Xv. Yüzyildan Itibaren Istanbul'daki Edebî
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
188 XV. YÜZYILDAN İTİBAREN İlim, tefekkür ve san'atın-hatta zenaatın bile- bir gelenek ve muhit işi olduğu muhakkaktır. Bu İSTANBUL'DAKİ EDEBÎ hususlara yatkın ve kabiliyetli insanların ortaya MUHİTLERE GENEL BİR çıkıp, serpilip gelişmeleri, belli ön şartların mevcut olmasını gerektirdiği kadar, hali BAKIŞ: hazırdaki şartların da uygun bulunmasına bağlıdır. Belirli coğrafi bölgelerin ve belirli zamanların ilim ve san'at erbabı çıkarmaktaki yoğunluğu da ancak mevcut olan geleneğin; elverişli ortam ve şartlarla birleşip, kendisini devam ettirmesiyle izah edilebilir. Türklerin Orta Asya'dan beri yaşattıkları sohbet geleneğinin bizim kültür tarihimiz içinde hususî bir önemi vardır. Anadolu'ya taşınan bu gelenek, hem Selçuklular, hem Beylikler, hem de Osmanlı döneminde varlığını sürdürmüş, azalarak da olsa günümüze kadar gelmiştir. İlmî, siyasî, sosyal, kültürel, dinî ve edebî olan bu sohbetler, her bölgedeki ve her seviyedeki insanımızı eğitmiş, yoğurmuş ve ona şekil vermiştir. Bu sohbetler, sadece edep-erkân öğretmekle kalmamış, ona bir yaşama tarzı ve bir dünya görüşü kazandırmıştır. İnsanımızı içten içe besleyerek, onu yerine göre şair, edip, yerine göre âlim veya ârif yapan bu husus; yıllar yılı bizim mektebimiz olmuştur. Biz, insanımızın yapı taşlarından biri olan sohbet geleneğine, bu çalışmamız içerisinde değinmeyi uygun bulduk. Fakat elde edilen malzemenin çokluğu konumuzu sadece İstanbul'da mevcut bulunan edebî muhitlerle çerçevelendirmek mecburiyetinde bıraktı. Zira İstanbul'un, Türk kültürünün odak noktalarından biri olarak kültür tarihimizde ayrı bir yeri vardır. Diğer coğrafi bölgeleri ve farklı zamanları, ileride başka çalışmaların konusu yapmayı düşündük. Sohbet, geleneğimiz üzerinde biraz durulduğunda şifahî kültürün hayatımız üzerindeki müessiriyeti ortaya çıkar. İyi ve muntazam bir tahsil görmediği halde büyük şair sıfatı kazanan insanlarımızın sırrı da bu gelenekte yatar. Tarihimizde Hüseyin Baykara'nın Meclislerinin çok meşhur olduğunu, daha sonraki bu kabil meclisler içinde de "Hüseyin Baykara meclisi gibi" benzetmesinin yapıldığını hatırlatalım. Şüphesiz ki her çeşit sohbet, bir insan Yrd. Doç. Dr. Belkıs GÜRSOY topluluğuna ihtiyaç duyurduğu kadar, bir de ___________________________________ mekâna ihtiyaç duyurur. Bu mekânlar genellikle evler (saray, konak, yalı, kahvehaneler meyhane, Gazi Ü. Fen-Ed. Fak Türk Dili ve çayhane) dükkânlar ve devlet daireleri Edebiyatı B. Öğr. Üyesi (kalemler bilig-2/Yaz’96 189 matbaa, gazete ve dergiler) şeklinde kendisini edebiyata da çok önem verirdi. Hizmetinde 185 gösterir. şairi olan Fatih'ten 30 şair, şair ulufesi alırdı. Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan Molla Cami'i İstanbul'a davet eden padişah, ayrıca beri şair ve ediplere kıymet verildiği görülür. ona her yıl 1000 filori altın gönderirdi. Fatih'in Padişahlar, âlimler, yüksek dereceli devlet etrafındaki şairler, devrin bütün ileri gelenlerinden memurları ve din adamlarının da şiirlerle meşgul de ihsan alırdı. olmaları, bu sahaya duyulan ilgiyi artırmıştır. Fatih'in vezirlerinden olan Mahmud Paşa da Saray ve konaklarda muayyen zamanlarda pek çok (ö. 1474) âlim ve san'atkârları koruyan