CORE Metadata, citation and similar papers at core.ac.uk

T.C. PAMUKKALE ÜN İVERS İTES İ SOSYAL B İLİMLER ENST İTÜSÜ KAMU YÖNET İMİ ANAB İLİM DALI

DEMOKRAS İ KURAMLARI AÇISINDAN TÜRK DEMOKRAS İSİNE İLİŞ KİN B İR İNCELEME

YÜKSEK L İSANS TEZ İ

Hazırlayan Umut BEKCAN

Danı şman Prof. Dr. İnan ÖZER

Denizli, 2005 TEZ SINAV SONUÇ FORMU

Bu tez tarafımızdan okunmu ş, kapsamı ve niteli ği açısından Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmi ştir.

______Prof. Dr. İnan ÖZER (Ba şkan)

______Prof. Dr. Hamza UYGUN Doç. Dr. Muhammet KÖSEC İK (Üye) (Üye)

Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu’nun ……….…tarih ve ………………… sayılı kararıyla onaylanmı ştır.

______Prof. Dr. Nazım K. EK İNC İ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü I

ÖZET

Türk demokrasisinin bugün içinde bulundu ğu ko şullar, demokrasi kuramları açısından ne tür bir modelle örtü ştü ğü sıkça tartı şılan bir konudur. Bu konuyu derinlemesine analiz ederek, Türk demokrasisinin demokrasi kuramları açısından bir de ğerlendirmesini yapmak, siyaset bilimi açısından olumlu katkılar yapan sonuçlar elde etmeye yarayacaktır. Çalı şmanın birinci bölümünde, ara ştırmanın amacı, konusu ve kapsamıyla ilgili genel bilgiler verilecek, ikinci bölümde, demokrasi kavramının tanımı, ortaya çıkı şı, geli şimi ve nasıl uygulandı ğı üzerinde durulacaktır. Üçüncü bölümünde, şu ana kadar ortaya atılmı ş liberal temsili demokrasinin ele ştirisi üzerine kurulmu ş, demokrasi kuramları tanıtılacak, savundukları dü şünceler üzerinde durulacaktır. Demokrasi kuramlarının kavramsal çerçevesinin ardından Türk demokrasi hayatının incelenmesine Türkiye’deki ilk demokrasi hareketlerinden söz edilerek bir giri ş yapılacaktır. Be şinci bölümde ise tezin asıl konusu olan cumhuriyet dönemi demokrasi tarihi ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır. Son bölümde ise Türk demokrasisinin pratikteki uygulamalarından, cumhuriyetin ilanından bu yana deneyimlerinden yola çıkılarak literatürde yer alan demokrasi kuramlarından (liberal, güçlü, dü şük yo ğunluklu kuramlar v.s.) hangisi ya da hangilerine yakın oldu ğu veya hangisi ya da hangileriyle örtü ştü ğü analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler : Demokrasi, Demokrasi kuramı, Türk Demokrasi Hayatı

Umut BEKCAN II

ABSTRACT

The subject of which democracy theory or theories are similar to the Turkish Democracy Model is frequently discussed. To evaluate Turkish Democracy from the angle of democracy theories, by deeply analyzing this subject will give positive additions to the science of politics. In the first chapter of the thesis, general information will be given subject, aim and contents of the research. In second chapter it will be dwelled upon the definition, arise, development and how it is practiced of democracy concept, In third chapter, democracy theories which are based on criticism of liberal representative democracy will be introduced. After the conceptual limitation of democracy theories, examination of Turkish Democracy Life will be started with mentioning first democracy actions in . In the fifth chapter, Republic of Turkey’s democracy history which is basic subject of the thesis will be taken up in a detailed way. And in the last chapter, it will be analyzed that which democracy theory or theories (liberal, strong, low-density theories etc.) are similar or closer to Turkish democracy, by examining the experiences of Turkish democracy from the proclamation of republic till now.

Key Words : Democracy, Democracy theory, Turkish democracy life

Umut BEKCAN

İÇİNDEK İLER ÖZET...... I ABSTRACT...... II İÇİNDEK İLER ...... III ÖNSÖZ...... VII GİRİŞ ………………………………………………………………………………...1 BİRİNC İ BÖLÜM ARA ŞTIRMA İLE İLG İLİ GENEL B İLG İLER

1.1. Ara ştırmanın Konusu…………………………………………...... 2 1.2. Ara ştırmanın Amacı……………………………………………………………...2 1.3. Ara ştırmanın Önemi……………………………………………………………...2

İKİNC İ BÖLÜM DEMOKRAS İ KAVRAMI 2.1. Tanım …………………………………………………………………………….4 2.2. Tarihçe...... 6 2.3. Demokrasinin Uygulanması…………………………………………………….14 2.4. Demokrasi Anlayı şları ...... 16 2.4.1. Ço ğulcu demokrasi………………………………………………………16 2.4.1.2. Temel ilkeleri……………………………………………………16 2.4.1.3. Ço ğulcu demokrasinin uygulandı ğı rejimler……………………18 2.4.2. Marksist demokrasi………………………………………………………21 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DEMOKRAS İ KURAMLARI 3.1. Demokrasi Kuramlarına Giri ş...... 24 3.1.1. Liberal demokrasi kuramı ...... 29 3.1.2. Sosyal demokrasi kuramı………………………………………………...33 3.1.3. Ço ğunlukçu demokrasi ve oyda şmacı demokrasi kuramları…………….36 3.1.4. Güçlü (katılımcı) demokrasi kuramı……………………………………..37 3.1.5. Dü şük yo ğunluklu demokrasi kuramı……………………………………39 3.1.6. Seçkinci demokrasi kuramı………………………………………………41 3.1.7. Ekonomik demokrasi kuramı…………………………………………….42 3.1.8. Ele ştirel demokrasi kuramı………………………………………………43 IV

3.1.9. Bütünlükçü demokrasi kuramı…………………………………………...44 3.1.10. Birle ştirici demokrasi kuramı…………………………………………..45 3.1.11. Radikal demokrasi kuramı……………………………………………...46 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM TÜRK İYE'DE İLK DEMOKRAS İ HAREKETLER İ 4.1. Giri ş...... 49 4.2. Osmanlı Devleti Dönemi...... 50 4.2.1. Sened-i ittifak…………………………………………………………….50 4.2.2. Tanzimat fermanı………………………………………………………...52 4.2.3. Islahat fermanı…………………………………………………………...54 4.2.4. I. Me şrutiyet……………………………………………………………...55 4.2.5. II. Me şrutiyet……………………………………………………………..58 4.3. Milli Mücadele Dönemi...... 60 4.3.1. Amasya genelgesi………………………………………………………..61 4.3.2. Erzurum kongresi………………………………………………………..62 4.3.3. Sivas kongresi……………………………………………………………63 4.3.4. Türkiye büyük millet meclisi'nin açılması………………………………63 4.3.5. 1921 Anayasası………………………………………………………….64 4.3.6. Saltanatın kaldırılması…………………………………………………..65 4.3.7. Halk fırkası'nın kurulması………………………………………………66 4.3.8. Cumhuriyetin ilanı………………………………………………………67 BE Şİ NC İ BÖLÜM CUMHUR İYET DÖNEM İ DEMOKRAS İ TAR İHİ 5.1. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Dönemi (1923)……………………………….69 5.1.1. Hilafetin kaldırılması…………………………………………………….69 5.1.2. 1924 Anayasası…………………………………………………………..69 5.1.3. Terakkiperver cumhuriyet fırkası'nın kurulması…………………………71 5.1.4. Şeyh sait isyanı ve takrir-i sükun kanunu………………………………..72 5.1.5. Atatürk'e suikast giri şimi………………………………………………...73 5.1.6. Serbest cumhuriyet fırkası……………………………………………….74 5.1.7. Menemen olayı…………………………………………………………..77 5.1.8. Devrimi benimsetme çabaları……………………………………………77 V

5.1.8.1. Kadro dergisi……………………………………………………77 5.1.8.2. Halkevleri………………………………………………………..78 5.1.9. Bursa olayı………………………………………………………………..79 5.1.10. Wagon-Lits (yataklı vagonlar) mitingi………………………………….79 5.1.11. Razgrad mitingi………………………………………………………….80 5.1.12. Atatürk'e II. suikast giri şimi……………………………………………..80 5.1.13. Kadınlara siyasal hakların verilmesi…………………………………….80 5.1.14. Dersim isyanı……………………………………………………………80 5.1.15. Ba şbakanın de ğişmesi…………………………………………………...81 5.1.16. İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı seçilmesi……………………………...82 5.1.17. Milli korunma kanunu…………………………………………………...83 5.1.18. Köy enstitülerinin korunması……………………………………………84 5.1.19. Varlık vergisi……………………………………………………………85 5.1.20. Toprak yasası……………………………………………………………86 5.1.21. Çok partili hayata geçi ş………………………………………………….87 5.1.21.1. Milli kalkınma partisi'nin kurulması…………………………..88 5.1.21.2. Demokrat parti'nin kurulması…………………………………88 5.1.22. Tan baskını………………………………………………………………89 5.1.23. İlk çok partili seçim……………………………………………………..89 5.1.24. Sendika kanunu………………………………………………………….90 5.1.25. 1950 Seçimleri…………………………………………………………..91 5.2. Demokrat Parti Dönemi(1950-1960)…………………………………………...91 5.2.1. 1950-1954 Dönemi………………………………………………………92 5.2.2. 1954-1957 Dönemi………………………………………………………93 5.2.3. 1957-1960 Dönemi………………………………………………………96 5.3. Hürriyetçi Anayasa Dönemi (1960-1980)……………………………………...98 5.3.1. 1961 Anayasası…………………………………………………………100 5.3.2. İnönü koalisyonları (1961-1965)……………………………………….101 5.3.3. AP iktidarından 12 mart muhtırası'na…………………………………..103 5.3.4. 12 Mart'tan 12 eylül'e…………………………………………………...106 5.4. Yasakçı Anayasa Dönemi (1980'den Günümüze)…………………………….112 5.4.1. 1982 Anayasası…………………………………………………………113 VI

5.4.2. 1983 Seçimleri………………………………………………………….114 5.4.3. ANAP dönemi…………………………………………………………..115 5.4.4. 1991'den Sonraki geli şmeler……………………………………………118 ALTINCI BÖLÜM DÖNEMLER İN DE ĞERLEND İRMES İ VE DEMOKRAS İ KURAMLARI AÇISINDAN İNCELENMES İ 6.1. Cumhuriyet Halk Partisi Dönemi……………………………………………...125 6.2. Demokrat Parti Dönemi……………………………………………………….129 6.3. Hürriyetçi Anayasa Dönemi…………………………………………………..132 6.4. Yasakçı Anayasa Dönemi……………………………………………………..135 SONUÇ……………………………………………………………………………139 KAYNAKÇA……………………………………………………………………...142 ÖZGEÇM İŞ ………………………………………………………………………149

VII

ÖNSÖZ Akademik hayata atılmamda ve tezimin yazımında bana verdi ği destekten dolayı Pamukkale Üniversitesi rektör yardımcısı ve fakültemiz dekanı de ğerli hocam Prof. Dr. İnan Özer’e, tüm bölüm hocalarıma, yine benim gibi tezlerini bitiren, çalı şmalarımızda birbirimize yardımcı oldu ğumuz arkada şlarım Rezzan ve Pınar’a, kaynak toplamadaki deste ğiyle Ferihan’a, şu an vatani görevini yapmakta olan arkada şım Özhan’a ve yurtdı şında e ğitimini devam ettiren Yaman’a ve pek tabii engin kütüphanesinden yararlandı ğım felsefe ö ğretmeni Hasan Evi ş’e sonsuz te şekkür ederim. Beni bugüne kadar büyük bir özveriyle yeti ştiren ve hep yanımda olan anneme, babama ve tabii ki karde şime çok şey borçluyum. GİRİŞ

Demokrasi kavramı ortaya çıktı ğı andan itibaren uygulanı şı ya da uygulanamayı şı itibariyle sıkça tartı şılagelmi ştir. Demokrasinin daha iyi nasıl uygulanaca ğı, ideal demokrasiye nasıl ula şılaca ğı sorusu birçok demokrasi kuramının öne sürülmesine neden olmu ştur. Bu ba ğlamda, çalı şmada demokrasi kavramı ayrıntılı bir şekilde açıklandıktan sonra demokrasi kuramlarından yaygın olarak benimsenen liberal demokrasi kuramı ve ardından bu kuramın ele ştirisi üzerine kurulan sosyal, güçlü, ço ğunlukçu, oyda şmacı, dü şük yo ğunluklu, seçkinci, ekonomik, ele ştirel, birle ştirici, bütünlükçü ve radikal kuramlar ana hatlarıyla tanıtılmı ştır. Devlet yönetiminde halkın iradesini üstün kılan demokrasi ideolojisi -ilk faaliyetler Osmanlı’nın son döneminde görülmekle birlikte- Kurtulu ş Sava şı’nın ba şlangıcından itibaren tüm dünyayı oldu ğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına almı ştır. Sened-i İttifak’tan ba şlayarak yönetimin sürekli yönetilenler lehine sınırlandırıldı ğı süreç 1961 Anayasası ile doruk noktasına ula şmı ş daha sonra ise sınırlandırma yönetim lehine geli şmeye ba şlamı ştır. Çalı şmanın ana konusu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasi hayatı Cumhuriyet Halk Partisi Dönemi, Demokrat Parti Dönemi, Hürriyetçi Anayasa Dönemi ve Yasakçı Anayasa Dönemi olmak üzere dört ayrı dönemde incelenmi ş böylelikle cumhuriyetin ilanından sonra demokrasinin gidi şatı üzerinde durulmu ştur. Son bölümde ise, her bir dönemde uygulanmaya çalı şılan demokrasinin ikinci bölümde tanıtılan demokrasi kuramlarından hangisi veya hangilerine yakın durdu ğu ya da örtü ştü ğü tartı şılmaya ve saptanmaya çalı şılmı ştır. Çalı şmanın amacı, Türk demokrasi hayatına ı şık tutmak, sıkça tartı şılan Türkiye Cumhuriyeti demokrasisinin hangi demokrasi kuramına yakın oldu ğu sorusuna cevap aramak ve bu çerçevede siyaset bilimine olumlu katkılar yapan sonuçlar elde etmektir. BİRİNC İ BÖLÜM

ARA ŞTIRMA İLE İLG İLİ GENEL B İLG İLER

1.1. Ara ştırmanın Konusu Yakınça ğ’ın önde gelen siyasal akımlarından biri olan demokrasi ideolojisi, insanlar ve toplumlar üzerinde algılanı şı, uygulanı şı ya da uygulanamayı şı açısından büyük etkiler uyandırmı ştır. Özellikle Batı dünyasının üzerinde çok dü şündü ğü bu ideoloji, halkın iradesini siyasal iktidara yansıtma amacı gütmesi ve bir ki şinin keyfi idaresi yerine halkın istek ve ihtiyaçlarına cevap aramaya çalı şması açısından uygulanması gereken bir siyasi anlayı ş olarak görülmü ştür. Bu anlayı ş temelinde uygulamada görülen farklılıklar, bu farklılıkların benimsenmesi veya benimsenmemesi ya da daha iyi verim elde edebilmek ve kavrama işlerlik kazandırmak amacı, demokrasi ile ilgili yeni dü şüncelerin yani demokrasi kuramlarının ortaya çıkmasını sa ğlamı ştır. Öte yandan batılıla şmayı kendine hedef seçen Türkiye’nin de demokrasinin etkisi altında kalması kaçınılmaz olmu ştur. Bu açıdan bakıldı ğında ara ştırmamızın konusu, Türkiye’de demokrasi kavramının nasıl uygulama alanı bulmaya ba şladı ğı, bu süreç içerisinde hangi olayları tecrübe etti ği ve hangi noktalara ula ştı ğıdır. 1.2. Ara ştırmanın Amacı Ara ştırmanın amacı, demokrasi fikrinin Türkiye’de yerle şmeye ba şlamasıyla uygulanan demokrasinin, ortaya atılan demokrasi kuramlarından (liberal, sosyal, güçlü, ço ğunlukçu, oyda şmacı, dü şük yo ğunluklu, seçkinci, ekonomik, ele ştirel, birle ştirici, bütünlükçü ve radikal kuramlar) hangisi ya da hangileriyle örtü ştü ğünü veya hangisi ya da hangilerine yakın oldu ğunu tartı şmak ve bir sonuca ula şmaya çalı şmaktır. Bu ba ğlamda öncelikle demokrasi kavramı ve demokrasi kuramlarını inceleyen, ardından Türk demokrasi tarihinin geçirdi ği evreleri ve Türk siyasal hayatında ya şanan olayları ara ştıran kitap, dergi, makale, süreli yayınlar v.s. taranmı ş ve amaç gerçekle ştirilmeye çalı şılmı ştır. 1.3. Ara ştırmanın Önemi Bu çalı şma, Cumhuriyetin ilanından bu yana Türk demokrasisinin geçirdi ği tecrübelerin demokrasi kuramları açısından incelenip de ğerlendirilmesi, Türk demokrasi hayatına ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin siyasal olaylarına ı şık tutması bu 3

çerçevede siyaset bilimine olumlu katkılar yapan sonuçlar elde etmeye çalı şması ve Türk demokrasi hayatı ile ilgili yapılabilecek benzer çalı şmalar için yol gösterici ve aydınlatıcı bir kaynak olması açısından son derece önemlidir.

İKİNC İ BÖLÜM

DEMOKRAS İ KAVRAMI

2.1. Tanım Demokrasi kavramı, Eski Yunanca’da “halk” anlamına gelen “demos” kelimesiyle “otorite” anlamına gelen “kratos” kelimelerinin birle ştirilmesinden olu şur, halkın kendi kendini yönetmesi, yönetim düzeninde halk iradesinin a ğır basması veya yönetimin halk tarafından denetlenmesi 1 şeklinde açıklanmaktadır. Bir ba şka deyi şle siyasal denetimin do ğrudan do ğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın seçti ği temsilcilerin elinde bulundu ğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurtta şların e şit sayıldı ğı yönetim biçimi demektir. Touraine’ye göre ise en çok sayıda bireye en büyük özgürlü ğü veren, olası en büyük çe şitlili ği tanıyan ve koruyan siyasal ya şam biçimidir. 2 Demokrasiyi tanımlayan yalnızca bir kurumsal güvenceler bütünü ya da ço ğunlu ğun egemenli ği de ğil, her şeyden önce bireylere ve topluluklara ait tasarılara saygıdır; öyle ki, bu saygı ki şisel özgürlü ğün kesinle şmesiyle toplumsal ulusal ya da dinsel bir toplulukla özde şle şmeyi ba ğda ştırır. Demokrasi yalnızca yasalara de ğil, daha çok bir siyasal ekine dayanır. 3 Özer ise farklı şekillerde yorumlanmakla birlikte, demokrasi kavramından; siyasal iktidarın kayna ğının halkta olması, devlet yetkilerini kullananların halkın tercihlerine ve denetimine ba ğlı bulunmasının anla şılması gerekti ğini belirtmektedir. 4 Kı şlalı da demokrasiyi, azınlıkta olanların haklarına saygı gösterildi ği ve onlara bir gün ço ğunlu ğa dönü şebilme yollarının açık tutuldu ğu özgürlükçü bir ço ğunluk yönetimi biçiminde tanımlamaktadır.5 Bugüne kadar kullanılan farklı demokrasi tanımlarından şu şekilde örnekler verilebilir:6 -Yoksulların ve yı ğınların yönetimi;

1 Meydan Larousse, (1987). İstanbul: Meydan Gazetecilik ve Ne şriyat ltd. şti., c. 3, s. 514. 2 Alain Touraine, (2002). Demokrasi Nedir?, Çev: Olcay Kunal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 25. 3 Touraine, a.g.e., s. 26. 4 İnan Özer, (1996, Temmuz). Siyasal Kültür, Demokrasi ve Demokratik De ğerler , Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt 14, sayı 1, s. 72. 5 Ahmet Taner Kı şlalı, (2003). Siyasal Sistemler, Siyasal Çatı şma ve Uzla şma, : İmge Kitabevi, s. 238. 6 Mümtaz’er Türköne, vd, (ed.) Siyaset, (2003). İstanbul: Lotus Yayınevi, s. 188-189. 5

-İnsanların kendilerini, profesyonel politikacılara ve kamu görevlilerine ihtiyaç duymadan do ğrudan ve sürekli olarak yönettikleri sistem; -Hiyerar şi ve ayrıcalıklar yerine liyakat ve fırsat e şitli ğine dayanan bir toplum modeli; -Sosyal e şitsizliklerin üstesinden gelmeyi amaçlayan bir refah ve yeniden da ğıtım sistemi; -Ço ğunlu ğun yönetimi ilkesine dayanan bir karar alma sistemi; -Ço ğunlu ğun iktidarına sınırlamalar getirerek azınlıkların hak ve çıkarlarını koruyan sistem; -İnsanların, siyasal hayata katılımına bakmaksızın çıkarlarına hizmet eden hükümet biçimi. Demokraside egemenli ğin gerçek sahibi “birey” ve nihayetinde bir devlet sınırları içinde ya şayan “halk”tır. Demokrasi, sadece yönetilenlerin yönetenleri belirledi ği bir sistem de ğildir. Genel kabul gören bir takım ilkeleri vardır: 7 -Ki şi-Toplum ili şkilerinin belirlenmesi sürecine halkın tümüyle katılması; -Azınlık haklarına saygılı bir ço ğunluk yönetiminin sa ğlanması; -Ki şiye ait hak ve özgürlüklerin korunması; -Toplumun tüm üyelerine fırsat e şitli ğinin sa ğlanması; Bunların yanına; adayların özgürce belirlendi ği düzenli seçimler, evrensel insan haklarının tanınması, kar şıt görü şlere sahip siyasal parti kurma özgürlü ğü, yargının ba ğımsızlı ğı, dü şünce ve basın özgürlü ğü ilkeleri de eklenebilir. Demokrasi, tüm otoriter rejimlere kar şıdır. Eski ça ğlardan günümüze hep halkın de ğil, bir ki şinin yönetimi ve egemenli ği (monar şi, despotizm, tiranlık, imparatorluk, krallık, diktatörlük vs.) veya bir grubun ya da zümrenin yönetimi ve egemenli ği (oligar şi, teokrasi, aristokrasi, plütokrasi, timokrasi vs.) söz konusu olmu ştur. Eski antik ça ğlardan günümüze de ğin “güç” her zaman “güçlünün” elinde olmu ştur. Eski Mısır Teokrasisi’nde tanrı kimli ğindeki Firavun halkın sesi oldu ğunu iddia etmi ştir. Atina Şehir Devleti’nde köleler siyasal toplumdaki haklarda dı şlanmı ş, sömürülmü ş ve soyluların egemenli ği (aristokrasi) söz konusu olmu ştur. Tarih içerisinde kralların, sultanların, imparatorların ve diktatörlerin egemenliği

7 Esat Çam, (1995). Siyaset Bilimine Giri ş, Ankara: Der Yayınları, s. 388. 6

varolmu ştur. Oysa, demokrasi için, halkın gerçek iradesini temsil eden bir yönetimin iktidarda bulunması önemlidir. 8 Demokrasi toplumdaki farklılı ğı ve çe şitlili ği, siyasi hayata aktarmaya izin veren bir mekanizmadır, her derde deva olan ve sorunları çözen bir sistem de ğil, sorunların tartı şılmasına ve çözülmesine yardımcı olan bir yöntemdir. 9 Demokrasilerde bütün ki şi ve kurulu şlar hukuk kurallarına ba ğlıdır ve hukuk herkesin ve her şeyin üstündedir. Bu özellik günümüzde “hukuk devleti” kavramıyla ifade edilmektedir. Hukuk devleti polis devletine kar şılık bir uygulamadır. Buradaki “polis” sözü zabıta anlamında de ğil Eski Yunan’daki Kent Devleti’nin ismi olan “polis”ten gelmektedir. 17. ve 18. yüzyıllardaki vatanda şların bütün i şine karı şmak ve haklarını kısıtlamak yetkisine sahip olan mutlak hükümdarlıklar için kullanılmı ştır. Daha sonra sınırsız yetkilerle donatılmı ş, devlet gücünün keyfili ğe kaydı ğı, vatanda şlarına hukuksal bir güven vermeyen, zorba rejimler için kullanılmaya ba şlanmı ştır. Demokrasiyi klasik “Halk İktidarı” anlamından arındırıp, onun daha gerçekçi bir tanımını yapan Duverger; gerçek demokrasinin, daha mütevazı fakat daha gerçekçi bir şey oldu ğunu, bunun; her şeyden önce, devrim sonrası Fransa’sının 1793 Kurucu Meclisi’nde denildi ği gibi “halk için ve halkın her kesimi için özgürlük” olarak tanımlanabilece ğini belirtmi ştir. 10 Bütün bu tanımlardan sonra demokrasi; yönetenlerin halka dayanan me şrulu ğu ve halk kar şısındaki sorumlulu ğu, yönetilenlerin yöneticileri seçme, denetleme ve devlet yönetiminde görev alabilmeleri erki, hukukla düzenlenmi ş çevre, haklar ve özgürlüklerden olu şan bir bütün olarak görülebilir. 2.2. Tarihçe Demokrasi kavramının Yunanca kökenli olmasından da tahmin edilebilece ği gibi, tarihte ilk olarak “demokratik yönetim” anlayı şını uygulayanlar M.Ö. 5. yüzyılda Yunanlılar olmu şlardır. Onlara göre demokrasi olabilmesi için kanunların herkes için aynı olması ( İsonomia) site i şlerine katılmada ve siyasal iktidara katılmada e şitlik ( İsegoria ve İsokratia) olması gerekir. 11 Yunan siyasal dü şüncesinde demokrasiye yatkın ilk dü şünce M.Ö. 700’lerde Hesiodos’la görülmü ştür. Hesiodos, çalı şma ve kol i şçili ğini ayıp sayan aristokratik önyargılara

8 “…Demokrasi”, http://www.canaktan.org/yeni-trendler/global-gerçek/demokrasi.htm , 28.06.2004 9 Türk Demokrasi Vakfı (1992), Demokrasi Nedir?, Ankara: TDV Yayınları, s. 9. 10 Maurice Duverger, (1993). Siyasal Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Ankara: Bilgi Yayınevi, s. 538. 11 Saim Sezen, (1994). Seçim ve Demokrasi, Ankara: Gündo ğan Yayınları, s. 36. 7

kar şı çıkmı ş ve çalı şmayı yüceltmi ştir. Hesiodos’tan bir yüzyıl sonra Solon, yazılı kanunlara ba ğlı, keyfi olmayan yönetim tarzını savunmu ştur. Solon salt belirli bir sınıfın de ğil, tüm vatanda şların zeki ve temyiz gücüne sahip olduklarını savunmu ştur. Bu anlayı ş da demokrasi açısından ileri bir adım olmaktadır. 12 Demokrasi ile ilgili ilk yazılı kayna ğa Heredot Tarihi’nde rastlanmı ştır. Bu eserde demokrasi; halkın yönetimi, yasalar önünde e şitlik, sorunların açık tartı şmaya sunulması, yöneticilerin yaptıkları i şlerden sorumlu olmaları olarak nitelendirilmi ştir. Ayrıca eserde, haksız bir şekilde İran tahtında oturan Mag’ları öldüren yedi Pers soylusunun, yönetim uygulamalarının nasıl olaca ğına ili şkin tartı şmaları anlatılmaktadır. 13 Demokrasi çarpuk çurpuk, parçalı düzenin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkmı ştır. Bir zaman sonra hemen hemen bütün sınıflar gittikçe canavarla şan soylular sınıfına kar şı birle şme e ğilimi göstermi şlerdir. Karma şık ve çatı şan bir toplum ancak kapsamı iyi belirlenmi ş, sınırları iyi çizilmi ş yasalarla ayakta tutulabilirdi ve bu dönemde Timuçin’in de dedi ği gibi demokrasi inancıyla birlikte yazılı yasalar ihtiyacı söz konusu olmu ştur. 14 Eski Yunan’da uygulanan demokrasiden bahsetmek gerekirse, özellikle Atina sitesinde uygulanan demokratik yönetimde iki önemli siyasal kurum söz konusuydu: Be şyüzler Meclisi ile Eglezya. Be şyüzler Meclisi otuz ya şını bitirmi ş olan ve halkın bir yıl için kur’a ile seçti ği yurtta şlardan kurulu, daha çok bir yürütme organı niteli ğindeydi. Eglezya yani Halk Meclisi ise yirmi ya şını doldurmu ş olan tüm yurtta şlardan olu şuyordu. Halk Meclisi, sitenin Agora denilen alanında yılın her otuzbe ş, otuzaltı gününde bir kez toplanır; sava ş ilanı, barı ş akdi, iç ve dı ş politikanın belirlenmesi ve özellikle kanunların yapılması gibi temel egemenlik haklarını kullanırdı. Yasama meclisi niteli ğindeydi. Halk egemenlik hakkını temsilciler yolu ile de ğil, bizzat kendisi kullandı ğı için de temsili bir demokrasi de ğil, do ğrudan demokrasi niteli ğini ta şıyordu. 15 Ne var ki, Atina demokrasisinin günümüzdeki demokrasilerden farklı bir

12 Bu konuda bkz: Alaeddin Şenel, (1968). Eski Yunanda Siyasal Dü şünü ş, Ankara: AÜ. SBF Yayınları No:258, s. 251-260. 13 Bu konuda bkz: Heredotus, (1973). Heredot Tarihi, Çev: Müntekim Ökmen, Yunanca Aslıyla Kar şıla ştıran ve Sunan: Azra Erhat, İstanbul: Remzi Kitabevi, s. 201-203. 14 Af şar Timuçin, (1992). Dü şünce Tarihi, 1.kitap, İstanbul: BDS Yayınları, s. 87. 15 Server Tanilli, (1992). Uygarlık Tarihi, İstanbul: Say Yayınları, s. 22. 8

yanı vardı, gerçekte bir azınlığın demokrasisi idi. Çünkü halkın ancak belli bir bölümü demokratik haklardan yararlanabiliyordu. “Metek” denilen yabancılar ile köleler ve kadınlar bu haklardan yararlanamıyorlardı ama halkın ço ğu da bunlardan olu şmaktaydı.16 İnsanı dü şünen bir varlık olarak ele alan ilk dü şünce akımı Eski Yunan’da ortaya çıkmı ştır. Eski Yunan’da ki şi, herhangi bir tanrısal ili şkinin dı şında, ba ğımsız ve aklı (ratio) olan bir birey olarak ele alınmı ştır. Kurulan veya kurulması dü şünülen siyasal ve sosyal düzenler, tanrısal de ğildir. Yunan dü şüncesi bu bakımdan önemlidir. Bununla birlikte Eski Yunan’ın demokrasi anlayı şı ve uygulanı şı, günümüz anlayı şına ve uygulanı şına pek benzememektedir. Ancak Yunan siyasal dü şüncesi konuyu ele alı ş ve yönetimde “insan”a verdi ği yer ve de ğer açısından günümüz siyasal dü şüncesine ı şık tutacak niteliktedir. 17 Yunan demokrasisi sonrasında demokrasi uzun süre gündemden dü şmü ştür. Roma yönetimi ise demokrasiden ziyade otokratik bir sistem ve aristokrasi rejimi olarak nitelendirilmektedir. Bu anlamda yunan demokrasisi günümüz elitçi teorilere ilham veren bir nitelik arzetmektedir. 18 Eski Yunan’dan ça ğda ş demokrasi anlayı şına ula şılması sürecinde; Ortaça ğ’da, sınırlı da olsa bazı geli şmeler gözlenmi ştir. Ortaça ğ’ın feodal, sosyal ve ekonomik yapısı, sanayi devrimini hazırladı ğı gibi; dü şünsel ortamı da, Rönesans ve Reform hareketlerinin getirdi ği özgür dü şünce ortamı sa ğlamı ştır. Feodal düzene kar şı halk tabakalarının yükselen sesi ise, demokratik sürecin toplumsal tabanını olu şturmu ştur. Ticaretin geli şmesiyle birlikte yükselen orta sınıflar, yönetimde söz sahibi olma taleplerini ortaya koymaya ba şlamı ştır. “Kararların alınmasına katılma hakkı verilmeyenler, bu kararlara uymak zorunda de ğildir” görü şü güç kazanmaya ba şlamı ştır, bu da gösteriyor ki sosyal şartlar sa ğlandı ğı takdirde tepkide bulunma, imtiyazlara kar şı bir protesto şeklini almaktadır. Modern demokrasinin tohumu da Ortaça ğda tartı şılan bu görü şün içinde saklıdır. 19

16 Server Tanilli, (1992). a.g.e., s. 22-23. 17 Toktamı ş Ate ş, (1994). Demokrasi, Ankara: Ümit Yayıncılık, s. 34. 18 Aytekin Yılmaz, (2000). Modern Demokrasi: Geli şimi ve Sorunları, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları: 7, s. 62 19 Harold J. Laski, (1962). Demokrasi Nedir, der:Necati Hersek, İstanbul: Evren Yayınları, s. 9- 12’den, Sava ş Büyükkaragöz, Şahin Kesici, (1998). Demokrasi ve İnsan Hakları E ğitimi, Ankara: Türk Demokrasi Vakfı Yayını, s. 20. 9

Ortaça ğ’da demokrasi süreci açısından ilk önemli tarihsel adım 1215 yılında, İngiltere’de “Magna Carta Libertatum” (Büyük Özgürlük Fermanı) ile atılmı ştır. İngiliz kralı John Lackland (Yurtsuz John) ve kralın tabiyetindeki İngiliz Bey’leri (Barons) arasında Runnymede 20 çayırında, kaleme alınan ve mühürlenen bu antla şma gere ğince İngiliz kralı John, ki şisel nedenlerle Bey’lerinin mal ve mülklerine el uzatmayaca ğına söz vermi ştir. Magna Carta’yı olu şturan 63 madde, İngiliz feodal toplumunun çe şitli sınıf, katman ve kurumlarının geleneksel olarak sahip oldukları hak ve özgürlükleri güvenceye ba ğlamı ştır. Bu sınıflar içinde en önemlisi baronlardır. Baronların yanı sıra hakları korunan di ğer bir önemli toplumsal sınıf, özgür köylülerdir. Hiçbir insanın yürürlükteki kanunlara ba şvurulmaksızın; tutuklanamayaca ğı, hapsedilemeyece ği, mülkünün elinden alınamayaca ğı, sürülemeyece ği ve herhangi bir şekilde yok edilemeyece ği bu fermanda belirtilmi ştir. Ayrıca, geleneksel uyruk hakları da anımsatılıp açıkça tanınmı ştır. Kilise’nin tam özerk olmasını sa ğlayan temel ayrıcalıklar burada yinelenmi ştir. 21 Bu ferman, birey hak ve özgürlükleri ile adalet anlayı şının geli şmesinde önemli bir rol oynamı ştır. Rönesans ve Reform hareketleriyle Yeniça ğ'da mutlak monar şi anlayı şı gittikçe zemin kaybederken, demokrasinin nüvesi niteli ğindeki fikirler toplumsal tabakalarda filizlenmeye, sosyal geli şmenin sözcüsü ve liderleri konumunda olan filozoflar tarafından dile getirilmeye ba şlanmı ştır. Özellikle reform hareketleri sonucunda ortaya çıkan Protestanlık mezhebi ve bu mezhebe inanan toplumda kapitalist ve iktisadi büyüme büyük geli şme fırsatını bulmu ş ve varlı ğı demokratik bir devlet için gerekli olan “ şehirli sınıfı”nı yaratmı ştır. Protestanlı ğın özellikle bireysel sorumluluk üzerinde oldukça te şvik edici rolü sayesinde, özellikle şehirli sınıf ile monar şinin zıtla şmasına neden olmu ş, demokrasinin korunması ve tutucu tabakalarda kabul edilmesine yol açmı ştır. 22 Magna Carta’dan sonra 1295 yılında 1. Edward tarafından parlamento 23 toplanmı ş, göreli olarak daha geni ş bir temsile dayandı ğı için “örnek” diye

20 İngiltere’de, Londra yakınlarında, Thames nehri kenarında bir kasaba. 21 Cem Ero ğul, (2000). Anatüzeye Giri ş, Ankara: İmaj Yayınevi, s. 38-39. 22 Seymour Martin Lipset, (1986). Siyasal İnsan, Çev: Mete Tunçay, Ankara: Teori Yayınları, s. 54. 23 Parlamentonun genel yapı bakımından bugünkü görünümünü elde etmesi ondördüncü yüzyılda olmu ştur. 10

nitelendirilmi ş ve bu kurum artık İngiliz devlet yapısının ayrılmaz bir parçası durumuna gelmi ştir. 24 Sonraki dönemlerde, Ortaça ğ’da ve Yeniça ğ’da demokrasinin geli şimi açısından birkaç önemli olay olsa da bunlar dünya çapında önemli bir etki yaratmamı şlardır. Bu olaylardan birincisi İngiliz Parlamentosu’nun 1628 yılında yayınladı ğı Haklar Bildirisi (Petition of Rights) belgesidir. Kral I.Charles’ın parlamentoya danı şmadan İspanya ve Fransa’ya sava ş ilan etmesi ve bunu finanse etmek için vergileri artırması üzerine gerçekle şmi ştir. Bildiride kralın yetkileri sınırlandırılmı ş bunun üzerine kral da parlamentoyu da ğıtmı ştır. Ancak vergi izni alabilmek için 1640’ta parlamentoyu tekrar toplantıya ça ğırmak zorunda kalmı ştır. 25 İkincisi ise, Habeas Corpus Yasası’dır. (Habeas Corpus Act) Ki şi özgürlüklerinin çi ğnenmesini önlemek için tutuklanmaların yasallı ğını, yargı kararına ba ğlamı ştır. Temel olarak, yargıç tarafından çıkarılan ça ğrılara (celp), tutukluların belli bir yere nakli ya da belli bir yerde bulundurulması ile ilgili yargı emirlerine tüm bürokrat ve soyluların uymasını, aksi halde cezalandırılmasını yasal hale getirmi ştir. Yine yasa; ba şvuruların haksız yere reddedilmesini, adam kayrılmasını, ve haksız yere davaların dü şürülmesini ya da davaların haksız yere ertelenmesini kanun dı şı saymı ştır. Ayrıca haksız uygulama nedeniyle zarara u ğrayan tarafların şikayetinin suçluluk duyurusu için yeterli olaca ğı, suçun tekrarı halinde suçluların cezalandırılaca ğı belirtilmi ştir. Üçüncüsü ise yine İngiliz Parlamentosu’nun 1689’da yayınladı ğı egemenli ğin artık parlamentonun eline geçti ğini bildiren Haklar Yasası’dır. (Bill of Rights) Bu yasada; parlamentonun sık sık toplanaca ğı, seçimlerinin serbest olaca ğı, tam bir söz özgürlü ğüne sahip olaca ğı, kabul edilen yasaların kral dahil herkesi ba ğlayaca ğı ve izinsiz vergi toplanamayaca ğı belirtilmi ştir. 26 Demokrasi açısından tarihsel dönüm noktaları, eski dönemden yeni döneme kesin bir geçi şi ortaya koyan, 1776 Amerikan Ba ğımsızlık Bildirgesi ve 1789 Fransız Devrimi olmu ştur. Amerikan Ba ğımsızlık Bildirgesi’nin ve Fransız Devrimi’nin insan hakları, özgürlük ve e şitlik anlayı şı, demokrasi anlayı şının geli şmesinde kilometre ta şı te şkil etmi ştir. Amerikan Ba ğımsızlık Bildirgesi’nin yayımlanmasına

24 Cem Ero ğul, (2000). a.g.e., s. 40 25 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Janko Musulin, (1983). Hürriyet Bildirgeleri-Magna Carta’dan Avrupa İnsan Hakları Sözle şmesi’ne, Çev: Necmi Zeka, İstanbul: Belge Yayınları, s. 42-46 26 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Janko Musulin, a.g.e. s. 55-58., Ayferi Göze, (1987). Siyasal Dü şünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Yayınları, s. 449-452. 11

kadar giden sebepler zinciri Yedi Yıl Sava şları’ndan dünyanın en büyük sömürge ve deniz devleti çıkarak, sömürge imparatorlu ğuna bir çeki düzen vermek, ba ğlarını güçlendirmek isteyen ve vergi yükünü hafifletmek isteyen İngiltere’nin sava şın giderlerini kolonileriyle payla şmak istemesiyle ba şlamı ştır. Yeni vergiler şeklinde ortaya çıkan baskı 13 koloniyi huzursuzluk ve direni şe itmi ştir. 1774’te ba şlayan Amerikan ba ğımsızlık hareketi, Yedi Yıl Sava şları’ndan yenik çıkan Fransa’nın da yardımıyla 1776 yılında resmen ba ğımsızlık ilanıyla sonuçlanmı ştır. İngiltere, George Washington komutasında sava şan kolonilerle ba şa çıkamayaca ğını anlayınca, 1782 yılında ABD’nin ba ğımsızlı ğını tanımı ştır. 27 Bildirinin hazırlanması görevi Philadelphia’da toplanan Kongre tarafından 7 Haziran 1776’da John Adams, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson’un denetimindeki bir kurula verilmi ş, kurulun hazırlayıp Jefferson’un kaleme aldı ğı belge 4 Temmuz 1776’da kabul edilmi ştir. 28 Bildirgede; bütün insanların özgür do ğdu ğu ve özgür ya şadı ğı, devletin ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesin e şit derecede yararlanmasını sa ğlamak için var oldu ğu, bu özgürlüklere dokunan devletin kendi varlık nedenini yitirece ği, böyle bir devlete kar şı ayaklanmanın hem bir hak hem de bir ödev oldu ğu vurgulanmı ş, ayrıca İngiltere hükümetinin, Amerikalıların özgürlüklerini çi ğneyerek onları kendisine ba ğlayan temel sözle şmeyi bozdu ğu ve bu suretle serbest kalan Amerikan halkının yeni bir hükümet kurmaya karar verdi ği belirtilmi ştir. 29 Amerikan Devrimi gerçekten önemli sonuçlar do ğurmu ş bir olaydır. Fransa, Yedi Yıl Sava şları’nın öcünü almak amacıyla Amerikan ba ğımsızlık mücadelesine yardım ederken büyük ekonomik yük altına girmi ştir. Bunun do ğurdu ğu ekonomik sıkıntı 1789 Fransız Devrimi’nin en önemli nedenlerinden biridir. 18.yüzyılda Fransa’da yeti şen filozoflar, dü şünceleri ve eserleriyle devrimin gerçekle şmesi yönünde Fransız halkını etkilemi şlerdir. Bu aydınlar içinde etkili olanları, Montesquie, Voltaire, Diderot ve Jean Jaques Rousseau’dur. Monteskiyö, “ İran Mektupları” adlı eserinde, bir İranlının a ğzından Fransa’daki devlet rejimini, memleket yönetimini, sosyal durumu ele ştirerek, hükümetin uygulamalarını ve soyluların ya şayı şlarını halka göstermeye çalı şmı ştır. “Kanunların Ruhu Üzerine” adlı eserinde, devlet rejimlerini

27 Oral Sander, (1995). Siyasi Tarih-İlkça ğlardan 1918’e, Ankara: İmge Kitabevi, s. 116. 28 Söz konusu Amerikan Ba ğımsızlık Bildirgesi, Virginia İnsan Hakları Bildirisi olarak da anılır. 29 “…Kütüphane-Uluslar arası İli şkiler Sözlü ğü, Siyasi Tarih, (A-K)-Dördüncü Bölüm” http://www.mfa.gov.tr/turkce/gruph/ha/ha01htm/01.htm 12

inceleyerek, en iyi devlet rejiminin, kanunları yapan kuvvetle, yürütme kuvvetlerinin birbirlerinden ayrıldıkları rejimler oldu ğu fikrine ula şmı ştır. Voltaire, felsefe, tarih, edebiyat, sosyoloji, din alanlarında eserler yazmı ş, eserlerinde özgürlük ve vicdan özgürlü ğü üzerinde durarak, genellikle kilise ve papazları ele ştirmi ştir. Diderot, Fransa’nın en büyük ansiklopedistlerindendir. Fransızları kültür yoluyla yükseltmeye çalı şmı ş, devlet yönetimini ele ştirerek, rejimin de ğişmesi gerekti ğini söylemi ştir. Jean Jaques Rousseau ise dü şünceleriyle Fransız halkını en çok etkileyen dü şünürdür. “Toplumsal Sözle şme” (Contract Social) adlı eserinde, insanın hür do ğdu ğunu, fakat her yerde, zincire vurulmu ş bulundu ğunu, hakları çi ğnenen insanların, bu haklarını geri almaları için, ihtilalin me şru bir araç oldu ğunu, hükmetme hakkının yalnız millette bulunması gerekti ğini söylemi ştir. 30 Rousseau Avrupa'nın edebiyat sahnesinde belirmeden önce, mevcut düzenin ele ştiricileri, halkı reform tasarıları içine alacak şekilde ilgi yörüngelerini yava şça geni şletiyorlardı. Fakat “halk” denilince öncelikle zengin ve saygıde ğer tüccarlar, hukukçular ve aydınlardan olu şan seçkin Üçüncü Tabaka anla şılıyordu. Rousseau halktan gelen ilk modern siyaset yazarıydı ve halkı; adı anılmayan, karanlıkta kalmı ş küçük burjuvazinin, yoksul zanaatkarların ve i şçilerin, küçük çiftçilerin, mevcut düzen içinde yeri olmayan, ümidi olmayan köksüz ve istikrarsızların yı ğını olarak görmü ştür. Rousseau'nun topra ğın feodal aristokratlardan alınıp topraksız halka da ğıtılmasını savunması da onun görü şlerinin benimsenmesinde ve kitlelerin ihtilale sürüklenmesinde etkili olmu ş, bunlara ek olarak fikirlerini kendisi kadar hararetle savunan ve halka maletmeye çalı şan; Marat, Robespierre, Saint-Just gibi ate şli devrimcilerin de yeti şmesini sa ğlamı ştır. Böylece Rousseau ihtilalcileri yeti ştiren bir dü şünür olarak da görülmektedir. 31 Mali zorluklardan ve vergilerin a ğırlı ğından bunalan halk, 14 Temmuz 1789’da ayaklanarak despotizmin simgesi haline gelen Bastille hapishanesini yakıp yıkmı ştır, sonrasında olu şturulan ve toplanan Kurucu Meclis, ABD’deki çizgiyi izleyerek “ İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi”ni yayınlamı ştır. Bu bildiri; özgürlük, yasalar önünde e şitlik, herkese memur olabilme hakkı, söz ve basın özgürlü ğü, özel mülkiyetin dokunulmazlı ğı ve vergilerin toplumda dengeli bir biçimde da ğıtılması gibi temel hak ve özgürlükleri

