ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU

TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI

XXX. Dizi - Sayı 31

OSMANLI_TOPLUMUNDA • TASAVVUF VE SUFiLER Kaynaklar - Doktrin - Ayin ve Erkan - Tarikatlar - Edebiyat - Mimari - İkonografi - Modernizm

2. Baskı

Hazırlayan Ahmet Yaşar OCAK r-:

TÜRK TARİH KURUMU

ANKARA,2014 DEVİR NAZARİYESİ VE OSMANLI TASAVVUF EDEBİYATINDA DEVRİYYELER

ABDULLAH UÇMAN

Türk halle edebiyatının bir bölümünü meydana getiren tekke ede­ biyatı veya daha doğru bir ifadeyle söylersek tasavvufi muhtevalı şiir türleri arasında görülen ve doğrudan doğruya "Vahdet-i vücud" fel­ sefesini benimsemiş mutasavvıflarca muteber sayılan "devir" anlayı­ şına uygun olarak, daha çok Alevi-Bektaşi zümresi ile Melam.ı-meşrep bir kısım şairler tarafından kaleme alınan manzumelere devriyye adı 1 veril.mektedir •

İslam tasavvufunda "Vahdet-i vücud"2 anlayışını benimseyen mutasavvıflarca Allah, ''Vücud-ı mutlak" olarak kabul edilmekte; buna göre kainatta mevcut bütün varlıklar Cenab -ı Hakkın isim ve sıfatl arı­ nın değişik şekillerde tecellileri olarak görülmektedir. Su nasıl boğar, ateş yakarsa, mutlak varlığın zatının gereği de zuhur etmek, görün• mek, yani ortaya çıkmakt:ır3. Hatta bu konuda mutasavvıfların büyük bir kısmı hadis-i kudsi olarak kabul ettikleri şu ibareyi sık sık zikreder­ ler: "Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en u'refe fe halaktü'l-hall

'Rıza Tevfik, "Devriyyeler'', Peyôm-ı Edebi, nr. 25, 10 Mart 1330/25 Mart 1914; Fuad KöprülU, Tıirk Edebiyatmda ilk Mıııasawıjlar; 2.b. Ankara 1963, s. 275; AbdOJbak.i Gölpıoarlı, Alevi-Be!.1aşi Nefesleri, lstanbul 1963, s. 70-71; Agah Sun Levend, "Halit ve Tasavvufi Halle Edebiyatı", Tiirk Dili (Halle Edebiyatı Özel Sayısı), c. XIX, sayı 207, Aral ık 1968, s. 184. 2 "Vahdet-i vücud" meselesi için bk. Mahir iz, Tasawuf', 1969, s. 207-221; Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Sanıda Tasawııf. 2.b., lsıaobul 1985, s. 57-60; Musıafa Kara, Tasawuf\•e Tarikatlar Tarihi, isıaobul 1985, s. 313-346; Mustafa Tahralı, "Fusüsü'l-lıikem Şerhi ve Vahdet-i Vücüd lleAJalcalı Bazı Meseleler'', Alımed Avni Konuk, FıısCısıı'l-Hikem Tercı1me ve Şerhi, (Haz. Mustafa Tahralı-Selçuk Eraydın) c.l, İstanbul 1987, s. XXIX-LXIV; İsmail Fenni Ertuğrul, Valıder-i Vücüd ve İbn Arabi (baz. Mustafa Kara), isııınbul 1991. 3 Rıza Tevfik, "Devriyyeler'', Peyônı - ı Edebi, nr. 25, 1O Mart 1330; aynı yazı için bk. Rıza Tevjik'in Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri (baz. Abdullah Uçman), Ankara 1982, s. 84-94. 'Muteber hadis kitaplarında yer almayan bu ibareyi Rıza Tevfik, "Ben bir gizli define idim, öyle arzu ettim ki bilineyim ve balkı yarattım ki, onlar vasıtasıyla ma'ruf olayını!" (a.g.e.. s. 87) şeklinde aç ıklarken ; son devir mutasavvıOarından Osman Kemali Efendi (öl. 8 Ocak 1954) ise şöyle çevirir. "Ben bir gizli hazine idim, ben beni bilmeği sevdim ve makam-ı ilimde bilinmek için balkı izhar ettim; ta ki ben beni bileyim!" (Osman Kemali Ozan, Aşk Sızmtılan, İstanb ul 1977, s. 30). Manası doğru olmakla beraber bu ifadenin İbn Teyroiyc, Zerkeşi ve Askııliini tarafından hadis olmadığı belirtilmiştir. Meali,

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf.=-~~biyatında Devriyye~er. ı -5 75 · · · Mutasavvıflara göre yeryüzündeki bütün varlıklar tek tek Cenab-ı Hakk'ın bir sıfatına, insan ise "eşref-i mahlükat" olarak yaratıldığın­ dan dolayı mutlak varlığın bütün isim ve sıfatlarına, yani bir bakıma doğrudan doğruya zatına mazhardır. Ancak Cenab-ı Hakk'ın sıfatları insan şeklinde tecelli etmeden önce, basitten mükemmele doğru bir sıra takip eder ve kainatta mevcut bütün varlıklardan süzülüp geçerek derece derece insana doğru gelir. İnsan ise, insan suretinde bu §.leme gelmeden önce maddi olarak "ata (baba) belinde" ve "ana rahminde" bir parça sudan (meni) ibarettir. Ana ve babanın vücudundaki o su ise, onların yeyip içtikleri madenlerden meydana gelmiştir. Şu halde var­ lık olarak insan meni haline gelmeden önce, maddi bakımdan kainatta dağınık bir halde durmakta, her zerresi ayrı bir varlıkta bulunmak­ tadır5. İnsan da bu yüzden bütün kainatın hulasası, yani §.lem.in özü (Zübde-i §.lem) kabul edilmiştir6 • İşte, mutlak varhğın sıfatlarının kai­ nattaki bütün varlıklardan süzülüp en sonunda insan kisvesine bürü• nerek tecelli etmesi görüşüne tasavvufta "devir" nazariyesi; mutlak varlıktan insanın vücut bulmasına, insandan da "hakikat-ı insaniye"ye ulaşarak "insan-ı kamil" suretinde tekrar aslına dönüşe kadar süren devi/hadisesini anlatan manzumelere de tekke edebiyatında devriyye denmektedir.

Burada bahsedilen devir veya dönüp dolaşıp tekrar başlangıç nok­ tasına geliş hadisesi mutasavvıflar tarafından 360 derecelik bir daireye benzetilmiş ve ilahi nurun vücud-ı mutlaktan çıkıp kfilnata inmesi; cansızlar, nebat ve hayvanlara, oradan da insanın vücut bulmasına

Allah Teii.la'nm "lns ve cinni beni bilmeleri içio yarattım!" (ZAriyıiı, 56) iiyeı-i cclilcsinden alınmıştır (bk. Ahmet Serdardoğlu, Usıil-i Hadis ve Mevzuii ı-ı Aliyyıi '/-köri Terı:çemesi, Ankara 1966, s. 92). Rıza Tevfik de başka bir makalesinde, ıarih boyunca çeşitli münakaşalara sebep olan bu süzün, Bursalı lsmail Hakkı'nın Hazarôt-ı Hams"ıııa atıfta bulunarak, ebiidis-i Davudiye'den olduğunu belirtir (bk. "Ziit-ı Hak", Ceride-i SiıfiJ,•e, nr. 102, 6 Aj;'Ustos 1914, s. 104). ı AbdOlbiiki Gölpınarlı, Mevlii.ııa'nın bu daimi yaradılışı ve oluşu anlatırken, "Cihao başka bir cihan doğurur, mahşer başka bir mahşer meydana çıkanr. Kıyameıe dek bu kıyameti anlatsam gene bitmez!" sözlerini naklettikten sorua, "Toprağın suyu içtiğini, otlar bitirdiğini, otlan bayvanlan yediğini, bayvanlann insana gıda olduğunu, insanı, gene !oprağın yediğini, bu alemin boyuna değişip durduğu"ou aolaıtığını belirtir (bk. 100 Sanıda Tasavvuf; s. 59-60). 6 Şeyh Galip şu ölümsiiz mısrasıyla şöyle dile getirir: Hoşça bak z5tına kim :zübde-i alemsin sen

Metdüm-i dide-i ek-viiıı olao ademsin sen Buradaki "z51'' kelimesinin "insan - ı kfuııil" anlamında farklı bir yorumu için bk. Hilmi Yavuz, "Hakça Bak Zıitına ya da Epiınelesthai Seauıou: Bir Arkeoloji Denemesi", Şeylı Galip Kitabı, İstanbul 1995, s. 59-70.

576 1 AbduUah Uçmıın kadar geçen süreyi kapsayan 180 derecelik kısma "kavs-i nüzul" (iniş yayı); dünyadan, yani süfli kabul edilen bu alemden tekrar yüce var­ lığa (vücud-ı mutlak) ulaşıncaya kadar geçen zamana da "kavs-i urO.c" (çıkış yayı) adı verilınektedir7 • Devir nazariyesine göre maddi haleme intikal eden ilalıi nur, önce cansızlar aleminde (alem-i cemadat) tecelli ed.er, daha sonra sırasıyla nebat (alem-i nebatat), hayvan (alem-i hay­ vanat), en sonunda da insan şeklinde vücut bulur. Ancak bu oluşum, biyolojik manada bir değişme veya tekamül değildir. İnsan ise, insan olarak bu aleme geldikten sonra gayret, çaba ve kabiliyetine göre "insan-ı kamil" haline yükselebileceği gibi, "kutb" bile olabilmektedir. Kutb, insanın dünya hayatında iken varabileceği en son nokta (zirve) kabul edilmiştir'l. Böylece en sonunda insan ve insan-ı kamil şeklinde tecelli eden ilalıi nür "visal-i Hakk"a ermek suretiyle tekrar başlan­ gıç noktasına, yani aslına dönmüş olur ki, tasavvufta buna "ahadiyet" makamı da denmektedir.

İslam dünyasında devir nazariyesinin ortaya çıkışında, ilk defa İhvan-ı Safa'nın (945-985), daha sonra aynı görüşü benimseyip sür• düren İbn Miskeveyh'fu. (öl. 1030) ortaya attığı bir tür tekamül anla­ 9 yışının etkisi olduğu ileri sürülmektedir • Vahdet-i vücud anlayışını şekillendiren Muhiddin İbn Arabi başta olmak üzere, aynı yolu izle­ yen Sadreddin-i Konevi, Mevlana Celaleddin-i Rfuni, Feyzi-i Hindi, İbn Y§min, ve Niyazi-i Mısri başta olmak üzere pek çok mutasavvıf ve mutasavvıf-şair tarafından benimsenen devir nazari­ yesi, esasen "Biz Allah'tan geldik, yine O'na döneceğiz" (Bakara, 156) mealindeki ayet ile, "Her şey sonunda yine aslına döner" hadisinin ışığı altında açıklanmaya çalışılmıştır" 10.

Anadolu'daki tasavvufi faaliyetler arasında ilk defa Niyazi-i Mısri (1617-1693), Risôle-i Devriyye adlı mensur eserinde ayrıntılarıyla ele

7 Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma 'rifemô111e. İstanbul 131 O, s. 30. ' Tasavvufta sii61er keneli derecelerini "talibin", 0 müridin", 0 silik.io", --sairin°, ut.ahirin", uvisılin" ve "kutb" olmak nzere yedi tabakaya ayırırlar. Eo yukıında kııtb bulunmaktadır. Her devirde balifetullah olan ve Allah tarafından maddi ve mıloevi aleme tasarruf kudreti verilmiş bulunan birisi vardır ki, buna "KutbU'l-aktab" decı.ir. Ondan sonra sırayla Uçler, yediler ve kırklar gelir. Bunların toplamı Uç yüz olup filemi mii.oeo idare etmeye memurdurlar (Bu tabir için aynca bk. Fuad Köprü!U, "Abdal", Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.I, İstanbul 1935, s. 24-27; F.de Jong, "Qotb", EP: Asaf Halet Çelebi, "Kutb", Eşrefoğlıı Divam, lstaobul 1944, s. 196-197; Süleyman Uludağ, Tasawııf Terimleri Sözlıiğii, İstanbul 1991, s. 299-300). ' Süleyman Uludağ, "Devir", TDVİ.A, IX, s. 231-232. ıo A.g.e., s. 232.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf ıfdeİıiyatında Devriyyeler 5 7 7 alıp anJatb.ğı devir meselesini ayrıca bir daire çizmek suretiyle daha iyi açıklamaya çalışmış, ayru bilgileri ve daire şeklini Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780) da Ma'rifet-nô.me adlı ünlü eserinde hemen hemen aynen alıp tekrarlamıştır11 • Ancak Niyazi-i Mısri'nin (1618-1692) yazma halindeki risalesi yakın zamana kadar bilinmediği, İbrahim Hakkı'nın bir ansiklopedi mahiyetindeki ve defalarca basılan eseri ise çok daha g~niş bir çevre tarafından tanındığı için, devir konusundaki fikirler onun orijinal görüşleri olarak kabul edilmiş ve bu konudaki hemen bütün çalışmalarda Ma'rifet-nô.me'deld bölüm kaynak olarak gösterilıniştir12 • Niyazi-i mısri Risôle-i Devriyye'nin sonunda bu daire konusunda şunları söyler:

"... Ve mümkündür ki vfıcibü'l-vücCıd ile mümkinü'l-vücCıdu bir dô.ire farz idesin ki anı hatt-1 müstakim ile iki lasma taksim ider. Ve ana hatt-ı mevhum ve kutr-1 dô.ire dirler. Pes bu hat ile bu dô.ire iki kavs şeklinde görinüı: Çünki bu heste-i mevhumdan ibaret olan hatt-ı mevhum rücCı-ı asla vusCıl ile miyô.neden ref' olunur. Pes şekl-i dôire kemô hüve bir görinür ve "Kabe kavseyni ev edna" sırn anda bilinüı: İmdi mezheb-i hükema üzre devrfın-ı vücudı bu mikdar beyfın ile hatrrı olundı"13 •

Rıza Tevfik de, Arşi'nin devriyyesinde geçen:

Gezerdim üç yüz altmış menzili gün gibi şeb-ta-ruz

mısramı açıklarken, "Bu üç yüz altmış menzilden maksadı devirdir. Devir daire demektir. Bir daire üç yüz altmış derecedir, bu aded pek 14 mühimdir" demektedir • •

"Tekvin", yani kainatın yarablması konusunu açıklayan bir kısım mutasavvıflara göre başlangıçta "adem (yokluk) aynası"nda z§.tını seyretmek üzere mutlak varlıktan ayrılan ilahi nllr, Niyazi-i Mısri ile Erzurumlu İbrab.im Hakkı'nın çizdiği dairelerde de belirttikleri gibi,

11 Niyazi-i Mısri, hak.kında bilgi için bk. Abdülbaki G ö lpınarh, "Niyazi", IA. c. IX, s. 305- 307; a.y., "Niyw-i Mısri", ŞM. c.VD, (1972), s. 183-226; A. Gölpınarlı makalesinde, Niyazi-i Mısri'nin eserleri arasında al-Davraı al-Arşiyye adıyla l 658'de telif edilmiş Arapça bir risalesinin de bulunduğunu kaydeder; Baba Doğramacı, Niyazi-yi Mısri-Hayaıı ve Eserleri, Ankara 1988; Mustafa Kara, Niyazi-i Mısri. Ankara 1994. "Abdurrahman Giizel, "Niyazi-i Mısri'nin Gözden Kaçan Bir Eseri: rusaıe-i Devriyye", TKA (Faruk Kadri Timurıaş'aArmağan), XVIl-XXI/1-2 (1983), s. 122. ua.g.e. • s. 137. ""Arşive Gaybi" Peyônı-ı Edebi, nr. 38, 15 Mayıs 1330/28 Mayıs 1914; aynı yazı için bk. Rıza Tevjik'lıı Tekke ı•e Halk Edebiyatı ile ilgili Makaleleri. s. 192-206.

