ÇUKUROVASANAT Aylık Fikir Sanat Edebiyat Dergisi Yıl:1 Sayı:9-10-11 Eylül-Ekim-Kasım 2010 ÇukurovaSanat’tan...

Yeniden merhaba. Bir yaşına girmemize çok az bir zaman kala yine 3 sayı birlikte basılmış olarak huzurlarınızdayız. 3 sayıyı birlikte çıkarmak alışkanlık haline mi geldi? demediğinizi biliyoruz ama yine de açıklama yapmakta fayda var. Baskının gecikmesini telafi etmekten başka bir gayemiz yok, inşallah yeni yılla birlikte bir düzene girecek. Bu konuda hakkınızı helal ediniz. Bu sayıda düşündüğümüz ve hedeflediğimiz yönde ilk adımı attık. Çıkarken ÇukurovaSanat Dergisi’nin bir okul, bir ekol olması için çalışacağımıza söz vermiş, Türk Miilletinin, Türk Vatanının, Türk Düşüncesinin temelinde harcı olanlara saygı ve vefa göstereceğimizi, onları unutturmamaya çalışacağımızı söylemiştik. Bunu yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Bunu yaparken bu asırlık çınarların gölgesinde oturup hülyalara dalmayacağımızı, bu çınarların yanına yeni yeni fidanlar dikeceğimizi de söylemiştik. İşte bu sayıdan itibaren genç arkadaşlarımızı dergimizin yazar kadrosunda göreceksiniz. Hâlâ düşünen, yazan, araştıran ve birşeylerin kaygısını çeken gençlerimizin varlığıyla hem ümitlenecek hem de gurur duyacaksınız. Biz dergimizin hedefine adım adım yaklaşmasında desyteklerini esirgemeyen sizleri saygıyla selamlıyor, katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyoruz.

Saygılarımızla

Abdullah Beyceoğlu ABONE ŞARTLARI YAZI AİLESİ

Prof. Dr. Yavuz Akpınar Yurt İçi (Yıllık): 60 TL Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya Yurt Dışı (Yıllık): 90 TL Prof. Dr. Abdulhaluk Çay Prof. Dr. Özkul Çobanoğlu Prof. Dr. Ali Çelik Abonelik işlemleri için: Prof. Dr. Reşat Genç Prof. Dr. Kazım Yaşar Kopraman “Ömer Faruk Beyceoğlu” adına Prof. Dr. Umay Günay Prof. Dr. Taciser Onuk açılmış bulunan Prof. Dr. Gürol Banger Prof. Dr. Şerif Aktaş Prof. Dr. Sevim Piliçkova - Makedonya Posta Çeki Hesabı: Prof. Dr. Mirfatih Zekiyev – Tataristan RF 6090548 Prof. Dr. Ahmet Süleymanov – Başkurtistan RF Prof. Dr. Nikolay Yegerov – Çuvaşistan RF Prof. Dr. Kurbandurdu Geldiyev - Türkmenistan Prof. Dr. Elmira Adilbekova – Kazakistan veya Prof. Dr. Süleyman Kayıpov - Kırgızistan Prof. Dr. Abduldacan Akmataliyev - Kırgızistan Prof. Dr. Kamil V. Nerimanoğlu – Azerbaycan Ziraat Bankası Prof. Dr. Mezahir Avşar Prof. Dr. Ahmet Nahmedov Prof. Dr. Vagif Sultanlı - Azerbaycan TL Hesabı: Prof Dr. Nazım Hikmet Polat Prof. Dr. Huang Zhong Xiang – Çin TR110001001727434429055001 Doç. Dr. Makbule Muharremova Doç. Dr. Naci Önal Doç. Dr. Mustafa Arslan Euro Hesabı: Doç. Dr. Turgut Tok Doç. Dr. Zübeyde Bigtafirova – Tataristan RF TR890001000013434429055004 Doç. Dr. Rafel Muhammeddin – Tataristan RF Doç. Dr. Yuhsa Zhanna – Saha Sire RF Yrd. Doç. Dr. Burhan Kaçar abone bedeli yatırılarak Yrd. Doç. Dr. Minara Aliyeva Esen Yrd. Doç. Dr. İlyas Yazar [email protected] Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı e-mail adresine Yrd. Doç. Dr. Ömer İnce Dr. Ahmed Sami El Aydy – Mısır veya Dr. Mehmet Karaaslan 0 539 332 58 79 nolu telefonla Dr. Yaşar Kalafat Dr. Bayram Durbilmez adres bilgileri verildiği takdirde Mehmet M. Bayat – Bağdad Vagif Bayatlı Oder - Azerbaycan dergileriniz gönderilecektir. ÇukurovaSanat Yıl : 1 Sayı :9-10-11 Aylık Fikir Sanat Edebiyat Dergisi Eylül-Ekim-Kasım 2010

İmtiyaz Sahibi İÇİNDEKİLER Abdullah BEYCEOĞLU 1 Yazı İşleri Müdürü ÇukurovaSanat’tan Ömer Faruk BEYCEOĞLU 5 Kalk Yiğidim Genel Koordinatör Arif Nihat ASYA Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ali ARSLAN (Garipkafkaslı) 6 Hukuk Danışmanı Türküm, Özür Dilerim... Av. Ahmet AHİOĞLU - Av. İsmail ARISOY Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ 9 Danışma Kurulu Meydan Prof. Dr. E.Semih YALÇIN Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH Prof. Dr. Erman ARTUN 10 Prof. Dr. Vahit TÜRK Vâlid Doç. Dr. Şener DEMİREL Gökçen YILDIRIM Doç. Dr. İsmail DOĞAN 12 Doç. Dr. Meleyke ALIKIZI Asrımızın Kürşad’ı... Er Mübariz Sağusu Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ender GÖKDEMİR GARİPKAFKASLI Yrd. Doç. Dr. Şener ŞENEL 14 Yayın Kurulu Vatan Toprağında Bir Yabancı: Türk Aydını Feridun YILDIZ Umut BAŞAR B. Kemal GÜRSOY Tarık KILIÇARSLAN 18 F. Kaya KUZUCU Azapay Şükrü ALNIAÇIK Mustafa CEYLAN İsmail KANDEMİR 20 Emete GÖZÜGÜZELLİ Kazak Edebiyatında Edebi Türlerin Tabiatı Mehmet Ali ARSLAN Prof. Dr. Serik MAKPİROGLY Feridun DALGINLI 26 İletişim Tanırım Sizi P.K 1077 Cemalpaşa/ADANA Durmuş KAYA [email protected] 28 0 539 332 58 79 Mehmet Emin Yurdakul www.cukurovasanatdergisi.com Nuri CİVELEK Baskı/Cilt 33 ULUSOY MATBAASI Ne Demek Şimdi?.. Mustafa ASLAN Kapak Deseni: Garipkafkaslı- “Ağaçlar da Ölür” (Tual üzerine tarama uçlu çini mürekkep) 34 67 Geleneğimizin Yüz Görümlüğü Hazar Türkleri (Türkistan’da BETAŞAR Toyu) Pınar ÖZDEMİR Cemal ŞAFAK 75 39 Lümeya Qara Dastan Zehra ULUCAK Almas YILDIRIM 77 40 Kulca/Gulca’da Karşılaştırmalı 19.Yüzyılda Tatar Sahasında Ortaya Çıkan Türk Halk İnançlaru Yenilik Hareketleri Dr. Yaşar KALAFAT Fatma ERTÜRK 82 45 Atalarımın Söyledikleri Bütün Dünya Savaşları Yorular, Siz Veren Mehmet Ali KALKAN Savaşlar Yorulmaz... 83 Vagıf Bayatlı ODER Zeki Velidi Togan ve Edebiyat 46 Roza KURBAN Âh İle Dirilmek 91 Hacer KARAKAYA Yolculuk 47 Basri GOCUL Cirit 92 Mehmet ÖZDEMİR Bir Akşamüstü Yalnızlığı 48 Yağmur ŞENGÖK Uçurtma AVCISI 93 Nuri CİVELEK Gel Mi Dedim Men 51 GARİPKAFKASLI Rücu 94 Sümbülzâde VEHBİ Dervişlikte ve Sufizmde Tiyatro Unsurları Doç. Dr. Meleyke ALIKIZI 52 Urumlar Üzerine Değerlendirmeler 102 Osman ALBAYRAK Susar Hasan Sami BOLAK 60 Mihrican 104 Seçme Şiirler Sevim ÇAKICI Dimitri KARAÇOBAN 61 105 Gecenin Hükmü Türk Soylu Amerikan Yerlilerinden Selma HARNUPÇU “ATSİNA KABİLESİ” 62 Doç. Dr. Ahmet Ali ARSLAN Bir Seraba Yanarken Züleyha’ya Boyandım 110 Nuray ALPER Güney Azerbaycan Şiirinden Örnekler 63 Çukurova Nogaylarının Halk Kültürü 111 Araştırma Çalışmaları Labirent Tarık KILIÇARSLAN Prof. Dr. Erman ARTUN 66 112 Türk’ün Tarih Türküsü Yavşan Kokusu Bahattin KIZILKAYA Vagıf SULTANLI KALK YİĞİDİM

Arif Nihat ASYA Desen: Atanas Karaçoban Desen:

Kalk yiğidim, yine dağbaşını duman aldı. Parçalandı bir kıtanın toprakları, Aslan payını aslan olmayan aldı.. Kalk yiğidim, yine dağbaşını duman aldı.

Tulgalı, tulgasız başlar alayı, Kanadlı, kanadsız kuşlar.. Aşılmamış dağlar, çıkılmamış yokuşlar..

Dağları, taşları, akar sularıyla, Şu tanıdık toprakta Bir büyük dünya parçası Fatihini aramakta.

Dünyayı ahretten ayıran Duvarları yık da gel, Ay doğar gibi, gün doğar gibi Şu kıpkızıl ufuktan çık da gel!

Kalk yiğidim, yine dağ başını duman aldı. Parçalandı bir kıtanın toprakları; Aslan payını aslan olmıyan aldı.. Kalk yiğidim, yine dağbaşını duman aldı...

5 TÜRKÜM, ÖZÜR DİLERİM...

Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ*

Bu Türkler gerçekten dünyanın başına belâ. fantezi olmayan bir yol daha var. Eğer Türkiye’de Şimdi de azınlıkları kovdukları ortaya çıktı. yaşayanların aslında otuz kırk etnik gruptan ibaret Düşünüyorum da Ermeniydi, Rumdu, Türklerin olduğuna, bir milletten bahsedilemeyeceğine, zulmettiği her “etnik grup”tan tek tek özür dile- etnik grupların üstünde, millet değil, olsa olsa mek yerine hepsini birden halletmenin bir yolunu bir pasaport bürokrasisi bulunduğuna insanları bulsak. Bu kadar faşizanlığın üstüne son bir ta- ikna etmek. Böylelikle millet gider, kavga biter. necik daha yapıp Türkleri toptan bu topraklardan Türkiye ulus-devlet değil, bir etnik mozaik olur. sürüversek. Dubai Havaalanı’nın transit salonu gibi bir şey… Bütün Türkleri kovmaya da gerek yok. Meselâ * * * Ahmet Türk kalabilir. Orhan Pamuk, Baskın Oran Bu Türkler, bin yıl kadar öncesinden gibi “aydınlar” da. Zaten bu öyle büyük bir et- başlayarak önce Rumeli’yi, sonra da Anadolu’yu nik temizlik gerektirmiyor. “Ne mutlu Türküm Türkleştirdiler. Batılı ve medenî bir millet diyene” ve “Türküm doğruyum çalışkanım…” olmadıkları için, bu Türkleştirme sırasında da gibi faşizan ifadeler kaldırıldıktan birkaç ne- yerli halkı yok etmeyi akıl edemediler. Hâl- sil sonra nasıl olsa, “Evet, ben Türküm, kalkıp buki İspanyolların Müslüman ve Yahudilere, gideyim bari” diyecek pek kimse kalmayacaktır Amerikalıların yirmi milyon yerliye yaptıkları geride. Anadolu’nun boşalma tehlikesi de yoktur. gibi yapsalardı, bu işgali geri püskürtmek müm- Avrupa Birliği’ndeki müttefiklerimizin ve onların kün olmayabilirdi. Bunu düşünemediler ve te- Türkiye’deki dostlarının verdiği azınlık sayılarını mizlik hiç de zor olmadı. İlk işgal ettikleri Ru- alt alta koyup topladığımda nüfusumuz zaten 120 meli birkaç yıl içinde pir ü pak oluverdi. Ve milyonu geçiyor. –Alev Alatlı ustamızdan öğrendiğimiz– Ernest Böylelikle o kadar problem birden çözülür ki… Renan’ı tahminindeki gibi Türkler bunu artık Kıbrıs diye bir mesele kalmaz; dünya da biz de hatırlamıyorlar bile. Hatta Ernest Renan bile bu rahat ederiz. Avrupa Birliği’ne girmek de bir ham- kadarını düşünememişti; kendilerini temizle- lede hallolur. Hatta bakarsınız Avrupa Birliği bize yenlerden bir de özür diliyorlar. Bu ırzına geçilen girer. Ermenistan sınırı açıldıydı, kapandıydı da kadının, mütecavizin yüzünü tırnakladığı için özür biter. Karabağ umurumuzda olmaz. Sahi belki dilemesine benziyor. Çok af edersiniz. Gerekirse “ben Türküm” diyenleri Azerbaycan’a yollarız. Hıfzıssıha’dan tecavüz ertesinde psikolojilerinin Oradakiler kendilerine Türk diyor ya. Biz de bozulmadığına dair rapor da alınabilir. birkaç yıl sonra topuna birden “Azerî” deriz. Jared Diamond, “Mikrop, Tüfek ve Kılıç” Bu fantezi tabi… (İnşallah öyledir.) Fakat o kadar kitabında, eğer katliam, Hıristiyan ve beyaz bir

*Gazi Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi 6 halka karşı gerçekleştirilmemişse, Batılıların Shaw, 1919- 1922 Yunan işgalinin ve daha dünkü bunu görmediklerini yazmış. Diamond, Batılının Bosna, Kosova saldırılarının 19. asırda başlayan -Rusya dâhil- daha da sık yaptığı bir şeyi etnik temizliğin devamı olduğunu söyler. yazmamış. Onu “faşizan” tarih bilimcisi Stanford Keşke Yunanlılar 1919’da değil de 2009’da Shaw “İmparatorluktan Cumhuriyete” eserinde harekete geçseydi. Çok daha başarılı olurlar, çok anlatıyor: “Yunanlılar, Rumları teşkilatlandırıyor, daha dostça karşılanırlardı. İşlerini bitirdikten onlar Türklere saldırıyor, yakıp yıkıyor, katledi- sonra da onlardan özür dilerdik. Bir süre sonra yor, tecavüz ediyor ve sonra Türklerin bir şekilde Başkent Sıvas veya Yozgat’ta çıkan gazetelerimiz cevap vermesini bekliyorlardı. Türklerden gelen de Smyrna’ya her şey dâhil turistik gezi ilânları reaksiyon Batı medyasında fotoğraflarıyla, çizim- yayınlardı. Bir araştırmacı yazarımız da çıkar, leriyle, hikâyeleriyle geniş şekilde yer alıyor, fakat “Bırakın bu milliyetçiliği, emperyalizmi. Bizim daha önceki tecavüz bütünüyle görmezden gelini- Smyrna’da, Magnesia’da ne işimiz vardı?” diye yordu. Sonra Yunan ordusu, “saldırılara karşı ted- sorardı. bir olarak” ilk tecavüzün gerçekleştiği toprakları * * * işgal ediyordu. Mayıs 1919’dan itibaren gittikçe Sayın Başbakanımızın, Türkiye’den kovulan genişleyen Yunan işgali hep bu mekanizmayla etnik gruplar hakkında söylediklerini yorumla- meşru gösterilmekteydi. Aynı mekanizma daha mak için başka yorumcuların dediklerini din- doğuda Ruslar ve Fransızlar tarafından Ermeniler lemek istedim. CNN-Türk’te Reha Muhtar’ın kullanılarak işletilmiştir.” programına kulak misafiri oldum. DTP Hakkâri Diplomaside tartışmaların vardığı sonuç Milletvekili Hamit Geylani, Lozan antlaşmasının sanıldığı kadar önemli değildir. Daha önemlisi 38. ve izleyen maddelerinde, azınlıkların kendi neyin tartışıldığıdır. Güçlü taraf, tartışmayı kendi okullarını, fakat kendi paralarıyla açmalarına dair istediği alana çeker ve aslında tartışma başlamadan hükümlerden söz etti. Son derece tedbirli konuştu. zaferi kazanır. Tıpkı harpte, daha harp başlamadan Lozan’ın azınlıklara tanıdığı bu hakkın azınlık zaferi garantileyen yer ve zaman seçimi gibi. Siz olmayanlara da tanınmasını istedi ama “kendi Ermenistan’sanız veya Ermenistan yanlısıysanız, paralarıyla” kısmına da rezervini koydu. Kendi Azerbaycan’ın yüzde yirmisini işgali tartışmasında okulunu açıp kendi dilinde eğitim yapacak halkın kaybedersiniz. Fakat bunun yerine Türk-Erme- parası yoksa ona para vermemenin de - mealen - ni sınırının açılmasını tartıştırabilirseniz baştan faşizan bir davranış olacağını, ileri görüşlülükle kazandınız demektir. Uluslar arası garantiler not etti. altındaki Kıbrıs Anayasası’nın ihlâli, Kıbrıs Sayın Geylani aklıma bir fıkrayı getirdi. Biri Türklerine karşı girişilen etnik temizlik, Noel Trabzonlu, biri Kayserili ve biri Hakkârili üç katliamı, Sampson darbesi tartışılıyorsa kaybe- arkadaş, bir trafik kazasında vefat eder. Ken- dersiniz. Tartışmayı Türk ”işgali”, “limanların dilerini aniden Âraf’ta bulurlar. Onları karşılayan açılması” üzerine çekebilirseniz zafer garantidir. meleğe itiraz ederler. “Biz daha genciz, olacak iş Eğer rakibiniz, Türkler kadar balık hafızasına mi bu, demokrasiye sığar mı… Ne olur bir şeyler sahipse işiniz çok kolaydır. Basına bakıyorum, yapıp bizi hayata iade edin.” Melek, mevzuatı “Ben azınlıkların sıkıntısını anlıyorum, de- karıştırır ve bir çare bulur. Adam başı 5 000 do- dem de Selânik göçmeniydi.” “Öyle ya biz de lar karşılığında dünyaya iadelerinin mümkün bu sıkıntıları çekmişizdir her halde, benimkiler olabileceğini söyler. de Deliorman’dan gelmişti.” gibi ifadeler cirit Trabzonlu pat diye dünyaya döner. Daha dün atıyor. Belli ki Rumeli’de belki bir Türk Mahal- cenazesini kaldıran arkadaşları çevresine üşüşür. lesi olduğunu ve dedelerinin, büyük annelerinin -Yahu biz seni dün gömdük. Şimdi nereden orada, azınlık olduğunu sanıyorlar. “Bizimkiler çıktın?” Sırbistan’dan gelmiş, demek ki biz aslen Sırbız” diye sorarlar. Trabzonlu başlarına geleni anlatır. diyenlere de rastladım. Rumeli’nin Balkan etnik -Ben 5 000 doları verdim ve işte geldim. temizliğinden önce yüzde seksen beş Türk nüfusa -Peki, Kayserili nerede?” sahip olduğunu hatırlayan yok. Yine Stanford -O, 2 000 dolara olmaz mı diye pazarlık ediyor.

7 açıklayan tenkit karşısında geri adım atın ve şiddetle inkâr edin. 3. Size karşı engelleyici, fakat kanun sınırlarını zorlayan müdahaleleri en sert şekilde cezalandırın. Reçete böyle devam edip gidiyor. Geçen yıl kaybettiğimiz Samuel Huntington, “Medeniyetler Çatışması” ve “Biz Kimiz?” gibi “Nazizan” eser- lerini vermezden önce böyle işlerle uğraşıyordu. Bu alıntı onun “Üçüncü Dalga” kitabından. Mir Dengir Bey, devletin, azınlıklara tanıdığı hakları asli vatandaşlarında da haydi haydi tanıması gerektiğini belirtti ve bunun için müte- kabiliyetten bahsetmenin devlete yakışmayacağını söyledi. Anlaşılıyor ki bizim mütekabiliyet diye bir derdimiz olamaz. Biz bunu zorlamamalıyız. Başbakanımızın demecinin mütekabilini Yu- nan, Sırp ve Bulgar Başbakanları’ndan ama kendiliğinden gelmesini beklemeliyiz. Onlar da yakında, “Bizim Türk çoğunluğumuz vardı, onları temizledik, iyi mi yaptık yani?” diye bir açıklama yapacaklardır. Kim bilir belki de Batı Trakya’daki

azınlığa Türk isimli dernek kurma hakkı bile Desen:Seyit Ahmet Yozgat verirler. Ne de olsa AİHM kararı. Fakat bu da önemli değil, çünkü biz bu sıfattan yavaş yavaş vazgeçiyoruz. Onlar ne diyor? “Müslüman -Peki Hakkârili? azınlık”. Eh bizi birbirimize bağlayan en kuvvetli -O, ‘devlet versin’ diyor. bağ da bu değil mi? İkna olmadıysanız Arabistanlı Fıkradaki kahraman Hakkârili değildi ama Sayın Lawrence’a sorun. Geylani’nin ilhamıyla ben öyle yaptım. Nihayet * * * fıkradır. Hakkârililer alınmasın. Nitekim Yunanistan’dan ses gelmekte gecik- * * * medi. Muhtar’ın programında Mir Dengir Mehmet Hürriyet’in haberine göre Elefteros Tipos Gaze- Fırat Beyefendi de vardı. “Beyefendi”yi vurgu- tesi, “Erdoğan’dan ’faşistçe yapılan etnik temiz- layarak yazıyorum. Çünkü Mir Dengir Mehmet liklere’ özeleştiri” başlıklı haberinde şöyle yazdı: Bey, her hâliyle gerçek bir beyefendi. Hamit “Ve Türk başbakanı, aniden, sanki kendiliğinden Geylani’ye cevap verirken de öylesine seve- anlaşılan bir şeyden bahsedercesine ’Türklük’ cen, öylesine beyefendi idi ki, benim kafam- adına yapılan etnik temizlikleri ’faşistlik’ ilan etti. daki şeytanın aklına, Samuel Huntington’un, Devamı gelir mi bir yana, tarihi bir açıklama söz “İktidardayken rejim nasıl değiştirilir” reçe- konusu. Türkiye’nin siyasi fay hattında ilk kez tesi geldi. Sayın Fırat’ı tenzih ederim. Eminim böyle bir şey oluyor. Erdoğan, milli bir tabuyu aklının ucundan geçmemiştir ama benim şeytanın kırıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun hatırlattığı reçete şöyle: dayandırıldığı çivilerin bulunduğu noktaya par- 1. İlerde iktidarı devredeceklerinize kamuoyu mak koyacak kadar kendini güçlü hissediyor.” karşısında son derece saygılı olun. Onları kesin- Siz de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun likle sert şekilde tenkit etmeyin. dayandırıldığı çivilerin bulunduğu noktaya konu- 2. Nihaî hedefinizi vakti zamanı gelmeden lan parmağı hissediyor musunuz?

8 MEYDAN

Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU

Şu yeryüzü er meydanı Yer yüzünde kalsan da tek Git danış büyük ceddine, Gönül sevmez her meydanı Eğme boyun, öpme etek! Sor doğuda Çin seddine, Yüreksize yorgan döşek, Çin seddinden, Nemçe’ye dek Girmek kimlerin haddine Koç yiğite ver meydanı. Yeni baştan sar meydanı. Sen açmazsan bir meydanı!

Başbuğlar tuğ kaldıranda, Bak neler var dünlerinde Çabuk söner şişirdiğin Atlar dizgin dolduranda, Acı, tatlı günlerinde... Soya çeker devşirdiğin... Malazgirt’te, Çaldıran’da Dumlupınar önlerinde Kırk Bismillahla girdiğin Sakarya’da gör meydanı. Mehmetçik’ten sor meydanı. Meydan, şimdi kir meydanı.

Kaytan bıyık bura bura Sancaklar kalmasın aysız, İtibar olmazsa ere Gakkoş, Dadaş sıra sıra Boz Oklar Üç Oklar yaysız Düşmana kim göğüs gere? Elaziz’de Çay’da Çıra, Soyunu bilmeyen soysuz Kör döğüşü olan yere Erzurum’da bar meydanı. Düşmanına kor meydanı. Derler elbet kör meydanı!

Ey içi boş, dışı süslü! Ayrılık can paresidir, Uyanınca Türk’ün özü, Eli kirli, yüzü paslı! Sıla, gurbet çaresidir, Gerçekleşir Tanrı sözü... Yetişsin Asım’ın nesli Ahi Evran töresidir. Olur bir gun şu yer yüzü, Etsin sana dar meydanı! Yarenlerle yar meydanı. İnsanlığın hür meydanı!

Geldiği gün kutlu çağrı Dön ardına bir bak hele Bas, titresin yerin bağrı. Hatırına neler gele... Doğu’dan batıya doğru Dar boğazda Çanakkale, Bir yay gibi ger meydanı. Tarihin en zor meydanı!

Ben Türk’üm! De, dur sözünde, Yürü Bozkurt’un izinde Kalmasın şu yer yüzünde Şerirlere şer meydanı.

Tanrı Kut Mete Çağı’ndan, Son Peygamber kucağından, Hacı Bektaş ocağından, Açık bize sır meydanı.

Hayaller kalınca güdük Açıldı surlarda gedik... Mehter sustu, öttü düdük, Rezil oldu er meydanı! Desen:Mehmet Başbuğ- Diyarbakır

9 VÂLİD

Gökçen YILDIRIM*

Desen: Atanas Karaçoban

Her yaz içime bir kasvet çöker. Cenubun o seher vaktinde kimdir tebdil-i mekâna çocukları Türkmenlik geleneğini sürdürmek adına mazhar olan? İsmi duyduğumda kahramanımın Toroslar’da buluşur. Denizle ünsiyetleri şarkıda destanımdan çıktığını anlarım. Sarı kızının hey- geçtiği gibi uzaktan sevmekle sınırlıdır. İşte de- betli babasına rahmetler okunmaktadır. Bir ses nizden madden bu kadar uzak, manen bir o kadar işitirim sonra ‘Uyan Gökçen kız çayının limo- yakın yürekle dalarım her gece uykuya. Bir tem- nunu da sıktım bak. ‘ Yanaklarımda bir serinlik muz gecesi odamın penceresi yayla camisinin hissederim, seher vaktinden kalma bir gözyaşı minaresini seyreder ve bir ses işitirim âniden. Bir kurumuştur. Yüzümü yıkadığımda bir buse kon- salâ verilir, huşu ile dinler ve beklerim. Hocanın durulur, yeni tıraş olmuş babamın yüzüne her se- zikredeceği isim kimdir diye merak ederim. ferinde verdiğim bir hediyedir. Tam karşımda du- Göğün henüz rengini maviye teslim etmediği ran hayatımın ilk kahramanını seyrederim, gariptir *Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi 10 ki salâ sesi hala kulaklarımdadır. bu kadar soğuk olduğunu, bağrı yanık mem- Toroslar’ın bağrında bir hafta geçer, uzunca leketimde bu kadar üşüyeceğimi bilmezdim yaz tatili nasıl geçecek tasası çöker içime, evi- ama bir bildiren vardı... Sükûnete teslim olmuş min penceresinden dedemin diktiği kiraz ağacını bir yüz ifadesiyle hayatımın kahramanı, beni La seyrederim. Köküne su verdiğim kiraz ağacı gibi Fonten masalları ile değil Deli Kurt’un hikâyeleri dedemin kabrine de su dökmem lazımdır diye ile büyüten babam usulca karşımdaydı. Gökçen hatırıma gelir. Gün cuma değil Gökçen kız derim kız diye uyandırıldığım sabahın gecesinde kendime nereden çıktı bu mezar ziyareti. Kalbim babamdan adımı işitmeyi adeta yalvarıyordum. aklıma galip gelir soyadımın yazılı olduğu taşların Kolundan saatini çıkaran hemşireye elinden önünde bulurum kendimi. Vakit öğle, sükût öyle- yüzüğünü çıkartmak istediğinde işaret ederek sine hâkimdir ki içime yoldan geçen traktörlerin çıkarttırmaz. Bu nasıl bir nişanedir dedim ken- sesi kısılmıştır, sanki kulaklarım duymaz olur, dime, ruhu bedenine hükmettiği sürece onu sadece bir kabrin başında öylece dururum elimde taşımayı farz edinmiş. Yelkovan akrebin peşinde kızıl toprak hani Çukurova’nın en bereketli dolanırken, parmaklarım tespihimde dillendi ade- toprağı ve ağaçların kıbleye doğru salınışı, tek ta. Kafamda onlarca kareyi birleştirmekten korkup bir ses içimde çamların hu hu deyişi... Dedemin, hissetmekten yorulmuştum. Ayak basamadığım o babaannemin yanı başında bir boşluk gözüme toprak gözlerimin önündeydi sonra dedemlerin ha- takılır. Her seferinde basıp geçtiğim yer bu kez tun kızım hitaplarının yanına yavaş yavaş babamın beni reddeder. Ayaklarım iki metrekarelik alana sarı kızım, Gökçen kızım hitapları ekleniyordu. söz geçiremez. Geriye çekilip dedemin babaanne- Bir ses geldi, algılayamıyordum yoldan geçen min hatun kızım diye seslenişlerini hatırlarım. traktörün sesini kabir başında işitemediğim gibi... Bir Fâtiha’yı bırakıp ayak basamadığım toprağa Koşuşturmaca artarken dizlerim tutmaz oldu bakarak ayrılırım. Akşam olur temmuzun sıcağı sanki. En yakınları doktor bey çağırırken hiç Toroslar’ın ayazına mağlup olur. Benim limon- üzerime alınmadım. Kapıyı araladım ağaçlar gibi lu çayım kadar vazgeçilmezdir babamın akşam dimdik görmeye alışkın olduğum kahramanım yemeği sonrası içtiği Türk kahvesi. Kahveyi sıçrayıp duruyordu. Ondan öğrendiğim İstanbul yudumlarken alnındaki teri yaylanın serin havası sokaklarında, Bayezıd meydanlarında, Edirnekapı bile kurutmaz. Derin bir muhabbet eder benimle, yurtlarında olduğu gibi hoplayıp duruyordu. Kah- gözlerim gördüğünü bildiğinden beri konuşurken ramanlar hep böyleydi destanlardan hep erken hep babamın gözlerinin içine bakar. İlk defa par- çıkarlardı. mak uçlarımda gezinir gözlerim, o ela gözlere Yine bir ses işittim, bir tuş sesi... Gökçen kız di- değemez olur. Bu kez zordur babamın soruları, yen dil sustu, kolları iki yana akmış öylece durdu. gözlerindeki tereddütle sinesinde gezindirir el- Elimdeki tespih kırılmış, dilim susmuştu ve va- lerini, çocukluğumdan beri duyduğum destanlar- kit seherdi... Kalabalık arttıkça ben yalnızlaştım, dan misaller verir. Benim hakikatlerimle kıyaslar, ellerimi tutan eller, başımı taşıyan omuzlar hep- tezatları anlatır, alnındaki tere bakamaz olur si yabancıydı. Alnındaki ter kurumuş, yüzüne gözlerim, gözümdeki yaşı fark eder. Bir ses Toroslar’ın ayazı inmişti. Bir gün önce öğle vak- Gökçen kız der. Efendim diyemem, gözümdeki ti, bir başıma sükût içinde vardığım yere bu kez tek damla yaşı kahramanıma gösteremem. Elim- büyük bir kalabalıkla ve yakarışla gidiyordum. deki tespih cebimde döner durur. Toroslar’dan Cenubun güneşi temmuzun ortasında gönlümden indiğimizde şehrin sisli görüntüsü bizi karşılar. bir kartal uçurdu. Bir gün sonra validenin yatacağı Ömrümde defalarca gittiğim yol bir gece yarısı bu toprağa evladının ayak basmasına Yaratan müsaa- kadar nasıl uzar? de etmemişti. Üzerinde serili çakıl taşlı toprağı Gece yarısı zifiri karanlık sahil kenti, sabah avuçlarken, elimin kanını durduran kahramanım olacak mı diye iç geçiriyorum. Aslında sabahın artık yoktu. Omzuma dokunup ‘uyan kızım’ diyen olmasını, seher vaktinin gelmesini hiç istemi- babam, elifi andıran selvi ağaçları arasında kaldı. yorum. Zihnimde bir haftadır çınlayan bir salâ Gökçen kız artık Deli Kurt romanında, Atsız’ın beynimi kemirir durur. Hastane koridorlarının satırlarında kalmıştı.

11 ASRIMIZIN KÜRŞAD’I…ERMÜBARİZSAGUSU Karabağ toprağına,değdiyıldırımtekMübariz! Savalan’ın huzurunda,dikildiertekMübariz! Dr. Ahmet Ali ARSLAN Var imişBozkurtbalası Vakti zamanınbirinde, Böğründen değengülle, Aliabad Türk Elinde Kürekten girengülle, Yaşar imişatasıyla Yürüdü yüreğine… Saplandıküreğine, Bozkurda saldıran, Üçyüz Ermenibir Üçyüz köpekti Mübariz tekti, 12

Desen: T. Gertsen / Manas Destanı’ndan Aldı Bozkurt yarasını Kırk er kişi yüzünde, Kurtaranda anasını Destanımsı acı gülüş. Yamaçların lalasını, Kırka bağlanmış tek hayat, Bastı böğrüne devrildi, Kırk nefer birden inledi, Düştü, sırt üstü çevrildi. Kırkı birden hayıflandı, Fısıltıyla dedi, “Heyhat!” Gülleler değdi böğrüne Ve Bağrında açtı laleler, Başladı Tutamadı gözyaşların, Son “yürüyüş”. Lale, kan yaşın serpeler. Başta İmam bu Kırk nefer, Çıkageldi Kırk Türk eri, Yer inledi, gök çınladı, Bir can hepsinden içeri, Bu Kırk çeri, has Türk eri Samsun, Afyon, Erzurum’dan Yürüyüşü başa vurup, Ardeşen, Iğdır, Oltu’dan Bu destanı tamamladı. Trabzon, Arpaçay, Kars’tan Dostlar, yığışıp geldiler Tabuda geldi Al Bayrak, Kalpakların alıp ele, İndi Kars’ın Kalasından, Baş eğdiler, birer, birer. Dağların al lalasından, Türk kanının alasından Danışmadı heç biri de, Dillenmedi söz, kelime, Kırk er olunca tamam, Gözleriyle bakıştılar, Mübariz, tabuda İmam Gözleriyle danıştılar, Ayrıldı, Kırklardan beri, Kirpiklerle, dediler “He!” Yerde kalan ondan geri Yazılmamış, bilinmeyen Sekiz çeri, geldi beri, Kırklar, efsane idiler, Omuzlarını çattılar, Can göçmüş, onu bildiler Oldular, Selçuk Yıldızı Gözyaşlarını sildiler: Alıp tabutu tarttılar Omuzlarına attılar. “Boz yeleli, Bozkurt ruhlu, Azrail’e kafa tutup Mübariz göçtü !” Dokuz “Has Söz” Ayıttılar. Dediler.

10. Kasım. 2010 Selçuklu Devleti’nin Paytahtı Konya

13 VATAN TOPRAĞINDA BİR YABANCI: TÜRK AYDINI

UMUT BAŞAR*

Zemânenin şu tabîb-i Reşîd’ini gör kim yerine, batının kültürüne ve medeniyetine daha Revaç vermek için kendi kâr ü san’atına çok önem vermiştir. Büyük Türkçü Ziya Gökalp Vücüd-ı nâzük-i devlet rehîn-i sıhhat iken dahi başucu eseri olan “Türkçülüğün Esasları” Düşürdü rey-i sakimi frengi illetine (1) nda toplumsal inancın “ Türk milletindenim, İslam ümmetindenim ve Batı medeniyetindenim” Milletimiz yüzyıllardan beri Anadolu şeklinde tekâmül göstermesi gerektiğini vurgu- topraklarında bulunmanın bedelini ödemektedir. lar. Batı bir medeniyet yaratmıştır doğru fakat Çünkü bu topraklarda tutunmak zordur onlarca bu yapı tamamen kendine özgüdür. Tanzimat’tan kavme mezar olmuştur. bu yana rejim ve siyasi organizmamızı Devlet-i Âliyye-i Osmaniye’nin gerilemesinden batınınkine benzetmeye çalıştığımız halde bir sonra havas dediğimiz cenahtan bazıları ça-reyi türlü muvaffak olamayışımızın sebebi, Türk si- garplılaşmada görmüştür. Tanzimat’tan sonra yasi organizmasının, içtimai müesseselerinin ne yüzünü Batı medeniyetine dönen aydınımız ve oluşum ne de gelişim bakımından batıya ben- yöneticilerimiz “garplılaşma yolu ile buhranlar- zememesidir. Batı medeniyetinin temeli mu- dan kurtulabileceğimizi ” zannetmişlerdir. hakkak ki Hıristiyanlıktır. Batı tarihi bir sınıf Ancak Batı medeniyetinin nelerden ibaret mücadelesi tarihidir. Kilise ve aristokrasi el ele olduğu üzerinde bir anlaşmaya varılmış değildir. verip yüzyıllarca halkı ezmiştir. Daha sonrada Batılılaşma giyim kuşam, günlük yaşantıda burjuvanın asiller sınıfıyla izdivacını görürsünüz. kalmış Emperyalist Avrupa’nın “Şark Mesele- Ezilen gene halk gene halk. Nihayet halkı görürüz sine” bakışını değiştirmemiştir. Zaten Tanzimat ve sahnede 1789 Fransız ihtilali. Bütün bu gruplar Gülhane fermanları Türkiye’yi modernleştirmek saltanatını Hıristiyanlıkla pekiştirmişledir. iddiasıyla batılı devletler tarafından dayatılan birer Daha 7. yüzyılda peygamber efendimiz “ku- anlaşma mahiyetindedir. Her ikisinin de asıl hedefi lun kuldan üstünlüğü yoktur” diyordu. Peygam- Türk devletinin kendi vatandaşları ve kendi ül- ber efendimizin sıfatı “emin” Hz. Ömer’in ki ise kesi üzerindeki hükümranlık haklarını sınırlamak “adil”. Sadece bunlar mı? Türk-İslam devletleri sil- ve bilhassa Avrupalıların yerli temsilcisi duru- silesi bunun örneği. Batının geç icadı hümanizmin munda bulunan azınlıklara imtiyaz vermekti. bizdeki piri Mevlânâ’dır 12. yüzyılda “yaratılanı Türk devleti bundan sonra bütün vatandaşlarına severiz yaratandan ötürü” diye seslenmiş. Halefi adalet ve şefkatle muamele edeceğini, artık kim- Yunus Emre “ bir kez gönül kırdın ise şu kıldığın seye zulüm yapılmayacağını, her işte kanunun namaz , namaz değildir” diye insan sevgisini ancak hâkim olacağını ilan ederken kendi siyasi ve asr-ı saadet dönemine eş bir şekilde anlatmıştır. sosyal nizamının o ana kadar despotik bir sistem- Yaratılan medeniyetin bir ucu Orta Asya’da diğer den ibaret olduğunu kabul ediyordu. O devrin çok ucu Viyana kapılarındadır. nüfuzlu bir yazarı olan Şinasi kendi devletimiz ve Maddi gerilemenin (ilim ve teknikte) çaresini, kültürümüz için hakaret ifade eden bu fermanları bir zamanlar pis kokularını gizlemek için parfümü medeniyet müjdecisi diye alkışladı. (2) evlerine tuvalet dahi yapmayan yağmacı Türk-İslam medeniyetini kuran Mevlânâ- haçlı zihniyetinin yarattığı medeniyette gören lar, Yunus Emreler, Fuzuliler yetiştiren milletin münevverlerimizin, devleti kurtaracağına inan- aydınları batının çalışkanlığını ve tekniğini almak mak büyük bir safdillik olur tabi ki. Hatta Abdullah *Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü Öğrencisi 14 Cevdet gibi batıdan damızlık erkek getirmeyi Bu ateş çemberinden devleti kurtaranda son düşünen sapkınlarımız bile vardı. Toptan batıcı dönem Osmanlı paşalarıdır. Yani Osmanlı terbi- aydınlarımızın dünyası tam bir yabancılaşma, mil- yesi almış, Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Ziya letinden kopma, göbek bağını bu milleten kesme Gökalp gibi tefekkür sahibi insanların öğretileriyle girişiminden ibarettir. Yazıp çizdikleri aşağılık yetişmiş imparatorluğun küllerinden Türk Kül- duygusuna kapılmış menfur bir haleti ruhiyenin türüne dayalı yeni bir devlet kurmuşlardır. Mus- dışa vurumu sadece. Bir düşünün ki batının hasta tafa Kemal Atatürk: adam dediği Osmanlı Devletinden dünya tarihine “Artık durumu düzeltmiş olmak için mutlaka 51 bağımsız devlet miras kalmıştır. Bunların 27 si Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın Avrupa da olup 12 si yıllardır girmeye çalıştığımız emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa Birliği üyesidir. Yine bu devletlerin 10 Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler belir- u Afrika’da 14 ü de Ortadoğu’dadır.(3) Bizim di. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların kurduğumuz medeniyetin vehminden bile neler öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebil- çıkmış. sin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Anlamamız gereken şu: Kuruluş ve yük- selme devrinde münevverlerimiz içtimai hayatın Türkiye hiçbir milleti taklit etmeyecektir. imtiyazsız bir ferdi. Zevkleri ile zilletleri ile halkın bir parçasıdır. Hatta halka istediğinde Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de meramını padişaha anlatabilecek kadar serbestlik batılılaşacaktır. tanınmıştır. Gerileme döneminde batan gemide bulunan aydınımızın tahayyülünde tek bir liman O sadece özleşecektir.” Demiştir. vardır ve dümeni oraya kırmışlardır. Ufuktaki medeniyet ise mamur ve güzeldir. İşte bir Osmanlı Atatürk sonrası gene milli benlikten ve paşası haykırıyor pervasızca: topraklarımızdan ricat. Bu seferki kaçış daha elim ve daha vahimdir. Milli mücadele nesli daha Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm yaşarken aydınlarımız kökü mazide olan atiyi Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm. bırakıp, mukaddesat gömleğini çıkartarak ideolo- (4) jilerin prangalarına vurulur. Kimisi Amerika’ya Paşa, Edmond de Amicis, Lady Montequ, A. bakar kimisi Moskofçu olur. Devletin verdiği Boppe, Alphonsede lamartine, Jean Thevenot ‘un parayla Rusya’ya koşan aydınlarımız da vardır. dolaşıp ta methettiği “viraneleri” görmemiş olsa Makineleşmek isteyen şuursuz beyin “beni Stalin gerek. yarattı”(6) der Batılılaşma yolunda birbiri ardına verdiğimiz Bununla da yetinmez büyük vatansever tavizler; Islahat ve Tanzimat fermanları yet- (Rus sever mi deseydik acaba?) kendi ülke- medi 1. ve 2. meşrutiyet oda çare olmadı batıyı sinin vatandaşlığından bile çıkarak Polonya kalkındıran parlamenter rejim, bütün bunlar koca vatandaşlığına geçip “Borzeçki” soyadını alır. imparatorluğu batırdı. Hal edildiğini tebliğ eden 4 (Arıntılı bilgi için bakınız Mehmet kaplan şiir tahlilleri mebusun arasında bir tek Türk bulunmayan Gök 2.sayfa 330 ve sonrası) Sultan Abdülhamit Han’ın istibdadı devletin öm- Tarihini bile bilmiyordur bu gafiller sürüsü. Rus- rünü 33 yıl uzatmışken, batı reçetesi felaketten larla ilki 1639 da sonuncusu 1917 de olmak üzere felakete sürükledi. Münevverin İslam’ın 99. ha- toplam 49 yıl 14 kere savaşılmıştır.1639–1917 lifesine bakış açısı ise tam bir hezeyan. Hiciv- 278 yıl yapar bu da her 19 yılda bir savaşa tekabül lerini bile Fransız şairlerinden örnek alarak yazan eder. Üç yüzyılda başka iki millet gösterilemez ki Fikret’in ermeni tetikçileri övdüğü “bir lahza-i ta- her 19 yılda bir çarpışmış olsun. Köle demek olan ahhür (bir anlık duraksama)” adlı şiiri tarihimize “slav” sözcüğünün taşıyıcısı millete bel bağlamak kara leke olarak girmiştir.(5) Dinlere sırtını döne- gafletten öte olmasa gerek. Bu kadar mı? Dünya rek halkamıza biraz daha yaklaşan bu münevver tarihine korkunç İvanları, deli Petroları kazandıran zatı muhteremin oğlu da Protestan papazı. kavim. Nereden tutsak bilmem ki; Karadeniz aha-

15 poyraza “Moskof rüzgârı” demiş. Türk köylüsü olmalı, ruhu, karakteri, ahlaki meziyetleri milli ise “Moskof” sözcüğünü lügatine “hain, kötü” manevi değerlerle donanmış nesiller diye yazmış.(7) yetiştirmeliyiz. Aydın memleketinde dinin, kül- Ülkesini kamplaştıran, bölen atıl çömezler her türün, dilin, irfanın bekçisidir. Toplumsal so- yana dönerken milletini unuttu. O millet ki 632 runlara duyarlı, yarının mimarı, kadimi bugünle yıl süren ve bu 632 yılın 322 yılını cihanın en buluşturup yarına zenginleştirerek eleyen bir büyük, en müreffeh, en kudretli devleti olarak muhafızdır. İkbalperest değil milleti uğrunda geçiren Osmanlıyı kurmuştu. 1595 yılında yine sürgünleri, zindanlar, yokluk ve sefaleti göze ala- Osmanlı devletinin yüz ölçümü 334 bin 600 ki- bilecek öncüdür. Aydın içinde kimlik ve kişiliğini lometre-kare idi. O millet ki, ilim ve irfanda son bulduğu imanın aydınlığında varlığı gören, hadde ulaşmıştı. Devran döndü yorgun, umut- değerlendiren ve yorumlayan kişidir. Dünyaya suz, sefil düştü. Bağrından kopan münevver ise kendi gözüyle bakmayan, kendi imanının ışığında hastalığın reçetesini yanlış ufuklarda arayıp dur- değerlendirmeyen insan ne kadar bilgili olursa du. Yukarıda anlattıklarımızı toparlayacak olur- olsun başka kültürlerin tasallutuna uğramıştır sak aydınımızın durumunu söyle izah edebiliriz: ve düşünce istiklalinden mahrumdur. Ölçülerini Sakson köleleri bir tasma taşırlarmış; efendile- yitiren, aydın olmaktan çıkar. Eğer yeni ölçül- rinin adı yazılırmış bu tasmaya. Aydınlarımız da erini şahsiyet ve zihniyetine sindirebilmiş, yani onlara benziyor; her biri bir şeyhin müridi. İzm’ler, imanı paylaşabilmişse, bu yeni kültürün aydını idraklerimize giydirilen deli gömlekleri… Her… olabilir. Aydın kendi kültürünün seçkinidir; an- ist, koltuk değneği olmadan yürüyemeyeceğini cak bu özellik sadece bilgi birikimi değil şahsiyet itiraf eden bir zavallıdır. İzm’ler anokronizm’dir, olarak ta böyle olmalıdır.(10) yani kalıplaşan, canlılığını yarı yarıya kaybeden Bu bilgilerin ışığında tarihi sürecimize birer konserve düşünce. Batı’dan gelen hiçbir baktığımızda, milletimize her fırsatta saldıran “izm” masum değildir. haçlı zihniyetli emperyalist devletleri kendine Biz ki, nass’ı mukaddesler dünyasından dost olarak gören aydın profilini nasıl olurda ma- kovduk. Avrupa’nın içtimai ve siyasi mitosları sum görmek, kabul edilebilir. Kiralık fikirlerle karşısında bu apışıp kalmak, bu kendini küçük ne aydın olunur ne de vatan kalkındırılır. Sanki görmek, bu papağanlaşmak niye? Unutma- Milli şairimiz aşağıdaki dizlerinde çareyi kend- mak lazımdır ki “izm”ler içtimai bir sınıfın inde değil de dışarıda arayan güruha seslenmiş: müdafaasıdırlar. İçtimai bir sınıfın, bir milletin veya bir medeniyet camiasının.(8) Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. Aydınlarımız en başta milletimizle aynı ruhu Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! taşımıyorlardı. Mizaçları ve zevkleriyle tam bir Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; hilkat garibesi. Benliğini yitirmiş, soysuzlaşmış, Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar yalnızca zahiri ( suret, kalıp) taklit edip bâtını (ruh) görmeyen, vatanından değil dışarıdan Hüsrâna rıza verme... Çalış... Azmi bırakma; beslenen sığıntı grubu. Avrupa karşısında muz Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma! için taklit yapan maymundan farksızdırlar. Türkiye’nin kalkınması her şeyden önce Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş... bir milli kültür ve milli uyanıklık meselesi- Sesler de: ‘Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş! dir. Milli kültürün korunmasını ve yayılmasını, hatta yaratılmasını üzerine almış aydınların Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından, ve sanatkârların, Türk toplumunu rüyasından Tek kol da yapışsam demiyor bir taraftan! uyandırmaları, ona kendi öz benliğini Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; hatırlatmaları oldukça kutsal bir hizmet Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. olacaktır.(9) Aydının görevi milli kültürü ve Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... öğeleri korumak, tekâmülü için elinden gel- Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var. en gayreti göstermektir. Dilimizde halkımızın türküleri terennüm edilmeli, zihnimizde dini- Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır! mizin ve töremizin bize bahşettiği değerler Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!

16 DİPNOTLAR: “ bir lahza-i taahhür” şiirinden parçalarda vermek 1. Koniçeli Musa Kazım Paşadan tan Tanzimat’ın ba- istiyorum: nisi Koca Mustafa Reşid Paşa’ya hiciv. 2. Erol Güngör. Türk Kültürü ve Milliyetçilik sayfa Silkip yüzyılların boyunlarındaki ilmiklerini, en çetin 91–92 Bir uykudan uyandırır milleti dehşetin. 3. Türk Düşüncesi. İrfan yayınevi sayfa 172 Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın! 4. Ziya paşa. Yukarıda ki beyti yazmakla birlikte, aynı Attın... Ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın zamanda paşanın yanlış batılılaşma karşıtı olduğunu anlayabileceğimiz beyitleri de vardır. Örnek: Yazdı, alay etmek için bilinçsiz yazgı, Milliyeti nisyan ederek her işimizde Zulüm tarihine bir övünme önsözünü. Efkâr-ı Firenge tebaiyet yeni çıktı... Kurtuldu; hakkıdır, alacak şimdi öcünü; 5. Tevfik Fikret’ in meşhur hicvi “hanı yağma” “Vic- Ancak; unutmasın şunu (ki) alçaklığın tarihi: tor Hugo’nun” “Jyeuse vie” şiirinin Türkçesi gibidir. Şiirin ilk kıtasını Cemil Meriç’ in tercümesiyle veri- Bir milleti çiğnemekle bu gün eğlenen (alçak) yoruz: Bir anlık gecikmeye borçlu bu keyfini

Ha gayret yağmacılar, salaklar, sayın baylar 6. Nazım Hikmet. 1951 Hazların etrafında çöreklenin, şölen var 7. Hüseyin Nihal Atsız. Türk Ülküsü sayfa 63 Koşun yeriniz hazır 8. Cemil Meriç. Bu ülke Baylar hayat kısadır, yiyin, için, eğlenin 9. Alparslan Türkeş. Temel Görüşler. Sizlersiniz sahibi bu talihsiz ülkenin Bu millet malınızdır. 10.Nevzat Kösoğlu. Kitap şuuru sayfa 141 Desen: Ali Güzelsoy / Hamburg Desen: **Makina Mühendisi kızı Batur’un * DoğuTürkistan’ın bağımsızlıkkahramanıOsman Biz değilmiyizgüneştenok,ülküdenyayolupda Bilgeler bilgesiKaşgarlıMahmut’unlügât’ından Tanrı Dağları’ndan Taklamakan Çölüne uzanan Batıda HazarDenizi’ndekılıcınıyıkayan, Doğuda Altay Dağları’nıeritenatlılar… Yeşil çimenleriçinde Tibet yaylalarında O haldebukahpe,kancıkzamana Seccadesi güneyinengüneyinde, Kartal kanatlılarbizdeğilmiyiz? İnsanlara il,şehirleredilveren… Nal sesleriÇinSeddinde,iz Neden karşıduramazoldum? Ağlayan gözleremendil, Biz değilmiyiz Azapay? Renk tayfınaisimveren Hazreti Türkistan’dan Karanlığa kandil, Neden neden? Atlılar, atlılar Mustafa CEYLAN** AZAPAY* 18 Çungarya Steplerinden Tarım Irmağına Yazılan bualfabedenanlamazoldum? Öyleyse nedenkonuşulanbudilden Kör oluyorumköhneleşenzamana Ben yanarımburalarda Azapay… Ateş çıngılardahasretiKaşgar’ın Duman dumaniçiminyokuşları Asrın zulmüyağarsarıöfkeden Sevgi bahçelerinegülveren Öfkem kınındançıktıgayri Yana tüte koroluyorum… Biz değilmiyiz Azapay? Susan rotatiflere,güç’e; Ah leyâr, vahleyâr Vatan kanağlar.. Neden neden? Babaocağına, Ata yurduna. Sen ağlarsın,

Filiz Çimen, “İsyan”, Sırlı Seramik / Kütahya Dipsiz ocaklarda akkor oluyorum... Biliyorum, çaresizsin Urumçi’nin yollarında nicedir. Biliyorum sarı ölüm fırtınası esiyor… Haberlerini alıyorum ulam ulam Dualarımı salıyorum göğe avuç avuç Temmuz sıcağı gün öğlesinde Üşüyorum Azapay üşüyorum, ısınamaz oldum, Neden neden? ...

II

Bıldır aynaların dilindeydin sen Baharı solmayan gözlerin vardı Eni boyu şaşmış dipsiz bir zaman Aynalara ilmik ilmik dolardı Dolardı da karagözlüm dolardı Büklüm büklüm saçlarını yolardı Kirpiğinin pırpırından çağ geçer Parmağının gölgesinden dağ göçer Ceylan gözler beğ içinden beğ seçer Bilmez misin Azapay’ım de hele? De hele, nicedir halin? Haberlerini alamaz oldum, Neden neden? ...

Kara yerde misin, mavi gökte mi? Nerdesin Azapay, balam nerdesin? Kanayan çilede kor yürekte mi? Mum titremesinde ağlıyor sesin, Şimdi güvercin taklasında oyuncak zeytin dalları Şimdi polis düdüğü, palet sesinde bebek emziği Kurşunlarda kan bilyesi, Ezanlı seherlerim çığlık çığlığa Söyle be Azapay, söyle Bu neyin nesi? Sabah namazlarımı kılamaz oldum… Neden neden? ..

Satuk Buğra Han, Yusuf Has Hacip Rüyâlarımda her gece, melil, mahzun garip.. Deden Osman Batur’un gözleri eklenir gecelerime Gök mavisi selâmımı götürmez, götüremez Düşer martı kanatları ellerime Sana güzelim Azapay sana Yürek yürek selâmımı sunamaz oldum Neden neden?