30 “…Fransız İhtilali (1789-1804)”, http://www.tarihdersi.com/Osmanlitarihi/fransiz_ihtilali.htm 04.08.2004 31 William Ebenstein, (2001). Siyasi Felsefenin Büyük Dü şünürleri, İstanbul: Şule Yayınları, s. 201. 13

içermekteydi. Kurucu Meclis sonra ulusal egemenlik ilkesine dayanan bir anayasa hazırlayarak kralın yetkilerini sınırlandırmı ş ve siyasal iktidarı, halkın seçece ği bir parlamento ile kral arasında payla ştırmı ştır. Eylül 1791’de anayasanın yürürlü ğe girmesiyle Kurucu Meclis kendini feshetmi ştir. 32 Bildiri, 1789’daki Fransız vatanda şlarının haklarını açıklamakla yetinmeyip, tüm devirlerin ve tüm ülkelerin insanlarını göz önünde tutmasıyla evrensel; salt ilkeler ortaya koydu ğu bunların nasıl gerçekle şece ği konusunda bir şey getirmedi ği için soyut; sosyal ve siyasal ya şamın tüm kötülüklerinin tek nedeni olarak insan haklarının unutulmasını, bunlara gereken saygının gösterilmemesini öne sürmesi itibariyle de iyimserdir. 33 1789 ihtilali ile toplumların siyasal düzeni yıkılmaya ba şlamı ş, hükümdarın sınırsız otoritesine kar şı, ki şinin varlı ğı ve bu varlı ğın insan olmak haysiyeti dolayısıyla sahip olundu ğu temel hak ve hürriyetler sınırlayıcı bir unsur olarak çıkmı ştır. Siyasal düzen hükümdarın otoritesiyle ki şinin insanca ya şama ilkesi arasında kurulan bir dengeye dayandırılmak istenmi ştir. Fransız ihtilalcileri 18 A ğustos 1789’da yayınladıkları ve Avrupa’da insanların ilk defa duydu ğu ve gördü ğü bir şey olan “ İnsan ve Vatanda ş Hakları Bildirisi” ile bu dengeyi açıkça ilan etmi şlerdir. 34 19. yüzyıldan II. Dünya Sava şı’nın bitimine kadar olan dönemde bir yandan imparatorluklar çözülüp ulus devletler kurulurken, di ğer taraftan ideolojiler geli şmi ş ve ideoloji tartı şmaları ba şlamı ştır. Anti-demokratik ideolojiler, bazı ülkelerde iktidara gelmi ştir. 35 Avrupa’da ve Dünya’da demokrasi mücadelesi, aynı zamanda bir insan hakları mücadelesi halini almı ştır. İnsan hakları kavramı, en basit ve en temel tanımıyla insanın sadece ve sadece insan olarak do ğmu ş olmasından dolayı sahip oldu ğu hakları ifade etmektedir. İnsan hakları, her insanla ilgili bazı gerekleri dile getirirler. Bu gerekler, insanın de ğerini tanıma ve koruma istemleri olarak, yani insanları yalnızca insan oldukları için koruma istemleri olarak ortaya çıkmaktadır. 36 Dünya Sava şları’ndan sonra insan hakları ve dolayısıyla demokrasi konusunda en önemli giri şim Birle şmi ş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun 10 Aralık

32 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Oral Sander, a.g.e., s. 118-128. 33 İlhan Akın, (1968). Temel Hak ve Özgürlükler, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları, s. 36’dan Toktamı ş Ate ş, a.g.e., s. 72-73. 34 Fahir Armao ğlu, (1996). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (cilt 1-2: 1914-1995 ), İstanbul: Alkım Yayınevi, s. 5-8. 35 Örne ğin, totaliter rejimler, Çarlık Rusyası’nda 1917’de, Almanya’da 1933’te, İtalya’da 1936’da iktidara gelmi ştir. 36 İonna Kuçuradi, (1996). İnsan Haklarının Felsefi Temelleri, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, s. 49. 14

1948’de kabul etti ği “ İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” ile gerçekle şmi ştir. İnsanlık toplulu ğunun bütün bireyleriyle kurulu şlarının bu bildiriyi her zaman göz önünde tutarak e ğitim ve ö ğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geli ştirmeye çalı şmı ş, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sa ğlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirlemi ştir. 37 Bu bildiri o tarihte dü şünülen insan hakları anlayı şını büyük oranda içermekteydi ve uluslararası insan ili şkilerinde yeni bir dönemin ba şlangıcı olmu ştur. Bildiride tüm haklar ve uluslar için geçerli insan haklarıyla ilgili ortak ölçütler getirilmi ş, bireysel haklar yanında örgütsel, ekonomik ve kültürel haklar da kabul edilmi ştir. Bildiri, hukuksal açıdan ba ğlayıcı olmasa da, etik yönden tüm uluslar için ba ğlayıcı ve yol gösterici niteliktedir, insan haklarıyla ilgili yapılan tüm çalı şmalara ve daha sonraki anayasalara esin kayna ğı olmu ştur. 38 İlkça ğlardan günümüze bu şekilde bir geli şme gösteren demokrasi, sadece bir ya şam biçimi veya bir ideoloji ça ğda ş dünyanın hakim siyasi doktrini olmu ştur. Demokrasi, liberalizmin 39 siyasi boyutunun nasıl olması gerekti ğini tespit eden ve gösteren bir yöntem biçimidir. Demokrasinin teorik temeli veya ilham kayna ğı liberalizmdir. 2.3. Demokrasinin Uygulanması Demokrasiyi üç büyük kategoride toplamak mümkündür: -Do ğrudan Demokrasi -Yarı Do ğrudan Demokrasi -Temsili Demokrasi Do ğrudan demokrasi; halkın egemenli ğini bizzat ve do ğrudan do ğruya kullandı ğı demokrasi tipidir. Devlet için gerekli olan bütün kararlar, yurtta şlar toplulu ğu tarafından aracısız ve temsilcisiz olarak bizzat alınır. Doğrudan demokrasi halkın halk tarafından yönetilmesini öngörmektedir dolayısıyla demokrasinin ideal

37 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.un.org/Overview/rights.html , 19.08.2004. 38 Yılmaz Aliefendio ğlu, İnsan Hakları ve Sivil Toplum Örgütleri, http://www.tihak.org.tr/yaliefe1.html , 20. 08. 2004 39 Liberalizm; kelime anlamı olarak, devlet, toplum ve birey arasındaki ili şkilerde önceli ğin bireyin hak ve özgürlüklerinde olması gerekti ğini savunan iktisadi ve siyasal dü şünce akımı olarak tarif edilir. 15

anlamına en yakın olan sistemdir. 40 Az nüfusun ve basit ihtiyaçların bulundu ğu, sınıf ve servet farkının olmadı ğı bir toplulu ğun oldu ğu yerlerde uygulanabilir. Bu anlamda do ğruda demokrasi ancak İsviçre’nin birkaç küçük kantonunda uygulanmaktadır. Bu kantonlar 25-30 bin nüfuslu da ğlık bölgelerdir ve yapılan i şler de azdır. 41 Yarı do ğrudan demokrasi; egemenli ğin kullanılmasının halk ile temsilcileri arasında payla ştırıldı ğı demokrasi tipidir. Temsili demokrasi ile do ğrudan demokrasinin bir birle şimidir. Yarı do ğrudan demokrasi sisteminde egemenli ğin kullanımı esasen halkın seçti ği temsilcilere verilmi ştir. Ancak bazı durumlarda, referandum gibi araçlarla seçmenler de egemenli ğin kullanılmasına do ğrudan do ğruya katılırlar. Bu bakımdan yarı do ğrudan demokrasi, halkın egemenli ğin kullanılmasına zaman zaman do ğrudan do ğruya katılabildi ği bir temsili demokrasidir. 42 Yarı do ğrudan demokrasi, temsili demokrasinin birtakım sakıncalarını önlemek ve halkla temsilciler arasında bir i şbirli ği meydana getirerek yurtta şların millet egemenli ğinin uygulanmasına daha geni ş bir ölçüde i ştirakini sa ğlamak amacını güden hükümet şeklidir. Yarı do ğrudan demokrasinin uygulanması üç şekilde ortaya çıkmaktadır: Referandum, halkın vetosu, halkın kanun teklifi. 43 (Örn: İsviçre, İtalya) Temsili demokrasi; halkın egemenli ğini kendi seçti ği temsilcileri aracılı ğıyla kullandı ğı demokrasi tipidir. Di ğer bir ifadeyle temsili demokraside “temsilci” denen ki şileri halk seçmekte ve bu ki şiler ise egemenli ği kendi adlarına de ğil, halk adına kullanmaktadırlar. 44 Temsilciler sürekli halka hesap vermek durumunda ve her zaman de ğiştirilebilir olduklarının farkındadırlar, aksi halde e ğer halk, temsilcilerini seçtikten sonra onların i şine hiç karı şmazsa, halkın gene bizzat kendisinin seçerek olu şturdu ğu belirli dönemler için tek ki şinin kesin söz sahibi oldu ğu biçimlerde krallıklar, bir grubun hakim oldu ğu biçimlerde de oligar şik yönetim modelleri olu şur ki, bu tür yönetimler mutlak monar şilerden (krallıklardan) daha tehlikelidir. 45 Egemenlik hak ve yetkilerini halk adına kullananlar prensip itibariyle seçilmi ş olan ve kurul halinde çalı şan organlardır. Kanun yapmakla görevli olan ve genel olarak

40 Kemal Gözler, (2002). Anayasa Hukukuna Giri ş, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları, s. 115. 41 Arif Özsa ğır, (2000). İnsan Hakları ve Demokrasi , Demokrasi Dosyası, Haz. K. B. Raif, B. J. Mollao ğlu, Ankara: TDV/D İHEP Yayını, s. 235. 42 Kemal Gözler, (2002). a.g.e., s. 120. 43 Arif Özsa ğır, a.g.e., s. 235. 44 Kemal Gözler, (2002). a.g.e., s. 117 45 Ali Öztekin, (2003). Siyaset Bilimine Giri ş, Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 64. 16

yasama organı adını alan bu organlar tek veya çift meclisten olu şur. Bu iki meclisten birincisine genellikle “temsilciler meclisi”, ikincisine de “senato” ismi verilir ve her iki meclis bir arada “parlamento” adını alır. 46 (Örn: Almanya, İngiltere, Türkiye, ABD) 2.4. Demokrasi Anlayı şları Ça ğımızın en önemli özelliklerinden biri, ku şkusuz, demokrasi dü şüncesinin yayılması ve geni ş bir uygulama alanı bulmasıdır. Bu durum, demokrasi konusunda bir görü ş birli ği bulundu ğu anlamına da gelmemektedir. Birbirine kar şıt rejimlere demokratik rejim adı verilmesine kar şın, herkes demokrasiye inanmı ş görülmektedir. Demokrasinin amacına ula şması için izlenecek yolda, birbiri ile ba ğda şmayan, birbirine zıt iki ayrı demokrasi anlayı şı ortaya çıkmaktadır. Kavram karı şıklı ğını önlemek için, bunlardan birine “klasik demokrasi”, “ço ğulcu demokrasi” veya “batı demokrasisi”, di ğerine de, “marksist demokrasi” ya da “sosyalist demokrasi” denilmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, ço ğulcu demokrasi, ideal özgürlü ğe, yine özgürlük yolu ile ula şmak isteyen bir rejimdir. Bu sistemde özgürlük hem amaç hem de araçtır. Marksist demokraside ise, özgürlük bir araç de ğil, sadece ula şılması gereken bir amaçtır. Bu amaca özgürlük yolu ile de ğil, ancak proletarya diktatörlü ğü yolu ile ula şılabilir. 47 2.4.1. Ço ğulcu demokrasi Demokrasinin zaman itibariyle ilk ortaya çıkanı, en eski ve klasik olanı, ço ğulcu demokrasidir. Bu tür demokrasinin, batı dünyasının tüm sanayile şmi ş büyük ülkelerinde uygulandı ğı ve farklı yönetim sistemlerine, örne ğin, parlamenter sisteme, ba şkanlık sistemine, meclis hükümeti sistemine uyum sa ğlayabildi ği görülür. Ço ğulcu demokrasinin egemen oldu ğu ülkelerde, bir uygulama birli ğine rastlanmaz. Her ülkenin toplumsal, siyasal ve ekonomik ko şulları birbirinden farklıdır. Bunlar da, demokratik ya şamı yakından etkileyen olgulardır. Uygulamada bir birlik görülmese de, ço ğulcu demokrasinin ula ştı ğı bir düzeyin altına da dü şülemez. Tersine bir uygulama, toplumdan gereken tepkiyi görür. Demokrasinin koruyucusu, toplumun kendisidir. 48 1.4.1.2. Temel ilkeleri

46 Arif Özsa ğır, a.g.e., s. 236. 47 Şeref Gözübüyük, (1997). Anayasa Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları, s.19. 48 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 20. 17

Siyasal Ço ğulculuk : Ço ğulcu demokraside, tüm dü şünce ve inanı şlar açıkça ortaya konabilir; ki şiler ve topluluklar birbirleri ile ve siyasal iktidarla diyaloga girebilirler; seslerini duyurma olanakları vardır. Ço ğulcu sistem içinde, iktidarı ele ştirme, kar şıt görü şler ileri sürme ve seçim yolu ile iktidarı elde etme oyununun kuralıdır. 49 Demokrasinin en temel özelli ği, karar verme hakkını herkesin e şit olarak payla şmasıdır. Ço ğunlu ğun kararı ise tartı şma, de ğiştirme, uzla şma gibi di ğer yollar tükendi ği zaman anla şmazlı ğı çözümleyici bir usul aracıdır. 50 Temsil : Toplumların üzerine yayıldı ğı co ğrafya çok geni şledi ğinden ve toplumsal ili şkiler karma şıkla ştı ğından halkın devlet i şleri konusunda do ğrudan karar alması mümkün de ğildir. Zaten onlar da bilgi ve kavrayı şlarını a şan bu sorunlar üzerinde do ğrudan do ğruya karar almaya ça ğrılmamakta, sadece karar alacak olanları seçmekle yetinmektedirler. Temsilciler de halk adına karar almaktadır. 51 Seçim : Demokratik rejimlerde yönetim yetkisinin, me şruiyetin temeli seçimlerdir. Çok partili demokrasilerde genel seçimlerin amacı, belirli bir süre için, bir seçim dönemi, bir yasama dönemi için hükümeti hangi partinin kuraca ğını, yani hangi partinin iktidar olaca ğını, hangi partinin muhalefet olarak denetim görevini yapaca ğını belirlemektir. Her vatanda ş e şit a ğırlıkta bir tek oya sahiptir. Siyasi gücün halktan kaynaklandı ğını ve siyasetçilerin hareketlerinin hesabını halka vermeleri gere ğini seçimler gösterir. Ço ğu demokrasi teorisyeni, bireylerin demokratik sürece önemli ölçüde ilgileri olmadan demokratik sürecin amaçlarına ula şabilmesinin mümkün olmadı ğını ileri sürerler. Seçimlere bireylerin katılımı ve ilgisi, aynı zamanda demokratik me şruluk duygusunu güçlendirir ve bu da şiddeti sınırlayıp düzenli yarı şma yollarını ortaya çıkarır. 52 Son olarak görevden halk tarafından alınma ihtimali, seçilmi şlerin güvene layık olmalarını, kamu görevinin standartlarına sadık olmalarını sa ğlar, de ğişen şartların gerektirdi ği hükümet politikalarının ve personelin de ğişimini garanti eder. 53 Siyasal Partiler : Demokratik rejimleri, demokratik olmayan rejimlerden ayıran en önemli unsur, örgütlenmi ş muhalefetin varlı ğıdır. Seçim serbestli ğinin

49 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 21. 50 David Beetham, Kevin Boyle, (1998). Demokrasinin Temelleri, Çev: Vahit Bıçak, Ankara: Liberte Yayınları, s. 21. 51 Münci Kapani, (2000). Politika Bilimine Giri ş, Ankara: Bilgi Yayınevi, s. 138. 52 J.R. Powell, G.Bingham, (1990). Ça ğda ş Demokrasiler-Katılma, İstikrar ve Şiddet, Çev: Mehmet Turhan, Ankara: S Yayınları, s. 17-18. 53 David Beetham, Kevin Boyle, a.g.e., s. 38. 18

gerçek bir anlam ta şıması, seçmenlerin çe şitli alternatifler arasında serbest bir seçme yapabilmelerine ba ğlıdır. Ça ğda ş demokratik devlette bu alternatifler siyasal partiler tarafından olu şturulur. Modern demokrasi, partiler demokrasisidir. 54 Ço ğunlu ğun Yönetme Hakkı : Ço ğunluk, özgür ve düzenli seçimlere göre halkın en fazla oyunu alan grup veya görü ştür. Ço ğunluk kavramı zamana ve yere göre de ğişik anlamlara gelebilirse de azınlı ğa göre daha fazla olanı ifade eder. Ço ğunlu ğun durdu ğu yerde azınlı ğa yönetme hakkı vermek demokrasinin en önemli ilkesi olan e şitli ğe aykırıdır. Ço ğunlu ğa yönetim hakkının verilmesi ile demokratik sistemin me şrulu ğu peki şir. 55 Siyasal iktidarı denetlemek azınlık temsilcileri olan muhalefetin görevidir. Muhalefet Etme Özgürlü ğü: Ço ğulcu demokrasinin en belirgin özelliklerinden biri, iktidara muhalefet edebilme, iktidara kar şı, iktidara aday olmak üzere de ğişik görü ş ve dü şünceleri ileri sürebilme özgürlü ğüdür. Ço ğulcu demokrasilerde serbest ve devamlı muhalefet esastır. Azınlı ğın ço ğunlu ğu denetlemesi ve iktidar olmak için çalı şması do ğal hakkıdır. 56 Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması : Temel hak ve özgürlükler, daha geni ş bir ifadeyle insan hakları, özü itibariyle devlete yönelik özgürlük talepleridir. 57 Ço ğulcu demokraside iktidarın keyfi davranı şlarına kar şı bireyi koruma esastır. Yasa Önünde E şitlik : Dil, din, ırk, sınıf farkı gözetilmeksizin herkes yasalar önünde e şittir. Hiçbir kimseye her ne sebeple olursa olsun ayrıcalık tanınamaz. 2.4.1.3. Ço ğulcu demokrasinin uygulandı ğı rejimler Ço ğulcu demokrasi Batı Dünyasında geni ş bir uygulama alanı bulmaktadır. Ço ğulcu demokrasinin, farklı yönetim sistemlerine örne ğin, parlamenter sisteme, ba şkanlık sistemine ve meclis hükümeti sistemine uyum sa ğladı ğı görülür. a) Parlamenter Sistem ve Özellikleri 58 Batı demokrasinin geli şmesinde, parlamenter sistem denilen yönetim biçiminin etkisi büyük olmu ştur. Parlamenter sistem, ilk olarak, İngiltere’nin toplumsal ko şulları içinde, geleneklerle olu şarak kurumla şmı ştır. Bu nedenle İngiltere, parlamenter sistemin be şiği sayılır. Parlamenter sistemin ayırıcı özelli ği,

54 Ergun Özbudun, (2004). Türk Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları, s. 87. 55 Mustafa Erdo ğan, (1996). Anayasal Demokrasi, Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 221. 56 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 23. 57 Mustafa Erdo ğan, (1998). Liberal Toplum Liberal Siyaset, Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 127. 58 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 26-27., Hayati Hazır, (1991). Anayasa Hukuku, Konya: Literatür Ltd. Şti. Yayınları, s. 148-151. 19

seçime dayalı ve temsil niteli ği olan parlamentoya kar şı sorumlu bir hükümetin bulundu ğu, yasama-yürütme ili şkisinin esnek kuvvetler ayırımına dayandı ğı bir siyasal mekanizma olmasıdır. Parlamenter sistem, sadece parlamentosu olan rejim demek de ğildir. Bir ülkede parlamento olsa bile, her zaman parlamenter sistem olmayabilir. Örne ğin Amerika Birle şik Devletleri’nde bunun örne ğini görmek mümkündür. Parlamenter sistemin özellikleri a şağıdaki gibi sıralanabilir : -Parlamenter sistemde yürütme iki ba şlıdır. Yürütmenin sorumsuz ba şını devlet ba şkanı, sorumlu ba şını da ba şbakan olu şturur. -Devlet ba şkanı sorumsuzdur. Bu siyasal bir sorumsuzluktur. Bu nedenle, devlet ba şkanının i şlemlerine sorumlu ba şbakan ve ilgili bakanlar katılır. Devlet ba şkanı, parlamenter rejimde, uzla ştırıcı ve uyarıcıdır. -Yürütmenin ikinci kanadını olu şturan Bakanlar Kurulu, meclise kar şı sorumludur. Devlet ba şkanı, ba şbakan ve bakanları atarken tam olarak serbest de ğildir. Ülkenin içinde bulundu ğu siyasal ko şulları, meclis ço ğunlu ğunu dikkate alarak, meclisten güvenoyu alabilecek bir hükümeti görevlendirmekle yükümlüdür. -Parlamenter sistemde, genel olarak, hükümetin meclis ço ğunlu ğuna dayanması, mecliste ço ğunlu ğu sa ğlayan parti ba şkanının ba şbakan olması, parti mekanizması yolu ile yürütme ve yasama arasında uyumun sa ğlanmasında etkili olmaktadır. -Parlamenter sistemde hükümet her şeyden önce, meclise kar şı sorumludur. Hükümet zamanla devlet ba şkanına kar şı sorumlu olmaktan kurtulmu ş ve yalnız meclise kar şı sorumlu olmu ştur. -Parlamenter sistem iki meclisli olabilece ği gibi, tek de olabilir. Ancak ikinci meclise hükümeti dü şürme yetkisi tanınmaz. -Parlamenter sistemde, yasama ile yürütme arasındaki ili şki, i şbirli ği ve kar şılıklı etkileme mekanizmasına dayanır. b) Ba şkanlık Sistemi ve Özellikleri 59 Ço ğulcu demokrasinin geli şmesinde, ba şkanlık sisteminin etkisi çok büyük olmu ştur. Bu sistemin do ğdu ğu ve geli şti ği ülke ABD’dir. Bu sistemin ayırıcı

59 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 31., Hayati Hazır, a.g.e., s. 147-148. 20

özelli ği, halk tarafından seçilen ba şkanın, yürütme gücünü tek ba şına elinde bulundurması ve güçler ayrımı ilkesinin katı bir biçimde uygulanmasıdır. Ba şkanlık sisteminin özellikleri a şağıdaki gibi sıralanabilir: -Ba şkanlık sistemi, katı bir güçler ayrımı ilkesine dayanır. Yasama ve yürütme güçleri birbirinden kesin olarak ayrılmı ştır. Yürütme, halkın seçti ği ba şkan, yasama ise, kongre tarafından yerine getirilir. -Ba şkan, yürütme görevini tek ba şına elinde tutar, ba şkan hem devlet ba şkanı, hem hükümet ba şkanı görevini yürütür. -Parlamenter sistemdekinin aksine, bu sistemde yürütmenin yasamayı da ğıtması, yasamanın da yürütmeyi dü şürmesi olana ğı yoktur. -Yasama ile yürütme arasındaki ili şkilerde kopuklu ğu gidermek üzere, bir “denetim ve denge” sistemi geli ştirilmi ştir. Yürütmenin bazı i şlemleri, örne ğin üst düzey yöneticilerinin atanması, senatonun onayını gerektirir. Buna karşılık, ba şkanın da yasamadan geçen yasaları veto etme yetkisi vardır. c) Meclis Hükümeti Sistemi ve Özellikleri 60 Ço ğulcu demokrasilerde uygulanan sistemlerden birisidir. Bu sistem, 1921 Anayasası döneminde Türkiye’de de uygulanmı ştır. Halen, İsviçre’de uygulanmaktadır. Meclis hükümeti sisteminin özellikleri a şağıdaki gibi sıralanabilir : -Meclis hükümeti sistemi, meclisin üstünlü ğü ilkesine dayanır; yasama ve yürütme yetkisi mecliste toplanmı ştır. Bu sistemde, yürütme, ayrı bir erk sayılmaz. -Yürütme görevini üstlenen kurul, meclis tarafından seçilir; meclisin emirleri do ğrultusunda, meclis adına bu görevi yerine getirir. -Yürütme görevini üstlenen kurul üyeleri, bakanlıklar dikkate alınarak, tek tek meclis tarafından seçilir. Ayrıca bir ba şbakan yoktur. Her bakan, meclise kar şı yalnız kendi etkinliklerinde sorumludur. Ortak sorumluluk söz konusu de ğildir. -Yürütmenin, yasama üzerinde meclisi da ğıtma gibi herhangi bir yetkisi yoktur. Tersine yürütme, ya şamanın bir memuru gibi, saptanan politika do ğrultusunda görev yapar. Meclisle yürütme arasında görü ş aykırılı ğı oldu ğunda, yürütme, meclisin aldı ğı karar do ğrultusunda görevine devam eder.

60 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 35., Hayati Hazır, a.g.e., s. 145-146. 21

-Devlet ba şkanı görevi, meclis tarafından seçilen bir ki şi tarafından, yine meclis adına yerine getirilir. Devlet ba şkanının görevleri daha çok sembolik görevlerdir. 2.4.2. Marksist demokrasi Marksist Demokrasi’ye geçmeden önce sosyalizm kavramı üzerinde durmak gerekir. Sosyalizm kimi zaman dar, kimi zaman da geni ş anlamda kullanılmaktadır. Genel anlamda sosyalizm, liberal demokrasinin ve kapitalizmin do ğurdu ğu düzeni yetersiz ve adaletsiz bulan ve onu de ğiştirerek, yerini almak isteyen, sosyal ve ekonomik bir düzendir. Sosyalizm, üretim araçlarının özel mülkiyet konusu oldu ğu, piyasa ekonomisine ve özel kara dayanan bu düzeni, adaletsiz ve ça ğdı şı bulmaktır. Buna kar şılık sosyalist düzen, üretim araçlarının topluma mal edilmesini, üretimin insanların gereklerine göre yapılmasını ve bunların tümünün demokratik bir yöntemle gerçekle ştirilmesini öngören bir düzendir. Marksizm, 1917 yılına gelinceye kadar, politik bir sistem olarak uygulama alanı bulamamı ş bir dü şünce sistemidir. Marksizmi kuramsal alandan uygulama alanına geçiren Lenin’dir. Lenin, klasik demokrasi ve karma ekonomi sistemi içinde marksizmi düzeltme yoluna gidilmesi akımına kar şı çıkmı ş, Marksizmi yeniden rayına oturtma çabasına girmi ştir. Marksizm, Sovyet-Rusya uygulamasından sonra, Marksizm-Leninizm adını almı ştır. Marksizm-Leninizm de uygulamada zaman ve uygulandı ğı ülkenin ko şullarına göre de ğişik yorumlara u ğramı ştır. Fakat Marksizm- Leninizm, de ğişik yorumlara u ğrasa da, özde, proletarya diktatörlü ğünü, sınıfların yok olaca ğı a şamaya kadar sürdürme dü şüncesine dayanır. İş çi sınıfının iktidar oldu ğu rejimler ve toplum örgütlenmeleri 1871’de Fransa’da 70 gün gibi kısa ömürlü, ba şarısız “Paris Komünü” deneyimden sonra ilk kez 1917 yılında Çarlık Rusya’sında kurulmaya ba şlanmıştır. Daha sonra özellikle II. Dünya Sava şı sonrası Do ğu Avrupa’da yeni sosyalist ülkeler ilan edilmiştir. 1989 yılına gelinceye kadar dünya nüfusunun yakla şık üçte birinin ya şadı ğı bu toplumlarda Marksist ve Leninist doktrin temel alınarak bir toplumsal örgütlenme geli ştirilmiştir. Marksist demokrasilerde sınıf çeli şkilerinin üretim araçlarının özel mülkiyetine son verilerek i şçi sınıfı lehine çözülmesi ve böylece sınıfsız topluma ula şılması, artı de ğer sömürüsünün ortadan kaldırılması ve toplumda sınıf hakimiyetlerinin giderek yok edilmesiyle de “gerçek demokrasi”nin getirilmesi 22

öngörülmüş, ancak uygulamada geçici olarak ba şvuruldu ğu ileri sürülen “proleterya diktatörlü ğü” ve “devletçilik” a ğırlık kazanmı ştır. 61 Marksist Demokrasinin Özellikleri 62 Marksist demokrasinin en belirgin özelli ği tek ve bir ideolojiye dayanmasıdır. Marksist demokraside iktidar, marksizm ideolojisinin uygulayıcısıdır. Bunu gerçekle ştirmek için yönetilenleri zorlar. Marksist demokrasinin dayandı ğı temeller şöyle sıralanabilir : -Marksist demokrasinin egemen oldu ğu ülkelere Marksist ideoloji, zaman içerisinde bir geli şmenin sonucu olarak de ğil, bir devrim ile yerle ştirilmi ştir. Devrim, komünist partisince, proleterya egemenli ğini kurmak ve komünist a şamaya varmak için yapılmı ştır. -Marksist dü şünceye göre, toplum geli şmelerinin itici gücü ve yaratıcısı, maddi ko şullardır; ba şka bir deyi şle üretim biçimidir, temel yapıdır. Tüm toplumsal geli şme ko şullarını ve yasalarını, insanların üretim güçleriyle, üretim ili şkilerinden do ğan, üretim biçimleri saptar. Toplumun üst yapısı denen, hukuk düzenini, rejimleri, siyasal kurumları yaratan “temel yapı”dır. -Marksist demokrasinin geli ştirilip yerle ştirilmesi, komünist partisinin görevi ve varlık nedenidir. Parti devlet mekanizmasının “dinamosu”dur. Partinin, ba şka kurulu şlarla çeki şip seçimi kaybederek iktidardan dü şmesi söz konusu de ğildir. Tek parti sistemi, sosyalist devlet için zorunlu sayılır. -Klasik demokraside, ki şi haklarına büyük önem verilir. Hatta klasik demokrasi için bir özgürlükler rejimi denir; amaç bireyin yüceltilmesidir. Marksist dü şünce sisteminde de, bireyin yüceltilmesi esastır. Marksist demokraside önemli olan “özgürlük” de ğil insanın “özgürle ştirilmesi”dir. Buna göre, ekonomik ko şullar, üretim biçimi ve toplum düzeni de ğiştikçe insanlar özgürle şecektir. Marksist demokraside özgürle şmenin ba şarılabilmesi için, klasik demokrasinin temelini olu şturan özgürlükler kısıtlanabilir; özgürlük toplumu özgürle ştirmenin bir aracı de ğildir. -Marksist demokrasinin temel ilkelerinden biri, “üretim araçlarına kamunun sahip olması”dır. Bu vazgeçilmez bir ilkedir. Buna göre önemli olan, toplum yapısını

61 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 41-42. 62 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 42-43. 23

ve toplum içindeki temel ili şkileri etkileyici, sınıf egemenli ğine götürücü nitelikteki mülkiyetin ortadan kaldırılmasıdır. Marksist demokrasi, 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birli ği’nin (SSCB) da ğılması ve akabinde ona ba ğlı Var şova Paktı’na üye Do ğu Bloku ülkelerin (Macaristan, Romanya, Çekoslovakya, Bulgaristan, Polonya v.s.) sosyalizmi terketmeleriyle büyük yara almı ştır. Rejim de ğişikli ği ve parçalanmaların sonucunda bu ülkeler Batı demokrasisinin etkisi altına girmeye ba şlamı ştır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

DEMOKRAS İ KURAMLARI

3.1. Demokrasi Kuramlarına Giri ş Çok eski bir kuram olan demokrasi kuramı, vatanda şların kendi sitelerini kendilerinin yönetmesi talebine dayanmaktadır ve site vatanda şlarının ço ğunlu ğunun siteyi yönetmek için yeterli oldu ğu kabul edilmi ştir. Bu varsayım açısından ço ğunlu ğu temsil eden site vatanda şlarının istekleri, toplum iradesi olarak kabul edilmekteydi. Do ğrudan demokrasinin bu ilk ça ğlar uygulamasını Sanayi Devrimi’nden sonra nüfusu milyonlarla ölçülen ticaret ve sanayi toplumlarına uygulamak imkanı söz konusu de ğildi. Bu yüzden demokrasi teorisini, toplulu ğunun iradesini temsil eden vekiller eliyle, uygulamaya çalı şmak gerekmi ş, böylece temsili demokrasi kuramı Fransız Devrimi’nden bu yana temsili demokrasi olarak uygulanmaktadır. Demokrasi kavramı çok geniş ve çok yönlü bir kavramdır. Demokrasinin bir tek yazarı yoktur. 63 Aksine demokrasi kuramı, çok eski ça ğlara, M.Ö. 5. yüzyıla kadar giden bir ana temelden olu şmaktadır. Normatif anlamda demokrasi, bir ideali, bir olması gerekeni yansıtır. Bu anlamda bir rejimin demokratik olabilmesi için, halkın bütününün arzularına uyması gerekir. Lijphart’a göre böylesine halkın eğilimlerine tam olarak uyan bir yönetim hiçbir zaman olmamı ştır ve belki de hiç olmayacaktır. 64 Normatif anlamda demokrasi kuramı, demokratik rejimlerin ula şmayı dü şündükleri bir idealden ba şka bir şey de ğildir. Şüphesiz bu ideal reddedilemez; ancak, demokrasilerin bu idealle tanımlanması do ğru olmaz. Zira demokrasi bu şekilde tanımlanırsa, yeryüzünde demokratik rejim kalmaz. O nedenle bir de ampirik demokrasi kuramı ortaya atılmı ştır. Ampirik demokrasi kuramı ise, ideal anlamda demokrasiyi de ğil bu ideale kabataslak yakla şan gerçek demokrasileri esas alır. Demokrasinin tanımı konusunda olması gerekene de ğil olana bakar. Demokratik olarak kabul edilen mevcut rejimlerin neler oldu ğunu ortaya koymaya çalı şır. Bu tür demokratik rejimlerin özelli ği tam bir demokratik duyarlılık de ğil

63 Bahsedilen, Batı uygarlı ğının meydana getirdi ği demokrasidir. Zira Marksist demokrasi anlayı şında sosyalizmi ve komünizmi bir tek yazara, Marx’a ba ğlamak veya onları Marx’tan sapmalar, Marks’ın uygulamaları veya reddi olarak de ğerlendirmek mümkündür. 64 Arend Lijphart, (1986). Ça ğda ş Demokrasiler, Çev: Ergun Özbudun-Ersin Onulduran, Ankara: Yetkin Yayınları, s. 1’den Kemal Gözler, (2002). a.g.e., s. 112. 25

nispeten çokça bir yurtta ş grubunun uzun bir zaman boyunca arzularına cevap verebilmesidir. 65 Demokrasi bir denge ve uzlaşma rejimidir. Denge olmadan uzla şma zaten olmaz. Ancak birbirlerini dengeleyebilecek güçler, uzla şmayı zorunlu kılar. Dengelerin en önemlisi ise, para gücüne kar şı, sayı ve örgüt gücünün olu şmasıyla kurulabilir. Tarihsel evrim içinde, sendikaların ve kitle partilerinin ortaya çıkı şı bu gereksinmeden kaynaklanmı ştır. 66 Demokrasinin varolabilmesi için gerekli toplumsal ko şulların ba şında, ulusal bütünlü ğün sa ğlanmı ş olması; hiçbir toplumsal sınıfın di ğerleri üzerinde kesin bir üstünlü ğünün bulunmaması; toplumsal sınıflar arasındaki geçi ş akı şkanlı ğının yüksek olması; toplumda ço ğunlu ğun, kitle ileti şim araçlarını izleyebilecek bir e ğitim düzeyinde bulunması ve insanların e şitlik ve özgürlü ğüne, ho şgörü ve uzmanla şmaya dayalı bir de ğerler sisteminin, ulusal kültürde egemen olması gelmektedir. 67 Demokrasi konusunda kafa yoran Robert Dahl mükemmel bir demokratik yönetim için bazı standartlar (kriterler) ortaya koymu ş ama bunların sa ğlıklı bir şekilde uygulanaca ğına ve mükemmel bir demokratik süreç ve yönetimin gerçekle şece ğine inanmadı ğını belirtmi ştir. Ona göre bu standartlardan ilki “etkin katılım”dır. Ba ğlayıcı kararların alınması sürecinde vatanda şlar, ortaya çıkacak sonuç hakkında kendi tercihlerini ifade etmek için gerekli ve e şit imkana sahip olmalıdır. Vatanda şlar, gündemin sorunlarını belirlemek ve bir kararı ba şkalarının yerine benimsemek için hangi nedenlerin oldu ğunu ifade etmek bakımından gerekli ve e şit imkana sahip olmalıdır. Bir vatanda ş için etkili katılım açısından gereken fırsatların dı şlanması, tercihleri bilinmeyece ği veya yanlı ş algılanaca ğından dikkate alınmayacak anlamına gelmektedir. Fakat, nihai sonuçla ilgili tercihlerinin e şit biçimde de ğerlendirilmesi ilkesinin ihlali demektir. İkincisi “oy kullanma e şitli ği”dir. Ortak kararların kar şıla ştırılma a şamasında her vatanda ş, di ğerinin ifade etti ği tercih ile e şit a ğırlıklı olarak i şleme tabi tutulacak bir tercihi ifade etme konusunda güvence altına alınmı ş e şit olana ğa sahip olmalıdır. Karar alma a şamasında sonuçların belirlenmesinde bu tercihler dikkate alınmalıdır. Bu kriter Eski Yunan’dan bu yana demokratik teori ve prati ğin ana dayanaklarından biri olmu ştur. Bu olmadan

65 Kemal Gözler, (2002). a.g.e., s. 113., Hayati Hazır, a.g.e., s. 155. 66 Ahmet Taner Kı şlalı, (1994). Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Ankara: İmge Kitabevi, s. 208. 67 Ahmet Taner Kı şlalı, (1994). a.g.e., s. 211. 26

vatanda şlar, kararlar üzerindeki etkileri bakımından, potansiyel e şitsizliklerin sürekli bir biçimde ortaya çıkmasına yönelik bir beklentiyle kar şı kar şıya kalacaklardır ve siyasal bakımdan e şit ki şiler olarak, kendi çıkarlarının, kendileri tarafından yorumlandı ğı biçimiyle, e şit a ğırlık ta şıyıp ta şımadı ğı konusunda karar verebilecekleri bir üst denetleme mekanizması da bulunmamaktadır. Üçüncüsü, “iyi kavrama”dır. Her vatanda ş, vatanda şların çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edecek biçimde karara ba ğlanması gereken bir konuyla ilgili tercihini bulup ortaya koymak ve (bir karara duyulan ihtiyacın izin verdi ği süre içinde) geçerli kılmak için gereken olanaklara e şit olarak sahip olmalıdır. Bu kriter, o halde, kararların alınmasındaki alternatif yöntemlerin vatanda şlara sa ğladı ğı, amaçlarla araçlar, bir kimsenin kendi çıkarları ile bu çıkarlar yönündeki politikaların sadece kendisi için de ğil, ilgili di ğer tüm insanlar için beklenen sonuçları konusunda bir anlayı şa sahip olması yönünde sa ğladı ğı imkanlara göre de ğerlendirilmelidir. Vatanda şın iyili ğinin veya çıkarlarının bir kamusal iyiye veya genel çıkara dikkat edilmesini gerekli kılması ölçüsünde vatanda şların, bu konularla ilgili bir anlayı şa sahip olma imkanlarının varolması gerekmektedir. Dördüncü kriter, “gündemin izlenmesi”dir. Vatanda şlar, yöneticilerin köreltilmi ş demokrasinin a şağılayıcı bir biçimde daraltılmı ş olan gündeminde kalmasına izin verdiklerinin dı şında kalan ve kendilerinin önemli oldu ğuna inandıkları konularda demokratik bir biçimde karar verememektedirler. Demokratik olmayan yöneticilerin gündem üzerindeki denetimleri daha az belirgin ve daha üstü kapalı olabilir. Bazı ülkelerde, örne ğin, askeri önderler seçilmi ş sivillerin sözde denetimleri altındadır ama seçilmi ş siviller, kararlarını ordunun istekleri do ğrultusunda biçimlendirmedikleri takdirde mevkilerini yitireceklerini veya daha kötüsünün ba şlarına gelece ğini bilmektedirler. Bu dü şünceler, dördüncü bir kriteri, gündemin nihai olarak halk tarafından denetlenmesini ortaya atmaktırlar. Halk konuların demokratik sürecin araçlarıyla kararla ştırılması gereken gündem maddeleri arasında nasıl yerle ştirilece ği konusunda karar vermek için ba şkalarını i şin içine karı ştırmayan dı şlayıcı bir imkana sahip olmalıdır. Son kriter ise “poliar şi”dir. Poliar şi (Çokluk Yönetimi), en genel düzeyde, iki geni ş özelli ğiyle ayırt edilen bir siyasal düzendir: Vatanda şlık, yeti şkinlerin görece geni ş bir bölümünü içine alacak denli geni şletilmi ştir ve vatanda şlık haklan muhalefet etme ve yönetimde en üst düzeyde bulunan görevlileri seçimle i şba şından uzakla ştırma olana ğını içermektedir. 27

İlk özellik, poliar şiyi, muhalefete izin verilmi ş olmakla birlikte, yönetimlerin ve onların yasal muhaliflerinin sadece küçük bir grupla sınırlandırılmış oldu ğu, genel ve eşit oy hakkının kabul edilmesinden önceki İngiltere'de varolan türden daha dı şlayıcı yönetim sistemlerinden ayırmaktadır. 68 İkinci özellik, poliar şiyi, yeti şkinlerin ço ğu vatanda ş olsa bile, vatanda şlı ğın muhalefet etme ve yönetimi seçimle i şba şından uzakla ştırma hakkını içermedi ği, modern otoriter rejimler gibi rejimlerden ayırmaktadır. Seçilmi ş görevliler, özgür ve adil seçimler, kapsayıcı seçme hakkı, mevki için yarı şma hakkı, ifade özgürlü ğü, alternatif bilgilenme ve örgütsel özerklik poliar şinin kurumlarıdır. Poliar şinin kurumları, geni ş-ölçekli, özellikle de ulusal devlet ölçe ğindeki bir demokrasi için zorunludur. Konuyu biraz farklı bir biçimde ifade edersek, poliar şinin tüm kurumları, bir ülkenin yönetiminde demokratik sürecin en üst düzeyde gerçekle ştirilebilirli ğini sa ğlamak için gereklidir. Buradaki yedi kurumun hepsinin gerekli oldu ğunu söylemek, bunların yeterli oldu ğu anlamına gelmemektedir. 69 Sartori’ye göre demokrasi saydam bir sözcüktür, yani, sözcü ğün anlamı, dildeki ilk anlamına kolaylıkla ba ğlanabilmektedir. Bu yüzden, demokrasiyi sözcük anlamına göre tanımlamak çok kolaydır. Nitekim sözcük anlamına göre demokrasi “halk iktidarı, iktidarın halka ait olması” demektir. Ama bu, o terimin yunancadaki anlamının sözcü ğü sözcü ğüne çevirisinden ba şka bir şey de ğildir. Oysa, demokrasi terimi bir şeyi temsil etmektedir. Demek ki soru yalnızca sözcü ğün ne anlama geldi ğinden ibaret de ğildir. Ayrıca o şeyin nasıl bir şey oldu ğuyla ilgilidir. Demokrasinin sözcük anlamı açık, kesin olmakla birlikte, bu, yine de gerçek demokrasinin ne oldu ğunu anlamaya yardım etmemektedir. Bununla birlikte demokrasi nedir’i, demokrasi ne olmalıdır’dan ayırmaya imkan yoktur. 70 Demokrasi

