2154-Buyulu Fener-Ingmar Bergman-Gokchin Dashqin-2011-349S.Pdf
Total Page:16
File Type:pdf, Size:1020Kb
AFA-Sinema: 17 AFA-Yayınları: 129 ISBN 975-414-040-5 A{lustos, 1990 ©lngmar Bergman ve Norstedis Forlag, 1987 ONK Ajans ©Laterna Magica adlı bu kitap İngilizceden çevrilmiştir. Türkçe hakları AFA Yayıncılık A.Ş.'ye aittir. Dizgi: AFA Yayıncılık A.Ş. Baskı: AFA Matbaacılık Kapak: Reyo Basımevi AFA Yayın cılık A.Ş., Sıhhiye Ap t. 19/8 CaQaloQlu- İSTANBUL 1Zl526 39 80 INGMAR BERGMAN Büyülü Fener Çeviren: Gökçin Taşkın � .. AFA YAYINLARI -1- 1918 yılında ben doğduğum zaman annem İspanyol gribi geçi riyormuş. Benim durumum da kötüymüş, ne olur ne olmaz diye hastahanede vaftiz edilmişim. Bir gün aile doktorumuz eve ziyarete geldiğindebana bakıp "Yetersiz beslenmeden ölü yor," demiş. Anneannem beni yanına alıp trenle Dalarna'da ki yazlık evine götürmüş. O zamanlar tüm bir günü alan yol culuk boyunca beni suya batırılmış pandispanyayla beslemiş, sonunda Dalarna'ya vardığımda yarı ölüymüşüm. Annean nem gene de bana bir sütannebulmuş -- komşu köyden sarı şın, canayakın bir kız. Yavaş yavaş düzelmişim, ama hep ku suyor, süreklimide ağrısı çekiyormuşum. Ne olduğu pek anlaşılamayan birkaç hastalık da geçirdim ve yaşamak isteyip istemediğime bir türlü karar veremedim. O zamanki durumu bilincimin derinliklerinde anımsayabili yorum: Bedenimdeki salgıların kötü kokusu, seıt, nemli, ba tanelbiseler, gece lambasından yayılanyumu şak aydınlık, bi tişik odaya açılan aralanmış kapı, dadının derin solukları, pı tır pıtır adımlar, fısıldaşan sesler, güneşin sürahideki suda yansımaları. Bunları-p.tümünü anımsayabilirim ama hiç kor ku anımsamıyorum. Korku sonradan geldi. Yemek odası, tuvalet, çöp tenekeleri, şişman farelerve bir halı dövme askısı olan yüksek kiremit duvarlı, karanlık bir av luya bakıyordu. Birisinin kucağına oturmuş, yulaf lapasıyla 5 besleniyorum. Kenarları kırmızı çizgili muşambada duran mavi çiçeklibeyaz emaye tabak, pencereden giren dağınık ışı ğı yansıtıyor. Başımı iki yana ve öne sallayarak değişik bakış açıları deniyorum. Başımı hareket ettirdikçe lapa tabağında yansıyan ışıklar değişip yeni biçimler oluşturuyor. Birdenbi re her şeyin üzerine kusuyorum. Bu belki de benim ilk anım: Ailem Stockholm'de, Skeppar gatan ile Storgatan'ın kesiştiği köşedeki apartmanın birinci katındaki dairede yaşıyordu. 1920 güzünde Stockholm'ün Ös termalm semtinde Villagaton 22'ye taşındık. Ev tazeboya ve parke cilası kokuyor. Çocuk odasının zemi .ııi güneş.sarısı muşamba döşeli, pencerelerde üzerinde şato lar ve kır çiçekleri olan açık renk storlar var. Annemin elleri yumuşak ve bana öyküler anlatmak için ayıracak vakti var. Bir sabah babam yataktan kalkınca odadaki lazımlığa basıp yüksek sesle küfürediyor. Mutfaktaça lışan Dalarna'lı iki köy lü kız sık sık ve içlerinden geldiği gibi şarkı söylüyor. Aynı kat ta benimle yaşıt bir oyun arkadaşım oturuyor. Adı Tippan, ya ratıcı ve girişken bir kız. Birbirimizin vücudunu inceleyip il ginç farklılıklar buluyoruz. Birisi bizi yakalıyor ama ele vermi yor. Kızkardeşim doğuyor. Döıt yaşındayım ve durum kökün den değişiyor. Şişman, şekilsizyaratık birdenbire başrole geçi yor. Annemin yatağından atılıyorum; babamın yüzü avaz avaz