T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

TÜRK ŞİİRİNDE MARJİNAL SÖYLEM VE YERALTI ŞİİRİ

Savaş KAYAN 0430205056

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN Yard. Doç. Dr. Cafer GARİPER

ISPARTA 2015

ii

iii

Ö Z E T

TÜRK ŞİİRİNDE MARJİNAL SÖYLEM VE YERALTI ŞİİRİ

Savaş KAYAN

Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 205 sayfa, Ağustos 2015

Danışman: Yard. Doç. Dr. Cafer GARİPER

Bu çalışma, Türk şiirinde marjinal söylemin ve yeraltı edebiyatının ortaya çıkışını, kaynaklarını, problemlerini araştırmayı; Batı edebiyatlarındaki underground (yeraltı) literatürle bağını kurmayı, gelişimini göstermeyi, özelliklerini ortaya koymayı ve genel edebiyat anlayışı içerisindeki yerini belirlemeyi konu almaktadır. 1950’lerde Amerikan edebiyatında ortaya çıkıp diğer Batı ülkelerinde, daha sonra da Türk edebiyatında kendini gösteren yeraltı edebiyatının özelliklerini belirlemek, Türk şiirindeki gelişimini ve yayılımını tespit etmek, çalışmanın üzerinde yoğunlaştığı konuyu oluşturmaktadır. Böylece yerleşik ve yaygın edebiyatın dışında kalan bu yönelişin toplumun onaylamadığı yaşama biçimlerini kapsayıcı yanının ortaya çıkarılmasına çalışılmaktadır. Çalışma ayrıca niçin böyle bir edebiyata ihtiyaç duyulduğunun, toplum bireylerinin hangi itkiyle yeraltı edebiyatının alanına giren yaşama biçimlerine yöneldiğinin izini sürme gayretindedir. Çalışmada öncelikle marjinallik ve marjinal söylem, yeraltı edebiyatı tanımlanmış, bu edebiyatın genel özellikleri üzerinde durulmuştur. Batı’da ve Türkiye’de yeraltı edebiyatının ortaya çıkış serüveni ele alındıktan sonra marjinal söylem çerçevesinde, yeraltı şiirine zemin hazırlayan sosyolojik ortam ve felsefî kaynaklar üzerinde durulmuştur. Türk şiirinde marjinal söylem Türk Halk, Klasik Türk edebiyatında (ön plana çık-a-masa da) önemli bir yere sahiptir. Cumhuriyet dönemine kadar daha çok toplumsal eleştiri, iktidara başkaldırı, cinsel mizah şeklinde karşılaşılan marjinal söylem örneklerinden sonra Can Yücel, Ece Ayhan, küçük İskender, Altay Öktem başta olmak üzere, özellikle 1980 sonrası şairlerin şiirlerinden yola çıkılarak

iv marjinal söylemde mekan, zaman algısı, altkültürler, sıra dışılık, başkaldırı ve karşı çıkış, yalnızlık, bunalım, ölüm, şiddet, kötülük, aşk, cinsellik öğeleri ele alınmıştır. Çalışmada yeraltı edebiyatının şiir, şiirsel anlatı türündeki örnekleri incelenmiş, Türk edebiyatında marjinal söylem ve yeraltı şiiri kavramları, kapsamları ve özellikleri ortaya konmuştur.

Anahtar kelimeler: Edebiyat, yeraltı edebiyatı, şiir, marjinal söylem, sıra dışı, başkaldırı

v

A B S T R A C T

MARGINAL DISCOURSE IN TURKISH POETRY AND UNDERGROUND POETRY

Savaş KAYAN

Süleyman Demirel University, Discipline of Turkish Language and Literature, Master Thesis, 205 pages, August 2015

Supervising Professor: Cafer GARİPER

This study aims to search the marginal discourse in Turkish poetry and the appearance of the Underground Literature, to search for its sources and problems, to show its progress and specifications, to determine its place within the general literature. The study focuses on revealing the features of the Underground literature that firstly emerged from The American litearature and then seemed in Western countries and and determining the progress and expansion of it in Turkish poetry. The tendency stays out of the settled and common literature. So we aim to reveal the inclusive side of this tendency whose life styles the nation do not approve. The study also aims to trace why such a literature is needed, on what purpose the individuals face to the lifestyles that stay within the Underground literature. In this study, firstly, marginality and marginal discourse, the Underground Literature is identified and its general features are stated. After the historical adventure of the Underground literature in West and is stated, the sociological environment anf philosophical sources that formed a basis for the Underground poetry within the scope of the marginal discourse. The marginal discourse in Turkish poetry has a significant place in Turkish folk and Classical Turkish literature even if it does not come into prominence. After the marginal discourse examples that included social criticism, rebellion and obscene humour until the Republic period, the sense of place and time, subcultures, being extraordinary, rebellion, loneliness, depression, death, violence, evil, love and sexuality in marginal discourse are dealt based on the post-1980 poets’ poems, especially Can Yücel, Ece Ayhan, küçük İskender, Altay Öktem.

vi

In this study, the poetical examples of the Underground literature are examined and the concepts, scopes and features of marginal discourse in Turkish literature and the Underground literature are evaluated.

Key Words: Literature, Underground Literature, poem, marginal discourse, extraordinary, rebellion

vii

İÇİNDEKİLER TEZ SAVUNMA TUTANAĞI…………………………………………………………ii YEMİN METNİ SAYFASI…………………………………………………………….iii ÖZET…………………………………………………………………………………....iv ABSTRACT…………………………………………………………………………. ...vi İÇİNDEKİLER ……………………………………………………………………...... viii KISALTMALAR…………………………………………………………………...... xi ÖN SÖZ ……………………………………………………………………………...... xii

GİRİŞ …………………………………………………………………………...……1 1. Marjinal Söylem ve Marjinallik………………………………………………....4 2. Yeraltı Edebiyatı Kavramı, Tanımı ve Kapsamı………………………………..10 3. Marjinal Söylem ve Yeraltı Edebiyatı………………………………………….16 4. Yeraltı Edebiyatının Özellikleri …………………………………………...…...17

BİRİNCİ BÖLÜM YERALTI EDEBİYATININ ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ 1.1. Batı’da Yeraltı Edebiyatı …………………………………………………....21 1.2. Türkiye’de Yeraltı Edebiyatı………………………………………………...27 1.3. Yeraltı Şiiri ve Sosyolojik Arka Planı ………………………………………46 1.4. Yeraltı Şiiri ve Felsefî Kaynakları ……………………………………….….49

İKİNCİ BÖLÜM TÜRK ŞİİRİNDE MARJİNAL SÖYLEM VE YERALTI ŞİİRİ 2.1.Türk Şiirinde Marjinal Söylem …………………………………………..…..54 2.2. Mekân ve Sosyal Çevre Algısı …………………………………………...….57 2.3. Zaman Algısı …………………………………………………………...…....65 2.4. Alt Kültür ve Sıra Dışılık………………………………………………….....72 2.5. Başkaldırı ve Karşı Çıkış………………………………………………..……79 2.5.1. Geleneksel ve Yerleşik Değerlere Karşı Çıkış………………….…...….83 2.5.2. Geleneksel Kurum ve Kuruluşlara Karşı Çıkış…………………..…...... 87 2.5.3. Hayatın Sunduklarına Karşı Çıkış………………………………….…...89 2.5.4. Siyasi ve Politik Yapıya Karşı Çıkış…………………………………....92

viii

2.5.5. Medeniyet ve Devlet Kurumuna Karşı Çıkış ……………………...... 95 2.5.6. Kapitalist Sisteme ve Yapıya Karşı Çıkış…………………….………..101 2.5.7. İnanç Sistemlerine Karşı Çıkış ……………………………..……….....108 2. 6. Yalnızlık ………………………………………………………………..…..113 2.7. Bunalım ve Çöküntü ……………………………………………..……….....118 2.8. Ölüm …………………………………………………………………..….…124 2.9. Şiddet ……………………………………………………………………...... 130 2.10. Kötülük ………………………………………………………..………...... 135 2.11. Aşk ………………………………………………………..…………....…..142 2.12. Cinsellik……………………………………………….……..…………...... 147 2.12.1. Heteroseksüellik …………………………………..…….………..…...150 2.12.2. Eşcinsellik ………………………………………..……...………..…..153 2.13. Yeraltı Şiiri, Dil ve Üslûp ………………………………...…………….….158

SONUÇ………………………………………………………………..…….…..…..170

KAYNAKÇA a) Kitaplar………………………………………………………………… .…...174 b) Makale, Deneme, Röportaj vb………………………………………………..178 c) Elektronik Ortamdaki Kaynaklar……………………………………………..182

EKLER A) Röportajlar Ek 1. Türk Edebiyatının Karakalemi Altay Öktem ile Röportaj.……… ...184 Ek 2. Türk Edebiyatının Marjinal Şairi küçük İskender ile Röportaj….....188 Ek 3. Altıkırkbeş Yayın Yönetmeni Şenol ERDOĞAN ile Röportaj ……190 Ek 4. Şayir Batuhan DEDDE ile Röportaj…………….…….……………193 Ek 5. Mehmet AKAY ile Röportaj……………………………….…..…...195 B) Soruşturma Yeraltı Edebiyatı, Marjinal Söylem Üzerine Soruşturma Jan Ender CAN………………………………..………….………………198 Emre VARIŞLI………………….……………….……….….…………...198 Fatih KAYNAK……………………………….………….….…………...199

ix

Hikmet Temel AKARSU……………………….………….….…………200 Onur AKYIL……………………………………….……….….………...201 Ali GÜNVAR………………………………………………….….……..203 Osman ÇAKMAKÇI…………………………………………..………...203 Bâki ASİLTÜRK…………………………………………….….…….....203 Nilay ÖZER…………………………………………..………...……...... 204

ÖZ GEÇMİŞ……………………………………………………………………….205

x

K I S A L T M A L A R

Age : Adı geçen eser agm : Adı geçen makale a.y. : Aynı yayın Çev. : Çeviren Haz. : Hazırlayan S. : Sayı s. : Sayfa s.y. : Sayfa numarası yok vb. : ve benzeri vd. : ve diğerleri vs. : ve saire

xi

Ö N S Ö Z Marjinal söylem, genel olarak tercih edilen söylemin dışında, ona karşı; gerek içerikte gerek dil ve üslûpta gerçekleştirilen sıra dışı, muhalif bir söylemdir. Kenarda bırakılan konular, kenarın dilinden yararlanılarak, kenarda kalmayı tercih eden yazarlarca dile getirilir. Yeraltı edebiyatı içeriği, dili, oluşum ortamı gibi özellikleri yönünden marjinaldir. Ancak her marjinal söylem, yeraltı edebiyatı olarak değerlendirilemez. Batı’da, ilk örneklerinin gotik ve liberten edebiyatla verilmeye başlandığı, Sade’ın ilk önemli temsilcisi olduğu düşünülen ve Beat kuşağı yazar ve şairlerinin etkisiyle okur kitlesi artan yeraltı edebiyatının öne çıkan eserleri, 1980 sonrasında Türkçeye çevrilmiş, sonraki yıllarda telif eserler de yazılmaya başlanmıştır. Türk edebiyatı tarihine bakıldığında, her ne kadar Batı’daki örneklerle birebir örtüşmese de, düzyazı ve şiir alanında, ana akım edebiyatın dışında eserlerin yazıldığı görülmektedir. Karanlık bir kötücüllükten ve şeytanî eylemlerden uzak olan bu eserlerde eğlenceli bir müstehcenliğin ve eleştirel bir dilin kullanıldığı görülür. Genel ahlâk anlayışının dışına çıkan, ayıp ve günah kabul edilen olayları anlatan, dönemin düzyazı ve şiir dilinin dışında, argo, küfür ve cinsellik içeren bir dille yazılan bu eserler, dönemlerine göre marjinal bir söyleme sahiptir. Son yıllarda yeraltı edebiyatı adı altında telif ve çeviri birçok eser yayımlanmaktadır. Roman türünün öne çıktığı bu eserler üzerine inceleme yazıları yazılmakta, tezler yapılmaktadır. Halime Öcal Çoğulu’nun “Türkiye’de Yeraltı Edebiyatının İzleri: Kanat Güner, Ayça Seren Ural, Sibel Torunoğlu, Mehmet Kartal” ve Tuncay Bolat’ın “Türk Edebiyatında Yeraltı Romanı Üzerinde Bir Araştırma: 1990- 2000” başlıklı yüksek lisans tezleri roman üzerinedir. Halime Öcal Çoğulu, yaşamları da yeraltında geçen ve eserleri otobiyografik özellikler taşıyan yazarları konu almıştır. “Türk Şiirinde Marjinal Söylem ve Yeraltı Şiiri” başlıklı bu çalışma, yeraltı edebiyatında şiir alanında yapılan ilk çalışmadır. Bu çalışmada, Türk edebiyatında marjinal söylem ve yeraltı şiirinin tarihi seyri ele alınarak, marjinal söyleme sahip şairlerin şiirlerinin genel özellikleri tespit edilmeye, bu özelliklerin örneklerle ortaya konulmasına çalışılmıştır. Türk edebiyatında marjinal söylemden yeraltı şiirine doğru evrilen ve gelişen sıra dışı bir şiir anlayışının varlığını göstermeyi arzulayan bu çalışma, yüksek lisans seviyesinde de olsa, Türk şiirinin edepsiz yönü üzerine bir çalışma yapılması ihtiyacı düşüncesiyle ve bu eksikliği giderme isteğiyle yapılmıştır.

xii

Çalışmada öncelikle “marjinal” ve “söylem” sözcüklerinden yola çıkılarak, “marjinal söylem” tanımlanmış; yeraltı edebiyatı üzerine yapılan çalışmalar, röportajlar araştırılmış, varlığı tespit edilen kaynaklara ulaşılarak kapsamlı bir okuma neticesinde yeraltı edebiyatının genel özellikleri belirlenmiş, yeraltı edebiyatının kökeni, Batı’da ve Türkiye’de tarihi gelişimi, yeraltı şiirinin sosyolojik arka planı ve felsefi kaynakları üzerinde durulmuştur. Türk şiirinde marjinal söylem ve yeraltı şiiri; zaman ve mekân algısı, alt kültür ve sıra dışılık, başkaldırı ve karşı çıkış, yalnızlık, bunalım, ölüm, şiddet, kötülük, aşk, cinsellik, dil ve üslup başlıkları altında örneklerle incelenmiştir. Çalışma sırasında birtakım güçlüklerle de karşılaşılmıştır. Yeraltı edebiyatının asıl kaynağı fanzinlerdir. Ancak basım ve dağıtım şekli düşünüldüğünde, fanzinlerin tamamına erişmek mümkün olamamıştır. Ulaşılabilen bazı fanzinlerin de kişisel bir söylemden öteye geçemedikleri görülmüştür. Ancak elektronik ortam aracılığıyla Şizofrengi, B.k Kültürü, Yabani Fanzin, Bataklık, Kaburga vb. fanzinlere ulaşılarak fanzin kültürünü yakından tanıma olanağına kavuşulmuş, bu fanzinlerin bazılarından örnek metinlere çalışmada yer verilmiştir. Yanı sıra Altay Öktem’in fanzin üzerine, bu alandaki eksikliği önemli ölçüde gideren derleme çalışmalarından da yararlanılmıştır. Yayınevleri tarafından yayımlanan kitap ve dergilerle, ulaşılabilen fanzinlerle sınırlı kalmak zorunda kalan bu çalışma, her ne kadar bütün metinlere ulaşılmaya çalışıldıysa da, yeraltında hemen her gün bir yenisi yayımlanan/yayımlanmış ve yine yeraltının karanlıklarına karışan/karışmış fanzinlerin eksikliğini taşımaktadır. Asıl adı Derman İskender Över olan şairin, eserlerinde kullandığı “küçük İskender” imzasındaki “k” harfi, şairin tercihine saygı duyularak, bu çalışmada da küçük yazılmıştır. Çalışmada Can Yücel, Ece Ayhan, küçük İskender, Altay Öktem, Batuhan Dedde’nin şiirlerinden örneklere ve Karakalem, Underground Poetix dergilerinde ve fanzinlerde yer alan bazı şiirlere yer verilmiştir. Ayrıca Enderunlu Fazıl, Galip Paşa, Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Cemal Süreya, vb. şairlerin şiirlerinden örneklerle marjinal söylemin geçmişten günümüze seyri gösterilmeye çalışılmıştır. Örneklerde küçük İskender’in şiirlerinden daha çok yararlanılmıştır. Çünkü Türk şiirinde marjinal söylemin ve yeraltı şiirinin öncü şairi küçük İskender’dir. Toplumcu şiirde Nazım Hikmet’in, İslamî-mistik şiirde Necip Fazıl’ın yeri neyse yeraltı edebiyatında/şiirinde de küçük İskender’in yeri odur. Dolayısıyla küçük İskender’in

xiii gerek öncü kimliği gerek şiirinin niteliği ve niceliği, onun şiirlerinden daha çok alıntı yapmayı zorunlu kılmaktadır. küçük İskender’siz bir Türk yeraltı şiirinden söz edilemez. Marjinal söylemde argo, küfür ve cinsellik içeren her sözcük yer alabilmektedir. Her ne kadar bu söylemin en önemli özelliklerinden biri dili olsa da, müstehcen sözcükler sansürlenmiştir. Örnek şiirlerdeki müstehcen sözcüklerin bazı harfleri, sözcük anlaşılacak şekilde, (.) nokta ile gösterilmiştir. Çalışmanın sonunda yeraltı edebiyatı ve marjinal söylemin farklı yazar ve şairler tarafından nasıl değerlendirildiğinin görülmesi/gösterilmesi amacıyla Altay Öktem, küçük İskender, Şenol Erdoğan, Batuhan Dedde, Mehmet Akay ile yapılan röportajlara; Jan Ender Can, Hikmet Temel Akarsu, Onur Akyıl, Fatih Kaynak, Osman Çakmakçı, Emre Varışlı, Ali Günvar, Bâki Asiltürk ve Nilay Özer’in konuyla ilgili görüşlerine soruşturma başlığı altında “EKLER”de yer verilmiştir. Türk edebiyatında da marjinal duruş sergileyen yazarların/şairlerin varlığını bilmek ve aykırı, sıradışı metinleri okuma ayrıcalığına sahip olmak hazzını çalışma boyunca yaşadım. Bu çalışmanın, edebiyatın bir de görülmeyen/gösterilmeyen veya görülmek istemeyen yönleri için bir kapı aralayacağına inanıyorum. Bana böyle marjinal bir konuda çalışma fırsatı ve ayrıcalığı veren, çalışmamın başından sonuna kadar zengin bilgi ve tecrübesiyle yol gösteren tez danışmanım ve saygıdeğer hocam Sayın Yard. Doç. Dr. Cafer GARİPER’e teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Ayrıca maddî ve manevî yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen anne ve babama, her zaman cesaretlendirici söz ve davranışlarıyla yanımda olan eşim Betül Kayan’a, büyüklerin ders çalışmasına bir türlü anlam veremeyen kızım Bengisu’ya teşekkür.ediyorum.

xiv

TÜRK ŞİİRİNDE MARJİNAL SÖYLEM VE YERALTI ŞİİRİ

GİRİŞ

Marjinal söylem kavramı yeni olmakla birlikte, bu kavramın işaret ettiği aykırılık, alışılmışın dışına çıkma, mevcut olanı kabul etmeyip yeni arayışlara yönelme, söylenmeyeni söyleme, söyleneni farklı şekilde söyleme gibi özellikler edebiyatımızda öteden beri vardır. Hemen her dönemde, öne çıkmasına fırsat verilmese de, resmi söylemin yanında, resmiyetten hazzetmeyen, yıkıcı, alaycı, erotik bir söylem varlık göstermiştir.

Divan ve halk edebiyatlarından günümüze, yerleşik ve yaygın edebiyat anlayışının dışında, onaylanmayan yaşam biçimleri ve bunların onaylanmayan edebiyatları varlığını sürdürmüştür. Deli Birader, Enderunlu Fazıl, Galip Paşa, Şair Eşref, Neyzen Tevfik gibi şairlerden sonra Can Yücel ve Ece Ayhan’da daha da belirginleşen ve sertleşen marjinal söylem, küçük İskender ile yeraltı şiiri özelliği göstermeye başlamıştır. 1980 sonrasında fanzin ve e-zinelerin özgür ifade ortamları marjinal söylemin gelişmesine olanak sağlamıştır. Karakalem, Underground Poetix gibi dergiler de marjinal söylem ve yeraltı edebiyatı için önemli yayın organları olmuştur. Ayrıntı, Çiviyazıları, Altıkırkbeş gibi bazı yayınevleri de Batı’daki yeraltı edebiyatının önemli örneklerini Türkçeye kazandırarak, bu türün edebiyatımızdaki okur ve yazar kitlesinin artmasını, gelişmesini sağlamıştır. Ayrıca Varlık, Notos dergileri yeraltı edebiyatı konulu dosya hazırlayarak bu türün tanımı ve kapsamı, Batı’da ve Türkiye’de örnekleri üzerinde durmuştur. Yeraltı edebiyatı, kesin bir tanımda uzlaşılamayan bir türdür. Yapısı itibariyle de tanımlanmayı reddeder. Koray Sarıdoğan, “Yeraltı edebiyatı –eğer varsa-; sözcükleri bir ritimle, hatta bazen bir ritmi bile olmadan, yan yana getirme ‘yeteneği’ ile bir sürü şey söyleyip hiçbir şey anlatmayan, küfür kıyamet, seks, uyuşturucu içeren bir dizi eserden ibaret değildir. Heveskâr akranlarım ve öncekiler bunu uzun bir süre böyle sandılar ve sanıyorlar. Oysa bir alt tür olarak yeraltı, daha genel anlamda ‘edebiyat’; üslûbu ne kadar kopuk, ne kadar uç ve deneysel olursa olsun, ‘olayı’ olan bir uğraş olmalıdır.”1 diyerek bu tür üzerindeki yanlış anlamalara ve yeraltı edebiyatı adı altında yazılan

1 Koray Sarıdoğan, Yeraltı Edebiyatı’na Giriş, http://www.kalemkahveklavye.com/2011/11/yeralt- edebiyatna-giris.html, (29.06.2015)

1 birçok metnin bu alt türün özelliklerini yansıtmadığına dikkat çekmiştir. Yeraltı edebiyatı bağlamında değerlendirilen eserlere genellikle dört farklı açıdan yaklaşılmaktadır: eserin içeriği, yazarın yaşamı ve tavrı, eserin yayımlanış biçimi, eserin dil ve üslûbu. Bir eserde bu özelliklerin bazen hepsi bazen de birkaçı yer alabilmektedir. Türk şiirinde marjinal söylemin ve yeraltı şiirinin, altkültür, başkaldırı, sıra dışılık gibi birçok yönden yeraltı edebiyatı ile ortak özellikleri vardır. Ayrıca Beat şiiri de, özellikle küçük İskender olmak üzere, birçok şairimizi etkilemiştir. Yanı sıra Batı’daki örnekleriyle farklılıklar gösterse de, Türk şiir tarihinde Enderunlu Fazıl, Galip Paşa, Şair Eşref, Neyzen Tevfik gibi marjinal söylem geliştirmiş şairlerle de karşılaşılmaktadır. Bu çalışmada marjinal söylem ve yeraltı edebiyatı kavramları tanımlanıp kapsadıkları alan belirlendikten sonra Türk şiirinde marjinal söylemin izi sürülmeye ve yeraltı şiirinin özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca marjinal söylem ve yeraltı şiirine niçin ihtiyaç duyulduğu, yaygın anlayışın buna tepkisi, bu söylemin kaynakları, ilk örnekleri, marjinal söyleme sahip şairlerin tema ve konuları ele alış tarzları üzerinde durulmuştur. Altay Öktem, gerek fanzin derleme çalışmaları gerek telif eserleri ile yeraltı edebiyatımızın önde gelen isimlerinden olmuştur. küçük İskender de, onaylanmayan cinsel kimliği ve şiirleriyle Türkiye’de marjinal söylem ve yeraltı şiirinin günümüzdeki en önemli ismidir. küçük İskender ve Altay Öktem’in yanı sıra Batuhan Dedde, Jan Ender Can, Emre Varışlı, Müslüm Çizmeci, Şenol Erdoğan, Kaan Koç; Pemra Oğuz, Umay Umay gibi şairler Türk şiirinde marjial söylemin örneklerini vermeye devam etmektediler. “Türk Şiirinde Marjinal Söylem ve Yeraltı Şiiri” başlıklı bu çalışma iki bölümden oluşmaktadır. Konuya marjinal söylem ve yeraltı edebiyatı kavramının tanımı ve kapsamı, yeraltı edebiyatının özellikleri belirlenerek giriş yapıldıktan sonra “Batı’da Yeraltı Edebiyatı”, “Türkiye’de Yeraltı Edebiyatı”, “Yeraltı Şiiri ve Sosyolojik Arka Planı”, “Yeraltı Şiiri ve Felsefi Kaynakları” alt başlıklarından oluşan ilk bölümde yeraltı edebiyatının ortaya çıkışı ve gelişimi; “Türk Şiirinde Marjinal Söylem ve Yeraltı Şiiri” başlıklı ikinci bölümde ise Türk şiirinde marjinal söylem, yeraltı edebiyatı bağlamında mekân ve sosyal çevre algısı, zaman algısı, alt kültür ve sıra dışılık, başkaldırı ve karşı çıkış, yalnızlık, bunalım ve çöküntü, ölüm, şiddet, kötülük, aşk, cinsellik temaları ve dil ve üslûp ele alınmıştır. Sonuç bölümünde yeraltı edebiyatı ve marjinal söylemin Türk

2 edebiyatındaki durumu genel olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca günümüz şair ve yazarlarının konuyla ilgili görüşleri alınarak yeraltı edebiyatının farklı bakış açıları doğrultusunda değerlendirilmesine olanak sağlanmaya çalışılmıştır.

3

1. Marjinal Söylem ve Marjinallik

Marjinal sözcüğü, sözlüklerde “toplumun dışında yer alan; sıra dışı”,2 “bir şeyin, bir grubun dışında yer alan, sınırda olan, kenarda kalan”3, “aykırı; kenara ait, kenarda oluşan”4 anlamlarına gelmektedir. Toplumun genel kurallarının, ahlâkî yapısının vb. dışında kalan; toplumun normlarıyla değil de kendi dilediğince yaşayan, yazan; verili değerleri benimsemeyip uçta, kenarda kalmayı, yaşamayı tercih eden; sürüden, topluluktan, cemaatten ayrı, aykırı kişi, kurum, düşünüş marjinal olarak adlandırılmaktadır. Marjinal, normlara uymadığı için anormal olarak görülür. Aileden başlayarak, okulda, çevrede, işyerinde insanın davranışları sürekli sınırlanır, kontrol altında tutulmaya çalışılır. Her kurum, içine dâhil olan kişiden kurallara uymasını bekler. İşleyişi, kurumun devamını sağlayan, o kurallardır. Kurallara uymayan, kurum tarafından hizaya getirilmeye çalışılır. Bir düzelme olmazsa uyumsuz kişi kurum tarafından dışlanır. Marjinal olana mesafeli yaklaşılır. Marjinal kişi, bir çeşit mahalle baskısıyla karşılaşır. Kişiye marjinal sıfatını kazandıran uyumsuzluğudur. Marjinal uymaz, neden uymak zorunda olduğunu sorar. Bu sorgulama uymamayı getirir ve marjinalin marjinalliği bir taraftan onu kendisinden kaçınılan, bir taraftan da olunmak istenen mevkiye sürükler.

Söylem, “söz”e, “söyle-“ eylemine dayanır. İnsan kendini ifade etmek, anlatmak, duygu ve düşüncelerini paylaşmak, bir ihtiyacını gidermek; kısaca kendini gerçekleştirmek için “söyle”r. İngilizce “discourse” sözcüğünün karşılığı olan söylem, farklı bağlamlarda farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Ahmet Kocaman Dilbilim Söylemi adlı yazısında sözcüğün farklı kullanımlarına örnekler vermiştir: söylem sanatı (sözbilim, etkili söz söyleme sanatı), demokratların söylemi (anlatım biçimi, felsefe, görüş açısı), Marksist söylem (ideoloji, öğreti), söylem türleri (sözlü, yazılı anlatım türü), kendi söylemim (bireydil, anlatım biçimi), söylem getirmek (sav, görüş)5. Bu örnekler, söylem sözcüğünün yeni kullanımlara imkân veren bir yapı sunduğunu göstermektedir.

2 Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük 3, Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı, Ötüken Neşriyat, 2007. 3 İhsan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lügâti, Milliyet Yayınları, İstanbul 2011. 4 http://tdk.gov.tr/ (15.10.2014). 5 Ahmet Kocaman (Haz.), Söylem Üzerine, ODTÜ Yayınları, Ankara 2009, s. 5.

4

TDK sözlüğünde “söyleyiş, söyleniş, telaffuz”6 olarak tanımlanan söylem, Ötüken Türkçe Sözlük’te ise “1. Bir düşüncenin sözlü ya da yazılı olarak anlatılması; dilin birey tarafından gerçekleştirilmesi; söz; natıka. 2. Başı ve sonu olan bir ya da daha çok cümleden oluşan bildiri; sözce.” şeklinde tanımlanmıştır.7 Söylem; söylemek, ifade etmek, duygu veya düşünceyi dile getirmek, sözle veya yazıyla somutlaştırmaktır. Tahsin Yücel, Söylemlerin İçinden adlı eserinde, farklı bağlamlarda söylem sözcüğünün kazandığı anlamları ele alır. Ona göre söylemi kimi “söz”, kimi “sözce”, kimi “söylev”, kimi “biçem” anlamında kullanır.8 “Söylem”in yeni anlamlar kazanmaya açık, genç bir sözcük olduğunu söyler. Söylemlerin İçinden adlı eserinde “söylem” sözcüğünün, “Roland Barthes’in ‘yazı’ diye adlandırdığı şeyin, bir yandan da belli kişilerin söylemlerinden söz edildiğine göre, hiç kuşkusuz bireysel biçemle örtüşmeyen, ama onu tümüyle dışarıda da bırakmayan bir sözsel üretim ve kurgulama biçimi”9 olarak ele alındığını belirtir. Bu eserde yazarın “söylem” üzerine altı denemesi vardır. “Top Yuvarlaktır”da, futbol yazarı tarafından şiirselleştirilen, düzdeğişmece vb. söz sanatları ile (top: meşin yuvarlak, kaleci: file bekçisi…) futbol terimlerinin yeni sözcükler ve söz gruplarıyla karşılanması sonucu oluşan futbol söylemi; “Mutfak Yazını”nda mutfak eleştirmeninin “tok karnına geliştirdiği güven dolu” yemek söylemi; “Özgür Kadınlar”da kadın dergilerinin geliştirdikleri sorunsuz bir dünyada yaşayan belli yaş aralığındaki kadınlara yönelik güzellik, giyim, cinsellik odaklı söylemi; “Çağdaş Aşk Şarkıları”nda, aşkın popüler bir öge olarak tüketime dönüştürülme söylemi; “Siyasal Söylem ve Bağlamları”nda politik bir gösteriye dönüşen, bağlama göre değişen siyasi söylemi; “Bir Ölüm Şenliği”nde, Prenses Diana’nın ölümü ekseninde yazılı ve görsel medyada ölümün bir şenliğe dönüşme söylemini ele alır. Yazarın üzerinde durduğu, Türkiye’de örnekleriyle sıkça karşılaştığımız bu söylem çeşitleri komik, bir o kadar da ironiktir. Oscar Wilde’ın “Bizler acının soytarılarıyız.”10 sözünü doğrular niteliktedir. Yücel, bütün bu yazılarda, söylemin değişik alanlarda, değişik kişi ve kurumlarca nasıl üretildiği üzerinde durmuştur. Çünkü söylem, söze veya yazıya dönüş(türül)mek suretiyle üretilen, kurgulanan bir şeydir. Söylem sözcüğü yeni anlamlar kazanmaya oldukça elverişlidir. Siyasi söylem, sağ söylem, popüler söylem, edebi söylem, marjinal söylem örnekleri bu yargıyı

6 http://tdk.gov.tr/ (15.10.2014) 7 Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük 3, Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007. 8 Tahsin Yücel, Söylemlerin İçinden, Alkım Yayınları, İstanbul 2004, s. 7. 9 Age, s. 8. 10 Age, s. 184.

5 pekiştirmeye yeterlidir. Tahsin Yücel’in yukarıda bahsedilen eserinde de görüleceği üzere, bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Marjinal ve söylem sözcüklerini tanımladıktan sonra, artık edebî söylem ve marjinal söylem üzerinde düşünmeye geçilebilir. Yazar, sözsel/yazısal söylemini birtakım kurallar dâhilinde kurgular. Ortak bir söylemden hareket etmek zorunda kalan yazar (çünkü bir topluluk tarafından anlaşılmak ister), kendine özgü bir söylemi de gerçekleştirmelidir, kalıcı olabilmek için. Yazar/şair ilk ürünlerini verene kadar bir gelenekten beslenir; yolunu, kendinden öncekilerin eserleriyle bulur. Kendine ait yeni bir yol açması ise içinde bulunduğu geleneksel söylemden taşmayla, onu farklı ve yeni bir yönde geliştirmeyle olur. Geleneksel söylem, kendince bir sisteme sahiptir ve “yeni”yi, “özgün”ü başlarda kabul etmese de zamanla içselleştirir, bir parçası hâline getirir. Marjinal söylem, geleneğin içselleştiremediği, içselleştirmek istemediği noktadadır. Doğan Günay, Söylem Çözümlemesi adlı eserinde söylemi şu şekilde özetler: “Söylem bir dilsel birimle gerçekleşir. Söylem bir şey hakkındadır ve alıcı ve/ya da vericiyi ilgilendirir ve söylemde alıcı, verici ve/ya da konunun varlığını içerir. Yani her söylemin bir öznesi, bir alıcısı ve bir konusu vardır. Bir söylem, vericinin kendi değer yargılarını (konuşma biçimi, tutumlar, davranışlar, yargılar, düşüngüsel tutumlar, vb.) yansıtır. Vericiye ait güç değerlerini yansıtır ve her söylemde verici bir bakıma yeniden kendisini oluşturur. Tutarlı bir dizgedir ve çoğunlukla iç ve dış bağlama gönderimde bulunur. Buna metinlerarasılığı ya da söylemlerarasılığı (fr. İnterdiscursivite) da katabiliriz.”11 Vericinin, toplumdaki hâkim değer yargılarının, inanışın, giyinişin vb. dışına çıkışı, onun toplum tarafından dışlanmasına sebep olur. Dolayısıyla verici/kişi, kendini kendince “söyleme” girişimini, marjinal olarak yaftalanmakla öder. Marjinal verici/kişi, ne bu sıfatı almayı amaçlamıştır ne de bu sıfattan rahatsızlık duyar. Edebiyattaki marjinallik de aslında bundan pek farklı değildir. Edebiyat da söylem de dille gerçekleşir. Edebî söylem, dilin estetik değer kazan(dırıl)mış hâlidir. Edebî söylem de herhangi bir söylemde olduğu gibi, söyleyeninin/yazarının temsil ettiği anlayışın değer yargılarını, hayatı algılayışını ve anlamlandırışını yansıtır. Mevcut değer yargılarının (edebî kuralların, dili kullanım biçimlerinin, konuların ele alınış şekilleri vb.) dışına çıkılmaya başlandığı edebî söylemde marjinalleşme başlar. Verili, genel geçer söylemin dışına taşan yazar/şair

11 V. Doğan Günay, Söylem Çözümlemesi, Papatya Yayınları, İstanbul 2013, s. 25.

6 kendini marjinal olarak adlandırmaz, böyle bir amacı da söz konusu değildir. Ona marjinal diyen genel, geleneksel söylemdir. Geleneksel söylem, kendine dâhil edemediği, benimseyemediği, uçta gördüğü söylemi ötekileştirir. Marjinal olarak adlandırılan söylemin/yazarın yaptığı, genel söylemin kurallarını aşıp, hayata yeni bir anlam vermeye çalışmak, söylenmeyeni söylemek, söyleneni de yeni bir bakışla hayatta olduğu gibi kendi estetik(siz)liği içinde söylemektir. Genel söylemin dışına çıkmak bir farklılık yaratmakla başlar. Ancak, farklılık kolay benimsenen bir durum değildir. Toplum, farklı olanı “marjinal” olarak yaftalar ve daha da kenara iter. Marjinal yazar/eser, alışılmışın dışında olandır. Alışageldiğimiz şekilde yazmaz; onun sarsıcı, sorgulayıcı, rahatsız edici, insanın idinin hoşuna giden karanlık, isyankâr bir üslûbu vardır. Edebiyatın edepli olması zorunluluğuna kulak asmaz. Edebiyat hayatın içinde olmalı, hayatı olduğu gibi anlatmalıdır. Ancak bu tavır, ana akım edebiyat tarafından edepsizlik olarak değerlendirilir. Sanatın görevinin sadece kendine karşı olduğunu, topluma karşı bir sorumluluğunun olmadığını savlayanlar bile marjinali ahlâksızlıkla, kötü örnek olmakla suçlar. Türk şiirinde marjinal söylemin izi sürülürken, söylemi edebî açıdan değerlendirmek; marjinal söylemden bahsedebilmek için de öncelikle marjinal olmayan söyleme değinmek gerekecektir. Divan şiiri ve halk şiiri belli kuralların, kanunların çerçevesinde gelişmiştir. Zaman zaman ortaya çıkan farklı söyleyişler ve teknikler de zamanla geleneğe eklemlenmiştir. Şiirde marjinal söylem derken, yeni buluş ve teknik kullanımından öte, zamanla geleneğe eklemlenememiş, gerçekleştirdiği söylemiyle ana akımın dışında kalmış, kendi içinde, yeraltında gelişimini sürdürmüş edebiyat kastedilmektedir. Gerek içerik gerek biçem yönünden hem Türk klasik hem Türk halk şiirinde marjinal söylemle karşılaşılmaktadır. Ancak Türk edebiyatında asıl marjinal söylem, Cumhuriyet döneminde, özellikle 1980’den sonra görülmeye başlanmıştır. Edebî söylemde marjinallik daha çok içerik veya biçem yönünden gerçekleşir. İçerik olarak, toplumda tabu olarak görülen, genel ahlâk kurallarının dışında kalan, söylenmesi ayıp sayılan, günah olarak kabul edilen, siyasi yönden kurulu düzence hoş karşılanmayan vb. konuları sayabiliriz. Örneğin cinselliğin edebî metinlerde yer alması öteden beri hoş karşılanmaz. Dolayısıyla Enderunlu Fazıl’ın Zenanname (Kadınlar Kitabı) ve Hubanname (Güzel Oğlanlar Kitabı), Mehmet Rauf’un Bir Zambak Hikâyesi gibi eserleri marjinaldir. Argoyu ve küfrü kullanmaktan çekinmeyen Can Yücel’in şiirleri, İkinci Yeni’nin aykırı şairi Ece Ayhan’ın alışılmadık imge ve sözcükleriyle örülü şiirleri, 1980 sonrası şairlerimizden küçük İskender’in argo, küfür, müstehcen

7 sözcükler kullandığı ve iktidara, geleneksel değerlere başkaldıran şiirleri marjinal söyleme örnek gösterilebilir. Fanzinler, sağladığı özgür ortamla, marjinal söylemin görüldüğü bir diğer alandır. Marjinal olan, muhaliftir. İçinde bulunduğu ortamdan rahatsızdır, rahatsızlığını dile getirdiği zaman aykırı olmakla, düzene uymamakla, düzeni bozmakla suçlanır. Marjinal, karşı bir duruş sergiler; bu karşı duruşunu giyiminde, okuduğunda, dinlediğinde, sözlerinde, yazdıklarında sergiler. Punk, kapitalist sistem tarafından bir kazanç nesnesine dönüştürülmeden önce marjinaldir. Marjinal Kitaplar yayın yönetmeni Altay Öktem, muhalif yazarlığını ve muhalif olma durumunu şöyle yorumlamıştır: “Derdim muhalif olmak değil ama yaşadığım toplum içinde fikirlerimle muhalif oluyorum. Birçok kavram toplumda yanlış lanse edilmiştir. Bunlara karşı tavır aldığım zaman muhalif yazar oluyorum. Yaşadığımız toplumla, çağla, sistemle ve hatta kendimle ciddi sorunlarım var herkes gibi. Bu çarpışmadan doğuyor benim yazdığım şeyler. Popüler yazmayıp, sıradan okura yönelmeyince muhalif bir yazar oluyorsunuz.”12 Muhalif ve marjinal olma durumu, yazar ve yazarın eseri kadar, içinde bulunulan sitemin de verdiği bir etikettir. Sistem, öncelikle farklı olanı marjinal olarak dışlar, ancak sonra onu popülerleştirip kendi içinde bir tüketim nesnesine dönüştürür. Bu noktada marjinallik, çıkış noktasından uzaklaşır ve bir modaya, popüler kültür öğesine dönüşür. Marjinal, derdini anlatmak, derdini anlatacak ortamlar yaratmak ister. Argo ve küfür, muhalif kimliğe sahip yazar ve şairlerin başvurdukları ifade biçimlerindendir. Argo, daha çok toplumun dilenci, serseri, hırsız vb. kötücül altkültür çevrelerinde üretilir.13 Kenardakilerin merkezdekilere karşı oluşturdukları bu dil bir direnişi, otoriteye karşı çıkışı da beraberinde getirir. Küfür ve bayağı olarak adlandırılan sözcükler için de durum bundan pek farklı değildir. Dili bütün imkânlarıyla kullanma, kendini sınırlamama, sözcükleri ayıklamama doğal bir ifade için önemlidir. Bu noktada şu soru sorulabilir: Şiirlerinde argo ve küfrü kullanan şairlerin bu tutumu; şairin, okurun hoşuna gitme, onu baştan çıkarma, farklı bir söylemle onun gönlünü çalma girişimi olarak da görülebilir mi? Bu, tartışmaya açık bir durumdur. Cihat Duman, “Bozuk

12 Fatih Çelikaslan, “Edebiyat’ın Kara Kalemi Altay Öktem”, http://www.onedergi.com/2009/12/edebiyatin-kara-kalemi-altay-oktem-2/, (30.03.2015). 13 Kenan Çağan, “Konvansiyonel Bir Dil Olarak Argo: Bir İmkân mı, Bir Tehdit mi?”, Hece, Eylül 2010, S.165, s. 74.

8

Ağzın Şiiri ya da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo” adlı yazısında Türk şiirinde belli bir yere sahip şairlerin bu tercihleri hakkındaki görüşlerini şu şekilde dile getirmiştir: “Okuru baştan çıkarma, yazarın asıl görevi olmasa bile hedefleri arasındadır. Hele şiir okuru, diğer okurlardan farklı olarak bu isteğini (baştan çıkarılma) belli eden bir fıtrata sahiptir. Bu farkındalığa sahip her şair, ‘özkitle’sini hesaba katarak davranmak zorunda hisseder kendini. Şiirinde ironi, satir, parodi, taşlama, halk ağzı, bayağı dil, argo, küfür bulunduran şairleri bu bakımdan incelemek, yerinde tespitlerde bulunmamızı sağlayabilir. Rotry’nin de dediği gibi, ‘bu teknikler okurun üzerinde etki yaratmak içindir, bir mesajı ulaştırmanın yolları değil.’ Şiir tarihimize kısaca baktığımızda Sümbülzâde Vehbi Efendi, Meâli, Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Metin Eloğlu, Salah Birsel, Can Yücel, Ece Ayhan, İzzet Yasar, küçük İskender gibi bazı isimlerin yukarıda sayılan tekniklerden bir ya da birkaçını kullandığını görebiliriz.”14 Cihat Duman’ın bahsettiği şairler de elbette diğer şairler gibi okuyucularını düşünerek, onların gönüllerini çelmek isteyerek yazmışlardır. Ancak şairlere sadece bu açıdan bakış, eksik ve haksız olacaktır. İsmi geçen şairlerin Türk edebiyatında edindikleri yerde, kullandıkları dil ve üslûbun payı büyüktür. Fakat okur da edebiyat tarihçisi de bu şairleri sadece kullandıkları halk ağzıyla değerlendirmemişlerdir. Marjinal söylemleri sadece dil ve üslûplarında değil, sisteme karşı duruşlarındadır.

Marjnal, aykırıdır, kendi ideolojisini kurmaya çalışandır. Türk toplumunda, benimsenmeyen düşünce ve davranışlara karşı bir kalıp yargı olarak kullanılan “ideolojik yaklaşma”, marjial için de kullanılır. Ancak marjinal, ideolojik (eleştirellikten yoksun, körü körüne) bir yaklaşım içinde değildir. O, bir ideolojinin tutsağı olmaktan öte, ideolojilerin hepsine kapısını açar, çoğulluktan yanadır. Marjinal söylemde şair, kendini olduğu gibi, düşündüğü/gördüğü/algıladığı/hayal ettiği/duyumsadığı gibi yansıtmaya çalıştığı için, herhangi bir kalıba girmeyi reddettiği için kenardadır. “Türk Şiirinde Marjinal Söylem ve Yeraltı Şiiri” adlı çalışmada yeri geldikçe Cumhuriyet öncesi Türk şiirinden de örneklere yer verilerek marjinal söylemin tarihi seyri gösterilmeye çalışılmıştır. Birinci ve İkinci Yeni’nin Türk şiirine getirdiği farklı söylemler de (Süleyman Efendi’nin nasırının, sokaktaki insanın şiire girmesi de marjinal bir söylem olarak kabul edilebilir) dönemlerine göre sıra dışıdırlar. Ancak Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Can Yücel, Ece Ayhan, küçük İskender, Altay Öktem, Batuhan Dedde gibi yeraltı şiiriyle ilişkilendirilebilecek, klasik söylemin dışında kalan şairler bu

14 Cihat Duman, “Bozuk Ağzın Şiiri ya da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo”, Hece Dergisi, S. 165, Eylül 2010, s. 99.

9

çalışmanın asıl konusudur. Ana akım söylemde gerek içerik gerek dil ve üslûp belli kurallarla sınırlanmış, ya da ortaya çıkışları bir kırılma ve sapma yaratan anlayışlar da zamanla ana akım söylemce uysallaştırılmıştır. Ancak yukarıda adı geçen şairler, sistemin dışında kalmayı tercih etmişler, resmi söylemin dışında bir söylemle varlık kazanmışlardı.

2. Yeraltı Edebiyatı Kavramı, Tanımı ve Kapsamı

Yeraltı sözcüğü, yeryüzünün altı, toprağın altı anlamında “yer” ve “alt” sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Yerin altını, karanlığı, görünmeyeni, gözden uzak olanı; üzerine basıp geçtiğimiz, ancak farkında olmadığımızı; aynı zamanda da tohumun hayat bulduğu toprağı, köklerin mekânını işaret eder. Sözcükler, zamanla ilk karşıladıkları anlamın yanında/ötesinde anlamlar da kazanabilirler. Bu, bazen mecazla bazen ilk anlamın çevresinde yan anlamlarla, ya da söz sanatlarıyla gerçekleş(ir)tirilir. Yeraltı sözcüğü de ilk anlamının yanında, “1.Gizli ve zararlı, yasa dışı: Yeraltı faaliyet. 2.Alışılmışın dışında olan, aykırı.”15 anlamlarında da kullanılır olmuştur. Yeraltının, altta, gözden uzak olması onun suça, kötüye, kanundışıya, yasağa, ölüme, cinayete vb. olumsuz durumlara açık bir mekân olarak algılanmasını da beraberinde getirmiştir. Ürkülen bir sözcük oluvermiştir. Ondan da oradakilerden de kaçınılması gerekir. Yer altını anlatan şiirlere, romanlara, anlatılara; yazarlara, şairlere de şüpheyle bakılır.

Özen Yula, “Underground’u Tanımlama Denemesi (Sözcükten Yazına)” adlı yazısında “yeraltı” sözcüğünün mitolojiden günümüze kullanıldığı anlamları araştırmıştır: Mitolojide yeraltı tanrısı zalim Hades’tir ve yeraltı karanlık, acımasız bir sırlar âlemidir. Yeraltı bir kaçış yoludur, bir sığınaktır; sinemada ve edebiyatta kahramanlar yeraltına sığınır, kaçmak için şehrin lağımlarını, kanalizasyonlarını kullanır. Amerikan İç Savaşı sırasında, zenci kölelerin kaçırılması işi ‘Underground Railroad’ (Yeraltı Demiryolu) olarak adlandırılmıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında politik bir içerik kazanan sözcük, yerleşik düzeni, hükümeti vb. devirmek için oluşturulan örgütlerin faaliyetlerinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Ayrıca yeraltı sözcüğü suçu ve mafyayı; sapık ve katillerin dolaştığı mekânı çağrıştırır. Yeraltı ölümdür, ölen kişinin konduğu yerdir, bu yüzden de korkunun, karanlığın simgesidir. Yeraltı olumsuz bir çağrışıma sahiptir. Türk köylüsü ilendiği kişiyi, “yerin yedi kat dibine” gönderir. Yeraltı sözcüğü sanatta, ‘egemen olana karşı durmak’ olarak yerini

15 http://tdk.gov.tr/ (15.11.2014)

10 almış, edebiyatta, sinemada, resimde, müzikte ‘underground’ eserler ortaya konmuştur.16 Yeraltı edebiyatının önemli eserlerini dilimize kazandıran Ayrıntı Yayınevi’nin yeraltı edebiyatı dizisinin çıkış sloganı, “Asilerin, kaybedenlerin, hayalperestlerin, günahkârların, küfürbazların, beyaz zencilerin, aşağı tırmananların, yola çıkmaktan çekinmeyenlerin, uçurumdan atlayanların, sessizliğe taş atanların yürekleri yeraltında atar…” şeklindedir ve bu tür eserlerin içeriğini özetler niteliktedir. Bu sıfatlar olumsuz bir anlam içerse de aynı zamanda bir direnişi, hayatta kalma mücadelesini, karşı koymayı, hayalleri, isyanı, meydan okumayı da işaret eder. Dolayısıyla kaybedenlerin mekânı yeraltı, yaşamak için yola çıkanların da mekânıdır. Yeraltı edebiyatı, tanımlanması güç bir alandır. Yapısı itibariyle tanımlanmayı reddeder; tanımlanınca yeraltında kalamayacağının farkındadır. Konuyla ilgili farklı yaklaşımlar söz konusudur. Altay Öktem’e göre, “Yeraltı Edebiyatı, hangi ülkede, hangi çağda olursa olsun, ‘ana akım’ın dışında kalan edebiyatı işaret ed(er). Popüler kültürün dışında kalmayı tercih eden, popüler edebiyatın jargonuyla konuşmayan ve hayatın ana damarlarından değil, altta akan kılcal damarlarından beslenen bir edebiyattır Yeraltı Edebiyatı.”17 Öktem, bir söyleşide “‘Yeraltı Edebiyatı’ deyince ne anlamalıyız? Hangi eserleri, yazarları ilişkilendirmeliyiz bu türle?” sorusunu şöyle yanıtlamıştır: “Yeraltı edebiyatı tartışmalı bir tür aslında. Bazı popüler kitaplarda da yeraltı edebiyatı öğelerine rastlıyoruz; tamamen yeraltı edebiyatı örneği olarak gördüğümüz bazı kitaplar bir anda popüler edebiyatın parçası olabiliyor. O yüzden çok keskin ayrımlar yapmamaya çalışıyorum. Klasik söylemleri tekrar eden bir edebiyat yerine, farklı şeyleri, farklı biçimlerde söylemeye çalışan, hayatla gerçekten derdi olan ve bunu samimi biçimde yansıtmaya çalışan, okur kaygısı taşımayıp, bütün kaygısı kendiyle ve hayatla ilgili olan yazarlar, ister istemez popüler olandan uzaklaşıp farklı bir kültür oluşturuyorlar. Buna kabaca yeraltı diyebiliriz. Ya da demeyiz, ne fark eder?”18 Öktem, yeraltı edebiyatını klasik söylemin dışında, popülerlikten uzak, yazarın özgürce kendini ifade edebildiği bir alan olarak görmekte, bununla birlikte yeraltını kesin sınırlarla çevrelemekten de kaçınmaktadır. Çünkü yeraltı eserleri ve yazarları da her an popüler kültürün bir nesnesi olabilmektedir. Ayrıca Öktem’in, cevabında kullandığı

16 Özen Yula, “Underground’ı tanımlama denemesi (sözcük’ten yazın’a)”, Birikim, S.74, Haziran 1995, s. 66-69. 17 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatı”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 3. 18 Landlord, “Marjinal Kitaplar Yayın Yönetmeni Altay Öktem: ‘Yeraltı edebiyatına çok fazla ilgi var!’”, http://www.tersninja.com/altay-oktem-yeralti-edebiyatina-cok-fazla-ilgi-var/, (30.03.2015).

11

üslûp da yeraltı yazarlarının bakış açısını yansıtmaktadır. Tanım, o kadar önemli değildir, öyle ya da böyle mühim olan ortaya konan eserdir. Hatta tanım, bir sınırı getirdiği için, yeraltı yazarınca hoş karşılanmaz denebilir. Feridun Andaç’a göre yeraltı edebiyatı “dışta duran; ama en alttakilerin, muhaliflerin, muhalif ve marjinallerin yaşama alanlarını/duygu-düşünce dünyalarını yansıtan, bir ölçüde de oraya ait birinin/birilerinin yazdıkları (…) öteki edebiyat”19tır. Oyuna alınmayan, farklı olduğu için dışta duran, ya da bırakılan; bazen de bu oyunu bozmaya çalışan âsi bir çocuk gibidir. Kendi oyununu kurmak ve oynamak ister. Kendisi de yeraltı edebiyatı yazarı olarak kabul edilen Ayça Seren Ural’a göre, “Yeraltı Edebiyatı, toplumun ‘gündelik’lerinin tümüyle dışında, yaşamı acıtan taraflarıyla ele alan ve acıyı kutsayan edebiyattır.”20 Hayat tozpembe şekilde popüler, çok satanlar listesinde zaten yeterince anlatılmaktadır. Ancak hayat herkes için mutlu/umutlu değildir. Yaşamak, bazen bazılarına acı verir. Bu acıyı anlatmak, popüler edebiyatın yüzündeki maskeyi çıkarmaktır. Zeki Coşkun da yeraltı edebiyatını “yasadışı olan”, “egemen zihniyetin, onun söyleminin, yapılarının dışında, karşısında duran yazarlar ve yapıtlar”21 olarak tanımlar. Egemen zihniyet yasalar koyar, o yasalarla ayakta kalır. Bu yasaların dışına çıkan cezalandırılır. Yeraltı yazarı, yasal yazarların yasal anlatıları yerine yasadışıyı koyar. Merve Fergökçe’ye göre yeraltı edebiyatı, “öncelikle cinselliğin, şiddetin, insan psikolojisinin dehlizlerinin, inanca ve ahlâka ters düşen her türlü tutumun övüldüğü, yüzlerin etik değerlere ters dönüldüğü bir oluşumdur ve ‘normal’e olan karşı duruş”tur22. Cinsellik ve şiddet, kötülük yaşamın bir parçasıdır. İnsan süslü cümlelerin ardına gizlenmeden, idinin derinliklerinde bütün itlikleriyle anlatılır. Hangi eserlerin ve yazarların yeraltı edebiyatına dâhil edilebileceğiyle ilgili olarak da ortak bir görüş yoktur. Underground yapıtları bir karşı çıkış olarak niteleyen Özen Yula, bu karşı çıkışı içerik, biçim ve dil olmak üzere üç başlık altında ele almıştır.23 Yazarın yeraltında yaşaması, eserin içeriğinin yeraltını anlatması, eserin yayımlanış koşullarının yeraltında olması,24 eserin dil ve üslup aşısından yeraltını

19 Feridun Andaç, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 14. 20 Ayça Seren Ural, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 19. 21 Zeki Coşkun, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 14. 22 Merve Fergökçe, “Yeraltı Edebiyatı”, http://www.sabitfikir.com/dosyalar/yeralti-edebiyati, (30.03.2015). 23 Özen Yula, “Underground’ı tanımlama denemesi (sözcük’ten yazın’a)”, Birikim, S.74, Haziran 1995, s. 68. 24 Koray Sarıdoğan, “Yeraltı Edebiyatı’na Giriş Ve Birer Yeraltı Edebiyatı Romanı Olarak Dövüş Kulübü

12 yansıtması “Yeraltı Edebiyatı” ile ilgili farklı yaklaşımlardır. Aşağıda bu dört yaklaşım ele alınmıştır: a) Bir eserin yeraltı edebiyatı sayılabilmesi için yazarının da yeraltında yaşaması gerekir. Yeraltını, ancak orada yaşayan, tüm çıplaklığıyla, gerçekliğiyle anlatabilir. “Yeraltı Edebiyatı edebî bir türden çok, yazıyla girişilen bir ‘eylem’dir: Hayatla, hayatın hakikatiyle, toplumların gösteri düzenine direnişle, otoritenin reddiyle ilgili bir eylem… Hayati bir eylem…”25 Bu durumda bir hırsız, eşcinsel ve mahkûm olan Jean Genet, Genet kadar olmamakla birlikte yaşama biçimleri dikkate alındığında Marquis De Sade, Charles Bukowski, küçük İskender gibi şair ve yazarları yeraltı edebiyatına dâhil edebiliriz ancak. Yine Türk edebiyatında Kanat Güner, Ayça Seren Ural, Sibel Torunoğlu, Mehmet Kartal da yeraltında yaşayan ve yaşadıklarını dile getiren yeraltı yazarlarıdır. b) Bir eserin yeraltı edebiyatı sayılabilmesi için yeraltını anlatması gerekir. Burada yazar arka planda, eserin içeriği ön plandadır. Yazarın yaşamının değil, eserin içeriğinin yeraltında geçmesi gerekir. Altay Öktem buna itiraz eder. Ona göre, yazarı yeraltında yaşamayan (Bret Easton Ellis), kahramanı Amerikan burjuvazisinin bir üyesi olan Amerikan Sapığı da yeraltı edebiyatının önemli örneklerinden biridir. Çünkü insanın karanlık yönü, yani yeraltı anlatılmaktadır. c) Bir eserin yeraltı edebiyatı sayılabilmesi için yeraltı koşullarında yayımlanıyor olması gerekir. Yayınevleri olmadan genellikle fotokopiyle çoğaltılan, herhangi bir kâr amacı gütmeyen, bu işe gönül vermiş kişiler tarafından elde, daktiloda, bilgisayarda yazılan ve dağıtım şirketlerince değil, bu işin sevenlerince dağıtılan, paylaşılan fanzinler yeraltı edebiyatının asıl yayını durumundadır. Hikmet Temel Akarsu bu konudaki düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir: “Yeraltı Edebiyatı söz konusu olduğunda önemli olan bizim gibiler değil, hücresinin duvarına kanıyla yazı yazanlar, avangart bir ideal ya da duruş adına eser, yazı yayımlayanlar, ölümü göze alıp aykırılıktan ödün vermeyenler, fanzin, e-zine yayınlayıp düzene kafa tutanlardır. Siz, Yeraltı Edebiyatı’na dair bir esere yasal marketten ulaşabiliyorsanız, o eser artık Yeraltı Edebiyatı’na ait olmaktan çıkmış demektir. Toplumca içselleştirilmiştir.”26 Yeraltı edebiyatı bu açıdan değerlendirildiğinde elde sınırlı sayıda eser kalacak, yeraltı edebiyatı fanzin yayıncılığından öteye gidemeyecektir. Yüklü bir sayfa hacmine sahip

İle Azil Adlı Eserlerin Karşılaştırılması”, http://www.kalemkahveklavye.com/2011/11/yeralt- edebiyatna-giris.html, (30.03.2015). 25 Özgür Uçkan, “Bir ‘Eylem’ Olarak “Yeraltı Edebiyatı”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 40. 26 Hikmet Temel Akarsu, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 18.

13 olan romanlar yeraltı edebiyatı bağlamında değerlendirilemeyecek, fotokopi yayınların da hitap edebileceği okuyucu sınırlı olacaktır. Yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilen şair ve yazarlar da her ne kadar popüler olmak, kapitalizmin bir üyesi olmak istemeseler de okunmak, daha çok kişiye ulaşmak isterler. d) Bir eserin yeraltı edebiyatı sayılabilmesi için eserin dil ve üslûbunun yeraltını yansıtması; geleneksel, klasik, hâkim anlayışça kullanılması hoş karşılanmayan argo, küfür gibi ifadelerin eserde yer alabilmesi gerekir. Sokaktaki, köprü altındaki, kenar mahalledeki, yeraltındaki insanı İstanbul Türkçesi ile anlatmak, konuşturmak gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Hayatın bir parçası olan cinsellik, küfür, edebî metinlerde doğallığı içinde yer bulabilmelidir. Yeraltı edebiyatı olarak kabul edilen eserlerin diline bakıldığında, sokaktaki dilin esere yansıdığını, her türlü küfrün, argonun, jargonun, cinsel ifadenin bu tür eserlerde yer aldığı söylenebilir. Yazar, yeraltında yaşamıyor, yeraltını anlatmıyor, eserini yeraltında yayımlamıyor olabilir, ancak dil ve üslûp olarak bir ortaklık söz konusudur. Yukarıda ele alınan bakış açılarının her birinin farklı ölçeklerde gerçekliği vardır. Bir eser, yeraltı edebiyatına dâhil edilirken yukarıda sayılan dört özellikten herhangi biri öne çıkabilir. Ancak önemli olan eserin edebî değeridir. Yeraltında yaşayan herkesin yazdığı, yeraltında yayımlanan her fotokopi, yeraltı yaşamını anlatan veya argo, küfür, cinsellik içeren her eser, yeraltı edebiyatı bağlamında değerlendirilemez. Altay Öktem, “Bir yapıtı ancak edebiyatın ölçütleriyle değerlendirebiliriz. Kaldı ki, bir yapıtın Yeraltı Edebiyatı sayılıp sayılamayacağını anlamak için ille de yazarının yaşamına bakmamız gerekmiyor. Yapıtın otobiyografik olması ise, hiç gerekmiyor. Diğer yandan, bir yapıtın Yeraltı Edebiyatı’na dâhil olabilmesi için, kahramanlarını ille de yeraltı kültürünün temsilcileri arasından seçmesi mi gerekiyor? Kesinlikle bir ölçüt değil bu. (…) Amerikan Sapığı, bence Yeraltı Edebiyatı’nın önemli örneklerinden biriydi. Ne yazarı yeraltında yaşıyordu, ne de roman yeraltı insanlarını anlatıyordu. Aksine roman kahramanı Amerika’nın en üst gelir seviyesindeki bir burjuvaydı.”27 diyerek yeraltı edebiyatında da edebî değerin önemine dikkat çekmiştir. Yazarın sözünü ettiği roman, gerek dil ve üslûbu gerek marjinal bir yaşamı ve kahramanı anlatması yönünden yeraltı edebiyatının özelliklerini taşımaktadır. Yazarının ve kahramanının

27 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatı”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 7.

14 yeraltından olmaması, o eserin yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilmesine engel değildir. Bazı yazarlar yeraltı edebiyatının varlığını kabul etmezler. Altıkırkbeş Yayınevi yönetmeni Şenol Erdoğan’a göre, “‘yeraltı edebiyatı’ denilen şeyi diğer edebî tüketim mekanizmalarının karşısına koymak gibi bir ihtimal söz konusu değildir, zira bir edebiyat türü olarak yeraltı edebiyatı yoktur, lakin bir ‘Pazar’-‘market’ olarak mevcuttur.”28 Yazar, “underground”ın sadece bir teknik olduğunu, bu tekniğin de baskı, matbaa, kopyalama üniteleri, çoğaltma sistemleri olduğunu belirtir.29 Ona göre, underground, altında ekonomik-politik sebepler yatan bir üretim noktasını işaret eder; “bağımsız bir yayıncı ve dağıtımcı olmadığınız sürece yeraltı da yoktur.”30 Her şeyin bir tüketim nesnesine dönüştürüldüğü 21. yüzyılda Şenol Erdoğan’ın düşüncelerinin haklılık payı da yüksektir. Günümüzde yeraltı yazarı olarak nitelenen bazı yazarların Batı’da da ülkemizde de çok sattıkları, birer popüler kültür nesnesine dönüştü(rüldü)kleri bir gerçektir. Edebiyatın yeraltına inişi bir gereksinim sonucudur. Yerüstünde, ana akım edebiyat tarafından dile getirilmesine izin verilmeyen konular, yine izin verilmeyen bir dille anlatılmak istendiği için yeraltına çekilinir. Aşk, ana akım edebiyat tarafından da en çok işlenen temadır. Ancak ana akım edebiyatta aşk yüceltilirken, yeraltı edebiyatında aşkın acı, cinsellik, şiddet vb. yönleri de kaba ve müstehcen olarak adlandırılan bir dil ve üslûpla anlatılır. Ana akım edebiyat, hâkim ideolojinin, geleneksel değerlerin onayına ihtiyaç duyar ve onların devamına hizmet eder. Yeraltı, şaire/yazara özgür bir ifade alanı/olanağı sunar. Sonuç olarak yeraltı edebiyatı, ortada bir görüş birliği yokken, böyle bir türün varlığı bile bazı yazarlarca kabul edilmezken nasıl tanımlanabilir? Türk edebiyatında marjinal söylem araştırılırken ve bir yeraltı şiirinin olup olmadığı tespit edilirken, öncelikle, ortaya konan görüşlerden ve eserlerden yola çıkılarak bir tanımlama yapmak gerekecektir. Yeraltı edebiyatı, pek alışık olunmayan, ana akımın görmediği veya görmezden geldiği, aykırı, marjinal olarak adlandırılan yaşamları, olayları anlatan; anlatımında belli kurallarla kendini sınırlamayan, popüler olmak kaygısı taşımayan; yeraltını, yeraltının diliyle anlatan edebiyattır. Yeraltı edebiyatı eserlerinde ele alınan kahramanlar, hayatın kaybedenleridir, dolayısıyla kaybedecek bir şeyleri de

28 Şenol Erdoğan, “Yerin Dibi”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 28. 29 agm, s.29. 30 agm, s.30.

15 olmayanlardır. Yeraltından gelip, geldiği mekânı, yaşadıklarını anlatan yazarlar olduğu gibi, kendisi yeraltında yaşamadığı halde hayatın kenarında, altında kalanları anlatan yazarlar çoğunluktadır. Ortak bir tanımda uzlaşılamasa da yeraltı edebiyatı olarak kabul edilen bir eserin dilinin sertliği, ele aldığı konuların pek de tercih edilir olmaması; toplumla, sistemle uyuşamayan ve kenara itilenleri, kenarda olmayı tercih edenleri konu edinmesi gibi özellikleri, yeraltı edebiyatını yerüstü edebiyatından ayırt etmek için ipuçlarıdır. Yeraltı edebiyatı, yazarın, sesini geniş kitlelere duyurma, herkesi kucaklama, çok satma, çok kazanma gibi amaçlar taşımadan; politik ve muhalif bir kimliği olan, egemen güçlere karşı duran; herkesin anlatmaya cesaret edemediği, anlatamadığı konuları ele alma cesareti gösteren; dil, biçim veya içerik yönünden resmi edebiyat anlayışı içinde yer almayan ve onu sarsmak, yıkmak isteyen, aynı zamanda da onun tarafından hor görülen edebiyattır.

3. Marjinal Söylem ve Yeraltı Edebiyatı

Kenarda, dışarda kalmayı tercih eden şairler, sistemle uyuşamamış ve alternatif bir söylem geliştirmişlerdir. Bu söylemde genel kabul gören konuların, anlatım şekillerinin, dil kullanımının dışına çıkılır. Dışarıya çıkan, içeridekine göre aykırıdır, marjinaldir. İçerinin ne kurallarını benimseyen ne de olanaklarından yararlanmak isteyen şair; dışarının özgür, bir o kadar da zorluklarla dolu ortamını seçmiştir. Marjinal söylem, hem ana akım söyleme karşı çıkar hem de ana akım söylem sayesinde varlık kazanır.

Marjinallik, yeraltı edebiyatının en önemli özelliğidir. Bu türün gerek içerik gerek dil ve üslûp yönünden öne çıkan özelliklerine bakıldığında, alışılmış edebiyat ürünlerinden farklı oldukları görülür. Edebiyatın da birtakım ahlâk kuralları çerçevesinde oluşmasından yana olan genel anlayış, ayıp veya günah kabul edilen ya da kötü örnek olabileceği düşünülen konuların küfürlü, argolu bir dille anlatılmasını istemez. Bu noktada devreye yeraltı edebiyatı girer. Yeraltı edebiyatı denilince akla ilk gelen aykırılık, sıra dışılık, yani marjinalliktir. Gerçekten de bazen yazarın tercih ettiği yaşam ile bazen eserde kullanılan dil ve üslûpla bazen de kenarda kalmış, bırakılmış konuların ele alınmasıyla bir uçta olma, alışılmışın dışında kalma, yapılmayanı yapma söz konusudur. Yeraltı edebiyatı kendine has, marjinal bir söylem geliştirmiştir. Bu marjinallik, yukarda da değinildiği

16

üzere, yazarın yaşamında, eserin içeriğinde veya dilde karşımıza çıkabilir. Her hâlükârda yeraltı edebiyatı, genel kabulün dışında, yerin altında bir edebiyattır. Yeraltı edebiyatı, altta kalan, kenara itilen yaşamları konu edinir. Yer üstündeki resmi edebiyatın estetik, güzellik anlayışını kabul etmez. Kötülüğün, iyiyi anlatmak için yer bulduğu resmi söylemin karşısına; insanı kötücül bir söylemle, en karanlık noktalarıyla, edepsiz bir dille koyar. Yeraltında da kendi dili, beğenisi olan bir dünya vardır. Yeraltı edebiyatı, bu dünyayı, bu dünyanın diliyle ortaya koyar. Bu da yerüstündeki edebiyata göre marjinal bir edebiyattır. Yeraltı edebiyatı marjinaldir. Ancak marjinal söyleme sahip eserlerin hepsi yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilmeye elverişli olmayabilir. Bâki Asiltürk’ün ilk marjinal şairlerden biri olarak nitelediği Attila İlhan31 bir yeraltı edebiyatçısı değildir.

4. Yeraltı Edebiyatının Özellikleri

Özen Yula, “Underground’ı tanımlama denemesi (sözcük’ten yazın’a)”32 yazısında underground olarak kabul edilen eserlerin ortak özelliklerini on maddede toplamış; Altay Öktem ise Notos’un Yeraltı Edebiyatı özel sayısında, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”33 yazısında, yeraltı edebiyatının özelliklerini yedi maddede özetlemiştir. Ayrıca “Yeraltı Şiirinin Dostları Kimlerdir?”34 adlı yazısında Zate Zatturi (Mehmet Akay), yeraltı şiirinin özelliklerini on dört maddede sıralamıştır. Akay, Yula ve Öktem’den farklı olarak, yeraltı edebiyatını daha çok şiir yönünden ele almıştır. Bu üç çalışmadan yararlanarak, yeraltı edebiyatı olarak kabul edilen eserlerin genel özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:

a) “Ana akımın” işlemeye yanaşmadığı, kıyıda kalmış konuları ele alır. Bunlar daha çok edepsiz sayılan, insanın kötücül yönlerine eğilen, yok sayılan konulardır. Toplum tarafından sapkınlık olarak nitelenen; unutulması, bastırılması, yok sayılması yönünde telkinde bulunulan aile içi şiddet, ensest gibi konular doğallıkla ele alınır. Bâtılı tasvirin insan zihnini bulandıracağı, bu tür olayların anlatılmasının reel hayatta da olabilirliğini sağlayacağı düşüncesiyle resmi, muhafazakâr edebiyat tarafından bu

31 EKLER, Soruşturma, s. 202 32 Özen Yula, “Underground’ı tanımlama denemesi (sözcük’ten yazın’a)”, Birikim, S.74, Haziran 1995, s. 68. 33 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 17-18. 34 Zate Zatturi, “Yeraltı Şiirinin Dostları Kimlerdir?”, http://www.siirpenceresi.com/poetikmetinler/zate_zatturi-2.htm, (05.12.2014)

17 konuların edebî eserlerde yer alması istenmez. İnsanın özünde olan kötülüğün, toplumda kapalı kapılar ardında yüzlercesi gerçekleşen olayların görmezden gelinmesi ise, yeraltı yazarınca etik olarak görülmez. b) Egemen sanat anlayışına, eski kalıp ve söylemlere, popüler kültüre başkaldırma söz konusudur. Genel kabul gören/görmesi istenilen edebiyat anlayışının söylemi yadsınır. Kalıplardan, popülerlik kaygısından uzak; kendi söylemini kurmakta özgür bir edebiyat anlayışı ortaya çıkar. c) Devlet sistematiği, yasa, kural vb. benimsenmez. Yasadışılık, âsilik söz konusudur. Yeraltı edebiyatı yasaların, kuralların dışında varlık kazanır. Benimseme, yürürlükteki sisteme tâbi olmayı, onun izin verdiklerini yapmayı gerektirir. Ancak yeraltı yazarı sistemden hoşnut değildir ve onun yapay düzenine isyan eder. d) Marjinallik, muhaliflik, uyumsuzluk esastır. Ana akım kendini savunma, korunma refleksiyle kendisinden olmayanı marjinal, muhalif, uyumsuz olarak niteleyip, onu yok etmek ister. Ancak yeraltı yazarını/eserini yaratan da aslında bir bakıma bu dışta bırakılmadır. Ana akım, yeraltı edebiyatını yok sayarak var eder. e) Argo, küfür, cinsellikle ilgili sözcükler sıkça kullanılır. Dilin kullanımında esnek davranılır. Günlük yaşamda kullanılan her tür sözcük, ayıp/günah diye ayırt edilmeksizin eserlerde yer bulur. Metin oluşturulurken sözcük seçkinciliği yapılmaz. Aykırı, yasadışı, ahlâk dışı, din dışı sözcüklerin samimiyetine daha çok inanılır. f) Doğaçlama, eşzamanlılık, kesme (cut-up), kolaj vb. teknikler sık kullanılır. Yazar ana akımın anlatım olanaklarının dışında yeni teknikler denemekten çekinmez. Hayat, belli bir şablon hâlinde yaşanmaz. Her an beklenmedik olaylar olabilir, her türlü olumsuzlukla karşılaşılabilir. Bu yüzden metinler oluşturulurken belli kurallar gözetilmez, yazar dilediği anlatım tarzını denemekte özgür bırakılır. g) Okuyucuyu irkilten bir üslûbu vardır. Mekân, konu, dil vb. alışılmışın dışındadır. İçerik yönünden alışılmışın dışında olan eser, yazarın kuralsız dil ve üslûbuyla birleşince sıradan okurun rahat okuyabileceği bir metin olmaktan çıkar. Haber programlarındaki, izleyiciyi/dinleyiciyi sadece şaşırtan olaylar, edebî kurgu içinde okuru dehşete düşürür. Şiddet, cinsellik, sapkınlıkla karşılaşan okuyucu, edebiyatın gücünün de etkisiyle paniğe kapılır. Merak ve tedirginlik, okuyucuyu diken üstünde tutar. h) Yabancılaşma temel alınır. Anlatım, içerik, kahraman, okuyucu için yabancıdır; ayrıca eserlerdeki kahramanlar da topluma yabancıdır. Anlatılan olaylar, kahramanlar, mekân kenarda olduğu/bırakıldığı için genel okura yabancıdır. Hem

18 kahraman topluma yabancıdır hem de toplum kahramana yabancıdır. Okurun başlangıçtaki yabancılığı, giderek kendi benliğinin dehlizlerinde bir yolculuğa dönüşür ve okur, anlatılanların aslında hiç de kendine yabancı olmadığını fark eder. i) Deneysellik önemlidir. Klasik kurgu bozulmaya, ana akımın dışına çıkılmaya çalışılır. Her fırsatta ana akım edebiyat anlayışını bozmaya, onun klasik yapısını hırpalamaya çalışan yeraltı yazarı yeni yöntemler dener; bozar, yıkar, parçalar, yapar. Mevcut edebiyat anlayışı ve dil paramparça edilir. Anlatım bazen sıradanlaşır, bazen karmaşıklaşır; ancak her zaman düzenin dışına çıkılmaya çalışılır. j) Sert bir gerçeklik söz konusudur. Olaylar estetize edilmez; natüralist anlayışın ötesinde bir gerçeklikle ele alınır. İnsanın bastırılmış duygu ve düşüncelerinin, hayallerinin, kısaca karanlıkta bırakması istenilen en karanlık yönlerinin anlatılması, bunun da olabilir bir gerçeklikle kurgulanması söz konusudur. Freud’un psikanalize kazandırdığı id serbest bırakılır. k) Cinsellik, hayatta olduğu gibi, tüm gerçekliği ve çarpıklığıyla işlenir. Ana akım edebiyatta ihmal edilen cinsellik; eşcinsellik, ensest, tecavüz gibi olaylar da göz ardı edilmeksizin işlenir. İnsanın var olma nedeni ve eylemi olan cinsellik normalleştirilir. Bununla birlikte sapkın olarak nitelenen davranışlar, cinsel eylemler, toplumsal bir cinsel şiddet olarak var olan, ancak gizlenen ensest ve tecavüz de bütün çirkinliğiyle eserlerde kendine yer bulur. Hatta insanın kötücül bir varlık olduğu, şeytanın aslında insanın ta kendisi olduğu gösterilmek istenircesine, özellikle bu tür konuların tercih edildiği de olur. l) İnsanın bilinçaltına, karanlık yönüne, idine özellikle eğilinir. Freud’un insanın özünün bilinçaltında olduğu düşüncesinden yola çıkılarak, insanın hayvansı yönü, sapkın arzuları açıkça ele alınır. İnsanın bastırılmış duygu ve düşünceleri, içindeki hayvanın serbest kalması sonucu gerçekleşen eylemlere yer verilir. m) İktidar karşıtı bir edebiyattır. Politik yönü söz konusudur. Muhalif yapısı gereği iktidarla arası açıktır. Denetlenmeyi reddeder, denetim kurumlarını yok sayar. Politikliği; politikaya, iktidara, sisteme karşı olması yönüyledir. Devletlerin, iktidarların ideolojileriyle çatışır, çünkü onlara karşıdır, onları yıkmak, yok etmek ister. Toplumcu gerçekçi anlayıştan öte, bireyin özgürlüğünün sınırlandırılmasına, bireyin belli kalıplara sokulmak istenmesine, iktidarın tüm kurumlarına karşı çıkma vardır. n) Beat kuşağı yazarlarının etkisi vardır. Beat Generation, yaşam tarzları ve ortaya koydukları eserlerle yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilebilecek özelliktedir. Dolayısıyla bu kuşak, kendinden sonra gelen yazarlara ilham kaynağı olmuştur.