19 KAZAK EDEBİYATINDAKİ KARIŞIK YAZI TÜRLERİ

Prof. Dr. Serik MAKPİROGLY*

Edebiyat biliminde, onun alt bölümü edebiyat vaktiyle “Şiir sanatını tür ve şekline göre ayırmak” teorisindeki çok karmaşık sorunlardan biri edebi- adlı belli eserinde, “Şiir sanatının bu üç türü (des- yat türleri ve şekilleri konusudur. tan, liriklik, dram – S.M.) kendi kendine bir unsur Edebiyatı türlere, şekillere ayırma ve yazınsal olarak birbirinden ayrı gelişirse de, ayrı şiirlerde tür açısından özellikler konusu Aristoteles rastlanırsa da, birbirinden fazla ayrılmaz. Aksine, (M.Ö. 4.asır) eserinden (“Şiir sanatı hakkında”) onların karışması sık rastlanır. Böylece, bazen epik başlangıç alarak, sonradan Bualo (17.asır), Les- eserlerde dramatik bir nitelik olur, dramatik eser sing (18.asır), Hegel, Goethe, Belinski, Veselovski ise epik bir nitelik taşıyabilir” [3] diye yazmıştı. 19.asırda Sovyet edebiyatçılarının, Kazak edebi- Verilmiş fikir ancak bir yazınsal tür özelliğini yat biliminde ise A.Baytursınulı, K.Jumaliyev, taşıyan eserin nadiren rastlandığının, bu olayın ise Z.Kabdolov vs. eserleri sayesinde verimli olarak edebiyata bağlı sanat yasallığı olduğunun anlamına devam ettiğini iyi biliriz. gelir. Demek, bu ifadeler edebi eserleri yazınsal İnsan toplumunun ilerleyip, sanatın ne denli türlere ayırmanın koşulluluğunu tanıtmaktadır. gelişme ve ilerleme sürecinde bulunmasına rağmen Mesela, “sırf” bir epik eser ile “sırf” bir lirik gelişmiş sanatın da karmaşık sorunlarının mey- eser söz sanatının birbirine karşıt olan iki yüzü dana gelmesi veya edebiyat, sanat hakkında ilmin gibidir. Çünkü onlar, hayat olaylarını betimleme gelişmesi, arayış başarıları ve yeni bakışın sonu- özelliklerine göre edebiyatın iki türüne (biri epik, cunda ortaya çıkması mümkündür. Buna çeşitli diğeri lirik) mensuptur. Ne var ki, böyle bir iki evrelerdeki edebiyatçı, estet, filozof, eleştirici, türün de özelliklerini taşıyan edebi eserler de çok- şair ve yazarların edebiyatın tür ayırımlarına, tur. Bu eserlerde duygu, keyif, lirik geri çekilme bazı yazınsal türlerin hayat görünüşlerini sanatça (bu, lirikliğin özelliğidir), ayrıca toplumsal ve renklendirme ve insan kaderini sanat araçlarıyla günlük olayları genişçe betimleyip ifade etmek de ifade etmede herhangi bir yazınsal türe özgü (bu, destanın özelliğidir) yer alır. İşte, böyle bir kuralları “bozması”, genel olarak yazınsal destan ile lirikliğin, bazen de dramın özelliklerini türlere ayırmanın belli bir derecede koşullu belli bir derecede beraber kapsayan eserler karışık olduğuna dikkat etmesi, böyle bir yasallığı yazınsal türlerden olur. kavrayıp bilmesi de neden olmuştur. Rus edebiyat biliminde bu eserlerle ilgili oluşmuş Örneğin, büyük Alman şairi ve estetikçisi Goethe iki çeşitli ad vardır. İlki “lirik epik yazınsal tür- şiir sanatının üç gerçekçi doğal biçiminin (açık an- lerdir” [4] (veya lirik epik eserler). “Bu yazınsal latma biçimi, emel heyecanı biçimi ve özel etkinlik türdeki eserler tabiatı her zaman lirik epik nitelik biçimi, yani destan, liriklik, dram) var olduğunu, taşır” [4;426] diyerek kitap yazarları ona fabl ile bu şiirsel betimin üç yönteminin birlikte de, ayrı baladın ait olduğunu sanırlar. İkinci ad ise ünlü olarak da tanınabildiği hakkında söyleyip, üç yön- edebiyat teoricisi V.E.Halizev’in kitabında tarif temin birleşmiş görünüşünün en kısa şiirde bile edilmiştir. O, “edebiyat türlerinin arasına birbirine bulunabildiğini, hatta en eski Yunan faciasında geçemeyecek kadar duvar koyulmamıştır. bile üç türün tasviri kavranabildiğini, onların son- Tamamen herhangi bir edebi türden sayılan radan ayrı ayrı bölündüğü hakkında söz etmiştir eserlerle birlikte iki farklı türün özelliklerini [1]. Bu fikri onun çağdaşı Alman edebiyatçısı ve taşıyan eserler de vardır. Buna B.O.Kormana araştırmacısı Emil Staiger [2] de destekliyor. göre “iki türlüyapılış denir” [5] diye yazıyor. Rus eleştiricisi Belinski (19.asrın ilk dönemi) Genel olarak, edebiyatın iki türüne de mensup *Abay Milli Üniversitesi, Almatı/KAZAKİSTAN 20 olan (betimleme, tasvir etme yöntemleri alarak “Baladda şair fantastik, halk efsanesini alır, açısından) eserlerin tabiatı hakkında 19.yüzyılda yoksa bu türdeki olayı kendisi uydurup (italikleri birçok edebiyatçılar, eleştiriciler, estetler ben koydum – S.M.) yazar. Baladdaki esas şey olay söylemişti. Örneğin, vaktiyle seçkin Alman es- değil, okuyucularda o olayın uyandırdığı algı, tetikçisi Shelling’in romanı “destan ile dramın kastettiği ana fikridir” [7] diye yazınsal türün iki bütünleşmesi” [6] dediğini edebi ve ilmi toplum özelliğini (olay ile algı) doğru anlatmıştır. Olay, iyi biliyor. epik eserlere has ise, duygu ile algı, lirik eserlere Demek, iki edebi türün de özelliklerini kapsayan has nitelik olduğu bellidir. eserler Rus edebiyat biliminde lirik epik yazınsal Bu konuyla ilgili küçük olsa da özel makale türler (bu daha yaygın ad) olarak da, iki türlü ya- yazan profesör A.Konıratbayev “Balad nasıl bir hut türaralık şekiller olarak da adlandırılırmış. yazınsal türdür? Elbette, o, sadece liriklik yahut Kazak edebiyat biliminde ise bunun gibi eserler liriklik ile destan unsurlarından kurulmuş (ital- lirik epik eserler olarak adlandırılır, ancak karışık ikleri ben koydum – S.M.) sentetik biçimdir” [8] di- yazınsal tür adının daha münasip, uygun olduğunu yerek baladın edebiyatın iki türünün özelliklerini zannediyoruz. birlikte kapsayan yazınsal türe has tabiatına çok Karışık yazınsal türden lirik epik menkıbeler, dikkat etmiştir. Seçkin yazınbilimcisi, akademi lirik epik şiirler, destanlar, fabl, balad, manzum üyesi Z.Kabdolov kitabındaki “Lirikliğin özel olarak yazılmış roman, lirik düzyazı örnekleri, bir şekli”, “Lirik epik nitelik taşıyan küçük bir roman diyalog, sosyo-politik konulu roman, ro- konulu şiir”, “Şair kendi ruh halini, heyecanını man röportaj, roman deneme, ayrıca tarihi edebi şakımakla kalmayıp o duyguyu yaratan nedenleri yazınsal türdeki anılar, mektuplaşma biçiminde olaya döndürerek tasvir eder” [9] gibi ifadeler de yazılan eserler sayılır. bu yazınsal türün niteliğini açıklar. Lirik epik menkıbeler (“Kozı Körpeş ile Demek, balad herhangi bir olay üzerine (genel- Bayan Sulu”, “Kız Zhibek” vs.) neden karışık likle tarihsel gerçek, fantastik hal, vaka, efsane yazınsal türden sayılır? vs.) kurulmuş konulu ve lirik havadaki orta ölçülü Bu yazınsal türün adından da anlaşılabildiği eserdir. Balad şekil cihetinden manzum eser gibi böyle eserlerde kahramanların duyguları olduğu halde, içeriğinde epik nitelik, epik unsur- ve heyecanlarıyla (bu, lirikliğe has niteliklerdir) lar (olay, konu, hareket vs.) ağır basıyor, orada birlikte onların davranışları da, halk yaşantısının kahramanın keyif ve duygularını betimleme de yer görünüşleri (örf ve adet, göçebelik, zanaat vs.) alır, ama sınırlıdır. de (bu ise, epik niteliktir) geniş ölçüde tasvir Balada genellikle halk efsaneleri, ulus, millet edilir. Biz adı geçen ve başka menkıbeleri okurken tarihindeki ünlü insanlarla ilgili olaylar, durumlar, Kozı ile Bayan’ın, Jibek ile Tölegen’in birbirine bir de insaniyet, sevgi, yiğitlik, yurt sevgisi, an- olan samimi duygu heyecanlarının, gerçek aşkın neyi el üstünde tutma, dostluk gibi büyük duygu betimini (çünkü lirik epik eserlerde aşk ve sev- ve nitelikler temel olur. Bundan baladın konu gi başlıca konudur) de, ayrıca onların yaşadığı sahasının geniş olduğunu anlarız. toplamın, göçebe halk hayatının, yaşam tarzının Bir zamanlar (20.yüzyılın 60’lı yılları) şair da fazla tasvir edilip, her yönden betimlenmesini K.Jarmagambetov’un “Muallime” adlı baladı görürüz. Bu, tabii, epik tasvirlerdir. birçoklarına iyice malüm olurdu. M.Şahanov’un Balad, manzum olarak yazılmış eser olduğu için çeşitli konu üzerine yazılmış baladlarını, genellikle lirik türün sahasında incelenip tetkik A.Baktıgereeva’nın “Anne gönlü hakkında” adlı edilir. Fakat karışık yazınsal türden örnek olduğunu baladını şimdiki okurlar çok iyi biliyorlar. söylemek ve özelliklerini tanıtmak gerekir. Manzum olarak yazılmış roman. Bu, hem Aslında balad yazınsal türü ve onun özellikleri özel, hem de edebiyatta seyrek rastlanan yazınsal hakkında yazılmış eserler, söz edilmiş fikirler biraz türdür. İngiliz edebiyatında Bayron’un “Don yetersizdir. Mesela, Belinski “Şiir sanatını tür ve Juan”ı, Rus edebiyatında Puşkin’in meşhur şekline göre ayırmak” adlı meşhur eserinde baladı “Yevgeniy Onegin”i, kendi edebiyatımızda ise kalıplaşmış eğilime göre lirik şiirler sahasında ele S.Toraygırov’un “Kim suçlu?” adlı eseri ile

21 S.Mukanov’un “Suluşaş”ı bu türdeki eserlerdir. katıyor. İşte, böyle epik ve lirik betimleme yön- Şu halde, manzum olarak yazılmış romanın temlerinin uyum içinde olmasını S.Toraygırov’un karışık yazınsal türe has özellikleri nelerdir? “Kim suçlu?”, S.Mukanov’un “Suluşaş” adlı man- Birincisi, şiirle yazılmış olduğundan dolayı yapısı zum olarak yazılmış romanlarından da görürüz. ile üslubu mensur eserden (sırf epik eser, örneğin Örneğin, “Suluşaş” romanını ele alalım. Ro- romandan) farklıdır. Manzum esere özgü yapısı manda Tileuberdi adlı zenginin refahını, avcılığı onun herhangi bir şiir ölçülerine (kıta, mısra, sevmesini, hanedan tarihini, zenginin evlenme vezin, hece) titizlikle uyarak yazıldığından da, törenini, Suluşaş’ın dünyaya gelmesini tasvir şiire özgü ritim ile kafiyeden, seslerin uyumun- eden bölümlerden, bir de Sulu’nun nişanlısıyla dan da görünür. İkinci olarak, romandaki gibi bu- ilk defa görüşmesini, Şunak ile Tezek’in acı rada da insan kaderi, hareketi, toplum hali olay- hayatını, Yermek çocuğun kaderini vs. betimleyen lar zinciri (konu) sayesinde göründüğü halde (bu, sahnelerden epik nitelik açık görünür. Altay ile destanlara has özelliklerdir), bununla birlikte lirik Suluşaş’ın arasındaki pak duygunun, güzel doğa betimleme yöntemleri de (kahramanın ruh hali, ortamında görüşmelerinin, antlaşmalarının, tabiat duygu heyecanları, lirik geri çekilme vs.) fazla manzaralarının tasvir edilmesinden, Suluşaş’ın kullanılır. Buna eserin manzum olarak yazılmış kızlarla sohbet etmesinden iki gençin keyifleri, olduğu da katkı sağlar. heyecanları gerçek anlaşılır. Bu, roman konusun- Manzum olarak yazılmış romanı okurken onun daki lirik betimleme görünüşleridir. şiirsel biçimi (yukarıda adı geçen) bir görüşte Roman-diyalog Kazak edebiyatındaki yeni hissedilip, fark edilir. Şiirin ise keyfi ifade et- yazınsal türdür. Bu tür de ünlü Rus edebiyatçısı meye uygun biçim olduğu malümdür, bundan M.Bahtin’in söylediği gibi roman yazınsal türünün dolayı manzum olarak yazılmış romanda anlatıcı henüz oluşmamış, teşekkül sürecindeki yazınsal tarzıyla kıyasen yazarın ilkesini ifade eden yazar- tür olduğunun bir delaleti gibidir. lirik kahraman (doğrusu lirik epik simadır) siması Diyalog olarak yazılmış bu eserlerde öncelikle daha açık tanılır. Olayları anlatmada da özenle kahramanın (diyaloğa katılan) ruh hali, toplu- (epik şiirlere has objektiflik) kıyasen duygusal ma, zamana, olaylara, insanlara verecek öznel etki, dinamizm, lirik geri çekilme, heyecanlar ve değerlendirmesi, fikri, bilinci fazlaca kavranmakta ruh halini ifade etme fazlaca karışmaktadır. Kah- olur. Bu, eserin özgün lirik bir niteliğidir. İkinci raman siması ile yazar duygularının uyum içinde olarak, kahraman veya kahramanlar (yazar ile olması, kahramanların böylece tipleştirilmesi de kahraman) tarafından söylenmiş sır, olaylar başka bu yazınsal türün özelliğidir. halde özenle anlatılmış hikayeye, hayat düzününü, Eleştirici Belinski Puşkin’in “Yevgeniy One- toplum gerçeğini tarif etmeye geçer. Bunlar ise gin” romanını “Rus hayatının ansiklopedisi” eserin epik özellikleridir. diyerek layık bir biçimde ona büyük değer ver- Seçkin yazar, cephede bulunan asker ve Ka- mesi bellidir. Aslında, bu genellikle en öncü epik zakistan Cumhuriyetinin Devlet ödülü sahibi esere (romana) verilecek en yüksek takdirdir. A.Nurşaikov’un “Anız Ben Akikat” adlı eseri (Kanış Satbayev’in Muhtar Auezov’un “Abay şimdilik Kazak edebiyatındaki tek bir roman di- yolu” romanını “19.yüzyıldaki Kazak halkı yalog ve milli söz sanatındaki yeni yazınsal tür hayatının ansiklopedisi” diyerek takdir etmesini örneğidir. Eserdeki kahraman (Baurjan Momışulı) hatırlayınız). Eleştiricinin bu fikri “Yevgeniy ile yazar (A.Nurşaikov) diyaloglarında tür Onegin” romanında Rus toplumu hayatının epik özelliği olarak adı geçen iki nitelik (lirik, epik) açıda her yönden mükemmel, gerçekçi olarak uyuşmaktadır. gösterildiğinin adeta delaletidir. İkinci olarak, Roman diyalog olduğu için eserde Baurjan’ın romanda Tatyana, Onegin, Lenskiy aralarındaki meşhur hayat çağları, Sovyet askerlerinin ce- aşkın, kahramanların çeşitli psikolojik heyecanlı saretini gösteren cephe olayları, hepsi yazar ile hallerinin, duygularının betimi, ayrıca eserdeki kahraman diyalogları (on bir diyalog) sayesinde kitap okuyan insanlara belli olan meşhur lirik tanılır. Diyalogların tümü bir havada değil,oradaki geri çekilmeler esere özgün bir lirik nitelik, ahenk bazı soru ile cevaplar küçüktür, bu, gazetecilik

22 mülakatını hatırlatır. Başka diyaloglar içeriği nim Avezov’um”) adlı roman denemesinin çıktığı B.Momışulı’nın özel hayatı veya cephe malümdür. Aslında, bu ibret verici eseri üstün durumlarıyla ilgili olsa da, gene, geniş alanlı epik yetenekli öğrenci Z.Kabdolov’un M.Avezov gibi sohbete geçip, orada cesurun çocukluk, gençlik büyük üstadına değerli kelimelerle koyduğu ebedi çağlarının örnek ve unutulmaz sahneleri, ayrıca ruhani anıt diye takdir etmek yerindedir. harp döneminde yer alan çeşitli olayların, kanlı Yeni (bizim için) yazınsal türün tabiatını kesin savaşların durumu, komutan ile askerlerin ad ve olarak nasıl tanıyabiliriz? Bu önemli sorunun bir soyadları, portreleri, davranışları, karakterleri her cevabı, bize göre Z.Kabdolov’un kendisi ese- yönden betimlenip, açılır. rine epigraf olarak verdiği Fransız yazarı Andre Kahramanın kendisi de (B.Momışulı) ya- Moruva’nın şu demecinden de adeta tanılır “Bu, zar olduğundan dolayı bu hikaye ve anlat- bir karışık yazınsal türdür. Bu romanda tek bir malar sadece olgusal, gerçekçi özellikleriyle yazınsal tür olmuyor, ayrıca o sıkı bir yasalara uy- görülmeyip, okurları büyüleyici bir sanatsal ni- maya çalışmıyor, onun özel bir niteliği, aklın en- telikleriyle de çekmektedir. Yazar, eseri diyalog telektüel oyunudur” [10]. olarak yazdıysa da, mutat bir diyalogun gele- Roman deneme tabiatında mutat bir kompo- neksel sınırlı alanını genişleterek, kahramanının zisyon yapılışı ile süjenin olmaması pek müm- gözleriyle gördüğü, başından geçirdikleri müthiş kündür. Yazar burada hayal edebildiği kadar savaş günlerini ona her yönden anlatmasına ola- tasavvur edip bütün kabiliyetini kullanır. O, hayat nak sağlamıştır. Dikkate alınacak daha bir önemli ve varlık menkıbeleri ile insan sırlarını uçsuz nokta, diyalogun sanatsal yöntem olarak aslında bucaksız, özgürce, duygu ve heyecanla, betimlerle dramatik betimleme eğilimine (dramatik yazınsal dolu düşünceleri, gazetecilik, felsefi estetik, ahlaki türlere) has olmasıdır. Demek ki, roman diyalog kavrama ile yargıları, bilimi ve yetkisi sayesinde biçim açısından dramatik, içerik cihetinden ise anlatmaya çaba gösterir. Moruva’nın “aklın en- hem lirik, hem de epik nitelikleri kapsayan bir e- telektüel oyunu” diye söz etmesinin manası belki serdir. budur!? Deneme, genelde sosyo-politik konulu yazınsal Bunu yetersiz sanıyorsanız, adı geçen roman de- türdür, ancak onun başkalaşması, Halizev’in neme yazarının şu fikrine dikkat edelim “Benim dediği gibi hâlihazırda onun edebi yaratıcılıktaki Avezov’um”u roman diyeceğine roman deneme çok etkili bir alan haline gelmesi, böylece, edebi demek yazarın serbestçe yazıp, tasvir etmesine sanatsal nitelik açısından yasal bir edebi yazınsal olanak sağlar, eseri düşünce enginliğine ulaştırır, tür olarak kabul edilmesi gerçektir. nurlu ilhama, yüce ihtirasa getirir! (italikleri ben Edebiyatçılar, deneme türü başlangıcınının koydum – S.M.). O zaman onun özlüğüne manası, 16.asrın ikinci döneminde yaşayan Fransız filo- manasına özlüğü uygun olur” [11]. zofu ve yazarı Michel de Montaigne’nin “De- Yazarın içtenlikle söylediği bu düşüncesinden nemeler” adlı eserine ilişkin olduğunu söz ediyor- de roman deneme tabiatı, özelliği ve yazar özü çok lar. Deneme türündeki eserlerde V.E.Halizev’in iyi anlaşılmaktadır. yerinde söylediği gibi, sanatsal yöntem yazarın Gerçekten, “Avezov” roman denemesinden gele- gazetecilik ve felsefi düşünceleriyle kolayca neksel bir kompozisyon yapılışını, mutat bir süjeli birleşir. Bunun sayesinde yazınsal türün üslup gelişme yasallıklarını aramak yerinde değildir. karışıklığı fark edilir. Kahramanları yeterdir, fakat hal ve şartlar, kahraman Bundan sonra, elbette, genel olarak denemeler durumu bazen kesin bir nitelikte anlatılıp, başka bir üzerine değil, roman deneme hakkında söyleye- halde sırlı betimlere, sanatsal tasvirlere, nitelendir- lim. Roman deneme yeni bir yazınsal türdür. meye geçer. Bundan sonra ana kahraman (Avezov) Kazak romanının, daha geniş bir ölçüde ele özüne uygun belagat, bilgelik, yücelik, kişilik, bilg- alırsak, Kazak söz sanatının yazınsal tür cihetinden inlik, hocalık hakkında yazarın kendisi söylediği gibi “nurlu ilhamla” dolu öğrencilik, zenginleşmesinin ve başarılı sanatsal arayışının felsefi düşünceleriyle, Abay’ın şairane alemi - üzer çarpıcı bir örneği olarak 1997 yılında seçkin yazar ine bilimsel, estetik akıl yürütmeleriyle güzelce ve alim Z.Kabdolov’un “Avezov” (ilk adı “Be- uyuşmaktadır. Daha başka hallerde yazar kendi

23 öğrencilik, gençlik yıllarını, aşk hikayesini etkili matik – S.M) karışıp, onları canlandırır. Lirizm anlatmıştır. ve lirik nitelik olmasaydı, epopenin de, dramın da Adı geçen roman deneme üzerine birçok makale içeriği hem soğuk, hem anlamsız olurdu” [8;31-32] yayınlandı. Örneğin, S.Kalkabayeva kendi diye eleştirici V.Belinski boşuna söylememiştir. makalesinde [12] roman denemenin yeni yazınsal Lirizm sadece karışık yazınsal türdeki eserlerde türe özgü birçok yeni niteliklerini anlatarak, rastlanan özellik değildir. Mesela, edebiyatçı, pro- eserde kesin, yaşamöyküsel, bilimsel, araştırma fesör T.Sıdıkov “Tarihsel romandarda lirik unsur- vasıfların, edebi, eleştirel, estetik düşüncelerin lar üç ayrı şekilde rastlanır: savaş sahneleri, doğa birbirine başarılı kavuşup eser gerçekliği ile manzarası, bazı kimselerin kaderiyle ilgili lirik geri değerini artırmak için işlediği hakkında birkaç il- çekilmeler. Savaş sahneleri lirik epik nitelik taşır” ginç, yerinde bir ahkâm çıkarmıştır. [14] diye yazmıştır. Düzyazıdaki lirizm, edebiyat Bunun gibi sanat ve üslup yeniliklerini, yani tarihi ispatlayan, edebiyat bilimi kabul eden hu- çeşitli yazınsal tür niteliklerinin karışmasını susi bir olay, sanatsal bir yasallıktır. Bu konuyla 70’li yıllardaki Kazak edebiyatının gelişme ilgili birçok bilim araştırma işleri de vardır. doğrultusundan vaktinde fark eden S.Kirabayev Liriklikteki (balad, süjeli şiir vs.) epik nitelik “Kazak edebiyatının tarihsel gerçeğe bağlılığı, konusu da bugünkü Kazak edebiyat biliminde sanatça çözmeye çabalayan sorunlarının bolluğu temel incelemeyi gerektiren hem karmaşık, hem ve derinliği düzyazıda da değişik yazınsal tür ve de önemli sorunlardan biridir. şekilleri meydana getirmektedir. Hayat gerçekleri- Demek ki, edebiyatı türlere ve şekillere ni akıllıca ve geniş ölçüde kapsayan epik eserlerle (yazınsal türlere) ayırma edebiyat bilimi tarihinde birlikte, özel insan hayatı üzerine yazılmış roman eskiden beri, Platon, Aristoteles devirlerinden ve uzun öyküler de, kahraman monologuna dayalı beri oluşmuş eğilimdir. Gene de, son zamanlarda lirik eserler de bu günlerde sık rastlanır. Gazete- (son otuz yılda) bu önemli sorunla ilgili mey- cilik ve röportaj romana da, uzun öyküye de gide- dana gelen fikirlerle birlikte, başka düşünce ve rek girmektedir” (italikleri ben koydum – S.M.) diye demeçlerin de var olduğunu söylememiz gerek- yazmıştı [13]. 20.asrın ikinci dönemindeki, şimdiki tir. Örneğin, seçkin Polonyalı edebiyatçı Henrich edebiyatın gelişmesi, yazınsal türler dönüşümü ile Markevich’e göre [2;179] bu soruna (yani edebiyatı bütünleşmesinin geniş ölçüde yayılması alimin türlere ayırma konusuna – S.M.) ilişkin İngiliz söylediği fikirlerinin hakikatini, hayatiyetini tam ve Fransızlar’ın düşünceleri bambaşkaymış. Di- olarak ispatlamaktadır. yelim ki, Fransız okul kitaplarında edebiyatı Uzun sözün kısası, edebiyat gibi güzel bir geleneksel üç türe ayırıp inceleme eğilimi yok- alemde lirik epik veya karışık tarzdaki eserler tur. Onlarda edebiyat şiir ve düzyazı olarak özel bir yer almaktadır. Bu eserler tabiatında lir- ikiye ayrılır. Ayrıca, düzyazıyı tarihsel, didak- izm de, epik vasıf da, dramatik nitelikler de çok tik, belagat ve mektuplaşma biçiminde yazılan uyuşuyor. Edebiyatta ise, genel olarak düzyazıdaki eser olarak ayırıyorlar. Sonradan H.Markevich lirizm ve dramdaki lirizm gibi kavramlar, olum- kendi eserinde Rus edebiyatçısı V.Dneprov’un lu, edebi olaylar eskiden beri malümdür. Klasik dördüncü “edebiyatın sentetik türü” olarak romanı yazar G.Müsirepov’un “Kezdespey Ketken Bir adlandırmasını, L.Timofeev’in kanuni türler Beyne” adlı mensur eserinin, bir de Rus edebiyatı sırasını lirik epik tür (manzum olarak yazılmış büyüklerinden biri N.Gogol’un “Ölü Canlar” roman, roman, uzun şiir, balad, fabl, od yazınsal eserinin (mensur) uzun şiir olarak adlandırılmasında türü), tarihi sanatsal tür (röportaj, günlük gibi ede- da büyük bir önem vardır. Bu ad yukarıda adları bi sanatsal rengi olmayan eserler) ve satir olarak geçen eserlerin üslup ve dil, genel betim özel- ilave ettiğini söz etmiştir. Elbette bu, bir süre- liklerine bağlıdır. Karışık yazınsal türdeki den beri söylenmekte olan bazı alimlerin sadece eserlerin özel bir grubunu oluşturan lirik düzyazı bilimsel tahminleri, düşünceleri, önerileridir. dediğimiz, böyle eserlerdir. Aslında “Liriklik, Bunun gibi kınayan görüşten dolayı olmalı edebiyatın özel bir türü olarak ayrı yaşayıp, öte V.Halizev de “Bu günlerde platon-aristoteles- yandan adı geçen yazınsal türlerle (yani epik, dra- hegel üçlemesi (destan, liriklik, dram) fikrimizce,

24 belli bir derecede önemini kaybetmeye başladı, EDEBİYAT İtalyan filozofu ve sanat teoricisi Benedetto Croce’nin (“Edebiyatı üç türe ayırmak eskidi”), 1.J.W.Goethe. Batı Doğu Divanı. Moskova, “Nauka” Rus edebiyatçısı A.Beletski’nin (“Bu yalanın bi- yayınevi, 1988. 229.sayfa. (Rusça). limsel ömrünü sürdürmeye ihtiyaç var mı?” gibi) karşı fikirlerini vermiştir. Sonuç olarak, alim 2.Kitapta: H.Markevich. Edebiyat Hakkında Bilimin bütün devirlerde (şimdiki zamanlarda da) edebi Başlıca Sorunları. (Lehçeden çevrilmiş). Moskova, eserlerin belirli tür özellikleri ve nitelikleriyle “Progress” yayınevi, 1980. 171.sayfa. (Rusça). tanındığını, herhangi bir türden olmanın sanatsal eser yapılışını, onun biçimsel, strüktürel özel- 3.Kitapta: Edebiyat Bilimine Giriş. Seçmeler. Almatı, liklerini açıklayacağını söyleyip, düşüncesini “Ana tili” yayınevi, 1991. 83.sayfa. şöyle ifade etmiştir “Bu nedenle kuramsal şiiriyet dahilinde “edebiyatın türü” kavramı ayrılmaz ve o 4.Edebiyat Bilimine Giriş. Ders kitabı. Yazar kadar önemlidir” [5;318-319]. Biz de bu geleneksel topluluğu. Moskova, 1988. 426.sayfa. (Rusça). ve sabit kanıya varıyoruz. 5.V.E.Halizev. Edebiyat Teorisi. Moskova, 1999. 316. sayfa.

6.F.V.Shelling. Sanat Felsefesi. Moskova, 1966. 380. sayfa.

7.V.G.Belinski. Eserleri. Eleştirel Makaleleri. Almatı, “Jazuşı” yayınevi, 1987. 78.sayfa.

8.A.Konıratbayev. Ustalık Sırları. Almatı, 1979. 133. sayfa.

9.Z.Kabdolov. Söz Sanatı. Almatı, “Sanat” yayınevi, 2002. 319.sayfa.

10. Z.Kabdolov. Avezov. Roman deneme. Almatı, “Sanat” yayınevi, 1997. 7.sayfa.

11.Z.Kabdolov ibreti. Hayatı ve Yaratıcılığı Hakkında Makaleler, Mülakatlar, Şiir ve Menkıbeler. Almatı. “Kazak Universiteti” yayınevi, 2007. 68.sayfa.

12.S.Kalkabayeva. “Benim Avezov’um” Roman De- nemesi ve Güncellik //” Kazak edebiyatı”, 2 Mayıs, 2008.

13.S.Kirabayev. Edebiyat ve devir talebi. Almatı, “Jazuşı” yayınevi, 1976. 39.sayfa.

14.T.Sıdıkov. Kazak Tarihi Romanının Sanatsal Dili. Desen: Mehmet Başbuğ - Diyarbakır Almatı, “Er-Daulet” yayınevi, 1998. 70.sayfa.

25 TANIRIM SİZİ

Durmuş KAYA (Yitik Ozan)

-Anamın, sarı gül sarışlı ellerini öperken...

Tanırım sizi Acınızla acımaz mı yüreğim Yüreğim kadar sıcak dillerinizden Ben hislenmez miyim? Nasırı mor süsen açan Menekşe seli çağlarken gözlerinizde Sarı gül sarışlı ellerinizden tanırım! Islanmaz mıyım? Kanımda tutuşan bir harlı çerağdır Bakışlarınızla gönlüme verdikleriniz Tanırım sizi Ve hep karlı dağdır Menevişli gözlerinizden Önüme serdikleriniz! Kavruk yüzlerinizden tanırım! Adınıza türkü yaksam Mızrabım kırılır Eni gurbet sonu gurbet bir hayatın Kopuzum yanar Yokluk teknesine düşen acılardan Şiir yazsam gökte ay’ım Hasretlerden Yıldızım yanar! Yılmak ne bilmezsiniz bir dem Donuk bakışlarınızda hüzün Beni gül dibinde doğuran Kınalı saçlarınızda erdem Ve gül yağmuruyla yoğuran Çile hamurunu özlemle yoğurursunuz! Sizden biri! Hüzün, Tanırım sizi Toprağa er bırakmanın adıdır Şahdamarımda gezer Sözlüğünüzde bazen! İçimde solursunuz Şu biçare dünyama Nur şehri olursunuz! Taa uzaklardan gelen bir çocuk sesi Göğsünden vurulmuş bir can ürpermesi Tanırım sizi Ağıt ağıt gökyüzüne ağarken Bilirim çileniz yüce dağlardan yüce Bayrakla sarılı tabutlara kapanıp ağlarsınız! Bilirim ya derdinize derman olamam Benim de gam çiçekleri açar baharım İşte o zaman düşer can evime Benim de önüm ardım çile Bir ince sızı Sağım solum hasret Kor gibi alırım içime Benim de her şeyim yarım! Ay ışığı bakışlarınızı!

Tanırım sizi Bu yıllarca ezan sesiyle yunmuş Ebem kuşağının alı Esrimiş toprağa Dilimin en süzgün balı Bu, yıllarca karanfil yağmuru Sevdamın son durağı sizsiniz Yemiş toprağa Şol cennetlerin burağı, siz! Siz, hasretlere bürünürsünüz de Karanfil veren sizsiniz!

26 Desen: Mehmet Başbuğ - Diyarbakır

Ve salınan dala Nene Hatun’lar gibi vakti gelende Ve kızaran güle/yaprağa Cepheye çıkışlarınızdan tanırım! Şekil veren siz! Şu yanan yüreğime Tanırım sizi Sardığım kar sizsiniz Ve anamı hatırlarım sizi her görüşümde Cemresi gönül teri bahçelere Yüzünde sevdalı düşlerin Gündeliğe gittiğimiz günleri hatırlarım Albenisi esriyen yar Yüreğimde ateş çiçekleri açar Ve en sıcak diyar siz! Sizi her görüşümde Tanırım sizi Tanırım sizi Nasırı mor süsen açan Al yazmanızdan Sarı gül sarışlı ellerinizi Altın hızmanızdan tanırım! Öpmeyen bahar bahar olmaz! Kilimlerde nakışlarınızdan Sizi görür de insan nasıl Aslı duruşlarınızdan Eriyip buhar olmaz? ! Şirin bakışlarınızdan tanırım! Eriyip buhar olmaz? !

27 MEHMET EMİN YURDAKUL (1869 - 1944)

Nuri CİVELEK

Semalarımıza kara bulutların çöktüğü, nazlı yerine, Türk Yurdu’nun çıkmasındaki himmetine hilâlin boynunu büktüğü, türkülerimize hüznün ve Millî Mücadele’de manevî cephemizi tahkim hâkim olduğu, kalplerin kaybedilmiş insanlar eden gayretlerine dokunacağız. ve elden çıkan topraklar için ıztırapla çarptığı Mehmet Emin Bey, 13 Mayıs 1869’da bunalım dönemlerinde hürriyet ve istiklâle olan Beşiktaş’ta doğdu. Babası balıkçı Hâlim Ağa’nın aşkı haykırarak milleti teyakkuza geçirecek olan- oğlu Sâlih Reis’tir. Annesi, Edirne civarında lar eli kalem tutanlardır. Hasköy’de ikâmet eden, aslen Şebinkarahisarlı, baba mesleği körükçülük olan Emine Hanım’dır. “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et Hamdullah Suphî Tanrıöver, Sâlih Reis için: Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet “Adını dillerimizde her zaman anmağa mecbur Sevenleri toprak olmuş öksüz bir çocuk gibidir.” bulunduğumuz, bu mübarek adam iliklerine ka- ... dar Türk’tü. Okuyup yazmak bilmezdi; fakat eski ( Bırak Beni Haykırayım) Türklerin, eski gazâların hikâyesi ile dolu olan ruhu, tarihi sever oğluna okuttuğu beyitleri, diyen Mehmet Emin Yurdakul da bu hususa dik- sayfaları dinledikten sonra ‘Hey gidi günler!’ diye kat çekiyordu. Bu yazımızda Mehmet Emin geçmişe hasret çeker son devir için utanır, yerin- Yurdakul’un hayatına, edebî şahsiyetine, Türk irdi.” der. Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı’nın kuruluşundaki Mehmet Emin Bey yedi-sekiz yaşlarında Saray

28 Mektebi de denilen Sıbyan Mektebi’ne başladı. “Ben bir Türküm dinim, cinsim uludur Üç yıl sonra Beşiktaş Askerî Rüşdiye’sini girdi. Sinem özüm ateş ile doludur Ardından Mülkiye Mektebi’nin idadî kısmına İnsan olan vatanının kuludur yazıldı, ancak tasdiknâme alarak eğitimini yarıda Türk evladı evde durmaz giderim” bıraktı. 1887’de Bâbıâli Sadâret Dâiresi Evrak ... Odası[1]’na maaşsız kâtip olarak atandı. İki yıl (Anadolu’dan Bir Ses Yahud Cenge Giderken) sonra Mekteb-i Hukuk[2]’a kayıt yaptırdı. Madam Mutt’un maddî desteğiyle ABD’ye gitme, orada mısralarıyla başlayan “Anadolu’dan Bir Ses İngilizce öğrenme ve tahsiline devam etme hây- Yahud Cenge Giderken” isimli şiiriyle mil- ali Madam Mutt’un anî ölümüyle suya düşünce, lî heyecanı arttırdı. Bu şiiri 1899’da neşredilen Mekteb-i Hukuk’a dönmedi. Bâbıâli kaleminde “Türkçe Şiirler” isimli küçük şiir kitabında da yer üç yüz elli kuruş aylıklı kâtip oldu. 1890 yılında aldı. Ebuzziya Matbaasında bastırdığı “Fazilet ve Asa- “Türkçe Şiirler” yayınlanır yayınlanmaz vatan- let” adlı risaleyi Sadrazam Cevad Paşa’ya takdim perver duyguları işlediğinden takdire mazhar oldu. etti. Cevad Paşa risaleyi beğendi ve Mehmet Emin Abdülhak Hamit (Tarhan) İkdam Gazetesi’ne göre Bey’i Rüsumat Emîni[3] Hasan Fehmi Paşa’ya şairi şu sözlerle övmekteydi: tavsiye etti. Hasan Fehmi Paşa, Mehmet Emin “Türklere mahsus bir üslûp.Belki de vatanımızın Bey’i yedi yüz kuruş maaşla önce Rüsûmat Tah- dağ ve ırmaklarını andıracak şekilde yaratılıp rirat Kalemi Müsevvitliği[4]’ne, bir müddet sonra ve milliyetimize mensup demek olan bu şiir va- da Rüsûmat Evrak Kalemi Müdürlüğü[5]’ne tayin disinde devam ettiğiniz, kasaba ve nahiyelerini etti. Mehmet Emin Bey, bu dönemde İstanbul’da gösterecek şekilde ilerlemek istediğiniz taktirde olan Cemâleddin Afganî’yle tanıştı. Onun rahle-i umumî rağmetin sizi karşılamaya emin olabilir- tedrisinden geçmiş, Afganî’yi mürşid belledi. siniz. Şiiriniz okunurken yanımda bulunan yetmiş Cemâleddin Efganî hakkındaki değerlendirmeler yaşında bir ihtiyarın gözlerinden yaşlar akıyordu. ifrat-tefrit yelpazesinde geniş yer tutan bir Dediğim umumî rağbet için bunlar birer işarat, şahsiyettir. Hayrettin Karaman’a göre; belki de müjde kabul edilebilir. “XIX. yüzyıl İslam dünyasının düşünce ve si- Bâki çalışma ve gayretleriniz devamlı olsun yaset hayatından önemli yeri bulunan Efgânî’nin efendim.” hayat hikâyesinde hâlâ aydınlatılması gereken Şemseddin Sâmi şaire yazdığı bir mektupta : noktalar mevcuttur. Bu durum, kendisinin çok “ ...Milliyetçi, duygu ve fikirlerin millî bir dille hareketli bir hayat yaşamış olmasından ve kaynak- ifade edilmesi, işte şair budur, işte edebiyat bu- larda yer alan bilgilerdeki çelişkilerden ileri dur.” diyordu. gelmektedir.” Uzun süre Rüsûmet Evrak Kalemi Ancak şurası katîdir ki ; Müdürlüğü’nde kalan Mehmet Emin Bey, gizli “....bu büyük İslam müceddidi, Türk vatanında bir cemiyet olan İttihat ve Terakki’yle münasebeti Mehmet Emin Bey’i bularak halk lisanında, halk ve şiirlerinde idâre aleyhinde fikirleri işlemesi vezninde milliyetperverâne şiirler yazmasını sebebiyle Erzurum Rüsûmet Nâzırlığı’na ve teşvik etmiştir.” (Ziya Gökalp) meşruiyetin ikinci kez ilânından bir süre evvel “...açık tesirleri İslamcılar üzerinde olan Ce- Trabzon Gümrük Nâzırlığına gönderildi. 1909’da maleddin Afganî’nin İstanbul’da kaldığı dönem- ilk İttihat ve Terakki hükümetince kendisine Mat- lerde, ‘insanlar arasındaki ittihadın dil ve din buat Umum Müdürlüğü verildiyse de kabul etme- birliğine bağlı bulunduğunu’ telkin etmesi ile di. Kerhen Bahriye Nazırlığı Müşteşarlığı vazife- başta Mehmet Emin (Yurdakul) (1869-1944) ol- sini üstlendi ancak kısa süre sonra istifa etti. mak üzere Türkçüler üzerinde de tesiri olmuştur.” Daha sonra birer yıl arayla Hicâz ve Sivas (Yusuf Sarınay) Valiliğine vazifesini deruhte etti. 1910 yılında is- 1897’deki Yunan Harbi esnasında Selânik’teAsır tifa ederek İstanbul’a döndü. Bu arada 1908 yılı gazetesi ve İstanbul’da Malumat mecmuasında sonralarında aralarında Yusuf Akçura, Necip Asım neşredilen: ve Veled Çelebi, Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in de

29 yer aldığı birtakım aydınlar tarafından Türk Mehmet Emin Bey de bu heyete dahildi Derneği kurulmuş ve aynı adı taşıyan bir mecmua ve İstanbul’a dönüşüyle birlikte “Çanakkale yayın hayatına başladı.Türk Derneği daha sonra Kahramanlarına” ithaf ettiği “Ordunun Destanı” kurulacak Türk derneklerin aksine bünyesinde adlı kitabı yayınladı. “Ordunun Destanı” Mus- Osmanlı gayr-i müslimlerine ve Osmanlı tafa Kemal’den bahseden ilk manzum eser olma vatandaşı olmayan kimselere de yer veriyordu. vasfına haizdir. Ordunun destanı kitabı “Orduya Ziya Gökalp, bu faaliyetlerin âkim kalışını şu Selam” ve “Ordunun Destanı” isimli iki uzun sözlerle ifade eder: şiirden meydana gelir. 678 mısra olan “Ordunun “24 Temmuz inkılâbından sonra Türkiye’de Destanı” şiirinin son kıtaları şöyledir: Osmanlılık fikri hâkim olmuştu. Bu esnada, intişara başlayan Türk derneği mecmuası, gerek “Ey, bugüne şâhit olan sarp hisarlar bu sebepten, gerek yine tasfiyecilik cereyanına Ey, kahraman Mehmet Çavuş siperleri kapılmasından dolayı hiç bir rağmet görmedi.” Ey, Mustafa Kemallerin aziz yeri Bir başka Türkçü cemiyet olan, Türk Yurdu Ce- Ey, toprağı kanlı dağlar, yanık yarlar! miyeti 31 Ağustos 1911’de Mehmet Emin (Yur- Sizler burada gördügünüz büyük cengi dakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüse- Elde kılıç parladıkça unutmayın ; yinzâde Ali, Doktor Âkil Muhtar gibi şahsiyetler Bugünü de bundan üç bin yıl evvelki tarafından kurulmuştur. Kahramanlık devri gibi unutmayın!” Türk Yurdu Cemiyet’i “Türklerin faidesine ... çalışır” serlevhasıyla Türk Yurdu mecmuasını (Ordunun Destanı) çıkardı. Bu cemiyet,Türk Ocakları’nın hazırlık döneminde ortaya çıktığı için kurucuları daha 1916’da “Dicle Önünde” adında müstakil sonra Türk Ocakları içinde yer aldı. Türk Yurdu şiirden oluşan kitabı, 1917’de de “Hastabakıcı mecmuasının imtiyaz sahibi ve Türk Ocaklarının Kadınlar” adlı kitabı yayınlandı. kuruluş teşebbüslerine boyunca reisi Mehmet Emin Bey’dir. Yıl 1917... İttihat ve Terakki yöneticileri Mehmet Emin Bey’e Türk Yurdu mecmuasındanki vazifesini terk Mehmet Emin Bey, 1890 yılında evlendiği etmesi şartıyla İstanbul Merkez Murahhassasını Müzeyyen Hanım’ın memleketi olan teklif ettiyse de Mehmet Emin Bey kabul etmedi. Şarkîkarahisar (Şebinkarahisar) mebusuydu. 1912 yılı başlarında İttihat ve Terakki Mehmet 1918’de “Turan’a Doğru” ve “Zafer’e Doğru” Emin Bey’i o istememesine rağmen vatanî hiz- kitaplarındaki şiirleriyle askerimizi son bir gayrete metin kudsîliğini öne sürerek Erzurum Valiliği’ne davet etti. Askerimizin cephede canhıraş gayretler- gönderdi. Mehmet Emin Bey, Türk Yurdu Cemi- ine rağmen savaş aleyhimize neticelendi, akabi- yeti ve Türk Yurdu’nu Yusuf Akçura’ya devrede- nde İttihat ve Terakki kendini feshetti, ileri gelen- rek Erzurum’a gitti. Ancak 1913 yılında iktidarını leri yurtdışına çıktı. Memleket içinde bulunduğu pekiştiren İttihat ve Terakki kendisini Sivas durumdan kurtulması için milletin imkânlarını Valiliği’nden emekli sevk etti. seferber edecek kahraman evlâdını beklemek- I. Dünya Harbi yıllarında Türk milleti birden teydi. En son ocak sönmeden teslim olmamaya fazla cephede vuruşmaktayken Mehmet Emin Bey, and içen Türk milleti, İzmir’in işgalini (15 Mayıs Musul mebusudur. 1915 yılında “Tan Sesleri” 1919) telin için 23 Mayıs 1919 günü Sultanah- adlı kitabı yayınlanır. Harbiye Nezareti, I.Dünya met Meydanı’nı doldurdu. Mehmet Emin Bey, o Harbi esnasında Çanakkale Cephesi’ndeki eşsiz mahşerî kalabalığa şöyle seslendi: mücadele ve kahramanlıkları tespit ettirip bu “Kardeşler, keşke asırların geceleri ve kahramanlık destanını diğer cephelere de yaymak dünyaların mezarları gözlerime dolarak bir kör gayesiyle başlatılan harp edebiyatı meydana ge- olsaydım. Sokak sokak dilense idim de mil- tirme faaliyetleri çerçevesinde İstanbul Edebiyat letimin, kulağımı parçalayan bu felâket seslerini Heyeti’ni Çanakkale Cephesi’ne gönderdi. işitmeseydim, bu kara günleri görmeseydim. Keşke

30 göğün yıldırımları, yerin canavarları birleşerek Senin mazlum İzmir’in, yaslı Edirne’nin, esir beni kanlar içinde topraklara yuvarlasaydı da İstanbul’un, Suriye ve Türkiye’nin bütün ümitleri vatanımın bu musibeti huzurunda bulunmasaydım sende. Bunlar ezanları susmuş; minareleri, min- ve bu azapları çekmeseydim. Zira bugün uğradığı berleri yıkılmış; camileri, kandilleri kararmış ka- felâket ve musibetler o kadar acı!...” bileleriyle, esir ve mahpuslarla dolu zindanlarıyla ...“Demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir senin Anadolu’na gözlerini dikmişler, kahraman vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir evlâtlarından mucize bekliyor, vur! Senin belde- tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlâka, lerine yangınlar, çocuklarına zincirler getirenleri, zengin bir şiir ve edebiyata, dinî ve millî anan- yeşil ovalarını kemiklerle ağartanları, gümüş elere, ırkî ve vatanî hatıralara mâlik olan bir mil- ırmakları kanla kızartanları vur! Sana bir kara letin mahvolduğunu tarih göstermiyor...” yılan gibi sarılmak istenen esareti boğmak için vur! Gururlu hırsları taşlara gömmek için vur! Ve “Vur ey Türk, vatanın bakirlerine silâhın kırılıncaya kadar vur! Seni, yukarıda Al- Günahkar gömleği biçenleri vur; lah, aşağıda tarih seyrediyor, vur!” Kemikten taslarla, şarap yerine Mehmet Emin Bey, 8 Nisan 1921’de Ankara’ya Şehitler kanını içenleri vur! geçti. Millî Mücadele boyunca cephe gerisinden başta Ankara ve Adana olmak üzere milleti gayrete Vur, güzel âşıklar cenazesinden getirmek için didinip durdu. Aynı eser 1928 yılında Kırmızı meşaleler yakanları vur; “Mustafa Kemal” adıyla tekrar yayınlandı. “Kral Şehvetin raksına yetim sesinden Corc” mensur eseriyle vatanımıza hayasızca ve Besteler, şarkılar yapanları vur!” pervasızca musallat olan “tek dişi kalmış canavar”a ... çatmış. Millî Mücadele’nin zaferle neticelen- (Ey Türk Vur) mesinden sonra 2.TBBM Şebinkarahisar mebusu oldu. Bir dönem sonra- 3.dönem Şebinkarahisar II.İnönü Savaşı esnasında Yusuf Akçura ve mebusluğu sırasında- Serbest Fırka’nın kurucuları Mehmet Emin Bey İnebolu’ya geçti. Mustafa Ke- arasında yer aldı. Kısa süren bu denemenin net- mal, Anadolu’ya geçmelerinden duyduğu mem- icesiz kalması sonrası maddî ve manevî zorluk- nûniyetini ve zafer haberini çektiği telgraftaki lar uğraştı. Daha sonraki yıllarda Atatürk’ün “Türk milliyetperverliğinin ilâhi müjdecisi olan vefalı tutumuyla, Urfa ve İstanbul mebusu olarak şiirleriniz bugünkü mücadelemizin kahramanlık TBMM’de yer aldı.1939 yılında yayınladığı “An- ruhuna doğuş ufku olmuştur. Gelişinizden kara” adlı eserinde Atatürk ve inkılâplarını ne ka- duyduğum memnuniyeti ifade ile sizi milletimizin dar kıymetli bulduğunu anlattı. mübarek babası olarak selâmlarım” sözleriyle Dilin anlaşma vâsıtası olduğundan dem vurmuş, belirtmiştir. halk diline yakınlaşmasını savunmuştur, şiirde Zafer haberini duyup, İnebolu’nun Hürriyet aruz geleneğini bırakıp hece veznini tercih etmiştir. meydanında toplanan halka önce Mehmet Emin Bu husustaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir: Bey, daha sonra Yusuf Akçura nutuk irad etti. “Ben daha ziyade elemlerin, acıların ve biçare- Zafer haberini bildiren telgrafı açık artırmaya lerin şiirini duyurmak istedim. Lisana gelince… koyarak o günkü adı Hilâl-i Ahmer olan Kızılay’a Mademki bütün diller anlamak ve anlatmak için 6 000 lira para toplamışlardır. Mehmet Emin Bey’in bir vasıtadır, bizim lisanımızın da bu gayeye uzun nutkunun bir kısmını “Ey Türk Vur!” şiirinin göre halk tarafından anlaşılacak bir surette tasfi- tahlili olarak da görebiliriz; “ İnönü zaferi gururun, yesi lâzım geliyordu. Bundan dolayı biz, dilimizi tamahın muharebesi değil, vatanın, haritanın mu- Arap ve Acem terkiplerinin zincirinden kurtara- harebesidir... Peygamberimiz Hz. Muhammed’le; rak hür yapmak istedik. Şiirlerimizi de bu millî memleketi, sandukası hakarete uğrayan Gazi Sul- ve hür lisanla yazdık… Kendi millî, yani hece tan Osman, mezarlarından kefenleriyle çıkarak veznimizse dervişlerin ilâhilerinde, nefeslerinde, Söğüt önlerine gelmiştir ve Allah’ın din, vatan âşıkların koşmalarında, destanlarında ve halkın ordusuna fetih, yardım gelmiştir... Ey Türk! Vur! türkülerinde vardı. Tabiî biz bunu kabul ettik ve

31 buna bir genişlik vermeğe çalıştık. Mevzularımızı FAYDALANILAN KİTAP VE MAKALELER: memleketimizin hayatında bulduk. Hislerimizi halkın kalbinden aldık ve Türk sazı ile Türk ru- Ahmet Vehbi Ecer, Dr, İkinci İnönü Zaferinin Türk hunu terennüme başladık.” Milletine Kazandırdığı Moral Güç, Atatürk Araştırma Kendisini, Merkezi Dergisi, Sayı 44, Cilt: XV, Temmuz 1999 “Genç çağdaydım, kendimi bir dikenli yolda bul- dum; Davıd Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Ay Hıçkırıklar işittim, gül ve bülbül bağlarından. Köprüsü Yayınları Felâketler topladım, Anadolu dağlarından; Uzun sazlı Âşıklar diyarında şair oldum. Sadık Tural, Prof.Dr,Bir Hayat Hikâyesinin Ana Ezgi koydum, âhlarla, figanlarla Türk şi’rine, Çizgileri: “Millî Şair”http://www.edebiyatdergisi. Öz dilimle haykırdım, “Ey milletim, uyan!” diye; hacettepe.edu.tr/198422sadiktural.pdf -Hamdullah Viran yurdun dolaştım, bir şehrinden bir şehrine; Subhî Tanrıöver, Günebakan Saç ve sakal ağarttım ben de,`Vatan, vatan!` diye.” (BenimÖmrüm) Hayrettin Karaman, Prof. Dr, İA Cemaleddin Efgâni şiiriyle anlatan vatanperver şairimiz, 14 Ocak Maddesi 1944 günü ebediyete intikal etti. Çok sevdiği vatan toprağıyla kucaklaşan, Mehmet Emin Bey, Nurullah Çetin, Yard. Doç. Dr, Cumhuriyet Döne- Zincirlikuyu Mezarlığı’nda medfundur. Kendisini mi Türk Edebiyatında Öteki Türler- http://www.aof. rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. anadolu.edu.tr/kitap/IOLTP/2275/unite11.pdf

Bütün Eserleri: Mevhibe Savaş, Atatürk’ün Tarih Görüşü- http:// Fazilet ve Adalet (1890) turkoloji.cu.edu.tr/ATATURK/arastirmalar/mevhibe_ Türkçe şiirler (1899) savas_ataturkun_tarih_gorusu.pdf Türk Sazı (1914) Ey Türk Uyan (1914) Oyhan Hasan Bıldırki, Millî Mücadele Yıllarında Tan Sesleri (1915) Mehmet Emin Yurdakul, Hisar Dergisi, Sayı: 74 s. 18 Ordunun Destanı (1915) - 19 / Şubat 1970 Dicle Önünde (1916) Hastabakıcı Hanımlar (1917) Ömer Çakır, Araştırma Görevlisi, Türk Edebiyatında Turan’a Doğru (1918), Mustafa Kemal (Atatürk) İsminin Yer Aldığı İlk “Man- Zafer Yolunda (1918) zum” ve “Mensur” Esere Dair, Atatürk Araştırma İsyan ve Dua (1919) Merkezi Dergisi , Sayı 49, Cilt: XVII, Mart 2001) Aydın Kızları (1919) Türk’ün Hukuku (1919) Dante’ye (1920) Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi, İlgi Yayınları Mustafa Kemal (1928) Yusuf Sarınay, Doç.Dr, Türk Milliyetçiliğinin Tarihî Kral Corc’a (1928) Gelişimi ve Türk Ocakları, Ötüken Neşriyat Ankara (1939) Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, MEB Yayınları

DİPNOTLAR: [1]Sadrazam konağı evrak odası [2]Hukuk Mektebi, Hukuk Fakültesi Hamiş: [3]Gümrük Bakanı. Yusuf Akçura, Türk Ocakları’nın himayesi altında [4]Gümrük idaresinde yazı işleri müsveddelerini 1928 yılında İstanbul’da yayımlanan Türk Yılı adlı tutan kısım. yıllığın hem yayımcısı hem de başyazarıydı. Kaleme [5]Gümrük idaresinde Evrak İşleri Müdürü. aldığı ‘Türkçülüğün Tarihi’ bu yıllıkta 287-455. sayfa- lar arasında, eski harflerle yer alır.

32 NE DEMEK ŞİMDİ?

Mustafa ASLAN

Sevdâ yollarıma diken döşeyip Gelmekten şikâyet; ne demek şimdi? Hayâlde vuslatı sevip süsleyip Hasretten şikâyet; ne demek şimdi?

Garip bir düşünce, sevdâ acayip Seven sevilenden yana muzdarip Uzayan yollara gözü direyip Gelmekten şikâyet; ne demek şimdi?

Tadan anlatamaz buruk tadını Bülbüller duyamaz gül feryâdını Ölümüne sevdâ koyup adını Ölmekten şikâyet; ne demek şimdi?

Sevdâ dünyasında garip gezerken Sefere çıktım ben neş’eden erken “Gülen gözlerine doyamam.” derken Gülmekten şikâyet; ne demek şimdi?

