki, orijinallikle absürdlük arasındaki o değil ki üstat Çiftkrosoğlu’na bu klibi ulaştırmayı meşum bölgede gidip geliyorlar. Kimi zaman geyik düşünmüyor değilim. Hintli bir prodüksiyon fi rması yapmaya çalıştıklarını düşündürürken kimi zaman tarafından, Cibuti Şoförler Odası sponsorluğunda Marilyn Manson’a bağlayıveriyorlar atmosferi. Sahi Birleşik Arap Emirlikleri’nde bilinmeyen bir Marilyn Manson’ı da çıktığı dönemlerde sevmezdim lokasyonda çekilmiş izlenimi veriyor klip. O derece hiç. Şimdi hastasıyım. Yoo çok ciddiyim. Siz ne kötü. Anlatılmaz da, yaşanmaz da. Ama işte şarkı kaçırdığınızın farkında değilsiniz. çok iyi. Yani adamlar çıkıp “biz bu klibi sırf geyik olsun diye hazırladık, esasında kendi parçamızla İsveçli üçlü, yolladıkları “The Devils Blues …To Hell kafa buluyoruz” deseler ancak o zaman kabul And Back” adlı EP’lerinde gayet groove bi soundaa edilebilir bir çizgi dahiline girer bu görüntüler. sahip endüstriyel sanayi metal icra etmişler. İyi icra edildiğinde bu ve benzer sound’ların hastası Grupla ilgili doğru dürüst aydınlatıcı bir bilgi olan ben, Man Machine Industry konusunda açıkçası veremediğimi ben de hissediyorum ama çok fazla kararsız kaldım. Zira çok iyi ve çok kötü yönleri bir ters köşe var bu CD’de. Hepsine yatacak takatim arada barındırmak gibi bir başarıyı göstermişler. Yani yok. Bu seferlik topu size atıyorum: www.myspace. bu açıdan başarılı kabul edebiliriz (çüş). Öncelikle com/manmachineindustry

SSELELİM VARIVARIŞLLII Efenim malumunuz, dergide ülkemizden isimlere pek yer vermiyoruz. Bunun iki ana sebebi var ki ikisi birbiriyle bağlantılı sebepler. Birincisi, ülkemizdeki grupların büyük bir kısmı, yaptıkları işe kendileri yeterince değer vermiyorlar. Kendi yaptıkları işe yeterli özeni göstermeden bizim değer vermemizi bekliyor olmaları da ayrıca tuhaf. İkinci ana sebep ise bu grupların albümsüz olmaları. Bırakın albümü, bi stüdyoda hücum kayıtla iki tane şarkı kaydetmemiş gruplar var “Türkiye’de dergiler bizi es geçiyor” diye serzenişte bulunan. Neyse bu konuya girersek iş uzar. Tamam önceden daha katıydık albüm konusunda. Artık EP kaydeden grupları da kendimizce belirlediğimiz bazı basit kriterlere uydukları takdirde dergiye alıyoruz. Bunu ukalalık olarak görmeyin, ya da görün, fark etmez. Bildiğimizden şaşmayız :)

Konumuz FAQ ve EP’leri “The Future”. Büyük olmaya oynayacak bir grup için bence negatif bir isim FAQ. Her grubun büyük olmak isteyeceği aşikar olduğu için bu açıdan baktım olaya. Ama siz bu isim konusunu o kadar da takmayın. Ben bi çok yeni grubun ismini beğenmem zaten.

6 parçalık EP’nin açılış parçası enstrümantal. Özellikle metal sahnesinde bu tip anti-ticari hareketleri sevmişimdir. İnce hesaplar yapılarak hazırlanan albümlerde ilk parçanın albümü sattıracak nitelikte olması planlanır. Haliyle bu mevzularda albümleri basan fi rmalar, gruplardan daha tecrübeli olduklarından olaya müdahale ederler. Enstrümantal bi parça ile abüm açmak ticari anlamda büyük risktir. Tabii grup olaya ticari açıdan bakmıyorsa bunu düşünmez. Biz de dergice benzeri bir mantıkla yayın yaptığımız için bu konuyu bu kadar hassasiyetle dile getirdim. FAQ metalcore ağırlıklı extreme sounda sahip bir topluluk. Prodüksiyon bu tarz bir çalışma için yeterli ancak full-lenght bir albümde daha güçlü bi sounda ihtiyaçları olacaktır ki Türkiye’de genel geçer sound çizgisini asla kıstas almıyorum bu noktada. Parça yapıları grubun adı bilinen türdeşlerine göre umut verici. Parçalara yedirdikleri elektronik atraksiyonları, “industrial sound çizgisi”ni geçme çekincesi olmadan daha geniş kullanırlarsa netice enteresan olabilir. Bi de yer yer clean vokaller var. Olmamış. İki sebepten olmamış (duble sebeplerin yazısı oldu resmen bizimki). Birincisi bu işin içinde clean vokal bana çok tuhaf geliyor. İkincisi, clean vokal yetersiz bir performans göstermiş. Hiç olmasa daha iyi olurmuş. Öte yandan, bazı parçalarda yer verdikleri akustik bölümler çok başarılı. Komple akustik enstrümantal bir albüm yapsalar (ki neden olmasın, çağ cesur hareketlerin çağı) gayet lezzetli olabilir. Geriden genişçe bakıldığında umut verici bi çalışma olmuş The Future. Kapaktaki future teması özetle iyi ama daha detaylı düşünülebilirdi belki. Bi de grup promo pakette süper bi hareket yapmış, basılı fotoğraf da göndermiş. Eskiden böyle CD’ye dosya kaydetme işinin çay demlemekten daha kolay olmadığı zamanlarda (hatta CD’nin günlük hayatta esamesinin bile okunmadığı zamanlarda) promo fotoğrafl ar bildiğimiz 36 pozluk fi lmden bastırılıp yollanırmış. Miş’li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü ben de yakalayamadım o dönemleri. Neyse, grup dijital fotolarının yanında iki tane de basılı promo göndermiş, arşivimin neresine ekleyeceğimi bilemedim. Süper hareket. Tarayıp da dergide kullanmayı düşünmedim değil :)