19

o) Meşru değil, gayri meşru bir edebiyattır. Hem hayatı algılayışları hem de ortaya koydukları eserler yasal olmadığı gibi, toplum tarafından meşru da sayılmaz. Fanzinler, fotokopiler devletten belli bir izin alınmaksızın, bir bildiri gibi çıkarılırlar ve dağıtılırlar. Bir yayınevi tarafından basılan eserler de yasaklanma, toplatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Toplumun ahlâkını bozucu, muzır neşriyat olarak nitelenebilir. p) Alkol, uyuşturucu gibi madde bağımlılığı, bohem/özgür yaşam sıklıkla işlenir. İnsanlığa mutluluk getirmeyen rasyonel, büyük düşüncelerden uzaklaşılır; anlık mutlulukların peşine düşülür. Bunu da sağlayabilecek yani aklı devre dışı bırakacak olan alkol, esrar, eroin vb. maddelerdir. Uyuşturucu maddelerin kullanımı, teşvik edici derecede övülür. q) Protest bir duruş sergilenir. Toplumun, devletin istediği insan tipinin dışında yer aldıkları için duruşları ister istemez bir protesto niteliği taşır. Yeraltı yazarı devlete, geleneğe, dine, savaşa, kapitalizme vb. karşıdır. r) Modern basım ve dağıtım yanında; fotokopi, fanzin, e-zine gibi yasallığı ve devlet denetimi olmayan ürünlerin yayımlanma süreci söz konusudur. Ortaya çıkışı yasal olmayan yollarla olsa da yeraltı edebiyatı, kapitalizm tarafından bir pazar olarak görülmeye başlanmıştır. s) Avangart (öncü) bir edebiyattır. Anlatılmayanı, tercih edilmeyen bir üslûpla anlatır. Deneysellik, yenilik arayışı ile öncü bir anlayış sergiler. Ana akım anlayışın değinmediği, uzak durduğu konuları ele alması ve verili dili reddedip yeni arayışlara yönelmesi, dilde herhangi bir sınırlamaya gitmemesi, norm dışı olması onun avangart (öncü) özelliğidir. t) Dil elitist kaygılardan uzakta, ihtiyaca göre yeniden düzenlenir. Kahramanlar, olaylar elit değildir; bu yüzden dil ve üslûp da sahicilik açısından alışılmışın dışındadır. Sokak dili, argo, bayağı sözcükler, delikanlı ağzı vb. kullanılır. u) Didaktik değildir. Neyin iyi, neyin kötü olduğu üzerinde durulmaz. Alkolden, uyuşturucudan söz edilirken bunların zararlı alışkanlıklar olduğundan, uzak durulması gerektiğinden bahsedilmez. Hayat, insan kötüdür. Güzel, mutlu yarınlar sadece düştür. Hayat, en büyük öğretmendir, o da kötü bir öğretmendir. Yeraltı edebiyatı yukarıda sıralanan özellikleri ile ana akım edebiyatın dışında, kıyısında, karşısında yer alır. Bir karşı edebiyat, onu oluşturan sıra dışı bir söylem söz konusudur. Ana akım edebiyatın merkezde olduğu düşünülecek olursa, yeraltı edebiyatı merkezden uzaktadır.

20

BİRİNCİ BÖLÜM

I. YERALTI EDEBİYATININ ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ

1.1. Batı’da Yeraltı Edebiyatı

Yeraltı edebiyatının tanımlamasındaki zorluk ve görüş ayrılıkları, tarihi seyrinin belirlenmesinde de söz konusudur. Hikmet Temel Akarsu, “Beş yüz yıl öncesinin yeraltı edebiyatı olan, günümüzün ana kültürel öğesi olabilmektedir.”35 der. “Marquis de Sade’ın el altından dağıtılan kitaplarını dönemi içinde yeraltı edebiyatından sayabiliriz.”36 diyen Ozan Marakoğlu, Akarsu’yu desteklemektedir. Bu açıdan bakacak olursak, Jack Kerouac'ın, Yolda (On the Road) romanı için de aynı durum geçerli olacaktır.

Hasan Bülent Kahraman, yeraltı edebiyatının ilk örneği olarak gotik edebiyatı görür. Ona göre gerçek anlamda yeraltı edebiyatının kurucu ismi de Marquis de Sade’tır. Gerek İngiltere’de ortaya çıkan gotik edebiyat gerek Fransa’da ortaya çıkan ve daha çok Sade’in örneklerini verdiği liberten edebiyat, aydınlanma felsefesinin akılcılığına, deneyselliğine bir tepkidir. “Gotik Edebiyat da Liberten Edebiyat da yerleşik ve hegemonik olanın dışında bir algılama düzlemi meydana getirme uğraşısı içinde”dir.37 “Gotik edebiyat, 18. yüzyıl Avrupa’sında gelişen bir tür olarak Ortaçağ’ı hatırlatacak şekilde doğaüstü güçlerin, esrarengiz şatoların, canavarların ve hayaletlerin anlatılarını kapsar. Gotik türün ortaya çıkışında devrin pozitivist aydınlanmacı anlayışını yadsıyan inkârcı bir tutum belirleyicidir. Aklın egemenliğine karşı metafiziğin ve bâtıl inançların yüceltildiği Ortaçağ’a dönüş arzusu söz konusudur.”38 Edgar Allan Poe, Horace Walpole, Bram Stoker, Mary Shelly, Emily Bronte vb. gotik edebiyat türünde eser veren yazarlardandır. “Libertin, toplumun büyük kesimi tarafından kabul görmüş ahlâk ve davranış şekillerini reddeder. Algılar arayıcılığıyla deneyimlenen fiziksel zevklerin peşinden koşar. Libertinlik konusunda Schoderlot de

35 Hikmet Temel Akarsu, “Nazım Hikmet 1930’larda Yeraltı Edebiyatıydı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 37. 36 Ozan Marakoğlu, “Edebiyatın Edepsizliği ya da Tutucu Olmayan Bütün Metinler Üstüne”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 47. 37 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s.10. 38 Hazel Melek Akdik, “Kadın Ve Korku: Suat Derviş’in Gotik Romanları”, http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/kadin-ve-korku-396810, (30.03.2015)

21

Laclos ve Marquis de Sade önemli eserler vermiş kişilerdir.”39 Ana akımın, genel algının dışına çıkan bu iki anlayışın, yeraltı edebiyatına kaynaklık ettiği, en azından yeraltı şair ve yazarlarını etkilediği söylenebilir. Osman Çakmakçı, yeraltı edebiyatının kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ortaya çıktığını söyler. Thomas de Quincey, William Blake gibi istisnaların da bu edebiyatla ilişkilendirilebileceğini belirten Çakmakçı, yeraltı edebiyatının en fazla 19. yüzyıl ortalarına kadar götürülebileceğini ifade ederek şunları ekler: “20. yy.’ın başında, kapitalizmin güç ve iktidar kazanmaya başlamasıyla, kapitalist dünya görüşünün, yaşam biçiminin ve ahlâkının egemen olmasıyla ve dünyayı ve dâhi insan yaşamını kendi kuralları uyarınca düzenleyip temsil sistemlerini oluşturmasıyla birlikte bu dünyaya, yaşam biçimine, ahlâkına ve temsil sistemine karşı duran, kendine ‘anlamlı’ ve ‘sahici’ bir yer bulamayan yazarlar yerin altına çekilip, kapitalizmin yanıltıcı ışığının aydınlattığı dünyanın ve gerçekliklerin dışında başka dünyalar ve gerçeklikliler de olduğunu ileri sürüyorlar.”40 Merve Fergökçe de yeraltı edebiyatının ilham kaynağı, fikir babası olarak Sade’ı görür. Ona göre, yeraltı edebiyatı yazarlarının açık saçık, korkusuz dili, ürkütücü hikâyelerinin dayandığı nokta sadizmdir, yani Sade’tır. Sade, tanrı ve din olgularına karşı çıkmış; dinin, başta aristokratlar olmak üzere tüm insanlığın çirkinliklerini örtbas edebilmek adına kullanıldığını belirtmiştir. Tutuklanmalar, gözaltılar, akıl hastaneleriyle geçen hayatında genelde cinsel sapkınlıkla suçlanmıştır. Les 120 Journees de Sodome (Sodom’un 120 Günü), Justine ou les Malheurs de la Vertu adlı eserleri filme de aktarılmıştır. Sade, birçok yazara ilham kaynağı olmuştur. Charles Bukowski’nin kadınlarla olan çarpık ilişkilerini aktarma biçiminde Sade’tan ciddi esinlenmeler vardır.41 Dünyada yeraltı kültürünün şekillendiği, örgütlendiği, kendini ifade ettiği en önemli alan fanzinlerdir. Haksızlığa başkaldırmanın, daha çok özgürlük talep etmenin, sisteme karşı muhalif bir ses yükseltmenin, bir karşı hareket oluşturmanın şartlarının oluştuğu baskı dönemlerinde yeraltından birileri bildiriler yazıp dağıtmaya başlar. Altay

39 “Libertin”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Libertin, (20.10.2014) 40 Osman Çakmakçı, “Edebiyatın ‘Yeraltı’ Damarı”, Milliyet Sanat, S.548, Kasım 2004, s. 93. 41 Merve Fergökçe, “Yeraltı Edebiyatı”, http://www.sabitfikir.com/dosyalar/yeralti-edebiyati, (30.03.2015).

22

Öktem’e göre Martin Luther King’in teksirle çoğaltılan bildirileri, II. Dünya Savaşı’nda direnişçilerin yine teksirle çoğaltıp yaygınlaştırdıkları bildiriler de bir çeşit fanzindir.42 Batı’da yeraltı edebiyatının (underground literatüre) yaygınlık kazanmaya başlaması, Beat Generation yazar ve şairleriyledir. “‘Beat’, kelime olarak; meteliksiz, yersiz yurtsuz, başıboş, bitkin, umarsız, uykusuz, uyumayan, her şeyi derinlemesine algılayan, aşırı duyarlı, kendi başına, dışlanmış gibi anlamlara gelebilmektedir. Ancak, Jack Kerouac kelimenin bir başka anlamına daha dikkat çek(er): ‘Beatific’, yani kutsal veya kutsanmış. Kerouac’ın bu anlama dikkat çekmekle; ezilenlerin, dışlanmışların gizli kutsallığını vurgulamak istediği söylenmektedir.”43 Kendisi de Beat kuşağının önemli bir yazarı olan Jack Kerouac, başka bir yerde de Beat’leri şöyle tanımlar: “Sonunda Batı’nın ‘özgürlük’ makinesine sırt çeviren ve uyuşturucu kullanan, bop seven, kavrayış parlamaları yaşayan, ‘duyuların bozulmasını’ tecrübe eden, tuhaf konuşan, fakir ve hoşnut olan, Amerikan kültürü için yeni bir üslûbu, (Kayıp Kuşak’ın aksine) Avrupa’nın etkilerinden tamamen bağımsız (olduğunu düşündüğümüz) yeni bir üslûbu, yeni bir büyüyü haber veren yeraltı kahramanları”dır.44 Kerouac, On the Road (Yolda) adlı eserinde Beat düşüncesini, Beat felsefesini ve yaşamını anlatmıştır. Beat şiirinin önemli örneklerinden Howl’u (Uluma) okuduktan sonra McCulure şunları söylemiştir: “Bir bariyer yıkıldı! Bir insan sesi ve bedeni: Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi.”45 Howl, Beat şiirinin, kuşağının manifestosu olarak kabul edilir. Kitap, Amerikan hükümetince yasaklatılmış, yayıncıları mahkemede yargılanmışlardır.46 Şiirin giriş bölümü şu şekildedir: “Gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla açlıktan geberdiğini, zenci sokakların şafağında gördüm onları

42 Alay Öktem, Şeytan Aletleri, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 16. 43 Asher, “Beat Etymology: Lost, Beat and Hip”; Muratoğlu-Sayın, 2014:5’den aktaran: Cuma Ali Bursa, “Edebiyatta Sansür, Beat Kuşağı ve Hukuk”, http://www.umut.org.tr/Upload/Document/document_c1063a5991364403a045ba6e173d2eb2.pdf, (20.06.2015) 44 Fiona Paton, “Kerouac’ın Spontan Düzyazısı ve Savaş Sonrası Avant-Garde”, (Çev. Artemis Günebakanlı), Kitap-lık, S.139, Haziran 2010, s. 60. 45 Şenol Erdoğan-Musa Yılmaz, “Allen Ginsberg-Howl&‘Kaddish’”, Kitap-lık, S.139, Haziran 2010, s. 66. 46 agm, s. 67.

23

bozuk kafalarıyla mal ararken, gecenin makinesinde yıldızlı dinamo ile eski cennetsel bağ için yanıp tutuşan melek kafalı hipsterler, yoksulluk ve paçavralar ve sahte gözlerle şehirlerin üstünde yüzen sıcak suyu olmayan ucuz odaların doğa üstü karanlığında yükseğe doğrulup sigara içerken jazzı seyredenler Yaradan’ın cennetinde zihinleri apaçık olanlar aydınlatılmış ucuz çatı katlarında ve yeraltlarında Muhammed’in dolaşaduran meleklerini görenler,”47 Bir karşı kültür hareketi olan Beat Generation, 1950’lerin sonlarıyla 1960’ların başlarında Amerika’da ortaya çıkmış, “uçlarda yaşayanların dünyaya bakışlarını, kurallara karşı çıkışı, yeraltını, isyankârlığı, aykırılığı temel alan alternatif yaşam biçimi ve edebiyat anlayışı(nı) getirmiştir.”48 Beat Kuşağı da durup dururken ortaya çıkmamıştır. Onlara zemini hazırlayan “1920’li yıllar(da) ortaya çıkan, üniversite çağına gelen gençlerin taleplerini dışa vuran ‘Caz Çağı’”; “kaynağı anavatanlarından sökülerek getirilip köleleştirilen zencilerin o günlerden yaşanılan güne uzanan çileleri ve acıları olan Blues; “kaynağı 1950’li yıllarda ortaya çıkan, sert temposu ve tehlikeli şarkı sözleri ile tanınan zenci müziği Rythm & Blues olan Rock and Roll”dur.49 Beat kuşağının önemli yazar ve şairleri şunlardır: Jack Kerouac, Allen Ginsberg, William S. Burroughs, Lawrence Ferlinghetti, Gary Snyder. Merve Fergökçe, Sabitfikir’deki “Yeraltı Edebiyatı” adlı yazısında yeraltı edebiyatının öne çıkan yazarlarını değerlendirmiştir. Burroughs, Beat hareketi edebiyatının ana özelliklerinden olan “yaşadığını yazmak düsturu”nu eserlerinde uygulamış, ‘80 Punk atmosferine dek her şeyi etkilemiş, kuşak içinde en aykırı yazar olarak öne çıkmış, yazın tekniğini sürekli değiştirmiş ve geliştirmiş, Çıplak Şölen, Nova Expresi, Yumuşak Makine gibi büyük yankı uyandıran eserlerini yazmıştır. Fergörkçe’nin, Nova Expresi’nden yaptığı şu alıntı hem yeraltı edebiyatı, hem de Burroughs’un zihniyeti açısından ipucu mahiyetindedir:

47 Allen Ginsberg, Uluma ve Öteki Şiirler, (Çev. Melis Oflas – Şenol Erdoğan), Altıkırkbeş Yayın, Kadıköy 2013, s. 11. 48 Bâki Asiltürk, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013, s. 402. 49 Şenol Erdoğan-Kerem Kamil Koç, “Beat Kuşağı”, Kitap-lık, S.139, Haziran 2010, s. 58-59.

24

“Şimdi bana bir narkotik sorunsalını sürdürmek isteyip istemediğimi soruyorsunuz ve ben diyorum ki: HASTALIĞI KORUYUN. Toplumu hastalıktan korumak için yaratılmış suçlular olmalı.”50 Charles Bukowski (Heinrich Karl Bukowski), eserlerinde yeraltı edebiyatının anti-kahramanlarını sıkça gördüğümüz bir yazardır. Yazılarında sokak jargonunu, birlikte olduğu kadınları, alkol bağımlılığını, düzensiz hayatını yansıtır. O, “sokakların en kuytusundan, hayatın en pis köşelerinden derlenmiş bir yaşam deneyimi ile konuşur.”51 Yaşamı ve eserleri arasında paralellik olan bir yazardır. Bukowski, John Fante’den (Toza Sor) çok etkilenmiş, aynı zamanda onun edebiyat dünyasında tanınmasını sağlamıştır.52 Chuck Palahniuk, sinemaya da uyarlanan Fight Club (Dövüş Kulübü) ve Choke (Tıkanma); ayrıca Gösteri Peygamberi, Ölüm Pornosu adlı eserleriyle tanınır. Dövüş Kulübü’nde, “İnsanların içlerinde bulundurdukları ve günlük hayatta bastırmak zorunda kaldıkları şiddet yönelimini, belirli bir topluluk içerisinde rahatça dile getirdikleri hatta eyleme döktükleri ve modern çağın deyimiyle bir nevi terapi faydasını aldıkları bu kulüpte, şiddet eğilimi ve bu eğilimin eyleme dökülme hâli önce bireyin üzerinden vurgulanır, daha sonra bunu bir ihtiyaç hâline getiren ve gittikçe genişleyen kitlenin normal dışı davranışları gözler önüne serilir.”53 Norman Mailler, The White Negro adlı incelemesi ile yeraltı yazarları içinde yerini almıştır. Irvine Welsh, uyuşturucu deneyimi yaşayan ve punk kültür içinde yer alan; bu deneyimlerini Trainspotting adlı eserde ortaya koyan bir diğer yeraltı yazarıdır.54 Bulaşıkçılıktan liman işçiliğine, barmenlikten gazeteciliğe kadar pek çok işte çalışan, Paris’te bir dönem aylak bir yaşam süren, ABD’de 1961 yılına kadar yayımlanamayan ve ülkeye sokulması dahi yasak olan Yengeç Dönencesi adlı eserin yazarı Henry Miller55 yeraltı edebiyatı ile ilişkilendirilebilecek yazarlar arasındadır.

50 Merve Fergökçe, “Yeraltı Edebiyatı”, http://www.sabitfikir.com/dosyalar/yeralti-edebiyati, (30.03.2015). 51 Ali Ulvi Özdemir, Charles Bukowski’nin Kavgası ve Satır Aralarındaki Solculuğu, Alter Yayıncılık, Ankara 2009, s. 142. 52 John Fante, http://www.parantez.net/johnfante.shtml (21.08.2015) 53 Merve Fergökçe, “Yeraltı Edebiyatı”, http://www.sabitfikir.com/dosyalar/yeralti-edebiyati, (30.03.2015). 54 agm, a.y. 55 Henry Miller, Yengeç Dönencesi (Çev. Avi Pardo), Siren Yayınları, İstanbul 2012, s. 4.

25

Beat kuşağından sonra, adı William Wantling, Doug Blazek ve Charles Bukowski ile özdeşleştirilen “meat kuşağı”56 ile karşılaşırız. Hiçbir şeyi kutsal kabul etmeyen, amaçları şiir dilini “gevşetmek” olan; Bukowski’nin, kendi gibi teksir makinesi kullanan şairleri tanımlamak için uydurduğu “meat şairleri”ne göre: “Şiir her şeyden oluşurdu: si.işmek, küfür, uyuşturucu, ırk ve hapishane, hepsi aynıydı. Her şey ama her şey şiir sayılırdı.”57 Yeraltı edebiyatı ile ilişkilendirilebilecek bir başka hareket de Punk’tır. Punk kültürü, 1970'lerin ortasında ifade özgürlüğü hareketi ve isyanı olarak ortaya çıkmıştır. Kültür, minimalist sistem karşıtı müzik Punk Rock’a dayalıdır. Punk, kendi giyim tarzı, felsefesi, edebiyatı (fanzinler), dansları (punk showları) ve görselliği ile sağlam bir alt kültür oluşturmuştur. Punk kültürü, popüler kültüre kaynaklık etmekle beraber kendi içinde alt kültürler de oluşturmuştur. Punklar, içinde bulundukları durumu protesto etmek için ellerindeki her malzeme ile bedenleri de dâhil, kendilerini ironik bir biçimde "toplumsal atık" olarak sunarlar: Köle kıyafetleri, zincirler, deriler, dayatılan cinsiyetçi modaya karşı androjenlik, parçalanmış giysiler, rengârenk ve dikleştirilmiş saç biçimleri ve punk sembollerinden bedene iliştirilmiş çengelli iğne... Punk, anti-modadır. Amacı geleneksel kalıplar içinde yaşayan topluma karşı algıyı bozmaya yönelik bir protestodur.58 Kısıtlamalara, sansüre, kurallara, kısaca her türlü kurumsallaşmaya karşı çıkan punklar, kendilerini fanzinlerle, dış görünüşleriyle, müzikleriyle ifade etmişler; ana akım dışında bir altkültür oluşturmuşlardır. Zühtü Bayar’a göre, “punk edebiyat”: “hırsızlığın, yapanıyla gurur duyulduğu, hortumlamanın mubah sayıldığı ama Amerikan filmlerindeki küfürler çevrilirken alabildiğine yumuşatılan ‘utangaç’ ve ikiyüzlü bir toplumda etikanın bekçisidir.”59 Batı’da yeraltı edebiyatı denilince ilk akla gelen Amerika ve İngiltere olsa da, bu iki ülke dışında da yeraltı edebiyatı örnekleriyle karşılaşılmaktadır. Fransa’da, yirmili yaşlarının başında fahişelik yapmış ve yaşadıklarını Fahişe adlı otobiyografik romanında anlatmış Nelly Arcan60; Bukowski, Burroughs, Artaud ve Hubert Selby Jr.’ın atası olarak değerlendirilen, eserlerinde cinselliği kötücül ve kokuşmuş bir olgu olarak

56 Şenol Erdoğan, “Meat Kuşağı”, Underground Poetix, Vol.6, Altıkırkbeş Yayın, Temmuz 2010, s.y. 57 agm, s.y. 58 “Punk kültürü”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Punk_kültürü, (22.11.2014) 59 Zühtü Bayar, “Fanzine: Punk Edebiyatın Karabarutu!”, Genel Kültürden Kenar Kültüre: 101 Fanzin, İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 10. 60 Nelly Arcan, Fahişe, (Çev. Alev Özgüner), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012, s. 2.

26 ele alan Octave Mirbeau61; Claude Lucas (Gönüllü Sürgün), Philippe Sollers (Hayran Olunası Casanova), Dragan Babic (Son Sürgün), Georges Bataille (Annem), Jean Genet (Hırsızın Günlüğü) Fransız yeraltı edebiyatının öne çıkan isimleridir. Norveç’te Ola Bauer (Acemi Pezevenk); “Yerleşik bir toplumdışı” olarak ve uyumsuz, eşcinsel, depresif, yalnız yaşayan kahramanları anlatmasıyla tanınan” ve Beyaz Zenciler adlı eseriyle ünlü Ingvar Ambjörnsen62; Almanya’da Clemens Meyer (Biz Rüya Görürken); İsveç’te, Birgitta Trotzig (Çamur Kralının Kızı); Romanya’da Mircea Cartarescu (Travesti); Belçika’da Annelies Verbeke (Uyku); İtalya’da, Andrea G. Pinketts, İspanya’da Manuel Vila yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilen ürünler ortaya koymuşlardır.

1.2. Türkiye’de Marjinal Söylem ve Yeraltı Edebiyatı

Yeraltı, Türk edebiyatında öne çıkan bir kavram değildir. Türk edebiyat tarihine bakıldığında genel anlayışın dışına çıkmanın pek hoş karşılanmadığı, hatta bu tip girişimlerin cezalandırıldığı görülür. Bir hiciv ustası olan Nef’i’nin, öldürülmesine sebep muhalif sesidir. Her ne kadar sistem, kendinden olmayanı etkisizleştirip dışlasa da bütün yazarların ve şairlerin uslu uslu oturdukları da söylenemez. Türk edebiyatında, gün ışığına çıkan eserler göz önüne alındığında, gerek içerik gerek dil ve üslûp yönünden ana akımın dışında, döneminde/günümüzde de marjinal sayılabilecek eserlerin yazıldığı görülmektedir. Osmanlı döneminde yazılan bahnâme, hammamiye, dellaknâme gibi metinlerde; Sümbülzâde Vehbi, Enderunlu Fâzıl vb. şairlerin gazellerinde; sakal bestelerinde vb. eşcinsel aşk işlenmiştir.

16. yüzyıl şairlerinden Gazâli mahlaslı Deli Birader'in eseri Kitab-ı Dâfiü'l- Gumûm (Gamları Def Eden Kitap), “şiirlerle örülü, darb-ı mesellerle bezeli, nev’i şahsına münhasır bir küçücük kitapçık(tır). Osmanlı toplumunda yaşanan cinselliğin pratiği ile fantezisini, gerçeği ile abartısını resmi dil ve görüşün dışına taşarak, dönemin argosunu ve kaba dilini de kullanarak mizahlı bir bakış açısıyla”63 aktarır: “cihanda var iken ziba latif a. gişi g.. s..me hayli b.. yimektür var iken bal ile yağ parmağını

61 Octave Mirbeau, İşkence Bahçesi, (Çev. Yıldız Ademoğlu Atlan), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2007, s. 2. 62 Ingvar Ambjörnsen, Beyaz Zenciler, (Çev. Banu Gürsaler Syvertsen), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 2. 63 Deli Birader, Kitab-ı Dafi-ü’l-Gumum, (Haz. Filiz Bingölçe), AltÜst Yayınları, Ankara 2007, s. 5.

27

b..a bandırmak adam ne dimektür”64 18. yüzyıl şairlerinden Enderunlu Fâzıl(1759-1810), Zenannâme, Hubannâme, Defter-i Aşk, Çenginâme adlı eserleriyle ve delikanlılar için yazdığı gazellerle resmi söylemin dışına çıkar. Enderunlu Fâzıl, “Osmanlı döneminde toplatılan ilk kitap olan Zenanname'yi65 (Kadınlar Kitabı) yazan şairdir. Enderunlu Fâzıl, eşcinsel olmakla her vesileyle övünmüştür. Kadınlardan zevk almadığını devamlı tekrarlamış, eserlerinde hep bu konuyu işlemiştir. Maceralarını, duygularını, isteklerini apaçık ve hiçbir şeyin ardına gizlenmeden anlatmıştır. Üstelik bu açık sözlülüğü, ona şu ünlü beytini yazdırır: ‘Şairiz, şeyn verir şânımıza Giremez fâhişe divânımıza.’”66 Şair, hemcinsleri için gazeller de yazmıştır. Ahmet Ağa adlı kişiye yazdığı gazelinin bir beyiti şu şekildedir: “Ahmet Ağa ki anın kameti bâlâ amma Viricek vasla rızâ geh uzanur geh kısalur”67 Galip Paşa (?-1876), 19. yüzyılda Mutayebat-ı Türkiyye (Türkçe Eğlencelikler) ile cinsellikle ilgili şiirler içeren, türünün bilinen tek ve en ilginç eserini68 yazmıştır. Kaba Türkçe ile yazdığını söylediği için “Türk Galip”69 olarak anılan Galip Paşa, bu eserini “boş vakitleri eğlenceli geçirmek amacıyla” kaleme aldığını belirtmiştir.70 Kastamonu yöresi ağzıyla yazılan eserde argo ve küfür mizahî amaçla kullanılmıştır. Eserden alınan şu beyitte yerel söyleyişle, cinsellik dile getirilmiştir: “pek doğuzlandu y…..m sohuyun bi iki kaç düğleme şavlarını yenge gadın a..uğun aç”71 Yukarıda bahsedilen, Kitab-ı Dâfiü'l-Gumûm ve Mutayebat-ı Türkiyye, cinsel mizahın öne çıktığı eserlerdir. Ayıp olarak görülen müstehcen durumlar komikleştirilerek birer eğlenceliğe dönüştürülmüştür. Hayatın ayrılmaz bir parçası olan cinsellik, bu eserlerde ancak gülmeceyle yer bulabilmiştir. Enderunlu Fâzıl’ın eserleri ise kadınlar ve erkekler üzerine yazılmış, didaktiklik yönü de olan eserlerdir. Toplumda

64 Age, s. 65. 65 Filiz Bingölçe, Kadınlar Kitabı (Osmalıca Zenanname)’den aktaran: http://ahmetdursun374.blogcu.com/kadinlar-kitabi-osmalica-zenanname/11404154, (06.07.2015) 66 Enderunlu Fazıl, Güzel Oğlanlar Kitabı, (Fransızcadan Çev. Reşit İmrahor), CinSel Yayın, İstanbul 2009, Arka Kapak. 67 Murat Bardakçı, Osmanlı’da Seks, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005, s. 125. 68 Galip Paşa, Mutayebat-ı Türkiyye, Türkçe Eğlecelikler, (Haz. Filiz Bingölçe), AltÜst Yayınları, Ankara 2007, s. 5. 69 Age, s. 8. 70 Age, s. 10. 71 Age, s. 42.

28 dillendirilmesi tabu olan cinselliğin, yukarıda zikredilen eserlerde yer bulabilmesi, bir tabunun çiğnenmesi, genel anlayışın dışına çıkılmasıdır. Bu da, eserlerin, yazıldıkları dönemler düşünüldüğünde, günümüzdeki anlamıyla olmasa bile, en azından yeraltına göz kırpan eserler olarak kabul edilebileceklerini gösterir. Türk halk şiirinde de çizginin dışına çıkan şairlerle/şiirlerle karşılaşılmaktadır. Bazı türkülerde cinsellik yönünden edepsiz bir söylem yer alır. “Entarisi ala benziyor / Şeftalisi bala benziyor”72 türküsünde şeftali ile kadın cinsellik organı çağrıştırlmaktadır. “Alime (Hovarda Türküsü)” adlı türküde de (H)alime adlı bir kadının şuh, edepsiz halleri anlatılmaktadır: “Halime'yi samanlıkta bastılar Şalvarını gül dalına astılar Gecesini bin beş yüze kestiler”73 Türk halk şiirinin öne çıkan şairlerinden Karacaoğlan ve ’ın da erotik aşk şiirleri vardır. Aşağıdaki şiirde Karacaoğlan sevgiliye karşı duyduğu somut, maddi aşkı dile getirmiştir: “Bahçende gülün güllenmiş Şeyda bülbülün dillenmiş Koynunda memen kirlenmiş Emilmeyi emilmeyi”74 Erzurumlu Emrah da aşağıdaki şiirinde Karacaoğlan gibi, sevgilinin bedensel haz verecek özelliklerinden söz etmiştir: “Evvel bahar yaz ayları gelende Açılmış bahçede gül memelerin Versen de ağzıma emsem leblerin Bal ile yuğrulmuş yâr memelerin”75 Bu örneklerde sevgili ulaşılmaz bir noktada değildir, şair sevgiliyle bedensel hazlar yaşamayı düşlemektedir. Halk şiirindeki taşlamalarda da olumsuz gidişat eleştirilir. Zaman ve zamâne insanları yaptıkları veya yapmakdıklarından ötürü kınanır. Seyrâni’nin aşağıdaki dörtlüğü güzel bir taşlama örneğidir: “Mahkeme meclisi icat olduğu

72 “Entarisi Ala Benziyor”, http://www.turkuler.com/sozler/turku_entarisi_ala_benziyor.html (27.09.2015) 73 “Alime (Hovarda Türküsü)”, http://www.turkudostlari.net/soz.asp?turku=12925, (27.09.2015) 74 Asım Bezirci, Türk Halk Şiiri Cilt- I., Say Yayınları, İstanbul 1993, s.269. 75 Age, s. 337.

29

Çeşme-i rüşvetin akmaklığından Kaza belâ ile âlem dolduğu Kazların kadıya uçmaklığından”76 Yukarıdaki örnekler de göstermektedir ki, Türk halk şiirinde aşkın erotik bir dille anlatıldığı ve olumsuz toplumsal olayların yerildiği marjinal sayılabilcek söylem örnekleriyle karşılaşılmaktadır. Edebiyatımızda marjinal söylemin görüldüğü diğer alan hicivdir. Kasidenin bir türü olan hicivde, toplumdaki olumsuzluklar, aksayan yönler, devlet adamlarının haksızlıkları eleştirilmiştir. Bir “merd-i sühen” olarak görülen hiciv, birçok şair tarafından yazılmasına rağmen, bu tür söz konusu olunca akla gelen ilk şair, Nef’i’dir. “Hiciv sanatı Nef’i’nin dilinde madde-i saliyesi olan küfre yakın bir bela tufanıdır.”77 Nef’i, sivri dilli, devrinin korkulan bir heccavıdır. Onun şu dizeleri, söyleminin marjinalliği için örnek gösterilebilir: “Kahbe hecvine tenezzül mü ederdim amma Bir kaza ile bu da tab’ıma yeksan düştü İktiza eyledi bir kahpeye bir kıt’a dedim Bir alay fahişeye gayret-i akran düştü”78 Özellikle toplumsal eleştirileriyle öne çıkan Şair Eşref (1847-1912) de önemli hiciv şairlerimizdendir. Devrinde gördüğü haksızlıkları, olumsuzlukları yermekten çekinmeyen şair, “Eylemem hicv eylemekten içtinab Doğruyu söyler gezer bir şairim Hoşça bir mazmun bulunca Eşrefâ, Kendimi hicveylemezsem kâfirim!”79 diyerek hiciv konusunda kendisine dahi iltimas geçmeyeceğini belirtmiştir. Şiirlerinde sözcük seçmeyen şairin, A Teres adlı şiirinden alınan şu dizeler, şiirlerindeki argo ve küfre, marjinalliğe örnek gösterilebilir: “Validen atığı gün camie kundakla seni Acıyıp aldı ise hangi müselman, a teres La’net olsun ana da sen gibi zira ki teres İyi bir bok yedi, verdi sana meydan, a teres”80

76 Age, s. 392. 77 Ali Rıza Alp, “Şair Eşref ve İctimai Hiciv”, Hilmi Yücebaş, Şair Eşref, Ahmet Halil Yaşaroğlu Kitapçılık ve Kağıtçılık T.L.Ş., İstanbul 1958, s. 9. 78 agm, s. 10. 79 agm, s. 11.

30

Nef’i ve Eşref gibi taşlamalarıyla ünlü bir diğer şair de, 1879-1953 yıllarında yaşamış Neyzen Tevfik’tir. Aynı zamanda usta bir neyzen olan şair, ““bozuk düzeni, yolsuzlukları, kötülükleri pervasızca şiirleriyle yerden yere çarpar.”81 “Sövmek müsekkin-i a’sabdır”82 diyerek müstehcen sözcükleri ve küfrü kullanmaktan çekinmeyen Neyzen, “Türkler’in Diyojen’i”83olarak adlandırılır. Şairin, 1900’de yazdığı Sahne-i Ömrümden Nefs-i Emmareye Hitabım şiirinin ilk kıtası şu şekildedir: “Âlemin bağızârını ....yim, Sümbül ü verd ü hânını ....yim, Andelib-i nizarını ....yim, Hasılı nevbâhârını ....yim!”84 Nef’i, Şair Eşref, Neyzen Tevfik gibi şairlerin şiirlerinde marjinal söylem daha çok toplumsal adaletsizlikleri eleştirme, haksızlıklar karşısında başkaldırma; olumsuzluklara duyulan öfkeyi sert bir üslûpla, özellikle şiirde kullanılması uygun görülmeyen, edep sınırlarını aşan cinsel içerikli küfürlerle dile getirme şeklinde görülür. Yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilmesi güç olsa da bu tür söylemin ve bu söylem sahibi şairlerin, günümüz yeraltı edebiyatı için yol gösterici bir özellik taşıdığı, dayanak olduğu söylenebilir. Türk edebiyatında ilk psikolojik roman olarak kabul edilen Eylül’ün yazarı Mehmet Rauf (1875-1931), 1910’da Bir Zanbağın Hikâyesi adında pornografik bir roman yazar. Çapkın bir Osmanlı beyzadesi (isim verilmez) ile yüksek sınıftan bir kadının (Naciye), aynı genç kıza (Zanbak) duydukları aşkı ve yaşadıkları cinsel tecrübeleri anlatan eser, büyük ilgi görür, eserin “elyazısı yoluyla çoğaltılarak elden ele dolaştığı, hatta gecelik olarak kiraya bile verildiği bilinmektedir.”85 Kitapta yazarın ismi, yayıncı adı gibi hiçbir kayıt yer almaz.86 Ancak, eser yayınlandıktan sonra edebiyat dünyasında hoş karşılanmaz. “İçlerinde Mehmet Akif’in de yer aldığı bir grup yazar, Mehmet Rauf’u edebiyat dışı eser vermekle suçlar. (…) romanın edebiyatı alçalttığını, edebiyat ahlâkını zedelediğini söyleyerek yazarını ihbar eder.”87 Bahriye’de

80 agm, s. 135. 81 Seyit Kemal Karaalioğlu, Neyzen Tevfik Hayatı ve Şiirleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2004, s. 13. 82 Ali Rıza Alp, “Şair Eşref ve İçtimaî Hiciv”, Hilmi Yücebaş, Şair Eşref, Ahmet Halil Yaşaroğlu Kitapçılık ve Kağıtçılık T.L.Ş., İstanbul 1958, s.9. 83 Seyit Kemal Karaalioğlu, Neyzen Tevfik Hayatı ve Şiirleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2004, s. 33. 84 Neyzen Tevfik Kolaylı, Azâb-ı Mukaddes, (Haz. İhsan Ada), Kapı Yayınları, İstanbul 2009, s. 189. 85 Yavuz Selim Karakışla, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müstehcenlik Tartışmaları ve Bir Zanbağın Hikâyesi”, Tarih ve Toplum, S. 208, Nisan 2001, s. 216. 86 agm, s. 214. 87 Makbule Uras, “Eylül’ün Pornografiye Açılan Merdivenlerinde Bir Jüpon: Mehmet Rauf”, http://sicaknal.blogspot.com.tr/2011/12/eylulun-pornografiye-aclan.html, (12.07.2015)

31 yüzbaşı olarak görev yapan Mehmet Rauf tutuklanır, eserini müstear bir adla yazmasına karşılık altı ay hapis cezasına çarptırılır. Roman yasaklanır ve toplatılır, yazar da ordudan ihraç edilir. “Romanın yayımlandığı dönem, Batı’da bile eşcinsel edebiyatın kabul görmediği, yargılanıp yasaklandığı bir dönemdir.”88 Gerçi Batı’da bu türün örnekleri önceden verilmiştir. Fransızca ve İngilizce bilmesi Rauf’a, Batı’nın aydınlanma döneminin iki önemli ve yasaklı ismi Sade ve Wilde’ı yakından tanıma olanağı sağlamıştır. Naciye ve Zanbak adlı iki kadının eşcinsel ilişkisinin anlatılması Türk edebiyatı için hem yeni hem de sıra dışıdır. Erotizmin ancak mizah yoluyla yer aldığı önceki yapıtlar düşünüldüğünde, Bir Zanbağın Hikâyesi hem içerik hem üslûp yönünden Batılı tarzda bir gerçekliğe sahiptir. Rauf, eserin “Başlamadan Evvel” bölümünde, böyle bir esere olan ihtiyacı hissettiği için Bir Zambak Hikâyesi’ni yazdığını, adap ve ahlâkın dışardaki insanlara karşı uydurulan bir şey olduğunu söyler.89 Makbule Uras, takma isimlerinden biri de Jüpon olan, kadınlara yönelik Mahasin, Süs, Gelincik adlı magazin dergileri çıkaran Rauf’un, Bir Zanbağın Hikâyesi adlı eserinin Oscar Wilde’ın Lady Violette’in Aşk Destanı adlı eserinin adaptesi; Kaymak Tabağı adlı benzer türdeki romanının da Marki de Sade’ın bir romanından adapte olduğunu belirtir.90 Senem Timuroğlu ise Oscar Wilde’ın Lady Violette’in Aşk Destanı adlı eseriyle “aşağı yukarı aynı” olan ve yazarı Alexandre Dumas-Pere olarak geçen, Le Romen de Violette’ten söz eder. Bu eser de Dumas-Pere’e değil, Mannoury d’Ectot’e aittir. Belçikalı yayıncı, Alexandre Dumas-Pere öldükten sonra onun eseri olarak tanınmasını istediği için Le Romen de Violette’i, Dumas-Pere’in adıyla yayınlamıştır. Rauf’un eseri d’Ectot’in (Dumas-Pere) Le Romen de Violette’ten adaptedir.91 Rahim Tarım, Kaymak Tabağı’nın da Bir Zambak’ın Hikâyesi’nin gördüğü ilgi üzerine İranlı bir kitapçı tarafından yazıldığını, Mehmet Rauf’a ait olmadığını belirtmektedir.92 Mehmet Rauf’un bir yandan güncelde popülaritesini arttıran; bir yandan da Servet-i Fünûn çevresinden dışlanmasına, edebiyat dünyasından Düşmüş bir yazar olmasına neden olan Bir Zambak Hikâyesi, 2001’deki Latin harfleriyle baskısına kadar unutulmuş/unutturulmuştur. Yavuz Selim Karakışla, “Görmezden gelme yaklaşımı,

88 agm, a.y. 89 Mehmet Rauf, Bir Zambak Hikâyesi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 5. 90 Makbule Uras, “Eylül’ün Pornografiye Açılan Merdivenlerinde Bir Jüpon: Mehmet Rauf”, http://sicaknal.blogspot.com.tr/2011/12/eylulun-pornografiye-aclan.html, (12.07.2015) 91 Senem Timuroğlu, “Mehmet Rauf, Bir Zambağın Hikâyesi’ni Hangi Romandan Uyarladı?”, kitap-lık, S. 90, Ocak 2006, s.118-119. 92 Rahim Tarım, Mehmet Rauf Hayatı, Sanatı, Eserleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1998, s. 35.

32 edebiyatımızda oldukça yaygın görülen bir tavırdır. Örneğin, Erdoğan Coşkun’un Mehmet Rauf adlı monografik kitabında ne Bir Zanbağın Hikâyesi’nden ve ne de Mehmet Rauf’un diğer müstehcen edebiyat faaliyetlerinden hiç bahsedilmemektedir.”93 sözleriyle Türk edebiyatındaki sansürcülüğe değinmiştir. Eserin bu denli rahatsızlık doğurması, yasaklanması, toplatılması ve 2001’e kadar gözden ırak tutulmasının arkasında genel ahlâkî edebiyat anlayışı kadar, “Bizden böyle bir şey yapan kişiler, bunları yazan yazar çıkmaz.” düşüncesi de vardır. Olumsuzlanan bir durum, gelenek tarafından doğrudan yadsınarak, böyle bir durumun ortaya çıkma ihtimali dahi yok edilmeye çalışılır. Bir Osmanlı beyzadesinin çapkınlığının böylesine pornografik bir dille anlatılması, üstelik iki Osmanlı kadının eşcinsel ilişkisi, genel ahlâk anlayışı açısından kabul edilemez. Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatında Mehmet Rauf’un yeraltı ile ilişkilendirilmesini sağlayan da bu edebiyat çevrelerinin edebiyat anlayışını hiçe sayması, onlara başkaldırması, tüm tehlikelerine rağmen döneminde pornografik edebiyat yapma cesaretini göstermesidir. Türk edebiyatında marjinal söylem günümüze yaklaşıldıkça kendine daha geniş bir hareket alanı bulur, giderek de bu alan yeni şair ve yazarlar tarafından genişletilir. Garip’le sokağa ve kuralsızlığa açılan Türk şiirinde asıl marjinal söylem, Can Yücel’de (1926-1999) ve İkinci Yeni şairlerinde, özellikle Ece Ayhan’da (1931-2002) karşımıza çıkar. İlk kitabı 1950’de yayımlanan Yazma olan Can Yücel’in, toplumcu bir bakış açısıyla yazdığı şiirlerinde ironi, humor, başkaldırı başat öğelerdir. Küfrü, argoyu ve cinsel ifadeleri dilin doğal bir ifade aracı olarak kullanan ve okuyucuya da bunu hissettiren Yücel, mizahî bir söyleyişle, yanlış işlediğini düşündüğü sistemi eleştirir, onunla alay eder. Onun hemen her dizesinde muhalif kimliği sezilmektedir. Can Yücel, halk şiirinin taşlamacı kimliğinin modern Türk şiirinde vücut bulmuş hâlidir. Espri ve zekâ, onun ironik dilinde kendine yer bulur, şiirleri yaşamı yansıtışı kadar, algılayışının ve somut olarak yaşayışının da göstergesidir. “Can Yücel için humor, alay, ironi bir varoluş biçimidir. Değiştirilmesi güç olan otoriteden bir intikam almanın yanı sıra ayakta durabilmek, psikolojiyi sağlam tutabilmek için bir araçtır. Bozuk olduğuna inandığı düzeni değiştirmeye gücünün yetmediğini bilir, en azından (onunla) dalga geçerek kendi varlığını ortaya koymak ister.”94 Yaşamak, direnmekse; şairin direnmek

93 Yavuz Selim Karakışla, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müstehcenlik Tartışmaları ve Bir Zanbağın Hikâyesi”, Tarih ve Toplum, S. 208, Nisan 2001, s. 218. 94 Soner Akpınar, “Can Yücel’in Şiirlerinde İroni”, Turkish Studies International Periodical For the

33 için yaslandığı dayanak noktaları ironi, humor ve alaydır. Dalga geçmek onda bir boş vermişliğe değil, bir dikkate, bir farkındalığa işarettir. İktidarla arası iyi olmayan Can Yücel, Che Guevera’dan yaptığı İnsan ve Sosyalizm ve Gerillla Harbi adlı çevirilerinden dolayı iki buçuk yıl hapis yatmıştır. Şiirlerinde iktidarı her fırsatta eleştiren Yücel, şiirde de olsa iktidarı yıkmak, onun yerine ütopik bir yaşama alanı kurmak ister. Bu, onun sosyalist kimliği kadar, yaşama ve insana hümanist bakışının da bir sonucudur. Can Yücel’in şiirini bir “iktidar sökümü” olarak niteleyen Hasan Bülent Kahraman, dilin marjinal düzlemleri olarak gördüğü argo, küfür ve dil oyunlarının, iktidarı parçalamak, sökmek için kullanılan etkili araçlar olduğunu söyler ve “Can Yücel şiiri yeni bir estetik algının eşiğidir” dedikten sonra şunları ekler: “Can Yücel şiiri adeta yok bir dilin içinden yazılmaktadır. İmge düzleminin gerçekle kurduğu ilişki, örneğin 2. Yeni şiirinin anlayışından çok farklı olmuştur. Gene 2. Yeni şairlerinin daha ıralı bir şiiri yazmaya koyuldukları sırada, Can Yücel, kendi şiirini uç bir noktaya taşımaktan çekinmemiştir. Bu, 2. Yeni şiiriyle bu şiirin ilginç bir çelişkisini de ortaya çıkarmıştır. 2. Yeni’nin Ece Ayhan’ı, örneğin, iktidar olgusunu derinden sorgulamak istemiştir. Ne var ki, bunu yer yer dili zorlayarak yapsa da, dilden çok imgeye yüklenerek gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ayrıca da iktidar sorgulamasını tümellik-bağlam çerçevesi içinde yapmıştır. Oysa Can Yücel’de durum tam bir sökmedir. 2. Yeni’nin modernist kurmaca/kurgu mantığına karşın Can Yücel’in sökmeci mantığı derin bir kopuşun odağıdır.”95 Jale Gülgen Börklü, Can Yücel’in Hayatı, Edebî Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi adlı doktora tezinde, şairin Gökyokuş adlı eserinden yola çıkarak, onun şiirlerindeki muhalif söylemi hakkındaki şunları söyler: “Bütün şiirlerinde görüldüğü gibi Gökyokuş’taki şiirlerin de en belirleyici özelliği “muhalif bir ben”in düzenin işlemeyen bütün dişlilerine karşı açtığı savaştır. Sözü edilen “muhalif ben”in bu mücadeledeki en ayrılmaz silahı ise “ironi”dir. O, düşünceyi ve duyarlığı şoklarla sarsmayı, okuru içinde yaşadığı, benimsediği, alıştığı gerçekliğe karşı uyarmayı hedefler. Oldukça lirik bir dille ilerleyen şiirlerde birden bire küfre ve argoya yönelmesi yahut da çizdiği şiirsel manzaranın bütünüyle zıddında bir imgeye yönelmesi okuru alıştığı gerçeğin

Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/2 Spring 2010, s. 775. 95 Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri Modernizm Şiir, Büke Yayınları, İstanbul 2000, s. 295.

34

ötesine geçirebilmeyi; içinde bulunduğu dış dünyanın sorunlarına yeni ve eleştirel bir gözle bakabilmesini sağlamayı amaçlar.”96 Can Yücel, ironi, humor yardımıyla uçlara sürdüğü şiir dili ve aykırı, iktidarın duvarını yıkan rengâhenk söylemiyle şiirimizin marjinal şairlerindendir. İkinci Yeni, şiirde yenilik arayışını hiç bırakmayan İlhan Berk, erotik bir söylem geliştiren Cemal Süreya gibi şairlerle Türk şiirine farklı bir soluk getirmiştir. Ece Ayhan’ın İkinci Yeni içindeki yeri ise başkadır. Hasan Bülent Kahraman, Ece Ayhan’ı “kara ahlâk”ın şairi olarak görür. Kahraman’a göre Ece Ayhan, sosyolojik olarak bir yeraltı şairi değildir.97 Ancak “Şiirimiz karadır abiler” dizesinin gösterdiği üzere, Ayhan “karaşın” bir şiirin peşindedir. Sistem karşıtı bir şairdir, sistemin dilini, sözcüklerini bile kullanmak istemez. Yeni bir dil ve söylem oluşturmak istemiştir. “Unutulmuş dilleri ve metinleri çoğaltmaya ve yeniden üretmeye çalış”ır.98 Argodan, cinsel içerikli sözcüklerden yararlanır. “Ortodokslular, okunduğunda, içinde cinsel anıştırmalı bir sözcüğün geçmediği tek şiirin olmadığı görülecektir.”99 O, İkinci Yeni’nin en aykırı şairidir. “Ece Ayhan, yerleşik değerler sistemine ciddi ve kökten bir eleştiri yöneltmiş, onu derinden etkileyen bir sorgulamaya tâbi tutmuştur.”100 Kahraman, aynı zamanda Ece Ayhan’ın şiirini, “kurduğu simgesel yapıyla Türk şiirinin bilinçaltı konumunda”101 görür ve “kötücüllüğe açık, onun değerler sistemi üstünden yürüyerek yerleşik ahlâk kurallarını sorgulayan, hatta düzenin (establishment) tüm boyutlarını böyle bir değerlendirmeyle ele alarak mahkûm eden bir şiir”102 olarak niteler. “İktidar, Ece Ayhan’da mutlaka sorgulanması gereken, Selçuklu-Osmanlı-Cumhuriyet hattında ciddi açmazları olan bir kavramdır.”103 İktidar, onun için sistem ve onun devam etmesini sağlayan her şeydir. Ne iktidarın “çarpıtılmış” tarihine inanır, ne de onun “sarışın” diliyle yazmak ister. “Onun için ‘hükümet kuşunun kanatları yoluktur’.(…) Türkiye’de iktidar kavramını onu oluşturan soyut bileşenlere göndermeler yaparak ve onları da sözün odağına alarak eleştiren ilk şiir”104, Ece Ayhan’ın şiiridir. “Ee. Sivil bir şair, kocayınca, Kemalistler ürürmüş! derler.”105 dizesini yazacak kadar sivri dillidir.

96 Jale Gülgen Börklü, Can Yücel’in Hayatı, Edebî Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi, Doktora Tezi, Ankara 2012, s. 270. 97 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 12. 98 Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri Modernizm Şiir, Büke Yayınları, İstanbul 2000, s. 251. 99 Age, s. 254. 100 Age, s. 251. 101 Age, s. 259. 102 Age, s. 259. 103 Age, s. 259. 104 Age, s. 260. 105 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi yayınları, İstanbul 2004, s. 236.

35

“Sıradan ahlâkın genel kabullerinin dışına çıkarak” sivil bir şiir peşine düşen Ayhan, “Türk şiirinin ‘etikçi’ ve ‘tarihçi’ karaşın şairi” olarak nitelen(ir).106 Ayhan, sistem dışı bir şairdir. Edebiyatın bilinçaltına, yeraltına giden yolunda çok önemli bir duraktır. “Sabuklama” endişesi duymamış, sarışınların cennetinden dışlanmayı göze almış, şiirini karaşınların cehennetine doğru sürmüştür. Dilin doğal mantığını yok etmeye çalışmış, sözcüklerin anlamlarını uçlara itmiştir. Çünkü o verili olanla, iktidarın devamlılığını sağlayan sözcüklerle bir “karşı şiir” oluşturulamayacağının farkındadır. Şiirini; yıkarak, uzak geçmişe giderek, yeni sözcükler oluşturarak, sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek, argodan yararlanarak sistemin uzağında konuşlandırır. Bu da şairin ister istemez marjinal olarak adlandırılmasını getirir. Şiirin yanı sıra düzyazıda da içerik ve üslûpta yeraltı söylemi Cumhuriyet döneminde kendine daha çok yer bulmaya başlamıştır. Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili adlı eserinde Dostoyevski’nin yeraltı adamını merkeze alarak Türk edebiyatından Oğuz Atay, Yusuf Atılgan ve Cemil Meriç’i ele almıştır. Yusuf Atılgan için, “Dostoyevski kadar varoluşçuluğun da izini taşıyan romanlarıyla – gönüllü sürgünlükle incinmişlik arasında gidip gelen aylak adamı, aynı anda hem mağdur hem câni olan Zebercet’iyle- Dostoyevski’vâri bir yeraltının Türkçedeki en çarpıcı örneklerini vermişti”107 der. Zebercet, toplum tarafından görülmeyişi, adam yerine konmayışı, kendini gerçekleştirememesi, gitgide kararan iç dünyası ile yeraltına sürüklenen bir yaşam mağdurudur. Sıradan bir insanın sıradan arzuları onda hayvanî bir şekil alır. O, aslında bu toplumun bir sonucudur. Atılgan’ın bir diğer roman kahramanı C., Zebercet’in sinikliğinden kurtulmaya çalışan, toplumun yapay değerlerine bir saldırıdır. Aylak Adam C., sokaktan geçen tanımadığı bir kızı dudaklarından öperek yerleşik ahlâk kurallarını hiçe saymak ister. Oğuz Atay’ın, tutunamayan, tehlikeli oyunlar içinde var olmaya çalışan kahramanlarını da yeraltı söylemi içinde değerlendirmek mümkündür. Hayata tutunamayanlar, oyunlarını yeraltında kurmaya çalışırlar. Türk edebiyatında Batılı anlamda yeraltı eserlerinin görülmeye başlaması 1980 sonrasıdır. Hasan Bülent Kahraman, “1980 sonrasında, fakat daha çok da 1990’larda böyle bir edebiyatın ortaya çıktığını belirt”ir ve “1980’lerde parlayan şiiriyle İskender, yerleşik olanı çok farklı noktalardan kuşatarak, sorgulamak bir yana, sarsmak istemişti”108 der. Bu dönemde Türk edebiyatında hem yaşam tarzı hem cinsel tercihini

106 Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri Modernizm Şiir, Büke Yayınları, İstanbul 2000, s. 260. 107 Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, Metis Yayınları, İstanbul 2007, s. 14. 108 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 12.

36 gizlememesi hem de eserlerinin içeriği, dili ve üslûbuyla marjinal şair, küçük İskender’dir. Edebiyatın şiir, roman, hikâye, anlatı, günce gibi farklı türlerinde eserler veren; şiir performansları düzenleyen, Kesin, Terkedildim, Çonçon gibi fanzinler çıkararak yeraltı kültürünün içinde yer alan, “Türkçe yazsam da Türkçe Şiir’in dışındayım.”109diyerek marjinalliğini açıkça dillendiren küçük İskender, Cangüncem’de şiire ahlâk misyonu yükleyenleri sistemin şairi olarak niteler. Edebiyat hocalarının “Edebiyat, edep kökünden gelir.” tanımını benimsemediğini, ahlâkçı yaklaşımları onaylamadığını belirtir: “… şiire ahlak misyonu, terbiye, süzme kibarlık yüklemeye çalışanlar sistemin şairleridir. 1980 sonrası şiirimizin en olumsuz gelişimi, bu patolojik rezalettir. bazı amipşairler, şiiri yönlendirme yolunda gayet güçlü adımlar atabilmeyi becerebilmişlerdir; ben bunların ortaya çıktığı zamanlarda ne yazık ki yoktum, ama yine de okurdan özür dilerim.”110 Kendini “kanalizasyon şairi”111 olarak niteleyen İskender, “son siyasi virajdan sonra ortaya çıkmış ve kavşakta teke tek kalmış şairleriz” diyerek şiirinin alışılmış anlamda siyasi bir yönünün olmadığını belirtir ve ekler: “biz, caz şairi olmak telaşındayız. caz’dan kastım ironi, karşı çıkma, kavga etme, seks, sevgi ve aritmetik yapı. bütün gücümü ve imgelemimi bu sistematiğin girift dokusunu oturtmayı ve yıllardır şiirimizi yutmuş olan pasiflik plazmasından sıyırmayı, onu hakkettiği düzleme çıkartmayı hedefliyorum…”112 Şiirde ırk sorunlarının, siyasi sorunların, bireysel taşikardilerin, sızlanmaların yeterince ele alındığını, kendisi gibi düşünenlerden böyle bir şiir beklenilmemesini dile getiren şair, “belirli bir kitlenin değil de, kanatlanmayı arzulayan bir kütlenin şairi olmak”113 istediğini söyler. Ayrıca seslenmek istediği okuru; “‘imha timi’ diye adlandırabileceğim çalışmalarım küçük burjuvazi, lise-üniversite gençliği, sapkınlar ve

109 küçük İskender, Cangüncem, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 8. 110 Age, s. 137. 111 Age, s. 143. 112 Age, s. 172. 113 Age, s. 172.

37 marjinal kesime yönelik!”114 diyerek daha da belirginleştirir ve şiirleştirmek, seslendirmek istediği kişileri de şöyle sıralar: “… ben sosyal sorunlarla bireysel sorunları arasında bocalayan kişinin, mastürbasyon yapmaya mahkum edilmiş gençlerin, or.spuların, eşcinsellerin ve itilmiş kültürleri, bünyesinde diri tutmaya çabalayan, bunun için yaşamını ortaya koyan değerli azınlığın duygularını, düşüncelerini hissediyor, kalemimi bu tülbent hisle kullanıyorum.”115 Şair, İkizler Burcu Hikâyeleri’nde üslûbunu daha da sertleştirir. Bu kez şiirinin karşısında yer alan kişileri eleştirmek yoluyla kendi şiirini açıklama yoluna gider: “Siz salon sosyalistleri, salon-salamanje artistleri, oturma odası marxist- şantörleri, siz yatak odası provakatörleri! Bırakın artık yeraltı kültürlerinin çıkışlarını ve gerçek d’evrimcileri! Ne demişti Bakunin: ‘Olumlama, insanın hayvansallığıdır!’ İzin verecek misiniz Arkadaş Özger’i, Kaan İnce’yi, Tuğhan’ı, Alper’i anmama? Bırakın Kız Kulesi’nde şiir cumhuriyeti kurmayı da bana adam gibi bir ülkede adam gibi yaşamanın muhteşem görkeminden söz edin. Bırakın Sultan Ahmet Meydanı’nda hapishane kökenli şiir geceleri düzenlemeyi, o işe artık Halide Edip bakıyor. Ben or.spuları, ibn.leri, esrarkeşleri, delileri, akl-ı habis delikanlıları seviyorum arkadaşlar!”116 küçük İskender, yeraltı edebiyatının sadece argo, jargon ve küfürden ibaret olmadığını, “alternatifi sayılabilecek ‘yer üstü’ edebiyatının klişelerini reddede(n)”, dobra bir edebiyat olduğunu belirtir ve “sansürü dışarıda bırak(an), denetimi dışla(yan), ‘her şey edebiyata girebilir’ düsturuyla hareket ede(n), sakındığı, sakladığı, korktuğu, çekindiği hiçbir şey” olmayan yeraltı edebiyatını kendini yakın bulduğunu dile getirir.117 Altay Öktem, hem yazdığı şiir, hikâye ve romanlarla hem de fanzin kültürü üzerine araştırmalarıyla, yeraltı edebiyatının genç kalemlerini buluşturduğu Karakalem dergisi ile Türk yeraltı edebiyatının önemli temsilcileri arasında yer alır. Yapılan yeraltı edebiyatı çalışmalarında sıklıkla görüşlerine başvurulan Altay Öktem’e göre, “türün belli başlı bazı kitapları dışında, henüz yeraltı edebiyatının yurtdışındaki temsilcileri sistematik biçimde Türkçeye çevrilmeye başlamadan ve bazı yayınevleri yeraltı

114 Age, s. 173. 115 Age, s. 173. 116 küçük İskender, İkizler Burcu Hikâyeleri, Parantez Yayınları, İstanbul 1995, s. 11. 117 EKLER, Ek 2., s. 187.

38 edebiyatı olarak bir adlandırmaya gidip diziler oluşturmaya başlamadan önce; daha doğrusu, dünya edebiyatında böyle bir türün varlığı henüz tam olarak bilinmediği bir dönemde bile Türk yazarlarının telif kitaplarıyla yeraltı dikkati çekmeye ve kendi okur kitlesini yaratmaya başlamıştı(r).”118 Öktem, Türk edebiyatında yeraltı eserlerinin görülmesinin Batı’dan yapılan çeviriler sonrasında olmadığını belirtmiştir. Ancak şu da bir gerçektir ki asıl yeraltı edebiyatının kaynağı Batı’dır. Tam anlamıyla özgün olmasa da Türk edebiyatında benzer eserlerin ortaya çıkması, yazarların, Batı’nın karanlık yazarları ile karşılaşması ve onların eserlerini örnek almaya başlamasıyladır. Bu da doğal bir sürecin sonucudur. Mizah, kuralları yıkan, insanların kafasında gülmece yoluyla soru işaretleri oluşturan, iktidarı tedirgin eden bir yapıda olduğu için mevcut düzenle uyuşamaz. Bu uyuşmazlık da mizah eserlerini ana akımın dışında bırakır. Öktem, yeraltı edebiyatını besleyen iki önemli damar olarak fanzinleri ve mizah dergilerini görür. Ana akım tarafından dışlanan, bilimkurgu, çizgi roman, mizah vb. türler, fanzinler aracılığıyla kendilerine yaşam alanları bulmuşlardır. Örneğin 1971’de çıkan Antares bilimkurgu için önemli bir fanzindir. Gırgır, Leman, Penguen, Uykusuz; Deli, Öküz, Hayvan gibi dergiler yeraltı edebiyatını besleyen, ondan beslenen yayınlardır.119 Sözü edilen dergilerde resmi dilin sınırlarını zorlayan, mizah ve şiiri buluşturan Akgün Akova, Oğuzhan Akay, Sunay Akın, Metin Üstündağ gibi şairler resmi söylemin dışında yer almışlardır. “Bürokratik dilin kırılması, dilin giderek kendisinin bir aykırılık üretmesi, kara gülmecenin şiire yedirilmesi”120 açısından yukarıda saydığımız, mizahı, kara gülmeceyi dizelerine taşıyan bu şairler, Türk yeraltı edebiyatı/şiiri için büyük bir önem arz eder. “Fanzin, var olan sosyal yapıya ve bu sosyal yapıyı oluşturan değerlere karşı çıkışın bir tür simgesi(dir). Adını ‘fanatik’in fan’ıyla ‘magazin’in zin’inden alan fanzin, yeraltı kültürünün en önemli iletişim araçlarından biri(dir).”121 Bir karşı kültür yayını olan fanzin, Türkiye’de 1970’lerden sonra görülmeye başlamış, 1990’lı yıllarda tür ve sayıca büyük bir artış göstermiştir. Türkiye’de fanzin kültürü ile ilgili en yetkin çalışmalara imza atan, Altay Öktem’dir. Öktem’in konuyla ilgili Şeytan Aletleri (Genel Kültürden Kenar Kültüre Fanzinler ve Öteki Kitaplar), Genel Kültürden Kenar Kültüre:

118 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 19. 119 agm, s. 20 120 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 13. 121 Altay Öktem, Şeytan Aletleri, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 11.

39

101 Fanzin, Şehrin Kötü Çocukları (Fanzin Şiir Antolojisi) çalışmaları, fanzinlerin kaybolup gitmesinin önüne geçen, fanzin kültürünü derleyen önemli çalışmalardır. Fanzin, “egemen söylemin sunduğu yollara giremeyen ya da özellikle girmek istemeyenlerin kendi çabalarıyla ürettiği bireysel ya da kolektif bir başkaldırı nesnesidir.”122 Zühtü Bayar, fanzini şöyle tanımlar: “Bana göre fanzine: devrimci, atak, yerleşik burjuva ahlakına gülüp geçen ve ekonomik yanılsamanın soytarılığını göstermek için para adı verilen sahte tanrıyı kulağından tutup teşhir edebilen illegal bir yayın organıdır.”123 Yazar, aynı yazıda fanzini “Jules Verne’in kurgusal denizaltısı Nautilus”a, fanzin çıkaran kişi veya kişileri de “zalimlerden öç almaya yeminli ve yalancılığa kindar Kaptan Nemo”ya benzetir. Fanzin, yeraltında, deniz altında, kahramanların oluşturduğu bir karşı kültür, direniş hareketidir. Fanzin, eli kalem tutan herkese duygu ve düşüncelerini yazma ve yayımlama, başkalarıyla paylaşma olanağı sunar. Fanzinler, “Neden her kişi kendi hayatını bir sanat yapıtına dönüştürmesin? Neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim hayatım olmasın?”124 düşüncesinden yola çıkar ve el yazısıyla, gazete-dergilerden kesip yapıştırmalarla, daktiloyla, bilgisayarla hazırlanır; fotokopi ile çoğaltılıp otobüs duraklarına, daha çok fanzincilerin uğrak yeri olan kitapçılara bırakılır. Fanzini, isteyen, istediği kadar çoğaltabilir, dağıtabilir. Yasal bir süreçten geçmeyen fanzini, okumak için de yasalara bağlı kalma zorunluluğu yoktur. Fanzinde yer alan düşüncelerin farklılığını Makas’zine adlı fanzin şöyle dillendirmiştir: “Fanzinsel düşünceler, sistem içinde onaylanan düşüncelerden farklıdır. Herkesin bildiği ve en az bir kez söylediği ‘Daha Dün Annemizin’ şarkısını dahi farklı söyler ve farklı söylememizi ister.”125 Fanzin kültürünün internet ortamına taşınmış hâline e-zine adı verilmektedir. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte, günlük yaşamımızın bir parçası hâline gelen bilgisayar ve internet, yazacak ve yayımlayacak bir şeyleri olanlar için büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Blog siteler sayesinde sanal bir sayfa oluşturma ve yayımlama çok kolaylaşmıştır. Altay Öktem’in, Genel Kültürden Kenar Kültüre: 101 Fanzin adlı eserinde, Kadir Aydemir’in “e-zine”lerden öne çıkanları derlediği “27 Sanal Molotof” adlı bölüme de yer verilmiştir.

122 Altay Öktem, Genel Kültürden Kenar Kültüre:101 Fanzin, İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 7. 123 Zühtü Bayar, “Fanzine: Punk Edebiyatın Karabarutu!”, Genel Kültürden Kenar Kültüre: 101 Fanzin, İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 10. 124 Zühtü Bayar, “Alternatif”, Genel Kültürden Kenar Kültüre:101 Fanzin, İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 28. 125 Altay Öktem, Şeytan Aletleri, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 23.

40

Merve Fergökçe, Batı’da birkaç yüzyıllık geçmişe sahip olan yeraltı edebiyatının, Türkiye’de kolay benimsenemediğini, köklü bir geçmişe sahip olmadığını belirtir. “İşin asıl tuhaf yanı; Türk kültürünün alt metinlerinde açıkça göze çarpan yalnızlık, keder, şiddet ve benzeri öğelerin, yer altı edebiyatının kapsadığı alanlar içerisinde nitelendirilebilecek pek çok duygu yoğunluğunun köklerini oluşturması fakat bunların Batı’da olduğu gibi sert bir dille ortaya konulması yerine daha naif ve ‘edebî’ bir şekilde okuyucuya sunulmasıdır.” diyen Fergökçe, günümüzde yeraltı edebiyatı içinde eser veren yazarları da “oldukça yer yüzünde” olarak niteler.126 Yukarıda ana akımın dışında değerlendirilen Kitab-ı Dâfiü'l-Gumûm, Muteyabat-ı Türkiyye gibi eserlerin dil ve üslûplarının, içeriklerinin, Batı’da yeraltına kaynaklık eden eserlerle karşılaştırıldığında oldukça edepli oldukları, gereken sertlikten yoksun oldukları göze çarpar. Metin Kaçan’ın, 1995’te yayımlanan Ağır Roman adlı eseri yeraltı edebiyatı için önemli bir örnektir. Anadolu’dan göç eden bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’un Dolapdere semtinde büyüyen Metin Kaçan’ın eserlerinde katiller, hırsızlar, göç etmiş aileler; Rumlar, Ermeniler, Romanlar gibi dışlanmış, ötekileştirilmiş kahramanlar katı bir gerçeklikle yer alır. Yazarın kullandığı dil de yaşayan, halkın günlük yaşamında kullandığı dildir. Bu dil, kibar İstanbul Türkçesi değil, sokak dilidir. Yazar bir söyleşide, eserlerinde kullandığı argo hakkında şunları söyler: “Argo sokaktaki durumun, o sokakta yaşayanların duruşunun dilidir. Her zaman söylemişimdir; argo Türkçenin yan dilidir benim için.”127 Hayatın kaybedenlerinin hayatta kalma mücadelesini anlatan Kaçan, 2013’te hayatına son vermiştir. Bir yeraltı yazarının, toplumun kenarındakileri yerüstüne çıkarıp, bir farkındalık yaratmasından sonra intihar etmesi, bir çeşit yeraltına çekilme olarak da okunabilir. Çünkü yeraltı eceliyle ölenlerin mekânı değildir. Stüdyoimge, Ayrıntı, Çiviyazıları, Marjinal Kitaplar, Altıkırkbeş yayınevleri Batı’dan yaptıkları türün önemli örneklerinin çevirileriyle yeraltı edebiyatının Türkiye’de tanınmasında ve bu türde eserler kaleme alan Türk yazarların eserlerini yayımlayarak bir yeraltı edebiyatının oluşmasında önemli bir misyon üstlenmişlerdir. Bugün Türkiye’de bir yeraltı edebiyatından, yeraltı yazarlarından bahsedilebiliyorsa, kuşkusuz bunda yukarıda sayılan yayınevlerinin payı büyüktür. Yeraltına gösterilen ilgi,

126 Merve Fergökçe, “Yeraltı Edebiyatı”, http://www.sabitfikir.com/dosyalar/yeralti-edebiyati, (30.03.2015). 127 Elif Şahin Hamidi, “Metin Kaçan İle Son Söyleşi: Argo Türkçenin yan dilidir benim için”, http://www.insanokur.org/?p=46059, (30.11.2014)

41

önemli edebiyat dergileri tarafından da yok sayılmamış; 2005 yılında Varlık, 2011’de Notos, yeraltı edebiyatı ile ilgili dosya hazırlamış, Batı’da ve Türkiye’de yeraltı edebiyatının tarihi, içeriği, yazarları değerlendirilmiş; Türkiye’de de bir yeraltı edebiyatının olup olmadığı sorgulanmıştır. Son dönemde Türkiye’de, yeraltı eserleri yeryüzüne çıkmış; Yumuşak Makine ve Ölüm Pornosu ile ilgili dava açılması, bazı yeraltı eserlerinin (Fight Club, Transpoiting) filme aktarılması, bu eserlerin popülerleşmesine neden olmuştur. Popülerleşme, kapitalizmin/yayınevlerinin de dikkatinden kaçmamıştır. Hatta bu türün olanaklarından faydalanan yazarlar da gündeme gelmeye başlamıştır. Hangi eserlerin yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilebileceği ile ilgili tartışmaları bir kenara bırakıp, ortaya atılan farklı görüşlerden de yararlanarak Türkiye’de yayınlanan yeraltı edebiyatı etiketine sahip eserleri birkaç başlık altında değerlendirmek mümkündür. Türe göre roman/hikâye, şiir ve hiçbir türün özelliğini tam olarak yansıtmayan anlatı olarak üç bölüme ayrılabileceği gibi; edebî değeri düşük olup yeraltını anlatan otobiyografik özellikli eserler ve edebî değer taşıyan eserler (roman, hikâye, anlatı, şiir) olarak iki başlıkta da ele alınabilir. Yeraltının dışında bırakılamayacak, ancak edebiyat açısından güçlü olmayan eserler de söz konusu olduğu için yeraltı eserlerini sınıflandırırken, değerlendirirken yeraltı yazar ve şairlerini (eserlerini) edebî değer açısından sınıflandırmak daha uygun görülmektedir. Öncelikle gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkan, ancak edebî niteliği tartışmalı eserlerle karşılaşırız. Bu tip eserler bir altkültürü, o altkültürün içinden; dolayısıyla sistemin dışında kalmışları gerçekçi ve samimi bir şekilde anlatmışlardır. Şahin Ural’ın Kadıköy Felsefesine Giriş (1996), Oktay Güzeloğlu’nun Beyoğlu’nda Garibanın Otopsisi Yapılmaz (1997), Kanat Güner’in Eroin Güncesi, Mehtap Demir’in Komple Muamele (2000), Sibel Torunoğlu’nun Tımarhane Günlüğü (2001) adlı eserleri “yeraltını anlatsalar da birer edebiyat eseri değiller(dir). Genet, Bukowski hem yeraltı tarzı yaşayan hem de yeraltı edebiyatı yapan kişiler/yazarlar”128 olarak karşımıza çıkarlar. Yazanlarının yaşamlarından yola çıkılarak yazılmış, gerçek yeraltı hayat hikâyelerini anlatan yukarıdaki eserler, Batı’daki Genet, Bukowski örnekleri ile karşılaştırıldıklarında edebî yönden zayıf kalmaktadır. Türkiye’de yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilebilecek, özellikle roman alanında birçok eser yayınlanmıştır. Bunların her birinin ne kadar yeraltı edebiyatı

128 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatı”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 6.