68 İngiltere’de genel ve e şit oy hakkının sa ğlanması, yani, demokrasi mücadelesinde Jakobenlerin etkileri, ilk olarak, 1792-1799 yılları arasında faaliyet gösteren London Corresponding So ciety (Londra Yazı şma Örgütü) bünyesinde görülmü ştür. Bu örgütler, Ba şbakan William Pitt tarafından eşitlikten yana olmak anlamında Jakoben sayıldıklarından kısa sürede kapatılmı şlardır. İngiltere’de genel ve e şit oy hakkının sa ğlanması mücadelesinin başarıya ula şması, 19.yüzyılın son yarısına yayılan “ya herkese oy, ya herkesten intikam” sloganına sahip Chartist hareketin mücadelelerinin sonucunda mümkün olmu ştur. 1832’ye dek yeti şkinlerin ancak %5’i seçmen iken, 1832, 1867 ve 1884 düzeltimleriyle bu oran %28’e çıkmı ş, 1918’de 21 ya şındaki tüm erkeklere ve 30 ya şını dolduran kadınlara oy hakkı verimi ştir. 1928’de kadınların seçmenlik ya şı da 21’e indirilmi ştir. 69 Bu konuda ayrıntılı olarak bkz: Robert A. Dahl, (1993). Demokrasi ve Ele ştirileri, Çev: Levent Köker, Ankara: Türk Siyasal İlimler Derne ği TDV Yayını, s. 57-66. 70 Giovanni Sartori, (1996). Demokrasi Teorisine Geri Dönü ş, Çev: T.Karamustafao ğlu, M.Turhan, Ankara: Yetkin Yayınları, s. 8. 28

ancak idealleri ve de ğerleri ona varlık kazandırdı ğı sürece, varolur. Demokrasiyi tanımlama sorunu iki yönlüdür, deyim yerindeyse, demokrasi için, hem olanı hem olması gerekeni içeren bir tanıma ihtiyaç vardır. Biri olmadan öbürü de olmayaca ğı gibi, birinin yerine öbürünü koymak da olası de ğildir. Öyleyse yanlı ş adım atmamak için şu unutulmamalıdır ki, demokrasi ideali, demokrasi gerçe ğini, olgusunu tanımlamaz, veya tersi, gerçek demokrasi ile ideal demokrasi bir ve aynı şey de ğildir; demokrasi, onun idealleri ile gerçe ği arasındaki kar şılıklı etkile şimden, olanla olması gerekenin çeki şmesinden do ğar, ve bunlar tarafından şekillendirilir. 71 Demokrasi her şeyden önce, ço ğunlu ğun baskısı de ğildir. Bir ba şka deyi şle, önce hangi dü şüncenin ço ğunluk tarafından benimsendi ğine bakıp, sonra, tüm öteki dü şüncelerin baskı altına alınmasının, demokrasi ile hiçbir ili şkisi yoktur. Üstelik istibdatların en kötüsü, ço ğunlu ğun istibdatıdır. Çünkü, hem ondan kaçacak yer yoktur, hem de onu yapanlar, haklılıklarına inandıklarından, çok acımasız olurlar. Öte yandan demokrasi, azınlıkta kalan dü şüncelerin baskısı demek, hiç de ğildir. Yani çe şitli mekanizmalar yoluyla belirlenen ço ğunluk kar şısında, dı şarıda kalan dü şünceler, “bilimsel do ğruluklarını”, “tarihsel haklılıklarını” ya da ba şka benzer gerçekleri ileri sürerek, ço ğunlu ğun yerine geçme iddiasında bulunamazlar. “Dinsel ö ğeler” ya da “milli menfaatler” yahut “milliyetçilik” gibi gerekçeler, ancak dü şüncelerin ba şkalarına açıklanmasında kullanılabilirler. Yoksa ço ğunlu ğun tercihlerine kar şı iktidara el koymak için kullanılması söz konusu de ğildir. 72 Ayrıca demokrasi, muhalifleri susturmak için prensip olarak hukuki kuvveti kullanmaz. Zorlama veya kuvvet kullanma hiçbir siyasi toplumda tamamen dı şarıda bırakılamaz fakat demokraside en son ba şvurulacak çaredir ve pek çok siyasi meselelerin halledilmesinde kullanılmaz. Böylece demokrasi, çatı şmaların sulh yoluyla halledilmesini (kur şun yerine oy kullanılmasını ve kafaların kırılması yerine sayılmasını) kurumla ştırmı ştır. Bu uzla şma genel oy hakkı ve siyasi hürriyetler vasıtasıyla çok geni ş bir katılmayla meydana gelir, empoze edilmi ş bir çözüm yolu yerine gönüllü olarak kabul edilen bir yolu tercih edenler için karakteristik bir de ğer ortaya çıkmı ş olmaktadır. 73

71 Giovanni Sartori, a.g.e., s. 9. 72 Emre Kongar, (1992). Demokrasi ve Kültür, Ankara: Remzi Kitabevi, s. 13. 73 Henry B. Mayo, (1964). Demokratik Teoriye Giri ş, Çev:Emre Kongar, Ankara: Türk Siyasi İlimler Derne ği Yayınları, s. 187. 29

Bununla birlikte, Macpherson’un dedi ği gibi demokrasiye, bir zamanlar kötü gözle bakılırken herkes demokrasinin, halk yönetimi ya da halkın iradesine uygun yönetim anlamında, bireysel özgürlü ğü ve uygar ya şamın tüm olumlu yanlarını yok edici, kötü bir şey oldu ğunu dü şünülürken, saygıde ğer çevrelerde kavramın tümüyle kabul görmesi I. Dünya Sava şı’na; batılı ba ğla şık önderlerin dünyayı demokrasi için daha güvenli bir duruma getirmek için sava ştıklarını ileri sürebildikleri bir sava şa rastlamı ştır. Bundan sonra demokrasi iyi bir şey olarak kalmış, o kadar ki herkes ona sahip oldu ğu iddiasında bulunmu ştur. Bilinen türden demokrasiye, batılı liberal demokrasilere kar şı, “proleterya demokrasisi”, “halk demokrasisi” ve çe şitli biçimleriyle Afrika ve Asya demokrasisi adına devrimler yapılmış ve bu devrimler dünyanın çehresini önemli ölçüde de ğiştirmişlerdir.74 Günümüzde yaygın olarak uygulama alanı bulan temsili demokrasi önemli ele ştirilerle kar şıla şmı ş, artık insanları tatmin etmemeye ba şlamı ştır. Kelimenin ba şına getirilen nitelendirmelerle yeni demokrasi biçimleri aranmaktadır. Bugün temsili demokrasi profesyonelle şmi ş parti kadrolarınca yürütülmekte, bu ise halkı politikadan uzakla ştırmaktadır. Sistem i şleyi şi içinde halkın hesap sorma olana ğının ortadan kalkmı ş olması, siyasetin kendi iç ili şkilerinin ve halka yakla şımının patronaj ili şkisi biçimi kazanmasını kolayla ştırmaktadır. Böyle ili şkiler içerisinde sürdürülen bir demokrasi prati ği halkı siyasete kar şı ilgisizle ştirmekte, seçimlerde sandıklara gidenlerin sayısı gün geçtikçe dü şmektedir. 75 Demokrasi kuramları genel olarak, yurtta ş tipolojisi kurgulama ve bunu normatif kılma açısından birbirine benzemektedirler. Bir di ğer ortak nokta, yukarıda da belirtti ğimiz gibi tümünün, liberal temsili demokratik modelin ele ştirisi üzerine in şa edilmi ş olmalarıdır. Öncelikli hedefleri liberal temsili model içindeki kurumların ve unsurların tanımlarının, hem kendi içlerindeki hem de birbirleri arasındaki ili şkilerin yeniden kurgulanmasıdır. “Demokrasi Kuramı” konusunda kavramsal çerçeveyi çizdikten sonra kuramların tanıtımına geçilebilinir. 3.1.1. Liberal demokrasi kuramı Liberal demokrasiden önce “liberalizm”in tanımı üzerinde durmak gerekir. Liberalizm, kelime anlamı olarak “devlet, toplum ve birey arasındaki ili şkilerde

74 Crawford Brough Macpherson, (1984). Demokrasinin Gerçek Dünyası, Çev: Levent Köker, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları, s. 5. 75 İlhan Tekeli, (2001). Modernite A şılırken Kent Planlaması, Ankara: İmge Kitabevi, s. 126-127. 30

önceli ğin bireyin hak ve özgürlüklerinde olması gerekti ğini savunan iktisadi ve siyasal dü şünce akımı” şeklinde tarif edilir. 76 Adını İspanya’da kurulan “Liberales” adlı siyasi partiden almı ştır. 77 18. ve 19. yüzyılda, toplumda özgürlü ğün asıl amaç ve bireyin asıl varlık oldu ğunu vurgulayan, “bırakınız yapsınlar” ilkesini de ülke içinde devletin ekonomik rolünü azaltıcı, dolayısıyla bireyin rolünü geli ştirici bir araç olarak destekleyen, ülke dı şında da serbest ticareti destekleyen, siyasal konularda temsili hükümetin ve parlamenter kurumların geli şmesinden, devletin keyfi gücünün azaltılmasından ve bireyin medeni özgürlüklerinden yana bir akımdır. 78 Bireyin özgürlü ğü ile sahip oldu ğu do ğal hakların üstün de ğeri üzerinde durarak bireyin akılcı davranaca ğını varsayarken, liberal devlet ise de ğerler kar şısında tarafsız kalarak, de ğerlerin izafili ği ve ahlaki ço ğulculuk anlayı şıyla özgürlü ğe önem vermekte ve esas itibariyle özgürlü ğün iyiden önce geldi ğini kabul etmektedir. 79 Liberalizmin hem siyasal hem de iktisadi yönü vardır. Genel olarak John Locke, siyasal yönünü, Adam Smith ise iktisadi yönünü temsil eden dü şünürlerin ba şında gelmektedir. 80 Bunun yanı sıra J. S. Mill ve Hayek gibi dü şünürlerin de önemli katkıları vardır. 18. ve 19. yüzyılın klasik liberalizmi Avrupa orta sınıfının mutlakıyetçi devlet düzenlerine ve teolojik dünya görü şüne kar şı mücadelesi içinde biçimlenen dünya görü şünün parçası olarak do ğmu ştur. Bu dünya görü şü en çok do ğal hukuk ö ğretisiyle faydacılık felsefesinden etkilenmi ştir. Do ğal hukuk öğretisine göre insanın do ğuştan gelen bir takım dokunulmaz hakları vardır. Bunların ba şında da mülkiyet hakkı gelmektedir. Ça ğda ş toplum ve devlet düzeninin dayandı ğı toplumsal sözle şmenin amacı öncelikle bu hakkın istikrarlı bir hukuk sisteminin güvencesi altına alınmasıydı. Özellikle İngiliz filozof John Locke yapıtlarında liberal ideolojiye en uygun biçimde kavu şan bu do ğal haklar yakla şımını felsefi olarak temellendirmi ştir. John Locke siyasette ılımlılıktan ve anayasal yönetimden yanaydı. Cromwell’den sonra yeniden tahta geçen Stuart hanedanının ba ğnaz ve karanlık mutlakçılı ğına kar şı koymu ş, ho şgörüye, temsil sistemine, parlamentoya ve demokrasiye inandı ğı için 1688’deki Kansız Devrimi yürekten

76 Ana Britannica, (1992). C. XIV, İstanbul, s. 456. 77 Hayat Küçük Ansiklopedi, (1982). İstanbul: Hayat Yayınları, s. 718. 78 Milton Friedman, (1988). Kapitalizm ve Özgürlük, (Çeviri), İstanbul, s. 26’dan Aytekin Yılmaz, (2003). Ça ğda ş Siyasal Akımlar, Ankara: Vadi Yayınları, s. 117. 79 Giovanni Sartori, a.g.e. s. 417. 80 Atilla Yayla, (1999). Liberalizm, Ankara: Liberte Yayınları, s. 25. 31

tutmu ştur. Locke orta sınıf çıkarlarının, tüccarların ve toprak sahiplerinin, mülkiyet haklarının savunucusudur, yani gerçek bir Whig (liberal)’tir. E şitlik ve özgürlük anlayı şı siyasal ve biçimsel bir düzeyde olup, ekonomik ve sosyal adaleti tutmamı ştır. John Locke iktisat, e ğitim, din gibi konularda çalı şmı ştır. Liberal siyaset felsefesinin en iyi i şlenmi ş ve en etkili olmu ş yapıtlarından biri olan “Uygar Yönetim” adlı eseri, Hobbes’un yaptı ğı gibi siyaset öncesi bir do ğa durumunu çözümlenmesi ile ba şlamaktadır. Locke’a göre devletin kayna ğı bir toplum sözle şmesidir. Ancak Hobbes’un do ğa durumunda insanları yöneten yasalardan karamsarlıkla söz etmesine kar şın, Locke daha uygar bir yönetim olmadan bir arada ya şayan insanların istekli ve gönüllü bir i şbirli ği ile siyasal düzene geçtiklerini savunmaktadır. Siyasal düzene geçildikten sonra da yönetimin kullanabilece ği erkler, toplum sözle şmesinin hükümleriyle sınırlıdır ve son söz halktadır. 81 Zaten insan haklarının anlatımı olan do ğal yasalar, ba şkalarının bir takım temel haklarına saygı gösterilmesini gerektirmektedir. Liberal demokrasi ise toplumsal sözle şme metni olarak kabul edilen anayasalarda devletin güç ve yetkilerinin sınırlandı ğı ve bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındı ğı bir yönetim şeklidir. Bir ba şka deyi şle, liberal sosyal düzenin ilkeleri üzerinde toplumsal uzla şmanın sa ğlandı ğı ve siyasal iktidarların anayasanın sınırları içinde güç ve yetkilerini kullandı ğı yönetim şekli liberal demokrasidir. 82 Liberalizm, asgari devlet ve birey üzerinden tanımlanmayla, bunlara ihtiyatlı yakla şıp özgürlük ba ğlamında tanımlanma aralı ğında gidip gelmektedir. Liberal demokrasi ise demokrasiyi nasıl anladı ğımıza ba ğlı olarak bir ala şım niteli ği almaktadır. Özgürlük, bireysel giri şim ve devlet düzeni liberalizm tarafından kodlanırken; e şitlik, refah, toplumsal birlik demokrasi kanadınca kodlanan bir ala şımdır ve dolayısıyla liberal demokrasi özgürlük yoluyla e şitlik sa ğlamaktır. 83 Toplumsal yönü bir kenara bırakarak, müte şebbis bireyin hak ve özgürlüklerini temel alır ve devletin bu birey kar şısında gücünün sınırlanmasını istemektedir. Çünkü devletin müdahalesi, do ğal uyumu ve bütünle şmeyi ortadan kaldıracaktır. Bu ise bireyin özgürlüklerinin kısıtlanması, bir takım bireylerin ba şkaları üzerine baskı

81 Bu konuda ayrıntılı olarak bkz: Mete Tunçay, (1986). Batıda Siyasal Dü şünceler Tarihi-2, Yeni Ça ğ Seçilmi ş Yazılar, Ankara: Teori Yayınları, s. 226-238. 82 Co şkun Can Aktan, (1999 Ocak-Şubat). Demokrasi, Liberalizm ve Sınırlı Devlet, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl 5, Sayı 25, s. 142-145. 83 Giovanni Sartori, a.g.e. s. 417-420. 32

uygulaması demek olacaktır. Özgürlü ğün kısıtlanması ve baskı uygulanması ise toplumsal ahenk yerine toplumsal çatı şma ortamının egemenli ği demektir. 84 Liberal ideoloji, bir görü şün salt gerçek, di ğerlerinin salt yanlı ş oldu ğunu kabul etmez. Ço ğulculuk bu bakımdan ideolojik dogmatizme kar şıdır. Bir tek gerçek kabul eden otoriter hükümet sistemi, ideolojik alanda dogmatizme ve tekilcili ğe dayanır. Yalnız kendi görü şünün do ğru oldu ğunu savunan, kendisi dı şındaki görü şlere tahammül ve saygı göstermeyen, onlara kar şı cephe alan bir siyasal parti, liberal demokrasi ideolojisine ters dü şer. Hele siyasal e ğilimleri cephelere ayırıp, kendi cephesi dı şındakileri vatan hainli ği ile suçlayan siyasal partiler ancak totaliter sistem özlemi içindeki partiler olabilir. Bu tür partilerin ise ço ğulcu demokratik sistemle uzla şmaları imkansızdır. 85 Liberal demokrasi anlayı şının temelinde liberal dünya görü şü yer almaktadır. Buradaki özgürlük anlayı şı da giri şimciye özgürlük fikrinden do ğmu ştur. 18. yüzyılda yükselen burjuvazinin, tüccarların herhangi bir devlet müdahalesine uğramadan serbestçe i şini yapabilmesi amaçlanmı ş, devletin ya da otoritenin varlık amacı özel mülkiyeti korumak olarak belirlenmi ştir. 86 Devletin sınırlandırılması, siyasal gücün yasama, yürütme ve yargı organları arasında bölünmesi hayata geçirilir. Siyasal gücün yönetilenlerin rızasına dayanması hususunda ço ğunlu ğun iradesinin dikkate alınması söz konusudur. Ancak ço ğunlu ğun rızası temel hakların çi ğnenmesiyle sonuçlanacak bir tahakküme dönü şmemelidir. 87 Devleti sınırlandırma konusunda etkin ve önemli bir giri şim sanayi devriminin sonucunda güçlenen burjuvaziyle gerçekle şmi ştir. Bu yeni sınıf devleti eskiden oldu ğu gibi soy ve toprak esasına göre de ğil birey temelinde sınırlamak istemi ş, “Laissez faire-bırakınız yapsınlar” yakla şımıyla devlet müdahalesine kar şı cephe alabilecek bir güce ula şmı ş, imparatorlu ğun otoritesini sınırlayan din ve kilisenin yanında mutlak iktidarı sınırlayan (ekonomi alanında) ikinci bir güç olmu ştur. Ne var ki liberal devlet; servetin, güç ve etki sa ğlaması, dolayısıyla ki şiye ayrıcalık yolunu açması, adalet ve

84 Gencay Şaylan, (1994). De ğişim Küreselle şme ve Devletin Yeni İş levi, Ankara: İmge Kitabevi, s. 27. 85 Ya şar Gürbüz, (1980). Siyasal Sistemler, İstanbul: May Yayınları, s. 25. 86 Hatta 1215’te İngiltere’de kral ve baronlar arasında imzalanan ve modern anayasanın ilk küçük örne ği olarak görülen Magna Carta’da bile asıl olan özgürlük, serbest ticaret yapabilme ve vergi konusunda baronların belirleyicili ğidir. 87 Atilla Yayla, a.g.e., s. 45. 33

karde şlik gibi de ğerleri ihmal etmesinden hareketle ele ştirilerle kar şıla şmı ştır. 88 Eşitlik, özgürlük gibi ilkelerin yasalara geçirilmesinin onları gerçekle ştirmeye yetmedi ği maddi ko şulların iyile ştirilmesi gerekti ği ve maddi ko şullar olmadan özgürlüklerin soyut birer kavram olarak kalaca ğı dü şüncesi geli şmeye ba şlamı ştır. Maddi ko şullara kavu şulması ise ya şam ve e ğitim düzeyinin yükselmesiyle mümkün olmaktadır. İnsanın maddi geli şmesini sa ğlama amacı güden ekonomik ve sosyal haklar böylece anayasalarda yer almaya ba şlamı ştır. Artık liberal devlet “bırakınız yapsınlar” diyen hiçbir i şe karı şmayan devlet de ğil, zayıfları korumak için müdahale eden devlettir. 89 Sosyal güvenlik adı altında, bütün liberal devletlerin benimsedi ği, ücretlilerin ya şam düzeyini yükseltecek bir kurum olu şmu ştur. 3.1.2. Sosyal demokrasi kuramı Sosyal demokrasi, sanayi devriminin ve onun ortaya çıkardı ğı güçlü bir i şçi sınıfının etkisiyle olu şmu ştur. Ba şlangıçta liberalizm kurulu düzeni sarsmı ş ve gittikçe büyüyen şehirlerde ya şayan çalı şan kesimden (i şçiler) büyük ilgi görmü ştür. Di ğer bir ifadeyle imtiyazlıların hakim oldu ğu bir dünyada tüm insanların e şit oldu ğu anlayı şı i şçilerden de büyük destek bulmu ştur. İş çiler kendilerini e şit vatanda ş kabul eden demokrasiyi de co şkuyla desteklemi şlerdir. Nitekim Avrupa’daki sosyal hareketler, nitelikli i şçiler ile küçük i ş sahipleri ve esnaftan büyük destek almı ş, hatta İngiltere’de de 1900’lere kadar sendika liderlerinin ço ğu liberal partinin aktif destekleyicisi olmu ştur. 90 Fakat 19. yüzyılın sonuna i şçi sınıfının liberalizme duydu ğu inanç zayıflamı ştır. E şit vatanda ş sayılmanın yeterli olmadı ğı, sosyal ve ekonomik olarak zayıf durumdaki i şçilerin toplumda yeterli düzeyde yer bulamadı ğı görülmü ştür. Böylece liberalizm çalı şan kesimlerden aldı ğı deste ği kaybetmeye ba şlamı ştır. İş çiler sorunlarının çözülmedi ğini görmü şlerdir. Bunun sonucunda işsizlik, hastalık güvencesi, fabrika çalı şma ko şullarının iyile ştirilmesi, çocuk işçilerin çalı şmasının yasaklanması ve çalı şma saatlerinin düzenlenmesi gibi konularda hükümet düzenlemesinin gere ği ortaya çıkmı ştır. Bu ortamda “sosyalizm” yeni bir yakla şım güç ve destek bulmaya ba şlamı ştır. Bu akım liberalizmin vurguladı ğı; tüm ki şilerin e şit oldu ğu, devlet kar şısında e şit muamele görme

88 Leslie Lipson, (1986). Politika Biliminin Temel Sorunları, Çev: Tuncer Karamustafao ğlu, Ankara: Birlik Yayınları, s. 223. 89 Ya şar Gürbüz, a.g.e., s. 27. 90 W.Philippe Shively, (1991). Power and Choice, London, s. 55’ten Aytekin Yılmaz, (2003). a.g.e., s. 57. 34

haklarına sahip bulundu ğu ve bireylerin kendini geli ştirme hakkı oldu ğunu kabul etmekteydi. Ancak bu hakların gerçekle şmesinin liberalizmin varsaydı ğı gibi bireysel olarak ve devletin nötr kalmasıyla sa ğlanamayaca ğını, devletin ve iktidarın aktif ve pozitif kullanımının gerekti ğini vurgulamaktaydı. Bu do ğrultuda de ğişik sosyalist yakla şımlar ortaya çıkmı ştır. Artık ezilen kesimlerin durumlarının düzeltilmesi için daha insanca bir yapı yönünde dü şünceler öne sürülmeye ba şlanmı ştır. Bunlar arasında en etkili olan ve öne çıkan dü şünür Karl Marx’tır. Marx; toplumun sınıflardan olu ştu ğunu, sanayile şmenin yarattı ğı i şçi sınıfının zengin kapitalist sınıf tarafından sömürüldü ğünü ve baskı altında tutuldu ğunu belirtmi ştir. Ona göre, bu sömürücü ili şki üzüntü ve ho şnutsuzluk yaratmakta, çözüm için i şçi sınıfının hükümeti ele alması ve hükümetin de sanayiyi kontrol altına alması gerekmekteydi. Böylece ezen sınıfların baskı aracı olan devlet dönü ştürülecek ve proleteryanın yönetimi gündeme gelecekti.91 Sosyal demokrasi ilk izleri Fransa’da 1848 Anayasası’nda görülen ‘sosyal devlet’ anlayı şının kesin bir biçimde biçimlendi ği devletin özlemi ve çabası içindedir. Sosyal demokrasi insan haklarını reddetmez, tam aksine bunların sa ğlanması için çalı şır, liberal demokrasinin dayandı ğı özgürlükler, sosyal demokraside bir hak olmaktan da ileriye gitmekte, devletin şartlarının sa ğlamaya zorunlu oldu ğu talepler şeklinde dü şünülmektedir. 92 Sosyal demokrasi, devletin ödevlerini arttırdı ğı gibi, halkın ödevlerini de arttırmaktadır. Siyasetin kapsamı geni şlemi ştir. Devletin tek görevi, aslında var olan özgürlükleri korumak de ğil; var olması gereken özgürlüklerin geli şmesini engelleyen unsurları saf dı şı etmektir. Servetin belirli ellerde toplanması, gelir grupları arasındaki büyük farklar, fırsat eşitli ğinin yoklu ğu, i şsizlik, sosyal demokrasinin ortadan kaldırılması gereken ilk hedefleridir. 93 Liberalizm, ekonomik bakımdan güçlü bir toplum kesiminin gereksinmelerinden kaynaklanmı ştı. Oysa sosyalizm, tam tersine, asıl sorunu ekonomik olan bir sınıfın sorunlarına yanıt olarak do ğmuştur. Hukuksal e şitlik ve özgürlük, i şçi sınıfı için de anlamlı ve önemliyken bu sınıfın ve benzerlerinin

91 Aytekin Yılmaz, (2003). a.g.e., s. 58. 92 Georges Burdeau, (1964). Demokrasi (Sentetik Deneme), Çev: Bülent Nuri Esen, Ankara: A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, No:188, s. 34’den Toktamı ş Ate ş, a.g.e., s. 99. 93 Georges Burdeau, a.g.e., s. 36’dan Toktamı ş Ate ş, a.g.e., s. 100. 35

ekonomik gücünün zayıflı ğı, liberalizmin getirdi ği hak ve özgürlüklerden yeterince yararlanmasını önlemi ştir. 1789 devriminin sonucu olan seçilme hakkı, genel ve e şit oy hakkının elde edilebilmesi, Fransa’da ancak 1848 ihtilallerinden sonra i şçi sınıfını da kapsamına almı ştır. 94 Liberal hak ve özgürlükler, devletin yalnızca koruması gereken hak ve özgürlüklerdi. Oysa sosyal hak ve özgürlükler, devletin vermesi, sa ğlaması, yaratması gereken olanakları içermekteydi. Liberalizmin öngördü ğü serbest rekabetin, beklenen olumlu sonucu verebilmesi, ba şlangıç noktasında ko şulların e şit olmasına ba ğlıydı. Halbuki bazıları yarı şa çok önde, bazıları ise çok geride ba şlamaktaydı. Bundan dolayı, giderek devletin, toplumun tümüne e ğitim, sa ğlık ve kültür olanakları sa ğlamayı üstlenmesi gerekti ği kabul edilmiş, i şsizlikle mücadele, devletin görevleri arasına girmiştir. Çalı şan toplum kesimlerine, grev ve toplu sözle şme hakkı tanınmış, toplumsal güvenceler (sosyal sigortalar) yaygınla ştırılmış, devlet; liberal devlet anlayı şının çok ötesinde görevler üstlenmiştir. Sosyal demokrasi, liberalizm ile sosyalizmin bir sentezi olarak ortaya çıkmıştır.95 “Toplumsal adalet” kavramından etkilenen sosyal demokrasi “sosyal devlet” kavramını yaratmı ştır. Toplumsal adaletin, dolayısıyla sosyal demokrasinin gerçekle şmesi açısından, çalı şan sınıfların örgütlenme özgürlükleri büyük önem ta şır. Temel olarak emek-sermaye, i şçi-işveren dengesine ula şabildi ği ölçüde gerçeklik kazanır. Sermayedar sınıfların gücü ekonomiktir. Emekçi sınıfların gücü ise sayısaldır, çoklukla ilgilidir. Ama o çokluk, ancak örgütlendi ği zaman, gerçek bir güç olu şturur. Toplumda örgütlenme ve toplumsal kararları etkileme olanakları yaygınla ştıkça, kitlelerin her düzeydeki katılımı arttıkça, ço ğulcu demokrasi gerçeklik kazanır; demokrasinin "sosyal" yönü güçlenir. 96 Kapitalizmi ve adil olmayan sonuçları düzeltmek ve daha insani bir yapı olu şturmak amacında olan, devletin ve toplumun, devrim veya çeli şkilerinin artırılması yoluyla de ğil halkın rızasıyla, yani tedricen ve demokratik yoldan dönü ştürülmesini savunan sosyal demokrasinin ana çizgileri şu şekilde sayılabilir: 97 -Kapitalizmin kar şısındadır ve insanların bir avuç kapitalistin egemenli ğinden kurtarılması amacını güder. -Sınıf sava şını kabul eder ama ihtilalci de ğildir. Demokratik anayasa rejimini kabul eder ve

94 Ahmet Taner Kı şlalı, (2003). a.g.e., s. 262. 95 Ahmet Taner Kı şlalı, (2003). a.g.e., s. 263. 96 Ahmet Taner Kı şlalı, (2003). a.g.e., s. 268-269. 97 Murat Sarıca, (1977). 100 Soruda Siyasi Dü şüncenin Tarihi, İstanbul: Gerçek Yayınları, s. 209- 210’dan, Aytekin Yılmaz, (2003). a.g.e., s. 68-69. 36

proleterya diktatörlü ğünü reddeder. -Her çe şit totaliterli ği ve dikta rejimlerini reddeder. (komünizm dahil) -Sosyalizmi komünizme götürücü bir araç saymaz, kendi ba şına bir amaç sayar. -Marksizmi reddetmez ama onun sosyalizm üzerindeki tekelcili ğini reddeder. 3.1.3. Ço ğunlukçu demokrasi ve oyda şmacı demokrasi kuramları Ço ğunlukçu Demokrasi ve Oyda şmacı (Konsensus) Demokrasi kuramları Arend Lijphart tarafından ortaya atılmı ştır. Lijphart “Demokrasiler” (Democracies) adlı eserinde bu iki kuramı kar şıla ştırmı ştır. Ço ğunlukçuluk, seçim ve oylama mekanizmasında oy çoklu ğu ilkesinin geçerli olması demektir. Ço ğunlu ğun arzularına göre yönetimin demokratik ideale azınlı ğın arzularına cevap veren bir yönetimden daha fazla yakla şmı ş oldu ğu dü şüncesiyle ço ğunlu ğun hakimiyetini esas alır. Ço ğunlukçu yoruma göre demokrasinin en yalın tanımı halkın ço ğunluk tarafından yönetilmesidir. Oyda şmacı demokrasi anlayı şı demokrasiyi mutlak ve sınırsız ço ğunluk yönetimi olarak kabul etmez. Aritmetik bir ço ğunlu ğun daima kamu iyili ğine yönelece ği ispatlanması mümkün olmayan bir varsayımdır. Bir karardan etkilenenlerin o kararın olu şmasında do ğrudan do ğruya yada seçilmi ş temsilciler aracılı ğıyla katkıda bulunması demokrasinin ilk amacıdır. Kaybeden grubunu karar verme sürecinden uzak tutmaya sonuna kadar kar şı olan bir görü ştür. Ço ğunlukların yönetmesi, azınlıkların da muhalefet etmesi kabul edilemez. Lijphart, ço ğunlukçu demokrasinin ilk unsuru olan yürütme gücünün toplanmasını tek parti ve dar ço ğunluk kabineleri şeklinde belirtirken, oyda şmacı demokrasi modeli yürütme gücünün önemli partilerin geni ş bir koalisyonu dahilinde payla şılmasını öngörür. Ço ğunlukçu model iktidarların birle şmesi ve kabine üstünlü ğü unsurunu içerirken oyda şmacı demokrasi modeli resmi veya gayri resmi kuvvetler ayrılığını gerektirir. Ço ğunlukçu demokrasi modeli iki partili sistemi öngörürken oyda şmacı demokrasi modeli hiçbirinin ço ğunluk partisi statüsüne ula şamayaca ğı çok partili bir sistemi içermektedir. Bununla ba ğlantılı olarak ço ğunlukçu modelde tek boyutlu parti sistemi hakimken oyda şmacı modelde çok boyutlu parti sistemi mevcuttur. Azınlıklara önem veren ço ğulcu anlayı şta da ğınık ve ülkenin her kesimine hitap eden bir parti sisteminin ve ço ğunlu ğu egemen kabul eden ço ğunlukçu demokrasi modelinde her seçimde tüm ülke ço ğunlu ğuna ula şaca ğı inanılan bir ço ğunluk partisinin galip geldi ği bir sistem olu şturması çok normaldir. Öte yandan oyda şmacı demokrasi modeli “nispi temsil” sistemini öngörürken aksi ço ğunlukçu seçim 37

sistemini temel alır. Seçim sistemi kısaca seçmenlerce verilen oyların parlamento sandalyelerine dönü ştürülmesinde uygulanan kurallar anlamına gelir. Seçim sistemleri seçim çevrelerinin büyüklü ğüne göre çıkaraca ğı (milletvekili sayısına göre) liste usulü ve tek isim (dar bölge) usulü olarak ikiye ayrılır. Tek isim usulünde her seçim çevresinden bir milletvekili seçilirken, liste usulünde seçim çevrelerinin nüfuslarına göre de ğişen sayılarda birden çok milletvekili çıkartılır. Oyların sandalyeye dönü ştürülmesinde kullanılan sistemler “ço ğunluk sistemi” ve “nispi temsil” sistemidir. İstikrarı hedef alan ço ğunluk sisteminin aksine temsilde adaleti hedef alan nispi temsil sisteminde amaç her partinin aldı ğı oy oranında milletvekili çıkartmasıdır. Ço ğunlukçu dü şünce do ğrultusunda parlamento egemendir ve egemenlik yanılmaz, nihai güçtür ancak oyda şmacı demokrasi hükümet etmenin temel hükümlerini içeren bir yazılı belge vasıtasıyla egemenli ği sınırlamak ve aynı belge ile azınlıklara veto yetkisi vermekten yanadır. 98 3.1.4. Güçlü (katılımcı) demokrasi kuramı Güçlü demokrasi kuramı, kararların olu şturulma sürecinin karar alma sürecinden daha önemli oldu ğu temel görü şünden hareket eder ve katılımcı tarzda siyasetle tanımlanır. Schmidt’in bahsetti ği “katılımcı demokrasi” kuramı da bu çerçevede de ğerlendirilirse, oy kullanma hakkına sahip olanlar çerçevesini geni şletmek ve oy verenlerin kamusal i şler konusunda konu şma, irade olu şturma ve karar vermeye katılımını yaygınla ştırmak ve yo ğunla ştırmak amacında olan bir kuramdır. 99 Siyasetin ekonominin artan uluslararasıla şması ve küreselle şmesiyle ortaya çıkan demokratik olmayan düzene kar şı bir denge unsuru oldu ğu ileri sürülmektedir. 100 Güçlü demokrasinin topyekün bir katılım ile gerçekle şebilece ği belirtilmektedir, etkin katılımı esas alan bu demokrasi anlayı şı; siyasal tarz olarak katılımın, de ğer olarak eylemlili ğin, kurumsal e ğilim olarak popülizmin, etkin ve merkezile şen bir yurtta ş türünün, yine etkin ama adem-i merkeziyetçi yönetim biçiminin oldu ğu ve buna kar şılık do ğal hak, yüce hukuk, görünmez el, kolektif genel irade gibi soyut kılıkların olmadı ğı bir düzendir. 101

98 Manfred G. Schmidt, (2001). Demokrasi Kuramlarına Giri ş, Çev: M.Emin Kökta ş, Ankara: Vadi Yayınları, s. 231-234. 99 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 164. 100 Robert Dahl, (1994). A Democratic Dilemma: System Effectiveness Versus Citizen Participation, in: Political Science Quarterly 109, s. 23-34’den Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 165. 101 Benjamin Barber, (1995). Güçlü Demokrasi; Yeni bir Ça ğ İçin Katılımcı Siyaset, Çev: Mehmet Be şikçi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 200. 38

Tam anlamıyla, yurtta şlar adına temsili yönetimden ziyade yurtta şların öz yönetimidir. Burada etkin yurtta şlar, ille de her düzeyde ve her durumda de ğil; fakat yeterince sık olarak ve bilhassa temel siyasetlere karar verilirken ve önemli bir güç konumlanırken, kendi kendilerini yönetirler. Öz yönetim, gündem olu şturma, tartı şma, yasama ve siyaset yapma süreçlerine yurtta şların devamlı katılımını kolayla ştırmak için olu şturulmu ş kurumlar yoluyla hayata geçirilir. Güçlü demokrasi bireylerin kendi kendilerini yönetme kapasitelerine sonsuz güven duymaz, fakat sıradan insanların ço ğunlu ğunun, daha küçük bir insan toplulu ğunun onları yönetmeye çalı şırken yaptı ğından çok daha az hata yapaca ğını iddia eder. 102 Türde ş çıkarlardan çok yurtta şlık e ğitiminin bir araya getirdi ği ve di ğerkamlıklardan ya da iyiliklerinden çok, yurtta şlı ğa özgü tutumlarından ve ortakla şa eylemliklerinden ötürü ortak amaç sahibi olabilme yetisi kazandırılan, kendi kendini yöneten yurtta şlar toplulu ğu fikrine dayanır. Güçlü demokrasi, çatı şma siyaseti, ço ğulculu ğun sosyolojisi ve özel kamusal eylem alanlarının ayrılması ile uyumludur. Modern toplumun büyüklü ğüne de teknolojisine de esasen kar şı de ğildir ve bu nedenle ne eski tip cumhuriyetçili ğe ne de yüz yüze yerelcili ğe ba ğlıdır. Ancak, Batı’da demokrasi maskesi takan elit ve kitleler siyasetine meydan okur ve bunu yaparken de cılız demokrasi olarak adlandırılan biçime kar şı -üç e ğilimiyle birlikte araçsal, temsili, liberal demokrasiye kar şı- geçerli bir alternatif sunar. 103 Her siyaset, özel çıkar gruplarının rekabetiyle ve bu rekabetin do ğurdu ğu çatı şmayla kar şı kar şıya gelir. Fakat liberal demokrasinin, siyaseti; çatı şmayı yok etmenin, bastırmanın ya da ho ş görmenin bir aracı olarak anladı ğı yerde, güçlü demokrasi aynı zamanda, çatı şmayı farklı bir yaratıcılık ve ke şif siyaseti yoluyla dönü ştürmenin pe şindedir. Özel çıkar gruplarını kamusal düzenleme kar şısında duyarlı olacak şekilde yeniden formüle etmeye yardım edecek bir kamusal dil yaratmaya u ğra şır; ve bireyleri soyut ki şiler olarak de ğil yurtta şlar olarak anlamayı amaçlar ki bu şekilde, insan toplumunun belirleyici özellikleri ayrılıktan çok birliktelik ve e şitlik olur. 104 Bütün bu özellikler ve tanımlamalar bir yana katılımcı demokrasi için gerekli olan yurtta şların bilincinde bir de ğişimin gerçekle şmesi, kendilerini aktif olarak

102 Benjamin Barber, a.g.e., s. 195-196. 103 Benjamin Barber, a.g.e., s. 159. 104 Benjamin Barber, a.g.e., s. 161-162. 39

görmeleri, bunun için kapasitelerini artırmaya gayret etmeleri ve geli ştirmeleridir. 105 Dolayısıyla yurtta ş ancak özerk oldu ğu ve kendini geli ştirdi ği oranda katılımcı demokrasi gerçekle şebilir. 3.1.5. Dü şük yo ğunluklu demokrasi kuramı Dü şük Yo ğunluklu Demokrasi, özellikle az geli şmi ş Üçüncü Dünya ülkelerinin siyasi arayı şları kar şısında biraz da II. Dünya Sava şı sonrası muhalefet akımlarının bastırılması ana fikrinden eklemlenerek ABD tasarımı olarak ortaya çıkarılmı ş, demokrasi yükleminde yeni bir dünya düzeni anlayı şı olarak olu şturulmu ştur. 1980’lerin ba şında ABD; birçok Üçüncü Dünya devletinde yıllarca süren askeri yönetimler, sol’un, eme ğin ve di ğer halk güçlerinin örgütsel gücünü önemli ölçüde kırmı şken, ko şulların bir “delik”e, demokratik bir açılıma uygun oldu ğunu kavradı. Carter yönetiminin insan hakları konusundaki politikası, Ba şkan Reagan yönetiminde izlenen daha açık demokratikle şme politikasının dolaysız önceli olarak görülebilir. ABD, geni ş halk güçlerini seçimlere katarak daha radikal de ğişimlerin önünü alabilen ve bununla birlikte, askeri seleflerinin anti-komünist ve anti-reformist geleneklerinin süreklili ğini garanti edebilen istikrarlı, ya şayabilir “demokratik” rejimler istemekteydi. Yeni demokratik süreçler kontrolden çıkıp sol’un gere ğinden fazla toplumsal güç elde etmesine olanak verdi ğinde, demokratik “yönetilemezlik”e bir alternatif olarak ordu her zaman hazırda bekleyecekti. ABD’nin tanımladı ğı demokrasi, gerçekte Dü şük Yo ğunluklu Çatı şma’nın 106 bir bile şeniydi. Bu nedenle, bir müdahale aracı olarak kullanılmıştı. Amacı, hem ilerici reformların hem de devrimci de ğişimlerin önünü almaktı. Halk güçlerini hareketsiz bırakmaya çalı şmanın ötesinde, statükoyu me şrula ştırmaya da çalı ştı. Böylece otoriterianizm bir tarafa atılıp gayrime şrula ştırıldı. 1990'lı yıllarda, ya şanan alt-üst olu şlarla birlikte, Dü şük Yo ğunluklu Çatı şma'dan, Dü şük Yo ğunluklu Demokrasi'ye geçi ş biçiminde tabir edebilece ğimiz bir konsept devreye girdi. Yeni geli şen dünya düzeninde, eski şiddet a ğırlıklı ve tümüyle gözden dü şmü ş iktidarları ayakta tutmak zordu. Bununla birlikte bu ülkelerde tıkanmanın e şiğine gelen ve giderek kendini

105 Ali Ya şar Sarıbay, (2000). Global Bir Bakı şla Politik Sosyoloji, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 89. 106 Dünyadaki iki kutuplu siyasal kampla şma yıllarında, yaygınla şan Ulusal Kurtulu ş Hareketleri'ne kar şı, Amerikan merkezli kar şı saldırı stratejisi, "Dü şük Yo ğunluklu Çatı şma" denen bir konsept çerçevesinde yürütülmü ştür. Konseptin içerdi ği uygulama esasları ve bunları pratikte hayata geçirme biçimleri, ülkelerin farklı özgünlükleriyle birlikte, genel anlamda benzerlikleri içermekteydi. Konsept ancak fa şist diktatörlükler, askeri cuntalar ya da oligar şik yönetimler eliyle devreye sokulmaktaydı. 40

tekerrür eden ve tarafların birbirlerine üstün gelemedi ği çatı şmalar siyasal çözüm sürecine do ğru yönlendirilmiştir.107 Zamanla artan bir me şruluk kazanan yeni “demokratik” rejimin, geni ş halk kitlelerine yeni sıkıntıları dayatan ve ekonomik hükümranlıktan ödünler veren ekonomik ve toplumsal “uyum” politikalarını gerçekten üstlenebilece ği dü şünülmü ştür. Dü şük Yo ğunluklu Demokrasinin paradoksu, siville ştirilmi ş muhafazakar bir rejimin kar şıla şabilece ğinden daha az halk direni şiyle kar şıla şarak ve daha fazla zarara u ğramadan, acı hatta daha baskıcı toplumsal ve ekonomik politikalar izleyebilmesidir. Bu ülkelerdeki muhafazakar yerel seçkinlerin ve ABD’nin bakı ş açısından bu nitelik, bu rejimleri geleneksel açık otoriterianizmin ilginç ve yararlı bir seçene ği haline getirmektedir.108 Dü şük yo ğunluklu demokrasi kırılgan bir sistemdir. Kırılganlı ğı iki kaynaktan gelir. Bir yanda, yeni demokratik düzen halk hareketlenmesi için alanı geni şletir ve dolayısıyla düzeni tehdit eden radikal talepler eklemlenirken toplumsal istikrarsızlı ğın artma olasılı ğına neden olur. Di ğer yanda, toplum denetiminin azalmasından ve yerle şik çıkarların tehlikeye dü şmesinden hep ku şkulanan ordu, Demokles’in kılıcı gibi siyasilerin üzerindedir. Ordu, dü şük yo ğunluklu demokrasi altında izin verilebilir de ğişimin ölçüsü üzerinde sessiz bir veto yetkisi kullanır. O halde yeni demokratik düzen hem soldan hem de sa ğdan istikrarsızlık tehdidi altındadır. Bu nedenle bu muhafazakar rejimlerin kendilerini ılımlı ya da merkezci olarak sunmaları mantıklıdır. Ne var ki e ğilimleri açıkça sa ğdan ve orduyla koalisyondan yanadır. Sivil muhafazakar hükümet, ço ğunlukla orduyla gönüllü bir suç ortaklı ğı içindedir. Muhafazakar yönetim, ordu ve i ş dünyasının elitleri hep birlikte hegemonik bir blok olu ştururlar. Önceki diktatörlükler ile yeni “demokratik” rejim arasındaki farklılık, bu üç hizip arasındaki ili şkilerde yatmaktadır. Geçmi şte ordu açıkça yönetici koalisyonun denetimini elinde tutabilirken, demokratik rejimlerde i ş toplulu ğunun yakın deste ğine sahip muhafazakar politikacılar orta sınıf(lar)ın oy deste ğiyle öne geçerler. Elitler arası güç bile şimindeki bu de ğişiklik,

107 El Salvadar, Guatemala, Arjantin, Filipinler, Güney Kore, dü şük yo ğunluklu demokrasiye geçi ş yapan ülkelerin ba şında gelmekteydi. Bu ülkelerdeki demokrasi uygulamaları henüz cılız ve daha çok periyodik seçimler gibi biçimsel bir takım kurumların varlı ğına dayanmaktaydı. Demokrasi bütün kurumlarıyla i şlemedi ği gibi, ço ğulcu bir katılımdan da yoksun bulunuyordu. 108 B.Gills, J.Rocamora, R.Wilson (1995). Dü şük Yo ğunluklu Demokrasi , Dü şük Yo ğunluklu Demokrasi: Yeni Dünya Düzeni ve Yeni Politik Güçler, Ed. Samir Amin vd, Çev: Ahmet Fethi, İstanbul: Alan Yayınları, s. 15-16. 41

aynı zamanda demokratikle şmenin nedenlerinden biridir de; zira i ş dünyasının elitleri devletten artan bir özerklik kazanırlar. 109 Dü şük yo ğunluklu demokrasi, yeni bir siyasi rekabet biçimine zemin hazırlayan halk güçleri ile elit güçler arasındaki uzun süreli konum sava şında hareketlerinin toplumsal gücünün, muhafazakar yönetici koalisyonun hakim oldu ğu statükoya giderek daha fazla meydan okuyaca ğı bir evre olarak da nitelenebilir. 110 İstikrarı sa ğlamak için tasarlanır. Ne var ki, dü şük yo ğunluklu demokrasiye, genellikle ekonomik büyümeyi hedefleyen neo-liberal ekonomik politikalar e şlik eder. Bu durum, daha az ayrıcalıklı olan insanların ekonomik sıkıntısını artırır ve ekonomi, dünya pazarının ve global sermayenin rekabetçi rüzgarlarına daha fazla açıldıkça, ekonomik krizin kısa vadeli yapısal etkilerini derinle ştirir. Ekonomik uyum sancılarının, toplumu daha yüksek bir kalkınma düzeyine hazırladı ğı ve geçici oldu ğu sanılır. Ço ğunlu ğun geçici ekonomik sıkıntılarının, daha demokratik bir politik kültürün yararlarıyla dengelenece ği de sanılır. Fakat ekonomik sıkıntılar a ğır basar ve böylesi ko şullarda dü şük yo ğunluklu demokrasi, kısa vadede siyasi gerilimi azaltma stratejisi olarak i şe yarasa da temel ekonomik ve siyasi sorunları halletmedeki yetersizli ği nedeniyle, uzun vadede kırılgandır. 111 3.1.6. Seçkinci demokrasi kuramı Seçkinci demokrasi kuramı, “egemen” ile “egemenlik altındaki” arasındaki ili şkiler konusuna, siyasal görevler için rekabet mücadelesine ve siyasal seçkinlerin ya da bir siyasal önderin yapıp ettiklerine yöneliktir. Saf bir elit kuramı de ğildir, aksine taraftarlık için rekabet mücadelesi ba ğlamında elit-kitle ili şkilerini tartı şan bir kuramdır. 112 Kuramın en önemli temsilcisi Max Weber, do ğal hukuki nedenlerle kitlesel demokrasi taraftarı de ğildir; do ğal hukuka dayalı e şitlikçi yönden çok Avrupa liberalizminin bireyselci-aristokratik yönü onda daha kuvvetlidir. Böylece liberalizmin ço ğunluk prensibinin “kör” biçimde hüküm sürmesinin aksine, ekonomik ve toplumsal olarak ba ğımsız ki şiliklerden olu şan bir elitin bütün ulusu temsilen konu şmasının daha uygun oldu ğunu dü şünmektedir. 113 Weber’e göre demos modernli ğe uygun bir büyüklüktür ve bütün yeti şkin nüfusu içine almaktadır.