El netice, FAQ vakit ayrılabilecek, kulak kabartılmayı hak eden bi topluluk. İsmini hiç duymamış olmanız (ki ben de dergi ile irtibata geçene kadar habersizdim onlardan) grubun başarısız olduğunu göstermez. Özellikle metalcore sahnesine ilgi duyanlara öneriyorum. Ayrıca grup fotolarında elemanlardan birinin Back To The Future tişörtü giyiyor olması takdire şayan :) Şu adresten göz atabilirsiniz gruba: www.myspace.com/faqnroll ADAM GİBİ ŞARKI SÖYLEYEN GAY VOKALİSTLERİ, Queen’in ilk dönem ürünlerini pek sevmem. ADAM OLAMAYIP GAY GİBİ SÖYLEMEYE Zaten harbiden severek üst üste dinlediğim tek ÇALIŞANLARA TERCİH EDERİM albümleri de “Innuendo”dur. Öte yandan bu benim sevemediğim ilk dönem Queen’in, o dönem Tahmin edersiniz ki Siyah Beyaz benim ilk yazdığım için inanılmaz derecede orijinal ürünler ortaya dergi değil. Öyle tepeden inme yürümez dergi koyduğunu da belirteyim. Bugün özellikle MySpace işleri. Son on senedir bi ton fanzin ve dergide ve Last.fm sayesinde en alakasız, underground, kalem sallamışlığım vardır (gerçi kalem çağı geçen hiperaktif, elektronik, progresif, gotik ve buna yüzyılda kaldı, klavye sallamak oldu bizimki) benzer genç kızların yüreğini hoplatacak türden ki bunlar arasında memleketin en haysiyetli envai sıfatlara sahip tonla gruba ve müziğe ulaşmak dergilerinden en underground fanzinine kadar mümkün. Ancak yetmişlerde işler şaka ile karışık çeşitlemeler mevcut. Biri hariç hepsini saygı ve Sadri Alışık kıvamında olduğundan etrafından hürmetle selamlarım yeri gelmişken. İşte o biri var orijinal bişeyler arayan insanların ulaşabileceği ya. O dergide takıldığım kısa süre içerisinde böyle en orijinal hareket Amon Düül falan olabilirdi gay atmosferli, çaktırmadan androjen havalarla ki olaya Türkiye cephesinden baktığımızda bu ilgili bi yazı yayınlanmıştı (yazının burasında yazar orijinalitenin “Cem Karaca Kardaşlar”, “Ersen ve duraklar, Pantera’nın en kılass parçası “Floods”un Dadaşlar”, Nobody ve “Apaşlar” ve benzeri çoğul nefi s fi naline bünyeyi teslim eder, sonrasında ekli isimlere sahip, frontmanful, görsel olarak Paradise Lost’un ustalık dönemi eserlerinden “The Tarkan Viking Kanı formatlı elemanları olan gruplar Enemy”nin Çiçek Abbas tandanslı introsundan geri görebiliriz. Eskiye dair yerli yabancı hiç kimseye alır bünyesini; üstat Dimebag’e de selam eder hürmette kusur eylemeyelim ama ben yetmişlere inceden öte tarafa). Geldim. Ne diyorduk? Hah! ve seksenlere baktığımda orijinalitenin zirvesinde Röntgen. Efenim röntgen, insanın içini gösteren bi iki isim görüyorum: Queen ve Pink Floyd (“şu satıra alettir, bi de röntgenciler vardır tabii. Bol miktarda kadar Pink Floyd adını anmadın röntgenci mevcuttur… da şimdi ölücü gibi niye onlara sarılıyosun be adam” Neyse konudan sapmayalım. Bu sözünü ettiğim diyenleri duyuyor ve Barbaros dergide, müzik dünyasından bi şekilde gay Hayrettin’e havale ediyorum; mevzuatına bulaşmış ama birbiriyle çok alakasız hepinizin babası o). isimlerden söz etmiştik. Ortak noktalarının bu olması tuhaftı tabi :) Neyse, dergi ismini burada İşte Queen’le ilgili bi yazı yazmaya hazırlanırken zikretmeye değmeyecek kadar değersiz değildi aklıma ister istemez geldi gay vokalist mevzuatı. Bu tabii ama yöneticisini sevmediğim için yazmıyorum. arada yeri gelmişken değineyim, “gay vokalist” ile Geçelim. “gay vokal” ultra farklı şeylerdir. Gay vokalistler aralarında efsane Aslında mevzuya çok başka bi noktadan olmuş bazı isimler de barındıran girecektim ama nasıl olduysa mevzu böyle bir küme iken, gay vokal bi tali yoldan girdi otobana. Esas yazıya yapan vokalistler esasında gay başlamak istediğim konu, günümüzün olmadıkları halde ekmek peşinde avantgarde ve elit underground endüstriyel heba olmuş karakterlerdir. Gay elektronik ambient dinleyici tayfasının nasıl vokalistlere örnek olarak (yazının olup da yetmişlerde var olmuş progresif başından beri gay vokalist rock gruplarını ve bunlardan da önemlisi mevzusundan bahsedip ancak şu Queen gibi bir grubu es geçtikleriydi (çüş, satırda ismini zikretmeye nail ultra alakasız girmişim). Bu arada şu ilk olabildiğim) efsane insan evladı, paragraftaki Kemal Sunal repliğini tam Queen vokalisti Freddie Mercury ve olarak hatırlayabilmek için Black Tooth vokalisti metal tanrısı Tuna ve Mekanik Hido’yu arayıp ”neydi başta gösterilebilir lan” diye sorduğumu da belirtmeden (acı ama gerçek, metal tanrısı bir geçmeyim; sağolsunlar :) gay). Dergice basın ahlak ilkeleri ve etik kurallarına saygıda kusur etmediğimizden grubu Destruction’a ilk zamanlarında ilham diğer kümeye dahil karakterleri adlarıyla vermiş, parçalarından biri bu grupça coverlanmış anmaktan kaçınıyorum ama şöyle bi dikkatli bakın bir topluluk Plasmatics. Kendileriyle yıllar önce etrafınızdaki popüler müzik piyasasına, MTV’ye Destruction’ın bu coverı sayesinde tanışmıştım; o falan. Anlaşacağımızdan eminim :) gün bugündür böyle bu (neyse bu?)…

İŞİNE KAFASINI VERMEYEN ADAM Demem o ki, Plasmatics’e kulak ver ey müzik HEM KAFASIZ HEM DE İŞSİZ OLMAYA peşinde koşan insan evladı. MAHKUMDUR (Yaz bunu güzel laf oldu bu) Ben küçükken (ne sanıyodunuz, leylekler kimseyi kel getirmez) özel radyoların açıldığı, sonra Sahi, hani Cem Yılmaz Erşan Kuneri’nin fi lmini bi ara niyeyse kapatıldığı (sahi böyle bi mevzu yapacaktı? Yahşi Batı çıktı üç numaralı kutudan. vardı di mi doksanların başında, kapatılmıştı Neyse yine de seviyoruz kendisini. bütün özel radyolar, duvarlara falan “radyomu istiyorum” yazmak modaydı, hey gidi doksanlar), Pink Floyd diyorduk… “The Great Gig In The sonra yeniden açıldığı dönemler… Joy FM adında Sky” girdi şimdi teypten (teyp kısmı yalan, mp3 benzerlerinden kendini ayıracak pek bi özelliği dinliyorum ne teybi). İstanbul’da bi adam vardı, olmayan ama yine de eli yüzü düzgün yayın güzel iş yapabilecek potansiyeli vardı ama kafası yapan bi radyo vardı. O radyonun televizyondaki yerine g.tüyle düşündüğü için bi yere varamamıştı. reklamlarında (olaya gel, TV’de radyo reklamı) Elindeki işi de batırdı hatta. Hala çırpınır, ara sıra fonda “ooooo yuu bettaa staaap” diye bi müzik haberlerini alırım. Yukarıda sözünü ettiğim Pink çalardı ki aklımı feci çelmişti, baya bi arayıp da Floyd parçası bu adamı hatırlatır bana hep (koca bulamamıştım kimin hangi parçası olduğunu. Sonra parçaya da yazık ediyorum, farkındayım). Pink tabi yıllar geçti aradan, internet girdi hayatımıza, Floyd’un vakti zamanında Boğaz Köprüsü’nde ve biz de ona girdik. Ve öğrendik ki o parça Sam uzayda konser verme planları efsaneleşmiştir. Brown adlı muhterem şahsiyetin “Stop” adlı nadide Tabii onlar bu tarz planlar yapabilecek level’a eseriymiş. Şu an o şarkıyı dinliyorum. Şu satıra gelmek için, anlatılsa cümlelere sayfalara kadar da parçayı merak etmenizi sağlayamadıysam dergilere sığmayacak bir zaman ve beyin sarfi yatı yazının geri kalanını okumayın artık :) gerçekleştirmişlerdi. Gelgelelim İstanbul’a baktığımızda körler sağlar birbirini yağlar (hayır Doksanların başından bi yere ayrılmayın, az sonra ağırlamaz, yağlar) kıvamında hareketler görüyoruz yeniden beraber olacağız, şimdi reklamlar… bu mevzubahis abiden. Yazının kimi bölümleri hafi ften kuyruk acısı – intikam arası bi sosa sahip Beşinci sınıf TV programlarını sunan sekizinci sınıf gibi duruyor farkındayım ama amacım cidden şovmenlerin program bitmeden 5 saniye önce bu değil. Böyle bişey için uzun zaman ve emek reklam arası vermek için kullandıkları cümleydi bu harcayarak bi yerlere getirdiğimiz bu dergiyi doksanlarda. Yüzyıllardır TV’den arınmış bi hayat kullanmam zaten. Yazı arasında dertleştik sadece yaşadığım için bu olay halen var mı bilmiyorum ama :) sanırım vardır. Hatta yine doksanların ve bugünün ekşi sıfatlı isimlerinden biri “böyle yapmazsak (Yazar yazı arasında Winamp’ın alfabetik playlisti müşteri kaçar” diye beyanat vermişti zamanında. çerçevesinde Pestilence’dan Pink Floyd’a, oradan Dürüsttü en azından… da Plasmatics’e geçmiştir. Böylece ikinci perde açılır…) Neyse, konu dağılacak yine. Sanctuary’den bahsedecektim ben. Bugünkü Star TV’nin Plasmatics esasında Motörhead’in dişi “Inter Star” ve “Star 1” isimleriyle versiyonu olarak tanımlanabilecek yayın yaptığı dönemleri, hatta TeleON’u güzellikte bi topluluk. Motörhead ne hatırlayan nesle dahilim ben. Haliyle kadar maskulen ve maço ise Plasmatics de Inter Star’ın ilk kurulduğu dönemde o kadar dişi ve kırodur. Rock dünyasının, (ki kendileri yanlış hatırlamıyor isem ağırlığını solistlerin oluşturduğu kalabalık Türkiye’nin ilk özel televizyonuydu) bir suicide solution listesi vardır durup dinlenmeksizin, fütursuzca ve üst malumunuz. Plasmatics vokalisti Wendy üste yayınladığı video klipleri olanca Williams da bu listenin üst sıralarında canlılığı ve dehşetiyle hatırlıyorum. Ki bu kendine vokal kontenjanından yer bulan kliplerden bazıları muhteşem parçalara bi karakter. Avrupa’nın en kral Thrash aitlerdi. Muhtemelen hayatımda izlediğim ilk üzülüyorum) Marilyn Manson’dan metal klibi olan dinlemiştim ilk kez. Eurythmics niyeyse Sanctuary’nin doksanlarda hayatıma girmemişti. O ‘Future Tense’i de o nedenle şu sıralar ‘Here Comes The dönem Inter Star’ın Rain Again’i Hypnogaja şarkısı olarak yayın akışının bilen ve dinleyen kitleye gülemiyorum. gözde parçaları Lakin öğrenmemek ayıp malum. O şarkı arasındaydı (hatta da Eurythmics’e ait sevgili gençlik. açayım hemen Ve ne Marilyn Manson, ne Hypnogaja, parçayı). Tabi o ne Cruxshadows, ne de Eurythmics dönem “birbirine coverlayan diğer tonla grup asla Annie denk” bir rahatlık Lennox gibi söyleyemezler (bu arada ve umarsızlıkla yaşanan çocukluk yıllarından Cruxshadows’un ne kötü bi vokalisti vardır be kendini kurtarmaya çalışan bir velet olan ben, ne Süleyman, kimi taklit edeceğini bile bilememiş Nevermore’dan, ne Sanctuary’den ne de Warrel adam). Hatta ve hatta üstat Haluk Bilginer bile Dane’den haberdardım. Lakin o karanlık ve soğuk şahane performansına rağmen Lennox’un orijinal klipteki dümdüz saçları beline kadar uzanan adamın seslendirmesindeki duyguları yansıtamıyor. O hırçın ifadesi ve söylediği şarkı nasıl aklımda nedenle bir an önce parçanın orijinalini dinleyin kaldıysa; aradan yıllar geçip Sanctuary’nin nefi s derim. Hatta ben de açayım. albümü “Into The Mirror Black” ile tanıştığımda “ben bunu nerden hatırlıyorum yaa” formatına Evet değerli okurlar, aslında Van Halen parçası anında müdahil etmişti beni. Bu arada 1992 yılında “Jump”dan da bahsedip olayı “Geleceğe Dönüş”e ulusal yayın yapan bir TV kanalında metal klibi bağlamak aklıma gelmedi değil ama bir kez daha yayınlanıyor olmasını irdelemiyorum bile :) Vaya bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Bir dahaki Con Dios’un “Ne Na Na Na” adlı tuhaf şarkısı ve haftaya yine birlikte olmak dileğiyle, esen kalın… bütün doksanlar gençliğinin gözyaşları içerisinde hatırlayacağı parça, “You Can’t Touch This”in (“yani (Kapanış jeneriğinde de Xentrix’den ‘No More Türkçesi, bana dokundurabilirsin! Dokundur!” Time’ çalsın hatta yaw!) Grup Vitamin’i ve Gökhan Semiz’i de yerlere kadar eğilerek saygıyla selamladık, hazır yeri gelmişken)