42

özelliği taşıdıkları tartışılabilir. Sözü edilen yazarlar ve eserler, içerik ve üslûp açısından bakıldıklarında bir taraflarıyla yeraltına dayanmakta, bazıları da yeraltının özelliklerini bir nimet olarak eserlerinde kullanmaktadırlar. Kinyas ve Kayra, Piç, Azil, Az, Daha gibi romanların yazarı Hakan Günday, sıra dışı kahramanları ve yaşamları anlatsa da gerçek anlamda bir yeraltı yazarı olarak kabul edilemez.129 Günday’ın eserleri yeraltı sosuna batırılmış, yer yer fantastik öğelerle beslenen, şiirsel, sıra dışı yaşam anlatılarıdır. Her Temas İz Bırakır, Son Hafriyat, Erken Kaybedenler, Hikâyem Paramparça, Deliduman adlı eserlerinde yaşamın kıyısındakileri, hayatın kaybedenlerini anlatan Emrah Serbes, marjinal söylem içinde değerlendirilebilecek, ancak Behzat Ç. karakterinin de etkisiyle bestseller olmuş yazarlardandır. Bazı yazarlar da belki popüler olma endişesinden (yeraltı artık popüler bir alandır çünkü), belki kendilerini yeraltına layık görmediklerinden (bu yazarlar için yeraltı bir çeşit mabettir) kendilerini yeraltı içine dâhil etmekten kaçınmaktadırlar. Altay Öktem de Hikmet Temel Akarsu da her ne kadar yeraltı edebiyatına yakın olsalar, bu alanda ürünler ortaya koysalar da kendilerini yeraltı yazarı olarak adlandırmaktan kaçınmaktadırlar. Bu iki noktayı belirttikten sonra, Notos ve Varlık dergilerinde yer alan yeraltı konulu yazılardan da yola çıkarak Türkiye’de yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilebilecek yazarları ve eserleri şöyle sıralamak mümkündür: Kasım Uçkan, İstanbul Yolcusu Kalmasın (1987); Zühtü Bayar, Filler Mezarlığı (1991); Ceyhan Fırat, Bacak Böcek Oyunu (1996); Ahmet Haluk Ünal, Bir Kara Kafalı İçin Balad (1996); Mehmet Kartal, Hayatım Harbiden Roman (1998); Hikmet Temel Akarsu, Kaybedenlerin Öyküsü (1998); Efsane Turnalı, İst (1999); Sabahattin Demiray, Masalcı (1999); İbrahim Altun, Romantik Salgın (1999); Sarp Bengü, Acı Sigara (2000); Mehmet Akif Derbent, Yalnız Balayı (2000); Sabri Kaliç, Kendisini Prens Sanan Kurbağa (2000); Turgut Yüksel, Sıvı (2000); İbrahim Altun, Günahsız (2000); Altay Öktem, Filler Çapraz Gider (2001), Bu Kitaptan Kimse Sağ Çıkamayacak (2010); Hikmet Temel Akarsu, Çaresiz Zamanlar (2001); Osman Cavcı, Köpeköldüren (2001); Eyüphan Erkul, Haydi Düş Önüme Serçe (2001); Süreyya Evren, Karlar Ülkesinde Karnaval (2001); Armağan Tekdöner, Ceza Kuşağı (2001); Demir Toros, Beyoğlu’nda Balıkların Ayak Sesleri (2001); Ata Türker, Tanrının Çocukları (2001); Gönül Kıvılcımlı, Jilet Sinan (2002); Doğu Yücel, Hayalet Kitap (2002), Bülent Akyürek,

129 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 19.

43

Zamanın Efendisi (2002), Hakan Emren, Aşk İki Harfli Değildi (2003); Niyazi Zorlu, Hergele Ȃşıklar (2003); Stella Acıman, Kırlangıçların Ömrü (2003); Ayça Seren Ural, Pogo (2003), Travesti Pinokyo (2003), Lirik Soğan (2004); Cem Selcen, Saat Kaçtır Acaba (2003); Efsane Turnalı, Erkekler de Düşer (2003); M. Savaş Tümer, Mor 19 (2003); Elvin Azar Süzer, Otoyol Kraliçesi (2003); Pınar Orhan Küzeci, Kurtlu Elma Şekeri (2003); Mehmet Bilal, Üçüncü Tekil Şahıs (2003); Ali Ece, Ayın En Güzel Hâli (2004); Fatih Kaynak, Hiçliğin Aynasıydım Ben (2004), İlk Yarı 10-0 (2001), Köpekler Gibi Yalnız Öleceğiz (2012); Şebnem İşigüzel, Çöplük (2004); Ersan Üldes, Aldırılan Çocuklar Örgütü (2004); Vecdi Çıracıoğlu, Serseri Standartları Sempozyumu (2004), Cumhur Orancı, Acı Düşer Bulvarı (2012); Alican Ökmen, Kirli, Paslı, Bozuk (2012); Serdar Şekerci, İlk Kitap: Sarı (2013)… Liste daha da uzatılabilir. Yeraltı edebiyatının özellikle fanzinler aracılığıyla kendini gösterdiği en önemli tür, şiirdir. Batı’daki Beat oluşumu bunun önemli bir örneğidir. Türkiye’de de durum pek farklı değildir. küçük İskender, kendisi de fanzin çıkarmış, çeşitli fanzinlerde şiirler yayımlamıştır. Hasan Bülent Kahraman, şiiri yeraltı edebiyatı için büyük bir imkân olarak görür. Ona göre, “Yeraltı edebiyatının çok güçlü düzyazı örneklerini de farklı bir gözle bakıp şiirimsi diye nitelendirmek gerekir.”130 Özellikle hiçbir edebî türe dâhil edilemeyen ve anlatı olarak adlandırılan özgün, özgür metinler Kahraman’ın şiirimsi dediği metinlere örnek gösterilebilir. “Yeraltı Edebiyatı Üzerine Poetik Metinler” de kaleme alan Wate Waûuri (Mehmet Akay), yazılarında marjinal hayatları, kaybedenleri konu etmektedir. Gece Metrosu adlı eserindeki anlatıları yeraltı şiirinin özelliklerini yansıtan yazarın, kurduğu e-zine web sayfası olan www.cibiliyetsizler.com’u Altay Öktem, “yeraltı edebiyatının, yeraltı şiirini savunan, bu uğurda – en azından kendi kendine – canhıraş bir mücadeleye girmiş tek kişilik bir ordunun web sayfası.”131 olarak nitelemiştir. Mehmet Akay’a göre yeraltı şiiri, bir iktidarı taşıdığı için kurumsallaşmış estetik değerlere uzak durur; modern şiirle hesaplaşır, onu lanetler; dili, iktidarın taşıyıcısı olarak gördüğünden bozar ve yeniden kurar; sistem karşıtıdır, ancak onun belli bir ideolojisi yoktur; ideolojik kaygıları olmadığı için apolitik, ancak geniş kitlelere ulaşmak istediği için politiktir; bireyseldir, cemaat anlayışına karşıdır; ütopik arayışlar peşinde değildir, an’ı yaşatmak

130 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 24. 131 Şiir Defteri 2006 / Altay Öktem, sayfa 260’dan aktaran: Âdem Kuyumcu, “Yeraltı Edebiyatı Şiirinin Laz Şairi Wate Waûuri Üzerine…”, http://www.lazuri.com/tkvani_ncarepe/ad_ku_temmuz2006_zate_zatturi_uzerine.html, (05.07.2015)

44 ister; yine bir iktidar tarafından belirlenen ve sürdürülmesi istenen bütün ahlâk anlayışlarını reddeder; uyumsuzluk ve kaos kışkırtıcılığı yapar, irrasyoneldir; soyut şiire yakındır, ancak içeriği önemser; gerçek veya hayalî bir kurguya yaslanabilir, toplumun ve sistemin değişebileceği mesajını verir; iktidarın topluma sinmiş hücrelerine saldırmayı kendine hedef seçer, toplumsal yaşamı biçimlendiren etik değerlere saldırmayı temel sorun olarak ele alır; toplum karşısında birey olarak var olmak ve kabul edilmek ister.132 Mehmet Akay, bir manifesto özelliği taşıyan Benim Şiirlerim’de kendi şiir anlayışının ve yeraltı şiirinin ipuçlarını verir: “benim şiirlerimin romantizimden beslendiği doğrudur ama romantik değillerdir. Benim şiirlerim şiddet içerir Hem de her türünü. Benim şiirlerim aşna-fişneden söz eder Ama merkezinde koca bir erkek oturur. Benim şiirlerim ahlâk destanı değillerdir Ve çağdaş şairlerin etik duyarlılığından uzaktır. Çünkü hiçbir ahlâk zırvasına inanmaz.”133 Genel algı, şiirin yüksek bir sanat olduğu yönündedir. Bu sebeple şiirin konusu, dil ve üslûbu sınırlanır. Şiirde kullanılacak sözcükler estetik ve ahenk değerlerine göre seçilir; içerik de genellikle insanı yüceltecek, evrensel duygulara seslenecek şekildedir. En azından genel edebiyat(çı) algısı bu yöndedir. Cumhuriyet döneminde yeraltı şiiri ile ilişkilendirebileceğimiz iki öncü isim Can Yücel ve Ece Ayhan’dır. “Dilin sivilleştirilmesi ve gerçek anlamda sokağa taşınması, farklı şiir tavırları içinde olsalar da, Ece Ayhan ve Can Yücel’in iradesiyle ön alabilmiştir.”134 Ancak, Türk edebiyatında Batılı anlamda yeraltı şiiri yazan ilk şair küçük İskender’dir. Kendisini “toplumcu hayalci”1 olarak niteleyen İskender’in şiiri, isyankâr, uzlaşmaz, erotik, âsi, sarsıcı, devrimci, kural tanımaz, aykırı, marjinal gibi özelliklere sahip olmanın yanında kendinden sonraki şairler için yol açıcı işlev üstlenir. Şair olarak yeraltına dâhil edebileceğimiz bir başka ad olan Altay Öktem’in yeraltı şiiri için asıl önemli eserleri

132 Mehmet Akay, “Yeraltı Edebiyatı Üzerine Poetik Metinler/Yeraltı Şiirinin Dostları Kimlerdir?” , http://akaymehmet.blogspot.com.tr/search/label/YERALTI%20EDEB%C4%B0YATI%20%C3%9CZE R%C4%B0NE%20POET%C4%B0K%20MET%C4%B0NLER, (05.07.2015) 133 Wate Waûuri (Mehmet Akay), “Benim Şiirlerim”, http://www.lazuri.com/tkvani_ncarepe/ad_ku_temmuz2006_zate_zatturi_uzerine.html, (05.07.2015) 134 Hasan Bülent Kahraman, Türk Şiiri Modernizm Şiir, Büke Yayınları, İstanbul 2000, s. 319.

45

şüphesiz fanzinlerde yayınlanan şiirlerin titiz bir seçkisi olan Fanzin Şiir Antolojisi ve Halil Gökhan ile birlikte hazırladıkları, Karakalem dergisinde bir proje olarak geliştirilen ve bir kısmı Karakalem’de yayımlanan şiirlerden oluşan, Kara Şiir Antolojisi’dir. Aynı zamanda, Jan Ender Can, Batuhan Dedde, Alper Çeker, Mehmet Akay, Devrim Altıkulaç, Umay Umay, Pemra Oğuz, Emre Varışlı, Onur Akyıl, Müslüm Çizmeci, Onur Sakarya, Kaan Koç ve Şenol Erdoğan gibi yazarlar/şairler de yeraltı edebiyatı/şiiri içinde değerlendirilebilecek metinler ortaya koymaktadırlar.

1.3. Yeraltı Şiiri ve Sosyolojik Arka Planı

Edebiyatın konusu insandır. İnsanı insan yapan en belirgin özellik insanın toplumsal bir varlık olmasıdır. Her edebî eser bilinçli ya da bilinçsiz, yazıldığı ve anlattığı dönemi; yazarını az veya çok yansıtır. Yeraltı edebiyatı da belli koşulların sonucunda ortaya çıkmıştır. Batı’da II. Dünya Savaşı sonrası oluşan buhran, umutsuzluk, insanları yeni arayışlara yöneltmiştir. Birçok alanda alışılmış, bilindik şekiller terk edilmiş, hayata yeni pencerelerden bakılmaya çalışılmıştır.

Yeraltı edebiyatının anlattığı insan kadar, seslendiği, kabul gördüğü insan da ayrıca ele alınmalıdır. Bu türdeki eserler okunması, hazmı kolay eserler değildir. Okuyucunun alışık olduğu edebî nitelikten yoksundur. Peki, bu tür niçin okunur, günümüzde niçin popüler bir kültüre dönüşmüştür? Bilinmeyen, anlatılmayan, okura çekici gelmektedir. Yasağın cazip bir yönü vardır. “Edebiyatın alçak kahramanlarının bize çekici gelmesinin bir nedeni onları kendi ötekilerimiz olarak algılamamız, oradaki canavarları, deliyi, günahkârı, suçluyu romantikleştirme eğilimimizse, diğeri bu kahramanların toplumun ikiyüzlülüğünü sahiden açığa çıkartan olumsuz bir enerjiye sahip olmalarıdır.”135 Toplumun ikiyüzlülüklerini deşifre ettiğinin düşünülmesi ya da Freudyen bir bakışla, okurun, kendi bilinçaltının yansımalarını bulmasıdır. Yeraltı edebiyatı, Hasan Bülent Kahraman’a göre “cemaatin belirlediği – her anlamdaki- ortalamanın dışında kalmaktan türe”miştir. “Asıl kendini gösterdiği nokta ise değer yargılarıdır.”136 Yeraltı yazarı toplumun genel ahlâk kurallarının dışındadır. Çünkü dokunulmaması gerekene dokunmuş, dahası onu ortaya sermiştir. Yeraltı edebiyatı, verili olana, sisteme, kurallara bir başkaldırıdır, tepkidir. Batı’da Beat kuşağı,

135 Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, Metis Yayınları, İstanbul 2007, s. 42. 136 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 10.

46 bir başkaldırı hareketidir; hem yaşama biçimleri hem ortaya koydukları eserler bir arayışı, bir düzen karşıtlığını sergiler. II. Dünya Savaşı sonrası Batı’da Punklar, Dazlaklar gibi birçok muhalif altkültür ortaya çıkmıştır. Savaş, insanları umutsuzluğa, bohem arayışlara sürüklemiştir. Aykırı, kurallara karşı gelen, sisteme meydan okuyan yaşama tarzları benimsenmiştir. Bu gruplar daha çok işçi ve göçmen mahallelerinde ortaya çıkmışlar, “efendi’nin dilini simgesel bir biçimde boz”up, “varolan kültürün simgelerini çalarak (onlara) aykırı anlamlar kazandırmayı dene”mişlerdir.137 Türkiye’de yeraltı edebiyatının ortaya çıkmaya başlaması 1980’li yıllardır. Nurdan Gürbilek, 1980’lerin Kültürel İklimi’ni şöyle özetler: “Bir yanda merkezi bir iktidarca bastırılan, yasaklanan, söz hakkı verilmeyen hayat alanları; öbür yanda 80’lere kadar benzeri görülmemiş bir iştahla yaşanan, çok daha merkezsiz, çok daha dağınık, çok daha kendiliğinden görünen bir söz patlaması.”138 Bu dönemde resmi kültürün dışında, ona karşı bir söylem oluşmaya başlamıştır. Bastırılmış olanın patlaması söz konusudur. İfade özgürlüğü elinden alınan insanlar, kendilerini anlatma telaşına düşmüştür. “80’ler bir yandan bu toplumda yaşanmış en sert baskı dönemi(dir), devlet şiddetinin kendisini en çıplak biçimde hissettirdiği dönem, ama bir yandan da bir kültürel çoğullaşmayı, bugüne kadar bütünsel ideolojiler içinde hapis kalmış kimliklerin serbest kalmasını da beraberinde getirmiş”139 bir dönemdir. Bu dönemde ideolojiden, politikadan uzaklaşma söz konusu olduğu gibi, cinsellik, eşcinsellik gibi önceden konuşulması, yazılması, tartışılması hayal bile edilemeyen konular insanların gündemini meşgul etmeye başlamıştır. Ayrıca bu dönemde bir aşağı kültür patlaması da söz konusudur. Arabesk sadece bir müzik değil; hayatı algılama, bir yaşam biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Göç ve gecekondulaşma şehirde kendi kenar kültürünü oluşturmuştur. Şehirde siyasi olayların ve baskıların altında kabuğuna çekilenler; tercihlerini, düşüncelerini söyleyemeyenler ise bu sözde özgürlük döneminde bir sarhoşlukla ortaya çıkmışlardır. Ancak bu arada gözden kaçmaması gereken “Bastırılmışın Geri Dönüşü” söz konusu olduğunda “geri dönen, hiçbir zaman bastırılmış olanın kendisi değildir.”140 Altay Öktem, bu dönemin gençlik üzerindeki etkisini şöyle değerlendirir: “1980 darbesinden sonra politikadan tamamen uzaklaştırılan gençlik, içine düştüğü boşluğu bir şekilde doldurmaya çalışmış, aynı dönemde bireysel başkaldırının Batı kökenli müziği

137 Nurdan Gürbilek, Vitrinde Yaşamak, Metis Yayınları, İstanbul 2014, s. 36. 138 Age, s. 21. 139 Age, s. 102. 140 Age, s. 107.

47 ve edebiyatı yavaş yavaş topraklarımızda boy göstermeye başlamıştır.”141 Batılı yaşam, müzik, edebiyat bir kez daha tercüme edilmektedir. Darbenin siyasetten uzaklaştırdığı insanlar kendilerini yeni alanlara kanalize etmeye çalışmışlardır. Hasan Bülent Kahraman da bu dönem hakkında şunları söyler: “1980’lerden sonra ortaya çıkan yeni bir dünya var. Bu dünya farklılaşmaya, ötekinin kendisini duyumsatmasına yaslanıyor. Tekil değil çoğul, bir değil birçok dünyadan, kültürel oluşumdan söz etmek gerekli. Varlığını daha çok kimlik politikaları ile gösteren bu yeni yaklaşım, ister istemez kendine özgü bir dünya yaratıyor. Eşcinsel yaklaşımlar, feminist yaklaşımlar bu dünyanın neredeyse iki temel taşı. O zaman onların oluşturduğu bu seçenek kendiliğinden doğuyor. Marjinallikleri oranında da Yeraltı Edebiyatı’nı besliyorlar.”142 Yazar, yeraltı edebiyatını “bir büyük kent, bir metropol üretimi” olarak görür. Ona göre, büyük kentin sağladığı özgür ortam, çoğulcu yapı yeraltı edebiyatının üretilmesine zemin hazırlar. Aynı yazıda, “Beyoğlu’nun arka sokaklarında hangi şiirin yazıldığını gerçekten bildiğimiz gün (bir olanaksızlıktan söz ediyorum) bizim Yeraltı Edebiyatı’mızı da ‘gerçekten’ bileceğiz.”143 diyerek yeraltı edebiyatının –yerüstüne çıkmadıkça- tam olarak bilinemeyeceğini belirtir. Osman Çakmakçı, Türkiye’nin 1980’den sonra kapitalizmin ekonomik ve kültürel baskılarıyla karşılaştığını, 1990’larla birlikte globalleşmenin popülerleşmeyi, aktüaliteye yaslanmayı, etliye sütlüye dokunmayan temaları egemen kıldığını, bunun sonucunda da karşı bir anlayışın, yani yeraltı edebiyatının ortaya çıktığını belirtir.144 Bu dönemde karşı koyuş, başkaldırma bir ideolojinin çevresinde değil, bireysel hayallerin gerçekleştirilmeye çalışılması şeklindedir. Sisteme yine karşıdırlar, ancak bu kez beat, punk, rock’n roll anlayışı ekseninde protest bir duruş sergilenmeye çalışılmıştır. Yeraltı edebiyatı Batı’daki koşulları içinde ortaya çıkmış, Batılı bir edebiyattır. Yeraltı edebiyatının önemli bir özelliği olan marjinallik Türk edebiyatında da hemen her dönemde varlık göstermiş, ana akım edebiyatın gölgesinde, Batı’daki koşullardan farklı olarak ve 1980’li yıllardan itibaren Batılı örneklerin de etkisiyle bir yeraltı edebiyatına doğru evrilmeye başlamıştır. Yeraltı edebiyatının kaynağı Batı’dır. Onun Batı’da ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağlayan dinamiklerle, ülkemizdeki durumu farklılık gösterir. Türkiye’de

141 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 20. 142 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 12. 143 agm, s. 13. 144 Osman Çakmakçı, “Edebiyatın ‘Yeraltı’ Damarı”, Milliyet Sanat, S.548, Kasım 2004, s. 93.

48 yeraltı edebiyatının Batı’daki kadar gelişememesi, özgün örnekler ortaya konamamasını inancının değerlerine145 ve kapitalizmin ülkemizdeki durumuna bağlayabiliriz. Din, kötülük, şeytan kavramları ve İslam inancının, Batı’daki gibi bir yeraltı edebiyatının olmayışına etkisi üzerinde ayrıca durulmalıdır. A. Ömer Türkeş yeraltı edebiyatı ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi şu şekilde değerlendirmiştir: “Underground edebiyat, edebiyatın başındaki hâreyi parçalayıp kutsallığını yok eden bu gayri meşru biçim, aslında kapitalizmin belki de biricik meşru çocuğudur.”146 Yeraltı edebiyatı itaat etmez, karşı durur, şeytanîdir. Türkiye’de tam anlamıyla kapitalist bir sistem olmamıştır; bu yüzden de yeraltı edebiyatı örneklerinde meşruluktan öte, Batı’dan evlat edinilmişlik söz konusudur.

1.4. Yeraltı Şiiri ve Felsefî Kaynakları

Yeraltı şiirinin arkasında hangi düşünceler vardır? Şair, niçin böyle bir şiir yazma gereksinimi duymuştur? Genel algı, şiirin yüce/yüksek bir sanat olduğu yönündedir. Zaman zaman bu anlayışta kırılmalar olsa bile, bu kırılmalar resmi edebiyat anlayışı içinde eritilir. Eğitim kurumlarında edebiyatın edepten geldiği, dolayısıyla edepsizliklerden uzak olması gerektiği öğretilir. Ayrıca şiirin belli kalıplar dâhilinde yazıldığı vurgulanır. Yeraltı edebiyatı/şiiri buna karşı çıkar ve sistemin kurallarını benimsemeyerek onunla arasına bir mesafe koyar. Sistemin dışında yer almak ise bir özgürlük alanına çıkmaktır. Şair, burada söylenmeyeni, söylen(e)meyen şekilde söylemekte özgürdür. Şair, “İnsan ruhunu aritmetiğin yasalarıyla açıklayan, yaşamı bir olasılık hesabına indirgeyen, insana sıra dışı bir kader çizebilecek yegâne özellikleri, düşgücü ve rastlantıyı yok eden her şeye karşı çıkmak için –darkafalı akılcılığa, iyimser ilerlemeciliğe, kendinden hoşnut Batıcılığa, nihayet toplumsal riyakârlıktan beslenen bir iyilik fikrine meydan okumak için- yeraltına inmiştir.”147

Yeraltı şiiri anarşisttir. Her türlü otoriteyi reddeder. Otorite belli kuralları dayatır. Ancak yeraltı şairi uyumsuz bir kişidir ve uyumsuzluğun şiirini yazar. Elbette bunu bir kuruma tabi olarak yapması beklenemez. “Anarşizm merkeziyetçi, totalitarizm yaratıcısı bürokrasiye, sorumlulukları herkes arasında paylaştıran federalist ilkeyle,

145 Sevgül Türkmenoğlu, “Yeraltı Edebiyatı Bağlamında Bir Karşılaştırma: Dövüş Kulübü- Kinyas ve Kayra”,http://www.turkishstudies.net/Makaleler/106756155_147T%C3%BCrkmeno%C4%9FluSevg %C3%BCl-2453-2463.pdf, (30.03.2015) 146 A. Ömer Türkeş, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 15. 147 Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili, Metis Yayınları, İstanbul 2007, s. 34.

49 bilimdeki gelişme sayesinde olanaklı hale gelen, insanı insanlıktan çıkarıcı teknokrasiye karşı herkesin onurunu ve özgürlüğünü güvence altına alan özyönetimle karşı çıkar.”148 Proudhon, "Ne parti olacak ne de otorite, insanın ve yurttaşın mutlak özgürlüğü olmalı.”149 diyerek insanın özgürlüğünü sınırlayan her şeye karşı çıkar. Din, devlet gibi insanı sınırlayıcı ve belli kalıplara sokmak isteyen kurumlara karşı oluşu, anarşizmi, yeraltı şiirinin başkaldıran doğasına bağlar. Yeraltı şiiri nihilisttir. Nihilizm, her şeyin anlamdan ve değerden yoksun olduğunu kabul eder. Yeraltı şairi, eğitim sisteminde öğretilen her şeyin resmi ideolojinin korunması ve devamına yönelik olduğunun farkına varmış ve kendi gerçekliğini yaşamak için, resmi ideolojinin dışında ve karşısında yer almıştır. Bu yüzden kendini gerçekleştirmek, yaşamının şiirini yazmak için, kendine öğretileni yok saymaktan çekinmez. “Nihilizm, hangi dönemde ve nerede olursa olsun, insanların bağlı kaldıkları en yüksek değer ve ideallerin işlevlerini yerine getirmediklerinde ortaya çıkan bir ruh durumuna eşlik eden bir yaşama ve düşünme biçimidir.”150 Dolayısıyla toplumsal değerler, inançlar, ritüeller anlamsız eylemler olarak görülmüş ve yok sayılmıştır. Toplumun geneli tarafından uyulan, sonraki nesillere de aktarılan davranış kalıpları; marjinal şaire göre sahtedir. “Nihilizm, değerlerin değersizleşmesi ile başlayan, yaşamın hor görülmesi, değersizleşmesi ve sonunda yadsınması ile son bulan bir yaşama ve düşünme biçimini ifade ed(er).”151 Yeraltı edebiyatı, değer olarak adlandırılan her şeye sıra dışı bir söylemle başkaldırır. Ana akım edebiyat bir değerin peşindedir, yeraltı edebiyatı ise değersiz olarak görülen yaşamları, değersiz anlatım şekilleriyle ele alır. Yeraltı şiiri egzistansiyalist özellikler taşır. Egzistansiyalizme göre insanın varoluşu rastlantı sonucudur. İnsan kendine var oluşunu kazandıran rastlantılardan birinin olmaması durumunda var olamayacaktır ya da bir başkası olacaktır.152 İnsanı diğer varlıklardan ayıran varlığının bilincinde oluşudur. Ancak, “varolmanın bilincini taşıyan insana seyrek rastlanır. İnsanların büyük bir kesimi, dikkatini, mutluluğunun koşullarını oluşturan dünya nesneleri üzerinde toplar.”153 İnsanın, varoluşunu

148 Henri Arvon, Anarşizm, İletişim Yayınları, Cep Üniversitesi, (Çev. Ahmet Kotil), İstanbul 1991, s. 118. 149 Age, s. 46. 150 Sebahattin Çevikbaş, “Nietzsche ve Nihilizm, Tarihsel Bir Yazgı Olarak Nihilizm: Avrupa Nihilizminin Tarihi, Kökeni ve Egemen Olma Aşamaları”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2011/15, s.70. 151 agm, s. 71. 152 Paul Foulquie, Varoluşçuluk, (Çev. Yakup Şahan), İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s. 38. 153 Age, s.37.

50 gerçekleştirebilmesi için özgür olması; özgür olması gerektiğinin bilincinde olması gerekir. Doğumundan itibaren aile, çevre, okul vb. ile sürekli şekillendirilmeye çalışılan insan, kendisine verilenlerle var olmaya çalışır. Ancak gerçek varoluş bu değildir. İnsanın varolabilmesi için kendisine biçilen kabın dışına çıkabilmesi gerekir. Ana akım edebiyatın nasıl olması gerektiği önceden bellidir. Yenilik, sınırlar dâhilinde yapılabilmektedir. Yeraltı şairi ise bir başkaldırandır. Kendi varlığının bilincindedir. Varoluşunu gerçekleştirmenin yolunun özgür olmakta olduğunu bilir. Sınırların dışında, sıra dışı bir söylem kurar. Varoluşçu yazarlardan olan Albert Camus’nun Başkaldıran İnsan adlı eserini yazması boşuna değildir. Varoluş, bir başkaldırıdır. Yeraltı edebiyatı varoluşçuluğun felsefesini yapmaz. Sartre, Camus gibi yazarların eserlerinde görülen düşünsellik, yeraltı edebiyatı eserlerinde pek yoktur. Yeraltı şairi, insanın iç dünyasının, alt benliğinin özgür bırakılmasından; yaşamın kıyısında varoluş sancısı çeken insanların da öykülerinin anlatılmasından yanadır. Marjinal şair/yazar, insanın kötü yönlerini; alkolle, uyuşturucuyla, şiddetle yaşama tutunamayışını, kötücül bir dille edebiyata taşır. Edebiyat da insan gibi, varoluşunu gerçekleştirebilmek için özgürlüğe ihtiyaç duyar. Ana akım edebiyat kuralların içinde sıkışıp kaldığı için özgür değildir. Yeraltı şiirinin asıl düşünsel kaynaklarını, her ne kadar egzistansiyalist, nihilist, anarşist özellikler taşısa da, Beat anlayışında ve punk, rock kültüründe aramak gerekir. Yukarıda da değinildiği üzere Beat düşüncesi, hem yaşamda hem de edebiyatta kendine yer bulmuştur. Yerleşik yaşam kurallarını hiçe sayan, toplumun değer yargılarını benimsemeyen, uyuşturucu madde kullanımını teşvik eden, Uzak Doğu düşüncelerinde anlam arayan, uzun yollarda kaybolmaya çalışan bir kuşak olan Beat’ler, hayat görüşlerini ve deneyimlerini, eserlerinde anlatmaya çalışmışlardır. Punk, kendi giyim tarzı, felsefesi, edebiyatı, dansı, görselliği olan bir alt kültür, isyan hareketidir. Punkların giyimlerinden saç şekillerine, müziklerinden danslarına kadar her yönleri protest bir hava taşır. Artemis Günebakanlı, Jessamin Swearingen’in “The Emergance of Punk in Amerika” adlı eserinden Türkçeleştirdiği “Risale-i Punk’ta, punkın Batı’da bir müzik ve yaşam tarzı olarak ortaya çıkışını ve felsefesini ele alır; punkın basitliği esas aldığını, kendin-yap (do-it-yourself) anlayışıyla herkesin bir punk grubunda yer alabildiğini belirtir.154 “Erken dönem punk estetiği, basit ve bazen rahatsız edici müzik, cüretkâr ve çoğu zaman saldırganca olan bir moda anlayışı ve nihilist,

154 Risale-i Punk, (Jessamin Swearingen, The Emergance of Punk in Amerika), Türkçesi: Artemis Günebakanlı, Altıkırkbeş Yayın, Kadıköy 2007, s. 90

51 uzlaşmacı olmayan sözleri birleştir(mektedir).”155 Punk-Rock’ın öne çıkan isimlerinden Reed, grubu the Velvet Underground ile modern ahlâk bozukluğu hikâyeleri anlatmış; şarkılarında, arzularının ve şehrin cazibesinin esiri olmuş insanlara çokça yer vermiş; uyuşturucu bağımlılarına ve transseksüellere onların bakış açılarından hitap etmiş; yabancılaşmayı rock müziğin modern kumaşına sarmıştır.156 Bir diğer punk grubu Sex Pistols, God Save The Queen adlı şarkısında, hayata ve topluma karşı isyankâr bakış açılarını ortaya koymuştur: “Tanrı kraliçeyi korusun Ve onun faşist rejimini Seni bir ahmağa dönüştürdü Potansiyel bir hidrojen bombasına Tanrı kraliçeyi korusun O bir insan değil Ve gelecek yok İngiltere’nin düşünde”157 Özdeşleşmeyen, dışarda kalmayı tercih eden punk düşüncesi ile yeraltı şiiri arasında marjinallikleri yönünden birçok benzerlik vardır. “1970’lerin ortalarındaki erken punk hareketi, yeni bir tür rock’n’roll müziği yaratabilmek için beat şiirine ve hayat tarzına öykün”müştür.158 Ayça Seren Ural, Pogo adlı eserinde Türkiye’de 90’lı yıllardaki punk yaşamını, kendi deneyimlerinden yola çıkarak anlatmaya çalışmıştır. Rock, sanayi devrimi sonrası gelişen bir kentli müzik türüdür. Kendi içinde farklı türlere ayrılan rock müziğin en önemli özelliği muhalif yapısıdır. Ana akımla örtüşmez, piyasa kültürünün dışında yer alır. Düzene başkaldırma, otoriteye boyun eğmeme bu müziğin doğuş nedenidir.159 “Rock müzik, kentin ağırlığı altında ezilen, geleneksel yapının sindirmeye çalıştığı bireyin başkaldırısından doğmuştur.”160 Rock, yerleşik müzik anlayışının dışında yer aldığı gibi şarkı sözleri de bir şiirsellik taşır. Rock sanatçısı, içinde yaşadığı toplumdan, dünyadan kendini sorumlu hisseder ve politik bir duruş sergiler. Sistemle uyuşamayanların, yabancılaşan veya yabancılaştırılan bireyin sözcülüğünü üstlenir. Türkiye’de 12 Eylül darbesini, Kramp adlı grup “Lan

155 Age, s. 79 156 Age, s. 91. 157 Age, s. 85. 158 Age, s. 75. 159 Melike Aydın, “Alternatif Rock ve Şiir İlişkisi”, Yasakmeyve, S.25, Mart/Nisan 2007, s. 41. 160 Altay Öktem, “Şiir, Şarkı Sözü ve Politik Tavır”, Yasakmeyve, S.25, Mart/Nisan 2007, s. 44.

52 nooldu Be”; Bulutsuzluk Özlemi de Irak’ta yaşananları savaş karşıtı bir söylemle “Bağdat Cafe” şarkısında dile getirmişlerdir. Sonuç itibariyle yeraltı şiirinde anarşist, nihilist, egzistansiyalist etkiler söz konusu olsa da punk, rock, beat anlayışlarının daha fazla etkili olduğu söylenebilir. Çünkü yeraltı şiirinin sistemle uyum sorunu vardır. Hem beat hem de punk ve rock bir yaşama biçimidir. Yazar ve şairlerin yazdıkları ve yaşadıkları genellikle örtüşür. Söylemleri ne kadar kurgu olsa da gerçeklikten kopuk değillerdir. Yeraltı şairi şiirini büyük ideallerin, ütopik gelecek söylemlerinin dışında kurar. Geçmiş geçmiştir, geleceğin ise görülüp görülemeyeceği belirsizdir. Dolayısıyla yaşanılan, içinde bulunulan dünya; kenar mahalle, köprü altı, gecekondu asıl gerçekliktir. Yeraltı edebiyatı büyük ideallerin, anlatıların, izmlerin dışında ve karşısındadır. Bu yüzden alışıldık anlamda bir felsefesi de yoktur. Yani felsefe, yerleşik edebiyatın içindedir. Kapitalizmin mantığıyla hareket eden bir güzellik, estetik, edebiyat anlayışının karşısında olmak, yeraltı edebiyatının asıl felsefesidir. Başka yaşamları, başka anlatım teknikleriyle, başka bir dille anlatmanın mümkün olduğunu haykırır. Başkaldırı, sıra dışılık, aykırılık; yeraltı edebiyatının felsefesini oluşturan anahtar sözcüklerdir. Şunu da eklemek gerekir: Yeraltı şiirinin düşünsel kaynakları da kendisi gibi Batı’dadır. Sanayileşmesini tam olarak gerçekleştirememiş, 2000’li yıllara gelindiğinde hâlâ Doğu-Batı çatışması çıkmazında debelenen bir ülkenin yeraltı şiiri de Batı’nın tesiri altında oluşma çabası içindedir. Türkiye’de yeraltı edebiyatının tarihi de sosyal arka planı da oldukça zayıftır. Kaynakları çeviri olan bir felsefî kültürün sonucu olarak ortaya çıkan şiirin de çeviri izlenimi vermesi kaçınılmazdır.

53

İKİNCİ BÖLÜM

II. TÜRK ŞİİRİNDE MARJİNAL SÖYLEM VE YERALTI ŞİİRİ

2.1. Türk Şiirinde Marjinal Söylem

Türk edebiyatının ilk dönemlerine bakıldığında ahlâkî ve dinî değerlerin ön plana çıktığı görülmektedir. Şairin ve şiirin görevi topluma yön vermektir. Klasik Türk şiirinde ise esas güzelliktir, güzel söylemektir. Halk şiirinde de daha çok tabiat, aşk temaları ağırlıktadır. Ancak hem klasik şiirde hem halk şiirinde eleştirel söylem de görülmektedir. Kasidelerdeki yergiler, halk şiirindeki taşlamalar yer yer kabul gören anlayışın dışına taşar ve şair aykırılığının cezasını görür.

Aykırı çıkışlar zamanla, aykırılığını kaybedip geleneğe dâhil olurlar. Tanzimat döneminde Ȃkif Paşa’nın, Namık Kemal’in, Abdülhak Hâmit’in şiiri de dönemi için farklılıklar taşır. Bu şairlerle, Türk şiirinde o zamana kadar görülmeyen temalar şiire girmiştir. Türk şiirindeki büyük kırılmalardan ilki, Garip (Birinci Yeni) hareketidir. Gelenek neredeyse tümüyle reddedilip, sıradan insan, sıradan bir söylemle anlatılmaya çalışılır. Şair, Süleyman Efendilerin küçük sevinçleriyle, kaygılarıyla örülü yaşamına yönelir. Bunu da bilindik kalıpları, şairâne söyleyişleri reddederek yapmayı dener. Garip’ten sonra en aykırı söylemle İkinci Yeni şiirinde karşılaşılır. Garip ve İkinci Yeni nerdeyse birbirinin zıddı anlayıştadır. Garip’in somut şiiri, II. Yeni’de soyutluğun uçlarında gezinir. İlhan Berk, şiirde yeni deneylere girişmekten çekinmez; Ece Ayhan sivil, sıkı bir şiir peşindedir. Cemal Süreya, şiirini erotik imgelerle örer. Süreya’ya göre “şiir, anayasaya aykırıdır.” Siyasi kimliği, dil ve üslûbu, ironik söylemiyle Can Yücel, şiir tarihimizde marjinal bir şair olarak yer alır. Sözünü esirgemeyen bir kişiliğe sahip olan Yücel, kişiliğini şiirlerine de yansıtır ve zaman zaman sivri dili yüzünden egemen yapıyla karşı karşıya gelir. Kendine özgü bir söylem geliştiren şair, modern bir taşlamacı gibidir. Hasan Bülent Kahraman’a göre, “Can Yücel’in şiiri yeraltı edebiyatının daha sakin örneklerinden biri olarak görülebilir.”161

161 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 25.

54

Ece Ayhan, sivil ve karaşın söylemiyle marjinal şairlerdendir. İnan Kızılkaya’ya göre, “Cümle yapısının kaotikliği ve Türkçe grameri yapıbozuma uğrattığı ‘Bakışsız Bir Kedi Kara’ kitabı, edebiyatımızdaki düzyazı şiir örneklerindendir. ‘Ortodoksluklar’ ise bir resmi ideoloji eleştirisi olduğu gibi; tarihsellik-Kemalizm bağına ilişkin Bizans döneminden göndermeler barındırır içinde. Yine ‘Çanakkaleli Melahat ve Melahat Geçilmez’ şiirleri de tersten bir tarih okumasıyla, Cumhuriyet’in kuruluş ideolojisine farklı bir yergidir adeta.”162 Türk şiirinde marjinal olarak nitelendirilen asıl şair, küçük İskender’dir. Ancak, şair bu nitelemeyi pek de kabul etmez. Kendisi ile yapılan bir söyleşide şunları söylemiştir: “Hiç de marjinal değilim. Gayet sıradan bir hayatım var. Marjinal görmek istiyorsanız, televizyonu açıp Müge Anlı’yı izleyin. 26 senedir teyzesinin kızına tecavüz eden adam var orada. Nerelere gitmişler! Halk marjinal olmuş, biz sıradan olduğumuz için ‘marjinal’ kalıyoruz. Ben bir şey yapmıyorum, aynalık yapıyorum sadece.”163 Farklılığının bir etiketle nitelenmesini istemeyen şair, sözünü ettiği kişilerle de aynı sıfatı paylaşmak istemez. Ayrıca şair, marjinal söylem ve yeraltını ayırır. küçük İskender’e göre “marjinal söylem, yaygın davranışların ve düşüncelerin reddi üzerinde şekillenirken yer altı sokaktır.”164 küçük İskender’in şiiri, ortaya çıkışı itibariyle marjinaldir. Ancak sonraki yıllarda popüler kültür nesnesine dönüştüğü, tüketilen bir şiir hâline geldiği yönünde de görüşler vardır. Ali Asker Barut, “Marjinalliğinin aksine onun şiiri herkesten önce kabul görmüş, evetlenmiş, hatta elbirliğiyle iktidar edilmiş bir şiirdir.”165 görüşündedir. Şairin bu durumdan ne kadar sorumlu olduğu tartışmaya açıktır. Popüler olma kaygısıyla duruşundan vazgeçmeli midir, yoksa risk alıp bildiği yolda ilerlemeli midir? Marjinalliğin daha çok söylemsel açıdan ele alındığı bu çalışmada, şairin ve şiirinin süreç içinde iktidar, ana akım tarafından onaylanması veya kapitalizmin onu bir mala dönüştürüp satılabilir hale getirmesi konu dışındadır. Elbette marjinal duruşun, kabul görmemeyi, reddedilmeyi, kenara sürülmeyi gerektiren bir yapısı vardır. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki modern dünyada her şey satılıktır. Kapitalizm için

162 İnan Kızılkaya, “Marjinal Şair’in Hikayesi”, http://ozcanozturk.blogcu.com/marjinal-sair-in- hikayesi/1972202, (20.03.2015) 163 “küçük İskender'le Sözünü Sakınmadan: Halk 'marjinal' olmuş, ben sıradanım!” http://www.sabitfikir.com/haber/kucuk-iskenderle-sozunu-sakinmadan-halk-marjinal-olmus-ben- siradanim, (15.01.2015) 164 EKLER, Ek 2., s. 187. 165 Ali Asker Barut, “küçük İskender Şiiri marjinal şiir değil popüler şiirdir”, https://aliaskerbarut.wordpress.com/2011/07/20/kucuk-iskender-siiri-marjinal-siir-degil-populer- siirdir/ (02.06.2015)

55

önemli olan, nasıl olursa olsun kazanmaktır, daha çok kazanmaktır. Sistem, yok sayarak tüketemediği kültürü/şiiri, yok sayışı içinde pazarlayıp kazanca dönüştürmekte ve bu şekilde popülize ederek yok etmektedir. Modaya dönüşen şeyin modasının geçmesi kaçınılmazdır. Punk kültürün ortaya çıkma ve modaya dönüşme serüveni buna güzel bir örnektir. Marjinalin marjinal kalma durumu, marjinal olmaktan güçtür. Özellikle 1980 sonrasında küçük İskender’in, Türk şiirinde marjinal söylem içindeki yeri yadsınamaz. Kendisinden sonraki birçok şair için bir güç, dayanak olmuştur. Şairin, fanzin kültürü içinde de bizzat faaliyet göstermesi önemlidir. küçük İskender kendisi ile yapılan bir söyleşide marjinal şair ve yeraltı şairi nitelemelerini şöyle yanıtlamıştır: “Marjinal değilim. Çünkü sıradan birinin beklentileri, özlemleri ile ayaktayım. Yeraltı şairi tanımı iltifattır; oysa ben altkültüre meraklı bir araştırmacıyım.”166 Şair, her ne kadar marjinal sıfatına sıcak bakmasa da, yazdıkları ve yaşam tarzı dikkate alındığında, kendisinin aykırı bir şair olduğu genel kabul görmektedir. Altay Öktem, hem yazdıkları hem fanzin kültürü ile iç içe olması hem de altkültürlere yakınlığı ile Türk şiirinde önemli bir yere sahiptir. Çamur Şiir, Her Şey Oda Kırbaç Ayna, Dört Kırıtık Opera yapıtları sıra dışı söylem örnekleriyle bezenmiştir. Marjinal Kitaplar yayın yönetmenliğini de üstlenen Öktem, anlatı, roman, çocuk edebiyatı türlerinde de örnekler vermekle birlikte asıl şiir türünde yazdıklarıyla ve fanzin araştırmalarıyla/derlemeleriyle öne çıkmaktadır. Şiirlerinde hayatın kaybedenlerini, genel söylemin kaybetmek istediği doğal, muhalif bir söylemle dile getiren Öktem, Türk şiirinin aykırı şairlerindendir. Son yıllarda özellikle Altıkırkbeş yayınlarının şiir serisi içinde kendilerine yer bulan, Umay Umay, Batuhan Dedde, Emre Varışlı, Kaan Koç gibi şairler de marjinal bir söyleme sahiptirler. Ayrıca Altıkırkbeş Yayınevi ve Underground Poetix dergisinin editörlüğünü yapan Şenol Erdoğan, hem marjinal söyleme sahip bir yazar hem de günümüz Türkiye’sinde marjinal edebiyat ürünlerinin yayınlanmasını sağlayan önemli bir yayıncıdır. Günümüzde, yukarıda “Türkiye’de Marjinal Söylem ve Yeraltı Edebiyatı” bölümünde de belirtildiği üzere küçük İskender, Altay Öktem gibi öne çıkan şairlerin eserlerinin yanı sıra fanzinlerde, dergilerde marjinal söylemin görüldüğü şiirler

166 Semih Gümüş, “küçük İskender: ‘Şair kitap yazmaz, şiir yazar. Kitap yazanlar nesir düşkünleridir.’”, http://www.notosoloji.com/kucuk-iskender-sair-kitap-yazmaz-siir-yazar-kitap-yazanlar-nesir- duskunleridir/, (10.01.2015)

56 yayınlanmaktadır. Klasik Türk edebiyatı ve halk edebiyatından günümüze, kendi kanalında gelişen bir marjinal Türk şiiri hep var olmuştur. Ancak 1980 sonrasında bu tür şiirler daha görünür hâle gelmiş, yeraltı edebiyatının roman, anlatı türleri kadar olmasa da kitap olarak yayınlanmış, en azından dergilerde kendine yer bulmuştur.

2.2. Mekân ve Sosyal Çevre Algısı

Edebî eserlerde mekân daha çok olaya dayalı anlatımlarda karşımıza çıkar. Olaylar, ister gerçek olsun ister düşsel, gerçekleşecekleri bir zemine ihtiyaç duyarlar. Yazar mekânı farklı amaçlarla da ele alabilir. Romantikler için mekân şiirsel bir fon iken, realistler “insanın ancak fiziki çevreyle birlikte tanımlanabileceğine inan”dıkları167 için fizikî çevrenin ayrıntılı bir şekilde anlatılmasına önem verirler. Natüralistler ise bir bilim adamı gibi davranıp, tasvirlerle “kişinin toplumsal kaderini tahlil ve izah”168 etmeye çalışırlar. Şiirde ise durum bunlardan farklıdır.

Şiirde mekân imgeseldir. Şairin duygu durumu, ideolojisi mekânın yükleneceği anlamda etkilidir. Dolayısıyla şiirde fiziksel betimlemeden çok, düşsel bir betimlemeden bahsedilebilir. Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası adlı eserinde mekânı daha çok sığınılacak, tehlikelerden korunulacak, barınılacak bir yaşam alanı olarak ele alır. Mekâna övgüler düzer. “Yaşam güzel başlar; evin kucağında kapalı, korunmuş, ılık mı ılık.”169 Ancak bazen tuvaletlerde doğurulan, çöpe atılan bebek haberlerine de rastlanılır. Yaşamın başlayamadığı, olumsuz mekânlar ya da mutlu başlayan yaşamların çeşitli nedenlerle mutsuzluğa dönüştüğü mekânlar da eserlerde yer alır. Bachelard, “düşmanlık mekânlarından” da söz eder. “Bu nefret ve çarpışma mekânları, yakıcı konulara, mahşer hayallerine gönderme yapılmadan incelenemez.”170 Düşman mekânlar insanın yaşamını sürdürmesi için olumsuz özellikler taşıyan, yaşamın devamının geriye doğru olduğu, pis, korunaksız, tehlikelere açık mekânlardır. Buraları, fiziksel olarak da toplumun bakış açısına göre de olumsuzlanan mekânlardır. Bachelard mekânı dikey olarak ele alırken mahzenlerden bahseder. “Mahzen, öncelikle evin karanlık varlığıdır, yeraltı güçlerinden pay alan varlıktır.”171 İnsanın yine

167 Mehmet Tekin, Roman Sanatının Unsurları, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s. 149. 168 Age, s. 153. 169 Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, (Çev. Alp Tümertekin), İthaki Yayınları, İstanbul 2013, s. 37. 170 Age, s. 28. 171 Age, s. 49.

57 birtakım varlıklarını korumak, saklamak için kullandığı bir yer olsa da mahzen dipte, karanlıkta olması yönüyle olumsuz çağrışımlara açık bir yerdir. Mahzene inmek cesaret ister. Orada karşılaşılmak istenmeyen bir geçmiş, bir nesne, hatırlanmak istenmeyen anılar da olabilir. Yerin altı, gözden ıraktır. İlkel çağlardan bu yana insanlar hep evler inşa etmişlerdir. Anne karnından ayrılmak zorunda kalan insan, hep o kaybettiği sıcaklığı aramış, korunaklı mekânlar yapmaya çalışmıştır. Çoğu zaman başarılı olmuş bazen de şansı yaver gitmemiştir. Marjinal söylemde anlatılan, bir tür başarısızlık, hayata tutunamayışın mekânlarıdır. İnsan çoğu zaman yaşadığı mekânı seçme imkânından yoksundur. Özellikle, doğulacak yerin seçilebilmesi söz konusu değildir. Yaşamın sürdüreceği yerler için de keyfilikten öte birtakım zorunluluklar insanın elini kolunu bağlar. Yeraltı edebiyatı, daha adlandırmadan başlayarak bir mekâna işaret eder. Yerin altı, yerin üstünde görülmek istenmeyenlerin mekânıdır. Onaylanan, olması gereken yaşam, yerin üstünde; istenmeyen, yasaklanan, günah olarak görülen, onaylanmayan, varlığına bile tahammül edilemeyen yaşam, yerin altındadır. Yeraltına itilenlerden farklı olarak yeraltında olmayı tercih edenler orada olmaktan hoşnutturlar. Çünkü onlar yer üstünde yaşamak zorunda bırakıldıkları yaşamı reddederek, alta inmişler, altta olmayı tercih etmişlerdir. “Yeraltı çok güzeldi üstümüzde akan b.k nehrine göre Yüzümüze ağlayıp arkamızdan gülen sahtekârlardı onların sevdikleri Bu lağımda yüzmeyi öğrenmeli ya da s.ktir olup gitmeliydik.”172 Yeraltındakilere göre asıl pislik yukardadır, kabul gören mekân b.ktan geçilmemektedir. Yukarısı sahtekârlıkla, ikiyüzlülükle doludur. Yeraltında yaşamayı seçenlerin de orada yaşamayı, bir rüyayı gerçekleştirir gibi öğrenmeleri gerekir. “Yeraltı çok güzeldi tıpkı bir rüya gibi Yeraltı tek sevgilimizdi ölümden de öte Biz onu seçtik Tuvalet deliğinizin dibindeki karanlık anarşiyi.”173 Yeraltındakiler için sevgili mekân, anarşiye, kendilerini gerçekleştirmelerine izin veren mekân, yeraltıdır. Güzellik anlayışı yıkılır; yeryüzünde öğretilen güzellik anlayışının yerine, yeraltında gerçek güzellik vardır. Asıl güzellik, anarşidedir.

172 Taylan, “Karanlık Anarşi”, Altay Öktem, Fanzin Şiir Antolojisi, Şehrin Kötü Çocukları, İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 95. 173 Age, s. 96.

58

Toplumda bir de genel ahlâk anlayışıyla çatışan, kötü olarak algılanan mekânlar vardır. Bar, meyhâne, kârhane gibi yerler muhafazakâr toplumca onanmaz. Kötülüğün kaynağı olarak görülen bu mekânlar da lağımlar, köprü altları gibi, pislikle nitelenir. Aşağıdaki şiirde mekân, mekânda bulunan kişiler ve bu kişilerin günlük konuşmaları ile verilmiştir. “ KÂRHANE 1. Beyoğlu’na yazılacaklardır. Gaga burunlu bir çaça der: “Siz sermayesiniz ayol!” 2. Susarlar götüoturu; Zürafa Sokağı, Galata. 3. Cıgaralı bir ses der: “Hiç bile, benim nüfus kâğıdımda ‘ağır işçi ekmek karnesi verildi’ duruyor.””174 Ece Ayhan’ın bu şiiri bir kârhaneyi tasvir etmektedir. Kârhane, hanenin sığınma, sıcaklık anlamlarından uzaklaşıp bir pazara, kâr getiren hâneye dönüştüğü mekândır. Toplum tarafından kurulmasına zemin hazırlanan ve yine aynı toplum tarafından lanetlenen bir mekândır. Şiirde, gerek diyaloglar gerek yerleşim yeri isimleri mekânın sahiciliğini arttırmıştır. Marjinal söylemde mekâna daha çok olumsuz anlamlar yüklenir. Ayrıca olumsuz yaşam sürdürülen mekânların da daha çok tercih edildiği görülür. Fuhşun, kumarın, uyuşturucunun belli mekânları vardır. Ayrıca, olayların etkisiyle kötüleşen mekânlar da vardır. Dışarıdan iyi olarak görülen mekân, içine girilince, okuyucuyu kötülüğün dehlizlerine çekebilir. Toplum tarafından, gerek yaşanılanlar gerek önyargılarla kötü olarak yaftalanan mekânlar da söz konusudur. “Beyoğlu’ndaki fuhuşla, p.zevenklerle ve or.spularla iç içe yaşıyorsun. Zaten sen de onlardan birisin. Toprak zeminli bitirimhanelerle senli benlisin.”175 dizelerinde Ece Ayhan somut bir mekâna işaret etmektedir. İlk dizedeki/cümledeki “fuhuş, p.zevenk, or.spu” sözcükleri bir bitişi imler. Sürdürülen bu olumsuz yaşamların hâne olarak bulabilecekleri en huzur verici ortam “toprak zeminli bitirimhâneler”dir. Marjinal söylemde taşra, kır, köy vb. mekânlardan çok şehir/kent öne çıkar. Yeraltı edebiyatının oluşma zemini kenttir. Modernleşmeyle birlikte kalabalıklaşan şehirlerde çok katlı binalar yapılmış, kalabalıklaşma da beraberinde birtakım sorunları getirmiştir. “Büyük kentte oturanlar, üst üste konmuş kutularda yaşarlar.”176 Şehirde binalar arasında, insan vücudundaki damarlar gibi yollar, ara sokaklar yapılmıştır. Yerin

174 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 191. 175 Age, s. 247. 176 Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, (Çev. Alp Tümertekin), İthaki Yayınları, İstanbul 2013, s. 58.

59 altında ise insan pisliğini taşıyan lağımlar, kimsenin aklına gelmeyen bir öteki gerçekliktir. “Lağım yollarından girdi metropellere”177 dizesinde şair, bu gerçekliği sezdirmek ister gibidir. Şehir, bir kalabalıklar yığınıdır. Samimi bir mekân değildir. İkamet edenlerin çoğu sonradan, farklı yerlerden, kültürlerden gelmişlerdir. Evler, sokaklar sürekli değişir. küçük İskender, şehri “ikinci el bir kent” 178 olarak nitelediği dizesinde, şehrin sakinlerinin değişkenliğini işaret eder. Şair, bir başka şiirinde “Yıkıl ey şehir!...”179 diye seslenir. Yeniden kuruluşun ilk şartı, yıkımdır. Ancak yıkımla olumsuzluklar gidecek, yeni bir şehir kurulabilecektir. Şairin, şehrin, insanı nasıl insanlıktan çıkardığına değindiği şiirinden dizeler ise şöyledir: “Ve bir kent hayvanı edasıyla Kim nereye kadar yaşar ki Kendi repliklerine inmişken mutant çocuklar.”180 Kent, insanı hayvanlaştırmaktadır. Çünkü orada yaşamı sürdürmek, kırsal alanlara göre daha güçtür. İnsanlar hep bir koşuşturma, hep bir yarış içindedirler. İnsanî değerler yok olmuş, insanlar birbirlerine yabancılaşmıştır. İnsan, önce birbirine, sonra kendine yabancılaşmış, bu da yetmemiş, yeni nesil mutantlaşmıştır. “Yağmalandı, kutsal bekâreti çalındı şehrin Devam etti yağmur yağmaya Şehrin bozulmuş bedeninde, ayağı kırık bir at intihar etti. Terk edildi, cesedi parçalandı şehrin.”181 Bu dizelerde ise şehrin kendi içindeki çelişkisi belirtilmiştir. Kutsal değerleriyle övünen şehir, kutsal değerine sahip çıkamamış, kirlenmiştir. Bu kirlenmeyi yağmur bile temizleyememiştir. Şehir bu bozulmuşluğuyla, ayağı kırık bir ata benzetilmiştir. At için tek çözüm neyse, şehir için de odur. Ölü atı da leş yiyicileri parçalayacaktır. “Siyahın girdabında akustik bir kötü ruh gibi duruyor önümde beliren şehrin tahta bavullarda kokmaya başlayan cesedi!”182 Şehir ölmüştür. Işıltısını kaybetmiş, akustik bir karanlıkta çürümektedir. Etrafa yayılan, bu çürümenin kokusudur.

177 Age, s. 57. 178 küçük İskender, The God Jr., Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 192. 179 Age, s. 16. 180 Age, s. 139. 181 Aysu Kara, “tunç tanrı”, Altay Öktem- Halil Gökhan, Kara Şiir Antolojisi, Kafekültür Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 29. 182 küçük İskender, The God Jr, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 18.

60

“Kaskatı dişilik organıyla dayanmış kentin bütün girişlerine, küstah, yarısı yanık or.spu”183 Kenti anlatmak için kullanılan sözcükler bu dizelerde de olumsuz anlamlar çağrıştırmaktadır. Şehir de bir or.spunun dişilik organı gibi duyarsızlaşmıştır. “Ağır bir hastalık gibi ilerledik masmavi kentin yağmalanmış, küskün âşıklarında”184 Bu dizelerde ise şair, şehrin çürümüşlüğüne, hastalıklı hâline sebep olarak insanları göstermektedir. Şehrin ağır hastalığı insandır. “Yorulmuş sayrılardan şehre başka bir yüz germenin sarsıntısıyla kimliksiz çukur açacaksın bir avuç kokarca kanı olursa da.”185 Şehir, hastalıklardan yorgun düşmüştür. Ona başka şekiller vermeye çalışmak ise onun kimliksizliğe sürüklenmesine neden olmuştur. Şair, modern şehir yaşamında, yaşam alanları daraltılan çocuklar için şehri kenara itmeye çalışmakta ve şehre şöyle seslenmektedir: “şehir, biraz yana çekil: önce oynasınlar sonra öldürülecek çocuklar.186” Şehirde çocuklar/çocukluk, kaybolur/kaybedilir. Şehrin kenar mahallerinde, oyun dönemi kısa sürer ve çocuklar erken büyümek zorunda kalır. Şehir, genellikle karanlık bir atmosferde resmedilmiştir. “Karanlığa defnedildiğinde her şehir”187 bir şeyler değişecek ve saf yeraltı yaşamı başlayacaktır. Şiirlerde şehirle birlikte kenar mahalle, arka sokak gibi şehre ait yaşam alanları da görülür. “Feodal fileli çoraplarıyla vişneli t.şaklarını dayadığı karasal rıhtım, çöl aşıklarının ağladığı kenar mahalle barlarında.”188

183 Age, s. 164. 184 Age, s.183. 185 Age, s.59. 186 küçük İskender, Ölü Evinde Seks Partisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2014, s. 55. 187 Age, s. 71. 188 Age, s. 41.

61 dizelerinde bir kenar mahalle barı, tüm edepsizliğiyle betimlenmiştir. Yeraltı edebiyatı şehrin arka sokaklarına, kenar mahallelerine, köprü altlarına yönelir. Kenar mahalle, adı üstünde kenardadır. Hapishane, suç olarak nitelenen bir davranış sonucu insanın toplumdan tecrit edildiği bir mekândır. Özellikle siyasi söylem söz konusu olduğunda, özgürlüğü elinden alınan şair, tutsak tutulduğu bu mekânı, kendisini orada tutanlarla birlikte düşmanlaştırır. Hapishaneyle birlikte, hücre, koridor, koğuş gibi sözcükler de şiire girer. Bir Siyasinin Şiirleri’nde Can Yücel, “Silsilesini s.ktiğimin koridorlarına.”189 dizesinde koğuşlardan başka bir alana açılmayan koridorlara öfkesini söverek dile getirir. Sanatçının yaşadığı mekân, eserlerine de yansır: Bazen eylemlerinin gerçekleştiği yer olarak bazen de özlenen düşsel bir yer olarak. Marjinal bir yaşam sürdüren şairlerin mekâna bakışları da yaşamlarıyla doğru orantılıdır. Ece Ayhan, öğrenimini parasız yatılı bir öğrenci olarak devlet yurtlarında tamamlamıştır. Kendi deneyimlerinden yola çıkarak bu mekânları “kurulu zulmün yetiştirme yurtları”190 olarak niteler. Seçeneksiz olan çocukların hayata çıkış kapıları bu yurtlardır. Mezar, yaşamın dışına çıkılan alandır. Karanlık, soğuk, korkulan, kaçınılmaz olan ve bir o kadar da kutsal bir mekândır. Marjinal şair, mezarı yaşam alanına döndürür. Onu hayatın bir parçası hâline getirir. küçük İskender, “şarkıların gömüldüğü güzel bir mezarlık”191tan söz eder. Şarkıların, cıvıl cıvıl yaşamların, düşlerin gömüldüğü bir mezarlık çirkin olamaz. “Aydınlatmak uğruna içimizdeki mezarlığı.”192 nelere katlanılmaz, neler göze alınmaz. Hemen her insanın içinde, bazen umutlarının bazen hatırlamak istemediklerinin unutulduğu bir mezarlık vardır. Bazen Sadevâri mezarlık imgeleriyle de karşılaşırız: “Bir porno dergiyi karıştırırken rüzgarın darmadağın ettiği şehirlerarası mezarlıklarda.”193 Bu tür şiirlerde mezarlık kutsal, dinî bir mekân olmaktan uzaktır. Şiir/şair, mezarlıkta pornografik düşler kurmaktan çekinmez. Ayrıca klasikleşmek, övülmek için mezar kazmayı kendine iş edinir. Bu da yer üstü insanlarının didinip durmalarına mizahî bir

189 Can Yücel, Bir Siyasinin Şiirleri, Papirüs Yayınları, İstanbul 1996, s.20. 190 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 128. 191 küçük İskender, Ölü Evinde Seks Partisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2014, s. 11. 192 Age, s. 71. 193 küçük İskender, The God Jr, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 176.

62 göndermedir. Kazanılacak tek şey, bazısı mermerden, süslü bir mezarlıktır. Şair, alaycı bir dille bu durumu şöyle ifade eder: “klasikleşecek bir mezarlık kazmalıyız övünülecek bir mezarlık kazanmalıyız.”194 Sokak tekinsizdir, bataklık gibi, sokaktaki kişiyi kendine, derinine çeker. Özellikle gece, el ayak çekilince sokağın sahipleri değişir. Gece sokak soğuktur, tehditkârdır. “Örtünüyor üşüyen tarafıyla bataklığın üç sokak ötede bir kadın bıçaklanıyor eski kıskanç kocasının ahududulu nefesiyle.”195 Bataklıktan çıkmak güçtür, neredeyse imkânsızdır. Bataklık, düşene büyük bir tutkuyla sarılan âşık gibidir. Marjinal söylemde mekân ölümle iç içedir. Ölüm de hayatın bir parçası olarak kabul edilir, ölüme ağıtlar yakılmaz. Şair, balkona çıkar, manzarayı seyreder. Ölü evinde, arka balkondaki manzara hiç de iç açıcı değildir: “Ölü evinde, arka balkondayız Manzara: Karla kaplı megalitler kesik horoz kafaları atılmış arazi, yeni yıkanmış siyah çarşaflar, çamaşırlar asılı kurumuş ağaçlara”196 Ölü evi, yas tutulan, ölenin yakınlarının yanında yer alınan, onların acısına ortak olunmaya çalışılan bir mekândır. Ölü evinde balkona çıkmak ve manzarayı seyretmek, geleneksel bir davranışı alaya almaktır. Ölünün sahip olabileceği, ki ölü bunun farkında olmayacaktır artık, belki sadece bir megalittir. Hayat, insanları, kesik horoz kafaları gibi, mezarlıklara atmaktadır. Varlığına ya da yokluğuna inanılan/inanılmayan dinî mekânlar; cennet, cehennem de soyut bir mekân olarak şiirlerde yer alır. Marjinal şiirde cehennem çağrışım gücü yüksek bir sözcüktür. Verili olanı reddeden Ece Ayhan, cennetin de cehennemin de ötesinde bir yer düşler: cehennet. “Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhâl abiler.”197 der. Kurulu düzenin cehennemini de cennetini de istemez. Kendi yüce, öte mekânını yaratır.

194 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 45. 195 küçük İskender, The God Jr, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 205. 196 küçük İskender, Ölü Evinde Seks Partisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2014, s. 20. 197 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 124.

63

Cehennem, kutsal kitaplarda, günahkârların gideceği, toplanacağı ve ceza çekecekleri mekân olarak anlatılır. Sanatçı, yaratıcı olmak istiyorsa, günahı göze almalı ve şeytanî olanı tercih etmelidir. Bu yüzden yeraltı edebiyatında kutsal mekân cennet değil, cehennemdir. küçük İskender, cehennem sözcüğünü şiirlerinde sıkça kullanır. Cehennemi dinî korkulardan uzak, rezervasyon yaptırılabilecek sıcak bir mekâna dönüştürür. Bir şiirinde “İki kişilik rezervasyon yaptırdım cehenneme!”198 der, bir başka şiirinde “Cenneti bilmem ama, vize istemiyor cehennem!”199 diyerek orayı vizesiz gidilebilecek bir ülke gibi düşünür. Mekânın kendiliğinden kötü, düşman olması söz konusu olamaz. Ona bu anlamları yükleyen insandır, toplumdur. Mekân orada gerçekleşen, gerçekleştiği düşünülen eylemlerin sonucu kötü olur, düşman addedilir. Saklanılan, kaçılan, suç işlenen, örgütlenilen; suça hem kaynaklık hem ev sahipliği yapan mekân, marjinal söylemde genellikle kötücüldür. Genel algıda şiirde yer alması dâhi düşünülemeyen mekânlar, marjinal şiirde samimiyetle yer bulur. Ancak bu mekânlar şiirde iğrençliğiyle birlikte, çoğu zaman sıcak bir yaşam alanına dönüştürülerek, orada da bir yaşamın olduğuna işaret edilerek yer alır. “Tuvalette sarıldım jilete hasretle öptüm.”200 dizesinde şair intiharı, bir tuvalette sevgiliye hasretle kavuşma, jiletle sevişme olarak betimlemiştir. Marjinal şair, hayata pembe bir pencereden bakmamakta, arka pencereden bakmayı denemektedir. Dolayısıyla şiirdeki mekânlar da bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Örneklenen şiirlerde görüleceği üzere marjinal söylemde mekân, mutlu olunan bir yer değildir. Bir sığınma durumundan söz edilebilir. Ancak bazen bir çaresizlikten olan bu sığınma, çoğu zaman da bir karşı koyuştur. Yaşama karşı mezarlıklarda, lağımlarda, varoşlarda, kenar mahallelerde, şehrin ücra köşelerinde, barlarda mücadele edilir. Mekân kavramı kötülükle iç içedir. Bir kent şiiri olarak adlandırılabilecek olan bu söylemde şair, kentte bulunmaktan memnun değildir, ancak romantikler gibi oradan kaçmayı da düşünmez, kendini alkole, uyuşturucuya vererek bulunduğu mekândan uzaklaşmaya çalışır.

198 küçük İskender, The God Jr, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 30. 199 Age, s.111. 200 küçük İskender, Periler Ölürken Özür Diler, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 13.

64

2.3. Zaman Algısı Zaman da mekân gibi olaya dayalı türlerle birlikte ele alınır. Zaman ve mekân sözcükleri, genellikle roman, hikâye, masal gibi türleri çağrıştırır. İçinde bir hikâye barındıran türler bir zaman diliminde cereyan eder; bu zaman bazen belli bir tarihtir bazen de belirsizdir. Zaman, farklı dönemlerde farklı şekillerde ele alınmıştır. Parmenides-Platon- Aristo, zamanı, mutlak ve parçalanmaz bir güç olarak kabul etmiş ve zaman ile fiziksel dünya arasında mutlak bir bağın olduğuna inanmışlardır. Newton, zamanı uzaydan ayrı düşünmesine rağmen, o da zamanın mutlaklığını, değişmez ve bölünmezliğini kabul etmiştir. Einstein da zamana rölativizm (görecelilik) kuramı ile bakar. Daha sonra Bergson, Wittgenstein ve Whitehead gibi filozoflar zaman konusuna farklı açıklamalar getirmişlerdir.201 Özellikle Bergson’un “yaşanan zaman kavramına dayalı nazariye”si202 edebiyatçıları etkilemiştir. Bergson’a göre, “Sadece hafıza sahibi bir bilinç için süre vardır ve süre sadece şimdiden geçmişe bir mukayeseyle, söz gelişi bir an değil de bir süre işgal eden bir şeyle başlar.”203Ayrıca, “Süre ardışıklığın operasyona uğradığı bir ortam değil, bizatihi ardışıklığın kendisidir, sonsuz değildir. Her birimiz için, onu durduran âna kadar varlığını sürdürür.”204 Bergson, zamanı hafıza ile ilişkilendirmekte, yani zamanın insanla var olduğunu belirtmektedir. İnsan dışındaki canlılar için zamandan söz edilemez. Çünkü onlar zamana hafıza yoluyla hükmedemezler. Bergson, “Süre her birimize nasıl zuhur ediyorsa öyledir, herkesin süresi sadece kendisinedir. Bilincim kendi süresinin duygusuna sahiptir ve benimkinden başka bir süre tanımam, lâkin buradan da tek sürenin benimkisi olduğu neticesi çıkmaz.”205 der. Zaman göreceli bir kavramdır. Her insanın kendine göre bir zamanı vardır ve zaman farklı şekillerde algılanır. “Her bilincin, kendisinin evriminden ve kendi hikâyesinin gelişiminden başka bir şey olmayan bir süresi vardır.”206 Sanat eserinin ortaya konması zamandan bağımsız değildir. Şair yaşadığı devri eserlerinde ister istemez yansıtır. Dönemindeki zihniyetin etkisi söz konusu olabileceği

201 Mehmet Tekin, Roman Sanatının Unsurları, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012,s. 119-120. 202 Age, s. 121. 203 Henri Bergson, Metafizik Dersleri, Uzay-Zaman-Madde, (Çev. B. Garen Beşiktaşlıyan), Pinhan Yayıncılık, İstanbul 2014, s. 50. 204 Age, s. 51. 205 Age, s. 51. 206 Age, s. 51.

65 gibi, şairin yaşadığı zamana bakışı, onu değerlendirişi, eleştirmesi de dizelerine yansır. Metin de metni oluşturan sanatçı da zamandan bağımsız düşünülemez. Marjinal söylemde zaman, genellikle düşünsel bir söylem olarak yer almaz. Zaman bir düşünce olarak mesele edilmekten çok somut olarak; yaşanılan devir ya da yaşanılamayan çağ veya yanlış anlatılan, yazılan tarih olarak ele alınır. “İnsan, hatırlama yeteneğiyle geçmişe, mevcudiyetiyle şimdiye (hâl’e), sezgi gücüyle geleceğe bağlıdır.”207 İnsan hatırladığı için geçmişinden kurtulamaz; yaşanılan ânın huzursuzluğu onu şikâyete sürükler; gelecek ise güzel gelmesi arzulanan, ama böyle olmayacağının bilinciyle umutsuzca bakılan, gelip gelmeyeceği bilinmez bir zamandır. Marjinal söylemde genellikle zaman, olumsuz anlam yüklenir. Can Yücel’de zaman, siyasi bir söylemle, toplumcu bir bakış açısıyla ve ironik bir dille ele alınır. İroni ve doğrudan alay, marjinal söylemin önemli unsurlarındandır. Hasan Bülent Kahraman’a göre, yeraltı edebiyatının can alıcı gücünü, belkemiğini ince alay oluşturur. “Bir sistemin, kurulu düzenin en büyük korkusu ince alaydır. Sistemler ince alayın önemli bir parçasını meydana getirdiği karnavalesk ortamdan bu nedenle korkarlar. Karnavalesk sivil olandır. Çoğul olandır. Değişken olandır. Beklenmeyendir. Önceden kestirilemeyendir.”208 Can Yücel de, yaşadığı çağın tanıklığını yaptığı şiirlerinde toplumu derinden etkileyen olaylara ironik bir dille yaklaşır: “Tam bir yıl oldu bugün, bu şerefli uğraşa başlayalı. Şu ana kadarki sicilim, eh, oldukça başarılı. Ama bu, benim kişisel yeteneğimden çok, Toplumca hapse düşkünlüğümüzden olmalı. “Erkek Millet” diye bilinirdik 12 Marttan önce, Şimdi ise, yediden yetmişe, hapisaneciyiz milletçe. 25 Kasım, 1973”209 Şiir, zamanın takvimsel olarak verildiği ilk dizenin ardından, yaşanılan ânla devam etmiş, 12 Mart darbesiyle sonlanmıştır. Hapishanede durağanlaşan zamanı geçirme, şair için bir uğraşıya dönüşmüştür. 12 Mart 1971’de Türk Silahlı Kuvvetleri, ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamını ileri sürerek hükümeti istifaya zorlamış ve partilerüstü bir hükümet kurulmasını istemiştir.210 12 Mart darbesinin birçok kişinin hapse düşmesine neden olması alaycı bir dille anlatılmıştır. Şair, yakın tarihteki bu olayı, bizzat yaşamış ve şiirine yansıtmıştır. Zaman burada tarih olarak ele alınmıştır. Yücel’in diğer

207 Mehmet Tekin, Roman Sanatının Unsurları, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s. 127. 208 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 24. 209 Can Yücel, Bir Siyasinin Şiirleri, Papirüs Yayınları, İstanbul 1996, s. 104. 210 Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s. 268.

66

şiirlerinde de zamana benzer bir yaklaşımının olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıdaki şiirde de yine Türk tarihindeki önemli bir olay, yaşanılan dönemin siyasi olumsuzluklarının ironik bir dille anlatılması için kullanılmıştır: “Bugün Ondokuz Mayıs Mayısın ondokuzu! Sen ey Türk İstiklalinin koruyucusu, Sen ey ülkemizin geleceği, Ulusumuzun gözbebeği, Sen ey demirparmaklıklarda barfiks yapan, Ranzalarda parande atan Sportmen ve kahraman Türk Gençliği, Önünde senin bütün Kilit-bahirler açık, Ama her zaman Samsun’a çıkılmaz a, Bu sabah da avluda volta atmağa çık!”211 Ece Ayhan’da zaman, tarihe eleştirel göndermeler şeklinde yer alır. Onun şiirinde tarih “uzun, sıkıcı, çarpıtılmış bir tarih”tir.212 Ona göre tarih yanlış ve yanlı yansıtılmaktadır. “Sarışın Osmanlı tarihçileri”nin213 yazdığı tarihe karaşın bir bakışla bakar. “V. Mustafa’nın padişahlığının 10. yılında aylardan mayıstı.”214 dizesinde Mustafa Kemal’i, V. Mustafa; Cumhuriyetin 10. yılını da Mustafa Kemal’in padişahlığının 10. Yılı olarak nitelemektedir. Şiirlerinde marjinal söylemin en çok görüldüğü şairlerden küçük İskender’de ise yaşanılan zaman ön plandadır. Toplumun alışık olduğu şekilde bir yaşam sürmeyen, kendini, kendi kimliği ve tercihleriyle topluma kabul ettirmeye çalışan şair, söylemiyle de toplumu sarsar. Ancak zamanın algısı onu da yıpratacak, yaralayacaktır: “Sen dehşetin aklında kal Ben öteki yüzyıla geçiyorum kıvrık Kelimelerimle

Yüzyıllar suyun nefesine geçiyor Hayata dargın Masum felsefeleriyle.

211 Can Yücel, Bir Siyasinin Şiirleri, Papirüs Yayınları, İstanbul 1996, s. 68. 212 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 245. 213 Age, s. 163. 214 Age, s. 240.

67

Ve zaman, sevgilimin alnında yalnızca bir kara leke.”215 Yaşanılan yüzyıldan memnun olmayan şair “öteki yüzyıla” geçmek ister. İçinde bulunulan zamandan kaçma isteği aslında şiir için yeni değildir. Burada şair, zamana düşünsel bir anlam da yükler. Zamanın felsefik boyutu “hayata dargın”dır. Zaman, sevgilinin kara alınyazısını ortaya çıkarmaktan başka bir işleve sahip değildir. Yaşanan, geçen, kara bir lekedir. Bazı şiirlerde aktüel zamanla karşılaşırız. Aşağıya alıntıladığımız “yeşil ışık” adlı şiirde dünya tarihinde sürmekte olan bir savaş anlatılmaktadır. “israil’de canlı intihar saldırısı bütün dualarda ölüm orucu sürüyor çok işlevli nefretlerle sürüyor hücre evi baskınları, maymunların çiftleşme zamanını gösteriyor televizyonda national geopraphic!”216 Şair zamanı naklederken, modern dünyanın çağı algılama ve yansıtma şeklinden de rahatsızdır. Bir tarafta insanlar ölürken, bir tarafta teknoloji, belgesellerle insanı oyalamaktadır. İnsanların ölme zamanı ve maymunların çiftleşme zamanı aynı anda ekranlara gelmektedir. “Afganistan’dan New York’a bakabileceğin Bir kule yok henüz. Yok henüz bazı ülkelerin Gerçek başkentleri. Bugün sünnet, yarın dağlar! Uçan kuş bile bomba atabilir artık. Biyolojik bir silah gibi bakmakta Dünyanın gözbebeklerinin içine doğru gerillalar! Sevişmek de yasak şimdi! Efkârlanmak da! Sokaklara dökülmüş kitleler Daha da bir globalleşmeyelim diye. Türban, puşi, Fes, mes, hepsi hikâye! Şu soytarıların yüzünden çekip de almadıkça O otoriter rejim maskesini, Kafana k.çımı geçirmişsin Nafile!. 11 eylül – 15 ekim 2001”217 Şair savaşın hüküm sürdüğü Afganistan’a, 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen terör saldırılarına, dizelerinde yer vererek aktüel zamanı yansıtmıştır. Şiirin sonraki

215 küçük İskender, Ağır Abiler Orkestrası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 22. 216 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 29. 217 Age, s. 30.