33 GELENEĞİMİZİN YÜZ GÖRÜMLÜĞÜ (TÜRKİSTAN’DA BETAŞAR TOYU)

Cemal ŞAFAK

“Jalkın emes, jalpın kımbat Altın emes, saltım kımbat” Birimiz değil, hepimiz kıymetli… Altın değil, örfümüz kıymetli… Kazak Atasözü

Türkistan’dayım. 1995 yılı Ekim ayındayız. edilen çay özel bir renkte. Yarısı demden, yarısı Haftanın ilk günü… Sınıfımda az sayıdaki ise şerbet. Bunun karşılığı da elbette bahşiş. Orada öğrencilerime yeni bir konuyu kavratma- bulunanları bir damat yakını birer birer tanıştırıyor ya çalışırken onların hiç de istekli ve ak- geline. Her tanıştırma sonrası gelinden bir temen- tif olmadıkları dikkatimi çekiyor. Sebebini na. Son bölümde ise çay ve yemek faslı. öğrenmeye çalışıyorum ama nafile. Ders bitiyor Anadolu’da “yüz görümlüğü”, “gelin görme” ama bende merak bitmiyor. Bir kaç öğrencimi adlarını alan bu güzel geleneğin son yıllarda sınıfta alıkoyuyorum. Biraz uğraştan sonra ni- unutulmakta olduğunu üzüntüyle takip ediyo- hayetinde birisi bir kız arkadaşlarının hafta sonu rum. ”Betaşar Toyu”nun beni bozkırdaki bir edep kaçırıldığını, ailelerin barıştığını ve öğleden son- dünyasından selamlamasının anlamını ve bende ra “Betaşar” toyu yapılacağını söylüyor. Neden uyandırdığı tarifi imkansız zevki varın siz takdir üzüntülü olduklarını sorduğumda ise nüktedan bir edin. kız öğrencim: “Hem kaçarız hem ağlarız hocam!” Dilerseniz uzak coğrafyalardaki bizim olan bu diye çok anlamlı bir cevap veriyor ve “Siz de ge- Kazak milli geleneğinin gözlemlediğim bazı özel- lin toya hocam. Birlikte gidelim. Arkadaşımızı liklerini burada sizlerle paylaşayım. kutlarsınız. Ayrıca bir önemli geleneğimizi tanımış “Betaşar” kelimesi “bet” ve “aşar” kelimelerinin olursunuz. ”davetine“olur diyorum. Gerek bu toy- birleşik halde söylenmesiyle ortaya çıkmıştır. Yani da izlediklerim gerekse de araştırmalarımdan or- “Yüz” ve “Açar” kelimelerinin birleştirilmesinden. tak gelenek iklimimizde çok lezzetli bir yolculuğa Betaçar, yeni gelinin yüzünü açarak topluluğa çıkıyorum. tanıştırılması törenidir. Kazak halkının çok değer Töreni izlerken köyüm Çıldır-Aşıkşenlik’e, verdiği milli bir gelenektir. çocukluk ve gençlik dönemlerime kanat çalıyorum Gelinin yüzünü ozan bir genç şiirle açar. “Beta- bir an. Binlerce kilometre uzaklıkta olan bu iki çar” söyleyen gencin bu ozanlığına ek olarak hem geleneğin nasıl da bir ocakta piştiği, geliştiği ve türkü yapması hem güzel ve etkili konuşması hem de çağları delip günümüze efsunkar bir güzellikle de nüktedan birinin olması gerekmektedir. Beta- yansıtıldığını zevkle ve gururla seyrediyorum. çar her yerde her türlü yapılabilir. Bazı yerlerde Halamın komşu köye gelin gittiği günler. gündüz vakti hısım-akrabalar toya çağrılır. Hısım- Oğlan tarafı büyük bir salonda misafir edilmiş. akrabaların hepsi toplandıktan sonra bu tören Halam iki yanında iki yengem ve başında kırmızı yapılır. Betaçar toyunu yürütecek olan ozan genç, duvağı, ağzında yaşmağı olmak üzere salondaki toy sahipleriyle önceden anlaşarak geline selam yüz görümlük töreni için yeni yuvasının fertlerini verdireceği aile büyükleri,akraba ve yakınların eliyle selamlıyor. (temanna ediyor)1. Onlar da önem sırasına göre isim listesini çıkarır. Bunları bir tıpkı burada olduğu gibi gelinin hediyesini veriyor türkü formatı içinde karıştırmadan ve şaşırmadan ya da yanında bulunan diğer gelinlere bir miktar hafızasına yazarak hazırlığını tamamlar. para veriyor. Çay ikram ediliyor. Kaynataya ikram Başına yüzünü göstermeyecek şekilde duvak 1.Temenna etmek: Gelinin elini göğsüne, ağzına 34 ve alnına değdirerek büyükleri selamlaması. kapatan gelini iki yanına iki eltisini koyarak daha bir gelin olması yönünde bu törende tavsiye- önceden tören için hazırlanmış yere çıkarır. Tören lerde bulunulmaktadır. Tören sırasında söylenen sırasında genç gelinin iki tarafında bulunan gelin- türkünün konusu: Genel olarak büyükler önünde- lerin elti olarak en yakın seviyede elti olmaları ki terbiye ve saygı sorumluluğunu hatırlatma ve gerekmektedir. Bu geleneğin amacı yeni gelinin ders vermedir. Betaçar söyleyen kişi, aileye yeni ve yanında destek olarak duran diğer gelinlerin gelen geline bu iki gencin mutluluğunu paylaşmak sonraki yıllarda aralarındaki sevgi ve saygının için gelindiğini, bu gelen akrabaların her birinin düzenli ve ileriye dönük olması hedeflenmektedir. kim olduğu ve nasıl bir akrabalık bağı olduğunu Çünkü, ”Kelinin betin kim aşsa sol ıstık” (ge- söyler. Ata anasıyla kayınlarının (kayın ağa, linin yüzünü kim açsa o sıcak) biçimindeki kayın kardeş); Görümcelerinin (kayın abla ve sözler önceki gelin olarak destek veren elti- kayın kız kardeş) bazı özelliklerini överek dile lerle de ilgilidir. Bu sırada geline dayanarak getirir ve gelini bu kişilere karşı dizlerini büküp tutunan genç eltiler de gelinle birlikte selam verir başını eğerek selamlatır. Yakın akrabaların isim- ve yeni geline örnek gösterirler. Betaçara hazır lerini söyleyerek de onları tanıştırır. Ata-anasının olan ozan topluluk karşısındaki geline ve topluluğa sözlerini iki defa tekrarlatmadan yerine ge- ithaf ettiği türküsünü söyler. Gelinin evindeki tirmesi gerektiğini öğütler. Hısım akrabaları yerini vurgulayarak yeni yuvasındaki damadın misafirliğe geldiklerinde yüzünü asmadan onları yakınlarıyla tanıştırıp selam verdirir. ”Betaçar”ın saygı ve hürmetle karşılamayı tavsiye eder. amacı, genç kızın yeni bir aileye gelip hizmetinin Selam alan akrabalar genç geline vereceği hedi- değiştiğini bildirmektedir. Gelinin kız günlerin- yeyi söyler ve selam verdiren ozanın önüne ya deki giyim alışkanlıklarını terk etmesi ve edepli hediyesini ya da bir miktar para bırakır.

35 BETAÇAR ÖRNEĞİ:

TÜRKİYE TÜRKÇESİ KAZAK TÜRKÇESİ

Ş i m d i d i n l e y i n h ı s ı m l a r, Al tındandar, ağayın, T ü r k ü ç a ğ ı r ı p s ö y l e y e y i m . Şırkap enge salayın. Ç i f t t e l l i d o m b ı r a m ı , Kos işekti dombıra, G ü m b ü r t ü y l e ç a l a y ı m . Kümbirletip kağayın. Ta n g e ç i r e n t e c r ü b e l i g i b i , Tan asırgan tarlanday, D a ğ e t e k l e r i n d e n s a l d ı r a y ı m , Tav bökterlep şabayın. To p l u m k a r ş ı s ı n a ç o k ç ı k ı p , Top aldında köp şığıp, G ö s t e r i ş l i t o y u n ş a n s ı y ı m . Körkem toydın talayın. B e t i n i a ç ı p g e l i n i n , Betin aşıp kelinnin, B i r i ş e y a r a y a y ı m . Bir kedene jarayın. B ı l d ı r c ı n g i b i g e n ç g e l i n , Büldirşindey jas kelin, E s k i l e r i n ö r f ü y l e , Burunğının saltımen, Yu v a s ı n d a n a t l a d ı . Bosağadan attadı. A t ı v e r s i n n u r l a n a r a k , Ata bersin araylap, S e v g i n i z i n a k t a n ı . Muhabattın ak tanı. G e l i n c a n ı n e n d a m ı , Kelinjannın sımbatı, B a h ç e d e k i k ı z ı l g ü l . Kızıl güldey baktağı, G ü z e l l i ğ i n e b a k s a n , Kelbetine karasan, Ta h t t a k i p r e n s e s g i b i . Hanşayımday taktağı. A k b i l e ğ i n a k l ı ğ ı , Ak bilektin aktığı, Ö n ü n e g e l i p y a y ı l a n , Aldına akep jayğanday. A k i p e k l e p a m u k g i b i . Ak jibek pen maktanı, S ü m b ü l s a ç ı a ç ı l ı p , Sümbil şaşı tögilip, A k y ü z ü n ü k a p a t m ı ş . Akşa betin japkanı. A l t ı n t o k a t a k m a s ı , Altın şaşpav takkanı, B a l l a ş e k e r t a t m a s ı , Bal men şeker tatkanı, S ü t e k a y m a k k a t m a s ı , Sütpen kaymak katkanı. B a ş ı n a d ö n e y i m a k g e l i n , Aynalayın,ak kelin, G ü n y a r ı n a k o l u r, Küni erten-ak boladı, K ö y ü m ü z ü n ö v g ü s ü . Avılımızdın maktanı. E y y a r e n l e r y a r e n l e r ! O,jarandar,jarandar, S ö y l e d e s e n b u y u r u p , S ö y l e d e s e n b u y ı r ı p , T ü r k ü s ö z e g e l i n c e , Ölen sözge kelgende, G ö r d ü ğ ü m y o k y a s a ğ ı , Körgenim jok tıyılıp, S ö y l e n e c e k s ö z l e r d e . Kızdırmalap aytadın J a m b ı l i l e A b a y ’ ı n , Jambıl menen Abaydın R u h l a r ı n a s ı ğ ı n ı p Ruhlarına sığınıp. K a ş ı g ö z ü n a z l ı Kası közi kıyılıp, Gelin kalk eğilip. Kelinin tur iyilip. M a y ı s g ü l l e r i g i b i , Zavza mamır gülündey, K ı z ı l , y e ş i l g i y i n i p , Kızıl-jasıl kiyinip, K ı z v e d e l i k a n l ı l a r b a k a r d ı , Kız-bozbala karaydı, G ö s t e r i ş i n e y a s l a n ı p . Tulğasına suyinip.

36 G e n ç g e l i n i g ö r m e ğ e , Jas kelindi körmekke, A k d u a s ı n ı v e r m e y e , Ak batasın bermekke, İ y i l i k l e y a y ı n ı z , Jaksı menen jaysandar, G e l i p o t u r u y o r t o p l a n a n l a r. Kelip otır jıyılıp. E y g e l i n c a n g ü z e l i m , Al,kelinjan,karağım, D i y e c e ğ i ç o k a b i n i n , Aytarı köp ağanın. Ta n n u r u y l a a ç ı l a n Tan nurimen aşılğan, G ü l ü g i b i s i n d o ğ a n ı n . Gülindeysin dalanın. Ye n i ö m r e a t b i n e n , Jana ömirge attanğan, K u t l u o l s u n a d ı m ı n . Kuttı bolsın kadamın. Ç o k t a n b e r i b e k l i y o r ö z ü n ü , Köpten kütken özindi, G ö n l ü n i l e ç ı k ı v e r. Könilinen şığa bil, A t a i l e a n a n ı n , Ata menen ananın, B ü y ü k i l e b a l a n ı n , Ülken menen balanın, İ k i s ö y l e t m e d e n y e r i n e g e t i r, Eki etkizbey orında, G ü v e y i n t a l e b i n i . Küyevinnin talabın. G ü n d e k o n u k g e l s e d e , Künde konak kelse de, H i ç e k ş i t m e y ü z ü n ü . Tüyilmesin kabağın, G ü l ü p d u r s u n g ö z l e r i n , Külip jürsin janarın. Ya l a n a f ı r s a t v e r m e , Boy aldırma ösekke, Ay ı r m a y ı b i l a d a m ı n , Ayırabil adamnın İ y i i l e k ö t ü s ü n ü . Jaksısımen jamanın. E r i n g e ç l i k y o l d e ğ i l , Jaybasarlık jön emes, B a ş t a n g e ç i p o t u r m a k d a , Bastan keşip oturup, Ç a b u k o l m a k z a m a n ı . Jedeldetüv zamanın. O l s a n i y i ö z ü n e , Bolsa jaksı özine, H e r ş e y d e n h a b e r i n , Er nerseden habarın, A k l ı n l a b u l u v e r, Akılmenen taba bil, Z o r i ş l e r i n y o l u n u Kıyın istin amalın. A n l a m l ı o l s u n g e ç i m i n , . Mendi bolsın tirligin, Ta t l ı o l s u n y e m e ğ i n , Demdi bolsın tamağın. N a s i h a t ı g i b i b a b a n ı n , Ösiyetindey babanın, Ö m ü r b o y u s a y g ı l ı o l , Ömir boyı kasterle, Aşkınızın bal türküsüne. Mahabbattın bal enin. D i n l e g e l i n d a h a d a , Tında kelin tağı da, S ö z ü m d e v a r ç o k m a n a , Sözimde köp mağına. B a l a m i k i o l d u d i y e , Balam ekev boldı dep, G u r u r l a n a r a k o t u r a n , Kuvanış kıp oturğan, Atanız var değerli, Atanız bar ardaktı, K a y n a n a n v a r a ğ ı b a ş l ı Eneniz bar salmaktı, Düşünüyor samimiyetle. Oylaytuğun jan-jaktı. Akılına başvursan, Akılına jüginsen, P i ş m a n o l m a z s ı n s o n u n d a , Ökiniş kıp sonınan, Ç i ğ n e m e z s i n p a r m a ğ ı n ı . Şaynamaysın barmaktı. K a y n a t a - k a y n a n a n a b i r s e l a m ! Ata-enene bir selem! A d ı m ı n ı d o ğ r u b u l a n , Kadamındı kup körip, M u t l u l u ğ u n u d ü ş ü n e n , Bakıtındı oylağan, D u r d u ğ u y o k h a y a t ı n , Turlavı jok tirliktin

37 D e r i n l i ğ i n e b o y l a y a n , Terenine boylağan, S ü r ü n ü n c e d e n m e y e c e k Süringende demeytin, D a y a n a ğ ı n - k a y n a ğ ı n , Süyenişin-kaynağan, K a y ı n a ğ a n a b i r s e l a m ! Kaynağana bir selem! G e l e c e k s i n d i y e g u r u r l a n ı p , Sen keledi dep kuvanıp, Yu v a n a s a y g ı d u y a n , Otavındı saylağan, S u c u k v e p a s t ı r m a s ı , Kazısı men kartası, K a z a n ı n d a k a y n a y a n , Kazanında kaynağan, E l t i l e r i n g e l m i ş l e r, Abısının kelip tur, İ k i g ö z ü p a r l a y a n , Eki közi jaynağan, E l t i n e d e b i r s e l a m ! Abısınğa bir selem! İ s t e k l i o l u p g e l e n , Tilekşi bop kelip tur, İ ş t e b u r a d a k i t o p l u l u k , Mına tuğran köpşülük, H e p s i s e n i n h ı s ı m ı n , Beri senin tuvısın, B i r i o l s a s ı r d a ş ı n , Biri bolsa sırlasın, A k r a b a n ı n ç o k l u ğ u n u n - Ağayınnın köptiği- B i l e b i l s e n r ı z k ı n ı , Bile bilsen ırısın, Yo r u l u n c a n e f e s i n , Şarşağanda tınısın, İ y i o l s a n ö z l e r i , Jaksı bolsan özderi-ak, A ğ z ı n a g e t i r i p k o y a n , Avızına akep tosadı, Yu m u ş a k v e s ı c a k l o k m a y ı , Jumsağı men jılısın To p l u l u ğ a b i r s e l a m ! Köpşillikke bir selem! E l i m e , m i l l e t i m e e k l e y e c e ğ i m , El-jurtuna koskanım, T ü r k ü d e n y e m i ş s a ç t ı ğ ı m , Jırdan şaşuv şaşkanım. U n u t m a y a y ı m ö z ü m ü , Umutpayın özimdi, Başkalarının gamını düşünen, Kamın oylap baskanın Bana da gelin bir selam! Mağan da kelin bir selem!

Gelinin yüzünü açan ozan yiğide büyükler- le gelinin kaynata ve kaynanası memnuni- yetlerini bildirerek hediyesini sunarlar. Geli- nin yüzünü orada bulunanlar gördükten sonra dilek ve temennilerini söylerler. Şeker ve kuru yemiş dağıtılır (Şaşuv şaşıladı). Genç geli- nin elinden çay içmek isteyen akrabalara ge- lin çay ikram eder ve böylece “Betaçar” töreni tamamlanır. Yaşmağı ve duvağı altındaki edebiyle asırları aşıp gelen Türk analarının önünde saygıyla eğiliyor ve geleneğimin yüz görümlüğü olarak onlara yüreğimin derinliklerinden “Bir selam!” da ben gönderiyorum..

38 QARA DASTAN

Elmas YILDIRIM

Desen: Mehmet Başbuğ - Diyarbakır

Kimsə bilməz Tanrıdağın yaşını, Qazan, Başqurd batmış, Qırım sürülmüş, Duman almış Altayların başını, Mənim çəkik gözlü yarım süzülmüş, Uçurmuşdur başdan dövlət quşunu, Qonum-qonşum, bütün varım sürülmüş, Sətvətinə yüz çevirmiş zaman hey… Bulunurmu Sibiryada iman hey? Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey… Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

Dörd bir yana dağılmış Türk soyları, Türk elləri bir-birinə yadlanır, Sönmüş ocaq, köçüb getmiş boyları, Qazax, qırğız, türkmən, özbək adlanır, Dərdli-dərdli axar bozqır çayları, Azəri Türk yanar, içdən odlanır, Saxlar içdən gizli ümid, güman hey… Ana yurdun içdən halı duman hey… Qoca Türkün düşdüyü gün yaman hey… Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

Ağ alnına qara yazı yazılmış, Orqun çağlar, yatmış ellər ayılmaz, Yaylalarda düyün-dərnək pozulmuş, Tarım çayı doğru yola qoyulmaz, Gəlinlərin gur saçları çözülmüş, Hey səslənir Amu-Dərya, duyulmaz, Yada qalmış, dilər eldən aman hey… Sır-Dəryada qalmamışdır dərman hey… Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey… Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

Dağdan-dağa çarpıb getmiş doğanlar, Xəzər coşar, xəbər salar Kürünə, Qayalarda iz buraxmış al qanlar, Axıb gedər Kür sürünə-sürünə, Ordulara buyruq verməz elxanlar İdil ağlar, Altın Ordu yədinə, Nərdə qalmış Sədlər yıxan fərman hey… Aral kəndi varlığında peşman hey… Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey… Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey…

Xarab olmuş Buxarası, Başkəndi, Azərbaycan dərd içində doğulmuş, Matəm tutmuş Səmərqəndi, Daşkəndi, Sevənləri diyar-diyar qovulmuş, Kəndi söylər, tökər gözdən yaş kəndi Ağla, şair, ağla, yurdun dağılmış, Nə ozan var, nə yazan, nə şaman hey… Nərdə qopuz, nərdə qırıq kaman hey?.. Qoca Türkün düşdüyü dərd yaman hey… Nərdə böyük Vətən - nərdə Turan hey!..

39 19. YÜZYILDA TATAR SAHASINDA ORTAYA

ÇIKAN YENİLİK HAREKETLERİ

Fatma ERTÜRK*

XIX. yüzyıl Türk dünyası için bunalım ve baren Rusya idaresine girmiştir. karmaşa döneminin simgesi, Avrupa devletleri 19. yüzyıl, Tatar Türklerinin Rus idaresine kolo- için refah ve ilerlemenin sembolü olmuştur. ni olarak yaşadığı bir devirdir. 1552’de Kazan’ın Türkistan’ın Rus ve Çin işgaline uğraması üzerine Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra, Tatar bu coğrafyada önemli değişiklikler arz etmiştir. Türklerinin kültür ve medeniyetine çok büyük Bu topraklarda yaşayan hanlıklar dağılarak darbe indirildi; Müslüman Tatar halkını zorla Rusya himâyesi altında farklı adlarla yaşamlarını hıristiyanlaştırma işi başladı. Tatar Türkleri bu sürdürmek zorunda kalmışlardır. Bu makalede, hareketlere karşı koyabilmek için mücadele et- Kazan Tatar Türklerinin etnik teşekküllü, XIX. tiler. Çariçe II. Katerina zamanında, 1773 -1774 yüzyılda Kazan’da sosyal ve kültürel faaliyetler yıllarında patlak veren Pugaçev isyanından son- ve bu başlık altında İsmail Gaspıralı, Abdunnasîr ra, zorla hıristiyanlaştırma işi biraz yavaşladı. Kursavî, İbrahim Halfin, Şehabeddin Mercanî Rus idaresi, Kazan Türklerine başta ticarî, daha gibi XIX. yüzyıla damgasını vuran şahsiyetler ele sonraları siyasî ve kültürel konularda bazı im- alınacaktır. tiyazlar vermek zorunda kaldı. Tatar aydınları, Milattan sonra 4. yüzyılda İdil–Ural bölge- gençleri Buhara’ya göndermeye başladılar. Bu- sini merkez edinen Batı Hunları, Atilla’nın ölü- hara, o devirde Timur zamanındaki gibi bir müyle Avrupa’dan doğuya çekilmiştir. Hunlarla ilim merkezi olmasa da, ilim öğrenmek isteyen diğer bazı Türk boyları 5. yüzyılda Karadeniz ve gençleri kendisine çekmekteydi. Gençler Arap ve Kafkasya’nın kuzeyinde Bulgar adı altında yeni bir Fars dillerini öğreniyor, zengin kütüphanelerden siyasî birlik teşkil etmişlerdir. 6. yüzyılda bu birlik faydalanıyorlardı. Buhara’da okuyup gelen tale- parçalanmış, Bulgarların bir kısmı Macaristan’a beler halk arasında saygınlık görüyordu. Çünkü ve Balkanlara, bir kısmı Kuzey Kafkasya’ya Buhara’ya gidip gelmek o devrin şartlarına göre büyük bir kısmı da Orta İdil ve Kama nehri çevre- kolay değildi. Bu nedenden dolayı Kazan’da sine yerleşerek Büyük Bulgaristan devletini mey- zenginler tarafından medreseler açılmaya başladı. dana getirmişlerdir. 1771 yılında Kazan’da Ahunda ve Apanay adlı iki 11. yüzyılda Aşağı İdil bölgesine (Hazar ülke- medrese açıldı. Buhara modelinde eğitim veren sine) gelen Kıpçak –Kuman Türkleri Hazarlara bu medreseler, skolâstik yöntemlerle öğretimi karışarak kuzeye sokulmuşlar ve Orta İdil- Kama devam ettirseler de okuma ve yazma bilenlerin Bölgesi Bulgarlarının büyük bir kısmını kendi sayısını arttırmıştır. Şehabettin Mercanî, Hüseyin içinde eritmişlerdir. 1237’de Batu Han idaresin- Feyizhanî gibi Tatar aydınları mektep ve medrese- deki Moğol ordusu bölgede hâkimiyet kurmuş ve lerde müsbet ilimlerinde öğretim programına dâhil bölgeye çok sayıda başka Türk boyları da gelip edilmesiiçin çalıştılar. Bu tablonun değişmesinde yerleşmiştir. Böylece eski Bulgar, Kıpçak ve daha en büyük rolü Kırımlı İsmail Gaspıralı üstlendi. başka Türk boylarının karışması sonucu bugünkü O “Usûl-ı Cedîd” ile öğretim yapan mektebi açma Kazan Türkleri (Tatarları) meydana gelmiştir. başarısını gösterir ve fikirlerini “ Tercümân-ı Kazan Tatarları 1236 -1437 yılları arasında Altın Ahvâl-i Zaman” adlı gazetesinde hayata geçirir. Orda Hanlığı, 1437- 1552 yılları arasında ise Ka- 1804’te Kazan’da Kazan üniversitesi kuruldu. zan Hanlığı idaresinde yaşamış 1552’de Kazan’ın Ayrıca pek çok kitap basıldı. Osmanlı, Arap, Rus, Rus çarı IV. İvan tarafından işgal edilmesinden iti- Fars ve Avrupa edebiyatlarından kitaplar çevrildi.

*Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doktora Öğrencisi 40 Tatar aydınları eserlerinde sadece Doğu Rusya’daki Gaspıralı hareketleri ile iktisadî ve edebiyatının fikirlerini değil, Batı edebiyatının içtimaî gelişmeleri büyük bir merakla tâkip eden fikirlerini de yansıtır. Aydınların eserlerin- Gaspıralı, Müslüman Türkler’in bu gelişmelerden deki muhtevayı daha iyi anlayabilmek için faydalanamadığını ve ihmâl edildiğini fark eder. Rusya ve Avrupa’da gelişen edebiyat akımlarına Bu tespitlerinde Paris’te pedagoji eğitimi(1872) değinmek yerinde olacaktır. 19. Yüzyılın almasının ve Avrupa medeniyetini yakından başlarında Rus edebiyatında Avrupa’daki Roman- tanıma fırsatı bulmasının büyük etkisi olmuştur. tizm hareketlerinin Rus edebiyatına girmesini Paris’te 1874’e kadar kalır ve buradaki tespitlerini sağlayarak özgün bir Rus Romantizmi yaratan İstanbul’da neşrettiği “Avrupa Medeniyetine Bir Puşkin, Yevgeni Onegin (1833) adlı romanıyla Nazar-ı Muvasene” adlı risâlesinde dile getirir. Rus Gerçekçilik Akımı’nı da başlatmıştır. 19. Daha sonra İstanbul’a zâbit (subay) olmak için yüzyılın ortalarına gelindiğinde Rus edebiyatında gelir. Müracaatı kabul edilmemiştir. Fakat burada Gogol’dan başlayarak toplumsal konular önemli aydınlarla tanışma fırsatı bulur ve milletine gaze- bir yer tutmuştur. Yazarlar yapıtlarında küçük tecilik yoluyla hizmet etmeye karar verir. insanları, yoksulları, acı çekenleri, ezilenleri, Hızla modern okullar açmanın, dergiler ve gaze- bin bir güçlük içinde yaşama mücadelesi veren- teler çıkarmanın, halkı aydınlatmanın gerekliliğini leri ele almışlardır. Diğer önemli konu da din- anlayan Gaspıralı, Rus hükümetine gazete sel sorunlardır. Birçok yazarın yapıtında din- çıkarmak için başvurur ancak reddedilir(1879). sel ve toplumsal sorunları birbirinden ayırmak 1881 Şubat’ında Rusça çıkan Tavrida gazetesinde imkânsızdır. Kendisinden sonra gelen yazarları “Genç Molla” imzasıyla “Rusya Müslümanları” etkileyen Gogol, Rus gerçekçiliğinin öncülerin- başlıklı makaleler yazar. Rus idâresinde yaşayan dendir. Gogol’un gerçek mirasçısı Fyodor Dos- Türklerin haklarını savunur. Rus hükümeti 8 Mayıs toyevski eserlerinde Rus toplumundaki sıradan 1881’de “Tonguç”, 5 Ağustos 1882’de “Mir’at-ı insanı ele alırken daha sonraları toplumsal sorun- Cedîd” adlı mahallî mecmuayı çıkarmasına izin lara yönelmiştir. 19. yüzyılın ortalarına Rusya’da verir. Gazete çıkarmak için maddi sorunlar yaşayan edebiyat siyasal düşüncelerin egemen olduğu Gaspıralı Tatar zenginlerinin ve eşi Zühre hanımın bir alana dönüşmüştü. Dostoyevski gibi kilise desteğiyle 10 Nisan 1883’te “Tercüman” gazete- ve çarlık yönetimi yandaşı yazarların karşısında sini çıkarır. “Dilde, fikirde ve işte birlik” parolası aydınlanmayı ve siyasal devrimi savunan ya- ile başlattığı bu mücâdelede ilk gerçekleştirmek zarlar da vardı. Çağdaş Rus edebiyat eleştirisinin istediği eğitim hayatının düzene sokulmasıdır. Bu temellerini atan Vissarion Gregoryeviç Belinski, fikirle “Usûl-ı Cedîd” okulları açar. Aleksandr İvanoviç Herzen, Nikolay Çernişevski, Tatarların yeni usûlde mektepler açmaları İvan Sergeyeviç Turgenyev batılaşmayı savunan kolay olmamıştır. Çünkü mutaassıplar, bu usûl yazarlardandır. Rus Gerçekçiliği’nin öbür büyük bizi Ruslaştırmaya götürecek, İslâm’ı yok temsilcileri İvan Gonçarov, Aleksandr Niko- edecek gibi korkularla buna karşı çıkmışlardır. layeviç Ostrovski, Lev Tolstoy’dur. Bu bilgiler Bundan başka, Çar hükümeti Tatarların çağdaş etrafında Tatar edebiyatına ışık tutabiliriz. ilme sahip olmalarını istememektedir. Fakat İsmail Gaspıralı (1851 -1914) Kırım Bahçesaray’ın Avcıköy’ünde doğmuştur. bütün bu engellere rağmen, Usûl-ı Cedîdle Kırım’da Müslüman mektebinde ve Moskova’da öğretim yapan mektepler yayıldıkça yayılır. askerî lisede tahsil görmüştür. O dönemde Rusya Bunda, bu mekteplere maddî destek sağlayan Pan-Slavizmin ve Rus milliyetçiliğinin merke- zenginlerin ileri görüşlü olmaları büyük rol zidir. Türk-İslâm düşmanlığına dayandırılan bu oynadı. Çünkü Çar hükümeti Tatar mekteplerine Slavcılık hareketi, askerî ve sivil bütün okullara para vermediği için bu okullar zenginlerden ve hâkimdir. İsmail Gaspıralı, Slavist propagandayı halktan toplanan paralarla öğretimini yürütüyordu. ve dersleri dinlemek zorunda kalır, bu ise onu 19. yüzyılda kitap basımı, gazete ve dergi Türk milletine daha çok bağlanmaya ve haklarını çıkarımı konusunda büyük bir artış meydana müdafaa etmeye sevk eder. Bir yandan da gelmiştir. Kazan’da 3500 çeşit kitap basılmış tirajı

41 23 milyon 500 bin olmuştur. Bu sayıya Kazan’ın hareketine uygun medreseler açmayı ve kitap dışında yaşayan Tatarların bastırmış olduğu yazmayı teşvik etmiştir. Fakat İslâm dünyasındaki kitapların sayısı dahil değildir. 1804 yılında geriliğin ve taassubun çok kuvvetli olması sebe- Rusya’da Kazan Üniversitesi açılır. Üniversi- biyle, fikir hayatında topyekûn ıslahat hareketleri tede Arkeoloji, Tarih ve Etnoğrafya Derneği’nin ancak Kursavî’den sonraki devirlerde mümkün üyeleri olan N. Firsov, Spilevskiy, Berezin ve Ka- olabilmiştir. tonov gibi tanınmış ilim adamları vardır. Bunların Diğer önemli şahsiyet İbrahim Halfin (1778- yanı sıra Ş. Mercanî, K. Nasırî, İ. Halfin gibi Türk 1829)’ dir. Kazan üniversitesi profesörlerinden ilim adamları da ders veren hocalar arasındadır. olan Halfin, tarihî araştırmalarıyla tanınır. Pek Eğitim reformunun hızlanması üzerine bir çok kıymetli esere imza atmıştır. 1819’da Rusça üniversitede Türk lehçeleri ve ilâhiyat üze- olarak yazdığı Ahval-i Çingiz Han ve Aksak rinde çalışan Rus profesör Nikolay İlminskiy, Temir ile şöhret kazanan Halfin’in diğer eser- Gaspıralı’nın uygulamalarını ve fikirlerini engel- leri Prof. Fren’in idaresinde yayımladığı, Ebu’l lemek için girişimlerde bulunmuştur. Nikolay Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî’sidir. Onun İlminsky, 25 Mayıs 1876’da “çeşitli işaretlerle tarihî araştırmalara olan ilgisi dedesinden kalma harekelenmiş Rus alfabesinin” Müslüman gelenek olabilir. İbrahim Halfin’in dedesi Sait Türklerin kullandığı ayrı lehçelere uygulanmasını Halfin (? -1758) Kazan silâh ve teçhizat depo- teklif etti. Bununla da yetinmeyen İlminsky, sunun idaresinde tercüman olarak çalışmış, II. “müşterek bir Türk Tatar dili yerine, her bir boy Katerina tarafından 12 Mayıs1769 tarihinde için boy şivesinin ana dil olarak kabul ettirilmesi- “Vilâyet tercümanı“ ünvanı alarak Kazan gim- ni” ileri sürdü. Fakat Gaspıralı’nın bir nevi Türk naziyumunda (sonra 1.Kazan Lisesi) Tatar dili Rönesans’ı diyebileceğimiz yenilik hareketlerini öğretmeni olarak tayin edilmiştir. engelleyememiştir. Tercüman gazetesi Kazan’dan Sait Halfin’in 1774’te Moskova’da basılan 52 İstanbul’a Balkanlar’dan Türkistan illerine kadar sayfalık Tatar Tili Elifbası adlı eseri ilk Türkçe te- Müslüman halk tarafından en çok okunan gazete lif eserdir. Sait Halfin’den sonra Kazan lisesinde olmuştur. Tatarcayı oğlu İshak, daha sonra torunu İbrahim Gaspıralı’nın tesiriyle Rusya Türkleri arasında okuttular. yetişen önemli şahsiyetler şunlardır: Ahmed İbrahim Halfin ilk Tatar alfabesini hazırlamış Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Mirza Fetih Ali Ahundof, ve bu eseri 1778 yılında Moskova’da basılmıştır. Ziyaeddin Fahreddin, Fatih Kerimov, Musa Carul- Bundan başka Tatarcanın Grameri ve 25 bin keli- lah, Sadrî Maksûdî, Ayaz İshakî v.s. meden oluşan Rus-Tatar sözlüğünü hazırlamıştır. 19. yüzyılda Tatar cedidçilik hareketlerinin Tatarlar arasında Cedidçilik hareketinin önde önemli isimlerinden Abdulnnasîr Kursavî, gelen isimlerinden biri de Şehabeddin Mercanî’dir. İbrahim Halfin, Şehabeddin Mercanî ve Kayyum Yapacı köyünde 3 Ocak 1818’de dünyaya gelen Nasırî’den bahsetmek yerinde olacaktır. Mercanî’nin babası Bahaeddin Hazret’tir. Ba- Abdulnnasîr Kursavî, Kazan vilâyeti Kursa haeddin Hazret Yapacı köyünde imamdı. Mercanî köyünde 1771 yılında doğmuş, 1812 yılında küçük yaşta babasının medresesinde okuyarak İstanbul’da vefat etmiştir. İlk tahsilini Meçkere’de ilim ve feyz aldı. 16 yaşında babasının medre- Molla Muhammed Rahîm Ahund’un yanında, sesinde öğretmenlik yapmaya başladı. 21 yaşında sonra Buhara’da yapmıştır. Daha sonra kendi tahsil için Buhara’ya gitti. Fakat Buhara’da köyüne geri dönerek büyük medreseler yaptırmış tarih,coğrafya v.s. ilimden sayılmıyor, ancak dinî ve birçok talebe yetiştirmiştir. ilimlere önem veriliyordu. Bu hususu Alâm ebna Rusya içindeki Türkler arasında 19. yüzyılda ud-Dahr fi-Ahvâl ehl-i Maveraünnehir adlı eserin- başlayan reform ve yenileşme hareketlerinin de belirtmiş ve Kazan’da tepkilere sebep olmuştur. öncülerinden olmuştur. Eserlerinin çoğunu Arapça Mercanî 11 sene Buhara’da ayrıca iki sene yazmış, Tatarca olarak Heftiyek tefsiri (Kur’an’ın Semerkand’da kaldıktan sonra 21 Mayıs 1849’da yedide biri) adlı eseri kaleme almıştır. Tak- Kazan’a geldi. Kazan’ın 1. mescidinin imamının lidçi ve kelâmcıları tenkîd eden Kursavî, cedîd istifa etmesi nedeniyle imamlığa aday oldu. Mah-

42 keme-i Şer’iyye tarafından imamlığının tasdik hinde Kazan’ın Züye kasabasının Şırdan köyünde edilmesi üzerine 30 Mart 1850’de 1. mes- doğdu. Dedeleri ve babası bölgenin tanınmış cide imam hatip ve müderris olarak tayin âlimlerindendir. Babası küçüklüğünden itiba- edildi. Ünü artan Mercanî mollalar tarafından hoş ren Nasırî’ye temel din bilgilerini öğretti ve onu karşılanmıyordu. Çünkü Buhara’da tahsil gören- Kazan’a götürerek Beşinci Mahalle (Ak Mescit) ler en ileri gelenlerden sayılırdı. Bu mekteplerde medresesine verdi. 1855’e kadar burada dinî okuyanlar eski usûle bağlı kaldılar ve müderris- öğrenim gören Nasırî Arapça, Farsça ve gizli liklerinde de hiçbir değişiklik yapmadan asırlardan gizli Rusça öğrendi. Medreseyi tamamladıktan beri alışılagelen sistemi harfiyen uyguladılar. sonra Duhovrıy Uçilisçe ve bu okulun devamı Hocalarından duymadıkları, görmedikleri hiçbir olan İlâhiyat Akademisi’nde Tatarca öğretmenliği yeniliği kabul etmediler. Ruslaşmaktan korkarak yaptı. sıkı sıkı dine sarıldılar. Mercanî ise bu durumun 1871 yılında işten uzaklaştırıldı. 1873’te tersine her yeniliği takip edip yaymaya çalıştı. Radloff’un yardımıyla Uçitelskaya Seminarya’da 1870 yılında yeni bir kanunla medreselerde Rusça yeniden Tatarca dersleri vermeye çalıştı. 1879’a okutulması mecburiyeti kondu. Mollalar buna kadar bazı Rus mekteplerinde öğretmenlik karşı çıkarak Mercanî Rusça okutulması mec- yaptıktan sonra görevini bıraktı ve ömrünün so- buriyeti öğrenmenin faydalarını düşünerek bu işe nuna kadar başka herhangi bir resmî işte çalışmadı. karşı çıkmadı. Radloff’un ricasıyla Uçitelskaya Geçimini tercümanlık yaparak kitaplar yazarak Şkola (Muallim Mektebi)’da din ve tarih dersleri sağladı. verdi(12 Eylül 1876). 9 yıl ders okuttuktan sonra Nasırî’nin eserlerinde edep ve ahlâk meseleleri bu mektebin Ruslara yarar sağladığını düşünerek ön planda durmaktadır. Ona göre geri kalmışlıktan 1884’te istifa etti. Mercanî, İbn Haldun’un kurtulmak için sadece eğitim öğretim yeter- tarih felsefesini benimsemiş, bu anlayışla Ka- li değildir, insanın ahlâki yönden de kendini zan Türklerinin tarihini incelemeye ve tarihçi- geliştirmesi gereklidir. lik geleneğini kurmaya çalışmıştır. İdil Bulgar O filoloji, lenguistik, tarih, etnoğrafya, folklor, Türklerinin ve Kazan Tatar Türklerinin tarihi coğrafya, pedagoji ve metodoloji vb. alanlarda üzerine Türkçe olarak kaleme aldığı eser Radloff büyük hizmetler yapmış, Tatar Türklerinin ilk tarafından Rusçaya çevrilmiştir. müsbet ilimler mektebinin temellerini atmış bir O milletini düşünen, halkın cehaletten âlimdir. kurtulmasını, dinin doğru şekilde tatbik edil- Tatar Türkleri için yeni bir yazı dili ve edebi- mesini isteyen ve Kur’an’ı herkesin okuyup an- yat oluşturma çabası içine girmiştir. Bu edebi- lamaya hakkı olduğunu düşünen bir din adamıdır. yat dilinin kaynağı olarak halk dilini esas almış Mercanî Rus dilini öğrenmeyi desteklese de, ve bu düşüncesini kuvvetlendirmek için folklor bunun tehlikeli yönlerini görmüştür. Bu yüzden ve halk edebiyatı metinleri derlenmiştir. Kırk Tatarların Rusçayı öğrenmeden önce Tatarca ve Bahça, Fevahihü’l – Cülesa adlı eserlerini bu Arapçayı okuyup yazmayı öğrenmeleri gerektiği derleme-lerden meydana getirmiştir. Dilin gra- görüşündedir. mer kısmıyla ilgili olarak Unmezec (Örnek) ve O bir Tatar milliyetçisi idi. O tarihini bilmeyen Kavaidü’l – Kitabet adlı eserlerini yazmıştır. ve onu kabul etmeyen bir milletin tam hukuk- Kazan Kalenderı adıyla bir salname hazırlamış, lu bir millet olmayacağını söylerdi. Olayları ve Arapça ve Osmanlı Türkçesi ile yazılmış bazı gerçekleri objektif şekilde analiz yapmayı telkin eserleri oluşturmaya çalıştığı yeni ilmî terim- ederdi. Çünkü gelecek nesillerin karşısında so- ler için Tatarca kelimeler bulmaya çalışmış, rumluluk duymaktaydı. 72 yaşında vefat eden bulunamadığı takdirde Arapça ve Farsça ke- Mercanî’nin asıl büyük eserleri ölümünden sonra limeleri muhafaza etmek gerektiğini savunmuştur. yayınlanmıştır ve Mercanî kendinden sonra gelen 19. yüzyılda Tatar Türkleri Çar hükümetinin pek çok yazar ve düşünürü derinden etkilemiştir. Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma çabalarına Tatar cedidçilik hareketinin diğer önemli bir karşın millî benliklerine sahip çıkmayı başarırlar. ismi Kayyum Nasırî’dir. 15 Şubat 1825 tari- Tatar Türklerinin bu dönemde mektep, medrese,

43 basımhane, neşriyat girişimlerinde büyük bir artış Saray Mehmet, Türkiye Dışındaki Türklerin Basın görülür. Bu durum diğer Türk devletlerini etkililer Hayatı (XIX. Asır), Türk Kültürü Dergisi, sayı 287, ve Türk dünyasında hareketlenmeler başlar. Mart 1987, syf. 129-137. Bu faaliyetlerden rahatsızlık duyan Rus devleti Türk Dünyası El Kitabı, Ankara, 1976. 20. yüzyılda politika değiştirerek İmparatorluğu korumak için yeni usuller geliştirir. Rus Özkan Fatma, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, İnceleme- İmparatorluğunu ayakta tutmak için hürriyet, Metin-Aktarma, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü eşitlik gibi kavramlardan uzaklaşıp Tatar Türkleri- Yayınları:136, seri: IV- sayı: A.38, Ankara, X+ 958s. ni asimile etme yollarını ararlar. Bu şartlar altında Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 18. Tatar Türkleri 20. yüzyıla girer. cilt, Tatar Edebiyatı II, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2001, 275 ss. KAYNAKÇA Çağdaş Türk Lehçeleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s. 166. Agi, Ferit, XIX. Yüzyıl’da Tatar Türklerinde Ce- Türk Dünyası Üzerine İncelemeler, Akçağ Yayınları, didçilik (Millî Yenileşme) Hareketi, Türk Dünyası Ankara, s. 357-358. Araştırmaları, (57), Aralık 1988, 84-96 ss. Desen: Azeran Demirkol / Bursa Desen:

44 Bir canaminyolfərmanverilər, BÜTÜN DÜNYA SAVAŞLARI YORULAR, SİZ VEREN Nəğmə diləyənbaşsızbədənlər, Siz oxuduğunuzdandabərkdən Siz deyənnəğmələrideməkdən Nəğmə deyənbaşlaryorulmaz. Ancaq sizədəycək,toxuncaq, Bir boyundaminyolvurular, Sizə dəyəndaşlaryorulmaz. Fərman verəndilləryorular, Yorular qısmalar, boğmalar, Min illərayaqüstə,haqdan Sizi döyənkardəyənəklər, Boyun vuranəlləryorular, Min yoldarağacıqurular, Sizlərə ağlayandoğmalar, Sizlərə qoşulannəğmələr, Heç yorulmazkənyorular Vurulub düşdüyüyerdə Siz asılandarağacları, SAVAŞLAR YORULMAZ... Y üz ildənartıqbirdövrdə, minlərləqurbanverə-verəazadlıq,ölümsüzlük mübarizəsi Vaqif Bayatlı ODER

aparan İrandakı,ÇindəkiTürkbacı-qardaşlarımıza, qürur 45 Bir günruhdabədəndəyorular, Ancaq vətəneşqindəndoğulan, Qurbanlardan vətəndəyorular, Üzlər, gözlər, qaşlar yorulmaz. Bir doğmaanadandoğulanlar Bir-birini sevməkdənyorular, Bütün savaşlaryorular, durar, Doğmalardan dadoğmaolan, Əsl bacı-qardaşlaryorulmaz, Doğulcaq bayraqlarlaqalxan Dünya ancaqeşqləyeniolar, Siz verənsavaşlaryorulmaz. Bilmirəm, Tanrım necəedər, Üzlər, gözlər, qaşlarcücərər, Ancaq vətənçünvurulmağa Boy atanboyunlar, başlar, Bircəcə andaçiyninizdən Boyunlar, başlarcücərər, Qatılaşar, eşqlədurular, Vurulandan dahagözəl Çiyninizi necəbecərər, tariximizi əbədiyyətəyazanlara...

Desen: T. Gertsen / Manas Destanı’ndan ÂH İLE DİRİLMEK...

Hacer KARAKAYA

Kapattım gözlerimi, suretin karşımda… Sana, ilmik ilmik kelimelerden sözler yazıyorum. Kalbimi rübab eyledim, mızrabım bir muhabbet kuşu. Gel diyorum, yollardan, yıllardan, dağlardan, ovalardan, aşıp da gel; gel dol gönlüme … Gel sor gönlüme; kendini sor, beni sor. Değil mi ki insan insanın aynası, ben senin aynan, sen benim aynam ol! Sanadır bu içimdeki çağrı, sanadır bu içimde bitmeyen ağrı, durgun bir suyun kollarında, kalb makamından şarkılar söylüyorum.. İnsana aşkın düştüğü yerde; Adem mi Havva’yı sevmişti, Havva mı Adem’i seyretmişti? Bilemiyorum. Bu çözülmeyen muamma… Beşeriyetin çözmek istemediği, muamma! Adı aşk… Kökü ışk… Bütün ömrümüze sarılsın diye beklediğimiz sarmaşık…. Ah min-el aşk! Ateş ile su arasındaki, yandıkça yanmak istenilen; vuslatla firak içindeki aşk! Kavuştukça ayrılmak istenilen.. Mümkün, namümkün olan, buldukça kaybedilen; bu gözde başlayıp gönle dolan aşk. Malum ve meçhul olan; kalemle, kelam arasındaki söylendikçe sözün yetmediği, AŞK!… Senin yokluğunda dikenlerle sınanıyoruz, yaralar içindeyiz.. Aşk ile karılmak, yoğrulmak isterken ; bir çığ düşüyor üstümüze. Bir çığ, suskun gönüllerin çığlığından kopup gelmiş bir çığ! Sen, nefesimiz oluyorsun, sensizlik de boğuluyoruz. Ah vermeyecektim seni o riya kokan ellere, kirletmeyecektim seni, içimdeki bu âh beni yakıyor. Âşk ile yanacak gönül, âh ile sönüyor. Bir yalanın içinde kaybettim seni. Beyhûde bir çırpınış yüreğimdeki.. Oysa sen benim; varsıllığım, yoksulluğumdun. Sen benim can suyum, yalnızlıklar içinde hemhâl olduğum dostumdun. Sen, şu fakir gönlüme dolan hazinem. El değmemiş pınarlardan akan billurumdun. Akma gözlerimden ey yaş, çıkma yüreğimden ey aşk, geri gel kurul sarayına, sultanım ol! Bu kalb bu zamanın kalbi değil! Bu gönül, iki günlük hislerin beslendiği yer değil! Boncuk boncuk çektiğim, gel diye yalvardığım; günleri geceleri seninle süslediğim, rahmet rahmet gönlüme inen, yağmur yağmur gözümden düşen! Bir sazın telinden nağme nağme dökülen! Ney gibi inleyerek ayrılıklardan şikâyet eden.. Yine divâne olmak isteyen ben, yine virâne olmak dileyen ben .. Bir kitap sayfasında sakladığım gülüm, dilleri susmuş bülbülüm.. Sana bitmeyecek seslenişim! Kırılmadı kalem, bitmedi mürekkep. Yükselmedi göklere ruh, bitmedi içimdeki umut! Aşk olsun, yine gönüller aşk ile dolsun. Vesselam…

Âşık öldürmek tutalım muktezâ-yı hüsn imiş Tığ-ı hicran ile katl etmek kimin fermanıdır (Ahmet Paşa)

46 CİRİT

Mehmet ÖZDEMİR*

Desen: Mesut Dikel

Vur davula çalsın mey, meydanlar yiğit görsün Tepeden rahvan rahvan insin savaş atları Yelesinde rüzgârın açılsın kanatları Bar tutsun yürük atlar geleceğe aksın dün

Aylar yaza gebeydi kar beyazı bir gündü Sis kalkınca ovadan döndü mahşer gününe Kırat çemberler çizer doru tayın önüne Rüzgârın şarkısında şölen yahut düğündü

Asya’dan Avrupa’ya o kutlu nal sesleri Bahara çeyrek kala yağız atlara alkış Dörtnala hey dörtnala çığın altından kaçış

Yeniçağa müjdedir soylu at nefesleri Bu savaş ki Niğbolu ya da Çaldıran’a eş Çadırımız gökyüzü tuğumuz altın güneş

*Arifiye Anadolu Öğretmen Lisesi Edebiyat Öğretmeni / Sakarya 47 Desen: Ceyhan Murathanoğlu

BİR AFGAN YAZARINDA TÜRK KÜLTÜRÜNÜN İZLERİ: UÇURTMA AVCISI

Hüseyin YILDIZ*

“Uçurtma Avcısı (The Kite Runner)” Khaled izler de vardır. Romanda Kabil’de monarşinin son Hosseini’nin ilk romanı. İkincisi “Bin Muhteşem yıllarında büyüyen Emir ve Hasan adlarında iki Güneş (A Thousand Splendid Suns)”. Her ikisi çocuğun hikâyesi anlatılıyor. Aynı evde büyüyüp, de dünya çapında bir başarıyı yakaladı. Uçurtma aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen; biri Avcısı’nın bir de filmi çekildi. (Emir) ünlü ve zengin bir iş adamının, diğeriyse Khaled Hosseini, Afganistan’ın başkenti (Hasan) onun hizmetkârının oğlu olan ve aslında Kabil’de, bir diplomatın oğlu olarak dünyaya gelir. dünyaları arasında uçurumlar olan iki çocuk. Emir, Ailesi 1980’de Amerika Birleşik Devletleri’nden Peştun; Hasan ise Hazara. Çok iyi dost olan iki (ABD) sığınma hakkı elde eder ve orada yaşamaya çocuğun başından geçenler Emir’in düşüncesinde başlar. Asıl mesleği doktorluk olan Khaled Hosse- değişiklikler meydana getirir. Hasan’ı evden ini, şimdilerde Kuzey California’da (Kaliforniya) uzaklaştırmanın yolunu bulan Emir, Sovyet yaşıyor. işgali sırasında ülkeyi terk ederek babasıyla Yazarın ilk romanı olan ve İngilizce kaleme California’ya gider. Hasan ise Afganistan’da ken- alınan Uçurtma Avcısı’nda, yazarın hayatından di hayat mücadelesini vermeyi sürdürür. Aradan

* Ordu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Eski Türk Dili Asistanı 48 zaman geçip Emir anılarından ve dostundan hep vah/6), ay adı dhul-hijjah (zilhicce/1), edebi bir uzak dursa da nihayetinde geçmişi onu yakalar ve tür ghazal (gazel/4) ve bitki hashhish (haşhaş/1) zorlu bir sınavın ortasına atar. Arkadaşlığın, ihane- gibi kelimeler romanda geçen ortak kültür izleri tin ve sadakatin karşılığının anlatıldığı roman ken- arasında kendine yer bulmaktadır. di içerisinde dersler de vermektedir. Romanda dikkati çeken bir başka husus da bir Romanında Ortadoğu ve Güney Asya kültürüne kültürün temelini oluşturan eserlere ve bu eser- de epeyce yer veren Hosseini, insanı o coğrafyaya leri meydana getiren şahsiyetlere sıkça yer veril- doğru bir gezintiye çıkarıyor sanki. Afgan, Fars, mesi. Romanda geçen Hafez (Hâfız/5), Khayyam biraz da Arap kültürünün izlerine rastlanan ro- (Hayyâm/4), Rumi (Mevlânâ/4), Beydel (Bey- man üzerine; dikkatli bir inceleme yapıldığında del/2), Jami (Câmî/1), Saadi (Sâdî/2), Victor Hugo Türk kültürünün izlerini görmek mümkündür. (1) Jules Verne (1), Mark Twain (1), Ian Fleming Saygı unvanı olarak kullanılan agha (ağa/87), (1) gibi isimler ile Koran (Kur’ân/16), Shahnamah khan (han/189), khanum (hanım/20); yiyecek (Şehnâme/8), Masnawi (Mesnevî/2) gibi eserleri, içeceklerden chai (çay/2), chopan kabob (çoban tabii ki kıymetlerini de bilerek, bir yana bırakıp kebabı/1), shorwa (çorba/7), kabob (kebab/12), Mullah Nasruddin’e (Nasreddin Hoca/6) bakacak kofta (köfte/4), qurma (kurma/4), mantu (mantı/1), olursak Türk kültürü açısından ayrı bir dikkati de sabzi (sebze/1), tandoor (tandır/5) gibi kelimelerin çekmiş oluruz. Türk kültürünün bir parçası olduğu da aşikardır. Eserde üç yerde altı kez ismi zikredilen Nasred- Türk kültürüyle Afgan kültürü arasında elbette din Hoca’nın, Afgan kültüründe motive edici, ortaklıklar da yer alıyor romanda, özellikle de rahatlatıcı bir pozisyonu olması ve halen evlerde dinî kavramlarda: ayat (âyet/5), bismillah (bismil- ve meclislerde anlatılmaya devam edilmesi, her lah/2), hadj (hac/1), hijab (hicap/3), iftikhar (ifti- ne kadar Türkiye Türklerinde bu adetler unutul- har/1), ihtiram (ihtiram/2), inshallah (inşallah/13), maya yüz tutsa da, Türk kültürü için sevindirici. maghbool (makbul/1), mashallah (maşallah/7), Örnekleyecek olursak: moftakhir (müftehir/1), mohtaram (muhterem/1), Tr. 29: …Ve herhangi bir çekişmeye yol aç- mojarad (mücarat/2), mubarak (mübarek/1), mayacak şeyler okumaya başladım; Nasreddin mullah (molla/27), muslim (müslim/12), namaz Hoca’yla eşeğinin başına gelen aksilikleri, gülünç (namaz/10), namoos (namus/5), nazr (nazar/3), olayları, örneğin... nika (nikah/3), noor (nur/2), qiyamat (kıyamet/1), Eng. 15: …So I read him unchallenging things, raka’t (rekat/1), ya mowlah (ya mevlâ/1), surrah like the misadventures of the bumbling Mullah (sûre/1), salaam (selam/24). Nasruddin and his donkey… İki kültür arasındaki ortaklıklar tabii ki, dinî münas- ebetle sınırlı değil. Sözgelimi hakaret bildiren ah- *** maq (ahmak/1), övgüde kullanılan mard (mert/2), Tr. 29: Bir keresinde, yine Nasrettin Hoca’nın iltifatta söylenen mast (mest/5); akrabalık- bir öyküsünü okurken, beni durdurdu. “Bu sözün yakınlık adlarından khala (hala/38) ve padar (pe- anlamı ne?” der: baba/6), rafiq (refik: arkadaş/2); sıfatlardan “Hangisinin?” khoshteep (hoştip: yakışıklı /2), sahib (sahip: efen- “Ebleh?” di/51), shahbas (şahbaz: yiğit,gösterişli/1), yelda “Anlamını bilmiyor musun?” dedim, sırıtarak. (yelda: uzun/8); eşya adlarından kursi (kürsü/5), “Hayır, Emir Ağa” qawali (kaval/1), rubab (rübap: kemençe/3); ka- “Ama çok sık kullanılır.” vramlardan watan (vatan/7), hadia (hediye/1), “Olsun, bilmiyorum işte”… alef-beh (elifbe: alfabe/1), bakhshesh (bahşiş/2), Eng. 15: One time, I was reading him a Mullah komak (kömek: yardım/1), laaf (laf/2) ve maz- Nasruddin story and he stopped me. “What does reez (maraz: hastalık/1); gönül sözlerinden jan that word mean?” (can/100), pari (peri/1), tashakor (teşekkür/7); “Which one?” meslek olarak moalem (muallim/1), makam be- “Imbecile.” lirten shah (şah/14), ünlem şeklinde wah wah (vah “You don’t know what it means?” I said, grin

49 ning. beat his wife in return.” “Nay, Amir agha.” I laughed. Partly at the joke, partly at how Af- “But it’s such a common word!” ghan humor never changed. Wars were waged, the “Still, I don’t know it.”… Internet was invented, and a robot had rolled on the surface of Mars, and in Afghanistan we were *** still telling Mullah Nasruddin jokes. “Did you Tr. 270: Bir süre sustuk. Tam uykuya daldığını hear about the time Mullah had placed a heavy sanırken, Ferit kıkırdadı. “Ağa, Nasrettin Hoca’nın bag on his shoulders and was riding his donkey?” kızıyla ilgili hikayeyi biliyor musun? Hani bir I said. gün kızı eve gelmiş, kocasının onu dövdüğünden “No.” yakınmış?” Karanlıkta gülümsediğini hissede- “Someone on the street said why don’t you put biliyordum; benim de yüzüme bir tebessüm the bag on the donkey? And he said, “That would yayılmaktaydı. Yeryüzünde, kurnaz Hoca’ya ilişkin be cruel, I’m heavy enough already for the poor birkaç fıkra bilmeyen tek bir Afgan yoktur. thing.” “Evet?” We exchanged Mullah Nasruddin jokes until we “Hoca bunun üzerine kızı bir güzel pataklamış, ran out of them and we fell silent again. sonra da evine yollamış, ama önce sıkı sıkı tembihlemiş: Kocana de ki, Hoca’yla başa *** çıkamazsın. Kızını her dövüşünde, Hoca da senin Tr. 369: Sonra, biri bir Nasrettin Hoca fıkrası karını pataklayacak!” anlattı, kahkahaları koyuverdik. “Biliyor musun, Güldüm. Kısmen şakaya, kısmen de Afgan baban çok esprili bir adamdı”, dedi Kebir. mizahının hiç değişmemesine. Savaşlar çıkmış, Eng. 202: Then someone told a Mullah Nasrud- internet icat olmuş, bir robot Mars’ta gezinmişti din joke and we were all laughing. “You know, ve Afganistan’da biz hâlâ aynı Nasrettin Hoca your father was a funny man too,” Kabir said. fıkralarına gülüyorduk. “Hoca’nın bir kere- Çağdaş Türk edebiyatında pek rastlamamamıza sinde sırtında ağır bir çuvalla eşeğini sürdüğünü rağmen, aslen doktor olan bir Afgan yazarın, duymuş muydun?” dedim. Khaled Hosseini’nin İngilizce kaleme aldığı ilk “Hayır” romanı Uçurtma Avcısı’nda Türk kültüründen “Yolda karşılaştığı biri, neden çuvalı semerin izler bulunması, Nasrettin Hoca’nın önemli bir üzerine koymuyorsun, diye sormuş. Hoca şöyle yere konup, romanda “There wasn’t an Afghan demiş: ‘Ama bu gaddarlık olur; zavallı hayvan in the world who didn’t know at least a few jokes beni bile zor taşıyor zaten.’” about the bumbling mullah / Yeryüzünde, kurnaz Karşılıklı fıkra anlatmayı epeyce bir süre, Hoca’ya ilişkin birkaç fıkra bilmeyen tek bir Afgan fıkralar tükeninceye kadar sürdürdük, sonra yine yoktur.” cümlesinin kullanılması elbette bizleri se- sustuk. vindirmeli, hatta düşündürmeli de. Eng. 145: We fell silent for a while. Just when Başrollerini Julia Roberts ile Hugh Grant’ın I thought he had fallen asleep, Farid chuckled. oynadığı Nothing Hill filminde Anna’nın (Ju- “Agha, did you hear what Mullah Nasruddin did lia) kitapçıya (Hugh) Türkiye’yle ilgili bir kitap when his daughter came home and complained aradığını sorması ve ardından gelişen birkaç that her husband had beaten her?” I could feel dakikalık Türkiye ve kebab muhabbeti, bir zaman- him smiling in the dark and a smile of my own lar nasıl bizi heyecanlandırmış, nasıl o sahneleri formed on my face. There wasn’t an Afghan in the haber kanallarımızda, şovlarımızda kullanmışsak; world who didn’t know at least a few jokes about bu romana da aynı muameleyi göstermeli ve belki the bumbling mullah. de aynı heyecanı kendimizden esirgememeliyiz. “What?” Bir de son not, artık kültürümüzü yabancı film- “He beat her too, then sent her back to tell the lerde, kitaplarda, başka kaynaklarda aramamalı; husband that Mullah was no fool: If the bastard- yabancılara kendimiz anlatmalıyız. Yoksa, o kül- was going to beat his daughter, then Mullah would türe “bizim” diyebilir miyiz?