klibi de gece gündüz yayınlanır ve meteordan hallice kraterler açardı genç dimağlarımızda. Hele bir Michael Jackson gerçeği vardı ki ülkede fırtına gibi esmişti. Elden dirseğe kadar sarılmış beyaz bezlerin, önü açık gömleklerin tek sorumlusuydu Jacko. Daha önce de yazmışımdır, Blue Jean dergisi Jacko diye bahsederdi Michael Jackson’dan. Tabi doksanlarda müzikten yana tek yol gösterenimiz Blue Jean olduğu için anında bizim de Jacko’muz oluvermişti adam. Saçmasapan bi şekilde öldü, beraberinde seksenleri de, doksanları da aldı götürdü. Toprağı bol olsun.

Bu arada şimdi aklıma geldi. Ben ‘Sweet Dreams’i (bu şarkıyı Sweat Dreams olarak yazıp çizmeyin

SSELELİM VARIVARIŞLLII

Lifeforce Records’un promo pool’unda dolaşırken görüp tanıştığım At The Soundawn, dikkatimi ısrarla dürten bi tarzın derinliklerinde yol alıyorsa da, albümleri “Shifting”in ilk şarkısında, zaten haddinden fazla orijinal grubun bulunduğu bu cephede (ki hangi cephe olduğuna birazdan değineceğiz) kalburüstü olabilecek kapasitede bi grup imajı vermiyordu. Meğer olay ikinci şarkıdaymış.

Albümün basın bülteninde “For fans of” kısmında Mogwai, Tool, Neurosis, Isis, Pelican, Cult Of Luna, Explosions In The Sky gibi isimler sıralanmış. Kısmen doğru, kısmen abuk bi liste bu ama zaten fi rma bültenlerinde böyle abartılı ve geniş benzetme listelerine rastlamak normal. Ha bi de, öyle kallavi bi liste hazırlayıp içine God Is An Astronaut’u dahil etmemek, Lifeforce gibi bi fi rmaya yakışmamış :) Dördüncü parçada Astronot’a bağlıyolar direk. İşte bu sözü edilen grupların ana hatlarıyla çizdiği müzikal cephede (post-rock ve cenahı olarak adlandıralım da havada kalmasın) kendine iyi yer edinebilecek kalitede bir albüm hazırlamış At The Soundawn. Yalnız dediğim gibi albüm ilk parçadan değil ikinci parçadan başlıyor. Ya da ilk parça çok ultimate bi level’da ve ben henüz çözemedim, bilemiyorum. 7th Moon ve sonrasında gelen parçalar bünyede kozmik kar altında Jüpiter’e ilerleyen Ink etkisi yaratabilir (Ink mi? Yahu fi lm var ya hani rüyalarla kabuslar kapışıyolar, bu da arada kalıyor, böyle pelerinli karanlık çirkin falan bi tip, bi ara o fi lmle de ilgili bi yazı yazmamız lazım harbiden).

Bu tarz grupların ortak sıkıntısı nedir bilir misiniz? Hiç bi falsoları olmamasıdır. Şöyle bi bakarsınız, müzik dört dörtlüktür, elemanların tipleri efendidir, hatta Beatles’dan hallicedir kimi zaman, prodüksiyonları çok iyidir falan fi lan. Yani işin üstadı bir yazar oturup şöyle akademik bi eleştiri yazısı döşenmeye kalksa içinden çıkamaz. Eleştirecek bişey bulamaz çünkü. Şu halde benim gibi geniş perspektiften çene çalmayı seven ve akademik cümlelerden mümkün mertebe uzak duran geveze adamlara kalıyor meydan :) At The Soundawn tam da bu kategoriye dahil bi grup. Bu arada beşinci parça olan ‘Black Waves’da şahane hareketler yapmışlar, ne yazağımı unutturdular.

Albümün çıkış tarihi fi rmanın sitesinde 15.03.2010 olarak belirtilmiş, şimdi gördüm. Yani aslında bu yazıyı Mart sayısına koysak da olurmuş ama fi rmanın tezcanlılığı sayesinde Şubat sayımıza dalmayı başardı grup. “Shifting” ikinci albümleriymiş. İlk albümlerinin de peşine düşüyorum tabi hemen. Last.fm sayfalarında ilk albümlerinden bi şarkının mp3’ü var. Gayet lezzetli bi şarkı o da. Diskografi lerine bakarken bir de Neuroprison Forum adlı bi sitenin hazırladığı, ücretsiz olarak online yayınlanan (hehe şu ifadenin hastasıyım :)) bir compilation keşfettim ki onu da derhal ait olduğu yerden indiriyorum. Bu sanırım offi cial bişey ki grup diskografi sinde yer vermiş. Hatta Vol.2 imiş bu. Bi inceleyim de diğer gruplar da At The Soundawn kadar iyilerse sizinle paylaşırım gelecek sayıda.