68 dizelerinde de Türkiye’de meydana gelen dinî ve etnik olaylar sezdirilmektedir. Şiirin yazılma süreci de olayların gerçekleşme zamanıyla paralellik arz etmektedir. “tuncun göğsüne uzanmış sardunya tarihi, polisler babamı attaya götürdüler!”218 dizelerinde de bir dönemin baskılarına, göz altına alınmalarına, tutuklanmalarına alaycı bir dille yaklaşılmıştır. Zaman bazen kaybedilen, hatırlanan, özlenen bir geçmiş olarak yer alır. Bu tür dizelerde zamana bir masal havası siner. İmkânsızın olabililirliği ve geçmişin travmatik izleri birbirine karışır: “bir elmanın armuda dönüşebildiği yıllardı Çocukların bir azarla arızalandığı yıllar”219 O zamanlar insanlar daha mutludur; mutluluğu yapay şeylerde aramazlar, sevgiler daha içtendir, her şey doğaldır. Yaşanılan zamandan uzaklaşmak için kafaların dumanlanmasına gerek yoktur. Kirlenen dünyada, eskiyi hatırlamak şairi kanatır: “Uzun zamandır kanıyorum… O zamanlar eroinle kendinden geçmemiş Esrarla çarpılmamıştı Aşka henüz kimyasal karışmamıştı! Kirlenmemişti.”220 Yeraltı edebiyatının Türkiye’de popülerlik kazanmaya başlaması 1980’li yıllardır. Dolayısıyla yayımlanan birçok fanzinde, farklı görüşlerin ifade edilmeye başlandığı bu dönemde ortaya konan ürünlerde 12 Eylül 1980 darbesinin etkisi kaçınılmazdır. “1980’li yıllar Ne’sini anlatayım Sırtı postal yorgunu Bir tarih bizimkisi. Lisede derslere askerle girdik. Onlar ne öğrendi bilmem Biz korkmayı öğrendik.”221

218 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s.74 219 küçük İskender, Periler Ölürken Özür Diler, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 47 220 Burak Albayrak, “bir zamanlar”, Altay Öktem- Halil Gökhan, Kara Şiir Antolojisi, Kafekültür Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 38. 221 Gürkan Kesici, “Seks Enli Tarih”, Altay Öktem, Fanzin Şiir Antolojisi, Şehrin Kötü Çocukları, İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 73.

69

Şair, 1980’leri bir korku dönemi olarak nitelemektedir. Darbelerle örülü bir tarihin, askerin okullara kadar girmesinin sonucu hatırda sadece korku kalmıştır. Tarihin insanlar üzerindeki etkisi yadsınamaz. Nesnelliği tartışmalı, güçlünün, iktidarların yazdığı tarihin de sağlıklı olması düşünülemez. “Tarihin düşük yaptığı Yüzyılın ölü doğan çocuğudur Üstümüzden geçen -zaman…”222 Bu şiirde zaman, tarihten kopan bir parçadır, ancak ölü bir parçadır. Yaşanılan zaman, tarihin düşük yaptığı bir çocuğa benzer. 12 Eylül 1980 darbesi, Pentür-k adlı fanzinde yer alan “Böyle Buyurdu Puşt” başlıklı şiirde öfkeli bir dille anlatılır. Şair, Nietzche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserine gönderme yapmaktadır. Ancak burada “Zerdüşt” ve “puşt” ironik bir şekilde yer değiştirmiştir: “Ötekiler benmişim, benler öteki unutmuşum gençliğim yok ki tank sesiyle dank etti böyle buyurdu puşt!

isyanlar ziyan bu toprakta bu toprakta insan muhaf safları eksiltin, rap! rap! rap! türküm, doğruyum, azap…

böyle doğurdu puşt.”223 Müslüm Çizmeci, “resmi tarih” adlı şiirinde yaşanılan yakın zamanı, alternatif bir bakışla yazmaya koyulur: “ölüme doğdum. iki yumurtayı birbirine vurdum. soydum. doydum. sokağa koyuldum sokağa çıkma yasağının beline sarılıyordun, çok güzel kokuyordun ki yakıldıydı araçlar. üşümüyorduk söküldüydü kaldırımlar, gayet ahlaklı bunu ben değil herhangi bi yetim öğütledi”224

222 Âdem Emre Cengiz, “kadran”, Altay Öktem- Halil Gökhan, Kara Şiir Antolojisi, Kafekültür Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 12. 223 Altay Öktem, Şeytan Aletleri, Evrensel Yayınları, İstanbul 2006, s. 108.

70

Gece, karanlıktır. Gizler, örter. Ayıpların, günahların, suçların zamanı gecedir. Or.spuların çalıştığı, mafyaların haraç kestiği; serserilerin, uyuşturucunun, alkolün sokaklara döküldüğü zaman gecedir. “Gecenin terbiyesi yok”tur.225 Hayat kadınları, “hissiz gecelerin or.spu şafağında” uykularına çekilirler. küçük İskender’e göre, karanlıkta herkes biraz zencidir. Karanlığın eşitleyici bir yönü de vardır. Geceleyin, gündüz hor görülen zenciden kimsenin farkı yoktur. Bazı yaşamlar “kör kütük sarhoş gecelerde”226 yaşanır. “Gece olunca, grup s.kse davetli(dir) bütün orman.”227 Gündüz lanetlenen yaşamlar, geceyi gündüze çevirir. Gece, bazen bir “cunta gecesi”228 bazen entrikaların döndüğü bir zaman dilimi bazen bir kadındır. Şair, geceyi erotik bir söylemle şiirinde şöyle yansıtır: “Gecenin bacaklarını omzuma atıp gecenin apışarasında karanlığın aklını s.ker gibi!”229 Gece, aynı zamanda sevişmenin zamanıdır; insan, haz için veya üremek için gerçekleştirdiği bu eylem için ışıkları söndürür veya el ayağın çekildiği, gecenin geç saatlerini seçer. Sevişmek bile, bir suç işler gibi, geceyle ortaklaşa gerçekleştirilen bir eylemdir. Bazı şiirlerde mitolojik olay ve kahramanların anılması yoluyla mitolojik zamanın da şiire girdiği görülür: “Bir zaman uşaklık yapmışlığı var kapısında Hades’in ve yattıkları orospuları anlatan dok işçileriyle barbut attığı o şeftali kokan baskın akşamları.”230 Hades, Yunan mitolojisindeki yeraltı tanrısıdır. Şair, geçmişteki bir yaşanmışlığı anlatırcasına, hayalî, erotik, mitolojik bir zaman tasviri yapmıştır. Altay Öktem de “lethe ırmağının kıyısında durdum ve ağladım”231 başlıklı şiirinde Yunan mitolojisinde, yeraltında, “Ölüler Ülkesi Hades”te bulunan ve içene dünyadaki geçmişlerini unutturan232 “lethe” ırmağına yer verir. küçük İskender de, “istanbul’dan manâ çalarken yakalamış beni polis

224 Müslüm Çizmeci, Kuyudan Bildiriyorum, Hayal Yayınları, İstanbul 2015, s. 36. 225 küçük İskender, Ağır Abiler Orkestrası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 25. 226 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, AltıKırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s. 43. 227 küçük İskender, The God Jr., Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 211. 228 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 215. 229 Age, s.85. 230 küçük İskender, Ağır Abiler Orkestrası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 11. 231 Altay Öktem, dört kırıtık opera, Yasakmeyve Yayınları, İstanbul 2013, s. 69. 232 Mehmet Korkmaz, “Lethe”, Mitoloji Sözlüğü, Alter Yayıncılık, Ankara 2012, s. 208.

71

bir cebimde sisyphos süzülmüş bir cebimden prometheus”233 dizelerinde sonsuz bir cezaya çarptırılan Sisyphos’a ve Prometheus’a yer verir. Her iki mitolojik varlığın cezası da sonsuzdur. İnsanın yeryüzündeki yaşamı, Sisyphos ve Prometheus’un çektiği cezalardan farksızdır. Marjinal söylemde zaman genellikle yaşanılan devir olarak ele alınmıştır. Şiirdeki zaman ve şairin yaşadığı devir çoğunlukla aynı doğrultudadır, en azından yakın tarihteki bir olaya gönderme yapılmaktadır. Zamandan şikâyet etme veya devrin olumsuz gidişatını eleştirme, devlete ve siyasi rejime başkaldırma; onları yadsıma, yok sayma şeklindedir. Güzel, mutlu günlerin geleceği düşünülmez, bunun için toplumcu şiirdeki gibi kavga da edilmez. Şiirlerde, yaşanılan ân, günün bir bölümü olarak daha çok gece vakti yer alır. Şehir asıl kimliğine geceleyin soyunacak, asıl yüzünü karanlıkta ortaya koyacaktır. Ayrıca gotik edebiyatın bir etkisi olarak da gece, marjinal şiirde sıkça kullanılan bir zaman kavramıdır. Zaman zaman geçmişe özlem, mitolojik zaman vb. yer alsa da şiirlerde, genellikle zaman da mekân gibi kötülükle birlikte ele alınmaktadır. Modern zaman, getirdiği söylenen birçok yeniliğe, olanağa rağmen, insan için mutsuzluğun zamanıdır. Modern dünyada da insan yalnızdır, açtır, öldürülmektedir, dışlanmaktadır. Marjinal söylem ve yeraltı şiiri de kendine oluşma zeminini hazırlayan bu zamanın yabancısıdır.

2.4. Altkültür ve Sıra Dışılık Kültür, insanın yaptıklarını, inançlarını, yaşamına yön veren değerlerini yansıtan bir kavramdır. İnsan tarafından oluşturulur, yaşatılır, taşınır. Türk Dil Kurumu sözlüğünde kültür (ekin, hars) şu şekilde tanımlanmıştır: “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.”234 Oluşumu için belli bir süreç gereken maddî ve manevî unsurların tamamı kültüre aittir. Kültürün oluşmasında toplu yaşama söz konusudur. Toplum, bir arada yaşayan, benzer anlayışta, inançta insanlar tarafından oluşturulmuştur. “Toplum, yalıtımdan ziyade bir arada olmayı tercih etme eğilimini sağlayan, evrensel, ideal, temel ve özgül insanî eğilimlere işaret etmek ve onları özetlemek amacıyla düzenli olarak kullanılan

233 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 77. 234 www.tdk.gov.tr (15.02.2015)

72 yapısal bir mecazdır.”235 Toplum, insanları bir arada tutan, birtakım ortak düşlere, düşüncelere, eylemlere sahip bireylerden oluşan soyut bir kavramdır. Toplum, uzun seneler devamlılığını sağlayan birtakım maddî ve manevî kültür unsurlarına sahiptir. Ancak toplum içinde aykırı ya da genel yapıya ters düşen, onun dışında kalan bireyler de vardır. Genel kültür anlayışı dışında birtakım küçük topluluklar tarafından oluşturulan bu kültürler alkültür olarak adlandırılır. Altkültür, genel kültür içinde yer bulamayıp kendi inançları, hayata bakışları doğrultusunda kendi kültürlerini oluşturan toplulukları ifade eder. “Bir bütün olarak toplumdan daha küçük grupların sembolik normatif yapısına dikkat çekmek için altkültür kavramı” kullanılır.236 Altkültür, genel kültürün içinde, ondan faklı, ona karşı oluşur. Alt öneki, kültürün bir alt kategorisine, bir bütünün parçasına işaret eder.237 Karşı veya farklı bir anlayışı ifade etmekle birlikte, oluştuğu ve bir parçası olduğu kültür, genel kültürdür. “Altkültür kavramı, toplum içindeki meşrulaştırmanın ve denetimin hâkim yapısından duyulan hoşnutsuzluğu veya bu yapıya yapılan bir müdahaleyi ifade eden bir karşıt değerler grubuna, bölgesine, kültürüne ya da ayrışmaya işaret eder.”238 Dünyada “1960’ların gelişiyle altkültür vurgusu çok daha belirgin hâle gel”miştir. “1960’lar, halk protestosu, karşı-kültür, beat şiiri, toplum dışına itilenler, yol kültürü, hippi hareketi, eğlence için uyuşturucu kullanımı ve Vietnam savaşı karşıt”lığı239 gibi birçok farklı hareketin ortaya çıktığı yıllardır. Bütün bu hareketlerde mevcut düzene bir karşı çıkış, onu yok sayma ve kendi doğrularıyla hareket etme anlayışı söz konusudur. İnançları, davranışları, giyinişleri, hayat tarzları, dilleri, hayalleri ile hâkim olan eğilimin dışında kalan kişiler bir araya gelir ve küçük gruplar oluştururlar. “Bir altkültür bireysel bir edim değil, kolektif bir deneyimdir: ‘Ayrık bir örüntünün meşrulaştırılması, onu bir birey statüsünden kolektif bir görüngü statüsüne kaydırır. Karşılıklı olarak birbirlerini meşrulaştıran yönelimleri olan kişiler, toplumsal sistemin bir alt sistemi olan kolektivite oluştururlar’”240 Kabul gören anlayışın dışında kalan kişilerin her birinin varlığı, diğerinin meşrulaşmasını sağlar. Böylelikle küçük gruplar kendi kültürlerini oluştururlar.

235 Chris Jenks, Altkültür/Toplumsalın Parçalanışı, (Çev. Nihal Demirkol), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2007, s. 27. 236 Age, s. 21. 237 Age, s. 71. 238 Age, s. 21. 239 Age, s. 98. 240 Age, s. 116.

73

Altkültür, aynı zamanda “toplum dışına itilmiş, izah edilmeyenlerin ve daha önceki dayanışma kuramları tarafından dışlananların bir araya toplanmasıdır.”241 Toplumun dışına kendi isteği ile çıkanlar olduğu gibi, toplum tarafından dışlananlar da vardır. Toplum, ideal bir düzen kurmak ister. Dolayısıyla hastalıklı gördüğü birtakım yapılara izin vermez. Bu düşünce, ideal toplum düzeni kurmayı düşleyen bazı ideologlar için de geçerlidir. Marx, altkültürleri tehlikeli bir sınıf olarak görür. Serseriler, suçlular, or.spular toplumun aksayan yönü oldukları için tehlikelidirler. “Tehlikeli sınıf, toplumun yüz karaları, eski toplumun en düşük tabakalarının başlarından attığı o pasif olarak çürüyen kitle, ara sıra, bir proletarya devrimi tarafından harekete sürüklenebilir; bununla beraber, onun yaşam koşulları, onu, daha çok, gerici entrikanın rüşvet verilen bir aracının parçası olmaya hazırlar.”242 Tehlikeli sınıflar olarak adlandırılan bu altkültürlerin ütopik bir gelecek için devrime hizmet etmek gibi düşünceleri yoktur. Toplumsal bir bilinçten yoksundurlar, kendi yerlerinin bilincinde değillerdir. Marksist açıdan bu düşüncenin haklılık payı olsa da marjinal söylem için önemli olan, altkültürdür ve bu altkültürün geliştirdiği ya da ondan yararlanılarak geliştirilen söylemdir. Altkültür bir farklılaşma sonucu ortaya çıkar. Zamanla insanların hayata bakış açıları değişkenlik gösterebilmektedir. Doğru, zaman içinde ve kuşaklar arasında yeniden tanımlanır. Hatta doğru olmanın önemi/önemsizliği yadsınır. Altkültürler aynı zamanda bireye yeniden doğma şansı veren yapılardır. Chris Jenks, Altkültür/Toplumsalın Parçalanışı adlı eserinde Willis’ten şu alntıyı yapar: “Altkültür, toplumsallaşma zincirindeki zayıf halkaları aile/okul eksenine, bütünleşmeyi de gelecek kuşakların ebeveyn kültürünün örüntülerinin devridaimini sağlayan çalışma sürecine oturur. Fakat altkültür ayrıca, çelişkili iki ihtiyacın bir uzlaşma çözümüdür: ebeveynlerden ve dolayısıyla onların kültüründen farklılığı ve özerkliği yaratma ve ifade etme ihtiyacı ile mevcut ego savunmaları ve onları destekleyen ebeveyn özdeşimlerinin güvenliğini devam ettirme ihtiyacı. Gruba girenler için, altkültür, sembolik ölüm acısına katlanmak zorunda olmadan bir ‘yeniden doğum’ aracı sağlar.”243 Altkültür, kent yaşamının bir sonucudur. “Kente rağmen ve aslında kent için, bir tutunma çabası olarak karşımıza çık”ar ve “hem kenti hem de kendini beslerken; farkında olmanın o biricik gerçeğine uygun, insanlığın kent kültürüne nasıl karşı çıkıp,

241 Age, s. 72. 242 Age, s. 72. 243 Willis, 1977:119’dan aktaran: Chris Jenks, Age, s. 166.

74

(onu) nasıl bu kadar içinde barındırabileceğini de sahipleni”r.244 Egemen kültür tarafından bir tehdit olarak algılanan altkültürler, aynı zamanda üst yapıda yer alan bu kültürün karşısında direnen, onu eleştiren bir yapıdır. “Kentleşme ve modernleşmenin neticesinde ortaya çıkmış yeni toplumsal kimlikleri temsil ve ifade eden sosyo-kültürel bir olgu olarak altkültür; özellikle göçlerden, iç/dış savaşlardan, gecekondu semtlerinin gökdelenleştirilmesinden, devlet politikalarından oldukça yakınır/yararlanır.”245 Sıra dışı olanlar, sıraya girmeyi reddedenler, sıranın dışında kalmayı tercih edenlerdir. Toplum saygıdeğer bir sistem olarak düşünülecek olursa, altkültüre dâhil olanlar saygısız, saygıdeğer sisteme saygı duymayan, aykırı olanlardır. “Aykırılık uyumluluğa karşı bir direniş vücuda getirir.”246 Uymazlar, karşı çıkarlar. Altkültürler, muhaliftirler. “Hem birlikte yapılan hem de ‘norma uygun olmayan’ davranış”lar247 sergilerler. Normal kavramı, ‘normlara uygun’ anlamında kullanılır. Genel olarak yeraltı edebiyatına bakıldığında, ele alınan kahramanların ‘norm dışı’ oldukları görülür. Marjinal, uyumsuz olan bu karakterler hayatla uyuşamamış, hayatla çatışan kahramanlardır. Alkol, uyuşturucu kullanan, “toplumun değer yargılarına koşut bir cinsellik” yaşamayan, içe kapanık, pesimist özellikler taşırlar.248 Altkültür, aykırı kişiye kendini evinde hissedeceği bir ortam sunar. “Bir altkültür, toplumsal denetim mekanizmalarından korunacak bir sığınak ve karşı çıkmanın kendisinin normatif bir davranış olarak gerçekleştirilebileceği bir bağlam sunar.”249 Altkültür üyesi, mevcut düzene uyamamış, kendini orada güvende hissedememiştir ve güvenebileceği bir grubun üyesi olduğunu hissetme ihtiyacı duymaktadır. Bazı altkültür grupları suça açık, hatta suçla varlık kazanan gruplardır. “Kötü hareketler, tavır, giyinme, dans etme ve tüketim, altkültürün en açık temaları olarak görülür. Suçlu altkültürere üye olmak, düşmüş olmanın, ‘başka hiç kimse bana sahip çıkamaz’ın bir göstergesidir.”250 Bir şekilde suça karışmış ya da suç işleyerek varlık kazanabileceğini düşünen bazı bireyler için bu tip gruplar bir sığınak işlevi görür. “Suça

244 Kerim Akbaş, “Altkültür ve Birimlerinin İzleri”, Underground Poetix, Vol.12, s. 40. 245 agm, s. 40. 246 Chris Jenks, Altkültür/Toplumsalın Parçalanışı, (Çev. Nihal Demirkol), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2007, s. 118. 247 Age, s. 140. 248 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 18. 249 Chris Jenks, Altkültür/Toplumsalın Parçalanışı, (Çev. Nihal Demirkol), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2007, s. 118. 250 Age, s. 71.

75 meyilli altkültür üyeleri tarafından yapılan direniş ve muhalif davranış (…) örtük bir hedefe işaret eder. Burada çocuklar, kavga etme, sigara içme ve hem sınıf içinde hem de sınıf dışında ‘sorun çıkartma’ yürekliliği vasıtasıyla prestij ve statü kazanırlar.”251 Genel yapıda suçlu olarak görülen ve dışlanan bireyler sorun çıkartarak, suç işleyerek kendi gibilerinin içinde yer alırlar. Altkültür/Toplumsalın Parçalanışı’nda altkültürün oluşumu şöyle açıklanmıştır: “Altkültürdeki muhtemel roller, bu rollerin dayandırılacağı ‘kariyerler’ ve altkültürün anlamı, bir kimliğin kurulmasındaki temel unsurlardır. Örneğin, yapısal bir problemin, yani eğitimin gerçek amacındaki çelişkilerden dolayı okulun ergenin ihtiyaçlarını karşılamaktaki başarısızlığının yarı bilinçli şekilde farkında olan ergenler, öğrencinin okuldaki resmî rolünü reddedebilir. Bu, okul anlamsız görüldüğü için yaşanır. Aykırı altkültür, okulunkine karşı-ideolojik duruşuyla sembolik ve toplumsal destek sunan, olumlu bir gönderme grubu olarak görünür (tam da öğrencinin altkültürünün olumsuz bir gönderme grubu olarak göründüğü gibi.) Atfedilen okul öğrencisi rolüne bir alternatif olan kazanılmış alternatif bir kimlik, altkültürel unsurlardan kurulabilir.”252 Altkültürler, hayatta anlam arayışının, kendisi gibi olanlarla bir arada olma ihtiyacının bir sonucudur. “Altkültürler, parçalanmayı ve dayanışmayla kimlik yoksunluğunu örnekleyen ebeveyn (işçi sınıfı) kültürü karşısında, daha genç kuşağın anlam ve bağlılık elde etme girişimine işaret eder. Yeni kavramsal zemin, yeni bir anlamlar ve kimlik oluşumları kümesi sağlar.”253 Altkültür grupları, kişinin kendini gerçekleştirmesi için bir imkândır. Toplum içinde bir anlamsızlık, kopuş yaşayan birey kendini bu gruplarda bulur. Altkültür, toplumla uyuşamayan birey için ne kadar bir olanak olsa da kapitalist sistem tarafından dikkatle izlenmektedir. Sistem, altkülkürleri de kendi yararına kullanmanın bir yolunu bulur. Onu maddeleştirir, ondan kazanç elde etmenin yollarını bulur. “Altkültürler, tâbi kılınmıştır, çünkü muhaliftirler ve politiktirler, çünkü muhaliftirler.”254 “Mevcut düzene potansiyel meydan okumalarından habersiz olabilirler ve aynı derecede, tamamen o direniş vasıtasıyla egemen normatif yapıyı onaylayarak mevcut düzeni destekleme ve yeniden üretmedeki rollerinden de habersiz olabilirler.”255 Bu noktada Marks’ın altkültürlerle ilgili görüşlerini hatırlamak gerekir.

251 Age, s. 141. 252 Brake, 1980: 40’dan aktaran: Chris Jenks, Age, s. 141. 253 Age, s. 166. 254 Age, s. 158. 255 Age, s. 158.

76

Altkültür bir kaybedenler, kaybolanlar kültürü olarak görülebilir. “Kavram, kaybedeni kahramanlaştırmak, mülksüzü radikalleştirmek, kendisini ifade edemeyeni dile getirmek için kullanılabileceği gibi, aykırı olanı veya ana görüşten olmayanı marjinalleştirmek ve denetim altına almak için de kullanılabilir.”256 Kendilerini giyimleriyle, müzikleriyle, yürüyüşleriyle, kısaca oldukları gibi kabul ettirmek isteyen gruplar bir anda popülerleşip karşı durdukları sistemin bir parçası olabilirler. Altkültürler, punk, hippi altkültür hareketlerinde olduğu gibi, karşı oldukları kültürün bir nesnesi hâline dönüşüp, işlevlerini yitirebilirler. Altkültür, genel kültürden ne kadar farklılık taşısa da bütün altkültürler sıra dışı değillerdir. Bazı etnik kültür grupları, ülkenin gelir dağılımı sonucu oluşan kültür grupları, popüler kültür grupları bilinçli veya bilinçsiz, genel kültürle uyum içinde varlıklarını sürdürürler. Verili kültürü reddeden, hatta onu yok etmek isteyen ve kendisi ile birlikte farklı kültür anlayışlarına yaşam alanı açmaya çalışan altkültürler, sıra dışıdırlar. Marjinal söylem ve yeraltı şiiri, altkültür gruplarında sıra dışının içinde ortaya çıkarlar ve sıra dışı altkültürleri anlatır. Dolayısıyla daha çok suçlu ve suça meyilli altkültürler marjinal söylemde kendilerine yer bulur. küçük İskender aşağıdaki dizelerde “ayyaş, or.spu, hırsız, sokak çocuğu” gibi toplum tarafından dışlanan bireylere yer vermiştir: “Bu, sağduyunun tabiatı; aşkta akıllı olmak lazım Örneğin, tuvalette kendi kusmuğunda boğulan bir ayyaş Örneğin, bir sokak çocuğunun daima kanayan k.çı Örneğin, bir bağımlının or.spuluk yapma mecburiyeti Örneğin, bir hırsızın hiç anayasa çalmama yemini Örneğin, bir ülkede yoksulluk ve yalnızlık sınırı”257 Zorunlulukların oluşturduğu altkültürlerin yanında, hayata başka pencereden bakmayı deneyenlerin oluşturduğu altkültürler de vardır. Alkol, atonal müzikler, rock müzik ve yaşam felsefesi, özgür cinsel yaşam, sigara, esrar gibi ciğeri ve kafayı dumanlayan içecekler bu yaşam tarzının maddi unsurlarıdır. küçük İskender bu tür yaşamları şiirinde şu şekilde betimlemiştir: “biz bir köşeye çekilip zımbırtılı alkoller alırdık hepimiz tarih mahallesinden arkadaş kolonlarda yetmişlerin en hızlı rock grupları

256 Age, s. 171. 257 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 43.

77

tuvaletlerde öpüşürken sınıf atlayan lise sıfır’dan terk kızlar henüz açılmış bir paket sigaraya dadanan otlakçılar gibi paketin sahibi çaylak, otlakçılar akbaba henüz patlamış bir kızlık gibi paketin sahibi kumru, otlakçılar mütemadiyen abazan!”258 Or.spuların, p.zevenklerin yanı sıra farklı cinsel tercihi olan bireyler de marjinal söylemde kendine yer bulur. Özellikle muhafazakâr toplumlarda eşcinsellik hoş karşılanmadığı gibi lanetlenir de. Hayat tarzları da marjinal bir söylem olan bu kişiler, “bir delikanlı eşcinselliği deydiriyor nilüfere suya eğilip”259 gibi bir dize yazmadan önce türlü zorluklarla karşılaşır: “kimseye anlatamadığım bir gençliğim de var benim kimi zaman kente dökülen kimi zaman kentten birdenbire geri çekilen bir gençlik”260 Şair, kendisi ve kendisi gibi hisseden kişilere tercüman olmaya çalışırken, duygularını anlatamamanın acısını çekmiştir. Çünkü toplum, böyle bir anlayışın dile getirilmesini değil, örtülmesini, görmezden gelinmesini ister. Altkültürlere yakınlığıyla bilinen Altay Öktem, “Sokul Yanıma” şiirinde, “işportacıları, kaportacıları, overlokçuları, bileycileri, cepçileri, i.neleri, jiletçileri, esrarcıları, or.spuları”261 tarihe adsız geçen kahramanlar olarak ele alır. Yaşadıkları, masallara benzemez, çünkü onları sokaklar doğurmuştur. Koca kentin kustuğu yaşamların sahipleri, gerçek kahramanlardır. Onur Sakarya, “Kaybedenlerin Duası” adlı şiirinde hayata tutunamayanlardan, tanrının bile görmezden geldiği yaşamlardan söz eder: “Zamanı geldiğinde gökyüzünden donmuş dualar düşecek Kaybedenlerin sürekli kanayan ağızlarıyla okuduğu dualar Tanrılarına ulaşamadan fosilleşmiş dualar Yırtılıp atılmış kâğıttan suratların Bir sokak köpeği gibi tekmelenmiş bedenlerin Uzuvlarını cennet bahçelerinde arayan çocukların Rüyalarında ateş cinleri doğuran kadınların

258 küçük İskender, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 118. 259 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 194. 260 küçük İskender, The God Jr., Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 185. 261 Altay Öktem, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 39.

78

Batacak dibi kalmamış solgun yüzlü ayyaşların Yüz liraya on pozisyon Havada leş gibi arabesk, kırık kasetçalar Büyük porsiyon or.spuların Kaybedenlerin artık unuttuğu donmuş dualar”262 Şiirde sözü edilen altkültür üyeleri hayatın kıyısında kalmış, oraya itilmiş, horlanmış, görmezden gelinmiş ve bulundukları bataklıkta yaşamak için çabalamaktadırlar. Duaların karşılık bulmadığı bu mekânlarda “leş gibi arabesk” havası hâkimdir. Yeraltı edebiyatı altkültürlerden beslenir. Düzyazıda daha çok yaşam öyküleriyle karşımıza çıkan altkültüre mensup kahramanlar, şiirde ana söylemin onlara taktığı “or.spu, ayyaş, serseri, p.zevenk, gay..” gibi sıfatlarla yer alır. Özgür Uçkan’a göre, yeraltını kendilerine yurt edinenler için yeraltı, onların “kültürü, hayat tarzı, cemaati, ekmeği, suyu, soluğu havasıdır.” Bu dünyada “hırsızlar, p.zevenkler, or.spular, i.neler, müptelalar, torbacılar, katiller, çeteler, anarşistler, gerillalar, direnişçiler, korsanlar…” yer alır. Yeryüzünü reddeden bu insanların arasından bazen şairler, yazarlar da çıkar.263 Ana akım söylem içinde kendine yer bulamayan yaşamlar, marjinal söylem aracılığıyla ana kültürün yanında ve karşısında yer almaya çalışır. Özellikle 1980’den sonra ortaya çıkan altkültür hareketleri, bizzat kendilerinin çıkardıkları fanzinler aracılığıyla ya da Altay Öktem, küçük İskender gibi şairlerce edebiyata taşınmışlardır. Ancak “2000’li yıllardan sonra kapitalizmin ağır damgası topluma işlemiştir. Zengin olmak, sahip olmak sistem içi arayışlarda temel motivasyondur bu dönemde. Aykırılık, ayrıksılık söz konusu olmaktan çıkmıştır.”264 Altkültürler sosyolojik olarak azalmış ve farklılaşmıştır.265 Dolayısıyla günümüze gelindiğinde altkültürlerin, genel kültürce dönüştürüldüğü, marjinal söylemin de popülerleştirildiği söylenebilir.

2.5. Başkaldırı ve Karşı Çıkış Başkaldırı, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “herhangi bir amaçla kurulu düzene veya devlet güçlerine karşı gelme, başkaldırma, ayaklanma, isyan; bir düzene veya emre boyun eğmeme, uymama, itaat etmeme”266 olarak tanımlanmıştır. Başkaldırı, bir farkına

262 Onur Sakarya, Yancının Aşkı, Artshop Şiir, İstanbul 2012, s. 74. 263 Özgür Uçkan, “Bir ‘Eylem’ Olarak ‘Yeraltı Edebiyatı’”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 40. 264 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 25. 265 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 21. 266 www.tdk.gov.tr (20.02.2015)

79 varma sonucu, bir amaç doğrultusunda gerçekleşir. Farkında olmayan, uyum içinde yaşamını sürdürecektir. Fakat bir şeylerin yanlış olduğunu, başka seçeneklerin de olduğunu gören kişi içinde bulunduğu düzende uyumsuzluk sergilemeye başlayacak, onun dışına çıkacak ya da onu kendince yıkmaya/düzeltmeye çalışacaktır. Albert Camus’ya göre başkaldıran insan “Hayır diyen biri”267 dir. Alışılmış düzene, egemen değer yargılarına, ahlâk anlayışına, hayatın sunduklarına, kapitalist sisteme ve onun nimetlerine, geleneksel değerlere, inanç sistemlerine, devlete, milliyetçiliğe bir karşı çıkış söz konusudur. Başkaldırı bir reddediş, var olandan duyulan rahatsızlığın dile getirilişidir. Ancak bu reddediş kendi değerler sistemini (ne kadar sistem olduğu tartışılır) de beraberinde getirdiği için yıkıcıdır, yok sayıcıdır. Sürdürdüğü yaşamın başka türlüsünün de mümkün olabileceğinin farkına varan kişi, o yaşama kavuşmak için zorluklara katlanmayı göze alacaktır. “Başkaldırı, haklarının bilincine varmış, bilinçli kişinin işidir.”268 Hâlinden memnun olan ya da memnun olmama gibi bir seçeneğini düşünmeyen kişi ise çok da önemli olmayan varlığıyla, mevcut düzen içinde ölümünü bekleyecektir. Belli bir kutsallık atfettiği sistemin yanlışının olabileceğini düşünmeden yaşayacaktır. “Başkaldıran insan kutsalın öncesinde ya da sonrasında yer alan, bütün yanıtların insansal, yani usa uygun olarak belirlenmiş olduğu bir düzen isteyen insandır.”269 Talepleri vardır ve bunların gerçekleşmesi için uğraşır. İnsan, yaşamını sürdürmek için türlü zorluklara katlanır. Sıradan bir insan sadece temel gereksinimlerini gidermenin peşindedir. Yaşamı sorgulayan ise yetinmez, fazlasını ister. “Başkaldıran insan yaşamı değil, yaşamın nedenlerini ister.”270 Albert Camus, insanın var olabilmesi için, başkaldırması gerektiğini söyler ve ekler, ““Başkaldırıyorum, öyleyse varız.”271 Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözüyle bir paralellik arz eden Camus’nun bu cümlesi de göstermektedir ki düşünmek ve başkaldırmak arasında bir ilişki söz konusudur. Düşünen insan görür ve karşı çıkar. Camus, Başkaldıran İnsan adlı eserinde, başkaldırıyı, başkaldırı ve özgürlük arasındaki ilişkiyi varoluşçu felsefe açısından şöyle açıklar: “Başkaldırı hiçbir zaman bir tüm özgürlük isteme değildir. Tam tersine, başkaldırı tüm özgürlükten davacıdır. Bir üstün yasaklanmış sınırı aşmasına izin

267 Albert Camus, Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 2013, s. 25. 268 Age, s. 33. 269 Age, s. 33. 270 Age, s. 127. 271 Age, s. 34.

80

veren sınırsız güce karşı çıkar. Başkaldırma işi, genel bir bağımsızlık istemek şöyle dursun, bir insan bulunan her yerde özgürlüğün sınırları olsun ister, bu sınır da her insanın başkaldırı gücüdür. Başkaldırmış uzlaşmazlığın derin nedeni buradadır. Başkaldırı doğru bir sınır istediğinin bilincine ne denli varırsa, o denli sarsılmaz olur. Başkaldırmış kişi kendisi için belirli bir özgürlük ister kuşkusuz; ama tutarlı bir kişiyse, başkasının varlığını ve özgürlüğünü yok etme hakkını hiçbir durumda istemez. Hiç kimseyi alçaltmaz. Herkes için ister istediği özgürlüğü; yadsıdığını da herkes için yasaklar. Efendiye karşı çıkan köle değildir yalnız, efendi ve köle dünyasına karşı çıkan insandır da.”272 Başkaldırının tarihi ilk insana kadar götürülebilir. Topraktan yaratılmış insana secde etmeyi reddederek, Tanrı’ya karşı gelen Şeytan, ilk başkaldırandır. Ancak Sartre, “kendi yalın özlerinde donup kalmak için babalarının bakışlarını arayan; yalınlıklarını doğrulamak ve benimsettirmek için İyilik içinde Kötülük yapan, söz dinlemez, huysuz çocukların zihinlerindeki bir simgeden başka ne olabilir Şeytan?”273 diyerek Şeytan’ın başkaldırışını, yaramaz bir çocuğun mızmızlanmasına benzetir. İlk günahla, ilk insanın, yaratıcısının sözünü dinlemeyip, yasak elmayı yemesiyle de başkaldırı arasında bir ilişki vardır. İnsan, atası Ȃdem’den (dinî algıya göre) bu yana, başkaldırmaya, yasakları çiğnemeye meyilli bir varlıktır. Prometheus, “ateşi tanrılardan çalmış ve insanlara vermiş, tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuş”tur.274 Kendisi de bir köle, gladyatör olan Spartaküs, İ.Ö. 73'te kölelere önderlik ederek Roma’ya karşı ayaklanmış275, başkaldırı tarihinin önemli isimlerinden biri olmuştur. Cinsel zorbalıkları ve “Tanrıya karşı korkunç saygısızlığı” yüzünden ilk kez yirmi üç yaşında hapse atılan, toplamda çeyrek asrı parmaklıklar arkasında geçiren Marquis de Sade276 da ahlâk anlayışına, dinlere karşı çıkışıyla ve sıra dışı yaşamıyla bir başka başkaldırandır. Türk şiirinde de bir Dadaloğlu, Köroğlu, yönetime başkaldırmış, Türk halk şiirinde kavga ve başkaldırı temalı şiirler söylemiş önemli şairlerdir. Başkaldıranların listesini uzatmak mümkündür. Ancak yukarıda verilen örneklerden dahi yola çıkıldığında, insanın olduğu yerde başkaldırının eksik olmadığı görülmektedir.

272 Age, s. 332-333. 273 Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, (Çev. Ayşegül Sönmezay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 33. 274 Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2013, s. 255. 275 “Spartacus ve Köle İsyanları “, http://bagimsizrehberler.blogcu.com/spartacus-ve-kole- isyanlari/10776524, (07.07.2015) 276 Serge Bramly, Yatak Odasında Terör - Marquis de Sade, (Çev. Nermin Acar), Everest Yayınları, İstanbul 2001, s. 1.

81

Yeraltı edebiyatının başkaldırı özelliğini “zor” ve “yeni” kavramlarıyla irtibatlandıran Hasan Bülent, eskinin kalıpları, söylemi ve vurgularıyla yeraltına çekilmenin mümkün olmadığını belirtir.277 Başkaldıran kişi, söylem; başkaldırdığı bağlamı terk eder, kendi bağlamını oluşturur ve orada söyler. Yeni bir söylem, zaten mevcut bağlam tarafından da dışlanacaktır. Dolayısıyla başkaldıran, kendini zor bir eylemin içinde bulur. Marjinal söylem, başkaldırı ve karşı çıkışla var olur. Egemen söyleyişin dışında bir şeyler söylemek, zaten bir karşı çıkışı belirtir. Şair, “Karşı çıkacağım doğrusu, önlerine çıkacağım, dokunacağım onurlarına.”278 dizesinde karşı çıkmanın, aynı zamanda onların (genel anlayışın) onurlarına dokunmak olduğunu belirtir. Marjinal söylem ve yeraltı şiiri, ana akım edebiyatın karşısındadır. Karşı çıkış, tüm zorlamalara karşıdır. “Bir piyanist / gitar çalmaya mahkûm edilirdi, karşı çıkardık”279 dizesinde şair bunu belirtir. Karşı çıkışın her zaman istenilen sonuca ulaşması da beklenmez. “onurdu çünkü karşı koyamasak da yanlışları yaşarken inatçı bir çocuk gibi dimdik durabilmek hayatın karşısında”280 Bazen bir yanlışı belirtmek, hayatın karşısında durabilme cesaretini gösterebilmek, kaybetmek kaçınılmaz olsa da doğru bilinen yoldan dönmemek için de karşı çıkılır. “Yeraltı edebiyatı edebî bir türden çok, yazıyla girişilen bir ‘eylem’dir: Hayatla, hayatın hakikatiyle, toplumların gösteri düzenine direnişle, otoritenin reddiyle ilgili bir eylem… Hayati bir eylem(dir).”281 “tarihi yazan aslında delinen yasaklar ve başkaldıranlar değil midir? iki insan birleşimi bir peygamber demektir.”282 Yukarıdaki dizelerde de tarihi yazanların başkaldıranlar olduğu belirtilmektedir. Tarih, her ne kadar muktedirler tarafından kayıt altına alınsa da, insanlığın gerçekleştirdiği olumlu/olumsuz önemli olaylarının tutanağıdır. Başkaldıranlar da bu olayların kahramanlarıdır. Ülkemizde, “1980 darbesinden sonra politikadan tamamen uzaklaştırılan gençlik, içine düştüğü boşluğu bir şekilde doldurmaya çalışmış, aynı dönemde bireysel

277 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 11. 278 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 145. 279 Age, s. 208. 280 Altay Öktem, Beni Yanlış Öptüler Aslında, Cem Yayınevi, İstanbul 1999, s. 33. 281 Özgür Uçkan, “Bir ‘Eylem’ Olarak ‘Yeraltı Edebiyatı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 40. 282 Kaan Koç, Biraz Konuşmasak, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s.30.

82 başkaldırının Batı kökenli müziği ve edebiyatı yavaş yavaş topraklarımızda boy göstermeye başlamıştı(r).”283 Rock, heavy metal, hardcore, grindcore, punk gibi underground müzik türleri dinlenmeye, bu türlerde müzik yapan gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Ayrıca yine bu tür müziklerle birlikte, bir başkaldırı öğesi olarak rock ve metal fanzinleri, ana akım edebiyat tarafından dışta bırakılan çizgi romanların ve bilimkurgu eserlerinin sayısında bir artış olmuştur.284 Müzikteki bu anlayış, şiirde de kendisini göstermiştir. Çünkü bu müzik türlerinin sözlerinde şiirsellik ön plana çıkarılmış, hatta şiirlerden besteler yapma yoluna gidilmiştir. Genç nesil, müziği ve şiiri, bilindik ideolojilerin dışında bir başkaldırı nesnesine dönüştürmeye çalışmıştır. Can Yücel, Gökyokuş/Kuzgunun Yavrusu’ndaki “Bir Aforizma”da şiir ve başkaldırı araındaki ilişkiyi şöyle açıklar: “Şiir bir öfkedir! Öfke yürütüldüğü an, aslında bir gerilladır (ve gerilla da tek başına yapılmış ve şiir dediğimiz tek başına yürütülmüş bir öfke, bir gerilladır). Garibaldi gibi yere serilip, yerden kalkılır. Sinan gibi yere düşer. İsa’ya benzer deniz gibi. Göğe ağar. Şiir bir büyük kaldıraçtır… Daha doğrusu bir kriko… Kendi elinlen, daha doğrusu kendi zekerinnen kendi kendini kaldırırsın.”285 Yücel’e göre şiir, yerden kalkabilmek için bir dayanaktır. Şairin öfkesi kitleleri ayaklandırabilir. Marksist, devrimci bir bakışın hâkim olduğu cümlelerde şair ve şiirin karşı çıkıştaki rolü üzerinde durulmuştur. “Şiir her şeyden önce, kendi ontolojisi içinde bir başkaldırıdır.”286 Gerek düzyazıdan ayrı, sıra dışı bir söz dizimine sahip olması, gerek sözcüklere farklı bağlamlarda farklı anlamlar yüklemekteki özgürlüğü; şiirin, başkaldırı ile yan yana getirilmesinde önemli etkenlerdir. Modern şiirin arayışlarına, kendinden önceki şiir anlayışlarına karşı çıkışına yeraltı şiirinin kendi dinamikleri de eklenince, şiirdeki başkaldırı kaçınılmaz olmuştur. Marjinal söylem ve yeraltı şiiri, hem içeriği hem dil ve üslûbu ile kabul gören şiir anlayışlarına bir başkaldırıdır.

2.5.1. Geleneksel ve Yerleşik Değerlere Karşı Çıkış Gelenek, “asırlar boyunca nesilden nesile geçerek gelen ve bir topluluğun fertleri arasında sağlam bir bağ, ortak bir ruh meydana getiren her türlü âdet, alışkanlık,

283 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 20. 284 agm, s. 20. 285 Can Yücel, Gökyokuş/Kuzgunun Yavrusu, Doğan Kitap, İstanbul 2008, s.127. 286 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 181.

83 davranış biçimi ve kültürel değerler”dir.287 Oluşması uzun yıllar alan davranış biçimleri, ait olduğu topluluğu birbirine bağlayan en önemli unsurlardandır. Toplumun sorgusuz sualsiz kabul ettiği ve kendinden sonrakilere aktarmak için özen gösterdiği bu değerler, aynı toplumca kutsanmış ve değiştirilmesi, kaldırılması neredeyse düşünülmez olmuştur. Özellikle kapalı toplumlarda geleneklere sıkı sıkıya bir bağlanma söz konusudur. Toplum, dışardan gelebilecek tehditlere karşı kendi savunma mekanizmalarını oluşturmuştur. “Tüm toplumlar, kuşaklar boyunca süregelen ve tek bir bireyin yaşamının oldukça öncesine uzanan geçmiş yaşantıları ‘biçimlendiren’ kurumsal formlara sahiptirler.”288 Toplumun devamlılığının sağlanabilmesi, bireylerin sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri için toplu yaşamı biçimlendiren kurallara ihtiyaç vardır. Toplumdan topluma farklılıklar gösterse de her toplum kendine özgü birtakım değerler oluşturmuş ve onları sonraki nesillere aktararak, hem kendilerinin hem de geleneklerinin devamlılığını sağlamışlardır. Aynı toplum içinde yaşayan ancak o toplumun değerleriyle uyuşmayan bir yaşama, düşünme biçimine sahip insanlar da yok değildir. Bu kişilerin verili değerleri benimsemeyip kendi değerlerini oluşturmak istemeleri ve ona göre davranmaları, geleneksel ve yerleşik değerlere başkaldırma olarak nitelenir ve bu kişilere toplum tarafından genellikle olumsuz bir tavır takınılır. Sürünün dışına çıkılması hoş karşılanmaz. Aykırı kişi ise karşılaşacağı tepkilere hazırlıklıdır. İstediği gibi yaşamak için, hareketlerini sınırlayan toplumun kurallarını yok etmek ister. Gelenekle uyum sorunu yaşayanlar, “Arzunun karşısına dikilen her şey, hepsinden önce de toplum amansızca yok edilmelidir.”289 düşüncesindedir. Camus, “Her bilinç, özünde, başka bilinçlerce bilinç olarak tanınıp selamlanmak arzusundadır. Başkaldırıdır bizi doğuran. Hayvansal değerden üstün bir insansal değeri yalnız toplum içinde kazanırız.”290 derken, insanın varlığını toplum içinde kazandığının ve toplumca kabul görmek istediğinin altını çizer. Ayrıca başkaldırı, insanı hayvandan ayıran önemli bir davranış şeklidir. Dolayısıyla yerleşik değerleri hiçe saymak; kendi değerlerini kabul ettirmek ve yaşamak olarak değerlendirileceği gibi, toplumun dikkatini çekmek, kişinin topluma kendisini gösterme, o toplum tarafından fark edilme, kabul görme isteği anlamını da taşır. Toplum, başkaldıran tarafından her ne kadar inkâr

287 İhsan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lügâti, Milliyet Yayınları, İstanbul 2011. 288 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 73. 289 Albert Camus, Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 2013, s. 119. 290 Age, s. 170

84 edilmek istense de yokluğunda başkaldırılacak, hiçe sayılacak bir alternatifinin olmaması, kişiyi topluma adeta mahkûm eder. Topluma karşı çıkarak toplum dışına çıkan kişiler de bir topluluk oluştururlar. Toplum içinde, alt topluluklar olarak yaşamlarını sürdürürler. Yukarıda da değinildiği üzere, bu “altkültürler, sert ‘kafa dengi olmayan’ bir gruptur: ortak bir anlayış sistemine dair sahte iddialarına rağmen, değer ver(ilen) ve kutsal kabul edilen her şeye eninde sonunda karşı çıkarlar.”291 Chris Jenks’ten alıntılanan bu cümleden yola çıkılarak, altkültürlerin ortak paydalarının genellikle ve sadece karşı çıkmak olduğunu söylemek mümkündür. Onları bir araya getiren ortak bir ülküdaşlıktan çok, geleneksel yapıya karşı çıkıştır. Aşağıdaki şiirde toplum fertlerinin evde, okulda, askerde vatansever olmaları yönünde sürekli güdülenmelerine karşılık ortaya çıkan sonuç, ironik bir dille anlatılmaktadır: “ıslak bir köpek gibiyim yani kutsalım hayırlıyım, arlıyım, o kadarım. vatanımı severim çok ağıt yaktım çok kedi boğdum, kuş vurdum, rüşvet verdim inkılap tarihi hocamın işlettiği genelevde çok bahşiş bıraktım vatanımı severim, fişsizim, ıslak bir köpek gibiyim bu sokak benim”292 Sosyal çevrede, vatana millete hayırlı bir evlat olması için güdülenen kişi, vatanda kendi yerini sorgulamaktadır. Vatanı sevmek, onun uğrunda çalışmak, savaşmak ve karşılığında sokakta yaşayabilmek midir? “Vatan sevgisi” ile “rüşvet”, “inkılap tarihi hocası” ile “genelev” sözcüklerinin aynı cümlelerde yer alması da ironik bir durumdur. Yeraltı edebiyatı, toplumun ikiyüzlülüğüne atılan bir tokattır. Toplum birtakım davranışları yasaklamıştır, ancak yasakladığı tecavüz, ensest gibi davranışlar meydana geldiğinde bunları açığa çıkarmak yerine, örtme, gizleme taraftarı olmaktadır. Sanki bu tür eylemlerin olması değil, söze dökülmesi ayıptır, yasaktır. Dolayısıyla “Gerçek yeraltı edebiyatı, toplumun ikiyüzlü ahlâkının tersine gerçekten de etiktir. İçinden hayat akar, hiçbir şeyi dışlamadan.”293 Yeraltı edebiyatı ürünlerinde anlatılan ayıp olaylar, bir

291 Chris Jenks, Altkültür/Toplumsalın Parçalanışı, (Çev. Nihal Demirkol), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2007, s. 118. 292 Altay Öktem, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 36. 293 Özgür Uçkan, “Bir ‘Eylem’ Olarak ‘Yeraltı Edebiyatı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 40.

85 gerçekliğin kurmacasından başka bir şey değildir. Aslında bu metinler, geleneksel değerlerin ne kadar değer(sizlik) olduğunun edebî bir sorgulamasıdır. Genel edebiyat algısında edep sözcüğünün toplumca kabul edilen anlamına göre davranılması gerektiği, bu yüzden edepsiz olayların, durumların, sözcüklerin edebî metinlerde yer almaması gerektiği vurgulanmaktadır. Burada göz ardı edilen nokta şudur: “Edebiyat dediğimiz şeyin bizzat kendisi toplumun dışında kalmışlardan, toplumun değerlerine ters düşenlerden, suçlulardan, suçtan, seks işçilerinden, kadın satıcılarından, marjinallerden, sokaktan, cinsellikten, eşcinsellerden, bütün sertliğiyle cinsel birleşmenin kendisinden, küfürden, argodan, günahtan ve yaşama dair her şeyden bahseder.”294 Yeraltı edebiyatı, gerçek hayattaki olayları sansürlemenin, bazı olaylar olmuyormuş gibi davranmanın ne kadar edepli bir tavır olduğunu sorgular. Karakalem’de yayımlanan aşağıdaki şiirde, sahte ahlâkî değerler, düzyazının doğallığı ve yaşamın gerçekliğiyle şöyle ifade edilmiştir: “şimdi beyaz bir muska takınıyorum, çarpılmayayım çağın kötü nazar eden nonoşlarına. diye varoşlarına (ş)aşı(rdı)ğım ey ne menem İstanbul sen! her gün diken-çiçeği gibi k.çımın dibinde bitiveren. aman, annem bir âlem, ağzımız bozukmuş; zaten yanacağız: küresel ısınma. asfalta düşsek her tarafımız kavrulacak, başka neremizle konuşalım?”295 “Belirli davranışsal norm ve değerleri benimseyip aşılayan, gerçek ya da hayâlî bir geçmişle süreklilik gösteren ve genellikle yaygın biçimde benimsenen ritüeller ya da başka sembolik davranış biçimleriyle ilişkili toplumsal pratikler kümesi”dir gelenek.”296 Gelenekler, yerleşmiş; yürürlükten kalkması, yerine yenilerinin gelmesi uzun zaman alan davranış kalıplarıdır. Modern yaşamla çatışan gelenekler karşısında birey, karşı tavrını ortaya koyar ve gelenekler, örfler, âdetler yokmuş gibi yaşamaya başlar. Modern yaşamda, geleneksellik, bireyin özgür yaşamına sınırlamalar getirmeye çalışır. Pemra Oğuz, gelenekçi bir toplumda, gelenek karşısındaki tutumunu şu dizelerde dile getirmiştir: “Örfsüz adetsiz geleneksiz bir uyruğun kadınıyım ben

294 Ozan Marakoğlu, “Edebiyatın Edepsizliği Ya Da Tutucu Olmayan Bütün Metinler Üstüne”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 49. 295 Mustafa Burak Sezer, “FootBallcu”, Yüxexes Karakalem, S. 5, s. 96. 296 Gordon Marshal, Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınhay – Derya Kömürcü), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1999.

86

İçki kokusu sinse de özünde baba yokluğu siner gecelerime Kimseye değil ona içerim… şerefine!”297 Yerleşik değerlerin dışında yaşamak ve bunu yazıya dökmek dendiğinde Batı’da akla ilk gelen yazarlar Sade ve Genet’tir. “Genet, belli bir noktada kendi toplumdışı olma hayalini yücelterek bir şekilde bir anlam ya da karşı anlam yaratır ki, bu da Genet’in karşısında olduğu kutsal toplumun kendisine bakışını doğrultmasını, onların ‘toplum’, kendisinin ‘dışı’ olduğunu kabullenmesini, meşrulaştırmasını getirir.”298 küçük İskender, örflerle, törelerle edilgenleştirilen bir toplumun dışına çıkan yaşamının yanı sıra şiirleriyle de geleneksele meydan okur: “töre cadıları kazanlarda abanoz ç.kler kaynatırken ben örfün beşiğini tıngır zılgıt sallar iken hangi or.spular rujsuz kaldıysa bir o denli acı çektik de vazgeçmedik beklenmedik şimşeklerde kaldı aydınlık; söylemedik!”299 Marjinal söylem, geleneksel söylemin dışında; yerleşik değerlere karşı çıkan bir söylem geliştirmiştir. Geleneksel değerler, özellikle muhafazakâr şairlerce ele alınmıştır. Can Yücel ve Ece Ayhan gibi şairler geleneksel yaşamın ve söylemin dışına çıkmışlar; 1980 sonrası şairler, fanzinlerin de sağladığı ifade olanaklarıyla daha marjinal bir söylem gerçekleştirmişlerdir. Özünde bir karşı çıkış olan marjinal söylemin, geleneksel ve yerleşik değerlerle uyum içinde olması düşünülemez.

2.5.2 Geleneksel Kurum ve Kuruluşlara Karşı Çıkış

Toplumda ortak değerlerin yaşatılması, aktarılması, korunması için birtakım kurum ve kuruluşlar oluşturulmuştur. Bunların en önemlisi okuldur. Okul, matematik, fen gibi bilimsel derslerin yanı sıra, kültür, sanat, spor derslerinin de verildiği, belli yaştaki çocukların ve gençlerin devam ettiği mekânlardır. Her ne kadar birinci amacı belli konularda bilgi vermek gibi görünse de okullar geleneksel değerlerin ve hâkim ideolojinin korunmasına ve devam etmesine de hizmet eder.

Ozan Marakoğlu, yeraltı edebiyatındaki edepsizlik konusuna değindiği yazısında okullardaki edebiyat öğretimini eleştirir: “Türkiye’deki pek çok okurun kafasında Türk

297 Pemra Oğuz, Utanmazlık Mahareti, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 19. 298 Mehmet Arısan, “Ölü Bir Anneden Sakat Doğmak, Jean Genet ve Alternatif Kimlik”, Defter, S.30, Bahar 1997, s. 42. 299 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 18.

87 eğitim sisteminin yarattığı dar açılı bir edebiyat imgesi vardır. Öğretilen şudur, birtakım ‘edebiyatçılar’ gelir, yazdıkları çizdikleriyle, sınırları kesin bir biçimde birbirinden ayrılan, kronolojik olarak sıraya dizilmiş bazı akımlar oluştururlar.”300 Her ne kadar belli sınıflamaların, öğretim için gerekli olduğu söylenebilirse de kronolojik bir ezbere dayandırılan edebiyat öğretiminin öğrencilerin ufuklarını açıcılıktan çok, onları edebiyattan uzaklaştırdığı söylenebilir. Yazar, yazısına şu cümlelerle devam eder: “Edebiyat derslerinden öğrenilen bir başka şey varsa o da edebiyatın aşırı edepli ve bir o kadar da sıkıcı olduğudur. Dolayısıyla bu tedristen geçmiş okurun kendisine yakın gördüğü edepsiz edebiyat, aslında müfredattaki tanımıyla uyuşmayan bir edebiyattır.”301 Son yıllarda yeraltı edebiyatı ürünlerinin popülerleşmesinin önemli bir sebebi de gençlerin okulda okutturulanlardan farklı metinlerle karşılaşınca duydukları iştahtır. Yasak ve ayıp, bireyin arzusunu kamçılamaktadır. Geleneksel kurum ve kuruluşlar, adı üzerinde birileri tarafından kurulmuştur ve onlara uyulması istenmektedir. Düşünen insan, bu kurumların işleyişini, nedenini sorgulamaya başlayınca, kendince birtakım tutarsızlıklar, saçmalıklar görünce uyumsuz tavırlar sergilemeye başlar. Pisarev gibi “Kurulu düzen karşısında bir yabancıyım, ona katılmam gerekmez.” 302 diye düşünen birey, egemen sistem ya da toplum tarafından kınanır, yargılanır. Askerlik de Türk toplumunda çok önemsenen bir kurumdur. Tarihte savaşçı yönü ön planda olan Türklerin, askerliğe verdiği önem günümüze kadar gelmiştir. Anadolu’da askerliğini yapmayan erkeğe kız bile verilmemesi, buna güzel bir örnektir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti tarihinde asker ve ihtilal/darbe sözcüklerinin bir arada anılması, askerliğe, orduya bakışı olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim marjinal söylemde askere ve orduya ironik, alaycı bir dille yaklaşılmaya başlanmıştır. Öktem’in aşağıdaki dizeleri bu yaklaşımı yansıtmaktadır: “yoksa yalınayak denetlerim tören kıtasını göndere çiçekli donumu çekerim inadım inat rütbelerimi sökerim çizmemi getir çavuş”303 Anlamsız, saçma gördüğü uygulamaları eleştiren şair, kutsal değerlere karşı saldırgan bir tavır takınmıştır.

300 Age, s. 48. 301 Age, s. 49. 302 Albert Camus, Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 2013, s. 187. 303 Altay Öktem, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 51.

88

Ece Ayhan, öğrenimini parasız yatılı yapmak zorunda kalmış, yatılı okullardaki olumsuzluklara bizzat şahit olmuştur. Bu mekânları “Kurulu zulmün yetiştirme yurtları olarak”304 niteleyen şair, devlet okullarında okuyan öğrencileri “İnsancıl okullardan kovgun”305olarak görür ve başka bir şiirinde şöyle seslenir: “Ey orta ikiden ölerek ayrılan çocuklar! aslında başlayan askerler tabiatta hala tramvaydan Sirkeci’de mi inerler? süsüne kaçılmamış bir cenaze törenine gitmek için.”306 Geleneksel kurum ve kuruluşlar, adı üstünde, geleneği, var olanı sürdürmek için kurulmuşlardır. Dolayısıyla marjinal söylemin bu kuruluşlara olumlu bakması düşünülemez. Marjinal şair, geleneksel kurumların tümüne karşıdır. Bir iktidar ideolojisini sürdürmeye çalışan her kurum, marjinal söylem tarafından eleştirilir, yok sayılır ve onlara karşı alaycı bir tavır takınılır.

2.5.3. Hayatın Sunduklarına Karşı Çıkış Kendi isteği dışında dünyaya getirilen insan, istemediği bir dünyada, istemediği bir yaşamı sürdürmeye zorlanmıştır. Kimse ona tercih hakkı tanımamıştır. İnsanın bu dünyaya gelmesi/getirilmesi, onun ebeveyn denilen oluşturucuları tarafından bir yaşama mahkûm edilmesidir. Varoluşçu bakış açısıyla düşünüldüğünde, insanın dünyaya gelmesiyle ilgili karamsarlığa kapılmamak zordur. Sartre’a göre, “Varoluş özden önce gelir.”307 Yani insanın ne olacağı önceden belli değildir; önce vardır, özünü, kişiliğini sonradan kendisi oluşturur. İnsan, her ne kadar özgür bir seçimle gelmediyse de dünyaya, ne olacağını seçmekte özgürdür. Ancak bu, sınırsız bir özgürlük değildir. “İnsan özgür olmaya mahkûmdur, zorunludur.(…) Zorunludur, çünkü yaratılmamıştır. Özgürdür, çünkü yeryüzüne geldi mi, dünyaya atıldı mı bir kez, artık bütün yaptıklarından sorumludur.”308 Özgürlük ve mahkûmluk; birbiriyle çelişen bu iki sözcük gibi insanın da varoluşu çelişkilerle doludur. İnsan, dünyaya gelmemiş, atılmıştır. Sonra da yaşamaya, kendini oluşturmaya bırakılmıştır. Hayat, insana bir şey sunmaz; en azından her insana eşit şeyler sunmaz. Hangi ülkede, hangi insanların kucağında doğulacağı seçilemez. Dil, din, ırk, gelir seviyesi gibi unsurlar insan yaşamını derinden etkiler. Amerika’da doğan bir çocukla, Afrika’da

304 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 128, 305 Age, s. 75. 306 Age, s.126. 307 Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk, (Çev. Asım Bezirci), Yazko, İstanbul 1983, s. 61. 308 Age, s. 69.

89 doğan bir çocuk varoluşunu gerçekleştirmede aynı/eşit özgürlüğe sahip değildir, ancak aynı sorumluluğa sahiptir. Türkiye’de bir gecekonduda dünyaya gelen bir çocuk ve gelir seviyesi ortalamanın üstünde bir ailede doğan bir çocuk için de benzer bir durum söz konusudur. İnsanın ailede ve çevresinde başlayan kısıtlamalar, eğitim sisteminde de devam eder. Kendini oluşturmakta özgür olduğu söylenen birey, yazılı ve yazısız kurallarla denetlenir. Yasaklarla, ayıplarla çevrilir. Düşünmesi, giyinmesi, davranışları belli kalıpların dışına çıkınca, kişi cezalandırılır, dışlanır. Hayat, bir şeyler sunmadan çok şey isteyen bir mekanizmadır. İnsan, yaratılışı gereği hep daha fazlasını ister. Mevcut olana, elde edilene alışılır. Bir bakıma kimse hayatından memnun değildir. Olmayanı isteme, daha iyisini arzulama söz konusudur. Hayatın sunduklarını hiçbir zaman yeterli bulmama, insanın yaşam mücadelesi için olumlu olabileceği gibi; elindekilerin değerini bilmeme, kişinin hiçbir zaman mutlu olamamasına da sebep olacaktır. Yeraltı edebiyatında da bir memnuniyetsizlikten söz edilebilir. Ancak bu, sıradan bir yetinmeme değil; bir karşı duruş, yıkıcı bir reddediş tavrının sonucudur. Yeraltı edebiyatının hayatla, hayatın işleyişiyle sorunu vardır. Toplumdaki bütün insanların aynı olumlu koşullarda yaşaması düşünülemez. Ancak toplumdaki bazı bireylerin yaşam koşullarının birçok olumsuzluk barındırdığı da bir gerçektir. Kenar mahallelerde, gecekondu semtlerinde yaşamaya çalışanlar, cinsel tercihleri dolayısıyla toplumda yer bulmaya çalışanlar, bedenlerini zevk aracına dönüştürüp pazarlamak zorunda kalanlar, aile/aşiret/toplum şiddetine uğrayanlar, ensest/tecavüz gibi sapkınlıklara maruz kalanlar, doğuştan ya da sonradan engelli olanlar için hayatın bir şeyler sunduğu (“sunma”nın, olumlu çağrışımlara sahip bir sözcük olduğu düşünülürse) söylenemez. Hayat, kenara itilenlere, yoldan çıkanlara aslında pek de bir şey sunmamıştır ama sunulan da, verili olan olduğu için, yeraltındakiler tarafından pek de kabul görmemiştir. küçük İskender, kendine sunulanları şu dizelerde reddeder: “istemiyorsan tarih yoktur hudut yoktur, menzil yoktur, beden yoktur arzu bir külfettir mecnuna ben hayattan kalktım bir sebep bırakıyorum kendi yerime koynuna yeryüzünden geldim, o yüzden kan kokuyorum

90

bu ülkeden geldim, o yüzden suç kokuyorum”309 Şair, sınırı, tarihi, bedeni, arzuyu yadsımaktadır. Çünkü bütün bunlar insanı sınırlayan, yaşamda engeller oluşturan unsurlardır. Yeryüzü; yaşamın sürdürülmeye çalışıldığı, savaşların kan kokuttuğu yer, olumsuzlanmaktadır. Ayrıca şair, suç için de yaşadığı ülkeyi işaret etmekte, hayattan kalkıp gideceğini söylemektedir. Deniz Cazsever, bir ölmeye koşmaktan başka bir şey vermeyen hayata karşı nefretini şu şekilde ifade eder: “nefret ettiğin bu hayatı bir enfalmiş gibi yeryüzünden geri çalalım diye bir riayet aynasına senin rujunla seni çiziyorum; yaralar içindesin kanlar içindesin cebeci’den atlamak üzeresin”310 Hayat, sunmadıklarıyla bir nefret, öfke oluşturmaktadır. Bazılarına verili olan, bazılarınca ancak çalınarak elde edilebilecektir. Kanlar içinde gelinen hayat, oluşturduğu yaralarla kanlar içinde sürdürülmeye çalışılmaktadır. Bu hayata karşı çıkış, belki onu yok etmekle mümkün olacaktır. İntihar, bir vazgeçiş olduğu kadar, bir reddediş olarak da hayata ve yaratıcıya karşı bir başkaldırıdır. Hayatı, insana verilen mucizevi bir ödül, sonsuz yaşam için bir sınav olarak gören anlayışa karşı çıkan küçük İskender, Tanrı’nın insana yaklaşımını laubalilik olarak görür: “Hayatımız laubali bir tanrının durmadan kekelemesi kalsın!” 311 Jan Ender Can da doğumun ölüm için yaşamak ve yaşamın da kurallara uymaktan öte bir anlam ifade etmediğini; insanın neleri yapabileceğinin veya yapamayacağının belirli olduğu bu dünyada, yaşanıp yaşanmadığının bile birileri tarafından belirlenmesinin anlamsızlığını şu dizelerde belirtir: “ölü biri olarak geldim dünyaya ölü bir doğum onlar yaşadın diyor

309 küçük İskender, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009, s.102. 310 Deniz Cansever, “fanzin kart.”, Underground Poetix, vol.12, s. 58. 311 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 144.

91

vatanı sev! Şeytanı inkar et! Ve vergini öde!”312 Marjinal söylem bir reddedişle başlar. Şair, verili olandan memnun değildir. Bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmiş ve o yanlışlara karşı kendi doğrularını sürmüştür. Marjinal şair, kendisine veya söylemine konu ettiği kişilere, hayatın pek de bir şey sunmadığının bilincindedir. Sunmuş olsa bile, hayatın sunulan şeylere karşı talepleri, hayata sorgusuz sualsiz boyun eğilmesi, yeraltı şairi için kabul edilir değildir. Sunulanla yetinme, itaat etme, onaylama, bir çeşit dâhil olmadır. Dolayısıyla marjinal şair, varlığını karşı sıkışla gerçekleştirdiği için, birçok şeyde olduğu gibi, hayatın sunduklarına da karşı çıkacaktır, çıkmaya devam edecektir.

2.5.4. Siyasi ve Politik Yapıya Karşı Çıkış Siyasi ve politik yapı, genel algıda, yalanlar, çıkarlar üzerine kuruludur. Amaç iktidara gelmek ve yönetmektir. Politikada özellikle toplumların din, bayrak gibi kutsal değerleri, onları etkilemek ve bir araya toplamak için kullanılır. Ya da insanlar mevcut sistemdeki bozuklukların, eşitsizliklerin, ayrımların olmadığı sosyalist bir dünya düşü peşinde mücadeleye çağrılır. Yeraltı edebiyatı dinlere, ırkçı/milliyetçi söylemlere, mutlu gelecek düşlerine karşıdır. Yaşanılan zaman esastır. Devletlerin yönetim şekilleri çeşitlidir. Ancak modern dünyada en çok rağbet gören anlayış, halkın kendisini yönetme hakkını, seçimle ve belli bir süre için belli temsilcilere verdiği demokrasidir. Demokraside bazı dünya görüşlerini, ideolojileri temsil eden partiler vardır. Bu partiler, halka, kendilerini seçmeleri için propagandalar yaparlar. Her bireyin bir oy hakkı vardır. Bireyin sayı karşılığı 1’dir. Demokrasi, çoğunluğun seçiminin yönetimidir ve mevcut yönetim şekilleri içindeki en iyi yönetim şekli olarak görülür. Demokraside politikacılar, daha çok taraftar toplamaya çalışırlar. Taraftarı fazla olan parti iktidara gelir. “Politikacılar seçilmeye ya da zaten bir koltuk kapmışlarsa yeniden seçilmeye can atarlar. Bunun için de seçmen kitlesinin en kalabalık kesimine dayanmak zorundadırlar. Ortalamanın altında gelir sahipleri yüksek gelir sahiplerinden daha kalabalıksa, seçimlerde aday olan kişi, tüm diğer koşullar aynı kaldığında, zorunlu kesintilerdeki ve kamu harcamalarındaki artış pahasına da olsa, gelirlerin daha önemli

312 Jan Ender Can, Saf Acı, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 71.

92 bir şekilde yeniden paylaşımının savunuculuğunu yapacaktır.”313 Politik yaklaşımdaki bu anlayış, aşağıda porno ve propaganda sözcüklerinin birleştirilmesi ile oluşturulan “pornopaganda” olarak nitelenmiş ve alaya alınmıştır: “(…)pornopogandalar; -oyunuzu bize verirseniz darağacında yeni pozisyonlar deneyeceğiz -oyunuzu bize verirseniz yıllanmış benzin (en pahalısından) içirtip d.maltacağız -oyunuzu bize verirseniz kapattığınız gazeteler, dergiler üzerinde misyoner deneyeceğiz -oyunuzu bize verirseniz meşhur porno yıldızı kenan bey’le 69kuşağını tazeleyeceğiz -oyunuzu bize verirseniz sanatı destekleyip herbirinize seksafon çalmayı öğreteceğiz! -oyunuzu bize verirseniz kerhaneleri kapatıp herbirinize birer kim kardashian kalçası vereceğiz”314 Demokrasi, görünürde en iyi yönetim şeklidir. Ancak günümüzde “demokrasi artık işletmeci aklının isterleri doğrultusunda, kalabalıkları yönetmenin mekanizması’na dönüştürülmüştür.”315 İyi ve kaliteli yönetimden; yönetişimden, yönetinimden çok kalabalığın yönetilmesi, onun yığın hâline getirilip kutsal değerlerle avutulması öne çıkmıştır. Birey, yönetimdeki seçme hakkını, birtakım çıkarlar doğrultusunda, kapitalist iktidar sahibine verir hâle gelmiştir. Burada mevcut iktidarın, bireyi, bu yöne sevk eden politikalarının payı da büyüktür. küçük İskender, ülkemizdeki hürriyet anlayışını pornografik bir dille şu şekilde betimlemiştir: “mahkemelik oluyor o gece, memleketimle kekeme hürriyet vazelin kullanmadan giriyor burjuvazi yüreklerimize”316 Şair, hep vaat edilen özgürlüğün, bir türlü gelmeyişini ya da ağır aksak gelişini; kekeme bir konuşmaya benzetmiştir. İktidar, burjuvazinin tahakkümü altındadır ve burjuvazinin, toplumu özgürlük vaatleriyle avutması, hard porno bir duygusallık yaratır. Birçok vaatte bulunan siyasi partilerin, bu vaatlerini ve giderleri karşılamak için başvurdukları biricik yol, vergilerin arttırılması ve yeni vergilerin konmasıdır. “Max Weber’e göre politik güç ‘meşru zor tekeli’ne sahipti(r) ve politik güç özellikle bu tekeli finanse etmek için vergi, ödenti ve narh topl(ar).”317 İktidarı seçen de finanse eden de beklentilerine karşılık alamayan da halktır. Ancak halk bunun farkında değildir, siyasi parti taraftarlık kavgalarıyla farkındalık alanından uzaklaşır.

313 Claude Jessua, Kapitalizm, (Çev. Işık Ergüden), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005, s. 85. 314 Rahman Yıldız, “Pornopaganda”, Underground Poetix, Vol.9, s. 36. 315 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 103. 316 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 216. 317 Claude Jessua, Kapitalizm, (Çev. Işık Ergüden), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005, s. 57.

93

Feodal toplumlarda ve feodal anlayışı tam olarak terk edememiş, demokrasiyi özümseyememiş toplumlarda erkek, gücün simgesidir. Zaman zaman bu anlayışta çatlaklar oluşur. “Erkek ve kadın arasındaki ilişkiler özellikle politiktir, güç ve baskı içerirler. Lezbiyen, aktif olarak bu ilişkiyi reddedip kadınları seçtiği için, kurulu politik sisteme başkaldırmıştır.”318 İktidar, iktidarını sarsabilecek bu tip başkaldırılar karşısında, şiddet içerenler dâhil, çözüm yolları denemekten çekinmez. Siyasi ve politik yapı, gay ve lezbiyen söylemi içine dâhil etmekten kaçınır. İnsan, yaşadığı ülkede her şeyden önce temel ihtiyaçlarını gidermek; karnını doyurmak, sıcak bir ortamda, güven içinde uyumak ister. “Politik iktidarların görevi, her şeyden önce, kişilerin ve malların güvenliğini sağlamaktı(r), başka deyişle, kendi otoriteleri altındaki topraklar üzerinde kamu düzenini tesis ederek homojen ekonomik uzamların oluşturulması”dır.319 Marjinal şair, politikacılara güvenmez ve bunu şiirlerinde bazen öfkeyle bazen alayla dile getirir. İktidar olmak için her türlü yolu denemekten çekinmeyen siyasi partilerin başvurdukları en önemli iki unsur din ve hamasettir. İnsanları bir araya getiren ve bir kutsallık atfedilen bu duygular, siyasi partiler tarafından, özellikle az gelişmiş ülkelerde, can alıcı söylem olarak kullanılır. küçük İskender, bu tip hamasi söylemi “K.çımızı başımızı her dakika bayraklarla donatmak.”320 olarak niteler. Marjinal şair, siyasi ve politik yapının işleyişi karşısında da karşı bir tavır sergiler. Demokrasiye inanmaz, devletin anayasasını, kurallarını iplemez. Kalabalık değillerdir, ancak kalabalığın yönetimine karşıdırlar. Esrar içip kendinden geçme yolları arama bir çözüm olmasa da, yaşanılan an için keyif vericidir: “yorgunum yorgun olduğum gecelerde karanlık adamlarla karanlık odalara kapanıp esrar içiyoruz bu ülkenin işimize yaramayan Anayasası’na karşı”321 Emin Kahveci, karamsar bir bakışla, cahilliğin egemen olduğu toplumlarda, güzel günleri düşlemenin anlamsızlığını şu dizelerde vurgulamıştır: “her yer aynı değil mi nasıl olsa

318 Charlotte Bunch, “Lezbiyenler İsyanda”, (Çev. Mehmet Mücahit Atik), Underground Poetix, Vol. 9, s. 79. 319 Claude Jessua, Kapitalizm, (Çev. Işık Ergüden), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005, s. 56. 320 küçük İskender, Sarı Şey, Sel yayıncılık, İstanbul 2010, s. 11. 321 Jan Ender Can, Saf Acı, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 72.

94

cehaletin iktidarına her yer aynı ve umut içimizde hiç durmadan kafa s.ken.”322 Siyasi ve politik yapı, marjinal söylem ve yeraltı şiirinde karşı çıkılan öğelerdendir. Bir sistem içerisinde, o sistemin devamını sağlamak üzere, toplumun istekleri ve zayıf noktaları yönünde propagandalar yapılsa da oluşan bir yapının, farklılıkları kolayca kabul edeceğini düşünmek safdillik olur. Sıra dışı yaşamların, inançların, düşüncelerin mevcut politik yapıyla uyum içinde olması sıra dışı bir durumdur. Bu da marjinal duruşun sıra dışılığını yok eder.