50 RÜCU

Sümbülzade VEHBİ

Divan Edebiyatı şairlerinden olan Sümbülzade Vehbi, “Rücu” şiirleriyle de ayrı bir ün yapmıştı. Bir gün padişah Vehbi’yi yanına çağırır ve “Bana öyle bir şiir yaz ki ilk mısrayı okuyunca içimden seni öldürmek, ikinciyi okuyunca ödüllendirmek gelsin” der.

Azm-ü hamam edelim, sürtüştürem ben sana, Kese ile sabunu, rahat etsin cism-ü can.

Lal-ı şarab içirem ve ıslatıp geçirem, Parmağına yüzüğü, hatem-i zer drahsan.

Eğil eğil sokayım, iki tutam az mıdır? Lale ile sümbülü kahkülüne nevcivan.

Diz çökerek önüne ılık ılık akıtam, Bir gümüş ibrik ile destine ab-ı revan.

Salınarak giderken arkandan ben sokam, Ard eteğin beline, olmasın çamur aman.

Kulaklarından tutam, dibine kadar sokam, Sahtiyandan çizmeyi, olasın yola revan.

Öyle bir sokayım ki, kalmasın dışarda hiç, Düşmanın bağrına, hançerimi nagehan.

Eğer arzu edersen ben ağzına vereyim, Yeter ki sen kulundan lokum iste her zaman.

Herkese vermektesin, birde bana versene Avuç avuç altını, olsun kulun şaduman.

Sen her zaman gelesin, ben Vehbi’ye veresin, Esselamun aleyküm ve aleykümüsselam...

(Azm: Toplantı, Zer: Altın, Drahsan: Süslü, Nevcivan: Genç kişi, Dest: Ayak, Sahtiyan: Kuzu derisi, Nagehan: Aniden, Şaduman: Mutlu, sevinçli)

51 URUMLARIN ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

Osman ALBAYRAK*

Tarih boyunca Türkler arasında İslam dini Rusya Federasyonu’nun içinde yaşamaktadır. dışında Musevilik, Hristiyanlık, Budizm ve Tanrı Urumlar hakkında yapılan bu çalışma yedi dini gibi dinleri benimseyen topluluklar olmuştur. bölüme ayrılmış ve Urumların: İslamiyet dışında farklı bir inancı benimseyen 1.Urum adı Türklerin bugüne kadar bilinmeyen bir kolunu 2.Urumların kökeni oluşturan Urumlar dünyanın değişik yerlerin- 3.Urumların dili de dağınık şekilde yaşamaktadırlar. Urumların 4.Urumların yaşadıkları coğrafyalar yaşadıkları coğrafyalar incelendiğinde Türklerin 5.Urumlar ve Rumeyler arasındaki farklar farklı dönemlerde egemenlik sürdükleri yerler 6.Urum göçlerinin nedenleri olması dikkat çekmektedir. 7.Urumların bugünkü durumları hakkında bilgi “Urumlar 1179–1780 yıllarında II. Katerina verilmiştir. zamanında Kırım’dan göç ettirilerek Ukrayna’nın Donetsk eyaletine yerleştirilen topluluklardır.”(1) 1. URUM ADI Türkiye’nin Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölge- Urum adı Türkler tarafından Göktürkler lerinden Gürcistan’ın Tsalka rayonuna göç eden zamanından beri kullanılagelmiştir. Genellikle Urumlar ve Kazakistan’ın Kentav şehrine göç Anadolu topraklarını adlandırmak için kullanılan eden Urumlar da vardır. bu isim daha sonra Bizans yönetimi altındaki Türk Urumların, adlandırılmaları konusunda da çeşitli ve yabancı bütün topluluklar için kullanılmıştır. Bu yorumlar yapılmıştır. Urumlar üzerinde çıkarları ismin birçok topluluk tarafından kullanılmasının olan Yunanistan, Rusya gibi ülkeler kendilerine en büyük nedeni ise Bizans İmparatorluğunun çok göre bu topluluğa isimler vermişlerdir. Yunanlılar milletli etnik yapısından ileri gelmektedir. onlara “Yunan ve Grek” derken, Gürcüler “Ber- Haklarında farklı görüşler olan Urumların, zen” diye adlandırmışlardır. SSCB zamanında res- adlandırılmaları konusunda da çeşitli yorumlar mi adı “Grek” olan Urumlara Türk araştırmacılar yapılmıştır. Urumlar üzerinde çıkarları olan Yu- ise “Hristiyan Türkler, Urum Türkleri ve Urumlar” nanistan, Rusya gibi ülkeler kendilerine göre bu şeklinde adlandırmaktadırlar. Adlandırmaların ak- topluluğa isimler vermişlerdir. “Yunanlılar onlara sine Urumların Greklerle inanç dışında hiçbir ben- Yunan ve Grek diyorlar. Gürcüler Berzen diyorlar. zerlikleri yoktur. Türkçe konuşmakta, Türkçe soy SSCB zamanında onların resmi adı Grek idi. Türk isimleri taşımaktadırlar. “( Karagaşev, Çamurliev, araştırmacılar ise Hristiyan Türkler, Urum Türkleri Tombulova, Sarıbekov…)”(2) ve Urumlar şeklinde adlandırmaktadırlar.”(3) Urumlar tarihlerini ancak göç yıllarına kadar Urum kelimesinin kökeni Rum kelimesine dayandırmaktadırlar. Bundan öncesi hakkında dayanmaktadır. Bu kelime Türkler tarafından bir bilgiye sahip değillerdir. Ruslar tarafından daima kullanılmıştır.“Urum” kelimesi Arapların Rumeyler ile birlikte Greko Tatar olarak Bizanslılara verdikleri “Rum” kelimesinin Türkçe adlandırılmaktadırlar. Fakat gerçekte bu topluluk- telaffuzu olup, daha sonra Türkler tarafından Bi- lar farklı etnik yapıdadır ve bu adlandırmada ger- zans hükümdarlığı altında yaşayan tebaalar için çek dışı bir adlandırmadır. veya Bizanslılara mahsus coğrafyada yaşayanlar Günümüzde artık yok olma tehlikesi ile karşı için toptan kullanılmıştır. Bu coğrafyada yaşayan karşıya olan Urumlar Yunanistan, Ukrayna, Güney hangi dinden veya hangi milletten olursa olsun or- Kıbrıs Rum Kesmi, Gürcistan Kazakistan ve tak adları ‘Urum’ veya ‘Rum’ olmuştur. Eşrefoğlu * Ordu Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yüksek Lisan Öğrencisi 52 Rumi, Mevlana Celaleddini Rumi, Arazi-yi Rum, rine dayanmaktadır. Bu tarihten öncesine ait çok Diyar-ı Rum, Baciyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum fazla bilgi yoktur. Bu durum Urumların köke- buna en güzel örnektir. Bunlara Rum Selçukluları nini bir bilinmezliğe doğru sürüklemektedir. tabirini de sokabiliriz. Görüldüğü gibi bazı Türkler Kırım Urumları tarihlerini Kırım’dan Donetsk’e Rum ismini ad olarak almışlar ve yine bu ismi göçlerine, Gürcistan ve Kazakistan Urumları ise çeşitli coğrafyadaki yerleşim yerlerine ad olarak Türkiye’den ayrılış yıllarına dayandırmaktadırlar. vermişlerdir. “Doğu Roma İmparatorluğu’na Urumlar hakkındaki tarihi bilgilerin sınırlı Göktürkler ‘Purum’ adını vermekteydiler”(4) ve olmasından dolayı kökenleri günümüzde tam “Oğuz Kağan Destanı’nda da bir ‘Urum Kağan’ olarak bilinmemektedir. Kökenleri hakkında bir- adı geçmektedir. çok farklı düşünce ortaya atılmıştır. Bu görüşlerden Anadolu’nun birçok şehrine Rum veya Rumi ilki dillerinde rastlanan Arapça dini terimlerin dik- adı verilmiştir. Bir rivayete göre II. Gıyaseddin kate alarak Urumları beş ayrı şekilde sınıflandıran Mesud’un Konya’ya gelerek tahta çıkışının görüştür. Bu görüşe göre: Anadolu halkı tarafından sevinçle karşılanması ve “1.Bunlar önceden İslamiyet’i kabul etmiş ve “Sultan Veled’in ‘Rumlar Türklerden kurtuldu”(5) daha sonra çeşitli nedenlerle din değiştirmiş diye sevinmesi de bu adlandırma ile alakalıdır. Türklerdir. Preazovya halkı, Gürcistan Tsalka bölgesi halkı 2.Türkçenin etkisinde kaldıkları için ana dillerini ve Kazakistan’ın Kentav bölgesi halkı kendile- unutmuş, dini terimleri de Müslüman Türklerden rine Grek ismini vermişlerdir. Etnik isim olarak öğrenmiş Türk olmayan topluluklardır. ise ‘Rumey’ ve ‘Urumi’ ve bu kelimelerden 3.Daha önce Hristiyanlığı benimsemiş, Müslü- türetilen ‘Urmeyka’, ‘Rumeysa’, ‘Rumeyus’ ve man Türklerle birlikte yaşamaya başladıklarında ‘Urumeys’ isimlerini kullanmaktadırlar. Sonradan da kendilerinden olmayan misyonerlerin terim- bu isimler Sovyetler Birliği bilim literatüründe lerini terk edip ırkdaşlarının terimlerini kullanan ‘Greko-Elen’, ‘Greko-Tatar’ adını almıştır. Her Türk topluluklardır. köy halkının kendi etnik adını kendileri verdiği de 4.Kıpçakların, Anadolu Selçukluları ile bağlanan olmuştur. “Mariupolski Pedagogiko Ekonomiçes- kollarıdır. ki İnstitüt kayıtlarına ve derleme arşivlerine 5.M.S. II.-V. asırlar arasında ve daha sonra XIV. göre, Malom Yanisoli: Harahlotı (Harahlotlar), asırlara varıncaya kadar Süryani ve Yakubi misyo- Sartana’da: Sartanotı (Sartanlar) adlarını ken- nerlerden Hristiyanlığı öğrenen Türklerin baki- dileri için kullanmışlardır.”(6) görüldüğü gibi yeleridir”(7) denilmektedir. Urumlar bulundukları bölgedeki yerleşim yerle- Tarihte Urumların yaşadığı bölgelere Grek rinden yola çıkarak kendilerine sonradan meydana kolonileri yerleşmiştir. Ancak bu coğrafyada gelmiş etnik isimlerde türetmişlerdir. Bu türetme İslamiyet’ten önce Hunlar, Avarlar, Peçenekler, Anadolu’daki Türk topluluklarına Rum isminin Kıpçaklar, Uzlar, Bulgarlar ve Hazarlar’ın dev- verilmesine benzemektedir. letler kurduğu ve bazılarının Hristiyanlığı ka- Sovyetler birliği zamanında Urumlar için bul ettikleri de bilinmektedir. Daha sonra aynı kullanılan Greko Elen veya Greko Tatar terim- coğrafyada Altınordu, Kırım Hanlığı, Selçuk- leri, komünist rejimin resmi politikası gereği, lular ve Osmanlılar gibi Müslüman Türkler de toplulukların etnik yapılarını unutturmaya yönelik yerleşmiş ve Türk kültürünün devam etmesini bir uygulamadır. Sovyet rejimi öncesinde böyle bir sağlamışlardır. Bu Türk coğrafyasında yaşayan ve adlandırılmaya rastlanılmamıştır. Günümüzde Rus çeşitli nedenlerle Hristiyanlığı veya başka dinleri ekolünden gelen bilim adamları Türk dilli Hris- tercih edenlerin içine sonradan gelerek yerleşen tiyan dinli halkları Türk’e benzer ve Grek asıllı başka milletlere mensup fertler de vardır. Ancak olarak değerlendirmektedirler. bunlar bir etnik grubu temsil edecek nitelikte değildirler. 2. URUMLARIN KÖKENİ Göktürkler zamanında “Bizans’ın Göktürklerin Urumlar hakkındaki en eski bilgiler II. Katerina düşmanı olan Avarlara, Macaristan’da yerleşme zamanında Kırım’dan çıkarılıp göç ettirilmele- izni vermesi ve Göktürklere bağlı olan Hazarlarla

53 mücadeleye girmesi Göktürkleri kızdırmıştır. deki birçok askeri ile götürmesi”(10) gerçeklerinin Bu olaylar sonucunda Bizans’a ağır bir de göz önünde bulundurulması önemli katkılar mektup yazılmış ve Bizans’ın elinde bulunan sağlayacaktır. Hristiyan olan bu şehzadelerin daha Kırım’daki Kerç kalesi Göktürkler tarafından zapt sonra Osmanlı tarafından korunduğu bilinmekte- edilmiştir.”(8) Muhtemelen bu kaleyi korumak dir. Urumların bilinen ilk vatanları olan Kırım’da için de hem Doğu hem de Batı Göktürklerinden bir Hristiyan Türk şehzadelerinin bulunması dikkate grup buraya yerleştirilmiştir. “Batı Göktürkleri- değer bir durumdur. ni oluşturan etnik grup Türgişlerdir. Türgişler Yukarıda tarihi hadiseler ışığında kökenleri bugünkü Oğuz Türkçesini konuşan Türklerin hakkında bilgiler vermeye çalıştığımız Urum- atalarıdır.”(9) Günümüz de Urumların Oğuz lar bilim dünyasının dikkatini çekmiş ve bazı Türkçesi konuşmaları bizim onları Göktürkler ile Avrupalı ve Rus bilim adamları bu topluluk üze- ilişkilendirmemize etken olabilir. rinde incelemelerde bulunmuştur. Günümüzde Urumların kökeni konusunda önemli bir Urumların halen yaşamakta olduğu Preazovya hadise de Hristiyan Bizanslılar ile Müslüman bölgesinde yapılan araştırmalar Urumlar üzeri- Türkler arasındaki savaşlarda Hristiyan Türkler ne yapılan ilk araştırmadır. “İlk olarak Mariupol ya da Hristiyanlaştırılmış Türklerin durumudur. Greklerinin yüz hatlarının farklı olduğuna dik- Oğuzların Anadolu’ya yaptığı akınları engelle- kat çeken Novorosisk Üniversitesi Profesörü V. mek için bu Hristiyanlaştırılmış tebaa Bizanslılar İ. Gregoroviç 1874 yılında, eski yazılı belgelere tarafından pek çok kere kullanılmıştır. Hristiyan rastlamak umuduyla Mariupol Grekleri arasına Türkler Anadolu’nun Doğu ve Kuzey Doğusuna 10 günlük bir araştırma gezisi yapmıştır. Türk- getirilip, Müslüman Türklere karşı Bizanslılar soylular (Eski Kırım, Manguş, Karan, Mariupol) tarafından bir ara bölge oluşturulmuştur. ve Elensoylular (Yatla, Ulfuz, Çerdaklı, Çermalık, Malazgirt ve Miryakefalon savaşlarında Sartana ve Malayanisol) arasında gezerek Bizanslılarla aynı saflarda savaşan paralı asker etnografik bilgiler toplamıştır. Kendi çalışmalarının konumundaki Uz, Peçenek ve Kuman birlikleri sonucunda ‘Mariupol Grek çalışmalarının so- taraf değiştirerek Müslüman ırkdaşlarının saflarına nucunda iki ayrı millet mevcuttur. Bu ayrılık geçmişlerdir. Bu saf değiştirme Rusların aklından onların yüz hatlarında bile bellidir”(11) sonucuna çıkmamış olsa ki XVIII-XX asırlarda Türkiye’den varmıştır. Bir başka Urum bölgesi Mariupol’da yapılan Hristiyan göçlerini, Stalin döneminde, ise “San Petersburg Üniversitesi’nden Braun Türkiye sınırlarını Türksüzleştirme politikaları araştırmalarda bulunmuştur. Braun, şahsi gözlem- gereği daha içerilere sürmüşlerdir. Bu hadise bize leri neticesinde Mariupol Greklerini, Yunan, Türk göstermektedir ki bölgede bulunan Urumlar Rus- ve Got Tipi diye 3 tipe ayırmaktadır.”(12) Mariupol lar tarafından Türklerle ilişkilendirilmiştir. bölgesinde antropolojik araştırmalara 1930’larda Oğuz Türkleri Anadolu’ya yerleşip Anadolu da devam edilmiştir. “Çekoslovakya’dan gelip Selçuklu Devletini kurduktan sonraki hadiseler Yatla Köyünde araştırmalar yapan G. Çuçukalo, bize Urumların kökenleri hakkında bazı ipuçları yerli Rumeylerin antropolojik araştırmalarını vermektedir. Urumların varlığının ötesinde yapmıştır. Bu araştırmasında 3 antropolojik tip yüzyıllar öncesinde “13.yy’da Selçuklu Sultanı bulmuştur. Bunlar Orta Akdenizli, Küçük Asyalı İzzeddin Keykavus ile Kardeşi II. Kılıçaslan ve Doğulu’dur.”(13) Yapılan bu araştırmalarda arasındaki taht kavgası İzzeddin Keykavus’un konuyu aydınlatmakta yeterli olmamakla be- Bizans’a sığınması onu takip eden binlerce raber Urumların kökeni hakkında Grek ve Türk askerinin aileleri ile birlikte Bizans tarafından oldukları düşüncesini güçlendirmektedir. Balkanlara iskân edilmesi, içlerinden oğulları Türklerin Hristiyan olduktan sonra dahi Türk dâhil olmak üzere, bazılarının Hıristiyanlığı ka- isimlerini kullanmaya devam ettiklerini gösteren bul etmesi bunun dışında Bizans ordusunda bir belge niteliğinde olan Sudakskiy Sinaksar görev almaları, daha sonra İzzeddin Keykavus’un adlı kitabın kenarında şu isimlere geçmektedir. hapsedilmesi ile Berke Han’ın olaya müdahale “Açipay kızı Anna, Çimen oğlu Samaka, Pa- ederek İzzeddin Keykavus’u Kırım’a maiyetin- paz Koltan, Tanrıkulu Orançı’nın akrabası olan

54 Yağmurçuk oğlu Çimen, Saygıdeğer Alupsun Hristiyanlaşmış Türk topluluğudur. şeklinde üç torunu saygılı Stefan oğlu Tohtemir, Tanrıkulu ayrı düşünce öne çıkmaktadır. Kutluts, Tanrıkulu Alaçu, Tanrıkulu Samakın oğlu Almalçu, Samak beyefendi oğlu Beyefendi Kons- 3. URUMLARIN DİLİ VE EDEBİYATI tantin, Makariya Akufın okur oğlu Tokta, Dimitri Çoçak’ın kızı Tanrıkulu İkugaç, Tatar İoann, Parak 3. a Urumların Dili lakaplı Paraskeva Hutlupey’in oğlu Peter vs.”(14) Kitapta bulunan bu isimler Urumların bugünkü Urumlar Türk dilinin bir diyalektini durumları ile birebir örtüşmektedir. D. Çitlov konuşmaktadırlar. Ancak içlerinde bulunan “Slavnie Greki Gruzii” adlı eserinde Urum isim- Rumeyler Grek dilini konuşmakta ve anlamak- leri verirken “D. Melikov E. Tatarova, G. Deliya- ta, Türk dilini bilmemektedirler. Bazı çevreler nov, G Muradhanidi vs.”(15) gibi isimlerden bah- tarafında Grek diye adlandırılan bir topluluğun setmektedir. bir kısmının Türkçe bilip Grekçe bilmemesi ve bir Gürcistan’ın Tsalka rayonunda yaşamakta kısmının da Grekçe bilip Türkçe bilmemesi üze- olan Urumlar ise iki ayrı topluluk şeklinde ele rinde düşünülmesi gereken bir durumdur. alınmalıdır. “Birincisi Kümbet, Santa, K-Haraba Serefimov’un aktardığı bilgilere göre köylerinde yaşayan 1858 ve 1870–1880 yıllarında “Preazovya’daki bir grup Yunan dilinde yazılan Trabzon’un Santa diye adlandırılan yerleşim biri- dini ayin kitabını hiç anlamıyor, bir grup ise çok minden göç ederek gelen Grek kökenli insanlardı. zor anlıyor. Ama Grekçe’den Türkçeye çevirilen Bunlar Tsalka (Parmaksız) rayonuna geldikle- ayin kitaplarının dili bir grup tarafından açık seçik rinde Türkçe bilmiyorlardı. Türkçeyi Urum- anlaşılıyor ve bir grup tarafında zor anlaşılıyor. lardan öğrendiler. SSCB döneminde Grek diye Bu anlaşılamazlık o denli ileri gidiyor ki kili- adlandırılan topluluğun ikinci kısmı ise Kars, Er- senin başındaki ruhani lider bile bu dili anlamıyor. zurum, Ardahan ve Bayburt çevresinden göçürü- O dönemde Rumeyler de tamamen Grek dili lerek Parmaksız’a yerleştirilen Hristiyan Türkler konuşmuyorlar. Dillerinde çok sayıda Türkçe ke- yani Urumlar idi.”(16) Bu iki gruptan Trabzon’un lime ve deyim de vardı. Bunlar da, Grek dilinde Arsin ilçesine 3 18 kilometre mesafede olan Santa değil de, Kırım Tatar dilinde ibadet edilmesini bölgesi Urumlarının ve Kümbet Urumların Pon- istiyor, denilmektedir. Bu bize aynı coğrafyada tus Rum Devletinden kalma olduklarını anlamak yaşayan iki farklı milletin varlığını göstermekte- mümkündür ve bunlara Grek diyebiliriz. Ancak dir. Erzurum, Bayburt ve Kars’dan Gürcistan’a göç Türkçe nasıl zaman içinde değişik lehçelere eden ve ana dilleri Türkçe olan Urumlara Grek de- ayrılmışsa Bizans imparatorluğunun yıkılmasından mek yanlış bir ifade olur. Bunlar gerek kültür ve sonra birbirinden kopan Bizans halkının dili olan gerekse dil bakımından Türk özelliği göstermek- Grekçe’de de değişik lehçelere ayrılmıştır. Urum- tedirler. larla beraber yaşayan Rumeyler de Grekçe’nin bir Gürcistan bölgesi Urumları ile tarafımca lehçesini konuşmaktadırlar. yapılmış olan sohbetlerde kendilerinin Grek Urumlar bilindiği gibi Rumeylerden farklı olduklarını iddia etmektedirler. Yine bu olarak Türkçe konuşmaktadırlar. A. Garkavets, konuşmalar esnasında Yunanistan’a gittiklerinde Kuzey Priazovya’nın Urum dillerini detaylı olarak onlara siz Türksünüz denildiğini söylemektedirler incelemiş ve bir de tespitlerine sonucunda, Urum “Klara Sandinidi” adlı Urum ile yaptığımız sohbet dilinde Kıpçak Oğuz unsurlarının bir hayli fazla esnasında söylediği “Bizim belden aşağımız Grek, olduğunu ifade etmektedir. Korelov bu unsurları belden yukarımız ise Türk”(17) sözü manidardır. dört gruba ayırmaktadır. Yapılan incelemeler ışığında; 1.Balşoy Yanisol, Beşev, Manguş: Oğuz unsur- 1.Urumlar Greklerin Asya’daki devamıdır. ları çok azdır. 2.Urumlar Hristiyan Türk devletlerinden kalan 2. Kermençik, Bagatır, Ulaklı: Oğuz unsurları az bir topluluktur. belirgindir. 3.Urumlar yaşadıkları bölgede zaman içinde 3.Kapan, Lapsi, Kamar, İgnatyevka: Oğuz un-

55 unsurları belirgindir. kâğıt>tyat 4.Mariupol, Stariy Kırım: Oğuz unsurları Kıpçak 6.Diğer Türkçelerde bol- olan fiil, Batı unsurlarıyla karışıktır.”(18) Türkçesinde –Türkmence hariç- “ol-” şeklindedir. Baskakov’da Urum dilinin içindeki Oğuzca Urum Türkçesinde bu fiil “ol-” şeklindedir. unsurlara dikkat çekmektedir. Baskakov kendi 7.Kelimelerde ünlü düşmesi yoğun bir şekilde çalışmalarında Urum dilini Oğuz-Selçuk Dil görülür: umut ettim>imtettim, getir->tetr, Grubunun Oğuz grubuna ait olduğunu iddia kâğıt>tyat, balalar>ballar etmektedir. Ama Kırım Tatarlarının dilini Kıpçak- 8.Türkiye Türkçesinde görülen vurgusuz orta Oğuz grubunun Kıpçak kısmına ait olduğunu hece ünlüsünün düşmesi, Urum Türkçesinde belirtir. Bu görüşe göre, Urum dili Osmanlı görülmez: aklın>ahılın.”(20) İmparatorluğu döneminde tekâmül etmiş olur. Urumların bir şiiriden yola çıkarak verilen bu Baskakov’un söylediği gibi Urum Türkçesinin özellikler bilimsel olarak kesinlik taşımamakla Osmanlılar döneminde oluştuğu düşüncesi üze- beraber, Urumların dili hakkında az da olsa fikir rinde durulması gereken bir durumdur. Çünkü sahibi olmamızı sağlaması açısından önemlidir. Urumların yaşadığı bölgede Osmanlılardan çok öncesinde Hristiyan Türk unsurlarının yaşamamış 3. b Urumların Edebiyatı olduğu aşikârdır. Urumların Kırım’dan Gürcistan’a göçlerinden Urum halkının dili üzerine çalışmalarda bulu- sonra yerleştikleri coğrafyada edebiyata ait ürün- nan Kepen, Urumların dilini harita üzerinde gös- ler vermeye başlamışlardır. Bunlar sözlü halk termektedir. Bu haritaya göre; “Alupka, Ayvasıl, edebiyatı ürünleridir. Urum sözlü edebiyatının İnkerman, Akmescit, Kermencik ve tama- ilk örnekleri 19. yüzyıla aittir. Bu örnekleri veren men Türk; Kefe, Kezlev, Çerkeskerman, Karani, şairlerin başında Coğabi gelmektedir. “Asıl adı Se- Balaklava, Kamar, Alsu, Lapsi, Bahçesaray, Beşev, fil Mağdalanovdur. ‘Allah Kerimdi’ adlı koşması Karasubazar, Eski Kırım Kıpçak özelliği taşıyan ve ‘Selim Bey’ adlı bir destanı vardır.”(21) Oğuz grubuna mensup Türke benzerler(Urumlar), Coğabi’den sonra gelen bir diğer Urum halk Şalgırbaşı, Stila, Alupka, Aluşta, Alutka, Yalta, Ma- sanatçısı ise Aşık Surayi’dir. “Asıl adı Cebrail sandra, Magaras, Nikita, Urzuf, Yeniköy, Büyük Demirov’dur. ‘Ağlaram’ redifli koşması ve ‘Ne Lanat, Kuru Özen, Demirci, Yeni Sala, Argın, o Meni Tanır, Ne de Men Onu” adlı güzellemesi Çardaklı, Uşun, Çermik, Sartana, Çermanlık, vardır.”(22) Ayazma, Şelen, Kapsihar yerleşim merkezleri Pehlevan mahlaslı Urum şairi ise Yunan milli- Elenasıllı Türk dillilerin (Rumeyler)”(19) yerleşim yetçisi olmakla beraber Türk dilinde eserler veren yeri olarak görülmektedir. bir başka âşıktır. Bundan başka Aşık Güleci, Günümüzde Urumların dili üzerinde çalışmaları Söhbeti ve Aşık Mose yine Türk dilinde eserler bulunan Osman Uyanık bir Urum şiiri “Babalar vermişlerdir. Bele Etmey!”den yola çıkarak Urum Türkçesi ile Gürcistan Urumlarından olan bu şairler ilgili 8 adet özellik göstermektedir. Bunlar: Türklerde olan âşık geleneğinin birebir aynını de- “1.Türkiye Türkçesindeki ön damak g’leri, vam ettiren insanlardır. Onlar da mahlaslar almak- Urum Türkçesinde d’dir: kel->gel-> del-; kerek- ta, onlar da koşmalar, güzellemeler söylemekte- >gerek->derek- dirler. Her türlü özelliğini Türk âşık geleneğinden 2.Türkiye Türkçesinde alıntı kelimelerdeki ön alan Urumların Türklerle olan bağlarını inkar et- seste bulunan h sesi Urum Türkçesinde düşer: mek oldukça zordur. Öyle ki Yunanistan’ın ısrarla haber>aber, hiç>iç kendi emellerine alet etmek istediği bu halkın dili, 3.Türkiye Türkçesindeki arka damak k’leri h’ye yaşadığı coğrafya ve adetlerinin yanı sıra sözlü döner: çık->çih, akıl>ahıl, kart>hart, vakte>vahte, edebi ürünleri bile Türk özelliği göstermektedir. 4.Eski Türkçedeki uzun o ünlüsü e’ye döner: “Qış olanda dağlar tipidir, qardır, yol->yel- Niye pislik edek, ölüm ki vardır, 5.Türkiye Türkçesindeki –Türkçe veya alıntı ke- Gözel sevda bir çekeni qocaldır limelerdeki- ön damak k’leri t’ye döner: kim>tim, Dilin acı etme, sözün balla get.

56 Aşıq Güleciyem, bezmedim işden, de Türkçe’den başka dil bilmiyorlardı. Onlar Saz elimde olsa qorhmam deyişten sadece Anadolu’dan değil XVIII. ve XX. yüzyılda Senin dörd oğlun var, beş de enişten İran’dan da gelmişlerdi. Önce Güney ve Kuzey Seksen beş yaşında yolun salla get.”(23) Kafkasya’ya göçüp sonra Ukrayna topraklarına Aşık Güleci’nin “Get” adlı yukarıdaki koşmasını yerleşmişlerdi. Türkler bütün Bizanslılardan gören birinin bunu Anadolu’nun herhangi bir kalma Hristiyanlara dedikleri gibi bunlara da ilinde söylenen koşmadan ayırması güçtür. Burada Urum ve Rum Milleti demişlerdi.”(26) Burada Urumların edebi gelenekleri ile ilgili söylenecek değinilmeden geçilemeyecek bir husus vardır ki bir söz varsa o da Urumların halk edebiyatının, nereden gelmiş olurlarsa olsunlar aynı topraklarda Türk halk edebiyatının bir parçası olduğudur. yaşamaya başladıktan sonra bu halkın tamamına Grek denilmektedir. Bu yanlış bir ifadedir. 4.URUMLARIN YAŞADIKLARI Günümüzde Gürcistan’nın Tsalka rayonun- COĞRAFYALAR da yaşayan Urumlar Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu’daki yerleşim yerlerinin isimlerini Urumların yaşadıkları coğrafyalar incelendi- buralara da vermişlerdir. Bu yerleşim yerlerinin ğinde Türklerin değişik dönemlerde egemenlik isimleri: Beştaş, Haraba, Olenk, Tarson, Tek Kilise, sürdükleri yerler olması dikkat çekmektedir. Bu Hadik, Handa, Özni, Gunekaya, Yedi Kilise, Kara- yerlerin başında Kırım gelmektedir. Kırımdan kom, Bayburt, Şinek, Aşkala, Ayazma, Haçkov, Urumların göçleri ile birçok yerleşim yeri Çift Kilise, Godaklar, Tecisi, Barmaksız, Çatahi, boşaltılmıştır. Darakov, Ahalik, Çolan, Kızıl Kilise, Nardevan, Greko-Tatar olarak adlandırılan bu halkın Daşbaş, Cinisi, Karak, Başkom’dur. Kırım’dan göç ettirilmesinin nedeni Kırım’ın eko- Urumların yaşadıkları coğrafyalar ana hatlarıyla nomik gücünü zayıflatarak Kırım’ı Rusya’nın hi- göçten önce Kırım bölgesi, Doğu Karadeniz ve mayesine sokup, Rusya’nın sıcak denizlere inme Doğu Anadolu’dur. Göçten sonra ise Ukrayna, politikasını gerçekleştirmektir. “Greko-Tatar nü- Gürcistan’ın Tsalka rayonu ve Kazakistan’ın Ken- fusunun dinî lideri de çeşitli vaatlerle bu siyasete tav şehridir. âlet edilir ve gerek halka ve gerekse göçmenlere vaat edilenler yerine getirilmez. Göç eden halkın 5. URUMLAR VE RUMEYLER ARASINDAKİ çoğu açlık ve hastalığa yenik düşerek ölür.(24) FARKLAR Bu vaatler halkın Kırım’da bulamayacağı büyük ayrıcalıklardır. II. Katerina’nın göç ettirilen Urumlar üzerinde bilim dünyasının genel kanaa- halka verdiği haklar; “Serbest balık avcılığı, git- ti iki ayrı topluluktan oluştukları yönündedir. Bu tikleri yerde evlerin hazır oluşu, 10 yıl vergiden topluluklar Urumlar ve Rumeyler’dir. “Urum ve muaf tutulmaları ve on yılın ardından da 1/100 Rumeyler Mariupol’e gelmeden önceki dönemde oranında vergi alınması, isteyenlere bağ ve bahçe de birbirinden farklı ve yabancı oldukları çeşitli kurarak vergisiz olarak işletme hakkı, fabrika ve kaynaklardan anlaşılmaktadır. Kırım’da yaşanan işletilmesi, kendi yöneticilerini seçme hakkı ve dönemde Elensoylulara ‘Tatlar’ ve Türksoylulara Rus askerleri tarafından”(25) korunmalarıdır. ‘Bazaryane’ adı verilmektedir. Kırım’dan göç ederek Preazovya’ya yerleşen ‘Tat’ kelimesi Türkçe sözlükte “Türklerin ege- Urum ve Rumeylere ekip dikmeleri ve bölgeyi men olduğu yerlerde yaşayan Arap veya İranlılar; şenlendirmeleri maksadıyla buralarda bulunan Hazar denizi kıyısında, İran Azerbaycan’ı sınırında araziler verilmiştir. “Bölgeye yerleştirilen halkın yaşayan, İran soyundan olan bir topluluğun adı”(27) arasına 1821–1825 yılları arasında, Anadolu’nun olarak geçmektedir. Görüldüğü gibi ‘Tat’ kelimesi Trabzon, Giresun, Erzurum ve Kars vilayetle- Türkler tarafından yabancılar için kullanılmıştır. rinden Gürcistan’ın Tsalka bölgesine ve ora- Türkler, tarafından Türk dilini konuşan Hristiyan dan da 1981–1986 yıllarında Kırım, Donetsk Urumlara ise ‘Bazariane’ ya da ‘Bazaryane’ adı ve Dniyepropetrovsk’a yerleşen 2–3 bin kadar verilmiştir. Rumeyler için kullanılan ‘tat’ kelimesi Urum da gelip katılmıştır. Onların ebeveynleri de yabancılara Türklerin verdiği bir isimdir. Urum-

57 lar ise Türkçe konuşup Grekçe bilmemektedirler. İkinci ise Doğu Anadolu ve Karadeniz’den göç Urum ve Rumeyleri birbirinden ayıran bir diğer eden Urumlardır. Bunun nedeni büyük mübadele- durum ise yaşadıkları yerlerdeki yerleşim farkıdır. dir. Bu göç; bulundukları bölgede isyan eden Kırım’dan ayrılan Urum ve Rumeyler gittikleri grupların, Osmanlı İmparatorluğu parçalandıktan yerde de farklı yerleşim merkezleri kurmuşlardı. sonra yerine kurulan milli devletlerin isteği Bunların hiçbirisinde iki topluluk beraber üzerine karşılıklı olarak değiştirme yoluna git- yaşamamaktadır. Ya farklı köyler kurmuşlardır meleri ile olmuştur. Bu değiştirmede de ırkı ya da köyün güneyine bir grup, kuzeyine bir grup değil din ve mezhepleri esas almışlardır. Urum- yerleşmiştir. lar Hristiyan olduklarından dolayı mübadeleden Sonuç olarak Urum ve Rumeyler arasındaki etkilenmişlerdir. farklar şunlardır: Üçüncü neden ise Stalin’in Rusya 1.Konuştukları diller farklıdır. Urumlar Türkçe, topraklarındaki Türk sınırlarını Türklerden Rumeyler Grekçe konuşmaktadır. arındırma politikasıdır. Bu göç dalgasından et- 2.Urumlara ‘Bazaryan’ denilip bu kelime Türkçe kilenen grup ise Kazakistan’ın Kentav şehrine Bezirgân’dan gelmekte iken Rumeylere ‘Tatlar’ yerleştirilen Urumlardır. denmekte ve Türklerle birlikte yaşayan yabancılar Yukarı belirttiğimiz göçlerde “Kırım’ı terk et- için kullanılmaktadır. mek durumunda kalan Hristiyanların tamamı 3.Urumlar ve Rumeyler aynı yerleşim yerinde Urum değildir. Ermeni ve Grekler de Urumlarla olsalar bile farklı bölümlerinde yaşamaktadırlar. birlikte Kırım’dan ayrılmışlardır. Uzun süren Görülüğü gibi iki topluluktan biri Türk özelliği göç sırasında açlık, soğuk ve hastalıktan ölen gösterirken diğeri Grek özelliği göstermektedir. Hristiyanların dışında hayatta kalanlardan Er- Kanaatimce günümüzde bu topluluğun tamamının meniler 5 köy, Grekler ve Urumlar da 22 köy Grek sanılmasındaki en büyük yanılgıya da bu kurmayı başarmışlardır.”(29) Bu durumda yalnızca ayrımın yapılamaması neden olmaktadır. Urumların göç etmediği görülmektedir.

6. URUM GÖÇLERİNİN NEDENLERİ 7. URUMLARIN BUGÜNKÜ DURUMLARI Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayınca Orto- Günümüzde Urumlar dünyanın değişik yer- doks Hristiyanlarının savunuculuğunu üstlenen lerine dağılmış durumdadırlar. Gürcistan’da Ruslar, Ortodoks mezhepli toplulukları çeşitli Tsalka ve Tsalka dışında 1989 sayımlarına göre vaatlerle isyana ve kendi sınırları içine çekmeye “100.324 Urum yaşarken 2002 yılı sayımında çalışmış ve elindeki ıssız toprakları yerleşime yaşanan göç nedeniyle bu rakam 15. 166 ”(30) açma düşüncesinden dolayı göçler olmuştur. olarak belirlenmiştir. Bu göçlerin nedeni Sovyetler Göç dalgasından etkilenen topluluklardan biri birliğinin dağılmasından sonra Rusça ve Türkçe Kırım bölgesinde yaşayan Hristiyan Urumlardır. bilen Urumlar’ın Gürcü dilini bilmediklerinden Bu göçlerin sebebini üç gruba ayırabiliriz. dolayı işsiz kalmaları gösterilebilir. Bununla be- Bunlardan ilki Kırım’dan göç ettirilen Urumlar- raber Yunanistan’ın Urumlar üzerinde oynamakta la ilgili olan beş nedendir. olduğu oyun da etkilidir. Urumlara AB vatandaşlığı “1.Kırım Hanlığı iktisaden çöktü ve gelir kaynağı vaatleriyle kapılarını açan Yunanistan Urumların kesilen Kırım Hanlığı çok geçmeden Rusların hi- Yunanistan’a göç etmesine neden olmuştur. Bu mayesine girdi. Tabii netice olarak da Kırım tama- göç günümüzde olanca hızıyla devam etmektedir. men Rusya’ya bağlandı. Gürcistan’daki Urumların aksine bulundukları 2.Ruslar tarafından işgal edilen topraklar toprakları kendine vatan bilip göç etmeyi reddeden ıssızlıktan kurtarılıp verimli hale getirildi. Urumlar da vardır. “Bugün Türk asıllı Urum halkının 3.Askeri hareketlerde bir üs olarak kullanıldı. büyük çoğunluğu, Ukrayna’nın Donetsk eyaletine 4.Göçmenlerden asker toplanarak ordunun bağlı 29 köyde yaşamaktadır. Kırım’dan çıkarılan ihtiyacı giderilmiş olundu. Urum Türkleri, Kırım’ı asla unutmamışlardır; 5.Hazine yeni bir gelir kaynağı bulmuş oldu.”(28) hatta bazıları ölümü göze alarak memleketini terk

58 Günümüz de “Hristiyan Türkler, yani Urumlar, 10.Yonca Anzerlioğlu, “Kırım’ın Hristiyan Türkleri: Urum- bugün Kırım, Ukrayna, Kazakistan, Yunanistan, lar”, Milli Folklor, 2009, Yıl: 21, S. 84, s.108-109 11.Altınkaynak, age, s. 16 Güney Kıbrıs, Rusya Federasyonu ve Gürcistan’da 12.Altınkaynak, age, s. 16 dağınık olarak yaşamakta olup nüfusları tah- 13.Altınkaynak, age, s. 16 minen 200.000’den fazladır. Gürcistan’ın Kvemo 14.Altınkaynak, age, s. 18 15.Dimitri Çitlov, Slavnie Greki Gruzii, Tiflis 1995, s.223–224 Katli vilayetine bağlı Tsalka (Parmaksız) rayo- 16.Kalaycı, age, s.144 nunda 1989 yılı sayımlarına göre 37.000 Urumun 17.Klara Sandinidi (1935), Ahelşan köyü, 12.12.2009, Cuma yaşadığı, bugün ise yaşanan göç nedeniyle bu saat 10.50 sayının 1.200’e düştüğü bilinmektedir.”(32) 18.A. Garkavets, Urumi Nadazovya, Almaata, 1999, s. 7 19.Altınkaynak, age, s. 27 Farklı coğrafyalarda dağınık olarak yaşayan 20.Osman Uyanık, “Urum Türkçesinin Türk Dili Urumlar artık yok olmayla karşı karşıya Sınıflandırmalarındaki Yeri”, Türkiyat Araştırmaları, Bahar gelmişlerdir. Yaşlılar hala eski adetlerini 2010, S. 27, s.53 21.Valeh Hacılar, Türk Dilli Gürcü, Yunan ve Aysoru Aşık- sürdürürken genç Urumlar kültürlerini devam Şairleri, Bakü 2007, 41–42 ettirmemişlerdir. 22.Hacılar, age, s.42–43 23.Hacılar, age. s.47 SONUÇ 24.Hülya Kasapoğlu Çengel, “Ukrayna’daki Urum Türkleri ve Folkloru”, Milli Folklor, 2004, Yıl:16, S.16, s.59 Urumlar bugüne kadar Tatar olarak düşünülmüş 25.Altınkaynak, age, s. 20-21 ve Kıpçak sayılmışlardır. Ruslar ise Urumlara 26.Altınkaynak, age, s. 22 Greko-Tatar adını vermişler ve Türkleşmiş Grek 27.Komisyon, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 10. saymışlardır. Bundan dolayı Yunanlılar Urum- Baskı, Ankara 2005, s.1918 28.Altınkaynak, age, s. 31 lar üzerinde yoğun olarak çalışmışlardır. Urum- 29.Anzerlioğlu, age, s.108 lar Hristiyan dinli, Türk dilli topluluklardır. 30.Kalaycı, age, s.144–145 Tarihlerini ancak Katerina’nın onları Kırım’dan 31.Kasapoğlu Çengel, age, s.59 32.Kalaycı, age, s.145 çıkarıp Ukrayna’ya göç ettirmesine kadar dayandırabilmekteyiz. KAYNAKÇA Günümüzde Ukrayna, Gürcistan, Kazakistan, ALTINKAYNAK, Erdoğan, Ortodoks Türkler Urumlar, ÜLB Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Rusya Yayınları, Ankara Temmuz 2005. ANZERLİOĞLU, Yonca, “Kırım’ın Hristiyan Türkleri: Federasyonu’nda yaşamaktadırlar. Dağınık Urumlar”, Milli Folklor, Yıl: 21, S. 84, 2009, 107–113. yaşadıkları için nüfusları tam olarak bilinmemek- A. V. Gabain, Eski Türkçenin Grameri, (Çev. Mehmet Akalın), tedir. Ankara 1998. A. Garkavets, Urumi Nadazovya, Almaata, 1999. Bilinen bir gerçek var ki Urumlar günden güne BANARLI, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı, MEB kültürel anlamda yok olmaktadır. Bunun en önemli yayınları, cilt:1, İstanbul 1983. sebepleri ana dilleri olan Türkçeyi konuşmamaları ÇİTLOV, Dimitri, Tsalkintsi Deti Gruzii, Tiflis 1992. ve Yunanistan’ın üzerlerinde gerçekleştirmek ÇİTLOV, Dimitri, Slavnie Greki Gruzii, Tiflis 1995. ÇİTLOV, Dimitri, Belichie Grekov i Greko-Smeşannie Semi, istediği emelleridir. Tiflis 1998. ERCİLASUN, Ahmet Bican, Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla DİPNOTLAR Türk Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2004. 1.Erdoğan Altınkaynak, Ortodoks Türkler Urumlar, ÜLB KALAYCI, Ünal, “Gürcistan’ın Tsalka (Parmaksız) Rayonun- Yayınları, Ankara Temmuz 2005, s. 13 da Yaşayan Urum Türklerinin Dil Ürünlerinden Örnekler”, 2.Dimitri Çitlov, Tsalkintsi Deti Gruzii, Tiflis 1992, s. 210–211 Karadeniz Dergisi, Yıl:1, S.1, Kış 2008, 143–161. 3.Ünal Kalaycı, “Gürcistan’ın Tsalka (Parmaksız) Rayonun- KASAPOĞLU ÇENGEL, Hülya, “Ukrayna’daki Urum da Yaşayan Urum Türklerinin Dil Ürünlerinden Örnekler”, Türkleri ve Folkloru”, Milli Folklor, Yıl:16, S.16, 2004, 58– Karadeniz, Yıl:1, S.1, Kış 2008, s.144 67. 4.A. V. Gabain, Eski Türkçenin Grameri, (Çev. Mehmet KOMİSYON, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 10. Akalın), Ankara 1998, s. 230 Baskı, Ankara 2005. 5.Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı, MEB yayınları, UYANIK, Osman, “Urum Türkçesinin Türk Dili cilt:1, İstanbul 1983, s.324 Sınıflandırmalarındaki Yeri”, Selçuk Türkiyat Araştırmaları, 6.Erdoğan Altınkaynak, age, s. 12 S. 27, Bahar 2010, 45–56. 7.Altınkaynak, age, s. 13 HACILAR, Valeh, Türk Dilli Gürcü, Yunan ve Aysoru Aşık- 8.Ahmet Bican Ercilasun, Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Şairleri, Bakü 2007 Dili Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2004, s. 81 Klara Sandinidi (1935), Ahelşan köyü, 12.12.2009, Cuma 9.Ercilasun, age, s. 127 saat 10.50 (Derleme)

59 MİHRİCAN

İçime yıldızlardan süzülmüş bir heyecan, Sevim ÇAKICI Gözlerin mi gördüğüm, ben hangi sulardayım, Ellerin gül dalıysa, bakışların mihrican, Ruhum paslı kördüğüm, sensiz pusulardayım, Hüznümdeki derinlik okşuyorken kaderi!

Karadeniz dalgası ömrüme kıyan hançer, Perçeminden süzülen günün son şavkı mıdır? Her gün bir kızıl öfke umutlarımı biçer Seni sende bitiren intikam şevki midir? Çizdiğin puslu resim vicdanının eseri!

Sen damlıyor saksıya narçiçeği allardan, Tek tek veda ederken hüzünlü köşelere, Kesiliyor umutlar çıkmayacak fallardan, Gariplikler sindikçe pembe menekşelere. Hayalleri incitir sevenlerin kederi!

Alevlidir buseler yalnızlık durağında, Anlamlı bakışmalar, kan ağlatır yolları, Ay karanlık, ay küskün menzilin ırağında, Kar çiçekleri süsler zemheride dalları. Görsen, tanıyamazsın bendeki derbederi!

Mumda eriyen sabır süzülür kenarından, Ruhuma desen çizer kımıldayan perdeler, Göz yaşlarım ıslanır sonsuzluk pınarından, Zamanlara hükmeden eski aşklar nerdeler? Nerde sevdalıların vuslat kokan seheri?

Billurdan fiskelerle kalbe dokunur zaman, Efkârlı bir şarkının inleyen nağmesiyle Gümüşten bir buğuyla perdelenir asuman, Desen: Mesut Dikel Giden gitmiştir eyvah, bitimsiz hevesiyle, Neden şimdi çalmıyor taş plaklar “ Makber “ i!

Hüznündeki derinlik okşuyorken kederi, Çizdiğin puslu resim vicdanının eseri! Hayalleri incitir sevenlerin kederi, Görsen, tanıyamazsın bendeki derbederi, Nerde sevdalıların vuslat bakan seheri? Neden şimdi çalmıyor taş plaklar “ Makber “ i!

60 GECENİN HÜKMÜ

Selma HARNUPÇU

Desen: Atanas Karaçoban (Kütahya)

Gecenin hükmü başladı mı susar her şey, içe döner. Maddeye dair ne varsa, hissiyatımızın ete bürünmüş şekilleri gibi konuşur fısıltıyla; geçmiş ve geleceğe çağrışım yapan anahtarları uzatır elleriyle ve güne galebe çalmanın sevinciyle yok eder şimdi’yi geceler. Ellerini uzatsan geçmiş, gözlerini kapatsan gelecek serilir namütenahi bir vadi gibi eteklerine. Bulanıklaşan dünyaya zihindekiler dökülür renk renk ve iklimlerin her çeşidi görülür bu yeni dünyada…

Gecenin hükmü başladı mı bir hastanın kulağı delip geçen nağmeleri de başlar. Dünya, hakikatlerin yansımalarını taşıyan boş bir kavanoza dönüşür. Titreten eninlerin yankıları döner boşlukta ve sinsice sarar bütün ruhu baştan ayağa. Dört bir yanı ihata eden hava boşluğunda bir yudum nefes bulunmaz ve soluklaşan dünya bir çağrıdır, duyulmaz…

Gecenin hükmü başladı mı koyulaşır yalnızlık, kararmış bulutun matemini taşıyan deniz gibi kabarır ve taşmak ister. Kendiyle hesaplaşır hesaplaşır insan ve yorulur. Üzüldüğüne üzülür, üzülmediğine hayıflanır, sevincine hüzünlenir… Gece bir perde gibi dökülür ve rengini verir her şeye. Emel ile elem kelimeleri yakınlaşır ve kopar insan bu zahiri dünyadan. Bir soluk maviye hasret yaşam damarları kurur için için…

Gecenin hükmü başladı mı gün doğar kaldırımlarda. Gecenin leyl’i Leyla’nın yüzü gibi parlar. Güneşin aydınlatamadığı şehir, ay ışığında berraklaşır ve şehrin anahtarlarını taşır sokak sakinleri. Bir kaldırım çocuğunun masum gözlerinde atan şehrin kalbi bir sarhoşun narasında parçalanır ve bir dilencinin avuçlarında yiter umudun tüm izleri…

Gecenin hükmü başladı mı unutulan tinsel varlık da zahir olur. Gün ışığının gizlediği ruhumuzu gecenin karanlığında buluruz. Maddi varlığından tecrid edilmiş vaziyette bir aynanın camında bize bakar. Zira aydınlıkta fark edilmez ışık, tıpkı hazinelerin debdebeli duvarlar arasında bulunmaması gibi…

61 BİR SERABA YANARKEN ZÜLEYHA’YA BOYANDIM

Nuray ALPER

Gözlerinde hüznümün en hisli izleri var İçimde kainatın kaç tövbekâr sancısı Salınır akşamların yüzünde sessiz vakar Pervazlarımda gezer tebessüm yalancısı

O hâyal ki uykumu her gece nasıl yakar? Sana gelir cazibem kirpiklerimde hazla Geçit vermez edebin zindana esir düşer! Koparıp esrarımı haykırıyorken nazla Adı hasret olana kalpte infilâk küser Tahayyüle zorlanır gül ve ateş; niyazla...

Sılanın haya yüzü, zambak kokan matemim Kaderinden mi aldı saçların zift rengini Terk edip efkârını kendinden kaçarken mim Sözlerin turnalara vermez mi ahengini? Gül! Bahtımın yağmuru, çilen kadar yetimim

Asi ve hırçın çocuk derûnunda gizlenir Bilirim kanatarak canını yakışını Kimse görmezken onu hudutsuzca özlenir Hissederim coşkuyla kanıma akışını O çocuk ki her fasıl gözlerimle sözlenir...

Aynalara sürdüğüm yüzün bende kalırsa Kıskanırlar gölgene bahar vuran aynımı Bir kurban celladına nasıl teslim olursa Sana öyle bir sırla uzatırım boynumu Desen: Atanas Karaçoban Uhrevan(*) da koşarım vakit beni alırsa

Bir seraba yanarken Züleyha’ya boyandım Bıraktım gözlerimi aşkın ücra yerine Edebinin narına düşüşümle uyandım Hüzzam ağıtlarımın derdinde ederi ne? Sen aşkı alıp arştan ellerime koyandın. (*) uhrevan; Doğu dilinde mahşer.