109 B.Gills, J.Rocamora, R.Wilson a.g.e., s. 31. 110 B.Gills, J.Rocamora, R.Wilson, a.g.e., s. 34. 111 B.Gills, J.Rocamora, R.Wilson, a.g.e., s. 37. 112 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 116. 113 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 119. 42

Egemenlik şekilleri bakımından da demokrasinin, kamusal iradenin olu şmasının kurumlarına ili şkin özellikle siyasal yönetim konumlarının seçimle elde edilmesini ve seçimle terk edilmesini sa ğlayan belli bir düzen oldu ğunu açıklamaktadır. Ayrıca ona göre, halk iradesi ve halkın gerçek iradesi gibi in şaların “kuruntu”dan ba şka bir şey olmadı ğında ku şku yoktur. Kamusal hayatla ilgili pek çok alanda halk de ğil bürokrasi egemendir. Weber’in egemenlik sosyolojisinin bakı ş açısından demokrasi, otoriteye dayanan egemenli ğin bir alt durumudur, yani örne ğin tekelci durumlarda oldu ğu gibi, çıkarların birleştirilmesiyle sa ğlanan egemenlikten farklı olarak kendilerine açıklama yapılabilen bir insan grubunda emretme gücü ve itaat ödevi sayesinde belli emirlere (veya bütün emirlere) itaat bulma imkanı sa ğlayan bir alt durumdur. 114 Fakat egemenli ğin frenlenmesi bakımından eksiktir. İktidarı seçme hakkına sahip olanların oylarını almak için yapılan rekabet mücadelesi ile kazanan önder tabaka, iktidarı geni ş ölçüde engelsiz olarak kullanabilir. 115 3.1.7. Ekonomik demokrasi kuramı Ekonomik demokrasi kuramı, demokrasi kuramına pazar kurumunu yerle ştiren bir kuramdır. Anthony Downs önde gelen temsilcisidir. Ekonomi biliminin dü şünce dünyasını kendi demokrasi kuramına ta şımı ştır. Özellikle rasyonel davranan (kendi çıkarlarını maksimize eden) tüketici ve üreticiler anlayışını partiler arası rekabete ve hükümetler, partiler ve seçmenler arasındaki ili şkilere aktarır. Buna göre siyaset karma şık bir de ğişim sistemi olarak aynen kendi çıkarını maksimize eden i ş adamının (partiler) ve alıcıların (seçmenler) ili şkiye girdikleri bir siyasal pazar olarak ele alınır. Bunun dü şünsel in şaya dayanan bir model oldu ğunu vurgulamak gerekir; bu model yardımıyla siyasetin temel yapılarını ve süreçlerini daha iyi ortaya koyma denenmektedir. Bu modele göre aktörler, yalnız fayda-maliyet bilançosunu göz önünde bulundurarak alternatif kararların rasyonel ölçülülü ğü temelinde hareket ederler. Downs, ekonomik demokrasi kuramında, eylemde bulunanların özellikle –seçmenler, partiler ve hükümet- karar alternatifleri ve onların sonuçları hakkında hemen hemen tam bilgi sahibi olduklarını varsayar. Ayrıca bir aktörün, daima, davranı ş alternatiflerinden faydası maliyetinden en geni ş ölçüde baskın çıkanı seçti ği kabulüne dayanır. Downs, demokratik siyasal sistemlerde partilerin, kar amaçlı bir ekonomik düzende i ş adamlarına benzer olduklarını

114 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 122. 115 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 126. 43

dü şünmektedir. Onların siyaseti, siyaset alternatiflerinin en uygun fayda-maliyet ili şkisine uygundur. Onlar için esas olan seçim zaferi kazanmak ya da iktidarı ele geçirmektir. Bu nedenle oyların artırılmasına a ğırlık verilir. Bu demektir ki siyasal partiler, kendilerini ifade ettiklerinden veya herhangi bir normatif kuramın salık verdi ğinden farklı davranırlar: Siyasal partiler, ticarethaneden ba şka bir şey de ğildirler; ürünlerini salt ürün elde etmek için de ğil, siyasal kazanç elde etmenin aracı olarak üretirler. Parti üyelerinin motivasyonu, özellikle görev elde etme ve iktidarı kazanmada bulunan faydaları elde etmeye yöneliktir. Bu nedenle onlar siyasetlerini belli siyasal projeleri gerçekle ştirmenin aracı olarak değil, görev elde etme ve iktidarı kazanma amacının aracı olarak formüle etmi şlerdir. Görevi elde etme ve iktidarı kazanma, siyaset olu şturmaktan daha önce gelir. 116 3.1.8. Ele ştirel demokrasi kuramı Ele ştirel demokrasi kuramı iki ayak üzerinde durmaktadır. Birinci aya ğı, bireysel önceliklerin kollektif kararlara dönü şüm sorununu olu şturur. Minimal talepleri demokrasi sorununa yakla ştıracak ve aynı zamanda itirazla kar şıla şmayacak ortak kararlar ve karar teknikleri bulmanın zor oldu ğunun ispat edilmesi, siyasette istikrarlı ço ğunluk olu şturma ve bunu koruma, nesnel olarak sa ğlam siyasi programlar geli ştirme ve uygulama imkanının az oldu ğu hipotezini akla getirmektedir. Daha önce kararlarla ilgili ekonomik kuramın gösterdi ği gibi, istikrarlı ço ğunluk ve nesnel olarak sa ğlam programlar bulma imkanları, toplumsal farklıla şma ne kadar büyük ve oy verme hakkına sahip olanlar ne kadar heterojen olursa o kadar az olur. 117 Ele ştirel demokrasi kuramının ikinci aya ğı, kapitalizm ve demokrasi ele ştirisine dayanan siyaset kuramı ve yönetim sosyolojisidir. Buna göre, demokrasi, siyasal hakların, bireylerin zümresel ayrıcalıklar düzenini karakterize eden sosyal statüsüne ba ğlılı ğını ortadan kaldırır. Demokraside seçme hakkının sınıfsal ba ğlılı ğından, siyasal görevlerin kalıtsallı ğından veya satın alınabilirli ğinden çok az söz edilir. Partiler sisteminde kartel olu şması, partilerin siyasal-ideolojik profilinin düzle ştirilmesi ve onların siyasetinin seçmen oyları pazarına, özellikle sırf bu maksat için şişirilmi ş güncel tartı şma konularına a ğırlık vermesi ve azınlıkta olanlara pek fırsat tanımayan parti içi yapı gibi demokratik irade olu şumu sürecinde

116 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 136-137. 117 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 175. 44

daha önce oldu ğu gibi disiplin ve sınırlama mekanizmaları etkili olur. 118 Ele ştirel demokrasi kuramı sadece siyasal olanın girdi yanını ilgi alanına almamaktadır, bunun yanı sıra ödev veya çıktı boyutunu da ilgi alanına almaktadır. Onun de ğerlendirmesine göre demokrasi, yalnız eri şkin nüfusun katılım imkanları ve çıkarların dev şirimle ve kümelenmesi niteli ğiyle de ğil, bunun yanı sıra açıkça me şru olmayan egemenli ğin etkin biçimde frenlenmesiyle, sosyal ve müdahaleci devletle ilgili de ğerleri yüksek seviyede sa ğlamanın hazırlanmasıyla ölçülür. 119 3.1.9. Bütünlükçü demokrasi kuramı Bütünlükçü demokrasi kuramı, ampirik ve normatif kurumların çok katmanlı ba ğlantısını amaçlar ve hem demokrasinin siyasal sürecinin girdi yanını hem de onun ürün yönünü analiz etme dü şüncesinde olan bir kuramdır. Bu nedenle onda siyaset kuramı ve sosyal felsefeyle ilgili tartı şmalar ve ciddi ampirik-analitik ara ştırma faaliyete geçer; ve o, girdi yönelimli katkıların bilgi düzeyine oldu ğu kadar çıktı yönelimli kuramların bilgi düzeyine de dayanır. 120 Ayrıca sadece ço ğulcu olan ve katılım fırsatları sunan de ğil, bununla birlikte reform ve yenilenmeye yetenekli olan bir siyasal sisteme ula şmaya çalı şmaktadır. Bunun da iki şartı vardır: İlk olarak, ço ğulcu idare olu şum sürecinin dı şında “kararların, örgütlenmi ş çıkar gruplarının ve onların siyasal kurumlardaki müttefiklerinin baskılarından görece ba ğımsız olarak alınabilmesi ve uygulanabilmesi”nin güvenceye alınması gerekir. Bundan ba şka “bu alanda siyasetin ço ğulcu karar yapılarında yeteri kadar dikkat edilmemi ş olan her ihtiyaç, çıkar, sorun ve çatı şmaya tepki vermesinin” garanti edilmesi, başka bir ifadeyle katılmanın artmasına ra ğmen hükümet ve idarenin görece özerkli ğini sa ğlamak ve onların “aktif siyaset”, yani uzun vadeli planlar yapan, payla ştıran ve bölü ştüren bir siyaset yapma yetene ğini geli ştirmek gerekir. Buna göre bütünlükçü demokrasi saf bir ço ğulcu modelden daha fazla “yüksek seviyede karar alma yetene ğine sahip ve de ğerlere riayet etme potansiyeli yüksek olan” siyasal bir sisteme ula şmaya çalı şmaktadır. 121

118 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 187. 119 Claus Offe, (1986). Demokratie und ‘höhere Amoralitat”, in: Der Traum der Vernunft. Vom Eleod der Aufklarung. Eine Veranstaltung der Akademie der Künsie, Berlin (2.Folge), Darmstnd/Neuwied, 218-232’den Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 188. 120 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 196. 121 Fritz W. Scharpf, (1970). Demokratietheorie zwischen Utopie und Anpassung, Konstanz, s. 75’den, Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 198-199. 45

Bütünlükçü demokrasi kuramının güçlü yanı, onun di ğer modern demokrasi kuramlarının ço ğuna göre demokrasinin kar şı kar şıya oldu ğu tehlikeler konusunda açık bir bakı şa daha fazla sahip olmasında görülebilir. O, küreselle şme ile ulus devlete dayalı siyaset arasındaki gerilimi gözünde büyütmü ş olsa da haklı olarak görü şme sistemleri trendine, onların demokrasiye uygunlu ğunun ku şkulu oldu ğuna dikkati çekmi ştir. 122 Kuram; planlı siyasal eylemler ve kararlarda kar şıla şılan tıkanmaları küçümsedi ği ve siyasal katılma imkanları fazla önemsenmedi ği için 1970’de pek ikna edici de ğilken 90’lı yıllarda, demokratik olarak me şrula ştırılmı ş irade olu şumunun ve karar almanın sınırlarını daha fazla vurgulama e ğilimine sahip olmu ştur. 123 3.1.10. Birle ştirici demokrasi kuramı Birle ştirici demokrasi kuramı, devlet, sivil toplum ve piyasanın ortaya çıkan toplumsal sorunları çözmede i şbirli ği içinde olmaları gerekti ği mantı ğına dayanır. Toplumun aktüel sorunlarına uygun çözümleri geli ştirmek için sivil toplum dünyası ile devlet arasındaki ba ğlantıları (birli ği) olu şturacak düzenlemelerin yapılması birinci hedeftir. Bu çerçevede sivil toplum ile demokratikle şme, iyi yöneti şim, sosyal sermaye kavramları birlikte incelenmeye, sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinin politik boyutlarına vurgu yapılmaya ba şlanmı ştır. 124 Kuram, birey özgürlü ğü ve insan refahının birlikte en iyi şekilde -toplum sorunlarının çözümünde oldu ğu gibi- sivil toplum örgütlerince gerçekle ştirilece ği konusuna vurgu yapmaktadır. Amacı temsili demokrasiyi yürürlükten kaldırmak de ğil tersine artan kamu hizmetleri yükü kar şısında temsili demokrasiyi biraz olsun rahatlatmaktır. 125 Üç temel prensip öne sürmektedir. Birincisi, sivil toplum örgütleri a şama a şama ilerleyerek, ekonomik ve toplumsal sorunların demokratik yöneti şiminin ana yöntemi haline gelmektedir. İkincisi; güç, mümkün oldu ğunca -bölgesel ya da fonksiyonel- otoritenin farklı alanlarına da ğıtılmalı, yetki alt kademelere devredilmelidir. Bu, ço ğulculuk ve federalizmin birbirine ba ğlı prensibidir. Üçüncüsü, demokratik yöneti şim sadece seçimlerin ve ço ğunlu ğun kararının gücünden de ğil aynı zamanda yönetenlerle

122 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 204. 123 Manfred G. Schmidt, a.g.e., s. 205. 124 Claire Mercer, (2002). NGOs, Civil Society and Democratization: A Critical Review of the Literature, Progress in Development Studies, 2, 1. s. 5-7. 125 Paul Hirst, (1994). Associative Democracy, Cambridge: Polity, s. 19. 46

yönetilenler arasındaki sürekli bilgi akı şından olu şur. 126 Sivil toplum örgütleri, devlet ve ekonomiden özerk oldu ğundan bireysel geli şmeyi ve demokrasiyi derinle ştirirler, katılımcı demokratik yöneti şimi desteklerler. 127 Devlet ve vatanda ş arasındaki do ğal gerilimin birinin di ğerine egemenlik kurmasıyla üstesinden gelinebilece ği dü şünülmekte ve bunun için yerinden yönetilen, gönüllü ve yerel avantajları olan toplum örgütlerine a ğırlık verilmektedir. 128 Birle ştiricilik, toplumsal, siyasal ve ekonomik iktidarı merkezi devletten alarak –sivil toplum içindeki- daha küçük gönüllü gruplar arasında da ğıtımını içeren bir doktrin olarak betimlenir. Her ne kadar arka planında refah devleti ve liberal sistem ele ştirisi bulunsa da, sivil toplum kurulu şları birincil yöneti şim yapıları olarak birle ştirici kuramın merkezini olu şturur. Birle ştirici modelin, sivil toplum içindeki aktörlerin nasıl davranmaları gerekti ğiyle ilgili olarak ileri sürdü ğü üç temel önermeden ilki, insanların özgür tercihler temelinde gerçekle ştirebilecekleri ortak amaçlar için di ğerleriyle ili şkiye girmek zorunda olduklarıdır. İkincisi, bunu mümkün oldu ğu kadar özgürce kurulmu ş ve içi şleriyle üyeleriyle ilgili konularda üyelerinin istedi ği şekilde davranan gönüllü kurulu şlarla yapmak zorunda olmalarıdır. Üçüncüsü, ilk iki önermeye ba ğlı olarak devlet veya kamu iktidarı tarafından bir birli ğin özgürlü ğünün sadece ya bireylerin özgürlüklerini korumak ya da di ğer birliklerin çıkarlarının veya özgürlüklerinin zarar görmesini önlemek amacıyla sınırlandırabilece ğidir. 129 Birleştirici model refah sistemi; kamusal refahın ve di ğer hizmetlerin sa ğlanmasını kendi kendini yöneten sivil toplum kurulu şlarına bırakmak ve bu kurulu şların üyelerine hizmet sa ğlamaları için kamu fonlarından yararlanmalarını mümkün kılmak şeklinde iki unsuru temel alır. Bu sosyal yöneti şim şeması içinde, kamu-özel alan ayrımı dönü ştürülerek, modern toplumların yenilenmesi ve demokratikle şmesi amaçlanır. 130 3.1.11. Radikal demokrasi kuramı 131 Radikal demokrasi kuramı, liberal ve sosyalist kutupla şmanın sonrasında toplum odaklı bir karı şım görünümündedir. Klasik liberalizme ve Marksizme bir alternatif olarak sunulan radikal demokrasi, ki şisel hakların daha da artmasını sa ğlamak ve buna ba ğlı olarak mülkiyet haklarını ve devlet iktidarının kullanılmasını

126 Paul Hirst, a.g.e., s. 20. 127 Iris Marion Young, (2000). Inclusion and Democracy, Oxford: Oxford University Press, s. 189. 128 Iris Marion Young, a.g.e., s. 191. 129 Paul Hirst, a.g.e., s. 44. 130 Paul Hirst, a.g.e., s. 167. 131 Post-liberal kuram olarak da bilinir. 47

demokratik hesap verme yükümlülü ğü içerisinde ele almak amacındadır. Bireysel ve toplumsal ili şkileri, siyasal ili şkiler olarak gören bir anlayı ştır. Çünkü post-modern 132 siyasal ko şulların ortaya çıkardı ğı yeni toplumsal hareketler ve yeni siyaset anlayı şı devlet merkezli de ğil toplum merkezlidir. Radikal demokratlara göre, demokrat yurtta şlardan olu şan cumhuriyetçilik anlayı şını (civic republicanism) ilke edinen projenin temel vurgusu sivil toplum alanındaki demokratik mücadeleleri (anti- ırkçılık, anti-cinsiyetçilik, anti-kapitalizm vb.) birbirine eklemleyecek demokratik eşde ğerliliklerin yaratılması için “farklı grupların kimliklerini dönüştürecek yeni bir ortak duyu (common sense)” sa ğlanması gereklili ğidir. 133 Liberal demokrasi, aydınlanmanın varsaydı ğı gibi i şlememi ş, bireyin etkinli ği ve siyasal alanı yönlendirmesi yerine siyasete ilgisizlik ve yabancıla şma ortaya çıkmı ştır. Bu ba ğlamda kuram, bireysel özgürlü ğü kabul etmekle beraber, cemaat gibi devletten özerk ve tüzel ki şili ğe dayalı yeni biçimleri önermekte, böylece birey hakları yanında kültürel ve topluluk haklarını da gündeme getirmekte; liberal demokrasi kuramını, radikal ve ço ğulcu bir demokrasi do ğrultusunda derinle ştirmenin ve geni şletmenin mücadelesini vermektedir. 134 Radikal demokrasi kuramcıları, Marksizmin bu yorumunun dı şına çıkarak; anonim özneler yerine tekil özneleri dayanak noktası olarak alan ve hatta özne-nesne ili şkisini reddeden, siyaset gündeminin merkezine farklı kavramlar (kimlik, birey, ço ğulculuk vb.) yerle ştiririler. Sınıfı reddedi şin bir teklik (homojenlik) gösterdi ğini iddia etmek do ğru bir yakla şım olmaz, ancak bunlar arasında bazı ortak noktalar saptamak gerekirse bunlar şöyle özetlenebilir: Sınıfın ekonomik konumu buna uygun bir siyasal güce yol açmamı ştır ve bu da ekonomi ile politika arasında zorunlu bir tekabüliyet ili şkisi bulunmadı ğı gerçe ğine i şaret etmektedir. Yani, ideoloji ve politika, ekonomiden özerktir. 135

Sonuç olarak, ana hatlarıyla tanıtılan bütün bu demokrasi kuramları, siyaset bilimcilerin demokrasinin daha iyi nasıl uygulanabilece ği sorusuna cevap

132 Post-modernizm, toplumda ve ekonomide bilginin ve bilgisayarla şmanın öne çıktı ğı bir dönemi ifade etmekte; bilgi toplumu, bilgi ekonomisi, kapitalist ötesi, sanayi sonrası ve dijital toplum gibi farklı şekillerde adlandırılmaktadır. 133 Chantal Mouffe, (1994). Radikal Demokrasi: Modern mi, Post-Modern mi?, (der.) M. Küçük, Ankara: Vadi Yayınları, s.192-193. 134 Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, (1992). Hegemonya ve Sosyalist Strateji, Çev: Ahmet Kardam- Do ğan Şahiner, İstanbul: Birikim Yayınları s. 216. 135 Ellen Meiksins Wood, (1992). Sınıftan Kaçı ş, Çev: Şükrü Alpagut, İstanbul: Akı ş&Dönem Yayınları, s. 9-10. 48

aramalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmı ş ve demokrasinin “halk iktidarı” anlamına gelmesi itibariyle yönetimde halkın iktidarının daha fazla ve gerçek anlamda nasıl sa ğlanabilece ği, toplumların demokrasi ideolojisini nasıl daha çok benimseyebilece ği üzerine tartı şmayı amaçlamı ştır. Dü şük yo ğunluklu demokrasi kuramı bir kenara bırakılırsa di ğer kuramların demokrasinin ideal uygulayıcısı oldukları iddiasıyla yola çıktıkları söylenebilir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK İYE’DE İLK DEMOKRAS İ HAREKETLER İ

4.1. Giri ş Daha önce de belirtildi ği gibi, demokrasi açısından dönüm noktaları Amerikan Ba ğımsızlık Bildirgesi ve belki de ondan daha büyük bir etkiye sahip Fransız Devrimi’dir. Amerikan Ba ğımsızlık Bildirgesi, Fransız Devrimi’nin gerçekle şmesinde bir itici güç olmasına ra ğmen, deniz a şırı ve uzak bir co ğrafyada gerçekle şmesi; demokrasi ideolojisinin ortaya çıkması ve yayılmasında etkisinin “devrim”e oranla dü şük kalmasına sebep olmu ştur. Geli şen ve yayılan “hak, e şitlik, özgürlük” gibi kavramlar ba şta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı ve pek tabii Osmanlı Devleti’ni de etkilemi ştir. Ama bu etki, halkın demokrasiye olan ihtiyacından de ğil, Fransız Devrimi’nin getirdi ği milliyetçilik akımından kaynaklanmı ştır. Osmanlı Devleti, kurulu şundan sona eri şine kadar altı yüzyıl boyunca Avrupa'nın bir parçası olmu ştur. Devlet, imparatorluk konumuna Avrupa'da ele geçirdi ği topraklarla ula şmı ş ve ba şkenti Avrupa'da yer almı ştır. Bütün bu yüzyıllar boyunca Osmanlılar, Avrupa ülkeleriyle yakın siyasi, ekonomik ve kültürel ili şkiler geli ştirmi ştir. Çok-dinli, çok-uluslu Osmanlı devleti, çok sayıda farklı kültürün birbirleriyle yan yana ya şadıkları bir toplumsal yapıya sahip olmu ştur. Müslüman, Hıristiyan ve Musevi topluluklar, Osmanlı içerisinde barı ş içinde bir arada ya şayarak kendi dillerini, dinlerini ve kültürel kimliklerini muhafaza etmi şlerdir. Buradan hareketle, Osmanlı Devleti’nde dini ve kültürel ho şgörünün, çok ileri bir düzeyde oldu ğu rahatlıkla söylenebilir. 136 Çok uluslu ve monar şik bir devlet olan Osmanlı devleti, bütünlü ğünü koruyabilmek için, Avrupalı devletlerin de baskılarıyla istese de istemese de, farkında olsa da olmasa da “demokrasi yolunda” diyebilece ğimiz bir takım düzenlemelere gitmi şlerdir. Ortaylı’ya göre, 18. yüzyılın sonunda, reform girişimlerinin nedeni, Avrupa’ya özellikle Rusya’ya kar şı durabilmek için orduyu güçlendirmekten ibarettir. 137 19. yüzyıl ıslahatçıları ise daha radikal ve bütüncül bir davranı ş izlediklerinden, ordunun reformu, e ğitimin,

136 Osmanlı’nın, fethetti ği topraklarda ya şayan halkın diline, dinine karı şmamasının yanında (İstanbul’un fethinde de oldu ğu gibi), 1492’de İspanya’dan kovulan ve hiçbir ülkenin kabul etmedi ği Musevilere, Osmanlı Devleti’nin kucak açması, Osmanlı’nın dini ve kültürel ho şgörüsüne örnek olarak gösterilebilir. 137 İlber Ortaylı, (2002). İmparatorlu ğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: İleti şim Yayınları, s. 42. 50

maliyenin ve tüm idari sistemin yeniden düzenlenmesiyle paralel olarak ele alınmı ştır. 138 Dolayısıyla, Türk toplumunun demokratikle şme süreci, 19. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bu yüzyıldan ba şlayarak Osmanlı Devleti’ndeki reform süreci, Avrupa ülkeleriyle çok daha yakın siyasal, ekonomik ve kültürel ili şkileri de beraberinde getirmi ştir. Bu ba ğlamda reform süreci, devletin yıkılmasını engelleyemese de Sened-i İttifak ile ba şlamı ş, onu sırasıyla Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, I. Me şrutiyet (Kanun-u Esasi’nin yürürlü ğe girmesi) ve tekrar 30 yıllık mutlakiyet rejiminin ardından me şrutiyetin bir kez daha ilanıyla devam etmi ştir. 4.2. Osmanlı Devleti Dönemi Osmanlı Devleti’nde demokrasi hareketlerinden önce biraz da bu hareketlerin ba şlangıcı ya da öncüsü niteli ğinde bir takım de ğişiklikler yapılmaya ba şlanmı ştır. Sosyal ve ekonomik düzenin bozulmaya ba şlaması sava şlarda alınan yenilgiler ve kaybedilen topraklar devletin varolan sistemiyle daha fazla ya şayamayaca ğı dü şüncesini uyandırmı ştır. Bu ba ğlamda 18. yüzyılda matbaa getirilmi ş, İstanbul’da bir itfaiye takımı örgütlenmi ş, belediye hizmetlerinde, gemicilik, denizcilik ve en önemlisi askeri alanda yenilikler yapılmı ştır. 139 4.2.1. Sened-i ittifak (birle şme sözle şmesi) 7 Ekim 1808 yılında imzalanan, Ayan Meclisi’nin hükümet içinde kendini resmen kabul ettirdi ği Sened-i İttifak her ne kadar yukarıda bahsedilen dönüm noktalarından sonra gerçekle şse de onlardan etkilendi ğini söylemek oldukça güçtür. Ama iktidarın ve gücün tek sahibi padi şahın yetkilerinin sınırlandırılması açısından önemlidir. Türk tarihinde ilk defa devlet iktidarının sınırlandırılabilece ği, devlet iktidarının dokunamayaca ğı sahaların oldu ğu bu belgeyle kabul edilmi ştir. Devlet iktidarını sınırlandırmayı amaçlayan bir giri şim olarak Sened-i İttifak, Türk tarihinde ilk “anayasal belge”dir. O halde Türkiye’deki anayasacılık hareketlerini Sened-i İttifak ile ba şlatmakta bir yanlı şlık yoktur. 140 Sadrazam Alemdar Mustafa Pa şa, devletin durumunu görü şmek üzere devlet ileri gelenlerini toplantıya ça ğırmı ş ve Anadolu ve Rumeli ayanları, padi şah II. Mahmut tarafından Ça ğlayan Kö şkü’nde kabul edilmi şlerdir. Sened-i İttifak adıyla tarihe geçen bu sözle şmede; padi şah tarafı

138 İlber Ortaylı, (2002). a.g.e., s. 44. 139 Bernard Lewis, (1993). Modern Türkiye’nin Do ğuşu, Çev: Metin Kıratlı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 48-49. 140 Cem Ero ğul, (2000). a.g.e., s. 174. 51

can ve mal güvenli ğine saygılı, zulümsüz, sa ğlam hazineli, yiyicilikten uzak, vergi adaleti olan bir yönetim vaadetmekte, buna kar şılık ayanlar da devletin i şlerinde padi şaha sadık kalacaklarına, sadrazamın şeriata uygun emirlerini padi şah emri sayacaklarına, vergi ve asker toplamada, dü şmana kar şı koymada, asker ocaklarındaki isyanları bastırmada yardımcı olacaklarına söz vermektedirler. Böylece, Osmanlı tarihinde ilk kez, görünürde de olsa padi şah otoritesi sözle şme niteli ğindeki bir belgeyle sınırlandırılmı ş olmaktadır. Bu nedenle Sened-i İttifak, padi şahın, daha do ğrusu ona ait yetkileri kullananların keyfi davranı şlarını önlemek yolunda ilk yazılı belge olarak bilinir. 141 Senet, gecikmi ş bir “Magna Charta” niteli ğiyle ayanların derebeylik düzenine hukuksal geçerlilik kazandırmı ş ve bu da modern devlet anlayı şına aykırı bir durum olu şmasına sebep olmu ştur. Feodal yapıların yıkıldı ğı bir ça ğda feodal özellikler ta şıyan unsurlarla böyle bir senedin imzalanması padi şahın mutlak otoritesindeki zaafı göstermektedir. 142 Server Tanilli, Cem Ero ğul, Mümtaz Soysal, Do ğan Avcıo ğlu da Ortaylı’ya katılmaktadır. Fakat bunların dı şında senedi olumlu olarak de ğerlendiren, mutlak monar şiden me şruti monar şiye geçi şin ilk adımı, demokrasiye gidi şin ilk çabası olarak gören, Sıddık Sami Onar, Hüseyin Nail Kubalı ve Orhan Aldıkaçtı gibi hukukçular da vardır. Belgenin eksik noktaları; yönetme organı ile ayan arasında çatı şma oldu ğunda padi şaha ya da meclise aracılık verilmemesi; padi şah emir ve yasakları ile onları uygulayan organları ve devletin yeni sözle şme temelini yapanlar arasındaki hukuksal ili şkilerin belirsiz bırakılması; isyan hakkının hangi ko şullarda me şru olabilece ğinin, hükümetin padi şah iradesiyle, padi şahın şeyhülislam fetvasıyla de ğil, bir temsilci meclis kararıyla olup olmayaca ğının belirsiz bırakılmasıdır. Bu eksikliklerden dolayı senet, daha ba ştan ölü do ğmu ş bir belge olarak kalmı ştır. 143 Ayanın bu sözle şmeyle devlet idaresinde otorite kazanma giri şimleri; kendi aralarında birlik olamamaları, saray entrikaları, ocaklı ve ulemanın muhalefeti ve dı ş tahrikler sonucunda ba şarıya ula şmamı ş ve 15 Kasım 1808 tarihindeki isyanda Alemdar’ın hayatını kaybetmesiyle birlikte Sened-i İttifak tamamen hükümsüz kalmı ştır. Ayanın kendini siyasal otorite olarak kabul ettirememesinin altında, bütün bu sebeplerin yanında Padi şah’ın hakimiyetine engel te şkil eden ayana olan muhalefeti de yatmaktadır. Padi şah

141 Mümtaz Soysal, (1987). 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul: Gerçek Yayınevi, s. 26. 142 İlber Ortaylı, (2002). a.g.e., s. 36. 143 Niyazi Berkes, (1973). Türkiye’de Ça ğda şla şma, Ankara: Bilgi Yayınevi, s. 128. 52

otoritesinin ba şka herhangi bir güçle ortaklık kabul etmesi mümkün de ğildi ve Osmanlı idari yapısının hem ruhuna hem de tabiatına aykırıydı. Bu sebeple bu sözle şme yakla şık bir buçuk ay sürmü ş, pratikteki etkisi ve önemi çok sınırlı kalmı ştır. Sultan II. Mahmut, kendisi de bir ayan olan ve tahta geçmesinde önemli rol oynayan Alemdar’ın icraatlarına, gücünü peki ştirinceye kadar karı şmamı ş büyük bir gizlilikle ve özenle yürüttü ğü politikayla otoritesine rakip olan unsurları ortadan kaldırma yoluna gitmi ştir. İdareyi tamamen eline alıp ayanları tek tek ortadan kaldırarak merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalı şmı ştır. 144 4.2.2. Tanzimat fermanı (gülhane hatt-ı hümayunu) Kelime anlamı olarak “tanzim”; düzenleme, nizamlama, yapılanma demektir. 145 “Tanzimat” kelimesi ise siyasi bir anlam içerir ve Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönemi ifade etmek için kullanılır. Bu yeni dönem, 3 Kasım 1839’da Mustafa Re şit Pa şa’nın Tanzimat Fermanı’nı, Gülhane Parkı’nda okumasıyla ba şlamı ştır. Devlet ileri gelenlerinin, kalabalık bir halk kitlesinin, Osmanlı tebaasının her din ve sınıftan ahalisini temsil eden ruhani reislerin ve yabancı diplomatların önünde okunan hatt-ı hümayun; imparatorlu ğun devlet ve toplum hayatında bir dönüm noktası te şkil etmi ştir. Şeriata ve gelenekçi devlet anlayı şına saygı göstermekle beraber, kanun ve devlet anlayı şında ve idare prensiplerinde modern kavramlar getirmi ş, belirli pratik gayelerle idareyi yeni ba ştan düzenleme amacı gütmü ştür. 146 Bundan sonra aydın bürokrat zümre; imparatorlu ğun i şlevini yitirmi ş kurumlarını ve sarsılan merkezi otoriteyi yeniden kurmak, devleti mali, idari, adli alanlarda düzenli bir yapıya kavu şturmak için hakimiyeti ele geçirmi şlerdir. 147 Üç asırdan beri, tahta çıkan her sultan; tebaasına adaletli bir idare vadeden benzeri hatt-ı hümayunları ilan etmi şti. Fermanda adalet ve refah vaat edilen “millet” bütün imparatorlu ğun tebaası idi. Fermanın evvelki benzerlerinden farklı yönü de buydu. 148 Tanzimatçı devlet adamları 149 tarafından pratik gayelerle benimsenip, ilan ettirilen bu

144 İlber Ortaylı, (2002). a.g.e., s. 37. 145 bkz: www.tdk.gov.tr , 23.12.2004. 146 Halil İnalcık, (1996). Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Humayunu, Osmanlı İmparatorlu ğu Toplum ve Ekonomi Üzerinde Ar şiv Çalı şmaları İncelemeler, İstanbul: Eren Yayınları, s. 359. 147 İlber Ortaylı, (1979). Türkiye İdare Tarihi, Ankara: Türkiye Ortado ğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları no:180, s. 264. 148 Halil İnalcık, (1964). “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”, Belleten C.XXVIII, sayı 109- 112, Ankara, s. 611’den İlber Ortaylı, (1979). a.g.e., s. 264. 149 Mustafa Re şit Pa şa, Ali Pa şa ve Fuat Pa şa, tanzimatın ilan edilmesinde ba şrol oynayan devlet adamlarıdır. Üçü de Hariciye Nazırlı ğı’nda bulunmu ş, yabancı dil bilen, Avrupa’da olan biten hakkında fikir sahibi isimlerdir. 53

“e şitlik ilkesi” imparatorluk içindeki yapısal dönü şümün yarattı ğı buhranlara bir çözüm aramak kaygısından do ğmu ştur. Bu kaygılar ise, 19.yüzyılın ba şından beri devleti sarsan milli ayaklanmalar, bölgesel ba şkaldırmalar ve özellikle balkan haklarını kı şkırtan dı ş devletlerin faaliyetleridir. Nihayetinde Gülhane Fermanı, iktisadi bünyesi ve toplumsal kurumları ile endüstri ça ğına ayak uyduramayan bir imparatorlu ğun aydın bürokratlarının, bu gibi iç ve dı ş baskılar sonunda zaruri olarak ilan ettirdikleri bir belgedir.150 Bu hatt, bir anayasa hatta bir kanun de ğildir. Avrupa’da hükümdarların kendi yetkileriyle halkın hakları arsındaki ilişkilerde de ğişiklikler yapaca ğını vaadeden bir senet (carta) türünden bir belgedir. Buna dayanılarak ya bir yazılı anayasa yapılması yoluna gidilebilir; ya bir dizi yeni kanunlar hazırlanır. Tanzimatta seçilen yan ikincisi olmu ştur. Tanzimat bildirisinde, hükümdar yayınladı ğı bu “carta” ile kendi iradesinin sınırlanmasını kabul etmi ş; can, mal, namus korunurlu ğunu/özgürlü ğünü, iradesinin dı şına, kanunların yargılarına bırakmı ş; hükümet yönetiminin kendi iradesine göre de ğil, “Mevadd-ı Esasiye” (temel ilkeler) olarak nitelendirilen ölçülerle yapılacak kanunlara göre olmasını bildirmi ştir. Bu temel ilkelerde ise devlet yönetiminin yeni kanunlara göre düzenlenece ği, bu kanunların şeriata uygun olaca ğı, bu kanunların amacı sayılan üç hakkın (can, mal, namus korunurlu ğu) dokunulmazlı ğını sa ğlamak olaca ğı, bu kanunların din farkı gözetilmeksizin bütün tebaaya e şitlikle uygulanaca ğı ve hükümdarın bunlara aykırı eylemde bulunmayaca ğına söz verece ği belirtilmi ştir. Sened-i İttifak’ta görülen bo şluk doldurulmu ş gibidir. Çünkü yasama görevi yapacak sürekli meclisler öngörülmektedir. Fakat kendine haklar ve e şitlik tanınan halkın temsil edilmesinden, bu temsilin halk iradesinin kendini göstermesi demek oldu ğundan söz edilmemektedir. Kanun koyucu meclisler, halkı temsil eden meclisler olarak de ğil, geleneksel devlet direkleri sayılan ulema, bürokrasi ve ordu seçkinlerinin meclisleri olacaktır. 151 Yukarıda bahsedilenlerden de açıkça anla şılaca ğı gibi, Tanzimat Fermanı’nda tartı şmasız bir şekilde devlet iktidarının sınırlandırılması olgusu vardır. Di ğer yandan, Tanzimat Fermanı, Osmanlı tebaasına birtakım temel hak ve özgürlükler de tanımaktadır. Bu itibarla Tanzimat Fermanı, tam bir anayasacılık hareketi olarak

150 İlber Ortaylı, (1979). a.g.e., s. 265. 151 Niyazi Berkes, a.g.e., s. 187-188. 54

görülebilir. 152 Tanzimat Fermanı’nın devlet iktidarını sınırlandırması, “dı ştan bir sınırlandırma” de ğil, daha ziyade Padi şahın “kendi kendini sınırlandırması (auto- limitation)”dır. 153 Gerçekten de Abdülmecit o zamana kadar Padi şahlara tanınan mutlak bir hak olan örfi cezalar verme yetkisinden vazgeçmekte, cezaların şeriata uygun olarak mahkemelerce verilece ğini söylemektedir. Keza, o zamana kadar istedi ği konuda istedi ği gibi buyruklar çıkaran Padi şah, bu hakkını bir ölçüde sınırlandırmakta, kuralları hazırlama yetkisini bir kurula vermekte, kendisine sadece onama yetkisini bırakmaktadır. Bu şekilde hazırlanan ve yürürlü ğe giren kanunlara kendisinin de uyaca ğına yemin etmektedir. 154 4.2.3. Islahat fermanı Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı’ndan 17 yıl sonra, Paris Antla şması’nın imzalanmasından altı hafta önce, 28 Şubat 1856’da bütün bakanlar, yüksek memurlar, şeyhülislam, patrikler, hahamba şı ve cemaat ileri gelenleri önünde okunarak ilan edilmi ş ve Paris Antla şması’nı hazırlayan devletlere bildirilmi ştir. Tanzimat bildirisinin vaadetti ği reformları gerçekle ştirecek kanun ve nizamların yapılmamı ş, yapılanların da uygulanmamakta olu şundan şikayetçi olan Batı devletlerinin elçileri, Kırım Sava şı’nın sona ermesiyle Paris’te toplanacak olan barı ş konferansında Rusya’nın, Küçük Kaynarca Antla şması’ndan beri elde etti ği Ortodoksları koruma hakkına dayanarak, Ortodoks hristiyan milletler çıkarına isteklerde bulunmasını önleme amacıyla bu fermanın hazırlanmasını istemi şlerdir. “Osmanlılık” kavramı ilk kez burada belirtilmi ştir. Müslüman olmayan halk için hakaret ifade eden nitelendirmeler kullanılmayacaktı. Mahkemelerde hristiyanların tanıklı ğı kabul edilecek, tanıklar kendi dinlerinin kitabı üzerine yemin edecekti. Fermanın ba şında tebaadan “vatanda ş” terimiyle söz edilmektedir. Anayasal geli şme açısından 1856 fermanındaki yenilik, halkın temsil edilmesi reformunun vaadedilmesidir. Vilayet ve belediye meclislerinde müslüman ve hristiyan temsilcilere makul bir oranda yer verilecekti. Buralardaki tartı şmalar, konu şma özgürlü ğü içinde olacaktı. Adalet kuralları kuruluna hristiyan üyeler alınacaktı. Hristiyanların “millet” örgütleni şleri yeniden düzenlenerek bunların meclislerine