2.5.5. Medeniyet ve Devlet Kurumuna Karşı Çıkış Devlet, Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te “belli bir toprakta bir hükümet idaresi altında teşkilatlanmış bulunan bağımsız siyasi topluluk, milletin hukuki şahsiyet kazanmış şekli”323, medeniyet ise aynı sözlükte, “Bir millet ve toplumun maddî, manevî varlığına ait üstün niteliklerden, değerlerden, fikir ve sanat hayatındaki çalışmalardan, ilim, teknik, sanayi, ticaret vb. sahalardaki nimetlerden yararlanarak ulaştığı bolluk, rahatlık ve güvenlik içindeki hayat tarzı, yaşama biçimi, medenilik, uygarlık.”324 olarak tanımlanmıştır. Devlet, gücü elinde tutandır. Hem koruyan, öven hem de sınırlayan, dövendir. Halk dilindeki devlet baba sözü, devletin, toplum için taşıdığı anlamı çok açık bir şekilde gösterir. Baba, evin direğidir. Evin geçimini sağlamak, hâne halkını korumak, geleneksel Türk aile yapısında babanın görevidir. Devleti idare etmek isteyen siyasi topluluklar, devletin, halk nazarındaki anlamını bildiklerinden, seçilme sürecinde maddî ve manevî birçok vaatte bulunur. Devlet babalığa soyunan siyasi partiler; bir babanın, çocuklarının iyi davranışları karşısında ödül vereceğini söylemesine öykünür. Verilen sözler, çoğu zaman, çeşitli bahanelerle gerçekleştirilemez. Somut babaların bile, her sözünü yerine getiremediği hayatta, soyut bir kavram olan devlet babanın da verdiği sözleri tutamaması, seçmeni tarafından pek de yadırganmaz. Rene Lourau’ya göre, “Toprağı bir adaymış gibi kuşatan sınırlar, merkezi yönetim ve karar organları, çevre yönetim ve uygulama organları, merkezden çevreye doğru tahakküm akışının periferinden merkeze doğru itaat akışını sağlamak için askeri

322 Emin Kahveci, “bitik poetik”, Kadıköy Underground Poetix, 1998 #7, s. 28. 323 İhsan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lügâti, Milliyet Yayınları, İstanbul 2011. 324 Age.

95 ve ideolojik güçler; devlet denen tuhaf gövde budur.”325 Devlet, toplumumuzda sevecen bir yapı olmaktan uzaktır; devlet denilince, daha çok polis, asker gibi silahlı güçler akla gelir. İtaat isteyen devletin, itaati sağlayan kolluk kuvvetleri, zaman zaman, başına buyruk da davranabilmekte ya da korumakla mükellef olduğu (düşünülen) halka zarar verebilmektedir. Camus, Sade’ın, “Zincirlerini koparmış sapkınlığın eşsiz ve tatlı meyvesi olmasını istediği cinayet bugün polise mal olmuş bir erdemin donuk alışkanlığından başka bir şey değil.”326cümlesini alıntılayarak, bu duruma işaret eder. Camus, bununla da yetinmez. “Devlet suçtur. ‘En küçük, en zararsız devlet bile düşlerinde suçludur.’”327 der. Suçla mücadele etmesi gereken, suçu ortadan kaldırmakla mükellef bir kurumun, böylesine suçlanması dikkat çekicidir. Yeraltı şairi, devletin bu suçlu konumunu tartışmaya açar. İktidara gelene kadar türlü sevimlilikler gösteren politikacılar, devletin başına geçtiklerinde, güçlerini kaybetme korkusuna kapıldıklarından belki, konumlarını korumak için zor kullanmaktan çekinmezler. Camus’ya göre, “Burjuva devleti, her şeyden önce bir baskı aracı olduğu için, polise ve orduya dayanır.”328 İsmail Mert Başat da, “Servet ve kılıçla biriken güç, halkın altından kratos’u söker alır. Her ne kadar demokrasi kavramına dair algı, halk vurgusu üzerinden inşa edilmiş ve bu nedenle iktidar ve güç ilişkilerini örten bir niteliğe sürüklenmiş ise de hayat, iktidar vurgusu üzerinden akmaktadır.”329 demektedir. Louis Althusser’e göre, “okul (fakat aynı zamanda Kilise (bizde Cami) gibi başka devlet kurumları ya da ordu gibi başka devlet aygıtları da) bir sürü beceri öğreti(r), fakat bunu yönetici ideolojiye boyun eğmeyi ya da bu ideolojinin ‘pratiğinin’ egemenliğini sağlayan biçimlerde yap(ar).”330 Devletin, istediği birey tipini oluşturmak için hükümet, yönetim, ordu, polis, mahkemeler, hapishaneler gibi baskı aygıtlarının yanı sıra; din, okul, aile, siyaset, medya kuruluşları (basın, radyo-televizyon, internet), kültürel (edebiyat, güzel sanatlar, spor) gibi ideolojik aygıtları vardır.331 Haber aygıtları, iktidarın ideolojisi doğrultusunda haber yaparken; dini aygıt yaşam karşısında sabır, şükür, öte dünya için çalışma vb. vaazlarıyla toplumun iktidara tepkisini kaderci

325 Rene Lourau, Bilinçaltında Devlet, 2001:14’ten aktaran: İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 14. 326 Albert Camus, Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 2013, s. 67. 327 Age, s. 191. 328 Age, s. 267. 329 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 101. 330 Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, (Çev. Yusuf Alp - Mahmut Özışık), İletişim Yayınları, İstanbul 1994, s. 23. 331 Age, s. 33-34.

96 anlayışa sevk eder. Okullar, ana okuldan liseye, resmi devlet ideolojisi içinde/için tek tip bireylerin yetiştirildiği aygıtlardır. Althusser, bu okullarda yetişip, hâkim ideolojiyi sorgulayan, yaptıkları işten kuşkulanmayı başarabilen öğretmenleri birer kahraman olarak görür.332 Marjinal şairin/yazarın söylemi de bu noktada başlar. Çünkü o itiraz edendir, sorgulayandır, farkındalığını dillendirendir. Allen Ginsberg, “Amerika” adlı şiirinde devlete şiddetli bir karşı çıkış sergiler ve ülkesinin yaptığı kötülükleri eleştirir: “Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim 17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmiyedi sent Kendi kafam bile destek değil bana. İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika? Al şu atom bombanı da g.tüne sok.”333 küçük İskender de Allen Ginsberg’e adadığı “Türkiye” şiirinde, devleti, devletin aydınlarını, siyasi yapıyı karşı bir dille eleştirir: “Türkiye, kahraman tarkan öleli çok oldu, artık onu unut; bunadı kurt. Playboy’a annemin çıplak resimlerini satarak Beyaz Saray’a sırnaşmayı düşlüyorum spermi biraz fazla kaçırdığımda, Beş parasız paraladığım sokaklarında embesillerini ve t.şşak kalpli aydınlarının sidik yarışlarını görüp bol bol osuruyorum; başbakanı dinlerken televizyon karşısında ekrana ekmek teknemi açmak ya da esrar içmek, geğirmek en büyük mutluluk bana verdiğin, Otuz bir çekmediğim gecelerde düşler kuruyorum senin hakkında, hür hülyalarımda sana zerre kadar yer vermiyorum ama, Maalesef ayakta kalıyorsun”334 küçük İskender, devlet kurumunun farklı düşünüş, hissediş, yaşayış karşısındaki ötekileştirici tavrına aşağıdaki dizelerle meydan okur: “Ey Devlet, beni de Ötekileştir! Çünkü ötelenen, merkeze göre menzile daha yakındır. Ey Devlet, beni de Başkalaştır! Çünkü başkalaşan, sana benzemeyi bırakmıştır. Ey Devlet, beni de Yabancılaştır!

332 Age, s. 45. 333 Allen Ginsberg, Uluma ve Öteki Şiirler (Çev. Melis Oflas), Altıkırkbeş Yayın, Kadıköy 2013, s. 41. 334 küçük İskender, Periler Ölürken Özür Diler, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 141.

97

Çünkü yabancılaşan, neden sevilmediğini anlayacak kadar düşünmeyi bırakmıştır. Ey Devlet, beni de Farklılaştır! Çünkü farklılaşan, rasyonel evrimin yolcusudur. Ey Devlet, beni de Dışla! Çünkü dışlanan, içerden çıkmış ve yeni şeylerle karşılaşmanın heyecanına kapılmıştır.”335 Devletin, kendi toplumu içindeki insanlara karşı takındığı ötekileştirici, başkalaştırıcı, yabancılaştırıcı, farklılaştırıcı, dışlayıcı tutumlara şiddetle karşı çıkılmaktadır. İtaat sınırlarının dışında yer alan bireyler, devlet tarafından, devletten dışarı atılmak istenir. Şair, devletin tutumu karşısında, “dışlanan, içerden çıkmış ve yeni şeylerle karşılaşmanın heyecanına kapılmış” bir şekilde, başkaldırır. Şair, bir başka şiirinde ise, Althusser’in sözünü ettiği devletin ideolojik aygıtlarını ele alır: “Bir câni ile devlet arasındaki benzerlik, herkesin benliğinde bir totaliter rejim hevesini baskı altında tutması. İnsanlar ve kurumlar kendilerini ifade için daima bir enstrümana ihtiyaç duyar; bir besteciye müzik âleti, bir doktora tıbbi malzeme, bir katile bedeni ve karşısındakine zarar vereceği nesne, bir devlete ordu, derinleştirilmiş kadrolar, din ve faşizm lazımdır.”336 Düzyazının olanaklarından faydalanan şair, devlet ile câniyi bir tutar. Devletin, câni tavırlarını gerçekleştirebilmesi için “ordu, derinleştirilmiş kadrolar, din ve faşizm” gibi yardımcı enstrümanlara ihtiyacı vardır. Şaire göre ordu, devletin silahlı gücü ve koruyucusu; derinleştirilmiş kadrolar, faili meçhul eylemlerin eyleyenleri; din, iktidarın cahil halka karşı kullandığı bir afyon; faşizm, bir ırkın diğerlerine üstün tutulup, onları tahakküm altında tutabilme gücüdür. Devlet kötüdür, cânidir. küçük İskender, insanların ırklara, dinlere, renklere, devletlere vb. göre ayrılışlarının anlamsızlığını vurguladığı aşağıdaki dizelerde “Yeni Çocuk” ile yeni bir insan anlayışına özlemini dile getirir: “İnsanoğlunun kuzeyi güneyi yok Yeni Çocuk, insanoğlunun doğusu batısı yok! Haritalara bakarak âşık olmaz çünkü hakiki insanlar

335 küçük İskender, Sarı Şey, Sel yayıncılık, İstanbul 2010, s. 9. 336 Age, s. 11.

98

Çünkü pusulaların devleti yok!”337 Devletin varlığının sürdürülmesi için vazgeçilmez unsurlardan olan polisin, topluma yardıma gecikip, şiddet karşısındaki tutumunun ikiyüzlü bir davranış olarak nitelendiği aşağıdaki dizeler dikkat çekicidir. Şair, şiddeti neşelendirirken, makyajın altında yatan ikinci yüze dikkat çeker: “polisler her şeyi biliyorken, neşeli şiddet! ilk yardım gecikiyorken, neşeli şiddet! makyajımı temizlememe yardım et”. bu ne hız?!”338 Batuhan Dedde de yine devletin silahlı gücü orduyu ve ordunun toplum üzerindeki şiddet eylemini, insanlar üzerindeki baskıcı tutumunu aşağıdaki dizelerde betimlemiştir: “Kanlı darbelere şahit olan Sokaklar kadar yalnızım Baktığı yeri delip geçen Kızarmış gözlerinden ölüm saçan Apoletleri kanlı komutanlar”339 Metin Akdeniz, “Sakin Ol Oligarşi” adlı şiirinde devlete ve onun silahlı güçlerine karşı çıkışını şu dizelerde ortaya koyar: “Sakin ol oligarşi, bu daha ön sevişme Bu daha bir şey değil, sadece savunma Sen asıl saldırıya geçtiğimizde gör Ruhtan yoksun olan polislerinin Askerlerinin gözlerinde oluşacak o büyük boşluğu”340 Şizofrengi fanzinde yer alan, A.A.’nın “Devlet ve Kadınlar” adlı şiirinde devletin feodal, erkek egemen yapısına dikat çekilir ve kadınlar üzerindeki baskısı eleştirilir: “Bir kadının göğüslerinde devlet, çok karılı bir padişahtır uzun soluklu ve salyalıdır yaşlı ve Müslüman sakallıdır. Bu yüzden devlete tapar kadınlar da erkeklerle yatarlar.”341

337 küçük İskender, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 86. 338 Emre Varışlı, “bu ne hız?!”, Underground Poetix, Vol.6, Yaz Özel, Temmuz 2010, s.y. 339 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, Bahariye-Kadıköy 2014, s.71. 340 Metin Akdeniz, “Sakin Ol Oligarşi”, Kaburga Zine, Kadıköy, Haziran 2014, S. 5, s.y.

99

Pemra Oğuz, karamsar ve isyankâr dizelerinde, devletin en güçlü ideolojik aygıtı okulun, kendisine öğrettiklerini yok sayar: “Bu b.ktan dünyada inandığım birkaç zararsızdansın işte Babama ihanet etmeden seveceğim seni Öğretilenlerin düzmece olduğunu anladığım gün Bütün bildiklerimi okul önlüğümün yakasına astım Bilmeden sevdim seni”342 Medeniyeti “tek dişi kalmış canavar”a benzeten ’un, daha o zamanlar işaret ettiği olumsuz medeniyet algısı, marjinal söylemde daha öfkeli bir bakışla ve karşı çıkışla kendisine yer bulur. Medeniyet, yani gelişmişlik, teknolojide, bilimde vb. üstünlük, ait olduğu topluma konforlu bir yaşam sağlasa da insanî birtakım değerlerin yükselmesini sağlayamaz. Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin, “çağdaş medeniyetler seviyesine” çıkmasını isterken, bağımsızlık savaşından yeni çıkmış bir ulusun, kendisini küllerinden yeniden yaratmasını arzu etmektedir. Elbette gelişmişlik, uygarlık; istenmesi ve uğrunda çalışılması gereken bir amaç olmalıdır. Ancak şair, medenî sayılan devletlere, onların barbarca eylemlerine, sömürgeci tutumlarına karşı gelir. Medeniyetle, atom bombası yapmak/kullanmak eş değerse, medenî olmamak yeğdir. Medenî bir çağdan söz edilirken insanlar açlıktan, basit hastalıklardan ölüyorlarsa, medeniyetin sorgulanması kaçınılmaz bir hâl alır. küçük İskender’in aşağıdaki şiirinde medeniyete karşı bir tutum sergilenmektedir: “medeniyetin ölçüsünü kaçırdı açlığın yarım kalan suratını yalnızlığa ders olsun diye astık aşka!

bana bıraktığın gözyaşlarınla kremleyip p.nisimi öyle giriyorum yeni yaşıma!”343 Jan Ender Can da çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmanın hiç de istenecek bir durum olmadığını dile getirir. Medeniyet insanî duyguların kaybolmasını beraberinde getirmektedir: “hızla canı çıksın muasır medeniyetler seviyesinin mülkünüz yordu beni

341 A.A., “Devlet ve Kadınlar”, Şizofrengi, Haziran/Temuz 1994, S. 14, s.y. 342 Pemra Oğuz, Utanmazlık Mahareti, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 58. 343 küçük İskender, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 177.

100

bir çığın akciğerine devrildi bu şaşı şair evlat ve kalbim bildi ki deli bir aygırı cennet edinmişiz kompitür ağlayamaz!”344 Nobert Elias, “medeniyeti insan davranışlarının özdenetim yoluyla ‘makbul’ düzeye ulaşmasının evrimi olarak tanımlar. İnsan davranışlarının ‘makbul’ düzeye ulaşması da bedenin ve duyguların ‘akıl’ yoluyla kontrol altına alınması ile mümkün olur.”345 Makbul bir düzeyi kabul edemeyen insan, hep daha çoğunu isteyecek, aklını bir denetim aracı olarak kullanamamanın acısını çekecektir. Marjinal söylemde, devlet, medeniyet, devlet kurumları karşı çıkılan, sorgulanan kavramlardır. İnsanlık tarihinde, sonradan oluşturulan bu soyut kavramların insanlara daha çok mutsuzluk getirdiği, (mutluluğu sadece belli bir azınlığa, yani iktidar sahiplerine, burjuvalara, din adamlarına vb. getirdiği), bu kurumların var olma sebeplerinin, iktidarı korumaya yönelik olduğu üzerinde durulur. Gerek düşünsel, gerek eylemsel olarak devletin karşısında yer alanlara, devletin de tutumu olumlu değildir.

2.5.6. Kapitalist Sisteme ve Yapıya Karşı Çıkış Kapitalizm, “üretim ve değişim araçlarının özel mülkiyeti, piyasanın serbestliği ve maaşlı çalışma üzerine kurulmuş”346 ve “zenginlikle daha çok zenginlik üretmeye yarayan ekonomik bir sistem”347; “mal ve hizmetlerin hayatın en temel gereksinimlerine varana dek kâr amacı taşıyan değişim için üretildiği, insan emek gücünün bile piyasada satılan bir meta değeri içerdiği dolayısıyla bütün ekonomik aktörlerin piyasaya bağımlı olduğu bir sistem”348 olarak tanımlanır. Ekonomiye dayalı bir sistem olan kapitalizm, modern dünyanın tercih ettiği/etmek zorunda kaldığı bir sistemdir. Kapitalizmde kazanma, kâr elde etme, kazancını sürekli arttırma, artan kazançla yeni kazanç kapıları aralayarak kazancı yeniden arttırma amaçlanır. İnsanın sahip olma güdüsü doğrultusunda, daha çok kazanç ve daha pahalı, lüks, kaliteli yaşama tutkusu; kapitalizm, insanî birtakım değerlerin yok olmasına neden olur. Kapitalizmde duyguya yer yoktur. “Kapitalizme özgü nitelik, onun en yüce değeri, zenginliklerin üretimini ve dolaşımını, yani insanın bütün ihtiyaçlarına cevap

344 Jan Ender Can, Ağlama Meleği, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 38. 345 Aslı Güneş, “Melek ‘Biz’, Şeytan ‘Öteki’”, kitap-lık, Mart 2007, S.103, s. 75 346Andre Comte-Sponville, Kapitalizm Ahlaki midir?, (Çev. Dilek Yankaya), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 72. 347 Age, s. 74. 348 Ellen Meiksins Wood, Kapitalizmin Kökeni, (Çev. A. Cevdet Aşkın), Epos Yayınları, Ankara 2003, s. 10.

101 veren her şeyi rasyonelleştirmesindedir.”349 Karşılığını verebilmek şartıyla, her şey satın alınabilir. İnsan, istediklerine sahip olabilmek için daha çok kazanmak ister, bunun için de daha çok çalışmaya başlar. Zorunlu ihtiyaçlarına, kapitalizmin ürettiklerini elinden çıkarma ve yenilerini üretme talebi doğrultusunda sanal ihtiyaçlar da eklenen insan, hep daha çok kazanmak ve harcamak ister. “Varoşlarda bile, markalardan, statü maddelerinden uzakta kalışın getirdiği yoksunluk duygusu, yoksulluk duygusunun önüne geçmiştir. Arzular da artık bize önsel olarak imal edilmiş ve markalanıp-ambajlanan haz paketçikleriyle ilişkilendirilmiş arzulardır.”350 Daha iyi, daha yeni, daha teknolojik olanı arzulaması ve alması yönünde teşvik edilen insan, ihtiyacı olmayan, ya da ihtiyaç sıralamasında en gerilerde olan ürünleri alarak hem kazancını, hem de üretim fazlasını eritir. “Birey, tüketici kimliği diğer tüm kimliklerinin önüne geçirilerek, ihtiyaçların sınırsızca çoğaltılabileceği yeni ve esnek bir format içinde biçimlendirilmekte, yeniden kurulmaktadır.”351 Kapitalizm, kendi istediği birey tipini yaratır. Kendi kaynaklarını tüketen ülkeler, kaynak arayışı içinde diğer ülkelere, özellikle az gelişmişlere, çeşitli bahanelerle saldırırlar. Dünyadaki savaşların en büyük sebebi kapitalizm ve onun uzantısı olarak emperyalizmdir. Birtakım ülkelerin zenginleşmesi, diğerlerin fakirleşmesine neden olmaktadır. Yine aynı ülke içinde bazı kişilerin daha çok zenginleşmesi, fakirlerin sayısının artmasını beraberinde getirmektedir. İlginç olan, fakirlerin de zenginlik düşü içinde yaşamaları, arabesk bir altkültür içinde, kısa yoldan zengin olma arayışı içine girmeleridir. Kapitalist sistemde şirketlerden, en küçük bireye kadar bir çürüme, hangi şartlarda olursa olsun zengin olmaya çalışma söz konusudur. İnsan, insanî özelliklerini yitirir; ahlakî değerleri hiçe sayar. Daha çok kazanmak için kötülüğü sıradanlaştırmaktan, hileyi ve yalanı normalleştirmekten çekinmez. Kapitalizm tarafından parlatılan insan, insan olmaktan çıkar, içten içe çürür. Kapitalist sistemde her şey satılabilen, kâr getiren bir mala dönüştürülmüştür. “Kapitalizm, kahveyi yakacak olarak kullanmaya, buğdayı yem olarak hayvanlara yedirmeye kadar vardırırken işi, insanlar kahvesiz ve ekmeksiz kalmaktadırlar.”352 “Kedi köpek mamasıyla bebek maması aynı rafta satılıyor tirinine bandığımın marketlerinde -Ah kuzum dondurulmuş b.k kalmamış

349 Georges Lefevbre, Kapitalizm, (Çev. Vedat Günyol), Çan Yayınları, İstanbul 1972, s. 27. 350 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 248. 351 Age, s.23. 352 Georges Lefevbre, Kapitalizm, (Çev. Vedat Günyol), Çan Yayınları, İstanbul 1972, s. 41.

102

-Ah ama şekerim dondurulmuş taze çocuk kafası var burada bu arada”353 Burada hayvana verinle değerden çok, insanların yapmacıklığı ve burjuva davranışının eleştirilmesi söz konusudur. Bebeğin yaşaması için mama gereklidir, ancak bir köpek, doğal yaşamda kendi başının çaresine bakabilecektir. Bu bakışa göre bebeklerin açlıktan öldüğü ve köpeklerin marketlerden alınan donmuş b.klarla beslendiği sisteme, kapitalizm denir. “Kapitalizm sırf varlığını sürdürebilmek için bile sürekli hareket hâlinde olmak zorunda olan bir sistemdir.”354 İnsanların öldürülmesini, şiddet görüntülerini, savaşları bile televizyonda canlı yayınlayarak bir kazanç nesnesine dönüştürmekten çekinmeyen bu sistem için etik değerlerden söz edilemez. Yakın tarihteki Körfez Savaşı’nın, aynı anda televizyondan tüm dünyaya yayınlanması buna güzel(!) bir örnektir. “canlıcinayete reyting satacak fetişlerimiz ile ortadoğuya uzatılmış p.nislerimizde dikine dikilmiş bir flamadır artık özgürlük ki deforme edilmiş vicdanın azabı modadır hâlâ!”355 Vicdan, moda bir değerdir. İnsanların kopan uzuvları, yemek masalarında vicdanlara uğramadan izlenen bir mezeye dönüşmüştür. Dedde’nin aşağıdaki dizesi bu duruma, duyarsızlaşmaya bir göndermedir: “Ana haber bültenlerine meze olacağım bu gece”356 İnsanın zaaflarından faydalanan ve onu istediği yöne sevk eden kapitalizmin elinde bir oyuncağa dönüşen insan, doğasından uzaklaşmış, duygularını bile kapitalizmden sipariş eder duruma gelmiştir. “Kapitalizmi diğer tarihsel yaşam tarzlarından ayıran, onun doğrudan insan türünün istikrarsız, kendiyle çelişen doğasına yönelmesidir.”357 İnsanın ihtiyacından fazlasına sahip olma isteği bir hastalık olarak nitelenebilir. Çünkü insan dünyada kalıcı değildir, mülk edinme isteğinin de bir sonu yoktur. Mülk insan için vardır, hâlbuki çağımızda insan kapitalin, mülkün esiri durumuna gelmiştir. Uygar dünya olarak adlandırılan, aslında hastalıklı bir dünyadır. Çağımızda kahramanlar bile kapitalizmin uşağıdır. Aşağıdaki dizelerde mülkiyete olumsuz bir bakış vardır: “her mülkiyetin bir sayrısı vardır

353 küçük İskender, Sarı Şey, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 11. 354 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 33. 355 Çağatay Olgun, “nekropolgülü”,Underground Poetix, Vol. 12, s. 53. 356 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, Bahariye-Kadıköy 2014, s. 64. 357 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 33.

103

ve bir de uygarlığı kahraman dışkısı ve birkaç da antik kılçık”358 Kapitalizm yeni pazar alanları yaratmakta zorlanmaz. Modern dünyada oluşturulan yapay özel günler aracılığıyla insanlar satın almaya, tüketmeye teşvik edilir. Batuhan Dedde bu durumu, “Üzgünüm anne, eğer kokuna sığınabilseydim, koynunda ölüm senaryoları değil şiirler yazabilseydim, sadece kapitalizm istedi diye sarılmazdım bugün sana!”359 cümleleriyle anlatır. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü vb. kapitalizmin, sevginin maddi olarak ifade edilmesi için, yani tüketim için uydurduğu yapay günlerdir. Kapitalizmin yeryüzündeki sadık temsilcileri patronlar ve onların şirketleri, fabrikaları, insanı sömüren devasa canavarlara benzetilebilir. İnsan, kapitalist sistemdeki araçlardan herhangi biridir. Daha çok çalışan, daha çok üreten, yani patrona daha çok kazandıran tercih edilir. Ölen, sakatlanan, çalışma verimliliği düşük olan, yenisiyle değiştirilir. Patron daha çok kazansın diye, çalışan asgari ücretle çalışır. “babamı bir şirket aldı, annemi nevroz kardeşimi ise ordu tek başıma kaldım, alıp götürdüler beni kapitalizmin kıçına kapadılar asgari ücretli kimsesizlik çarpı çaresizlik hiç de eşit değildi aşk bölü ölümle gece vardiyalarında baş aşağı çarmıha gerildim”360 Çalışma koşullarındaki ve ücret dağılımdaki adaletsizlik, marjinal söylemde de eleştirilir. İnsanların, yaşamlarını sürdürebilmeleri için, adaletsizlikleri, zor koşulları göre göre, çaresizlik içinde çalışmaları gerekir. Kapitalizmin kıçındaki delikleri kapamakta kullanılan bir araç, parça olarak görülen ve asgari ücretle ödüllendirilen işçi, çarmıha gerilmiş İsa’dan farksızdır. Yeraltı edebiyatı her ne kadar kapitalizme karşı eleştirel bir söylem geliştirse de toplumcu gerçekçi söylemdeki gibi çözüm önerileri getirmez. Komünist Manifesto’daki gibi, işçilere birleşmeleri için bir çağrı yapılmaz. Gelecek güzel günler için devrimci bir mücadeleye girişmekten söz edilmez.

358 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 27. 359 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, Bahariye-Kadıköy 2014, s. 119. 360 Jan Ender Can, Saf Acı, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 54.

104

Marjinal söylemde kapitalizme hem sistem olarak hem de onun dünyadaki vahşi uygulamalarına tümden bir karşı çıkış söz konusudur. İsmail Mert Başat, kapitalizm ve şiir arasındaki ilişki(sizliği)yi şöyle açıklar: “Kapitalizm, değdiği her şeyi kâra çevrilebilirlik üzerinden algılar ve kendi mekanizmalarında dolaşıma sokar. Oysa kendisini inkâr etmeyen şiir, kapitalizmin işine yaramaz. Yapısı gereği, metalaştırılmaya karşı direnci en yüksek sanat dalı şiirdir. Kültür endüstrisi, şiirin kendi değeri yüzünden değil, şairi bir biçimde idolleştiği için kullandığı birkaç örnek dışında şiiri yok sayar, görmezden gelir.”361 Bir pazar ağı kuran, pazarlama tekniklerini sürekli çeşitlendiren kapitalist sistemde satılamayacak ve kâra dönüştürülemeyecek bir şey yok gibidir. Kendisini protesto eden, kendisine başkaldıran unsurları bile mala dönüştürüp pazara sunar. Nitekim yeraltı edebiyatında karşılaşılan da bundan farklı değildir. Marjinal söylem, yeraltı edebiyatı kapitalizme karşıdır. Ancak kapitalizm yeraltı edebiyatını popüler kültür nesnesine dönüştürmüş, çok satan mal konumuna getirmiştir. Bu edebiyatın popülerleşmesi, okur sayısının artması, ulaşılabilirliğinin kolaylaşması açısından faydalı olmuş; ancak eserler/edebiyat karşı oldukları sistemin pazarlayıcısı, bir marketi konumuna getirildiği için, kendi ilkeleriyle çelişir hale gelmiş, özünden, çıkış noktasından ödün vermek durumunda kalmıştır. “Edebiyat tarihi bir ilişkiler ağından meydana gelir. Bu ağın kurucu unsuru kapitalizmin mantığıdır. Piyasa, kapitalizmin belkemiğidir.”362 Yazar, eserinin daha çok okuyucuya ulaşmasını ister. Ancak yeraltı şairi/yazarı kapitalizmin araçlarını devre dışı bırakmak, en azından tamamıyla ona hizmet etmemek üzere yola çıkar. Fanzinlerin ortaya çıkışı ve yayılışındaki en büyük etken de budur. Kapitalist bir sistemde piyasaya düşmeden, daha çok okuyucuya ulaşmak da mümkün görünmemektedir. Niceliği artan okuyucuların nitelik sorunu da başka bir soruyu beraberinde getirir. Kapitalist sistemde insan davranışları, kapitalizmin istediği yönde şekillendirilir. “Foucault, biyo-iktidar çerçevesinde, (kapitalist) iktidarı ‘başkalarının eylemleri üzerinde eylemde bulunan bir eylem kipi’ olarak tanımlarken, iktidarın uygulanması ‘davranışları yönlendirmek (conduire la conduite) ve muhtemel sonuçları

361 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 187. 362 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 22.

105 düzene koymaktır.”’ der”363 Kapitalist sisteme ve onun oluşturduğu iktidara, medeniyet anlayışına Batuhan Dedde’nin seslenişi şöyledir: “Hani sen çağdaşsın ya! Ne olur aşağı in Petrol yakıp yarattığın aydınlığından bahset S.k gibi Demokrasinden falan Yahut biz televizyonlardan izleyelim, gazetelerden okuyalım Pankartlar açıp meydanlarda, el altından sırtını sıvazlayalım”364 Şaire göre petrol, birçok hammadde gibi, savaşların nedenlerindendir. Demokrasi, kapitalist iktidarın onaylanması için kişilerin sayıya indirgenmesidir ve televizyon, iktidarın kitleleri uyuşturma aracıdır. “Kapitalist sistemde emeğin nesneleştirilmesi, doğa (nesneler) üzerindeki denetimin, insan üzerindeki denetime taşmasının da başlangıcıdır.”365 Şair, kapitalist yapının insanı çıkarcı, faydacı, kralcı hale getirmesinden şikâyetçidir. Nasıl bir köpek, sahibinin sözünden çıkmaz, onun hoşuna gidebilmek için türlü şaklabanlıklar yapar; kapitalist sistemde de bulunduğu yerden daha üst makamlara, gelir seviyelerine çıkmak isteyen kişi, sistemin bir parçası olmaktan öte, onun koruyucusu, kölesi durumuna gelir. Şiirsel metninde Devrim Altıkulaç bu durumu şöyle betimler: “Nasıl oluyordu, bu kadar uyum sağlıyorlardı. En kuralsız gözükenleri bile kural koruyuculardandı. Asıl anlaşılır olan buydu. O, or.spu çocukları köpekleri besliyordu. Ve ‘o’ köpeklerin asıl tehlikelileri ‘bu’ köpeklerdi. Sistemden beslenenler.”366 Karşı olunan kapitalist sistem içinde yaşamı sürdürmek için gereken, kapitalizmin biricik alım satım aracı olan paradır. Para için çalışılır; para aracılığı ile doyulur, barınacak bir mekân bulunur, giyinilir, temizlenilir. İnsan hayatını kolaylaştıran araçların çoğaldığı, ancak insanın daha çok çalışmak zorunda kaldığı modern çağda, karşı çıkışın bile bir edilgenlik taşıması insanın bir trajedisidir. “süpermarket raflarında biraz amfetamin ve bir ankara bileti için

363 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 32. 364 Batuhan Dedde, Kırmızı Eroin, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2013, s. 7. 365 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 12. 366 Devrim Altıkulaç, İt, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2013, s. 40.

106

paranın p.çi oluyorum”367 Her türlü malın, raflarında yer aldığı süpermarketler, insanların tüketim arzusunu kamçılar. Kapitalist sistemde, paraya karşı olma, paranın insanlık tarihindeki olumsuzluklarının bilincinde olma, ihtiyaçların giderilmesi için “paranın p.çi” olunabileceği gerçeğini değiştirmez. “Cebinde sperm kokulu banknotlar”368 olan kişi, parasız bir kişiden daha saygıdeğerdir, daha toktur. Sinan Praksis’in Atonom fanzinde yer alan, Ginsberg ve küçük İskender’e adadığı “dünya” adlı şiirinde kapitalizmin dünya üzerindeki olumsuzlukları üzerinde durulur: “küresel ısınıyoruz marka marka güneş kremlerini de unutmayasın sürmene yardımcı olmasam da doğru kutuplara gider sörf yaparız -karşılıklı aklımı başımdan alma dünya! ben yer miyim!

bir kampanya düzenleyip oksijeni satışa sunmana az kaldı kestirebiliyorum iyi iş bu seni ödüllendiriyorum gidiş dönüş bir uçak bileti ve istediğin kadar petrol! desem hoşuna giderdi!”369 Ana akım edebiyatın karşısında, kısıtlamalardan, kurallardan uzakta, özgür ve sistem dışı bir edebiyat olarak yeşeren ve gelişen yeraltı edebiyatı, olanaksızlıklar içinde fanzinlerle, kâr getirmeyen özgür metinlerle kendini var ederken, asıl amacını gerçekleştirmeye çalışmış; ancak okur sayısının artması kapitalizm tarafından fark edilip yeraltı edebiyatının popüler bir satış nesnesine dönüşmeye başlamasıyla bu edebiyat da varoluş amacının dışına çıkmıştır. Artık marjinal söylem de filmi çekilen ve popüler olan, çok satan, kapitalizmin satış reyonlarında ulaşılabilen mallara dönüşmüştür. “Direniş araçları tüketim için”370 bir nesneye dönüşmüştür. Çünkü “kapitalizmin toprağında onun güneşi, suyu ve b.kuyla beslenen antikapitalist tohum kapital bir filiz olarak yeşer(mektedir)”371

367 Deniz Cansever, “fanzin kart”, Underground Poetix, Vol.12, s. 57. 368 Gökçe Tuncer, “Gölgesi İnce Kız”, karakalem, Ekim 2008, S.8, s. 56. 369 Sinan Praksis, “dünya”, Atonom, S. 1, s.y. 370 Şenol Erdoğan, “Nakarat ve Papağan”, UP XIV 3,(Underground Poetix XIV), Mayıs 2015, S.3, s. 14. 371 agm, s. 13.

107

2.5.7. İnanç Sistemlerine Karşı Çıkış İnanç, “Bir düşünceye gönülden bağlı olma.”, “Allah’a, bir tanrıya veya bir dine inanma; iman; itikat.”372 demektir. İnanç sistemleri, insanlık tarihi kadar eskiye uzanır. İlk insanlardan bu yana, doğada açıklanamayan olaylarla karşılaşılmış, bunlara sebepler, yaratıcılar aranmıştır. Sorular soran, öğrenme güdüsüyle hareket eden insan, hem cevaplar bulmak hem dünyadaki yerini açıklayabilmek, korkularını gidermek için tutunacak bir dal aramış ve çeşitli inanç sistemleri kurgulamıştır. Mit, bunlardan biridir. “Mit, ilk insanın inandığı, kutsal bildiği değerler sistemi bu sistemin biçimlenmiş ve metne dökülmüş şeklidir.”373 İnsanların, inançlarını, doğayı, olayları açıklamak için kurguladıkları hikâyelerdir. İlkel insanlar için bir çeşit inanç sistemi görevi görmüştür. Mitoslardan sonra, farklı medeniyetler farklı tanrılara inanmış, tek tanrılı dinlerden sonra ise inanç olgusu, belli tek tanrılı dinlerin etrafında şekillenmiştir. Bilimsel olarak kanıtlanamayan, birtakım mucizelere ve kendi inanç kurallarını yansıtan kitaplara ve o inancı açıklamak, yaymakla görevli peygamberlere inanma, o inanılan dinin yükümlülüklerini yerine getirme, ibadet etme şeklinde yaşamda kendine yer bulan dinler, dünyadaki insanların büyük çoğunluğunca kabul görmektedir. Yeraltı edebiyatının karşı çıktığı bir olgu olan inanç sistemlerinin, ilk insanlardan bu yana, insanlık üzerinde büyük bir etkisinin olduğu söylenebilir. Bu dünyadaki varlığını anlamlandırmaya çalışan insan, ölüm karşısında çaresiz kalmaktadır. Bir öbür dünya düşü, bu dünyada yapılan iyi ve kötü şeylerin karşılıksız kalmayacağı inancı, insanların yaşama tutunmasını sağlamaktadır. Voltaire, “Eğer Tanrı olmasaydı, onu icat etmek gerekecekti.”374 sözüyle Tanrının, insanlık için ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir. Dinler hakkında kısa bir araştırma yapıldığında, hemen hepsinin, insanların davranışlarına çekidüzen vermek amacıyla, maddî ve manevî mutluluk vaatleriyle ortaya çıktıkları; kutsal kitapların da olumlu davranışların sergilenmesi yönünde cemaatlerini yönlendirdiği görülür. Ancak daha başlangıçta, peygamberlerin çileli yaşamları, dinlerin yayılma sürecindeki savaşlar, çatışmalar düşündürücüdür. Vüs’at O. Bener’in, Sayıklama adlı hikâyesindeki, “Tanrının verdiği canı Tanrı alır özentisine ne demeli. Ardından cihat çağrısı.”375 cümleleri, dinlerin bu açmazını işaret eder.

372 İhsan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lügâti, Milliyet Yayınları, İstanbul 2011. 373 Bayat, Mitolojiye Giriş, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2013, s. 14. 374 C. D. Skazkine, Emek, Din ve İnsan, (Çev. Arif Berberoğlu), Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2007, s. 248. 375 Vüs’at O Bener, “Sayıklama”, Kapan, Yapı ve Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 28-29.

108

İnanç sistemleri, özellikle dinler, insanın güçsüzlüğünün bir uzantısı mıdır, bazı azınlıkta kişilerin kalabalıkları idare etmek için buldukları bir yöntem midir? Bazı yazarlar dinleri, dini kurumları sorgulamış, onları reddetmiş, hatta onları alaya almıştır. Bu konuda akla ilk gelen isim kuşkusuz Marquis de Sade’tır. Sade, Tanrı’yı, “kimilerinin kaygısından, kimilerininse düzenbazlığından, ama herkesin cehaletinden doğmuş”376 iğrenç bir varlık olarak niteler. Varlığını kabul etmediği Tanrı’ya şöyle seslenir: “Ey sen, dünyada mevcut her şeyi yarattığı söylenen: hakkında en ufak bir fikrim olmayan sen; ancak lafta tanıdığım ve her gün yanılan insanların bana söyledikleri kadar bildiğim sen; tanrı denen acayip ve hayal mahsulü varlık.”377 Tanrıya inanmadığını dile getiren Sade, “Dinler, en güçlünün zorbalığının en zayıfı ele geçirmek istediği frenden başka nedir ki!”378 diyerek genel olarak din kavramına ne kadar uzak olduğunu belirtir. Bir yaratıcının olmasını yadsır. Can veren ve can alan bir varlığın bazı davranışları kendine ayırmasına, bunları insana yasaklamasına karşı çıkar. “Tanrı insanı öldürüyor ve yoksuyorsa, insanın da benzerlerini yoksamasını, öldürmesini hiçbir şey yasaklayamaz.”379 diye haykırır. Sade gibi yazarların Tanrı’ya karşı çıkışlarını, inanan insanların anlaması imkânsızdır. Çünkü “Tanrıtanımaz kişi asla Tanrı’dan kuşku duymaz; çünkü o, Tanrı’nın olmadığı konusunda kararını çoktan vermiştir.”380 İnanan insan ise böyle bir düşünceyi usunun kenarından dahi geçirmez. Onun için mutlak varlık, yaratıcı, Tanrı’dır. Dinde, insanları olumsuz davranışlardan alıkoymak için yapılmaması gerekenler günah olarak nitelenmiştir. Günah işlemeyen insan bu dünyada da, öte dünyadaki sonsuz yaşamda da ödüllendirilecektir. Ancak günahın, “insanlara karşı işlenen bir suçtan çok Tanrı’ya karşı işlenen bir kabahat olarak gör”ülmesi381, dinlerin, insanları ehlileştirme çabasını etkisiz kılmaktadır. Altay Öktem, radikal bir söylemle, inanç sistemlerine karşı tutumunu şu dizelerde dile getirir: “ve ezanlar sussun diye sonuna kadar

376 Marquis de Sade, Tanrıya Karşı Söylev, (Çev. Işık Ergüden), Versus Kitap, İstanbul 2009, s. 42. 377 Age, s. 11. 378 Age, s. 45. 379 Age, s. 56. 380 Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, (Çev. Ayşegül Sönmezay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 31. 381 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 19.

109

açtım system of down’ın sesini”382 Müslüman cemaati ibadet için camiye çağıran “ezan”, camilerdeki hoparlörler aracılığıyla çevreye duyurulur. Bu ezanlardan rahatsız olan şair, bir metal rock grubu olan System of Down’un bir şarkısını yüksek sesle açmıştır. Hard rock bir müziğin sesiyle, en azından şairin kendisi ya da tercüman olmak istediği insanlar, ezan sesini duymayacaktır. “seccadede tanrılar için seviştik! spermlerimi doldurup bir muska kılıfına, boynuna taktım senin. anahtarlıklarımızda şimdi eski ve kirli, ‘seni seviyorum’ çarşafları asılı durur.”383 Bu dizelerde de bir arada kullanılması bile hoş karşılanmayacak “seccade, sperm” sözcükleriyle bir inanca karşı çıkmaktan çok, onu yok etmek için saldırgan bir tavır takınmak söz konusudur. Seccade, namaz kılmak için kullanılır; ancak şair onun üzerinde tanrılar için seviştiklerini ifade etmektedir. Yine dinin bâtıni yönüne de işaret etse de bir muska kılıfına spermlerin doldurulması, kolay kabul edilir ifadeler değildir. Yeraltı edebiyatının beslendiği temel kaynaklardan olan Sade’ın, “Hakikat” adlı şiirinden alıntılanan aşağıdaki dizeler, bu tür şiirlerde, Tanrı ve inanç kavramlarına bakışın anlaşılması açısından önemlidir. “Bana gelince, eminim, sana yönelttiğim dehşet öyle doğru, öyle büyük, öyle güçlü ki, zevkle, beş para etmez Tanrı, sakin sakin, m.stürbasyon yaparım senin tanrısallığın üzerinde, ya da arkadan d.zerim seni, tabii eğer senin dayanıksız varlığın benim düşük uçkuruma sunabilirse bir k.ç.”384 Varlığına inanmadığı Tanrı’yla teklifsiz bir şekilde konuşan Sade, Tanrı’yı kişileştirmekte ve ona cinsel sapkınlık ifadeleriyle seslenmektedir. Tanrı’yı “hayal mahsulü bir varlık”385 olarak niteleyen yazar korkusuz, inançsız, saygısız bir dil kullanmaktadır. Freud’a göre, “Dinsellik, küçük insan yavrusunun biyolojik bakımdan uzun süren kendine yetmezliği ve yardım gereksinirliğinden kaynaklanır.”386 Altay Öktem, “tanrı bir sanrıdır ama aldırma kusulmuş bir yanlışlığız kendi hayatımıza”387

382 Altay Öktem, dört kırıtık opera, Yasakmeyve Yayınları, İstanbul 2013, s. 22. 383 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 193. 384 Marquis de Sade, Tanrıya Karşı Söylev, (Çev. Işık Ergüden), Versus Kitap, İstanbul 2009, s. 149. 385 Age s. 73. 386 Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, (Çev. Kamuran Şipal), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 83.

110 dizelerinde, Tanrı’nın var olmadığını, sadece bir sanrıdan ibaret olduğunu, eğer Tanrı var olsaydı, yaşamda kusulmuş bir yanlışlık gibi durulmaması gerektiğini belirtir. İkinci Yeni şairlerinin çoğu da inanç sistemlerine alaycı bir dille yaklaşırlar. Turgut Uyar, “Arz-ı Hal” şiirinde, “Sana bir şey soracağım Allah’ım!.. Beş vakit kızlar doluyor camilerine, Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli, masum kızlar… Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar; Sen tutulmadın mı, içlerinden birine? Sana bir şey soracağım affet Allahım!”388 dizelerinde “Allah” ve “cami” sözcükleri ile erotik bir çağrışım yaratan “kızlar” bir arada kullanılmış, hem kutsal olana karşı çıkılmış hem de inanç sistemiyle, Allah’la alay edilmiştir. Benzer bir yaklaşımı Cemal Süreya’da da görürüz. Süreya da “Üvercinka” adlı şiirinde, sevgiliye seslenirken, “Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler”389 dizesiyle alaycı bir tutum sergiler. Altay Öktem, aşağıdaki şiirde peygamberi, işinden emekli olan bir kişiye benzetmiştir. Bu tavır kutsal, seçilmiş bir kişiyi sıradanlaştırmıştır. Sıralanan nitelikler Hz. Muhammed’i ve Hz. İsa’yı çağrıştırmakta, yani şair din ayrımı yapmamaktadır: “emekli bir peygamber, ölüleriyle soyunup yatıyor soğumuş yatağa mucizeleri, cariyeleri, develeriyle çölleriyle, çarmıhlarıyla, bun’la”390 Şair, bir başka şiirinde de Tanrı kavramıyla alay etmiş, birden fazla Tanrı’nın olduğu mitolojik dünyayı çağrıştırmıştır. Bu Tanrılar, mitolojik Tanrılar gibi yeryüzüne inseler de yaratıcılık özelliğinden yoksundurlar. Yumurtaya can veren yaratıcı, şeytandır. Yeraltı edebiyatının kötücül yönü düşünüldüğünde, bu benzetme doğaldır: “o tanrılar matematik bilmezdi, dilbilgisi hepten sıfır lakayt birer gözlemciydiler derbi maçlarında olsa olsa kırık birer cam parçasıydılar çocukların top oynarken haybeye yorulduğu sokaklarda o tanrılar elişinden anlamazdı, yumurtaya

387 Altay Öktem, Beni Yanlış Öptüler, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 36. 388 Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008, s. 12. 389 Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Can Yayınları, İstanbul 1994, s. 38. 390 Altay Öktem, Beni Yanlış Öptüler, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 30.

111

can veren de bizim aksi şeytandı aslında”391 Öktem, aşağıdaki dizelerinde de iki hak dinin din adamlarına yer vermiştir: “bir papaz günah çıkartıyor aklı karışık arkadan vurulan rahibeler sevinsinler artık

bir imam kendi camisinin avlusuna işiyor, yok yere tufan korkusu sarıyor bedenini; teşbihi dahil”392 Papazın aklı karışık bir şekilde günah çıkarması, yaptığı işe olan inancını sorguladığını ve rahibelerin, papazlarla ters ilişkilerinin, papazın günah çıkarma eyleminden sonra affedileceği beklentisiyle olduğunu düşündürmektedir. İmamın cami avlusuna işemesi de düşündürücü bir imgedir. Tufan korkusu, eceli gelen köpeğin cami duvarına işemesi ile bir benzerlik kurulduğu izlenimini yaratmaktadır. küçük İskender’in aşağıdaki dizelerinde de dinlerin korkuya dayalı öğretileri, cehennem ile korkutulma durumu, korku filmi izlemeye benzetilmiştir. Şair, dinler karşısında alaycı bir tutum takınmıştır: “I.Dr. God and Mr. Devil ne çok korku filmi seyrettik daracık camilerde, aysberg kiliselerde, rahip incecik bir tereddüt, hamamda tellal bir tanrı hatası: yıka beni! kurtar beni! çöz beni! imam annemi dürttü!..”393 Althusser’e göre, devletin ideolojik aygıtlarından biri de dindir, dini kurumlardır. Devlet, din adamları ve ibadethaneler aracılığıyla, toplumu kontrol altında tutmaya çalışır. Gerek Hristiyanlık, gerek İslamiyet düşünüldüğünde, dinlerin devletlerin karşısında değil, her zaman yanında yer aldıkları görülür. Devlet, iktidarını güçlendirir ve korurken din de devlet aracılığıyla kendine bir koruma sağlar. Karşılıklı bir çıkar ilişkisinden söz edilebilir. Bu yüzden de marjinal şair, bütün inanç sistemlerine karşı çıkar. Dinî söylemlerdeki tutarsızlıkları, yaşamla çelişen yönleri açığa çıkarmaya çalışır. Kutsal kabul edilen/ettirilen ne varsa yıkmak, yok etmek için uğraşır. Aslında bunun için özel bir çaba sarf etmez. Sadece içinden geçenleri, aklına yatmayanları dillendirir.

391 Altay Öktem, dört kırıtık opera, Yasakmeyve Yayınları, İstanbul 2013, s. 60. 392 Altay Öktem, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 47. 393 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 225.

112

2. 6. Yalnızlık Yalnızlık, yalın sözcüğünden türemiştir. Bir varlığın tekliğine, bir başınalığına işaret eder. Sözlükte “Yalnız olma durumu, yalnız kalma, kimsesizlik.”; “Günlük yaşantısını paylaşacak eşi, dostu, kimsesi olmamak.”; “Kimse bulunmama, tenhalık, ıssızlık.”; “Ruhsal yönden kendisini yalnız hisseden kimsenin durumu, yalnızlık duygusu.”; “Eşi ve ortağı bulunmama.”394 anlamlarıyla karşılanmaktadır. Görüldüğü üzere “yalnızlık, başkasıyla olan ilişkiyle tanımlanır.”395 Yalnızlık, kendi türüyle bir ilişki kuramama, tek başına kalma durumudur. İnsan, yaşamını sürdürürken maddî ve manevî sebeplerle birçok insanla iletişime geçer. Ancak, maddî gereksinimlerinin ötesinde, insan özellikle duygusal olarak başkalarının varlığına muhtaçtır. Tanrı, dinî kaynaklarda ilk insan olarak kabul edilen Âdem’e, onu yalnız bırakmamak için, eş olarak Havva’yı yaratmıştır. Yalnızlığın, tekliği kastedilerek, Allah’a mahsus olduğu, yani insanın bu dünyada yalnız yaşayamayacağı söylenir. Yalnızlık, bazen insanın kendi tercihi olabileceği gibi farklı sebeplerin sonucu da olabilir. Bir suçlunun veya bir hastanın toplumdan tecrit edilmesi sonucu oluşan yalnızlık ile kişinin psikolojik nedenlere dayanan yalnızlığı aynı şekilde değerlendirilmez. İnsan bazen yalnızlığa doğru, yol almak zorunda kalabilir. Sabahattin Kudret Aksal’ın, “bir yalnızlıktan gidilir kalabalığa” dizesini, “bir kalabalıktan gidilir yalnızlığa” şeklinde de okumak mümkündür. Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı adlı eserinde, yalnızlığın çeşitlerini şöyle sıralamıştır: “kader olarak yalnızlık, mistik deneyim olarak yalnızlık, yıpranmış bir aşkınlık olarak yalnızlık, kaygı ve umutsuzluk, hüzün ve dayanılmaz özlem yolunun sonu olarak yalnızlık, yüzümüzde kat kat bulunan bin bir maskenin ardında saklanan deneyim olarak yalnızlık ve bizi sessizlik içinde, gereksiz konuşmalardan, eskimiş ve anlamsızlığa batmış işlerden kurtaran yol arkadaşı olarak yalnızlık.”396 Yalnızlık kişinin kaderinde olabileceği gibi, kişi, ilahî boyutta mistik bir haz yaşamak için, Tanrı’yla bütünleşme çabası olarak da kendisini dış dünyadan soyutlayabilir. Bazen de kişi birtakım psikolojik endişeler sonucu kendisini yalnız hissedebilir, yalnızlığa sevk edebilir. Romantik bir bakışla, yalnızlıktan haz alıp/almayı düşleyip, ona methiyeler düzmek de söz konusu olabilir.

394 Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük 5, Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007. 395 Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı, (Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 23. 396 Age, s. 108-109.

113

Edebiyatın, özellikle şiirin vazgeçilmez temalarından olan yalnızlık, insanın varoluşundan günümüze kadar, insan zihnini meşgul etmiş ve bu tema üzerine sayısız eser oluşturulmuştur. Yalnızlıktan bazen övgüyle, bazen de kurtulunması gereken bir hastalık olarak söz edilmiştir. Şairin yaratıcılığının, ilham perilerinin geldiği vakit, yalnızlık anlarıdır. Kimsesizliğin, sessizliğin sesiyle baş başa kalan şair, kendisiyle yüzleşir. “Yalnızlık, daima yanan bir fener misali, karmaşık ve sorunsal duyguların derin ve köklü anlamlarını görür gibi olmamızı ve daha iyi kavramamızı sağlar.”397 Ayrıca “Yalnızlık, hayatımızın hiç değilse bazı saatlerinde yaşamadan edemeyeceğimiz ve başkalarının görmesini engelleyen pek çok maskenin yüzümüze inmesiyle karanlıkta kalan içsel bir deneyimdir.”398 Kişi bazen yalnız kalma ihtiyacı duyabilir. Yalnızlıkta, dış uyaranlardan uzak kalan kişi, olayları daha doğru değerlendirebilir. İnsanın iç hesaplaşma yapabilmesi için de yalnız kalması gerekebilir. Her insan, bir diğerinden duygu, düşünüş, görünüş olarak farklıdır. “Her birimizin acıyı ve ona eşlik eden yalnızlığı yaşama ve onlara maruz kalma şekli kendine hastır (biriciktir).”399 Bazı şairler yalnızlığa romantik anlamlar yüklerken, bazıları onu karamsar bir bakışla ele alır. Çünkü romantik olamayacak kadar korkunç bir yalnızlık içindedirler. Marjinal söylemde yalnızlık hiç de istenecek bir durum değildir. Bu duruma olsa olsa alışılır veya karşı çıkılır. Çünkü burada yalnızlık, bir itilmenin, ötekileştirilmenin sonucudur. “Toplumdan koparılıp atılma, toplumsal dışlanma, aşırı yoksulluk nedeniyle toplum dışına itilme ya da dost konumundaki insanların yitimi gibi gitgide artan, büyük bir hızla artan olguları ve beraberinde getirdikleri acılı psikotik hayat biçimlerini, psişik ve sosyal rahatsızlıkları”400, yalnızlığın oluşumunda göz ardı etmek düşünülemez. küçük İskender, yaşadığı yalnızlığın şiddetini, “büyük harflerle yazılmış bir yalnızlık”401 ve “küçük bir yalnızlık bu, yamyam bir yalnızlık”402 diye betimler ve “yalnızlığımdan başka yok akrabam”403 dizesiyle yalnızlığa sığınmaktan kaçamaz. Rilke, Genç Şaire Mektuplar’da yalnızlığı, kişinin kendi içine dönebilmesi, kendini dinleyebilmesi için bir fırsat olarak niteler. Ancak o, sıradan yalnızlıkları kastetmez. Ona göre, “Büyük olmayan yalnızlık, yalnızlık mıdır? Ancak bir yalnızlık

397 Age, s. 214. 398 Age, s. 30. 399 Age, s. 51. 400 Age, s. 216. 401 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 47. 402 Age, s. 197. 403 küçük İskender, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 179.

114 vardır, o da büyüktür ve katlanılması güçtür.”404 Katlanılması zor olan bu yalnızlığa katlanabilen, ondan vazgeçmeyen şair, sonunda ödülünü şiir olarak alacaktır. Aslında şairlerin yalnızlığı seçme, ondan vazgeçme, kaçma gibi bir olanakları da söz konusu değildir. Rilke, “Bizler yalnızız.”405 diye haykırır. Bir başka şair Paul Celan’e göre de “Şairler: Yalnızlığın son koruyucuları”dır.406 Şiir, yalnızlıkta boy verir. İlham perileri yalnızlık anlarında ortaya çıkar. küçük İskender, yalnızlığı, cinsel uzvun konumundan yararlanarak, tek ve terkedilemeyen bir çaresizlik olarak yorumlamıştır: “ve çivisi çıkmış kavgada iki t.şşak arasına sıkışmış y.rrak kadar yalnızsan”407 Dünyanın olduğu kadar kavgaların da çivisi çıkmıştır. Şair, yaşama inancını kaybetmiştir. Cinsel nesnelerle yalnızlık arasında bir bağ kurulmuş, iki cinsel uzvun adında, ünsüzlerin tekrar edilmesi suretiyle, dikkat bu iki sözcüğe çekilmiş ve yalnızlığın şiddeti vurgulanmak istenmiştir. Yine aynı şair “utandığım kadar yalnızım, yalnız kaldığım kadar da günahkâr”408 dizesinde de yalnızlık ve günahkârlık arasında bir ilişki kurmuştur. “Yalnızlığımdan başka yok akrabam”409 dizesinde şair, anlamsal bir zıtlıktan yararlanma yoluna gitmiştir. Aynı zamanda içinde bir özlem de barındıran dize, yalnızlığın feryadı gibidir. Batuhan Dedde de yalnızlık durumunu, erotik ve küfürbaz bir dille şöyle ifade eder: “Esrar kokusu sızıyor odaya fondaki adamın sesindeki çatlaklardan, Gecenin keskin ve parlak yüzeyinde seni düşünüyorum or.spuları istemiyorum Allah’ım! Ama öyle yalnızım ki, tuttum az önce elimi s.ktim Aşka s.kim kalkmadığı için”410 Yalnızlığın getirdiği ruh hâli içinde, marjinal söylemde alışık olunmadık bir şekilde, şair Allah’a yakarmaktadır. Kafası dumanlı bir şekilde, gecenin de yalnızlığı ortaya çıkarıcı sessizliğiyle, yalnızlığını avutabileceği tek yöntemi de istememektedir. Çünkü bunun, duygusal bir bağdan yoksun olmasından belki de bahsettiği eylemden pek de bir

404 Rainer Maria Rilke, Genç Şaire Mektuplar, (Çev. Nüzhet Arıcı), Era Yayıncılık, İstanbul 1995, s.2 8. 405 Age, s. 42. 406 Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı, (Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 122. 407 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 51. 408 küçük İskender, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 90. 409 Age, s. 179. 410 Batuhan Dedde, Kırmızı Eroin, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2013, s. 28.

115 farkının olmadığını düşünmektedir. Şiirde, bir sevgilinin, cinselliğin yaşanabileceği bir karşı cinsin olmaması çaresizliği söz konusudur. Yalnızlık, “kişinin içinde yaşadığı dünyanın kendisine yabancılaşmış oluğunu bilmesi”dir.411 Yalnız kişi, toplumdan yalıtılmış, toplumun dışında kalmış, toplumun değerlerini benimseyememiştir. Türünün içinde bir yabancıdır. Yalnızlık, Nurhak Kaya’nın şiirinde şöyle betimlenmiştir: “yalnızlığın tırmanıp yere çakıldığım bir duvar üre yerine kanla doldurduğum pisuvar iki yüzüyle tek sırıtıyor kentin sokaklarında ölü.

suratın parçalanacaksa dikiş tutmak savaştır ağlıyor yattığı yerden falçata yorgunluğum herkes hareket halinde bir ben durgunum.”412 Octavio Paz, yalnız olduğunu bilen ve başkasını arayan tek varlığın, insan olduğunu söyler. İnsanın doğasında kendisini bir başkasında gerçekleştirmek vardır. İnsan bir eşe, dosta, arkadaşa sahip olmak ister.413 Dünyaya tek başına gelen insan, varlığını ve gelişimini sürdürebilmek için benzerlerine ihtiyaç duyar. Paz’a göre, “Olgun insan, üretici ve yaratıcı çağları boyunca da yalnızlıktan kurtulamıyorsa hasta sayılır. Çağımızda bu türden yalnızların çoğalması, sorunlarımızın ağırlığını yansıtır.”414 İnsan, sosyal bir varlık olarak tarif edilir. Dolayısıyla, başkalarıyla iletişim kuramayan, duygu ve düşüncelerini paylaşamayan insan, psikolojik olarak sağlıklı kabul edilmez. Marjinal söylemde karşımıza çıkan yalnızlığın bir çeşidi de bir rahatsızlık olmaktan öte, bilinçli bir seçimdir. Çünkü bir reddetme, genel algıya karşı çıkma söz konusudur. Burada romantik bir yalnızlık özlemi de yoktur. Yalnız kalma, farkındalığın oluşturduğu bir yalnızlık vardır. Batuhan Dedde, yalnızlığının tekdüzelikten uzak olduğunu belirtir: “Spontane bir yalnızlık değildi benimki Jose, Gece bütün duvarlar üzerime yüklendiğinde Yağmalanmış düşlerin ceset dolu siperlerinde yakalıyorum

411 Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, (Türkçesi: Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul 1990, s. 215 412 Nurhak Kaya, “İki Yüzlüdür Duvarlar”, Underground Poetix, Altıkırkbeş Yayın,1998 #7, s. 214. 413 Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, (Türkçesi: Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul 1990, s. 215. 414 Age, s. 225.

116

Örgütlenmiş esmerliğin kanlı ayak izlerini.”415 Gecenin ıssızlığında, yalnız olan kişi, bütün duvarların üzerine geldiği sanrısına kapılır. Yalnızlık, insanı umutsuzluğun, karamsarlığın yağmaladığı zamanlardır. Paz, “yalnızlık duygusu(nun) –dışarda bırakıldığımız ya da ayrılmak zorunda kaldığımız yere geri dönmek için duyduğumuz derin duygu- bir yer-yurt özlemi”416, olduğunu söyler. İnsan cennetten kovulmuştur, dini inanışlara göre insanın bu dünyadaki sınavı, cenneti tekrar hak etmek içindir. Yine, insanın ilk cenneti, anne karnıdır. Bütün yaşamı, tekrar o cenneti aramakla geçer. İnsanın dünyaya gelişi de dünyadan gidişi de tek başınadır. Yalnızlık bu anlamda, insanın kaçınılmaz gerçeğidir. Çağdaş dünyada yalnızlık bambaşka bir şekle bürünmüştür. İnsan, kalabalıklar, olanaklar içinde yalnızdır. Uzaklık kavramı teknolojiyle ortadan kalkmış, farklı dünyaların insanlarıyla iletişim olanağı doğmuştur. Teknoloji çağıyla birlikte insanlar, ihtiyaçlarını, somut iletişime geçmeden, internet, telefon vb. aracılığıyla temin etmeye başlamıştır. Bu da beraberinde bir antisosyalliği, yalnızlığı getirmektedir. “Çağdaş dünyanın yalnızlığı, dünyanın çıkmazını yansıtan aynadır.”417 Altay Öktem, aşağıdaki dizelerinde yalnızlığı bir cinayete benzetir: “kendime kuytu bir ölüm arıyorum yalnızca kendime düşlerime sokak kedilerinin gözleri giriyor, korkuyorum boynunu kendi bileğine dolayıp asılan bir adam kanını sulandırılmamış alkole banan sokak satıcıları epey bilir bunu yalnızlık cinayettir

yalnızlık cinayettir bütün notalarda, bütün dillerde bütün hecelerde, “a” sesinde, re minörde, mors alfabesinde yalnızlık cinayettir kendi tükürüğüyle ıslanan bedenlerde eski bir kokudur, yalnızca budur.”418 Şair, ölmek için bile, bir köpek gibi, kuytu bir köşe arayan, ölümünü bile paylaşacağı birinin olmamasının çaresizliğini yaşayan yalnız kişinin intiharına cinayet süsü vermeye çalışmaktadır. Çünkü cinayet iki kişilik bir eylemdir, her ne kadar bu çoğulluk kısa sürse de. Yalnızlık bütün dillerde, aynı anlama gelen bir sözcüktür. Marjinal söylemde ve yeraltı şiirinde, şairin yalnızlığı bazen bir çeşit yazgıdır. Şair, marjinal duruşuyla toplumun dışında yer alır. Bazen de onun yalnızlığı tercih

415 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, Bahariye-Kadıköy 2014, s. 68. 416 Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, (Türkçesi: Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul 1990, s. 230. 417 Age, s. 226. 418 Altay Öktem, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 57.

117 edilen bir yalnızlıktır. Romantik bir mızmızlanmanın ötesinde, bir başkaldırının, otoriteye itirazın sonucu olan; kenardakilerin, ötekileştirilenlerin, itilmişlerin, dışlanmışların, düşmüşlerin, görmezden gelinenlerin alışılmış yalnızlıklarını dile getirmekten doğan bir yalnızlıktır. Bazen arabesk bir şarkı duyarlığı, bazen bir isyan niteliği taşıyan bu yalnızlık küfürbaz bir dil, yoksul bir cinsellik barındırır.

2.7. Bunalım ve Çöküntü

Edebiyatta, özellikle şiirde bunalım, daha çok ruhbilimsel olarak “uyaranlara karşı duyarlığın, iş yapabilme gücünün, kendine güvenin azalarak karamsarlığın, umutsuzluğun güçlenmesiyle ortaya çıkan ruhsal bozukluk, ruhsal çöküntü, depresyon”419 olarak karşımıza çıkar. Eserlerde şairin/yazarın gerek kendi ruhsal durumu gerek kurmaca kişisinin ruhsal durumuyla karşılaşılabilir. Toplumsal bir varlık olan insan, zaman zaman yılgınlıklar yaşayabilir, umudunu kaybedebilir, bir çöküş, hastalıklı bir dönem yaşayabilir. Nitekim kahramanlar her zaman kazananlar değil, bazen de kaybedenlerdir. Bir vazgeçişi, özellikle hayattan caymayı beraberinde getirebilen bu bunalımla, şair ve yazarların gerçek yaşamlarında da eserlerinde de çokça karşılaşırız. İntihar eden şair/kahraman sayısı epey fazladır.

Sanatçılar ve onların eserleri üzerinde incelemeler yapan Freud, “İnsan ruh yaşamının betimlenmesi yazarın başlıca egemenlik alanıdır, yazar her zaman bilimin, dolayısıyla bilimsel psikolojinin öncülüğünü yapmıştır.”420 diyerek, yazarı bir ruh doktoru mertebesine çıkarmıştır. Sanat ve Sanatçılar Üzerine adlı eserinde Leonardo da Vinci, Michelangelo, Dostoyevski ve eserleri üzerine yaptığı çözümlemeler ilgi çekicidir. Sanatçılar eserlerinde çoğu zaman, kahramanlarının ruh hâlini betimlerken, kendi ruh hallerini de betimlemeden edemezler. Özellikle varoluşçu felsefede insanın dünyaya gelişi ve yaşam serüveni olumsuz bir bakış açısıyla ele alınmıştır. İnsan, istem dışı geldiği bu hayatı, hazır kurallar, yasaklar içinde yaşamaya mahkûm edilmiştir. Rilke, “Bizler en çok uyduğumuz unsurumuzun içinde hayata atılmışızdır; sonra da yüzyıllar boyunca, bu hayata uymakla, ona öylesine benzemişizdir ki, bizi, eğer ses çıkarmazsak, mutlu uyarlığımızla,

419 http://www.tdk.gov.tr/ (20.03.2015) 420 Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, (Çev. Kamuran Şipal), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 283.

118

çevremizde onlardan artık hiç ayırt edemezler.”421 der. İnsan, ne kadar istese de hayatı kendisine uyduramaz. Uymadığı zaman ise uyumsuzun mutsuz yaşamını sürer; zamanla da ayırt edilemeyecek kadar uyumlu hale gelir. Her ne kadar insanın dünyaya gelmesi elinde değilse de doğduktan sonra, kendi bilincine vardıktan sonra; nasıl, ne olacağını seçmesi kendi elindedir. “Döl yatağına düştükleri günden başlayarak bireyler, kendilerine soyut bir koşul sunan bir dünyada doğup büyümezler, bir parçası olduklarından ötürü kendilerini koşullandıran (şartlandıran) ve bizzat kendilerinin de koşullandıracağı somut bir dünyada doğup büyürler.”422 Bireyi önce ailesi, çevresi, sonra içinde bulunduğu toplum, kurumlar nasıl yaşayacağı, ne yapması gerektiği gibi konularda şartlandırır. Bir başına bırakıldığı yaşamda aslında hiç de bir başına değildir. Kendisine ve davranışlarına sürekli karışan birileri vardır. Bu da bireyi umutsuzluğa sürükler. Sartre bu konuda şunları söylemiştir: “Bir başına bırakıldığımız için, varlığımızı biz kendimiz seçeriz. Bırakılmışlık bunaltıyla birlikte yürür. Umutsuzluğa gelince, pek basit bir anlamı vardır bu sözün. O da şudur: Umutsuzluk, ‘irademize bağlı olan şeylere ya da eylemimize yol açan olasılıklara (ihtimallere) güvenmekle yetineceğiz.’ demektir.”423 Bu dünyada insanın macerası, Sisifos’un cezasından farklı değildir. Kayayı tekrar tekrar tepeye çıkaran Sisifos’un boş ve yararsız eylemini, insan da her günkü yaşamında gerçekleştirmektedir. Birçok kişinin yaşamı doğumla ölüm arasında bir boşluğu doldurmaktan öteye gitmez. Ancak belli bir farkındalığa sahip kişiler buna itiraz eder. Dostoyevski, “Tartışma götürmez davacı ve sorumlu, yargıç ve sanık niteliğimle beni böylesine düşüncesiz bir umursamazlıkla acı çekmek üzere dünyaya getiren bu doğayı suçluyorum, kendimle birlikte yok olmaya mahkûm ediyorum.”424 diyerek dünyaya getirilişine bir varoluşçu edasıyla karşı çıkar. Yaşam bir bunaltıdır. Antoine Roquentin’in yaşam karşısında duyduğu bulantı, çoğu kişinin gündelik koşuşturmaca içinde farkına varamadığı, ancak hayatı sorgulayanların, varoluşlarına bir anlam arayanların bulantısıdır. Sartre, “Bunaltının sürekli oluşu, ilk seçiş hâlinin sürmesine bağlıdır. Gerçekten bunaltı, bence, edimlerin tüm doğrulanamayışından gelen ve herkese karşı duyulan bir sorumluluktur.”425 diyerek insanın varoluş sorunsalına, bir de diğer insanlara karşı bir sorumluluk duygusu

421 Rainer Maria Rilke, Genç Şaire Mektuplar, (Çev. Nüzhet Arıcı), Era Yayıncılık, İstanbul 1995, s. 44. 422 Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk, (Çev. Asım Bezirci), Yazko, İstanbul 1983, s. 105. 423 Age, s. 74. 424 Dostoyevski, Bir Yazarın Günlüğü’nden aktaran: Albert Camus, Sisifos Söyleni, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 1998, s. 112. 425 Jean Paul Sartre, Varoluşçuluk, (Çev. Asım Bezirci), Yazko, İstanbul 1983, s. 99.

119 yükler. Umberto Galimberti de “Bize bağlı olmayan koşullar karşısında yapabileceğimiz bir şey yoktur.”426 der. Ancak yaşamda kişinin hem kendisine hem de başkalarına karşı sorumlulukları vardır. Dünyaya neden geldiğine/getirildiğine anlam veremeyen insan, tüm umutsuzluğuna, mutsuzluğuna rağmen yaşamını sürdürür. Saçma bir yaşamak arzusuyla doludur. Giacomo Leopardi, Zibaldone adlı eserinde, “Yaşamayı her halükarda ve tüm uzantısıyla arzulamak, özetle mutsuzluğu arzulamaktan başka bir şey değildir; yaşamayı arzulamak, mutsuz olmayı arzulamak demektir.”427diyerek insanın yaşam karşısındaki tutumuna dikkat çeker. Bütün bunalımının nedeni yaşamı olan insanın, bu yaşamı kolay kolay terk edememesi de ayrı bir trajik, saçma durumdur. Şiirdeki bunalım da hem yaşamaktan hem de yaşamayabilememekten gelir. Marjinal söylem, bir başkaldırı ve sıra dışılık sergilediği için, dışlanma, ötekileştirilme gibi durumlarla karşılaşır. Dolayısıyla dünyaya, sisteme karşı karamsar bir pencereden bakan şairler, bu itilmişlikle birlikte daha da kenara çekilirler. Marjinal söylemde geleceğe umutla bakan, mutlu gelecek düşleriyle süslü dizelerden çok, karanlık bir atmosfer hâkimdir. Fanzinlerin çokça görüldüğü 1990’larda, “dönemin ruhuna uygun olarak bireysel başkaldırıyı öngören, bununla birlikte varoluşçu ya da nihilist bir çizgi izleyen, hatta kendini tamamen pesimizme teslim eden metinler, şiirler yazıl(mış), bu tarz edebiyat fanzinleri hazırlan(mıştır).”428 Emin Kahveci, aşağıdaki dizelerde hayata bungun bir bakışla bakar. Farkına varmak, gerçeği görmek, şaire mutluluk getirmemiştir. Beat kuşağının ünlü şairi Ginsberg, şairin ufkunu açmıştır belki ama aynı zamanda onu, reel hayat karşısında umutsuzluğa da sürüklemiştir: “ananı s.keyim ginsberg senin farkındalıktan başka ne verebildin ki bir türlü uyuşmayan farkındalık huzurdan sonra en az bulunan şeyin uyuşturucu olduğu bu önyargılı topraklarda her yer aynı değil mi nasıl olsa cehaletin iktidarında her yer aynı ve umut içimizde hiç durmadan kafa s.ken”429

426 Umberto Galimberti, I miti del nostro tempo, Feltrinelli, Milano 2009’dan aktaran: Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı, (Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 92. 427 Giacomo Leopardi, Zibaldone’dan aktaran: Age, s. 99. 428 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 20. 429 Emin Kahveci, “bitik poetik”, Underground Poetix, Altıkırkbeş Yayın, 1999 #7, s. 28.

120

Ters giden bir şeyler olduğunu fark etmek, cahil bir toplulukta, kişinin huzursuzluğunu daha da arttırır. İnsanların önyargılı tavırlarına uyuşturucu ile katlanmaya çalışan, ancak ne huzur, ne uyuşturucu bulabilen şairin içinde az da olsa umut vardır. Ancak bu umut ve farkındalık, onu, bunalıma sürüklemektedir. küçük İskender’in yaşadığı ülkeye bakışı da umutsuzdur, öfkeli bir şekilde sorar: “yalnızken kaç adım ha bu ülke, kaç adım, sorarım ümit etmek, ve kaç adım başarmak Söyle!”430 Şairin, İstanbul’a “ulan!” diye seslendiği başka bir şiirinde, umutsuzluk ve başkaldırı iç içedir. Ülkenin genellikle dar gelirli ve eğitimsiz insanlarının dinlediği müzik türü olan arabesk, aynı zamanda bir yaşama biçimini, yaşama bakışı temsil etmektedir. Bunalım, arabesk bir havaya bürünür ve intihar kaçınılmaz bir hâl almaya başlar: “ulan İstanbul! bu bana reva mıdır? ulan bu denli sevmişim, müstehak mıdır? s.ktirip gidiyorum başınızın çaresine bakın arabesk dinleyeceğim işte! rakı içeceğim intihar edeceğim

kıçınıza kına yakın!”431 Şiddet içeren sözcüklerin yoğun bir şekilde kullanıldığı aşağıdaki şiirde de ömrün, birçok olumsuzluk içinde, üzüntülerle, yaralarla, ihanetlerle vb. ucuz bir şekilde geçtiği dile getirilmektedir: “ucuz peynirler, ah kötü şaraplarla ucuz hüzünler, ah kötü hatıralarla geçtigeçtigeçti geç’ti ömrümüz o zaman keserim ben de kötü kollarımı ucuz jiletlerle o zaman inlerim ben de kötü çocuklar

430 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 57. 431 Age, s. 97.