62 ÇUKUROVA NOGAYLARININ HALK KÜLTÜRÜ ARAŞTIRMASI ÇALIŞMALARI

Prof. Dr. Erman ARTUN Türk halk kültürü, geniş coğrafyada gelenek- ayrılmaları ayrı ve bağımsız birer devlet olma sel yaşamı sürdüren Türk toplulukların yüzyıllar kararları, Türk dünyasında değişim rüzgârının boyunca kendi dil, kültür ve beğenileriyle hızla esmesini sağladı. Bu, yüzyılların ötesinden oluşturup yaşattıkları kültürün ortak adıdır. Türk sürüp gelen manevî bağların gün ışığına çıkmasını halk kültürü; Türklerin göçüp yerleştikleri devlet hızlandırmış oldu. kurup egemen oldukları bütün ülkeleri kapsar. Türk Cumhuriyetleri ile özerk halkların Türklük Bu kültür halkın duygu, düşünce ve beğenisiyle düşüncesinde birleşmeleri ve kültürel birlik süzülerek günümüze gelmiş, toplum, insan ve etrafında yoğunlaşmalarıyla, ortak Türk kültürüne doğa gerçeğiyle şekillenmiştir. sahip çıkma gayreti içine girildi. Türk halk kültürü çok zengin bir yapıya sahip- Bizleri birbirine bağlayan dünyada en çok tir. Bu zenginlik köklerini tarihin derinliklerin- konuşulan beş dilden biri olan Türk dili en eski den almaktadır. Türkler, Sibirya’dan Balkanlara, yazılı belgelere sahip bir kültür dilidir. Lâtin Yemenden Hindistan’a, Çin’e kadar çok geniş esasına dayalı alfabe sistemiyle Türk dünyasında bir coğrafyaya yayılmış bu coğrafyalarda dev- büyük ölçüde yeniden yazıda birlik yolunda letler kurmuş, birçok uygarlığa etki etmiş, çeşitli önemli bir adım atılmıştır. Sovyetler Birliği’nin uygarlıklardan aldığı kültür öğelerini de Türk dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Türk kültürüyle yoğurmuştur. Bu hareketlilik Türk kül- devletleri ve akraba toplulukları kendi milli kim- türünü sürekli ve dinamik kılmıştır. İki binli yıllara liklerini “biz” duygusu içerisinde öne çıkarma girdiğimiz bu yıllarda bu dinamikler dünyada gayreti içine girmişlerdir. hareketlenmiş, çınar ağacı hem köklerinden hem Kırım, eski tarihlerden beri Türklüğün yerleştiği dallarından filizler vermeğe başlamıştır (Fığlalı, bir saha olmuştur. Hazar Denizi’nin kuzeyini takip 1996:1–5). ederek Karadeniz’in kuzeyine gelen Türk boyları, Türk kültürünün tarihi derinliği ve coğrafi bu coğrafyada yerleşerek devletlerinin çekirdeğini genişliğini vardır. Türk dünyası kültürü evrensel atmışlar ve buradan Avrupa’ya doğru akınlara kültüre çok önemli katkılar yapabilecek zengin bir başlamışlardır. kültürdür. Çağımızda küreselleşmenin getirdiği Hunlar, Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Sabarlar, sorunlara karşılık, Türk dünyası kültürü her za- Kumanlar (Kıpçaklar), Peçenekler ve Uzlar bu man müracaat edilebilecek zengin bir kaynak coğrafyada at koşturup kurultaylar düzenlemişler oluşturmaktadır. Son on yıldır, Türk dünyası çok ve güçlü siyasî teşekküller oluşturmuşlardır. Öyle hareketli, çok hızlı bir değişim sürecine girdi. ki, Kıpçak boylarının burada yerleşmesinden Bu değişim hem siyasî anlamda, hem coğrafî an- sonra bu coğrafyanın adı Deşt-i Kıpçak olmuştur. lamda hem de sosyolojik anlamda nitelenebilir.Bu Altın Ordu Hanlığı’nı kurmuşlardır. Kırım ve temelde kültürel bir zenginleşme, var olan ortak Kazan Hanlıkları, bu devletin siyasî mirasçıları kültürün zenginleşmesidir. olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Klasik dünya düzeni içinde Sovyetler Anadolu Türklüğü ile Deşt-i Kıpçak Türklüğü Birliği’nin dağılma sürecinde dengeler bozulup birleşmiş ve Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti’ne yeni oluşumlar ortaya çıkmıştır. Başta ekonomik katılmıştır. Bu birliktelik 1774 yılında imzala- ve siyasal etkileşimlerde hızlanan değişim süreci nan Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar devam hemen ardından sosyal ve kültürel alanlarda yeni etmiştir. Yapılan anlaşma ile Osmanlı himaye- arayışları, özlemleri gündeme getirmiştir. Türk sinden çıkarılan Kırım’ın yaşaması, en büyük Cumhuriyetlerinin Sovyetlerden siyasî yönden düşmanı Rusya’nın insafına bırakılmıştır. Çok

63 geçmeden 1783’de Kırım Hanlığı, Rusya gelen etkinin derecesi büyük olur. Eski kültür tarafından işgal edilmiştir. 1784’te de, işgal ürünlerinin günlük yaşamda yer alış ve günlük edilen bu Türk yurdu “Novorossıyk” eyaletine yaşama katılış olanakları azalmaktadır. Halk kül- bağlanmıştır. türü giderek unutulmaktadır. Ortak Türk kültürü küreselleşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Giderek artan küreselleşmenin Sonuç tek tipleştirme baskısına karşı, gerekli tedbirlerin Uluslararası toplantılarda, Türkiye dışındaki alınması gerekir. Türklerin durumu sık sık gündeme gelmekte, Küreselleşme karşısında büyük bir tehlike çözümler üretilmekte, geniş coğrafyaya yayılmış içinde olan ulusal kültür ve değerler irdelenip Türklük dünyasındaki kaynakları araştırmak kültür ve eğitim politikalarının tekrar gözden Türklerle ilgili kültür varlıklarını incelemek için geçirilmesi, programların yeniden geliştirilmesi neler yapılabileceği soruları tartışılmaktadır. ve yapılanması gerçeği gündeme gelmiştir. Ortak Bütün bu çalışmaları yapabilmek için yetişmiş Türk halk kültürü mirası olan bu ürünlerin eğitim kadrolara ve bunları koordine edebilecek bilimsel programlarında yer alarak gelecek kuşaklara kuruluşlara ihtiyaç olduğu açıktır. Türk Dünyasının aktarılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu- çeşitli problemleri ve kültürel yapılarıyla ilgili nun yanı sıra eğitim programları içinde nasıl ve araştırmalar yapmak için kültürel ilişki protokol- hangi yöntemlerle verilmesi gerektiği sorularına leri imzalanmış, bu konudaki çalışmalarda belli yanıt aramak gerekmektedir. Bu hızlı değişim ve bir mesafe alınmış ama bu yeterli olmamıştır. gelişim beraberinde ne yapmalıyız sorusunu da Türk bölgeleriyle uzun yıllar boyunca yaşanan getirmektedir. kopukluk, Anadolu ve diğer Türk sahalarındaki Ortak Türkoloji günlerinde Türklük Biliminin Türk araştırmacıların yapılması gereken bu belirli problemleri üzerinde “odaklanmış” çalışmalar için gerekli hazırlıkları yapmasını en- araştırılmaların yapılması amaçlanmalıdır. Her gelleyerek bütüncül ve karşılaştırmalı yaklaşımları yıl belli bir alana yönelik toplantılar düzenlenerek doğurabilecek ortak eleştirel bakışta birlik bu konular aydınlığa kavuşturulmalıdır. Yapılacak sağlanmasını geciktirmiştir. Türk toplumunun bin- çalışmalarla, binlerce yıllık ortak geçmişe sahip lerce yıllık tarihsel bir süreçte meydana getirdiği Türk kültürünün duygu ve davranış kalıpları, bilgi, halk kültürü geleneği geçmişi ve bugünüyle bir sanat ve beceri birikimi, kendi varlığı hakkındaki bütün olarak ele alınmalıdır. tarih bilinci ve ulus olma sürecindeki sosyal ve Halk kültürü ürünleri halkın kültür yapısını be- kültürel yapısı ortaya çıkacaktır. lirleyen yaşadığı toplumun dokusu milletin söz Küreselleşme olgusu kültürel değişim ve sanatlarındaki sembolüdür. Halk kültürü ürün- gelişime bağlı halk kültürünün doğal akışını lerinin Türklerin ortak duygu ve düşüncelerini dile hızlandırıp aşındırmaya başlamıştır. Küreselleşme getirmesi bakımından ve kültürün korunmasında, etkisiyle halk kültürünün halkla bağları zayıflayıp yaşatılmasında önemli işlevi vardır. kendi kaynaklarının yanı sıra yabancı kaynaklarla “Türkoloji” veya “Türklük Bilimi”, dünyada beslenmeye başlamıştır. yaşayan bütün Türkleri, her yönden inceleyen bi- Küreselleşmenin en çok hissedildiği alanlar- lim dalının adıdır. Türkoloji araştırmaları, sadece dan birisi kültür alanı iken, iletişim ve ulaşım dil, edebiyat ve tarih sahasıyla sınırlı kalmamalıdır. kaynaklarını elinde tutan devletlerin kültürleri çok Türkleri tanıma bilimi olan Türkoloji, Türkiye için rahat bir şekilde baskın duruma geçebilmektedir. elbette en önemli bilim dallarından biridir; daha Küreselleşme her kültürden birçok değeri doğrusu, olması gerekir. ortadan kaldırmaktadır; ancak kültürel erozyon, Yeterli destek sağlanmadığı için Türkoloji küresel dinamikleri ellerinde bulunduramayan ül- araştırmaları bugün istenilen düzeyde değildir. kelerin kültürlerinde olmaktadır. Bu bilim dalının gelişmesi için gerekli imkânları Hızlı küreselleşme olgusu gelecekte birçok kül- sağlanması Türkiye-Türk Dünyası ilişkilerinin türü yok edecektir. Kültür, değişen ve yeni gelen gelişimine katkıda bulunmuş olacaktır. şartlara alternatif kalıplar üretemiyorsa dışardan Ortak Türk halk kültürü ürünleri mirası korumaya

64 alınarak gelecek kuşaklara aktarılmalıdır. Bilgi 2. Türk kültürünün tanıtılması için dünyanın bel- ve eğitim boyutuna ağırlık verilerek, halk kül- li bölgelerinde Türk kültür merkezleri açılmalıdır. türü geleneği kültürel mirasının saptanması, 3. Latin esaslı ortak Türk alfabesi kararının korunması, teşviki ve aktarılmasını hedef alan Türk dili ve Türk dünyasının geleceği için haya- politikalar geliştirilmelidir. Ortak Türk halk ti önem taşıması dikkate alınarak, bu yoldaki kültürü ürünlerimizin koruma altına alınması, çalışma ve uygulamalar tamamlanmalı ve sonuca yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması hu- bağlanmalıdır. susunda da günümüz gençliğinin gerektiği şekilde 4. Türk dil, lehçe ve şivelerinin varlığının bilinçlendirilebilmesi için konunun uzmanlarına devamı yanında, ortak iletişim dili olan Türkiye ve eğitimcilere büyük görevler düşmektedir. Türkçesi’nin de gelişimi sağlanmalıdır. Kültürün kendi iç dinamikleri içindeki değişim 5. Türk dünyasının ve insanlığın ortak mirası süreçlerinde, küresel kültüre ulusaldan katkı olan tarih, kültür ve sanat değerlerinin korunması sağlama aşamalarında kültürün her unsurunun ve geliştirilerek gelecek kuşaklara aktarılması geleceğe “yaşatılarak” aktarılmasının müm- için gerekli çalışmalar yapılmalı ve tedbirler kün olmadığı görülmüştür. Günümüz halkbilimi alınmalıdır. anlayışının ham malzemelerin toplanarak ileride 6. Türklük bilimi araştırmalarında çağdaş değerlendirilmesi gibi bir lüksü yoktur. Bilgi metot ve kaynakların kullanılması yanında, Türk üretilmeli, bulgular topluma sunulmalıdır. Bilgi dünyasının kendi ihtiyaçlarına cevap verebilecek teknolojisi Türkoloji alanında kullanılarak “Türk yeni, orijinal bakış ve metotlar geliştirilmelidir. Dünyası Metin Bankası” oluşturulmalıdır. Bu 7.Türkoloji araştırmalarında günümüzün bilgi- konudaki yazılım programları desteklenmelidir. sayar teknolojisinden yararlanmak gerekir. Bu ko- Programlama alanında çalışanlarla Türkologların nudaki yazılım programları desteklenmelidir. ortak çalışmaları gerekir. Ortaklaşa düzenlenecek Bu sempozyumda Türk folklorunun belli programlara Türk Dünyası araştırmacılarının sorunları üzerine yoğunlaşıldı. Yeni açılımlar ve katılımını sağlamak; bu potansiyelin kullanılması çözümler üretilmesine ön ayak olundu. Gelecek üzerine, yorumlar yapılmalı çözümler üretilmeli- yıllarda aynı coşkuyla buluşmak dileğimizdir. dir. Türk Dünyası ile ilgili dünyada yapılmış KAYNAKÇA çalışmaları toplamak ve bu çalışmaları destekle- Altuntaş, Yener (2002), Küreselleşme Sürecinde Türk Halk Oyunları, VI.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kon- yerek Türk Dünyası ile ilgili bir arşiv ve gresi Bildirileri, Küreselleşme ve Geleneksel Kültür Seksiyon kütüphane kurmak uluslar arası toplantılar yaparak, Bildirileri, Genç Ofset, Ankara. Türk Dünyası ile ilgili problemleri çözmek için Artun, Erman (2001), Küreselleşmenin Geleneksel Türk ortak çözümler üretilmelidir. Türk Cumhuriyetle- Halk Kültürüne Etkisi, VI.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi, Küreselleşme ve Geleneksel Kültür Seksiyon- rindeki ve dünyadaki benzer kuruluşlarla işbirliği Bildirileri, Genç Ofset, Ankara. yapmak; bilgi, malzeme ve araştırmacı değişimi Erginer, Gürbüz (2002), Küreselleşme ve Geleneksel Kül- sağlanmalı ortak bilimsel toplantılar düzenlenme- tür (Bilimsel Bulguların Anlamsızlaşması), VI. Milletlerarası lidir. Türk Halk Kültürü Kongresi, Küreselleşme ve Geleneksel Tarihi miras, kültür, tüm bu zenginlikler, gü- Kültür Seksiyon Bildirileri, Genç Ofset, Ankara. Ersoy, Ersan (2002), Küreselleşme ve Geleneksel Kültür zellikler hepimizindir. Bunlar aynı zamanda Girdabında Gençlik, VI.Milletlerarası Türk Halk Kültürü insanlığın da ortak malıdır. Halk kültürü ürün- Kongresi Bildirileri, Küreselleşme ve Geleneksel Kültür Sek- lerin uluslararası ilişkilerde kullanılması kültürel siyon Bildirileri, Genç Ofset, Ankara. mirasın yaşatılıp evrensel kültüre kazandırılmasına Fığlalı, Ethem Ruhi (1996), Türk Dünyası ve Halk Kültürü Üzerine Araştırmalar, İncelemeler (Ali Abbas Çınar), Muğla. katkı sağlayacaktır. Kongar, Emre (1997), Küreselleşme ve Kültürel Farlılıklar Kültür, ulusları birbirlerine yakınlaştırmakta, Çerçevesinde Ulusal Kültür, www.kongar.org/makaleler. insanların barış ve hoşgörü içinde yaşamalarının Oğuz, M. Öcal (2001), Küreselleşme ve Ulusal Kalıt temelini oluşturmaktadır. Kavramları Arasında Türk Halkbilimi, Milli Folklor, S.50, 1. Türk kültürü araştırmaları kurumsallaştırılarak Feryal Matbaacılık, Ankara. ……………….(2002), Küreselleşme ve Uygulamalı Halkbi- bütün ülkelerle işbirliği yapılarak geliştirilmelidir. limi, Akçağ Yayınları, Ankara.

65 TÜRK’ÜN TARİH TÜRKÜSÜ

Bahattin KIZILKAYA

Yastadır Ergenekon, mahzun Tanrı Dağları İdil matem tutarken ağlıyor otağları?

Durgun akar Siriderya, yetim Orhun’a karşı Değişmiş ırmakların eski nazlı akışı

Gamdadır Bilge Kağan, Toyukuk’la, Kültigin Selenga’yla Yenisey susar sonsuza değin Gerildikçe yayımız, parladıkça mızraklar Ağlıyor Korkut Ata delirmiş Deli Dumrul Özgürce kişner oldu şaha kalkan kıratlar Titre ve dön kendine ey Türk yerinden doğrul Tanrı’nın kelamları kılıçlara işlendi Bozkurt başlı bayrağım dalgalanmaz matemle Pas tutmuş köhne düzen bu nurla güneşlendi Kırgın Pir-i Türkistan bak Arslan Bab dedemle Büyüdükçe büyüdü erdi Türk muradına Zulüm, kan, gözyaşı mı şimdi benim talihim Rastlıyoruz Bizans’ın kitaplarda adına Bir zaman şanlı iken şimdi ağlar tarihim Aldılar gökten Ay’ı nakşettiler bayrağa Hazar delirmiş gibi kavuşma sevdasıyla Bu ülküyle nice can düştü aziz toprağa Köpürmüş Karadeniz ayrılığın yasıyla Nasıl zapt edilemezse yaydan çıkan şen okla Nil Tuna’ya gizlice kuşlarla selam söyler Bayram etti dünyada bütün boynu buruklar Tuna’nın kollarında o eski şen öyküler Selam olsun Tanrı’ya al-beyaz bayrağımdan Ötüken ormanında kişnemiyor kıratlar Uzanırız göklere şimdi Tanrı dağından Devletsiz kalırsa Türk darılmaz mı KÜRŞADLAR? Kazak, Türkmen, Tatar’ı, yoktur Türkün ben- Koy ölümle kalımı bir kargının ucuna zeri Dünya’nın eksenini sıkıştır avucuna Türklüğe selam durur Kafkaslar’da Azeri

Bir devir başlayacak Domaniç’te, Söğüt’te Nogay, Uygur, Karaçay sınırda nöbet bekler Bin devlet sırrı saklı Ertuğrul’dan öğütte. Kırgız, Gagavuz, Bulgar, gönlüme gönül ekler

Osman’ım, oğulcuğum başsızlığa yeter der Selam sana Türkistan, yad et Kerkük, Musul’u Bozkurt başlı çadırda Türk’ün dertleri biter Her yürek bir ülküde, yol KIZILELMA yolu

Günden güne serilip, serpilirken bu filiz Allah’ım sen yardım et iki cihanda Türk’e Birimiz her ne isek bu vatana hep biriz Selamlar yolluyoruz Cennet’te ATATÜRK’e

66 Yüksek LisanÖğrencisi, *Ordu ÜniversitesiTürk DiliveEdebiyatı Bölümü aaa isnaı aşlmd klaıdğ görü- kullanıldığı karşılamada insanları yaşayan bölgede o yalnızca olmadığı gurup etnik bir lenin edi - kast kelimesinden Hazar çıkarak yola bilgi- lerden ettiğimiz elde müessirlerinden onların ve özel halkının likleriyle bağdaşmaktadır. Hazar haliyle Bu kullanılmıştır. serbest karşılığıyla manasında gezer olmayan, bağlı yere bir yaşayan, bu Türkçesinde Anadolu şunlardır: yaygınları en Bunlardan değerlendirilmektedir. kullanılır. Kelimenin anlamı bu gün birçok şekilde Hazari aa, oa; Latincede Grekçede Kozar; Hazar, aalrn aaıı öed oua eserler oluşan dönemde yaşadığı Hazarların anlamında Gez u sm rpaa l-aa; İbranicede el’-Hazar; Arapçada isim Bu şeklinde; Çincede Ko-sa ve Ka-sat şeklinde Rusçada Khazaroi; öüdn türemiş, kökünden kaz hzr, Gazari; Chazari, Gürcücede Kozar; HAZAR TÜRKLERİ Pınar ÖZDEMİR* - 67 üzerinde yer alan laı üaeeil Hzraı mne ile menşei Hazarların bağdaştırılabileceği yönündedir. ismi münasebetiyle kabile bir olması ve oluşu keli kökenli geçen Uygur menin bahsi burada incelemeler Yapılan birbirinden bir etnonim (etnik grup ismi) olarak değerlendirilir. yerlerde kelime sebebiyle kullanılması şekilde bağlantısız kullanıldığı Kelimenin kişiler muhtelif nen kısa bir süre sonra kazınan sonra süre bir kısa halklarla yaşayan bütünleşir. bünyesinde Devleti’nin Ha- kelime zar diye ise sonra Hazar Daha hepsi adlandırılmaktadır. göçebelerin değişen sürekli kıyılarında kuzey Denizi’nin Hazar Önceleri lür. aı trzaa amn aiçlrn üü bir büyük tarihçilerin rağmen itirazlara Bazı 744 yılında Uygur Kağanlığı’nın kurulmasından gsr gasar harf grubunu konuyla ilgile Terhin veTes şeklinde okumaktadır. şeklinde

Desen: Elif Şenel

yazıtları - - çoğunluğu Hazarların bir Türk boyu olduğunu yan Hazarlar, 7-10. yylar arasında Kafkaslarda, kabul etmektedirler. İbni Miskavayh, Taberi, Me- Karadeniz’in kuzeyinde, İdil’de Dnyeper’de, sudî, İbni Haldun Karamanî, Kazvînî ve bunun Çolma (Kama)’da ve Kiev’e kadar uzanan sahada gibi pek çok Arap tarihçisi, Hazaları Türklerden büyük bir devlet kuran ilk Türk kavmidirler. Dev- bir kabile olarak zikretmektedirler. H. Rosenthal, let olmadan önceki durumlarına bakarsak: H.H. Millman Dunlop, A. Koestler gibi Yahudi M.S. 198’de Barsilialarla Ermenistan’a tarihçiler eserlerinde Hazarları Türk olarak kabul saldırmış, M.S 3. ve 4. Yüztıllar arasında Er- etmektedirler. Karamzin, Barthold ve Minorsky menistan bölgesinde Perslerle beraber Roma gibi Rus tarihçileri ile Philip L. Gell, Kutschera, İmparatorluğu’na saldırmışlardır. Perslerin Roma M. Grignaschi gibi diğer tarihçiler de Hazarların İmparatorluğu’na katılmasıyla M.S. 4. yüzyılın Türklüğünü kabul etmektedirler. Türk olmaları ikinci yarısında Bizans’la anlaşıp Perslere konusundaki şüpheleri kırıcı bir ayrıntı da Çin saldırırlar. Bu sırada 435’de Atilla’nın Hun kaynaklarında onlara T’u-kue K’o-sa yani Türk İmparatoru olmasıyla Hazarlar Atilla’ya tabi Hazalar denmesidir. olurlar. Bu şekilde Hazarların hun bünyesindeki Hazarların Türklüğü meselesine en güzel cevabı yaşamları başlamış olur ve bu bünyedeki yaşam Hazar hakanı Yusuf’un mektubunda buluruz. hikayeleri konusunda çeşitli rivayetler söz ko- Mektupta Yusuf, hangi boydan oldukları sorusu- nusudur. Tüm kağanları Atilla tarafından öldürü- nun cevabını şöyle yanıtlar: Şunu bilin ki biz, oğlu len Hazarlar Atilla’yı benimsemiştir. (ki Yahudi literatüründe Togarmah tüm Hazarların asıl öncü atağı ise Atilla’nın ölü- Türklerin babası olarak geçer) dolayısıyla Yafes’in müyle gerçekleşir. Güçlenen Hazarlar ilk iş olarak soyundan geliyoruz. Atalarımın secerelerinden yeniden Persler üzerine yürümeye başlarlar. Bu bulduklarıma göre Togarmah’ın on oğlu vardı. mücadeleler sırasında 5. yüzyılın sonlarına doğru Adları şöyledir; en büyüğünün adı Ujur, ikin- ortaya çıkan Avarlar Hazarları egemenlik altına cinin Tauris, üçüncünün Avar, dördüncünün Uauz, alırlar. 6. yüzyılda Orta Asya’dan gelen Türk beşincinin Bizal, altıncının adı Turna, yedincinin boylarının Avarları sıkıştırmasıyla bu durum kısa adı Khazar, sekizincinin adı Janur, dokuzuncunun sürmüştür. Avarlar bu sıkıştırılma sonucu batıya adı Bulgar ve onuncunun adı Sawir’dir. Bunlar mecburi göç etmeye başlar ve bu durum Hazarları zamanında karadeniz ve Hazar Denizi civarında da etkiler. Göktürk İmparatorluğu himayesine gi- yaşayan boyların efsanevi kurucularıdır. Benim ren Hazarlar Sabir ve Sarogur kütleleriyle birlikte soyum yedinci oğul olan Hazar’dan geliyor. imparatorluğun batı kolunu oluştururlar. Hazarlar Görüldüğü gibi kelimenin anlamı ve kullanım Göktürk Hakanlığı’nın batıdaki en uç kanadını şekli itibariyle bugün hala tartışmaların sürmesine meydana getirmişler ve Batı Gök-Türk Hakanı’nın rağmen ortak kanaat Hazarların Türk olduklarıdır. iradesi ile Sâsânîlere karşı Bizans’a yardım Türk olmadıkları şeklinde iddialar bulunsa da etmişlerdir. Bizans İmparatorluğu bu yardımlarla kanıtlanamama münasebetiyle bu iddialar kayda İran içlerine doğru yürümüştür. (610-640) bu değer tutulmamaktadır. Bu noktada esas sorun sayede Sâsânîler büyük bir devlet olmaktan çıkmış Türklükleri konusunda olmayıp hangi boya men- Anadolu da İran istilasından kurtulmuştur. İran sup oldukları konusudur. Oluşumları Sabirlere, karşısında Hazar Hakanlığı Bizans’ın en büyük Göktürklere, Suvarlara ve de Hunlara bağlansa da müttefiki olmuştur. daha eski bir varlığa sahip oldukları muhakkaktır. M.S. 558 yılında Göktürklerin Aşina soyundan Hazarlara ait sınırlı sayıda kaynak bulunması, gelen bir hakanın yönetiminde bir devlet kurar- onlarla ilgili mevcut bilgilerin çoğunun Arap, Er- lar. Hazarların tarih sahnelerindeki fiili varlıkları meni, İbrani, Bizans ve Slav kaynaklarından elde bu şekilde netleşmeye başlamıştır. 6. yüzyılın edilmesi farklı görüşlerin varlığını kaçınılmaz sonlarına doğru Kuzey Kafkasya kabileleri üze- kılmıştır. rinde hâkimiyet kurup Sabir, Sarogur, Semender 10.yy’da Hazar İmparatorluğu ve Belencer kabilelerini bünyelerine katarlar. Batı Doğu Avrupa tarihinde önemli bir rol oyna- Göktürk Devleti içerisinde 558’den 630’a kadar

68 Hazar Hanlığı olarak yaşayan Hazarlar 630’da bu farklı etnik gurup ve kavimler ile devletteki Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra kendile- din serbestliği bir süre sonra hakanlığın çöküş rini Göktürklerin devamı olarak sayarlar. sebeplerinden biri halini alacaktır. Ülkeleri- Sonuç olarak; M.S. 558 tarihi Hazar Devleti’nin ni genişletip zengin olan Hazarlar bu ihtişama kuruluş tarihi, 630 tarihi bağımsızlık kazanma kapılıp bağlı oldukları prensipleri unutacak, özel- tarihi, 8. yüzyıla kadar olan süreç imparatorluğa likle Bizans’dan öğrendikleri zevk ve eğlence hazırlık süresi, 900’lü yıllara kadar olan dönem de anlayışına kapılıp gayri ahlaki sefahat hayatına imparatorluk devri olarak belirlenir. Çöküş süreci dalacaklardır. Bu durum siyasi durumun da ise 10. Yüzyılın ortalarından sonra başlayacaktır. bozulmasıyla hakanlığın sonunu hazırlayacaktır. Hazarların en önemli özelliği halk arasındaki 10. yüzyıla kadar Doğu Avrupa’nın en kuv- dinlerin çeşitliliğidir. Çeşitli milletlerle girdikleri vetli ve büyük devleti olan Hazar Hakanlığı aynı münasebet sonucu ülkede hem İslamlık hem yüzyılda hızla çökmeye başlar. Ekonomik düzenin Hıristiyanlık hem de Musevilik yaygınlaşmıştır. bozulması halk arasındaki din ayrılığı hakana olan Ortodoks Hıristiyanlığının 8. Yüzyılın son bağlılığı zayıflatmıştır. çeyreğinde Bizans’dan geldiği, İslamlığın 9. 9. yüzyıl ortalarına kadar Oğuzlara mensup yüzyıl ortalarında Harezmli tüccarlar aracılığı bazı zümreler Aşağı Sir Derya boyuna gelmişler ile yayıldığı bilinmektedir. Museviliğin Hazar ve buradaki Peçenekleri tazyike başlamışlardır. hakanının isteği üzerine meşhur İslav ‘apostol’u 10. yüzyılda Peçeneklerin Hazar ülkesine olan Kyrill (Kyrillos)’un 861-862 yıllarında başkent hücumları artmıştır. Hazarlar 860’da Peçenek İdil’i ziyaretinden sonra arttığı anlaşılıyorsa da, akınlarını durdurmak veya zararsız hale getirmek hakan ve ailesi ile idareci zümre tarafından ne gayesiyle Oğuzlarla anlaşmışlardır. zaman ve nasıl kabul edildiği net olarak bilinme- Hazar-Oğuz ittifakına rağmen zayıflamayan mektedir. Peçenekler Hazar yurdunun içinden batıya Hazarların siyasi ve ekonomik gücü coğrafi ilerlemiş Volga Nehri’ni aşarak Don ve Ku- mevkileriyle paraleldir. Önceleri Terek ban boylarına gitmişlerdir. Ünlü Kalesi havalisinde yaşayan sonra Aşağı Volga’da de bu dönemde yapılmıştır. Sarkel Don nehri merkezileşme gösteren Hazarların yaşadığı bölge ağzında, sol kıyıda kurulmuş hazar kale şehridir. Volga, Yayık, Don ve Kuban gibi dört büyük nehrin 833-830 yılları arasında Bizans’ın yardımıyla havzasıdır. Aynı zamanda burası devrin en önemli Rus saldırılarına karşı koymak ve Yukarı Don ticaret yollarının da kavşağıdır. Volga Nehri, İslam ile Aşağı Volga yolunu Ruslara kapatmak için Dünyası, Çin ve İskandinavya arasında büyük bir yapılmıştır. 854’de bu mücadeleler Hazar ticaretin başlamasında vesiledir. Harezm’den Vol- Hakanlığı’nı askeri yönden oldukça sarsmışken ga boyuna oradan da Karadeniz sahillerine giden aynı yıllarda hakanlık bünyesindeki Kabarlar, büyük bir kervan yolu Aşağı Volga’dan geçer. Macarlar, Kalizler (Müslümanlar)’la Bulgar 8 ve 9. yüzyıllarda Hazar Hakanlığı büyüyerek İskilleri de ayaklanır. 910-954 yılları arasında Doğu Avrupa’nın en kudretli devleti olmuştur. Slavların saldırgan veyıkıcı yağmalamaları da Avarlar, Alanlar, On-Ogurlar, Kafkasların dağlı hakanlığın zayıflamasına artı bir hız katmışlardır. kavimleri, Kırım’da Gotlar, Volga Bulgarları, Vol- Hazar Hakanlığı bundan sonra yüz yıl kadar ga civarındaki Fin-Ugorlar, Burtaslar, çeşitli Fin daha ayakta kalabilmişse de onlara büyük bitirici kolları, Slav boyları (Radimiç, Vyatiç, Severyan darbeyi Ruslar vurmuştur. 965’deki Rus saldırısına ve Polyanlar) ve Macarlar 8 ve 9. yüzyıllarda Ha- Müslüman Harezmlerin yardımıyla karşılık zar hâkimiyetindeki kavimlerdir ve Hazarlar bu vermişlerdir fakat 968 tarihinde, Kiev Knezi Svya- kavimlerden her yıl belirli şartlarda vergi almıştır. toslav tarafından tekrar hücuma uğrayarak, Don ve Kervan yolunun Hazar topraklarından geçmesi, Kuban boyunu, (Tamatarhan) şehrini toprakların ticaret yolları merkezinde olması ve Ruslara kaptırmıştır. Doğu kaynaklarının Kıpçak, bünyelerindeki kavimlerden aldıkları vergiler Bizans kaynaklarının Kuman dedikleri Türk ve savaş ganimetleri devleti ekonomik açıdan a- kavminin, Harezm ve Türkistan ile Hazarların yakta tutmuştur. Fakat bünyesindeki barındırdığı münasebet kurmalarına engel olması hakanlığın

69 ticari faaliyetlerini zayıflatmıştır. Bu askeri ve açısından, bekli de en ilgi değer yönüdür. Bir de ekonomik bunalımlar Hazarların mevcudiy- yazının ilk bölümünde bahsettiğimiz siyasi güç etlerinin sonuna yaklaşılmalarına sebep olmuştur. ve sosyal yapı düşünüldüğünde durumun önemi Parçalanan devletin bir kısmı Kırım’a, daha da göze çarpacaktır. Hazırladığımız bib- diğer bir kısmı ise Hazar Denizi ile Kafkas- liyografya hem Hazar Türkleri üzerine yapılan lar arasında çekilir. 1016-1019 yılları arasında çalışmalar üzerine dikkat çekmek hem de eldeki Kırım’da yaşayan Ha-zarlara Bizans’la müşterek eserlere amaca yönelik ulaşımı kolaylaştırmak saldıran Ruslar başarı elde etseler de bölgede amacını taşımaktadır. tutunamamışlardır. Hazar topraklarına Kıpçak, Oğuz ve Peçenekler yerleşmişlerdir. Hazarların HAZARLAR ÜZERİNE MÜSTAKİL da bu Kıpçak ve Ruslar arasına karıştıkları tah- KAYNAKLAR min edilmektedir. Bu şekilde Hazarların altın çağı kapanmış Kitaplar: 10.yüzyıldaki ihtişamları kaybolmuştur. Rus Artamonov, M.İ. Hazar Tarihi (Türkler, Yahu- tarihçisi Karamzin’e göre 1185 yılında Po- diler, Ruslar) Çeviren: D. Ahsen Batur, Selenge lovtsilerle karşılaşan Hazarlar, Grodiska Yayınları, İstanbul, 2004 yakınındaki Donietzka şehrini hala ellerinde Atabinen, Kara Şemsi Reşit Saffet, Hazar bulundurmakta olup, Rus prensi İgor’u esir Türkleri Avrupa devleti (VI - XII asir), Kaatcilik alabi-lecek kadar güçlü idiler. 1221 yılında An- ve Matbaacilik Anonim Sirketi, İstanbul, 1934 adolu Selçuklu Emiri Hüsameddin Emir Ço- Cassel, P. Der Chazarische Königsbrief aus dem ban, Kırım’a sefer yapmış ve Hazar Devleti’nin 10. Jahrhundert. Ein Beitrag zur Geschichte des bir istihalesi sayılan Saksın ile savaşmıştır. südlichen Russland, Berlin 1876 Kıpçaklar bu bölgeye hâkim olunca Hazarlar Dorn; B., Tabary’s Nachrichten über die Chaser- hemen onların arasında erimemiş bölgede ik- en, St. Petersburg 1844 inci unsur olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Golden, Peter , Hazar Çalışmaları Hazarlardan sonra iki asır Kıpçakların elinde (İki Cilt), Çev. Egemen Çağrı Mızrak, Selenge kalan Hazar ülkesi, 1129’da Moğollar tarafından Yayınları, İstanbul, 2006. işgal edilmiştir. Burada Moğol hâkimiyeti 15. Gumilev, Lev Nikolayeviç, Hazar Çevresinde yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. 16. yüzyılda Bin Yıl (Etno Tarih Açısından Türk Halklarının dahi İtalyan kaynaklarında Kırım adı Gazarya ve Çevre Halklarının Şekillenişi Üzerine) Çev. D. olarak geçmektedir. Bölgede onlardan sonra Ahsen Batur, Birleşik Yayıncılık, İstanbul, 2000 Kıpçaklar ve Moğollar hâkim olmuşlardır. Hasanlanı, Nazir (Anttezli), Karça, Ömürleden Sonuçta Bizans ve Rusların komşu Türk kavim- Tahsala, Sibitli, Sibirlen, Hazar Ellezi, Birsil Ka- lerini kendilerine alet ederek kurduğu entrikalar raçay, Çerkesk, 1994 ve yaptıkları saldırılar; din, dil ve kültür çeşitliği; Judah Hallevi, Book of , çev. H. zevk ve safahata olan düşkünlüğün artışı ve para- Hirschfeld, New York, 1946. lelinde zayıflayan askeri sistem Hazar Devleti’nin Kokowzew, P. K.: Jewrejsko-chasarskaja çökmesine sebep olmuş, mevcudiyetine son perepisska w X weke, Leningrad 1932 kk vermiştir. Kusnezow, W. A., Die Alanenstamme im Nord kaukasus (russ.), in: Materialy i issledowanija po HAZARLAR BİBLİYOGRAFYASI archeologii SSSR 106, Moskwa 1962 Zamanın en önemli ticaret yolları üzerine ku- Kutschera, H., Die Chasaren. Histor. Studie, rulu olan, sulh zamanlarında paralı askerlerden Wien 1909 kurulmuş harbe hazır bir orduyu ayakta tutabi- Mesudi, Muruc Ez- Zeheb (Altın Bozkırlar) Çev. lecek kadar mali kudrete sahip bir devletin, tüm Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul 2004, eserleriyle bir anda sırrolması oldukça ilgi çeki- s.37, 67-72 cidir. Hazarların bu büyük esrarı, araştırmacılar Metin, Meftun, Politik ve Bölgesel Güç Hazar,

70 Metin, Meftun, Politik ve Bölgesel Güç Hazar, Yüzyılda İbranice Hazar Belgeleri, Ukrayna IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, 2004 Araştırmaları, Harvard) Moses, Kalankatlı, Alban Tarihi (Son Hun- Golden, Peter Benjamin, “Hazar Dili”, Türk Dili lar Hazarlar - Ermeniler – Terekemeler) Çev. Z. Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1971 s.147 - 153. Bünyadov, Selenge Yayınları, İstanbul, 2006. Golden, Peter Benjamin, “Hazar Türkçesi” Türk Moysin, V., Les Khazeres et les Byzantins Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, d’apres I’anonyme de Cambridge, in: Byzantion c.19, 1971, sayfa 133 - 134 6 Bruxelles 1931 Hasan Celâl Güzel, Kemal Çiçek, and Salim Pletnjowa, Swetlana Alexandrowna, Die Koca, About connections between the Chasaren - Mittelalterliches Reich an Don und and the Chuvash. Ankara, Turkey: Yeni Türkiye, Wolga, Verlag: Leipzig, Koehler & Amelang, 2002. pp. 491-496. 1978. Irano-Turcica: “The Khazar Sacral Kingship Revisited”, Acta Orientalia Hungaricae, 60/2 Makaleler: (2007), s.161-194 Ali Kh. I., Eine erste Miszelle – Zurfrage Hatra: Kovalev, Roman K., “What Does Historical Nu- aram. Hatra, hebr. Hasar-hasar = arab. Al-Hazr/ mismatics Sugeest about the Monetary History of Hadr / Hazr / Hazar, (Hazar kelimesinin etimolo- Khazaria in the Ninth Century? - Question Revis- jik incelemesi), Or, 35. c, 1996, 188. s ited”, Archivum Eurasiae Medii Aevi, 13 (2004), Baştav, Şerif, Tarihte Türk Devletleri “Hazar s.97-129. Kağanlığı Tarihi” Cilt 1, Ankara Üniversitesi Kuzmin-Yumanadi, Yakov; Kuleshov, Pavel, Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1987, s. 139-182 “Hazarlar”, Çev. Babür Turna, Türkler Ansik- Brook, Kevin Alan, “Hazar-Bizans İlişkileri” lopedisi, Cilt II, 12. Bölüm, Balkan Ciltevi, An- Türkler Ansiklopedisi, Cilt II, 12. Bölüm, Balkan kara, 2002, s.464-472 Ciltevi, Ankara, 2002, s.473-480 Menges, K. H., Peter B. Golden; Khazar Brutzkus, J. Eski Kiev’in Türk-Hazar-Menşei, studies,An historico. Philological İnguiry in to Çev. Halil İnalcık-İkbal Berk, Ankara Dil Tarih the origin of the Khazars, ( Hazar araştırmaları, Coğrafya Fakültesi Dergisi, 4/3, Ankara, 1946 Hazarların menşei üzerine tarihi filolojik bir Cahan, Claude, Les Lazars et la TUGRA araştırma), CAJ, 30. c, 1986, 55. s (T.T) des Seljuqudes – supplement a un vieil ar- Menges, K. H.,Golden, P.B., Khazar Studies,An ticle (Selçuklu Tuğraları ve Hazarlar, Eski bir historico – philological inguiry in to the origins of çalışmaya ekler), JA, CCLXXIII. c, 1985, 161. s the Khazars, (Golden, P.B., Hazar Araştırmaları. Czeglédy, K., “Khazar Raids in Transcauca- Hazarların menşei üzerine tarihi, filolojik bir sia in 762-764 A.D.”, Acta Orientalia Hungari- araştırma), WZKM, 77. c, 1987, 252. s (T.T) cae, XI (1960), s.75-88 . (“762-764 Yılında Schweid, Eliezer, “The Khazar Motif in the Ku- Transkafkasya’da Hazar Akınları”) zari of Judah Halevi”, The World of the Khazars, Doğan, İsmail, “Yeni Bilgiler Işığında Hazar- yay. P. B. Golden – H. Ben-Shammai – A. Róna- lar Ve Soy Kütükleri Üzerine Katkılar”, Orkun Tas, Leiden – Boston, 2007, s.279-290. Türkçü Dergi, Ağustos 2000, S.30Golden, Pe- Takacs, Balınt Zoltan, “IX. Yüzyılda Hazarlar, ter B., Khazar Studies. An historico – philolo Peçenekler ve Macarlar” Türkler Ansiklopedisi, – gical inguiry into the origins of the khazars. Cilt II, 12. Bölüm, Balkan Ciltevi, Ankara, 2002, (K.H. Menges), (Hazar çalışmaları, Hazarların s.497-505 Kökenleri üzerine Tarihi - filolojik bir araştırma), Togan, Zeki Velidi, “Hazarlar”, İslam Ansik- WZKM, 72. c, 1987,252.s lopedisi, Cilt5, İstanbul, 1964, s.397-408 Yarmo- Golden, Peter Benjamin, “A New Discovery: linsky, A., The Khazars. A Bibliography. Bulletin Khazarian Hebrew Documents of the Tenth of the New York public Library 42 1932, S. 695 Century”, Harvard Ukrainian Studies, VIII/3- – 710; New York 1939 4 (1984), s.474-486. (Yeni Bir Keşif: Onuncu Yücel, Muallâ Uydu, “Hazar Hakanlığı” Türkler

71 Ansiklopedisi, Cilt II, 12. Bölüm, Balkan Ciltevi, HAZARLAR VE İNANÇ SİSTEMLERİ Ankara, 2002, s.445-462 ÜZERİNE KAYNAKLAR Zajaczkowskı, Ananiasa, Khazarıan Culture and ıts inheritors (Hazar kültürü ve mirasçıları), EOH, Kitaplar: 12. c, 1961, 299 – 307. S Brook, Kevin Alan, Bir Türk İmparatorluğu: Ha- zar Yahudileri, Çev: İsmail Tunçali, Nokta Kitap, Tezler: İstanbul, 2005 Cacina, M. The History of the Jewish Khazars Brook, Kevin Alan, The Jews of Khazaria, Sec- (Hazar Yahudileri Tarihi), Haz. Ş. Özgün, Lisans ond Edition, Secont Edition, Oct, 2006 (Hazarlar Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, ve Yahudiler) İstanbul, 1979 Dunlop, D. M., Hazar Yahudi Tarihi, Çev. Zahide Keskin, Y. The History of the Jewish Khazars Ay, İstanbul, 2008. (Hazar Yahudileri Tarihi) Lisans Tezi, İstanbul Esin, Emel, İslamiyetten Önceki Türk Kültür Tar- Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1979 ihi ve İslama Giriş, Edebiyat Fakültesi Matbaası, Yıldız, Z. Hazar Tarihinin İki Yüz Yılı, Lisans Ankara 1978,77,78 Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Golden P.B. - C. Zuckerman - A. Zajaczkowski, İstanbul, 1980 Hazarlar ve Musevîlik, çev. O. Karatay, Karam Özkan, Y. Hazarların Çöküş Sebepleri-Hazar Yay. Çorum, 2005 (P. B. Golden “Hazarlar” ; P. Devleti’nin Sonu, Lisans Tezi, İstanbul Üniversi- B. Golden “Hazarlar ve Musevilik” ; Constantine tesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul, 1980 Zuckerman, “Hazarların Musevîliğe Geçiş Tarihi Bal, H. Hazarlar Üzerine Yapılan Araştırmalar, Üzerine” ; Ananiasz Zajączkowski “Hazar Kültürü Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül- ve Varisleri”) tesi, İstanbul, 1982 Kaegi, Walter E., Byzantium and Early Islamic Conquests, Cambridge, 1995. Bildiriler: Kitapçi, Zekeriya, Kuzey Türk Kavimleri Doğan, İsmail, “Kaşkay Runik Soy Damgaları Arasında İslamiyet, Hazarlar, Burtaşlar, Bulgarlar, ile Hazar ve Proto-Bulgar Damgaları”, IV. Başkurtlar, Yedi Kubbe Yayınları, 2005 Uluslararası Türk Dili Kurultayı Bildirileri, 24-29 Kuzgun, Şaban, Hazar ve Karay Türkleri Eylül 2000, İzmir, Ankara, 2007 (Türklerde Yahudilik ve Doğu Avrupa Yahudile- Iconoclasts and Khazars, A Note”, Patrologia Pa- rinin Menşei Meselesi), Üçbilek Matbaası, 1. cifica. Selected Papers Presented to the Western Baskı, Ankara, 1985. Pacific Rim Patristics Society 3rd Annual Con- Landau, M.B. Eitrage zum Chazarenproblem. ference (Nagoya, Japan, September 29 - October Scriften der Gesellschaft zur Förderung der Wis- 1, 2006) and other patristic studies - Scrinium 4, senschaft des Judentums 43, Breslau 1938 (2008-2009), s.118-124. Milmann, Henry Hart, The History of the Jews from the Earliest Period to the Present Time, III, Romanlar: New York 1837. Erdem, Yusuf Hakan, Unomastica Alla Turca: Rosenkranz, H., Das Chazarenproblem im Lichte Hazarların ve Tengerelilerin Yazılmamış Tarihi, der historischen Entwicklung des Judaismus und Kanat Kitap, İstanbul, 2004 Koestler, Arthur , On chazaro – Judaismus, Wien 1953 Üçüncü Kabile; Hazar İmparatorluğu ve Mirası Szyszman, S., Les Khazars. Problemes et con- (Orjinal isim: The Thirteenth Tribe/ The Khazar troverses, in: Revue de la Histoire des Religions Empire and its Heritage), Çev: Belkıs Çorakçı, CLII, 2, 1957 Say Yayınları, İstanbul, 1993 Paviç, Milorad, Hazar Sözlüğü (Eril ve Dişil Makaleler: Basım), Çev. İsmail Yerguz, Agate Yayıncılık, Harkavy, A., Jüdisch – chazarische Analekten, in: 2001 Jüdische Zeitschrift für Wissenschaft und Leben, Jg. 3, Breslau 1864/65, S. 204 – 210, 286 – 292

72 Karatay, Osman, Hazarların Musevîleşmesine Christianity and the Magyars in the Period of Dair Bir Belge: “Kenize Mektubu”, Karadeniz Their Migration”, American Slavic and East Eu- Araştırmaları, Yaz 2008, sayı 18, s.1-17 ropean Review, 5/3-4, Cambridge 1946 (Ameri- Pines, S., “A Moslem Text Concerning the Con- kan Slav ve Doğu Avrupa’nın Gözünde “Bizans version of the Khazars to Judaism”, Journal of Hıristiyanları ve Göç Döneminde Macarlar”) Jewish Studies, 13 (1962), s.45-55. Golden, Peter Benjamin, Türk Halkları Tarihine Pritsak, Omeljan, “Hazar Hakanlığı’nın Giriş, Çev. Osman Karatay, Karam Yayınları, An- Museviliğe Geçişi”, Çev. A.T.Özcan, Karadeniz kara 2002, s.70, 192-201 Araştırmaları, sayı 13, Bahar 2007, Çorum, s.15- Grousset, Rene, Bozkır İmparatorluğu, Çe- 34 viren: Reşat Uzmen, Ötüken Neşriyat, İstanbul Zuckerman, Constantine, “Hazarlarda İkili 1980, s.180-182 Yönetimin Kökeni ve Yahudiliğe Geçiş Şartları” Gumilev, Lev Nikolayeviç, Eski Ruslar ve Türkler Ansiklopedisi, Cilt II, 12. Bölüm, Balkan Büyük Bozkır Halkları (II Cilt) , Çev. Ahsen Ba- Ciltevi, Ankara, 2002, s.481-490 tur Selenge Yayınları, 2003 Gumilev, Lev Nikolayeviç, Muhayyel ÇEŞİTLİ KAYNAKLARDA HAZARLAR Hükümdarlığın İzinde, Çev. Ahsen Batur, Se- lenge Yayınları, 2002 Kitaplar: İbn Hurdazbih, Yollar ve Ülkeler Kitabı, Çev. Abu’l-Farac, Gregory, Abu’l-Farac Tarihi, Çev. M. Ağarı, Kitabevi Yayınları / Edebiyat Dizisi, Ömer Rıza Doğrul, Türk Tarih kurumu Yayınları, İstanbul, 2008. cilt I, 2. Baskı, Ankara 1987, s.146, 164, 171, İbrahimoğlu, Ç.B, Karay Türkleri Hakkında Bib- 190, 192, 243 liyografya Denemesi, Türk Kültürü Araştırmaları, Agacanov, Sergey Grigoreviç, Oğuzlar, Çevi- cilt I, Ankara 1964 ren: Ekber N. Necef/ Ahmet Annaberdiyev, Se- İnan Abdülkadir, Makaleler ve İncelemeler, lenge Yayınları, 2.baskı, İstanbul 2003, s.222-224 Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1987 Bailly, Auguste, Bizans İmparatorluğu Tarhi, Kafesoğlu, İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Editör: Tanıl Yaşar, Nokta Yayınları, İstanbul Neşriyat, İstanbul, 1999 2006, s.129,146,150-151-172 Karatay, Osman, Bey ile Büyücü: Avrasya’da Barthold, Vasilij Vladimiroviç, Moğol istilasına Tanrı, Hükümdar, Devlet ve İktisat, Doğu Kütü- kadar Türkistan, Haz. Hakkı Dursun Yıldız, Türk phanesi Yayıncılık, İstanbul, 2006. Tarih Kurumu, İstanbul, 1981. Kurat, Akdes Nimet, IV - XVIII. Yüzyıllarda Barthold, Vasilij Vladimiroviç, Orta Asya Türk Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Dev- Tarihi Hakkında Dersler, Haz. Afşar İsmail Aka- letleri, Murat Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002, Kazım Kopraman, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı Ankara, 1975, s.36,82-83 Kurat, Akdes Nimet, Rusya Tarihi Brosset, Marie Felicite, Gürcistan Tarihi, Fr. (Başlangıcından 1917’ye Kadar), Türk Tarih Ku- nüshasından çev. Hrand D. Andreasyan, Türk rumu, Ankara 1999 Tarih Kurumu, Ankara, 2003 Nikephoros, Short History, çev. C. Mango, Deguignes, , Büyük Türk Tarihi, C.III, Washington, 1990. İstanbul 1976, s.731 Doğan, İsmail, Kafkasya’daki Ögel, Bahaeddin, İslamiyet’ten Önce Türk Kül- Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar, Türk Dil Ku- tür Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, rumu, Ankara, 2000 (bkz. Açıklamalar ve notlar 2003 bölümü) Ögel, Bahaeddin, Türk Mitolojisi C.1, Türk Tar- El-Belazuri, Fütûhü’l - Büldan ( Ülkelerin Feti- ih Kurumu Yayınları, Ankara, 1971 hleri) Çev. Mustafa Fayda, Kültür Bakanlığı Petachia of Ratisbon, Travels of Rabbi Petachia Yayınları Ankara,1987 of Ratisbon, yay. A. Benisch, London, 1856. G. Moravcsık- Hazarlar Macarlar, “Byzantine Rasonyi, Laszlo, Tarihte Türklük, Çev. Hamit

73 Rasonyi, Laszlo, Tarihte Türklük, Çev. Hamit (russ.), in: Materialy i issledowanija po archeolo- Zübeyr Koşay- Nurer Uğurlu-Türkan Andaç, gii SSSR 75, 1951, S. 362 – 414 Örgün Yayınları, İstanbul, 2007, 1. Baskı Şişman, Simon, İstanbul Karayları, İstanbul En- Rasonyi, Laszlo, Türk Devletinin Batıdaki Va- stitüsü Dergisi, cilt III. İstnabul 1957 risleri ve İlk Müslüman Türkler, Türk kültürünü Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1983 Enderun Kitapevi, (3.baskı) İstanbul,1981 s.21- Rubruk, Wilhelm Von, Moğolların Büyük 22, 57-58, 103, 165 184 Hanına Seyahat (1253-1255), Çev. Ergin Ayan, Vasary, Istvan, “Doğu Avrupa’nın Runik Al- İstanbul 2001, s.61 fabe Sistemleri Üzerine”, Türk Dili Araştırmaları Sinor, Denis, Erken İç Asya Tarihi, İletişim Yıllığı Belleten, Ankara 1993, s.51 (1995) Yayınları, İstanbul, 2000, s.318-328, 334,354- 365 Vivien De Saınt Martin, Sur Les Khazars, Nou- Şeşen, Ramazan, İbn Fazlan Seyahatnamesi velles Annales des voyages II, 1851, S. 134 ff. Tercümesi, Haz. R. Şeşen, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 1975, s.79,86 Bildiriler: Şeşen, Ramazan, Islâm Coğrafyacilarina göre Caferoğlu, Ahmet, Çin Kaynaklarının Saç Ören Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk Kültürü Araştırma Türkleri, VI. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1967 Enstitüsü, Ankara, 1985 Feher, George, Türko-Bulgar, Macar Ve Bunlara Tanyu, Hikmet, Türklerin Dini Tarihçesi, Haz. Akraba Olan Milletlerin Kültürü, II. Türk Tarih Bilgin İhsan İnan, Türk Kültür Yayını, İstanbul, Kongresi, İstanbul, 1943 1978 Tavkul ,Ufuk, Kafkasya Gerçeği, Selenge KAYNAKÇA Yayınları, 2009, S.74-80 Doğan, İsmail, “Yeni Bilgiler Işığında Hazarlar Ve Soy Uydu Yücel, Mualla, İlk Rus Yıllıklarına Göre Kütükleri Üzerine Katkılar”, Orkun Türkçü Dergi, Ağustos Türkler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi- 2000 Sayı 222, Ankara 2007 s.20-32 Doğan, İsmail, Kafkasya’daki Göktürk (Runik) İşaretli Yörükân, Yusuf Ziya, Müslüman Coğrafyacıların Yazıtlar, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2000 (Açıklamalar ve Gözüyle Ortaçağda Türkler, Gelenek Yayınevi, İstanbul, 2004 notlar bölümü) Doğan, İsmail, Yabancı Ülkelerde Yayınlanmış Türkoloji Makaleler: İle Makaleler Bibliyografyası, Akçağ Yayınları, Ankara, Brook, Kevin Alan, “Doğu Avrupa Yahudile- (2.Baskı) 2003 rinin Kökeni”, Karadeniz Araştırmaları, 6 (Yas Golden, Peter Benjamin, Hazar Çalışmaları, (1. Cilt) , Se- 2005), s.1-23. lenge Yayınları, İstanbul, 2006 Brutzkus, J., Die Chozaren und das Kiewer Golden, Peter Benjamin, Türk Halkları Tarihine Giriş, Rubland, in: VIIe Congres İnternational des sci- Çev. Osman Karatay, Karam Yayınları, Ankara 2002, s.70, ences Historigues. Resumees des communica- 192-201 tions presentees au congres. Varsovie 1933. I, Gömeç, Saadettin, “Dokuz Oguz Problemi ve Hazarların Warszawa 1933, S. 108 – 112 Menşei” (T.Senga), Bilge, Sayı 23, Ankara 2000, s.27 Czegledy, K., Bemerkungen zur Geschichte der http://www.khazaria.com/turkce/hazartarih.html Chasaren, in: Acta Orientalica Academiae Scien- Kuzgun, Şaban, Hazar ve Karay Türkleri, Üçbilek tiarum Hungarica XIII, 3, 1961, S. 239 – 251 Matbaası, 1. Baskı, Ankara, 1985 Ratisbonlu Petahya’da Türkler ve Yurtları Kuzmin-Yumanadi, Yakov; Kuleshov, Pavel, “Hazarlar”, Hakkındaki Bilgiler, Ege Üniversitesi Türk Çev. Babür Turna, Türkler Ansiklopedisi, Cilt II, 12. Bölüm, Dünyası İncelemeleri Dergisi, IX/1 (2009), s.75-86. Balkan Ciltevi, Ankara, 2002 Rybakow, B. A., Zur Frage der Rolle des Chasa- Uydu Yücel, Mualla, İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler; rischen Kaganats in der Geschichte der Rus Hazarlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi-Sayı 222, (russ.), in: Sowjetskaja archeologija 18, Moskwa Ankara 2007 1963, S. 128 – 150 *Pletnjowa, Swetlana Alexandrowna, Die Chasaren - Mit- Schtscherbak, A, M., Zeichen auf der Keramik telalterliches Reich an Don und Wolga, Verlag: Leipzig, unda uf Ziegeln von Sarkel – Belaja Wesha Koehler & Amelang, 1978.

74 LÜMEYA

Zehra ULUCAK

Cezası çok ağır bir bedelsin LÜMEYA Adını yüreğimin avuçlarında sımsıkı tuttuğum Gözümden ve gönlümden esirgediğim LÜMEYA

Sensiz baharda çiçek açmaz oldu Düşlerin arasında umudum kayboldu. Seni yokluğunda ararken, Senin kadar yok oldum.

Hasretinle kıvranan kelimeler Adınla teselli buldu eksik cümlelerde Neşemi hüzne, hüznümü neşeye çeviren LÜMEYA Hangi şarkının eksik notası sen oldun Solfeji bozuk hayatımın sabah sedalarında?

Acımı anlamlı kılan LÜMEYA Karanlık denizime damla damla yağan Pırıltım, güneşsiz doğan sabahı aydınlatan Kederimi yakan ateş…

Rayihası hoş gelen LÜMEYA Zahirine dalıp, ziyana uğradığım Dışı renk cümbüşü, içi izafi gölge Sen, ey ilkbahar güzelliğine dudak ısırtan Sonbaharın dökülen hangi yaprağında demleniyorsun?

Vefasız LÜMEYA Sen, kurak bıraktığın toprağımın açmayan çiçeği Sahte pırıltım… Yanmak için vaktini bekleyen Gözümden akan nur damlam… Gönlüme teselli diye sızan…

75 Yalnızlık korkanadır LÜMEYA Serin bir yaz akşamında gökte yalnız parlayan yıldızlardan Söyle, hangisini senin için indireyim LÜMEYA Hangisi senin kadar parıldar karanlık gecelerime Bir kuru kavga mısın içimi birbirine katan?