Şimdilik bu kadar, At The Soundawn’a kulak verin. www.lastfm.com.tr/music/At+The+Soundawn www.myspace.com/atthesoundawn

SSELELİM VARIVARIŞLLII Geçen yılın son demlerine doğru memleketi ziyaret böyle bişey işte. Demoları böyleyse eğer, bu eden Danimarkalı metal gençliği Hatesphere, adamların bu metalcore sahnesinde çıkaracakları yanlarında Tim adında bir Alman kardeşimizi bi albümle yeri göğü inletme potansiyelleri var. de getirmişlerdi. Elemanla baya bi muhabbet CD’yi dinlerken herifl erin sahnede fırtına gibi çevirmiştik. Pantera hastasıydı. Neyse laf arasında estiklerini tahmin etmek de zor değil. Yalnız bu tarz kendi grubu olduğundan, metalcore çaldıklarından grupların hepsinin gidip Devildriver hangi stüdyoda falan bahsedip CD’lerini vermişti bana. O CD kayıt yapıyorsa oraya başvurmaları gerektiğini o günden beri bilgisayarımın tepesinden bana düşünüyorum, aslanlar “The Last Kind Words” bakıyor. Bu yazı aslında bi önceki sayıda yer albümünü yayınladıklarından bu yana… Matter Of alacaktı ama yetişmedi. Ben de arada elemanla Habit’in de yaptığı müziği gerçek anlamda vurucu kontağı kaybettim falan… bi soundla ortaya koymak için baba bi prodüksiyona para dökmesi şart ki bunu yapacaklarını tahmin Matter Of Habit eli yüzü düzgün iş yapan bi etmek zor değil. topluluk. Haliyle Tim bana CD’lerini verene kadar haberdar değildim elemanlardan. CD bildiğimiz Metalcore gruplarının genelinde olduğu gibi albüm ama self-produced hazırlanmış, arada fi rma Matter Of Habit’in de kapağını beğenmedim. Lakin yok. Yalnız ben bunu CD’yi hakkında yorum yazmak müzikal açıdan lezzetli bi iş çıkarmışlar. Dinleyin üzere inceleyene kadar fark etmemiştim. Yani, derim. Ben de şu elemana mail atıp “albüm ne adamlar albüm kalitesinde bi sunum hazırlayıp zaman çıkıyo hacı” diye bi sorayım. Gelişmelerle Myspace sayfalarında da bunu demo olarak karşınızda olabiliriz. Siz o arada şu adrese göz atın: girmişler. Alman olup maça 3-0 önde başlamak www.myspace.com/matterofhabit ‘80Lİ YILLARDA GELİŞEN DİĞER AKIMLAR yayınladıkları ile önemli bir etkileşim haline geldiler. Albüm, birçok eleştirmen Doksanlı yıllara geçmeden önce, geleneksel tarafından yorucu bir dinlence olarak lanse edilse Progressive Metal’e girmeyen ama daha sonra de, içerdiği virtüözite kokan müzikalite, farklı Extreme Progressive Metal olarak adlandırılan alt tempolar ve kompleks şarkılar ile öne çıktı. Hiçbir tarza yol açan Thrash Metal eksenli gruplardan da zaman elle tutulur bir ana akım başarısı göremeseler bahsetmek yerinde olacaktır. de, yer altı camiasında oldukça önemli bir topluluk olan Watchtower, Thrash Metal gruplarına farklı Thrash Metal’in seksenler boyunca metal piyasasını kapılar açtığı kadar Progressive Metal gruplarını da domine ettiği bilinen bir durumdur. Başta kabaca birebir etkiledi. Speed Metal, NWOBHM ve Hardcore Punk’ı bir potada eriten Thrash Metal, zamanla farklı grupların ‘70lerin sonunda kurulan ama aşırı derecede kadro farklı yaklaşımlarıyla daha değişik açılımlar gördü. sorunu yaşayan ve sadece bir albüm yayınlayabilen Progressive Thrash Metal ve ya Technical Thrash Blind Illusion da Thrash Metal’e farklı bir soluk Metal olarak etiketlendirilen bu tarz gruplar, Thrash getiren gruplardandı. Progressive Rock, özellikle Metal tarzına komplike şarkı yapıları, farklı melodi Yes dokusu taşıyan grup, ’88 senesinde The Sane ve ritm kalıpları, deneysel pasajlar ve enstruman Asylum albümünü çıkardıktan sonra başka bir yasal kullanımları entegre ederek Thrash Metal’i daha albüm yayınlamadı. The Sane Asylum’da yer yer progresif bir şekilde icra ettiler. kullandıkları atmosferik kısımlar kadar, kompleks şekilde işledikleri şarkıları ve bas/gitar uyumuyla Bu tarz gruplar açısından öncü olarak görülen dikkat çektiler. isim Watchtower’dır. ‘70ler Progressive Rock’ı ve NWOBHM’den etkilenen grup, şu an Progressive ’86 senesinde Amerika’da kurulan ve doksanlarda Metal adına önemli bir isim olan ’i müziğini rafi ne ederek Progressive Metal’e de kadrosunda içeriyordu. 1985 senesinde yakınlaşan Anacrusis’te burada adı geçmesi gereken gruplardandır. Çok fazla tanınamasalar Thrash Metal sahnesinin büyük grupları yanında da, Suffering Hour, Manic Impressions ve Screams adını çok duyuramasa da onlardan geri kalmayan And Whispers albümleriyle teknik ve deneysel işler grup, aşırı teknik ve kompleks şarkıları ve çift gitar sürerek, bu tarza önemli katkılar yaptılar. uyumuyla dikkat çekmişti.

Kanada’nın çıkardığı en önemli gruplardan Voivod’da zaman içerisinde Progressive Metal’e evrilen Speed/Thrash Metal gruplarından birisiydi. Killing Technology ile birlikte müziklerine yavaş yavaş progresif açılımlar getiren grup, ’89 tarihli Nothingface ile bu açılımı köklü bir değişime dönüştürdü. Pink Floyd ve Jazz etkilerini hissettiren, Thrash Metal temelini korurken farklı müzikal fi kirler üzerine giden bu albüm Voivod’un aynı zamanda en çok ticari başarı elde eden albümü oldu. Hem vokal melodileri, hem de gitar/bas uyumu açısından oldukça iyi bir örnektir Nothingface...

İsviçre’nin Celtic Frost ile birlikte en çok bilinen gruplarından Coroner’de bu yolun yolcusu olan gruplardandı. Thrash Metal, Progressive Rock, Industrial Metal, Jazz ve sert vokalleri bir potada eriten grup albümden albüme daha teknik bir tavırı benimsedi. Bazı eleştirmenlerce “Thrash Metal’in Rush’ı” olarak görülen grubun No More Color ve Mental Vortex albümleri denemelerinin zirvesi olarak kabul edilmiştir. Grubun gitaristi Tommy Vetterli’nin bir süre ’da çaldığını da not düşmekte fayda var.

Almanya’dan da bu arada değişik Thrash Metal grupları çıkıyordu. Mekong Delta, bu gruplara öncül bir örnekti. Özellikle ’88 tarihli The Music Of Erich Zann albümleriyle tarz adına önemli bir grup konumuna yükselen Mekong Delta, bu albümde H.P.Lovecraft’ın eserini deneysel ve farklı bir müzik ile notalara dökmüştü. Klasik müzik etkileşimlerini Thrash Metal ile teknik, kompleks ve deneysel bir anlayışla birleştiren grup en son üç sene önce Lurking Fear albümünü yayınladı.

Depressive Age’de Almanya’dan çıkan farklı Thrash Metal gruplarından birisiydi. Tarzlarına göre cesur denemeler yapmaktan çekinmeyen grup, Thrash Metal’in klasik anlayışının zayıfl adığı doksanlar boyunca dört albüm yayınladıktan sonra adını değiştirerek grubu sonlandırdı.

Yine Almanya’dan çıkan Deathrow, Deception Diğer bir önemli grup ise Toxik’ti. ’88 ve ‘89’da ard Ignored albümüyle bu tarza adım atmıştı. Alman arda iki albüm piyasaya süren grup, ikinci albümleri Think This ile adını geniş çapta duyurmuştu. Thrash önemli bir grup oldu ve birçok grubu etkiledi. Metal’i Progressive Metal anlayışıyla birleştiren Atheist’te uzun süren bir ayrılığın ardından, birkaç grup, şu an tekrar aktif ve yeni albüm hazırlıkları sene önce tekrar toplandı. içerisinde... Cynic ise Thrash Metal temelinden Death Metal’e Hiristiyan kimliğini öne çıkartan bir Thrash Metal geçiş yaptı ve ‘93’te artık efsane konumuna grubu olan Believer, progresif elementler, senfoni, yükselmiş Focus albümüyle oldukça ses getirdi. Çok akustik sesler, keman gibi farklı entrumanlar ve yoğun Jazz etkileşimi taşıyan ve bunu Death Metal bayan vokal kullanımını müziğine entegre etmesiyle kompleksliği ve deneysel vokal kullanımlarıyla dikkat çekmişti. İncil’den sık sık pasajlar alıp, birleştiren grup, on beş senelik bir aradan sonra sözlerinde kullanan grubun ’93 tarihli Dimensions Traced In Air ile tekrar sevenleriyle buluştu. albümü önemli bir Prog-Thrash eseri olarak kabul görmüştür. Grup uzun süren bir ayrılık döneminden sonra toplanmış ve geçtiğimiz sene Gabriel albümünü çıkartmıştır.

’85 senesinde kurulan ama ’94 senesinde anca albüm çıkartabilen ve pek bilinmeyen Aftermath’da progresif bir anlayışla Thrash Metal icra ediyordu. Özellikle Thrash Metal’in çok zayıfl adığı ‘90lar ortasında albüm çıkarttıkları için mi çok dikkat çekmemiştir, bilinmez. Müziklerini agresif Thrash Metal temeline oturtup, melodik,akustik ve Jazz- vari pasajlar ve aksak ritmler içeren teknik şarkılar bestelemişlerdi. Eyes Of Tomorrow kendilerinden geriye kalan tek albüm...