121

ucuz sevişmelerle hep bir b.ka batmış hokkabaz fırlar yaralardan yaralardan lav gelir meni gelir lav meniyle bulanır ihanete dökülür eskimiş sevgililer bulup geceleri dövüşürüm sokak sokak tırnaklarımı söke söke dirilir ihtiras”432 İç karartıcı bir atmosfere sahip olan şiirde, şairin bunalımlı hâli, sözcüklere de sinmiştir. Ömrün geçmesinin hızı, sözcük tekrarıyla anlatılmıştır. Bileklerin ucuz bir jiletle kesilmesi, acıyı ve ölme süresini uzatacaktır. küçük İskender’in toplumda, cinsel kimliğiyle, âdeta “cerahatli bir ç.k” gibi algılandığını ve “âdet yerini bulsun diye” yaşadığını belirttiği dizeleri ise şöyledir: “Gecelerin parıltılı ve simli mavi sümüğünde O, yirmi iki yaşında genç bir şairdir Ana adı Nilsu, baba adı Derman KÜÇÜK’tür. Anlamın alnında sallanan cerahatli ç.ktür. adeta adet yerini bulsun diye yaşayan ve sabaha karşılara kadar yatağında kanlı bir çağlayan gibi ağlayıp akan, eriyen, buharlaşan bulut olup göğe zıpkın gibi saplanan odur!”433 Jan Ender Can, hayallerini gerçekleştirmesine izin vermeyen topluma, yaşama öfkesini aşağıdaki dizelerde kusar: “hayallerimi s.ktiler gözlerimi cehenneme yuvarladılar baktığım her şey yanıyor”434 Kaybetmek, kaybedenler için bir uzva, kişinin istese de terk edemeyeceği bir parçasına dönüşmüştür. Şair, bu durumu şöyle ifade etmiştir: “öyle çok kaybettim ki bi’ uzvum olmuş artık yenilgi”435

432 Age, s. 102. 433 Age, s. 161. 434 Jan Ender Can, Saf Acı, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 43.

122

Umay Umay da bunalımlı bir ânı anlattığı şiirinde, kendisine kimsenin yardım edemeyeceğini belirtmektedir: “ruj lekelerinden dikilmiş bir kombinezon gibi yatıyorum tavanda. Uyuyorken, istemeden yüzünü kırdım diye yazıyorum, buz yatağım ateşim yükseldikçe eridi diye. Öksürüğümden uğursuz zarlar düşüyor yere ve en duyulmamış rakamları gösteriyor. Gizli numaraları, yeşil çamurları. Kimsenin yardım edemeyeceği biyerdeyim. Ne güzel, ne güzel..,”436 Emrah Battal, dolaysız bir anlatımla hayata nefret kustuğunu belirtir. Kusmuk, vücut sindirim sistemi tarafından dışlanan, dışarı atılan maddelerdir: “kolda üç kesik birbirinden biçimsiz nefret kusmaktayım hayata bu gece”437 “Umutsuzuğun ve karanlığın yoğun olarak yaşandığı, yaşatıldığı ürünler”in yer aldığı Potius Mori Quam Feodari (Anlaşmaktansa Batalım) adlı fanzinde yer alan Cem Okur’un “Istırabın da Bir Dili Var Elbet Köpekçe” adlı şiirinde mutlu olamamanın sebepleri sıralanır: “İçerde basık, sarhoş, şizoid kahkahalar Biz gülmedik

Çünkü gülersek intihar ederdi birileri Gülersek anasonun tadı kaçardı Çünkü biz gülersek İçimizde ölü bir kedi yavrusu ağlardı.”438 “Mutluluk köleliktir.” diyen Kolera adlı fanzinde yer alan “dudaklarını yırt gelirken” adlı şiirde şair, kendisini “umutsuzluğun kâbesi” olarak niteler: “ben umutsuzluğun kâbesiyim etrafımda kendini kaybetmiş gibi dönüp durma ben varoluşun kanlı hançeriyim bana saplanıp da kendini kollarımda bırakma”439 Marjinal söylemde, neşeli, geleceğe güvenle/umutla bakan şiirlerle karşılaşmayız. Hayata nefret dolu bir bakış vardır. Dünya bunalımdadır, insanlar

435 Kaan Koç, Biraz Konuşmasak, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s. 33. 436 Umay Umay, Sokaklar Uyudu Artık Öpüşebiliriz, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s. 58. 437 Emrah Battal, “Ay Kırıklar”, yüxexes Karakalem, Temmuz 2008, S. 5, s. 84. 438 Altay Öktem, Şeytan Aletleri, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 173-174 439 Age s. 221.

123 savaşlarda veya açlıktan ölmektedir. Güçlüler, güçsüzleri ezmektedir. Kaybedenler, tutunamayanlar çoğalmaktadır. Her türlü şiddetin görüldüğü, insanın bir canavara dönüştüğü bu yaşamın yaşanmaya değip değmeyeceği sorgulanır olmuştur. Yeraltı edebiyatında ve marjinal söylemde genel olarak, yaşanmaya çalışılan hayata karşı bir nefret vardır. Şiirlerde karanlık, umutsuz bir atmosfer göze çarpmaktadır.

2.8. Ölüm

Ölmek, canlı bir varlığın canlılığının yok olması; hayatını kaybetmesi, yaşamının sona ermesi440 demektir. Tüm canlı varlıklar doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür. Her zaman bu kronolojik sıra takip edilmez; yaşamın kendine göre planları olabilir, beklenmedik ölümler de meydana gelebilir. Bir yaşamın başlaması ne kadar mucizevîyse, onun yok olması da o denli korkutucudur. Ölüm, insanlığın, dolayısıyla sanatın bitmez konularındandır. Ölüm düşüncesi, insanın aklını her zaman meşgul etmiştir. Yaşamdan vazgeçmeye gönlü de aklı da razı olmayan insan, ölümü kendine yakıştıramaz ve öldükten sonra da yaşamın farklı şekilde devam ettiğine kendisini inandırır. Ölüm hakkında birçok düşünür fikir yürütmüştür. Sokrates, ölümün olmadığını; “ölümün insanın geçirdiği bir değişim, insanı bir yerden başka bir yere taşıyan bir geçit olduğunu söyler.”441 O, “otuz zorba seni ölüme mahkûm etti” diyenlere, “Doğa da onları.” cevabını vermiştir.442 Stoacılar için “ölüm hayata ara vermektir” ve “hayat insana ölmek için verilmiştir.”443 Heidegger, “insanın ölüm fenomenine ilk yaklaşımının başkalarının ölümüyle ortaya çıktığını söyler. Başkalarının ölümü dünya içinde artık var olmama anlamına gelir ve böylece ölüm, dünyadan göçme, dünya içinde var olmama hâlinin hakkı olarak telaffuz edilir. Ölüm tecrübesi de yine başkaları aracılığıyla insana geçer.”444 Ölüm, ancak başkalarında görülebilen, bilinebilen bir durumdur. Ölümü tam olarak anlamak, ölmektir. “Heidegger, herkesin kendi ölümünü öleceğini söyler.”445 Dolayısıyla ölüm üzerine söylenen her şey boştur, boşunadır. Çünkü ölüm, ancak ölünerek anlaşılabilecek bir olgudur. Sartre, yaşamanın, “aptallar tarafından anlatılan bir

440 Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük 4, Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007. 441 Müslüm Yücel, Edebiyatta Ölüm ve İntihar, Agora Kitaplığı, İstanbul 2007, s. 15. 442 Age, s. 17. 443 Age, s. 21. 444 Age, s. 32. 445 Age, s. 33.

124 hikâye” olduğunu düşünür ve bazı ölüm yollarından bahseder: intihar etmek ya da bir dava uğruna ölmek, belli bir zamanda ortaya çıkan ölüm, aniden gelen, önceden kestirilemeyen ölüm.446 Doğulu düşünürlerin ölüm hakkındaki düşüncelerine göz atıldığında, ölümün daha çok ilahî boyutta ele alındığı görülür. İbni Sina’ya göre ölüm, “insanın hadd-i tam’ının geriye kalan kısmıdır. İnsan ‘hayy’ (diri), ‘nâtık’ /düşünen), ‘mait’ (ölen) bir varlıktır.”447 Gazâli, “Uyanık olduğumuz zamanki hayatımızın rüyadan ibaret olduğunu, uyanmanınsa ölünce gerçekleştiğini dile getirir.”448 Tasavvufta ölüm, gerçek sevgiliye kavuşmadır. “Mevlana için Tanrı’ya ulaşmanın yolu ölümden geçer. Ölüm müminin düğünüdür.”449 Ölümlülüğünün bilincine varan insan, dinler aracılığıyla bu hastalığına çare arar. Bu dünya bir sınav yeridir; dinin gereklerini yerine getirenler öbür (asıl, gerçek) dünyada cennete, kötüler ise cehenneme gidecektir. Ödüllendirme ve cezalandırma yoluyla öbür dünyadaki yaşamın hak edilmeye çalışılması söz konusudur. Öbür dünya inancı, insanın “öldükten sonra ne olacağım” sorusuna, dinler yoluyla aldığı cevaptır. İnsanın doğumu, aynı zamanda ölümüne doğru attığı bir adımdır. Doğmak, ölmektir. Doğan ve bir cana sahip olan hiçbir varlık yoktur ki, ölmesin. İslamiyet’e göre, “Her canlı ölümü tadacaktır.”450 İnsanın eceliyle ölmesinin yanında bir de ölümün insan tarafından tercih edilmesi söz konusudur. İnsan, psikolojik sebeplerle ya da bir başkaldırı olarak, yaşamını sonlandırabilir. İnsana canı veren nasıl yaratıcı ise, alan da yaratıcı olmalıdır, düşüncesiyle dinlerde intihara olumlu yaklaşılmaz. İntihar, birçok yazarın, düşünürün üzerinde düşündüğü bir eylemdir. İnsan, dönüşü olmadığını bile bile niçin yaşamını sonlandırır? Albert Camus’ya göre, “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: İntihar. Yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusuna yanıt vermektir.”451 Yaşam, yaşamaya değer mi? Bütün yaşamlar, yaşanmakta zorluk çekilenler bile, yaşanmalı mıdır? Tery Eagleton’a göre, “İntihar insanın kendi varlığı

446 Age, s. 35-36. 447 Age, s. 73. 448 Age, s. 77. 449 Age, s. 79. 450 Kur’an-ı Kerim Meali, (Haz. Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin), Al-i İmran Sûresi, 185. âyet, Diyânet İşleri Başkanlığı, Ankara 2006, s. 73 451 Albert Camus, Sisifos Söyleni, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 1998, s. 15.

125

üzerinde yarı tanrısal bir inisiyatif uygulamasıdır.”452 Ayrıca “Ölüm güdüsünün etkisine kapılanlar, hiçbir şeyin aslında önemli olmadığı düşüncesinden kaynaklanan o büyüleyici özgürlük hissini yaşarlar.”453 Doğumunu seçemeyen insan, ölümünü seçme özgürlüğünü tatmak isteyebilir. “Her nevi umudun reddinden dolayı mı, yoksa hayatı kesintiye uğratarak, ona yeniden anlam verecek şeylerin arayışıyla mı intihar edilir? Bir hastalığın –psişik ya da kronik bedensel bir hastalığın- baskılayıcı koşullarında mı intihar edilir? Yaşama külfetinin ve iflah olmaz acıların yutucu ateşinden umutsuzca kurulan kaçma planından dolayı mı intihar edilir?”454 İnsanı intihara sürükleyen birçok neden olabilir. Bilinçli bir tercih olduğu düşünülen intiharlarda bile bir kendini kaybediş olasılığı vardır. “Ölüm, eğer başarıyla gerçekleştirmek istiyorsanız, yaşarken provasını yapmanız gereken bir kendinden vazgeçiştir.”455 İnsanın başkasında gerçekleştiremediği öldürme isteğini, tutkusunu, kendi üzerinde tatmine çalışması da söz konusu olabilir. Freud, “bir başkasını öldürmek istemeyen ya da en azından ölmüş olmasını dilemeyen hiç kimse kendini öldüremez.”456 diyerek insanın başkasını öldürmesi ve kendini öldürmesi arasında bir ilişki kurar. Durkheim, intiharın toplumsal sebeplerden kaynaklandığını belirtir ve “intihar eden kişilerin toplumun kurbanları olduklarını söyler.”457 İnsanın ilişki kurduğu/kuramadığı toplum da onu intihara sevk edebilir. Dinler, insanın kendini öldürmesini yasakladığı gibi, başkalarını da öldürmeyi yasaklar. Tevrat’ta, “Öldürmeyeceksin.” emri vardır. İncil’de de buyruklardan biri “Adam öldürmeyeceksin”dir.458 Maide sûresinde, “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür.”459 denilmektedir. İslamiyet’te, canı veren de alan da Allah’tır. O yüzden, öldürmek, kişinin kendisini yaratıcının yerine koyması demektir. Bu da büyük günahtır. Ancak çelişkili durumlarla da karşılaşılır. Dinler, öldürmeyi ne kadar yasaklar görünseler de mevzu kendilerinin yayılması olunca, haçlı seferi ya da cihat, öldürmeyi yüceltir.

452 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 59. 453 Age, s. 98. 454 Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı, (Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 183. 455 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 27. 456 Müslüm Yücel, Edebiyatta Ölüm ve İntihar, Agora Kitaplığı, İstanbul 2007, s. 38. 457 Age, s. 38. 458 İncil, Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2009, s. 41 (Matta, 19:19-20), s. 89 (Markos, 10:19), s. 155 (Luka, 18:20), s. 302 (Romalılar, 13:9), s. 442 (Yakup, 2:11) 459 Kur’an-ı Kerim Meali, (Haz. Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin), Maide Suresi, 32. âyet, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2006, s. 112.

126

Bataille’e göre, “Hiç kimse hayatı yok edemez. Ölüm, hayatın yenilenmesinin koşuludur.”460 Ölüm olmasa hayat da olmaz. Doğum ve ölüm, hayatın doğal dengesidir. Bazı canlı türleri zamanla yok olsalar da genellikle her canlı için ölüm ve doğum, iki zıt gerçekliktir. Doğma yeteneğine sahip olan canlı, ölebilme yeteneğine de sahiptir. Ancak, yukarıda da değinildiği üzere, “herkes, kendi ölümünü ölür.”461 Ölüm, tecrübe edilecek bir durum değildir, o ancak başkasında görülebilir. Onun kendinde tecrübe edilmesinin dışarıya aktarılması mümkün değildir. Türk edebiyatında Beşir Fuad, ölümünü kaleme almayı denemiştir, ancak o da sadece ölüme giden yoldaki duygu ve tecrübelerini tasvir etmekten öteye gidememiş, ölüme doğru yaklaştığında, duyduklarını ifade edebilme yetisini kaybetmiştir. Yazın ve düşün tarihinde, intihar eden daha birçok şair ve yazar vardır. Ölüm, yaşam açısından bakıldığında saçma bir durumdur. Yaşam dolu bir beden nasıl olur da aniden durur? O gülüşler, sözler nereye gider? Eceliyle ölmek ne demektir? Kim karar verir, yaşama süresinin dolduğuna ve bu süre kime göre, hangi ölçüyle ayarlanır? Doğumuna karar veremeyen insan, ölümüne de karar veremeyecek kadar aciz midir? Sorular uzar gider. İnsan, dilediği kadar ölüme saçmalığını anlatmaya çalışsın, ölümün soğuk gerçekliği her zaman yaşamın yanındadır. İnsana can veren Tanrı, savaşlarda onlarca masum insanın ölmesine engel ol(a)maz. “Bir tek insanı ölümden kurtarmaya, Tanrının gücü yetmemektedir. Bu, Tanrının tekliği ve biricikliğidir.”462 Ölüm söz konusu olunca, Tanrı düşüncesi de fazla uzakta değildir. İnsan, her şeye gücü yeten yaratıcıdan yardım diler. Çünkü ölüm, bilinmeyene gidiştir, bu yüzden de yüreklere korkuların en büyüğünü salar. Ölüm, dinlerin varlığının ve sürekliliğinin en önemli aracıdır. Ölümün kolay gerçekleştiği düşünülür. Örneğin insan uykuda ölür. Sıkı sıkı tutunulan yaşamın bu kadar kolay kaybedilmesi akıl erecek bir durum değildir. Canetti, “Çok kolay ölünüyor. Aslında çok daha güç ölmeliydi insan.”463 diye yakınır. Bazen de can çekişme durumu vardır. Böyle anlarda ölüm, vakitsizliğinden mi yersizliğinden mi, kolay olmaz. Ölmekte zorlanan kişi, gözü arkada gitmiştir. İnsan, ne kadar yaşarsa yaşasın ölmek istemez. Hayat tatlıdır. Eline bir diken batınca feryatlar koparan insan, ölümü tahayyül bile edemez. Ölüm üzerine söylenenler,

460 Eugenio Borgna, Ruhun Yalnızlığı, (Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 28. 461 Age, s. 168. 462 Elias Canetti, Ölüm Üzerine, (Çev. Gürsel Aytaç), Payel Yayınları, İstanbul 2007, s. 19. 463 Age, s. 19.

127 yazılanlar, insanlık tarihi kadar eskidir. Aklı başında(!) müntehirlerden başka, kim ölmek ister ki! Cemal Süreya, “Üstü Kalsın” adlı şiirinde, ölüm karşısında, Tanrı’ya kafa tutar. Ona göre “Her ölüm, erken ölümdür.”464 Şair, yaşayamadığı, elinden alındığını düşündüğü yaşamları, bir garsona bahşiş verircesine, pervasızca Tanrı’ya bırakır. Bu tavır, Tanrı’yı yok sayma kadar, bir çaresizliğin son çırpınışını, son karşı çıkışı da içinde barındırır. Altay Öktem, kendisine yöneltilen “‘Hayatın en çok ölüm kısmını sevdim / Çünkü var olmaktı o kendi başına’ dizelerinin sahibisiniz. Ölüm korkusuyla baş etmek için mi ölüme karşı böyle bir üslûp geliştirdiniz?” sorusuna, “Şiirlerimde ölüm çok özel bir yer kapsıyor. Ölümü bir son olarak değil, yaşamsallığımızın bir parçası olarak görüyorum. Ölüm yabancılaştırmadan kullandığım bir konu. Ölüm bir yalnızlıktır. İstediğiniz kadar kalabalık bir topluluk içinde yer alın bazen kendi başınıza ve yalnızsınızdır. Ölüm de kendi başınıza kalmanın bir yöntemi gibi geliyor bana.”465 diye cevap verir. Şairin sözü edilen şiirinin bir bölümü şöyledir: “ben daha önce iki ölüm yaşadım biri kendini bırakıp gitmekti uzaklara diğeri kendini de taşımaktı yanında o zaman öğrendim bildiğim ne varsa çılgınca yaşarken kendi odamda

hayatın en çok ölüm kısmını sevdim çünkü varolmaktı o kendi başına”466 Kişinin, kendi başına var oluşunun ancak ölümle gerçekleşebileceğine dikkat çeken şair, hayatın en çok son kısmını, ölümü sevdiğini söyler. İnsanın hayatı bırakıp gitmesi veya hayatını da alıp gitmesi, ölümle gerçekleştirilebilecek bir eylemdir. küçük İskender’in aşağıdaki şiirinde ölüm, bir hüzün kıyafeti şeklinde, çocukların erken ve haksız katledilişi olarak yer alır: “bu maskeli baloda hüzün kıyafetindeydi intihar ve ölüm kokuyordu çocukların pembe ağızları o mayi aktı göğsümden kasıklarıma doğru o maiydi gözlerimden avuçlarıma damlayan kızıl hırçın yeşil atlar yumurtladı bakışları batı’nın ve

464 Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Can Yayınları, İstanbul 1994, s. 325. 465 Fatih Çelikaslan, “Edebiyat’ın Kara Kalemi Altay Öktem http://www.onedergi.com/2009/12/edebiyatin-kara-kalemi-altay-oktem-2/ (15.04.2015) 466Altay Öktem, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 70.

128

bağırmak ağladım, çıldırmak ağladım, ben ağladım!”467 Aşağıdaki şiirde de şairin mitolojik ve dini kavramlarla bir ses oyununa dönüştürdüğü ölüm karşısında, yaşamdan utanması söz konusudur: “ölüm, kopya sırçası, biyoloji sözlüsünde lut’a dökülen lehte, ete dökülen haz biraz ben terbiyesizken sevdiydim seni ömrüm bunu ahlâk anlamaz! (…) o masalarda, öldürülmüş kedi yavrusu yıllarca o aralarda bıçaklatmıştım kendimi katilim yakışıklı bir camii avlusu!

hayat bana bir tek ölümü ispatladı””468 Ölüm, biyolojik bir durumdur. Lût kavminin eşcinsel eylemlerinden ötürü helak edilmesinin anıştırıldığı şiirde, ahlâk ve terbiyesizlik sözcükleri, hayatın ölüm karşısındaki anlaşılmaz zıtlığını işaret eder. Öldürülme, bıçak, kâtil sözcükleriyle devam eden şiirde, şair hayatın kendine sadece ölümü ispatladığını belirterek, hayatı yok saymaktadır. Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı’nda “Ölüm ve doğum, insanın kendi başına yaşadığı deneyimlerdir. Yalnız başımıza doğar, yalnız başımıza ölürüz.”469 der. Yaşam da ölüm de kişinin kendi deneyimidir. Ancak ölüm tecrübesi bir kereliktir ve anlatılamaz. Şair, “hayat bana bir tek ölümü ispatladı”470 derken, tasavvufî anlamın dışında, yaşamın tek gerçeğinin ölüm olduğunu belirtir. Yeraltı edebiyatında ve marjinal söylemde ölüm, hayatın bir gerçeği olarak ele alınır. Dinî çağrışımlara yer verilse de öte dünya inancı, ölümden sonra yaşam gibi dinî, metafizik anlamların uzağında; ölüm, hayatın doğal döngüsünün bir sonucu olarak görülür. Ancak erken, haksız ölümler ve savaşlar, cinayetler karşısında öfkeli bir başkaldırma da söz konusudur. Ölümün Tanrı’ya bırakılamayacak kadar güzel oluşu, şairin intihara meyletmesine neden olur. İntihar, bir kaçıştan çok, bir karşı çıkış, verili yaşamı reddediş olarak tercih edilir. Haksız ölümlere; idamlara, savaşlara karşı çıkılır. Bazen ölüm, geleneksel inançları sarsan bir gerçeklikle ve ölümün kutsallığını

467 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 73. 468 Age, s. 216. 469 Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, (Türkçesi: Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul, s. 150. 470 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 151-152.

129 parçalayan anlatımla bir ölüm pornosuna dönüştürülür. Geleneksel anlatılarda bir kutsallığı olan ölüm, yeraltı edebiyatında ve marjinal söylemde bu kutsallığını kaybeder.

2.9. Şiddet

Şiddet; “cinayet, işkence, darbe (vuruş) ve etkili eylem, savaş, baskı, suçluluk, terörizm”471 gibi anlamları olan bir sözcüktür. Türkçeye Arapçadan geçen “şiddet” sözcüğü, TDK Türkçe sözlükte “Bir hareketin bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik; Hız; Aşırılık; Karşıt görüşte olanlara, inandırma veya uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma”472 anlamlarıyla karşılanmıştır. “Şiddet, Latince violentia'dan gelmektedir. Violentia, şiddet, sert ya da acımasız kişilik, güç demektir.”473 Sözcük, günlük kullanımda “güç” kullanarak aşırıya kaçma, zorlama, yaralama anlamlarını çağrıştırır. “Şiddet her şeyden önce vurma ve kötü davranma eylemidir. Bu yüzden her zaman iz bırakır.”474 Gücün, her zaman bedensel olarak kullanılması gerekmez, psikolojik olarak da şiddet uygulamak mümkündür. Şiddet, hukukî bir tanımlamayı da zorunlu kılar. Çünkü şiddette, kişinin bir insana, canlıya karşı gerçekleştirdiği bir vurma, yaralama, öldürme, baskılama vb. söz konusudur. Yves Michaud, Şiddet adlı eserinde, şunları söyler:

“Şiddet eylemi her şeyden önce bedensel bir saldırıdır fakat normlara bağlıdır ve görecelidir (özellikle bu bağlamda, insanın kişisel bütünlük normlarına... ). Norm değişince, eylem, şiddet eylemi niteliğini yitirebilir. Spor alanında, cerrahi alanda ve kanunları koruma görevi sırasında başvurulan yasal şiddet eylemleri gibi... Öte yandan suç kavramının gelişmesi ile şiddet eylemlerine karşı duyarlılık da artmaktadır.”475 Şiddet, maddî veya manevî zarar vermedir. Şiddet, doğrudan olabileceği gibi, dolaylı da olabilir. "Bir karşılıklı ilişkiler ortamında taraflardan biri veya birkaçı doğrudan veya dolaylı, toplu veya dağınık olarak, diğerlerinin bir veya birkaçının bedensel bütünlüğüne veya törel (ahlakî/moral/manevî) bütünlüğüne veya mallarına veya simgesel ve sembolik ve kültürel değerlerine, oranı ne olursa olsun zarar verecek şekilde davranırsa, orada şiddet vardır."476 Şiddette, bir kişinin başka kişi veya kişilere

471 Yves Michaud, Şiddet, (Çev. Cem Muhtaroglu), İletişim Yayınları, İstanbul 1991, s. 5. 472 Türkçe Sözlük, (Haz. İsmail Parlatır vd.), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998. 473 Yves Michaud, Şiddet, (Çev. Cem Muhtaroglu), İletişim Yayınları, İstanbul 1991, s. 5. 474 Age, s. 6. 475 Age, s. 6. 476 Age, s. 8-9.

130 saldırgan bir tavırla yaklaşması, onu fizikî veya psikolojik olarak yaralaması söz konusudur. İnsan farklı sebeplerle şiddete başvurur. Kişinin kendini ya da bir yakınını korumak için şiddete başvurması doğal karşılanabilir. “En basit organizmalar bile yaşamlarını, içinde bulundukları çevreden gelen ve her biri birer saldırı olarak nitelendirilebilecek etkilere tepki göstererek sürdürürler.”477 Suçluluk duygusuyla, suçunu bastırmak için; bir şeyi elde etmek için, öfkeyle, tamamen karşı tarafa zarar vermeye yönelik yapılan şiddet eylemleri sorgulanması gereken davranışlardır. Şiddet anlayışı, zamandan zamana, kültürden kültüre farklılık gösterebilir. Çok çeşitli şiddetlerden söz edilebilir: Aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet, kanun adına polis ve asker gibi güvenlik kuvvetlerince yapılan ve yasallık içeren şiddet, iktidardaki siyasi partinin karşıt anlayıştaki kişilere karşı göster(ebil)diği siyasal şiddet, bir milletin başka bir millete karşı uyguladığı soykırım, savaş, sadizm, mazoşizm, cinsel içerikli şiddet, psikolojik şiddet vb. Çok geniş anlamlı bir sözcük olan şiddet, edebiyatta da kendine hayli yer bulmuştur. Korku, cinayet, savaş vb. içeren anlatılarda şiddetin yer alması olağan kabul edilebilir. Sözü edilen içeriklerin şiddet olmadan anlatılması olanaksızdır. Ancak burada da şiddetin ne şekilde, hangi ölçüde anlatıldığı önem arz eder. Bir öldürme, tecavüz olayını tüm ayrıntılarıyla, zevk alarak ya da korku verecek şekilde anlatma, okurun da şiddete maruz kalmasına sebebiyet verebilir. Yeraltı edebiyatı ve şiddet denilince akla ilk gelen isimlerden biri Sade’tır. Onun eserlerinde şiddet, daha çok cinsel içeriklidir. “Sade’ta güç, acı ve ölüm tümüyle sekse bağlıdır ve sapkınlık yoluyla sahneye konulur.”478 Yaşam, başlı başına bir şiddettir. Doğal denge içinde canlıların beslenmesi, çoğu kez başka canlıların yaşamlarının sonlanmasıyla mümkündür. Yaşamın doğal akışı dışında olan, bir zevke, tahakküme dönüşen şiddet eylemleri tehlikeli olmakla birlikte, insanın idinin derinliklerinde kendine yer bulmaktadır. Şiddet, ilkel bir davranıştır. Michaud, “Az gelişmiş toplumlar kabaydılar, vahşiydiler, saldırgandılar ama öldürme olanakları kısıtlıydı. Onların yanında sözünü ettiğimiz teknoloji toplumlarında ise yıkım olanakları hatırı sayılır düzeylere erişmiştir

477 Age, s. 63. 478 Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 143.

131 ve her şey gibi şiddet de kurallılaşmıştır.”479 der. İnsanın çağdaşlaşması, şiddetin miktarını ve yoğunluğunu daha da arttırmıştır. Bir savaşta kılıcın kullanılması ile atom bombasının kullanılması çok farklı sayılarda ölümlere yol açar. Teknoloji, çağdaşlaşma birçok alanda olduğu gibi, şiddet yöntemlerinin çeşitlenmesinde de etkili olmuştur. Kapitalizmde esas olan daha çok kazanmaktır. Günümüz medyasının beslendiği önemli alanlardan biri de şiddet içeren olaylardır. Haberlerin çoğu şiddet odaklıdır: tecavüz, kadının dövülmesi veya öldürülmesi vb. İzleyici de özellikle şiddet içeren haberlere ilgi göstermektedir. Şiddet, satılabilen bir metaya dönüşmüştür. Şiddeti ekranda sürekli gören insanlar, birçok olumsuz davranışa tepki göstermez olmuş, şiddet normalleşmiştir. Şiddet olayları, insanların tekdüze hayatlarının heyecan kaynağı hâline gelmiştir. Görsel ve yazılı basın da bu durumdan sonuna kadar yararlanmaktadır. Şiddet medyanın yaşamsal gıdasına dönüşmüştür; olağan, kanıksanmış gündelik şiddet yerine olağanüstü, kanlı ve iğrenç olanlar yeğlenmektedir.480 Dan Gilroy’un Nightcrawler adlı filminde bu durum etkileyici bir senaryoyla ele alınmıştır. Eserin kahramanı Lou Bloom, şiddetin satın alınma ve izlenme oranının yüksekliğini fark edince, şiddete başvurmaktan, kurmaca şiddet haberleri yapmaktan, şiddet olayları için zemin hazırlamaktan, bizzat şiddeti kurgulamaktan çekinmez. Ana akım edebiyatta ihmal edilen cinsellik ve şiddet öğelerine yeraltı edebiyatında ve marjinal söylemde sıkça yer verilir. “En munis insanda bile, bardağı taşıran bir olay karşısında görülebilecek şiddet içeren duygusal patlama sekansları, yeraltı edebiyatında görmezden gelinmediği için, bu anlamda birey daha ‘sahici’ bir biçimde, olumlu olumsuz tüm yönleriyle ele alınmış olur.”481 Cinsellik ve şiddet, hayatın bir gerçeğidir. Günlük yaşamda gizli kapaklı yapılan ve yapılmamış gibi davranılan şiddet eylemlerine ana akım edebiyatın bakışı da pek farklı olmamıştır. Yeraltı edebiyatında şiddet tüm gerçekliğiyle yer alır. Yeraltı edebiyatının ünlü yazarı Chuck Palahniuk, şiddetin her türünü kullanarak uygar olma prensibine saldırır. Eserlerinde porno, cinayetler, yamyamlık, intihar, bedensel acı, tüm cinsel sapkınlıklar, aşırılıklar482 sıradan bir olaymışçasına anlatılır. Türk edebiyatında şiddetin yer alması ise çok eskiye dayanmaz. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerini anlatan romanlarda, işkence ve işkencenin insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde durulmuştur.

479 Yves Michaud, Şiddet, (Çev. Cem Muhtaroglu), İletişim Yayınları, İstanbul 1991, s. 37. 480 Age, s. 44. 481 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 17. 482 Hande Öğüt, “Şiddet, Pornografi, Haz, Bedensellik”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 34.

132

Yeraltı edebiyatı bağlamında ise şiddet, 1980 sonrası şair ve yazarların eserlerinde görülmektedir. Çağdaş Çetinkaya’nın “Patoloji” adlı şiirinden alıntılanan aşağıdaki bölümlerde, yer yer fantastik öğeler taşımakla birlikte, şiddet, insanın doğal bir davranışıymışçasına anlatılır: “bıraktım kendimi hedonizme saf aşırı sadist isteklere savurdum sırma neşterimi geniş omuzlu hortlağa

geri dönüş yoktu yapıştırdım dudağımı masaya düşen kadavraya göğüs kafesine ince bir kesik açtım doppler ultrasanografi uyguladım ona! (…) bir kadavranın koynunda olur sevişirdim bakımlı cesetlerle ta ki çıkana kadar karşıma devam etti her şey böyle (…) yine de Anadolu kırsalında hayvan b.cerir gibi bir zoofili gibi b.cermek istiyordum bedenini (…) lahmacun kokuyordu kadavranın koltuk altı yapıştırdım oraya dudağımı”483 Şiirde şiddet, hedonist, sadist bir tutkuyla ele alınmıştır. Nekrofili ve zoofili eylemlerinin betimlendiği dizelerde, şiddet en uç noktalarına ulaşır. küçük İskender, “çocuk cesedi, ölü, morg” sözcükleriyle şiddetin ölüm yönüne dikkati çekmiştir: “samanyoluna dilli delikler açacağım uyuması için çenemden damlayan çocuk cesetlerini gelin ey insanlarım! siz de kendi ölünüzü bağrımdaki bu soğuk sarı morgdan seçin!”484

483 Çağdaş Çetinkaya, “patoloji”, Underground Poetix, Altıkırkbeş Yayın, 1998 #7, s. 63-64. 484 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 28.

133

Şiddetten en çok etkilenenler çocuklardır. Her türlü şiddet karşısında savunmasız kalan çocuklar, psikolojik olarak sağlıksız koşullarda büyümek zorunda kalır veya ölür. Şair, aşağıdaki dizelerde ise şiddetin hastalıklı cinsellik yönüne, nekrofiliye değinmiştir: “adli tıp doktoru, raporu verirken memura: -meğer bu hiç şey ettirmemiş şeyinden.. demiş, fakat bizim ölüsevici hastabakıcı osman dün gece..”485 Aşağıdaki dizelerde ise şiddet görme durumu romantik bir şekilde betimlenmiştir. Bir aksiyon filmi sahnesini anımsatan dövülme olayının ardından daha da mutsuzlaşan şair, ölmek istediğini belirtir: “tekme tokat hatırlıyorum düşünüyorum tekme tokat ağzın fikrim darmadağın ağzın fikrim kuru gül dayak yedim ağlıyorum, kana bulandı üstüm başım mutsuzluğuma bir lahit keşfettim ölmek için sabırsızım”486 Batuhan Dedde’nin dizlerinde ise, bir sevgiliyi öpme ile ölüsevici haz yan yana yer alır: “Seni öptüğümde bıraktığım saydam tükürüğün ıslaklığı ve lezzeti Kurtlanmış bir cesedi öpmek kadar sevecen şehvetliydi Ruhundan akan kan durdurulamayacak kadar azametli.”487 Dedde’nin, şiddeti sıradan, doğal bir olayı anlatır gibi anlatması aşağıdaki dizeler için de söz konusudur: “Ve her hazanda cerahat gibi kanıyorum hatıraların nefes borusunu keserken kırıklarımla…”488 Rafet Aslan, “Makas” adlı şiirinde, bir cinayeti şiirleştirir. Öldürme, sadist bir zevke dönüşmüştür: “Islak tecavüz mü aklını aldı felsefi şarap kanına karışmış nöbet sarsıntıları köpek salyalı birer inleme…

sadece ameliyat masasında değil, yatakta da iş görür makas

485 Age, s. 95. 486 Age, s. 156. 487 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, Bahariye-Kadıköy 2014, s. 58. 488 Age, s. 46.

134

beyaz etine narince;

soktum soktum soktum

titreme sakın aklını mı aldı makas…”489 Bir insanı öldürmenin, bir film sahnesi, bir roman sahiciliği ile anlatıldığı yukarıdaki dizelerde, insanın şiddete olan tutkusu, sadizme olan eğilimi de yer almaktadır. Makasın, narin bir şekilde, özene bezene, yataktaki kişinin bedenine saplanmasından, erotik bir haz da duyulmuştur. Marjinal söylemde şiddet, insanın bir gerçeği olarak kabul edilir ve şiirlerde şiddet çağrıştıran sözcükler doğrudan veya dolaylı olarak yer alır. Ana akım edebiyatın bayağı gördüğü şiddet, bir karşı çıkış olarak veya insan hayatının bir parçası, gerçeği kabul edilerek, aşk, yalnızlık temaları gibi ele alınır. Marjinal söylemde şiddet, kahramanca, romantik bir duyuşla değil, sert bir gerçeklikle yer alır. İnsanların bireysel veya toplu olarak şiddet gördüğü bir dünyanın gerçekliği, en ılımlı görünen bir insanın bile şiddet gösterme potansiyelinin olması, emperyalizmin açgözlülüğü sonucu çıkan savaşlarda milyonlarca insanın ölmesi gibi daha birçok şiddet gerçeği, marjinal şairin dikkatini bu alana çeker. Yeraltı kültüründe şiddet görme/gösterme sıradan bir eylemdir. Yaşanılan altkültür ortamları şiddetin her türlüsünün görülebileceği mekânlardır. Dolayısıyla şiddet, yeraltı edebiyatının başat öğesidir.

2.10. Kötülük Kötü, “İstenilen, beğenilen nitelikte olmayan, hoşa gitmeyen, fena, iyi karşıtı; Zararlı, tehlikeli; Korku, endişe veren; Kaba ve kırıcı; Kişi veya toplum üzerinde olumsuz etkileri olan”, kötülük ise, “Kötü olma durumu, kemlik, şer; Zarar verecek davranış veya söz”490 anlamlarında kullanılmaktadır. Kötü, iyinin karşıtıdır. Dolayısıyla kötülük tanımlamalarında iyiliğe, iyi olanın özelliklerine, iyinin ne olduğuna değinilir. Kötü, zarar verir, kırar, yıkar, korkutur, yaralar, öldürür. Sözcük her ne kadar olumsuz bir anlam içerse de bu anlamların belli bir öznellik içerdikleri de ustan uzak tutulmamalıdır. Çünkü birine göre, bir duruma göre kötü olan; başkasına göre, başka bir

489 Rafet Aslan, “Makas”, Karakalem, Mart 2008, S. 2, s. 75. 490 http://www.tdk.gov.tr/ (15.04.2015)

135 durumda kötü olmayabilir. En azından, iyiliğin anlaşılmasındaki faktörü bile, kötülüğün ne kadar kötü olduğunun tartışılması ya da o kadar da kaçınılması gereken bir durum olmadığının düşünülmesi için yeterlidir. “Kötülük, iyiliğin saçtığı ışık ölçüsünde kavranabilir.”491 Aynı şekilde, iyilik de kötülük olmaksızın kavranamaz. “Kötülük, -kötü güçlerden nefret edildiği için- istenmeyeni istemek, -hâlâ iyilik kendini, derin iradenin nesnesi ve sonu olarak tanımladığı için- isteneni istememektir.”492 İnsan bazen iyiyi değil, kötüyü ister. Özellikle sanatçılarda bu durum belirgindir. Bataille, Edebiyat ve Kötülük adlı eserinde Baudelaire, Emily Bronte, Kafka, William Blake, Michelet, Sade, Proust ve Genet’in yaratıcılıkları ile kötülük arasındaki ilişkileri üzerinde durmuştur. Kurulu düzenin, hâkim algının dışına çıkmayan sanatçı, yaratıcılığa kavuşamaz. İyi, istenen; kötü, istenmeyen olarak nitelenmektedir. Dolayısıyla iyiden uzaklaşıp kötüye sapma cesaretini gösteren sanatçı, toplumun kendisini topluluktan aforoz etmesine aldırmaz ve kötülüğün bâkir coğrafyasında asıl sanatçı kimliği ile karşılaşır. İnsan, iyi olması, iyi davranması yönünde güdülenir. İyi olan, önceden belirlenmiştir. İyi olmak anlamlıdır, kötülüğe anlam verilemez çoğu kez ve onun sebepleri araştırılır. “Bir eylem anlamdan ne kadar uzaksa o kadar kötüdür. Kötülüğün, bir sebep ya da amaç gibi, kendisinin ötesinde var olan hiçbir şeyle bağlantısı yoktur.”493 Kötülüğün bir anlama, sebebe ihtiyacı yoktur. Kötülük hayatın, insanın doğasında vardır. “İnsanlar kötü şeyler yapar çünkü kötüdürler.”494 İnsanın idinde türlü kötülükler saklıdır. İnsan, avını ürkütmek istemeyen bir hayvan gibi iyilik maskeleriyle dolaşır. Eagleton’a göre, “Kötülük bizden kaynaklanır, bizim üstümüzdeki yabancı bir güçten değil; bizden kaynaklanır çünkü insan, özgürlüğünün bir sonucudur.”495 İnsanın övünç kaynaklarından biri, özgür olmasıdır. Ancak bu özgürlüğün nasıl kullanılacağı da yine insanın elindedir, onun özgür seçimine bağlıdır. “Hegel, kötülüğün bireysel özgürlükle eşgüdümlü geliştiğini söyler.”496 İnsan ne kadar kötülükten uzak durduğunu, iyi olduğunu iddia etse de çoğu zaman bu mümkün olmaz. Nietzche, “Keyif dolu bir âna rıza gösteriyorsanız, dünyadaki bütün üzüntü ve kötülüğe de razısınızdır demektir çünkü dünyada her şey birbirine

491 Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, (Çev. Ayşegül Sönmezay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 116. 492 Age, s. 30. 493 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 9. 494 Age, s. 9. 495 Age, s. 112. 496 Age, s. 32.

136 bağlıdır.”497 derken bu durumu işaret eder. Dünyada kötülükler devam ederken, kendinin iyi olduğunu söylemek yeterli değildir. İnsan, kendisi kadar, türünden de sorumludur. Bataille, “Alay eder gibi, hem cinayeti mahkûm eden evrensel yasağı koyup hem de savaşlar çıkaran biz değil miyiz? Aynı cinayet yasağı gibi savaş da evrensel değil mi? Cinayet her yerde dehşetle karşılanıyor ve her yerde savaşa değer veriliyor.”498 der. Kötü kabul edilen şeyler yasaklanıyor ve sonra yasağı koyanlar tarafından kötülükler yapılıyor. Bazı durumlarda insan, kötülükle yüzleşir. Kötülüğünün farkındadır ve onu hangi yollarla gerçekleştirebileceğinin keşfine çıkar. İyilik ikiyüzlülüğünden vazgeçer. “Başkaldıran insan, kendini suçsuz bulduğundan, kötülükle savaşmak için iyilikten vazgeçer ve kötülüğü yeniden yaratır.”499 İnsana zaten, iyilik yapıldığı düşünülerek, bu dünyaya getirilmesiyle bir kötülük yapılmıştır. Onun kötü olmaması, kendisi olmamasıdır. İnsanın doğumu, kötülüğün tekrar tekrar yeniden yaratılmasıdır. Genet, “en büyük alçaklığın kötü şeyler yapmak değil kötülüğü ortaya dökmek olduğunu düşündüğü için hapishanede kötülüğü öven kitaplar yaz(mış) ve yasaların pençesine düş(müştür). Aynı nedenle alçaklıktan, sefaletten ve hapishaneden kurtul(muştur).”500 İnsanın doğasındaki kötülüğü dile getirdiği için önce yargılanmış, sonra da saygı duyulmuştur. İkiyüzlü insan/toplum kötülüğün yapılmasından değil, anlatılmasından rahatsızlık duymuştur. Genet, bunun tipik bir örneğidir. Kötülük çoğu kez, suçla, delilikle, şeytanla, uyumsuzluk vb. ile bağdaştırılır. “Charles Baudelaire’den Jean Genet’ye, sanatçı(nın) hep suçlularla, delilerle, şeytana tapanlarla ve yoldan çıkanlarla ilişkilendiril”mesi501 boşuna değildir. Sanatın kaynağı kötülüktür. Kötülük probleminde tüm yükü insanın omuzlarına yüklemek ne kadar doğrudur? Toplumun, kötülükte hiç mi rolü yoktur? İnsan kötülük cevheriyle doğar, ancak onun kötülüğünü sergilemesi için gerekli koşulları hazırlayan çoğu kez toplumdur. “Kant, kötülüğün insanın ahlâk kurallarından sapma eğiliminden kaynaklandığını söyler.”502 Kurallar koyan, nasıl olunması gerektiğini söyleyen

497 Age, s. 123. 498 Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, (Çev. Ayşegül Sönmezay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 111. 499 Albert Camus, Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 2013, s. 68. 500 Georges Bataille, Edebiyat ve Kötülük, (Çev. Ayşegül Sönmezay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 138-139. 501 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 64. 502 Age, s. 87.

137 toplumdur; ona uymakta özgür olduğu söylenen, uymayınca da kötü olarak nitelenen insandır. Yeraltı edebiyatının temelini oluşturan Marquis de Sade, Genet gibi sanatçılar kötülükle ilişkilendirilir. Onlar kötüdürler, çünkü kötüdürler. Kötülüklerinden çıkarılacak bir ders, ahlâk yoktur. Kötülüklerini sergilemelerindeki dürüstlük, zaten etik bir değere sahiptir. “Yeraltı edebiyatı kötülüğü kendisine hedef seçmiştir.(…) Klasik edebiyat da kötülükle uğraşır fakat onu, iyinin vurgulanması için bir karşı odak şeklinde ele alır.(…) yeraltı edebiyatı kötülüğü esas kabul ederek yola çıkar.”503 “Batı edebiyatının kutsal kitaplarla kurduğu ilişki, edebiyatlarının omurgasını oluşturmuştur.”504 Türk edebiyatında da İslamî unsurlara değinilir. Ancak bu değinmeler daha çok öğreticilik, ahlâki ders verme, öte dünyaya hazırlık, bu dünyada ideal mümin olma yönündedir. Bir Faust ve Mephisto ilişkisine rastlanmaz. Türk edebiyatında kötülük, iyiliğin karşısında bir figür olarak yer almıştır. Kötülüğün mutlak temsilcisi şeytandan, günah korkusuyla uzak durulmuştur. “Osmanlı’da Şeytan figürünün varlığını reddetmemekle birlikte, şeytanî yaratıcılık gibi bir fikrin günah sayılması,”505 Allah’a şirk koşma endişesiyle açıklanabilir. Batı’da daemon “hem korkutucu ve habis olanı hem de ket vurulmamış bir yaratıcı itkiyi/sansürsüz bir hayal gücünü işaret ed”er.506 Doğuda ise kültürel yapının etkisiyle, yaratmanın sadece Allah’a mahsus olduğu düşüncesiyle şeytanî yaratıcılık düşüncesinden uzak durulmuştur. Şeytan, yaratıcıya karşı gelendir; kendisi de yaratmak isteyendir. Türk edebiyatında kötülük daha çok Kerime Nadir, Ali Rıza Seyfi, Cemil Cahit, Vedat Örfi Bengü gibi popüler yazarların eserlerinde fantastik ve gotik boyutuyla ele alınmıştır.507 Günahın cazibesine kapılıp kötülüğü haz kaynağına dönüştürme, şeytanlaştırma, kültürümüze yabancı bir anlayıştır. Halk arasında “şeytana uymak”, istenmeyen bir eylem karşısında sıkça kullanılan bir deyimdir. Bu anlayış, Deniz Gezgin’in Ahraz romanında, “Şeytan yükümüzü sırtlanan günah keçisi değilse nedir?”508 cümlesiyle dile getirilmiştir. Nahit Sırrı Örik’in Kıskanmak romanını ve Necip Fazıl’ın Siyah Pelerinli Adam oyununu, edebiyatımızda kötülüğe bakışın

503 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 25. 504 Ömer Ayhan, “Türk Edebiyatının Yumuşak Karnı: Kötülük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 78. 505 Fatma Cihan Akkartal, “Yaşasın Kötülük”, Sabitfikir, S.35, Ocak 2014, s. 22. 506 agm, s. 20. 507 Ahmet Sait Akçay, “Vicdan Aynasında Kötücül: Haz ve Yaratıcılık”, Kitapl-lık, S.103, Mart 2007, s. 69. 508 Deniz Gezgin, Ahraz, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 7.

138 rasyonelleştiği ilk eserler arasında niteleyen Ahmet Sait Akçay, kötülüğün “vicdaniliğin dışına çıkmasıyla ancak kişilik kazan”acağını belirtir.509 Batı şiirinde insanın ve doğanın bir gerçeği olarak kötülük, Türk şiirinden çok önce ve daha ayrıntılı bir şekilde kendini gösterir. Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’nde yer alan figürler genellikle kötücüldür. “Paçavracı, yosma, kapatma, courtesen, lezbiyen, haydut, komplocu, kumarbaz, sihirbaz, hokkabaz, akrobat, dilenci… Kenar mahallelerin, aşağı mahallelerin, yeraltının berduşları, avareleri, aylakları, serkeşleri, çapulcuları…”510 , “Sis” ve “Tarih-i Kadim” şiirleriyle, Türk şiirinde kötücül olanı, karanlık, ümitsiz, öfkeli, hastalıklı bir şekilde ele almıştır. Ancak “edebiyat kanonunun dışında beliren fanzin edebiyatı bir yana bırakılırsa, modern Türk şiiri özellikle 1950’lerden önce gerçek manada bir kötücüllükten yoksundur.”511 “Türk şiirine modernist anlamda bedenin girmeye başlamasıyla, 1950’lerden sonra, özellikle cinsel bir Kötülük şair-özne tarafından ‘temsil edilmeye’ başlanır (…) Hemen hemen bütün İkinci Yeni şairlerinin belirgin biçimde erotizmden yararlanması, bu kısıtlı müstehcenlik sayesinde kötücüllüğün de artık şiirde belirmesi demektir.”512 Cemal Süreya’nın aşağıdaki dizelerinde kadın, erkek egemen bir toplumda cinsel bir objeye dönüşmüştür: “Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz Bir yanda Sirkeci’nin tiren dolu kadınları Adettir sadece ağızlarını öptürürler Ayaküstü işlerini görmek yerine”513

“Karım olan karnını ve önlerini Or.spum olan yanlarını ve arkalarını İşte bunlarını bunlarını bunlarını”514 Cinsel kimliği öne çıkarılan kadın, erkeğin bir zevk nesnesine dönüşmüştür. Şair, kadının vücudunu betimlerken cinsel uzuvları açıkça söylememiş, bu da anlatımın daha da erotik olmasını sağlamıştır.

509 Ahmet Sait Akçay, “Vicdan Aynasında Kötücül: Haz ve Yaratıcılık”, Kitapl-lık, S.103, Mart 2007, s. 71. 510 Deniz Aktan K., “Modernite/Modernleşme ve İki Kötücüllük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 95. 511 Veysel Öztürk, “En Güzel Şiirler Kötülükten Çıkar: Türk Şiirinde Yarı-Kötücüllük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 101. 512 agm, s. 101. 513 Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Can Yayınları, İstanbul 1994, s. 23. 514 Age, s. 48.

139

Sarışınların egemenliğini ayrıksı diliyle ve üslûbuyla deşifre etmeye ve yıkmaya çalışan Ece Ayhan, Türk şiirinde kötülük kavramına yeni bir bakış açısı getirir. “Ece Ayhan kötücüllüğü toplumsal bir kategori olarak görmekle kalmayıp, Kötülüğü her zaman toplumsal bir bağlam üzerinden de dile getirir.”515 “Adorno’nun dünyayı radikal olarak kötü görmesiyle sanatın bu kötülüğü gösteren bir araç olması gerektiği düşüncesi Ece Ayhan’ın şiirinde doğrulanır gibidir.”516 “Kötücüllük, Ayhan’ın şiirinde özellikle fahişe, cinsel olarak istismar edilen ve mazoşist bir mastürbasyonla özdeşleşen erkek çocuk gibi belirli figürler tarafından taşınır.”517 Aşağıdaki dizelerde cinsellik erkek egemen bir kötücüllükle ele alınmıştır: “Boynuna varıncaya dek bir aygırdı. Kasıkkasığayken yalvar yakar olmuştur bir sokak satıcısı.”518 Bir zorlama ile gerçekleştiği anlaşılan cinselliğin ifade ediliş tarzı da ürperticidir. İkinci cümlenin ilk sözcüğü ile pornografik bir çağrışım yapılmıştır. Şiirselliğin arka plana itildiği “Yeni etek traşı olmuş jandarmalar da var! (Jandarma otuzbiri ayrı ve başka bir şeydir! Siz gerçek abazanlığı bilemezsiniz.)”519 cümlelerinde cinselliği yaşayacak karşı cinsin olmaması durumunda kişinin kendini tatmininden bahsedilmektedir. Aşağıdaki şiirde ise bir genelev patronu olan Melahat aracılığıyla fuhuş ve fuhşun devlet katındaki itibarı anlatılır: “MELAHAT GEÇİLMEZ 1. Gazetelerde ak kara bir resmi otuz yıllık. Arkasında mülki taksimatlı bir harita. Komiserin odasında ağırlanırmış. 2. Ve imparatoriçeliğinde bir vesikalık. Tombalacı Ceylan renkli çekmiş. Delikleri balmumuyla örterler. 3. Gönderilen çelenklerde ‘Geçilmez’ yazılmıştı soyağacı. Küçük harflerle de ‘fuhşun anısına’. 4. Çanakkaleli Melahat’ın törenine polis bandosu da katılmıştır.”520

515 Veysel Öztürk, “En Güzel Şiirler Kötülükten Çıkar: Türk Şiirinde Yarı-Kötücüllük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 102-103. 516 agm, s. 103. 517 agm, s. 103. 518 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 105. 519 Age, s. 242. 520 Age, s. 181.

140

Bir genelev işletmecisi olduğu anlaşılan Melahat’ın, asayişi sağlamakla görevli bir devlet kurumu nezdinde aldığı iltifatlar düşündürücüdür. Melahat’a gösterilen saygı, fuhşa gösterilmektedir. Ayrıca şaire göre geçilmez olan Çanakkale değil, Melahat’tir. 1980 sonrasında fanzinlerin de etkisiyle Türk şiirinde kötücül örneklere daha çok rastlanır. Özellikle Altay Öktem ve küçük İskender, fanzinlere olan ilgileri ve katkıları da düşünülecek olursa, bu konuda öne çıkan şairlerdir. Her iki şairin şiirlerinde cinsellik, şiddet, inanç sistemlerine karşı olumsuz tutum sıkça yer almaktadır. Aşağıdaki şiirde Altay Öktem, kadın vücuduna erotizmden öte, pornografik bir şiddet öğesi olarak yer vermiştir. Dizelerde bu şiddetten alınan haz da belirgindir: “yetmedi çırılçıplak soyunduğumuz. daha da çıplak olmalıydın çünkü dahası vardı çıplaklığının derini soydum incecik. gittikçe daha şeffaf oluyordun korkmuyordum bundan. kıpkırmızı titreşiyordu elimin altında etin göğüslerinin içi sapsarı yağ tanecikleriydi. incecik, beyaz, parlak sinirlerle doluydu her yanı onları öylesine içten emdim.”521 Şiirdeki, insan bedenine karşı cinsel bir tutkunun ötesinde; bedeni sapkın bir şekilde parçalama ve tasvir etmenin, parçalanmış göğsü büyük bir hazla emmenin, insanın hastalıklı yanını gösterdiği söylenebilir. küçük İskender’in aşağıdaki şiirinde de gelenek tarafından kötü olarak nitelenen birçok unsur yer almaktadır. Küfür ve argonun yanı sıra, ahlâksız davranışlar, dine karşı olumsuz tutum, iktidar sahiplerine ve koruyucularına karşı çıkış söz konusudur: “sen! bilir misin ki: beceriksiz bir renkle boyalı şehrimde beşiktaş denen bal balerin bir i.ne vardır ve iner geceleri kasıklarına kadar bir Ortaköylü şehidin eyvallahtan bozma tüm eyvallahları.. ve arkadaşları –ki matematiği, beden eğitimini, paris’i bembeyaz kaprisi ve hapsi ve sindirim yollarında biraz da sivil polisliği severlerdi bir heves- mezartaşlarına s.çtılar herhangisiydi bir mayıs öğlesi şöylesi ki: böylesi daha da âsi ve teatrik bir asittir- ki

521 Altay Öktem, Beni Yanlış Öptüler, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 240.

141

has s.ktirin sistematiklerden haydi! Has s.ktirin! lütfen! hay bir de hamlet’in salon-salamanje sosyalist-şantörleri için söylenen: her bilakis, allahallahları ne kadar da hayırlı olacak şahlanan inşallahları! bak sevgilim: onlar idealizmin iktidarsız, açgözlü, p.şt padişahları!”522 Şiirde, bir i.nenin geceleyin hayatını kazanma yöntemi ve mezar taşlarına s.çılması gibi gayri ahlakî durumlar betimlenmiştir. “Has s.ktirin, p.şt” küfürleri de şairin bakış açısını yansıtmaktadır. küçük İskender, kantoryum adlı şiirinden alınan aşağıdaki dizelerde kötüye karşı olan taraflılığını açıkça belli eder: “ben kötüye tarafım; ne fatihim olur, ne fatiham kan tutar gibi tuttum kalbimi, şükür, hayra bırakmadım”523 Marjinal söylemde kötülük, yine bir başkaldırı öğesi olarak işlenmiştir. Kötü olan, ya da kötü olduğu söylenen; dışlanandır, kenarda bırakılandır. Şeytan’ın cennetten kovulması gibi, kötü olduğu söylenen şeyler de geleneksel toplum yapısından, iktidar anlayışlarından kovulmuştur. Başlangıçta iyinin karşısında, onu güçlendiren bir kavram olarak yer alan kötü, zamanla insan doğasının bir parçası olarak kabul görmüş; kötülükle ilgili kavramlar, kötücül davranışlar da edebiyata, şiire girmiştir. Ece Ayhan’a göre, “En güzel şiirler kötülükten çıkar.”524 Kötülük, şeytanî yaratıcılığın, alışılmışın dışına çıkmanın anahtarıdır. Ece Ayhan’ın, sarışınların iktidarına karşı karaşın duruşu ve Batı edebiyatından yapılan çeviriler 1980 sonrasında şeytansı ve Sade tarzı bir kötülüğe zemin hazırlamıştır. Kötülük, marjinal söylemin ana unsurlarından biri olmuştur.

2.11. Aşk Aşk, kişinin kendi dışında bir kişiye karşı duyduğu yoğun sevgidir. Genel olarak bir erkeğin kadına ya da bir kadının erkeğe karşı hissettiği derin sevgi aşk olarak görülse de insanın hemcinsine, ilahî varlığa karşı duyduğu sevgi de aşk olarak adlandırılmaktadır. Aşkın ortaya çıkışı, ilahî anlayışta ilk insanlar olarak kabul edilen Âdem ve Havva’ya kadar götürülebilir. İnsanın yaratılışında bir aşk olduğu gibi, onların cennetten

522 küçük İskender, Gözlerim Sığmıyor Yüzüme, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 115-116. 523 küçük İskender, Ölü Evinde Seks Partisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2014, s. 44. 524 Ece Ayhan, Aynalı Denemeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015, s. 36.

142 kovulmasına da sebep aşktır. “Âdem ve Havva yasak elmayı dişlediklerinde, büyük bir tutkuyla aşkı yüceltiyorlardı. Masumiyetin bu ilk ışıltılı eylemi, Tanrı tarafından günah ilan edildi. Tenin tene değişindeki ilk ürperti, ilk gerçek yürek çarpıntıları, arzuya yazılan ilk gerçek şiir; yargılandı… Ve Tanrı suçu yarattı!”525 Aşk, günah kavramı ile yan yanadır. “Aşk, ‘doğal’ değil, insan yapısı bir şey ve onların en yücesidir. Doğa’da olmadığı halde bizim bulduğumuz, hemen her gün yeniden yaratıp sonra da yok ettiğimiz bir şey(dir)!”526 Söylenen, yazılan hemen tüm anlatılarda, şarkılarda aşk vardır. İnsan, aşkı anlatmayı hep sürdürmüştür; mutlak bir tanıma ulaşamasa da, zaman ve mekân değişse de aşk güncelliğini korumakta, insanın yegâne anlatısı olmayı sürdürmektedir. Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği’nde, “Bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler.”527 demektedir. Ona göre cinsel dürtü için aşk bir maskedir. “Sadece öznel bir ihtiyaç olan cinsel dürtü, çok akıllı bir tarzda nesnel bir hayranlık maskesini takmayı ve bu yoldan bilinci aldatmasını çok iyi bilir. Çünkü doğa kendi amaç ve hedefleri için bu savaş hilesine muhtaçtır.”528 İki karşı cinsin bir araya gelmelerinin asıl sebebi, taraflar bilmeseler veya bilmezden gelseler de bir çocuk dünyaya getirmek, yani üremek, türlerinin devamını sağlamaktır. Türün devamı, hayvansal bir içgüdüdür. İnsan, hayvandan farklı olarak cinselliği, aşkla süsler ve bir haz kaynağına dönüştürür. Cinsellik, aşkın somutlaşmasıdır. Aşk ve cinselliği birbirinden düşünmek neredeyse imkânsızdır. “Cinsellik, çoğunlukla anatominin ve fiziksel tepkilerin aynılığında farklılık aramaya mahkûm, düş kırıklığına uğramış aşktır.”529 “Romantik aşkın doğuşu takriben romanın ortaya çıkışıyla aynı zamanlara rastlar.”530 Sanatçının, eserinde aşkı, sevgiliyi yüceltmesi, aşka ütopik bir anlam kazandırmıştır. Bir tutkuya dönüşen aşk, din gibi tapınılan, büyüleyici bir özelliğe sahiptir. Âşık, sevgiliyi tanrılaştırır; ulaşmak, kavuşmak istediği biricik düşe dönüştürür. Aşkından çöle düşer, dağları deler, yanar kül olur, kendini öldürür vb. “Aşk hem

525 Rafet Aslan, “Suç Detayları”, Karakalem, S. 1, Sonbahar 2007, s. 16. 526 Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, (Türkçesi: Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul 1990, s. 218. 527 Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, (Çev. Veysel Atayman), Bordo Siyah, İstanbul 2010, s. 17. 528 Age, s. 20. 529 Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 191. 530 Age, s. 45.

143

Melanezyalı hem de Avrupalı için bir tutkudur ve zihne ve bedene oldukça acı çektirir; birçok insanı bir açmaza, bir skandala veya trajediye sürükler; daha nadir olaraksa hayatı aydınlatır, kalbi genişletir ve neşeyle doldurur.”531 Terry Eagleton, “Aşk hem gelişmek için ihtiyacımız olan hem de asla başaramayacağımız bir şeydir. Tek umudumuz zamanla daha başarılı başarısızlar olmamızdır.”532 der. Aşkın cinsellikle olan bağı, günah anlayışını da beraberinde getirir. Aşka ulaşmak için günahı, yasak meyveyi yemeyi göze almak gerekir. “Aşk – varolmak istiyorsa- dünyamızdaki yasakları çiğnemek zorundadır.”533 İlâhî aşk, mutlak yaratıcıya duyulan aşktır ve İslamiyet’in etkisiyle Türk şiirinde de ele alınmıştır. Halk şiirinde ve Klasik Türk şiirinde de Modern Türk şiirinde de gerçek sevgili olarak nitelenen Allah’a duyulan aşk, ana akım edebiyatın muhafazakâr söyleminde kendine yer bulmuştur. İkinci Yeni şairlerinden Sezai Karakoç, diğer İkinci Yeni şairlerinden farklı olarak, İslamî söylemle modern şiiri birleştirmiştir. Aşk, edebiyatın her türünde işlenen başlıca temalardandır. Romanlarda, hikâyelerde olay örgüsü içinde aşka yer verilmeyeni çok azdır. Şiiri ise aşksız düşünmek neredeyse imkânsızdır. Halk şiirinde, Klasik Türk şiirinde belli kalıplar çerçevesinde ele alınan aşk, Modern Türk şiirinde insanın varoluş, yaşayış gerekçesi olarak ve iki karşı cinsin veya hemcinsin mutluluk ve acı kaynağı olarak tüm şiddetiyle işlenir. İkinci Yeni şairlerinden Cemal Süreya’nın şiirlerinde aşk, erotik öğelerle süslenmiştir: “Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların Bunların konuşması olur, öpülmesi olur”534 Şair, sevgilin dudaklarından bahsederken bir çocuk gibidir. Sevgiliyle hem sohbet hem tensel haz eylemi onu mutlu kılmaktadır. “Seni kucağıma alıyorum Tarifsiz uzuyor bacaklarım”535 Bu dizelerde de şair, erotik bir eylemin mutluluğunu dile getirmektedir. İkinci Yeni şairlerinde aşk, bir iç duygu olmaktan çıkmıştır. Yüzyıllardır dizelerde yüceltilen aşkın

531 Bronislaw Malinowski, The Sexual Life of Savages, Londra: Routledge, 1929, s.69’dan aktaran: Giddens, Age, s. 42. 532 Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 37. 533 Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, (Türkçesi: Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul 1990, s. 218. 534 Cemal Süreya, Sevda Sözleri, Can Yayınları, İstanbul 1994, s. 12. 535 Age, s. 7.

144 yerine cinsellik konmaya başlanmıştır. Artık, insanın hayvansal güdülerine bir dönüş söz konusudur. Can Yücel’in şiirlerinde aşk, doğal, kaba saba bir hâl alır. Sevecen, sevgiliye kur yapan ifadeler yer almaz. Şair sevgiliyi, yakasında bir amonyak çiçeği olan “s.dikli kontes”, çöpçülerin elleriyle okşadığı “süpürge saçlı” tamlamalarıyla niteler.536 Aşağıdaki şiirinde ise aşk, cinsel bir azgınlığa dönüşmüştür: “Ben bütün kadınları anadan doğma görüyorum… Apışaramda yeni doğmuş bir kedi Hiçdurma yalıyor erkekliğimi Nabzım şakalarımda atıyor Bir yaz yağmuru başlıyor Kan değil akçıl bir dem boşalıyor k.mışımdan”537 Hemcinse karşı duyulan aşk, fanzinlerde, küçük İskender vb. şairlerin şiirlerinde görülür. Hem toplumsal hem dinî açıdan hoş karşılanmayan bu duygunun şiire yansıması çok belirgin değildir. Homoseksüel aşk, bazı şiirlerde sadece çağrıştırılırken, çok az şiirde açıkça dile getirilir. “ben ölünce ellerimi çocukların rüyasına bırakın alkollere şiir ekin, bir şair de yetişir ordan elbet! ve gömün beni bir oğlanın kıpırtılı kasıklarına”538 Şair, ölüm vasiyetnamesini yazar gibi, homoseksüel arzusunu dile getirmiştir. Şair normal kabul edilen ve iktidarın dayattığı heteroseksüel aşka karşı, eşcinsel aşkı yüceltmekte, iktidara eşcinsel aşkla başkaldırmaktadır. “avuçlarımda çoğalan bir delikanlıya -ki talebemdi teni; anlatmıştım güzelliğini uzun uzun boylu boyunca!”539 Bir erkeğin, başka bir erkeğe karşı aşkının, cinsel arzusunun anlatıldığı, yukarıdaki dizeler, şiirde homoseksüel aşka örnektir. Octavio Paz’a göre, “Aşk, kendi kişiliğimizi tanıma ve bunu yaparken de ondan kurtulup varlığımızı başkasında gerçekleştirme yönünde bizi zorlayan ikili içgüdülerimizin en açık seçik örneğidir.”540 Ayrıca toplumun, aşkın amacını, çocuk

536 Can Yücel, Sevgi Duvarı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013, s. 48. 537 Can Yücel, Maaile, Papirüs Yayınları, İstanbul 1996, s. 47. 538 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 181. 539 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 45. 540 Octavio Paz, Yalnızlık Dolambacı, (Türkçesi: Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul 1990, s. 223.

145 doğurmak ve yetiştirmek üzere, kadın ve erkeğin resmî ve dinî bir bağla bir araya getirilmesi anlayışının, aşkın doğasına ters olduğunu belirtir. “Aşk eyleminde, yaratma ile yıkma birleşir; çok kısa bir an için de olsa, insan, yetkin bir durumu sanki yakalayıp yaşamış gibi olur. Çağdaş dünyamızda aşk, ulaşılması hemen hemen olanak dışı gözüken yaşantılardan biridir. Yaygın ahlâk değerleri, toplumsal sınıflar, yasalar, ırklar hatta âşıkların kendileri bile sanki ona karşı çıkarlar.”541 küçük İskender, geçmişte yaşanmış aşkları ve onların çocuksuluğunu aşağıdaki dizelerde dile getirmiştir: “orta son’da bıraktım ben zaten saten aşklarımı çini odalarda dokuduğum o uysal hüzün dudaklardan dudaklarıma sıçrayan tuzun ah o dil tahrip eden meşhur yorgunluğu ağzımı öpsen kan olur”542 Toplum tarafından saklanması, gizli yaşanması istenen aşkın bir başkaldırı öğesine dönüşüp, topluma karşı haykırılması da aşağıdaki dizelerde dile getirilmiştir: o akşam kıştı öptüğümde o kokina kızı elleri nar tanelerinden yanık elleri kapı arkaları gibi sihirli baktık ki aşk çok kırmızı aşk hep hep kırmızı sarılıverdik ortalık yerde birbirimize aşina ettik herkese şarabi aşkımızı”543 Aşk her zaman mutluluk getirmez. Bazen de sevene zulüm anları yaşatır. Şair, aşkın eziyete dönüşmesini de arabesk öğelerle ve çocuksu bir öfkeyle aşağıdaki dizlerde anlatmıştır: “sevgilim! gülüm değil zulümsün sen artık! seni yok edene dek dövecek var edene dek öpeceğim! ve fark edene dek hızla özleyip paramparça edene dek hırsla seveceğim!”544

541 Age, s. 217. 542 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 67. 543 Age, s. 70.

146

İskender’in şiirlerinde şiddet öğeleri, cinsellikle ve aşkla iç içedir. İktidar, normal bir sevgiyle değil, şiddetli bir aşkla sarsılabilir. Nilay Özer, küçük İskender’in şiirlerinde aşk anlatısını şu cümlelerle özetler: “Aşk iktidara karşı bir mücadele aracıdır. İktidarın kendini dayatacağı özneyi yok etmek dolayısıyla bir suç olarak yaşanır ve vakti geldiğinde bütün iktidar alanları gibi ortadan kaldırılacaktır.”545 Batuhan Dedde de aşk ve uyuşturucu arasında bir bağ kurar. Sevgilinin gözleri bir uyuşturucu gibidir. Her ikisi de âşığı, uzak diyarlara, pembe düşlere sürükler: “Ruhumun yırtılan yanlarını dikerken gece uykusuzluk nöbetlerinde En çok seni düşünme terapileri dindiriyor sancılarımı Gözlerin; en kudretli uyuşturucu!”546 Marjinal söylemde aşk, erotik, yer yer pornografik, bazen şiddet içeren ifadelerle yer alır. Aşk, hayatın bir gerçeği, karşı cinse veya hemcinse yönelik, haz odaklı bir duygudur. Marjinal söylemde aşk, tüm kepazelikleriyle, şiddetiyle, cinselliğiyle yer alır. Alışılagelen romantik aşklar, ilahî aşklar, yüceltilerek ve sansürlenerek, edep sınırları aşılmadan ana akım edebiyat içinde anlatılırken; ana akım edebiyatın görmezden geldiği, anlatmaktan kaçındığı, anlatanı ve anlatılanları da kınadığı, insanın dünyaya getiriliş serüvenini bile leylek masallarıyla geçiştirdiği aşk tüm gerçekliğiyle yeraltı edebiyatında yer alır. Marjinal söylemle birlikte insan aşkta da hayvansal güdülerine dönmüştür.

2.12. Cinsellik Tür, çeşit anlamındaki “cins” kökünden türeyen cinsellik, insanoğlunun iki türü arasındaki ilişkiyi anlatmak için kullanılır. Cinsellik, “Normal cinsel amaç olarak kabul edilen eylem, üreme bölümlerinin cinsel birleşme yolu ile birbiriyle kaynaşmasıdır.”547 “Salt biyolojik bakımdan cinsellik, erkekle kadının cinsel organlarının temas ve giriş yoluyla birleşmesi ve bunun yanı sıra daha önceki yaklaşma, isteklenme ve kısmi zevk halleriyle daha sonraki tatmin veya tatminsizlik; gebelik ve döl verme halleridir. Hukukî

544 Age, s. 153. 545 Nilay Özer, “küçük İskender’in Şiirlerinde Aşk Anlatısı: Suç, İktidar Ve Ölüm”, https://nilayozer.wordpress.com/2015/04/28/kucuk-iskenderin-siirlerinde-ask-anlatisi-suc-iktidar-ve- olum/, (24.04.2015) 546 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, Bahariye-Kadıköy 2014, s.114. 547 Sigmund Freud, Cinsellik Üzerine, (Çev. Seher Kutlu), Alter Yayıncılık, Ankara 2012, s. 14.

147 anlamda ise cinsellik, cinsel birleşmenin medeni kanunlarca meşrulaştırılan ve kilisece (dinî kurumca) onaylanan biçimidir.”548 Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü’nde cinselliği şöyle açıklar: “Foucault’nun söylediği gibi, ilk defa 19. yüzyılda görülen bir terim. Kelime biyoloji ve zoolojinin teknik jargonunda daha 1800’lerde kullanılıyordu ama ancak yüzyılın sonuna doğru, yaygın olarak bugün bizim için sahip olduğuna yakın bir anlamda –Oxford English Dictionary’nin ‘cinsel olma veya cinsiyeti olma’ niteliği olarak tanımladığı anlamda kullanılmaya- başlandı.”549 Cinsellik, türün devamı için zorunlu bir eylemdir. Bu yüzden insan zihnini en çok meşgul eden konulardan biri olmuştur. “Seks, ‘hem gövdenin hayatına hem de türlerin hayatına erişmenin bir yolu(dur)’. İşte bu yüzden ‘cinsellik bireysel varoluşların en küçük ayrıntılarında aran(mış); davranışlarda izi sürül(müş), hayallerde peşine düşül(müş); en küçük deliliklerin temelinde olduğundan şüphelenil(miş), kökleri çocukluğun ilk yıllarında aranıp bulun(muştur).”550 Bu konuda Freud’un çalışmaları çığır açmış, kendinden sonraki çalışmalar için yol gösterici olmuştur. Cinsellik, türün çoğalmasının yanı sıra bir zevk kaynağı olarak görülmüştür. İnsan, fantezilerini karşı cins üzerinden tatmin yoluna gitmiştir. Kadın ve erkeğin karşılıklı rızasıyla gerçekleşmesi gereken bu eylem, zaman zaman zor kullanmaları da beraberinde getirmiştir. Toplum, cinselliğin açık olarak gerçekleşmesini onamamış, dinler de onu günah olarak görmüştür. Böylelikle karanlığa itilen, ayıplanan bu davranışın gerçekleşmesi için iki cins arasında evlilik olarak adlandırılan hukukî ve dinî bir sözleşme yapılmaya başlanmıştır. Ancak cinsellik, resmî ve gayri resmî genelevler aracılığıyla bir metaya dönüştürülerek ya da tecavüz, ensest gibi şiddet içeren yollarla bir tatmin ve suç öğesi olmayı sürdürmüştür/sürdürmektedir. Cinsel çeşitlilik, her iki cins için aynı ölçüde hoşgörüyle karşılanmaz. “Kadınlar, erdemli ve hafif kadınlar” olarak ikiye ayrılır, hafif kadınların toplum dışına itilmesi daha kolaydır. Ancak “erkekler, sadece kendileri tarafından değil, toplum tarafından da geleneksel olarak fiziksel sağlıkları için cinsel çeşitliliğe muhtaç görül”ürler.551 Ataerkil toplum yapılarında kuralları, cezaları koyan erkeğin, doğumundan önce başlayan şenlik

548 Andre Morali-Danios, Cinsel İlişkiler Sosyolojisi, (Çev. Semih Tiryakioğlu), Varlık Yayınları, İstanbul 1973, s. 6. 549 Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s.29. 550 Michel Foucault, The History of Sexuality, Cilt 1: An Introduction, Harmondsworth: Pelican, 1981, s. 146’dan aktaran: Giddens, Age, s. 168. 551 Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 14.

148 havası, doğumdan sonra da devam eder. Baba ve toplumla birlikte, anne de yoksun olduğu penise552 kavuşma çabasıyla, kendisinin kadın olduğunu unutarak (belki bundan utanarak) erkek çocuğunu, üstün cins olarak yetiştirme yoluna gider. Bu durum, toplumda birtakım sapıklıkların yaşanmasına; kadınların toplumda özgür hareket edememelerine veya birtakım baskı ve korkularla erkeğin gözünden uzaklaştırılmaya çalışılmasına sebebiyet verir. “1960’ların toplumsal hareketlerinin ilan ettiği cinsel özgürlükçülükle”553 birlikte kadınlar cinsel özerkliklerini genişletmiş, erkek ve kadın homoseksüelliği yaygınlık kazanmaya ya da gizlenmemeye başlanmıştır. “Cinsel özgürlük, iktidarı takip eder ve onun bir ifadesidir; aristokratik tabakada belirli zamanlarda ve yerlerde kadınlar, üreme ve rutin çalışma zorunluluklarından kurtuldukları için bağımsız bir biçimde cinsel zevklerin peşine düşebiliyorlardı.”554 Burjuvazi, genel algının ahlaksızlık olarak nitelediği davranışları gerçekleştirmede olanaklara fazlasıyla sahiptir. 20. yüzyılda “Hamilelik sadece suni olarak engellenmekle kalmayıp suni olarak üretilebilir hâle geldiği için, cinsellik”555 tamamen özerkleşmiştir. Ne kadar özgürlükçü düşünülürse düşünülsün toplumda, “seks, onu inkâr eden metinlerin yanı sıra onu kutlayan metinler tarafından da yaratılan bir ‘sırdır.’”556 Yasak ve günah kavramları, cinselliğe ilgiyi, açlığı daha da arttırmaktadır. Kadın ve erkek arasındaki cinselliğin dahi yadırgandığı, yargılandığı bir dünyada hemcinslerin birbirleriyle ilişkisi elbet hoş karşılanmayacaktır. Sınırsız cinselliğin anlatıcısı “Sade’ın, Apollinaire tarafından keşfi sürrealizm gibi avangard bir sanat adına, modernist sanat adına, sanatta gayri meşru bir cinsellikten hareket eden yeni bir estetik zevk(sizliğ)in habercisi”557 olmuştur. Ana akım edebiyatta meşru cinsellik bile geçiştirilir. Marjinal söylemde meşru olan ve olmayan cinselliğe, yaşamdaki gerçekliğiyle yer verilmeye çalışılmıştır. Cinsellik, marjinal söylemde heteroseksüellik ve homoseksüellik olarak karşımıza çıkar.