Ah LÜMEYA… Güzelliğin de sahte bir pırıltıda saklı Sermayesi yalnız denizlere ışık saçan Kahretme sensizliğe, Senin de parlamaz olur denizlere düşen gözlerin Berrak aynamdaki sahte ışık LÜMEYA

Ey güneşi yalancı çıkaran ışık Ey rüzgâra yön değiştiren zefir Sesler de küser bazen, Nefeste bir karanlık meltem oluverir Kıskanç ve gri bir rüzgâr… Kâinat manzumesinde nurundan toprağıma aydınlık es Namına damla damla nurlar yağsın toprağa Alevine değen ıslaklığı aydınlatsın parıltın Bulutlar türkü diye seni söylesinler LÜMEYA

Sessizlikte düşlemek güzel seni Bütün bildiklerim siliniyor sen gelince Gündüzün geceye muhtaç olduğu gibi muhtacım Aşka düşen pırıltının gölgesine Özleminle yanan yürek Işığına hasret Ey parıltısı alev gibi yakan LÜMEYA

SİDRETÜL MÜNTEHA’yı AŞK ile geçti Muhammed Sidre’nin kapısında durup ötelere gidemedi Cebrail Dayanamazdı melek o akla sığmaz yolculuğa ‘Yanarım’ dedi peygambere… ‘Bu kapıdan öteyi yalnızca AŞK ile sen geçebilirsin’ Sidre’nin ardındaki aşkı çözmeye yürek gerek Görmeye göz, duymaya kulak gerek Parıltısı alevi sönük bırakan LÜMEYA

Aczini kuvvet, sefaletini saadet bilen aydınlık(afraze) Zulmeti nurunu kaplayan LÜMEYA Hasretinle sardığım yaramı, yağmurlar altında kanatma Sükûnetle akan nehir, ışığınla çağlar oldu Gönlündeki ateşten bana bir kıvılcım lütfet

Ah LÜMEYA… Gözyaşlarım üşüyor suskunluğunda Kirpiklerime asılı kalmasın fürugun Hüznü gülümseten ışığınla, acıyı kalbime dem vurma Savunmasız bırakma sukutunda sözlerimi Pırıltınla ısıt ruhumu ve bedenimi LÜMEYA, sesiz sessiz ağlayan çiçeğim Susma…

76 KULCA/GULCA’DA KARŞILAŞTIRMALI TÜRK HALK İNANÇLARI

(Doğu Türkistan’ın Batısında Türk Topraklarında yaşayan Eski Türk İnançları)

Dr. Yaşar KALAFAT

Bu çalışma Prof. Yakup Dr. Huang (Çin Halk aile kurma yöntemini meşrulaştırmıştır. Uygur Cumhuriyeti Akademisi Edebiyat Enstitüsü) dan 29 ve Kazak Türk kesimde evlilik yaşı kızlar için Nisan 2010 tarihinde Ankara’da yapılan görüşme 22, erkekler için 25 çıvarındadır. Yüksek tahsil sonucu edinilen daha ziyade Şamanizm içerikli yapanlarda bu yaş sınırı daha yukarı çıkar. Kalın bilgilerin tarafımızdan Türk kültür coğrafyasından her iki Türk kesimde bilhassa Kazaklarda ve daha yapılan benzerleri ile karşılaştırmasından mey- ziyade büyük ve küçükbaş hayvan verme şeklinde dana gelmiştir. Kaynak kişi mastır ve doktorasını olur. 2–3 bazen 4 inek ve 20 ve daha fazla koyun Pekin’de yapmış geçici bir süre için Ankara Üni- verildiği olur ki yöre şartlarında bu bir servettir. versitesi DTC. Fakültesi’nde çalışmakta olan Uygurlar daha ziyade şehir merkezlerinde yaşayan Çin’li bir bilim adamıdır. Yaşayan kültür tarihi ve ticaret erbabı kimselerdir. Kazaklar ise kırsal alanında çalışmaktadır. kesimin dağlık alanında yaşarlar ve hayvancılık Kulca Almaata’nın 500 km kadar doğusunda yaparlar. Uygurların kırsal kesimde olan kısmı Çin Cumhuriyeti’nin batı bölgesinde yaklaşık ekincilikle uğraşırlar. Uygur ve Kazak ailelerde olarak 300 bin nüfuslu bir Doğu Türkistan şehridir. azami çocuk sayısı 2’dir. Çinliler için 1’den fazla Halkının 200 bin kadarı Çinli diğer 100 bin kadarı çocuk sahibi olmak yasaklanmıştır.(3) ise Uygur ve çoğunlukla Kazak Türklerinden Çinin kuzey bölgelerinde Mançurya’da ül- oluşmuştur. Bizim halk inançları ve daha ziyade kenin Rusya Federasyonu’na bakan bölgelerinde Şamanizmin bölgedeki izleri üzerinde durmaya Şamanizm inancı yaygındır. Bu bölgenin şaman çalışacağımız Kulca’da Türk dilli halkların dinî inancında halkın toplu olarak bulunduğu hallerde, inançları İslamiyet Ana dili Çince olanlarınki ise bir kısım resmi merasim türü toplantılarda, mün- Budizm’dir. Anacak Çinlilerde dini hayat oldukça ferit veya toplu hastalıkların görülmeleri halinde zayıftır ve dinî hayat daha ziyade kırsal kesimde şaman muhakkak görev alır. Özellikle bu bölgede yaşanmaktadır.(1) Şamanizm bölgede yaşayan din şaman, çalgısı, giysisi, çığırmaları, cinleri ile bir olarak canlı örneklere sahip iken ayrıca bölge din- bütündür ve farklı bir itibarı vardır.(4) Şaman lerinin hemen hemen hepsinde de izler bırakmıştır. algılayışı bütün Şamanist toplumlarda tamamen Biz daha ziyade bu nokta üzerinde yoğunlaşacağız. aynı değildir. Farklı Şamanizm inançlarından veya Kulca’da Kazaklar ve Uygurlar kendi dillerin- uygulamalarından bahsetmek mümkündür. den yüksek öğrenim dâhil tahsil görebilmekte ve Şamanların oluşma şeklinde genel kanaat bu lisansüstü çalışmalar yapabilmektedirler. Uygur halin onlara Tanrı vergisi olduğu şeklindedir. ve Kazak Türkçeleri ile yapılabilen yazılı ve sözlü Gayretle, özlem ve eğitimle pek şaman olunmaz. basın hayatı vardır. Gazeteler çıkabilmekte radyo Genlerin Şamanlıkta rolünün olduğuna inanılır. ve televizyon yayını yapılabilmektedir.(2) Babadan oğla Şamanlık geçebildiği gibi her Anadili Kazak ve Uygur Türkçesi olan halk şamanın ve bütün oğullarının şaman olabileceği Çinlilerle pek evlilik tesis etmezler ancak Müslü- şeklinde de bir kural yoktur. Bazen birkaç nesil manlar arasındaki evlilikte böyle bir engel yoktur. geçtikten sonra o aileden bir şaman çıkabilir. Kadın Müslüman kesimde kız kaçırma yöntemi ile evli- erkek dağılımı itibariyle şamanlar daha ziyade lik görülür ve bu tarz evlenme şekli daha ziyade erkekler arasından çıkarlar.(5) Kırgızistan’da bu Uygurlarda görülür. Kızın istemesine rağmen aile- göreve uygun tiplerin daha çocukken seçilebildiği sinin o evliliğe muhalefet etmesi adeta kaçarak ve yetişmelerinde yardımcı olunduğuna evvelce

77 yapılmış çalışmalarımızda şahit olmuştuk. Ayrıca rulabilir. “Tu tu tulamak” olarak da biline halk Doğan Kaya’nın tespitleri arasında RF’nun kuzey şifacılığında nefesinin güçlü olduğuna inanılan bozkırlarında şaman yetiştiren okulların olduğuna kimse ilgili sureleri okuduktan sonra üfleyerek dair bilgiler vardır. şifa vermektedir.(10) Şamanların bir takım cin ve şeytanlarının Tütsü daha ziyade Mancurya Şamanlığında olduğuna ve bunlar vasıtasıyla etkinlik göster- vardır. Şaman adı da bu bölgede daha yoğunlaşır. diklerine inanılır. Bunlar başka bir âlemde Şamana Kazaklar Baksi, Mongollar/Mogollar Boo veya göyün belirli bir katındadırlar. Şaman ve Hakaslar Ham/Kam derlerken ateşten geçiş gibi onları birtakım uygulamalar ile yanına çağırır uygulamalar daha ziyade Hakas Şamanlığında yaptıracaklarını yaptırır sonra onlar tekrar gel- yoğunluk kazanır.(11) dikleri yere giderler, gönderilirler.(6) Tütsü Anadolu halk hekimliğinde çok kere ü- Bu uygulama günümüzde Anadolu’da, cinci zerlik(12) uygulaması şeklinde yapılmaktadır. diye bilinen ve cinlerini çağırarak göreve sevk Bize göre tütsü, buğu, duman arasında inanç eden kimselerin uygulamasını hatırlatmaktadır. ortaklığı vardır. Şaman inançlı Nadya Yoguşova’nın cinlerini Doğu Türkistan’ın bu bölgesi Şamanlığında çağırarak kendisini Antalya’da rahatsız eden bir bala dünyaya gelince yapılan toplantıda şaman ol- erkeği uyardığını dinlemiştik. maz. Şamanın muhakkak ve her keresinde balaya Bölge Şamanları arasında Sarı Şaman veya Kara ad verme merasiminde bulunması diye de bir şart Şaman şeklinde bir ayırım ve tipleme yoktur. La- yoktur. Moğolistan’ın bazı bölgelerinde Şaman malar arasında Sarı Lama ve Kara Lama tiplerinin doğumda dua eder iyi dileklerde bulunur. Bu olduğu bilinir.(7) bölgede de şaman ad koymaz, adı balanın babası Od/ateş şamanın ve onun ayinlerinin olmaz- koyar.(13) sa olmazıdır. Şaman od ilişkilerinden en çok Doğu Türkistan’ın batısına düşen bu yöresinde hatırlanan şamanın çıplak ayakla ateşin üzerinde her ad verme işleminde bulunmayan şaman özel yanmadan yürüyebilmesidir. Bir şamanın gerçek hallerde özel adlar koyabilir. Çok hasta olan kim- şaman veya şarlatan olup olmadığı adeta onun selerin şaman tarafından tedavisinden sonra bu ateşin üzerinde yürüyebilmesi ile test edilir. Trans hastaya şaman özel ad koyabilir. Bu çok özel adı halindeki bir şaman kızıl demiri/kor haline gelmiş sadece adı alan kimsenin aile içi yakınları bilirler. kızgın demiri yalar ve tedaviye aldığı hastasına Bu ad cin ve şeytan türü varlıkları kaçıran onlar- da yalatarak onu tedavi eder. Şamanlar ayrıca dan hastayı koruyan bir addır.(14) sağaltma esnasında ağızlarından su fışkırtırlar Özel ad konulması az-çok göbek adı konulmasını kızgın demirde bu su buharlaşır ve bu buğunun andırıyor. Göbek adında da bir koruyuculuk aranır. şifa verici olduğuna inanılır.(8) Bir hadisten hareketle çocuklara peygamber isim- Günümüzde Anadolu’daki bazı İslami tari- lerinin konulmasının önerildiği bilinmektedir. katlarda trans halindeki mensubun kızgın ateşin Kutlu ad kutlu yaşama işaret eder. Ancak kaynağın üzerinde yüründüğü, kızgın şişin yalandığı, şişin işaret ettiği özel ad ve bu adın koruyuculuğu ortak vücudun belirli yerlerine sokulabildiği bilinmek- noktalarının olmasına rağmen tamamen aynı şey tedir. Trans acı bağlantısı itibariyle günümüzün bir değildir. Göbek adı arka plandaki ad durumunda kısım dervişlerinde görülebilen bu uygulamanın olmakla beraber mahrem değildir ve sır olarak pek sosyolojik devamlılık arz ettiği söylenebilecektir. saklanılmaz. Şaman şifa bulmak için kendisine gelen hastanın Kaynağın işaret ettiği özel ad ve onun rahatsızlığının neresinde olduğunu anlar ve ağzı koruyuculuğu kara iyelere karşı olmalıdır. Ev- ile fışkırtacağı suyu oraya fışkırtır. Püskürtülen bu velce yapılan tespitlerimizde bilhassa erkek suda şifa olduğu inancı vardır.(9) çocuğu yaşamayan ailelerin onların yaşamaları Ağızdan fışkırtılan bu ve şifalı olduğuna için onlara kız ismi koydukları, bazı hallerde inanılan bu su ile, günümüzdeki bilhassa psikolo- de geçici çirkin isimlerde verdiklerini bununla jik rahatsızlıklarda tatbik edilen parpılama ve çocuğu kara iyeden isimden hareketle korumanın nefesleme uygulamasının bağlantısı üzerinde du- amaçlandığını biliyoruz. Anadolu’da bazı aileler

78 bir dönem çocuklarına onlar bir yaşa gelinceye yollarındaki belirli çukurlara taş atılması şeklinde kadar güzel olmayan çirkin lakaplar da takarlardı. devam etmektedir. Aynı şekilde Anadolu’da sapa Özel adda da kaçırıcı, korkutucu bir özellik vardır. yerlerdeki taş yığınlarına, bilinmeyen ulu bir zatın Bu hali ile de özel ad koruyucudur. Çocuğu bil- mezarı muamelesi yapıldığı da bilinmektedir. hassa erkek çocuğu yaşamayan aile çocuğunu ulu Batı Türk kültür coğrafyasında bilhassa Oğuz zatlara adarken, onların korumaları altına girme- Türklüğünün yaşadığı bölgelerde hala yapılmakta lerini sağlamış olmakta ve çocuklarına onların olan yağmur duaları ile Doğu Türkistan’ın isimlerini verebilmektedirler.(15) Özel ad adeta bu bölgesinde şaman yönetiminde yapılan tabu olan addır. Adı kullanılan canlı koruma gücü yağmur duaları büyük ölçüde örtüşmektedir. olan şefaat ve ceza verebileceğine inanılan kimse- Karşılaştırmadan hareketle yağmur duası dir. Kaynağın ifadesindeki cin ve şeytan türü uygulamasında bir devamlılığın olduğunu, bu tanımlaması kara iye tanımlamasına uymaktadır. uygulamanın ilk şekillerinin bu bölgelerden Bulunabilir. Hatta avın veya düşmanın kanını dök- kaynaklanmış olabileceğini söyleyebileceğiz. mek ile kurban arasında geçici isim, özel isim gibi Toplu yapılmış olmaları, bir din görevlisinin kodlamalardan hareketle “adsız” adı tekrar incele- yönetiminde yapılmış olmaları kurban ve saçı bilir. Belirli becerilerden sonra adsızın ad alması ile safhalarının yaşanmış olması, meskûn yerlerin onun korunma rüştünü ispat etmiş olması arasında dışında ve tercihen yüksek yerlerde yapılmış bir bağ bulunabilir. Hatta avın veya düşmanın oluşları uygulamada ki devamlılığı göstermek- kanını dökmek ile kurban arasında bir ilişki var tedir. Evvelce yapmış olduğumuz bir tespitte de mı konusu da irdelenebilir. Satılmış olarak Saltık şamanın bazı ayinlerinde giysisini ters giymiş veya Satı adını almak, korunma döneminde adına olduğu hususu vardı ki, Anadolu’da da bunun sığınılan ulu zatın adına kurbanlar kesmek ve be- örneklerini bulabiliyoruz. lirli bir aşamadan sonra ad özgürlüğüne kavuşmuş Şamanın yağmur duasının dışında gelecekten olmak gibi bulguların aralarında bağlantılı haber alma yeteneği de vardır. Havaların kurak olduklarını düşündürmektedir. gideceği, savaş, salgın hastalık olacağı gibi toplu- Şaman çok kurak havalarda muhakkak ge- mu ilgilendiren ve işlerin iyi gitmeyeceği, kayıp lir halkın arasına girer yağmur için dua eder. eşyanın mesela atın nerede olduğu gibi şahsi ko- Monğollardaki/Moğollardaki Ovo/obo’lar nularda da kendi yöntemleri ile fal bakıp açıklama bir noktada yağmur için de yalvarma ya- yapma marifeti vardır. Şaman falına daha ziyade karma mekânlardırlar. Yüksek tepelerde yol Komolog ile bakar. Komolog koyunun tane tane kavşaklarında veya yol kenarlarındaki bu yerlerde olan Anadolu’da gıgılik de denilen korumuş her yıl 6 ayda bir yazın Mayıs-Haziran aylarında dışkısıdır. Şaman aşık kemiği ile de fal bakar an- yığınılır, mal soyulur/hayvan kesilir dinî bayram cak bu fal, ayrıntısı dört aşık kemiği ile bakıldığı yapılır. Ovolar bazen köylerin içinde ve ba- için daha sınırlı olan basit fal türü olarak bilinir. zen de yakın çevresinde olurlar. Her yıl bu kut- Şaman sayısı 36 olan komaloglar ile fal bakarken sal taş yığınlarının yapılan ziyaretlerde 3 veya onları yere serer, oluşan kümelere ve onların 6 daha ziyade ve en makbulü 9 defa tavaf edil- dağılım biçimlerine göre anlamlar çıkarır.(18) ircesine etrafında dönülür ve her ziyarette buraya Komologların Kazakistan’daki adı Kumalag ve bir taş konur, atılır. Tavaf soldan sağa doğru saat Kırgızistan’daki adı ise Korgol olarak bilinir.(19) yelkovanı istikametinde yapılır. Bu tavaf eylemine Oyunun Türk kültürlü halklarda çok sayıda ismi erkek kadın çoluk çocuk herkes katılır.(16) varken Uluğ Türkistan’da daha ziyade Kuyu Tavaf, Türk kültürlü halkların halk inançlarında olarak bilinir. Aynı oyun Artvin de Kuytaşı ismi inancı aslî parçalarından olmuştur. Onu sadakada, ile oynanmaktadır.(20) mezar ziyaretinde, gada almada uygulamanın ve Komologlar ile çeşitli çocuk oyunları oynandığı sözlü kültürün bir parçası olarak görmek müm- da Anadolu çocuk oyunlarından bilinmektedir. kündür.(17) Bunlarla bilye veya misket oyunlarında olduğu gibi Kutsal mekânlara taş koyma uygulaması açılmış küçük çukurlara yuvarlanılarak oyunlar günümüzde doğu Kara Deniz bölgesinde, yayla düzenlenir. Aşık kemikleri de Türk halk kültüründe

79 nazardan korunma ve fal açmakta kullanıldığı gibi nilerin yapıldığı yerdir. Burada çeşitli saçılar da çocuk oyunları ve bazen de kumar aracı olabilirler. yapılır ancak yemek saçısının yapıldığı yer aynı Şamanın fonksiyonu günümüz din sosyolojisi mekân değildir.(24) bakımından bazen din görevlisi mesela hocalık ve Ovolara bağlanılan bezler, atılan taşlar, saçılan bazen de falcılık ve cinciliktir. Buradan hareke- yiyecekler birer adak, nezir, arzu bildirimidirler. tle de günümüzdeki bazı dinî fonksiyonların Tanrıya seslenişlerdir. Dilekte bulunulan Tanrı’dır. geçmişteki tiplemelerini bulabildiğimiz söylene- Tanrıdan istekte bulunulur.(25) bilir. Ovo’ların orta yerlerinde tepe kısmında bir direk Şaman rüya da yorumlar. Rüyasında bilhassa olur, bunun tepesinden eteğine doğru renk renk kötü mesaj veren şeyler gören kimse, muhtemel şerit kurdelemsi bezler gerilerek prizma veya koni olumsuz gelişmelerden sakınmış olmak için gibi bir görünüm oluşturulur. Bu şeritlere “adak şamandan yardım alır. Şaman bir takım uygulama- bezi” gibi renk renk bezler bağlanır. Bu bezler larla adeta şerleri def eder. Şaman rüya sahibine ak, mavi, ağ ve sarı olurlar. Bunlardan en mak- bazı önerilerde bulunur. Mesela 7 gün evden çıkma, bul olanlar ak ve mavi olanlardır. Sarı renk olan bir süre at binme, Temizliğine özel önem göster, bezleri daha ziyade Tibet Şamanistleri bağlarlar. çevrene ikramda bulun, koyun soy/kes ikramda Ovolar da kendi aralarında büyüklüklerine göre bulun gibi yönlendirmelerde bulanabilir.(21) üçe ayrılırlar. Büyük, orta ve küçük boy ovolar Türk kültür coğrafyasında geleceği tahminde vardır. Yerleşim yerinin büyüklüğüne göre bel- rüya yorumunun evveliyatı araştırılınca şaman dede 1, 3, 7 ve 9 ovo olabilir. Ovo sayısı 2 veya burada da karşımıza çıkmaktadır. Türk kültür- 4 olmaz tek sayı olmasına dikkat edilir. Ovoların lü halklarda rüya yorumu için adeta yorumcu bulunduğu mekânlarda ovoların dizilişlerinin de seçilir. Ağzı dualı kimseye başvurulur. Çok kere bir kuralı vardır. İlk sırayı en büyük ovolar alır son- din adamlarına anlatılır. Yorumculuğun kuralları ra diğerleri büyüklük sıralarına göre sıralanırlar. vardır. Rüyalar hayra yorulur. Sıkıntılı rüyaların Buralar aynı zamanda yağmur duası alanı olarak sıkıntısının giderilmesi için suya anlatmak, sada- da bilinirler.(26) ka vermek, Kur’an okumak gibi vecibeleri vardır. Ovolara taş ve bez saçılarından başka yemek ve Rüya inanç ve uygulamalarının köklerinde de bu arada çay, süt, içki de açılır. Ovolara hiç kimse şaman kültünü bulmak zor değildir. eli boş gelmez. Ovo ziyareti eli boş yapılmaz. Para Şaman yıldızlara, aya bakarak o yılın hava rapo- saçısı da yapılır ve bu paranın miktarı zaman za- runu verebilir. Yılın bereketli geçip geçmeyeceğine, man oldukça kabarık da olabilir. Buraların mu- kuraklık gibi sel felaketi de beklenebileceğine, hakkak bakıcısı ve bakıcıları vardır. Saçı olarak zelzele olabileceğine dair açıklamalar yapabilir. atılan paralar toplanılır bu bakıcıların ihtiyaçları Tibet’teki 7–1 ve 8,1 şiddetindeki depremleri karşılanır, dağılmış olan ovo taşları toplanılıp bildiği bilinmektedir.(22) düzene sokulur, çevredeki evlerin hayvanlarından Doğu Türkistan’ın bu batı bölgesinde tavaf zarar görmemesi için varsa yapılmış çeperler bu içerikli başka dini uygulamalar da vardır. Bir eve para ile onarılır, çevre temizlenir, yakın çevre ziyarete gidilecek olsa, bilhassa yeni ev ise kutla- yolları yapılır.(27) mak amaçlı ziyaret yapılıyor ise o evde yenilip Ovolar gibi adak bezlerinin bağlandığı bir yer de içildikten sonra o hane tavaf edilir. Yenilip içilen- “Evliya Ağaçları’dır. Bunlar daha ziyade Çınar ve den o ev için saçı yapılır. Tavaf burada da 3 veya Kara Ağaç gibi büyük gövdeli ağaçlardır.(28) keza üçün katı sayılarda olmalıdır.(23) Kulca bölgesi Türk halk inançlarındaki Şamanist Bu kutsal mekânlar ve yapılan ibadet sadece inanca göre yerin altı da üstü de 9 kattırlar. Evliya- yağmur duası için değildir. Burada sağlık, saa- lar yerin 9 kat üstündedirler.(29) det, bereket, afetlerin defi dilenilmiş ve on- Saçının yapıldığı yerlerden birisi de Ulu lara ulaşılmış olunur. Buraya gelip uygulama- Çaylar’dır. Buralara daha ziyade şarap saçılır. ya katılmış bir çocuğun bir yıl felaketlerden Saçıyı 1–2 kişi de yapabilir. Bu tür saçı merasim- korunmuş olacağına veya bir sürücünün kazaya lerinde katılım 1000–2000 kişiyi bulunca merasi- uğramayacağına inanılır. Burası dilek ve temen- mi şaman yönetir. Ulu çay saçıları da yılda 1 veya

80 DİPNOTLAR 2 defa yapılırlar. Ulu Çay saçı merasimlerinde (1) Kaynak Kişi; Yakup Huang saçı ilkin Tanrı’ya yapılır. Sonra yaşayan bütün (2) Kaynak Kişi; Yakup Huang canlı varlıklara canlı tabiata insanlara ve üçüncüsü (3) Kaynak Kişi; Yakup Huang ise yere yapılır.(30) (4) Kaynak Kişi; Yakup Huang Bizce saçının ilkin Tanrı’ya yapılmış olması (5) Kaynak Kişi; Yakup Huang tespiti çok önemlidir. Bizi göre böylece saçı için (6) Kaynak Kişi; Yakup Huang inanç sisteminin başında olandan bir anlamda (7) Kaynak Kişi; Yakup Huang icazet alınmış olmaktadır. Bu uygulamadan hare- (8) Kaynak Kişi; Yakup Huang (9) Kaynak Kişi; Yakup Huang ketle sistemin en tepe noktasında Tanrının olduğu (10)Yaşar Kalafat, “Akşehir Örnekleri İle Türk Kül- inancının Şaman halk ibadetinde yaşamakta türlü Halklarda Od/ateş/Ocak İyesi” I.Uluslar arası olduğunu söyleyebiliyoruz. Günümüz Türk kül- Selçuklu’dan Günümüze Akşehir Kongresi ve sanat türlü halkların halk tasavvufunda Âlemlerin Rab- Etkinlikleri (20–21 Kasım 2008), Ed. Y.Küçükdağ-M. bi, cemadat, nebatat, hayvanat ve insanatın bütün Çıpan, Konya, 2010, s. 121- 139 yaratılmışların yaratıcı Rabbi’dir. Bu bulgu, Halk (11) Kaynak Kişi; Yakup Huang tasavvufunda eski Türk İnanç Sisteminin izlerini (12) Yaşar Kalafat, “Bahçelievler Örnekleri İle Türk Kültürlü Halklarda Üzerlik İnancı ve Uygulama- takip bakımından önemlidir. Bu hassas nokta Rab lar” Kodlar ve Kültler 1, Türk Kültürlü halklarda bil Âlem’e inanma, Rabbil Âlemle birlikte onun Karşılaştırmalı Halk İnançları, Berikan yayınları, An- emrindeki bazı kuvvelere inanma ve sadece O’nun kara 2009 s. 55–77 dışındaki bazı kuvvelere inanmanın arasındaki (13) Kaynak Kişi; Yakup Huang farkın esaslandırılmasını belirler. Kitabî İslam’da (14) Kaynak Kişi; Yakup Huang Mutlak olana mutlak iman vardır. Sabiilik gibi (15) Yaşar Kalafat “Dedem Korkut Kültür Ellerinde İslam evveli bazı inançlarda Mutlak olana vasıtalı Adlanma” Prof Dr. Ahmet Bican Ercilasun Armağanı, Ağ Çağ, Ankara 2008, s.520–541 iman vardır. Geleneksel Türk dini ise monoteisttir. (16) Kaynak Kişi; Yakup Huang Doğu Türkistan’ın batısındaki Kulca (17) Yaşar Kalafat “Dedem Korkut Kültür Ellerinde merkezli Türk halk inançları, Türk kültür- Adlanma” Prof Dr. Ahmet Bican Ercilasun Armağanı, lü halkların inançlarında varlığını bir şekilde Ağ Çağ, Ankara 2008, s.520–541 sürdürmekte olan geleneksel Türk Dinî (18) Kaynak Kişi; Yakup Huang İnançları’nın kökenine, devamlılığına ve içeriğine (19) Kaynak Kişi: Aslan Küçükyıldız ciddi ışık tutmaktadır. Merkezinde Şaman ve onun (20)Kaynak Kişi: Ülkü Önal (21) Kaynak Kişi; Yakup Huang az-çok geçirdiği transformasyon/biçim değişine (22) Kaynak Kişi; Yakup Huang olan bu yapılanmadaki devamlılıktan hareketle (23) Kaynak Kişi; Yakup Huang yağmur duasına, fal anlayışına, rüya yorumu- (24) Kaynak Kişi; Yakup Huang na, kanlı ve kansız kurban inancına, ak ve kara (25) Kaynak Kişi; Yakup Huang iyelere, tavaf inancına, kutsal mekan kavramına, (26) Kaynak Kişi; Yakup Huang ad vermeğe, keramet algılayışına daha fazla (27) Kaynak Kişi; Yakup Huang açıklık getirebiliyoruz. (28) Kaynak Kişi; Yakup Huang (29) Kaynak Kişi; Yakup Huang

81 ATALARIMIN SÖYLEDİKLERİDİR

Mehmet Ali KALKAN

Gururunu dik tutma, Baş vardır boyun eğen, Güçsüzle alay olmaz. Baş vardır arşa değen, Milletini unutma, Deryayı özlemeyen, El yoksa halay olmaz. Irmak olmaz, çay olmaz.

Çiçekse açmalıdır, Dar günde yatanların, Kuş ise uçmalıdır, Dünyaya batanların, Yüz bahar geçmelidir, Göğe ok atanların, Ha deyince köy olmaz. Sonrası kolay olmaz.

Harmanı ateş alsa, Ap ak olursa dünün, İline fesat dolsa, Arşa yükselir ünün, Uçandan kuzgun kalsa, Gündüzü kara günün Düğün dernek toy olmaz. Gecesinde ay olmaz.

Bakılmayana bakma, Yarım olsa tutuşun Yandırmayanı yakma, Aşılır mı yokuşun? Türk adını bırakma, Sırtından vurulmuşun Sonradan vay vay olmaz. Narası hey hey olmaz.

Başı dumanlıyız biz, Ekmek bizim, tuz bizim. İlli kağanlıyız biz, Saz bizim, kopuz bizim. Turan vatanlıyız biz, İllaki Oğuz bizim, Kürşat yoksa Vey olmaz. Başkasından bey olmaz.

82 ZEKİ VELİDİ TOGAN ve EDEBİYAT

Roza KURBAN*

“HÂTIRALAR” kitabını okudum. Kitabı okudukça Z.V. Togan ‘a olan hayranlığım ve saygım daha arttı. “Hatıralar” kitabını okuduk- tan sonra şu sonuca vardım: Zeki Velidi Togan – meraklı ve girişken, cesur, gözü pek, ama aynı zamanda çok duygusal, yüksek sezgileri sayes- inde ne olacağını kestirebilen, hızlı karar alma yeteneğine sahip olan ve en önemlisi ulusunu karşılıksız seven bir kişiliktir. “Hâtıralar”, sadece bir dönemin tarihini yansıtan tarihi eser değil, kitapta aynı zamanda Türk Dünyası coğrafyası, halkın kültürü, gelenekleri, Türk boyları hakkında da geniş bilgiler bulunmaktadır. Zaten Zeki Velidi Togan hem tarih yapan, hem de tarih yazan nadir kişilerden birisidir. Togan’ın “Hâtıralar” kitabı eşi benzeri bulunmayan bir başyapıttır. “Hâtıralar” kitabını okuduktan sonra Z.V.Togan’ın yalnız büyük tarihçi ve önemli devlet adamı olmanın yanı sıra edebiyat ile de yakından ilgisi olduğu kanaatine vardım. Zeki Velidi eğitimli ve kültürlü bir ailenin çocuğu olduğundan, babası Ahmetşah’tan Arap, annesi Ümmülhayat Hanım’dan Fars dilini öğrenmiştir. Edebiyatı çok seven annesi, küçük Zeki’ye Fars ve Türk edebiyatından hikaye ve şiirler okumuştur. Zeki Velidi annesi Ümmülhayat Hanım’dan “me- lek” diye bahsederek annesi hakkında şunları Zeki Velidi Togan 100 yılda bir dünyaya gelen yazmıştır: “1918’de Orenburg’da Sovyetler ve önemli şahsiyetlerden birisi olup, Türk Dünyası’na 1944’de Türkiye’de İsmet Paşa tarafından hapse verilen bir armağandır. Togan’ı Tataristan’da atıldığım, okunacak her şeyden mahrum edildiğim yaşarken hiç tanımamışım, okul yıllarımda onun vakit en çok annemden öğrenmiş olduğum şiirleri adından söz edildiğini pek hatırlamıyorum, üni- ve Yesevi’nin “Şeb-i Yeldâ” unvanlı münacatını versite yıllarında ise Z.V. Togan’ın adı satır okurken üzerimde annemin ne kadar mühim aralarında çok az da olsa anılıyordu. Ancak 1995 olduğunu gördüm. 1944 hadiseleri zamanında yılında Türkiye’ye geldikten sonra Togan’ı tanıma babamın hatıraları çoktan unutulmuştu, fakat anne- fırsatını buldum. Önce çevremde onun hakkında min hayali “hafıza ferişte”si denilen melek gibi söylenen olumlu fikirler dikkatimi çekti. Daha yanımda bulunuyordu. Ben bazen, memlekette sonra Zeki Velidi’nin 1999 yılında Türkiye Di- yaptığım gibi, kendi annemi kokluyormuşum gibi yanet Vakfı Yayınları tarafından yayımlanan hissederdim. Onun cazibesi, şiirlerle dolu olan

*Tatar Milli Meclis Üyesi, Filoloğ 83 ahlak telkinlerinde idi. Ben annemin, hayatında yakından öğrenmiş ve büyük ilgi duymuştur. Her hiçbir vakit en küçük bir günah işlemediği ve bana çocuğun gelişmesinde ailesinin ve çevresinin karşı sonsuz samimi olduğu kanaatindeyim. Onun önemi büyüktür ki, annesi Ümmülhayat Hanım, bana öğrettiği Farsça ve Türkçe şiirler yalnız dayısı Habib Neccar ve destan sevdalısı amcası ahlakî parçalardan ibaret değildi; bunların arasında Veli Molla - küçük Zeki’nin kalbine edebiyat edebî estetik şiirler de vardı… Bana Orta ve Yakın sevgisi aşılamayı başarmıştır. Aldığı milli ruhla Şark’ın hayatını çok yakından öğrenmek, o diyar- örtüşen bu eğitim ona tüm hayatı boyunca eşlik da çok samimi dostlar kazanmak imkânı vermiş etmiş ve bu sayede karşısına birçok fırsatlar olan Fars dilini severek öğrettiği için anneme dai- çıkmasına neden olmuştur. Zeki Velidi Togan ma minnettar kaldım. Annemin siyasetten katiyen gittiği her yerde ilk işi tarihi yerleri gezmek- haberi yoktu. Çok dindardı… Şiirden haz alan görmek, kütüphanelerde araştırma yapmak ve annemin konuşması çok fasihti. Hemen her cüm- destanları toplamaktır. Togan çatışmalar sırasında lesini atalar sözü ile teyit ederek veya araya bir bile bu alışkanlığından vazgeçmemiştir. Bir tes- vecize sokarak konuşurdu.”[i]Arap Edebiyatını adüf müdür bilinmez, çok sevdiği Çağatay şairi Ali ise Togan dayısı Habib Neccâr Satlıoğlu’dan Şir Nevaî’nin Herat’taki mezarını da Z.V.Togan öğrenmiştir. Habib Neccâr zamanının ileri görüşlü bulmuştur. Ali Şir Nevaî’nin mezarının tespiti insanlarından birisi olup, Zeki Velidi’nin hem hakkında Togan “ Herat’ta Temürlü Devri Âsarı” eğitimine hem de siyasete adım atmasına vesile başlığı altında şunları yazmıştır: “ Burada Temür- olmuştur. Dayısı hakkında Togan şöyle demiştir: lü devri eserlerinin çok ihmal edilmiş olduğunu “Ben Ütek medresesinde Arap dili ve edebiyatını belirtmek için tek şu noktaya işaret etmek kâfi ge- öğrendim. Arapça iyi bildiği halde babamın lir ki 15.asır son yarısının kültür hayatının başında Arap edebiyatından haberi yoktu. Dayım bu gelen ve bu şehrin imarında büyük rol oynamış dersleri bana bizzat öğretirdi, çünkü çoğu onun olan büyük Türk şairi Ali Şir Nevaî’nin mezarının evinde kalırdım. Kendisinin o zaman hiç çocuğu yerini bilen kimse yoktu. Yalnız bu Ali Şir ken- olmadığından beni kendi çocuğu gibi itina ile disinin “Vaqfiye” ismindeki eserinde bugün dahi okuttu… 1904 yılında Rus-Japon muharebesi yerleri belli olan medrese ve camileri ile ima- başlayınca Rusya’nın yenilmesine sevinen dayım rethanesinin birbirinden kaç zira (arşın) me- her gün İsterlitamak’a bir atlı gönderip getirttiği safede bulundukları açıkça kaydolunmuş ve diğer telgraf bültenlerini bana okuturdu. Bu benim kaynaklarda Ali Şir’in bu binalar arasında yapılan Rusçamın ilerlemesine ve siyasî meselelerle il- türbede gömüldüğü de tasrih edilmiş olduğundan gilenmeme vesile oldu.”[ii] Zeki Velidi’nin halk bunun yerini tespit etmek benim için kolay oldu. edebiyatına olan ilgisinde amcası Veli Mola’nın Metre ile her tarafı ölçüp bulduğum noktada bir da payı vardır. Amcası sayesinde o milli destan- mezar taşı vardı. Fakat buradaki bağlara nezaret larla tanışma ve okuma fırsatını bulmuştur. To- eden zatın anlattığına göre bu taş sonradan başka gan, Veli Molla hakkında şu satırları yazmıştır: “ yerden getirilmiş ve burası Heratlılar tarafından Veli Molla’nın Arapça ve Farsça yazdığı eserler “ Şah-ı Gariban” tesmiye olunmakta imiş. Es- vardı; daha genç olduğumdan ondan ancak Ed- kiden burada mum yakma âdeti de var imiş, sonra ige, Cirence, İsaoğlu Emet gibi Türkçe milli tarihi taşlarını götürmüşler. destanlarımızı öğrendim.”[iii] Bu şekilde Ali Şir Nevaî’nin Heratlılar nazarında Böylece Zeki Velidi Togan, çocukluk yıllarından “Gariplerin Padişahı” olarak tanındığını öğrenmiş itibaren Çağatay şairi ve devlet adamı Ali Şir Ne- ve mezarı tespit etmiş oldum.”[iv] vaî (1441–1501), Fars şairi ve mutasavvıf Ferid- Başkurt halkının karakterinde olan cesaret ve eddin Attâr (1119–1193), şair ve düşünür Mevlâna kararlılık Z.V.Togan’ı da es geçmemiştir; o daha Celâleddin Rumî (1207–1273), şair ve mutasavvıf 18 yaşındayken 29 Haziran 1908 yılında tahsil için Ahmet Yesevi ( 1093–1166), XVII-XVIII. yüzyıl evinden ayrılarak o zamanların medeniyet merkezi Orta Asya Türk şairi Sufi Allahyar (ölümü 1713), olan Kazan’ın yolunu tutmuştur. Orenburg şehrine Suriye’de yaşayan Arap şair ve düşünür Abûl Ala geldiğinde, Z.V.Togan Tatar Edebiyatı’nın filo- al-Ma’arrî (973–1057) ve başkalarının eserlerini zof şairi Derdmend’i (1859–1921) evinde ziyaret

84 etmiştir. Gerçek adı Zakir Remiyev olan bu şair el konulan özel kütüphanesi olmuştur. Derdmend Tatar Edebiyatında derin iz bırakmasının yanı kütüphanesindeki kitapların büyük bir çoğunluğu sıra Çarlık Rusya’sının “altın kralıdır”. Ünlü ateşe verilmiş, geriye kalan kısmının da nerde şairin zenginlik ve şairliğini kıyaslayan Tatar olduğu belli değildir. Aynı zamanda Derdmend’in şairi Sibgat Hekim (1911–1986) şöyle demiştir: el yazılarını da aynı kader beklemiştir. Ne acıdır ki, “Terazinin bir kefesinde – Derdmend’in şiirleri. böylece şairin çok değerli eserleri de gelecek nesle Diğer kefesinde – Derdmend’in altınları… Han- ulaşamamıştır. Derdemend’in Orenburg’taki evine gisi ağır basar? Şiirleri ağır basar…” Gerçek- el konduktan sonra, o Orsk şehrine taşınmak zo- ten de Tatar Edebiyatında çok zengin olan, aynı runda kalmıştır. Zeki Velidi bu ziyareti hakkında: zamanda yüksek yetenekli olan bir başka şair “ Mütevazi bir evde yaşayan eski milyoner şair veya yazara rastlamak mümkün değildir. Derd- Zakir Remiyev’i de bu sefer bu yazın Orenburg’a mend sahip olduğu parasını da Tatar halkının ikinci defa geldiğimde gördüm. Bu zat Çağatay aydınlanması, bilgi sahibi olması için harcamıştır. şairi Alişir Nevaî’nin meftunu idi. Kendisine 12 Bu konuyla ilgili Fatih Kerimi (1870–1937) şöyle sene önce Nevaî’den naklettiğim şiirlere nazire demiştir: “ O (Derdmend) altınları için yaşamadı, yazmış olduğunu şifahen anlattı. Fakat hasta ve o altınlarının belirlediği yüksek amacına ulaşmak divanda başını dayadığı yastık ona yakışmaz bir için bir araç olduğunu biliyordu ve bunun için halde idi. Servetini kaybetmekten fazla mütees- altına ihtiyacı vardı.”[v]Derdmend, Tatarlar için sir olmadığını, fakat milletimizin mukadderatı okullar, medreseler yaptırmış, matbaa açmış ve hususunda büyük endişe duyduğunu söyledi. zamanının hemen hemen tüm Tatar yazarlarının Orsk şehrinde yaşıyormuş. Veda edip kapısından eserlerini yayınlamış, Vakit gazetesi ve Şura der- çıkarken Alişir Nevaî’nin şu mealdeki parçasını gisini çıkarmıştır. Tatar halkının geleceğinden hatırladım: endişe duyan Derdmend, Tatarlar ancak aydın bir Ölümden daha ağır olan hayatımı mı diyeceksin, ulus olurlarsa tüm tehlikelerle baş edebileceğini Yanma ve iç çekmelerin uğursuzluğu yüzünden bilmiştir. Sapına kadar Tatar olan Derdmend, tüm gözlerimden (akan) yaşımı mı diyeceksin? varlığını, benliğini ve hatta hayatını Tatar ulusuna Yoksa taş üstüne koyduğun garip başımı mı di- adamıştır. Zeki Velidi, Derdmend ile olan görüşme yeceksin, hakkında şunları yazmıştır: “ Ben ona Kazan’a Yahut da gam ve gussa ile dolu başımın altındaki gideceğimi ve Rusça muallim mektebine girmek taşımı mı diyeceksin? niyetinde olduğumu söyledim, o da bunu makul Zaten dayanağı eski yastığı da bir taş gibiydi. buldu. Fakat maddi vaziyetimden bahsetmedim. Riza Kadı’ya bir miktar kağıt ve altın para bıraktım Mamafih o, “Vakit” gazetesi idarehanesinde Ya- ve icap ederse kendine yardımda bulunacağımı rullah Veliyev ismindeki muharriri görmemi tavsi- söyledim.”[vii]demiştir. Bu Zeki Velidi Togan’ın ye etti. Bu da ertesi gün bana Zakir Bay namına Derdmend’i son görüşü olmuş; aradan çok zaman 50 lira para verdi. Zakir Bay’ın konuşmaları geçmeden yoksulluk ve açlık içinde yaşayan Derd- çok samimi idi. Şiirleri çok güzeldi, Çağatay mend aniden hastalanmış ve 9 Ekim 1921’de Orsk edebiyatına vakıftı… “Gurbette insan sevinemez, şehrinde hayata gözlerini kapatmıştır. Günümüzde el ve âlemin şefkatinden de hayır göremez, eğer Tatar edebiyatının bu değerli şairinin mezarı bile altın kafes içinde kızıl gül yetişecek olsa (dahi), yoktur. bülbül için bir diken kadar yuva işini göremez” Z.V. Togan, Orenburg’dan Astrahan şehrine mealindeki şiiri çok hoşuma gitti. O, bu şiirin ben- oradan vapurla Kazan’a gitmiştir. Togan, yol- im halimi beyan ettiğini her halde biliyordu.”[vi] culuk sırasında da araştırmalarına devam etmiş Zeki Velidi Togan’ın Derdmend ile ikinci ve son ve Kazan’a gelir gelmez dayısı Habib Neccâr’ın kez görüşmesi 1920 yılında gerçekleşmiştir. 1918 üstadı olması dolayısıyla Şihabeddin Mercanî^nin yılında Derdmend’in tüm mal mülkü müsadere (1818–1889) medresesini ve oğlu Burhan edilmiş, gazete ve dergisi kapatılmıştır. Hiçbir za- Molla’yı ziyaret etmiştir. Burada Mercanî’nin man mal mülk hırsı olamayan Derdmend bunlara daha basılmamış olan 8 ciltlik Arapça tarih kitabı üzülmemiş, fakat onu derinden etkileyen tek şey “Vafiyât al-Aslâf”ı okumuş ve kitabın bir ciltlik

85 Türkçe hulâsasını yapmıştır. Kazan’ın medeniy- Artık yazdığı bilimsel makaleleri ile de kendinden et hayatına hızlı uyum sağlayan Zeki Velidi, gaze- yavaş yavaş söz ettirmeye başlamış, bu sahada telere makaleler de yazmaya başlamıştır. Medre- çalışan bilginlerle de tanışma fırsatı bulmuştur. selerdeki ıslahatlarla ilgili fikirlerini içeren yazısı Zeki Velidi Togan’ın “Türk Tarihi” adı altında “Beyan al-Haq” adlı Tatar gazetesinde basıldıktan yazdığı eserini 1911 yılında tamamlanmış ve sonra şair Abdullah Tukay (1886–1913) ve yazar baskıya verilmiştir. Fakat kitabının adını “Türk ve Fatih Emirhan (1886–1926) Velidi’nin fikrine Tatar Tarihi” olarak değiştirmiştir, bu değişimin se- karşı yazılar yayınlamışlardır. Togan bu konuyla bepçisi de ünlü eleştirmen, edebiyat bilgini, dilci, ilgili şunları yazmıştır: “ Kazan Tatarları arasında siyaset yazarı ve gazeteci, tarihçi, eğitimci, devlet bu sıralarda milli sahada geniş ıslahat yapılmasını adamı ve Tatar edebiyatının gelmiş geçmiş en ünlü isteyen bir zümre “al-Islah” diye bir gazete roman yazarı Alimcan İbrahimov (1887–1938) çıkarıyorlardı. Ben bu zevatla görüştüm. Fakat ken- olmuştur. Z.V.Togan, A.İbrahimov’la ilk kez 1911 dilerini plansız, mütereddit, fikirlerinin birçoğunu yılında İsterlitamak’ta görüşmüştür. Bu görüşme da temelsiz buldum. Bunlar okumakta oldukları hakkında Togan şöyle demiştir: “ İsterlitaman Tatar medreselerini hem gimnazyuma, mühendis şehrine geldiğimde burada “Kalem Kitabevi” sa- mektebine, hem de üniversiteye çevirmek isterl- hibi, Tatar yazarlarından Abdullah Battal ile Alim- erdi. Bence hakikaten eskimiş olan bu medresel- can İbrahim’in buraya geleceklerini söyledi. Ben erden ancak iki tip orta mektep kurulabilirdi. Bir Tatar muharrirleri takdir ettiğim için bu iki yazarı kısmı Hristiyanlarda olduğu gibi “teoloji seminer- da köyümüze getirip misafir etmek için babamın leri”, diğer kısmı ise “muallim mektepleri” şekline müsaadesiyle iyi atlarımızı koşup İsterlitamak’a sokulabilirdi. Bu hususta “Beyân al-Haq” isminde- gittim. Fakat o zaman hiç şöhretim olmadığından, ki Tatar gazetesine bir makale yazmıştım. Bu fikir, çoktan şöhret sahibi olan bu iki muharrire samimi münevverlerden öteki tip “Islahatçı”ların hoşuna davetimi kabul ettiremedim, Battal Bey, Tahirov gitmedi. Şair Abdullah Tokay bu makale münas- adlı Tatar’ın çıngıraklı resmî posta arabasına bin- ebetiyle bir şiir, Fatih Emirhan nam muharir bir iki erek şehirden ayrıldı. Hala İstanbul’da eski dostum makale neşrettiler.”[viii] Makale yayınlandıktan sıfatıyla her zaman buluştuğumuz Abdullah Battal sonra Z.V.Togan ünlü Tatar şairi Abdullah Tukay ( şimdiki soyadı Taymas) ve muhterem refikası ile tanışmış, aralarındaki anlaşmazlığı gidermiş ve Azize Hanımı otomobilime alıp gezdirdiğim va- arkadaşlık kurmuş, onu sık sık ikamet ettiği Bul- kit “Hani o zaman Başkurt arabasına binmem” gar otelinde ziyaret etmiştir. diye yamcı Tahirov’un posta arabasıyla gitmiştin, Zeki Velidi’nin Kazan’daki yılları çok verimli şimdi niye bu arabaya bindin? diye lâtife edip eski geçmiştir. O, 1909–1910 yıllarında Kasımiye davetimi hatırlattığımda “Sen o zaman köyden Medresesi’nde Türk Tarihi ve Arap Edebiyatı gelen ve köylü kıyafetli bir Başkurt muallimi idin; Tarihi öğretmenliği yapmanın yanı sıra Rus Dili senin bir gün böyle tanınmış bir şahsiyet olacağını dersleri almaya devam etmiş ve lise sınavlarına nereden bilirdim” diye izhar etti. hazırlanmıştır. Togan’ın Türk Tarihine olan ilgisi Abdullah Battal gittikten sonra Alimcan onun Türk Tarihi adlı eserini yazmasına vesile İbrahimov ile orada epeyi konuşmuş ve ona olmuştur, böylece büyük tarihçi olmanın ilk basılmakta olan tarih kitabımdan bahsetmiştim. adımlarını Kazan’da atmıştır. İlk ilmi makalel- O çok zeki bir zattı. Bu eserin adı “Türk Tarihi” erini de bu yıllarda yazmıştır Zeki Velidi. Yoğun idi, fakat Alimcan, kitabın adının “Tatar Tari- çalışma ve araştırmalar sunucunda “Türk Ka- hi” olması gerektiğinin üzerinde durdu. Kitabı vimlerinde Dört Mısralı Halk Şarkıları” adlı Kazan’ın İdrisov ismindeki kitapçısı bastırıyordu. ilmi eserini vücuda getirmiş ve bu eser “Şura” Bu zat da “Türk Tarihi” ismini beğenmiyordu ve mecmuasında yayımlanmıştır. Bu eseri hakkında bu sene ( 1911) sonlarında eserin basımı bittiğinde Togan: “Prof. Katanov benim bu mesaimden çok kendi bildiği gibi ona “Türk-Tatar Tarihi” ismini çok memnun kalmıştı”[ix], diye yazmıştır. Bu vermiş, ben de “Türk-Tatar” şeklinde bir isim yıllarda Velidi tarih ve edebiyat tarihi ile ilgili bir- olamaz, hiç olmazsa “Türk ve Tatar Tarihi” di- çok eser okuyarak ufkunu daha da genişletmiştir. yelim diye, yaptıkları emrivakiye uydum, o da

86 böyle yaptı. Yalnız sonunda Kazan Hanlığına ait ve memlekette tahsil görmüştür. Daha sonra kısmı biraz genişletmemi istedi. Alimcan kitabın 1926 yılında Zeki Velidi, Fahreddin’i İstanbul’da basılmış formalarını İdrisov’dan almış, okumuş ve evinde misafir ettiği sırada 1908 yılındaki beğenmişti. O da “Yulduz” gazetesinde 1911 sene- görüşmeyi hatırlamışlardır: “Bu zat (Rizaed- sinde milli kültürümüze ait yapılan en mühim eser din Fahreddin R.K.) 1926’da hacca giderken bir diye tavzif ederek kitabımdan medh-ü sena ile bah- müddet İstanbul’da bulundu ve Samatya’daki setti. Bu da beni teşvik eden bir jest olmuştu.”[x] ikametgâhımda misafir oldu. 1908’de Orenburg’da Zeki Velidi Togan’ın “Türk ve Tatar Tarihi” adlı görüştüğümüzü ve beni Rusça tahsiline tergip kitabı yalnız Türk Dünyasında değil tüm dünyada ettiğini hatırladı ve “Rusya’da kalmanız çok yer- büyük yankı bulmuştur. Kitap Togan’ın kendin- inde bir işti, çünkü Suriye’ye gitmiş olsaydınız, den önce her yere dağıldığı için artık Zeki Velidi doğu Türkleri arasında bu inkılâp senelerinde dünyanın dört bir yanında tanınmıştır. Türkiye’de yaptığınız tarihî işleri yapmamış olurdunuz. Yusuf Akçura (1876–1935) “Türk Yurdu” der- Türkiye’ye gelen münevverlerimizden Yusuf gisinde, İsmail Gaspralı (1851–1914) “Tercü- Akçura ile Ahmet Ağaoğlu’dan başka şahsiyetini man” gazetesinde, Kazan’da Prof. Katanov ve muhafaza ile bu muhitte bir iz bırakan kimse şarkiyatçı Yemelyanov Rus bilimsel dergilerinde görülmüyor,” dedi.”[xii] Görünen o ki, Zeki Ve- Togan’ın “Türk ve Tatar Tarihi” adlı kitabını tak- lidi Togan’ın büyük devlet adamı olmasında dir ettiklerini yazmışlardır. Ayrıca Almanya’dan Rizaeddin Fahreddin’in de rolü olmuştur. 1917 şarkiyatçı Martin Hartman, Macaristan’dan Ekim Devrimi’nden sonra da Başkurdistan muh- Prof. Vambery, Orenburg’da neşredilen “Vakit” tariyeti için mücadele yıllarında Tatarlar ve gazetesi idaresi Zeki Velidi’ye teşvik eden me- Başkurtlar arasında anlaşmazlık çıktığında Togan, ktup göndermişlerdir. Genç yaşında böyle bir Fahreddin ile birkaç kez görüşmüş ve yardımcı başarıyı elde eden insanlar azdır ki, Zeki Velidi olmasını istemiştir. Görüşme ile ilgili Zeki Ve- 21 yaşında böyle bir başarıyı elde etmiş ve Türk lidi şunları yazmıştır: “ Tatarlar üzerinde mües- tarihçileri arasında kendi yerini almıştır. Bu kitap sir olmasını ümit ederek Rizaeddin Fahreddin’i yayımlanıp birkaç ay geçtikten sonra Togan Ka- bir iki defa ziyaret ettim. O davamızı mukaddes zan Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Cemiyeti’nin addettiğini, fakat artık ihtiyar olduğundan elinden aslî azası olmuş ve iş teklifleri de arka arkaya gel- çok iş gelmeyeceğini, Abdurrahman ve Abdürreşit meye başlamıştır. ismindeki oğullarına Başkurdistan muhtariy- Ünlü Tatar bilgini ve yazar Rizaeddin Fahred- eti hareketine yardım etmelerini vasiyet ettiğini dinov (1859–1936), Togan’ın babası Ahmetşah’ın söyledi. Bu benim için iyi bir kazançtı.”[xiii] Daha yakın arkadaşı olduğu için Zeki Velidi her zaman sonraki yıllarda Rizaeddin Fahreddin’in oğulları onun fikirlerine başvurma gereksinimi duymuştur. Zeki Velidi’ye matbaa ve gazete işlerinde yardımcı Togan, 1908 yılında Orenburg’da Rizaeddin olmuşlardır. Fahreddin’in büyük oğlu Abdur- Fahreddin ile görüşmüştür. O yıllarda Rizaeddin rahman “Başkurdistan” gazetesinde başmuharrir Fahreddin, zengin Zakir ve Şakir Remiyevlerin sıfatıyla görev yapmıştır. 1908–1918 yılları arasında neşrettiği “Şura” der- 1917 Şubat ve Ekim Devrimlerini herkes gibi Zeki gisinde yönetici ve başyazar olarak çalışmıştır. Velidi Togan da büyük bir heyecanla karşılamıştır. Zeki Velidi, Fehreddin ile olan görüşmesi Başkurt ulusunu canından çok seven Zeki Velidi hakkında şunları yazmıştır: “ Babamın çok iyi kendini siyasetin içinde bulmuştur. İnişli çıkışlı dostu olan Rizaeddin Hazreti ziyaret ettim. O siyasi hayatında Togan’ı destekleyenler de engel beni yaşlı bir adammışım gibi kabul etti. Onun- olanlar da olmuştur. Bunlar arasında siyaset yazarı, la tarihe ve edebiyata, bilhassa al-Ma’arrî’ye ait edip ve gazeteci, Stalin Devri kurbanı Fatih Kerimi çok şeyler konuştuk. Tahsil derdimi anlattım. Rus (1870–1937) de bulunmaktadır. 1917’li yıllarda mekteplerine gitmek veya Suriye’ye gitmek gibi Kerimi muhtariyet karşıtı olarak ortaya çıkmıştır. iki dilemma arasımda bulunduğumu söyledim. O, Zeki Velidi konuyla ilgili şunları yazmıştır: “ bana memlekette kalmamı tavsiye etti.”[xi] To- Vaqıt gazetesi başyazarı Fatih Kerimi, muhtariy- gan, Rizaeddin Fahreddin’in tavsiyesine uymuş etin çok zehirli düşmanı idi. Bu zat Türkistan’la