152 Cem Ero ğul, (2000). a.g.e., s. 210. 153 Selçuk Özçelik, (1976). Esas Te şkilat Hukuku Dersleri, İkinci Cilt: Türkiye’nin Siyasî Rejimi ve Müesseseleri, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, s. 55’ten Kemal Gözler, (2000). Türk Anayasa Hukuku, Bursa: Ekin Kitabevi, s. 16. 154 Co şkun Üçok-Ahmet Mumcu, (1982). Türk Hukuk Tarihi, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, s. 313’den Kemal Gözler, (2000). a.g.e., s. 16. 55

ruhanilerden ba şka halktan temsilciler katılacaktı. 155 Ayrıca, tebaanın can, ırz ve namusunun korunması, kanun önünde e şitlik, askerlik ödevine gayrimüslim tebaanın katılması, mezhep ve e ğitim alanında özgürlük, vergilerde e şitlik, iltizam usulünün kaldırılarak vergilerin do ğrudan do ğruya toplanması, tebaanın mahkemelerde yargılandıktan ve hüküm giydikten sonra af hususunun padi şah hakları arasında yer alması, suçlu mallarının müsadere usulünün kaldırılması, hapishane usul ve yönetmeliklerinin insan haklarına daha uygun bir şekilde düzenlenmesi, i şkencenin kaldırılması, ticaret, ceza ve cinayet davaları için karma mahkemelerin kurulması, müslüman olmayan toplulukların din yönünden olan imtiyazları muhafaza edilerek di ğer imtiyazların incelenmesi ve de ğiştirilmesi, patrikhanelerin veya müslüman olmayan meclislerin bazı hallerde hukuk davalarında sahip olacakları selahiyetlerin (yetkilerin) teyidi, irtikap ve rü şvetin kaldırılması için kanunun şiddetle yürütülmesi ve ruhban liderlerinin maa şa ba ğlanması fermandaki di ğer önemli maddelerdir. 156 Islahat Fermanı’yla tebaaya bazı temel hak ve özgürlüklerin tanınması, Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan “e şitlik”, “adalet” gibi kavramların Osmanlı Devleti’nde de etkisini yava ş yava ş hissettirmeye ba şladı ğının bir göstergesidir. 4.2.4. I. Me şrutiyet Tanzimat döneminde, Avrupa ile yakın ili şkiler içinde olan, Avrupa'yı yakından gören ve onların Osmanlı Devleti üzerine siyasi emellerini ö ğrenen bir aydın sınıf yeti şmi ştir. Yeni Osmanlılar 157 adı verilen bu grup, Osmanlı Devletinin kurtulu şunu içinde ya şayan halka yönetme hakkı vermekle, gerçekle şece ğine inanıyorlardı. Böylece halk yönetime katılacak, kendisini temsil edecek, dı ş devletlerin Osmanlı Devleti içine müdahalesi engellenmi ş olacaktı. Me şrutiyet sözü vererek tahta geçen II. Abdülhamit, 23 Aralık 1876’da sözünü yerine getirmi ş ve me şrutiyeti ilan etmi ştir. İlk anayasa, Kanun-u Esasi, Padi şah tarafından atanan “Cemiyet-i Mahsusa” isimli bir kurul tarafından hazırlanmı ştır. Bu kurulun ba şkanı Server Pa şadır. Kurulda iki asker, 16 sivil bürokrat (üçü hristiyan) ve ulemadan 10 ki şi vardır. Cemiyet-i Mahsusa Mithat Pa şanın ve Sait Pa şanın hazırladı ğı önceki taslaklardan ve yabancı anayasalardan (Belçika, Polonya, Prusya) da yararlanarak

155 Niyazi Berkes, a.g.e., s. 190. 156 Robert Mantran, (2002). Osmanlı İmparatorlu ğu Tarihi II, Çev: Server Tanilli, İstanbul: Adam Yayınları, s. 123-124. 157 1867 yılında Paris’te kurulan cemiyettir. Ziya Pa şa, Namık Kemal, Mithat Pa şa cemiyetin önde gelen isimleridir. Do ğrudan iktidara yönelik olmaktan çok, bir dü şünce ve propaganda hareketi olarak önemlidir. 56

Kanun-u Esasi’nin tasarısını hazırlamı ştır. Tasarı Mithat Pa şa’nın ba şkanlı ğındaki Heyet-i Vükela’dan (Bakanlar Kurulu) geçmi ş, neticede Padi şah tarafından kabul ve ilan edilmi ştir. Görüldü ğü gibi Kanun-u Esasi, halkı temsil eden bir kurucu meclis tarafından hazırlanmamı ştır. Keza Kanun-u Esasi’nin kabulü için bir kurucu referandum da yapılmamı ştır. Hukuki olarak Padi şahın tek yanlı bir i şleminden do ğmu ş bir “ferman”dır. 158 Anayasada (Kanun-u Esasi), devletin rejiminin monar şi oldu ğu, dilinin Türkçe, dininin İslam, ba şkentinin İstanbul oldu ğu belirtilmi ştir. Temel hak ve özgürlükler bölümünde, vatanda şlık hakkı, ki şi hürriyeti, ibadet hürriyeti, mali güce göre vergi, konut dokunulmazlı ğı, e şitlik ilkesi, i şkence yasa ğı, basın hürriyeti v.s. gibi konular düzenlenmi ştir. 159 Devletin temel organları, modern sistemati ğe uygun olarak yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayrılarak düzenlenmi ştir. Kanun-u Esasi’nin kurdu ğu yasama organının adı “Meclis-i Umumi”dir. Heyet-i Ayan (Ayan Meclisi) 160 ve Heyet-i Mebusan (Meclis-i Mebusan) isimli iki heyetten olu şmaktadır. Heyet-i Ayan günümüzün senatolarına tekabül eden bir ikinci meclistir. Üyesi do ğrudan do ğruya Padi şah tarafından atanır. Üye sayısı Heyet-i Mebusan’ın üye sayısını üçte birini geçemez. Üye seçilebilmek için 40 ya şını doldurmu ş, umumun güvenini kazanmı ş ve devlet hizmetinde bulunmu ş olmak (veya Hahamba şı veya Patriklik yapmı ş olmak) gerekir. Heyet-i Ayan üyeli ği ömür boyudur (kayd-ı hayat). Heyet-i Ayan, tüm ikinci meclislerin sahip oldu ğu rolleri yerine getirebilir. Üyelerinin Padi şah tarafından atanması büyük bir sakınca olarak görülemez. Çünkü, Heyet-i Ayan üye sayısı Heyet-i Mebusan’ın üye sayısının üçte birini geçemez ve üyeleri ömür boyu görevde kalır. Bu nedenle, Padi şahın be ğenmedi ği üyeleri de ğiştirme veya yeni üyeler atayarak ço ğunlu ğu de ğiştirme imkanı yoktur. Heyet-i Mebusan üyeleri ise Osmanlı tebaasından her ellibin erkek nüfusa bir temsilci seçilmesiyle kurulmu ştur. Seçimler dört yılda bir kere yapılır. Heyet-i Mebusan üyelerinin tekrar seçilmeleri mümkündür. Kanun-u Esasi’de seçim sistemine ili şkin tek hüküm, “gizli oy ilkesi (rey-i hafi kaidesi)” ile

158 Bülent Tanör, (1995). Osmanlı-Türk Anayasal Geli şmeleri: 1789-1980 , İstanbul: Der Yayınları, s. 111’den Kemal Gözler, (2000). a.g.e., s. 23. 159 Ayrıntılı olarak bkz: Kemal Gözler, (2000). a.g.e., s. 26. 160 Burada kullanılan “ayan” sözcü ğünün ta şrada egemen olan ayan sınıfı ile hiçbir ilgisi yoktur. Ayan sınıfı mensupları genellikle Heyet-i Ayan’a de ğil seçimle Heyet-i Mebusan’a girmi şlerdir. Buna kar şılık, Abdülhamit ve ondan sonraki padi şahlar, ayan üyesi olarak genellikle yönetenler sınıfının (bürokrasinin) ileri gelenlerini, yani askeri ve sivil pa şaları, yüksek rütbeli ilmiye mensuplarını atamı şlardır. 57

yapılaca ğıdır. Anayasa de ğişikli ği için her iki meclisin üye tamsayısının üçte iki ço ğunlu ğu ve padi şahın onayı gerekmektedir. Kanun yapabilmek için ise mebusların seçilmi ş olması gerekti ğinden Kanun-u Esasi hazırlanırken bir sene yürürlükte kalacak ve seçimin nasıl yapılaca ğını gösteren “Talimat-ı Muvakkate” ismini ta şıyan bir talimat 28 Ekim 1876’da yürürlü ğe konmu ştur. Talimat-i Muvakkate iki dereceli basit ço ğunluk sistemine dayanıyordu. Seçilecek mebusların 80’ini Müslüman ve 50’sini ise gayrimüslim olarak tespit etmekte idi. Memleket birbirinden farklı iki bölgeye ayrılmı ştı. İstanbul şehri ( İzmit dahil) 20 daireli bir seçim çevresi kabul edilmi şti. Bu seçim bölgesinden be şi müslim, be şi de gayrimüslim olmak üzere 10 mebus iki dereceli seçim ile seçilecekti. Her daireden “birinci seçmenler ” önce 40 “ikinci seçmen (müntehib-i sani)” seçecek, sonra da bunlar mebusları seçeceklerdi. İstanbul dı şında kalan yerlerde ise, kaza, liva ve vilayet merkezlerinde evvelce seçilmi ş idare meclisleri üyeleri “ikinci seçmen” kabul olunmu ştu ve bunlar milletvekillerini do ğrudan do ğruya seçmi şlerdir. 161 Anayasa, Gülhane Hatt-ı Humayunu’ndan beri imparatorlukta görülen uzun reform sürecinin bir sonucudur ve büyük devletlerin elinden “ şark meselesi”nin yeniden incelenmesi yolundaki kanıtlarından ço ğunu almı ştır. Artık, Osmanlı Devleti, modern Batı uluslarınınkiyle ba ştan sona kar şıla ştırılabilecek bir rejimle donanmı ştır. Üyeleri sultanca ya şam boyu atanmı ş önde gelen ki şilerden olu şan bir meclisle, halkın seçti ği temsilcilerden meydana gelen meclisin yanında, yapısı Avrupa’da bir hükümetinkine oldukça benzeyen bir yürütmesi bulunmaktadır. Ki şili ği kutsal bir nitelik ta şıyan sultan, geleneksel yetkilerinden büyük bir bölümünü elinde tutmaktadır. Eylemlerinden kimseye kar şı sorumlu de ğildir; nazırları atayan ve görevden alan, parlamentoyu toplantıya ça ğıran ve fesheden, kanunları yayımlayan, silahlı güçlere komutanlık eden, antla şmaları imzalayan, sava ş ve barı ş ilan eden odur. Buna kar şılık kanunları ve özellikle bütçeyi milletvekilleri oylar; Bundan ba şka anayasa 1839 ve 1856 fermanlarıyla Osmanlı uyruklarına tanınmı ş bulunan bütün güvenceleri tekrarlayıp yenilemektedir. 162 Meclis ilk kez demokrasiyi deneyen bir ülke için dikkate de ğer bir olgunluk göstermi ştir. Mebusan Meclisi, üyesi bulunan çok sayıda (yarıya yakla şan) gayrimüslime ra ğmen, sava ş kar şısında, genellikle, ideal olarak beklenebilecek Osmanlıcı bir dayanı şmanın iyi bir örne ğini

161 Kemal Gözler, (2000). a.g.e., s. 29. 162 Robert Mantran, a.g.e., s. 135-136. 58

vermi ştir. Tutanaklar incelendi ğinde, hükümet ve idarenin cehalet, yolsuzluk, rü şvet ve beceriksizlik, vurdumduymazlık, keyfilik, baskı ve zulüm uygulamaları içinde bocalamakta oldu ğu izlenimi açıkça ortaya çıkmakta; buna kar şılık Meclis, genellikle, hükümet ve idarenin kusurlarını görebilen ve ele ştiren, ilerlemeden yana, özgürlükçü, ça ğda ş, akılcı hukuk devletinden yana bir tutum için görünmektedir. 163 1877-78 Osmanlı-Rus Sava şı (93 Harbi), Mebusan-hükümet ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Sava ş sırasında yapılan yolsuzluklar, idaresizlikler sava ş heyecanı içinde bulunan Mebusanın gözünde ihanet şeklinde algılanmı ştır. Normalden daha sert olan ele ştiriler, ele ştiriye kar şı zaten alı şkın olmayan devlet adamı pa şaların Mebusana ve me şrutiyete dü şman olmalarına yol açmıştır. Sava ş karı şıklı ğı içinde ba şıbozukların, Çerkes muhacirlerin davranı şları dolayısıyla gayrimüslim mebusların dile getirdikleri şikayetler, bir süre sonra müslüman- müslüman olmayan mebuslar arasında gerginliklere de sebep olmu ş bu gibi durumlar, Saray’ın ve Bab-ı ali’nin 164 Mebusana ve me şrutiyete bir an önce son verme arzularını kamçılamı ş ve sonuçta 14 Şubat 1878’de padi şah II. Abdülhamit Kanun-u Esasi’ye uygun olarak meclisi tatil etmi ştir. 165 Me şrutiyet, Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’tan beri geli şiminde büyük bir dönüm noktasıdır ve Türk tarihinde önemli bir yere sahiptir. Anayasa; kurulu şu, ta ş ta ş üstüne kırk yıla yakın bir zaman gerektirmi ş olan bir yapıyı taçlandırmı ştır. 166 4.2.5. II. Me şrutiyet Padi şah II. Abdülhamit, uzun süren baskı rejiminin ardından 23 Temmuz 1908’de, 1877-78 Osmanlı-Rus Sava şı sırasında askıya alınan Anayasa’yı yeniden yürürlü ğe koydu ğunu belirten bir irade yayımlamı ş ve yakında seçime gidilece ğini ve parlamentonun toplantıya ça ğrılaca ğını da haber vermi ştir. Böylece II. Me şrutiyet dönemi ba şlamı ştır. Bunda Makedonya’daki karı şıklıkların, Saray’ın adamlarına kar şı öldürme olaylarının artmasının, Abdülhamit’in gitgide açıkça bir ba şkaldırıya dönü şen hareketi bastırmak amacıyla Makedonya’ya gönderdi ği onsekizbin askerin, ayaklananlarla ortak hareket etmesinin, 20-23 Temmuz günleri arasında, İttihat ve

163 Sina Ak şin, (2000). Siyasal Tarih (1789-1908) , Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600-1908, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi, s. 160. 164 “Yüce Kapı” manasına gelir. Bab-ı ali adı, 19. yüzyılın ilk yarısında yerle şmi ştir. Hükümetin, bakanlıkların ve devlet dairelerin bulundu ğu, devletin bütün siyasi ve yönetim i şlerinin yürütüldü ğü binadır. 165 Sina Ak şin, (2000). Siyasal Tarih (1789-1908) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 160-161. 166 Robert Mantran, a.g.e., s. 139. 59

Terakki Komitesi’nin 167 çekip çevirdi ği subayların ve Müslüman halktan sivil insanların önayak oldukları isyanların ve Anayasa’nın yeniden yürürlü ğe konmasının aksi halde ordunun İstanbul’a yürüyece ği tehdidinin etkisi büyük olmu ştur. 168 17 Aralık 1908 günü padi şahın nutkuyla Yeni Meclis-i Umumi açılmı ştır. yapılan seçimlerde ço ğunlukla İttihat ve Terakki’nin listeleri kazanmı ştır. İttihatçılara kar şı giderek artan muhalefet, tarihe “31 Mart Ayaklanması” olarak geçen olayla doruk noktasına ula şmı ştır. 13 Nisan 1909’da (Rumi 31 Mart 1325) Taksim civarında bulunan Ta şkı şla’daki 4. Avcı Taburu Hamdi Çavu ş ve di ğer çavu ş ve onba şıların komutasındaki erler, “ şeriat isteriz!” sloganıyla subaylarını tutukladıktan sonra ba şka kı şlaları da ayaklandırmı şlardır. Kendini me şrutiyetle özde şle ştiren İttihat ve Terakki tavır almakta gecikmemi ş ve Selanik ve Edirne’den gelen Hareket Ordusu birlikleri İstanbul’a gelerek 24 Nisan 1909’da ayaklanmayı bastırmıştır.169 Heyet-i Ayan ve Heyet-i Mebusan, Meclis-i Umumi-i Millet adı altında toplanmı ş ve 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine ve V. Mehmet Re şat’ın tahta çıkarılmasına karar vermi ştir. Bu tarihten sonra Padi şahın siyasal sistemdeki etkisi kırılmı ştır. Osmanlı Padi şahı bu tarihten sonra me şruti monar şideki bir hükümdar gibi, sembolik yetkileri olan bir devlet ba şkanı konumuna dü şmü ştür. Böylece ülkede me şruti monar şi gerçekle şmi ş oluyordu. Hareket Ordusunun müdahalesi, ülkemizde siyasal iktidara kar şı ordunun yapmı ş oldu ğu ilk do ğrudan müdahaledir. 170 Ayaklanmanın bastırılmasından sonra anayasada bazı de ğişiklikler yapılmı ştır. Kanun dı şı tutuklama, sansür yasaklanmı ş, padi şaha keyfiyete göre de ğil, zabıta tahkikatı sonucu sürgün yetkisi verilmi ş, haberle şmenin gizlili ği, toplantı ve dernek kurma hakkı kabul edilmi ştir. Padi şahın mutlak veto yetkisi, “geciktirici ve zorla ştırıcı veto yetkisi”ne dönü ştürülmü ştür. Padi şah bir kanunu iki ay süreyle bekletebilir (Acil oldu ğuna karar verilmi ş olan kanunlar on gün zarfında ya tasdik

167 1889’da Jön Türk hareketinin bir ürünü olarak İttihad-ı Osmani adıyla kurulmu ştur. Bursa Maarif Müdürü iken Fransız Devrimi’nin 100. yıl şerefine açılan sergi için Paris’e gidip oraya yerleşen ve pozitivizmi benimseyen Ahmet Rıza’nın da etkisiyle, pozitivizmin düsturu olan “intizam ve terakki”den (düzen ve ilerleme) esinlenerek İttihat ve Terakki adını almı ştır. “ İttihat” kelimesi ise Osmanlıcılı ğı (birli ği) temsil etmektedir. İlerici dü şünce ve uygulamaları temsil etti ğinden kendisine kar şı tepkiler genelde gerici ve dinci akımlardan gelmiştir. 168 Robert Mantran, a.g.e., s. 217-218. 169 Sina Ak şin, (2002). Siyasal Tarih (1908-1923) , Türkiye Tarihi 4, Ça ğda ş Türkiye 1908-1980, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi, s. 29-31. 170 Bülent Tanör, (1995). a.g.e., s. 158-159’dan Kemal Gözler, (2000). a.g.e., s. 37. 60

veya iade olunur). İkinci olarak, padi şah bir kere daha görü şülmek üzere geri gönderirse aynı kanunun meclislerde kabul edilebilmesi için üçte iki oy ço ğunlu ğu gerekir. Burada çok önemli bir “zorla ştırıcı veto” yetkisi vardır. Ancak her halükarda Padi şah kar şısında üçte ikiye ula şan kararlı bir meclis ço ğunlu ğu varsa, meclisin padi şahın bu vetosunu a şması mümkündür. Bu şu anlama gelmektedir ki, artık Padi şah egemen de ğildir. Parlamento, bir kanunu padi şaha ra ğmen çıkarabilmektedir. Böyle bir sistemde padi şahın artık mutlak egemenli ğinden bahsedilemez. En azından yasama yetkisinin sahibinin artık padi şah oldu ğunu söylemek mümkün de ğildir. Padi şahın fesih hakkı kullanılamaz hale getirilmi ş, uluslararası antla şmaları akdetme Meclis-i Umumi’nin tasdiki şartına ba ğlanmı ştır. 171 Bu yeni ko şulların en önemli olanı “siyasal parti kurulması olayının do ğuşudur. Hükümdar, saray, bürokrasi ve din kurullarının dı şında, ilk kez olarak çıkan siyasal parti, 1908 devriminin getirdi ği sonuçlardan biridir. İkinci önemli sonuç, genç subayların, siyasal parti belirlenmelerinden önce devrimin yarattı ğı yeni bir toplumsal duygu havası içinde Türk ulusu sezgisinin do ğuşudur. Üçüncü önemli sonuç, genç subayların, padi şaha ubudiyet (kulluk) ve sadakat e ğitimiyle yeti ştirilen eski tip komutanlardan farklı olarak Padi şah-Halife otoritesine ba ğlılık ile Türk halkına ba ğlılık arasında bir seçim yapma durumuna gelmeleri, birinciden koptukları ölçüde ikinciye dayanma yanlısı olmalarıdır. 172 II. Me şrutiyet ile Osmanlı rejimi, parlamenter monar şi haline gelmi ştir. Fakat kısa sürede İttihat ve Terakki’nin güdümüne girmi ş ve devlet sona do ğru yakla şmaya ba şlamı ştır. Osmanlı Devleti Sened-i İttifak’tan II. Me şrutiyete kadar 100 yıllık bir süreç içersinde a şama a şama demokratikle şmi ş fakat devlet içindeki huzursuzluklar, Fransız Devrimi’nin getirdi ği milliyetçilik anlayı şının ülke içersinde ayrılıkçı istek ve hareketler olarak kendini göstermesi ve sava şlar devletin yıkılı şını kaçınılmaz kılmı ştır. 4.3. Milli Mücadele Dönemi II. Me şrutiyet’le birlikte İttihat ve Terakki partile şme sürecine girmi ştir. İlk yıllarda dı şarıdan hükümete yön vermi ş, 1912 seçimlerini baskı ile kazanarak tam anlamıyla iktidar olmu ştur. Partinin 1918’deki tasfiye kongresine kadar geçen

171 Kemal Gözler, (2000). a.g.e., s. 38-39. 172 Niyazi Berkes, a.g.e., s. 346. 61

sürede, ülke, Trablusgarp, Balkan ve son olarak da Enver Pa şa’nın da etkisiyle I. Dünya Sava şı’na girmi ş ve yıkılı ş süreci ba şlamı ştır. 173 I. Dünya Sava şı’ndan sonra imzalanan Mondros Ate şkes Antla şması, Osmanlı Devleti için adeta bir teslim belgesi niteli ği ta şımaktaydı. Zaten çok geçmeden de antla şmanın 7. Maddesine 174 dayanarak ülke de i şgaller ba şlamı ş, olaylara padi şah ve İstanbul hükümeti kayıtsız kalmı ştır. Durum böyleyken halkın i şgallere tepkisinin önderi ve siyasi lideri olarak ortaya çıkan Mustafa Kemal, İzmir’in i şgal edilmesinin ertesi günü Samsun’a hareket etmi ş ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’da Türk Milleti’nin Kurtulu ş Sava şı’nı ba şlatmı ştır. Ardından Havza’ya geçmi ş, burada da i şgallere kar şı halkın örgütlenmesine yönelik çalı şmalarda bulunmu ştur. 4.3.1. Amasya genelgesi (tamimi) Türk halkının ba şlattı ğı direni ş hareketlerini tek merkezden toplamayı amaçlayan ve ancak tek bir güç olu şturuldu ğunda dü şmanın yurttan kovulaca ğını dü şünen Mustafa Kemal Pa şa, Amasya’ya gelmi ş, önceden tasla ğını hazırladı ğı metin ile ilgili Ali Fuat Pa şa, Rauf Bey ve Refet Bey’in de görü şlerini ve onaylarını aldıktan sonra 21-22 Haziran gecesi genelge imzalanmı ş ve 22 Haziran 1919 gecesi bütün yurda duyurulmu ştur. 175 Genelgenin esasları şöyledir: 176 -Yurdun bütünlü ğü, vatanın ba ğımsızlı ğı tehlikededir. İstanbul Hükümeti, yenen devletlerin etkisi altında bulundu ğundan sorumluluklarını yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmu ş gibi göstermektedir. -Ulusun ba ğımsızlı ğını yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır. -Ulusun durumunu saptamak ve halkın sesini dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak bir ulusal kurulun varlı ğı şarttır. Bunun için Anadolu’nun en güven verici yeri olan Sivas’ta ulusal bir kongrenin acil olarak toplanması kararla ştırılmı ştır. -Bu amaçla tüm Osmanlı illerinin her livasından, 177 parti anla şmazlıkların göz önünde tutulmadan, yetenekli ve ulusun inancını sa ğlamı ş, üç kadar ki şinin yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale kar şı bu ulusal bir sır olarak saklanacak, gerekli görülen yerlerde yolculuk gizli tutulacaktır. Do ğu illeri adına ise 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre yapılacaktır. -Askeri ve ulusal

173 Muhittin Gül, (1997). Türk İnkılap Tarihi, Ankara: 72TDFO ltd. şti., s. 24. 174 Bu maddede, “müttefikler, güvenliklerini sarsacak bir durum kar şısında herhangi bir stratejik noktayı ve bir karı şıklı ğın çıkması halinde herhangi bir bölgeyi i şgal edeceklerdir” ifadesi yer almaktadır. 175 Ahmet Mumcu, (1993). Atatürk İlkeler ve İnkılap Tarihi, Eski şehir: Anadolu Üniversitesi Açıkö ğretim Fakültesi Yayınları: s. 65. 176 “…Nutuk”, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum2/?sayfa=bolum2_05 , 07.01.2005. 177 Osmanlı Devleti’nde il ile ilçe arsında bir yönetim merkezi. 62

örgütler hiçbir biçimde la ğvedilemeyecek, komuta devredilmeyecektir. Komutanlar işgal eylemlerini derhal birliklerine haber verecek, silah cephane ve di ğer araçlar hiçbir şekilde elden çıkarılmayacaktır. Bu genelge, ulusal egemenli ğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. İlk kez ulusal egemenlik ilkesinden burada söz edilmi ştir. Kurtulu ş sava şı için atılmı ş ilk önemli adım olup, Türk ulusu ilk kez hem anla şma devletlerine hem de Osmanlı Hükümeti’ne kar şı ayaklanmaya davet edilmi ştir. Bir “ İhtilal Beyannamesi”dir. Bu amaca ula şmak için ulusal dernekler ve belediyeler üyeler seçerek kongrelere yollayacaktır. Ulusal iradenin belirlenece ği bu toplantılar, yeni bir devletin kurulmakta oldu ğunu göstermektedir. “Ulus iradesi”, “seçim” gibi kavramlar yeni devletin demokrasi üzerine oturtulaca ğı izlenimini vermektedir. 178 4.3.2. Erzurum kongresi Mondros Ate şkes Antla şması’nın bir maddesine göre, Do ğu Anadolu’daki altı ilde karı şıklıklar çıktı ğı takdirde bu yerler i şgal edilebilecekti. Bu maddede asıl amaç, Do ğu Anadolu’da ermenilere yurt sa ğlamaktı. Do ğu illerinin haklarının savunulması gerekmekteydi ve Do ğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bu amaçla kurulmuştur. Cemiyet olu şacak tehlikelere kar şı mücadelenin yöntem ve hedeflerini belirlemek için bir kongre toplamaya karar verdi. Bitlis, Erzurum, Sivas ve Trabzon delegelerinin katılmasıyla, Amasya Genelgesi’nde belirtilen tarihten yakla şık iki hafta sonra 23 Temmuz 1919’da toplanan kongre, Mustafa Kemal’i kongre ba şkanlı ğına seçmi ş ve 14 gün sürmü ştür. Kongre sonunda 9 ki şilik bir Temsil Heyeti (Heyet-i Temsiliye) seçilmi ş, Kongre’yi temsil edecek bu Heyet’in ba şına M. Kemal getirilmi ştir. Vatanın ba ğımsızlı ğını korumayı İstanbul Hükümeti yapamadı ğı takdirde, amacı temin için geçici hükümet kurulaca ğı, bunu milli kongrenin yapaca ğı, kongre toplantı halinde de ğilse bu görevi Temsil Heyeti’nin yapaca ğı belirtilmi ştir. Millet Meclisi’nin derhal toplanması ve hükümet i şlerinin millet denetimine konulması kararla ştırılmı ştır. Amacı, toplanı ş şekli, niteli ği bakımından bölgesel olmakla beraber i şgallere kar şı, yurdun her yanında mücadele edilmesi gerekti ği kararla ştırılmı ştır. Bu nedenle, ulusal nitelikli, ulusal egemenli ğin gerçekle ştirilmesini esas alan bir kongredir. 179

178 Muhittin Gül, a.g.e., s. 101. 179 Muhittin Gül, a.g.e., s. 108-111. 63

Bu dönemde, Balıkesir ve Ala şehir’de bölgesel nitelikli Yunanlılara direnme ve yurttan çıkarma amaçlı kongreler de düzenlenmi ştir. 4.3.3. Sivas kongresi Kongrenin hazırlık çalı şmaları sürdürülürken İstanbul ve i şgalciler her türlü engellemeyi ba şlatmı ş olsalar da Sivas Kongresi 4 Eylül 1919’da toplanmı ştır. Ulusal derneklerin birle ştirilmesiyle kuvvetlerin bir merkezden aynı amaç do ğrultusunda yönlendirilmesi sa ğlanmı ş (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti), ba ğımsızlık için manda gibi istekler reddedilmi ştir. Temsil Heyeti, TBMM açılana kadar, Anadolu hareketini yürütme görevini üstlenmi ştir. Temsil Heyetinin sayısı 16 ki şiye çıkarılarak “Heyet-i Temsiliye vatanın Heyet-i Umumiyesini temsil eder.” kararı alınmı ştır. 180 Ordunun direni şi yerine Kuva-yı Milliye yani milis kuvvetleriyle direnme öngörülmü ş, nitekim 9 Eylül’de Ali Fuat Pa şa, Umum Kuva-yı Milliye kumandanlı ğına getirilmi ştir. Böylece kongre yürütme görevini yerine getirmi ştir. Bunların dı şında Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’ne oranla daha ulusal olmasının yanında daha devrimci bir niteli ğe sahiptir. 181 4.3.4. Türkiye büyük millet meclisi’nin açılması İstanbul’un 16 Mart 1920’de i şgal edilmesi meclisin İstanbul dı şında toplanmasını isteyen Mustafa Kemal’in haklılı ğını ortaya koymu ş ve ona hep dü şündü ğü ulusun egemenli ğine dayalı yeni bir devletin kurulmasına gidilebilece ği izlenimini vermi ştir. O güne kadar İstanbul Hükümeti’nin bir şeyler yapabilece ği dü şünülmekteydi ama Osmanlı’nın ba şkenti i şgal edilince bunun sa ğlanamayaca ğı anla şılmı ş, yeni bir devlet kurulması ortamı do ğmu ştur. Bir devlet kurulacaksa, bunu sa ğlamak için halk temsilcilerinden olu şan meclis yeni devletin esaslarını saptar yani Anayasayı yapar ve kurulu ş için gerekli di ğer kararları alır. 182 Bu meclis Kurucu Meclis’tir. 183 Fakat hala padi şah ve halife her şeyin üstünde görüldü ğünden Mustafa Kemal, Meclis-i Müessisan (Kurucu Meclis) deyiminden vazgeçmek zorunda kalmış ve 19 Mart tarihli, milletin yeniden seçece ği temsilcilerle İstanbul Meclis-i Mebusan’ın Anadolu’ya geçebilenlerinden yeni bir meclis olu şturulaca ğı belirtilen

180 Muhittin Gül, a.g.e., s. 116-117. 181 Sina Ak şin, (1998). İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele Cilt I, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 517. 182 Ahmet Mumcu, (1993). a.g.e., s. 94. 183 Amerikan ba ğımsızlık sava şı sırasında ve Fransız Devrimi ba şlarken bu tür meclisler görülmü ş ve daha sonra yayılmı şlardır. Amerika Birle şik Devletleri’ndeki kurucu meclisin adı “constutional convention”, Fransa’dakinin adı ise “etats generaux”dir. 64

genelgede, “ola ğanüstü yetkilere sahip meclis” ifadesini kullanmı ştır. 184 Meclisin acele toplanması söz konusu oldu ğundan seçim idare, belediye meclisleri ve müdafaa-i hukuk heyet-i merkeziyelerince en büyük mülki amirin ba şkanlı ğında gizli oy ve açık tasnifle yapılacak, her fırka, zümre, cemiyet aday gösterebilece ği gibi ba ğımsız adaylar da olabilecekti. Her livadan 5 üye seçilecekti. 185 Gayrimüslimlerin seçimlere katılamamasının o günün ko şullarında mantıklı bir açıklaması oldu ğu dü şünülürse konulan esasların demokratik oldu ğu söylenebilir. Türk tarihinde çok önemli, yeni bir dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılmasıyla ba şlamı ştır. Mustafa Kemal mecliste Mondros’tan 23 Nisan’a kadar olan olayları açıkladıktan sonra izlenmesi gereken milli siyaseti anlatmı ştır. Osmanlı döneminde izlenen siyasetin yeni Türkiye’nin siyaseti olamayaca ğını izlenmesi gereken siyasetin ulusal olaca ğını ve ulusumuzun güçlü, mutlu ve sa ğlam bir düzen içinde ya şayabilmesi için devletin bütünüyle ulusal bir siyasa gütmesi ve bu siyasanın iç örgütlerimize tam uyumlu olması gerekti ğini belirtmi ştir. 186 Kısa bir süre sonra, ülkenin kaderinde büyük rol oynayacak olan ulusal meclisin kararlarına kar şı gelenleri ve meclis otoritesinin tüm yurtta egemen kılınmasını engellemek isteyenleri cezalandırmak için Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarılmı ştır. Bu kanuna göre suçlu bulunanlar İstiklal Mahkemelerinde yargılanmı ştır. Anadolu’da güvenli ğin, devlet otoritesinin sa ğlanması ve milli mücadelenin kazanılmasında büyük payı olmu ştur. 187 2 Mayıs’ta 11 ki şiden olu şan TBMM Hükümeti olu şturulmu ş, TBMM’nin üstünde hiçbir gücün olmadı ğı belirtilmi ştir. Meclis, güçler birli ği ilkesini benimsemi ştir. Yani yasama, yürütme, yargı güçleri ayrı ayrı organlarda de ğil de tek bir organda birle şmi ştir. TBMM hem kanunları koyacak, hem de uygulayacak, gerekli görürse de yargı i şlevini de do ğrudan do ğruya üstlenecekti. 188 4.3.5. 1921 Anayasası 20 Ocak 1921'de, TBMM tarafından kabul edilen ilk Anayasa (Te şkilatı Esasiye Kanunu), TBMM'nin dokuz aylık çalı şmasından ve uzun görü şmelerden sonra kabul edilmi ştir. Bu anayasa, da ğılan ve yok olan Osmanlı Devleti yerine yeni

184 Ahmet Mumcu, (1993). a.g.e., s. 97. 185 Sina Ak şin, (1998). İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele Cilt II, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 440. 186 “…Nutuk”, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum6/?sayfa=bolum6_02 , 10.01.2005. 187 Muhittin Gül, a.g.e., s. 146-147. 188 Ahmet Mumcu, (1993). a.g.e., s. 100. 65

bir devletin kurulu şunu hukuki yönden belirten ve varlı ğını sa ğlayan bir eserdir. Yeni anayasa aynı zamanda milli egemenli ği hakim kılan ve vatanın kaderine milli egemenli ğin temsilcisi Büyük Millet Meclisi'nin el koymasını mümkün kılan ve onun me şrulu ğunu da tanıtan, hukuki ve siyasi de ğeri olan bir belgedir. 20 Ocak 1921'de kabul edilen Anayasa, 23 asıl, bir de ayrı madde halinde iki kısım olarak düzenlenmi ştir. Genel esasları kapsamaktadır. 189 Anayasanın kısa olu şu, o devrin özelli ğinden ileri gelmekteydi. Sadece ola ğanüstü şartları ve acil ihtiyaçları kar şılamak için, kısa ve özel bir anayasa hazırlanmı ştı. Yargı konusu düzenlenmemekle birlikte İstiklal Mahkemelerinin kurulmasını ve mahkeme üyelerinin meclis üyelerinden seçildi ğini dü şünürsek yargı yetkisinin de meclisin elinde oldu ğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. 20 Ocak 1921 Anayasası bir geçi ş dönemi anayasası olarak, milli mücadelenin çok dinamik ola ğanüstü şartlarına uymakta ve demokratik niteli ğinin yanı sıra ihtilalci karakterini de korumaktaydı. Anayasanın ruhunda ve mantı ğında güçler birli ği sistemi hakimdi. Milli iradeyi millet namına temsil eden tek yetkili organın, Türkiye Büyük Millet Meclisi oldu ğunu belirtmektedir. Ba şkansız bir cumhuriyet kuran bu anayasa ile milli irade meclis tarafından tescil edilmekte ve yürütülmekte, böylece güçler birliği esası, güçlerin şuurlu bir merkezde toplanması ve tek bir iradeye ba ğlanması da şart kılınmaktadır. 190 4.3.6. Saltanatın kaldırılması 23 Nisan 1920'den ba şlayarak ulusal egemenli ğe dayalı devletin kurulmasıyla ki şisel saltanata kalkmı ş gözüyle bakan Mustafa Kemal, İtilaf Devletleri'nin Kurtulu ş Sava şı’nın ardından Lozan Barı ş Konferansı'na Ankara Hükümetinin yanı sıra Osmanlı Hükümeti temsilcilerini de ça ğırmaları üstüne, 1 Kasım 1922'de TBMM'de yaptı ğı konu şmada ulus kavramına aykırı oldu ğunu belirterek, saltanatın kaldırılmasını istemi ş, milletvekillerinin de Atatürk'ü desteklemelerinden sonra, saltanat ve hilafet birbirinden ayrılmı ş, saltanatın İstanbul'un i şgal tarihinden (16 Mart 1920) ba şlayarak kalkmı ş oldu ğu oybirli ğiyle kabul edilmi ştir. Saltanatın kaldırılmasıyla padi şahlık sıfatı kalkan VI. Mehmet Vahdettin de, 17 Kasım günü İngiliz Komutanlı ğına ba şvurarak, bir İngiliz zırhlısıyla İstanbul'dan ayrılmıştır.

189 Anayasanın tam metni için bkz: Kemal Gözler, (1999). Türk Anayasaları, Bursa: Ekin Kitabevi, s. 30-63 veya www.anayasa.gen.tr/1921tek.htm , 10.01.2005. 190 “…20 Ocak 1921 Anayasası (Te şkilat-ı Esasiye Kanunu)”, http://www.ataturk.net/mmuc/?sayfa=tianayasa , 10.01.2005. 66

Saltanat bir anayasa de ğişikli ği veya bir kanunla de ğil parlamento kararıyla kaldırılmı ştır. 191 4.3.7. Halk fırkası’nın kurulması Saltanatın kaldırılmasının inkılapların ilk adımı oldu ğunun bilincinde olan Mustafa Kemal, inkılapları yürütmek için dayanabilece ği güçlü bir gruba ihtiyacı oldu ğunu dü şünmekteydi. Mustafa Kemal Pa şa’nın ba şkanlı ğında toplanan 151 milletvekili Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Meclis Grubu kurma kararı almış ve grup ba şkanlı ğına da Mustafa Kemal Pa şa'yı getirmiştir. Bir süre sonra Mecliste, Birinci Grup ve İkinci Grup diye bir ayrılma ba ş göstermiştir. Atatürk’ün ba şında bulundu ğu Birinci Grup, millet iradesine ve milletin egemenli ğine de ğer vererek, milletin maddi ve manevi gücünü seferber etme çabası içinde yer almı ştır. İkinci Grup hilafet ve saltanat makamının ve Osmanlı devlet şeklinin saklı tutulmasını istemi ş, Ankara'daki siyasi gücü geçici saymı ş, Misak-ı Milli'nin sa ğlanmasından sonra, hükümetin çekilmesi gere ğini ifade etmi ştir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” hükmüne de, Padi şahın yetkilerini kısıtlayaca ğı için kar şı çıkmı şlardır. Kısaca İkinci Grup, sosyal görü ş bakımından gelenekçi ve mukaddesatçı, siyasi görü ş bakımından da Osmanlı düzeninden yanaydı. 192 Mustafa Kemal Pa şa’nın bir parti kurarak meclis içerisinde giderek artan muhalefeti denetimi altına almak, hatta yapılacak yeni seçimlerle, muhalefeti tasfiye ederek meclise hakim olmak dü şüncesindeydi. Meclise 1 Nisan 1923 tarihinde seçimlerin yenilenmesine dair 120 imzalı bir önerge sunulmu ş ve teklif aynı gün oybirli ği ile kabul edilmi şti. 193 Meclisin seçimlerin yenilenmesi yolunda karar almasından sonra harekete geçen Mustafa Kemal Pa şa bir yandan “Dokuz Umde”yi içine alan bir seçim beyannamesi yayınlamı ş, di ğer yandan da bütün Anadolu ve Rumeli ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Te şkilatlarına bir genelge göndererek seçimlere hazırlanmasını istemi ştir. Seçim kararının alınmasından sonra, 8 Nisan 1923’te Mustafa Kemal Pa şa’nın Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi sıfatıyla, Meclisteki Birinci Grup’un yani Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun Halk Fırkası’na dönü ştürülece ğini açıklayan “Dokuz Umde”

191 Kemal Gözler, (2000). a.g.e., s. 53. 192 “…Cumhuriyet Halk Fırkası”, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=oochp , 11.01.2005. 193 “…Nutuk”, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum15/?sayfa=bolum15_09 , 11.01.2005. 67

bildirisini yayınlamı ştı. 194 Milli hakimiyet esasına ba ğlılık, saltanatın kaldırılması kararının de ğişmezli ği, Türkiye Büyük Millet Meclisine dayanan halifeli ğin müslümanlar arası yüksek bir makam oldu ğu, iç güvenlik ve asayi şin sa ğlanması, mahkemelerin hızlı i şlemesi yeni kanunların çıkartılması, ekonomik ve toplumsal önlemlerin alınması, 195 zorunlu askerlik süresinin kısaltılması, okur-yazarlı ğa göre, daha azaltılması, orduda görevli ki şilerin güvenliklerinin sa ğlanması, yedek subaylara, malul gazilere, emeklilere, dul ve yetimlere yardım yapılması, bürokrasinin düzeltilmesi, aydınlardan kamu görevlerinde yararlanılması, bayındırlık işleri için ortaklıklar kurulmasının sa ğlanması, ki şisel giri şimlerin kollanması bildiride yer alan maddelerdir. İkinci Grup’un aday göstermeyerek katılmadı ğı 1923 seçimlerini ülkenin her yerinde bir iki istisna dı şında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin üyeleri kazanmı ştır. Mustafa Kemal Pa şa’nın 7 A ğustos’ta partiye mensup milletvekilleriyle yaptı ğı toplantı “Halk Fırkası” isimli ilk toplantıdır. Toplantıların sonucunda 9 Eylül’de fırka tüzü ğü kabul edilmi ş, 11 Eylül’de fırka ba şkanlı ğı ve idare heyeti seçimleri yapılmı ştır. Mustafa Kemal Pa şa, Halk Fırkası’nın ba şkanlı ğına, Kütahya milletvekili Recep Bey (Peker) de genel sekreterli ğe (katibi umumi) seçilmi ştir. 9 Eylül’de Halk Fırkası olarak kurulup i şlerlik kazanan partinin, resmi kurulu ş dilekçesi 20 Kasım 1923’de İçi şleri Bakanlı ğı’na verilmi ştir. Yine bu tarihte müdafaa hukuk cemiyetlerine gönderilen bir genelgeyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin partiye dönü ştü ğünü ve bütün cemiyetlerin partiye intisap etti ği belirtilmi ştir. 196 Böylece demokrasinin gere ği olan siyasi partilerin ilk örne ğini, Türkiye Cumhuriyetinin ilk siyasi partisi olarak halk fırkası olu şturmu ştur. 197 4.3.8. Cumhuriyetin ilanı TBMM, ikinci dönem çalı şmalarına ba şladıktan kısa bir süre sonra, Lozan Barı ş Antla şması’nı onaylamı ş, böylece “Kurtulu ş Sava şı” her yönüyle

194 “….Nutuk”, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum15/?sayfa=bolum15_02 , 11.01.2005. 195 Bu önlemler şunlardır: Aşarın sakıncalarının düzeltilmesi, tütün tarım ve ticaretinin desteklenmesi, tarım, endüstri ve ticaret kredilerinin sa ğlanması, Ziraat Bankası’nın sermayesinin artırılması, tarım makinelerinin geli ştirilmesi, endüstrinin te şviki, demiryolları yapımının hızlandırılması, ilkokullarda ö ğretimin birle ştirilmesi ve bütün okulların geli ştirilmesi, genel sa ğlık ve toplumsal yardımla şmanın sa ğlanması, orman, madencilik ve hayvancılı ğın geli ştirilmesi. 196 Muhittin Gül, a.g.e., s. 293. 197 Halk Fırkası ismi 1924 yılında “cumhuriyet halk fırkası”, 1935’te de “cumhuriyet halk partisi” olarak de ğiştirilmi ştir. 68

tamamlanmı ştır. Bu sırada devletin adını koyma amacıyla çalı şmalar da ba şlamı ştı. 23 Nisan 1920’de kurulan yeni Türk devletinin henüz ismi yoktu. Hükümet “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını ta şıyordu. Meclisin ba şkanı hükümetinde ba şkanıydı. Bu durumda, devlet ba şkanlı ğı sanki yokmu ş gibi görülmekteydi. Yabancı devletlerin de Türkiye’nin devlet te şkilatını henüz tamamlamamı ş oldu ğu şeklinde bir kanaati söz konusu oldu ğundan bu duruma son verilmesi gerekiyordu. 1921 tarihli anayasanın bazı maddeleri, artık ihtiyaca cevap veremiyordu. Cumhuriyetin 198 ilanı için Mustafa Kemal’in bekledi ği an gelmi şti. 1923 yılının Ekim ayı sonlarında bakanlar kurulu istifa etmi ş, mecliste bazı görü ş ayrılıkları meydana gelmi şti. Bu geli şme yeni hükümetinin kurulmasını olumsuz yönde etkiliyordu çünkü “meclis hükümeti” denilen bu sistemde, hükümet üyeleri, TBMM üyeleri tarafından seçilmekteydi. Bu bunalımın a şılması için, hükümet kurma sisteminin de ğiştirilmesi gerekiyordu. Bu da ancak cumhuriyetin ilanı ile mümkün olacaktı. 199 28 Ekim ak şamı Mustafa Kemal Pa şa, Çankaya Kö şkü’nde yakın arkada şlarıyla yaptı ğı toplantıda “yarın cumhuriyeti ilan edece ğiz” demişti. O gece İsmet Pa şa ile birlikte, Anayasa’da de ğişiklik öngören bir kanun tasarısını hazırlamış, bu tasarı ertesi gün, TBMM’de okunmuştur. “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir” hükmünün de yer aldı ğı kanun tasarısı üzerinde hararetli konu şmalar yapılmış ve sonunda “ya şasın cumhuriyet” sesleri arasında, alkı şlarla, cumhuriyet ilan edilmiştir.200 Sened-i İttifak ile ba şlayan demokratikle şme hareketleri, cumhuriyetin ilanına kadar pozitif yönde geli şme göstermi ş ve cumhuriyetin ilanı dönüm noktası te şkil etmi ştir. Ki şi hakimiyetinden, hukuk sistemi ve devlet anlayı şına geçilerek ulus- devlet olu şturulmu ş, Osmanlı Devleti’nden tam bir kopu ş gerçekle ştirilmi ştir.