ağlayan bu kundağın üzerine eğilirken mutlulukta n par lıyor. Kıskançlık canavarı yüreğime pençelerini sımsıkı atı yor, öfkeleniyor,ağlı yor, yere pisletip pisliğimi her yere sıvıyo rum. Her zaman can düşmanı olduğumuz ağabeyimle barışıp bu iğrenç iblisi öldürmek için çeşitli planlar yapıyoruz. Bazı nedenlerden dolayı ağabeyim bu işi benim yapmam gerektiği ne karar veriyor. Gururum okşanıyor, uygun bir zaman kollu yonız. Sessiz ve güneşli bir öğleden sonra evde tek başımayım sa- 6 nıyor, süzülerek annemle babamın yatak odasına giriyorum. Yaratık pembe sepetinde uyuyor. Bir iskemle çekip üzerine çı kıyor, bir an durup tombul yüze ve salyalarakan ağzabakı yo rum. Ağabeyimbana açık seçik ne yapacağımı öğretmiş gerçi ama ben yanlış anlamış olmalıyım.Kızkar deşimin boğazını sı kacağım yerde göğsüne bastırıp çökertmeye çalışıyorum. Anında kulak parçalayıcı bir çığlıkla uyanıyor. Elimle ağzını kapatıyorum. Sulu mavigözleri şaşı şaşı bakıyor. Onu daha sı kı tutmak için öne doğru bir adım daha atıyorum ve ayağım kayıyor, yere yuvarlanıyorum. Bu olayın çok çabuk dehşete dönüşen yoğun bir zevk duy gusu verdiğini anımsıyorum. Çocukluk fotoğraflanma eğilmiş, büyüteçle annemin yüzünü inceliyor, çoktan silinmiş duyguların içine sızmaya çalışıyo rum. Evet, annemi sevdim ve bu fotoğrafta geniş alnının ar dında ortadanayrıl mış gür saçları, oval tatlı yüzü, duyarlı ağ zı, koyu renk, biçimli kaşlarının altındaki sıcak içten bakışıve küçük elleriyle annem çok çekici. Dört yaşındaki yüreğim ona duyduğum köpeksi bağlılıkla tükeniyordu. Gene de ilişkimiz yalın değildi. Anneme aşırı bağlılığım onu rahatsız eder, sinirlendirirdi. Sevgi açlığım ve şiddetli patlamalarım onu kaygılandırırdı. Çoğu kez soğuk, alaycı söz cüklerle beni yanından uzaklaştırırdı. Öfke ve düş kırıklığı içinde ağlardım. Annemin ağabeyimle ilişkisi daha yalındı çünkü her zaman onu babama karşı savunmak zorunda kalı yordu. Babamın vahşice dövmeyi de içeren acımasız bir sert likle ağabeyimi yetiştirme yöntemi, aralarında sık sık yinele nen bir tartışma konusuydu. Anneme duyduğum aşırı sevginin yumuşak ve öfkeli dal galarının onun üzerinde çok az etkisi olduğunu yavaş yavaş anladım. Bu yüzden kısa bir süre içinde onu hoşnut kılacak 7 ve ilgisini uyandıracak başka bir davranışı denemeye başla dım. Hastalık, anında sevecenlikle karşılanıyordu. Bitmeyen hastalıklarçeken sağlıksız bir çocuk olduğum için bu, gerçek ten onun sevgisine giden acı dolu ama başarılı bir yol oldu, öte yandan annem hemşirelik eğitimigördüğünden sahte has talıklarçok çabuk anlaşılır ve herkesin önünde cezalandırılır dı. Annemin ilgisini çekmek için denediğim bir başka yol da ha da tehlikeliydi. Annemin ilgisizliğe ve kayıtsızlığa katlana madığım anlamıştım: Ne de olsa bunlar onun kendi silahla rıydı. Duygulanmı bastırmayı öğrendim. Temel unsurları kendini beğenmişlikle uzak bir yakınlık olan garip bir oyuna başladım. Neler yaptığıma ilişkin hiçbir şey anımsamıyorum ama sevgi insanı gi rişimci kılıyor, ben de bu duyarlılık ve gu rur kanşımı davranışlanmla ilgi uyandırmakta çok çabuk us talaştım. En büyük sorunum oyunumu açığa vurmak, maskeyi çı kaı-tmak ve karşılıklı bir sevgi içinde sarmalanmak fı rsatının bana hiçbir zaman verilmemesiydi. Pek