87 Edil (İdil- R.K) havzası yollarının bir birin- Yilim Karan köyünde doğmuş olan Mecit den tamamıyla ayrı olduğuna, benim bir gün Gafuri’yi Zeki Velidi evinde de ziyaret etmiştir. Taşkent’te diğer bir gün Orenburg’da bir gün Mecit Gafuri ile olan bu görüşmesini Togan şöyle Özbek ve Kazak, diğer bir gün Başkurt ve Ta- kaleme almıştır: “Memleketimizin şairi Mecid tarlarla konuşup bir büyük siyasî hareket yarat- Gafuri bu Yılım Karan köyündendi. Onun evinde mak istememi iki ayağı ile iki kayığı idare etmek misafir kaldım. O benden biraz büyüktü. Dayım isteyen insanın hareketine benzeterek bir makale Habib Neccar ve üstadı Zeynullah İşan’ın talebe- neşretmişti.”[xiv] Zeki Velidi Türkistan Birliği si idi. Evinde o akşam birçok şiirlerini okudu. olmadan Başkurt, Tatar, Özbek, Kazak gibi Türk Sabahleyin biz onunla birlikte Mirzakay’a git- milletlerinin Ruslar tarafından yok edileceğini tik. Benim de geldiğim duyulunca oraya başka önceden hissetmiştir. Böyle sert muhalefet ya- köyden birkaç zevat geldi. Bu ziyafetler çok sa- pan, Başkurdistan muhtariyeti hareketini baltala- mimi ve tatlı oldu. Bundan şairimiz Mecid Gafuri mak için çok uğraşan Fatih Kerimi de daha son- de mülhem oldu. Şiirlerini okudu. Bugün bu şairin raki yıllarda Togan’a hak vermiş ve onunla aynı eserlerini yüz binlerce nüsha bastıran Sovyetler sırada yerini almış, Togan’a destek vermiştir. onu güya kendilerininmiş gibi gösterirler, halbuki Fatih Kerimi’nin fikrinin değişmesi hakkında Zeki o, ancak bir milliyetperverdi. Fakir bir aileden Velidi : “Evvelce bize cidden muhalif olan Tatar yetişmişti.”[xvii] Mecit Gafuri’nin 1907 yılında muharriri Fatih Kerimi Muallim Mekteplerinde yazdığı “Söyembike Minaresi” adlı şiiri onun vazife aldı”[xv]demiştir. nasıl biri olduğunun açık kanıtıdır. Zeki Veilidi Togan, Tatar-Başkurt ulusu- nun meşhur şair ve yazarı Mecit Gafuri’yi Ber zamanlar sinde namaz ukgannar han ide, (1880–1934) da yakından tanımıştır. Togan, Kavme Tatar hem Törekneñ meskene Kazan ide, Mecit Gafuri ile komşu Makar köyünden bir Ul vakıtnı tasvir itsek, ni güzel zaman ide! K a l b e m e m e ñ p a r e k ı l d ı ş u l g ü z e l H a n m e s c e d e . imamın oğlu olan Aziz aracılığıyla tanışmıştır. [xviii] Aziz de Gafuri gibi şiirler yazmış, bu da onları yakın dost olmasını sağlamıştır. Mecit Gafuri Zeki Velidi Togan’ın “Hatıralar” kitabında ile ilk görüşmesi hakkında Zeki Velidi şunları Tatar-Başkurt ulusunun siyasetçi, aydın, yazar yazmıştır: “ Bazı eserler de yazmış olan Aziz ve şairlerinin acıklı kaderleri de yer almaktadır. Troytsk’daki şeyhin medresesinde ve aynı zaman- Bağımsızlık uğruna verilen mücadelede bu da Rus mektebinde tahsil etmekte olan çok zeki ve insanların birçoğu kendini halkı uğruna gözünü şair bir gençti. Sonradan meşhur şair olan Mecit kırpmadan feda etmiştir. Başkurt milli bağımsızlık Gafuri ile birlikte Troytsk şeyhinin medresesinde hareketini gönülden destekleyenler arasında Tatar- tahsil ediyorlardı. Her ikisi birlikte Kazaklara gi- Başkurt şairi Şeyhzade Babiç (1895–1919) da derek yazın muallimlik ederler ve sonbaharda her bulunmaktadır. Babiç hakkında Zeki Velidi şunları ikisi köylerine dönerken Azizlere uğrarlardı. Aziz yazmıştır: “Şeyhzade çok sevilen milli şairdi. Ta- şairlik bakımından Mecid’e nispeten daha büyük tarca ve Başkurtça çok güzel şiirleri ve matbu istidada malik idiyse de, basılmış eseri belki eserleri vardı. Hepsi yok oldu gitti. Başkurdistan yoktu. Mecid’in ise bir iki küçük şiir mecmuası milli hareketi, bu şairin kalemi yle şiir çıkmıştı. Ben bu topal şairle (ihtimal 1907’de) ilk mecmualarında canlandırılmıştı. Fakat bunların defa görüştüm, sonra Aziz’le birkaç defa bize geld- çoğu basılmamıştır. Hepsi Sovyetler tarafından iler. Her ikisi şiirlerini okurlardı, babam ve annem imha edildi gitti.”[xix] Sovyetler için millile- bundan çok hoşlanırlardı. Mecid o matbu eserl- rin hiçbir önemi yoktur, onun içindir ki onların erinde “ Başkurtlar Edil ve Dim nehri boylarında adlarından ve eserlerinden korkarlar ve yok etmek kendi başlarına hür camialardı, yabancılar geldi için de ellerinden geleni yapmışlardır. Şeyhzade onları esir etti” mealindeki şiirlerini o zaman Babiç tarihi olayları bizzat yaşamış biri olarak söylemişti.”[xvi] Yoksulluk içinde büyüyen bu şiirlerinde de bu tarihi olayları yansıtmış, kendi şairin şiirleri milli ruhla yazıldığı içindir ki, Zeki duygularını da belirtmiştir. 16 Kasım 1917 yılında Velidi’yi de derinden etkilemiştir. Başkurdistan’ın

88 Başkurdistan Muhtariyeti resmen ilan edilip, kurmuş olduğu Başkurt Ordusu Sovyetler ceph- milli hükümet kurulduktan sonra Başkurdistan esine geçmek zorunda kalmıştır. Bu olay hem halkını büyük bir heyecan sarmış, yazar ve şairler ordu için hem de Başkurt milleti için çok ağır de bu heyecanını eserlerinde yansıtmışlardır. olmuştur. Göz yaşartıcı bu hadiseyi Zeki Velidi Zeki Velidi: “Bizde büyük heyecan doğuran bu şöyle anlatmıştır: “Kıt’aları geçerken kendimi muhtariyet ilanı milli şairlerimizden Seyitkerey ağlamaktan güç zapt ederek onları selamladım. Magaz’ın, Şeyhzade Babiç’in birçok şiirlerinin Askerler ağlıyordu. Onlar geçince yanımda emir- mevzuu olmuştur.”[xx]demiştir. O yıllarda yalnız berim Ahmetcan’ın göğsüne başımı koyup hüngür sevinçler değil, büyük acılar, büyük kayıplar da hüngür ağladım. Bunda hep inandığım demokrasi yaşanmıştır. Babiç, Kızıllar ile çatışma sırasında ve hürriyet fikrine veda edip şahsî, millî ve maşerî vefat eden Emir Qaramış’ın ölümü hakkında bir irademizi meçhul maksatlar uğruna kullanmak şiir yazmıştır. Konuyla ilgili Zeki Velidi şunları üzere Tabolin ve Kolesovların emrine feda et- yazmıştır: “ Kızılları doğu Ural’dan koğup mek, bu kadar döğüştüğümüz düşmanın ayağına çıkarmakta en faal rol oynayan İkinci Süvari Alay gitmek, milletimizin istikbalinin karanlığı, kumandanı Emir Qaramış bu sefer esnasında vefat sevdiğim askerlerimizin başına gelmesi muhtemel etti. Bu ordumuz için büyük bir kayıptı. Bu kayıp felâket gözümün önüne geliyordu.”[xxiii] Milli dolayısıyla Başkurdistan’daki şairlerimiz birçok şair Şeyzade Babiç de bu olaylardan derinden mersiyeler yazdılar. Bunlar arasında Şeyhzade etkilenmiş ve kendi yorumunu da ekleyerek şiir Babiç’in:Bugün bize ne oldu, duygularımız neye yazmıştır. Togan, Babiç hakkında şu satırları perişan oldu? yazmıştır: “Milli şairimiz Şeyhzade Babiç de bu teknik kıt’alarla birlikte cepheyi geçmiş, askerin Perişan olmanın manası, bir dev er ölmüştür. karanlık istikbal korkusuyla titrediğini ve bu hadis- Kaybedip üzüldüğüm er kim idi. enin Başkurtların tarihî hayatının en feci hadisesi Emir isimli er idi. olduğunu, bu münasebetle yazdığı şiirinde tasvir etmişti. Onun fikrince eğer bu cephe değiştirme mısraları ile başlıyan mersiyesinin son zaman- hâdisesinin başında Zeki Velidi kendisi bulunma- larda dahi halk arasında söylenmekte olduğunu sa idi, bütün ordu tek bir insan gibi intihar etmiş 1943’de Almanlara esir olan Başkurt askerlerin- olurdu, demişti.”[xxiv] Şeyhzade Babiç’in yazdığı den öğrendim. Emir benden birkaç yaş küçüktü, şiirden de göründüğü gibi Başkurt ulusu Zeki Ve- fakat onu çok küçüklüğünden tanıdım, çünkü lidi Togan adı altında tek vücut olmuştur. Başkurt babası babamın dostu idi.”[xxi] Milli mücadele Ordusu Sovyetler tarafına geçtikten sonra Ruslar yıllarında güvenilir insanlara olan ihtiyaç daha Başkurt köylerini yağmalamaya ve Başkurt-Tatar da artar. Şeyihzade Babiç, Zeki Velidi Togan’ın aydınlarını katletmeye başlamıştır. Sovyetlerden güvenini kazanmıştır. Onun Orenburg şehirdeki Babiç de nasibini almış Kızıllar tarafından vahşice teşkilat işleri hakkında Togan şöyle demiştir: öldürülmüştür. Şeyhzade Babiç’in Sovyetler “Orenburg’a gelir gelmez sivil teşkilat işleriyle tarafından öldürüldüğü Sovyet döneminde basılan meşgul olduk… Milli şairlerimizden Seyitkerey hiçbir edebiyat kitabında bulunmamaktadır. Bu Magaz, Şeyhzade Babiç, Özbek şairi Abdülhamit acı gerçeği Zeki Velidi şöyle kaleme almıştır: Süleyman (Çolpan), Kazaklardan genç muharrir “Başkurtların silahtan tecridi, Kızıl Ruslara, Berimcan ve bir münevver Kazak kızı bu yerlerde Başkurt köylerini yağma etmeye yol açtı. Bunlar gizli şubeler kurarak Orenburg’daki merkezimize birçok Başkurt ve Tatar münevverini yakalayıp çok kıymetli malûmat gelmesini temin etmişlerdi. öldürdüler. Bunların başında milli şairimiz Bunların bilhassa Kazak kızının, şair Şeyhzade Şeyhzade Babiç ile muharririmizden Abdülhay Babiç’in bu yoldaki faaliyetleri romana mevzu Erkebay gelmektedir. Times’teki hükümet, Kolçak teşkil edecek derecede enteresandır.”[xxii]Tüm ordusunun taarruzundan sakınarak İsterlitamak’a bu yazılanlar Babiç’in ne derece milli bağımsızlık çekiliyordu. Şeyhzade ve arkadaşları o zaman çok hareketine bağlı olduğunu göstermektedir. 1919 mükemmel bir müessese olan zengin matbaamızı ve yılının 18 Şubat tarihinde Zeki Velidi Togan’ın hükümet arşivini naklediyorlardı. Bunları Kızıllar

89 Calayır demir fabrikasında basıp yakalayıp vahşice DİPNOTLAR öldürdüler.”[xxv] Tatar-Başkurt şairi Şeyhzade Babiç’in daha 24 yaşındayken vahşice öldürülm- [i] Togan Z. V., Hatıralar, Ankara 1999, s. 19–20. esi hem edebiyat dünyası hem siyaset için büyük [ii] Togan Z. V., a.g.e., s. 22–23. bir kayıp olmuş, çok sevdiği milletinde ise kaygı [iii].Togan Z.V., a.g.e., s. 7 hem Ruslara karşı nefret uyandırmıştır. Şeyhzade [iv]Togan Z.V., a.g.e., s. 415. Babiç öldürüleceğini önceden hissetmiş olmalı ki, [v]Mende, Gerhard von, Der Nationale Kampf Zeki Veli Togan’a bir veda mektubu bırakmıştır. der Russlandtürken. Ein Beitraz zur Nationalen Yukarıda kısa olarak “Hatıralar” kitabının Tatar Frage in der Sovetunion (Rusya’daki Türklerin Edebiyatına özgü olan kısmına değindim. Eserde, Milli Mücadelesi), Berlin 1936, s.69. Tatar yazar, şair ve tarihçilerinin dışında Özbek ve [vi] Togan Z.V., a.g.e., s.49. Kazak yazarları, aydınları, ayrıca Türk halkının [vii] Togan Z.V., a.g.e., s.235. ortak destanları da yer almaktadır. Tüm bunların [viii] Togan Z.V., a.g.e.,s.52. ayrı ayrı araştırılması gerekmektedir. Zeki Velidi [ix] Togan Z.V. a.g.e., s.66. Togan birleştirici gerçek bir liderdir ki, siyaset [x] Togan Z.V. a.g.e., s.88-89. sahnesinde Türkistan Birliğini kurduğu gibi Türk [xi] Togan Z.V. a.g.e., s.48. Dünyası Edebiyatını da birleştirmeyi, bir araya [xii] Togan Z.V. a.g.e., s.48. getirmeyi başarmıştır. [xiii] Togan Z.V. a.g.e., s.133. Tatar aydınları ile olan ilişkilerinde göründüğü [xiv] Togan Z.V. a.g.e., s.133. üzere Zeki Velidi Togan çevresinde çok sevilen [xv] Togan Z.V. a.g.e., s.192. bir insan olmuş ve kurduğu arkadaşlıklar bir [xvi] Togan Z.V. a.g.e., s.29. ömür boyu sürmüştür. Bu arkadaşlık hikayelerini [xvii] Togan Z.V. a.g.e., s.150. okurken insan ister istemez imreniyor ve kendi ke- [xviii] Kurban İ. Yaşlı Tarihin Yankısı(Bulgar- dine şu soruyu yöneltiyor: “Acaba günümüzde de Tatar Tarihi ve Medeniyeti), İstanbul 1998, s.163. böyle bir dostluklar var mıdır?” [xix] Togan Z.V. a.g.e., s.218. Nerdeyse tüm Türk topraklarını enine boyuna [xx] Togan Z.V. a.g.e., s.157. gezen Zeki Velidi Togan, tarihi eserleri yerinde [xxi] Togan Z.V. a.g.e., s.185. ilk kaynağından öğrendiği için eserleri de bilim- [xxii] Togan Z.V. a.g.e., s.186. sel ve gerçekçidir. Eğer Türk Dünyası’nı yakından [xxiii] Togan Z.V. a.g.e., s.212. tanımak istiyorsanız mutlaka Zeki Velidi Togan’ın [xxiv] Togan Z.V. a.g.e., s.213. “Hatıralar” kitabını okuyun. Bu eser sizi tarihin, [xxv] Togan Z.V. a.g.e., s.217-218. edebiyatın ve hayatın derinliklerine götürerek hem bilgilendirecek, hem düşündürecektir. Zeki Velidi Togan birçok alanda çalışma yapan KAYNAKÇA çok yönlü bir şahsiyet olmakla beraber, “ne olursa 1.Kurban, İklil, Yaşlı Tarihin Yankısı, Bulgar- olsun, hangi fırtına eserse essin” ilkeli olmak- Tatar Tarihi ve Medeniyeti, AD Kitapçılık, tan vazgeçmemiştir. Tüm ömrü boyunca doğup İstanbul 1998. büyüdüğü toprağına, ulusuna ve milli değerlerine sadık kalan vefalı ve cesur yürekli yiğidini Başkurt 2.Mende, Gerhard von, Der Nationale Kampf ulusu asla unutmayacak ve Zeki Velidi Togan ne- der Russlandtürken. Ein Beitraz zur Nationalen silden nesle bir kahraman olarak anılacaktır. Aynı Frage in der Sovetunion (Rusya’daki Türklerin zamanda Zeki Velidi Togan batmayan bir güneş Milli Mücadelesi), Berlin 1936. gibi fikirleri ve kitaplarıyla Türk Dünyası’nı aydınlatmaya devam edecektir. 3.Togan, Zeki Velidi, Hatıralar, Türkiye Diyanet

90 YOLCULUK

Basri GOCUL

Adımlama yolunu bir yitik arar gibi, İlerle, savaşlarda safları yarar gibi!

Ümitli yüreğini korkular karartmasın Mehtaplı gökyüzünü bulutlar sarar gibi!

Aşılmamış engeller çıkacaktır karşına, Kararını kabul et, en korkunç karar gibi!

Takatin tükenince baş çevirme ardına, Yardımına koşacak acıyanlar var gibi!

Yürüme düşürdüğün bir şeyi arar gibi, İlerle, kahramanlar cenkte saf yarar gibi!

91 BİR AKŞAM ÜSTÜ YALNIZLIĞI

Yağmur ŞENGÖK*

Gün akşama kavuşmak üzere… Sıkıca kapattığı ben uyurken gelirlerse!’’ Yapamadı kız, ne uyuy- perdelerin ardından bakmakta kız. Günün en abildi, ne yazabildi. Bir yolu olmalıydı bu gün gibi çok bu saatini sever, göğün en çok bu rengini.. büyüyen yalnızlığı unutmanın. Kelimeleri beklese Gökyüzünde dağılmaya yüz tutmuş birkaç bulut nefessiz kalacaktı. Ya, kediyi uyandırsa..? kümesi, karanlığa teslim olmaya hazırlanan bir Aralık pencereden içeri giren toprak kokusu gibi kızıllık… Aşağıda, bahçeden sızan sabahtan kal- yumuşaktı kedinin tüyleri.. Yağmurun toprağa ma yağmur kokusu… Odada gezinen kedinin belli sızışı gibi karıştı parmakları kedinin tüylerine.. belirsiz mırıltıları… Hafifçe kıpırdandı ve en az gecenin laciverdi ka- Belki de ilk kez şiir yazamadığı için üzüldü kız. dar donuk baktı kedinin gözleri. Uykusundan Tam da şu an,gözlerinin önünde kıpkızıl bir gök zamansız kaldırılmış annesinin homurtusuna ben- erirken nice dizeleri dökebilirdi kağıtlara; ya da zer bir sesle doğruldu yerinden kedi ve en az onun kedinin huzurlu mırıltıları üzerine ciltlerce kitap kadar yavaş, acelesiz terk etti odayı.. yazabilirdi. Evet, yapabilirdi; gücü vardı ancak Kız,arasına birkaç sönük yıldız serpiştirilmiş kelimeleri yoktu. ’’Sonunda bu da oldu.’’ diye yıldız ve yağmur kokusu… Birlikte yarıladılar düşündü, kelimeleri gitmişti. geceyi. Gittikçe azalan bir ümitle kelimeleri bekli- Zaten hiçbir zaman becerememişti şiir yazmayı. yordu kız. İçindeki yalnızlık durmadan yenisini Şimdi ise hiç olacak iş değildi. Hiçbir kelimeyi doğuruyormuş gibi büyüyordu an geçtikçe. Bir yakıştıramıyordu ki yalnızlığına; hangi kelimesi kez daha düşündü,dökmeliydi onu içinden. Gök- anlatabilirdi kedinin parkeler üzerinde çıkardığı te kalan birkaç yıldıza takıldı gözleri, gitmeye çıtırtıların sevimliliğini… Gökyüzünü tarife kalk- hazırlanıyorlardı. Göğün soğuk laciverdi bulanık sa… Laciverde gebe bir kızıl işte. Başka bir tarifi bir maviye bırakırken yerini düşündü kız: ’’Gel- var mıydı akşamının? Yoktu… meyecek kelimeler.’’ Kız, kedi, biraz yağmur kokusu ve gökyüzüne Bulanık mavi bir gök ve kız… Sabaha erişmek iyiden iyiye nüfuz etmiş yıldızlı bir lacivert… üzereler. Göğün yağmur kokusundan soyunmuş Birlikte geceye eriştiler. Kız kelimelerini düşündü. havasını çekerken içine, sabaha kavuşana dek nasıl Sabaha kadar uyumayıp beklese, gelirler miydi? eksildiğini düşündü kız. İçindeki yalnızlık her an Şiirden vazgeçti, birkaç cümlecik de olsa yeterdi doğururken yenisini, nasıl azaldığını düşündü. geceye. Birkaç cümle… birkaç nefes… Ah, bu ka- Kız… Sabaha erişti birkaç cılız güneş ışığıyla. dar ihtiyacı varken onlara, çekip gitmek olacak şey Pencereye yaklaştı, her an büyüyen yalnızlığıyla miydi? yeni bir günü karşıladı gittikçe tenhalaşan kız. Uyumamaya karar verdi kız; kelimeleri gelmeli- Gelmemişti kelimeler. O içeride uyuklayan ke- ydi bu gece. ’’Ya uyursam da geldiklerini göre- disini düşünürken, ansızın pervaza konuverdi kuş. mezsem!’’ diye telaşlandı. Kedi uyumuştu, yorgun- ’’yoo’’ diye düşündü kız, ’’olmaz.’’ Bir an unutur du.Kız da öyle. Yorgunluğunu unuttu, kelimelerini gibi oldu yalnızlığını, kuşun cılız bacaklarına ba- düşündü yalnız. Geldiklerinde ne diyecekti on- karken utandı. O olmamalı yükleyeceği bu koca lara, ne söyleyecekti onlarla, ne sığdırabilecekti yalnızlığı. Düşünürken kız, titredi bacakları, son içlerine? Ansızın korku duydu kız, şüphe duydu yavrusunu da doğurmuştu yalnızlığı. Tutundu pen- kelimelerinin kuvvetinden, ya taşıyamazlarsa idi cereye kız ve susturdu utancını.. biriktirdiklerini? Penceresinden sızan rüzgar gibi hafifti kolları, Uykunun en güzel yerindeydi kedi… İmrendi kanadına yüklediği yalnızlığını uğurlarken kuşun. kız,uyumak istedi, kelimelerini düşündü. ’’Ya Ansızın göründü kelimeler, kız kapattı camları…

*İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrencisi 92 Vuruldum vatanın Bağrına düştüm, Yerim boş kaldı, Gel öl mü dedim men? Göyerdi Ak Kayın Garip bağrımda, Yürüdü yüreğe, Düşman güllesi, Bar verdi canımda Vatan gilesi, Kan kusan yüreğe, Göl mü dedim men?

Karahan Çayı’nın Başını kestim, Çalaçukur yamacından Yel oldum estim, İğdir’im, Avşar’ım, Kayı, Kınığım, Garibem, yetimem Boynu sınığım, Elimde var olan, Birlik bütünü, Yad üçün parçala, Böl mü dedim men?

Mene mihman olup İlham perisi Desen: Atanas Karaçoban Satılsın bir pula Ömrüm gerisi, Satkın ruhun ile Düşmana sen kul, Tuttun yüzünü sen Düşman beline, Ol düşman rahminde GEL Mİ DEDİM MEN? Döl mü dedim men? Garipkafkaslı men GARİPKAFKASLI Galmışam naçar, Evvel dost olanlar El tutup kaçar, Göktanrı’ma giden Yolun başında Sen Allah menimle Gel mi dedim men?

93 DERVİŞLİKTE VE SUFİZMDE TİYATRO UNSURLARI

Doç. Dr. Meleyke ALIKIZI

1. Dervişliğin - Sufizmin Tarihi Kökleri bir güce dönüştürülür. “İnsanların adilikdən (Şamancılık) tanrılığa yüksəlmə yoluna dair “Bilqamıs”da maraqlı bir nümunə də var. Ubar Tutunun oğlu Semavi bir “Allah” kavramı gibi yerin ve göğün Dədə Utnapişti belə iradə və cəsarəti, gücü, birliği olarak tasavvur edilen tanrıcılık Türk mi- gözütoxluğu, dünya malına susamaması və s. kimi tolojisinin temel ve içeriğini oluşturmaktadır. müsbət keyfiyyətləri ilə bu mərtəbəyə-tanrılığa Evrenin ilahi varlık tarafından yaratıldığı ve ucalıb. Daşqın zamanı görünməmiş fədakarlıq evrensel düzeni sürekli koruduğu görüşü Gök- göstərib, insanları xilas etmiş, qeyri-adi fədakarlıq türk döneminde tanrıcılık düşüncesinin temelini onu tanrılığa ucaltmışdır.”(2) teşkil ediyordu. Bu dönemde tek tanrı olgusu Böylelikle kendini tanrının temsilcisi olarak müşahhaslaşmadığından tanrının tek yüksek ve gören insan (kam), ilk önceleri icat etmiş olduğu tek yaratıcı başlangıç olması fikri nispeten son- yayla-okun yardımından faydalanarak bir takım raki dönemlerin (imparatorluklar çağının) ürünü ayin ve törenlerin yapılmasına gayret gösterirken sayılıyordu. Peygamber kavramının olmadığı buraya gökyüzü hareketlerinin evrendeki Göktürk döneminde, tanrının iradesi varlıklara yansımasını eklemiş ve böylece uzaydaki cisim- bir aracının yardımıyla değil, doğrudan ulaşır lerle kendisi arasında bir gen yakınlığı arayışında düşüncesi hakimdi. Evreni yaratan ve evrensel bulunmuştur. Bu sırada ruhların yardımıyla ve düzeni aralıksız olarak barındıran tanrı bu küre- çeşitli araçlarla çevresindekileri duygulandırıp sel düzen dahilinde toplumlara ve bireylere onları şevke getirerek insanlarda bir hal-ruh belirli irade özgürlüğü vermekle onlara ser- değişikliği yaratmaya çalışmıştır. Böylece best düşünmek ve hareket edebilmek imkanları ruhların yardımına ihtiyaç duydukları zaman daha yaratmıştır. Yani “başqa cür desək, tanrı davranış çok müziğe yönelen şamanlar ilk bakışta müzi- proqramını vermişdir; davranış tərzləri isə insan- syenler gibi tanınmışlardır. Buradan anlaşılacağı lardan asılıdır. Cəza və mükafat davranış tərzinə gibi, müziğin ruhlar dünyasıyla ilgili olması fi- görə verilir. Bu durumda vasitəçilərə ehtiyac kri eski mitolojik tasavvurdan kaynaklanıyor ve qalmır.”(1) Türklerde ve Moğollarda tanrı ile kul denildiğine göre Dede Korkut kopuzu yapmayı arasında aracılara ihtiyaç duyulmasa da, Ara- ve çalmayı ruhlar âleminin temsilcilerinden plarda bu “görevi” zaman zaman halifeler yerine (Şeytanlardan) öğrenmiştir. getirmişlerdir. Bu arada şunu belirtmek gerekir Şamanizme göre müzik ruhun kendisidir ve ki, Türk mitolojisinde “eren”, “evliya” olarak müzik aslında üç işlevi yerine getiriyor; ya nitelendirilen Hıdır-Hızır sureti yeryüzünde pey- doğrudan şamanın yerine girer, ya toplumun gamber gibi değil, ebedi tanrının varlığı gibi su- karşısına çıkar, ya da ona yardımcı olur. Ru- nulur. hun bir imge haline getirilerek “görücülük sah- Bilindiği gibi, eski insanların tasavvurlarındə nesi” de şamanın yanında rolünde yer almasında tanrılar mitleştirilmiş insanlardır. Başkalarından “bakşıçılık” denilen müzik biçiminin (Orta farklı olarak kendi sıra dışı tavırlarıyla dikkat Asya’da ortaya çıkmıştır) rolü büyük olmuştur. çeken insanların mucizevî çalışmaları ve aynı za- Şamanizm’in dram sanatına kazandırdığı bu müzik manda hayatta yaşanan olağanüstü olaylar insan biçiminin ifadesi sırasında ses gırtlak ve diyafram- düşüncesinde abartılı şekilde mitleşerek erişilmez dan üretiliyor, sözler ise mimik ile canlandırılıyor.

94 İlkel topluluklarda müzik basit ritimlerle, ba- aile başkanına ise diger aile ferdleri tabidirler. sit üfleme ile telli veya yaylı sazların iştirakiyle Eski din telakkisinde de aynı amilin kökleşdiyini vokal şeklinde gerçekleştirildi. O zamanlar flüt görürüz.” (5) veya davuldan çıkan sesler ruhlardan gelen ses Şamancılığa dayanan her bir törenin köke- sayılıyordu. Ayinlerin daha ritmik olması müziğin ninde tanrıya ibadet yatar. Tuva Türklerine göre sesleniş temposu ile alakalandırılırdı. Sesin yoğun ilk kez şamanlığa giren insan, önce mukaddes halinden ayin törenlerinin en coşkulu anlarında ülkeye (“Dayın deer” adlı ülke) yolculuğa çıkar. faydalanılıyordu. Ritmik noktaların tekrarlanması Otuz üç kattan oluşan gökyüzünün arasında bu- sırasında ise eylemler ayinsel olarak tekrar ediliyor- lunan bu ülkenin bir tarafının ışık, öteki yanının du. İfade edildiğine göre, “Ruh ve ahiret kavramı, ise karanlık olduğu rivayet edilir. Davulun bir bütün dini tasavvurlarda esas unsuru teşkil tarafının açık, o bir tarafının kapalı olması da ederler. Buna toptan Şamanlık diyoruz. Şaman sözü bununla ilişkilendirilir. Yerini def’e (bendir) ve aslında Tunguzca bir söz olup bilim edebiyyatına kopuz’a bırakan bu enstrümanın yerine daha ordan geçmiştir. Türkler şaman sözü yerine kamı sonra Kırgızlar popuz, doğu Türkistan ve Al- kullanırlar. Atillanın bir kayın pederinin adı tay şamanları def ve kullanmışlardır; bu müzik Eşkam (şerik şaman), diger bir Hunun adı da aletleri şamanın kendisi tarafından çalınmıştır. Ata kamdır. XI. yüzyılda yazılan Kutadgu-Biliq XIX yüzyılda ise davulun yerini telli saz-kopuz ve Kaşgari sözlüğünde de aynen rastlandığı gibi, almış, zaman zaman bunların yerine de rübab (üç VIII-IX yüzıl Kırgızlarının da kullandığını, muah- telli), kemanda da (Bas viyolonsel) kullanılmıştır. her Çin-Sung çağı kaynakları göstərir.”(3). Tören Tonquz törenlerinin başlangıcında davulun ağır ve ayin icracısı olan kam-şamanın “əsas vəzifəsi ve aynı zamanda yumuşak sesiyle katılımcıların musiqi, rəqs və söz sehri magiya ilə lazım olan dikkatinin belirli bir noktaya çekilmesine gayret ruhları çağırıb gətirmək, tutmaq və həmin ruh- gösterilir. Ruhlarla ilişki kurulduktan sonra ise dan keçirilən mərasimin niyyətinə uyğun şəkildə törenin ana katılımcısı sayılan şaman yardımcısına istifadə etməkdir…Bizə elə gəlir ki, adın sözaçımı dönerek Davulu elinden alır ve müziğin ritmini bi- da elə bu məna istiqamətində axtarılmalıdır.”(4) raz da kuvvetlendirmek için onu büyük coşku ve Görüldüğü gibi ilahi varlığın hakim olduğu tükenmez tutkuyla çalmaya başlardı. dünya ile temasa geçerek oradan aldığı güçle Şamanın bağdaş kurarak oturması törenin ana yerdekileri uyarmak misyonu şamanın başlıca bölümün başlanmasını haber verir. Ritmin ve görevi sayılıyordu. Güneş çevresinde ayın, melodinin yardımıyla şaman kollarını birbirine dünyanın ve burçların yıldızlar etrafında dönüşünü doluyor (spiralvari) ve bu arada müziğin ritmi artan bir ritimle danslarında ifade etmeye çalışan vücudun hareketine eşlik ediyor. Bir sonraki şaman, yerdekilerle “mesaj”laşmada toplumun hareket ise yine dansların yardımıyla başı çeşitli ortak unsuru olan davulun yardımından yeterince yönlere doğru çevirmek oluyor ki bunun amacı da faydalanmaya gayret etmiştir. söz söylemeye başlamak için zaman kazanmaktır. Şamanizm’in en eski şekline göre, öbür dünya Dans, şamancılıkta bir ibadet biçimi olmuştur. aşağıdaki dünya ile aynıdır. Mükemmelleşen İbadet kutsal ruhlarla ilişkiye girmek, onunla Şamanizm’e göre ise ışık âlemi olan göğün de, bütünleşmek yoludur. Şaman, sadece bayıldığı aşağı dünyanın da bir çok tabakası vardır; göğün zaman oynadığı dansın nasıl büyük bir güce sa- 17 katı vardır, aşağı dünyanın ise 7, 9 katı mev- hip olduğuna inana bilir. Dansla ibadetin özü cuttur. Her iki âlem arası yeryüzü sayılıyor ve doğaçlamayı esas aldığından şaman ruhunu melo- burda insanlar yaşıyordu. “...Gökdeki ve yerdeki dinin ve ritmin akıcılığına bırakmakla kendi ira- nizam, içtimai teşkilat ile sıkı-sıkıya ilgili, biri desinin “baskısından” uzaklaşmaya gayret eder. digerinin eşidir. Gök veya güneş mutlak hakim- Yüksek duygusal durumlarda iradesinden öte hâli dir. Yer yüzünde aile başkanının da olduğu gibi, ifade edince (trans olunca) “ben” in kendisinin ken- gök-güneş Tanrısına da yıldızlar, tabiat ku- dine dönmesi (göğe “göç” etmesi) süreci yaşanır. dretleri boyun egerler. Aynı tarzda, yer yüzünde- Şamancılıkta ruhlarla kurulan ilişki, ayrıca ila- ki içtimai kuruluşta da hükümdara asılzadeler, hilerin ve dilin aracılığıyla gerçekleştirilir. İlahiler

95 iki kısma ayrılır: 1.Mitlerle ilgili ilahiler (çok uzun görünseler de, aslında manevi planda toplumun ilahiler); 2.Gelenekle ilgili ilahiler. Şaman dışında yaşayan bireyler sayılmışlardır ve bu düşüncesine göre tanrının ve ruhların sesi bu ila- yüzden onlar tanrıcılıkla ilgili törenlere müdahale hilerin aracılığıyla duyurulur. Tanrı’ya ulaşmak edememişlerdir. Kam-şamanlar tanrıcılık törenler- makamı ise ilahideki ani ritim değişikliğinden inde yer almadıkları gibi, sûfîler, dervişler de res- veya bir dil değişiminden anlaşılır. Bu durumda mi İslami tören ve ibadetlerden uzak durmuşlardır. bedeninde, sanki başka bir dünya veya başka Buradan şöyle bir sonuca varmak mümkündür, Su- bir varlık taşıyan şamanın gerçek hali onun fizm ve Dervişlik hem genetik, hem de Tipolojik hareketlerinde ortaya çıkar. Şamancılığa göre “in- açıdan Şamanizmli ilişkili olduğundan tanrıcılık sanlar doğrudan doğruya Tengriye yalvarmaz, Türklerin dini-mitolojik sistemi, Şamancılık ise bu tali tabakalardakı tanrılar, yahut uçmağa (cen- sistem çerçevesinde belli işlevleri yerine getiren nete) ulaşan cesedlerinin ruhları aracılığı ilə alt sistem olarak kabul edilmiş ve doğru olarak dileklerini bildirirler. Bu dilegin ulaştırılmasına Şamanizm’in tanrıcılık sistemi içindeki yeri ile da ancak şaman salahiyattardır. Çin kaynaklarının tasavvufun İslam dini içindeki rolü özdeşleşmiştir. 519 da verdigi bir habere göre, bir kadın şaman Aslında trans durumuna geçebilmek yeteneğine juan-juan (Avar) prensi ilə gögə uçar. Pşihopat sahip olan insanların (Şamanların) ilahi varlıkların şaman, şarhoş edici tütsüler arasında, dini ve güçlerinden yeterince yararlanmasından kaynak- son derece yorucu rakslarla “epileptik” sara nö- lanan ve çeşitli inançları ve bakış açısı içeren betleri geçirerek bayğın hale gelir ve bu anda (o manevi bir düzenek ve tekniktir) Şamanizm, bazı ha-yaletler gördügünü sanır, ruhlar alemine bu karşılıklı temas neticesinde topluma fayda ve gök tabakalarına ulaşır. Hastalıgı getiren sağlamak için yapılan dinî içerikli (o ayrı bir din de cinleri koğacaksa, onlarla mücadele eder v.b. sayılmaz) törənlərdən ibarettir. Şamanlar hayaller- Şaman raksı cinlerle yapılan savaşın dramatize le yaşar, uykuda ilahiler söyler, Sahralarda dolaşır, edilmesinden ibarettir. Şamanın ışık ve sıcaklık, bağırıp-çağırır, anlaşılmaz sesler çıkarır, geleneğe karanlık ve don üluhiyeti tabakalarında bağlı şiirler söylerler vb. Okudukları ilahilerle Mi- bulunuşuna göre “ak ve kara şaman” mef- raca yükselmeye can atan ve amaçlarına ulaşmak humu teşekkül etti. Bunlar kendileri de ölüm- için çaba sarf eden Şamanlar göğün on iki katını lerinden sonra ruhlar alemine karıştılar. tek tek dolaşarak her kattaki ruhları ve nesneleri Birbirleri ile mücadelerinde şekilden-şekile çeşitli ses ve ritmik hareketlerle canlandırarak girmeleri, kahramanların (alpların) icraatı ile il- onları anlatmaya çalışırlar. Bu anlatma sahnesi gili gelenekler içinde mezsolunaraq halk destan birkaç aşamada gerçekleştirilir. Öncelikle sözün (epik) lerinin reng kazanmasında müessir oldu- gücünden istifade edilir, ardından diyalog başlar. lar.”(6) Sözlü anlatma zamanı manzum parçalar kullanılır. Bilindiği gibi, Eski Türklerde beyaz renk kutsal Şiirin hareketlerle canlandırılması sırasında ke- renk (ululuk, yükseklik, iktidar demektir) olarak limelerin çılgınlıkla seslendirilmesi duruma teat- kabul edildiğinden bu inanç sonradan “şaman” ral bir görünüm getirir. Ruhlarla diyaloga giren oyunu ile kaynayıp karışmış ve şaman “beyaz” şaman ruhani varlıkları vücudun dili ile (sembolik sıfatını almıştır. Bellidir ki, böyle yeni kuşak hareketlerle) tasvir eder. bağlamak, başa beyaz sarık sarmak, beyaz giy- Tanrı’nın ve ruhun göğün hangi katında olduğu imde ibadet etmek, dua okumak Zerdüşt-mağlar şamanların nesne ve objeleri doğal ve inandırıcı (Zerdüşt din adamları, kahinler) için karakter- şekilde canlandırdığı zaman görülür. Tüm istik bir özellik idi . Hem ruhlar âlemi, hem de bu özelliklerine göre şamanların ilk aktörler xitonik güçlerle ilişkide olan şamanların beyaz sayılmaları rastlantı değildir. Geleneksel Türk renkli, siyah başlı erkek kuzuların kesildiği kur- tiyatrosunun kökünün Şamanizm’e dayanması ban törenine ruhen ve bedenen temizlenmeden fikri yeni değildir. Aynı zamanda pandomima katılmasının haram sayılması olgusu şunu gösterir meydan temaşalarının, “Yuğ” törenlerinin ilk ki, toplumun “normal” üyeleri olarak kabul edil- teşkilatçılarının (hem de yönetmeninin) şamanlar meyen şamanlar, fiziksel olarak toplumun içinde

96 olduğu konusunda da görüşler gerçeklikten uzak söyləyir, adətlər yaradırdı… O çalğıçılarla ölkəni uzak değildir. “Kam olunmaz, kam doğar” fikri dolaşır-çalğıçılar çalır, o müəyyən hərəkətlər edir onu gösterir ki, şamancılık bir sanat kolu gibi her- və nəhayət bayılaraq yıxılır. Yarı ayılarkən on- kesin öğrenmekle, okumakla elde edeceği bir ma- dan nə olacağını soruşurlar. Qıtlıqmı, bolluqmu, rifet sayılmazdı, bunun için, bir kamın soyundan yağışmı, quraqlıqmı, sülhmü, savaşmı vəs. suallar gelmek gerekliliği önemli sayılıyordu. İlginçtir verilir, o da cavablar verir. Çox vaxt onun dediyi ki, böyle bir soydan gelen kadınların da kam olma olur.”(8) şansı daha yüksek olurdu. Hunlardan farklı olarak Yuğcular gibi hayatın devam etmesi için ölüme Vey hanedanlığının başlangıcında, devletin büyük meydan okuyarak insanları hayata bağlayan ve dini törenlerine kadın şamanlar katılmışlardır. insanlara yaşama sevinci aşılamak için törenler “İslam dünyası bile şamanlık tesirlerinden azade icat eden kam-şaman insanlarda, soylar ve ka- kalamamıştır. Orta Asiyada çıkan ve en eski mis- bilelerde de türlü-türlü inançlar yaratmışlar. “Elə tik (tasavvüf) tarikat olan Yeseviye, başlangıçta bu mif soyumlarına, çalışmalarına görə belə bir Rüfaiye tarikatı da kısman şamanlıga dayanırlar inam yaranmış ki, qamların-şamanların ilahi (bk.Fuat Kürpülü). Kadınlar merasime tesettürsüz gücü “qüdrətdən” verilmişdir. İnama görə bu katılırlar, öküz de kurban edilir. Bir efsaneye göre qüdrət qamın başı üzərində bulut kimi gəlir və Yesevi ve şagirdleri kuş şekline girerek uçabiliyor- göyqurşağı şəklində bədəninə girir.”(9) lar. XII. Yüzyıl sonunda İlhani sarayında büyük Bilindiği gibi, Türk halklarının mitolojisi kam- tesiri olan Türk mutasavvıfı Barak Baba, muasır şaman ritüeli, tören ve meydan oyunları ile yoğun Arap yazarlarının tariflerine göre, tipik Altaylı ilişkilidir. Kam-şamanın sergilediği ayine birçok kam veya Kırgızların baksının tam kendisidir.” (7) Türkçe konuşan halklar “oyun” (“oy” - “fikir”, Şunu da belirtmek gerekir ki, şamancılığın “düşünce”, “akıl”, “yarış”, “Danışmanlık”, doğuştan yetenek olmadığını söyleyenler de az “dans” vb anlamına geliyor) adını vermişlerdir. olmamıştır. Onlara göre, güya insan kam-şaman Neden kam-şaman ayininə oyun denir? Halk, yeteneğini sonradan kazanmış; sadece suya, kam-şamanı kurtarıcı, zeki, yol gösterici olarak toprağa, yere, ulu kutsal anneye tapındıktan son- görmüştür. Kamın dans eşliğinde yaptığı ayininə ra bu niteliklere sahip olan şamanlar şiir koşup, “oyun” denilmesi burdan geliyor. O hem dok- kopuz çalmakla kendi yeteneklerinin gücüne tor, insanları felaketten kurtaran, yol gösterici, güvenerek bir takım ayinlerin ve törenlerin hem de akıllı, bilge insan sayılmıştır. “Oyun – “oyun babası”na dönüşebilmişlerdir. Söz söyleme “qam ayini” deməkdir. Meydan tamaşalarındakı, ustalığına erişmek şamancılığa ayrıca bir değer mərasimlərindəki başçıya “oyunbabası” kazandırmıştır ve bu yüzden de onlar halkın umut, deyərkən “ayini, mərasimin babası”, anlamı, yəni güvenç kaynağı olmuşlardır. Eski Türklerde “At mərasimin, ayinin, toplantının böyüyü, ağsaqqalı Kam” (hakanın veziri veya baş danışmanı) olarak göz qarşısına gətirilirmiş. Sözsüz meydan adlandırılan kam-şamanlarla İslam’ın ilk dönem- tamaşalarında, yuğ mərasimində bu işi aparan lerinde Dede Korkut aynı görevi üstlendiğinden həmin tamaşanın rejissoru olurmuş.”(10) ona “derviş-âşık” adı verilmiştir. Halkın manevi İnsanları güzel ve yüksek duyguların esiri yap- dünyasına hizmet eden, düşünce, fikir, aynı za- mak için kam-şamanlardan bir şarkıcı gibi büyük manda siyaset âlemiyle de ilgilenen, hatta askeri maharet beklenirdi. Şamanın ifası, çağdaş ti- taktik ve ipuçları veren kam-şamanlar dönemle- yatro ifadesiyle dersek, “bir aktörün tiyatrosu”nu rinde bilgin-bilge insanları olmuşlardır. “Şaman- hatırlatıyordu: Oyunun gereklerine uygun bazen qam igidliyə, mənəvi aləmə, ictimai həyata, əxlaqi kendi iç âlemine dalmak, bazen de dış âleme normalara göz qoyur, ilkin şaman bu məsələlərə başvurmakla çeşitli hal ve durumları, hisleri seri rəhbərlik edirdi. Şaman-qam soyun, qəbilənin, ve uyumlu şekilde yürütmek şaman için pek ko- qəbilə birləşməsinin görən gözü, düşünən beyni lay olmamıştır. Kam-şaman iç âlemine dalarken idi. O bir yandan xalqı ölümün pəncəsindən qur- kendini tamamen maddi dünyadan koparmalı, tarmaq üçün düşünür, onu irəli aparmaq üçün içine dalarak kendini tümüyle unutmalıydı. Ruhlar götür-qoy edir, çərxi dövran etdirmək üçün fikirlər dünyasında iken daha fazla mimik hareketlerinin

97 gücünden yararlanan şaman, ruhlara kendi isteğini bu arada “sanatın temelinde dini motifler vardır” ve talebini öyle ustalıkla, doğal ve inandırıcı fikri akla gelmektedir. Yani dans, müzik ve edebi bir şekilde anlatmaya gayret etmeliydi ki, ayin sözün harmonik gücünden ekstatik-psikolojik araç katılımcıları bunun bir oyun olduğunun farkında olarak kullanan şamancılık kökeninde ona bağlı bile olmamalıydılar. olan sanat alanlarını - kendi genetik başlangıç Ruhların yardımını istemek ve aynı zamanda belirtilerini korumayı bildiğinden kam-şaman ona karşı mücadele etmek için ateşler altında sanatının, dervişliğin ve sufizmin aynı tarihi kök- davulların eşliğinde türküler söyleyerek tem- ten kaynaklandığını söylemek doğru olur. sili danslarla bir takım ayinler de yürüten Hem yazılı, hem de sözlü edebiyata etkisi kamlar, müziği, korkulan ilahi güçlere karşı hem çok olan İslam sufizminin (XIII yüzyıl) -Azer mücadele etme, hem de ondan korunma silahı baycan Türk eposu ile ilişkisi sonucunda (XVI gibi kullanmışlardır. Etki aracı olarak kullanılan yüzyıl) mükemmel bir sanat dalı ortaya çıkmaya şaman müziğinde bazen öyle sözler yer alıyor ki, başlamıştır. Önceleri ozanlar ruhani, tabip, mü- bunu şamandan başka bir kimse anlayamaz; bur- zisyen, aşiret aksakalı, halkın yol göstericisi gibi da biraz perdeli basit bir kurguyla tekerlemenin kaman-şaman görevlerini ifa etseler de sonradan tekrarı ve kalınlı-inceli sesler temeli teşkil eder. müzik-söz sanatkârı gibi çalıp çağırarak “el Şamancılıktaki dramın temel göstergelerinden sanatkârı” statüsünü kazanmışlardır. Aynı zaman- olan diyalog kurgusu müzikte yer alan şiir metin- da önceki durumlarını da korumaya çalışmış, isim lerinden (“alkış”lar ve “beddua”lardan oluşan koyma, gelecekten haber verme gibi kam-şamana bu şiirlerin temelinde dualar vardır) kaynaklanır. ait işleri de yapmışlardır. Din ile ilgili ve geleneğe dayalı bu metinler şarkı Azerbaycan’da kam-şaman görüşlerinin ve türküler gibi melodik bir şekilde kollektif oluşması (Milattan önce VI ve V yüzyılda) ve süreçte söylenir ve bu zaman melodinin ritmi ile Zerdüşt görüşleri ile mukayesesi sırasında (milat- canlandırılan KAFİYELER sık sık tekrar edilir ve tan sonra ilk çağlarda) birbirlerine ters düşen bir hareketlilik dikkat çeker. Sibirya şamanları zikir durumla karşılaşılmamış, aksine aralarındaki ge- sırasında çeşitli tanrılarla, ilahi güçlerle (iyi, ya nel hususlar, benzerlikler bu fikri desteklemiştir. da kötü) ilişkiye girip onlardan yardım isterken, Zərdüştlük sırasında yapılan şaman törenlerin- ya da onlarla mücadele ederken kendinden önceki den olan“Altı səyyarənin müşahidə bayramı” şamanların ruhlarına da baş vururlar; göç eden söylediğimiz fikirlerin onayına örnektir. şamanların isimleri şamanın zikrinde, ya da cin Makedonyalı İskender’in Doğu’ya seferin- çağırırken okunan şiirde tekrar tekrar söylenir. den bahseden B. Yan’ın “Kurqanlardan gələn Bu gibi tiyatro gösterilerine benzeyen ayin tören- işıq” romanında adı geçen şöyle tarif edili- lerinin insan ruhuna huzur getirdiğini idrak eden yor: “Meydanın bir küncündə qapı açıldı və insanoğlu, kendisine yabancı gelen, ama gerekli gərənayların qulaqbatıran səsi eşidildi, fleytalar görünen bir âleme yeniden baş vurmakla bu oyun- uğuldadı. Səkkiz musiqiçi qoşa-qoşa irəli çıxdı. da tekrar tekrar söyleyip-gülmeye, eğlenmeye Qabaqda fleytaçalanlar, sonra təbilçilər və onların can atmıştır. Aynı duyguyu paylaşan iştirakçilerin da dalınca uzun dəri gərənay tutan gərənayçılar trans halinde iken sıçradığı, döndüğü, dans ettiği, gəlirdi; gərənayların ucu əvvəldə gedənlərin başı bağırdığı, geleneğe bağlı şiirsel konuşmalarından üstünə uzanmışdır. Gərənayçıların ardınca ağ belli oluyor ki, sanat âleminde bir ihtiyaca dönüşen geyimli bir neçə oğlan uşağı göründü: bunlar bu durum erken toplulukların başka dini amaçlara nəğməkarlar idi. Sonra hündür papaq qoymuş, hizmet amacıyla düzenledikleri gösterimlerde bile bənövşəyi bürüncəkli əldən düşmüş bir qoca kendini göstermiştir. gəlirdi. İki gənc kahin onun qollarına girmişdi; İnsanların ilgi ve duygularının yönü değiştikçe- qocanını uzun bürüncəyinin ətəyindən tutan birisi şamancılık dini şekillerden dini olmayan şekillere də arxada addımlayırdı. Axırda hündür papaqlı və girmeye başlayınca (bu arada dini ayinlerin yerini uzun geniş bürüncəkli daha altı kahin də meydana dini olmayan oyunlar almaya başlar) inançları çıxdı. yaratan etki araçları sanatı gündeme getiriyor ve Bütün qafilə qurbangahın qarşısında yerləşirdi.

98 Musiqiçilər susdular. Nəğməkarlar darıxdırıcı təhlükə olsa xəbərdarlıq etsinlər. Böyük düşmən uzun bir mahnı oxudular. Qoca kahini əvvəlcə bizə lap yaxınlaşmışdı. Lakin səyyarələrin qurbangahın yanına apardılar və o, titrəyən əli vəziyyəti göstərdi ki, təhlükə bizdən yan ötəcək... ilə yanına qoyulmuş səbətdən, bir neçə budaq Müqqədəs baş kahinin gələcək haqqında müh- götürdü. Qurbangahı nəfəsilə çirkləndirmək üçün üm xəbərini hər kəs dinləyir.”(11) ağzını köynəyinin qolu ilə örtüb budaqları oda Örnekten de anlaşılmaktadır ki, gelecekten haber atdı. Budaqlar çartaçart saldı, ətirli mavi tüstü verme yeteneğine sahip olan şamanlar Zerdüştlük qalxmağa başladı. Sonra kahin odun içinə iki cam döneminde de çağın hâkim düşüncesini etkilemek şərab və yağ tökdü; alovun dilləri yüksəyə qalxdı. imkânlarına sahip olmuşlardır. Bütün damlarda yüksək nidalar ucaldı: – Aqni (od Şamanların zamanla eski işlevlerini yitirdiği allahı) bizim qurbanımızı qəbul etdi! Aqni bizi se- ve ilginin azaldığı dönemlerde tanrının vir! Aqni bizim dualarımızı eşitdi! “hâkimiyeti”nin sonsuzluğuna güven azalmaya Gənc kahin nazik səsi ilə zərdüştün müqəddəs başlayınca “kadir tanrı” nın var oluşuna şüphe bir kitabından qədim bir nəğmə oxudu… başka biçimde ortaya çıkıyor; sərkərdələr tanrı Qoca kahin əli ilə işarə verdi və digər altı kahin seviyesine yükseldikçe mitler parçalanır ve böy- qurbangahın ətrafında dayandılar. Onlar öz uzun lece ruhlar yukarı tabaka için pek yüksek anlam papaqları ilə yerə qədər əyildilər. Dua oxudular. taşımamaya başlar. Ama düşük tabaka için bu Düzəldilər və ağızlarını ovucları ilə örtərək qur- oyunlar önemini muhafaza ediyor ve bu yüzden bangaha bir ovuc dən və qatran parçaları atdılar. de şamancılık gelenekleri düşük tabaka tarafından Yenə də ocaq alışdı. korunup tutuluyordu. -Qurbanlar Aqni allahın xoşuna gəlir, – deyə Şamanizm’in ortadan kaldırılması için sistem- altı kahin ucadan dilləndilər və əllərini yuxarı li tedbirlerin görüldüğü zamanlarda kuzeybatı qaldırdılar. Sağ əl ovucu göyə-götürməyə hazır. Türkleri güneybatı Türklerinden farklı olarak, Sol əl isə ovucu aşağı-verməyə hazır vəziyyətdə kam-şaman geleneğini uzun süre korumayı idi. bilmişlerdir. Bu onların Hıristiyanlığı geç, orta Fleytalar zərif musiqi səsləndirdi, təbillər və çağların ikinci yarısından sonra (XVIII) kabul qavallar altı taktlı titrək səs çıxardı, kahinlər etmeleri ile ilgili olmuştur. Ayrıca şamancılığın fırlanaraq, eyni zamanda qurbangahın başına ortadan kalkmasındaki gecikmenin temel nedeni dolanmağa başladılar. Kahinlərin hər biri Hıristiyanlığın resmi olarak faaliyet göstermesi- müxtəlif böyüklükdə dövrə vururdular:-bir qismi yle ilişkilendirilir. Aynı zamanda başka bir görüş qurbangahın lap başında, digərləri isə qurban- de, zor coğrafi iklim şartlarına dayanamayan gahdan müxtəlif uzaqlıqda dövrə vururdular. Eyni din adamlarının çaresizlikleri de insanları eski qaydada fırlanmaqdan onların uzun paltarları dinin-şamancılığın geleneğini sürdürmeye mec- küləkdən yellənirdi və əllərini qaldırmış vəziyyətdə bur etmiştir. Hıristiyanlığı kabul etmeyen kam- kahinlər iri əlvan fırfıralara bənzəyirdilər... şamanlar verilen ağır cezalar ise tarihin acı verici Qoca kahin qışqırdı: örneklerinden sayılır: “Qam-şaman tapınaqları – “Dayanın! dağıdılırdı. Tanrıların heykəlləri parça-parça Rəqs edən kahinlər bir göz qırpımında edilirdi. Kitablar yandırılırdı. Alpilitverin və dayandılar. Əshabələri qocanı qaldırıb çiyinlərinə xristian İsrailin Hun mədəniyyətinə tutduğu di- oturtdular. O, əlini gözünün üstünə qoyaraq van Azərbaycan xalqının soy kökündə duran fırlanan kahinlərin harada və necə durduqlarına hunlara sağalmaz yara vurdu. Demək olar ki, fikir verirdi. Sonra onu aşağı düşürdüdülər. Alpilitver və İsrail böyük bir mədəniyyəti odda Qoca bərkdən və sözləri uzada-uzada yandırdılar. Kitablar yandırıldı. Xalq əlifbasız, danışmağa başladı: kitabsız qaldı, xalq uzun yüzillərboyu bu və -Ali mərhəmətli Hörmüz altı səyyarə yaratmışdır. başqa şəkildə şaman-qam görüşlərini qorumuş, Onlar yerə düşmədən səmada, öz əbədi yolları ona tapınmışlar.”(12) Tanrı evlerini dağıttıkları, ilə hərəkət edilrər ki, böyük allahın iradəsini tanrıların gözden düşürülmesine göz yumdukları adamlara göstərsinlər. Gələcəyi görsünlər və için kam-şamanlar, öncelikle kendi hakanlarını

99 suçlamışladır. : “Bunları sizin atalarınız, xaqanlar müzik aletlerini bırakacaktır, bunların yerine tikdirmişlər və bu gunə kimi bizim ölkəmiz başdan- tespihlerden kullanılmıştır. Şamanların müzik başa onlara tapınır. Siz yenilməz sərkərdələr aletinden uzaklaştırılmasına Hint-Çin ve bu tapınaqların-məbədlərin, tanrıların, İran etkisinin olma ihtimali de ileri sürülür. uduqmüqəddəs ağacların köməyi ilə düşmənlərə “Qam-şamanlar açıqca hiss edirdilər ki, hərbi qarşı apardığınız vuruşda yenilməz çıxdınız. Siz demokratiyadakı kişi-insan nisbi azadlığı onun-yepiskop israilin sözlərinə qulaq asırsınız, sıxışdırılırdı, həyat səhnəsindən qovulurdu. hakimiyyəti ona verirsiniz ki, ölkəni xaraba qoy- Xristianlıq, sonralar islam dini özü ilə daha güclü sun.” (13) istismar metodları gətirirdi, şəxsiyyətin azadlığı Sasanilerin hâkimiyeti döneminde satkın ru- daralırdı. Qam-şaman vuruşunun kökündə hanilerin kuvvetlendirilerek yerel feodaller başlıca olaraq natur-fəlsəfə dururdu və onlar yeni tarafından kullanılması kam-şamanların serbest dinin müddəalarına qarşı çıxır, xalq da onların faaliyetlerinin önlenmesi ile sonuçlanır, Sonuçta arxasınca gedirdi. Naturfəlsəfə, təbiəti müşahidə şamanların bir kısmı Hıristiyanlığı zorla kabul etməkdən, təbiətə yaxınlaşmağa çalışmaqdan, etmeye mecbur olur. Azerbaycanlı (Türk Dilli) insanın təbiətlə özü arasındakı ayrılığı ortadan Vaçaqan (Alban hükümdarı) bu kargaşaya son götürmək ehtirasından doğan görüşlərlə və onları vermek ve tek bir ideolojik merkez oluşturmak təbliğ edən qamlarla xristianlıq az sonralar is- amacıyla sivil Hıristiyan dinlerini yasak etse lam dini arasında mübarizə qızışdıqca, ehtiraslar de, Hıristiyanlığı kabul etmeyen bir kısım in- qarşılaşdıqca ümumxalq görüşlərində çalxalan- sanlar eski dine olan bağlılıklarını korunmak ma daha da güclənirdi. Qamçı görüşlərini təbliğ için şamancılıkla ilişkin bir takım ayin ve tören- edənlərə ağır cəzalar verilirdi. Doğma görüşləri lerin icrasının devam etmesini sağlamışlardır. qoruyanları dörd yolun kəsişdiyi yerdə qurulmuş Fakat bu istek “yukarıların” politikasına ters dağ ağaclarından asırdılar.” (14)Fakat tüm bun- düştüğü için gizlice evlerde düzenlenen ayin lara rağmen kam-şaman fikri İslâm dini perdesi katılımcıları saraylara getirilerek ağır cezalara altında çok büyük güçlükle de olsa çağın hakim mahkum edilmişlerdir. Tüm bunlara rağmen tanrı görüşlerinden kendisini korumayı bilimiştir. gibi yaşamak için yollar arayan ve önce ilmi Bilindiği gibi, İslamiyet’e kadar “fanilik” bilgileri çoğaldıkça ölümün kaçınılmazlığına düşüncesi olmayıp; hayat tatlıdır, insan ölürken inanan insan kendisinin hayatının insana hizmett bu şirinlik onun yakınlarına geçer. “Orhun- etmekle mümkün olacağını görünce hakim dinin Yenisey” in matem metinlerinde mahzun gam- baskısından-manevi tutsaklıktan kurtulmak için kederin yanı sıra, yaşamak aşkı, hayata, insana yollar aramıştır. sevgi, milli duyguların terennümu belirtilir. Aynı Türklüğün gelişimi döneminde (VI-IX yy) zamanda burada terennüm edilen sevgi nağmeleri kam-şamanın toplumdaki konumu (kam-şaman insanoğlunun Dünya’nın Göğe sevgisinden olayı Türk maneviyatı için tekrarsız kendini idrak kaynaklanmakta ve bu ilahi sevgiden oluşan ve kendisini tasdik olgusu gibi değerlendirilir) insanın ebediyete can atması da doğaldır. daha yüksek olmuştur. Türkistan, Kafkasya ve 4500 yıl önce eski Türklerin Zerdüşt dinine Anadolu’da kam-ozan aşamasından sonraki inanmalarına rağmen varlığın asıl sebebiyeti Ata mitolojik tören icracıları müzik aletinden az Gök ve anne Yer, ebedi aşk sembolü yüce Tanrı’dır. yararlanıyordu, bu durum İslâmla ilişkilendirilirdi. . “Türklərin islamdan öncəki dinində Gök Tanrı Önceleri kilise tarafından “büyücü”, “cadugun” mükafat Tanrısıdır. Cəzalandırma işlərinə denilerek aşağılanan şamanlar müzik aletlerin- qarışmır. Cəza tanrısı Ərlik xan adında başqa bir den, özel giyim biçimlerinden, onlara gerekli mifoloci varlıqdır. Tanrı (Allah) yalnız “cəmal” eşyalardan yeterince istifade edemediklerinden (gözəl üz, gözəllik) sifətiylə göründüyü üçün əski gizli faaliyete geçmeye mecbur olmuşlardır ve türklər onu sadəcə olaraq sevərdilər. Allaha qarşı dolayısıyla tören unsurlarını koruyup saklamak qorxu duymazdılar. İslamdan sonra türklərdə Al- onlar için hiç de kolay olmamıştır. Kopuz, da- lah sevgisinin (mühafətüllahın) üstün olması bu vul ve tamburun da yasaklandığı bir dönemde əski gələnəyin-ənənənin davamından ibarətdir.