198 Cumhuriyet bir devlet biçimidir. Dar veya geni ş olarak iki anlamı vardır. Dar anlamıyla cumhuriyet, devletin en üst düzeydeki yöneticilerinin, özellikle devlet ba şkanının seçimle belirli bir süre için i ş ba şına getirilmesidir. Geni ş anlamıyla cumhuriyette ise seçim olgusu üzerinde durulur ve devletin üst yöneticilerini saptamak için yapılan seçimin ulusal iradeyi yansıtması gere ği belirtilir. Geni ş anlamda cumhuriyet bir bakıma demokrasiyle e şde ğerde olmaktadır. 199 Muhittin Gül, a.g.e., s. 238. 200 “…Nutuk”, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum16/?sayfa=bolum16_07 , 12.01.2005. BE Şİ NC İ BÖLÜM

CUMHUR İYET DÖNEM İ DEMOKRAS İ TAR İHİ

5.1. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Dönemi (1923-1950) 27 yıl süren Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı döneminde rejimin adının (cumhuriyet) kesinlik kazanmasının ardından, ça ğda şla şma ve ulus-devlet olma yolunda cumhuriyetin ilanından önce görülmeye ba şlanan yenilik ve de ğişiklikler bu dönemde artarak devam etmi ş ve dönemin sonlarına do ğru da demokratik çok partili hayata geçilmi ştir. 5.1.1. Hilafetin kaldırılması Hilafet sorunu, aslında bir rejim sorunuydu. Mustafa Kemal Pa şa’nın çizdiği yolda ilerlemesini güçle ştirici bir durum yaratıyordu. Saltanatın kaldırılmasından sonra, gerici ve tutucu çevreler tüm umutlarını halifeye ba ğlamı şlardı. Cumhuriyete kar şı olanlar halifenin ki şili ğinde bir “devlet ba şkanı” görüyorlardı. Cumhuriyetin ilanından sonra cumhurba şkanlı ğı makamı neredeyse ikinci plana itiliyordu. 201 Mustafa Kemal Pa şa, hilafet sorununu tamamen ortadan kaldırabilmek için 1924 yılı ba şlarında bir dizi giri şimde bulunmuş, İstanbul basınının, Darülfünun’da ( İstanbul Üniversitesi) görevli aydınların, milli mücadelenin önder kadrosunu olu şturan yakın çalı şma arkada şlarının ve di ğer ordu kumandanlarının, kendi dü şünceleri do ğrultusunda tutum almalarını sa ğlamaya çalı şmıştır. Hilafet sorunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 1924 yılı bütçe görü şmeleri sırasında bir kez daha gündeme gelmiş, sorun daha sonra Halk Fırkası Meclis Grubu’nda da ele alındıktan sonra bir kez daha Türkiye Büyük Millet meclisi gündemine alınmıştır. Bu kez hilafetin kaldırılması talep edilmekteydi. 202 TBMM, 3 Mart 1924’te çıkardı ğı bir yasayla hilafeti kaldırmış ve Osmanlı hanedanının bütün üyelerinin yurt dışına çıkarılmasını kararla ştırmıştır. Ayrıca laik ve ça ğda ş bir toplum yaratılmasında önemli bir geli şme olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu (ö ğretimin birle ştirilmesi) da kabul edilmi ştir. 5.1.2. 1924 Anayasası 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa (Te şkilatı Esasiye Kanunu) ola ğanüstü devrin, ola ğanüstü şartları içinde çıkarılmı ş dinamik bir dönemin anayasası idi. Daha sonra,

201 Ahmet Mumcu, (1993). a.g.e., s. 181-182. 202 Cemil Koçak, (2002). Siyasal Tarih (1923-1950) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 136. 70

şartlar değişmi ş, Cumhuriyet ilan edilmi ş, Türk devrimi aksiyon evresinden yeniden düzenleme, reformlar evresine yönelmi şti. Yeni Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardı. TBMM'de yapılan çalı şmalar ve müzakereler sonunda, 20 Nisan 1924'te 105 maddeden olu şan yeni anayasa kabul edilmiştir.203 Birinci maddede “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” ifadesi, ikinci maddede, “Türk Devletinin dini, din-i İslam, dili Türkçe, makarrı (ba şkenti) Ankara şehridir”204 ifadesi yer almı ştır. 1924 Anayasası’nda yürütme görevini hükümete bırakarak 1921 Anayasası’ndan ayrılmaktadır. 20 Nisan 1924'te kabul edilen yeni devletin ikinci anayasası, milli mücadelenin kazanılmasından ve cumhuriyetin ilanından sonra, demokrasi ilkesine de ğer veren bir anayasa olarak düzenlenmi ştir. 1924 Anayasası, dayandı ğı ilkeler bakımından, 1789 Fransız Devrimi’nden itibaren geli şen ferdiyetçi ve hürriyetçi hukuki ve siyasi ideolojiyi temsil etmekte ve aynı zamanda siyasi fikir akımlarının tarihi geli şmesinden de faydalanmaktadır. Bu Anayasa hazırlanırken, 1921 tarihli Anayasanın dayandı ğı temel esaslardan esinlenilmi ştir. Milli egemenlik, tek meclis ve kuvvetler birli ği ve meclisin üstünlü ğü prensipleri, 1921 Te şkilatı Esasiye Kanunu'ndan alınmı ş ve geli ştirilmi ştir. 1924 Anayasası, egemenli ğin yalnızca millete ait oldu ğu ve ancak TBMM tarafından kullanılaca ğı esasına uygun olarak hazırlanmı ştır. Egemenli ğin kayıtsız şartsız millete ait olması, ona bir di ğer ilahi veya be şeri otorite ve makamın ortak olamayaca ğını kabul etmek demektir. Bu ilkeyle egemenli ğin milli niteli ği 1924 Anayasası’nda daha belirli bir şekilde ortaya çıkmı ştır. Kayıtsız ve şartsız millet egemenli ği dü şüncesinden hareket eden Anayasa’nın siyasal sistemi, böylece devlet içinde Büyük Millet Meclisi tarafından temsil olunan; tek kuvvet, tek meclis ilkesine dayanmaktadır. 1924 Anayasası meclis hükümeti ile parlamenter hükümet sistemi arasında bir köprü görevi görmü ştür. 1924 Anayasası, 1921 Anayasası’ndan daha yumu şak bir kuvvetler ayrımına yer vermi ştir.

203 Anayasanın tam metni için bkz: Kemal Gözler, (1999). a.g.e., s. 73-79 veya http://www.anayasa.gen.tr/1924tek.htm , 13.01.2005. 204 10 Nisan 1928’de anayasada yapılan de ğişiklikle bu madde “Türk Devleti’nin resmi dili Türkçe’dir; makarrı Ankara şehridir” haline getirilmi ş, bu de ğişikli ğin bir uzantısı olarak 16. maddede milletvekillerinin, 38. maddede de cumhurbaşkanının ant sırasında söyledi ği “vallahi” sözcü ğü “namusum üzerine söz veririm” şeklinde de ğiştirilmi ştir. Ayrıca 16. maddede TBMM’nin görevleri arasında sayılan “ahkam-ı şeriyenin tenfizi” ( şeri hükümlerin uygulanması) satırı da anayasadan çıkarılmı ştır. 5 Şubat 1937’de ise 2. maddeye “Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçı’dır” ifadesi eklenmi ş ve böylece altı ok anayasaya girmi ştir. Aynı tarihte, “hiçbir kimse mensup oldu ğu din, mezhep, tarikat ve felsefi içtihadından dolayı muaheze edilemez” biçimindeki anayasanın 75. maddesinden “tarikat” ibaresi kaldırılmı ştır. 71

Milli egemenlik ve meclisin üstünlü ğü sistemini geli ştirmi ş, Anayasa alanını daha geni ş ve yaygın bir şekilde düzenlemi ş, kamu özgürlüklerine geni ş yer vermi ştir. 205 5.1.3. Terakkiperver cumhuriyet fırkası’nın kurulması Muhalefet çabaları meclisin ilk açıldı ğı günlerden itibaren varolmu ş ve zaman zaman da etkili olmu ştur. Özellikle Meclis’te “ İkinci Grup” muhalefetinin varlı ğı ve Halk Fırkası’nın kurulmasından sonraki muhalefetin varlı ğı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın olu şmasına zemin hazırlamı ştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kökenlerini, cumhuriyetin ilanından sonra Halk Fırkası içinde do ğan görü ş ayrılıklarına kadar götürmek mümkündür. Cumhuriyet’in bir grup önde gelen partilinin Ankara’da bulunmadı ğı bir sırada ilan edilmesi bazı tepkilere yol açmı ştı. Rauf Bey’in liderli ğinde bu grup, cumhuriyet’in ilanını, Atatürk’ün gittikçe artan iktidarının daha da güçlenmesine yönelik bir hareket olarak görüyorlardı. Yine halifeli ğin kaldırılmasına, Mustafa Kemal Pa şa’nın yakın arkada şlarından Rauf Bey, Adnan Bey (Adıvar), Refet Bey, Ali Fuat Pa şa, Kazım Karabekir 206 ve Cafer Tayyar Pa şa’lar olumsuz tepki göstermi şlerdi. Bu muhalefet, 17 Kasım 1924'te Ankara'da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın yani yeni bir partinin do ğmasına sebep olmu ştur. Fırkanın ba şkanı General Kazım Karabekir, ikinci ba şkanı Rauf Orbay ve genel sekreteri de Ali Fuat Cebesoy'du. Liberalizm, hürriyetlere, dinsel dü şünce ve inançlara saygı, idari yönden, yerinden yönetimin gerçekle şmesine çalı şılması, parti programının esasları arasında yer almaktadır. 207 Cumhuriyet döneminin bu ilk muhalefet partisini kuran kadroların tamamı Birinci Meclis döneminde Mustafa Kemal Pa şa’nın yakın çalı şma arkada şlarıydı ve hemen hemen tamamı, o dönemde Birinci Grup içerisinde etkin rol oynamı şlardı. Yeni parti halktan geni ş bir destek gördü ğü gibi, üyelerinin büyük bir kısmı 1923 seçimleriyle meclis dı şında kalan İkinci Grup’un da deste ğini kazanmı ştı. İkinci Grup’un meclis dı şında kalmı ş olan bütün önde gelen isimleri Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına girmi şlerdir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet Halk Fırkası gibi devrimci bir niteli ğe sahip de ğildir. Parti, devrimlerin evrimci bir çizgide ve kendili ğinden geli şmesi gerekti ğini savunmu ş, cumhuriyete kar şı tavır almı ştır. Partinin dini

205 “…20 Nisan 1924 Anayasası”, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=hdanayasa , 13.01.2005. 206 Askerlerin aynı zamanda politikayla u ğra şmaları sorun yaratmı ştır. O nedenle ikisinden birini tercih etmeleri istenmi ştir. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin politika dı şında tutulması gerekiyordu. Bunun üzerine Refet, Kazım ve Ali Fuat pa şalar ordudan istifa edip siyasal hayatı seçmi şlerdir. 207 Muhittin Gül, a.g.e., s. 295. 72

inançlara saygılı oldu ğu ilkesi, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın dini inançlara saygılı olmadı ğı gibi bir anlayı şın ortaya çıkmasına yol açmı ş ve devrimlerden zarar görenlerin ve eski teokratik yapının devam etmesini isteyenlerin bir araya gelerek örgütlendikleri bir partiye dönü şmü ştür. Parti, Şeyh Sait İsyanının çıkmasına neden oldu ğu gerekçesiyle 5 Haziran 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu gere ğince kapatılmı ş, parti ileri gelenleri İstiklal Mahkemelerince yargılanmışlar, suçlu görülenler cezalandırılmı ştır. 208 Böylece ilk çok partili rejim denemesi ba şarısızlıkla sonuçlanmı ştır. 5.1.4. Şeyh Sait isyanı ve takrir-i sükun kanunu Olay, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni tehdit eden, inkılaplara kar şı olan bir isyandır. Bükre ş'te toplanan Hilafet Kongresinde Vahdettin taraftarları Türkiye'de suikastler düzenleyerek ve isyan çıkararak kar şı ihtilale te şebbüs kararı almı şlardı. Kar şı ihtilali hazırlamakla görevli ihtilal komitesi, ülke içinde gizli beyannameler da ğıtıyor, gezici hocalar ve seyyar satıcılar eliyle inkılap hamlelerini kötülüyor, hilafet lehine telkinde bulunuyordu. Hilafet komitesi, Şeyh Sait'le anla şarak ihtilal hazırlı ğı yapmı ştı. Musul konusunda Türkiye ile ihtilaf halindeki İngilizlerin de deste ğini alan Şeyh Sait, 13 Şubat 1925’te Ergani ilçesine ba ğlı E ğil buca ğının Piran köyünde isyanı ba şlatmı ştır. Önce Genç ilinin merkezi Darhani'yi ele geçirmi ş, bir alayı geri çekilmeye mecbur ettikten ve bir süvari alayını da pusuya dü şürdükten sonra, Elazı ğ'ı almı ştır. Daha sonra asiler, Diyarbakır'a yürüyerek şehri ele geçirmek istemi şlerdir. 209 Olayın ba şlangıcında, Ali Fethi Okyar Hükümeti isyanı bölgesel ve çabuk bastırılacak bir olay olarak de ğerlendirmi ştir. Ancak isyan süratle yayılmı ş; Diyarbakır, Elazı ğ ve Genç vilayetlerini içine alarak geni şlemeye ba şlamı ştır. Şeyh Sait’in adamları artık ordu birliklerini bile da ğıtabilecek bir güce eri şmi şti. Ola ğan tedbirlerle bu ayaklanma bastırılamayacaktı. Şubat sonunda i şlerin böyle görünüm alması Fethi Bey’i yıpratmış ve 2 Mart’ta görevi bırakmaya zorlanmış, yerine İsmet Pa şa getirilmiş ve 4 Mart 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılmıştır. Bu yasa “özgürlüklerin sınırını kanun çizer” şeklindeki anayasa hükmüne dayanarak çıkarılmı ştı. Böylece “dirli ği-düzeni, huzuru sa ğlama yasası” olarak adlandırılabilecek bu kanun ile hükümete geni ş yetkiler verilmi ştir. Gericilik hareketleri, ayaklanma, ülkenin toplumsal düzenini ve güvenli ğini bozma yolundaki

208 Cemil Koçak, (2002). Siyasal Tarih (1923-1950) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 142-143. 209 “…Şeyh Sait Ayaklanması”, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=ooseyhsait, 13.01.2005. 73

bütün örgütler, kurulu şlar, basın organları hükümet tarafından yasaklanabilecekti. 7 Mart’ta Diyarbakır önlerine gelen isyancılar püskürtülmüş, 15 Nisan’da ayaklanma tümüyle bastırılmı ştır. Şeyh Sait ve bütün eleba şları İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp idam edilmişlerdir. İsyanla ilgisi oldu ğu gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmı ş ve çok partili hayatın genç Türkiye Cumhuriyeti için henüz erken oldu ğu kanaati yerle şmi ştir. 210 Takrir-i Sükun Kanunu, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Şeyh Sait isyanının yarattı ğı tehlikelerin ve ola ğanüstü şartların ortaya koydu ğu engelleri önlemek amacıyla, 4 Mart 1925 tarihinde yürürlü ğe girmi ştir. Önce iki yıl için çıkarılan Kanun, iki yıl daha uzatıldıktan sonra, 4 Mart 1929'da yürürlükten kaldırılmı ştır. Bu kanuna dayanarak “Tevhid-i Efkar”, “Son Telgraf”, “ İstiklal”, “Sebilürre şat”, “Aydınlık”, “Orak-Çekiç”, “Presse du Soir”, “Sadayıhak” “Sayha”, “İstikbal” ve “Kahkaha” gazete ve dergileri kapatılmı ştır. Erzurum milletvekili Rü ştü Pa şa, TBMM’deki konu şmasında yolsuzlukların ve kötülüklerin yazılması gerekti ğini belirterek, hükümetin, ho şuna gitmeyen yayın organlarını kapatmasını ele ştirmi ştir. Ba şbakan İsmet Pa şa ise, TBMM kanunlarına kar şı gelen herkesin cezalandırılması gerekti ğini savunmu ştur. 211 Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkarılması ile ilgili Atatürk'ün Nutuk'ta yaptı ğı açıklama ise şöyledir: “ Takrir-i Sükun Kanunu'nun ve İstiklal Mahkemelerini istibdat vasıtası olarak kullanaca ğımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri a şılama ğa çalı şanlar oldu. Biz, ola ğanüstü sayılan ve fakat kanuni olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir suretle, kanunun üstüne çıkmak için, vasıta olarak kullanmadık, aksine memlekette düzen ve güvenlik kurmak için uyguladık; devletin hayat ve ba ğımsızlı ğını temin için kullandık. Biz o tedbirleri milletin medeni ve sosyal geli şmesinde istifadeli kıldık. Bu sebeple, biz her vasıtadan, yalnız ve ancak, bir görü şten istifade ederiz. O görü ş şudur: Türk Milletini, medeni dünyada layık oldu ğu yere yükseltmek ve Türk Cumhuriyetini sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün, daha ziyade kuvvetlendirmek ve bunun için de istibdat fikrini öldürmek. ”212

210 Ahmet Mumcu, (1993). a.g.e., s. 192-193. 211 Tevfik Çavdar, (1999). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, Ankara: İmge Kitabevi, s. 280- 281. 212 “…Takrir-i Sükun Kanunu”, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=ootahrir , 14.01.2005. 74

5.1.5. Atatürk’e suikast giri şimi Atatürk’e kar şı öteden beri ki şisel amaçları, çekememezlikleri bulunan, yapılan ve yapılacaklara kar şı tavır alan muhalifler vardı. Zaman zaman kendini gösteren bu yöndeki hareketlerin her birini Atatürk a şmayı ba şarmı ştı. Bu ki şiler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasını kendi amaçlarına ulaşmak açısından büyük bir memnuniyetle kar şılamı şlar fakat parti cumhuriyet ve yenilikler için büyük bir tehlike haline gelip Takrir-i Sükun Kanunu’na dayanılarak kapatılınca son umutları da yok olmu ştu. Aralarında Atatürk’e kar şı olan eski milletvekillerinden Ziya Hur şit, Çopur Hilmi, Laz İsmail, Giritli Şevki ve Gürcü Yusuf’un bulundu ğu bir grup Atatürk’e suikast planlamı şlardır. Atatürk 7 Mayıs 1926’da çok geni ş bir yurt gezisine çıkacak ve 15 Haziran’da İzmir’e gelecekti. Mustafa Kemal Pa şa’nın geçece ği yolları bilen suikastçiler planlarını İzmir’de gerçekle ştirmeye karar verdiler. Uygun bir yer seçerek orada bekleyecekler, emellerini gerçekleştirdikten sonra bir deniz motoruyla Sakız Adası’na sı ğınacaklardı. Fakat Mustafa Kemal Pa şa’nın gezi programında bir günlük gecikme olması, canileri kaçıracak olan motorun kaptanının durumu yetkililere bildirmesine ve güvenlik güçleri tarafından suikastçilerin yakalanmasına sebep olmu ştur. Yakalanan suikastçiler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmı ş ve hak ettikleri cezaya çarptırılmı şlardır. 213 İzmir suikasti davası ve İstiklal Mahkemeleri kanalıyla mecliste Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan arta kalan milletvekili grubuyla meclis dı şından ve içinde toparlanmaya çalı şan eski ittihatçı siyasal kadrolar tasfiye edilmişlerdir. Bu arada milli mücadelenin önder kadrosu içindeki parçalanma da son aşamasına eri şmi ş ve Mustafa Kemal Pa şa’nın yanında kalan grup di ğer grubu yargılama noktasına gelmi şti. Davanın sonunda Mustafa Kemal Pa şa’nın iktidarına kar şı son muhalefet de siyaset sahnesinden tamamen silinmi ştir. 214 5.1.6. Serbest cumhuriyet fırkası 1925’ten 1930 sonbaharı arasında birçok reform yapılmı ştır. 215 Atatürk devrimleri olarak bilinen bu reformlar, yı ğınlarla istenilen ölçüde ileti şim sa ğlanamadı ğı için toplumda sıkıntılar yaratmı ştır. Toplumun, kökleri tarihin

213 Hulusi Turgut, (der.) (2005). Atatürk’ün Sırda şı Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 441-442. 214 Cemil Koçak, (2002). Siyasal Tarih (1923-1950) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 145. 215 Şapka Kanunu, tekkeler ile zaviyelerin ve türbelerin kapatılması, miladi takvimin kullanılmaya ba şlanması, Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi, anayasadan laikli ğe aykırı hükümlerin çıkarılması, Yeni Türk harflerinin kabul edilmesi yapılan reformlar arasında sayılabilir. 75

derinliklerinde olan tutucu karakterinin, bu biçimsel ama hızlı olan de ğişimleri özümseyecek yapıda olmaması, ekonomide arzulanan, en azından vaat edilen geli şme ve refahın sa ğlanamaması, 216 yı ğınların muhalefetini -her ne kadar hükümet bunun açı ğa çıkmasını engellediyse de- kendili ğinden olu şturmu ştur. Mustafa Kemal, muhalefetin bir şekilde bir yerde patlak vermesinden korkuyor, cumhuriyetin ve onun ayrılmaz parçası haline gelen inkılapların korunması gerekti ğini dü şünüyordu. Güdümlü muhalefet diye nitelenen Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması, bu ko şulların zorunlu bir sonucudur. Çünkü böyle yapay bir nefes alma noktasının yaratılmaması durumunda, toplumsal muhalefetin beklenmeyen bir biçimde patlaması söz konusu olabilirdi. 217 Takrir-i Sükun Kanunu öncesinde Ba şvekillik görevinden ayrılmak zorunda kalmı ş olan Fethi Bey, 1930 yılının A ğustos ayında Paris büyükelçili ği görevinden izinli olarak yurda döndü ğünde, Mustafa Kemal Pa şa’nın talep ve talimatı üzerine bir muhalefet partisi kurmak üzere giri şimlerde bulunmaya ba şlamıştır. Giri şimin basın aracılı ğı ile kamuoyuna da duyurulması uygun bulunmu ş olmalı ki, önce Fethi Bey yeni bir parti kurulması yolundaki arzu ve dü şüncesini basında yayımlanan bir mektupla Mustafa Kemal Pa şa’ya bildirmi ş ve daha sonra da bu arzunun kabul edildi ğine ili şkin Mustafa Kemal Pa şa’nın cevabı mektubu yine basında yayımlanmı ştır. Basında bu mektupla şmaların yayımlanmasından hemen sonra, Serbest Cumhuriyet Fırkası 12 A ğustos 1930 tarihinde kurulmuştur. Partinin kurucuları arasında Tahsin (Uzer) Bey, Mehmet Emin (Yurdakul) Bey, Nakiyettin (Yücekök) Bey, Süreyya ( İlmen) Pa şa ile Ahmet (A ğao ğlu) Bey de vardı. Partinin genel Ba şkanlı ğına Fethi Bey getirilmiştir. Genel sekreter ise Nuri (Conker) Bey olmuştur.218 Liberalizmi savunan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın programı 11 maddeden olu şuyordu. Programın ilk maddesi, fırkanın cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve laiklik esasına ba ğlı kalaca ğını açıklıyordu. Ayrıca anayasada belirtilen hakların herkes için eşit olarak hayata geçirilece ği belirtilmekteydi. İkinci maddede vergi konusu ele alınıyor ve vergilerin halkın iktisadi giri şim gücünü ve geli şmesini a şmaması görü şü

216 Bunda, bütün dünyayı etkileyen 1929 Ekonomik Buhranı’nın Türkiye’yi de etkilemesinin payı büyüktür. 217 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 297. 218 Cemil Koçak, (2002). Siyasal Tarih (1923-1950) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 147-148., Çetin Yetkin, (1997). Serbest Cumhuriyet Fırkası, İstanbul: Toplumsal Dönü şüm Yayınları, s. 37-43. 76

savunulmaktaydı. Ülkenin kalkınmasında yabancı sermayeye gerek olaca ğı belirtilmi ş, ekonomik anlayı şta ve giri şimlerde liberalizmin benimsenece ği ve ferdi giri şimlerin desteklenece ği açıklanmı ştır. 219 Parti, inkılap ilkelerine aykırı bir tutum içerisinde olmamasına ra ğmen inkılaba kar şı olanlar 1925 yılından beri bekledikleri fırsatı yakaladıklarını dü şünerek partiye girmeye ba şlamı şlardır. Fethi Bey ve yakın çevresi içtenlikle inkılaba ba ğlı olduklarını onun ilkelerinden hiçbir ödün vermeyeceklerini söylerken, aynı partinin di ğer mensupları tam tersi davranı şlarda bulunmu şlardır. 5 Eylül 1930’da Fethi Bey’in İzmir’e gelmesi vesilesiyle yapılan gösterilerde inkılapçılara kar şı son derece çirkin gösterilerde bulunulmu ş, bu tür olayların sürüp gitmesi üzerine de yurtta şların henüz demokrasinin gerektirdi ği olgunlu ğa eri şmediklerini, bilinçsizce davranı şlarla 1925 yılını geri getiren bir ortam yarattıklarını anlayan Fethi Bey, 17 Kasım 1930’da partisini da ğıtmak zorunda kalmı ştır. 220 Fırka, batı illerinde büyük ilgi görmü ş, özellikle belediye seçimlerinde gösterdi ği ba şarı Halk Fırkalıları tela şa dü şürmü ştür. Faaliyeti süresince en büyük baskıyı idare amirlerinden görmü ş ve en çok bu baskıdan şikayet etmi ştir. nitekim Serbest Fırka kapandıktan sonra bürokratik baskı artmı ş ve demokratik hak ve hürriyetler tamamen ortadan kalkmı ştır. 221 Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulu şunda izlenen yol siyasal partilerin kurulu şlarında genelde izlenen yoldan farklı olmu ştur. Bu parti belirli görü şteki ki şi, kurulu ş ya da örgütlerin kendili ğinden bir araya gelerek bir siyasal parti kurmaya karar vermeleri sonucu varlık kazanmı ş de ğildi yukarıda belirtildi ği gibi ikinci bir partinin kurulması Gazi Mustafa Kemal tarafından dü şünülüp kararla ştırılmı ş ve bu kararı uygulamakla da Fethi Bey görevlendirilmi şti. Kaldı ki, partinin öteki kurucularını ve bazı mebuslarını da Gazi bizzat kendisi seçmi ştir. 222 Bu yıllarda üç tane daha parti kurma giri şimi görülmü ş ama bir varlık gösteremeden kapanmı şlardır. 29 Eylül 1930’da Adana’da kurulan Ahali Cumhuriyet Fırkası, 21 Aralık 1930’da Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmı ştır. Türkiye Cumhuriyetçi Amele ve İş çi Partisi, Eylül 1930’da Edirne’de kurulmu ş, komünist eğilimli kabul edildi ğinden faaliyetine izin verilmemi ştir. Laik Cumhuriyetçi İş çi ve

219 Muhittin Gül, a.g.e., s. 301-302. 220 Ahmet Mumcu, (1992). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II, Eski şehir: Anadolu Üniversitesi Açıkö ğretim Fakültesi Yayınları, s. 69. 221 Taner Timur, (1994). Türk Devrimi ve Sonrası, Ankara: İmge Kitabevi, s. 164. 222 Çetin Yetkin, a.g.e., s. 48. 77

Çiftçi Fırkası, Haziran 1931’de İstanbul’da kurulmak istenmi şse de izin verilmemi ştir. 223 5.1.7. Menemen olayı 23 Aralık 1930’da Menemen’de, Serbest Fırka’nın ardından olu şan muhalefet ortamında kendini mehdi ilan eden Dervi ş Mehmet müridleriyle beraber “din elden gidiyor” sloganıyla ayaklanma çıkarmı ştır. Sabah namazından sonra, Ankara hükümetini devirece ğini II. Abdülhamit’in o ğlu Selim’i halifeli ğe getirece ğini belirterek cemaati örgütlemi ş, ye şil bayrak ve tekbir sesleriyle hükümet meydanına yürümü ştür. Olayın büyüdü ğünü gören Jandarma Alay Kumandanı, ö ğretmen aste ğmen Mustafa Fehmi Kubilay’la bir takım eri kalabalı ğı da ğıtmaları için Hükümet Kona ğı’na göndermi ştir. İsyancılar, Dervi ş Mehmet’ten teslim olmasını isteyen Kubilay’ı yaralamı şlar ardından ba şını kesip Menemen’i dola ştırmaya ba şlamı şlardır. Daha sonra gelen askeri birlikler ayaklanmayı bastırmı ş, Bakanlar Kurulu bölgede sıkıyönetim ilan etmi ştir. 224 Bu olay cumhuriyetin ve inkılapların kar şısındaki tehlikenin henüz geçmedi ğini gösterdi ğinden devlet yöneticilerini daha dikkatli olmaya özendirmi ştir. Gençlik ve halk ile inkılapçı kadro arasında daha sa ğlam bir ba ğ kurulmu ş, inkılabın özellikleri hakkında daha yaygın, yı ğınlara dönük ve oldukça ba şarılı e ğitici etkinliklerde bulunulmu ştur. Ayrıca tek parti yönetiminin bazı eksiklikleri ve hataları, Serbest Fırka olayının da etkisiyle elden geldi ğince giderilmeye çalı şılmı ştır. Öte yandan uzun bir süre ba şka tür bir yönetim dü şünülemeyece ği konusundaki görü şler yo ğunluk kazanmı ştır. 225 5.1.8. Devrimi benimsetme çabaları Özellikle Takrir-i Sükun döneminde baskı altına alınıp sindirilen muhalefet, Serbest Fırka’yla birlikte hareket imkanı bulmu ş ve yapılan inkılaplara tepkiler artmı ştı. Bu muhalefeti önlemek, yapılan inkılapları halka benimsetmek amacıyla bazı çalı şmalar yapılmı ştır. “Kadro Dergisi” ve “Halkevleri” bunların ba şında gelmektedir. 5.1.8.1. Kadro dergisi Kadro dergisi, 1929 Ekonomik Buhranı’nın dünyayı sarstı ğı, liberal ekonomiye ait tüm de ğerlerin anlamsızla ştı ğı, fa şizm ve komünizm dı şında bir yol arama çabalarının gündeme geldi ği bir dönemde ortaya çıkmı ştır. İlk sayısı 1932’nin

223 Muhittin Gül, a.g.e., s. 303. 224 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 302-303. 225 Ahmet Mumcu, (1992). a.g.e., s. 70. 78

Ocak ayında çıkan derginin yayıncıları Şevket Süreyya Aydemir, İsmail Hüsrev Tökin, Burhan Asaf Belge, Yakup Kadri Karaosmano ğlu ve M. Şevki Yazman’dır. İlk sayıda, Türkiye’nin bir inkılap içinde oldu ğu, inkılabın irade ve menfaatinin inkılabı duyan ve yürüten şuurlu bir öncü grubun iradesinde temsil oldu ğunu, inkılabın derinle şmesinin, inkılap ahlak ve disiplinin, ileri kadronun dima ğından, genç neslin, şehir halkının ve köylünün dima ğına inmesi ve yerle şmesiyle mümkün olaca ğı ve Kadro’nun bunun için çıktı ğı belirtilmi ştir. Aydın kadro Türk inkılabının ideolojisini kendi açısından derlemek, aydınlatmak ve terkip etmek çabasına girmi ştir. 226 Kadro, devletçili ğe önem vermi ş, Türkiye’de özel sektörün zayıflı ğını vurgulayarak bu şartlar altında sermaye birikiminin özel sektör tarafından sa ğlanmasının zor oldu ğunu, zaten Avrupa’daki sermaye birikimi sürecinde de asıl sömürgelerden gelen artı de ğerin kapitalist sermaye birikiminin ana unsuru oldu ğunu, halbuki Türkiye’nin böyle bir birikim olmadı ğını vurgulamı ştır. Kadrocular kapitalist sermaye birikimine sınıflar arası e şitsizlikleri meydana çıkaraca ğı için kar şı çıkmı şlardır. Türk Devriminin öncelikli hedefinin kapitalizme özgün sınıf çatı şmalarının ortaya çıkmasını önleyici kapitalist olmayan bir geli şme stratejisini üretmek olmalıdır. Kadroya göre, öncelikle devlet, mümkün olan bütün kaynakları harekete geçirmeli, devlet yatırımlardan do ğan artı de ğeri elinde tutmalı, krediyi ba şkası de ğil kendisi kullanmalı, özel sektörün elde etti ği karların önemli bir kısmını vergi yoluyla devlete aktararak devlet yatırımlarını finanse etmek için kullanmalıdır. 227 Dergi, Ekim 1934’te çıkan Aralık-Ocak (1934-1935) tarihli 35-36 sayılı nüshasıyla yayın hayatına son vermi ştir. Demokratikle şme yönünde ciddi bir katkıda bulunmamı ş aksine merkezi otoritesi yüksek rejimlere öykünmü ştür. 228 5.1.8.2. Halkevleri Halkevlerinin ilki, 19 Şubat 1932’de Ankara’da kurulmu ştur. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın 10-18 Mayıs 1931 tarihleri arasında toplanan III. Kurultayı’nda, Türk Ocakları'nın 229 i şlevini tamamladı ğı için kapatılarak yerine, Halkevlerinin açılması kararla ştırılmı ştır. Halkevlerinin ba şlıca amaçları; Türk milletini yeni

226 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 307-308. 227 Taner Timur, a.g.e., s. 165-166. 228 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 310. 229 1911’de kurulan, Kurtulu ş sava şı sırasında çalı şmaları askıya alınan, 1922’de milli mücadelenin kazanılmasıyla yeniden canlanıp Mustafa Kemal’in de deste ğiyle yeni şubeler açan Türk Ocakları, cumhuriyetin ilanından sonra inkılapların destekçisi ve yayıcısı olmu ştur. 1927 yılında yapılan Türk Ocakları Kurultayı’nda Türk Oca ğı Yasası’nda de ğişiklik yapılarak ocak, Cumhuriyet Halk Fırkası ile ili şkilendirilmi ştir. 79

ülküler etrafında toplamak, halk arasında kültür ve dü şünce birli ğini sa ğlamak, Atatürk devrimlerinin benimsenmesini gerçekle ştirmek, cumhuriyetin kültür atılımını yapmak, kır-kent ve köylü-aydın ikili ğini ortadan kaldırmak olarak özetlenebilir. 1931-1952 yılları arasında 478 Halkevi (biri Londra'da) 4322 Halkodası açılmıştır. Cumhuriyet Halk Fırkası'nın deste ğinde örgütlenen halkevlerinin çalı şmaları, dil- edebiyat, güzel sanatlar, temsil, spor, sosyal yardım, halk dershaneleri ve kursları, kütüphane ve yayın, köycülük, tarih ve müze olmak üzere dokuz şube halinde düzenlenmi ştir. 230 5.1.9. Bursa olayı Atatürk, ezan ve kameti güzel bir üslupla, anlamlarını hiç bozmadan Türkçe’ye çevirtmi şti. A ğustos 1932’den itibaren Türkler namaz ça ğrısının anlamını bilerek ibadete gitmeye ba şlamı şlardı. Namaz ça ğrılarının Türkçe okunmaya ba şlaması, bazı gericilerin yine tepkisine yol açmı ş, 1 Şubat 1933’de Bursa’da, Ulu Camii’de namazdan çıkan halkı kı şkırtarak Hükümet Kona ğı önünde gösteri yapmışlardır. Onlara göre ezanın Türkçe okunması dinsizlikti. Olay büyük boyutlara ula şmamış, halk göstericilere katılmamıştır. Güvenlik güçleri hemen sorumluları yakalamıştır.231 Bursa’daki bu olay gericilerin güçlerini günden güne yitirdiklerini göstermektedir. 5.1.10. Wagon-Lits (yataklı vagonlar) mitingi Türkiye’de yataklı vagon tekelini devletle yaptı ğı sözle şmeyle elinde tutan Wagon-Lits şirketinin yabancı uyruklu müdürünün Türk memurlarından birine Türkçe konu ştu ğu için hakaret etmesi, Türkçeyi a şağılaması ve sonunda memuru işten çıkarması kamuoyunda büyük yankı uyandırmı ştır. Kısa sürede örgütlenen gençler, şirketin idare binasının önünde toplanmaya ba şlamı ştır. Bina önünde toplanan yı ğın -Türkiye’de Türkçe konu şulur- mealinde sloganlar atarak, ellerine geçirdikleri her şeyle binaya saldırmı şlar, kepenkleri, camları kırmı şlardır. 232 O günden sonra Türk olmayan ama Türkçe bilen vatanda şlarla, Türkiye’de sürekli ya şayan yabancılar kendilerine çeki-düzen vermi şlerdir. Bu olay Türkçe konu şulmasına yönelik “Vatanda ş Türkçe Konu ş!” kampanyasının ba şlangıcını olu şturmu ştur. 233

230 “…Halkevleri”, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=kdhalkevleri , 17.01.2005. 231 Ahmet Mumcu, (1992). a.g.e., s. 71. 232 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., 329. 233 Ahmet Mumcu, (1992). a.g.e., s. 72. 80

5.1.11. Razgrad mitingi Bulgaristan’ın Razgrad kentinde 16 Nisan 1933 gecesi büyük bölümü ö ğrenci olan Bulgar gençleri Türk mezarlı ğına saldırmı şlar, önce bekçi kulübesini yakmı şlar, sonra mezar ta şlarını kırmı şlar, mezarları açıp tahrip etmi şlerdir. Türklerin bu konudaki yakınmalarına Bulgar makamları ilgi göstermemi ştir. Bu haberin duyulması Türkiye’de büyük infialin do ğmasına sebep olmu ştur. 20 Nisan 1933’de toplanan üniversite ö ğrencileri, heyecanlı bir gösteriden sonra İstanbul’daki Bulgar mezarlı ğına çelenkler, çiçekler koyup da ğılmı şlardır. 234 Wagon-Lits ve Razgrad mitingleri ulusal bilincin geli şmeye ba şladı ğını gösteren iki önemli olaydır. 5.1.12. Atatürk’e II. suikast giri şimi Kurtulu ş Sava şı yıllarında da isyan edip ba şarılı olamadı ğı için Yunanlılara sı ğınan Çerkez Ethem, Atatürk’e kar şı suikast yapmak üzere yeti ştirdi ği be ş ki şiyi gizlice Suriye üzerinden Türkiye’ye sokmu ştu. Ekim 1935’te suikasti yapacak ki şilerden biri güvenlik kuvvetleri tarafından ele geçirilmi ş, böylece olay ö ğrenilmi ş ve daha ba şlangıçta önlenmi ştir. Olay duyulunca ülke genelinde şiddetle kınanmı ştır. İstanbul’da üniversite gençli ği 21 Ekim 1935’te büyük bir kınama mitingi düzenlemi ştir. 235 5.1.13. Kadınlara siyasal hakların verilmesi Kadının aile ve toplumda hakları 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’la yasal güvenceye kavu şturulmu ştu. Kadına verilen siyasal haklarda ilki, TBMM’de 1930’da çıkarılan Belediyeler Yasası’nın 23. ve 24. maddeleri ile belediyelerde seçme ve seçilme hakkıdır. Bunu 1933’te Köy Kanunu’nun de ğiştirilmesiyle muhtar ve ihtiyar heyetlerine seçilme hakkı takip etmi ştir. Üçüncü ve en önemli geli şme ise 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesiyle gerçekle şmi ştir. Bu geli şmeyi izleyen 1935 seçimlerinde 18 Türk kadını TBMM’ye milletvekili olarak girmi ştir. Ama bundan sonra sayı sürekli dü şmü ştür 236 5.1.14. Dersim isyanı Dersim (Tunceli) bölgesi, Osmanlı tarihi boyunca çapulculuk, e şkıyalık ve ayaklanma olaylarının merkezi olmu ştur. Bölgenin Alevi-Bekta şi inançlı Zaza grupları, çevre illerdeki sünni inançlı a şiretler ve şehir halkı ile devamlı anla şmazlık

234 Ahmet Mumcu, (1992). a.g.e., s. 72. 235 Muhittin Gül, a.g.e., s. 305. 236 Muhittin Gül, a.g.e., s. 257-258. 81

halinde olmu şlardır. Devlet, Dersim yöresi halkını, seyyid, a ğa, şeyh, reis gibi eski feodal otoritelerinden kurtarmak ve devleti ba ğlamak için bir dizi yenile ştirme, ıslahat tedbirlerine ba şvurmak zorunda kalmıştır. 1936 yılının ba şında yürürlü ğe giren 2884 sayılı Tunceli Vilayeti Kanunu önemli bir örnektir. Bu kanuna göre; Tunceli iline korgeneral rütbesinde bir vali-komutan atanacaktı. Bu kişi aynı zamanda yeni olu şacak Dördüncü Umumi Müfetti şlik görevini de yürütecekti. Vali- komutan bakanların sahip oldu ğu tüm yetkilere sahip olacak, gerekli görürse ilçe ve nahiyelerin sınırlarını de ğiştirecek, ihtiyaç duydu ğu yerlerde belediye ba şkanlı ğı görevlerini kaymakam ve bucak müdürlerine devredecek veya bu görevlere muvazzaf subayları getirecek, gerekli gördü ğü ki şileri il dı şına çıkarabilecekti. Kanunla getirilen yeni yargılama usulü, sanıklara temyiz yolunu kapatıyor ve cezaların infazında vali-komutanı yetkili kılıyordu. Kanun hükümleri “makabline şamil”di, yani kanun çıkmadan önce i şlenen suçlar için de uygulanabilecekti. Bu kanundan rahatsız olan ayrıca bölgede yatırımlar ba şlayınca, asayi ş sa ğlanmaya ba şlayınca, menfaatleri bozulan bölgedeki a şiret reisleri, isyan çıkarmak için fırsat kollamaya ba şlamışlardır. Seyyid Rıza’nın liderli ğinde karakol basma olayları ile ba şlayan isyan hareketleri gitgide geli şmiş, 1937 yılında ba şlayan isyanlar, 16 Eylül 1938’de tamamen bastırılmı ştır. 237 4.1.15. Ba şbakanın değişmesi Cumhuriyetin ilk ba şbakanı İsmet İnönü, cumhuriyetin ilanından itibaren, 21 Kasım 1924 – 2 Mart 1925 tarihleri arasında Fethi Okyar’ın ba şbakanlık dönemi dı şında 25 Ekim 1937 tarihine kadar ba şbakanlık yapmı ş, her hükümet de ğişikli ği sırasında cumhurba şkanınca bu göreve getirilmi ştir. 1937 yılında Atatürk ile İsmet İnönü arasında bazı önemli anla şmazlıklar çıkmıştır.238 Atatürk ile İnönü arasındaki anla şmazlı ğa sebep olan konulardan ilki cumhurba şkanı Atatürk’ün İnönü’nün ba şkanlı ğındaki hükümete sürekli olarak dı şarıdan müdahale e ğiliminde bulunmasıdır. Bu tür müdahale e ğilimleri, Ba şbakan İnönü’ye sorulmaksızın bazı bakanların görevden alınmalarına kadar varıyordu ve İnönü’nün de bu tür müdahalelere kar şı sert tepki gösterdi ği bilinmekteydi. İkinci sorun, dı ş politika alanındaydı. Özellikle Hatay sorununun gündemde oldu ğu bu dönemde, Hatay’a