552 Sigmund Freud, Cinsellik Üzerine, (Çev. Seher Kutlu), Alter Yayıncılık, Ankara 2012, s. 50. 553 Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 34. 554 Age, s. 44. 555 Age, s. 34. 556 Age, s. 27. 557 Veysel Öztürk, “En Güzel Şiirler Kötülükten Çıkar: Türk Şiirinde Yarı-Kötücüllük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 99.

149

2.12.1. Heteroseksüellik Erkek ve kadın arasındaki bir eylem olarak kabul edilen, toplum tarafından da onaylanan cinselliğe işaret eden heteroseksüel kelimesi, “‘farklı’ anlamına gelen Yunanca heteros ve ‘cinsiyet’ anlamına gelen Latince sex”558 sözcüklerinin birleşmesiyle oluşturulmuştur. Farklı, karşıt iki cinsin (erkek ve kadın) arasındaki ilişki, bu sözcükle adlandırılır. Heteroseksüel ilişki erkek egemen toplum tarafından belirlenen, erkek egemenliğini güçlendiren bir eylemdir. Cinsellik erkek tarafından, erkeğe göre tanımlanmıştır. Atkinson’a göre heteroseksüellik, “Erkek sınıfını tanımlayan cinsel özelliklerdir... Bu erkeklerin cinsellik saplantısını da açıklayabilir. Cinsel ilişki, erkeğin sınıf olarak üstünlüğünü anımsatır. Ayrıca sınıf baskısı açısından dişiye de aşağı bir sınıfa ait olduğunu hatırlatır.”559 Erkeğe bir üstünlük sağlasa da toplumdaki kadınlar tarafından da paylaşılan heteroseksüel anlayışın, toplumların bilinçaltlarına işlediği söylenebilir. Erkek egemen bir toplum yapısında, kadınların erkekten farklı düşünmesi zor olacaktır. Çünkü farklılık hemen kınanacak, yargılanacaktır. Başlangıçta sadece iki cinsin varlığını kabul eden, erkeğin de kadının da sadece birbiriyle cinsel birlikteliğini meşru gören bu anlayış, aileden başlayarak devletin ideolojik aygıtlarınca da desteklenir. Devlet babadır, erkektir; bilendir, karar verendir. Charlotte Bunch, feminist bir bakış açısıyla şunları söyler: “Heteroseksüellik aslında erkeklere öncelik tanımak demektir. Hepsi o kadar. Her kadının heteroseksüel olduğu, erkek tarafından tanımlandığı ve erkeğe ait olduğu varsayılır. Kadının vücudu, hizmetleri, çocukları erkeğe aittir. Bu tanımı kabul etmezseniz sapık olursunuz, kiminle yatarsanız yatın..”560 Üreme merkezli cinsellikte doğal kabul edilen cinsel eylem türü, karşı cins ile yapılandır. Kadın ve erkeğin fiziksel ve ruhsal olarak olgunlaşmalarından sonra, her iki cinsin de onayı ile gerçekleşir. Karşı cins de olsa bir zorlamayla gerçekleşen cinsellik ya da ensest, toplumca kabul görmeyen, sapıklık olarak adlandırılan bir davranıştır.

558 “Heteroseksüellik”, https://tr.wikipedia.org/wiki/Heteroseks%C3%BCellik, (03.04.2015) 559 Ti-Grace Atkinson, 'University Of Rhode Island: Movement Politics and Other Sleights of Hand,' Amazon Odyssey içinde, Links Books, NewYork, 1974, s. 103-4’ten aktaran, Carol Anne Douglas, Sevgi Ve Politika, Radikal Feminizm ve Lezbiyen Teori, (Türkçesi: Nilgün Aydoğan), Kavram Yayınları, İstanbul 1995, s.1 49. 560 Charlotte Bunch, 'Not for Lesbians Only,’ Quest:A Feminist Qmrterly, cilt: II, sayı: 2, Güz 1975, s. 52-53.ten aktaran: Carol Anne Douglas, Age., s. 155.

150

İnsanı, cinsel kimlik açısından erkek ve kadın olarak sadece ikiye ayıran yaygın düşünce, erkek egemen bir anlayışı yansıtır. “Heteroseksüellik kadınları birbirinden ayırır; kendilerini erkekler yoluyla belirlemek zorunda bırakır; kadınları erkekler için, erkler ve sosyal statüleri yoluyla gelecek imtiyazlar için birbirine karşı yarışmaya zorlar. Heteroseksüel toplum, kadınlara özgürlüklerini terk etmek karşılığında birkaç imtiyaz sunar: örneğin, annelere saygı duyulur ve onlar onurlandırılır, eşler ve sevgililer toplumda kabul görür ve biraz da olsa ekonomik ve duygusal güvenlikleri vardır, kadın sokakta erkeğinin yanındayken fiziksel olarak korunur, vs. İmtiyazlar heteroseksüel kadınlara statükolarını devam ettirmede kişisel ve politik bir duruş verir.”561 Erkek, kadına karşı fiziksel üstünlüğünü her alanda kabul ettirmek ister. Ataerkil toplumlarda erkek sözü geçen, kadın söz dinleyendir. Ancak kadın cinselliğiyle erkeği her yola sevk edebilecek güçtedir. “Erkek ve kadın arasındaki ilişkiler özellikle politiktir, güç ve baskı içerirler. Lezbiyen, aktif olarak bu ilişkiyi reddedip kadınları seçtiği için, kurulu politik sisteme başkaldırmıştır.”562 Bu yüzden, kendi otoritesine karşı yapılan bu isyanı, erkek hoş karşılamaz. Toplumun genel algısı heteroseksüel olduğu için homoseksüellik dışlanır. Heteroseksüelliğin, toplumun/sistemin onayladığı bir ilişki olması, bu tür cinselliğin edebî metinlerde yer almasını, her ne kadar ayıp olarak görülse de eşcinselliğe göre daha kolaylaştırmıştır. En azından çağrışım, ima yoluyla anlatılabilmiştir. Marjinal söylemde ise insanî bir gerçek, doğal bir ihtiyaç olarak, cinsel eylem, cinsellikle ilgili her tür sözcük, açık saçık yer alır. Aşağıdaki dizelerde cinsel ilişki, pornografik bir film sahnesi gibi canlandırılmıştır: “Ve s.kimle bir tokat atıyorum a.cığına Yanakların kızarıyor Ve kulaklarına tırmanıyor yangın. Emerken parmağını Küçük dilin boğuyor seni İçine kusuyorsun özünü öğürerek.”563 Bu dizelerde cinsellik, erkeğin kadın üzerinde gerçekleştirdiği bir haz eylemi olarak yer almıştır. Aktif olan erkektir, kadın edilgendir. Ayrıca cinsel eylem bir güç gösterisine

561 Charlotte Bunch, “Lezbiyenler İsyanda”, (Çev. Mehmet Mücahit Atik), Underground Poetix, Vol.9, s. 81. 562 agm, s. 79. 563 Şenol Erdoğan/ feat by Cravan, “Kedim pembe sıçıyor ve yağmurlar kesik”, Underground Poetix, Altıkırkbeş Yayın, Vol: 9, s. 14.

151 dönüşmüştür. Aşağıdaki dizelerde ise bir kadınla yaşananlardan sadece cinsellikle ilgili anların anımsanması söz konusudur: “ben daha önce iki kadın sevmiştim birinin nar çiçeği kokardı bacakları diğerinin limon küfü koltukaltları başka bir şey kalmamış aklımda, ya da yalnızca kokusu vardı o kadınların”564 Birçok şiirde erkek egemen cinsellikle ilgili ifadeler, argo sözcükler yer alır. Ece Ayhan’ın “galiba yine yüz kişi ütülemiş kayıkta kızcağızı”565, “Tek konuşulur yüzüdür bacaklarının arası”566 dizeleri kadın ve fuhşa bakışı gösterir. Batuhan Dedde de “Kırmızı iç çamaşırından Bacaklarını sıyırıyor ağzı leş kokan ruhu yırtık bir or.spu”567 dizelerinde bir or.spunun hem fiziksel hem de psikolojik durumuna değinir. Deniz Dengiz de aşağıdaki dizelerde kadınının cinsel yönünü öne çıkaran bir anlayışı sergiler: “Senden gizli nice tek bacaklı kadın tanıdım memeleri büzülmüş çarşı esnaflarında. G.tü vahaya açılan çıtkırıldım genç kızlar becerdi beni günaydınlar, aşkları var diye.”568 Pemra Oğuz, erkek bakışından uzaklaşır; bir kadın olarak, kendi vücudunu erkeğinkiyle eşitler, cinsel eylemden kadının da aldığı hazzı dile getirir: “Yani bu sıkıntı çok estetik durmuyor Göğüslerim kadar gövdemde Sen kuzey iklimlerde camı örterken Burası sıcak Terim terine yol arar sana akar gece Yoksun ya yanımda Her gün biraz daha yaşa diye tattırdığın tenin Bu gece damağımda yavanlaşıyor”569 Marjinal söylemde heteroseksüel anlayış, daha çok erkeğin gözünden kadına bakma ve kadını bir zevk nesnesi olarak görme, onu or.spulaştırma şeklinde yer bulur.

564 Altay Öktem, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995, s. 70. 565 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s. 31. 566 Age, s. 87. 567 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altı Kırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s. 47. 568 Deniz Dengiz, “A/n-ne”, Karakalem, S. 4, Haziran 2008, s. 97. 569 Pemra Oğuz, Utanmazlık Mahareti, Venedik Yayınları, İstanbul 2012, s. 12.

152

Ayrıca romantik aşkın sonucu olarak yaşanan cinselliğe de yer verilir. Genel anlayışın dışında, bir erkek ve kadın arasında yaşanan üreme veya hazza dayalı eylem, farklı şekillerde, utanılmadan, ayıp ve günah diye düşünülmeden tasvir edilir. Ana akım edebiyatta anlatılan aşkta cinsellik üzerinde pek durulmaz. Cinsellik sahneleri karartılır. Aşkın, kadın ve erkek birlikteliğinin, evliliğin amacı ve doğal bir sonucu olan cinsellik, gerek doğal olarak, gerek sapkın bir eylem olarak ancak marjinal söylemde kendine yer bulabilmiştir.

2.12.2. Eşcinsellik Eşcinsellik, adı üzerinde, bir cinsin kendi hemcinsiyle olan ilişkisidir. Cinselliğin doğasına aykırı görülen bu davranış, “dönüklük”, “doğuştan gelen bir sinir soysuzlaşması (dejenerasyon) belirtisi”; ya da sonradan gerçekleşen bir “soysuzlaşma”570 olarak nitelenmiştir. Freud, Cinsellik Üzerine adlı eserinde dönüklüğün eski çağ uluslarında sık görülen bir pratik olduğunu; ilkel, vahşi kavimler arasında da yaygın olduğunu ve “aynı cinsten olanlar arasındaki alışveriş, savaş zamanlarındaki karışıklık, hapishanelerde yatmalar, heteroseksüel ilişkilerin sunduğu tehlikelerden korkma, bekârlık, iktidarsızlık”571 gibi koşullarda ortaya çıkabileceğini belirtmiştir. Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine adlı eserinde ise, “İncelenen eşcinsel erkeklerden tümünün unutulmuş ilk çocukluk döneminde bir kadına, genellikle anneye, annedeki aşırı sevecenliğin yol açtığı ya da kamçıladığı ve babanın aile yaşamından çıkıp gidişiyle desteklenen pek yoğun cinsel bağlanım gösterdiği anlaşılmıştır.”572 demektedir. Ayrıca, “eşcinsel erkeğin oğlanların peşinden koşar görünmesinin, gerçekte kendisini annesine sevgide sadakatten ayıracak başka kadınlardan kaçış anlamına geldiğini belirt(miştir).”573 Eşcinsellik çok eski tarihlerde de üzerinde durulmuş, tartışılmış bir konudur. Antik Yunan’da eşcinsellik bir tabu olarak görülmez, hatta Platon, Şölen’de “eşcinsel çiftlerin çok iyi asker olacağı”nı574 söyler. Eşcinselliği tabu hâline getiren Yahudi- Hristiyan uygarlığı olmuştur, Bizans İmparatoru Iustinus’un yasalarında eşcinsellere ölüm cezası öngörülmüştür.575 Eşcinseller, Batı’da şiddet içeren cezalarla

570 Sigmund Freud, Cinsellik Üzerine, (Çev. Seher Kutlu), Alter Yayıncılık, Ankara 2012, s. 5-6. 571 Age, s. 7. 572 Sigmund Freud, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, (Çev. Kamuran Şipal), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s. 54. 573 Age, s. 55. 574 Ayşen Gür, “Batı’da Eşcinsellik”, #tarih, Eylül 2014, S. 4, s. 40. 575 agm, s. 41.

153 karşılaşmışlardır. Fransa’da her ne kadar Fransız Devrimi ile dine dayalı suçlar kaldırılırken buna eşcinsellik de eklense de “1980’lere kadar genel ahlaksızlık yasasından yararlanan polis, eşcinselleri kovalamayı sürdür”müştür.576 1960’lardaki öğrenci, feminist, savaş karşıtlığı ve siyahların özgürlük eylemlerinden sonra, tarihe Stonewall Inn ayaklanmaları olarak geçen eylemler, eşcinseller için bir devrim niteliğinde olmuştur. Amerikan Psikiyatri Derneği, eşcinselliği önce “sosyopatik bir kişilik bozukluğu”, sonra da “cinsel sapma” olarak tanımlamış, 1974’te ise eşcinselliği hastalık listesinden çıkarmıştır.577 Eşcinseller, 1969’dan sonra “homoseksüel” yerine, çağrıştırdığı olumsuz anlamlardan uzaklaşmak için “neşeli, pervasız anlamındaki ‘gay’”578 sözcüğünü kullanmaya başlamışlardır. “‘Gay’ sözcüğü, birçok aktif homoseksüelin ve heteroseksüel kişilerin çoğunun bir zamanlar sahip olduğu homoseksüel imajından çok farklı bir renkliliği, açıklığı ve meşruluğu ima ed”er.579 Gay sözcüğü zamanla sadece erkek eşcinseller için kullanılırken; kadın eşcinseller için de Sappho’nun adıyla yan yana anılan ve Lesbos Adası’ndan gelen “lezbiyen” sözcüğü580 kullanılmaya başlanmıştır. Charlotte Bunch, “Lezbiyenler İsyanda” adlı yazısında, “Lezbiyen olmak, kadınları reddeden ve küçümseyen bir kültürde kendini, kadını sevmektir. Lezbiyen, erkek cinsel/politik baskısını reddeder; onun dünyasına, sosyal organizasyonuna, ideolojisine ve kadını küçümseyen tanımına başkaldırır.”581 der. Yazar, kadının erkek egemen kültürde, erkek üzerinden tanımlanmasına karşı çıkmakta; lezbiyen anlayışı, kadını, kadın üzerinden, kadınlığıyla tanımlama eylemi olarak nitelemektedir. Cinsellik denilince akla ilk gelen türün devamı, yani üremedir. Eşcinsel ilişkilerde böyle bir amaç yoktur. Kurulu düzene, doğal kabul edilene bir karşı çıkış söz konusudur. Hem erkek hem de kadın eşcinsellerin ilişkilerinde cinsellik, üremeden tamamen ayrılmış şekildedir. Cinsel tepki plastikleşmiştir. Partnerlerin zevkleri, birbirlerinin hoşuna gitme anlayışı her şeyden önce gelir.582

576 agm, s. 42. 577 agm, s. 44. 578 agm, s. 44. 579 Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 21. 580 T. Ülkü Tekten, “Lesbos Adası Sakinleri”, Dâhiler ve Aşkları, (Haz. Özcan Erdoğan), İkaros Yayınları, İstanbul 2008, s. 491. 581 Charlotte Bunch, “Lezbiyenler İsyanda”, (Çev. Mehmet Mücahit Atik), Underground Poetix, Vol.9, s. 79. 582 Anthony Giddens, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014, s. 141-142.

154

“Homoseksüellik, evlilik ve doğa dışında yerine getirilen bir cinsel eylemdir.(…) Sevgiye konu olan kişinin anormal olarak seçilmesi, kurulan birliği din bakımından kutsama olanaksızlığı ve tohum israfı”583 gibi nedenlerle homoseksüellik, dinlere göre günah kabul edilir. Yahudilik’te ve Hristiyanlık’ta homoseksüelliğe kesinlikle müsamaha gösterilmez. Eski Ahit’in Levililer kitabında, “Bir erkekle, bir kadınla yattığın gibi yatmayacaksın; bu iğrençliktir.” ve “Bir erkek bir erkekle bir kadın gibi yatarsa, ikisi de iğrençlik eder. Kesinlikle öldürülecekler; ölümü hak etmişlerdir.”584 denilmektedir. Tekvin’de, eşcinsellik ve ensest gibi sapkınlıkları yüzünden Tanrı’nın gazabıyla yok olan Sodom ve Gomora kentleri, insanlığa bir uyarı niteliğinde anlatılmıştır.585 Kur’an’da, Lut kavminin eşcinsel eylemleri ile ilgili yer alan “Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmez bir toplumsunuz.”586 âyeti, İslamiyet’te de eşcinselliğin günah olarak kabul edildiğini gösterir. Eşcinsellik, Kur’an tarafından yasaklanmış olsa da hem sosyal hayatta hem de sözlü ve yazılı ortamda varlığını, Doğu toplumlarında da sürdürmüştür. Bu konuda Murat Bardakçı’nın Osmanlı’da Seks adlı eserinin yanı sıra, #tarih dergisinin “Dünden Bugüne Eşcinsellik” özel sayısına başvurulabilir. “Türk-Osmanlı sanatındaki nice minyatürlerin, onlarca edebiyat ve bilim eserinin gerek nasihat gerekse bir tür homoerotizm şeklinde yansıttığı eşcinsellik, bir yönüyle Doğu toplumlarının bu konudaki zenginliği(ni) ve açık görüşlülüğü(nü) belgele”mektedir.587 18. yüzyıl şairi Enderunlu Fazıl, eşcinselliği övmüş, “hemcinslerinden üç ‘hûban’la yaşadığı Sokrates- vâri aşk yüzünden saraydan kovulmuş. Bu macerasını Defter-i Aşk’ta anlatmış”tır.588 Hande Öğüt, “Eşcinsel Edebiyattan LGBT Edebiyatına” adlı yazısında, “Türkiye’de, 12 Eylül 1980 darbesiyle homofobi yeniden canlandı; erkek eşcinseller, travesti ve transseksüeller aşağılayıcı sıfatlar ve alçaltıcı muamelelerle sürgün edildi. (…) Ama bir yandan da darbenin ardından gelen neoliberal politikalar sayesinde bireyin tüketici sıfatıyla da olsa öne çıkması, bastırılmış cinsel kimliklerin ifade edilmesine olanak sağladı. Ten, haz ve seks keşfedildi, cinsel eğilimler sınıflandırıldı, cinsellik ilk

583 Andre Morali-Danios, Cinsel İlişkiler Sosyolojisi, (Çev. Semih Tiryakioğlu), Varlık Yayınları, İstanbul 1973, s. 70. 584 Ayşen Gür, “Batı’da Eşcinsellik”, #tarih, Eylül 2014, S. 4, s. 41. 585 agm, s. 41. 586 Kur’an-ı Kerim Meali, (Haz. Halil Altuntaş - Muzaffer Şahin), Neml Suresi, 55. Ayet, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2006, s. 380. 587 “Doğu’da Eşcinsellik”, #tarih, Eylül 2014, S. 4, s. 32. 588 Necdet Sakaoğlu, “Enderunlu Fazıl; Eşcinselliğe Övgü”, #tarih, Eylül 2014, S. 4, s. 36.

155 kez üzerinde bu kadar çok konuşulan ve tüketilen bir alan hâline geldi.”589 diyerek, 12 Eylül darbesinin homoseksüeller üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini belirtir. Her ne kadar Türk edebiyatında eşcinselliğin işlenmesi çok yeni değilse de Modern Türk edebiyatında eşcinsel ilişkilerin etraflıca ele alınması, eşcinsellerin toplumdaki bir birey olarak görülmesi ve gösterilmesi anlayışı yenidir. Feodal düşünce günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Eşcinsellik aşağılık bir davranış, hastalık, günahkârlık vb. olarak görülüp horlanmaktadır. Tüm zorluklara ve tepkilere karşın, “90’larda ve küçük İskender, Türkiye’de çağdaş bir gay edebiyatın oluşmasında çok önemli katkılar sağla(mışlardır). Demir Özlü, Ferit Edgü, Selim İleri, Bilge Karasu, Adalet Ağaoğlu, Leyla Erbil gibi yazarlar eserlerinde eşcinsel temalara yer vermiş; Mehmet Bilal, Sadık Aslankara, Niyazi Zorlu, Ahmet Tulgar, erkekler arası aşkı anlatmayı tercih etmişlerdir. Hülya Serap Doğaner (Leyla İle Şirin), Perihan Mağden (İki Genç Kızın Romanı), Tijen Kino (Ben Kendimi Affediyorum Tanrım ya Sen?), Stella Acıman (Bella), Sibel Torunoğlu (Travesti Pinokyo), Zeynep Aksoy(Deniz Kızı), Pınar Küzeci Orhan (Kurtlu Elma Şekeri) lezbiyen cinselliğe, iki kadın arasındaki aşka, travestiliğe dair romanlar yazmışlardır.”590 Mehmet Murat Somer, Peygamber Cinayetleri dizisinde dünya edebiyatının ilk travesti dedektifini yarat(mıştır). Selin Berghan, Lubunya’da trans görünürlük, ayrımcılık ve eşcinsel cemaat içindeki sorunları; Pınar Selek, “Maskeler Süvariler, Gacılar’”da trans cemaatinin İstanbul’daki tarihini anlatmışlardır.591 Eşcinsel kimliğini gerçek hayatta da açıklamaktan çekinmeyen ve bunu şiirlerinde tüm içtenliğiyle dile getiren, küçük İskender’dir. Şairin aşağıya alıntılanan dizelerinde hemcinse karşı duyulan cinsel aşk belirgindir: “bir yanımda sen varsın bir yanımda toy bir akasya bir adımımda volkan delikanlılar lav hükümler akıtıyor bir adımımda çöküyor ortancaasya! gürle ey onurum!”592 Şairin, delikanlı bir sevgiliye karşı cinsel arzusu, bir uyuşturucu müptelasının LSD’ye karşı isteğine benzetilir:

589 Hande Öğüt, “Eşcinsel Edebiyattan LGBT Edebiyatına”, Sabitfikir, Ağustos 2013, S.30, s. 26. 590 agm, s. 26. 591 agm, s. 27. 592 küçük İskender, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 29.

156

“LSD gibi bir delikanlının darmadağın kasıklarında keşfedildi keops.. tropikal bir radikalin, bir ihtimal yansımasıydı yarımadadan bozma adamların, şahsiyetlerinde odaklaşan zaman”593 küçük İskender, “bıyıklı ağaçlara çizilmiş travesti cesetleri!”594, “gömün beni bir oğlanın kıpırtılı kasıklarına”595, “bir delikanlı eşcinselliği deydiriyor nilüfere suya eğilip”596, “satış rekoru kırabilir mi heteroseksüel düzen / bir gülü mikrofon gibi kullanan gay’lerin yanında!”597, “doğarken hiç ağlamaz i.neler”598, “Bu ülkenin cumhurbaşkanlığına aday olmayan tek i.nesiyim.”599, “selamlıyorlar gılmanların dünya tozunu”600 gibi birçok dizede açıkça ya da çağrışım yoluyla, eşcinselliği şiirlerine taşımıştır. küçük İskender, yirmi5april’den alıntılanan aşağıdaki cümlelerde eşcinselliği şeytanî bir yaklaşımla dile getirir: “Damien! Ah filintam! Böyle bir şehre ateş ne lazım! Asıl halkı katletmeli. Asıl, halka asit dökmeli. Yüreğinin dört ocağından deniz görenini ben kiralamak istiyorum. Damien. Bir sen at ol, bir ben. Birbirimizin gövdesine uzanıp yatarak dörtnala koşarak kaçalım bu karanlıktan. Elektriği sevelim. Rock’ı sevelim. Birilerini öldürelim. Birilerine tecavüz edelim. Birileri bize tecavüz etsin. Tuvaletlerde sevişelim. Birbirimizin cinsel organını elleyelim. Sabahtan akşama kadar d.züşelim. Sınıf ve ırk ayrımı yapmadan hararetle öpüşelim. Diller birbirini tastamam tanısın. Birbirimizin tükürüğünü içelim. İğrençleşelim. Damien! Haydi böyle yaşayalım. Düzeysizleşelim. Düzey’in sırrına ermeyelim.”601 Şeytansı bir kahramana seslenen şair, şeytanca emellerini, onunla birlikte gerçekleştirmek istemektedir. Topluma karşı bir öfkenin sezildiği cümlelerde, normalin dışına çıkma, halkın onay verdiği her şeyi çiğneme, düzeysizleşme, pornografik bir cinsellik deneyimi tasvir edilerek onun değer yargılarını alt üst etme, şaire kendisi gibi yaşama fırsatı vermeyen toplumun yaşam algısını da taciz etme söz konusudur. Aşağıdaki dizelerde de bir travesti, zorlu yaşam koşullarıyla, anlatılmıştır:

593 Age, s.147. 594 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 108. 595 Age, s.166. 596 Age, s.194. 597 küçük İskender, The God Jr., Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 104. 598 küçük İskender, Periler Ölürken Özür Diler, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 43. 599 küçük İskender, Papağana Silah Çekme, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 52. 600 küçük İskender, Sarı Şey, Sel yayıncılık, İstanbul 2010, s. 22 601 küçük İskender, yirmi5april, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 8.

157

“sen, batık gemilerin gözçukurlarında şifresiz atmacalar yetiştiren altkültürün boklu dudaklarına inat ısrarla devam eden kısır sancıların kolajı… sen, serüvensiz sevişmeleri suiistimal eden şehrin en aykırı travestisi”602 Altkültürün pislik içindeki mekânlarında, para için aşksız cinsellikler yaşamak zorunda kalan travestilerin durumu trajiktir. Aşağıdaki dizelerde eşcinsel ilişkinin pornografik yönü, sert bir müstehcenlikle dile getirilmiştir: “Temizdin, erkektin, fütürist özentisiydin Has ..ydin, deliği kanlıydın belki, kara kediydin”603 Ana akım edebiyatın anlatmaktan kaçındığı bir konu olan eşcinsellik, marjinal söyleme sahip şair ve yazarlar tarafından ele alınmıştır. Gerek toplumun, gerek sistemin dışladığı insanların aşkları, hayata bakışları, marjinal söylemde genel söyleme karşı çıkış, kenarda bırakılmışları sahipleniş şeklinde kendine yer bulmuştur. Kendileri de eşcinsel olan yazar ve şairlerin bu söylemdeki yerleri yadsınamaz. Geleneksel anlayışın, dinî bakış açısının bir hastalık, sapkın bir davranış olarak nitelediği eşcinsellik, Türk edebiyatında öteden beri bazı aykırı şair ve yazarlar tarafından işlenmiştir. 1980 sonrasında hem fanzinlerin sağladığı geniş özgürlük alanı hem de küçük İskender gibi şairlerin cesur söylemleri, eşcinselliğe ve eşcinsel edebiyata önyargıyı az da olsa kırmıştır.

2.13. Yeraltı Şiiri, Dil ve Üslûp

Dil, insanın kendini sözlü veya yazılı olarak anlatmak ve iletişim kurmak için kullandığı araçtır. Edebiyat da bir dil ürünüdür. Edebî türlerin her birinde ham madde durumunda olan dilin en yoğun ve özgür kullanımını şiirde görürüz. Şiir, az sözle çok şey anlatmayı amaçlar. “Şiir, karakteri icabı ‘teksifî” (yoğunlaştırmaya meyilli) bir sanattır.”604 Dil ve üslûp bir edebî metnin ortaya çıkmasında en önemli öğelerdir. Şerif Aktaş, üslûp hakkında şunları söyler:

“Üslûp, içeriğin (düşünüşün) formudur. Yazı, dış dünyayı temsil etme şeklidir, hâlbuki üslûp yazıda bir kavramı açıklar. Barthes’in ifâdesiyle ‘yazı’, içinde

602 Uluer Oksal Tiryaki, “Bahçe Makasının Hatıra Defteri”, yüxexes Karakalem, S.5, Temmuz 2008, s.74. 603 Çağdaş Çetinkaya, “Alaturka Star”, yüxexes Karakalem, S. 5, Temmuz 2008, s. 57. 604 Mehmet Tekin, Roman Sanatının Unsurları, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012, s. 171.

158

üslûbun ifâde edildiği (izâh edildiği) formlar bütünüdür. Yani yazı, bir estetik anlayışın, bir ideolojinin, bir okulun, bir grubun uyduğu, uymak zorunluluğunu hissettiği kurallar bütünü olarak düşünülebilir. Üslûp ferdîdir, kaynağını yazarın mizacından ve tecrübesinden alır. O, ‘yazarın gizli ve şahsî mitolojisine uzanan kendi kendine yeten bir dildir.’ Yazı ise kollektif karakterlidir, sanatkârın içinde yaşadığı kültürden kaynaklanır.”605 Dil, bir ifade vasıtasıyken, üslûp o vasıtanın kullanılış şeklidir. Her sanatçının kendine özgü bir üslûbu vardır, olmalıdır. Sanatçıyı, diğerlerinden ayıran, onun, sanat dünyası içinde var olmasını sağlayan yegâne özelliği üslûbudur. Şiir, dilin etkili ve yoğun kullanıldığı bir edebî türdür. Şiirde, öğreticilik, ayrıntılara yer verme söz konusu değildir. Türk şiir geleneğine bakıldığında dilin farklı dönemlerde, farklı şekillerde kullanıldığı görülür. Halk şiirinde halkın kullandığı sade bir dille, Klasik Türk şiirinde Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla karşılaşılır. Garip, sokak dilini şiire sokar, İkinci Yeni ise şiirde alışılmamış bağdaştırmalara yer verir. Söz sanatları, ölçü, uyak, Garip’le terk edilmeye çalışılır. Kısacası şiirin içeriği, biçimi, dili farklı anlayışlar çerçevesinde değişikliğe uğramıştır. Yeraltı edebiyatı ve marjinal söylem de kendi dil ve üslûbunu oluşturmuştur. Genel anlayışta şiir, yüksek bir sanat olarak görülür ve şiirde kullanılan sözcükler özenle seçilir. Sözcüğün müzikal değeri, çağrışım gücü önemsenir. Güzel olan, estetik olan tercih edilir. “Modern toplumun estetik deneyimi, Platoncu güzellik anlayışına dayanır. Platon’a göre güzellik, gerçeğin ihtişamlı bir şekilde kendini göstermesidir. Bu ‘güzellik’, günlük hayatın ve algıladığımız dünyanın ötesinde bizleri kapsayan ve var eden özdür.”606 Sıradan olanın yerine, insanın estetik zevkini geliştireceği düşünülen ihtişamlı güzellik tercih edilir. Yeraltı şairi ise söylemini ana akımın güzellik anlayışının dışında kurar. Şiir, diğer edebî türlere nazaran şaire daha özgür bir alan sunar. Her ne kadar belli bir güzellik anlayışı/arayışı olsa da, söylenmeyeni söylemek, söyleneni daha güzel söyleyebilmek düşüncesi şiirin olanaklarını genişletir ve şairi yaratıcılıkta özgürleştirir. “Şiirin ilk eylemi, sözcükleri özgürleştirmektir. Hegemonik dile karşı verilen savaş içinde özgürleştirilen sözcükler, bir karşı-dil uzamına akmaya bırakılırlar.”607 Bu

605 Şerif Aktaş, Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yayınları, Ankara 2002, s. 58. 606 Mehmet Arısan, “Ölü Bir Anneden Sakat Doğmak, Jean Genet ve Alternatif Kimlik”, Defter, S.30, Bahar 1997, s. 56. 607 İsmail Mert Başat, Buyruk ve İtaat/ Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006, s. 182.

159

özelliğinden dolayı, şiirin mevcut sisteme başkaldırması, genel anlayışın dışına çıkması daha kolaydır. Yeraltı edebiyatında ve marjinal söylemde “dilin kullanımı son derece esnektir, argo ve küfür kullanımından kaçınılmaz.”608 Gündelik dil, sokak dili estetik olup olmadığı düşünülmeden, olduğu gibi kullanılır. Küfür ve argo denildiğinde akla ilk gelen şairlerden biri Can Yücel’dir. Aşağıdaki şiirde Zeus, çapkınlığı dolayısıyla p.zevenk olarak nitelenmiştir: “Oh olsun Zeus p.zevengine! Apollon olsan ne lâzım gelirmiş gibisine…”609 “Can Yücel’in şiiri ironik olduğu kadar da dilin sınırlarını genişletmekle kendisini mükellef sayar. (Onun şiiri) yeraltı edebiyatının da daha sakin örneklerinden biri olarak görülebilir.”610 Müstehcen olarak görülen durumları, açık saçık sözcüklerle anlatmaktan çekinmeyen Yücel, aşağıdaki şiirinde de, “seke seke” gelinen hayatın, ağır aksak yaşanmasına karşı çıkar. Ondan haz alarak, onu “s.ke s.ke” yaşamak gerektiği düşüncesindedir: “Çatal yüreğimle türkülü yollara Düştüm ki o kadar olur… Seke seke ben geldim S.ke s.ke gidiyorum…”611 Şair, “küçük İskender” başlıklı şiirinde de argo sözcükleri sıkça kullanmıştır. “Kartpostal” sözcüğünü, sözcük oyunu ile farklı bir anlama gelecek şekilde kullandığı şiirde, eşcinsel göndermeler dikkat çekicidir: “Kuşumla fazla oynama sen! Seni becereceğime, ayol, Büyük İskender’i beceririm! Hem sana şunu da söyleyeyim: Nâzım için ‘Gurbette yazdığı şiirler Kartpostal şiiri’ diyen Ece’nin kendisi Kart bir postal...”612

608 Altay Öktem, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 17. 609 Can Yücel, Rengâhenk, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014, s. 47. 610 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 25. 611 Can Yücel, Seke Seke, Papirüs Yayınları, İstanbul 1997, s. 4. 612 Can Yücel, Portreler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012, s. 37.

160

Can Yücel, sokağın dilini, argosunu, küfrünü samimi bir üslûpla, mizahî bir yergi aracı olarak kullanır. Yücel’de dil, bu yönüyle alışılmış söyleme bir karşı çıkıştır. Şair, aşağıdaki dizelerde de küfre olan düşkünlüğünü dile getirmiştir: “Ölürsem neye gam yerim ki en çok? Bidaha küfredemeyeceğime”613 Can Yücel, kendi uydurduğu sözcüklerle de resmi dilin dışına çıkar. Jale Gülgen Börklü, “mongoloyit, insanallah”614, “libidoşlar”615, “denizamı”616 gibi sözcüklerden hareketle, Can Yücel’in “Can Yücel’ce” diye adlandırılabilecek kendine has bir dil dünyası olduğunu belirtir.617 Marjinal söylemde dil ve anlatım didaktik değildir. Dinî, milliyetçi unsurlara ancak bir karşı duruş sergilenirken yer verilir. Büyük sözler, ideal yaşamlar, ütopik yarınlar yoktur. Gerçek, yaşanmışlığının sahiciliğiyle yansıtılır. Yeraltı edebiyatının diğer anlatılarındaki dil özellikleri yeraltı şiirinde ve marjinal söylemde de yer alır. Marjinal şiir, kabul gören şiire göre, şiir olarak nitelenmez. Belli kuralların, güzellik anlayışının hâkim olduğu şiir anlayışının, kurallara başkaldıran, kabul gören her şeyi yerle bir eden bir anlayışı benimsemesi zaten düşünülemez. Hasan Bülent Kahraman, ana akım edebiyata göre şiirin nasıl değerlendirildiğini şu cümlelerle özetler: “Şiir makbul edebiyata göre, ‘yüksek’ bir sanattır. Diğer birçok şey gibi o da kategorize edilmiştir. Çağlar değişse ve her defasında şiirin klasik yapısı bir kere daha kırılsa, bozulsa bile resmi edebiyat bu algısını değiştirmez. Şiiri duygularla ve bazı çerçevelerle ilişkilendirir. Bu düşüncesinde ısrarlıdır ve eğitim sistemi bu düşünceyi topluma benimsetmek maksadıyla donanmıştır.”618 Yeraltı şairi için şiir yüksekte değildir; kenar mahallede, genelevde, batakhanede, yani yerin altındadır. Dolayısıyla da şiir, oraların diliyle şekillenir. Devletin eğitim sistemi içinde de bu şiirlerin yer alması düşünülemez. Burada, eğitim kurumlarının ideolojik bir aygıt olmaları söz konusudur. Aşağıdaki şiirde, genel kabul gören şiirde yer alamayacak, konuşma dilindeki ifadelere, argo ve küfre yer verilmiştir: “Geber sevgilim! Gebermelisin;

613 Can Yücel, Güle Güle-Seslerin Sessizliği, Papirüs Yayınları, İstanbul 1993, s. 107. 614 Can Yücel, Çok Bi Çocuk, Papirüs Yayınları, İstanbul 1994, s. 25. 615 Can Yücel, Maaile, Papirüs Yayınları, İstanbul 1996, s. 63. 616 Can Yücel, Ölüm ve Oğlum, Cem Yayınevi, İstanbul 1976, s. 85. 617 Jale Gülgen Börklü, Can Yücel’in Hayatı, Edebî Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi, Doktora Tezi, Ankara 2012, s. 576. 618 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 24.

161

Ruhunda bir kuğu gibi süzülen kötürüm düşler Akarken nefesinden yüzüme doğru Tenime değdirdin kaç molekülün varsa O kadar atomlarına bölün, O kadar s.ktir git!”619 Dil, kullananın amacına ve yeteneğine göre şekillendirilebilen bir yapıya sahiptir. “Dil, plastik bir olgudur. (…) Bir yandan iktidarı oluşturan söylemi kurar, Barthes’in gösterdiği üzere, bir yandan da iktidarın sökülmesi için gerekli olanı yapar.”620 Yapmak için de yıkmak için de kullanılabilir. Dil yılanı deliğinden çıkarabileceği gibi, kullananı dilim dilim de edebilir. Ailede, okulda öğretilen resmi, cici dilin yanı sıra bir de sokakta öğrenilen kötücül bir dil vardır. Bu dil marjinaldir, kural dışıdır, verili dilin dışındadır. “Muhalif şiir ve onun daha sert bir biçimi olan yeraltı şiiri (verili) dil dışıdır.”621 Bir anlaşma aracı olarak “ortak bir kabule” dayanan dil, marjinal söylemde kabul edilenin dışına çıkar. Şiirin kendi dilini kurabilme özelliği, yeraltı şiirinde daha ileri boyuta taşınır. Resmi dile saldırılır, onun dışında, ona karşı bir dil oluşturulmaya çalışılır. “Ece Ayhan öncelikle dilin verili yapısına hücum eder.”622 Sözcüklerin alışılmış yapısını bozar, yeni sözcükler oluşturur. Bütün Yort Savul’lar!’da623 “Çapalı Karşı”(s.62), “güzeligeliş”(s.99) gibi örneklerde kalıplaşmış sözcükleri bozarak kullanır. Karşı olduğu sistemin diline karşı “ışkırlak”(s.100), “üflemli”(s.105), karaşın(s.107), “koşarlı”(s.135) gibi sözcükler türetir. Ece Ayhan şiirlerinde argoya da çokça yer vermiştir. “Gaga burunlu bir çaça der: ‘Siz sermayesiniz ayol!’”624 dizesinde “çaça” ve “sermaye” sözcükleri argodur. “Ulan git şimdi milli gelirden söz açma bana defol bas git yıkıl”625 dizesinde sokak dilinden yararlanan şair, müstehcen ifadeler de kullanmıştır. “Eyüp Sultan’da cumhur s.kişi yaparlardı.”626, “Beyoğlu’ndaki fuhuşla, p.zevenklerle ve or.spularla iç içe yaşıyorsun.”627 dizeleri düzyazı cümlesi şeklinde kurulmuş ve kullanılan müstehcen sözcüklerle resmi söylemin ve şiirin dışına çıkılmıştır.

619 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s. 24. 620 Hasan Bülent Kahraman, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S. 1169, Şubat 2005, s. 9. 621 Hasan Bülent Kahraman, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 24. 622 agm, s. 25. 623 Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004. 624 Age, s.191. 625 Age, s.31. 626 Age, s.237. 627 Age, s.247.

162

Ömer Türkeş, Yeraltı edebiyatının dilini şöyle özetler: “‘Yeraltı’nın yeni bir dili vardır. Yüksek edebiyatın alışılageldik, seçkin sözcük haznesini ve titizlikle kurulmuş cümlelerini bir kenara itip sokağın dilini aksettiren, ‘bellekten, bilgelikten, düş gücünden, zihinden, felsefeden değil, yaşamın içinden doğan’, tınısını sokaktaki adamın argosundan alan ‘müstehcen’ bir dildir o!..”628 Vecdi Çıracıoğlu da “Yeraltı Edebiyatı’nda dilin pejmürde edildiğini görürüz. Kelimeler kırılmaz, parçalanır, cümleler savrulur ve savrulurken üzerlerine asit damlatılır. Yazar ya kusturur ya osurtur ya da insan onuruna aykırı cinsel temalarla metnini kurgulamaya çalışır.”629 diyerek bu tür eserlerde yazarın/şairin dili kullanımı hakkında bilgi verir. küçük İskender’in şiirlerinde yeraltı edebiyatının dil özellikleri açıkça görülür. Yüksek edebiyatın bazı sözcükleri dışlayıcı, seçkinci tutumu onun şiirleri için geçerli değildir. Şiiri, gerek içeriği gerek dili, gerek okuyucu kitlesi olarak elitist bir anlayışın dışındadır. Şair, her türlü sözcüğü marjinal bir anlayışla ve bir karşı çıkışla, genel anlayışı yerle bir edercesine kullanır. Nilay Özer, “küçük İskender’in Şiirlerinde Aşk Anlatısı: Suç, İktidar ve Ölüm” adlı yazısında, İskender’in, şiirlerinde kullandığı sözcükleri dört gruba ayırır: “1. Argo ve küfrü de içeren erotik/ pornografik sözcükler, 2. Cinayet, tecavüz, cinsel taciz, uyuşturucu gibi kanun ve ahlâk bağlamında suça ilişkin ve şeytanî olanı işaret eden sözcükler, 3. Devlet ideolojisine, iktidar odaklarına saldıran siyasi içerikli sözcükler. 4. Tıp başta olmak üzere bilimsel terminolojiyle insan bedeninin üye, organ ve dokularına ilişkin sözcüklerle ilaç isimleri.”630 küçük İskender, toplum tarafından dışlanan bir cinsel tercihle, bu cinsel aşkı anlattığı şiirlerinde, dışlanmış sözcükleri tercih eder. Cinselliğin pornografik betimlemelerle anlatıldığı aşağıdaki dizelerde yer alan “g.t, ç.k” gibi sözcüklerle şair, toplumun ahlâkî değerlerine saldırmaktadır: “G.t deliğindeki yüce ruh! ferah antreye bırakıldı karakutu

Uyuyan güzel delikanlılar sertleşen ç.kleriyle selamladılar kan kırmızı kurdu

628 A. Ömer Türkeş, “Soruşturma”, Varlık, S. 1169, Şubat 2005, s. 15. 629 Vecdi Çıracıoğlu, “Soruşturma”, Varlık, S. 1169, Şubat 2005, s.20 630 Nilay Özer, “küçük İskender’in Şiirlerinde Aşk Anlatısı: Suç, İktidar Ve Ölüm”, https://nilayozer.wordpress.com/2015/04/28/kucuk-iskenderin-siirlerinde-ask-anlatisi-suc-iktidar-ve- olum/, (24.04.2015)

163

ölürken ‘hoşçakalın’ demedi kimse”631 Aşağıdaki şiirde de yine, onaylanmayan cinsellikle ilgili sözcüklerin ön plana çıktığı görülmektedir: “ve sıcağı sıcağına yalanmış kıllı kayısılar dilimde s.dik dilimde regl dilimde akıntı içimde ise sübyan bir sıkıntı, gibi körü körüne körüklenen şu özgür olma tutkusu”632 Aşağıdaki dizelerde de ana akım edebiyatta alışık olunmayan birçok sözcük yer almaktadır. “Tom Waits” isminin yanı sıra “gotik, kaşmir, gram, eroin, barmen, sadizm” gibi sözcükler, şiiri alışılmış kalıpların dışına çıkarmaktadır: “Atların başı ağrıyor Tom Waits bunu nerden bilsin Kirpikleri kaşmir yeni dişilerin gotik sahnesi bu Arka masalarda ressamlar zavallı hatalı bir gönyeyi dövüyor Sokak şairi tartılmış, ağırlığı az gram eroin Ve tanıdık barmen içkilere bile bile sadizm katıyor”633 küçük İskender, Ölü Evinde Seks Partisi634 adlı şiir kitabındaki, “Gözleri şahin dövmeli harbi or.spularla yatıp / Gözleri akrep t.şağı delikanlılarla sevişmeli”(s.83), “Eski aşkım pc’de kamera açmış, otuz bir çekiyor”(s.58), “guillan barre sendromu diyor buna / aynı morgda çalıştığım bebek ölüler”(s. 64), “eğilmiş, kan içiyor cüzamlı geyikler senden”(s.73) dizelerinde de pornografik, ahlâksız, teknik, şiddet içeren sözcükler seçmiştir. İskender’in şiirlerinde dikkat çeken bir başka özellik ise yabancı sözcükler kullanmasıdır. Şiir kitaplarından “The God Jr.”da, yer alan bazı şiir isimleri şöyledir: “alpha, post-it, catofone, apranti, bop, Iysis, gogo, mandrake, madridcafe, warlock, ambivalance, embriyo, transS’, prosedür, travers, preH’, garden, aids, mephisto, toksin, aminoasit, döpiyes, conitous, rujartiyeromans, poleatpoet,…” küçük İskender, bazen, sokak ağzını, kenar mahalle insanlarının günlük konuşmalarını, içtenlikle şiirine taşır: “a’met ablanızın ta malatya’dan kopartıp getirdiği kabzımal sevgilisi ve taşeron turgut’un gacısı lezzo semra’ilen öttürüyor her gecenin başkuşunu ve kokoreççi süleyman’ın kalkmadığında kuşu

631 küçük İskender, The God Jr., Sel Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 137. 632 küçük İskender, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 130. 633 küçük İskender, Ölü Evinde Seks Partisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2014, s. 83. 634 Age.

164

yatakta hep bi beyi-az dizi aşkı yaşayor kütürdetiyor yezit istiklali allahıma korkma sönmezi ezberleyememiş hürriyet çocuğu”635 Şiirde mahalli olayların, mahalli ağızla anlatılması, realist yazarların tutumuyla benzeşir. Şair, kenarda kalan insanları, onların diliyle şiirleştirerek var etmektedir. Altay Öktem’in şiirlerinde de cinsellik ve şiddet içeren sözcüklerle fazlaca karşılaşılır. Onun şiirlerinde de edepli bir edebiyat öğreniminden gelen okuyucu için rahatsız edici bir karşı dil vardır. Fanzin kültürünü yakından takip eden, bizzat fanzinlerin içinde yer alan bir şair olarak, resmî söylemin dışında, toplum dışı kişi ve anlayışları şiddetle, kanlı canlı, dizelerine taşımıştır. Aşağıdaki şiirde müstehcen ve şiddet içeren öğeler, içtenlikli bir ahlâksızlıkla iç içe verilmiştir: “çinko damın altındayken bağışlayın ama şeyh sait ayaklandı bacak aramda göbek deliğime şarap döküp yalayan semra’yı uçurumdan yuvarladım yanlışlıkla kıl testereyle okşadım serpil’in göğsünü ve ezanlar sussun diye sonuna kadar açtım system of down’ın sesini”636 Şair, Beni Yanlış Öptüler637 adlı kitabındaki, “zamanında fırlatılmış bir balgamım hayata”(s.34) dizesinde, insanın ağızdan çıkardığı yeşil yoğun mukus olan “balgam” sözcüğü, hayatın bir gerçeği, iğrendirici de olsa, yer almıştır. Aynı kitaptaki “bir güne kaç orgazm sığacağını anlatalım”(s.89), “durup dururken kusuldum kendi hayatıma”(s.123), “bileycileri, cepçileri, i.neleri / jiletçileri, esrarcıları, or.spuları”(s.149), “tarihe salyamızla geçtik sevinin”(s.152), “umumi helalarda ben altıma işerken”(s.155), “ömer ağbi ölürsem bir avuç b.k at mezarıma”(s.172), “kaslarımı yırtan sesiyle irkildim bıçağın” (s.196), “göğüslerinin içi sapsarı yağ tanecikleriydi. incecik, beyaz, / parlak sinirlerle doluydu her yanı / onları öylesine içten emdim”(s.240) dizelerinde de toplumun genel ahlâk yasasına aykırı, şiirin soylu söylemini yıpratıcı sözcüklerle karşılaşılır. Batuhan Dedde, şiirlerinde benzetmelerden sıkça yararlanmakta, argo ve küfre rahat bir söyleyişle şiirlerinde yer vermektedir. Cinsellik, uyuşturucu, toplum dışılık, din karşıtlığı gibi unsurlar şiirlerinde kullandığı sözcüklerin belirgin özelliklerindendir.

635 küçük İskender, Güzel Annemin Hayal Gücü, Hera Şiir Kitaplığı, İstanbul 1996, s.74. 636 Altay Öktem, dört kırıtık opera, Yasakmeyve Yayınları, İstanbul 2013, s. 22. 637 Altay Öktem, Beni Yanlış Öptüler, Everest Yayınları, İstanbul 2006.

165

Soylu/yüksek şiir anlayışının dışında yer aldığı görülen şair, kendisini “şayir” yazdıklarını da “şiyir” olarak nitelemektedir. “Şiyirler yazardım içinde yıkılmış güvenleri tamir etmek için Kravatlı bir or.spu çocuğu ezip geçerdi tüm parşömenleri”638 “Şayir”, kendi kendiyle yaptığı söyleşide “şiyir”lerindeki argo ve küfürle ilgili olarak şunları söylemiştir: “Küfür konusunda içimdeki fıkıh âlimleri hemfikir. Ben de onlarla hemfikirim. Anlaşıyoruz yani sıkıntı yok. Küfürden rahatsız olan insanları da anlamıyorum ben moruk. Hayat gibi bir küfrün içinde yaşıyorlar ama ‘.mına koyim’ kelimesinden rahatsızlık duyan var. Bana bir keresinde ‘seksist şeyler yazıyorsun’ diyen bir kadın çıktı karşıma, ‘onlar daha çok pornografik’ dedim. Hayat bir porno değil mi dostum? Bence öyle. Herkes kendi pornosunun başrol oyuncusudur. Ettiğim küfürden rahatsız oluyorlar ama devletten rahatsız olmuyorlar. Asgari ücret en büyük küfürdür mesela içinde cinsel organ belirten kelimeler yok diye mi küfür kategorisinde değil? Yahut tanrılarının onlara yaptıklarına bakmıyorlar da, emmeli gömmeli içeriklerden rahatsız oluyorlar. Ben çok ayar oluyorum buna. Bizim coğrafyamızda birbirine çok yakın insanlar karşılaştıklarında ‘Nasılsınız beyefendi, hayırlı sabahlar’ demez. ‘N’aber lan y.rram’ der, üstüne de bir de el hareketi çeker. Ben böyle şeyler gördüm çünkü. Benim suçum mu peki bunları görmek? Değil. Ve görmediğim bir şeyi de aktaramam. Gördüğüm şekilde gelişti ruhum, o şekilde de ürün çıkartıyor. Ki küfür iyi bir şey bence. İnsanı rahatlattığına dair bilimsel veriler de mevcut.”639 Dedde’nin, küfür konusundaki düşüncelerini dile getirirken kullandığı dil de metinlerinde kullandığı dille paralellik göstermektedir. Şairin, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları adlı kitabından aşağıya alıntılanan dizelerinde de dil anlayışı açıkça görülmektedir: “Alnıma düşen her asit damlası Tanrı babamın dilini kopartıyor Elinde LSD şişesi, Massive Attack dinlerken ağlıyor Unutulmaya yüz tutmuş bir peygamber”640

638 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s. 106. 639 “Batuhan Dedde Batuhan Dedde ile Söyleşti”, http://cyberzenarchy.wordpress.com/2013/04/22/batuhan-dedde-batuhan-dedde-ile-soylesti/,(18.09.2014) 640 Batuhan Dedde, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2014, s.42.

166

Bir uyuşturucu türü olan “LSD”’ ve bir rock grubu olan “Massive Attack”, yeraltı edebiyatının bir özelliği olarak, şiirde kendine yer bulmuştur. Köpeklerin umumi kullandığı sokak lambaları kadar yalnızım bu gece Ve bir o kadar kalabalık ruhum Her gelen bir parça s.dik bırakıp gidiyor dibime”641 Bu dizelerde de doğal bir eylem, doğal bir söyleyişle dile getirilmiştir. Son dizedeki “s.dik” sözcüğü, klasik okuyucuyu yadırgatır. “Çakmakla buluşan sigara gibi yanarken ruhum Acıma aldırmadan derin bir nefes çeken or.spudur hayat”642 Hayata karşı olumsuz tutum bu dizelerde de görülmektedir. Erkek egemen toplumda kadının düştüğü bir durum olan or.spuluğun, şiirde yer alması yadırganır, ahlâksızlık olarak görülür. “En çok beni kırdığın öyküler yakışırdı bir dal sigara ve bir duble rakının yanına”643 Bu dizelerde yer alan “bir dal” söz grubu argo anlam kazanmıştır. Onur Sakarya’nın şiirlerinde de günlük dil ve argo iç içe yer alır. Aşağıdaki şiirin tamamı neredeyse argo sözcüklerle oluşturulmuştur: “Kafayı çekmiş pil gibi ifrit ifrit dolaşıyor Donunda elli gram mal Yunuslar köşeyi döndü mü Hırbo turboya takıyor”644 Uyuşturucu madde anlamındaki “mal”; aptal, alık kimseler için kullanılan “hırbo”; içki içmek anlamındaki “kafayı çekmek”645 ve “turboya takmak”, argo sözcüklerdir. Şairin aşağıdaki dizeleri de argo kullanıma örnek gösterilebilir: “Şeytan! Bir sigara örgütle bize Yeşilliği bol olsun”646

641 Age, s.63. 642 Age, s.75. 643 Age, s.102. 644 Onur Sakarya, Yancının Aşkı, Artshop Şiir, İstanbul 2012, s. 27. 645 Hulki Aktunç, Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1998. 646 Onur Sakarya, Yancının Aşkı, Artshop Şiir, İstanbul 2012, s. 56.

167

Yukarıda bazı şairlerin şiirlerinden örnekler verilerek, marjinal söylemin dili ve üslûbu değerlendirilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak, marjinal söylem ve yeraltı şiirinin dil ve üslûp özellikleri genel olarak şöylece özetlenebilir: a) Ana akım edebiyatta yer verilmeyen argo, küfür, her tür müstehcen sözcüğe marjinal söylemde yer verilir. Bu sözcükler, hayatın bir gerçeği olarak kabul edilir ve ana akım söylem tarafından dışlandığı için, bir başkaldırı öğesi olarak da tercih edilir. b) Sözcüklerin müzikal ve estetik değeri gözetilmez, şiirde her sözcük yer alabilir. Asıl olan atonalliktir, genel estetik anlayışa başkaldırıdır. Ölçü, uyak gibi ahenk unsurları pek kullanılmaz. c) Sokak ağzı, yerel söyleyişler kullanılabilir. Harbici, ağzı bozuk insanların günlük konuşmaları, şiir dizelerini oluşturabilir. d) İhtiyaçtan ya da sistemi eleştirmek, sistemin verili sözcüklerini kullanmamak amacıyla yeni sözcükler oluşturulup kullanılabilir. e) Söz sanatlarından, alışılmamış bağdaştırmalardan yararlanılır. 1980 sonrası şiirindeki İkinci Yeni etkisi marjinal söylemde de hissedilir. f) Noktalama, yazım kurallarında bir ortaklık yoktur. Şairler bazen şiirlerinde tamamen küçük harf kullanmayı tercih edebilir. Noktalama özellikle 1980 sonrasında hiç kullanılmaz ya da çok az kullanılır. g) Şiddet ve sapkınlık içeren sözcükler ve anlatımlar, olaylar, düzyazıdaki rahatlıkla şiirde kendine yer bulur. h) Marjinal söylem ve yeraltı şiiri, yeraltında yaşayanları, kenarda kalanları anlatsa da şiir okuyucusu olarak belli bir birikime sahip okuyuculara hitap eden bir dile, anlatıma sahiptir. Bu da içinde yaşanılan toplumda, sistemde başkaldırmanın belli bir eğitime, okumaya, birikime sahip olmayı gerektirdiğini gösterir. Arabesk, acılı duygu sağanağı bir dil değil, rahatsız eden bir dil kullanılır. ı) Marjinal söyleme sahip şairlerin şiirlerinde zaman zaman benzer sözcükleri kullandıkları görülse de şairlerin üslûp özellikleri farklıdır. Şiirlerinden alıntılar yapılan Can Yücel, Ece Ayhan, küçük İskender, Altay Öktem, Onur Sakarya ve Batuhan Dedde’nin argo, küfür içerikli sözcükleri kullanma biçim ve biçemleri aynı değildir. Marjinal söylem ve yeraltı şiiri, kullanılan dil itibariyle de diğer şiir anlayışlarının dışında yer alır. Yeraltı edebiyatı içerikteki aykırılığını dile ve üslûba da taşımıştır. Marjinal söylemde dildeki sınırlamalar kaldırılarak şiirin imkânları genişletilmiştir. Şair kendini, dil, üslûp, biçim olarak sınırlamak zorunda değildir. Özellikle kullanılan dil dolayısıyla yeraltı edebiyatı, bazı şair ve yazarlarca “pislik

168 edebiyatı”647 olarak nitelenir. Şairlerin argo, küfür ve müstehcenliğe bu kadar yer vermelerinin en önemli sebebi, iktidarın sözcüklerini kullanmayı reddedip iktidara başkaldırmaktır. Küfür, bir öfkenin sonucudur. Müstehcenlik, toplum ve ahlâk kuralları tarafından ayıplanır. Şair bu sözcüklerle otoriteye başkaldırır, karşı bir dille varlığını kabul ettirmek ister. Verili dilin sözcükleriyle yapılacak bir başkaldırı, sistem eleştirisi yine sistemin izin verdiği ölçüde olacaktır. Bir yıkma, yok etme ise, verili dilin karşısında yer alarak, onda yer almayan sözcükleri dile dâhil ederek mümkün olacaktır. Bunun bilincinde olan marjinal şair de şiirlerini dilin günlük yaşamda kullanılan en karanlık sözcükleriyle yazar.

647 Celal Fedai, “Şiirde Post-modern Natüralizmle Buraya Kadar“, https://celalfedai.wordpress.com/2014/10/23/siirde-post-modern-naturalizmle-buraya-kadar-2/ (18.06.2015)

169

S O N U Ç

Marjinal söylem, mevcut anlayışın dışında, ona karşı, aykırı, sıra dışı, uçta, kenarda oluşan söylemdir. Yeraltı edebiyatının tanımlanmasında ise farklı görüşler vardır. Bir eserin içeriği, yazarının yaşam tarzı, yayımlanış biçimi, dil ve üslûbu; onun yeraltı edebiyatı içerisinde değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, üzerinde en çok durulan konulardır. Yeraltı edebiyatı ana akım edebiyatın dışında oluşan; içerik olarak anlatılması dahi düşünül(e)meyen konuları toplum normlarına göre arsızca, saygısızca ele alan, ayıp/günah algılarını yerle bir eden, insanın her türlü şeytanlığını gözler önüne sermekten çekinmeyen bir anlayışa sahiptir. Her yazarı, Bukowski, Genet gibi yeraltının karanlıklarında yaşamaz belki, ama hayata karşı duruşları ile sarışın edebiyatçılardan ayrılırlar.

Yeraltı edebiyatının en önemli yayın organı, hazırlandığı ortam, kullanılan araçlar, içerik yönünden fanzinlerdir. Günümüzde de fanzinler fotokopi olarak çoğaltılıp dağıtılmakta ya da internet ortamında e-zine olarak varlıklarını devam ettirmektedirler. Ancak daha çok okura ulaşmak, yeraltının sınırlarını genişletmek isteyen yazarların eserleri, bu türe olan ilginin artmasıyla birlikte, Altıkırkbeş, Ayrıntı, Marjinal Kitaplar gibi yayınevleri tarafından basılmaktadır. Bu da yeraltı eserlerin içerik, dil ve üslûp ve yazarın yaşamı dışında, yerüstüne çıkması sonucunu getirmiştir. Marjinal söylem ve yeraltı şiirinin Batı’daki en önemli isimleri Beat Kuşağı şairleridir. Allen Ginsberg, “Howl”, “Kaddish”, “Amerika” adlı şiirleriyle kuşağın önde gelen şairidir. Şair, “Howl”da, kuşağı üzerine bir ağıt yakarken, “Kaddish”de yaşamından izlere yer verir. “Amerika”da ise bu ülkeye karşı nefretini kusar. küçük İskender’in, Ginsberg’e nazire şeklinde yazdığı “Türkiye” şiiri, özellikle 1980 sonrası yeraltı şiirinde Beat şairlerinin etkisini göstermesi açısından önemlidir. Yeraltı edebiyatında Beatlerin yanı sıra, hippi, punk, rock, çiçek çocuklar gibi alt kültür hareketlerinin de etkisi vardır. Ayrıca Charles Bukowski’den adını alan Meat kuşağı şiiri de göz ardı edilmemelidir. Türk şiirinde marjinal söylem, bazen gülmeceye, yergiye bazen de ironiye, alaya yaslanarak her dönemde varlığını, sessiz ve derinden sürdürerek günümüze kadar gelmiştir. Yöneticilere, iktidara, geleneksel değerlere ve inanç sistemlerine, hayatın sunduklarına ve sunmadıklarına, sınırlamalara, kurallara vb. bir karşı çıkış, sıra dışı duruş şeklinde varlık gösteren marjinal söylem, Türk şiirinin bir alt damarı olarak

170

Enderunlu Fazıl’dan Şair Eşref’e, Can Yücel’den Ece Ayhan’a ve küçük İskender’e kadar gittikçe sıra dışılığı artan ve yeraltı şiirine dönüşen bir yol izlemiştir. Türk şiirinde de kendine özgü, kendi koşulları içinde oluşmuş bir marjinal söylem vardır. Yeraltı edebiyatı ise Batı’da ortaya çıkmış ve gelişmiş, oradan diğer ülke edebiyatlarına geçmiştir. Türkiye’deki yeraltı edebiyatının serüveni de bundan farklı değildir. Türkiye’de kendi şartları içinde bir yeraltı edebiyatı vardır. Ancak Batı’daki ile karşılaştırıldığında Türkiye’de ortaya konan yeraltı eserleri henüz emekleme aşamasındadır. Ulaşılabilen fanzinler de göstermektedir ki, nice fanzinde altkültürlerin şiirleri yer almakta ve sessizce yeraltında kaybolmaktadır. Bu çalışma, yeraltındaki bütün fanzinlere ulaşmak mümkün olamadığından, ulaşılabilen fanzinler ve basılı kitaplar, dergiler çevresinde şekillenmiştir. Dolayısıyla yeraltı edebiyatı üzerine yapılacak her çalışma gibi bu çalışma da fanzinlerin birçoğuna ulaşılamaması yönünden eksiktir. Hasan Bülent Kahraman’ın yukarıda alıntılanan cümlelerini burada bir kez daha hatırlatmak yerinde olacaktır: “Beyoğlu’nun arka sokaklarında hangi şiirin yazıldığını gerçekten bildiğimiz gün (bir olanaksızlıktan söz ediyorum) bizim Yeraltı Edebiyatı’mızı da ‘gerçekten’ bileceğiz.” Bu çalışmada ele alınan şairlerin ortak özellikleri eserleri, hayata karşı duruşları itibariyle marjinal bir söylem geliştirmiş olmalarıdır. Can Yücel, argo, küfür gibi dilin marjinal kullanımlarını, sosyalist kimliğinin de etkisiyle, iktidara karşı, onu yıkmaya ve yeniden kurmaya yöneltir. Ece Ayhan, Türk şiirinin karaşın şairidir. Dilin sınırlarını hem sözcük, hem imge düzeyinde zorlayan Ayhan, verili olan her şeyi toptan reddeder. Sisteme, onu oluşturan yapı malzemelerine karşı gelir ve kendi sıra dışı şiir dünyasını kurar. küçük İskender (Derman İskender Över), hem yaşam tarzı, hem şiirlerinde şiddete, pornografiye, eşcinsel aşka, uyuşturucu kullanımına, altkültür yaşama vb. yer vermesiyle marjinal söylemin ve yeraltı şiirinin önde gelen şairlerindendir. Filmlerde oyuncu olarak yer alması, şiir performansları düzenlemesi, fanzin çıkarması ve fanzinlerde yazması onu alışıldık şairlerin dışında bırakır. Türk edebiyatının kara kalemi Altay Öktem, fanzin dünyasına ve altkültürlere yakınlığı ve şiirlerindeki sıra dışı söylemiyle marjinal söylemin bir diğer önemli şairidir. Batuhan Dedde, Pemra Oğuz, Emre Varışlı, Kaan Koç, Jan Ender Can, Umay Umay, Devrim Altıkulaç, Onur Akyıl, Onur Sakarya, Müslüm Çizmeci gibi isimlerin yanı sıra Karakalem, Underground Poetix gibi dergilerde ve fanzinlerde birçok şair Türk şiirinde marjinal söylemin ve yeraltı şiirinin örneklerini vermeye devam etmektedir.

171

Ele alınan şiirler içerik ve dil, üslûp yönünden ana söylemin dışındadırlar. Yeraltı eserlerinde dilin kullanılışı öne çıkan ortak unsurlardandır. Dil, her türlü deneyselliğe, sözcüğe açıktır. Yerli, yabancı, yerel, argo, müstehcen vb. her türlü sözcük günlük yaşamdaki doğallığıyla eserlerde yer bulur. İktidardan duyulan rahatsızlık ve ona karşı bireysel başkaldırı, iktidarın kurumlarını reddetme, kapitalizme/emperyalizme ve onların temsilcilerine karşı olma, geleneksel değerleri ve kuralları yok sayma, inanç sistemlerini reddetme ve onlarla alay etme, yer yer pornografiye varan bir şiddet, her türlü cinsel serbestlik isteği, bunalım, uyuşturucu ve alkole sığınma, hayatın sunduklarını reddetme ve hayata tutunamama, kötücül bakış, ölüm, marjinal söylem ve yeraltı şiirinde en çok karşılaşılan konulardır. Çoğunluğun içinde yer alamayan/aldırılmayan, ancak silik de olsa hayatta var olan ve varlıklarını devam ettirmeye çalışanlar, yani ilgi ve sevgiden yoksun bırakılıp, toplum tarafından suça, batağa itilen ve sonra yine aynı toplum tarafından hırsız, i.ne, or.spu, serseri vb. olarak yaftalananlar, yeraltı şiirinde kendilerine yer bulabilmektedirler. Edep sınırlarını hiçe sayan şair, edepsiz bir edebiyat ortaya koymaktadır. Yeraltı edebiyatı içinde değerlendirilen şair ve yazarlardan bazıları bizzat yeraltı alt kültürleri içinde yaşamlarını sürdürerek eserlerini ortaya koymakta, bazıları da sadece söylem olarak yeraltında yer almaktadırlar. İçeriğin yeraltı olarak değerlendirilebilmesi için mutlaka arka sokakları anlatması gerekmemekte, insanın şeytanî, kötücül yönünü anlatması da yeterli olmaktadır. Ana akım edebiyatın içinde kendini ifade edemeyen, ifade olanaklarını yeterli görmeyen yazarlar kenarda, kıyıda kalmayı tercih etmiş ve karşı, sıra dışı bir edebiyat oluşturmuşlardır. Dilin yanı sıra, içerik ve kahramanlar yönüyle de arka sokağa, yeraltına yönelen bu edebiyatta altkültürlerin yeri büyüktür. Yeraltı edebiyatının varoluşçuluk, nihilizm gibi felsefi akımlarla bir bağı olsa da sistemli bir felsefik arka planının olduğu söylenemez. Daha çok sıra dışı yaşamlara, başkaldırıya yönelen bu söylemin düşünsel yönünü, varoluşçuluk, nihilizm, anarşizm gibi felsefeleri göz ardı etmeden, altkültür başkaldırı hareketlerinde aramak daha doğru olacaktır. Yeraltı edebiyatı, muhafazakâr okuryazar tarafından edepsiz, ahlâksız, pis, muzır vb. olarak nitelense de edepli bir edebiyat öğrenimi gören birçok okura ilginç gelmektedir. Bunda yasak ve günah gibi engellemelerin yarattığı bir cazipliğin de payı vardır. Yeraltı edebiyatı okuyucu ve yazarlarının daha çok gençlerden oluşması,

172 toplumun muhafazakâr yapısına karşı bir başkaldırı isteğinin sonucu olarak değerlendirilebilir. Yeraltı edebiyatı denilince adı geçen Altay Öktem, küçük İskender, Hikmet Temel Akarsu, Şenol Erdoğan, Emre Varışlı, Jan Ender Can, Fatih Kaynak, Mehmet Akay, Batuhan Dedde ve Onur Akyıl ile yapılan söyleşilerde, yazarların/şairlerin hiçbiri kendini yeraltı edebiyatçısı olarak nitelememektedir. Yeraltı edebiyatının, kapitalizm tarafından popülerleştirilip bir kazanç nesnesine dönüştürüldüğü günümüzde, adı geçen şair ve yazarlar; yerüstüne çıkan, kapitalizmin satış reyonlarında yer alan eserlerin(in) yeraltı edebiyatının karşı tavrını yansıtmadığına inanmaktadırlar. Yeraltı edebiyatı, yeraltındaki sessiz çığlıklardır. Onun, mekânını terk etmesi, ortaya çıkış amacına aykırıdır. Belli bir kutsallık atfedilen yeraltına, adı geçen şair ve yazarların kendilerini layık görmedikleri düşünülebileceği gibi; yeraltı edebiyatçısı olarak sunulan popüler şair ve yazarlarla bir arada anılmak ve kapitalizmin tüketim nesnesine dönüşmek endişelerinin olabileceği de düşünülebilir. Yeraltı edebiyatı günümüzde yeraltından yeryüzüne çıkmıştır. Charles Bukowski, Chuck Palahniuk, küçük İskender çok okunan yazarlar arasındadır. Bu türde yazan yazar sayısı arttığı gibi, yayınevlerinin de bu tür eserlere karşı talebi artmıştır. Yeraltı edebiyatı hakkında yazılan değerlendirme yazılarının, denemelerin, makalelerin, yapılan söyleşilerin, hazırlanan dosyaların yanı sıra akademik çalışmaların da yapıldığı görülmektedir. “Türk Şiirinde Marjinal Söylem ve Yeraltı Şiiri” başlıklı bu çalışmada, ağırlıklı olarak Cumhuriyet dönemi ve 1980 sonrası Türk şiiri ele alınmıştır. Ancak Klasik Türk şiiri ve Halk şiirinde de bir marjinal söylem anlayışının yer aldığı, bu alanın farklı bir çalışma konusu olarak ele alınabileceği görülmüştür.

173

KAYNAKÇA a) Kitaplar: AKŞİN, Sina, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008. AKTAŞ, Şerif, Edebiyatta Üslûp ve Problemleri, Akçağ Yayınları, Ankara 2002. AKTUNÇ, Hulki, Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1998. ALTHUSSER, Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, (Çev. Yusuf Alp-Mahmut Özışık), İletişim Yayınları, İstanbul 1994. ALTIKULAÇ, Devrim, İt, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2013. AMBJÖRNSEN, Ingvar, Beyaz Zenciler, (Çev. Banu Gürsaler Syvertsen), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014. ARCAN, Nelly, Fahişe, (Çev. Alev Özgüner), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2012. ARVON, Henri, Anarşizm, (Çev. Ahmet Kotil), İletişim Yayınları, İstanbul 1991. ASİLTÜRK, Bâki, Türk Şiirinde 1980 Kuşağı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013. AYHAN, Ece, Bütün Yort Savul’lar!, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004. ------, ----, Aynalı Denemeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2015. AYVERDİ, İhsan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük Kubbealtı Lügâti, Milliyet Yayınları, İstanbul 2011. BACHELARD, Gaston, Mekânın Poetikası, (Çev. Alp Tümertekin), İthaki Yayınları, İstanbul 2013. BARDAKÇI, Murat, Osmanlı’da Seks, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2005. BAŞAT, İsmail Mert, Buyruk ve İtaat / Kültür, Sanat ve İktidar, Everest Yayınları, İstanbul 2006. BATAİLLE, Georges, Edebiyat ve Kötülük, (Çev. Ayşegül Sönmezay), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014. BAYAT, Fuzuli, Mitolojiye Giriş, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2013. BENER, Vüs’at O., Kapan, Yapı ve Kredi Yayınları, İstanbul 2004. BERGSON, Henri, Metafizik Dersleri, Uzay-Zaman-Madde, (Çev. B. Garen Beşiktaşlıyan), Pinhan Yayıncılık, İstanbul 2014. BEZİRCİ, Asım, Türk Halk Şiiri Cilt- I., Say Yayınları, İstanbul 1993. BORGNA, Eugenio, Ruhun Yalnızlığı, (Çev. Meryem Mine Çilingiroğlu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014. BÖRKLÜ, Jale Gülgen, Can Yücel’in Hayatı, Edebî Çevresi ve Şiirlerinin İncelenmesi, Doktora Tezi, Ankara 2012.

174

BRAMLY, Serge, Yatak Odasında Terör - Marquis de Sade, (Çev. Nermin Acar), Everest Yayınları, İstanbul 2001. CAMUS, Albert, Sisifos Söyleni, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 1998. ------, ------, Başkaldıran İnsan, (Çev. Tahsin Yücel), Can Yayınları, İstanbul 2013. CAN, Jan Ender, Ağlama Meleği, Venedik Yayınları, İstanbul 2012. ------, ------, Saf Acı, Venedik Yayınları, İstanbul 2012. CANETTİ, Elias, Ölüm Üzerine, (Çev. Gürsel Aytaç), Payel Yayınları, İstanbul 2007. COMTE-SPONVİLLE, Andre, Kapitalizm Ahlaki midir?, (Çev. Dilek Yankaya), İletişim Yayınları, İstanbul 2012. ÇAĞBAYIR, Yaşar, Ötüken Sözlük, Orhun Yazıtlarından Günümüze Türkiye Türkçesinin Söz Varlığı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007. DEDDE, Batuhan, Kırmızı Eroin, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2013. ------, ------, Morfinsiz Çekilen Düş Sancıları, Altıkırkbeş Yayın, Bahariye- Kadıköy 2014. DELİ BİRADER, Kitab-ı Dafi-ü’l-Gumum, (Haz. Filiz Bingölçe), AltÜst Yayınları, Ankara 2007. DOUGLAS, Carol Anne, Sevgi Ve Politika, Radikal Feminizm ve Lezbiyen Teori, (Türkçesi: Nilgün Aydoğan), Kavram Yayınları, İstanbul 1995. EAGLETON, Terry, Kötülük Üzerine Bir Deneme, (Çev. Şenol Bezci), İletişim Yayınları, İstanbul 2012. ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2013. FOULQUİE, Paul, Varoluşçuluk, (Çev. Yakup Şahan), İletişim Yayınları, İstanbul 1995. FREUD, Sigmund, Cinsellik Üzerine, (Çev. Seher Kutlu), Alter Yayıncılık, Ankara 2012. ------, ------, Sanat ve Sanatçılar Üzerine, (Çev. Kamuran Şipal), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014. GALİP PAŞA, Mutayebat-ı Türkiyye, Türkçe Eğlecelikler, (Haz. Filiz Bingölçe), AltÜst Yayınları, Ankara 2007. GEZGİN, Deniz, Ahraz, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012. GİDDENS, Anthony, Mahremiyetin Dönüşümü, (Çev. İdris Şahin), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2014. GİNSBERG, Allen, Uluma, (Çev. Melis Oflas), Altıkırkbeş Yayın, Kadıköy 2013. GÜNAY, V. Doğan, Söylem Çözümlemesi, Papatya Yayınları, İstanbul 2013.

175

GÜNEBAKANLI, Artemis, Risale-i Punk, Altıkırkbeş Yayın, Kadıköy 2007.