Bu tarzda albüm yayınlayan grup örnekleri daha da çoğaltılabilir, Realm, Terrahsphere, Megace, Genetic Wisdom, Aspid, Nephastus, Donor, Doom gibi... Jazz ve Fusion etkileşimlerini müziğiyle birleştiren Bu akımdan çıkan ve en çok adını duyuran gruplar Death/Thrash Metal orijinli gruplardan birisi olan listesinde Watchtower’ın yanında Atheist ve Cynic Pestilence’in Spheres ve Testimony Of The Ancients adları da vardı. Atheist, Jazz ve Latin müziği albümlerini de burada anmadan geçmek istemedik. etkileşimlerini yoğun olarak kullandığı Death/Thrash Ayrıca yoğun teknik anlayışları ve biyonik adam Metal müziği ve yayınladığı üç albüm ile oldukça Steve DiGiorgio’yu bulundurmasıyla dikkat çeken Sadus’u da anmakta fayda var. Metallica’nın And Justice For All’u, Heathen’in Victims Of Deception’u, Megadeth’in Rust In Peace’i, Dark Angel’ın tam 246 riff içeren Time Does Not Heal’ı, Forbidden’ın ’u da Thrash Metal yapan büyük grupların müziklerinde işlediği progresifl iği vurgulamak açısından bu noktada önem taşıyan albümlerdir.

Extreme Metal’in progresif etkisi altındaki akımının doksanlardaki daha ön planda olan devamı Progressive Death Metal olacaktı. Ona da değineceğiz.

PROGRESSIVE METAL’DE ‘90LI YILLAR

Geleneksel Progressive Metal’e geri dönersek...

1990 senesinde, Operation: Mindcrime ile adını genip çapta duyuran Queensryche, Empire adlı albümünü çıkartır. Albümden çıkan Silent Lucidity, ’92 senesinde ikinci albümleri Images And Words’u Billboard listesinde dokuz numaraya kadar çıkar yayınladı. ve Billboard Album Rock Tracks listesinde ise zirve sahibi olur. Grup, şarkıyı 1992 senesindeki Grammy Images And Words, çıkmasıyla birlikte oldukça töreninde orkestrasyon ile icra eder. Şarkının büyük bir ilgiyle karşılandı ve grubun şu ana kadar MTV’den de rotasyon alması, Progressive Metal’i kaydettikleri albümler arasında en başarılılarından medyanın farketmesi açısından oldukça büyük bir birisi oldu. Çıktığı zamanda Billboard listesinde adım olur. 61.sıraya kadar ilerleyen albüm, şu an altın plak barajını aşmış durumda... (Dream Theater, son Bu sırada Progressive Metal yeni gruplar görmeye albümleriyle Billboard’da 6.sırayı da gördü ama devam etmektedir. , Psychotic Waltz, bu tamamen grubun isminin büyüklüğünden Threshold, Conception, Enchant, Dreamscape, kaynaklanan bir başarıydı.) Grup, albümden ilk Vanden Plas gibi gruplar ‘90ların başında yavaş single olarak Another Day’e klip çekmişti ama yavaş kadrolarını oturtmaya başlamış, bazıları ise şarkının etkisi büyük olmamıştı. Ardından riskli bir albümler yayınlayarak piyasaya giriş yapmışlardı. kararla Pull Me Under’a klip çeken grup, şaşırtıcı Tabii bu yeni nesil gruplar arasında en çok parlayan bir şekilde büyük başarı elde etti ve radyolar ile Dream Theater olacaktı. MTV’de rotasyon aldı. Sekiz dakikaya yakın bir şarkının o kadar yoğun ilgi görmesi pek alışıldık IMAGES AND WORDS VE DREAM THEATER DEVRİMİ birşey değildi ama grup bunu başarmıştı. Ardından Take The Time’a da klip çekmiş olsalar da, şarkı ‘80lerin ortasında kurulan Dream Theater, ilk Pull Me Under’ın gölgesinde kaldı. albümünü ’88 senesinde çıkartmış ama plak şirketinden destek görememesi yüzünden albümünü Grup albüm ile birlikte Amerika, Japonya ve çok tanıtamamış ve o dönemde hedefl ediği başarıyı Avrupa’da yoğun geçen turneler düzenledi ve yakalayamamıştı. Ardından grubun vokalisti Charlie ardından canlı kayıtlar ile bu turneyi belgeledi. Dominici ile yollarını müzikal farklılıklar sebebiyle ayıran Dream Theater üyeleri uzun süre gruplarına Images And Words’un Progressive Metal’e yaptığı uyacak vokalisti aradılar. Bu uğurda 200’den fazla katkıya gelirsek... Bir albüm düşünün, çıkmasından kişiyi denediler, Fates Warning’den ayrılan John yıllar geçmesine rağmen, işlediği müzikal yapı Arch bile Dream Theater ile deneme kayıtları yaptı. birçok gruba hala ışık olacak ve taklit edilecek... Bu sırada yeni albüm için şarkıları besteleyen ve Images And Words bu tarz albümlerden birisidir. enstrumental bazda bayağı bir materyal hazırlayan Grubun Rush, Yes, King Crimson, Pink Floyd gibi grup, aradığı kanı ’91 yılının başında buldu. Progressive Rock öncüllerinin etkilerini, Metallica, Kanada’da Winter Rose adlı bir grupta vokalistlik Maiden, Priest ve Sabbath gibi metal gruplarından yapan James LaBrie gruba katıldı ve ardından grup aldıklarıyla birleştirerek ortaya koyduğu müzikal yapı, LaBrie’nin dinamik vokalleri, Petrucci ve Moore ikilisinin karşılıklı atışmaları ile ördükleri yoğun vokaller, Myung’un kimi zaman solo atacak kadar şarkıya hakim basları ve Portnoy’un stilistik baterileri ile desteklenmiş ve Progressive Metal’e farklı bir açılım getirmişti. Albümün etkisi o kadar büyüktü ki, doksanların ilerleyen yılları boyunca albüm verecek birçok Progressive Metal grubu, “Images And Words tarzı Prog- Metal” olarak etiketlendirilecekti. Bu yolda ilerleyen Dali’s Dilemma, Sun Caged, Lemur Voice, Ice Age, Without Warning, The Quiet Room gibi grupların çıkış noktası yine bu albümdü. Burada sayamadığımız birçok grubun da olduğunu tekrar belirtelim.

Dream Theater, Images And Words’un ardından yine en az IAW kadar kaliteli bir albüm olan Awake’i çıkartarak yerini sağlamlaştırdı. Awake albümünü gelmiş geçmiş en iyi Progressive Metal albümü olarak gören birçok dikkat çeken Norveçli grup Conception’da melodik bir müzik ortaya koymuş,In Your Multitude ve Flow albümleri ile kendilerini kanıtlamışlardı. Kamelot vokalisti Roy Khan’ın ilk grubunun Conception olduğunu da belirtmek gerek...

Dream Theater ile benzer köklerden gelen ama konser vermemeleri ve plak şirketinin çok destekleyememesi sebebiyle asla Dream Theater kadar büyüyemeyen Shadow Gallery, doksanlar Progressive Metal’inin gizli kahramanlarından birisiydi. Kompleks şarkı yapıları, virtüözite içeren enstruman kullanımları ve duygu dolu müzikaliteleriyle öne çıkan grup, Neo-Classical Metal ve Senfonik Metal ile de zaman zaman fl ört ediyordu. Oldukça geniş bir etkileşim yelpazesine sahip müzisyenlerden oluşan grup, ’98 tarihli konsept albümleri Tyranny ile geniş çapta başarı elde etti. Altı albümlük kariyerlerine en son geçen sene çıkan insanın olduğunu belirtmek gerek... Images And Digital Ghosts ile devam eden grup, yakın zamanda Words’e göre daha karanlık ve sert bir albüm ilk canlı performanslarını vermeye hazırlanıyor. olan Awake, grubun müzikal anlamda kaydettiği Grubun, ülkemizin önemli Prog-Power gruplarından ilerlemeyi de devam ettiriyordu. Ardından Kevin Dreamtone’a Gary Wehrkamp’ın prodüksiyon, iki Moore’un ayrılığı ile biraz çalkantılı dönem geçiren sene önce kaybettiğimiz vokalleri Mike Baker’ın da ve plak şirketleri ile sıkıntı yaşayan Dream Theater, vokal olarak katkılarda bulunduğunu da hatırlatmak Falling Into Infi nity ile karışık tepkiler toplasa da gerek... ’99 senesinde yayınladığı Metropolis Pt.II:Scenes From A Memory ile bir büyük başarıya daha imza atacaktı.