578 1 Abdullah Uçman sırayla "ak.1-ı küll" (Taayyün-i evvel, Tarikat-ı Muhammediye), "Ukül-i tis'a" (dokuz akıl), "nüfüs-ı tis'a", "tabayi-i erbaa" (dört mizaç: kuruluk, y-2§.!ı:hls,_ sıcaklık, soğukluk), "anasır-ı erbaa" (toprak, hava, su, ateş) ve oradan da toprağa kadar inmiştir ki, mutasavvıflar buna "mebde" (başla,ngıç) veya "kavs-i nüzul" derler. Tasavvuf erbabına göte "akl-ı küll", yaratıcı kudretin aktif kabiliyeti olup "nefs-i küll" denilen pasif kabiliyeti meydana getirmiştir. Bunların her ikisinden "eflak-ı tis'a" (dokuz gök), "tabayi-i erbaa" (dört mizaç) ve "anasır-ı erbaa" meydana gelmiştir. Bir nevi baba durumundaki dokuz gök ile, anne vaziyetin­ deki bu dört unsurun birleşmesinden cansızlar, bitkiler ve hayvanlar meydana gelmiş olup, insan ise en son ve en mükemmel varlık oldu­ ğundan, en üst basamakta bulunmaktadır15 • Bu yüzden insan, varlı­ ğın en son durağı olarak kabul edilmiştir16 • Bütün bu mertebelerden sonra toprağa kadar inmiş olan ilahi nür, yine aynı sırayı takip ede­ rek topraktan madene, madenden bitkiye bitkiden hayvana, hayvan­ dan insana ve kabiliyetine göre insandan da insan-ı kfunile yükselmek suretiyle devri tamamlayarak ilk çıkış (zuhur) noktasına, yani Hakk'a ulaşır ki, bu ikinci devreye "maad" (son), "suiid" veya !'kavs-i uruc" denmektedir. İnsana gelmeden önce toprak, maden, nebat ve hayvan şeklinde tecelli eden ilahi nurun, "nüsha-i kübra", "berzah-ı c§mi" ve "Zübde-i alem" olan insanda tecelli etmek için adeta can attığı ifade 11 edilmektedir • Ancak burada, adı geçen türler arasındaki geçiş nokta­ larında bazı gelişmiş cinsler veya ara varlıklar bulunmaktadır. Mesela madenle nebat arasında ara varlık olarak mercan, nebatla hayvan ara­ sında hurma ağacı (nahl-i hurma), hayvanla insan arasında ise bazıla­ rına göre at, bazılarına göre maymun, bazılarına göre de "nesnas" deni­ len "vahşi adam" yer almaktadır.

Bir nevi evrim teorisini de hatırlatan bu görüşün sistemleşmiş halde İslam dünyasında ilk defa İhvan-ı Safa risalelerinde (945-985) yer aldığını ortaya çıkaran İsmail Yakıt, aynı meselenin Osmanlılar

"Rıza Tevfik, "Devriyeler", Peyôm-ı Edebf. nr. 25, 10 Mart 1330; a.y., "lnsarun Ulilvv-i Şaru", Peyôm-ı Edebf, nr. 29, 31Mart1330/13 Nisan 1914; Fuad Köprü!O, Tı7rk Edebiyatmda ilk Mutasawıjlar. s. 275-276; GOi pınarlı, Alevi-Bektaşi Nefesleri, s. 71; a.y., J 00 Sanıda Tasawııf. s. 71-72. 16 Bir mutasavvıf şair bu durumu şu mısralarla dile getirmiştir: Keodi bilsoiln bilblar şeklinde peyda eyledio Çeşm-i 3şıkdan dOnOp sonra temaşa eyledin 17 Devir meselesi ve insanın "eşref-i mablükat" yeryilzUııde Ceoab-ı Hakk'ın halifesi olduğu konusunda geniş bilgi içio bk. Koouk, Fıısiisıı '/-Hikem Terciinıe ve Şerlıis. 107-179.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvuC.Edebiyatında Devdyyeler 5 79 döneminde ise Kınalızade Ali Efendi (XVI.yy.) ile Ma'rifetnô.me sahibi Erzurumlu İbrahim Hakkı (XVIII.yy.) tarafından ele alındığını örnek• lerle açıklamıştır. İsmail Yakıt incelemesinde ayrıca, İhvan-ı Safa'nın anatomik bakımdan insana en yakın varlık olarak maymunu; Kına­ lızade Ali Efendi'nin maymun, at, fil ve papağanı; İbrahim Hakkı'nın 18 ise nesnası gösterdiğini belirtmektedir •

İbrahim Hak.kı'ya kaynak olan Ri.sô.le-i Devriyye'sinde Niyazi-i Mısri de ara türleri mercan, nahl-i hurma ve maymun olarak şu şekilde zikretmektedir:

"... Ve bu ecsam-ı mürekkebôtun meratib-i erbaa -yı mezku­ resi miyô.mnda mutavassıt mürekkebat hem vardur. Amma ma'deniyat ile nebôtôt arasında mutavassıt mercandur. Zira ki salabetde hacer gibidür. Ve nebat gibi zerre-be-zerre ka'r-ı derya­ dan bitüb veclı-i ma'den yukaru gelüp yabis oldukda berk olur. Ve amma nebôtô.t ile hayvan arasında mutavassıt nahl-i hurma­ dur. Zira ki ol nebôt iken hayvan gibi mezkürine mukli.ri.n olma­ dıkça neticesi hurma olmaz. Ve başını kat' itseler helô.k olub kuruyub berk ü barid kalmaz. Ve amma hayvanôt ile insan ara­ sında mutavassıtlann azharı maymundur. Zira ki cümle a'zôsı şir zenebinden maada birün ve derD.nu insana müşôbihdür diyu mutavassıtlarun vücudunda hikmet budur ki her biri kendi mer­ tebesi esfelinden nihôyet-i a'lasına vôsıi olub merfıtib-i mevcu­ dat ol teselsül birle müretteb ola, mertebe-i insôniyede nihayet

bula!"19•

Abdülbaki Gölpınarlı ise bu konuda, İslam şeriatında ilk insan ve ilk peygamberin Hz. Adem olduğu anlayışına karşılık: "Adem'den önce nice ademler vardı!" görüşünü ileri sürerek; Adem Peygamber'in insan­ lığını idrak eden ve vahye mazhar olacak kabiliyeti kazanan ilk insan 20 olduğunu iddia eden bazı sılfilerin bulunduğunu da belirtmektedir •

Bir kısım mutasavvıflar ise mutlak varlıktan başlayıp insanın vücut buluşuna kadar süren devrin, Kur'an-ı Kerim' deki bir ayete (Mearic, 4) biraz farklı bir anlam verilerek ortalama 50.000 yıl içinde gerçekleşti-

""Darwin'deo Ôoce lslam Düşünürlerinde evrimle llgili Fikirler'', Felsefe Ar!.ivi, sayı 24, İstanbul 1984, s. 101-122. 19 A. GOzel, "Niyazi-i Mısri'Din Gözden Kaçan Bir Eseri: Risale-i Devriyyc", a.g.e .. s. 134. ıo 100 Sonıda Tasavı'1ıj. s. 72.

580 1 Abdullah Uçman ğini ifade etmişlerdir21 • İşte bazı mutasavvıf şairlerin devriyye adıyla kaleme aldıkları manzômelerinde, kısaca ifade edecek olursak, kai­ natın yaratılmasındaki asıl gaye olan insanoğlunun dünyaya gelişi ve tekrar dünyadan gidiş macerasının anlatıldığını söyleyebiliriz .

.Devriyye tarzında yazılan manzumeler, işledikleri konulara göre başlıca iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan, ilahi nfırun mutlak varlık­ tan ayrılıp süfli alem sayılan dünyaya, yani cansızlar alemine gelin­ ceye kadar olan macerasını, başka bir ifadeyle söylersek "kavs-i nüzül" safhasını anlatanlara "ferşiyye"; buradan canlılar halemine, nebatat, hayvanat ve insana, insandan da gayret kabiliyetine göre insan-ı kamile ulaşmayı, yani "kavs-i uruc" safhasını anlatanlara ise "arşiyye" adı verilmektedir. Ferşiyyelerde mutlak varlıktan ayrılıp dünyaya (alem-i süfli) gelinceye kadar geçen macera, arşiyyelerde ise dünyadan tekrar varlığa doğru yapılan manevi yolculuk anlatılmaktadır.

Osmanlı edebiyatında devriyye örnekleri daha ziyade Alevi-Bek­ taşi zümresine mensup bir kısım halk şairleriyle melami-meşrep bazı şairler tarafından ortaya konulmuştur. Özellikle vahdet-i vücud mese­ lesine pek sıcak bakmayan diğer tarikat müntesibi şairler devriyye türüne de pek rağbet etmemişler, bunların bir kısmı daha çok insa­ nın ana rahmine düştüğü andan başlayarak dünya hayatını, ölümü ve kabir alemini tasvir eden hayali devriyyeler yazmışlardır. Sayıları pek fazla olmamakla beraber bir kısım Bektaşi şairlerinin yazdıkları dev­ riyyelerde ise "tenasüh", "hulül" ve "ittihad"22 gibi, Hind menşeli ve İslam dışı bir takım inanışlara yer vermeleri dolayısıyla, bunlar diğer­ lerinden oldukça farklıdır. Genellikle dörtlükler halinde kıt'a şeklinde veya kaside tarzında yazılan devriyyelerin destan, koşma, nefes ve ilahi tarzında örnekleri de vardır23 •

" Mesela Gaybi Kedfi '1-Gııôda bunu şöyle ifade eder.

Elli bin yıl denilir ba's ile neşrin berzahı

Kuvveı-i alem zuhür-ı ademe vere vila

Ancak söıkonusu ayetin mcilli şöyledir. "Melekler ve Rub (Cebrail), oraya, süresi (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar!". Gölpınarlı ise, bu ayetin bu tarzda yorumlanmasının mUmldin olmadığını belirtir (100 Sanıda Tasawııf. s. 62). :uBu tabirler hakkında daha geniş bilgi için bk. Gölpınarlı, 100 Samda Tasavvuf, s. 91; Konuk, Fıısiısıı '/-Hikem Tercüme ve Şerlıi, c.I, s. LVIII -LX. 11 Mustafa Uzun, "Dcvriyye". TDEA, c.II, s. 282-283; a.y., "Devriyye", TDVIA c.IX, s. 252. F:ızla Omeğj bulunmamakla beraber bugüne kadar üç tane de mensur devriyye tesbit edilmiştir. Bunların biri Niyazi-i Mısri'nio Risôle-i Devriyye si olup yukanda da be lirttiğimiz gibi Abdurrahman Güıel tarafından

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Ede~iyatında DevriyyelEk' I ·5si Tasavvuf edebiyatının mahiyeti bakımından anlaşılması ve açıklan­ ması en güç ve karmaşık türlerinden biri durumundaki devriyyeler ve bu türde kaleme alınmış örnekler hakkında şimdiye kadar derli toplu bir çalışma yapılmadığı gibi, bu türdeki eserler de tam olarak tesbit edilmiş değildir. Bu konuda yapmış olduğumuz araştırmalar sırasında 15'i Yunus .Eı:me'ye, 6'sı Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi'ye, 5'i Haşim Baba'y~. 4'ü Kaygusuz Vizeli Alaeddin'e, 3'ü Eşrefoğlu Rfu:ni'ye, 3'ü Dertliye, 2'si Ahmed Yesevi'ye, 2'si Arşi'ye, 2'si Hatayi'ye, 2'si Niyazl-i Mısri'ye, 2'si sinan Ümmi'ye, 2'si Neyzen Tevfik'e, 2'si Osman Kemali Efendi'ye ait olmak üzere Şiri, Yazıcızade Mehmed, Nesimi, Pir Sul­ tan Abdal, Yaksam, Necınl, Gufranı, Sarban Ahmed, Uryani, , Kaygulu Sultan, Bayburtlu Celili, Zahmi, Edib Harabi, Hasan Dede, Hüsni, , Ahu Baba, Aşık Tokatlı Nuri, Şahi, Güvenç Abdal, Hamdi Baba, Mefhari, Gedayi, Rıza Tevfik ve Ahmet Talat Onay tarafından kaleme alınan toplam 80 kadar devriyye örneği tesbit edilmiş bulunınaktadıru.

yayımlanmıştır (a.g.e .• s. 126-137). ikincisi Sinan Üaımi'ııiıı Kutbıi '1-Meôni adlı ve şimdilik tek nüshası bilinen (İzmir Mitli Kü t{lphanesi, or. 2011 /5) risalesidir. Tamamı J2 v:ırak olan bu eser üzerinde Mehmet Erdem tarafından "Sinan Ümmi ve Kııtbıi '/-Mea11i isimli Risalesi üzerine Bir inceleme., adıyla 9 Eylül Üniversitesi flaJıiyat FakOltesi'nde bir y1lksek lisans tezi bazırl:ınmıştır (İzmir 1997). Üçil.ncüsü ise, Kaygusuz Abdal'm Bııdala11ôme'sinio N. ve V. bölOmleri de tam anlamıyla bir devriyye örneğidir, (bk. Abdunahınan G!lzel, Kaygıısıı= Abdal '111 Mensur Eserleri, Ankara 1983, s. 58-64). Bu konuda Abdülbili Gölpınarlı (Melamilik ve Melômiler, lstaobul 1931, s. 274) ile A. Güzel de aynı kanaatedir (bk. "Tekke Şiiri", Tilrk Dili, sayı 445-450, Ocak-Haziran 1989, s. 323). "Bunlann bir kısmı konuyla ilgili yayınlarda mevcuttur. Meseli Yunus Emre'ninkilcr F. Köprülü (Tıirk Edebiyatında İlk Mıııasawiflar. s. 278-279), A. Gölpmarlı (Alevi-Bel.tıişl Nefesleri, s. 73-74), M. Uzun (TDEA. D, s. 282) ve son olarak da Mustafa Tatçı (J'ıı111ıs Emre Divaııı, c. U, s. 161-lı;2, 175-178, 180, 184-185, 195-199, 202-208, 213-2 18, 227-228, 236-238, 254-255, 269-270) tarafından; Yazıcıoğlu Mehıned'inki Amil Çelebioğlu (Mıılıammediye'de "Faslün fi Ma'rifeti'r-Rab ve 'o-Ncts" başlığıyla, c.IV, s. 771-780) tarafından; Arşi'ninkiler Rıza Tevfik ("Arşive Gaybi", Peyam-ı Edebi. or. 38, 15 Mayıs 1330) tarafından; Eşrefoğlu Riimi'ninkiler Asaf Halet Çelebi (Eşrefolğıı Divani, İstanbul 1944, s. 106- l 08, 11 i­ l 12; aynca bk. Tıirk Edebiyatıııda İlk Mutasawiflar; s. 296); Şirl'ninki Rıuı Tevfik ("Devriyyeler"), S. NiiZlıet Ergun (Bektoşf Şairleri, lsuınbul 1930, s. 357-358), M. Nihat Ôzön (Edebiyat ve Teııkid Sözlıiğıl, İstanbul 1954, s. 63-64) veA. Gölpınarlı (Alevi-Bel.tıişi Nefesleri, s. 75-77) tarafından; ibrahim Efeodi'ninkiler Rıza Tevfik ("Dil-i Dani"dan bir kısım~ "İbrahim Efendi", Peyıiııı-ı Edebi, or. 44, 26 Haziran 1330), Abdülbaki Gölpıoarlı Melamilik ve ılt/elaınilcr, s. 96, 106, 110) ve F. Abdullah Tansel ("Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi veDevriycsi",AÜİFD, XVll (197l)s. 187-199)tanıfından; Gaybi'ninkiler Rıza Tevfik (Te:rtes Ho1troıifis, Leyden 1909, s. 249-250; "Keşfll'l-gıtii", Peyıim-Sabalı, or. 1236-11666, 12 Mayıs 1338/1922) ve A. Gölpınarlı (Melômflik ve Melıimiler. s. 116-118) tarafından; Kaygusuz Abdal'ınla Abdumıhman Gü.ıel (Kaygıısuz Abdal'111 Mensur Eserleri. s. 74) tı.rafmdan; Kaygusuz Vızeli Aliieddio ile Sarban Ahmed'inki A. Gölpmarb (Kaygıısıız Vizeli Alôeddiıı, İstanbul 1932, s. 42, 53-56, 76- 77) tarafından; Niyazi-i Mısıi'nink.iler Rıza Tevfik ("Devriyyeler Üzerine Rıza Tevfik' in Yayımlanmamış Bir Eseri", a.g.e.. s. 137) tarafından; Hatayi'nink.iler S. NiiZlıet Ergun c1latôyi Divam, İstanbul 1956, s. 49-50, 156) tarafından; Gufrfuıi'oinki Mehmet Önder ("lfal.k Ozanı Karamanlı Gufraııi ve Bir Devriyesi", fil. Uluslararası Tıirk Halk Edebiyatı Semineri, Eskişehir 1989, s. 297-300) tarafından; Hüsni'ninki A. Talat Onay (Tıirk Halk Şiirleri11i11 Şekil ve Nev'i, haz. Cemal Kurnaz, Ankara 1996, s. 233-238) ve Cem Dilçin (Önıeklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 348-551) tarafından; Ahmed Yesevi'oinki Kemal