ve onlara şairi etrafında toplayan şiir meclisleri bulunurdu. karşı son derece cömert davranan biriydi. Bir Karşılıklı şiirlerin okunup, edebî münakaşaların divanı olan Mahmud Paşa'nın nesri şiirlerinden de yapıldığı bu toplantılar; edebiyatın gelişmesine üstündü. Fatih'in vezirlerinden olan hem şiir, hem hizmet etmişlerdir. Hükümdar ve devlet de nesirle meşgul olan Karamanî Mehmed Paşa, büyüklerinden rağbet gören şairler, ayrıca İhsan, (Ö.1481), daha ziyade nesri üstün olan Sinan Paşa, (şal, saat, kumaş) caize, (para veya hediye) ulûfe (ö. 1486) ilim ve şiir meclislerinin müdavimi olan (üç ayda bir verilen maaş), salyâne (yılda bir kere Gedik Ahmed Paşa (Ö.1478) âlim ve san'atkârları ödenen maaş) zeamet (arazi) ve tımar gibi çeşitli koruyan devlet büyükleri arasındadır (İPEKTEN, maddî kazançlarla ödüllendirilirdi. Bütün 1969: 16-36) bunlardan başka şair olmak, devlet kademesinde Adlî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler hatırı sayılır bir mevkie getirilmek için de yeterli yazan II.Beyazıd'ın (1481-1512) sarayı da âlim ve sebep sayılabilirdi. Şairler, kadılık, sancak beyliği, san'atkârları bünyesinde toplamıştır. Bu padişah da kazaskerlik, defterdarlık, hariciye ve maliye Molla Cami'e yılda 1000 filori göndermeye devam bakanlıkları gibi yüksek dereceli memuriyetlere etmiş, Mevlana Celaleddin Medevani'yi de her yıl tayin edilebiliyorlardı. caize yollamak suretiyle desteklenmiştir. Pek çok Padişahın ve devlet büyüklerinin takdir ve şairin ulûfe ve salyâne aldığı bu devirde san'at sevgisini kazanıp, onlarla aynı meclisi paylaşan erbabının maddî bakımdan refah içinde olduğu şair ve edipler, hiç şüphesiz ki, halk içinde de görülür. Türk şairleri için rehber teşkil edeceği itibar kazanmış oluyorlardı. Bütün bu sebeplerle düşünülerek Basırî ve Şah Muhammed Kazvinî devri içinde şairliğin ve edipliğin fevkalâde adlı İranlı şairler saraya alınmışlar; padişah özendirici olduğu ve teşvik gördüğü rahatlıkla tarafından korunup, kullanmışlardır. söylenebilir. Müeyyed-zâde Abdurrahman Efendi (ö. Şairler, padişahların tahta çıkışında, sultan ve 1516) Tacizâde Cafer Çelebi (Ö.1515), Hadım Ali şehzade doğumlarında, sünnet ve evlenme Paşa devrin şiirle meşgul olan ve konaklarını merasimlerinde, sefer ve zaferlerde, yeni bir şairlere açan devlet büyüklerindendi (İPEKTEN: mimarî eserin yapımında kasideler yazar, tarihler 37-52; İslam Ansiklopedisi, II.Bayezid Md., C.2: düşürür, karşılığında da çeşitli ihsanlar alırlardı. 397). Ayrıca ramazaniyye, ıydiyye, bahariyye, şitaiyye XVI. Yüzyıl Divan Şiiri açısından çok parlak gibi belirli zamanları konu alan kasideler bir dönem teşkil eder. Şairler, zamanın ve zeminin yazdıklarında da, emekleri karşılıksız kalmazdı. uygunluğundan istifade ile olgun eserler vücuda Diğer devlet büyükleri de derece terfi, ev yapma, getirmişlerdir. sakal koyma, evlenme ve doğum gibi çeşitli Yavuz Sultan Selim (1512-1520), kısa süren vesilelerle bu şairlerin eserlerinden hissedar saltanat döneminde edebiyatın gelişip yayılmasına olurlar, onlar da ihsanda bulunurlardı. hizmet etmiş bir padişahtır. Tebriz fethi sırasında Osmanlı padişahlarının şiire ve şaire İran'da âlim ve san'atkârlar getiren Yavuz, Divan verdikleri öneme kısaca bir göz gezdirmek, bu Edebiyatı'nda Farsça divan tertip