İngiltere’nin çıkarttığı en önemli Progressive Metal grubu olan Threshold’da uzun zamandır bu tarza emek verenlerden... Doksanların başından beri Diğer gruplara da bir göz atalım. Doksanların ilk aktif olan grup sekiz albüm çıkartmıştır. Kadro albüm çıkartan Progressive Metal gruplarından açısından biraz dalgalı gruptur, çok fazla eleman Psychotic Waltz, A Social Grace ve Everfl ow değiştirmişlerdir. Genel müzikal karakteristikleri albümleriyle oldukça dikkat çekti. Deneysel sert ve melodik çift gitar partisyonları üzerine ve modern tavırları yanında Funk,Psychedelic, atmosferik klavye kullanımı ve ritmi destekleyen Alternative gibi farklı tarzlardan etkileşimler bas/davul uyumudur. Dream Theater’a göre taşımaları ve Buddy Lackey’in farklı vokalleri grubu daha rafi ne partisyonları vardır. ’94 senesinde ön plana çıkartıyordu. Prog-Power’a yakın müziğiyle yayınladıkları Psychedelicatessen albümleri ile dikkatleri çeken grup, en son üç sene önce Dead Doksanların sonlarına doğru, İsveç’ten çıkan Reckoning albümlerini yayınlanmıştır. bir grup dikkati çeker. 1997 senesinde Entropia albümüyle piyasaya girişini yapan Doksanların diğer bir büyük grubu, ’tir. adlı gruptur bu... Daniel Gildenlöw adlı müzisyenin Progresif temelli sert müziklerini yoğun senfonik çocuk yaştan Reality adıyla kurduğu ama doksanlı seslerin kullanımıyla zenginleştiren ve Power Metal yılların ortasına kadar tam olarak oturtamadığı, ve Neo-Classical Metal’den de etkiler taşıyan grup, doksanların son yarısında ise sonunda aktifl eşen ’94 senesinde kuruldu. The Divine Wings Of Tragedy bu grup, Progressive Metal’e yeni bir soluk ve V: The New Mythology Suite albümleriyle getirecekti. Tabii, ilk albümleriyle birlikte hemen Progressive Metal’in büyükleri arasına adını yazdıran etki yaratamadılar. Entropia önce Japonya’da grup, özellikle vokalistleri ’ın etkileyici yayınladı. Avrupa’da ise grubun ikinci albümüyle vokalleri ve ile Michael Pinnella’nın yakın zamanlarda anca yayınlanabildi. O sırada enstruman hakimiyetleriyle ve yazdıkları on yoğun politik söylemleri ile dikkat çekiyorlardı. dakikayı aşkın epik şarkılarla dikkat çekmekteydi. 2000 senesinde The Perfect Element albümüyle En son 2007’de Paradise Lost albümlerini çıkartan olgunluk dönemine giren grup, yavaş yavaş adından grup, şu an Progressive Metal’in en çok etkilenilen söz ettirmeye başladı. Entropia ile hem sert gruplarından birisi olarak tarzda önemli bir konum metal tarzlarından hem de Funk gibi tarzlardan elde etmiş durumda... etkileşimler taşıması ile dikkat çekiyorken, The Perfect Element bu açılımı daha da geliştirmiş, grup şarkı yazımı ve konsept işlenişi olarak daha ayakları yere basar bir duruma gelmiş, farklı bir melankoli ile albümü birleştirmişti. Grubun ‘70ler Progressive Rock’ından Faith No More’a uzan geniş etkileşim yelpazesini ustaca işlemesi de ayrıca takdir toplamıştı. Ülkemizde özellikle Remedy Lane döneminde Blue Jean yazarı Doğu Yücel’in sık sık altını çizmesiyle birlikte çoğunluk tarafından keşfedilen POS, Remedy Lane ardından Be ile Progressive Metal liginin devleri hanesine adını kazıdı ve tarzın önemli topluluklarından birisi oldu. Son albümleri Scarsick ile hayran kitlesini birbirine katan POS, yakında yeni albümlerini çıkartacak.

Doksanlı yıllar genel anlamda geleneksel Progressive Metal’in zirvesini gördüğü dönem olarak kabul edilmektedir. On yıllık dönem içerisinde, özellikle Dream Theater’ı etkileşim olarak kabul ederek yola çıkan grup sayısı oldukça fazla olmuş, bazıları basit klon olmaktan ileri gidememiş, bazıları ise kendilerine özgü tarz yakalayarak albümler yayınlamaya devam etmiştir. Doksanlı yıllar boyunca hala Dream Theater, Queensryche ve Fates Warning üçlüsünün hakimiyeti devam etmiştir, Symphony X, Shadow Gallery ve Threshold gibi gruplar ise türün üç büyüğü kadar büyümeseler de takip edilen gruplar olmuşlardır. Doksanlı yıllarda Progressive Metal’in en çok dikkat çeken füzyon dalı ise Prog- Power Metal olmuştur. Power Metal’i daha progresif ve gelişken şekilde icra etmeyi amaçlayan tarz Almanya ve Brezilya’da özellikle birçok icracı Be’den beri özellikle kadro bazında biraz sıkıntı çıkartmıştır. Bu on senelik dönem içinde çıkan yaşayan ve Daniel Gildenlöw’un ağırlığını eskisine grupların bazılarını yazı dizimizin devamlarında göre daha da arttırdığı grubun yeni albümünde biraz daha detaylı inceleyeceğiz. neler yapacağı merakla bekleniyor. Doksanların sonuna geldiğimizde yine Dream Theater Death Metal temeli üzerine kompleks ritmler, riffl er devrimi görüyoruz. 1999 yılının sonlarına doğru ve şarkı yapıları üzerine gidiyor, kimi gruplar ise yayınlanan konsept albüm Metropolis Pt.II:Scenes bu bileşime Death Metal ve ya genel olarak metal From A Memory, Dream Theater’ın piyasadaki kendi tarzının dışında deneysel elementler de ekliyorlardı. hakimiyetini resmen ilan ettiği ve Progressive Jazz, Fusion ve Progressive Rock etkileşimleri genel Metal tarzını aşıp metalin büyükleri olma yolunda olarak ön plana çıkıyorlardı. ilerlediği albüm olmuştur. On iki adımdan oluşan ve seksen dakikaya yakın materyal içeren albüm, Bu noktada birçok farklı kaynakta birbiriyle çelişen grubun ile ilk çalışmasıdır. Dream yorumlar yapılan tarzına da Theater’ın ‘99’a kadar yarattığı albümlerden özetler değinmekte yarar vardır. ProgArchives gibi siteler, içeren ve bunu yenilikçi denemelerle birleştiren teknik Death Metal’in Death Metal tekniğini daha albüm büyük başarı elde etmiştir. Nicholas adlı bir da ileri noktaya taşıyan gruplar ile sınırlayarak, karakterin önceki hayatını keşfetmesiyle ilgili bir bu grupların progresif denemelerde bulunmadığını konsept içeren albümün ardından grup büyük bir belirtirlerken, Wikipedia gibi sitelerde Progressive turneye çıkar. Albüm genel anlamda oldukça iyi Death Metal diye yapılan aramalar Technical tepkiler almış ve Dream Theater’ın zirvesi olarak Death Metal sayfasına yönlendirilmektedir. Kimi gösterilmiştir. Progressive Metal, bu albüm ile eleştirmenler Nile gibi teknik grupları progresif birlikte zirvede bir Dream Theater ile yeni bin yıla olarak değerlendirirken, kimileri ise progresif giriş yapmıştır. olarak kategorize etmemektedir. Bu durum, Thrash Metal ve Death Metal’in halihazırda teknik tarzlar ‘90LAR EXTREME METAL AKIMLARI: olmasından dolayı kaynaklanmaktadır. Zaten teknik PROGRESSIVE DEATH METAL tarzlarda progresif olmak için farklı denemeler yapmak gerektiğini düşünenler olduğu gibi, teknik ‘90lar geleneksel Progressive Metal için altın olmanın progresifl ik içerisinde bir şekilde yer dönemken, Extreme Metal temelli tarzlar içinde aldığını savunarak bu grupları genel olarak progresif yeni tohumların açılmaya başladığı zamana adı altında inceleyenler de vardır. Fazlaca öznel denk geliyordu. Progresif etkileşimli Thrash yargılara hitap ettiğinden bu konuyu sizlerin kendi Metal, doksanlardaki Thrash Metal’in zayıfl ama yorumlarına bırakıyoruz. döneminden etkilenerek, yerini Progressive Death Metal olarak adlandırılan tarza bırakmıştı. Seksenler sonundaki Extreme Metal kollarının Doksanların başına baktığımızda, yeni kurulan progresif tabanda icra edilmesi ile ilgili bazı bilgileri grupların daha çok Prog-Death tarzını benimsediğini önceden aktarmıştık. Seksenlerin sonlarına doğru görebiliriz. aktifl eşen Atheist, Cynic ve Death gibi gruplarla ilk örnekleri verilen Progressive Death Metal Progressive Death Metal olarak adlandırılan tarz, tarzı, doksanlarda daha da genişledi. Jazz eğilimli Atheist’in ’89 tarihli Piece Of Time albümüyle başlayan serüven, ’ın müziğini progresif elementlerle zenginleştirmeye başladığı Human ile devam etti. Nocturnus’ta ’90 tarihli The Key albümüyle müziğine atmosferik klavye partisyonları ekleyerek Death Metal adına aykırı bir tavır gösterdi. İsveçli grup Affl icted’da ‘90ların başında bu tarzda albüm çıkartan gruplardandı, Prodigal Sun albümleri pek göz önünde olmasa da Progressive Rock etkileşimleri taşıyan bir albümdü. Cynic ise ’93 tarihli Focus albümüyle yoğun Jazz etkileşimli Death Metal’in en iyi örneklerinden birisini verdi.