100 Türklərdə allah qorxusu (mühafətullah) çox arasından çıkararak) onu tarikat düşüncesinin hiz- seyrəkdir… Türklərin əski dinlərində kobudcasına metine doğru yönlendirdi. Ve tarihi koşullar teme- ibadətlər yoxdur, estetik (bədii) və əxlaqla bağlı linde karşılıklı ödün ve fayda almak konteksində törənlər – ayinlər isə çoxdur.”(15) (İslama kadar ki dönemde şamanizmdeki müzik ve Eski tören ve ayinlerin erken ifade aracı - “dili” dansların harmoni içeriği ve melodiler arasındaki sayılan, sonradan ona nidaların ve sözlerin yeri sufizmde de kendini tezahür ettiriyordu) su- katılması sonucunda gelişerek geleneksel bir sanat filik yaşamak ve gelişme imkanı kazanarak, o, koluna dönüşmekte olan pantomimodan (“ellerle “Türk sufiliyinin damarlarına öz qaynar və saf hareket etmek”, “elleri oynatmak”) zamanında qanını vurmaqla, türk mifologiyasınını təmiz bazı Türk halkları yararlanmaya çalışmışlardır. havasını onun ruhuna yeritməklə qeyri-adi gücə Orta yüzyıl kaynaklarından belli oluyor ki, taşla malik bənzərsiz bir-mənəvi-ürfani sistemi mey- yağmur yağdırmak ve rüzgar estirmek geleneğine dana gətirdi.”(17) dayanan pantomimo ile uğraşan ayrıca şamanlar Farklı sisteme sahip olup farklı dünyagörüşüne varmış ve onlara yataçı - yatsu, törene ise “yatladı” dayansalar da Şamanizm ve sufizm işlevsel derlermiş. “Əski insan yadanı canlı, diri təsəvvür açıdan birbirine yakın ve bağlıdırlar; sufi dansı etməklə onda insani keyfiyyətləri görmüşdür. şaman dansının hazır kalıbından alınmıştır, aynı İnsan yadanı özünə oxşatmaqla onunla arasındakı zamanda “Meclis havası”, “semayı havalar” ayrılığı ortadan götürmək fikrində olmuşdur və veya “Tekke havaları”nın sufi törenlerinin tarihi beləliklə də insan yada-mif qatına yuksəlirmiş. doğası için yaratıldığı sanılıyor. Kam-şaman ve Belə görüş Azərbaycan vəhdəti-vücudun doğma sufi törenlerinin benzer taraflarından birine dik- görüşlə də səsləşdiyini, kök yaxınlığı olduğunu kat edelim: Törene başladığı zaman öncelikle üzə çıxarır.”(16) davulun veya Kopuzun ritmine uygun tarzda Erken orta yüzyıldan başlayarak Anadolu, İran, güçle duyulacak derecede aly perdeden okumaya Kafkasya, Ural boyu ve Orta Asya’da İslam yerini başlayan kam-şaman, sonradan yavaş yavaş artan sağlamlaştırdıktan sonra şamancılık tasavvurları müziğin sedaları altında sesini müziğin tonuna uy- sıkışdırılmaya başlıyor. Eski geleneklere konulan gun şekilde yükseltmeye başlıyor . Şaman başını yasaklar insanlar arasında hoşnutsuzluk içerirken ve omuzlarını şiddetle o tarafa bu tarafa oyna- onları milliliği ve hümanizmi ile seçilen sufizme tarak özel dualar-alkışlar biçiminde gösterisini meyillendirirdi. Zor koşullar altında yaşayan in- devam ettirmekle beraber dönüşüyor, fırlanarak sanlar sufilerle temasa girdikçe, tek teselli veri- omuzlarını ve kafasını kâh sağa, kâh sola tekrar ci araç olarak ona tapınmaya can atıyorlardı. tekrar döndürerek esnek şekilde çeşitli danslar Dolayısıyla, kendi düşüncelerini yaymakta (su- ediyor. filerle beraber takip olunsalarda) sufilere yardım Sufilerin tekke töreni ise öncelikle ibadetle, ediyorlardı. Allah’a kavuşmakla azaptan kurtul- Kuran’dan sureler okunmasıyla başlıyor. Sufi mak isteği sufizmin başlıca amacı sayıldığından törenlerinde zümzümə şeklinde övgüler-dualar, siyah cemaat sufilerin ileri sürdüğü ayin ve tören- ilahiler söylenmeye başlayınca törene müzik-saz, lerinin yapılmasında önemli rol oynuyorlardı. Bu balaban, ney, kaval, nağara, davul vs. katılıyor. törenlerde temel amaç ekstaz durumunu elde et- Okumaların müzikle beraber çılgınlaşan tempo- mekle - coşkunluk ve çılgınlık yaratmakla vecde su arttıkça ekstati hareketler Portföyü olan özel gelerek Allaha varmak, kavuşmaktır. Müzik ve dans-gökyüzü (tekke merasimlerindeki müzik dansın yardımıyla vahdet-i vücud ‘a varmak İslam ve danslar gök, gökyüzü ile ilgili olduğu için tarafından yasak edildiğinden sufilik bu yasağı onlar “gökyüzü” adı verilirdi) başlanır. Kam- gidermek için takdirkâr teşebbüslerde bulundu. şaman ve gökyüzü rəqslərində temel amaç insanı Böylece, sufilik şamancılıktaki tören geleneğinin ekstaz durumuna gətirməkdi. Sufilerin “vecd” yetişkin birikiminden yeterince faydalanarak adlandırdıkları bu durumda şamancılıkda olduğu (“şamancılığın denemeden çıkmış sistemine gibi, kutsal ruhlarla ilişkiye girmek, ilahi âleme özgü olanaklarını-zorunlu ekstaz unsurları-çalgı, yolculuğa çıkmak mümkün sayılıyordu. Bu arada dans ve okumayı eski tanıdık sisteme ait içerik şamanlar sufilerin faaliyet istikametlerinin yönü

101 değişiyor; kam-şamanlar ekstaz haline erdik- (5) Rasyonyi L. Tarihte Türklük. III baskı. Ankara, 1993, ten sonra öne sürdükleri amaca uygun olarak S.30 (6) Rüstəmov Y. Mevlana Celaleddin Rumi’nin sufilik felse- tanrı dünyasında çeşitli ruhların arkasından git- fesi. Bakü, Azerbaycan Üniversitesi yayını, 2002, S.32 tikleri halde, sûfîler sadece bir ruha-”vücut” diye (7) Rasyonyi L. Tarihte Türklük. III baskı. Ankara, 1993, yalvardıkları Allah’a kavuşmaya can atıyorlar. S.33 Görüldüğü gibi son amaca-sonuç ayrılığına (8) Seyidov M. Qam-şaman ve onun kaynaklarına genel rağmen, kam-şaman ve sufi merasimlerindeki bakış. Bakü, “Gençlik”, 1994, s.29 (9) Seyidov M. Qam-şaman ve onun kaynaklarına genel yöntem ve yönler birbirine yakındır. Semayı- bakış. Bakü, “Gençlik”, 1994, s.29 səmavü müzik ve semayı dans tekkelerde çok (10) Seyidov M. Azerbaycan halkının soykökünü zaman aşıklar tarafından icra ediliyordu. Ayin düşünürken. Bakü, “Yazar”, 1989, s.359 sırasında sazla beraber ney, kaval, davul, balaban, (11) Yan B. Kurganlar gelen ışık. Bakü, Azerbaycan nsiklopediyası. 1996, s.123 vb çalınırdı. (12) Seyidov M. Qam-şaman ve onun kaynaklarına genel bakış. Bakü, “Gençlik”, 1994, s.31 (13) Seyidov M. Qam-şaman ve onun kaynaklarına genel KAYNAKLAR bakış. Bakü, “Gençlik”, 1994, s.210 (1) Azerbaycan Sovyet Edebiyatı Tarihi. I cild. Bakü, “Bil- (14) Seyidov M. Qam-şaman ve onun kaynaklarına genel im”, 2004, s.45 bakış. Bakü, “Gençlik”, 1994, s.210 (2) Əlibəyzadə E. Azerbaycan halkının manevi kültür tari- (15) 3.Gökalp Z. Türkçülüğün Esasları. Bakü, “Maarif”, hi. Bakü, “Gençlik”, 1998, s.133 1991,s.46 (3) Rasyonyi L. Tarihte Türklük. III baskı. Ankara, 1993, (16) 13. Seyidov M. Qam-şaman ve onun kaynaklarına ge- s.28 nel bakış. Bakü, “Gençlik”, 1994, s.132 (4) Qasımlı M. Ozan Aşık sanatı. Bakü, “Uğur”, 2003, s.21 (17) 1. Azerbaycan Sovyet Edebiyatı Tarihi. I cild. Bakü,

SUSAR

Hasan Sami BOLAK

Mâhur, hicaz, hüzzam faslı yerine Bir yürü, bir konuş... besteler susar. Eller, lâle, gül der, sevdiklerine; Şöyle bir görün... gül desteler susar!

Gece, endamına âşık gölgeni Seyredeyim diye bekler gelmeni. Ay seni seyreder, yıldızlar seni Erir gözlerinde güfteler... susar!

Ayrı dünyalarda doğmışuz, tazık. Ne zaman biter bu vurdumduymazlık? Ömrümü törpüler sensiz yalnızlık, Bir seher konuşur, bir seher susar!

Saç ağardı, ömür vardı kırkına Aşk kılıcı hâlâ girmiyor kına Dışarıda yağmur, bende fırtına; Bu gönül ne zaman, ne günler susar!

102 BİZ Kİ TÜRKÜK.....

MİRZE SAKİT

Arkadaşım, nə çəkirsən zaman-zaman qəmli ah Biz ki Türkük, müsəlmanıq – Lə ilaha-illəllah

Atillanın atdığı ox baş çatlada, göz deşə El yığılsın zirvələrdə yandırdığın atəşə... Burda Turan, neyçün viran – Yumruq kimi birləşə, Sağ tərəfdən Teymur Gurqan, sol tərəfdən Babur şah Biz ki Türkük, müsəlmanıq – Lə ilaha-illəllah

Sıldırımda qaşın çatıb, qəzəblidir Alp Təkin Buğra xandır nərə çəkən, deyir – Qalxın dağ çəkin Türkə ası çıxanların torpağında turp əkin Əldə silah, dildə şüar – Ya vətənim Ya Allah... Biz ki Türkük, müsəlmanıq – Lə ilaha-illəllah

Səlcuqlardan Osmanlıya ötüb keçdi kəlamlar “Düşmənlərin al qanından qoy verilsin təamlar” Məğribdəki Batı xandan, məşriqlərə salamlar Bu məkandan, o məkana bizim ellər – Ol agah Biz ki Türkük, müsəlmanıq – Lə ilaha-illəllah

Yadellidən öc aldıqca Xarəzmlər ucaldı Ucaldıqca Türk oğlu Türk yadellidən öc aldı Zaman keçdi, vaxt yetişdi Xətaimi qocaldı... Dövlət getdi, el dağıldı nə qol qalxdı nə silah Biz ki Türkük, müsəlmanıq – Lə ilaha-illəllah

Mirzə Sakit möhtac deyil düşmənlərin əhvinə Qalxın görək...fərman verin tiqranların məhvinə Azərbaycan güdaz getdi bir iblisın səhvinə Kim çağırdı, harayladı..kim işlətdi kim günah ? Biz ki Türkük, müsəlmanıq – Lə ilaha-illəllah

103 DİMİTRİ KARAÇOBAN’DAN ŞİİRLER*

KIMILSIZ SOLUK

Ne ürek tepreder kımılsız bu soluk! Daalıkta gevrakli ne öter kütürü! Ne kıstav görünere dolayda büük bolluk! Usulluun içinde duyulêr titirti.

Bu- bişey yenili, diil dünkü takımnık. Bu diil o ratlı ses, ne öterdi bana. Desen: Atanas Karaçoban Sabada açılêr bir başka ayıklık. Anızlar sarılêr bir başka dumana. YESKİ BUCAK Yarım sfera suêr, kaybedip yalazı Kuşçaz gökte peydalanıp Biraz kraa da haşlêêr körpeli uçları. Kaybeler. Kararmış dikine yamaçta yazılı Geçti yaşlık, da te kurak Lüzgerin dooruluu sallama aaçları. Çekeder.

Daasız bu yer, çıplak sırtlar Pek çoktan Kıvrak salkım kalmış ona YECEL NIŞANI Donaktan. Dürtülmek şte oldu bir yecel nışanı Dik üülene, açan sıcak Büük keeze yetiştiynen, düşmez verilmee Serplaiêr Ustalık büün hepten bukaadan boşandı Yer gök yanêr, ne var yeşil Taman büün tamannık ver olgun vergilee Sörpeşer. Gün günden taa hayırlı, pak çaarmak, Her can aarêêr yer, sıcaktan Seslemek kasılêr sarp blajin ötmeye, Yok olma, Ayaklar altında dayaklık pek oynak, Hepsi bakêr bir gölgecee Da uçêr hep düşler yakışmaz etmeye Sokulma.

Salt yeşillik durêr günde Yanık su platına okean göçüler Kızmakta, Titsilik ker öle de eser püs tenden Hem de kırda birkaç insan Bulanık zindanın uzaanda seçiler, Kazmakta Alımnık üzer dar bir tafta üstünde

Beşalma - 1967 Beşalma - 1980 *Hıristiyan Gagauz Türkleri’nin Fikir Babası ve Vatan Şairi 104 TÜRK SOYLU AMERİKAN YERLİLERİNDEN “ATSİNA KABİLESİ”

Dr. Ahmet Ali ARSLAN*

Amerikan Yerli Kabilileriyle Orta Asya Türk bir din olarak değil inanç ve yaşayış tarzı olarak Boyları arasında mutlak bir bağlantı olduğuna, benimsenen Şamanizm’in Orta Asya, Sibirya ve 1974 yılında başladığım doktora çalışmam Kuzey Amerika Yerli Kabileleri arasında yaşayan sırasında inanmaya başladım. Bu çalışma sırasında şekliyle büyük benzerlikler göstermektedir. Artık Amerikan Kızılderili Yerlilerin masallarıyla Türk bu kabilelerden Türk’e kültür yönünden en yakın masalları arasında büyük benzerliklerin olduğu olanlarının üzerinde ciddi araştırma yapmamızın tespit ettim. vaktinin çoktan geldiğini bize göstermektedir. 1974 yılında akademik metotlarla başlayan delil Amerikan Yerli Kabilelerinin yaşadığı kültür toplama çalışmalarım tam olarak bitmiş değil. değerlerini araştırmak, onların Orta Asya Türk Ama bu arada bulunan deliller artık bize “Türk kültür mirasıyla yakın ilişkisini öğrenmek ko- Soylu Amerikan Yerlileri” terimi kullanma ce- nusunda, üzülerek söylemek gerekir ki çok geç saretini verebilecek boyutlara ulaşmıştır. kalınmıştır. Kristof Kolomb’dan önceki devirlere Sahip oldukları kültür, kullandıkları aletler yüz yıllar boyu önem verilmemiştir demek yanlış ve malzemeler, aile düzenleri, karakterleri ve olmaz. Amerikan hükümeti bu konuda araştırma kullandıkları kelimeler göz önünde tutularak yapmak isteyen bilim adamlarını “kara ele alındığında Atsina Yerli Kızılderili Kabile- listeye” almış, Federal Bütçe’den ödenek si, Türklerle akraba olup, Türk kültüründe de- ayrılmamış ve bu yönde çalışmaları rin izleri olan Asena, başka bir deyişle, Türeyiş desteklememiştir. Ruslar’la beraber Ber- Destanımızda yer alan Dişi Kurt’la aynı adı ing Boğazı’nın her iki yakasında zoraki ortak taşımaktadır. Atsina kabilesinin genç kızları çalışmalar yapılmış olsa bile onların sonuçları karakter olarak gerçekten Dişi Kurt “Asena”ya “gün ışığı”na çıkarılmamıştır. Washington benzemektedir. Onların hayatı ve yaşayışı kültür D.C.’deki Smithsonian Institute’te bu konuda derinliği içerisinde incelendiğinde, bu gerçek kes- yapılmış çalışmaların gerçek sonuçları hala “Çok inlikle ortaya çıkmaktadır. Gizli” damgasıyla özel arşivlerde saklanmaktadır. Amerika’da, Amerikan Temsilciler Meclisi ve Amerikan hükümetinin istekleri doğrultusunda Senatosundan geçerek, Kongre tarafından varlığı belirli bir para karşılığında araştırma yapan kabul edilen ve Federal Bütçeden ödenek ayrılan “bilim” adamları, çalışmalarını Yerli Kızılderili Kızılderili kabilelerinin sayısı 520’dir. Bugün Kabilelerinin asıl ana kültür kaynakları üzeri- Federal Bütçeye ilave yük olur kaygısıyla, hala nde yoğunlaştırmaktan kaçınmış, hatta bazıları, kayda alınmamış yüzlerce Kızılderili Kabilesinin Amerikan Yerli Kabileleri arasından derlediği hukuk mücadelesi, Amerikan Kongresinde devam masalların “Avrupa’dan ithal” edilmiş olduğunu etmektedir. yazma cesaretini bile göstermiştir. Bu tür bilim Sözünü ettiğimiz 520 Kızılderili, daha doğrusu, adamları Amerikan Yerlilerinin Avrupa’dan daha Amerika Yerli Kabilesi, arasında yaşadıkları önce göç etmiş olabilecekleri üzerinde çalışarak, kültür mevsimlik kutlama ve dini merasim- dünya bilim adamlarını yüz yıl oyalamışlardır. leri; yaratılış ve türeyiş destanları dikkatimizi Amerikan hükümetinin yüz yıllar boyu uyguladığı çekmiştir. Bizim kültür hayatımızda “Türk’e Çare bu oyalama taktiğine ayak uyduran ve bu Yerli Bitkiler” dediğimiz, yaban bitki ve çiçeklerin- Kabilelerin aslında nereden, ne zaman ve nasıl den yararlanarak uygulanan tedavi yöntemleri; geldiklerini araştırmaktan korkan araştırmacılar,

* Selçuk Üniversitesi, Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi, 105 İngilizce Dili Öğretimi ABD Öğretim Üyesi Yerli Kabilelerin nereden Amerika’ya geldiği fiziki delil araştırmalarında buldukları kalıntılar meselesinin aydınlığa kavuşmadan Yirmi birinci üzerinde DNA testleriyle bizi kesin sonuca doğru yüz yıla sarkmasına sebep olmuşlardır. Bu ko- götürmektedirler. nuda ciddi eserler veren bağımsız bilim adamları “Scientific American Archaeology” dergisinde, da vardır. Bu bilim adamları eserlerini eme- “İlk Amerikalılar” konusuna açıklık getirm- kli olduktan sonra yayınlayabilmişlerdir. Kırk eye çalışan Kenneth B. Tankersley, Sibirya ve yıl Amerikan Yerli Kabilelerinin nereden, nasıl Alaska’da yapılan kazılardan elde edilen fiziki ve ne zaman Amerika’ya geçtiklerini araştıran deliller üzerinde yapılan DNA testleri ve diğer Kanadalı âlim Ethel Stewart, Atsina kabilesinin çalışmaların, Amerika’ya gelen ilk insanların Türk soylu olduğunu ve bunların Bering Boğazı karbon yılına göre 11 bin 500, takvim yılına göre yolu ile Amerika’ya geçmiş olduklarını yazan ise 13 bin 350 yıl önce Bering Boğazı henüz nadir araştırmacılardan biridir. Onunla bu eserini çözülmemiş ve buzlarla kaplıyken, Sibirya’dan yayınladıktan sonra uzun uzun görüşme fırsatını Amerika Kıtasına geçmiş olduklarını kesinlikle buldum. Bana “Ahmet Ali... Seni neden daha önce ortaya koyduğunu kaydetmektedir. tanımadım. Bulduğum yüzlerce kelime arasında Arkeolojik kazılardan elde edilen fiziki del- Ana, Ata, Günana, Künana, Atabaşkan, Ak, Ak- iller, sosyal antropolog ve folklor uzmanlarının basu kelimelerinin Türkçe olduğunu bana şimdi elde ettikleri materyaller, Amerika’ya yerleşen söylüyorsun” diyerek üzüldüğünü belirtti. Ameri- ilk insanların Altay, Tuva, Saha ve Sibirya’dan kan Yerli kabilelerinin Bering Boğazı yoluyla Bering Boğazı ve civarındaki adaları kullanarak Tuva, Hakas, Şor, Altay ve Saha Türklerinin Kıtaya geçtiklerini ispatlamaktadır. Arkeologlar- yaşadıkları bölgeden Amerika’ya geçtikler- lar, Amerika’ya ilk insanların Avrupa üzerinden ine inanan ortak çalışma yapacak bilim adamı değil, Asya üzerinden geldiğine ellerindeki del- bulamadığı için derlediği malzemenin çoğunu illere dayanarak inanıyorlar. Araştırma, derleme değerlendirme fırsatını kaçırdığını anlattı. ve çalışmalarıyla bilim adamları, dikkatlerini Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından ve Asya’dan gelen Amerikan Yerlileriyle ilgili konu- Amerika’nın da “Glastnost”tan nasibini lar üzerinde yoğunlaştırıyorlar. almasından sonra, Amerikan Yerlileriyle il- Atsina ve diğer Yerli Kabilelerin geçmişi ile il- gili araştırmalar üzerine koyulan hükümetin gi- gili araştırmalara edvam ettirmek ve biyolojik soy zli ambargosu kaldırıldı ve dünyanın ciddi bilim kütüğünü ortaya çıkarmak için gereken fiziki nu- adamları ve araştırma enstitüleri, Amerika’ya muneleri bulmak zorlaşınca, arkeologlar, Yerlile- ilk insanların nereden, nasıl ve hangi yollarla rin büyük atalarının yattığı binlerce yıllık kutsal geldiğini araştırmaya başladılar. mekanlara ve mezarlıklara Yerlilerden izin al- Amerikan Yerli Kabileleri, Amerikan Kon- madan girdiler. Rastgele kazılar yapıp çıkardıkları gresinin almış olduğu kararla, bundan sonra kemikler ve buluntuları torbalarla başkent Wash- resmi, açık, kapalı toplantılarda “Indian Nation” ington D.C.’ye taşıdılar. Washington D.C.’deki (Kızılderili Milleti) olarak anılmaya başlandı. Tabiat tarihi Müzesinde binlerce Yerli Kızılderili Amerika’da yapılan en son nüfus sayımında kafatası sergilenmektedir. sayıma katılan şahsın hangi millete mensup Yerli Amerikalıların kültüründe Ulu Atalara olduğunu belirlemek isteyen haneye” Indian Na- verilen değerin ne demek olduğuna aldırmadan, tion kelimeleri de ilave edildi. onların torunlarının torunlarını incitmek, so- Atsina Kabilesini anlatmaya geçmeden önce, bu kaklara döküp mitingler yaptırma pahasına kabilenin aslının nereden geldiğini bilmek gerekir. Amerika’daki yüzlerce müzede bu kafataslarını Bu konuda, arkeologlar, sosyal antropologlar ve sergilemeye devam ediyorlar. Yerli Amerikalıların folklor uzmanları konularını detaylarıyla incelem- kurmuş oldukları teşkilatlar Amerikan Müzeler- eye başladılar. Bilim adamlarının, Sibirya, Alaska inde sergilenmekte olan Ulu atalarının kemikleri ve Yerli Kabilelelerin Amerika’ya geçtikten son- ve kafataslarının kendilerine geri verilmesini ve ra Amerika’nın Güneyine doğru sarktıkları göç yapılacak dini merasimlerle yeniden alındıkları yolları üzerindeki konaklama yerlerinde yaptıkları yerlere gömülmesini istiyorlar.

106 George Bush, Amerikan başkanı olduğu za- Yerli Amerikalılara ait kafatası ve başka kemikleri man Yerli Amerikalılar büyük gösteriler ve mit- ellerinde bulunduran özel koleksiyoncular ki, buna ingler yapmışlardı. Bush’un kafatası koleksi- amerikan eski Başkanı George Bush da dahildir; yonunda sakladığı ve babasının kendisine 21. Federal bütçeden ödenek alan Amerikan Müzeleri yaş günü hediyesi olarak vermiş olduğu Apaçi ellerinde bulunan Yerli Amerikalılara ait kemikleri Lideri Geronimo’nun kafatasının geri verilm- sahiplerine veya mensup oldukları kabilelere tes- esini istemişlerdi. Bu konuyu Washington Büro lim edecekler. Bu kemiklerin yeniden alındıkları Şefi olduğum bir İstanbul gazetesine yazdığım yerlere gömülmesi işi Yerli Kabilelerin inanç ve zaman, Washington’da Türkiye’deki saygın adetlerine göre düzenlenecek dini merasimlerle gazetelerin Büro Şefliğini yapan meslektaşlarım yerine getirilecek. Bütün bunların masrafları Fed- ve arkadaşlarım, “Ahmet Ali sen bavullarını eral Bütçeden ayrılan fondan karşılanacak. toplamağa başla, yakında Beyaz Saray seni Amerika’nın Kent Devlet Üniversitesi’nin Türkiye’ye postalar,” dediler. Tam aksi oldu, Antropoloji Fakültesinin öğretim üyelerinden Dr. Beyaz Saray o sene beni her yıl geleneksel olarak Kenneth B. Tankersley Amerikan hükümetinin Beyaz Saray’da geçirilen “Esir Milletler Günü” kanunla Amerika Yerlilerinin mezarlarının merasimine, “Azerbaycan Türkleri”nin temsilcisi açılmasını yasaklamasıyla, “Paleoindian” arke- olarak davet etti. Amerika’nın Sesi Radyosu’nun olojisi üzerine araştırma yapan Üniversite ve Azerbaycan Bölümünde on yıl çalıştığım için kurumları binlerce yıl önce Amerika’ya gelip hakkımda mevcut olan bütün kayıtlar ellerin- yerleşen Yerliler üzerindeki araştırmalarını bun- deydi. Beyaz Saray’da George Bush’la görüştük. dan böyle, geliştirilmiş ileri teknoloji ürünleri Hatta bana o zamanlar daha “azad” olmamış, Esir olan aletlerden yararlanarak yapmak zorunda Türklerle ilgili görüşlerini aktaran bir röportaj kalacaklarını belirtirken, Yerli Amerikalıların vermiş ve “Hepsi Hürriyetlerine kavuşacaklar” menşei geçtikçe ciddiyet kazanmakta olduğunun demişti. altını çizmektedir. George Bush’un Geronimo’nun kafatasını sa- Zaman, en güçlü hâkimdir. Orta Asya, Tuva, hiplenmesi gibi, Amerika’nın başkentinde Smith- Altay, Saha kültürlerinin Kuzey–Doğu Sibirya ve sonian Müzesine bağlı Tabiat Tarihi Müzesinin bo- Bering Boğazı üzerinden Amerika Kıtasına geçer- drum katındaki arşivinde 65.000 Yerli Kızılderili ek Amerika’ya yayıldığı gerçeğini Amerikalı ve kafatası saklayarak, “Hükümet malıdır” diyerek Avrupalı âlimlerin yapmış olduğu ve hala devam geri vermekten imtina ediyor. eden bilimsel araştırmaları mutlaka gün ışığına Amerikan Yerli Kabileleri bu konudaki müc- çıkaracaktır. adelelerini hiç ara vermeden yıllarca devam et- Türk olarak en büyük kabahatimiz, tarihi tirdiler. Sonunda Colorado Eyaletinden saf kan yapıp, hiçbir kayıt tutmadan onu ortada bırakmış Yerli Kızılderili olan Campbell Nighthorse (Gece olmamızdır. Osmanlı Devleti dönemi hariç, tari- Atı) Yerlilerin büyük desteği ve oylarıyla Senatör hi yapmışız, ama yazmamışız. Bu özelliğimizle seçildi. Büyük hukuk savaşları, Yerlilerin toprak Kızılderililere benziyoruz. Her şey hafızamızda kullanma hakkına sahip olduğu 28 eyalet başta yazılı. Biz ölünce hafızamızda olanlar da bizimle olmak üzere Amerika çapında yaptıkları gösteri, ölüyor. protesto ve mitinglerin sonunda hazırlanan kanun Atsina Yerli Kabilesi, Yerlilerin Arapaho taslağı, 1990’da Amerikan Temsilciler Meclisi ve boyunun bir oymağıdır. Kanadalı araştırmacı Senatosundan geçerek kanunlaştı. NAGPRA (Na- Ethel Stewart 40 yıl Yerliler üzerine araştırma tive American Graves Protection and Repatria- yaptı. Bu konuyla ilgili olarak yazdığı tion Act–Yerli Amerikan Mezarlarının Koruması kitabında Atsine Kabilesiyle, Türk Kültüründe ve Alınanların Geriye Koyulması Kanunu) adı en önemli unsur olarak yer alan Asena’nın ile tanınan bu kanuna göre artık, Yerli Amerikan mezarları soyulamayacak, kemikleri mezard- (Dişi Kurt) aynı manaya geldiğini ve bu ka- an çıkarılıp başka bir yere taşınamayacak, bilenin Türk soylu bir kabile olduğuna dair del- kafataslarıyla şarap içilemeyecek, şimdiye kadar illeri gün ışığına çıkarmanın önemine değindi.

107 Atsina Yerlileri, Montana Eyaletinde Missouri kendisini gösterir. Şamanların bu hayvanların Nehri ile Askaw Nehri arasındaki bakir topraklar- kılığına girerek, insanüstü işler yaptığını görürüz. da yaşıyorlar. Ev ve barınak olarak Orta Asya Türk Bazı yanlış saplantıların aksine Şamanizm kes- boylarının kullandıkları Yurtlara benzeyen toprak inlikle bir din değildir. Bu kültürü Asya ve Ameri- evlerde yaşamakla beraber, özellikle daha Kuzey- ka kıtalarında yaşayan Türk ve Yerli Amerikan de yaşayan Türk boylarından, Tuva, Hakas, Şor, boylarının inandıkları dinin adına Göktanrı Dini Altay ve Saha Türklerinin kullanmakta olduğu ve demek mümkündür. Şamanizm incelenirken, za- adına Tipi veya Teepee (Tepe) dedikleri çadırlarda ten Göktanrı dini etrafında bir kültür yumağı yaşıyorlar. olarak ele alınıp tahlil edildiğinde tatmin edici bir Atsina Yerlilerinin Tipi (Tepe) dedikleri çadır, sonuç alınabilir. yirmi tane Buffalo (Yaban Öküzü) derisinin bir Şamanizm kültürü içinde yer alan mevsimlik birine çatılarak dikilen yirmi–dört uzun düz sırığa ve dini maksatlı bazı merasimler bir dini maksatlı sarılmak ve bağlanmak suretiyle içinde yaşanacak bazı merasimler bir dini ibadetin şekliymiş gibi şekle getiriliyor. Atsina TeePee’sinin tepesi, Kırgız algılanırsa, bu algılama insanı yanlış sonuçlara ve Kazakların kullandıkları Yurtlarda olduğu gibi götürür. Göktanrı dinindeki “Tanrı”ya, Ulu “Tünlük”e benzer bir şekilde açıktır. Yerli Ameri- Yaratan, Ulu Ruh, Atsina Yerlilerinin inandığı kan çadırının tepesindeki açıklıkla, Orta Asya Wakan Tanka ile (Ulu Yaratan), Great Spirit (Ulu Türk Yurtlarının tepesinde yer alan “Tünlük”aynı Ruh) ve Manitu’ya yakarış, Şamanların yaptığı maksatlar için kullanılır. Bu boşluk, çadırın bazı dini maksatlı ayinler ve kutsamalardan tama- içinde yanan ateşin dumanının dışarı çıkmasına, men farklı bir şeydir. havalandırmayı sağlamasına ve çadıra güneş Atsina ve Türk Şamanizminde, bir Şaman, ken- ışığının girmesine yardım eder. Bugün Kırgızistan disine manevi yardım talebiyle gelen bir insanla, Devletinin milli bayrağının ortasında yer alan Göktanrı, Ulu Yaratan, Wakan Tanka ve Great işaret, “tünlük” ten başka bir şey değildir. “Tün”, Spirit (Ulu Ruh) arasına girip, aracı olamaz. At- Güneşin en dik duruma geçtiği zamandır. Onun sina Yerlileri ve Türk Boyları arasında yaşayan için, öğleye kadar selamlaşmamızda “Günaydın”, Şamanizm kültüründe, sıkıntısı olan bir insan, öğleden sonra ise “Tünaydın”, deriz. günahlarının bağışlanması veya zorluklarının Atsina Yerlilerinin giyimleri oldukça sade ve aşılmasında kendisine yardımcı olunması için, rahattır. Erkekler, hasıl edilmiş geyik derisinden Göktanrı veya Wakan Tanka ile kendisi irtibat ku- yapılmış gömlekler ve pantolonlar, ayaklarına rar ve kendisi yalvarır. deriden yapılmış makosenler giyerler. Kadınlar Atsina Yerlilerinin dini maksatlı mevsimlik mera- ise, tek bir parça halinde dikilmiş, sade ve üzeri simleri de vardır. Bunların arasında “Sun Dance” boncuklarla işlemeli elbise giyerler. Entariye ben- (Güneş Dansı) vardır ki, bu tamamen bir ferdin zeyen bu elbise topuklara kadar iner. Diz altına onu yaratan Wakan Tanka (Ulu Yaratan) arasında kadar çekilen hasıl edilmiş deriden yapılmış ma- kurmaya çalıştığı özel manevi bağı simgeler. Bu kosenlerle elbiseyi tamamlarlar. Kullandıkları merasim kişi ile “Ulu Yaratan” arasındaki bağı takılar sade ve Atsina Kabilesine has turkuaz taşı güçlendirmek maksaıyla yapılmaktadır. ve gümüşün büyük bir ustalıkla kaynaşmış olduğu Sun Dance, kabilenin TeePee’lerinin takılardır. Altın çok nadir olarak kullanılır. kurulduğu alanın tam ortasına dikilen dalsız, Atsina yerlileriyle, Dişi Kurttan türediklerine budaksız, kabuğu soyulmuş ve tamamen inanan Orta Asya Türk boyları arasındaki kültür temizlenmiş, mümkün olduğu kadar düz bir benzerliği kendisini ortak Şaman kültüründe de direğin tepesine bağlanmış sicimlerin, bu dansı gösterir. İnsanın öldükten sonra ruhunun yeniden yapacak kişinin sağ ve sol göğüs etine kemik- bir hayvanda canlanması, Atsina Yerli Amerikan ve Türk Şamanizminde ortak olarak yer alır. Her ten yapılmış bir mandalla geçirilerek, bunu iki yakanın kültüründe Şamanların, kurt, kartal, yapacak şahsın merasimin başlamasından buffalo, atmaca, doğan, şahin, ayı, geyik gibi bitişine kadar geçen bir gün boyunca hiçbir hayvanların şekline girmesi ortak özellik olarak şey yemeden ve içmeden (oruç tutarak), sicimi

108 sicimi gergin tutarak, ağzındaki kemikten yapılmış Kabile çadırlarının ortasına dikilen, dalsız, bir düdükle, direğin etrafında daire çizerek dön- budaksız, kabuğu soyulmuş, temizlenmiş bu düz mesiyle tamamlanan, inanılması çok zor bir dini direk, etrafına çizilen “daire” şeklindeki sonsuz- merasimdir. luk halkası içerisinde yükselen şekliyle, Yaratan’ın Bu düdüğün çalınmasından murat, “Göktanrım, sembolüdür. Bu direk kabilenin her yerinden senden geldim, senin için dönüyorum, senin görülür. Atsina yerlilerine Tanrının birliği ve “uç- için sağım ve varım” mesajının Ulu Ruh’a maya” varan yönü gösterir. ulaştırılmasıdır. Merasim bittikten sonra, Tanrının Saha Sire (Yakut) Türkleri tarafından yaratmış olduğu şifalı otlarla yarası sarılır. Bunu Göktanrı’nın birliğini temsil eden ve büyük bir tamamlayan genç, Göktanrı’ya olan abğlılığını ve merasimle dikilen bu direğe “Serge” denmektedir. erdemiyle beraber yiğitliğini ispatlamış olur. Genç iyileştikten sonra, Atsina kabilesinin tanınmış savaşçılarıyla, “Soluk Benizli” beyazlara karşı düzenlenen savaşlara ve ganimet için yapılan “War Parties” (Ganimet Saldırıları)na katılmaya hak kazanır. Meydanın ortasına göğe kaldırılarak dikilen düz direk, “Bir” olanın, yani bütün kainatı ve içinde yeri, göğü, iki bacaklıları, dört bacaklıları, kaçan- lar, uçanları, yüzenleri, sürünenleri, ateşi, toprağı, suyu, acıyı, ilacı, ağlamayı, gülmeyi, doğumu, ölümü, yaratan ve bütün bunların hepsinin yegane sahibi, Göktanrı, Wakan Tanka ve “Great Spirit”i (Ulu Ruh)u temsil eden bir semboldür. O direğin etrafında göğsünden sicimle asılı olarak dönül- ürken, “Sen beni çamurdan yarattın... Sana geldim teslim oldum... Birliğini tasdik ettim. Birliğinin etrafında dönüyorum... Buna sahip çık...” şeklinde bir mana aleminde yaşanılır. Göktanrı’nın sembolü olan bu “Bir”in etrafında dönülürken, kimsenin farkına varmadığı bir mana alemi çizilir. Dönen inanın gün boyunca yerde bıraktığı ayak izleri, yerde bir daire oluşturur. Bu ayak izleriyle oluşturulan daire, Göktanrı’nın insanlara verdiği hayat denen nimetin en basit şekliyle toprağa çizilmiş resmidir. Başlangıcı ve sonu olmayan fakat hep var olan bir daire. “Doğup, yaşayıp, ölmek...Tekrar dirilip, doğup, yaşayıp, ölmek.” Hayat felsefesi bu kadar saf, sade ve temiz. Atsina Yerlileri bu daireyi yaparken, “Sen beni çamurdan yaratıp camnverdin ve doğdum. Yaşadım. Sonunda ölüp yine sana kavuştum” şeklinde üç bölüm ve üç merhaleden oluşan bir Desen: Garipkafkaslı hayat felsefesini anlatmaya çalışır. “Doğdum”, “Yaşadım”, “Öldüm”. Bu üçleme, bir üçgen şeklinde değil, sonsuzluk manasına gelen bir “daire” şeklinde anlatım ve dışa vurum şeklidir.

109 GÜNEY AZERBAYCAN’DAN İKİ ŞİİR

ÇEKMİŞEM..!

Desen: Filiz Çimen, “Haykırış”/ Kütahya HÜSEYN QAYITMAZ

Şanlı keçmişim var ay kimi parlaq, Əlimlə yazılıb hər qızıl varaq, ÖYRENİM..! Bir bax, neçə sənə tarixdən qabaq, Gilqamış dastanın boya çəkmişəm..! ƏLİ CAVADPUR İndi ayaqlanır mənliyim mənim, Yapışıb əlimdən əlifba öyrət, Özgələrə pay-püşk olur Vətənim, Çorəyi öyrənim, duzu öyrənim! Özüm də kəsildim özümə qənim, Hər gün dilim-dilim Ana dilimdən Çəkdiyim dərdlərdır, söyə çəkmişəm..! Mən yazı öyrənim, pozu öyrənim..! Dünya gözün yumub, haqqıma baxmır, Qanımı içməkdən doy bir kərə də, Əllərin sıxdığım əlimi sıxmır, Soyursan, dərimi soy bir kərədə! Elə susmuşam ki, cınqırım çıxmır, Yaxamdan əl götür, qoy bir kərə də Mən hansı nəsilə, soya çəkmişəm.?! Doğrunu öyrənim, düzü öyrənim..! Sazaqdayam.. Baharım yox, yayım yox, Təzə gül deyilmi bu çiçəklənən!? Zülmətdəyəm.. Ulduzum yox, ayım Nələr dadacaqsan qoxusundan sən!? yox.. Yalan öyrətmələr buraxmır ki, mən, Kölələndim.. Say içində sayım yox, Özümü öyrənim, sizi öyrənim..! Mən ki, saysızları saya çəkmişəm..!

Gündüzün günahın ancaq ki, gecə, Həsrətlə ötüşür hər günüm – ayım, Birtəhər ört-basdır edir gizlicə! İçimdə boğulur harayım – hayım, Saxta kirpiklərin içindən necə, Dərddən hörülübdür ömür sarayım, Baxışı öyrənim, gözü öyrənim.?! Sevincdən üzünə boya çəkmişəm..!

Bir az cızma-qara bacarsam mən də, Yox, sevinmə! Ucalardan enmişəm, Öyrətmən olaram bir böyük kəndə! Qoram, kül altında demə sönmüşəm! O biri dərsləri öyrənməsəm də, Yolundan qayıtmaz elə dönmüşəm, Özüm öz dilimdə yazı öyrənim!!! Çoxdandır oxumu yaya çəkmişəm!!!

110 LABİRENT

Tarık KILIÇARSLAN

Kehribar suskunluğu , Kördüğüm muhayyilem; Zaman, kaldırımlarda cesedimi arıyor Labirent duyguların ortasında kimliksiz, Tutkulu... Tutuklu sevdaların meçhul anıtı Bağlanmış bir basiretin avuçlarından akan Güngörmüş köhnelerin acemi saltanatı...

Bir masal sandığında kırk yamalı hayaller Lime lime dökülür şakağın son mahsülü İştahla umudumun peşindeyken teneşir Donkişot değirmenin yeliyle haşır neşir; Sancılı bir mecranın yokuşunda emeğim, Aşklarım, alınyazım, düşlerim, geleceğim Harac mezat satılır, Taksitle... Pazarlıksız... En mahrem kuytularda sinsi, hain, asabi Senaryolar, diziler, yosmalar, ağır abi Ahlaksız ve yasaksız...

Yıkılıyor gönlümün en eski tuğlaları Bu nazar ötesidir... İçten vuran biri var Bir tutam nefis için paramparça duvarlar... Bin asır kaderimin yanıbaşında yeri Hala küskün değilim ellerimde elleri Okyanus ötesinden bana atılan kazık Kanatıyor sabrımın şah damarını... Yazık; Pusulasız gemi... Sarhoş deniz Kayan yıldızların konduğu tuzaklara Müphem takıntılarla dümeni kırmış kaptan. Acemi balıkçının göğe takılmış ağı, Dalgalar alev alev Cehennem sığınağı...

111 HİKAYE

YAVŞAN KOKUSU

Vagıf SULTANLI

Desen: Garipkafkaslı Güneşten çatlak çatlak olmuş, baktıkça uzayan Akşam vaktiydi. Sürü toz içinde otlaktan köye yavşanlı düzlüklerin arasından köye giden işlek dönüyordu. Sürünün tam arkasında bomboz toz yolda eli bavullu bir kişi yürüyordu. O sık sık ba- buludu sürünüyordu. Arasıra çoban Şirhan’ın yor- vulunu bir elinden diğer eline alıyor, durmadan, gun, kalın sesi duyuluyordu: ‘‘–hoha, hooha!’’ ağır, sert adımlarla yoluna devam ediyordu. Yol Köyün kızları, gelinleri bağıra çağıra kamyon- uzuyordu, ama ne bir binek, ne de başka bir canlı da tarladan eve dönüyorlardı. Bir yerlerde, çok göze çarpmıyordu. yakınlarda evlerden birinde radyoda yanık yanık Yağış olmadığı için yoldaki toz topuğa kadar zurna çalınıyordu. geliyordu. Havadan acı, ağır yavşan kokusu geli- O ise... yordu. Ama yolun tozunu dumanını, yavşanın acı, O ise sanki bunları görmüyordu, duymuyordu. ağır kokusunu da görmüyordu. Hafızası, duyguları Sol elini yüzüne dayayıp açgözlülükle sigarasını çoktan beri kullanılmayan bıçak gibi körelmişti. tüttürüyordu. Kızlarla dolu kamyon vıyıltı ile Köyün girişine varıp bavulu yere koydu, nefesi- sokağı geçip onu tozlar içinde bıraktı. Toz çekil- ni çekerek yavaş hareketlerle ceketinin cebinden dikten sonra ağır ağır ayağa kalkarak sigarasından sigara çıkarıp yaktı, sonra da olduğu gibi bavulun son fırt alıp attı, bavulunu alarak köyün yukarı üstüne oturup dizini dizinin üstüne aşırdı. tarafındaki kırmızı kiremitli eve taraf yürüdü.

112 Bahçe kapısını açınca eyvanda kap kacak yıkayan İsmail eşarfı burnuna götürdü, sanki annesinin ufak bacısı Süsen eve koşup yüksek sesle bağırdı: şirin temasını hissetti, gözleri kapandı. Gözlerini – Baba, İsmail geldi, İsmail geldi! açınca duvarda annesinin büyütülüp çerçevele- Bacıları göz kırpımında eyvana dökülüştüler. nen resmini gördü. Kolları halden düştü, eşerf Boynuna sarılıp yüzünden gözünden öptüler. parmakları arasından kayarak döşemeye yayıldı. Babası cod, nasırlı elleriyle oğlunun omuzlarından Sanki annesi dile geldi: tutup gözlerinden öptü, alnından öptü. ‘‘– Hoşgeldin, oğlum!’’ İsmail birşeyler söylemek istedi, dudakları ti- ‘‘– Hoş bulduk anne!’’ tredi, söyleyemedi. Yaşlı gözlerini babasına dikip ‘‘– Derslerin nasıl gidiyor, gözümün ışığı, bir çocuk gibi baktı. Babası da ağlamaklı oldu, yüzü sıkıntın olmuyor değil mi?.. ’’ gerildi, ıslanmış kirpikleri sık sık kırpıldı, birkaç ‘‘– Hayır, annecim, ne sıkıntım olabilir... ’’ defa yutkundu. Kendini zorlayarak güçle: ‘‘– İnşallah, olmaz’’. –Neden burda duruyorsun oğlum, içeri geçsene, İsmail elbiselerini çıkarmadan yatağına uzandı. –diyebildi ve yavaşça oğlunun kolundan tutup Tam dört ay olmuştu annesi kara toprak merdivenleri çıkmaya başladı. altında uyuyalı. Dört ay olmuştu ölümün sert Ayağını kapıdan içeri atar atmaz annesiz odanın yüzüyle başbaşa kalalı. O bu kayba hala da buz gibi soğukluğu suratını yaladı. Ve bu soğukluk inanamıyordu, dünyada ebedi yokluğun ne bir anda iliğine kadar işledi, tüyleri kabarıp kalktı. olduğunu kavrayamıyordu. Bir daha annesinin Bacıları masanın üstüne çay, reçel, sıcak sac sesini duymayacağına inanamıyordu, yüzünü ekmeği, yoğurt, peynir dizmişlerdi. görmeyeceğine, nefesini hissetmeyeceğine İsmail, elini çenesine dayayıp düşünceye inanamıyordu. Annesinin nevazişli ellerinin cod dalmıştı. Babası da susuyordu. Gözyaşları akıp saçlarını bir daha okşamayacağına inanamıyordu. İsmail’in yanaklarında kurumuştu. İnanamıyordu... – Bir iki lokma ye, oğlum, yol gelmişsin, açsın. Annesinin arzusu içinde kalmıştı, tek oğlunun İsmail, babasının sesine düşünceden uyandı, düğününü göremeden gözlerini kapamıştı. Zavallı elini sofraya uzattı, bir lokma ekmek kesip ağzına kadın hep durmadan derdi ki: koydu, ama ne kadar yutkunsa da boğazından geç- – Yavrum, üniversiteyi bir bitirseydin, seni ev- medi, bir yudum çay içip lokmayı zorlukla yuttu, lendirirdik. Daha ondan sonra ölsem de derdim daha da elini hiç birşeye sürmedi. olmazdı. Kimse konuşmuyordu, herkes gözünü biryerlere İsmail üniversitede son senesini okuyordu, dikip düşünceye dalmıştı. Aileye garip bir sessiz- ailenin büyük evladıydı. Babası ilkbahardan yazın lik çökmüştü. Bu sessizliği annenin zamansız ölü- sonlarına kadar tahıla, sonbaharda ise yoncaya mü getirmişti ve bu ölümde herkes kendini suçlu bekçilik yapardı. Tek sözle, adam kendini tarlaya zannediyordu, işte belki de bu nedenle, konuşmak vermişti, güneş doğmadan gidip güneş batınca herkes için zor idi. dönerdi. İsmail’in üç bacısı vardı, üçü de annel- Babası tekrar seslendi: erine benziyordu. Kızların büyüğünü yaklaşık bir – Oğlum, biraz uzanıp yorgunluk mu gidersen? yıldır nişanlamışlardı. İsmail daha annesi sağken İsmail sanki bu evin sakini değildi, yabancı mis- demişti ki, Gülnare (büyük olan kız) evlenmey- afirdi, uzun yol gelip yorulmuştu, sanki bunu bekli- inceye kadar ben de evlenmeyeceğim. Uzun yordu. Kalkıp hiç birşey söylemeden diğer odaya tartışmalardan sonra Gülnare’yi nişanlamışlardı. geçti, ceketini çıkarıp askıya yaklaştı. Annesinin Annesi kızlarına vasiyet etmişti ki, kardeşinize bütün elbiseleri üstüste asılmıştı. Bu elbiseler ön- iyi bakın, o sizin bir tanenizdir, gözününüzün ceden nasıl asılmışsa öylece duruyordu. Gözleri karasıdır. en üstteki beyaz eşarfa çarptı. Bunu İsmail geçen ... Ertesi gün İsmail uyandığında güneş bir in- yıl kışın tatile gelirken bursundan kuruş kuruş ke- san boyu kadar yükselmişti. Babası çoktan işe sip biriktirdiği parayla annesine alıp getirmişti. gitmişti. Ortanca bacısı bahçedeki semaverin Kadın oğlunun hediyesini sevip saklıyor, başına közünü alıştırmaya çalışıyordu. İsmail bacısına başına örtmeye bile kıymıyordu. günaydın dedi, babasının geceden gittiğini bilse

113 de sordu: du. Nihayet kapıda bir at kişnemesi işitildi, adam – Babam gideli çok mu oldu? attan inip eyeri almak için boynundan çeke çeke – Evet, güneş doğmadan tarlada olması gerek. ahıra doğru gitti. Konuşuyoruz, kızıyoruz ki, baba yeter, bu tarlada Gülare babasına seslendi, : ne gördün ya... Yoruluyorsun artık, hafif bir işten – Baba, İsmail geç kalıyor ya, gel, işini sonra tutun. Artık senin bu yaşta otla motla uğraşman yaparsın. yanlış. Ama kime diyorsun, bildiğini yapıyor. Adam atı bağlayıp geldi ve şaşırarak: İsmail duymuyordu. Bahçede gözüne çar- – Oğlum, peki neden böyle çabuk?–dedi, pan herşey –sonbaharın koparıp attığı kurumuş – Gitmem lazım, baba, yarın dersim var. yapraklar, eyvandaki boş kalmış kırlangıç yuvası – Meğer böyle çabuk dönecektin, söyleseydin, ona annesizliği hatırlatıyordu. Ufak bacıcı yavşan bari bugün işe gitmezdim. Oturup muhabbet eder- süpürgeyle bahçeyi süpürüyordu. Annesi de dik, nasıl geçiniyorsun, derslerin falan nasıl gidi- bahçeyi hep bu süpürgeyle süpürürdü. ‘‘Koku- yor diye sormaya hiç fırsat olmadı ki. su hoşuma gidiyor yavşanın’’–diyordu. İsmail İsmail konuşmadı. Baba oğul biri-birine ufak olduğunda hep bacılarıyla gidip tarladan sarıldı. Yaşlı adamın gözlerinden akan yaş yavşan topluyup getirirdi. O zaman hiç aklına sakallı yanaklarını ıslattı. İsmail dünden beri ilk da gelmezdi ki, tarlanın bu acı, gereksiz otu ona defa babasına dikkatle baktı. Adam yaşlanmıştı. birşeyler hatırlatacak, ağır bir kayıbı aklına ge- Karısının ölümüyle beli iyice bükülmüştü. Yüzü tirecek. Bacıları ne kadar uğraşsalar da, anne- gözü tamamen ağarmıştı. siz bahçede bir düzen, şekil yaratamıyorlardı. İsmail bavulunu aldı. Babası birden: Barıbahçeyi ot basmıştı, tavuklar kümese girme- Tfu, şu işe bir bak, seni pulsuz parasız sini unutmuştular, ağaçta, tavlanın üstünde nerede uğurluyorum, artık aklım da kalmamış, –dedi gelse geceliyorlardı. ve sol elini cebine götürdü. Parasını her zaman Bacısı Gülare eyvanda sofra açtı. kuruşuna kadar sol cebinde gezdiriyordu. Sanki – Gel otur, kardeşim, bir iki lokma yemek ye. eli donup cebinde kaldı–cebi bomboştu. Yüzü bir Akşam da diline birşey sürmedin, bayılırsın, – anda kıpkırmızı kızardı. Ufak kızına döndü: dedi. – Kızım, git Umut amcana de babam diyor varsa İsmail basısının zarafetle açtığı sofraya kafasını biraz borç versin, İsmail’e para lazım. kaldırıp bakmadı bile, ceketini omuzuna geçirip İsmail babasına acıdı... İstedi bacısının önüne kapıdan çıktı. geçsin, gitmesine izin vermesin. İstemeden kızın Mezarlığa nasıl vardığını kendi de anlamadı. peşinden bir adım attı, ama bacısı artık sokaktaydı. Mezarlığın içinden geçen ensiz, ot basmış yol- Bacısının getirdiği parayı eline aldığında elini da tanıdık, tanımadık mezarların arasından yaktı, cebine koyduğunda cebini yaktı. bayağı yürüdü. Annesinin yaşlı dut ağacından Kapıdan çıkarken bacıları arkasından su attılar. yapılmış mezartaşını varıp durdu. Mezarın kabuk Annesi, gelirken onu karşılamadığı gibi, giderken bağlamış toprağına acıklı acıklı baktı. Mendilini de uğurlamadı.Her zaman annesi, evden çıkarken çıkarıp istemeden yanaklarından aşağıya süzülen hayır dua okur, kayboluncaya kadar oğlunun gözyaşlarını sildi... Ve sanki annesinin yokluğunu peşinden bakardı. Arkasına dikilen bir çift göz yalnız şimdi aniden bütün çıplaklığıyla duydu, ona iyi yolculuklar dilerdi. Birden İsmail zannetti yüzükoyun mezarın üstüne yıkıldı... ki, annesi elinde su bardağıyla bahçede durmuş ... Sonra İsmail mezartaşını kucaklıyor, elleriyle peşinden bakıyor. İsmail durdu, arkaya döndü, okşuyor, sessiz sessiz ağlıyordu. aynen annesi boylarında, şeklinde olan büyük Eve döndüğünde öğlenden bayağı geçmişti. bacısı elinde su bardağıyla bahçe kapısının önünde Bu akşam trenle Bakü’ye dönecekti. İlçe merke- durmuştu. Kendine geldi. zine gidecek bir binek bulsun diye, oldukça erken Gökyüzü tutulmuştu, narin yağmur çiseliyordu. çıkmak istiyor. Vedalaşmak için babasını bekli- Havadan ıslanmış toprak kokusuyla karışık yavşan yordu. Adam ise bir türlü gelip çıkmak bilmiyor kokusu geliyordu.

114