582 1 Abdullah Uçman Kronolojik sırayla ele alacak olursak tasavvuftaki devir teorisi ile buna bağlı olarak devriyyeler hakkında ilk ciddi araştrrmaları yapan ve bu konuda derli toplu ilk bilgileri veren kişinin Rıza Tevfik oldu­ ğunu görürüz. Rıza Tevfik, Türkiye'deki halk edebiyatı ve buna bağlı olarak tekke edebiyatı alanındaki araştrrmalar için erken sayılabile­ cek bir tarihte, 1909 yılında "E.J.W. Gibb Memorial" serisinde yayım­ lanan Textes Houroüfis adlı bir bölümünü meydana getiren "Etude sur la Religion des Houroüfis"25 adlı incelemesinde, Hurufilik doktrinini gözden geçirirken bu inanç sistemi içinde ana hatlarıyla devir teorisini de ele almış ve XVIl. yüiyıl mutasavvıf şairlerinden Sun'ullah Gay­ bi'niıı Keşfü'l-Gıtası ile XVIII. yüzyılda yaşamış Celveti şeyhi Haşim Baba'nırı devriyyesinden bahsetmiştir. Ayrıca Gaybi'niıı :

Bu suretler kamu bir bir bozulur Geri ma 'ni denizinde düzülür matlaıyla başlayan nefesini de bir devriyye örneği olarak zikretmiş ve bunun Fransızca'ya tercümesiyle şerhini yapmıştrr. Rıza Tevfik burada konuyla ilgili olarak şu açıklamaları yapmaktadır:

".. HurUfilere göre Kelimetullah, yani Fazl, cümle yaratılmışla ­ rın kaynağıdır 'mebde'); dolayısıyla, her şeyin son sığındığı yerdir (maad). Kur'an' da: "O'ndan (yani Allah'tan) geldik, tekrar O'na dönece• ğiz!" ve Hz. Peygamber'in bir hadisinde: "Her şey sonunda yine aslına rücu eder!" dendiği gibi, bütün mahlfil

Eraslan (Ahmed-i lt?sevi Divam'ııdaıı Seçmeler. Ankara 1990, s. 129-130); Dertli'ninkiler Ziyaeddin Fahri (Erzunım Şairleri. İstanbul 1927, s. 117-119) ile Şemsettin Kutlu (Şair Dertli. c. II, isıanbul 1979, s. 216) tarafından; Nesimi'o.inlci A. Gölpmarlı (Nesimi-Usıili-Riılıi, İstanbul 1953, s. 29-31) tarafından; Haşim Baba'nınkiler Rıza Tevfik ("Devriyyeler Ü:ı;erine Rıza Tevfik'İD Yayımlanmamış Bir Makalesi", a.g.e., 558-562) tarafından; Bayburtlu Celfili'ninki TDEA'de (c. Il, s. 29); Zahmi, Tokatlı Nuri, Ş3lıi ve MeOıari'ninkiler A. Talfit Onay (Tıirk Halk Şiirleriııin Şekil ve Nev'i, s. 233-243) tarafından; Hüsml, Harabı Baba, Nuri ve Şabi'oiokiler M. Zeki Pakalın (Osmaıı/ı Taıilı Deyimleri ve Terimleri Sözlıiğii, c.I, İstanbul 197 l, s. 442-444) tarafından; Hasan Dede 'ninki Ali Rıza Köseoğlu (Hasan Dede, Ankara 1960, s. 3) ile Metiu Akar ("Hasan Dede'nin Bir Dört!OğünOn Şerhi", Tıirk Dıinyası /11ce/emeleri, sayı 8, lstanbul 1997, s. 7-11) tarafından; Kemili Efendi'ninkiler Baha Doğramacı tarafından yayımlanmıştır (Kemôli Divaııı 'ndan Aşk Sızmtılan, İ.staobul 1977, s. 189-195, 229-231). " M. Clcment Huart'la birlikte, Leiden 1909, s. 221-313.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Ede~iyatmda Devriyyeler ·· ı 58B Keli.metullah'a dönecekler ve onun içinde erıyıp yok olacaklardır. Bu, bir bakıma Hurüfiler'in Nirvana'sıdır. Burada sadece şunu işaret edeyim ki, sUfilerin "devr" dedikleri şey "tenasüh" değildir. Bununla birlikte "devr" ve "tenasüh" terimleri çoğu zaman birbirine karıştırıl­ mıştır. Araştırmalarım sırasında bu terimler üzerinde de kısaca dura­ cağım.Yeri gelmişken çok dikkate değer bir parça zikredeyim; böylece Hüseyin.~aybi Baba adlı bir Hurüfi şairinin26 bu önemli gerçeği bize 27 öğrettiği şiirinin gerçek manasını daha iyi kavrayabiliriz :

Bu sfıretler kamu bir bir bozulur Geri ma'nJ28 denizinde düzülür

Ne sfıret huyu kesb etdinse bunda Tamam olunca devrP9 hep gezilür

Gele gide olasın çünki insan Bu sözden gayrisi senden üzülür

Bu kez bir söz olursun ölmesi yok Ebed mül.kiinde insanlıkyazılur3°

Gelür gider hemdn insan olursun Nihayet her libôsm gayrı süzülür31

26 Abdotbdki Gölpınarlı, Rıza Tevfik' in burada, esasen Bayniıni-MeJamiliğine mensup bir Hamzavi olan Gaybl'yi "tenasilh"e inanan bir Hurufi şairi olarak göstennesini naklı olarak ağll" bir dille tenkit eder, aynca bu manzumenin kendisindeki Gaybi diva.ıuııda bulunmadığını belirtir. (Me/limilik ve Mellimileı; s. 118-120). "Gaybi' nin "devr" hakkında yazmış olduğu Kqfii "/-Guli başlıklı bilinmeyen bir eserinin ve yine aynı konuda Haşim Baba'nın "Devriyye-i Fcrşiyye"sinin el yazını nOshalan bendedir, bu ikisinden de şimdiye kadar hiç bahsedilmemiştir. ,_.Buradaki "ma'ni" kelimesi "evrensel ruh" dernektir. "Evrim halinde bir devir (devr) vardır. Bu devri ıaınamlamak ve şahsiyetin olgunlaşması için bu seyahate devam etmek gerekir. Kemale erişmek için bu seyahat şarttır. 30 ''Y:ı.ıılur'' kelimesi modern Türkçe'de ''yazılır" dernektir, fakat eski Türkçe'de ilkbaharda açmak manasında "y:ı.ı-" kökünden ''yayılmak" demektir. Yuı da fikrin kağıt üzerinde açması demektir. Yaymak ve yaylak da aynı kök1en gelir. Burada kelimeyi yayılmak (s'etendre) ile tercümeyi Hwüfilik anlayışına daha uygun buldum. 11 BW11da ileri sürOlen fikir oçıJ..11r; şairin, sadece pek çok Hurufi şairi gibi Kur'an'daki bir ayete ("Cenab-ı Hak her ao tecelli etmektedir", Rahman, 29) telmihte bulunduğunu belirtmekle yetineceğim, bu ayet panteist (Rıza Tevfik bu terimi vahdet-i vOcud anlamında kullanıyor) manada yorumlanırsa, Allah her gün yeni bir elbise giyer, yani her an değişik şekillerde görOnebilir. İnsan, mutlak varlığın her gün değiştirdiği bu maddi elbiselerden sıynlabildiği ölçOde kemale erer; Allab'a yaklaşır, bu ilhahi güzelliği tadabilir, perdeyi aralayabilir; her ınrıu şekilden mUnezzeb bir varlığa ulaştığını, yani Mutlak Varlık olduğu hissini duyar.

584 1 Abdullah Uçman Senin her bir libô.sın bir mevicdir Kıdem bahrinde böylece bozulur

Bu zevke erişince kişi Gaybi Vücudundan deri gibi yüzülür32

·Fakat tıpkı devr (oluş) dairesinde olduğu gibi Kelirnetullah'ın insanda en yüksek noktaya ulaşması, iki uçun (kavs) birbirine kavuş ­ masıyla gösterilir. Burada "tecelli-i zat-ı İlah:iyye" meselesine geliyoruz. Tasavvufi sistemde en önemli mesele budur. Tasavvufun bütün insan anlayışı (antropolojisi), ahiret konusu (eskatoıloji) gibi Mesih-Meh­ di'den gelir; macro-microcosme teorisi de bu meseleye dayanır" 33 •

Rıza Tevfik, 1914 yılında yayımladığı "Devriyyeler" adlı makale­ sinde de devir teorisini ana hatlarıyla açıklamış ve devriyyelerin tam olarak anlaşılabilmesi için dinlerin, daha doğrusu tasavvufun "tekvin" bahsinin iyice bilinmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Rıza Tevfik burada konuyu kısaca şu şekilde özetlemektedir:

".. Yalmz devriyye dediğimiz şiirlerin mevzuunu, mahiyetini ve ehemmiyetini anlamak için şu kadar bilmek kifayet eder ki, a.J.em-i mad­ diye, yani en sonra zuhur eden a.J.em-i süfliye düşen bir varlık ihtida cemad suretinde tecelli eder, sonra nebat, sonra insan sfıretlerine irtika eyleyerek akıbet "memlekiyet" derecesine suud eder, ferişte-nihad olur ki "insan-ı k8.mil", "kutb" ona derler. Bu mertebeyi bulunca "visa.J.-i Hak" saadetine nail olarak Vücud-ı Mutlak'a rücu eder ve O'nda fam ve müstehlek olur. Asıl O'ndan gelmiş ve kademe kademe filem-i mad­ diye, filem-i şuhuda inmişti ya!. Yine mertebe mertebe suud ederek aslına rücu eyler. Bu hareket-i devriyye bir daireye teşbih olunmuş ve Vücud-ı Mutlak'tan anasır alemine ininceye kadar vaki olan kısmına kavs-i nüzül, anasırdan yükselip asla rücfr edinceye kadar icra olu­ nan seyahate kavs-i uriic denilmiştir3 ~. Bir şeyin mebde-i zuhfırundan

n Şair bur:ıda meşhur mutasavvıf Seyyid Nesimi'ye telmihte bulunuyor. Seyyid Ncsimi, fanatiklerin korkunç zulmüyle Halep'te derisi yO.ziilerek öldürOlmllştür. E.J. W.Gibb, Osmoıılı Şiiri Torilıi adlı eserinde, bu fanatizm şehidi hakkında biyografik bilgi vermiştir. Diğer taraftan "insilfilı" (derisi yüz1llınek) kelimesi, süfi terminolojisinde çok iyi bilinrnel.1edir. Nesimi'nin halefleri olan mistik şairler, onun ölümünden istiareli olarak bahsederlerken "terk" derler. 11 Buradaki 2,6-31 numaralar arasınd:ıki dipnotları metne aittir. Te.rıes Houro(ıjis '11iıı 248-252. sahifeleri arasındaki kısmı Fransızca'dan çeviren sayın Zeynep Kerman'a burada teşekkür ederim. l''"Cem', cem'-i ba'de'l-fark, fark-ı ba'de'l-cem', cem'ü'l-cem' gibi tabirıit-ı mübimmenin insan-ı kamil itikadıyla sıkı sıkıya alakası vardır ve hep bunların mihveri "devir" itikadıdır. Onun esası da

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Edebiyalıııda Devriyyeler 585 -:· müfadına kadar geçirdiği bu safahata tatavvurat- ı vücüd (modalites de l'exis tance) denilir. Televvünat-ı vüCU.d dahi denildiği vardır. Bu hare­ kete de devir derler. İşte devriyye diye ma'ruf olan manzumeler bu seyahate dair yazılan şiirlerdir ki bazılarında tenasüh (metempsycose) itikadı sarihtir, bazılarında da fik.r-i felsefi, devir derece-i ma'kulesini aşamamıştır" 35 •

Rıza .Tevfik burada, ileri sürdüğü fikirleri desteklemek üzere İbn Yfun.lıı'inas:

Zedem ez ketm-i adem hayme be-sahrô-yı vüciid Ve'z-cemôdi be-nebati seferi kerdem ii reft

mataıyla başlayan devriyyesi37 ile Mevlana'nın: Amede evvel be-iklfm-i cemad Ve'z-cemôdi der nebati uftô.d38

"ıubiır" nazariycsidir!" (Not metne aittir). l> Rıza Tevfık'ifı Tekke ve Halk Edebiyatı ile ilgili Makaleleri, s. 84-94. J'TOrk asıllı bir İran şairi olup asıl adı Fahreddin Mabmud'dur. 1286'da Horasan'da Fııryumad'da doğdu, 1368'de Oldü. ilk tahsilini iyi bir şair olan babası Yeıninüddin Tuğra'nın yanında yapu. Bütün hayab Horasan'da mahalli bükiimdarlann saraylannda geçti. Bir ara Tebriz'e giderek vezir Gıyaseddin Muhammed bin Reşidüddin 'in maiyetinde bulundu. Şiirlerini bir araya topladığı divanı bir savaş sırasında yağmacıların eline g~ti ve kayboldu. Şair, daha sonra yeni bir divan tertip; etti (Daha geniş bilgi için bk. Ahmed Ateş, "lbn Yemin", iA, c.V/2, s. 835-836). ''Rıza Tevfik'in çok önem verdiği bu devriyycoio tamamı şölledir: Zede~ ez ketm-i adem bayme bc-sahrJ.-yı vocud Ve 'z-ccmiidi be-nebati seferi kerdem iı reft

Ba'd ez anem keşiş-i nefs be-lıayvfuü bud Çün restdem be-vey ez-vey gil.zeri kerdem u reft Ba'd ez an der sadef-i stoe-i inşan be-sara K.:ııre-i besti-i bodr3 gühcri kerdem ü reft

Bll-mcmfilik pes ez aı:ı savmaıı-i kudsi-ra

Kcrd bcr gcştcm u nil'li nazari kerdem ü rcft Ba'd ez an ru suy-ı ô burdem iı çiln İbn Yemin Heme iı geşıem u terk-i diğeri kerdcm ü reft

Rıza Tevfik hem burada, bem de daha sonra başka bir makalesinde bu manzumenin tcrcllo:ıesini de yapmışhr, tercüme aynen şöyledir: "Yokluğun gizliliğinden çıkıp varlık ovasına çadır kurdum ve cemadat alemindeo ncbauit alemine bir sefer ettim, geçtim. Ondau sonra nefsimin meyli beni hayvanlığa çekti götUrdO, oraya vannca oradan da geçtim gittim. Sonra insanın sinesinde kemal-i sara ile kendi varlığımın katresini bir gevher ettim gittim. Daha sonra meleklerle ma 'bed-i mukaddesi tavaf ederek hilsn-i nazar ettim geçtim. Nihayet göıümü O'na, yani Hakk'a çevirdim. Ve İbn Yemin gibi hep O oldum, başkasından vazgeçtim!" ("Keşfil'l-gıta", Peyônı-Sabalı, ar. 1236-11666, 12 Mayıs 1338/1922). ıı "Ônce cansızlar alemine geldi, sonra oradan nebat alemine düştü!" (bu manzumenin tamamı için bk. Tıirk Edebiyatında İlk Mıııasawıjlar. s. 276-277; Melamilik ve Melônıiler. s. 273-274).