Progressive Death Metal gruplarının genel Death Metal gruplarının aksine liriksel bazda da gösterdiği devrim dikkat çekicidir. Aykırı lirikler ile bilinen Death Metal, Prog-Death Metal gruplarıyla birlikte toplumsal sorunlara, felsefeye, okkülte, spiritüel değerlere ve mitolojik anlatılara da yer vermeye başlamıştır. katkısı ile sınırlı kırmadı. Kendisinin Death’in ‘93’te yayınladığı Individual Thought solo projesi olan Moontower’da, tüm enstrumanları Patterns, Progressive Death Metal’in olgunluğa kendisi çalmış, şarkıları bestelemiş, icra etmiş ve geçiş dönemlerinin ilk sinyallerini veren albüm söylemiştir ve ayrı bir takdiri haketmiştir. Hem olmuştur. Schuldiner bu albümde Steve DiGiorgio, Progressive Rock kökenlerini hem de Death Metal ve Andy LaRocque gibi önemli yanını birleştirerek sunan Swanö, albümü “Rush isimlerle çalışmış, ortaya daha teknik, progresif ve ‘70li yıllarda Death Metal çalsaydı böyle olurdu.” Jazz etkileşimli bir albüm çıkmıştır. Özellikle Steve diyerek sunmuştur. Kendisinin diğer bir önemli DiGiorgio bu albümde oldukça önemli bir performans projesi Pan.Thy.Monium’dur. Bu projede Progressive sergilemiştir. Albüm günümüzde hala oldukça Death Metal tarzı kadar Avant-Garde Metal tarzına önemli bir metal albümü olarak görülmektedir. da girmiştir. Avant-Garde Metal tarzına da ileride değineceğiz. Aynı zaman diliminde İtalya’dan bir grup, Sadist, Progressive Death Metal adına önemli işler Yine doksanlar içerisinde değinilmesi gereken bir yapmaktaydı. ’90 senesinde kurulan ve ’93’te grup daha var. Gorguts. Kanadalı bu deli grup, ’98 Above The Light albümüyle piyasaya adım atan tarihinde çıkardığı Obscura ile sınırları zorlayan, grubun, ’96’da yayınladığı Tribe albümleri yoğun aşırı bir albüm yapmıştı. Death Metal içinde çıkan klavye kullanımı ve Jazz/Fusion etkileri dikkat en teknik ve kompleks albümlerden birisi olarak çekiyordu. İtalya gibi daha çok Progressive Rock ve görülen Obscura, getirdiği oldukça deneysel Power Metal takıntılı bir ülkeden çıkmaları da ilgi anlayışla da dikkatleri toplamıştı. Hala metal tarzı çekiciydi. Grup, Tribe’ın ardından çıkarttığı Crust içerisindeki en farklı albümlerden birisi olmayı ve Lego ile yoluna devam etti. Özellikle Crust, başarmaktadır. Tribe ile sunulan progresif tavrı devam ettirmek açısından başarılıydı. Hollandalı Pestilence da Thrash/Death Metal karması müziğini, doksanların ortasına doğru daha Progressive Death Metal denince, Dan Swanö progresifl eştirmiş, yer yer Jazz ve Fusion etkileriyle ismini saymazsak eksik olur. İsveç’in çıkarttığı en buluşturarak Testimony Of The Ancients ve Spheres deli müzisyenlerden, çalışkanlık abidesi Swanö, albümünü çıkartmıştır. Spheres albümü sonrasında doksanlarda aktif olduğu Death Metal gruplarıyla dağılan grup, geçtiğimiz senelerde tekrar toplanmış Progressive Death Metal adına önemli işler yaptı. ama yeni albümünde daha direkt Death Metal Önce Edge Of Sanity ile başlayan yolculuğunda, tarzını benimsemiştir. sert Death Metal müziğini yavaş yavaş tarzın dışına çıkartan Swanö, ‘96’da yayınladığı kırk dakikalık Diğer bir doksanlar grubu ise, adını çok duyuramamış Crimson parçasıyla Progressive Death Metal adına ama Türkçe adlı albümleriyle dikkat çeken Çek önemli bir eser vermişti. Death Metal’e yabancı grup Forgotten Silence’dır. Tam anlamıyla füzyon elementler, akustik gitarlar, temiz vokaller grubu olan Forgotten Silence, müziğine Death kullanarak cesur bir adım atan Swanö’nün tarza tek Metal, , Jazz, Fusion, etnik müzik ve Progressive Rock entegre etmiş ve deneysel bir yaklaşım benimsemiştir. Oldukça esgeçilen bir grup olduklarını belirtmek gerek... En son albümleri Kro Ni Ka ile müziklerini tamamen Progressive Rock sularına çekmişlerdir.

Progressive Death Metal için doksanlar gelişme çağı gibidir denilebilir. İkibinli yıllar ise, bu gruplardan etkilenen yeni grupların ve farklı füzyonlarla oluşan tarzları icra eden farklı grupların öne çıktığı dönemler olacaktı. Geleneksel Progressive Metal, bir duraklama dönemine girecek ve büyük grupların kontrolünde ilerleyecek, küçük gruplar daha mütevazi işler yapacak, Progressive Death/ Black Metal gibi tarzlar, Extreme Progressive Metal kalıpları, Avant-Garde Metal gibi daha deneysel tarzlar yükselişe geçecekti. Yazı dizimizin gelecek bölümünde ikibinli yıllarda Progressive Metal’i, Avant-Garde Metal ve diğer oluşan alt tarzları inceleyeceğiz. MMELELİS SARILARSARILAR

IAN CURTIS- BOŞLUĞUN İÇİNDE BİR BEZGİN Buyursun elim ayağım buz kesilsin yine! Ben bu adamı nasıl sevmeyeyim! David Bowie, Iggy Pop Hava griydi. Tüm panjurlar kapalı olmasına rağmen ve Velvet Underground’ın ergenlik kahramanların eklemlerden anlaşılır. Ruha uzanan eklemler içi olduğundan bahsediyor belgeler. Bu adamın de karartır. Kapkaranlıksa ve ışık yanıyorsa evde, kalitesiz iş yapması: İmkansız. Ballard’ı da katarsak gündüz, bilin ki o evde bir intihar cini vardır. işin içinden çıkamayız. Savunmasız zamanı yakalar, gözü üzerinizde gezinir, ilaç kutularının içki şişelerinin üzerinden, JOY DIVISON KAOSUNDA IAN HAYALLERİ: bıçaklara, halatlara, balkona, ocağa kayar gözü. Beynin içinde kocaman kahkahaları, o Sirenler gibi oh i’ve walked on water, run through fi re tatlı sesi, dibe çekip çiğ çiğ yemek için. Şişirmek, can’t seem to feel it anymore morartmak, parçalara ayırmak ya da kusuşların it was me - waiting for me içinde boğmak için. Hepsi huzursuz ve sıkıcı bir uyku hoping for something more için, toprağa ya da ateşe yem olmak için. Böyle bir me - see me in this time - günde mi kaybetmek yine-daha doğmadan- o beni hoping for something else dibe çeken sesi -hem de en sevdiğim seslerden biriyle- yıllar sonra ölüp biteceğim. Hem de onun Günaydın Ian! Daha yeni uyanmış sayılırdım. Sayende yaşındayken ben şimdi. Kelimelerini kelimelerime uyanamadım, yine mi uyumalıyım. Gündüzün sonu dökmeye çalışacağım. geceyse boşver çarşaf soğuklaşmadan uyuyayım. And she gave away the secrets of her past, And said I’ve lost control again, And a voice that told her when and where to act, She said I’ve lost control again

İyi akşamlar Ian. Buyur bar sıcaklığındaki soğukluğa. Bir tane daha mı? Peki… Yarının işlerini kim önemser. “Çıkarma kulaklığını ve triplere gir” demişti zaten bir zamanlar ünlü fi lozof iç sesim.

I walked out and thought for a time I could see no defense, and I thought for a while you were me, we were wrong, in our time, always down, out of line.