ettiği halde, durumu daha açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Türkçe divanı olmayan tek padişahtır. Bu dönemde Konumuzu İstanbul'la sınırlandırdığımızdan de birçok şair ulûfe almaya devam etmiş olup, XV. yüzyılda başşehir olan bu kentteki edebî Zati'ye bir çok ihsanla birlikte Bursa'da bir köy havaya bir göz atmakla işe başlayalım: Mahlas hediye edilmiştir. kullanan ve divançe tertibeden ilk Osmanlı Bu isimlerin dışında İskender Paşa, Hadım padişahı olan Fatih (1451-81) ilme olduğu kadar Ali Paşa, Kara-Bali Çelebi, Sadrazam Ayan Paşa, şiire ve bilig-2/Yaz’96 190 Hüsrev Paşa, Elkas Mirza, Lala Mustafa Paşa, runmuşlar, ihsan ve ulûfe almışlardır. Kanunî Piyale Paşa, Temür Ali Paşa, Şeyhülislam devrini de idrak etmiş olan Şemsi Ahmed Paşa, Civizade Muhyiddin Efendi, Güzelce Kasım Pa- Bakî gibi şairler bu dönemde de şöhret ve şa'nın da evleri şiir meclislerinin kurulduğu yerler itibarlarım devam ettirmişlerdir (İPEKTEN: 114- olup, şairler misafirhanesi hükmündeydi. 121; İslam Ansiklopedisi, Sultan Selim II. Md., C. Şah Muhammed Kazvinî, Derviş Şemsî, Şah 10: 440). Kasım isimli İranlı şairler, padişahın himayesini Muradî mahlasıyla şiirler yazan ve şiirlerini gören kalem erbaplarındandı (İPEKTEN: 53-74; Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç ayrı İslam Ansiklopedisi, Yavuz Sultan Selim Md., C. divanda toplayan III. Murad'ın (1574-1594) 10: 433). devrinde, dört padişahın dönemini idrak eden Kanunî Sultan Süleyman'ın (1520-1566) Baki'nin şöhretinin doruğunda olduğu gözlenir. etrafında da çok geniş bir şairler topluluğu (İPEKTEN: 122-128; İslam Ansiklopedisi, Murad bulunuyordu. İstanbul, kısa zamanda büyük şair ve III Md., C. 7: 624-625). Adlî mahlasıyla şiirler sanatkârların yetiştiği bir muhit haline gelmişti. yazan III. Mehmed döneminde (1595-1603) edebî Şiirlerinde, Muhib veya Muhibbî mahlasını hayatın canlılığını fazla koruyamadığı görülür. kullanan Kanunî'nin zamanında, Sadrazam da dahil Yine de devrin büyüklerinin saray ve konakları, olmak üzere, pek çok devlet büyüğünün şiirle şairler için bir barınak teşkil eder (İPEKTEN: 129- uğraştığını, uğraşanları da koruduğunu görüyoruz. 131; İslam Ansiklopedisi, Mehmet III. Md. C.7: Kanunî'nin sadrazamlarından Pir Mehmed Paşa (ö. 535-547). 1532), Damad İbrahim Paşa (ö. 1536), (At XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı Edebiyatı Meydanı'ndaki konağı hüner erbabının sığınağı başlangıçta Edirne'de, sonra da İstanbul'da mevkiindeydi.) Defterdar İskender Çelebi (ö. gelişirken, Rumeli ve Anadolu'daki bazı 1535), Kemalpaşazâde (ö. 1534), Kazasker Kadri merkezlerde de ilerleme zemini bulmuştur. On beş Efendi (ö. 1552), Rüstem Paşa (ö. 1561) gibi devrin veya on sekiz yaşlarına gelen Osmanlı şehzadeleri büyüklerinin konakları âlim ve şairlerin, barınıp muhtelif şehirlere sancak beyi olarak korundukları evlerdendi. Kaptan-ı derya Seydi Ali gönderilmişler, gittikleri yerlerde de sarayları Reis'in (ö. 1563), (1540 yılında Galata'da yaptırdığı etrafında şairleri toplamışlardır. Ayrıca zaman her tarafı nakışlarla süslü büyük konak, musikişinas zaman bu şairleri çeşitli devlet hizmetleriyle ve şairlerin toplanma yeriydi.) Kınalı-zâde Ali görevlendirdikleri de olmuştur. Bu şekilde İstanbul Efendi (ö. 1571-72), Fenâri-zâde Muhyiddin