586 1 Abdullah Uçman Diye başlayan manzumesini zikretmiş, ayrıca Şiri'nin: CihÔII var olmadan ketm-i ademde Hak ile birlikte yekdôş idim ben

Yarattı bu mülkü çünkü ôdemde Yazdım tasvirini nakkaş idim ben

kıt'asıyla başlayan devriyyesi ile Edib Harabi'nin:

Kôf u nun hitabı izhôr olmadan Biz bu kôinatın ibtidôsıyız

matlaıyla başlayan devriyyesine yer vermiştir.

Rıza Tevfik aynı yıllarda bu makalelerden başka mesela "Yunus Emre Hakkında Biraz Da.ha Tafsilat"39, 'l\.rşi ve Gaybi"~ 0 • "Mebhas-ı Tekvin."41, "Zat-ı Hak"42, "Manzum Türkçe Mev'izelerden Birkaç Nümü.ne Da.ha"43 ve "Keşfü'l-gıta"44 gibi başka makalelerinde de zaman zaman devriyye konusu üzerinde dınmuş, "heyecan-ı ilham" bakı­ mından en güzel devriyyelerin İranlı şairler tarafından kaleme alındı­ ğını belirterek, Türk edebiyatında da Yunus Emre'den başlayarak Şiri, Arşi, Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Sun'ulla.h Gaybi, Niyazi-i Mısri ve Üsküdarlı Haşiıİı Baba gibi bir kısmını Bektaştler'in teşkil ettiği bir grup şairin eda bakımından son derece başarılı devriyyeler yazdıkla­ rını örneklerle ortaya koymuştur45 •

Rıza Tevfik'ten sonra Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Muta­ savvıflar adlı eserinde, Yunus Emre dolayısıyla devir teorisi ve devriy­ yeler üzerinde de dınmuş ve devriyyeleri panteist ve kabalist felsefe anlayışıyla karşılaştırarak tasavvuftaki devir anlayışının bunlardan çok farklı olduğunu açıklamıştır. 46 Fuad Köprülü burada ayrıca, Türk

"BıiyıikDııygıı (Fevkal3de Nüsha), nr. 10-13, 10 Temmuz 1329123 Temmuz 1913, s. 177-183. '"Peyıim-ı Edebi, nr. 38, 15 Mayıs 1330!28 Mayıs 1914. ., Ceride-i Sıifryye, nr. 3-103, 31Temmuz1330113 Ağustos 1914, s. 5-7. ' 1 Cerfde-1 Slıfiyye. nr. 102, 24 Temmuz 1330/6 Ağustos 1914, s. 103-104. -0peyıinı-1 Edebi. nr. 18, 63, il K.aııun-ı evvel 133511919. ""Peyıim-Sabalı, or. 1236-11666, 12 Mayıs 133811922. 'J Rıza Tevfik yukarıda zikrettiğimiz makalelerinden başka değişik vesilelerle mesela Mufassal Kaınııs-ı Felsefe ("Beau" maddesi, c.I, İstanbul 1330/1914, s. 684-685) veAbdıillıak Hıinıid ve Mıilıilıazar-ı Felsefryesi (İstanbul 1334/1918, s. 227, 402-408) gibi eserlerinde de devir meselesi üzerinde durmuştur. ""Tıirk Edebiyarmda ilk Mıırasavvıjlar. 2.b .. Ankara 1963, s. 275-277.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf·~.~biyatında Oevriyyeler. , 587 tasavvuf edebiyatı tarihinde Kaygusuz Abdal ile Niyazi-i Mısri, Oğlan­ lar Şeyhi İbrahim Efendi ve Üsküdarlı Haşim Baba'nın devriyyeleri bulunduğunu belirterek, örnek olarak da Yunus Emre ile Eşrefoğlu Rfuni'nin birer devriyyesini yayım.lamışbr~ 7 •

Abdülbaki Gölpınarlı 1932 yılında yayımlanan Kaygusuz Vizeli Alô.eddin adlı kitablillJl "Lügatçe" kısmında yer alan "Devr" madde­ sinde, sılfiyyenin "devr" anlayışını ele alınış ve ilahi nurun "hazarat-ı ha.ms"taii geçerek insana gelinceye kadar geçirmiş olduğu merha­ leleri ana hatlarıyla anlatmışbr. Abdülbaki Gölpınarlı, devir teorisi hakkındaki açıklamalardan sonra Kızılbaş ve Bektaşi şairlerinin çok güzel devriyyeleri olduğunu belirtmiş, ayrıca kitapta yer alan örnek• ler arasında Kaygusuz Vizeli Alaeddiıı'e ait dört, Dukakinzade Ahmed (A.Gölpınarlı daha sonra bu ismi Sarban Ahmed olarak düzeltmiştir) ile Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi'ye ait birer devriyye bulunduğunu kaydetmiştir48 •

Abdülbaki GölpınarlıAlevf-Bektaşf Nefesleri adlı kitabında ise dev­ riyye konusunu müstakil bir bölüm halinde ele almış; önce esas iti­ bariyle devir teorisini incelemiş, daha sonra edebi bir tür olarak dev­ riyyelerden bahsetmiş ve sırayla Yunus Emre, , Şiri, Yeks8.ni, Necmi ve Neyzen Tevfik'e (2 adet) ait toplam yedi devriyye örneğine yer vermiştir~ 9 • A. Gölpınarlı burada, devriyye tarzında man­ zume yazan bir şairin şiirinde Adem, Nuh, Musa veya İsa olduğunu, Adem ile cennetten sürüldüğünü, Nuh ile Tufan'dan kurtulduğunu, Zekeriyya ile biçildiğini; yani bir nevi şairin hayalinde gelip geıç­ tiği alemleri anlatmış olduğunu söyleyerek bu tür manevi yolculuk­ ları anlatan manzumelerin esasen klasik devir anlayışına tam olarak uymamakla beraber bunları da devriyyeler arasına koymak zorunda kaldığını belirtmişt:ir5°.

Abdülbaki Gölpınarlı 100 Soruda Tasavvuf adlı kitabında da vah­ det-i vücıld, yaradılış, devir ve devriyye konularını ayrıntılı bir şekilde

,; a.g.e., s. 278-279, 296-299. ,sKaygıısıız VizeliA/ôeddiıı.1stanbul 1932, s. 129-130. "Alevi-Bekıaşi Nefesleri. İstanbul 1963, s. 70·82. 50 a.g.e., s. 72.

588 1 Abdullah Uçman ele almış ve vermiş olduğu örneklerle konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır51 •

Bunlardan başka Mustafa Nihad Özön'ün Edebiyat ve Tenkid Söz• lüğü (İstanbul 1954, s. 62-64) ile Türk Dili ve EdebiyatıAnsiklopedisi'nin "Devr" ve "Devriyye" (c. II, İstanbul 1977, s. 280, 282-283) maddele­ riiıde; Cem Dilçi'nin Örneklerle Türk Şiir Bilgisi (Ankara 1983, s. 348- 351) adlı kitabı ile İskender Pala'nın hazırladığı Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü (c.I, Ankara 1990, s. 129-130) ile Süleyman Uludağ'ın Tasavvuf Terimleri Sözlüğü'nde (İstanbul 1991, s. 139) devir teorisi ve buna bağlı olarak devriyye türü hakkında bilgiler bulunmaktadır.

Abdurrahman Güzel, Türk Dili dergisinin Halk Şiiri özel sayısın­ daki "Tekke Şiiri" bölümünde devriyye konusunu da müstakil olarak ele almış, burada Rıza Tevfik'in devriyyeler hakkındaki makalesinden başlayarak konuyla ilgili olarak Fuad Köprülü, Abdülbfilci Gölpınarlı, Amiran Kurtkan ve İsmail Yakıt'm görüşlerine yer vermiştir. A.Güzel incelemesinde daha sonra devir teorisi, kavs-i nüziil ve kavs-i uriic ile tenasüh, huliıl ve ittihad meselelerine de değinmiş. ayrıca kendisinin devriyyeler hakkında müstakil bir çalışma hazırladığını belirtmiştir. Kaygusuz Abdal'ın, mensur Budalaname ile manzum Gülistan ve Nes­ nevi'sinden devir meselesini işlediğini belirten A.Güzel daha sonra örnek olarak Yunus Emre'nin:

Ey kardaşlar ey yarenler sorun bana kanda idim Dinler isen deyiverem ezeli vatanda idim mısralarıyla başlayan devriyyesine yer vermiştir52 •

Abdurrahman Güzel bundan başka Niyazi-i Mısri'nin mensur dev­ riyyesi Risale-i Devriyye'nin baş tarafında da devriyye konusunu ele alıp incelemiş, ayrıca bundan etkilenen İbrahim Hakkı'nın Ma'rifet­ name'sindeki "devr" bölümüyle Niyazi-i Mısri'nin eserini mukayese etmiştir53 •

"100 Sonıda Tasawuf. lstanbul 1969, 2.b. lsıanbul 1985, s. 57-72. Abdülbfilô Gölpın:ırlı zam:ın zaman başka eserlerinde de konuyla ilgili bilgiler vermiştir. (Msl.bk. "Halk Edebiyatımızda Zümre Edebiyatları", Türk Dili-Halk Edebiya11 Özel Sayısı, C.XIX, sayı 207, Ara l ık 1968, s. 365; Tasawııftan dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, lsıaobul 1977, s. 93-95). "Tı1rk Dili (Halk Şiiri Özel Sayısı), sayı 445-450, Ocak-haziran 1989, s. 320-324. "a.g.e.. s. 122-125.

Devir Nazariyesi ve Osmanh Tasavvurfüi;biyatında Devriyyel.er- l ·58g Mustafa Tatçı da Yunus Emre Divanı'nda, ana hatlarıyla devir konu­ sunu ve Yunus Emre'nin şiirlerinde devir meselesini örneklerle ele alıp incelemiştir. Ancak Mustafa Tatçı burada, Yunus Emre'nin bütün devriyyelerini tesbit etmek yerine daha önceden de bilinen devriyye­ leri söz konusu etmekle yetinmiş, ayrıca Yunus Emre'nin:

Beni bunda viribiyen bilür ben işe geldünı Kqrarum yok bu dünyada giderem yumışa geldüm

mısralarıyla başlayan manzumesini de devriyye-i arşiyye örneği olarak değerlend.irmiştir54 •

Rıza Tevfik'in, 1990 yılında bize intikal eden terekesinden çıkan konuyla ilgili başka bir makalesi ise tarafımızdan bazı notlar ve açık­ lamalarla birlikte "Devriyyeler Üzerine Rıza Tevfik'in Yayımlanma­ mış Bir Makalesi" adıyla yayımlanmıştır5 5 • Esas itibariyle devir teo­ risi ve devriyyeler üzerine daha önceden bildiğimiz görüşlerini burada da kısmen tekrarlayan Rıza Tevfik, 1940'lı yıllarda yazdığını tahmin ettiğimiz makalesinde bir kısım Yunan filozoflarıyla Mevlana Cela.led­ dln-i RUmi, İbn Yfunin, Aynü'l-kudat-ı Hemedaru, Sun'ullah Gaybi ve Niyaz1-i Mısri gibi tanınmış bazı mutasavvıfların kainatın ve insanın yaradılışı (tekvin) hakkındaki görüşlerini ele almış; daha sonra xvm. yüzyılın meşhur Celveti şeyhlerinden Üsküdarlı Haşim Baba'nın56, mutasavvıfa arasında şöhret bulan "Devriyye-i Ferşiyye"sinin kendi­ sinde bulunan bir yazma nüshasını iktibas etmiştir. Rıza Tevfik maka-

$4 C.I, Ankara 1990, s. 305-308. "'Tıirklıik Aroştınııo/orı Dergisi, VD (1993), s. 537-564. J6 0sk0dar fnadiye dergahı şeyhi Bandırmalı Yusufİzzcddio Efendi'nio oğludur. 1718'dc lstanbul'da ÜskOdar'da doğdu. Celvetilik 'ten Haşimiyye adıyla bir kol kurdu, fakat bu kol pek yayılmadı. Haşim Baba esasında Celveıi şeyhi olmakla beraber Meliimiliğe de girdi; Mısır'da K.asrü'l-ayn Bef..-ıaşi dergahı şeyhi iken tsıanbul 'a gelen ve 1757'de vefat eden KuıbO'l-abdal Hasan Baba'dan nasib alarak Bektaşi oldu. Hana bir ar.ı Hacıbektaş'a gitti ve orada dört yıl kadar dede-babalık yaptı. Abdülbaki Gölpınarlı'ya göre bişimiyye kolu, Celveıili.kle Bektaşiliğin birleşıirilmesinden meydana gelmiştir. Haşim Baba ve kurduğu kol asıl Cclvcıiler tarafından kabul ve tasvib edilmemiştir. Hatta Hiişim Baba vefat ettiği zaman (1783), cenaze namazı kılınmak üzere Hüdayi Asiıaoesi'ne göt1lıillınü.ş, ancak Pir makamı şeyhi BOyük Ruşen Efendi (öl. 1794), dergdhın cümle kapısını açtırmamış, bunun üzerine cenaze dergahın alı tarafındaki yolda dergdh duvarına bitişik bir musalla taşı Gzerine götürülüp oamazı orada kılınmıştır. Halifesi Gi.ritli Salacıziide Mustafa (öl. 1805), daha bir silre bu kolu yOrütmüştür. Haşim Baba'nın müretteb divanı (İ.0. Kıp., TY. 333, 3518) yayıınlaııım~ olup (lsıanbul 1252/1863), aynca melametle ilgili Voridôt adlı mensur bir eseri ile Anka-yı Moşnk adıyla Bektaşlli.kle ilgili bir eseri daha vardır (Geniş bilgi için bk. Bursalı Tahir, Osmanlı Mıiellijleri. C.I, İstanbul 1330, s. 189-190; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlöııa'dan Sonra Mevlevilik, lstaobul 1953, s. 198, 300-301; H. Kamil Yılmaz, Aziz Molınıııd Hıidtiyhi ve Celveıiyye Tarikatı, İstanbul 1982, s. 243-245; a.y., "Hiişim Baba", TDVlA, c. XVI, s. 406-407).