237 Abdulhaluk Çay, (1994). Her Yönüyle Kürt Dosyası, İstanbul: Turan Kültür Vakfı Yayını, s. 420- 433. 238 Ahmet Mumcu, (1992). a.g.e., s. 75. 82

kar şı izlenmesi gereken dı ş politika, Atatürk ile İnönü arasında önemli bir anla şmazlık noktasıydı. Atatürk, kendine özgü sezgi gücü ile uluslararası ili şkiler ve politikayı de ğerlendirdi ğinde Hatay’ın Türkiye topraklarına katabilece ğine inanıyordu. Oysa bu konuda Atatürk göre daha ılımlı bir politika izlemekten yana olan İnönü, herhangi bir ileri adım atmaksızın sorunun görü şmeler yoluyla, gerekirse daha uzun bir sürede çözülmesinden yanaydı. Bu nedenle de Atatürk’ün hükümeti ele ştirdi ği biliniyordu. Üçüncü konu ise, ekonomik alanda izlenmesi gereken politikanın belirlenmesiydi. Bu alanda Atatürk ile İnönü arasında temel bir görü ş farkı vardı ve bu alanda alınan her kararda ya da uygulanması dü şünülen her projede, bu görü ş farklılı ğı, kendini açı ğa vuruyor ve çok kez önemli bir çatı şmaya neden oluyordu. 239 Sonuçta bu anla şmazlıkların da etkisiyle İsmet İnönü 25 Ekim 1937’de ba şbakanlıktan ayrılmı ş yerine uzun yıllar iktisat bakanlı ğı görevini yürüten Celal Bayar getirilmi ştir. 5.1.16. İsmet İnönü’nün cumhurba şkanı seçilmesi Atatürk'ün 10 Kasım 1938’de ölümünün ardından, 11 Kasım 1938'de İsmet İnönü'nün cumhurba şkanlı ğına getirilmesiyle Türkiye'de yeni bir dönem ba şlamı ştır. Atatürk'ün öldü ğü sıralarda İsmet İnönü'nün ba şbakanlık görevinde bulunmaması ve bir anlamda uza ğında kalmasına kar şın, İnönü'nün cumhurba şkanı seçilmesi şaşırtıcı de ğildir. Çünkü 1937 yılında ba şbakanlıktan ayrılmasına kar şın, aradan geçen sürede CHP içindeki gücünü ve a ğırlı ğını korumu ş, orduyla olan ili şkisini de devam ettirmi ştir. Sayılan nedenlerle partiye egemen olan İsmet İnönü'nün, Atatürk'ten sonra oy birli ğiyle cumhurba şkanı seçilmesi do ğal bir siyasi geli şmedir. Kaldı ki 26 Aralık 1938’de CHP’nin Ola ğanüstü Kongresi’nde Atatürk “ebedi şef” ilan edilirken İnönü de ğişmez genel ba şkanlı ğa seçilmi ş, kendisine de “milli şef” unvanı verilmi ştir. Böylelikle, o dönemde Avrupa’da hakim olan totaliter rejimlere benzeyecek bir biçimde yetkiler hem parti hem de devlet ba şkanı olan tek ki şide, Milli Şef’te toplanmı ştır. 240 İsmet İnönü, cumhurba şkanı seçilmesinden sonra yeni kabineyi kurma görevini tekrar Celal Bayar’a vermi ştir. Bayar da eski kabineden iki de ğişiklik yaparak cumhurba şkanlı ğı konusunda İnönü’nün kar şısında yer alan İçi şleri Bakanı

239 Cemil Koçak, (2002). Siyasal Tarih (1923-1950) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 157. 240 Nihal Kara-İncio ğlu, (1992). Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçi ş ve Demokrasi Sorunları , Tarih ve Demokrasi, (der.) Üniversite Ö ğretim Üyeleri Derne ği, İstanbul: Cem Yayınevi, s. 71. 83

Şükrü Kaya ve Dı şişleri Bakanı Tevfik Rü ştü Aras’ın yerine Refik Saydam ( İçi şleri) ve Rü ştü Saraço ğlu’nu (Dı şişleri) atamı ştır. Şükrü Kaya ve Tevfik Rü ştü Aras'ın bakanlıktan ayrılmak zorunda bırakılmaları ve üzerindeki baskıların arttırılması sonucu Celal Bayar da ba şbakanlıktan çekilmi ş ve yerine 25 Ocak 1939'da Refik Saydam yeni hükümeti kurmu ştur. 241 1939’un Mart ayında İstanbul Üniversitesi’ni ziyaret eden İsmet İnönü’nün burada yaptı ğı konu şma demokratikle şmenin müjdecisi olarak algılanmı ştır. İnönü bu konu şmasında, parti kadrolarında kalmak kaydıyla sınırlı bir demokrasi ve ho şgörünün i şaretlerini vermi ştir. A ğır baskı döneminde yapılan bu yumu şamaya yönelik konu şma önemli olarak de ğerlendirilmi ştir. İnönü, halkevleri ve parti örgütünü bir çe şit disiplinli siyaset e ğitimi veren kurumlar olarak nitelemi ş, halk idaresinin, milletin bünyesine ve arzusuna çok uygun oldu ğu fakat bunun anar şiye ve zora meydan vermemesi gerekti ğini belirtmi ştir. 242 İnönü’nün iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra, 2 Eylül 1939’da Hitler Almanyası’nın Polonya’yı i şgaliyle II. Dünya Sava şı ba şlamı ş ve Almanlar kısa sürede Avrupa’ya yayılmı şlardır. Sava ş do ğal olarak Türkiye’yi de etkilemi ş, ülkenin bütün dinami ği yıllarca sava şa ba ğlı kalmı ştır. Tüm ekonomik ve siyasi giri şimler, Türkiye'yi bu sava şın olumsuz etkilerinden uzak tutmak adına gerçekle ştirilmi ştir. Sava şın ne zaman sonuçlanaca ğının bilinmemesi nedeniyle çok sayıda genç askere alınmı ştır. Üretici güçlerin orduya kaydırılması tarımsal üretimde azalmaya yol açmı ş, besin maddelerinin sıkıntısı, ekmek karnelerine ve kıtlı ğa yol açmı ştır. Temel ürünlerle ilgili olarak devlet stokları geni ş tutulmu ş, bu da iç piyasada büyük darlık ya şanmasına ve ürünlerin fiyatlarının ola ğanüstü artmasına neden olmu ştur. Aynı dönemde bu dar durumdan faydalanmaya çalı şan birçok stokçu ve karaborsacı türemi ş, hükümet bunlarla olan mücadele etmeye çalı şmı ştır. 5.1.17. Milli korunma kanunu II. Dünya Sava şı’ndan dolayı ülkenin içinde bulundu ğu ekonomik sorunlara çözüm bulunması amacıyla 27 Ocak 1940’ta Milli Korunma Kanunu kabul edilmi ştir. 243 Yasa, hükümete iktisadi hayata çok geni ş bir müdahale olana ğı getirmi ştir. Üç tip müdahale söz konusudur. Birinci tip müdahaleye göre, hükümet,

241 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 351. 242 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 355-356. 243 Kanunun tam metni için bkz: http://www.hukuki.net/kanun/3780.13.text.asp#link0 , 27.01.2005. 84

sanayi ve maden kurumlarında neyin ne miktarda üretebilece ğini tespit edebilmekte ve üretim hedeflerine ula şabilmeleri için de i şletmelere gerekli programları empoze edebilmekteydi. İkinci tip müdahale dı ş ticaretin düzenlenmesi ve fiyat kontrolüyle ilgilidir. Devlet iç ve dı ş piyasaya alıcı olarak girebilmekte, ticareti, karaborsayı önleyecek yönde düzenlemek için tedbirler alabilmekteydi. Üçüncü tip müdahale ise iş hayatı ile ilgilidir. Hükümet, İş Kanunu’nun i şçilere sa ğladı ğı nispi hakları yok ederek, i ş hayatını düzenleyebilmekteydi. 244 Görüldü ğü gibi kanun hükümete ekonomiyi yeniden düzenlemek amacıyla o zamana dek görülmemi ş ölçüde geni ş yetkiler ve olanaklar vermi ştir. Devletin ekonomiye müdahale olanakları geni şlemi ş, buna kar şılık özel giri şim adeta tamamen devletin vesayeti altına girmi ştir. Milli Korunma Kanunu uygulaması, fiyatların nispeten az yükselmesine katkıda bulunmu şsa da, ekonomik sorunların, geni ş yı ğınların günlük ya şamını etkilemesini, mal yoklu ğu ve karaborsayı önleyememi ştir. 245 Bu kanun 1939-42 yılları arasında görev yapan Refik Saydam’ın ve 1942-45 yılları arasında görev yapan Rü ştü Saraço ğlu hükümetleri döneminde uygulanmış, halkın tepkisinin artmasına neden olmu ştur. 246 5.1.18. Köy enstitülerinin kurulması Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940’ta Hasan Ali Yücel’in Milli E ğitim Bakanlı ğı döneminde 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu sonra da 4274 sayılı Köy Enstitüleri ve Köy Okulları Te şkilat Kanunu’nun 247 çıkarılmasıyla kurulmu ştur. Köy Enstitüsü’nün kurulaca ğı yerler saptanırken, bu yerlerin, çevre köy okullarının açılmasına uygun olması göz önünde tutulmu ştur. Yirmi yörede açılan Köy Enstitüleri’nin ö ğretmen gereksinimini kar şılamak, etkinliklerini geli ştirici ara ştırmalar yapmak üzere 1942-43 ö ğretim yılında Hasano ğlan Yüksek Köy Enstitüsü açılmı ştır. Köy Enstitüleri’nde e ğitilenler, üretim güçlerini ve Cumhuriyet’e olan inançlarını hem köye hem de sistemin üst basamaklarına ta şıyacaklardı. Köy Enstitüsünün amacı, Köy E ğitim Sistemi için orta kademe insan gücünü yeti ştirmek ve iyi olanlarını Yüksek Köy Enstitülerine hazırlamaktı. Kısa ömürlü olmasına ra ğmen Türk e ğitim sisteminde önemli bir yeri olan Köy Enstitüleri

244 Taner Timur, a.g.e., s. 177. 245 Cemil Koçak, (2002). Siyasal Tarih (1923-1950) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 170. 246 Cemil Koçak, (1986). Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Ankara: Yurt Yayınları, s. 470. 247 Kanunun tam metni için bkz: www.idealhukuk.com/mevzuat/kanun/k68.htm , 27.01.2005. 85

1946’da girilen çok partili dönemde a ğır suçlamalara hedef olmu ş, 1950’den sonra tamamen i şlevini yitirmi ştir. 248 5.1.19. Varlık vergisi Sava ş yıllarında büyük kazançlar sa ğlayanlar da oldu ğundan gelir da ğılımının yeniden düzenlenmesi, sosyal adaletin sa ğlanması ve yüksek kazanç sahibi olanlardan vergi alınabilmesi için yeni önlemler dü şünülmü ştür. Bu çerçevede varlık vergisi, Kasım 1942-Mart 1944 tarihleri arasında bir defaya mahsus olmak üzere toplanan ola ğanüstü bir vergidir. Yürürlükteki vergi sistemi, vergi yükünü esasta ücretli kesimlere yükledi ğinden, vergilendirilmemi ş büyük gelir ve servet sahiplerini vergilendirme amacıyla acele olarak hazırlanan Varlık Vergisi Kanunu, 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM’de üzerinde herhangi bir görü şme olmaksızın oylanmı ş ve büyük bir ittifakla kabul edilerek hemen yürürlü ğe girmiştir.249 Tartı şmasız bir şekilde kabul edilen bu kanun büyük çiftçiler, belli rayiç bedeli içerisinde de ğeri olan bina sahipleri, aracı komisyoncular ve ticaret erbabına uygulanmı ş ve bu zümrelerin iktidarla arasını açmı ştır. 250 Varlık Vergisinin matrahı esas olarak sava ş sırasında gerçekle ştirildi ği kabul edilen gelirleri ve serveti içermi ş, vergi matrahları ile oranlarının tespitinde, mahalli mülkü amirler ve maliyecilerden olu şan vergi takdir komisyonları yetkili kılınmıştır. Vergilerini 30 gün içinde ödemeyenler, tutuklanabilecek, çalı şma kamplarına gönderilebilecek ve hiçbir dava hakkı tanınmaksızın mülklerine haciz konulabilecekti. Uygulamada Müslüman–Türklere ho şgörü gösterilirken, ekonomide önemli rolleri olan gayrimüslim azınlıklara katı davranılmış ve bu grubun Varlık Vergisi miktarı ola ğanüstü derecede yüksek tutulmuştur. Yüksek vergi borcunu ödemeyen gayrimüslimler, Ocak 1943'te kovu şturmaya tabi tutulmuşlar ve 1229 kadarı Erzurum ilinin A şkale ilçesindeki bir çalı şma kampına gönderilip, orada demiryolları ve karayollarında çalı ştırılmışlardır. 1944 yılının Haziran ayına kadar, planlanan Varlık Vergisi’nin %80'i toplanmı ş, Eylül ayında ise yoksul gayrimüslimlerin ço ğunun kalan vergi borçları affedilmiştir. 1944 yılının Mart ayında ise Varlık Vergisi’nin uygulanmasına son verilip ödenmemi ş tutarlardan vazgeçilmiştir. Varlık Vergisi tahakkukunun ve verginin toplam tahsilatının ço ğunlu ğu gayrimüslim azınlıklara aittir. Böylece sava ş yılları

248 Cumhuriyet Ansiklopedisi, (2003). Cilt 1, 1923-1940, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 346-347. 249 Kanunun tam metni için bkz: http://www.belgenet.com/arsiv/varlikvergisi.html , 28.01.2005. 250 Cemil Koçak, (1986). a.g.e., s. 533. 86

içinde gayrimüslim azınlık sermayesinin çok uygun ko şullarda Müslüman–Türk sermayesine aktarılması mümkün olabilmi ştir. 251 5.1.20. Toprak yasası Sava ş döneminin sonlarına do ğru en önemli yasalarından biri olan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu 11 Haziran 1945 tarihinde, kabul edilmi ştir. Bu kanun, yıllardır tartı şılmakta olan toprak reformu projelerinin olgunla şmı ş bir şeklidir. Yasa bir yandan büyük toprak sahiplerinin siyasal gücünü kırmak, bir yandan da toprak mülkiyetini tarımsal üretimi arttıracak biçimde yeniden düzenlemek topraksız olanlara ve topra ğı yetmeyenlere yeterince toprak verilmesi amacını gütmekteydi. Hedef olarak toprakların belirli ellerde toplanmaması kadar parçalanarak küçülmemesi de istenmi ştir. Devlete, belediyelere, özel idareye, köylere ait de ğerlendirilmeyen araziler öncelikle da ğıtılacaktı. Topraklar çiftçili ği zanaat edinen topraksız ya da az topraklı ailelere da ğıtılacaktı. Da ğıtılacak arazinin geni şli ği ise “Çiftçi Oca ğı” ile sınırlandırılmı ştır. Bu kavram ile çiftçilik ba ğımsız bir meslek haline getirilmi ştir. Çiftçi Ocakları’nın bölünmemesi ile tarımda ba ğımsız ailelerin bir ekonomik varlık olarak devam etmesi sa ğlanmak istenmektedir. 252 Kanun TBMM'de yo ğun tartı şmalar yaratmış, özellikle Adnan Menderes, Emin Sazak, Cavit Oral gibi ba şını büyük toprak sahiplerinin çekti ği bir grup kanun tasarısına sert muhalefet etmiştir. Muhalefetin ba şını ise Menderes çekiyordu. Ona göre Türkiye'de toprak kıtlı ğı diye bir sorun yoktu, istenirse ekilebilir topraklar Türkiye'de üç katına kadar çıkartılabilirdi. Sorun "köylünün malının ucuza gitmesi ve ihtiyacını pahalıya alması" idi. Menderes'e göre çiftçilerin en büyük ihtiyaçları gerekli araç gereçlerle donatılması, kredilerin artırılması ve tarımda bilimsel yöntemlerin kullanılmasıydı. Kanunun çıkmasından kısa bir süre sonra, 1945 A ğustos'unda, İnönü kanuna ba şından beri itiraz eden bir büyük toprak a ğası Cavit Oral'ı Tarım Bakanlı ğına getirmiştir. 1948’de ise İnönü kanun için memleketin zirai ve sosyal hayatını zedeleyecek bir şey oldu ğunu söylemi ştir. Topra ğın da ğıtımında, önceli ğin onu işleyenlere verilmesi esasını ve büyük mülklerin sınırlandırılmasını öngören

251 Cumhuriyet Ansiklopedisi, (2003). Cilt 2, 1941-1960, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 18-19. 252 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 391-392. 87

Kanun’un 17. maddesi 1950 tarihinde 5618 Sayılı Kanunla kaldırılmı ştır. Bu maddenin de ğişmesiyle kanun toprak reformu niteli ğini kaybetmi ştir. 253 5.1.21. Çok partili hayata geçi ş Sava ş yılları boyunca sava ş dı şında kalma amacına yönelik dı ş politikayı tek elden yürüten Cumhurba şkanı İnönü, tüm yetkileri elinde toplamı ş ve rejimin tekçi ve otoriter niteli ği daha da artmı ştır. Bu dönemde parlamento dı şı siyasal ya şam baskı altına alındı ğı gibi parlamento içinde de herhangi bir ço ğulculuk belirtisi görmek mümkün de ğildir. Sava ş döneminin ilginç bir özelli ği de iç politikanın dı ş politika gereklerine göre belirlenmesi olmu ştur. Örne ğin Almanya’nın üstün oldu ğu 1941-1943 döneminde ülke içinde bir ırkçı-turancı akımın geli şmesine izin verilmi ştir. 254 II. Dünya Sava şı’nın sonlarına do ğru tek parti yönetiminin baskısına kar şın, sava şı “demokrasi cephesi”nin kazanaca ğının neredeyse kesinlik kazanmasıyla “Vatan”, “Tan”, “Tasvir-i Efkar” gibi gazetelerde yönetim kar şıtı ele ştiriler yer almıştır. Yakında gelecek müttefik zaferinin, ço ğulcu demokrat rejimlerin, otoriter rejimlere üstün gelmesi anlamı ta şıdı ğını vurgulayan yorum ve yazılar yayınlamı şlardır. Ama bununla birlikte bir ay süreyle kapatılmaktan kurtulamamışlardır. Varlık vergisinin kaldırılmasının ardından, hükümetin aldı ğı ekonomik önlemler ve sonuçları uzun uzun tartı şılmı ş, yapılan ele ştirilerin çok sert olması nedeniyle Ba şbakan Saraço ğlu tarafından oylamanın açık de ğil gizli yapılması kararla ştırılmı ştı. Oylamanın gizli yapılması ve sonucunda 57 milletvekilinin red oyu vermesi alı şılmadık bir durumdu ve böyle bir muhalefete tek parti yönetiminin göz yumdu ğunun bir göstergesiydi. 255 ABD’nin San Fransisco kentinde 25 Nisan 1945’te toplanmasına karar verilen konferans Birle şmi ş Milletler Anayasası’nı onaylayacaktı. Anayasa’da örgüte katılabilmek için demokratik bir rejime sahip olunması gerekti ği yolunda hükümlerin yer alması Türkiye’yi zor durumda bırakıyordu. Kaldı ki bu dönemde Türk siyasal sistemi anti-demokratik oldu ğu gerekçesiyle ABD basınında ve kamuoyunda ele ştirilmekteydi. Bu nedenle Türkiye ancak son anda İngiltere ba şbakanı Churchill’in çabalarıyla San Fransisco’ya davet edilmi şti. İnönü ise konferansı fırsat

253 M. Asım Karaömerlio ğlu, (1998, Mart). Bir Tepeden Reform Denemesi: Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun Hikayesi, Birikim Dergisi, No: 107, s. 34. 254 Nihal Kara-İncio ğlu, a.g.e., s. 72. 255 Necdet Ekinci, (1997). Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçi şte Dı ş Etkenler, İstanbul: Toplumsal Dönü şüm Yayınları, s. 271-272. 88

bilerek ABD ve İngiltere’ye yakında Türkiye’de çok partili ya şama geçilece ği güvencesini konferansta Türkiye’yi temsil eden delegeler Feridun Cemal Erkin ve Nihat Erim vasıtasıyla göndermi şti. 19 Mayıs 1945’te Gençlik ve Spor Bayramı söylevinde ise İnönü, sava ş döneminin zorlukları, darlıkları ortadan kalktıkça, memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensiplerinin daha geni ş ölçüde hüküm sürece ğini söyleyerek San Fransisco konferansından beri basında ve halk arasında yeni bir partinin kurulaca ğı yolundaki söylentilere açıklık getirmi ş, çok partili ya şama geçilece ğinin ilk ipucunu vermi ştir. 256 5.1.21.1. Milli Kalkınma Partisi’nin kurulması Türkiye’de çok partili siyasal ya şama geçi şin ilk adımı olarak Milli Kalkınma Partisi kurulmu ştur. Kurucuları arasında i şadamı Hüseyin Avni Ula ş ve Cevat Rifat Atilhan’ın da bulundu ğu parti 7 Temmuz’da kurulu ş ba şvurusunu yapmış ve 5 Eylül 1945’te resmen faaliyete geçmiştir. Partinin İngiltere ve ABD’deki sistemlere benzer fakat Türk geleneklerine uygun bir siyaset yapaca ğı açıklanmıştır. Genel olarak milliyetçi ve liberal e ğilimi yansıtan parti, özel giri şimi, zorunlu askerli ğin kaldırılmasını seçimlerin tek dereceli ve nispi temsil sistemine göre yapılmasını, cumhurba şkanını halkın seçmesini, yasama organının iki meclisli olmasını savunmu ştur. Seçimlerde ba şarılı olmayan parti, genel kurulunu toplamadı ğından 1958’de münfesih (feshedilmi ş) sayılmı ştır. 257 5.1.21.2. Demokrat Parti’nin kurulması İsmet İnönü’nün 19 Mayıs’ta yaptı ğı konu şmadan güç alan muhalif milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan 7 Haziran 1945’te “Dörtlü Takrir” 258 olarak anılan önergeyi CHP Meclis Grubu’na vermiştir. İnönü ise “bunu parti içinde yapmasınlar, ayrı bir parti kurup mücadeleye giri şsinler” diyerek yeni bir parti kurulmasına ili şkin iste ğini dile getirmi ştir. Meclis’te çiftçiyi topraklandırma kanunun benimsenmesi ardından Dörtlü Takrir’in reddedilmesi muhaliflerin CHP ile olan ba ğlarını iyice koparmalarına yol açmıştır. 21 Eylül’de Menderes ve Köprülü partiden ihraç edilmiş bunu protesto eden Bayar milletvekilli ğinden istifa etmiştir. Daha sonra Koraltan’ın da ihracıyla 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin kurulu şuna giden süreç ba şlamı ş. Çok partili siyasal

256 Necdet Ekinci, a.g.e., s. 274-280. 257 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 72. 258 Bu önerge, Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin hayata geçirilmesi, 1924 Anayasası’nın demokratik ruhuna geri dönülmesi gerekti ğini ve Türk ulusunun demokrasi içinde ya şayacak, siyasal özgürlükleri kullanabilecek olgunlu ğa ve yetene ğe ula ştı ğını belirtiyordu. 89

ya şama olanak sa ğlayan ortamın kurulmasıyla aynı yıl içerisinde çok sayıda yeni parti birbiri ardına boy göstermeye ba şlamıştır. 9 Mart’ta Türk Sosyal Demokrat Partisi, 14 Mayıs’ta Türkiye Sosyalist Partisi, 19 Haziran’da Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi kurulmuştur.259 Ne var ki bu partiler Türk siyasal hayatında pek etkili olamamıştır. 20 Temmuz 1948’de kurulan, CHP’nin din ve laiklik anlayı şına şiddetle kar şı çıkan DP’nin bir muvazaa partisi oldu ğunu gerçek muhalefeti kendilerinin yaptı ğını ileri süren, “altı ok”un anayasadan çıkarılması ve liberal bir iktisat politikasının izlenmesi gerekti ğini dü şünen Millet Partisi kurulmuş fakat “dini esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet” oldu ğu gerekçesiyle 1954’te kapatılmıştır.260 5.1.22. Tan baskını Sol görü şü savunan çok partili özgürlükçü bir rejim yönünde etkili bir muhalefet yapan “Tan” gazetesi iktidar yanlısı yayın organlarının kı şkırtmaları ve CHP İstanbul il örgütünün çabalarıyla düzenlenen komünizm kar şıtı bir gösteride tamamen tahrip edilmiştir. “Tan Baskını” olarak tarihe geçen olaylarda, ço ğunluğunu İstanbul Üniversitesi ö ğrencilerinin olu şturdu ğu göstericiler Tan gazetesinin yanı sıra Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerini, Görü şler dergisini ve ABC Kitabevi’ni yerle bir etmişlerdir. Olaylardan sonra birçok sol yayın kapatılırken Tan gazetesinin sahibi Sabiha ve Zekeriya Sertel çifti “toplumu tahrik ederek olaylara sebebiyet verdikleri gerekçesiyle tutuklanmıştır. Yargıtay’ca beraat ettirilen Sertel çiftinin 1950’den sonra yurt dı şına gitmeleriyle Tan eski gücünü yitirmiştir.261 5.1.23. İlk çok partili seçim Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa birden çok partinin katıldı ğı genel seçim 21 Temmuz 1946’da yapılmıştır. Öncesinde 5 Haziran’da milletvekili seçim yasası de ğiştirilerek tek dereceli seçim esasına geçilmiştir. Tek parti iktidarı boyunca bütün seçimlerin iki dereceli olarak yapıldı ğı göz önünde bulundurulursa, bu çok önemli bir de ğişiklikti. 49 ilde seçime katılan Demokrat Parti’nin kalabalık seçim mitingleri CHP çevrelerinde büyük ku şku ve tedirginlik yaratmaktaydı. Bunun sonucunda muhalefete uygulanan baskı artmı ş, CHP’li memurların, DP’nin seçim kampanyasını yer yer engelledi ği, DP’nin yurtta şları iktidara kar şı isyana yöneltti ği yolundaki iddiaları basında yer almaya ba şlamıştır. Seçim sonucunda CHP mecliste

259 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 74. 260 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 132-133. 261 Cumhuriyetin 80 Yılı, (2003). İstanbul: Cumhuriyet Vakfı Yayını, s. 126. 90

395, DP 66 sandalye kazanmıştır. Seçimlere hile karı ştırıldı ğı yolundaki itirazlar dikkate alınmayıp, bu tür yayınlar yasaklanmıştır. Celal Bayar’ın seçimlerle ilgili görü şlerini aktaran “Yeni Sabah” ve “Gerçek” gazeteleri kapatılmış, aynı seçim haberlerini veren iktidar yanlısı “Tanin” gazetesi bu uygulamanın dı şında tutulmuştur.262 Sonuç itibariyle 1946 seçimleri tartı şmalı, şaibeli bir seçim olarak tarihteki yerini almı ştır. Seçimlerin ardından Recep Peker Hükümeti kurulmu ş ve hükümet ile DP arasında birbirlerini karalayıcı, gergin bir dönem ba şlamı ştır. Ülkeyi ve rejimi olumsuz etkileyen bu dönem sonucunda 1947’de cumhurba şkanı İnönü hükümet ve DP yetkilileriyle görü şmü ş ve tarihe “12 Temmuz Beyannamesi” olarak geçen beyannameyi açıklamı ştır. Beyannamede İnönü partiler üstü bir konumda oldu ğunu ve her iki partiye de e şit mesafede oldu ğunu, gelecekte iktidar partisiyle muhalefet partileri arasındaki münasebetlerin yeni esaslara dayandırılması gerekti ğini belirtmiştir. Bu görü şü ve olayları yorumlama tarzıyla İnönü, Recep Peker ve hükümetinden ayrılmı ş, muhalefetin hükümet baskısına ve taraf tutmasına kar şı yaptı ğı şikayetleri dolaylı olarak desteklemi ştir. 263 Böylece Recep Peker’in tek partili düzene dönülmesi dü şüncesi 12 Temmuz Beyannamesi ile olanaksız hale gelmi ştir. O da sa ğlık sorunlarını ileri sürerek ba şbakanlıktan istifa etmiştir. Demokrat Parti, TBMM’de azınlı ğı temsil etti ğinden ço ğunlu ğa sahip iktidardaki CHP’yi ele ştirmi ştir. Adnan Menderes 27-29 Mart 1949’daki Balıkesir DP te şkilatında yaptı ğı konu şmada partilerin hadiseleri millet önünde münaka şa ederek ço ğunlu ğu sa ğlamaları gerekti ğini, demokrasinin böyle gerçekle şece ğini ba şka türlüsünün “kulis politikası ve koridor takti ği” adını ta şıyaca ğını söylemi ştir. 264 5.1.24. Sendika kanunu 1947’de İş çi ve İş veren Sendikaları ve Sendika Birlikleri kanunu kabul edilmiştir. Bu kanunla sendika birlik ve federasyonları kurulması, aynı i şkolunda birden fazla sendika kurulması, i şçilerin birden fazla sendikaya üye olması, i şçi ve işverenlerin i ş ihtilaflarında hakem kurullarına ve di ğer mercilere 2/3 ço ğunlukla ba şvurabilmesi mümkün olmaktaydı. Sendikaların siyasetle u ğra şmaları, siyasi partiyle ili şki kurmaları yasaktı, grev ve toplu sözle şme hakkı bulunmazken yasa,

262 Necdet Ekinci, a.g.e., s. 325-327. 263 Kemal H. Karpat, (1996). Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul: Afa Yayınları, s. 164-166. 264 Kemal H. Karpat, a.g.e., s. 262. 91

sözde örgütlenme özgürlü ğünü tanımakta fakat i şçilerin temel haklarını yasaklamaktaydı. 265 Bu yasa temelinde birbiri ardına kurulan sendikalar; merkezden, örgütlü bir şekilde hareket etme ihtiyacını do ğurmu ş ve 1952’de Türk-İş (Türkiye İş çi Sendikaları Konfederasyonu) kurulmu ştur. 5.1.25. 1950 Seçimleri DP’nin seçim yasasıyla ilgili ele ştirilerinin sonunda 16 Şubat 1950’de yeni seçim yasası kabul edilmiştir. Yasada, seçimlerin gizli oy, açık sayım ve ço ğunluk sistemine göre yapılması, seçimlerde yargı güvencesinin sa ğlanması, sandıklarda gözlemci bulundurulabilmesi, üyeleri yargıçlardan olu şan Yüksek Seçim Kurulu adı ile bir denetleme kurulunun olu şturulması ve bürokratların bulundukları seçim bölgesindeki seçim kurullarına seçilemeyecekleri gibi önemli konular yer almı ştır. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlerde DP oyların %53,3’ünü, CHP %39,9’unu alırken, seçim yasası tartı şmalarında nispi temsil sistemini savunan DP, ço ğunluk yöntemi sayesinde 408, CHP ise 69 sandalye kazanmıştır. Millet Partisi ise %3,1’lik oy oranıyla 1 sandalye almış, 9 sandalye de ba ğımsızlara gitmiştir. TBMM, 22 Mayıs 1950 tarihinde Celal Bayar'ı Cumhurba şkanlı ğı'na seçmiştir. DP Programına uygun olarak, Cumhurba şkanı Bayar da, DP Genel Ba şkanlı ğı'ndan istifa ederek, yeni görevine ba şlamış, Demokrat Parti Genel Ba şkanlı ğı'na ise Adnan Menderes getirilmiştir. Meclis Ba şkanlı ğı'na Refik Koraltan seçilirken, hükümeti kurma görevi de Adnan Menderes'e verilmiştir. Menderes, 22 Mayıs 1950 tarihinde kabinesini açıklamış ve hükümet programını, 29 Mayıs 1950 tarihinde, TBMM'ye sunmuştur. Menderes Hükümeti'nin programı, Meclis'ten, 282 DP'li milletvekilinin oyu ile güven almıştır. Bu oylamaya; 126 DP milletvekilinin yanı sıra, CHP'liler de katılmamıştır. 266 Böylelikle, Türk Siyasi Tarihi'nde, 27 yıl süren CHP iktidarı, kansız ve darbesiz şekilde, demokratik bir yöntemle de ğişmiş ve DP'nin on yıl sürecek olan iktidar dönemi ba şlamı ştır. 5.2. Demokrat Parti Dönemi (1950-1960) 14 Mayıs 1950 seçimlerinde halkın ço ğunlu ğunun oyunu alarak iktidar olan Demokrat Parti dönemini seçim dönemlerini esas alarak üç bölümde incelemek mümkündür.

265 Tevfik Çavdar, (1999). a.g.e., s. 404. 266 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 164-165. 92

5.2.1. 1950-1954 Dönemi İki partili bir yapıdan olu şan TBMM’de iktidarı ele geçiren DP'nin milletvekili sayısı, seçim sisteminin de yarattı ğı bir sonuç olarak, muhalefete dü şen CHP'nin milletvekili sayısının yakla şık altı katı kadardı. İktidar ile ana muhalefet partisinin güç dengeleri arasındaki bu e şitsizlik nedeniyle, 1950-54 dönemi, adeta bir tek partili demokrasi görünümündeydi. Ba şbakan Adnan Menderes, kabinesi güvenoyu aldıktan kısa bir süre sonra, hükümete kar şı askeri darbe yapılaca ğı yolunda bir ihbar yapılmı ş ve bu geli şme üzerine hükümet, ba şta Genelkurmay Ba şkanı Orgeneral Abdurrahman Nafiz Gürman olmak üzere, aralarında bir çok general ve amiralin de bulundu ğu subayı emekliye ayırmı ştır. Bürokratik kadrolarda da önemli de ğişikliklere giderek ilk aşamada dokuz ilin valisini ve bir çok memurun yerini de ğiştirmi ştir. Muhalefet tarafından şiddetle ele ştirilen bu geli şmeler, bürokratlar arasında da önemli huzursuzluklara yol açmı ştır. Askeri ve bürokratik kademelerde bu de ğişiklikler yaşanırken, hükümet 16 Haziran 1950 tarihinde Türk Ceza Yasası’nda yaptı ğı de ğişiklikle Arapça ezan okunmasını serbest bırakmıştır. 14 Temmuz 1950 tarihinde çıkarılan bir af yasasıyla da daha önceki iktidar tarafından af kapsamı dı şında bırakılan ünlü şair Nazım Hikmet Ran ba şta olmak üzere, çok sayıda tutuklu serbest bırakılmıştır.267 3 Eylül 1950’deki belediye seçimlerinde de büyük ba şarı kazanan Demokrat Parti, Atatürk'ün manevi ki şili ğine yöneltilen saldırıları önlemek amacıyla, “Atatürk Aleyhinde İş lenen Suçlar Hakkındaki Yasa”yı, 25 Temmuz 1951 tarihinde meclisten geçirmi ştir. Türkiye Komünist Partisi’ne yönelik Ankara, İstanbul ve İzmir’de 2 yıl süren geni ş çaplı bir operasyon yapılmı ş, yüzlerce partili gözaltına alınmı ştır. 268 Ayrıca bu dönem içinde iktidar, Bakanlar Kurulu kararıyla Kore'ye asker göndermi ş ve öz Türkçeye çevrilen Anayasa dili eski haline getirilmi ş, ardından muhalefete kar şı daha sert önlemler alma yoluna giderek, 8 A ğustos 1951 tarihinde Türk Devrimi içinde önemli bir yeri olan ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir nevi organı rolünü oynayan Halkevleri’ni kapatarak mallarına el koymu ştur. Köy Enstitülerinin ö ğrencilerine kazandırdı ğı akılcı ve analitik tutumun köylüleri de etkileyerek onları sosyalist görü şlere do ğru götürece ğinden ve köylerin kötü sosyal ve ekonomik durumları kar şısında bu görü şlerin de sınıf mücadelesi do ğuraca ğından

267 Cem Ero ğul (1990). Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara: İmge Kitabevi, s. 56-57. 268 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 156-158. 93

korkulmu ş, Hasano ğlan ve Hamidiye Köy Enstitüleri’nde cereyan eden iki komünizm propagandası olayını esas tutarak enstitülerin ders programının ehliyetli öğretmen yeti ştirmeye yeterli olmadı ğı gibi tehlikeli ideolojilere yer verdi ği ileri sürülerek Köy Enstitüleri de 27 Ocak 1954 tarihinde Köy Ö ğretmen Okulları ile birle ştirilerek ortadan kaldırılmı ştır. 269 1953 yılında ise, DP iktidarı ile muhalefet arasındaki gerginlik giderek artmı ştır. Bu geli şmenin en önemli nedenlerinden birisi, hükümetin 8 Temmuz'da Millet Partisi'ni, "dini esasa dayanan ve gayesini saklayan bir cemiyet” oldu ğu gerekçesiyle kapatma kararı almasıdır. Bu durum, CHP'nin büyük tepki göstermesine neden olmu ştur. CHP tarafından yayınlanan bir bildiri ile bir partinin yargı kararı olmaksızın kapatılması ele ştirilmi ştir. Bu bildiriye kar şı büyük tepki gösteren DP Grubu ise, CHP'yi gerici bir partiye destek olmakla suçlamı ş ve CHP'nin bütün mal varlıklarına el konulmasını öngören bir yasayı, 9 Aralık 1953 tarihinde TBMM'ye sunmu ştur. Mecliste yapılan tartı şmalar sonucunda 341 oy ile kabul edilen ve 6195 sayılı yasa olarak bilinen bu yasa ile ana muhalefet partisi CHP, 1954 genel seçimleri öncesinde, mali bakımdan adeta felç edilmekteydi. Bu yasa ile genel merkez binası ve Ulus Gazetesi dahil hemen her türlü mal varlı ğına el konulmu ştu. 270 1954 seçimleri öncesinde kabul edilen yasayla basın üzerinde sıkı bir denetim kurulmu ş, devletin siyasi veya mali itibarını sarsacak nitelikte yalan haber halinde bir seneden üç seneye kadar hapis ve a ğır para cezası konmu ş, suçlanan gazeteciye iddiasını ispat etme hakkı da verilmemi ştir. Bu durum bazı DP milletvekillerini bile isyan ettirmi ştir. 19 DP milletvekilinin 271 “ispat hakkı” u ğruna verdikleri sava ş Menderes tarafından alay konusu yapılarak sonuçsuz kalınca bunlar da DP’den ayrılıp 1955 sonunda Hürriyet Partisi’ni kurmu şlardır. 272 5.2.2. 1954-1957 Dönemi 1954 seçimlerinden önce Malatya’da seçim kampanyasını ba şlatan İnönü rejim konusunda isteklerini bildirmi ştir. Ona göre en ba şta hükümete kar şı bir güven eksikli ği söz konusuydu ve partizanca idare kaldırılmalıydı. Ayrıca Anayasa de ğişikliklerinin yapılmasını, Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasını, yargıç güvencesi

269 Kemal H. Karpat, a.g.e., s. 303-304. 270 Tevfik Çavdar, (2000). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1950-1995, Ankara: İmge Kitabevi, s. 48-49. 271 Bu 19 milletvekilinin içinde Turan Güne ş, Ekrem Alican, Fevzi Lütfi Karaosmano ğlu, Ekrem Hayri Üstünda ğ gibi isimler vardı. 272 Sina Ak şin, (2002). Siyasal Tarih (1950-1960) , Ed. Sina Ak şin, a.g.e., s. 216. 94

ve basın hürriyetinin yasal yolla sa ğlanmasını istemi ştir. 273 1954 seçimine DP ve CHP’nin dı şında Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ve Köylü Partisi’dir (KP). CMP, 1953 yılında kapatılan Millet Partisi’nin (MP) yerine kurulan partidir. MP, 1948’de DP’den ayrılanlar tarafından kurulmu ştu. Kurulu şundan altı yıl sonra, 1954’te kapatılınca, Osman Bölükba şı aynı yıl partiyi CMP olarak tekrar kurmu ştur. Bu parti daha sonra, 1958’de, 1952’de kurulan Türkiye Köylü Partisi ile birle şip Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CMKP) adını almı ştır. 274 2 Mayıs 1954’te yapılan seçimin sonucunda DP % 57,6 oy oranıyla 503, CHP, % 35,4 oy oranıyla 31, CMP, % 4,9 oy oranıyla 5, ba ğımsızlar da % 1,5 oy oranıyla 2 milletvekili çıkarmı ştır. 275 Seçimlerden sonra CHP, 1950-54 arasının hırçın, kavgacı tutumunu bırakmasına ra ğmen iktidar bu tutumunu devam ettirmi şti. Toker, DP biraz iyi niyetli olabilseydi, demokratik rejimin 27 Mayıs 1960 sarsıntısına u ğramayaca ğı görü şündedir. Fakat ona göre DP’nin basireti ba ğlanmı ştı ve özelli ği alaturka kurnazlık olan bir ilkel anlayı şın idaresi altına girmi şti. 276 Seçim sonuçlarına göre iktidarını perçinleyen Demokrat Parti’nin ilk uygulamalarında biri, DP'ye oy vermedi ği gerekçesiyle Kır şehir ilini ilçe durumuna indirerek, Nev şehir'e ba ğlaması olmu ştur. 277 Malatya da Malatya ve Adıyaman olarak ikiye ayrılmı ştır. Bu yasanın ardından DP iktidarı, seçim yasasında da iktidar lehine kullanılabilecek bazı de ğişiklikler yaparak, muhalefet partilerinin radyodan yararlanabilmeleri engelleniyordu. Bununla da yetinmeyen iktidar partisi, Yargıtay, Danı ştay, Sayı ştay ve üniversite ö ğretim üyelerinin 60 ya ş ve 25 yıllık hizmetini tamamlamı ş olanlarının zorunlu emekliye sevk edilmesini öngören yasayla, herhangi bir resmi kurulu şta görevli bir memurun çalı şma süresine bakılmaksızın i şten atılabilmesi ama altı ay maa şının bir kısmının kendisine ödenmesini öngören yasayı kabul etmi şti. 278 Muhalefet, bu anti-demokratik yasaları protesto etmiştir. Basına ispat hakkının verilmesinden yana 19 milletvekilinin kurdu ğu Hürriyet Partisi, DP’den ayrılanların da katılmasıyla 35 milletvekiline ula şmı ş ve ana muhalefet partisi durumuna

273 Metin Toker, (1991). DP’nin Altın Yılları 1950-1954, Ankara: Bilgi Yayınları, s. 285-286. 274 Ali E şref Turan, (2004). Türkiye’de Seçmen Davranı şı Önceki Kırılmalar ve 2002 Seçimi, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 34. 275 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 248. 276 Metin Toker, (1991). DP Yoku ş A şağı 1954-1957, Ankara: Bilgi Yayınları, s. 73-74. 277 Kır şehir Temmuz 1957’de yeniden il yapılmı ştır. 278 Cem Ero ğul, (1990). a.g.e. s. 102-103. 95

gelmi ştir. 6 Eylül 1957’de DP'den ayrılarak, muhalefeti destekleyen Fuat Köprülü de, eski partisini temel ilkelerinden ayrıldı ğı gerekçesiyle, şiddetle ele ştirmeye ba şlamı ş ve demokrasiye inanan herkesin iktidara kar şı i şbirli ğine girmesi gerekti ğini söylemi şti. Ne var ki o günlerde, Fuat Köprülü'nün destekledi ği Hürriyet Partisi, 1957 seçimlerinden umdu ğunu bulamayıp sadece 4 milletvekili çıkarmı ş ve 24 Kasım 1958’de CHP’ye katılmı ştır. Kıbrıs sorununun tartı şıldı ğı bir sırada, Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atılması sonrasında, 6-7 Eylül’de İstanbul, İzmir ve Ankara'da meydana gelen ve Türk Tarihi'nde 6-7 Eylül olayları olarak bilinen olaylardır. Bu olaylardan en şiddetlisinin İstanbul'da oldu ğu ve özellikle müslüman olmayan Türk yurtta şlarına yönelik geli şti ği, önemli ölçüde maddi zarara neden oldu ğu anla şılmı ş ve bu yurtta şların maddi zararları daha sonra hükümet tarafından kendilerine ödenmiştir. 279 Bu yıl içinde hükümet hakkında ortaya atılan bazı yolsuzluk ve Bakan istifaları da Menderes'i çok zor duruma dü şürmü ş ve 29 Kasım 1955 tarihinde toplanan DP Grubu, kabinenin istifasında ısrar edince, Ba şbakan dı şındaki bütün kabine üyeleri istifa etmek zorunda kalmı şlardır. Menderes bu toplantıda, “Sayın milletvekilleri, siz Grup olarak her şeye kadirsiniz, isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz!” demi ştir. 280 Yeni kabine güvenoyu aldıktan sonra, önce Basın Yasası'nda de ğişiklikler yapılarak, basına kısıtlamalar ve basın suçlularına a ğır cezalar getirilmi ştir. DP iktidarı, Toplantı ve Gösteri Yürüyü şleri Yasası'nda da önemli kısıtlamalar yaparak, bu suçların cezalarını da arttırmı ştır. Ayrıca siyasal partilerin, seçim propaganda devresi dı şında açık hava toplantıları yapmaları yasaklanmı ş, suç sayılan toplantıların da ğıtılması için hedef gözetmeksizin ate ş açılabilece ği kabul edilmi ştir. 1956 Temmuzu’nun sonunda CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in Karadeniz turunda partililerin yaptıkları toplantılar sürekli engellenmi ş; Gülek, Rize’de bazı dükkan sahiplerinin sıra ile elini sıktı ğı için bir gösteri yürüyü şü yaratmakla suçlanıp altı ay hapse mahkum edilmi ştir. 3 A ğustos’ta Halk Partililerin İnönü’nün şerefine verecekleri ziyafet yasaklanmı ş, 7 A ğustos’ta CMP’nin Giresun Kongresi’nde Bölükba şı’yı alkı şladıkları için 15 delege karakola götürülmü ş, aynı gün Hürriyet Partisi il ba şkanlarının Ankara’da yapacakları toplantı yasaklanmı ş, üstelik toplantı için Ankara’ya gelmi ş olan il ba şkanlarının Anıtkabir’e çelenk