çok yıl sonra annem geçirdiği ikinci kalp krizinin ar dından burnunda bir tüple hastahanede yatarken yaşamları mızdan sözetme fı rsatı bulduk. Ona çocukluğumdaki acıları mı anlattım, acılarımın kendisini tedirgin ettiğini kabul etti ama benim o zaman düşündüğüm biçimde değil. Benimle ya şadığı sorunları ünlü bir çocuk doktoruna aktarmıştı. Doktor da ciddi terimlerle "hastalıklı yaklaşımlar" diye adlandırdığı davranışlarıma kesin olarak karşı koyması için onu uyarmış tı. Her üzerime düşüşü bana yaşam boyu zarar verecekti.Bu, 20'li yıllardaydı. Bu çocuk uzmanıyla yapılan görüşmeye ilişkin net bir anım var. Nedeni altı yaşımı geçmiş olmama karşın okula git meyi reddetmemdi. Her gün kaygı çığlıklan içinde sürüklene rek ya da kucağa alınarak sınıfa sokuluyordum. Gördüğüm 8 her şeyin üzerine kusuyor, bayılıyor, denge duyumu yitiriyor dum. Sonunda kazandım ve okula gidişim de ertelendi ama bu tanınmış doktorla görüşmeye gitmek kaçınılmaz olmuştu. Adamın kocaman bir sakalı, dik bir yakası vardı ve puro kokuyordu. Pantolonumu aşağıya indirdi, bir eliyle benim o önemsiz organımı tuttu, öteki elinin işaret parmağıyla kasığı mın çevresinde bir üçgen çizdi, etekleri kürklü paltosu ve tü lü yüzünü örten koyu yeşil kadife şapkasıyla arkamda oturan anneme, "Oğlanın burası hala bir bebeğinki gibi," dedi. Doktordan döndüğümüzde bana kenarları kırmızı, cebi nin üzerinde işleme bir kedi fıgüıii olan, solmuş sarı önlüğü mü giydirdiler. Sıcak çikolata ve peynirli sandviç verdiler. Ye niden ele geçirdiğimçocuk odasına girdim. Ağabeyim kızıl ge çiriyordu ve başka bir yerdeydi. (Pek tabiiben onun öleceğini umuyordum. O zamanlar kızıl tehlikeli bir hastalıktı.) Oyun cak dolabından tekerlekleri sarılı kırmızılı tahta bir arabaya tahtaatı koştum. Okul tehlikesi hoş bir başarı anısı içinde si lindi. 1965 yılınınbaşlarında fırtınalıbir kış günüydü; annem, baba mın gırtlağındaki habis bir tümörü aldırmak üzere hastaha neye yattığını söylemek için tiyatroya telefon etti. Gidip onu görmemi istedi. Babamı görmek için zamanımın da, isteği min de olmadığını, ona hiç ilgi duymadığımı çünkü babamla benim birbirimize söyleyecek hiçbir şeyimiz kalmadığını, ola sı ölüm döşeğine, hastaneye gidersem belki onu korkutup utandırabileceğimi söyledim. Annem öfkelendi. Israr etti. Ben de öfkelendim, bana duygusal şantaj yapmaktan vazgeç mesini söyledim. Bu bitip tükenmeyen şantaj: Benim hatırım için yapamaz mısın? Annem kızdı ve ağlamaya başladı. Göz yaşlarının beni hiçbir zaman etkilemediğini söyleyerek telefo nu suratına kapattım. Aynı gece tiyatroda çalışıyordum. Kuliste gidip oyuncular- 9 la konuştum, şiddetli kar fırtınası yüzünden tiyatroya geç ka lan seyircileri salona soktum. Sonra odamda oturup Peter Weiss'ın Die Ermittlung (Soruşturma) adlı oyunu üzerinde çalışmaya başladım. Telefon çaldı, santraldaki kız yanında Bayan Bergman'ın beklediğini, kendisinin müdür beyle görüşme talebinde bu lunduğunu söyledi. Birkaç tane Bayan Bergman olduğundan hangi lanet Bayan Bergman diye sordum. Santraldaki kız ür kek bir sesle Bayan'ın genel yönetmenin annesi olduğunu söy ledi, Bayan Bergman oğluyla görüşmek istiyormuş - hemen. Bu karda kışta tiyatronun yollarına düşmüş annemi oda ma getirmek için