590 1 Abdullah TJçman lesinde Haşim Baba'nın devriyyesini şerhedeceğini de belirttiği halde, muhtemelen makalesinin bu kısmını yazamamıştır5 7 •

Mustafa Uzun ise TDV İslô.m Ansiklopedisi'nde yayımlanan "Dev­ riyye" mtı.ddesinde konuyu Türk edebiyatındaki tarihi gelişmesi açı­ sından ele almış; muhtevaları bakımından Ahmed Yesevi, Yunus Einre, İbrahim Efendi ve Şab.hi'nin devriyyeleri üzerinde durmuş, ayrıca yaşnamelerin de bir nevi devriyye sayılabileceğini bazı örnek• lerle açıklamıştır58 • Konuyla ilgili genişçe bir bibliyografyanın da yer aldığı maddede, klasik İran edebiyatında devriyye yazan şairler üze• rinde de durulmuştur.

Anadolu toprakları üzerinde xrv. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan tasavvufi muhtevalı Türk edebiyatında Yunus Emre'den baş­ layarak özellikle, Şiri, Kaygusuz Abdal, Niyazi-i Mısri, Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Sun'ullah Gaybi ve Haşim Baba'nm, hatta Rıza Tev­ fik'in yazmış olduğu devriyyeler devr anlayışını en küçük ayrıntısına kadar ele alıp işlemelerinden dolayı ayrı bir önem taşımaktadır. Bunlar arasında özellikle vahdet-i vücud anlayışını benimseyen şairlerin, bu düşünce tarzının da etkisiyle, en basit unsurdan başlayarak (maden, toprak, su,. hava, nebat, hayvan gibi) geçilen bütün devreleri, girip çıkılan bütün halleri (tecelli) genellikle şahsi maceraları imiş gibi dile getirdikleri için, ortaya sanki bütün bu olup bitenler mutlak varlığın dilinden anJatılıyormuşçasına bir durum çıkmaktadır. Bu yüzden mutlak bir cezbe halinde mesela Yunus Emre:

Ol kô.dir-i ki.m feyeklı.n lütf edici Rahman benem Kesmeyen nzlam veren cümlelere sultan benem derken, aynı halet-i ruhiye içinde Eşrefoğlu Rumi:

Sanursun Eşrefoğluyam ne Rümi'yem ne İzniki Benem ol dô.im ü baki göründüm suretô insan diyebilmektedir.

İki yüzyıl sonra yaşayan Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi de hemen hemen aynı şekilde:

sı A.g.e., s. 546. " TDVIA, c. IX. s. 251-253.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufJ:_c!ebiyalında Devriyyı:Ier 591 Ewel benem ahir benem bôtm benem zahir benem Hem mü'min ü tersô benem in.kar ü iman olmuşam

Zerrôt-ı ôlem hep benem ademde olan her demem Hem İbrahim Edhem benem Belh içre sultan olnwşam

sözleriyle aynı duyguları dile getirmektedir59•

DevriY.Ye yazan bir kısım şairler ise devriyyelerinde ana rahmine düşme anından başlayarak dünyaya gelişini, ölümünü ve hatta hazan ölümden sonraki hayata ait bazı devreleri de içine alan bir hikaye anla­ tırlar. Mesela Hüsni (öl.1892) adlı hali< şairinin şu:

Ak süt iken lazıl kana karışıp Emr-i Hak'la coşup cevlana geldim

Mô-i cari gibi alap yanşıp Katre-i nôçizden ummana geldim

**

Dokuz ay dokuz gün batn-ı môderde Kudretten gözüme çekildi perde

Vaktim tamam olup ôhiri yerde Çılap ten donundan cihana geldim

kıt'alanyla ba_şlayan ve "kavs-i urfıc"u anlatan devriyyesi bu gruba giren örneklerden biridir. Bu tür manzumelerde şair, ana rahmine düşme &n.ından başlayarak insanın başına gelecek olan maddi ve manevi sıkıntılara da işaret etmekte; dünya hayatında bunlardan ken­ disini korumanın yolları ile kabir ve ahiret hayatının güzelliklerini

"Rıza Tevfik bir makalesinde bu durumu şöyle açıklar:" ... Sufiyye şuarası zaten nefy-i VOcud etmekten çekinmedikleri için bilhassa kimden millhem olurlan:a onun lisanından söylerler ve kendilerini o an için o hüviyene mütecclü görebilirler; batta vecd ü bal esnasında visilc ermek ve "Hak'la Hak olup Hak'ta nefy-i vücud etmek" davasıyla halik-ı kainat namına şiirler söylemiş olanlar pek çoktur. Mesclba meşhur Eşref-i Rilıni bir şiirinin nihayetinde kendi hüviyetinden bahsederken: Benem ol Eşmef-i Riımi ne Rilmi'ycm ne Iznilô

Benem ol daim il baki gölündüm silreıa insan!

demişti. Böyle demek -badd-i zatında doğnı olmasa bile- zaten vahdet-i vilcud itikadının zaruri ve mantıki bir neticesidir. Devriyye nfunıyla yazılan şiirlerin cllmlesinde şairin aldığı vaziyet budur. Bunlarda şah' hep Vücud-ı Mutlak namına söz söyler ve ne gibi suretlerle dlem-i imkanda cilve-nilmün olduğunu uzun uzadıya anlatır." (" Türkçe Manzum Mev'izelerden Birkaç NOmılne Daha", Rıza Tevfık'iıı Tekke ı•e Halk Edebiyatı ile İlgili lvfakoleleri, s. 254).

592 1 Abdullah Uçroan gözler önüne sermeye çalışmaktadır. Yine Hüsni'nin aynı devriyyesi­ nin daha sonraki kıt'alarında bu durum şöyle dile getirilir: Üryan büryan edip beni soydular Nôzik tenim teneşirde yuydular Alıp gidip kabristana koydular Ha;ifô, ben o sessiz virôna geldim

**

Güşuma bir sadô geldi akabi Gördüm ki. bir melek söyler Arabi Titretir yerleri hışm u gazabı Havf ile gafletten uyana geldim

Yunus Emre'nin:

Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül Hak'tan bize destıir oldu hazmeye düştü gönül mısralarıyla başlayan manzumesi de bu tür devriyyelerden biridir. Devriyyeıerin üzerine bazı değerlendirmeler yapan Amil Çelebi­ oğlu ile Mustafa Uzun, kronolojik olarak Türk edebiyatında ilk dev­ riyye örneğini kaleme alan Ahmed Yesevi'nin hikmetleri arasında bulunan ve:

Hô.likımnı izleı· min tün kün cihan içinde Tört yanımdm yol indi kevn ü mekôn içinde mısralarıyla başlayan 10 beyitlik hikmetin kısa ve özlü bir devriyye örneği olduğunu belirterek, bunlardan bir kısmının daha sonra yaşna­ 60 meye dönüşeceği üzerinde dururlar •

Kronolojik sırayla gözden geçirdiğimizde Yunus Emre'den başlaya­ rak son devirde Edib Harabi'ye, Neyzen Tevfik'e, Ahmet Talat Onay'a, hatta Rıza Tevfi.k'e kadar bir kısım devriyyelerde ortak olarak ilahi nurun zuhurundan başlayarak insana gelinceye kadar geçirdiği safha­ ların anlatıldığı, bir kısmında ise ilahi nurun bütün bir insanlık tarihi boyunca Hz. Adem'den başlayarak son peygamber Hz. Muhammed'e

00 Amil Çclebioğlu, "Türk Edebiyatında Yaşniimeler". Tt7rklı7k Aroşıınııaları Deıgisi. 1 (1985), s. 151-153; "Devriyye", TDJ1A, c. IX, s. 252.

Devir Naıariyesi ve Osmanlı TasavvufEdebiyatmda Devriyyeler 1 593 gelinceye kadar bütün bir peygamberler tarihinin söz konusu edildi­ ğini; hatta daha sonra Hz. Ali'ye, Kerbela vak' ası vesilesiyle Hz. Hüse• yin'e, Selınan-ı Pak'e, Veysel Karani'ye; tasavvuf tarihinin tanınm1ş simaları Hallac-ı Mansfı.r'a, Cüneyd-i Bağdadi'ye, Bayezid-i Bist8..mi'ye kadar uzandığını görürüz. Bu tür devriyyelerde ise şair çeşitli peygam­ berlerin ve velilerin sırlarına maz~ar oluşundan, onların maneviyetle­ 61 rindeJ:?. almış olduğu feyizlerden uzun uzadıya bahseder •

Mesela Şiri devriyyesinde:

İkrdr verdik cümle düzüldük yola Sırrı fô.ş etmedik aslô. bir kula Kerbelô. 'da İmam Hüseyn'le bile Pô.lc ettim dômô.nı kildô.ş idim ben

derken, Rıza Tevfik ise:

Uzaktan işitip nutk-ı Ku.r'ô.n'ı Cezbeye tutuldu Veysel Karô.ni Kendimde keşfedip sırr-ı Sübhô.ni Vecd ile hu dedim Selmô.n'a geldim

** Mansfir'u cezbemle ettim avdre Ene'l-Hak dedi.ıtip ilettim ddra İkrdrı müşabih düştü inkdra Halk iÇin kendimi kurbô.na geldim

demekte; Ahmet Talat Onay da bu hali: Mansfir'la bu yüzden olundum berddr Cüneyd'le "abamda, dedim Hudô. vaı-" Bô.yezid'le şunu eyledim ikrar: "Sübhô.nJ! Ne büyükmüş şô.nım"

mısralarıyla ifade etmektedir.

Devriyye türü büyük ölçüde tasavvuf tarih.inde çeşitli tartışmalara yol açan vahdet-i vücud anlayışıyla doğrudan doğruya ilgili olduğun­ dan, bütün mutasavvıf şairler devriyye tarzında manzumeler yazma-

61 AbdOlbili Gölpınarlı , 100 Sonıda Tasavvuf, s. 62-63.

594 1 Abdullah l'çman m.ı§lar veya yazamamışlardır. Devriyye yazan şairlerin büyük bir kısmı da yazdıkları ferşiyyelerle cansızlar aleminden başlayarak insana kadar uzanan macerayı anlatmış; insandan insan-ı kamile, oradan da mutlak varlığa, yani tekrar başlangıç noktasına ulaşma macerasını anlatan arşiyye örnekleri ise pek fazla yazılmamıştır. Bilinenler ara­ sında Hüsni ile Niyazi-i Mısri'ninki en tanınmış arşiyye örnekleri ara­ sında yer almaktadrr62• Üsküdarlı Haşim Baba'nın Lisônü 'l-Gayb adıyla da tanınan Devriyye-i Ferşiyye'si ise Niyazi-i Mısri'nin Devriyye-i Arşiy­ ye'sine bir nevi zeyl olarak yazılmıştır 63 •

Melfunilik tarihi bakımından öteden beri çok önemli görülen ve bütünüyle tam bir devriyye olmamakla beraber aynı zamanda "devr" konusunu da anlatan iki manzume vardır. Bunlardan biri Oğlanlar (Olanlar) Şeyhi adıyla tanınan İbrahim Efendi'nin (1591-1655) 6 ~ Dil-i Dônô adlı manzumesi, diğeri de İbrahim Efendi'nin halifesi Sun'ullah Gaybi'nin Keşfü'l-Gıtô. adlı eseridir.

Kaside tarzında kaleme alınan 294 beyit uzunluğundaki Dil-i Dônô65, İbrahim Efendi'nin tasavvufta benimsediği yolu, bu yolun kendisinden önceki tanınmış simalarını, bunların başlıca özellikle• rini ve asıl önemlisi vahdet-i vücud anlayışını en küçük ayrıntısına kadar samimi bir dille ortaya koyması bakımından büyük bir değer taşımaktadır.

"Musıafa Tatçı Yunus Enıre·nin: Beni bunda viribiyen bilür ben ne işe geldilm

Kararuın yok bu dünyada giderem yumuşa geldlloı matbaıyla başlayan manzumesini de devriyye-i arşiyye örneği olarak zikreder (bk. Yımııs Emre Divam, c.I, s. 307-308). 6J Abdillbıiki Gölpmıırlı, Melômilik ve Melômiler; s. 97; H. Kfunil Yılmaz, "Haşim Baba". DİA. s. 407. "İbrahim Efendi Halvetiliğin yarusıra esasen Bayrimi-Mel3.miliği'ne bağlıdır. Eserlerinin dikkatle incelenmemiş olmas ı , zaman zaman baklanda yanlış hükümler verilmesine yol açmıştır. Mesela Rıza Tevfik onun Hurilfi olduğunu iddia ederken (Textes Houroiıjis, s. 254-255, 277-279; "İbmabim Efendi", Peyôm-ı Edeb~ nr. 44, 26 Haziran 1330). Abdülbıiki Gölpı.oıırlı ise Şia'ya mütemayil Haınzavi­ Melamilcrinden olduğunu ifade eder (Melômilikve Melamiler. s. 90-112).As l ı.oda "Şeriata kemal mertebe riayet lfi%ımclır" diyen İbrahim Efendi, "vahdet-i vücud" taraftan büyük bir mutasavvıftır. Aksaray'dan Cemıbpaşa'ya çıkan yol üzerinde bulunan tekkesi 1950'den sonra yıkılmış, kabri ise Murod Paşa Camii bahçesine nakledilmiştir. Divô11 'ı dışında Volıdehıôme (Tosawı!fiıônıe) ile Mıifid ıi Mıılıtosor adlı eserleri vardır. 65 Dil-/ D6116 '11111, İbrahim Efcndi'nin divanının içinde ve müstakil halde ç~itli nüshalan bulunmakla beraber bunların en iyilerinden biri Divon'ın İstanbul Üniversitesi KOtüphanesi'ndeki nüshasında olanıdır (1 .0.Kıp .. TV. 333, s. 62-73).