GÜRBİLEK, Nurdan, Mağdurun Dili, Metis Yayınları, İstanbul 2007. ------, ------, Vitrinde Yaşamak, Metis Yayınları, İstanbul 2014. İNCİL, Kitabı Mukaddes Şirketi, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2009. JENKS, Chris, Altkültür/Toplumsalın Parçalanışı, (Çev. Nihal Demirkol), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2007. JESSUA, Claude, Kapitalizm, (Çev. Işık Ergüden), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005. KAHRAMAN, Hasan Bülent, Türk Şiiri Modernizm Şiir, Büke Yayınları, İstanbul 2000. KARAALİOĞLU, Seyit Kemal, Neyzen Tevfik Hayatı ve Şiirleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2004. KOCAMAN, Ahmet (Haz.), Söylem Üzerine, Ankara, ODTÜ Yayınları, 2009. KOÇ, Kaan, Biraz Konuşmasak, AltıKırkbeş Yayın, İstanbul 2014 KOLAYLI, Neyzen Tevfik, Azâb-ı Mukaddes, (Haz. İhsan Ada), Kapı Yayınları, İstanbul 2009. KORKMAZ, Mehmet, Mitoloji Sözlüğü, Alter Yayıncılık, Ankara 2012. KUR’AN-I KERİM MEALİ, (Haz. Halil Altuntaş – Muzaffer Şahin), Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2006. KÜÇÜK İSKENDER, Güzel Annemin Hayal Gücü, Hera Şiir Kitaplığı, İstanbul 1996. ------, Lezzetli Tümörler Lokantası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2009. ------, Sarı Şey, Sel yayıncılık, İstanbul 2010. ------, Gözlerim Sığmıyor Yüzüme, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010. ------, Papağana Silah Çekme, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010. ------, Cangüncem, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012. ------, The God Jr., Sel Yayıncılık, İstanbul 2012. ------, Periler Ölürken Özür Diler, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012. ------, Ağır Abiler Orkestrası, Sel Yayıncılık, İstanbul 2012. ------, yirmi5april, Sel yayıncılık, İstanbul 2012. ------, Karanlıkta Herkes Biraz Zencidir, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013. ------, Siyah Beyaz Denizatları, Sel Yayıncılık, İstanbul 2013. ------, Ölü Evinde Seks Partisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2014. LEFEVBRE, Georges, Kapitalizm, (Çev. Vedat Günyol), Çan Yayınları, İstanbul1972.

176

MARSHAL, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, (Çev. Osman Akınhay – Derya Kömürcü), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1999. MİLLER, Henry, Yengeç Dönencesi (Çev. Avi Pardo), Siren Yayınları, İstanbul 2012. MİCHAUD, Yves, Şiddet, (Çev. Cem Muhtaroglu), İletişim Yayınları, İstanbul 1991. MİRBEAU, Octave, İşkence Bahçesi, (Çev. Yıldız Âdemoğlu Atlan), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2007. MORALİ-DANİOS, Andre, Cinsel İlişkiler Sosyolojisi, (Çev. Semih Tiryakioğlu), Varlık Yayınları, İstanbul 1973. OĞUZ, Pemra, Utanmazlık Mahareti, Venedik Yayınları, İstanbul 2012. ÖKTEM, Altay, Çamur Şiir, Cem Yayınevi, İstanbul 1995. ------, Beni Yanlış Öptüler Aslında, Cem Yayınevi, İstanbul 1999. ------, Fanzin Şiir Antolojisi, Şehrin Kötü Çocukları, İthaki Yayınları, İstanbul 2002. ------, Beni Yanlış Öptüler, Everest Yayınları, İstanbul 2006. ------, Şeytan Aletleri, Everest Yayınları, İstanbul 2006. ------, dört kırıtık opera, Yasakmeyve Yayınları, İstanbul 2013. ------, – Gökhan, Halil, Kara Şiir Antolojisi, Kafekültür Yayıncılık, İstanbul 2013. PARLATIR, İsmail, vd., Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998. PAZ, Octavio, Yalnızlık Dolambacı, (Çev. Bozkurt Güvenç), Cem Yayınevi, İstanbul 1990. RAUF, Mehmet, Bir Zambak Hikâyesi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008. RİLKE, Rainer Maria, Genç Şaire Mektuplar, (Çev. Nüzhet Arıcı), Era Yayıncılık, İstanbul 1995. SADE, Marquis de, Tanrıya Karşı Söylev, (Çev. Işık Ergüden), Versus Kitap, İstanbul 2009. SAKARYA, Onur, Yancının Aşkı, Artshop Şiir, İstanbul 2012. SARTRE, Jean Paul, Varoluşçuluk, (Çev. Asım Bezirci), Yazko, İstanbul 1983. SCHOPENHAUER, Arthur, Aşkın Metafiziği, (Çev. Veysel Atayman), Bordo Siyah, İstanbul 2010. SKAZKİNE, C. D., Emek, Din ve İnsan, (Çev. Arif Berberoğlu), Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2007. SÜREYA, Cemal, Sevda Sözleri, Can Yayınları, İstanbul 1994.

177

TARIM, Rahim, Mehmet Rauf Hayatı, Sanatı, Eserleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1998. TEKİN, Mehmet, Roman Sanatının Unsurları, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012. UMAY Umay, Sokaklar Uyudu Artık Öpüşebiliriz, Altıkırkbeş Yayın, İstanbul 2014. UYAR, Turgut, Göğe Bakma Durağı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008. WOOD, Ellen Meiksins, Kapitalizmin Kökeni, (Çev. A. Cevdet Aşkın), Epos Yayınları, Ankara 2003. YÜCEL, Can, Ölüm ve Oğlum, Cem Yayınevi, İstanbul 1976. ------, Güle Güle-Seslerin Sessizliği, Papirüs Yayınları, İstanbul 1993. ------, Çok Bi Çocuk, Papirüs Yayınları, İstanbul 1994. ------, Bir Siyasinin Şiirleri, Papirüs Yayınları, İstanbul 1996. ------, Maaile, Papirüs Yayınları, İstanbul 1996. ------, Seke Seke, Papirüs Yayınları, İstanbul 1997. ------, Gökyokuş/Kuzgunun Yavrusu, Doğan Kitap, İstanbul 2008. ------, Portreler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012. ------, Sevgi Duvarı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013. ------, Rengâhenk, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014. YÜCEL, Müslüm, Edebiyatta Ölüm ve İntihar, İstanbul, Agorra Kitaplığı, 2007. YÜCEL, Tahsin, Söylemlerin İçinden, İstanbul, Alkım Yayınları, 2004.

b) Makale, deneme, röportaj vb.: A. A., “Devlet ve Kadınlar”, Şizofrengi, haziran/temuz 1994, S. 14, s.y. AKARSU, Hikmet Temel, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 18. ------, ------, “Nazım Hikmet 1930’larda Yeraltı Edebiyatıydı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 37. AKBAŞ, Kerim, “Altkültür ve Birimlerinin İzleri”, Underground Poetix, Vol.12, s. 40. AKÇAY, Ahmet Sait, “Vicdan Aynasında Kötücül: Haz ve Yaratıcılık”, Kitapl-lık, S.103, Mart 2007, s. 69-71. AKDENİZ, Metin “Sakin Ol Oligarşi”, Kaburga Zine, Kadıköy, Haziran 2014, S. 5, s.y. AKKARTAL, Fatma Cihan, “Yaşasın Kötülük”, Sabitfikir, S.35, Ocak 2014, s. 22. AKPINAR, Soner, “Can Yücel’in Şiirlerinde İroni”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 5/2 Spring 2010, s. 775.

178

ALP, Ali Rıza, “Şair Eşref ve İctimai Hiciv”, Hilmi Yücebaş, Şair Eşref, Ahmet Halil Yaşaroğlu Kitapçılık ve Kağıtçılık T.L.Ş., İstanbul 1958, s. 9. ANDAÇ, Feridun, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 14. ARISAN, Mehmet, “Ölü Bir Anneden Sakat Doğmak, Jean Genet ve Alternatif Kimlik”, Defter, S.30, Bahar 1997, s. 42-56. ASLAN, Rafet, “Suç Detayları”, Karakalem, Sonbahar 2007, S. 1, s. 16. ------, ------, “Makas”, Karakalem, Mart 2008, S. 2, s. 75. AYDIN, Melike, “Alternatif Rock ve Şiir İlişkisi”, Yasakmeyve, S.25, Mart/Nisan 2007, s. 41. AYHAN, Ömer, “Türk Edebiyatının Yumuşak Karnı: Kötülük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 78. BAYAR, Zühtü, “Fanzine: Punk Edebiyatın Karabarutu!”, Genel Kültürden Kenar Kültüre: 101 Fanzin, (Haz. Altay Öktem), İstanbul 2002, s. 10. ------, ------, “Alternatif”, Genel Kültürden Kenar Kültüre:101 Fanzin, (Haz. Altay Öktem), İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 28. BATTAL, Emrah, “Ay Kırıklar”, yüxexes Karakalem, S. 5, Temmuz 2008, s. 84. BUNCH, Charlotte, “Lezbiyenler İsyanda”, çev. Mehmet Mücahit Atik, Underground Poetix, Vol.9, s. 79-81. CANSEVER, Deniz, “fanzin kart.”, Underground Poetix, vol.12, s. 57-58. COŞKUN, Zeki, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 14. ÇAĞAN, Kenan, “Konvansiyonel Bir Dil Olarak Argo: Bir İmkân mı, Bir Tehdit mi?”, Hece, Eylül 2010, S.165, s. 74. ÇAKMAKÇI, Osman, “Edebiyatın ‘Yeraltı’ Damarı”, Milliyet Sanat, S.548, Kasım 2004, s. 93. ÇETİNKAYA, Çağdaş, “Alaturka Star”, yüxexes Karakalem, S. 5, Temmuz 2008, s. 59. ------, ------, “patoloji”, Underground Poetix, Altıkırkbeş Yayın, 1998 #7, s. 63-64. ÇEVİKBAŞ, Sebahattin, “Nietzsche ve Nihilizm, Tarihsel Bir Yazgı Olarak Nihilizm: Avrupa Nihilizminin Tarihi, Kökeni ve Egemen Olma Aşamaları”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2011/15, s. 70. ÇIRACIOĞLU, Vecdi, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 20. DENGİZ, Deniz, “A/n-ne”, Karakalem, S. 4, Haziran 2008, s. 97. “Doğu’da Eşcinsellik”, #tarih, Eylül 2014, S. 4 (Yazar belirtilmemiş.), s. 32.

179

DUMAN, Cihat, “Bozuk Ağzın Şiiri ya da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo”, Hece Dergisi, Eylül 2010, s. 99. ERDOĞAN, Şenol, “Nakarat ve Papağan”, UP XIV 3,(Underground Poetix XIV), S. 3, Mayıs 2015, s. 13-14. ------, ------/ feat by Cravan, “Kedim pembe sıçıyor ve yağmurlar kesik”, Underground Poetix, Altıkırkbeş Yayın, Vol: 9, s. 14. ------, ------, “Yerin Dibi”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 28. ------, ------, “Meat Kuşağı”, Underground Poetix, Vol.6, AltıKırkbeş Yayın, Temmuz 2010. ERDOĞAN, Şenol - YILMAZ, Musa, “Allen Ginsberg-Howl&‘Kaddish’”, Kitap-lık, S.139, Haziran 2010, s. 66-67 ERDOĞAN, Şenol - KOÇ, Kerem Kamil, “Beat Kuşağı”, Kitap-lık, S.139, Haziran 2010, s. 58-59. GÜR, Ayşen, “Batı’da Eşcinsellik”, #tarih, S. 4., Eylül 2014, s. 40-44. GÜNEŞ, Aslı, “Melek ‘Biz’, Şeytan ‘Öteki’”, kitap-lık, Mart 2007, S.103, s.75. K., Deniz Aktan, “Modernite/Modernleşme ve İki Kötücüllük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 95. KAHRAMAN, Hasan Bülent, “Kötülük, Yeraltı Edebiyatı ve Yerüstü”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 8-13. ------, ------, “Yerüstünden Yeraltı Edebiyatına Bakmak”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 22-26. KAHVECİ, Emin, “bitik poetik”, Kadıköy Underground Poetix, 1998 #7, s. 28. KARAKIŞLA, Yavuz Selim, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Müstehcenlik tartışmaları ve Bir Zanbağın Hikâyesi”, Tarih ve Toplum, S.208, Nisan 2001, s. 214- 218. KAYA, Nurhak, “İki Yüzlüdür Duvarlar”, Underground Poetix, Altıkırkbeş Yayın, 1998 #7, s. 214. MARAKOĞLU, Ozan, “Edebiyatın Edepsizliği Ya Da Tutucu Olmayan Bütün Metinler Üstüne”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 47-49. MORALİ, Andre, “Doğu’da Eşcinsellik”, #tarih, S. 4, Eylül 2014. OLGUN, Çağatay “nekropolgülü”, Underground Poetix, Vol.12, s. 53. ORALİ, Zeynep, “Şiiri Düzerken Kahkaha Çiçekleri Üretmek!”, Milliyet Sanat, S.463, Eylül 1999. ÖĞÜT, Hande, “Şiddet, Pornografi, Haz, Bedensellik”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 34.

180

------, ------, “Eşcinsel Edebiyattan LGBT Edebiyatına”, Sabitfikir, S.30, Ağustos 2013, s. 26-27. ÖKTEM, Altay, “Şiir, Şarkı Sözü ve Politik Tavır”, Yasakmeyve, S.25, Mart/Nisan 2007, s. 44. ------, ------, “Yeraltı Edebiyatının Temel Özellikleri ve Edebiyatımızda Yeraltı”, Notos, S.29, Ağustos-Eylül 2011, s. 16-21. ------, ------, “Yeraltı Edebiyatı”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 3. ÖZTÜRK, Veysel, “En Güzel Şiirler Kötülükten Çıkar: Türk Şiirinde Yarı-Kötücüllük”, Kitap-lık, S. 103, Mart 2007, s. 101-103. PATON, Fiona, “Kerouac’ın Spontan Düzyazısı ve Savaş Sonrası Avant-Garde”, (Çev. Artemis Günebakanlı), Kitap-lık, S.139, Haziran 2010, s. 60. PRAKSİS, Sinan, “dünya”, Atonom, S. 1, s.y. SAKAOĞLU, Necdet, “Enderunlu Fazıl; Eşcinselliğe Övgü”, #tarih, S. 4, Eylül 2014, s.36. SEZER, Mustafa Burak, “FootBallcu”, yüxexes Karakalem, S.5, Temmuz 2008, s. 96. TAYLAN, “Karanlık Anarşi”, Altay Öktem, Fanzin Şiir Antolojisi, Şehrin Kötü Çocukları, İthaki Yayınları, İstanbul 2002, s. 95. TEKTEN, T. Ülkü, “Lesbos Adası Sakinleri”, Dâhiler ve Aşkları, (Haz. Özcan Erdoğan), İkaros Yayınları, İstanbul 2008, s. 491. TİMUROĞLU, Senem, “Mehmet Rauf, Bir Zambağın Hikayesi’ni Hangi Romandan Uyarladı?”, kitap-lık, S. 90, Ocak 2006, s. 118-119. TİRYAKİ, Uluer Oksal “Bahçe Makasının Hatıra Defteri”, yüxexes Karakalem, S.5, Temmuz 2008, s. 74. TUNCER, Gökçe, “Gölgesi İnce Kız”, Karakalem, Ekim 2008, S.8, s. 56. TÜRKEŞ, A. Ömer, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 15. UÇKAN, Özgür, “Bir ‘Eylem’ Olarak “Yeraltı Edebiyatı”, Notos, S. 29, Ağustos-Eylül 2011, s. 40-43. URAL, Ayça Seren, “Soruşturma”, Varlık, S.1169, Şubat 2005, s. 19. URAS, Makbule, “Eylül’ün Pornografiye Açılan Merdivenlerinde Bir Jüpon: Mehmet Rauf”, Sıcak Nal, S.4, Eylül-Ekim 2010. VARIŞLI, Emre, “bu ne hız?!”, Underground Poetix, Vol.6, Yaz Özel, Temmuz 2010, s.y. YILDIZ, Rahman, “Pornopaganda”, Underground Poetix, Vol.9, s. 36.

181

YULA, Özen, “Underground’ı tanımlama denemesi (sözcük’ten yazın’a)”, Birikim, S.74, Haziran 1995, s. 66-69.

c) Elektronik Ortamdaki Kaynaklar: AKAY, Mehmet, “Yeraltı Edebiyatı Üzerine Poetik Metinler/Yeraltı Şiirinin Dostları Kimlerdir?”, http://akaymehmet.blogspot.com.tr/search/label/YERALTI%20EDEB%C4%B0Y ATI%20%C3%9CZER%C4%B0NE%20POET%C4%B0K%20MET%C4%B0NL ER, (05.07.2015) AKDİK, Hazel Melek, “Kadın Ve Korku: Suat Derviş’in Gotik Romanları”, http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/kadin-ve-korku-396810, (30.03.2015) “Alime (Hovarda Türküsü)”, http://www.turkudostlari.net/soz.asp?turku=12925, (27.09.2015) BARUT, Ali Asker, “küçük İskender Şiiri marjinal şiir değil popüler şiirdir”, https://aliaskerbarut.wordpress.com/2011/07/20/kucuk-iskender-siiri-marjinal- siir-degil-populer-siirdir/ (02.06.2015) “Batuhan Dedde Batuhan Dedde ile Söyleşti”, http://cyberzenarchy.wordpress.com/2013/04/22/batuhan-dedde-batuhan-dedde- ile-soylesti/,(18.09.2014) BURSA, Cuma Ali, “Edebiyatta Sansür, Beat Kuşağı Ve Hukuk”, http://www.umut.org.tr/Upload/Document/document_c1063a5991364403a045ba 6e173d2eb2.pdf, (20.06.2015) BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK, http://tdk.gov.tr/ (15.10.2014). ÇELİKASLAN, Fatih, “Edebiyat’ın Kara Kalemi Altay Öktem”, http://www.onedergi.com/2009/12/edebiyatin-kara-kalemi-altay-oktem-2/, (30.03.2015). “Entarisi Ala Benziyor”, http://www.turkuler.com/sozler/turku_entarisi_ala_benziyor.html, (27.09.2015) FERGÖKÇE, Merve, “Yeraltı Edebiyatı”, http://www.sabitfikir.com/dosyalar/yeralti- edebiyati, (30.03.2015). FEDAİ, Celal, “Şiirde Post-modern Natüralizmle Buraya Kadar“, https://celalfedai.wordpress.com/2014/10/23/siirde-post-modern-naturalizmle- buraya-kadar-2/ (18.06.2015)

182

GÜMÜŞ, Semih, “küçük İskender: ‘Şair kitap yazmaz, şiir yazar. Kitap yazanlar nesir düşkünleridir.’”, http://www.notosoloji.com/kucuk-iskender-sair-kitap-yazmaz- siir-yazar-kitap-yazanlar-nesir-duskunleridir/, (10.01.2015) HAMİDİ, Elif Şahin, “Metin Kaçan İle Son Söyleşi: Argo Türkçenin yan dilidir benim için”, http://www.insanokur.org/?p=46059, (30.11.2014) JOHN FANTE, http://www.parantez.net/johnfante.shtml (21.08.2015) KUYUMCU, Âdem, “Yeraltı Edebiyatı Şiirinin Laz Şairi Wate WAÛURİ Üzerine…”, http://www.lazuri.com/tkvani_ncarepe/ad_ku_temmuz2006_zate_zatturi_uzerine .html, (05.07.2015) KIZILKAYA, İnan “Marjinal Şair’in Hikâyesi”, http://ozcanozturk.blogcu.com/marjinal-sair-in-hikayesi/1972202, (20.03.2015) küçük İskender’le Sözünü Sakınmadan: Halk ‘marjinal’ olmuş, ben sıradanım!” http://www.sabitfikir.com/haber/kucuk-iskenderle-sozunu-sakinmadan-halk- marjinal-olmus-ben-siradanim, (15.01.2015) LANDLORD, “Marjinal Kitaplar Yayın Yönetmeni Altay Öktem: ‘Yeraltı edebiyatına çok fazla ilgi var!’”, http://www.tersninja.com/altay-oktem-yeralti-edebiyatina- cok-fazla-ilgi-var/, (30.03.2015). “Libertin”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Libertin, Erişim Tarihi:20.10.2014 ÖZER, Nilay, “küçük İskender’in Şiirlerinde Aşk Anlatısı: Suç, İktidar Ve Ölüm”, https://nilayozer.wordpress.com/2015/04/28/kucuk-iskenderin-siirlerinde-ask- anlatisi-suc-iktidar-ve-olum/, (24.04.2015) “Punk kültürü”, http://tr.wikipedia.org/wiki/Punk_kültürü, (22.11.2014) SARIDOĞAN, Koray, “Yeraltı Edebiyatı’na Giriş Ve Birer Yeraltı Edebiyatı Romanı Olarak Dövüş Kulübü İle Azil Adlı Eserlerin Karşılaştırılması”, http://www.kalemkahveklavye.com/2011/11/yeralt-edebiyatna-giris.html, (30.03.2015). ------, ------, “Yeraltı Edebiyatı’na Giriş” http://www.kalemkahveklavye.com/2011/11/yeralt-edebiyatna-giris.html, (29.06.2015) Spartacus ve Köle İsyanları “, http://bagimsizrehberler.blogcu.com/spartacus-ve-kole- isyanlari/10776524, (07.07.2015) TÜRKMENOĞLU, Sevgül, “Yeraltı Edebiyatı Bağlamında Bir Karşılaştırma: Dövüş Kulübü- Kinyas Ve Kayra”, http://www.turkishstudies.net/Makaleler/106756155_147T%C3%BCrkmeno%C 4%9FluSevg%C3%BCl-2453-2463.pdf, (30.03.2015)

183

E K L E R

A) R Ö P O R T A J L A R

EK 1. Türk edebiyatının karakalemi Altay ÖKTEM ile yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri ve marjinal söylem üzerine röportaj. (19.08.2015)

Türkiye'de yeraltı edebiyatı var mı, varsa ne ölçüde var? Yoksa neden yok? Altay ÖKTEM: Türkiye’de, hem nitelik olarak, hem de sayısal anlamda belirgin bir yeraltı edebiyatının olduğu söylenemez. Sadece, yeraltı edebiyatı sınıfına sokabileceğimiz bazı yapıtlardan ya da yeraltı edebiyatının özelliklerini taşıması anlamında, bu alt türe yakın sayabileceğimiz bazı yapıtlardan söz edebiliriz. Nedeni de şu: Yeraltı edebiyatının gelişebileceği sosyal-kültürel zemin yeterince yok Türkiye’de. 1990’lı yıllar, belirgin bir yeraltı edebiyatı oluşabileceğine dair umutların oluştuğu yıllardı. Fanzinler çok revaçtaydı, rock, metal, punk kültürleri gençler arasında yayılıyor ve bu kültürlerin dilleri, kendi yayın organları ve kısmen de edebiyatları oluşmaya başlıyordu. Ama bu süreç uzun sürmedi. Yeraltındaki her şey hızla yerüstüne çekildiği ve sistem tarafından kullanmaya uygun görülen dil öğeleri, tasarım öğeleri, görsel öğeler hemen alınıp popülarize edildiği için gerçek bir yeraltı kültürü oluşamadan küçük küçük “yeraltı sosyetesi” öğeleri yaratılıp, avangart bir moda hareketi olarak sunuldu.

Kendinizi yeraltı edebiyatıyla ne derecede ilişkilendiriyorsunuz? Neden? Altay ÖKTEM: Kendimi doğrudan yeraltı edebiyatının içinde görmüyorum. Yine kolaycı bir bakışla “Yeraltı Edebiyatı” listeleri yapılıp benim adımı da o listeye dâhil edenler oldu zaman zaman. Bu toptancı bakıştan kaynaklanan bir şey. Penguen’de yazdığım dönemlerde de yayınlanan romanımı, şiir kitabımı çoğu kitabevinin “Mizah” rafına koyuyorlardı. Ben yeraltı edebiyatını da kara edebiyatı ya da avangardı da seviyorum. Uzun yıllar fanzinleri takip ettim ve fanzin kültürü hakkında araştırmalar yaptım. Elbette yapıtlarımın dilini ya da kurgusunu bir ölçüde etkiliyor bu. Ama doğrudan yeraltı edebiyatına dâhil edilebilecek bir yapıtım yok. Özellikle roman ve öykülerim yer altı edebiyatına oranla korkuya, fantastiğe, büyülü gerçekçiliğe, bilimkurguya daha yakın. Şiirlerimde kullandığım “karşı-şiddet” dili, argonun kullanılışı, bir anlamda yeraltı edebiyatına yakın duruyor ama genel anlamda şiirsel bir analiz yapılırsa, bu özelliğin

184 baskın olmadığı, bir leit-motif sayılabileceği görülür. Kısacası ben, doğrudan yeraltı edebiyatçısı değilim. Dolaylı olarak etkilendiğim söylenebilir ancak.

Marjinal söylem, başkaldırı ve/veya yeraltı edebiyatı alanında sizin için bir kaynak/hareket noktası/model aranacak olsa hangi yazar ve şairlerle ilişkilendirilebilirsiniz? Altay ÖKTEM: Bizim kullandığımız anlamda yeraltı edebiyatı tabiri sanayileşme sonrası, hatta modernizm sonrası edebiyatta oluşan bir kavram. Sosyolojik olarak da yeraltı/underground terimi bu dönemde kullanılmaya başlanıyor. Bizim edebiyatımızda, doğal olarak yeraltı edebiyatı olarak adlandıramayacağımız ama bütün özellikleriyle günümüz yeraltı edebiyatına cuk oturan Neyzen Tevfik, Şair Eşref gibi şairlerimiz var. Ben bu tarza olan ilgimin başlangıç noktasına bu isimleri koyuyorum. Daha sonra, yine doğrudan yeraltı edebiyatı yaptığını söyleyemesek de, Can Yücel bu anlamda çok büyük, derya deniz bir kaynak. Batı’ya bakarsak, Beat Generation yazarları, Bukowski ve John Fante, Jean Genet gibi yazarlar yeraltı edebiyatının (tabi varsa böyle bir tür; halen tartışmalı çünkü) kurucuları sayılır. Yeraltı edebiyatı kavramı oluşmadan önce yaşayan Marguis de Sade, bu türe ait pek çok özelliği taşıyordu zaten. Aynı bizim Neyzen Tevfik gibi. Günümüzde yeraltı edebiyatı deyince ilk akla gelen isimler; mesela Chuck Palahniuk, Irvine Welsh, Rushkoff gibi yazarlar, başka türlü yazamadığı ve yaşayamadığı için bu şekilde yazan, o yüzden de bu türün ortaya çıkışında etkileri olan yazarlar değil; ilgi çekiciliği ve satış tarzı nedeniyle, bir strateji olarak kendine bu türü seçmiş yazarlar. Elbette ki yeraltı edebiyatı yapıyorlar ve bu türe katkıda bulunuyorlar. Bu türe ilgi duyanlar tarafından okunmaları gerek. Ama bu ayrımı da unutmamak şartıyla.

Batı'dan marjinal söylem ve yeraltı edebiyatı bağlamında kimlerin kalem ürünlerini okudunuz? Altay ÖKTEM: Bir önceki soruda adını andığım yazarların hepsini büyük bir keyifle okudum. Elbette irili ufaklı başka yazarlar da var bu türe katkıda bulunan. Ama türün olmazsa olmazları yukarıda adını andığım yazarlar.

185

Türkiye'de marjinal söylemin ve yeraltı edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Altay ÖKTEM: Marjinal söylem her zaman marjinal olarak kalacak sanırım. Çünkü içinde bulunduğumuz kapitalist sistemde ve tüketimin sürekli pompalandığı bir düzende, marjinal söylemin popüler söylemle başa çıkması imkansız. Zaten buna gerek de yok. Yeraltı edebiyatı açısından bakarsak, durum hiç parlak değil. Yeraltı, daha emekleme aşamasındayken gerileyen bir edebiyat türü Türkiye’de. Çünkü bağlı bulunduğu kültürel formlar ve dayanak noktaları zaten çok zayıftı, şimdiyse neredeyse tamamen yok oldu, ya da yok olmak üzere. Olaya şöyle de bakabiliriz: Rock ve metal kültürü yerini club kültürüne bıraktıysa, yeraltı edebiyatı da yerini bloggerların yaptığı edebiyata bırakacaktır ister istemez.

Türkiye’de, özellikle şiirde, yeraltı edebiyatı veya marjinal söylem denilince kimleri örnek verebilirsiniz? Altay ÖKTEM: Bu soruyu kime sorsanız, ilk aklına gelecek iki isim olur. Romanda Hakan Günday, şiirde küçük İskender. Oysa her iki ismi de doğrudan yeraltı edebiyatıyla ilişkilendirmek sorunlu bir yaklaşım. Hakan Günday’ın marjinal bir söylemi, Kara edebiyata yakın bir kurgusu var. Ama yapıtları popüler edebiyatın bir parçası. Yani Hakan Günday’da yeraltı edebiyatına ait bir yapıt, çok fazla okura ulaştığı için sonradan popülerleşmiş değil; popüler edebiyatın doneleri kullanılarak, onun özelliklerine uyularak bir yeraltı edebiyatı yapıtı oluşturulmuş. İkisinin arasında çok fark var. küçük İskender ise, Beat kuşağı şairlerinin Türkiye’de çok tanınmadığı, aslında dünyada Beat’in etkisinin hemen hemen pek kalmadığı bir dönemde Beat anlayışını Türkiye’ye sirayet ettirmiş bir isim. Yani gecikmiş bir Beatnik. Elbette Beat’in sonradan yeraltı olarak adlandırılan türle doğrudan alakası var, hatta oluşumunda katkısı var. Ama bu, k. İskender’i tam anlamıyla bir yeraltı şairi yapmıyor. Şiirinin bir kısmını işaret ediyor çünkü. Derinlemesine bakılırsa, yeraltı edebiyatı deyip geçemeyeceğimiz farklı birçok özelliği daha var İskender şiirinin. Aynı Can Yücel bir yeraltı şairidir deyip geçemeyeceğimiz gibi. 90’lı yıllara, 2000’lerin ilk yarısına bakınca; Kanat Güner’den Şahin Uruk’a, bir yanıyla Sibel Torunoğlu’a, Sarp Bengü’ye, Fatih Kaynak’a, Ayça Seren Ural’a uzanan, yeraltı edebiyatının nüvelerini az ya da çok içinde barındıran birçok yapıtla karşılaşırız. Günümüzde bu etki, daha önce de söylediğim gibi, artarak değil, aksine, azalarak sürüyor.

186

Günümüzde, özellikle şiirde Müslüm Çizmeci ve Onur Akyıl, bu anlamda dikkate alınması gereken şairler. Ama pür bir yeraltı şiirinden söz ediyorsak, Jan Ender Can bu alandaki en önemli isim bence.

187

EK 2. Türk Edebiyatının marjinal şairi küçük İskender (Derman İskender Över) ile yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri ve marjinal söylem üzerine röportaj. (04.09.2015)

Türkiye'de yeraltı edebiyatı var mı, varsa ne ölçüde var? Yoksa neden yok? küçük İSKENDER: Yer altı edebiyatı denilince insanın aklına ilk aşamada modern zamanların yansıması geliyor; bu yanılgıyla okuma ve değerlendirme popüler kültürle bağdaştırılıyor ve yerleşik edebiyat anlayışına göre de sonuçta ucuz, avcı metinlerin toplamına ‘yer altı’ başlığı atılıyor. Yer altı edebiyatı sadece argo, jargon ve küfür üzerine kurulu bir çatı taşımaz. Alternatifi sayılabilecek ‘yer üstü’ edebiyatının klişelerini reddeder. Hayatın köküne, realizme uzanır. Dobralığı savunur. Bu şekilde yaklaşırsak Türkiye’de elbette yer altı edebiyatı vardır. Hem de oldukça eskilere dayanır ve üstü örtülmüş bir geçmişe sahiptir. Gerçek Karagöz-Hacivat metinleri, Enderunlu Fazıl şiirleri aklıma ilk gelenler.

Kendinizi yeraltı edebiyatıyla ne derecede ilişkilendiriyorsunuz? Neden? küçük İSKENDER: Yer altı söylemi daima muhaliftir. Bu tavır salt siyasi de değildir; bir yaşam ve algı tarzıdır. Psikolojinin, sosyolojinin, tüm kişilik ve sınıf çatışmalarının olanaklarından yararlanır. Sansürü dışarıda bırakır. Denetimi dışlar. ‘Her şey edebiyata girebilir’ düsturuyla hareket eder. Sakındığı, sakladığı, korktuğu, çekindiği hiçbir şey yoktur. ‘Başıma ne gelebilir’ endişesinden çok ‘başımıza bunlar geldi’ sorunuyla ilgilenir. İşte tam bu nedenlerle kendimi bu yazı disiplinine yakın buluyorum.

Marjinal söylem, başkaldırı ve/veya yeraltı edebiyatı alanında sizin için bir kaynak/hareket noktası/model aranacak olsa hangi yazar ve şairlerle ilişkilendirilebilirsiniz? küçük İSKENDER: İçten dil, yer altı edebiyatının olmazsa olmazı; yer altı ise edebiyatını marjinal söylemden ayırmak gerek. Marj toplumun kenarı sayılırsa, genellemenin dışı olarak tanımlanırsa, yer altı kendini asla toplumdan ayırmaz. Aksine toplumun ‘böyle’ düşündüğüne, ‘böyle’ hareket ettiğine işaret eder. Marjinal söylem, yaygın davranışların ve düşüncelerin reddi üzerinde şekillenirken yer altı sokaktır. Bu saptamalar doğrultusunda mesela Can Yücel, Sait Faik, Neyzen Tevfik, Nedim / Baki,

188

Ece Ayhan yer altı edebiyatından yararlanmışlardır. Kardeş diyebileceğimiz marjinal söylem için de Sevim Burak, Bilge Karasu, hatta Oğuz Atay isimleri incelenebilir.

Batı'dan marjinal söylem ve yeraltı edebiyatı bağlamında kimlerin kalem ürünlerini okudunuz? küçük İSKENDER: Batıda yer altı denilince bu işin üstatları Beat Kuşağı’dır bana göre. Kırılma noktası o kuşaktır. Burroughs, Ginsberg, Kerouac üçlemesi önemli. Beat’ten nefret etse de şüphesiz Bukowski ciddi bir odak noktası. Poe’yu da atlamamak gerek. Kıta Avrupası’ndan da Baudelaire örnek verilebilir. Sahici edebiyatçılardır bunlar. Marjinal söylemin prensi de tartışmasız Rimbaud. Daha çağdaşları ise henüz karar vermeden izliyorum, karar veremiyorum çünkü postmodernizm her şeyi yutuyor ve deforme ediyor.

Türkiye'de marjinal söylemin ve yeraltı edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? küçük İSKENDER: Genç kuşağın siyasi tavrı bütün edebi yönelimleri şekillendirecektir. Her hareket, her karşı atak edebiyatta yanıtını buluyor. Edebiyat tarihi insanlık tarihinden ayrı değil çünkü. Yakın tarihimizdeki Gezi’yi mihenk taşı sayarsak bir öncesi/bir sonrası doğrultusunda nitelikli isimler bize bu konuda yol gösterici olacaktır: Gezi’nin öncesine Metin Kaçan’ı, sonrasına Emrah Serbes’i yerleştirdiğimizde bu tarzın doğru rotada ilerlediğine tanıklık edebiliriz.

Türkiye’de, özellikle şiirde, yeraltı edebiyatı veya marjinal söylem denilince kimleri örnek verebilirsiniz? küçük İSKENDER: Şu ana kadar andığımız isimlerin yanına belki şunları eklemekte fayda vardır: Altay Öktem, Birhan Keskin, Lale Müldür, Cihan Oğuz. Samimiyetleri inandırıcı ve önemli.

189

EK 3. Altıkırkbeş Yayın Yönetmeni Şenol ERDOĞAN ile yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri ve marjinal söylem üzerine röportaj. (22.07.2015)

Türkiye'de yeraltı edebiyatı var mı, varsa ne ölçüde var? Yoksa neden yok? Şenol ERDOĞAN: “Kenar” kelimesi her şeyi açıklar, olası bir kültürün her şekilde kaçınılmaz olarak ürettiklerinden kaynak bulan piyasanın kenarında durmak, dışındaysan sözcüklerle işin yoktur zaten, olmayan bir evreni anlatmaya kalkışmayalım, herkes ama herkes bir şeye bir şeylere ait olmak istiyor, özellikle doksan kuşağı sonrası (ben 90 derken 75-78 doğumluları kast ederim), aksine kimse “o şey”in kenarında olmak, kalmak istemiyor, hatta bir kenar varsa bulunup bir şekilde merkezleştirilebiliyor, kişiler ve artık web destekli egoları bunu arzu ediyor. Bu bir sorun bir mesele mi: hayır, sadece yanlış bilgi, yanlış adlandırma, popüler olana ve olmak isteyene çok yanlış tanımlar kullanılıyor Türkçe kullanılan kültürde. İthal (çeviri vasıtasıyla –salt kitap değil film müzik vd de öyle) bir ülkeyiz biz. Kendi dil yoksunluğu içinde “gecekondu” bir çeviri kültürün içinde mutasyon yetişti her şey, kötüsü yeni çocuklar bundan rahatsız değil, zira öğrenilmiş yani yanlış öğrenilmiş şey basitse yapışıyor, gerçek olan, çaba isteyen doğruya ulaşmak işine gelmiyor kimsenin, sağlıklı yemeklerin lezzetsiz gelmesi fastfood ’un arzu edilmesi gibi bir durum aslen bu. “Öğretmen” ve “okul” açığından bahsetmeyeceğim bile bu sapakta.. Sorunuza gelecek olursam: “yeraltı edebiyatı”nın bir edebi tür olmadığını fiziksel üretim biçimi ve yayımcıların ekonomik pazarlama biçimi ve insanların heva ve heveslerine hoş gelen bir Türkçe ifade biçimi olduğunu hep söylerim, bunun dışında anlamsız bir tanımlamadır. Yanlıştır. “Underground” ifadesi Türkiye’de daha çok müzikte doğru kullanıldı ve yerini buldu mesela –rap’te de metal’de de oldu bu sorunsuzca- ama edebiyatın tüketicileri ve (vasat) üreticileri algılayamadı –algılamayı istemedi. Zira tatlı bir rant var orda hem psikolojik hem ekonomik. Cool, havalı bi’ şey! :-)

Kendinizi yeraltı edebiyatıyla ne derecede ilişkilendiriyorsunuz? Neden? Şenol ERDOĞAN: 90 ikinci çeyreğinden sonra birilerine bir şeyleri anlatmak için yanlış anlaşılacağını bilsem de konuşurken – yazarken kullandığım bir ifade oldu. Şimdi mesela “bok”u hiç bilmeyen bir insan düşünelim, ilk iş kenarsız köşesiz ona boku anlatmak olmalıdır, sonra bokun öte taraflarını anlatırız: kokusunu, yenmemesi

190 gerektiğini, bazen “kötü”yü “yanlış”ı anlatmak için onu vermek gerekir, genç bir ülke burası, anlatımı uygulamalı yapmak gerekli. Haluk Nurbaki hocamın dediğince “Hristiyanlara Muhammed’i anlatmam istendi, ama önce onlara İsa’yı anlatmalıydım, bildiklerini sandıkları İsa’yı –ki Muhammed’e gelebileyim.” Birileri birilerine çok rahat sıfat takabiliyor, etiket vurup hiç tanımadıkları biri hakkında kendilerine verilmiş bir hediye olarak gördükleri zavallılık-kölelik makineleri web sayfalarında ağır küfürler edebiliyor, her kes her şey artık. Tabi ki yok öyle bir dünya. Elektriklerin kesildiği bir dünyaya inanıyorum ben. Kâğıda, ahlâka, geleneğe. Bir teknik biçem olarak “yeraltı” nesneleri üretiyorum, edebiyatı ile bir ilişkim yok, zira yeraltı edebiyatı diye bir şey yoktur.

Marjinal söylem, başkaldırı ve/veya yeraltı edebiyatı alanında sizin için bir kaynak/hareket noktası/model aranacak olsa hangi yazar ve şairlerle ilişkilendirilebilirsiniz? Şenol ERDOĞAN: Türkiye için geçersiz bir soru bu benim için. İngiltere’ye inanmayan bir insanın, merkezi olarak Amerika ve ondan çok daha gizli değer barındıran eski Yugo-Slavya ve o dönem Almanya’sı üzerine çalışıyorum, ve teknik anlamda yeraltı yayımcılığını çok türlü ve muazzam başarılı bir şekilde pratize etmiş eski Rusya en evvel!!! “Her şeyin en başta işçi hareketleriyle başladığını anlatmanın bir yolu olmalı” diye çok yiyorum kendimi! Siyaha, Kuir’e Beat’e evrilen tümün başı işçi hareketi! Ama gene de Türkiye’de Garip Hareketi (Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet) başka evrilebilirdi diye arzu ettim hep. Sait Faik, İlhan Berk ve Ece Ayhan başka bir şeye niye dönüşemedi diye deliririm yer zaman, bunlar özellerim benim.

Batı'dan marjinal söylem ve yeraltı edebiyatı bağlamında kimlerin kalem ürünlerini okudunuz? Şenol ERDOĞAN: Daha çok sendikal hareketlerle baş gösteren kültürlerin ürünlerinin takipçisi oldum, hippi kuşağını müziklerini ve yazarlarını asla sevemedim ve hep bir itki oldu bende, daha çok stüasyonist kalıyorum bu noktada, Fransa’nın zenci mahalleleri daha çok ilgimi çekti hippilerden, bu onları incelemediğim beslenmediğim anlamına gelmiyor elbet, her şey bağlı, halka, tutup böyle deyip Digger’ları görmezden gelemezsiniz, yok öyle bir şey. Beni Rus avangartları çok etkiledi, onların statta şiir okuma geleneği ile tanışınca tanıştım Amerika Beat’leri ile ben, diğer yandan bir

191

Fransız olarak Gilles Deleuze’ün Amerikan edebiyatı okumaları kesinlikle çığır açıcı idi –çok özel, Ki bu noktada da Artaud’nun altını çizmem gerek kendim için elbet. Kenneth Rexroth ve Gary Snyder da çok özel bir yerde bende.

Türkiye'de marjinal söylemin ve yeraltı edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Şenol ERDOĞAN: Türkiye gibi bir ara bölgenin bir geleceği olmadığını tüm geleceklerinin tıpkı 80 sonrası zedelenen toplum gibi, önündeki zaman dilimlerinde daha d ağır zedeleneceğini biliyorum. Burası kültürel olarak da hep çöplük olacak. Güzel çocuklar güzel insanlar hep doğru olanı anlatmaya çabalayıp, saçma bir kültür savaşının askerliğini yapacak. Kısa bir hayat, ölümlü bir dünya için yanlış ve boktan işler.

Türkiye’de, özellikle şiirde, yeraltı edebiyatı veya marjinal söylem denilince kimleri örnek verebilirsiniz? Şenol Erdoğan: Hiç kimseyi.

Teşekkürler. Şenol Erdoğan: Ben teşekkür ederim.

192

EK 4. Şayir Batuhan DEDDE ile yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri ve marjinal söylem üzerine röportaj. (12.07.2015-14.08.2015)

Türkiye'de yeraltı edebiyatı var mı, varsa ne ölçüde var? Yoksa neden yok? Batuhan DEDDE: Var gibi. Gibi olmasının sebebi yeraltı edebiyatı diye sunulan bütün metinler AVM’lerde satılıyor? İçerik tamam ama sunum kötü…

Peki, sizce, Türk şiirinde marjinal söylem var mı, varsa kimler? Enderunlu Fazıl, Deli Birader, Galip Paşa, Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Can Yücel, Ece Ayhan, küçük İskender, Altay Öktem.... Batuhan DEDDE: Marjinal söylem. Var elbette, ama fanzinlerde. Diğerleri için yine AVM’lere. Bu söylediğin isimler zaten bu işin Olympos’unda oturuyorlar, Türkiye’de yapılan olayda.

Fanzinlerin tümüne ulaşmak da imkânsız, Altay Öktem'in fanzin üzerine derlemeleri de olmasa… Batuhan DEDDE: Evet maalesef fanzin kültürü olmadığı için lojistik sıkıntı büyük... Mutlaka çalışma var, ne kadar güzel insanlar var, ben dâhil piyasada olan herkesten on gömlek üstün. Ama işte fırsat çıkmıyor önlerine bir türlü.

Peki ‘marjinal söylem’i, genel algının, istenen dilin, söyleyişin dışında, ahlaksız(!) bir söylem olarak biraz açarsak… Batuhan DEDDE: Magazin kültürünün dilimize kattığı, daha doğrusu kullanımını popüler hale getirdiği bir deyiş. Tabii yeraltı edebiyatındansa marjinal söylem daha mütevazı ve akılcı oldu. Ama gerçekten marjinal olduğumu da düşünmüyorum söylem olarak. Şimdi ‘Oha be kardeşim!’ diyeceksin, ama bence gayet makul söylemlerim var. Osuruk gibi hocam, herkes yapar, ama toplum içinde, hayatlarında öyle bir şeyden hiç haberleri yokmuş gibi yaparlar.

Kendinizi yeraltı edebiyatıyla ne derecede ilişkilendiriyorsunuz? Yazdıklarınızı, “şiyir”leinizi, yeraltı edebiyatı bağlamında değerlendirebilir

193 miyiz? Özellikle içerik, dil ve üslup yönünden... Bir yayınevi tarafından yayımlanmayı göz ardı edersek. Batuhan DEDDE: Bir üstteki ile aynı olabilir. Hatta daha zayıf bir ilişki. Ben yeraltı edebiyatı yapıyorum diyebilecek kapasitede birikim sahibi bir adam değilim. Olamam da asla. Olsa olsa bir şeyler yazan, normal bir insan. Çünkü hayatımdaki dinamikler biraz ters yeraltı edebiyatına. İçerik, dil ve üslûp için dahi şehirli bir kopya diyebiliriz. Yani, çünkü yeraltı edebiyatı dediğimiz zaman, bu ürünleri D&R'lardan, bilmem kaç yüz bin metrekarelik avm binalarından satın alıp Starbucks’ta Chuck Palahniuk okumamalıyız mesela. Mesela derken bu döngü hiç olmamalı. Yeraltı edebiyatını Türkiye’de sadece bazı fanzinler yapıyor. Ama işte genel kanı 'bilgiden' daha geçerli olduğu için durum ortada. Benim kitaplarım da aynı durumda mesela. O yüzden bana yeraltı edebiyatı yapıyor demek bence beni komik yapar.. Ben mizahtan pek anlamıyorum hocam, dram iyi benin için yazarlıktan, devam…

Marjinal söylem, başkaldırı ve/veya yeraltı edebiyatı alanında sizin için bir kaynak/hareket noktası/model aranacak olsa hangi yazar ve şairlerle ilişkilendirilebilirsiniz? Batuhan DEDDE: Direkt ben sana kaynak vereyim, yazar, şair vb. isimler değil, sadece kaynak; 6.45… Klişe isimler var. Bunlar zaten bayrak adamlar ve instagramda malzeme oluyorlar genelde maalesef. Ama işi hakkıyla yapan yüzlerce arkadaş var. Onları da burada değil, sokakta bulabiliriz. İsimsiz, kimliksiz, anonim söylemciler.

"Pislik edebiyatı" olarak adlandıranlar da var yazılanları, ancak her alanda pisliğin içinde değil miyiz, klasik estetik yalanı nereye kadar. Batuhan DEDDE: E öyle zaten. Pislik edebiyatı. Asıl anormal olan hayatında hiç pislik yapmamış gibi davranmak, o yüzden pek sevmezler. Gerçekler çünkü.

Türkiye'de marjinal söylemin ve yeraltı edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Batuhan DEDDE: Görmüyorum. Türkiye’den bahsediyoruz? Hangi konuda, hangi dalda bir şeylerin geleceğini görebiliyoruz ki? Konumuz edebiyat değil de inşaat vb. durumlar olsaydı, derdim bir iki kelâm ama değil.

194

EK 5. Yeraltı edebiyatı üzerine potik metinler kaleme alan, Gece Metrosu adlı anlatısı olan şair, yazar, denemeci Mehmet AKAY ile röportaj. (19.08.2015)

Türk şiirinde marjinal söylem, yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri hakkında ne söyleyebilirsiniz? M. AKAY: Türk edebiyat okuyucusu hatta eleştirmeni genel anlamda Bukowski çevirileriyle “yeraltı edebiyatı”nı , “yeraltı şiiri”ni tanıdı. Şunun şurasında 15 veya 20 yıllık geçmişi var. Oysa “marjinal söylem” çok daha gerilere gider. Şahsen ben “yeraltı edebiyatı”na sığdıramadığım kimi eser ve yazarların “marjinal söylem” içinde değerlendirilmesini uygun buluyorum. Bunun pek çok nedeni var. Ama öncelikle “yeraltı edebiyatı”nın ne olduğunu açıklığa kavuşturmalıyız. Günümüzde çok istismar edilen bir alan. Yeraltı edebiyatı, birbirlerinden habersiz, farklı dönemlerde yaratılan eserlerin, hem yüksek sanatın hem de popüler sanatın dışladığı yazarlar tarafından ortaya konmuş bir edebi tavırdır. Ancak, son kertede de varlık alanları popüler edebiyatın içidir, ama “popüler edebiyat” ın uzlaşmacı, kitsch yönüyle de sorun yaşar. Zaten bu sorunsal “yeraltı edebiyatı”nın varoluşuyla alakalı. Edebiyatta “marjinal söylem” çok daha geniş bir alanı ifade eder. Dostoyevski, Cervantes, Camus, Oğuz Atay, Nilgün Marmara gibi pek çok kişilik “marjinal söylem” içinde değerlendirilir. Bu yazarların eserlerini bir edebiyat kalıbı içine koymamızın da pek bir değeri yoktur. Kısacası “marjinal söylem” edebiyat ve estetik algı için bir kriter değildir. “Yeraltı şiiri”nden söz etmek biraz zor. Dünyada “yeraltı edebiyatı”nın oluşumuna katkı sunmuş kişilerin “şiir” yazdıklarını biliyoruz. Bu nedenle de bu “şiir”ler, “yeraltı şiiri” diye tanımlanmaya çalışılıyor. Bu konuda en fazla yazan yine Bukowski’dir. Çok rahatlıkla söyleyebilirim yazdıkları şiir değil, şiirsellikten öteye geçemez. Yani şiir değiller. Bu nedenle de “yeraltı şiiri” olarak tanımlanabilir. Bizde de Can Yücel, K. İskender gibi şairler yeraltı edebiyatçısı veya şairi olarak sunuldu. Tamamen yanlış. Bu iki şairimiz estetik bütünlüğe ulaşmış şairlerdir. Şiirlerinin arkasında hayat felsefesi, bir gelenek ve ideolojik tutum var. Estetik ve etik bütünlük var. Beat Kuşağı’nın öncüsü Ginsberg, “yeraltı edebiyatı” içinde değildir. Bukowski’nin, Beat Kuşağına dönük eleştirilerine bakıldığında ne demek istediğim anlaşılır.

195

Marjinal söylem, yeraltı şiiri bağlamında değerlendirilebilecek isimlere örnek verir misiniz? M. AKAY: “Marjinal söylemi” bir kenara koyuyorum. “Yeraltı şiiri” bağlamında görebileceğimiz isim bana göre, Bukowski’dir. Türkiye’de Bukowskivâri yazanlar var. Bunlarla fanzinlerde karşılaşmak mümkün. Kuşkusuz aralarında özgünleri var, kendi sesini bulmuşlar var. Ama estetik ve etik bir akım olmaları mümkün değil. Entelektüel birikimleri buna uygun değil. “Yeraltı Edebiyatı” böyle bir şey zaten. Yazarları alt sınıfın üyeleridir. Gerçek bir estetik ve edebi ürün vermeleri çok zor. Yine Bukowski’den örnek verecek olursam; “Ekmek Arası” romanı bir klasiktir. Kesinlikle “yeraltı edebiyatı”yla alakası yoktur. Türk edebiyatında “yeraltı şiiri” fanzinlerde vardır, O kadar.

Türkiye'de marjinal söylemin ve yeraltı edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? M. AKAY: Dünyada ve Türkiye’de ezme-ezilme ilişkisi var olduğu sürece “marjinal söylem”in kuyruğu her zaman dik duracaktır. “Yeraltı edebiyatı”nınsa geleceği yoktur. Aslında tepki edebiyatı olarak değerlendirilmedir. Görece estetik, etik bir bütünlük sunsa da “kalite” yok. Örneğin fanzinleri okumaktan artık sıkılıyorum. Bukowski’yi de okumaktan sıkılıyorum. Benim için kapitalizmi, kapitalizmin sunduğu hayatı eleştirmesi bana yetmiyor, doğal olarak bunların yetmeyeceği bir okuyucu kitlesi sonunda oluşacağına göre yeraltı edebiyatının geleceğinden söz etmek zor.

Yeraltı edebiyatı/şiiri için Batı’da ve Türkiye’de, hangi akım/şair/yazarlar kaynak/çıkış noktası olarak değerlendirilebilir? M. AKAY: “Yeraltı edebiyatı”na gelenek oluşturmaya çalışan Bukowski oldu. “Yeraltı edebiyatı”nın tarihini Fante’ye dayandırdı. Ardından haklı olarak Genet’i bu geleneğe kattı. Camus, Bukowski için “Amerika’nın en iyi şairi.” tespitinde bulundu. Camus’ya katılmam mümkün değil. Çünkü Bukowski şair değildir ve yazdıkları şiir değil. Bukowski, romancıdır ve “Ekmek Arası” romanıyla da “yeraltı edebiyatı”ndan kopmuştur. Türkiye’de genel olarak “yeraltı edebiyatı” yoktur. Mehmet Kartal, Mehtap Kandemir (Bu kitap editöryal bir müdahaleyle çıktığından dolayı biraz kuşkuluyum.) ve birkaç bilmediğim isim. Dünyada ve Türkiye’de yapılan bilinçli veya bilinçsiz, ben bilinçli yapıldığını düşünüyorum, “muhalif” veya “marjinal” hayatı benimseyen herkesin yazdığının “yeraltı edebiyatı” olarak sunulması hem “yeraltı edebiyatı”na, hem

196 de sanata yapılan büyük bir kötülüktür. Dostoyevski’nin veya Oğuz Atay’ın veya Nilgün Marmara’nın, Can Yücel’in ve bugün yeraltı edebiyatçısı olarak sunulanların yeraltı edebiyatı ile alakası yoktur. Onlar gibi düşünülürse ne yeraltı edebiyatının toplumsal sosyal karşılığını ne de edebiyat akımlarını yorumla şansımız kalmaz. Evet, kapitalizm kuşatmış bizi, ama eli kalem tutanları çok daha kuşatmış gibi geliyor bana. Umarım yanılıyorumdur…

Kendinizi, marjinal söylem ve yeraltı edebiyatı/şiirinin neresinde görüyorsunuz? M. AKAY: İkisinde de yokum..." Yeraltı edebiyatı"yla ilgilenmiştim bir ara. Ama ben bu edebiyatı aştığımı düşünüyorum. 4000’in üzerinde, internette yayımlanmış şiirim vardı. Bir sabah kalktım ve onların şiirle alakası olmadığının farkına vardım ve hepsini sildim. Belki birkaç tanesi sağda solda kaldı. Birkaç tanesi de birkaç dergide. Şimdi yoklar. Evrensel düzeyde baktığımda kendimi avangartlara yakın hissediyorum. 1940 ve 1960'lı yılların avangartlarına. Ancak geleneği de yabana atmıyorum. Cahiliye döneminde "geleneği" kökten ret etmiştim. Oysa şimdi bunun yanlışlığını anladım. "Gelenekçi, modernist" edebiyata bağlıyım diyebilirim. Geçenlerde bir şiir eleştirmeni kendi çapında, ‘80 kuşağı şiirlerini "yapay şiir" diye nitelendiriyor, yerden yere vuruyordu. Bugün aynı düşüncede mi bilemem, ama ben ‘80 kuşağı şiirini aşacak genç bir şair çıktığını söyleyemem. ‘80 kuşağı şairlerimiz şiir tarihimizin son modernist temsilcileri gibi duruyorlar hâlâ. ‘80 kuşağı şairler özümsenmeden, hatta Türk şiir geleneği bilinmeden "yeni şiir", "yeni kuşak" doğmaz. Kişisel "manifestolar" ancak bir "kopuşun" ve yeni bir dönemin ipuçlarını verebilir. Dolaysıyla ‘80 şiiri ne "yapay", ne de "miadını doldurmuş" değildir. Ben de kendimi ‘80 kuşağı şairlerle pişmiş görüyorum. Onlara bağlıyım ama 2015 yılında kendi şiir manifestosunu yazmış biriyim. Belki yeni dönemin habercisidir. Son olarak modernsit bir şair, edebiyatçı ve eleştirmenim.

197

B) S O R U Ş T U R M A Jan Ender Can, Emre Varışlı, Hikmet Temel Akarsu, Fatih Kaynak, Onur Akyıl; Ali Günvar, Nilay Özer, Osman Çakmakçı, Bâki Asiltürk ile yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri ve marjinal söylem üzerine SORUŞTURMA.

Türk şiirinde marjinal söylem, yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri hakkında ne söyleyebilirsiniz? Yeraltı edebiyatı nedir, ne değildir, ne olmalıdır? Türkiye’de bir yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri var mı? Varsa hangi şair ve yazarları buraya ekleyebiliriz? Yeraltı edebiyatının Türkiye'de bir geleceği var mı? Kendi şiirinizi/eserinizi marjinal, yeraltı olarak değerlendirir misiniz?

JAN ENDER CAN (15.07.2015) Ben yeraltı edebiyatı diye adlandırılan bir tür olabileceğine inanmıyorum, bu bir kültür endüstrisi etiketi veya pazarlama stratejisi bence, marjinal olmaya gelince o tanım da muğlak, kişinin kendi kendini tanımlaması bana hoş gelmemiştir hiçbir zaman. Fakat fanzin gerçeğini bahsettiğim şeylerin dışında tutuyorum bunu da ayrıca belirtmek isterim. Türkiye’de bu etiket özellikle bazı yayınevlerinin işine geliyor, yazarlarına sorarsanız seve seve sahiplenme taraftarı gibi değiller. Kimdir marjinal? mi? küçük İskender mi? İskender sistemin içinde sistemin el verdiği kadarıyla marjinaldir, ya da marjinal değildir. O yüzden boşuna geliyor, kaygan tanımlar bunlar, ama İskender bir kilometre taşıdır Türk şiirinde, bu gerçeği de göz ardı etmemek lazım ve birçok akım ve anlayışların toplamından oluşur onun şiiri, sadece beat vs. yetmez, modernizm, postmodernizm uzar gider… Marjinali marjinal diye sunan sistemin kendisi zaten. Ben kimseyi saymam, belki çok büyük anlamlar yüklüyorum, ama kelime karşılığı da marjinal değil bunun, belki Ece Ayhan, ama bir bankanın yayın kuruluşu kitaplarını basarken ne kadar marjinal hâlâ dersen sadece şiir anlamında.

EMRE VARIŞLI (19.08.2015) Yeraltı edebiyatından ne anladığımıza bakar aslında. Piyasa edebiyatı ve bestseller kültürü dışındaki yaşam tarzı, cinsel yönelim, madde kullanımı, sokak yaşamıyla ilgili bir yazından söz ediyorsak eğer, bu tarz metinler tabiki var. İskender tabiki önemli bir isim. Herkesi etkiledi. Onun dışında çağdaşlarımdan Ekin Metin

198

Sözüpek var. Daha bir çok isim var aslında dergilerde, bloglarda. Ama daha usta kalemlerde, şu anda, bu tarz direk sert, haz veren bir kalem göremiyorum. Ben kendi yazdıklarımı bir kategoride değerlendirmeyi sevmiyorum, ancak ileride anıldığında yukarıda bahsettiğim tarz içinde geçebilir. Alternatif konuları anlatmaya çalışıyorum. Marjinal, daha genelin dışında olan şeyler. Sokak yaşamına da yakın olabilir. Ara sokak da olabilir, ama karanlık olur ve piyasa anlatısının dışında kalır. Yazar ve diliyle çok alâkalı. Dediğim gibi bazen konular çok alternatif oluyor, ama dil fiyasko. Dilde yenilik yok. Aslında bu yeraltı edebiyatı tanımı bir reklam bir piyasa tanımı, gerçekten yeraltında yaşayan biri asla kitap yazmaz, hepsi satış taktiği, edebiyat desek öyle kalsa daha iyi, içi net şekilde doldurulacak bir şey değil.

FATİH KAYNAK (21.08.2015) Yeraltı edebiyatı türünün ilk örneklerini Charles Dickens’a, sanayi devrimine kadar götürebiliriz. Ülkemizde adına “Kara Edebiyat” , “Yeraltı Edebiyatı”, “Sokak Edebiyatı”... her ne dersek diyelim, şimdilik böyle bir türün varlığından söz etmek zor. Bunun temel sebebi, sanayi devrimi koşullarından henüz geçiyor olmamız ve köklü bir muhalif, marjinal alt kültür geleneğinin toplumun değer yargıları içerisinde henüz yer bulmamış olmasıdır. Bu nedenlere Batı’da olduğu gibi yazım biçimleri aynı zamanda yaşam tarzları olan Bukowski, Henry Miller, Jean Genet, Jack Kerouac, İngvar Ambjornsen gibi yazarların sayısını hemen de eklemek sanırım yanlış olmaz. Bu türden hoşlanan okuyucu yazarın yazım biçiminin aynı zamanda yaşam biçimi olduğunu bildiğinde eseri sahiplenir. Ülkemizde bu türde eser veren yazarların henüz bu sahicilikte, yaşam-yazım paralelliğinde olduğunu düşünmüyorum. Buna rağmen 90’lı yıllarda Bukowski çevirilerine olan ilginin artması ve deyim yerindeyse 2000’li yılların başında artık patlama yapması (ki ben bu döneme Türkiye’nin gerçek 68’i diyorum) Beyoğlu’nda Kadıköy’de yaygınlaşan rock barlar ve buraların rock müziğini bir yaşam tarzı haline getirmiş müdavimlerinin içinden bu türe hem okur hem yazar olarak yatkın bir kitlenin çıkmasıyla. Başta “Stüdyo İmge” yayınları ve “Çalıntı” dergisi olmak üzere birçok yayınevinden Yeraltı edebiyatı türünde iyi yapıtlar ortaya çıktı. Ne yazık ki bu süreç bir “trendy” dönem olmaktan öteye gitmedi. Daha sonra da gerek okurların gerekse yayıncıların bu türe olan ilgileri azaldı. Türün edebiyatımızdaki

199

örneklerine gelirsek Metin Kaçan “Ağır Roman”, Zühtü Bayar “Filler Mezarlığı”, Osman Cavcı “Köpeköldüren”, Mehmet Eroğlu “Kusma Kulübü” diyebiliriz. Kitaplarımdaki ana tema bilinçli bir kaybediş tercihidir. Yazdıklarımda hayatlarına sokulduğum, insanlar üçüncü sınıf işlerde çalışan, bir bar taburesinde günlerini, gecelerini, hatta ömürlerini geçiren, hapishanelerden, köprü altlarından gelen insanlar oldular. Ki ben de onlardan biriyim. Hikâyelerim kaybedenlerin, kazanmak için oynamayanların, ama yenilgiyi de hazmedemeyenlerin, farklı, rahatsız ve uyumsuz yaratılmış ruhların hikâyesidir. Kaybetmek, kaybedenlerin safında olmak, farklı, rahatsız olarak yaratılmış olmak... Aslında bu bir armağan. Kısacası, insanlığın kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemediği diğer karanlık yüzünü anlatmaya çalıştım hep. Hikâyeleriniz bunlarsa muhakkak yeraltında bir yerlerde mevzilenmişsiniz demektir. Böyle bir eğilimin ve sınıflandırmanın varlığını kabul etmekle beraber, popüler kabul gören ana akım edebiyat anlayışıyla sözü edilen yeraltı edebiyatı denen edebi anlayışın arasındaki ayrışmanın sebeplerine ve böyle bir tanımlamaya niçin gereksinim duyulduğuna değinmek gerekir diye düşünüyorum. Ana akım edebiyat anlayışının günümüz modern insanının değer yargılarını, sıkıntılarını, varoluş sorunlarını yeterince çıplaklığıyla anlatamadığı noktada yeraltı edebiyatı devreye girer, kendine has o karanlık ve kuralsız dili ile bir yaşayış ve yazış biçimi olarak kentli bireyin sorunlarına kendi penceresinden bakar. Bu pencereden bakarken de bir misyon üstlenir. Evrende var olan tüm ...izmlerin ve kutsal ideallerin yaratmak istediği insan modeline, felsefesine, sanatına, değer yargılarına, güç isteğine ihanet eder.

HİKMET TEMEL AKARSU (21.08.2015) Günümüzde Türkiye'de yeraltı edebiyatı olarak tavsif edilen kitapların hepsi palavra; rol çalma. Bizim bir Marquis de Sade'ımız, bir Jean Genet'imiz yok. Sadece kendilerine o süsü vererek karizma ve şöhreti bu yoldan yapmaya çalışan pop yazarlarımız var. Bunların çoğu da reklamcı, medyacı, zengin çocuğu filan. Edebiyatın gerçek acılarını bilmeleri olanaksız. Bunların kim olduklarını ise zaten biliyorsunuz. Yeraltı edebiyatı göreli bir kavramdır. Bir dönemin yeraltı edebiyatı sonraki dönemin ana akım edebiyatı olabilir. Örnek Said Nursi de, Nazım Hikmet de 1930'larda yasaktı ve yeraltı edebiyatıydı. Bugün ikisi de çeşitli çevrelerin temel eserlerini yazan yazarlar olarak görülüyor. Bugünkü Türkiye'de de yeraltı edebiyatı vardır. Ama onu medyanın cilalı magazin sayfalarında ararsanız bulamazsınız.

200

Fanzinlerin, zaten doğası gereği hepsine ulaşamamanız gerekir. Buradaki ince noktayı algılamanızı dilerim. Hepsi kolayca ulaşılabilir oldu mu normal dergiden farkı kalmaz. (Bu konuda yapılan her çalışma fanzinler yönünden eksik kalacaktır.) Bu, ortalama akademik bir çalışma değil. Yorum ve gözlemlere ve ünik örneklere bağlı olarak geliştirilebilir. Ne yaparsanız yapın eksik olacaktır. Zaten bunu özgün kılan da bu yönüdür. Ve her gece, her sabah yeniden güncellenir. Bunu maharetle anlatmadıktan sonra bence teziniz yalandır. Sadece şunu bilin; bir kitabı gidip D&R'den alabiliyorsanız; bu yeraltı edebiyatı değildir; olamaz. Benimkiler dâhil. Hakan Günday her ortamda yeraltı edebiyatı olarak sayılıyor değil mi? Kesinlikle değildir. Bir popüler best-seller'dir. Yeraltı edebiyatının kalıp ve klişelerini kullanan bir üslupçudur. Bir mukallittir. Gerçek bir yeraltı edebiyatı varsa; siz ona kolaylıkla ulaşabildiğiniz zaman zaten yeraltı serüveni bitmiş demektir. Gerçek yeraltı edebiyatı yazarı, yeraltı yazarı olduğunu bile bilmez.

ONUR AKYIL (19.08.2015) Sorunuz benim açımdan hiç de basit bir soru değil… Birçok insanın ‘var’ deyip, başta küçük İskender olmak üzere nice ismi arka arkaya sıralayacağına eminim. Bir yanıyla doğru olabilir bu, ama bütünüyle değil… Edebiyatı yanına bir ek olarak alan her sözcük/kavram politik bir okumayı zorunlu kılar çünkü; nesnelleşmek tarihselleşmekten geçer. Yalnızca bir Marksist olduğum için böyle söylemiyorum; algı dışı bir gerçektir bu, bir hakikat. Ülke edebiyatında ‘yer altı’ tanımı, üretim dışı kalan sınıfların özellikleriyle çoğu zaman bağdaşmaz. Elbette ‘geride kalanların, yenilenlerin, ezilenlerin’ ve moda tabiriyle ‘kaybedenlerin’ sınıfsal konumlanışı bu minvaldedir… Oysa bu ‘net’ bir cevapla bizi buluşturmayabilir. Bir hayat kadınını, trans bir bireyi, uyuşturucu kullananları ve aykırıdan çok aslında ‘ayrıksı’ olan hayatları, onların dillerini, başından geçenleri kaleme almak, içinde köklü bir sitem eleştirisi barındırmağı zaman sadece birer ‘çerez’dir. Uyumsuzluk seçilen konuda, kullanılan dilde, edebiyat üreticisinin kimliğinde farklı tezahür edebilir çünkü. Kaldı ki, dikkat edin, genel de bir uyum çabası ( topluma, kurallara; hayatta kalmak için gereken tüm şeylere) bu tür metinlerde hemen dikkat çeker. Yani aslında bir eklemlenme sürecinin; topluma, üretime; uğradığı kesiklikler merkeze alınır. Oysa farklılık gettolarda, dar alanlarda, kıyılarda değil, toplumsal

201 değerlerin işleyişi anlamında merkez alanlarda arandığı zaman bir söylem üretimine tekabül edebilir. Bu şu demektir; bir süre sonra yaratılan ya da aktarılan dünyalar ve hayatlar değişmeyecek/dönüşmeyecek bir gerçeklik algısına mahkûm edilirler. Dünya değişmeyecek vurgusunu olumlama, başımıza gelecek bütün boktan şeylere karşı insanoğlunu acizliğe itmekten başka bir anlam taşımaz. Ancak… Bazı şeylerin bir biçimde, haksız biçimde olsa da kendilerine bir tarih kurduklarını da söylemek gerekir. Dolayısıyla yürüyen bir kültür var olur ve bu kültür kendine isimler, çözümler, yazarlar ve dergiler bulabilir/bulur. İşte burada belki metinlere bu sınırları çizilmiş alan içinde yenide bakılabilir. Bu noktadan hareketle, politik ve kültürel dönüşümü birebir önermese de, değer atfedilebilecek metinlerden söz edilebilir. Bu anlamda ülkemizde bir ‘yer altı’ edebiyatından bahsedilebilir. Bu edebiyat ne kadar memleketin ‘yer altı’dır o da ayrı ve mühim başka bir tartışma konusudur. Çünkü düğüm, insanı merkeze aldığını iddia eden edebî ya da sanatsal üretimlerin politik karşılık anlamında zayıf kalmalarında düğümlenir. Kısacası ister istemez, bu yazının başındaki noktaya geri dönülür. Tüm bu saptamalar ışığında; bu metinde yer alan ikincil ‘yer altı’ tanımına dayanarak önemli kalemlerin ve bu kalemlere ait işlerin olduğu söylenebilir. Mehmet Kartal, Uğur Özakıncı, Sabahattin Umutlu vesaire gibi… Metin/şiir örneği vermek gerekirse Umut Taylan’ın ve Emel Güz’ün ‘Rock Manifestosu’ hayal dahi edilemeyecek kadar muazzamdırlar. Benim çıkış çalışmaların geleneğe yaslı bir anlayışın ürünüdür. Bir dönem ‘marjinal’ olduğu iddia edilebilecek ürünler yayımladığım olmuştur; bu ürünler benim diğer ürünlerime göre marjinaldir… Sürdürdüğüm çalışmalar da yine geleneğe yaslı sürmektedir. Beni belirleyen şey yalnızlıktır; yalnızlığın başarıyla birlikte kapitalist toplumun en belirgin uyuşturucuları olduğunu düşünür ve bu minvalde üretmeye çalışırım. Çünkü dünyayı asla tek başınıza değiştiremezsiniz. Ayrıca ‘minval’ en sevdiğim sözcüktür.

202

Türk şiirinde marjinal söylem, yeraltı edebiyatı, yeraltı şiiri hakkında ne söyleyebilirsiniz? Marjinal söyleme sahip şairler kimler, sizce?

ALİ GÜNVAR (15.07.2015) Marjinal söylemden neyi kastediyorsunuz? Eğer marjinallik ile cinsel deviasyon kastediliyor ise en belirgin örneği küçük İskender ve Ece Ayhan’dır. Ama eğer konu dilin marjlarında dolaşmak ise durum epeyce farklı olur. Türkiye’de bu anlamda bir yeraltı edebiyatı yok maalesef. Batı’da underground ciddi bir alandır ve özellikle de underground clublarda müziğiyle şarkı sözleriyle başlı başına bir alandır. Bizde bunu karşılayan belki de arabesk. (küçük İskender, Altay Öktem…) Belki yeni yeni değerlendirilebilir her ikisi de, ama kaliteleri yüksek değil. Yani mesela bir Jim Morrison kalitesine asla erişemezler. Aslında sanırım yeraltı olabilmesi için orijinal bir rock kültürü ve direkt söylemin de oluşması gerekiyor. Yeraltı söyleminde ulvi aşklardan söz edilemez mesela. Aşkın bütün gerilimiyle aktarıldığı bir söylem geliştirilmemiş, aktarılan sadece işin cinsellik boyutu. İmgelemi cinsellik ve yemek terminolojileri arasındaki paralellikten doğan argoya yüklersen çıkacak olan bellidir zaten. Underground kültür Batı’nın o dönemindeki kültürel dönüşümün karşılığıydı. Bugün orada bile yok.

OSMAN ÇAKMAKÇI (14.07.2015) Pek yeraltı denebilecek şiir olduğunu düşünmüyorum, ama marjinal diyebileceğimiz isimler var. (küçük İskender, Altay Öktem…) Altay'ın kendisi bu konular üzerinde duruyor ama şiiri yeraltı şiiri sayılabilir mi emin değilim. İskender denebilir, evet. Marjinal; kenarda, dışarıda kalmayı tercih etmiş kişilere ve şiirlere diyebiliriz. Örneğin Seyhan Erözçelik, Sami Baydar… Ben de sayılabilirim. Hikâyede Aslı Erdoğan, Murat Uyurkulak… Necmi Zeka, Serdar Koçak, Mustafa Atapay…

BAKİ AYHAN T. (BAKİ ASİLTÜRK) (17.11.2014) Bence Türkiye'de yeraltı şiiri yok çünkü yeraltı yok, olsa olsa köprüaltı şiiri vardır denebilir, çünkü bol bol köprü ve üstgeçit var. Şaka değil bu yazdıklarım: Yeraltı şiirinin oluşabilmesi için önce o şiirin sosyal altyapısının oluşması gerekir: Dünyanın büyük başkentlerindeki devasa metrolar gibi... Bizde bu yok. Dolayısıyla bizdeki yeraltı şiiri daha çok, izlenimsel kalıyor. İskender kuşkusuz iyi bir şairdir, ama onun şiiri bence "beatnik" olarak anılmalı.

203

Dil ve ifade anlayışları, geleneksel söyleyişin dışına çıkarken argonun canlandırıcı gücünden faydalanmaları ve en önemlisi de her şairin giremeyeceği alanlara girmeleri şairleri marjinal yapıyor. Bana marjinal gelen birkaç şair var: Attilâ İlhan (ilk marjinallerimizdendir), Can Yücel, Metin Eloğlu, Salah Birsel, küçük İskender, en gençlerden Onur Sakarya.

NİLAY ÖZER (14.07.2015) Kısa net bir yanıtsa istediğiniz yeraltı edebiyatımız yok derim. Edebiyat zaten yeraltına mal ettiğimiz nitelikleri taşımalı. Devletle, partiyle, ideolojiyle, dinle, gelenekle özdeşleşmiş edebiyatın dışında kalanlara yeraltı diyemiyoruz. Büyük yayınevinden, merkezi dergilerden yayın yapanları da eliyoruz sanırım. Ama bence konunun daha önemli kısmı şu: Modern Türkçe yazınsallık açısından, özellikle şiirde bir doygunluk yakaladı. Marjinallik de küfürle olmuyor, içerik tek başına yetmiyor, önce yadırgatıcı dili kurmak sorun. Şu saatten sonra en zoru bu. Sorularınız çok uzun değerlendirme gerektirir. Buradan yazacağım şey çok eksik kalır. İskender çok sayıda takipçi yarattı. Bu önemli ve onun köşe taşı bir figür olduğunu gösterir kanımca. Hilmi Yavuz nasıl onun estetik makinesini kullanarak şiir üreten isimler var ettiyse İskender de kendi araçlarını kullanabilen bir kuşak var etti. Fanzinler bu şiirleri çoğaltanlarla dolu. Tek kök İskender değil tabii. Yeni kuşak roman, resim, performans sanatları, yabancı dizile, mizah ve ironiden ilerledi. Şimdi isimler var ama üretkenlikleri sınırlı. Jan Ender Can’ın kaç kitaplık şiiri oldu.

204

ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler : Adı ve Soyadı : Savaş KAYAN Doğum Yeri ve Yılı : Çameli/Denizli, 1977 Medeni Hali : Evli

Eğitim Durumu : Lise: Denizli Ticaret Meslek Lisesi, 1994 Lisans : Pamukkale Üniversitesi, 1998 Yüksek Lisans : Süleyman Demirel Üniversitesi, 2015 Yabancı Dil(ler) ve Düzeyi: İngilizce, Orta

İş Deneyimi : 1. Hatay/Samandağ Endüstri Meslek Lisesi 2. Isparta/Gelendost Çok Programlı Lisesi 3. Isparta/ Gülistan Lisesi 4. Isparta/Mustafa Kaçıkoç Anadolu Lisesi

205