Ian demek ki sen benim arkadaşımsın. Sesine bile dökmediğin sözler, beynimde yankılanıyor vahiy gelmiş gibi. Kulaklığımdan beynime gireceğini biliyordum. Gözbebeklerimden bakıyorsun dünyaya. Şükürler olsun gözlerim ilk defa boş değil anlamlı bakıyor. Seni bu kadar içselleştirip arkadaşım yapmaya hangi sıfatla cüret ettim onu da bilmiyorum. “He de geç” diyor dışses başkasına. Gülüyorum. there’s a taste in my mouth, as desperation takes hold just that something so good just can’t function no more when love, love will tear us apart again

Hava kapalı. Kimse günaydın demesin şimdi. Iggy Pop kırdı kalemi. Onun sesiyle çekildi epilepsinin ipi. Onunla bitti mavi gözleri ve müziği, sözleri. Ayakları boşlukta sallanıyor şimdi! Zavallı geride kalanlar. Ah Joy Division! SSELELİM VARIVARIŞLLII

Uriah Heep ismini illa ki duymayanlar Uriah Heep’in sanırım en meşhur vardır içinizde. Kendileri yetmişlerden parçası Lady In Black. Easy Livin’in kalma, kült ve harikulade bir başta WASP olmak üzere bir çok adı topluluktur. Hayatımda dinlediğim ilk hürmetle anılan topluluk tarafından Rock grupları arasında yer aldıklarından yorumlanmış olması onu zirveye taşır benim için yerleri özeldir. Rock müziğin mı bilemiyorum ama “ismi bilinmediği tamamıyla orijinal olduğu zamanları halde melodisi insanların bilinçaltına temsil eden safkan bir topluluktur kazınmış parçalar” evrensel listesinde Uriah Heep. Look At Yourself, Night Lady In Black ile yer alıyor Heep. Benim Of The Wolf, Lady In Black, Easy mevzubahis listemde ise daha çocukken Livin’ ve Sympathy gibi klasiklere dinlediğim ve adını sanını çok sonraları imza atmış, vasat albümü olmayan (ki öğrendiğim Sympathy adlı parçaları hassasiyetle vurgulamak istiyorum bu mevcut. Ne kadar uzun zaman oldu noktayı), bugüne kadar kaç albümünü tahmin edemiyorum ama akşamlardan dinlediğimi hatırlamadığım, ipin ucunu bir akşam DJ kabininde oturduğum çoktan kaçırdığım bi grup. Bu olayın da Yolcu Bar’ın arşivine bakarken denk hastayım. Böylesi bazı büyük grupların gelip “nasılsa Uriah Heep, kötü şarkısı her dinlediğim albümü ayrı bi kroşe yok bu abilerin” diyerek rastgele seçip patlattığı için bi süre sonra rakamlar ve listeye eklediğim parçaydı (merak isimler birbirine karışıyor. etmeyin, çaldığım zamanlarda playlist’i komple bu mantıkla oluşturmuyorum :)). Tabi parça isimden fazlası olduğunu düşünmeye başlayacam. başlayınca dumur olduğumu tahmin edersiniz :) Hemen DJ kabinine koşup parçayı fl ashdisk’ime Neyse, alışıldık şekilde konuyu dağıttım yine. Uriah kopyaladım. Şu an çalıyor. Heep diyorduk. Sympathy bi daha çalsın o arada. Bu şarkıyı o akşam Yolcu’da dinlerken son on senede YOU AND I ARE MASTERS OF OUR DESTINY çıkmış biçok grubun ve albümün toplamının bir Sympathy etmediğini düşündüm. “Amma objektif Şimdilerde gecemi gündüzüme karıştıran parça bu. yazarmışsın” diye düşünenleri şu an “subjektif bir Ayrıca Uriah Heep arşivimde 1977 tarihli Firefl y dinleyici” olarak yazdığım hususunda uyarayım ki albümünün eksik olduğunu da fark etmemi sağladı. sayfayı çevirsinler. Öte yandan bu son on seneye Başka şeyler de var fark etmemi sağladığı... Her dair önermeyi yetmişler ya da seksenler hakkında şeyden önce çocukken etrafımda ara sıra denk yapmanın ne derece imkansız olduğunu düşününce geldiğim, sürekli yetmişlerdeki ve seksenlerdeki kendimi o kadar da subjektif bulmuyorum. Doksanlar klasik rock ve hard rock topluluklarının ne kadar için de söylenemez hatta. Uriah Heep nezdinde muhteşem olduklarından bahseden adamlara doğru “decade’ler arası şampiyona” lezzeti yarattım giden yolda zannettiğimden daha emin adımlarla biraz ama Heep bana bugüne ya da geleceğe dair yürüdüğümü fark ettim. Şu yazıyı dönüp baştan hiç bişey çağrıştırmadığı için konu sürekli geçmişe bi okuyun. Eğer 25 yaşın üzerindeyseniz ve rock gidiyor sanırım. Sadece Sympathy bile siyah beyaz dinlemeye geçen sene başlamadıysanız ne demek zamanları hatırlatmaya yetiyor ki kendisi de bizzat istediğimi az çok anlayacaksınız. Bu noktada 35 siyah beyaz bir parçadır. Derginin ismini sırf logosu yaşındaki 20 yıllık dinleyicilerin de “hadi len ordan” pek bi uyumlu görünsün de şık olsun diye Siyah dediğini duyar gibiyim :) Dost acı söyler, üzgünüm Beyaz koymadık :) :) AC/DC’yi ve ’ı ilk kez ne zaman dinlediğinizi bi düşünün, sonra tekrar görüşelim. Uriah Heep ile ilgili söylemek istediğim çok şey, Sahi Sabbath demişken, Sabbath’ın en sevdiğim yazmak istediğim daha da çok şey var ama konu dönemine ait kadrosu bu yaz İstanbul’da çalacak mı, Heep olunca derdimi istediğim gibi anlatacak merak içerisindeyim. O kadro mevzubahis Sonisphere kadar çok cümlem yok sanırım. Naçizane yazıyı festivalinin geri kalan tüm kadrosunu tombala burada bitirip, bu cümleye kadar okumuş herkesin torbasında sallar zira. Malumunuz Ronnie James “Sympathy”i en az bir kez dinlemesini kişisel olarak Dio’ya kanser teşhisi kondu. Son gelişmelerden pek rica ediyorum. Firefl y albümünü komple dinleyin haberim yok ama 70’ini devirmiş Dio hasta haliyle desem muhtemelen bu mp3 çağında o kadar vaktiniz o festivalde çalarsa hakkaten isminin onun için bir olmayacak, o nedenle makul takıldım. ZZELELİHHAA KARAKOCAKARAKOCA Lüzumsuzluklar Üzerine…

Acıyım..Gerçeğim çünkü..

Limon çekirdeğinden çıkıp büyüyen sulu bir ekşilikte, lüzumsuz muhabbetler silsilesinde, doğruluğu tartışılır önyargılar mertebesine varıyor kelimeler.. Peki cümlelerin ne önemi var? Teşhir ettiğimiz fi kirler, ters çevrilip geri sokulmaya çalışılırken bir tarafımızdan (!)

Fikirsiz Ucubeler Sokağından, Önyargılı P*zevenkler Caddesine çıktığınızda fi kirsizlik önyargıyı besler. Fikirse önyargıyı düzer.. Pardon düzler!

Fikirler birleştirmiyor, aksine ayırıyor insanları… Sokakları, caddeleri, şehirleri, ülkeleri ayıran duygular değil artık, fi kirlerden arda kalmayanlar..

Hangi sokak hangi caddeyi, hangi cadde şehrin hangi bölümünü kesip bu ayrımı oluşturur? Sokaklar biçim biçim yaşam kaynatıyorken içinde.. Öyle ki buharı atmosferi deliyor. İklim değiştiriyor.. Ölüme götürüyor dünyayı (!)

Kritik durumlarda fi kir belirtmek ile gelen fi kri karşılamak arasındaki “iyi-kötü” eşitsizliği giderilemeyen ortamlarda sıkça karşılaşılan lüzumsuz tartışmaların sonu hiçbir yere varmıyor. Peki zamanın ne önemi yok?!?

Hepimiz sonsuzluk çarkındayız… Yalnızca bize dönüyor dünya… Zamansa safça geçip gidiyor tabi, götürmüyor bir şeyi(!).. Sadece bırakıyor seni bir köşesinde… Beyninde tınlayan üç beş kelimeyle hatırlanan-hatırlanmayan zaman çelişkisine hoş geldin insanoğlu..! Cümle bittiğinde anlam kazanıp zamana karışır kelimeler..Oysa benim cümlem henüz bitmedi…

Ölenler arkasından ölmüş numarası yapacakları da yanında götürsün.. Bu kadar saygısızlık yapılamaz gerçeğe.. Ve benim cümlem hala bitmedi…