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf!9.ebiyatında Devriyyeler 595 Cihanı cümle zatında görür zô.hir dil-i dana Dil-i dônô.da zahirdir eğer dünya eğer ukba

matlaıyla başlayan kasidenin daha başında vahdet-i vücud anlayışı şu mısralarla adeta özetlenir: Vüciid için meratib var, biri ewel biri ô.hir Biri berzahdır kim ana derler berzah-ı kübrfı

Takaddüm ettiğiyçün zatı esma vii sıfatına "Hüve'l-Ewel" denildi oldu ol Hii a'zfım-ı esma

Kemô.liJ!le zuhuru zô.hir oldu sırr-ı ademe "Hüve'l-Alıir" demek ismiyle adem oldu müstesna

"Hüve'l-bô.tm" durur zatı, "Hüve'z-Zô.hir" sıfatıdır Sıfat u zatının beyninde berzahdır dil-i dana

Dil-i dô.nôdır bilgil Hüve'l-Ewel Hüve'l-Alıir Dil-i dônadır bilgi/ denilen "kurb-ı ev edna"

Dil-i Dônô. da:

Benim Allahlığını abdiyyetimle olur zô.hir

diyen İbrahim Efendi, kasidenin çeşitli yerlerinde "dfilretü'l-vücud"u tamamlamış, yani insan-ı kamil mertebesine ermiş bir insan olarak konuşmaktadu:

Kemô.1-i vasf-ı zatımla göründüm vech-i ademde Gören ü görünen ben gayrı yok ey cô.mi'-i esma

** Bu sözlerden murad ol kim bilesin Hak nedir sen ne Sözün Hak bil özün Hak bil özündür gayr yok kat'a

Göz açıp gördüğün sensin arayıp bulduğun sensin Ene'l-hak dediğin sensin ha.kikatde kerem-bahşfı

Rıza Tevfik, kasidesinde, tasavvuf tarihinde daha önce Mevlana Celaleddin-i Rfımi, Molla Cami, Mahmfıd-ı Şebüstert, Fahreddin-i Iraki, Muhammed Şirin-i Mağribi, Ma'ruf-ı Kerhi, Şeyh Şibli ve Baye­ zid-i Bistami gibi ünlü süfilerin o derin ve anlaşılması zor düşünceleri

596 1 Abdullah Uçmao Türkçe ve rahatça ifade edebilmiş olması bakımından İbrahim Efen­ 66 di'yi takdir eder •

Eserinde yer yer meşhur tohum-ağaç-meyva benzetmesini de yapan İbrahim Efendi:

Seraser bir şeçerdir ôlem ademsiz hakikatde Hemem ademde zahirdir bu ôlem denilen dünya

** Cihan adın cihema ism eden ademdir ademdir Cihan ancak heyuladır vukufu yokdurur hala mısralarında da görüleceği gibi "devr" anlayışında son merhaleyi teş­ kil eden insan ve insan-ı kamil üzerinde durur:

Ol evdir sı1ret-i insan ol evde gizlidir Sübhan

** Çü geldim ben dahi bu eve birkaç gün ayôn oldum

Başka bir yerde de mutasavvıfların zaman anlayışını açıklayan İbrahim Efendi bunu şöyle ifade eder:

Bu çarh dolabı dôim em-ı dôim üzre devr eyler Ki her detrrinde bin suret ile zôhir olur anka

Kamu eşyaya hô.ld.m ôn-ı dôimdir zamem içre Ki mazharda mezôhir em-ı dôim seyridir eşyô 67

Bilhassa Mel§.mi muhitlerinde çok beninsenmiş olan İbrahim Efen­ di'nin bu kasidesi hakkında Abdülbaki Gölpınarlı, " ... zamanımıza kadar bilhassa Mela.mıler'de mürşid ve rehberler tarafından müstaid tfiliblere okutulmuş, mukaddes bir evrad mecmuası gibi elden ele tak­ bil ve takdislerle dolaşmıştır" demektedir68•

66 "İbralıim Efendi", Pey6m-ı Edebi, nr. 44, 26 Haziran 1330/9 Temmuz 191 4; aynca bk. Rıza Tevfık'iıı Tekke ı•e Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri. s. 219-220. 61 Rıza Tevfik ise çeşitli makalelerinde tasavvuftaki "ıin-ı daim" görüşüyle H.Bergsoo'un "duree" anlayışı arasında benzerlikler kurar (Msl. bk. "Katara t-ı Efkar", Pey6111-Saba/ı, nr. 1222-11652, 28 Nisan 1338/1922; aynı yazı için bkz. Rıza Tevfik'iıı Tekke ı·e Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri. s. 268-273). 68 Mel6milik ve ı"1elômileı; s. 108.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuı:.Edebiyatmda Devriyyeler 5·97 69 İbrahim Efendi'nin halifesi Gaybi'nin (1615-1663) , şeyhi gibi, tasavvufun vahdet vücud anlayışıru ayrıntılarıyla açıkladığı kaside tarzındaki "Keşfü'l-gıta" adlı manzumesi 99 beyitten meydana gelmek­ tedir70. Gaybi'nin eserleri arasında önemli bir yeri olan Keşfü'l-Gıta, Hz. Ali'ye atfedilen "Velev kuşife'el-gıtau ma izdadtü yakinen", yani "Eğer gayb perdesi açılsa bile benim Cenab-ı Hakk'a imanım şimdikin­ den fazla olmazdı!" sözünden ilham alınarak yazılmıştı.

Şiiri, düşüncelerini anlatmak için bir vasıta olarak kullanan Gay­ bi'nin bu eseri ifade tarzı bakımından biraz kusurlu görülmüş 7 1, ihtiva ettiği fikirler bakımından ise bu konuda yazılan eserlerin en başarılı­ larından biri kabul ed.ilıniştir72 • Gaybi kasidesinde, yaradılışın gayesi, devir, haşir, Allahm Evvel ve Ahir sıfatlardan, isti.va, tecelli ve insan-ı kamil gibi konuları ele almış; şeyhi İbrahim Efendi gibi o da meyve ve ağaç örneğiyle konuyu temellendirmiştir.

Kaside hakkında müstakil bir makale yazan Rıza Tevfik, eseri özel• likle vahdet-i vücud anlayışı ile tasavvuf tarihinde gereği gibi açık­ lanmamış birçok önemli konuyu açıklamış olması bakımından takdir 73 eder • Gaybi bütün düşüncesini kasidenin şu matla beytinde açıkla­ mış bulunmaktadır :

Bir vüczıddur cümle eşya ayn-ı eşyadır Huda Hep hüviyyetdir görünen yok Huda'dan maada

Melamilik ve Melô.miler'de Gaybi'yi doğrudan doğruya bu kasidesi üzerinde yoğuıo.laşarak ele alan Abdülbaki Gölpmarlı74 , başka bir ese­ rinde ise kasidenin ilk beş beytinde Gaybi'nin kainatı bütün bir var-

69 Şeyhi İbrahim Efendi 'nin melameı neşvesini en iyi temsil eden Gaybi, divanındaki birçok manzumesi ve diğer bazı eserleriyle mensup olduğu yolun esaslarını da açıklamış, o.ruz ve hece ile oldukça başanh şiirler yazıruşıır. Diı•an'ındao başka, İbrahim Efendi'nin sohbetlerinden meydana gelen Solıbeı11ôme, Biahıamt!, Rfilııı '1-Hokika ve Akaidnanıe gibi risaleleri vardır (Hakkında daha geniş bilgi için bk. Rıza Tevfik, "Arşi e Oaybi"', Peyanı-ı Edebi, nr. 38, 28 Mayıs 1914; Gölpınarh, MeJamilik ve MeJamiler; s. il 4-122; Abdurrahman Doğan, S1111 '111/alı Gaybi-Hayaıı, Eserleri, Fikirleri ve So/ıbetnôme si, YUk.sek Lisans tezi, Bursa 1997). "'" Keşfii'l -gıtıi", Gaybi divanının bütilD oOshalannda yer almaktadır (Msl. bk. Divôn -ı Gaybi, 1.0. Kütüphanesi, TY. 697, vr. 45b-48b). 11 Rıza Tevfik, ..Arşive Gaybi", Peyôııı-ı Edebi. nr. 38, 28 Mayıs 1914. 71 Rıza Tevfik, a.g.y; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kiitalıya Şehri. İstanbul 1932, s. 235-236. 73 "Keşfii'l-gıtii", Peyôm-Sabalı, nr. 1236-11666, 12 Mayıs 1338/1922; aynı yazı için bk. Rıza Tevfik'iıı Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri, s. 274-282. "Melamf//k ve Melamileı; s. 116-118.

598 1 Abdullah l~çman lık sayıp o varlığın aynısını Allah tanıdığını; kainattan ayrı bir mabud tanımadığını, vahdet-i mevcı1d yolunu tutarak bütün varlığı tek bir varlığın çeşitli görünüşleri olarak görme temayülünde bulunduğunu, bu fikirlerin de kamatsız ve maddesiz bir Allah'ın varlığım kabul etme­ 75 mek sonucuna yol açtığını ileri sürmektedir •

Keşfü'l-Gıtô aynı zamanda tasavvuftaki devir konusunu açıklayan eserlerin en muntazam olanlarından biri olarak gösterilmiştir76 • Gaybi, kasidesinde, öncelikle Allah'ın alemi yaratmasındaki gaye ile bunu gerçekleştirecek olan insanın özellikleri ve insana kadar geçen merha­ leleri anlatmıştır. Gaybl'ye göre insan, alemde Cenab-ı Hakk'ın sıfatla­ rının, insan-ı kamil ise zatının tecelligfilııdır. Gaybi, Cenab-ı Hakk'ın tecelli etmesinin gayesini şöyle ifade eder:

Bir vücudun bô.tımdır ol kadirrı ü ruh-ı Hak Hep tecelli-i Hudô'dır hôdis olan zôhirô

Bôtm-ı ô.lem teneffüs etmek ister zôhire Müstecen olan hakayık tô ki. bula ruşenô

Côn-ı ô.lemden takazô düştü zôt-ı aşkı.na Elanel-i slirette kendi hüsnünü seyrede tô

Lô.-cerem düştü sefer bu iktizô. olan temô.m Kenz-i mahfi fetlı olup me~uf ola sırr-ı amô.

Gaybi daha sonraki beyitlerde ilahi nurun "esfel"den "a'la"ya kadar olan seferini, yani devrini ve geçirmiş olduğu merhaleleri, daha sonra ise insanda tecellisini anlatmıştır:

Neş'e ademdir ancak nefhaya kabil vücud Ruh-ı Hak'dır nutk-ı ôdem demedi mi rıilıuna

Ademide hasıl oldu çün kemô.1-i tesviye Arşına pes Hak Teô.lô andan etdi istivô.

Aşi.kô.r oldu sana hep ô.lem-i ulvf nedir Çünkü ademden yüzün gösterdi zôt-ı Kibriyô

11 JOOSomdo Tasavvuf, s. 46. 76 Rıza Tevfik, a.g.e., s. 274.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Edebiyatında Devriyye.ler 5gg Gaybi kasidenin devamında alem-i süfli ve alem-i ulvi, insandan başka bir varlıkta ııutk olmadığı, insanın zatının her şeyi camı olduğu ve insanda Cenab-ı Hakk'ın bütün kemal sıfatınnııı ortaya çıkmış bulunduğu üzerinde durmuş, ayrıca alemi baştan başa bir ağaç olarak nitelemiş, insanı da bu ağacın meyvası şeklinde ele almıştır:

Bir şecer farz edelim baştan başa bu ôlemi Fehm edevüz tô muradımız murad üzre dila

**

Akıbet bunları da terk etti geldi meyvaya Gördü kendini tamfL"11en özüne etdi sena

Bildi vü buldu vü gördü kendi kendiyi tamam İlm-i ayn-ı Hakk'a erdi oldu temmeti'l-iktiza

Kaside nihayet şu beyitlerle sona erer:

Bu kasfden ile Gaybf keşf-i esrar eyledin Uıyık olursa denile nômma Keşfü'l-gıtô

Geldi doksan dokuz esmôya mukabil beytimiz Ma'nisini derk edenler ôlıir olur pfşiva

Son devrin tanınmış Bektaşilerinden Edib Harabi Baba'nııı klasik tasavvufi mazmun ve sembolleri kullanmak suretiyle kaleme aldığı ve:

Kaf u nun hitabı izhar olmadan Biz bu kôinatın ibtidasıyız

matlaıyla başlayan nefes tarzındaki meşhur devriyyesi ise bütün Bek­ taştler tarafından ezbere bilinir ve eskiden olduğu gibi günümüzde de bazı muhitlerde bestelenmiş olarak okunmaktadır77 •

Neyzen Tevfi.k'in devriyyelerini muhteva bakımından daha önceki Alevi ve Bektaşi şairlerinink.inden çok farklı bulan Abdülbaki Göl• pınarlı, bunların felsefi bir mahiyet taşıdığını ve bu yüzden de daha önceki örneklerle mukayese edilemeyeceğini, onların aynı kudreti gös• 78 teremediklerini ileri sürmektedir •

" Rıza Tevfik Bölükbaşı, "Edib Harabi Erenler'', leni Sobalı, sayı 2216, 21Temmuz1944; Abdullah Uçman, "Edib Hariibi", TDVIA. c. X, s. 422; M. Sabri Koz, "Edib Harabi", DBİSTA, c. IU, s. 130-131. 71 Alevi-Bektaşi Nefesleri, s. 72.

600 1 Abdullah Uçmac 1939 yılında, Son Asır Türk Şairleri için kendisinden biyografisini isteyen İbnülemin Mahmud Kemal İnal'a Cünye'den (Lübnan) gönder• diği bir mektupta, "Tasavvufta kıyl ü kal ile iktifa etmek istemedim; zevkinden de nasib almak arzusuyla iradet gösterip turu.k-ı aliyyeden bir ikisine edeb ve erkan üzre intisab ettim" diyen Rıza Tevfik79'de, etkilendiği bir kısım tekke şairleri gibi bazı nefeslerle birlikte muhte­ melen geleneğe uyarak bir devriyye yazmıştır. Kronolojik bakımdan Türk edebiyatının son devriyye örneklerinden biri sayılabilecek olan ve hece vezniyle yazılan bu manzume 21 kıt'adan meydana gelmek­ tedir. Rıza Tevfik'in devriyyesinde de, önceki devriyyelerde olduğu gibi, insanın, kainatın oluşumundan başlayarak "Elest bezmi"nden "unsurlar alemi"ne, oradan toprak ve suya karışarak "adem" şeklinde dünyaya geldikten sonra en mükemmel varlık kabul edilen "insan-ı kamil"e doğru yol alması hikaye edilmektedir80• Hemen hemen son devriyye örneklerini kaleme alan Osman Kemali Efendi ile Ahmet Talat Onay'ın eserleri de muhteva ve üslup bakı­ mından klasik devriyyelerin bir nevi devamı gibidir. Bunlardan ama Osman Kemali Efend.i'nin daha uzun olan devriyyesinde XV. kıt'a­ dan sonrası, şairin büyük ıztıraplarla geçen hayatının manzum olarak 81 hikayesinden ibarettir •

Burada son olarak devriyye konusuyla ilgili başka bir noktaya daha değinmek istiyorum: Bir kısım devriyyelerde zaman zaman karşılaştı­ ğımız ve şeriat hükümlerine göre küfür sayılabilecek bazı söz ve ifa­ delerin, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ancak vahdet-i vücud anlayışı içinde makul bir açıklamaslill yapmak mümkün görünmektedir. Mesela Yunus Emre:

Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun Assı ziyandan geçtim, dükkônım yağma olsun mısralarıyla başlayan ve:

"Son Asır Tiirk Şairleri. 2.b., lstanbul 1969, s. 1492. '° Serôb-ı Ömnim, 2.b., lstanbul 1949, s. 277-280. Manzumenin sonuna yazıldığı tarih olarak 12 Nisan 1906 kaydı konulmuştur. Rıza Tevfik, aynca 1914 yıhnda yayımladığı "Devriyyeler" adlı makalesinin son kısmında da, bu tarihten (yani 1914'ten) yaklaşık 7-8 yıl evvel kendisinin de bu tarzda uzun ve muntazam bir devriyye yazdığını belirtmektedir. ' 1 Kemali Diva111 '11da11 Aşk Sıwııılorı, isıanbol 1977, s. 189-195.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Edebiyatında Devriyyeler 1 601 Yunus ne hoş demişsin bal ü şekker yemişsin Ballar balını buldum, kovanını yağına olsun

mısralarıyla son bulan manzumesinde, bir nevi "tecelli-i za.t"a erişmiş olmanın mutluluğunu yaşamakta veya fenafillaha ulaşmanın heye­ canını dile getirmekte; Abdülbaki Gölpınarlı'nın sözleriyle, "mecazi aşktan gerçek aşka, ölüm korkusundan ölümsüzlüğe, kulluktan sultan­ lığa" ulaştığını ortaya koymaktadır82 •

Yine Yunus Emre, bu defa devriyye tarzındaki başka bir manzume­ sinde, Hallac-ı Mansur'un "Ene'l-Hak" demesi gibi rahatça:

Ol Kôdir ü kün feyekrm lütf edici Rahmôn benem Kesmeyen rızla.ıu veren cümlelere sultan benem

diyebilmektedir. XV. yüzyılda Seyyid Nesimi'nin (öl. 1418): Külli yer ü gök Hak oldu mutfok Söyler def ü çeng ü ney Ene'l-Hak

veya:

Sırr-ı ezel oldu aşikôre Arif nice eylesin müdôra

yada:

Sırr-ı Ene'l-Hak söylerem ôlemde pinhôn gelmişem Ben hem direm Hak bendedür hem hatm-i insan gelmişem

demesi yüzünden Halep'te derisi yüzülürken83; aynı yüzyılda bu sefer Anadolu'da, İznik'te Eşrefoğlu Rfuni (öl. 1469):

Sanursan Eşrefoğluyam ne RCımlyem ne İzni.ki · Benem ol Dôim ü Baki göründüm sCıretô insan

11 Tıirk Tas(IVl~ıf Şiiri Antolojisi, İstanbul 1972, s. 27-28. Rıza Tevfik ise, bir nevi "fenôfılliih"ı ifade eden bu tür veed hallerini, " .. ancak o vakit insan kendisinin "nüsha-i kübra" ve "berıah-ı cami" olduğunu anlayıp kendisine teşbih ediyor. Meşhur Bliyezid-i Bistaıni gibi: "Sübharu!. ma a'za.me şaru!" diyebiliyor!" cOmleleleriyle açıklamaktadır (Abdilllıak Hlimid ve Mıilôzat-ı Felsefıyes/, haz. Abdullah Uçman, İstanbul 1984, s. 294). 0 Rivayete göre, Nesimi'nin derisi yüzülilnce baloııışlar ki eğilip yerden derisini almış ve bir post gibi sırtına atıp yürllmOş. Orada bulunan ve durumu görenlerden hiç kimse arkasına düşmeye cesaret edememiş. Haleb'in on iki kapısında bulunan kapıcılar ve halle, yüzülen derisi sınında, Nesiıni'nin aynı anda bu kapılardan çıkıp sı.mı karıştığını gömıOşter (AbdO!baki Göl pınarlı, Nesimi-Usııli-Riılıi, lstanbut 1953, s. 6).

602 1 Abdullah Uçman diyebilmektedir. Bu nokta üzerine dikkati çeken Fuad Köprülü, Yunus Emre'nin dev­ riyyesini zikrettikten sonra, siyasi bakımdan oldukça karışık durum­ daki Anadolu'da bu tarihte Yunus Emre'nin nasıl olup da bu kadar serbest düşünebilmiş olduğunu ve düşüncelerini açıklayabildiğini ha)rretle karşılamaktadır84 • Gerçekten üzerinde dikkatle durursak, Mansur'un ''Ene'l-Hak" sözünden hiç bir farkı bulunmayan Yunus Emre'nin yukarıdaki devriyyesindeki ifadeleri; Hatayi mahlasıyla gayet güzel Türkçe şiirler yazan Şah İsmail'in bir şiirinde: Hak'a mazhardurur adem sücud et uyma iblise Ki. adem donuna girmiş Huda geldi Huda geldi

sözlerini herhalde biraz da muhitle ve siyasi dengelerle açıklamak gerekecektir.

Rıza Tevfik ise, "kıyl ü kfil"e sebep olabilecek nitelikte, herkesin ve özellikle avamın anlayamadığı bu tarz manzumelerin Bektaşi muhit­ lerinde bir "sır" gibi saklandığını, ancak erbabına açıklandığını belirt­ mektedir. Mesela, Hurufilil

Rıfkı MelUl Meriç'in bir kısım rubailerini şerheden Hilmi Ziya Ülken de, "Melamet derecesine yükselen insan, her türlü merasim külfetinden sıyrılır; başka insanların bağlanmağa kendilerini mecbur

"Tıirk Edebiyatında lfk Mııtosowıjlar; s. 278 . ., T~tes Houro(ıjis, s. 227, oot 1. "Rıza Tevjik'in Tekke ve Halk Edebiyatı lfe lfgifi Mokafeferi, s. 218-219; Abdullah Uçman. "Oevriyyeler Üzerine Rıza Tevfık'in Yayıml:ınmamış Bir Makalesi", a.g.e.. s. 548-549.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Edebiyatında Devriyyeler 603 gördükleri şeriat emirlerinin ve içtimai mevzuatın üstüne yükselir. Onda tasavvufi: aşkın cezbesi o kadar büyüktür ki, artık her kulun ria­ yet etmekle mükellef olduğu şeyler onun için bir 1..-ul borcu, bir mükel• lefiyet olmaktan çıkar.

Seyyid Nesi.:ııll'nin:

Ben melômet hırkasını kendim giydim eğnime Ar ü namus şfşesini taşa çaldım kime ne

dediği zaman kasdettiği bu idi. Halk, bu yüksek şevk derecesinde bulu­ nan vasılın halini anlamadıkları için onu levmederler; fakat Melamet ehli, kendi makamını bilerek halkın sitemini hoş görür. Serapa şevk olan Mela.met ehlinde artık "halk ve Hak, zahir ve batın" mertebeleri arasındaki fark kaybolur, her şey Hak'tan ibaret kalır. Seyyid Nesimi'nin:

Alemin özü hemôn Allah'tı.r

mısraında söylediği bu idi. Fakat halkın bu hakiki vahdet mertebesini anlamaması yüzünden vasıl, çok kere kendini gizlemeğe mecbur olur.

Bedreddin-i Simavi'nin: "İza tem.meti't-tasavvuf fe-hüve'n-nifak", yani "tasavvuf tamam olduğu zaman nifak halini alır!" demesi, bunu ifade eder. Ancak Melfunet ehli, bu nifaka katlanamaz; perdeyi yüzün• den atar ve halkın levm ve takbihi karşısına asıl hakikatiyle çıkma­ dan çekinmez; onun akıbetlerine katlanır!"87 diyerek meseleye açıklık getirir.

Cumhuriyet'ten sonra, 1940'lı yılların Türk şiirinde daha çok ses yankılanmaları yoluyla başta İslam tasavvufu ve Budizm olmak üzere eski doğu dinlerinden, eski Nlısır, Hind ve Asur medeniyet ve kültür• lerinden edindiği derin izlenimlerle yepyeni ve değişik bir söyleyiş tarzıyla edebiyat dünyasında görünen Asaf Halet Çelebi'nin bir kısım şiirlerinde aynı zamanda bütün kainatı kuşatan bir "varlık mistisizmi" 88 dikkati çekmektedir • Cumhuriyet sonrası yeni Türk şiirinde kendi semasında adeta tek başına bir yıldız gibi parlayan Asaf Halet Çele-

11 Rıibiiiyyaı-ı Melııil, İstanbul 1951, s. 16-17. " "Varlık mistisizmi" tabiri Mehmet Kaplan'(a aittir ("Om Mani Hadme Hum", Edebiyanmızm lçiııde11, lstanbul 1978, s.s. 167-170).

604 1 Abdullah U';man bi'nin, Hilmi Yavuz dışında şimdiye kadar hiç kimsenin dikkatini çek• 89 meyen bazı şürleri bana modern birer devriyye gibi göründü .. Başta "Kuna.la" adlı şüri olmak üzere, "Mara", "Mısr-ı Kadim", "Mağara" ve "Ayna" gibi şürlerinde, adeta bütün kainatı kucaklayan; geçmiş, şimdi ve gelecek bütün zamanları aynı anda (mutasavvıfların "an-ı daim" anlayışı gibi) yaşamak isteyen, yeryüzündeki eski ve yeni bütün mede­ niyetlerin insanlarıyla, hatta nebatlarla, hayvanlarla kaynaşmak iste­ 90 yen bir düşünce tarzının hakim olduğu görülür • Bu yüzden A.H. Çelebi'nin özellikle "Kuna.la" adlı şürinin modern ta.IZda kaleme alın­ mış bir devriyye örneği olduğunu belirtmek istiyorum.

Oldukça geniş, karmaşık ve ayrıntılı bir konu olan devriyyeler üze• rine sadece bir çerçeve denemesi mahiyetindeki bu çalışmamı günü• müzün tanınmış şahsiyetlerinden Süheyl Ünver'in bir sözüyle nok­ talamak istiyorum: "İnsan olarak kainatın tekewününde bir payımı 91 olduğu için mutluyum!" •

"Hilmi Yavuz "Asaf Halet Çelebi'nin Sema'-ı Mevlana Şiirini Yeniden Okuma Denemesi" adlı incelemesinde, şiiri farklı bir bağlamda ele alır ve sonuçta bu şiirin "Her şey aslına döner!" maırisi (yani ayeti) etrafında hem devir, hem beka, hem kıyamet, hem de "sürekli yeniden doğuş" anlayışını ifade eden "büyük bir şiir" olduğunu belirtir (Şiir Atı, sayı 2 Kas ım 1986, s. 23- 35; aynı yazı için aynca bk. Yazm Üzerine, İstanbul 1987, s. 101-115). "'Hilmi Yavuz "Asaf Halet Çelebi'oin Sema'-ı Mevlana Şiirini Yeniden Okuma Denemesi" adlı incelemesinde, şiiri farklı bir bağlamda ele alır ve sonuçta bu şiirin "Her şey aslı.na döner!" maırisi (yani iyeli) etrafında hem devir, hem beka, hem kıyamet, hem de "sürekli yeniden doğuş" anlayışını ifade eden "bDyük bir şiir" olduğunu belirtir (Şiir Aıı. sayı 2 Kasını 1986, s. 23- 35; aynı yazı için aynca bk. Yazm Üzeriııe, !stanbul 1987, s. 101-115). 91 Zuhal Ôzaydın, Meııôlab-ı Sıilıeyl Bey (Süheyl Ünver Hoca'dan Notlar), lstanbul 1997, s. 35.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufEaebiyatında DevriyyeJer··I 60S ÖRNEKLER -I-

1. İy yaranlar iy kardaşlar sorun bana kandayıduın Dinlersenüz eydivirem ezeli vatandayıduın

2. Ezeliden dilümde uş Tanrı birdür Hak' dur Resül Bum ~~yle bilmeziken bir aceb makamdayıdurn

3. Kahı bela söylenmedin tertib düzen eylenmedin Hak' dan ayru değilidüm ol ulu divandayıdum

4. Yıre bünyad urulmadın Adem dünyaya gelmedin Öküz balık eylenınedin ben ezeli andayıdum

5. EyyO.b'ıla derde esir iniledüın çekdüm ceza Bel.kis'ıla taht üzere mübr-i Süleyman'dayıdum

6. Yünus ' ıla balık beni çekdi deme yutdı beni Zekeriyya'yıla kaçdum Nüh'ıla tllfandayıdum

7. Asayıla Musa'yıla kaçdum çıkdum Tfu Tagı'na İbrab.im.'ile Mekke'ye bünyad bıragandayıdum

8. İsmail'e çaldum bıçak bıçak ana kar itmedi Hak beni azad eyledi koçıla kurbandayıdum

9. Yusuf ila ben kuyıda yatdum bile çekdüm ceza Ya'kub'ıla çok ağladum bulınca figandayıdum

10. Mi'rac gicesi Ahmed'ün dönderdüm arşda na'ilinin Üveys'ile urdum tac ı Mansfu'ıla urgandayıdum

11. Ali'yile urdum kılıç Ömer'ile adl eyledüm On sekiz yıl Kaf Tagı'nda Hamza'yla meydandayıdum

12. Yünus senün aşık canun ezeli aşıklarda Ol Allah'un dergahında seyran u cevlandayıdum Yunus Emre

(Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divôm, C.II, An.kara 1990, s. 175-176).

606 1 Abdullah Uçman -Il-

1 Cihôn var olmadan ketm-i ademde Hak ile birlikt:e yekdôş idim ben Yaratdı bu mülkü çünkü o demde Yaptım tasvirini nakkôş idim ben. \

2 Anôsadan bir libdsa büründüm; Nôr u bôd u hôk ü ôbdan göründüm Hayrü'l-beşer ile dünyaya geldim Adem ile bile bir yaş idim ben.

3 Adem'in sulbünden Şit olup geldim, Niıh-ı nebi olup Tiıfan'a girdim Bir zaman bu mülke İbrahim oldum, Yaptım Beytullah 'ı taş taşıdım ben.

4 İsmôil gôründüm bir zaman ey can, İshak, Yakub, Yusuf oldum bir zaman Eyyub geldim, çok çağırdım el-amÔil! Kurt yedi vücudum kan yaş idim ben.

5 Zekeriyya ile beni biçtiler, Yahya ile kanım yere saçtılar Davud geldim, çok peşime düştüler, Mühr-i Süleyman'ı çok taşıdım ben.

6 Mübôrek asayı Miısô'ya verdim, Riıhü'l-kuds olup Meıyem'e erdim, Cümle evliyôya ben rehber oldum Cibril-i emine sağdaş idim ben.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufEde.!;ı_i;aunda Devriyyeler l 607 . 7 Sulb-i pederimden Alımed-i Muhtô.r, Rehnümfılarmdan erdi Zülfikar, Cihan var olmadan Ehl-i Beyt'e yô.r, Kul iken zat ile sırdaş idim ben.

8 ·Tefekkür eyledim ben kendi kendim, Mu'cize görmeden imana geldim, Şôh-ı Merdan ile Düldül'e bindim, Zülfikar bağladım, tiğ taşıdım ben.

9 "Sakahum" hamrmdan içildi şerbet, Kuruldu ayn-ı cem, ettik mahabbet, Meydana açıldı sırr-ı haldkat, aldığını esrarı çok taşıdım ben.

10 Hidayet erişti bize Allah 'tan, Biat ettik cümle Resfı.lullah 'tan, Haber verdi bize seyr-i fillôhtan, Şôh -ı Merdan ile sırdaş idim ben.

11 Bu cihCın mülkünü devredip geldim Kırklar meydanında erkana girdim Şôh-ı velayetten kemer-best oldum Selman-ı Pôk ile yoldaş idim ben.,

12 Şükür matlabımı getirdim ele, Gül oldum feryadı verdim bülbüle, Cem' olduk bir yere.Ehl-i Beyt ile, Kırklar meydanında ferraş idim ben.

608 1 Abdullah Uçman 13 İkrar verdim cümle, düzüldük yola, Sırrı fô.ş etmedik aslô. bir kula, Kerbelô.'da İmam Hüseyn'le bile Pô.k ettim dô.meni ki.ldô.ş idim ben.

14 Şu fenô. mülküne çok geldim gittim, Yağmur olup yağdım, ot olup bittim, Urum diyô.nm ben irşô.d ettim, Horasan'dan gelen Bektaş idim ben.

15 Gô.hi nebi, gô.hi Veli göründüm, Gô.Af uslu, gô.Af deli göründüm, Gô.hi Ahmed, gô.hi Ali göründüm Kimse bilmez sırnm kallaş idim ben.

16 Şimdi hamdülillô.h Şirf dediler, Geldim gittim zô.tmı hiç bilmediler, Sırnııu kimseler fehmetmediler, Hep mahlo.k kuluna kardaş idim ben.

Şiri

(Sadettin Nüzhet, Bektaşi Şairleri, İstanbul 1930, s. 357-358).

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf-~ebiyatında Devriyyeler 609 -m- 1 Eğer aslım sorar isen, Ben ol sı:rr-ı Sübhôniyem Ben bu mülke seyre geldim Bir sılret-i Rabbôniyem

2 Gizlenip "kiintü kenz" olan, Ayn olup beyana gelen Aleme pertevin salan Ben ol nur-ı Rahmô.niyem

3 Sanma ki beni candayın, Ne cihan ne cinandayın Cümleden gizli kandayın Bir murg-ı lô. -mekô.nıyam

4 Beni benden alan oldur, Anı beni lo.lan oldur Alan oldur veren oldur Heman ben bir nişô.nıyam

5 Kaygusuz balanazm cana, Yok olup geldim cihana P"ırim nişan urdu bana Bi-nişô.mn nişô.nıyam

Kaygusuz Vizeli Alaeddin

(Abdülbaki Gölpınarlı, Kaygusuz Vlzeli Alfıeddin, İstanbul 1932, s. 53-54)

610 1 Abdullah Uç;nan -IV-

1 Cümle renkler döne döne, Geldi ademe boyandı Her yüzde seyran eyleyip Geldi bu deme dayandı

2 Bu demde Hak varlığım, Sırôt-ı müstakimi bul Mi'raç kılan bu nefesten Hak'tan gayndan usandı

3 Ehl-i Hakk'a bu söz ıyan, Her rengin aslı cevherdir Cevher adem rengin giyip Ewelki renkten utandı

4 Cümle şeyde seyrôn eden, Cevhere özün kôn eden Her zerrede Hakk'ı gören Gümansız Hakk'a dayandı

5 Bir gerçek er İbralıim'e, Hep bildiğin unutturup Yokluk denizine daldırınca biraz suya kandı

Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi

(Abdülbaki Gölpınarlı, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, İstanbul 1972, s. 144-145).

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavv~~?ebiyatında Devriyy~l~r 61-1 · . -V- 1. Devr edip geldim cihana yine bir devran ola Ben gidem bu ten sarayı yıkılıp viran ola

2. Cuş edip umman-ı can cismin gemisin dağıda Yerler altında tenim toprak ile yeksan ola

3. Bu.vücudum dağı kalka atıla yünler gibi Şeş cihatim açıla bir haddi yok meydan ola

4. Dört yanımdan nar bad ab hak ede hücum Benliğim onlar alıp bu varlığım talan ola

5. Dağıla terklbim otuz iki harf ola tamam Nokta-i sırrım kamunun gevherine kan ola

6. Cümle efkfu:-ı havassım haşr ola bu arsada Kalkalar hep yeniden sankim baharistan ola

7. Yevm-i tübla'dır o gün her ma'na bir sılret giyer Kimi nebat kimi hayvan kimisi insan ola

8. Kabrime dostlar gelip fıkı edeler ahvalimi Her biri bilmekte halim valili ü hayran ola 9. Her kim ister bu Niyaz! dedimendi ol zaman Sözlerini okusun kim sırrına mihman ola

Niyazi-i Mısri

(Tam ve Telarıil Niyazı Divanı, İstanbul 1967, s. 50-51).

612 1 Abdullah Uçman -VI-

1 Ervôlı-ı ezelde, evvelki safta, Elest hitabında ben bela dedim Koyma beni anôsırda, gılô.fta Canım cemaline müptela dedim.

2 Ruhlar aşk meyinden oldu mestô.ne, Kimi küfre daldı, ki.mi imô.na Saf-be-saf olarak durduk divô.na Münkirler la dedi, ben illa dedim.

3 Ne çare kün emri zuhılra geldi, Eşya ve mahlakat hep zô.l:ı.ir oldu Her ervôlı kendini bir yolda buldu İmô.n ü ilaôrı ben sana dedim.

4 Dertli çok hikmetten irşô.d olmadı, Sensiz mahşer yeri küşad olmadı Çok nebiye vardım imd ad olmadı Şefaat kô.nısm Mustafa dedim.

Dertli

(Ziyaeddin Fahri, Erzurum Şairleri, İstanbul 1927, s. 117-118).

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Eaebiyatında Devriyyeler 1 613 -VII-

1 "Kô.f' ile "nun" hitabı, izhar olmadan, Biz bu kô.inatm ibtidô.sıyız, Kimseler vô.sıl-ı didô.r olmadan 01 "ka'b-ı kavseyn"in "ev ednô."sıyız.

2 Yoğ iken A.dem'le Havva ô.lemde, Hak ile hô.k idik sırr-ı mübhemde; Bir gececik mihmô.n kaldık Meryem 'de Hazret-i İsa'run öz babasıyız.

3 Bize peder dedi tıfl-i Mesihô., "Rabbi erini" diye buyurdu Mevla, "Len terô.ni" diyen biz idik ona, Biz Tür-ı Sinô.'nın tecellô.sıyız.

4 "Küntü kenz" remzinin olduk ô.gô.hı, Ayne'l-yakin gördük cemô.lullahı, Ey hoca, bizdedir sırr-ı nô.hi, Biz Hacı Hünkar'ın fukarasıyız.

5 Zirô., şô.mmız "innô. fetahnô.",, Harôbi kemteri serseri sanma, Bir kılı kırk yarar ô.rifiz ammô., Yır Balım Sultan'ın budalasıyız.

Edib Harabi

(Rıza Tevfik, "Devriyyeler", Peyôm-ı Edebi, nr. 25, 10 Mart 1330).

614 1 Abdullah Uçman -VIII-

1 Ak süt iken lazıl kana kanşıp, Emr-i Hak'la coşup cevlana geldim Ma-i can gibi akıp yanşıp Katre-i naçizden ummana geldim \

2 Dokuz ay dokuz gün batn-ı maderde, Kudretten gözüme çekildi perde Vaktim tamam olup dJıiri yerde Çılap ten donundan cihana geldim

3 Hal

4 Bir zerreyim afitabımdan durum, Aşk ile mesrürum kalb-i pür-nurum Td ezelden zevk-i seyre mecburum Seyr ü sülük edip seyrana geldim

5 El tutup tarikat rdhma girdim, Çok evliydlara hizmetler verdim Sıdk u hulus ile ben Hakk'a erdim Bu cihana keşf ü bürhana geldim

6 Erden el almış ben de bir erim, Rôlı-ı hal

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufEd~biyatında Devriyyeler 1 615 7 Tıfl-ı ebced-hômm mz-ı Elest'ten, Hidôyet erişip feyz-i kudretten Hikmetler okuyup ilm-i hilanetten Ol mekteb-i sırr-ı irfôna geldim

8 Aşk ile eğnime biçtim kefenim, Dolayıp boynuma taktım resenim Vardır asliyetim Mansür'dan benim Asılmaya dara divôna geldim

9 Anladım aslımı, bildim kendimi, Erenlerden aldım nush u pendimi Pirlerden kuşandım kemer-bendimi Merd-i şahbaz olup meydana geldim

10 Din-i Muhammed'i icra kılmaya, İmam Hüseyn intikamın almaya Ol Yezid kavmine kılıç çalmaya Bir olup Mehdiyle bir yana geldim

11 Münki.rlerle cenk eyledim bunca dem, Çektim ellerinde çok rene ü elem Öldürürse beni münki.rler ne gam Ben Hüs.eyn aşlana kurbana geldim

12 Nice kalıramanlık edip meydanda, Koymayıp intikam aldım düşmanda Söylenip şöhretim şômm cihanda Sürüp çok demler devrôna geldim

616 1 Abdullah Uçman 13 Gelip ihtiyarlık düştü serime, Oturup kal.kam.az oldum yerime Lerze inip bütün her yerlerime Bir muhalifvakt ü zamana geldim

14 Gelip ol Azrô.il aldı canımı, Bir pençede döktü yüz bin kanımı Kesti nefesimi, hep dermôrum.ı Eyvah, ben ol mevt-i hazô.na geldim

15 Üryan büryan edip beni soydular, Nazik tenim teneşirde yuydular Al.ıp gidip kabristana koydular Hayfô, ben o sessiz virana geldim

16 GCışuma bir sadô. geldi akabi, Gördüm ld bir melek söyler Arabf Titretir yerleri hışm u gazabı Havf ile gafletten uyana geldim

17 Geldi bir hışm ile ol Arabi melek, Dedi bana ol dem, "dinüke Rabbük?" Aman yô. Muhammed nebi diyerek Geçti o suô.li ô.sô.na geldim

18 Nice bin yıl yattım türô.b içre bil, Böyle emreylemiş Rabb-i celil Çalınıp nice bir sCır-ı İsrafil Uyamp kabrimden ben cô.na geldim

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvu!J;~biyatında Devriyyeler 1 6 l7 19 Gördüm ol dem mürdeler hep dirilmiş, Cümle alem arasdta derilmiş Baktım ki terazi mizan kurulmuş Baş açık yanşıp mizana geldim

20 iki melek yakama el saldılar, Çekip beni mizan üzre aldılar Bu kul mağfO.r deyip nida laldılar Şükredip ben şad u hundô.na geldim

21 Dediler ol va.kit bana "kum taôl", Gösterdiler bir hoş mekô.n u mahal Nakşı güzel yakut la1, yeşil al Şükür ben cennet-i rıdvô.na geldim

22 Seyr ettim o gazel gülzô.rı bir an, Dediler yetişir bu kadar seyran Getirdiler beni ol dem oradan Yıne bir acayip mekô.na geldim

23 O mekô.ndan biraz geldim beriye, Rast geldim ben anda ulu çeriye Dediler bana gel gir içeriye A.lollar mat eden derbô.na geldim

24 Ak1 u fikr ü nefis girdim içeri, Gördüm anda vardır dev ile peri Korkup aklım aldı oldum serseri Hayfbir belôlı zindô.na geldim

618 1 Abdullah Uçnıan 25 Adem yoktur kimden alam haberi, Anda varan çılanaz derler ekseri Usul döndüm ol mahalden ben geri Çıkıp ol eflô.k-i devrana geldim

26 Eflô.ktan nücü.ma vanp kanştım, Nücü.mdan anasır bahrine düştüm Hemen ol dem cemadata ulaştım Ol hikmet sırrını seyrana geldim

27 Görün beni nerden gelip gitmişim, Cemadattan nebatata yetmişim Yer yüzünde yeşil yeşil bitmişim Sefil düşüp batn-ı hayvana geldim

28 Sıfat-ı hayvana düştü menzilim, Ağımı mühürlendi söylemez dilim Dedim ya Rab benim nic'olur hô.lim Zar u figan edip efgana geldim

29 Halk eline teslim oldu yulanm, Evvelki sıfatım görüp ağlanın Beni bu sıfattan kurtar Settfır'ım Meded Allah deyip imana geldim

30 Sıfat-ı hayvanda gezdim bir eyyam, Geçip menzillerim olunca tamam Bildim aslım Adem aleyhisselfım Alısen-i surette cihana geldim

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufEıtıı_biyatında Devriyyeler 619 31 Çok seyir devredip geldim ben ey can, Bildim cihan yine ewelki cihan Bundan ötesini etmezem beyan Bu sırrı saklayıp pinhana geldim

32 · D.qrt kitapta yoktur bu ilim inan, İlim-i devriyyedir bu bir sırr-ı kan Bulup bir mürşid-i kômil ü irfan Okuyup bu dersi ayana geldim

33 Affeyle günahını gaffô.rü'z-zünub, Seneyle uyfıbum settô.rü'l-uyfıb Bu Hüsni cürmünü bilip utanıp Ya Rabbi rahmet ü gufrana geldim

Hüsill

(Ahmet Talat Onay, Türk Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev'i, Ankara 1996, s. 233-238).

620 1 Abdullah Uçman - IX -

1 Katre idim ummanlara karıştım, Kaç bulandım, kaç duruldum kim bilir Alemleri kaç devredip dolaştım Bir san'ata kaç sarıldım kim bilir \

2 Bulut olup ağdığımı bilirim, Bfırôn ile yağdığı.mı bilirim Alt(ı) anadan doğduğumu bilirim Kaç ebeden kaç soruldum kim bilir

3 Hamur oldum teknelerde yoğruldum, Ağaç idim baltayman devrildim İplik oldum, bir ki.rmanda eğrildim Kaç çözüldüm, kaç örüldüm kim bilir

4 Kaç kez gani oldum, kaç kere fakir, Kaç kez altın oldum kaç kere balo.r Bilemem kaç kôtip ismi.ni okur Kaç defterde kaç görüldüm kim bilir

5 Tohum oldum tarlalara ekildim, Semôdan kaç kerre indim, çekildim Balçık olup binalara yapıldım Kaç yıkıldım, kaç kuruldum kim bilir

6 Bazı nebat oldum toprakta sürdüm, Bilmem kaç atanın sulbünde durdum Bir defa cennet-i ôlôya girdim Fakat nôra kaç sürüldüm kim bilir

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufE~pJyatında Devriyyeler 1 621 7 Beni birkaç şekle nakletti Hallôk, Küllü şey'e kadir feyyôz-ı mutlak Kaç kez kôse oldum, kaç kere bardak Kaç yoğruldum, kaç kı.rıldım kim bilir

8 · Kôh ateş olup kendimi yaktı.m, Kôh göğe ağdım semôdan baktım Kôh yokuştan indim, kôh dağa çıktım Kaç dinlendim, kaç yoruldum ki.m bilir

9 Hilanet-i Yezdôn'a karışmak muhôl, Bazı nisô iyler ve bazı ricôl Bu kaçmca kemôl, kaçınca zevôl Bir MansCır'um, kaç dôr oldum kim bilir

10 Şikôr olup sayd olundum tutuldum, Nice nice penbe olup atıldım Dolcundum tezgôhta halka satıldım Kaç atıldım, kaç dürüldüm kim bilir

11 Kaç kere süt oldum, kaç kere ayran, Kaç kez davar oldum, kaç kere kurban Kaç kez memlUk olup misôl-i hayvan Elden ele kaç verildim kim bilir

12 Kaç kez gezdim ehl-i dükkôn elinde, Kul ne bilir, her şey sultan elinde İlôç idi.in Heki.m Lolarıan elinde Kaç kuı:udum, kaç karıldım kim bilir

622 1 Abdullah Uçman 13 Kaçıncı Adem 'in evlôdındanız, Kaçıncı ôlemin bünyôdındanız Kaçıncı fırkanın efrôdındanız Anlatamam kaç dirildim kim bilir 14 \ Olamaz eczô-yı ebdôna durak, Aldanma dünyaya hey karabatak Kaç atıldı üzerine bu toprak Kaç derildim, kaç serildim kim bilir

15 Gufrôni der tarifôtı.m boş değil,, Güzel dinle bağrını demir taş değil Felek ile hiç aramız hoş değil Kaç barıştım, kaç darıldım kim bilir

Gufranı

(Mehmet Önder, "Halk Ozanı Karamanlı Gufranı ve Bir Devri­ yesi", fil. Uluslararası Türk Halle Edebiyatı Semineri, Eskişehir 1989, s. 299-300).

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Edebiyalıoda Devriyyeler 623 -:·- -X­ KUNALA

Ateş rüzgarları önünde Kunala yedi milyar sene var koşuyor kaçıyoruz

Canımın elleri var sana uzanmış tutuyor bırakıyorum Yedi milyar sene yedi gün

Ilık denizler içinde Kunala yedi milyon sene var dalıyor çıkıyoruz dinozor boynum sana sürünüyor gidiyor geliyorum Yedi milyon sene yedi saat Orman yeşilliğinde Kunalla büyücü inliyor bir ağaç kovuğunda seni sıkıyorum uyuyor

uyanıyorum Yedi bin rüya yedi gök

Ateşler sönmüş Kunala denizler soğuk gözlerinde bir şey var Kunala akşamlar içinde sana bakıyorum gözlerin.de bir şey var Kunala

624 1 Abdullah Uçman yedi sene bunu düşünüyorum Yedi sene Yedi an Asaf Ha.lef Çelebi

(İstanbul, C. II, sayı 12, Aralık 1955, s. 20).

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufEdebiyatmda Oevriyyele.r 1 625