279 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 52-54. 280 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 272. 96

koymalarına ve parti ba şkanının evinde verdi ği ziyafete katılmalarına Ankara valisi engel olmu ş, 16 Eylül’de Kır şehir’i ziyaret eden Bölükba şı’yı kar şılamaya gelen halk coplarla da ğıtılmı ştır. 281 Bu geli şmeler, iktidar-muhalefet arasında büyük gerginliklerin do ğmasına yol açmı ştır. Muhalefet (CHP-MP-HP), bu baskı yasalarına kar şı, bir i şbirli ği cephesi kurmaya çalı şmı şsa da, bu giri şim ba şarısızlıkla sonuçlanmış, bu ba şarısızlıkta, iktidarın seçim yasasında yaptı ğı de ğişikli ğin önemli etkisi olmu ştur. Seçim yasasındaki de ğişiklikte güdülen amaç, muhalefetin güç birli ğini imkansız kılacak hükümler getirmekti. 13 Eylül 1957’de kabul edilen yeni seçim kanunu ile partiler bütün seçim çevrelerinde tam aday listesi yapmaya mecbur tutulmu ş, bir partilinin di ğer bir parti tarafından aday gösterilmesi yasaklanmı ş, ayrıca Köprülü’yü hedef tutan bir de ğişiklikle, bir partiden altı ay önce istifa etmi ş bir ki şinin ba şka bir partiden aday olmasına izin verilmemi ştir. 1957 seçimlerinde muhalefetin i şbirli ği yapması biraz kendi aralarındaki uzla şmazlıktan, biraz da iktidarın seçim yasasında koydu ğu engeller yüzünden gerçekle ştirilememi ştir. Bu nedenle, 27 Ekim 1957 seçimlerine her parti ayrı katılmı ştır. 282 5.2.3. 1957-1960 Dönemi 1957 genel seçimi sonuçlarına göre; DP, 1954 yılına göre % 10 oy kaybıyla, 424 milletvekili; aynı yıla oranla oylarını % 6 artıran CHP de, 178 milletvekili kazanmı ştır. Bu seçimlerde; Hürriyet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi ve bağımsızlar da 4'er milletvekili çıkarmı ştır. 283 Seçimler olaylı geçmi ştir. Gaziantep’te önce CHP’nin kazandı ğı bildirilmi ş, daha sonra DP’nin bin oy farkla kazandı ğı bildirilince ço ğunlu ğunu CHP’lilerin olu şturdu ğu kalabalıklar gösteriler yapmı şlar, askeri uçaklar alçak uçarak göstericileri da ğıtmaya çalı şmı ş, bu olayların sebebi olarak görülen ba şta CHP adayları Cemil Sait Barlas ve Ali İhsan Gö ğüş olmak üzere birçok ki şi tutuklanmı ş ancak aylar sonra serbest kalmı şlardır. 284 DP’nin muhalif fikirlerin meclis kürsüsünde bile söylenmesine tahammül edememesi neticesinde; 27 Aralık 1957’de, bakanların sözlü sorulara isterlerse kamu çıkarı gerekçesiyle cevap vermeyebileceklerini, kürsüde konu şulan sözlerden be ğenilmeyenlerin tutanaklardan çıkarılabilmesini, meclis ba şkanının bir milletvekilini meclisten çıkarma hakkını 3’ten 12 oturuma yükseltilmesini içeren

281 Cem Ero ğul, (1990). a.g.e., s. 122. 282 Cem Ero ğul, (1990). a.g.e., s. 125. 283 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 312. 284 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 75. 97

meclisin yeni içtüzü ğü kabul edilmi ştir. Bundan kısa bir süre sonra hükümet isyan kı şkırtıcılı ğı yaptıkları gerekçesiyle 16 Ocak 1958’de dokuz subayın tutuklandı ğını açıklamı ştır. DP’nin iktidara gelmesinden sonra bazı subaylar ordu içinde gizli bir örgüt olu şturmu şlar, İstanbul grubunda bulunan bazı subaylar da kendilerine katılması için Kurmay Binba şı Samet Ku şçu’yla ili şkiye geçmi şler, Ku şçu örgütü ihbar etmesine ra ğmen iddiasını kanıtlayacak yeterli kanıt gösterememi ştir. İki yıl hapse mahkum edilip ordudan çıkarılmı ş, di ğer sekiz subay ise beraat etmi ştir. 285 14 Temmuz 1958’de Ba ğdat’ta patlayan askeri ihtilal sonunda krallık tasfiye edilmi şti. Ba şta kral olmak üzere iktidar kadrosunun önemli adamları öldürülmü şlerdi. Bu olay, son zamanlarda kral ve çevresiyle yakınla şan Menderes’i derinden etkilemi ş, tedirgin etmi ş, ihtilal yanlıları için de bir örnek te şkil etmi ştir. Zaten muhalefetin güç birli ğine kar şılık partiye katılımları artırma amacıyla Vatan Cephesi’ni kuran ve siyasal gerilimi iyice yükselten DP ile CHP arasında o günden sonra “ihtilal” sözü DP ile CHP arasında polemik unsuru olmaya ba şlamı ştır. 286 30 Nisan 1959'da Uşak'ta u ğranılan saldırıda muhalefet lideri İnönü ba şından yaralanmı ş, bu durum bütün yurtta tepkiyle kar şılanmı ştır. Bu olayı, DP'lilerce çıkarılan Turgutlu, Akhisar, İzmir ve İstanbul'da çıkan öteki olaylar izlemi ştir. 11 Eylül 1959 tarihinde ise; Çanakkale'ye ba ğlı Ezine ilçesinin Geyikli buca ğında CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, DP'lilerin saldırısına u ğramı ştır. 2 Nisan 1960 tarihinde ise; CHP Kayseri İl Kongresi'ne katılmak amacıyla buraya gelen İnönü'nün bindi ği tren, valinin emriyle durdurulmu ştur. Zorlukla yoluna devam eden İnönü Kayseri’de elli bin ki şi tarafından kar şılanmı ştır. 1957-60 döneminde çok sık rastlanan bu ve benzeri olaylar, muhalefetin siyasi faaliyetlerini büyük ölçüde aksatmı ş, bu durum; iktidar-muhalefet arasında ya şanan gerginli ğin artmasına neden olmu ştur. İktidar olayların artmasında sorumlu olarak gördü ğü CHP'nin siyasi etkinliklerini ara ştırmak adı altında, 12 Nisan 1960 tarihinde, on be ş DP'li milletvekilinin bulundu ğu bir “Tahkikat (Soru şturma) Komisyonu” kurmu ştur. 27 Nisan 1960 tarihinde, Tahkikat Komisyonu'nun görev ve yetkilerini belirleyen yasa DP'li milletvekillerinin oyları ile TBMM'de kabul edilmi ştir. Anayasa’ya ve güçler ayrılı ğına aykırı olan bu yasa ile Tahkikat Komisyonu'na ola ğanüstü yetkiler verilmi ştir. Bu komisyonların, yargı yetkisinin

285 Şevket Süreyya Aydemir, (2000). İhtilalin Mantı ğı ve 27 Mayıs İhtilali, Ankara: Remzi Kitabevi, s. 262-263. 286 Şevket Süreyya Aydemir, (2000). Menderes’in Dramı, Ankara: Remzi Kitabevi, s. 271. 98

yanı sıra; yayın yasa ğı uygulama, yayınları toplatma, matbaaları kapatma, belgelere el koyabilme yetkisi olacaktı. Komisyonun koyaca ğı yasaklara uymayanlar, devlet memurları da dahil, a ğır şekilde cezalandırılacaklardı. 28-29 Nisan'da Ankara'da çıkan olaylarda, ö ğrenciler “Menderes istifa...!”, “Diktatörlük kahrolsun...!” gibi sloganlar atarak, Ba şbakanı istifaya ça ğırmışlar, 5 Mayıs günü yine Ankara-Kızılay Meydanı'nda düzenlenen ve 555-K287 parolasıyla anılan gösteri ise, barda ğı ta şıran son damla olmu ştur. Olay sırasında oradan geçmekte olan Ba şbakan Menderes'in de sıkıntılı anlar ya şadı ğı gösteri, uzun süre devam etmi ş ve ertesi günü bu olayların foto ğraflarını yayınlayan DP yanlısı Zafer Gazetesi dahil bir çok gazete kapatılmı ştır. Bu gösterileri, 14 Mayıs'ta aralarında subayların da bulundu ğu on bin ki şilik ba şka bir gösteri izlemi ştir.288 Bütün bu geli şmelerin neticesinde beklenen son gerçekle şmi ş, 27 Mayıs 1960 sabahı ordu yönetime el koymu ştur. Darbeyi Milli Birlik Komitesi adına 38 genç subaydan olu şan bir cunta yapmı ştır. Komitenin ba şkanı Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel’dir. Demokrat Parti ve TBMM kapatılmı ş, cumhurba şkanı, hükümet üyeleri, DP’li milletvekilleri ve birçok DP’li tutuklanmı ştır. Yassıada’da yakla şık bir yıl süren davanın sonucunda çe şitli cezaların yanında 15 idam kararı çıkmı ş, Adnan Menderes, Fatin Rü ştü Zorlu ve Hasan Polatkan dı şındaki idam mahkumlarının cezası müebbet hapse çevrilmi ştir. İdam cezaları 16-17 Eylül 1961 tarihlerinde İmralı Adası’nda infaz edilmi ştir. Böylece 10 yıllık Demokrat Parti iktidarı sona ermi ş, Türkiye’de bir dönem kapanmı ş, yeni bir dönem ba şlamı ştır. 5.3. Hürriyetçi Anayasa Dönemi (1960-1980) Darbeden sonra Milli Birlik Komitesi (MBK) 1924 Anayasası’nın bazı hükümlerinin kaldırılması ve bazı hükümlerinin de ğiştirilmesi hakkında geçici bir yasa yayımlayarak 27 Mayıs harekatını anayasal bir temele oturtmu ştur. Buna göre, 1924 Anayasası genel çizgileriyle korunmu ş ve Anayasa’da şu de ğişiklikler yapılmı ştır: -Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yerini, Milli Birlik Komitesi almı ştır. Milli Birlik Komitesi’nin görü şmeleri kapalı oturum biçiminde yapılacak ve tutanakları yayımlanmayacaktır. MBK’ye üyeler harf sırasına göre ba şkanlık edecektir. –Devlet Ba şkanlı ğı görevini Milli Birlik Komitesi Ba şkanı yürütecektir. - Milli Birlik Komitesi, yürütme yetkisini, Devlet Ba şkanınca atanan ve Komitece

287 Açılımı “5.inci ayın 5’inde saat 5’te Kızılay’da” şeklindedir. 288 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 78-84. 99

uygun görülen Bakanlar Kurulu eliyle kullanacaktır. Milli Birlik Komitesi bakanları denetleyebilecek ve gerekti ğinde görevden uzakla ştırabilecektir. –Dü şürülen cumhurba şkanı, ba şbakan ve bakanları, eski iktidar milletvekillerini yargılamak üzere, bir de Yüksek Adalet Divanı kurulacaktır. 289 İktidarı ele geçiren MBK, bazı tasfiye eylemlerinde bulunmu ştur. Bunlardan ilki 3 A ğustos 1960’ta hükümet tarafından orduda yirmi be ş fiili yılını dolduran aralarında -darbeye sessiz kalan ama pek sıcak da bakmayan- Genelkurmay Ba şkanı Orgeneral Ragıp Gümü şpala’nın da oldu ğu 235 general ve amiral ile 5000’e yakın subayın re’sen emekli edilmesidir. Emekli İnkılap Subayları (EM İNSU) adı verilen ki şilerin ordu bünyesinden çıkarılmalarıyla MBK’nin silahlı kuvvetler üzerindeki otoritesi artırılmı ştır. Tasfiye eylemlerinden ikincisi, 27 Ekim 1960’ta tembel, yeteneksiz ve reform dü şmanı oldukları gerekçesiyle 147 üniversite ö ğretim üyesinin üniversiteden uzakla ştırılmasıdır. Bu; tartı şma ve tepkilere yol açmı ş, üniversite rektörleri Turhan Feyzio ğlu, Sıddık Sami Onar, Fikret Narter ve Suut Kemal Yetkin bu durumu protesto ederek istifa etmi şlerdir. Üniversite ö ğrencileri de 29 Ekim törenlerini ve dersleri boykot edip üniversitedeki tasfiyeyi kınamı şlardır. Görevlerine son verilen ö ğretim üyeleri sivil yönetime geçildikten sonra, Mart 1962’de çıkarılan bir yasayla görevlerine dönmü şlerdir. 1960’ın sonbaharında ise MBK içinde ciddi anla şmazlıklar ba ş göstermi ştir. MBK içindeki bir grup, Kurucu Meclis’in faaliyete geçmesini ve mümkün olan en kısa süre içinde yapılacak seçimlerden sonra iktidarın sivillere devredilmesini savunurken, bir ba şka grup buna kar şı çıkmı ş, sivil yönetime geçi ş için acele edilmemesini ve ancak birçok alanda köklü reformlar yapıldıktan sonra seçime gidilmesini istemi ştir. 290 İktidarın bir an önce sivillere devredilmesinden yana olanlar 13 Kasım 1960’ta askeri yönetimi sürdürmekten yana olan 14 MBK üyesini tasfiye edip çe şitli diplomatik görevlerle yurt dı şına göndermi ştir. 291 Böylece üçüncü tasfiye eylemi gerçekle şmi ştir. 14’lerin tasfiyesinden sonra sivil yönetime geçi ş sürecine yönelik çalı şmalarına hız veren MBK, 13 Aralık 1960’ta kabul etti ği 157 sayılı yasayla Kurucu Meclis kurulması yoluna gitmi ştir. 6 Ocak 1961’de ba şlayan Kurucu Meclis’in ba şlıca amacı

289 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 122. 290 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 2, a.g.e., s. 386. 291 Yurt dı şına gönderilen 14 MBK üyesi şu isimlerden olu şmaktadır: Fazıl Akkoyunlu, Rıfat Baykal, Ahmet Er, Orhan Erkanlı, Numan Esin, Orhan Kabibay, Mustafa Kaplan, Muzaffer Karan, Münir Köseo ğlu, Muzaffer Özda ğ, İrfan Solmazer, Şefik Soyuyüce, Dündar Ta şer ve Alparslan Türke ş. 100

“demokrasi ve hukuk devleti esaslarını gerçekle ştirip teminat altına alacak olan yeni bir anayasa ile yeni seçim kanunu en kısa zamanda tamamlayarak, en geç 29 Ekim 1961 tarihinde, iktidarı yeni seçilecek TBMM’ye devretmek olarak” olarak belirlenmi ştir. Kurucu Meclis döneminde; yasama yetkisi Milli Birlik Komitesi’nden (MBK) Kurucu Meclis’e geçmi ştir. Kurucu Meclis, Milli Birlik Komitesi ile Temsilciler Meclisi’nden olu şmaktadır. Kurucu Meclis içinde MBK’nin Temsilciler Meclisi’ne göre yetkisi daha geni ştir. Bakanların atanması ve görevden alınması yetkisi yine MBK’ye aittir. Temsilciler Meclisi’nin anayasa ve seçim yasalarının hazırlanması açısından yetkisi geni ş tutulmu ştur. Temsilciler Meclisi, genel oya dayanan seçimle kurulmu ş bir meclis olmamakla birlikte, o günkü ko şullar içinde temsil niteli ği geni ş tutulan bir meclis olmu ştur. Bu mecliste, iller, siyasal partiler, barolar, basın, eski Muharipler Birli ği, esnaf kurulu şları, gençlik kurulu şları, i şçi sendikaları, sanayi ve ticaret odaları, ö ğretmen kurulu şları, tarım kurulu şları, üniversite ve yargı organları gibi çe şitli kurulu şların temsilcileri ile Devlet Ba şkanı ve Milli Birlik Komitesi’nce seçilen üyeler Temsilciler Meclisi’nde yer almı ştır. Temsilciler Meclisi’nde parti temsilcileri arasında kapatılan Demokrat Parti temsilcileri yer almamı ş, ço ğunlu ğu Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileri olu şturmu ştur. 292 5.3.1. 1961 Anayasası MBK, İstanbul Üniversitesi rektörü Sıddık Sami Onar’ın ba şkanlı ğındaki bilim kuruluna yeni bir anayasa hazırlama görevi vermiştir. Hazırlanan Anayasa Kurucu Meclis tarafından onaylandıktan sonra 9 Temmuz 1961’de halk oyuna sunulmuştur. Seçmenlerin % 81'inin katıldı ğı oylamada, yeni Anayasa % 61,5 “Evet” oyu ile kabul edilmiştir. Böylece Türk Siyasi Hayatı’nda, ilk kez bir kurucu meclis anayasa hazırlamı ş ve bu anayasa halkoyu ile kabul edilmi şti. 1961 Anayasası uzun ve ayrıntılı bir metin olarak önemli yenilikler getirmi ştir. Millet egemenli ğinin “yetkili organlar eliyle kullanılaca ğı” hükmü ile ılımlı bir kuvvetler ayrılı ğı prensibi getirilmi ştir. Yasama ve denetim yetkisi TBMM; yürütme Meclisin içinden çıkmakla birlikte ayrı bir organ olarak Cumhurba şkanı ve Bakanlar Kurulu; yargı yetkisi ise ba ğımsız mahkemelerce yerine getirilecekti. Önemli de ğişikliklerden biri de, TBMM'nin “Millet Meclisi” (450 üye) ve “Cumhuriyet Senatosu”ndan (150 üye)

292 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 123. 101

olu şan “çift meclisli” bir yapıdan kurulmasıydı.Yasaların önce mecliste görü şülüp daha sonra sevk edilmesi esastı. Ayrıca, yasaların Anayasaya aykırı olup olmadı ğını tespit etmek üzere “Anayasa Mahkemesi” kurularak, yargısal denetime a ğırlık verilmiştir. Temel hak ve özgürlükler, o güne kadar hiç bir Türk anayasasında görülmemi ş biçimde ayrıntılı olarak düzenlenmi ş, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmalarına da sınırlar konulmu ş, anayasa ayrıca devlete pek çok sosyal ödevler yüklemi ştir. 293 Ço ğunlukçu demokrasi anlayı şından ço ğulcu demokrasi anlayı şına geçilmi ştir.Yasama yürütme ve yargı ayrı ayrı anayasaya ba ğlanmı ş, anayasanın üstün oldu ğu bir siyasi düzen öngörülmü ştür. 1924’ten farklı olarak kuvvetler ayrılı ğı ilkesi benimsenmi ştir. 1924 Anayasası’nda yasama ve yürütme TBMM’nin elindeydi. Yasama TBMM, yürütme cumhurba şkanı ve bakanlar kurulu eliyle yapılmaktaydı. Yargı yetkisini elinde bulunduran mahkemeler “ba ğımsız” olarak geçmekteydi fakat bunu uygulayacak mekanizmalar anayasada yer almıyordu. 1961 Anayasası’yla tüm bunlar düzenlenmi ştir. Cumhurba şkanı ba şkanlı ğında, kanunun gösterdi ği bakanlar ile Genelkurmay ba şkanı ve kuvvet komutanlarından meydana gelen; milli güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve koordinasyonun sa ğlanmasında yardımcılık etmek ve gerekli temel görü şleri Bakanlar Kurulu’na bildirmekle görevli Milli Güvenlik Kurulu (MGK) olu şturulmu ştur. 294 5.3.2. İnönü koalisyonları (1961-1965) Darbeyle askıya alınan siyasi faaliyetler; 12 Ocak 1961’de siyasal partilerin konan sınırlar içinde kalmak ko şuluyla, tekrar faaliyete geçmelerine izin verilmesi üzerine yeniden ba şlamı ştır. 11 Şubat 1961’de Adalet Partisi, Ragıp Gümü şpala’nın ba şkanlı ğında kurulmu ş, eski DP’liler sayesinde kısa sürede örgütlenmi ştir. Aynı gün Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi, Çalı şma Partisi, Memleketçi Parti, Türkiye İş çi ve Çiftçi Partisi, Mutedil Liberal Parti, ertesi gün Yeni Türkiye Partisi kuruldu. 13 Şubat 1961’de ise Türkiye İş çi Partisi (T İP) kurulmu ştur. 15 Ekim 1961 tarihinde yapılan ve ço ğunluk sisteminin terk edilerek nispi temsil sistemine geçilen seçimlerde CHP, % 36,7 oy oranıyla 173; AP, % 34,8 oy oranıyla 158, CKMP, % 14 oy oranıyla 54; YTP, % 13,7 oy oranıyla 65 sandalye kazanmı ştır. 295 Seçim

293 “…1961 Anayasası”, http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/kb11.htm , 07.02.2005. 294 1961 Anayasası’nın tam metni için bkz: Kemal Gözler, (1999). a.g.e., s. 117-215. veya www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm , 07.02.2005. 295 Ali E şref Turan, a.g.e., s. 53-56. 102

sonrasında hükümet kurma görevi CHP’ye verilmi ş, İsmet İnönü’nün ba şbakanlı ğında CHP-AP koalisyon hükümeti kurulmu ştur. Demokrat Parti’nin mirasçısı konumundaki partilerin meclisteki gücü orduyu tedirgin etmi şti. Seçim sonuçlarından ho şnut olmayan Silahlı Kuvvetler Birli ği (SKB) yönetime el koyma e ğilimi gösterince, 23-24 Ekim gecesi parti liderleriyle yapılan toplantılar sonucunda “Çankaya Protokolü” imzalandı. Bu protokol uyarınca Yassıada mahkumlarının affedilmemesi ve Cemal Gürsel’in cumhurba şkanı seçilmesi kar şılı ğında SKB bu kararından vazgeçmi ştir. 27 Mayıs’ın amacına ula şmadı ğına inanan Albay Talat Aydemir’in önderli ğindeki bir grup subay ba şarısız bir darbe giri şiminde bulunmu ş, ayaklanmacı subaylar emekliye sevkedilmi ş ve affedilmi ştir. Ertesi yıl 20 Mayıs 1963’te Aydemir yine darbe giri şiminde bulunmu ş, darbeciler ordu birlikleriyle çatı şmaya girmi ş, bir ara Ankara Radyosu’nu ele geçirip Aydemir imzalı bildiri okumu şlardır. Kar şı harekat sonucunda isyan bastırılmı ş, İstanbul, Ankara ve İzmir’de bir ay süreyle sıkıyönetim ilan edilmi ştir. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan ise idama mahkum edilmi ştir. 296 1961 Anayasası; özgür sendika kurma, grev hakkı, toplu pazarlık ve sözle şme yapabilme olana ğını tanıyarak çalı şma ya şamı açısından önemli bir adımı gerçekle ştirmi şti. Kavel Kablo Fabrikası’ndaki grev, Anayasa’nın kabulünden sonra yapılan ilk grevdir. O tarihte Grev ve Toplu Sözle şme Yasası çıkmamı ştı. Buna ra ğmen Meden-İş Sendikası’na ba ğlı Kavel i şçileri, hakları do ğrultusunda greve gitmi şlerdir. 1963 yılında ise sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmı ştır. Sendikaların i şyeri ve i şkolu temelinde toplu pazarlık ve sonuçta toplu sözle şme yapma hakkı kabul edilirken toplu pazarlık görü şmelerinin uyu şmazlıkla sonuçlanması halinde gidilebilecek menfaat (çıkar) grevi ile işverenin toplu sözle şme hükümlerine uymaması halinde gidilebilecek ama uygulanması adeta olanaksız hale getirilen hak grevi de yasa da tanımlanmı ş di ğer yandan genel grev ve her türlü dayanı şma grevi yasaklanmı ş, i şverenlere lokavt hakkı verilmi ştir. 297 1965 yılı bütçe görü şmeleri muhalefetin ittifakı ile reddedilince Ba şbakan İnönü istifa etmi ştir. Darbeden sonraki üç İnönü hükümetinden sonra Suat Hayri Ürgüplü ba şbakanlı ğında AP-YTP-CKMP-MP koalisyonu kurulmu ştur. MP, 1962’de CKMP’den ayrılan Osman Bölükba şı ve arkada şlarının kurdu ğu Millet

296 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 211-213, 219. 297 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 132-133. 103

Partisi’dir. Süleyman Demirel’in AP genel ba şkanı, devlet bakanı ve ba şbakan yardımcısı oldu ğu bu hükümetle seçimlere gidilmi ştir. 1965 seçimlerinden önce, nispi temsil sistemine milli bakiyenin getirilmesi ve bir partinin bir ildeki milletvekili adaylarının o ildeki parti üyelerinin tümünün katılaca ğı ön seçimle belirlenmesi şeklinde, seçim sisteminde iki önemli de ğişiklik yapılmı ştır. Bu sistem, (ulusal artık sistemi) kullanılan her bir oyu de ğerlendirerek, ülke çapında bir partinin aldı ğı artık oyların sayısı belli bir düzeye eri şti ği zaman, o partiye bir milletvekilli ği sa ğlayarak, küçük partilerin güçlendirilmesine yönelikti. 10 Ekim 1965’te yapılan seçim sonucunda, Adalet Partisi; % 52,9 oy oranıyla 240 milletvekilli ği kazanarak iktidara gelmi ştir. Sol e ğilimli Türkiye İş çi Partisi’nin % 3 oy oranıyla 15 sandalye kazanması seçimlerin en dikkat çekici sonucudur. 298 5.3.3. AP iktidarından 12 mart muhtırası’na 1965 seçimleriyle iktidara gelen Adalet Partisi, mecliste ço ğunlu ğa sahip olmasına ra ğmen yetkisinin az oldu ğunu ileri sürmekteydi, örne ğin hükümet hukuksal bir gerekçe göstermeden, Anayasa’nın güvence verdi ği yüksek derecedeki memurları görevlerinden alamıyordu. Danı ştay, Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumlar iktidarı bir nevi denetleyen ço ğunlu ğun baskısını engelleyici kurumlardı. 18 Mart 1966’da Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Grubu, Ba şbakan Süleyman Demirel’le bir toplantı yapmı ş, toplantıda Cumhurba şkanı Gürsel’in hastalı ğı dolayısıyla birdenbire ortaya çıkan cumhurba şkanlı ğı sorunu, komünizmle mücadele adına yapılan tutuklamalar, giderek artan gerici faaliyetler, enflasyon, milli eğitimde yapılan tayinler görü şülmü ş, meclisin bir çıkmazda bulundu ğu ve bu konuda en büyük sorumlulu ğun iktidar partisine dü ştü ğü vurgulanmı ş, 27 Mayıs ilkelerine aykırı hareket edilmemesi gerekti ği dile getirilmi ştir. 299 Hastalanan Cumhurba şkanı Cemal Gürsel’in durumunun umutsuz oldu ğu anla şılınca, Genelkurmay Ba şkanı Orgeneral görevinden ayrılarak kontenjan senatörlü ğüne atanmı ş ve 28 Mart 1966’da cumhurba şkanı seçilmi ştir. Bu seçim ordunun baskısı sonucu gerçekle şmi ştir. 300 Ordu; tıpkı yukarıda sözü geçen kurumlar gibi kendini iktidara hissettirmekteydi.

298 Ali E şref Turan, a.g.e., s. 61-63. 299 Cumhuriyet Ansiklopedisi, (2003). Cilt 3, 1961-1980, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 136. 300 Emre Kongar, (2004). 21. Yüzyılda Türkiye, Ankara: Remzi Kitabevi, s. 166-168. 104

Bu dönemde do ğu illerinde, ilk kez kitle gösterilerinde Kürt etnik varlı ğını öne çıkaran, Türkiye İş çi Partisi’nce düzenlenen veya desteklenen “Do ğu Mitingleri” yapılmı ştır. Bunlara kar şılık Erzurum’da da “Anadolu Şahlanı ş Mitingi” düzenlenmi ştir. Yine bu dönemde tek konfederasyon konumundaki Türk-İş ’in ço ğu yöneticisi ile özellikle T İP üyesi olan sendikacılar arasında görü ş ayrılıkları ortaya çıkmaya ba şlamı ş, Pa şabahçe Şişe ve Cam Fabrikası i şçilerinin grevinde; Türk-İş ’in grevci i şçiler ve sendikaları Kristal-İş kar şı çıktı ğı halde Türkiye İş veren Sendikaları Konfederasyonu ile anla şmaya vararak grevi sona erdirmesi yo ğun tepkilere yol açmı ştır. Bu görü ş ayrılı ğı sürecinin sonunda 13 Şubat 1967’de ço ğunlukla 1961’de TİP’i kuran sendikacılar tarafından Devrimci İş çi Sendikaları Konfederasyonu kurulmu ştur. T İP İstanbul milletvekili Çetin Altan’ın dokunulmazlı ğı cumhurba şkanı ve ba şbakana hakaret etti ği gerekçesiyle kaldırılmı ştır. T İP Genel Ba şkanı Mehmet Ali Aybar, dokunulmazlıkla birlikte demokrasinin de kalkaca ğını söylerken CHP Genel Ba şkanı İnönü, Anayasa’nın sosyalizme kapalı olmadı ğını vurgulamı ştır. “E ğer bir parlamenter, Cumhurba şkanı ve ba şbakanı ele ştiremeyecekse, içeride ve dı şarıda olmanın anlamı yoktur” diyen Çetin Altan, Anayasa Mahkemesi’ne ba şvurmu ş ve dava sonucunda 2 A ğustos 1967’de dokunulmazlı ğına yeniden kavu şmu ştur. 301 1965’teki seçimden sonra TBMM’de mutlak bir ço ğunluk sa ğlayan AP, 1968’de milli bakiye sistemini yürürlükten kaldırmı ş, 1961’de uygulanan seçim çevresi barajlı nispi temsil esasını yürürlü ğe koymu ştur. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, seçim yasasında kabul edilen baraj uygulamasını Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmi ştir. Adalet Partisi, 12 Ekim 1969’da yapılan seçimleri kazanmı ş ancak oyları % 6,4 azalmı ş ve 256 milletvekilli ği kazanmı ştır. CHP’nin oyları da % 27,3’e gerilemi ş ve 143 sandalye elde etmi ştir. CHP’den kopanların Turhan Feyzio ğlu önderli ğinde kurdu ğu Güven Partisi % 6,6’lık oy oranıyla 15 milletvekili çıkarmı ş ve AP ile CHP’den sonra üçüncü parti oldu ğunu göstermi ştir. T İP’in milletvekili sayısı ise 2’ye dü şmü ştür. Bu sonuçların cesaretlendirdi ği Konya ba ğımsız milletvekili Necmettin Erbakan, Ocak 1970’te Milli Nizam Partisi’ni (MNP) kurmu ştur. Bir yıl sonra, Aralık’ta AP’den bir hizip daha ayrılmı ş ve Demokratik Parti’yi kurmu ştur. Bu arada 1965’te Cumhuriyetçi Köylü Millet

301 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 3, a.g.e., s. 162-163. 105

Partisi’ni ele geçiren ve amacı tekelci kapitalizme ve komünizme aynı derecede kar şı oldu ğunu iddia eden militan ve a şırı ulusalcı bir parti yaratarak alt ve orta sınıfın oylarını çekmek olan Alparslan Türke ş, Şubat 1969’da bu partinin adını Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak de ğiştirmi ştir. 302 Bu dönemde üniversite i şgalleri ve boykotlarla gençlik olayları patlak vermi ştir. İlk ba şta Fransa’daki ö ğrenci eylemlerinin bir taklidi gibi algılanıp pek önemsenmeyen bu boykot ve i şgaller 1971’in Mart ayına kadar artarak devam etmi ştir. En dikkat çekici eylem ise ABD Deniz Kuvvetleri’ne ba ğlı 6. Filo gemilerinin İstanbul’a geli şine yönelik protesto gösterisiydi. Kabata ş’ta eylem yapan ö ğrenciler ABD denizcilerini polisin müdahalesine ra ğmen dövüp denize atmı şlardır. ABD büyükelçisi Kommer’in ODTÜ’yü ziyaretinde arabası ta şlanmı ş ve yakılmı ştır. 16 Şubat 1969’da Taksim’de yine 6. Filo’nun ziyaretine kar şı düzenlenecek gösteride sa ğ ve sol görü şlü ö ğrenciler çatı şmı ş ve tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçen olay gerçekle şmi ştir. Bu arada köylerde de eylemler yaygınla şmı ş, toprak i şgalleri şeklinde kendini gösteren bu eylemlerin yanı sıra birçok ilçe ve ilde de üretici mitingleri yapılmı ştır. Ö ğretmenler de Türkiye Ö ğretmenler Sendikası çevresinde toplanmı şlar, devrimci bir tavır sergilemi şlerdir. Bunlara kar şılık sa ğ kesimde de MHP, komünizmle mücadele için gençleri kamplarda e ğitmi ş, bir sava şçı gibi yeti ştirmi ştir. 303 Ya şanan buna benzer geli şmeler ülkede bir kaos ortamının doğmasına neden olmu ştur. Solu seçim yasasıyla yaralayan hükümet, D İSK’in önderlik etti ği siyasal sendikacılı ğı, hükümet yanlısı Türk-İş lehine bir yasa çıkararak tahrip etmeye karar vermi şti. Bu yasaya göre belirli bir i şyerinde çalı şanların en az üçte birini temsil etmeyen sendikaların faaliyeti yasaklanıyordu. Daha önemlisi hükümet sözcülerinin bu de ğişikli ğin D İSK’in varlı ğına son vermek için kullanılaca ğını açıkça ve kamuoyu önünde ifade etmeleriydi. İş çiler 15-16 Haziran 1970’te geni ş ve daha çok kendili ğinden bir gösteriyle bu yasaya tepki göstermi şler ve bütün İstanbul-Marmara Bölgesini tam olarak felç etmeyi ba şarmı şlardır. Hükümet, düzeni ancak askeri güç kullanarak ve kentin bütün fiziksel ula şım yollarını keserek sa ğlayabilmi ştir. 304 Ocak 1971’de Türkiye’de bir karı şıklık durumu söz konusuydu. Üniversiteler i şlevlerini

302 Feroz Ahmad, (2002). Modern Türkiye’nin Olu şumu, Çev: Yavuz Alogan, İstanbul: Kaynak Yayınları, s. 172. 303 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 198-200. 304 Feroz Ahmad, a.g.e., s. 174. 106

kaybetmi şlerdi. Ö ğrenciler banka soymakta, ABD görevlilerini kaçırmakta ve Amerikan hedeflerine saldırmaktaydı, hükümeti ele ştiren üniversite profesörlerinin evleri ise bombalanmaktaydı. Fabrikalar grevdeydi ve çok fazla iş günü kaybedilmi şti. İslami hareket saldırganla şmı ştı ve bu hareketin partisi, Milli Nizam Partisi, orduyu rahatsız edecek şekilde Atatürk’ü ve Kemalizmi açıkça reddetmekteydi. 305 Nihayetinde 12 Mart 1971 günü Genelkurmay Ba şkanı Orgeneral Memduh Ta ğmaç ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyicio ğlu, Türk Silahlı Kuvvetleri adına hareket ederek Cumhurba şkanı Cevdet Sunay ile iki meclisin ba şkanlarına bir muhtıra vererek parlamento ve hükümetin anayasal görevlerini yerine getirmesini, anayasal reformları yapmasını ve bunun için partiler üstü güçlü bir hükümetin kurulmasını istemi ştir. Toplumsal geli şmeler, sınıfsal dengelerin de ğişmesi, iktidarların i şlevlerini yitirmeleri, anayasal düzen ile toplum ya şamı arasında uygunluk kurulamaması ülkeyi bu noktaya getiren nedenler arasında sayılabilir. 306 Ülkenin içinde bulundu ğu durumdan kurtulması için güçlü, güvenilir ve inandırıcı bir hükümetin i şba şına gelmesini zorunlu gören muhtıra; bu yolda adım atılmaması halinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerekli tedbirleri alaca ğını bildirmi ştir. Buna gerek kalmadan aynı gün muhtıranın anayasa ve hukuk devletiyle ba ğda şmadı ğını ifade eden Süleyman Demirel ba şbakanlıktan istifa etmi ştir. 5.3.4. 12 Mart’tan 12 eylül’e 11 yıllık bir aradan sonra demokrasi yine kesintiye u ğramı ştır. Gençlik hareketinin önderlerinden Deniz Gezmi ş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan yakalanarak idam cezasına çarptırılmı şlardır. 19 Mart 1971’de ba şbakanlı ğa atanan Kocaeli milletvekili Prof. Nihat Erim’in olu şturdu ğu hükümet, 26 Mart’ta Cumhurba şkanı Sunay tarafından onaylanmı ştır. “Teknokratlar Hükümeti” olarak anılan hükümetin üyelerinden 5’i AP’den, 3’ü CHP’den, 1’i MGP’den, 307 14’ü ise TBMM dı şından seçilmi ştir. Anla şmazlıklar sonucu Aralık’ta hükümet dü şmü ş, Nihat Erim’in ba şbakanlı ğında kurulan yeni hükümet de yine uzun ömürlü olmamı ştır. Bu arada

305 Feroz Ahmad, a.g.e., s. 175. 306 İsmail Cem, (1977). 12 Mart, Cilt II, İstanbul: Cem Yayınları s. 11-137’den Anıl Çeçen, (1994). Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara: İmge Kitabevi, s. 336. 307 1967’de kurulan Güven Partisi, 1971’de Milli Güven Partisi (MGP) adını almı ştır. MGP, 1973’te Kemal Satır’ın kurdu ğu Cumhuriyetçi Parti (CP) ile birle şerek Cumhuriyetçi Güven Partisi (CGP) adını almı ştır. 107

Milli Nizam Partisi kapatılmı ş, kısa bir süre sonra 20 Temmuz 1971’de Türkiye İş çi Partisi; partinin son kongresinde “Türkiye’nin do ğusunda Kürt halkının ya şadı ğı”na dair bir karar alınmı ş olması nedeniyle aynı sonla kar şıla şmı ştır. 308 MNP’nin kapatılmasının ardından ertesi yıl partinin devamı niteli ğinde MNP’nin Genel Sekreterli ğini yapmı ş olan Süleyman Arif Emre ba şkanlı ğında Milli Selamet Partisi (MSP) kurulmu ştur. T İP ise 1975’te tekrar kurulmu ş ama bir daha parlamentoda yer alamamı ştır. Bu dönemde 1961 Anayasası’nda da de ğişiklikler yapılmı ştır. Temel hakların kullanılmasına yeni sınırlamalar getirilmi ştir. Gözaltında tutma süresi önce 7, sonra 15 güne çıkarılmı ştır. Memurların sendikalara üye olmaları yasaklanmı ştır. Hükümete kanun gücünde kararname çıkarma yetkisi tanınmı ştır. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’nun (TRT) özerkli ği kaldırılmı ştır. Üye seçiminde hükümetin etkin oldu ğu Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kurulması öngörülmü ştür. Milli Güvenlik Kurulu, istenildi ğinde bilgi veren kurulu ş iken, tavsiyelerde bulunan bir kurulu şa dönü ştürülmü ştür. Gençlik örgütleri kapatılmı ş, siyasi toplantılar, mesleki örgütlerin ve sendikaların seminerleri yasaklanmı ştır. 309 1973 yılında görev süresi dolan cumhurba şkanı Cevdet Sunay’ın yerine Fahri Korutürk cumhurba şkanı seçilmi ştir. Yeni cumhurba şkanı Naim Talu’yu ba şbakanlı ğa getirmiş ve AP’li, CGP’li ve ba ğımsız bakanlardan olu şan seçim hükümeti kurulmu ştur. 14 Ekim 1973 genel seçimleriyle de iki yıl süren “muhtıra rejimi” sona ermi ştir. Seçim sonucunda mecliste CHP 187, AP 148, MSP 48 sandalye kazanmı ştır. Yeniden ba şlayan koalisyonlar döneminde hükümetin kurulması uzun zaman almı ştır. Cumhurba şkanı Korutürk’ün hükümet kurma görevi verdi ği Bülent Ecevit, 310 Süleyman Demirel ve Naim Talu bir sonuç elde edememi ştir. Tekrar ba şbakanlı ğa getirilen Ecevit, CHP-MSP koalisyon hükümetini ancak 25 Ocak 1974’te kurabilmi ştir. Yeni hükümetin en önemli i şlevi; Kıbrıs’ta Türk toplumuna yönelik saldırı ve eylemleri dikkate alarak ve garantörlük hakkını kullanarak 1974’ün Temmuz ve A ğustos aylarında iki askeri harekat gerçekle ştirmesidir. Rumların, Türklere yönelik saldırılarını önlemek ve Türkiye’nin güney kıyılarının güvenli ğini sa ğlamak amacındaki askeri operasyonlar sırasında

308 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 262-263. 309 Hikmet Özdemir (2002). Siyasal Tarih (1960-1980) , a.g.e., s. 265. 310 İsmet İnönü’nün genel ba şkanlıktan ve CHP’den ayrılmasının ardından 14 Mayıs 1972’de Bülent Ecevit, CHP Genel Ba şkanlı ğı’na seçilmi ştir. 108

hükümetin MSP kanadının, Ada’nın tamamının ele geçirilmesi yolunda önerilerde bulunması koalisyonu epey sarsmı ştır. Dı ş siyasetteki bu sürtü şme, iç siyasette af yasası, devlet memurluklarına yapılan atamalarla birle şmi ş ve Ecevit’in İskandinav ülkelerine yapaca ğı gezi için ba şbakanlı ğı MSP Genel Ba şkanı ve Ba şbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’a bırakmayıp CHP’li bir devlet bakanına bırakmasıyla doru ğa ula şmı ştır. Erbakan, Ecevit’in İskandinav ülkelerine yapaca ğı geziye onay vermedi ğini söyleyince; Ecevit seçimleri gidilmesi gerekti ğini söyleyerek 18 Eylül 1974’te görevinden ayrılmı ştır. 311 Ardından kurulan Sadi Irmak hükümeti güvenoyu alamamasına kar şın, yeni bir hükümet kurulamadı ğı için aylarca işba şında kalmı ştır. Mart 1975’te, sonradan “Birinci Milliyetçi Cephe” diye adlandırılan, Süleyman Demirel ba şbakanlı ğında 16 AP’li, 8 MSP’li, 4 CGP’li ve 3 MHP’li bakandan olu şan hükümet kurulmu ştur. Bu hükümet döneminde Türkiye’de şiddet olayları giderek tırmanmı ştır. Sa ğcı hükümet, olayların sebebini solcular olarak görmü ş, hatta ba şbakan Demirel, Ecevit’in komünizmi tehlike olarak görmemesini ele ştirmi ştir. İş çi sınıfı özellikle D İSK, birçok grev ve direni şin içinde bulunmu ş Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) kapatılmasından yana tavır almı şlardır. 1977’nin 1 Mayıs’ı tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçmi ştir. Taksim Meydanı’ndaki kutlamalarda D İSK Genel Ba şkanı Kemal Türkler konu şmasını bitirmek üzereyken çevredeki binalardan ate ş açılmı ş ve büyük bir panik ya şanmı ştır. Polis panzerleri kalabalı ğın üzerine yürümü ş, pani ğe kapılan kalabalık Kazancı Yoku şu’na do ğru kaçmı ş, ya şanan izdihamda 36 ki şi hayatını kaybetmi ştir. 312 5 Haziran 1977’deki genel seçimlerde CHP, 213 milletvekili çıkararak birinci parti olmu ş, AP 189, MSP 24, MHP 16 milletvekiliyle onu takip etmi ştir. CHP, tek ba şına iktidar olabilecek ço ğunlu ğa ula şamamı ş, Ecevit’in kurdu ğu hükümet güvenoyu alamamı ştır. Bunun üzerine hükümeti kurma görevi alan Demirel, “ İkinci Milliyetçi Cephe” hükümetini (AP-MSP-MHP Koalisyonu) kurmu ştur. Fakat bu hükümet de ülkedeki karı şıklı ğa çözüm bulamamı ştır. CHP’nin Aralık 1977’deki yerel seçimlerde ba şarılı olması ve hükümetin asayi ş ve ekonomik sorunlara çözüm bulamaması AP içerisinde rahatsızlık yaratmı ş, istifa eden 11 milletvekili Bülent Ecevit’le İstanbul’da Güne ş Motel’de bir araya gelmi ş ve yapılan pazarlıklar sonucu büyük ço ğunlu ğuna bakanlık sözü verilerek CHP’ye katılmaları sa ğlanmı ştır. Aralık

311 Emre Kongar, (2004). a.g.e., s. 183. 312 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 259-262. 109

ayının sonunda da cumhuriyet tarihinde bir ilk ya şanarak “ İkinci Milliyetçi Cephe” hükümeti “gensoru”yla dü şürülmü ştür. 313 Bülent Ecevit, AP’den ayrılan 11 miletvekili, ba ğımsızlar, CGP ve DP’nin (Demokratik Parti) deste ğiyle 5 Ocak 1978’de hükümeti kurmu ştur. Ülkede çözüm bekleyen pek çok sorunun yanında halk, şiddet eylemlerine kar şı önlem alınmasını, can ve mal güvenli ğinin sa ğlanmasını isterken, 1978’in ilkbaharında yine önemli olaylar ya şanmı ştı. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde bir grup ö ğrenciye saldırı düzenlenmi ş, 7 ki şi ölmü ş, 100’den fazla ki şi yaralanmı ştır. Kamuoyunda büyük bir tepkiyle kar şılanan olayı protesto eden D İSK 20 Mart’ta “Fa şizme İhtar Eylemi” düzenlemi ştir. Ardından Malatya Belediye Ba şkanı Hamit Fendo ğlu ve ailesi, Ankara’dan gelen bombalı bir paketle, Ankara savcı yardımcısı Do ğan Öz de silahlı saldırıyla öldürülmü ştür. 9 Ekim günü Ankara Bahçelievler’de 7 T İP’li ö ğrencinin kaldı ğı evi basan sa ğcılar 6 ki şiyi öldürüp 1’ini a ğır yaralamı şlardır. Ecevit Hükümeti en büyük krizi 22 Aralık 1978 günü gerçekle şen Kahramanmara ş Olayları’nda ya şamı ştır. Bir gün önce öldürülen iki ö ğretmenin cenazeleri sırasındaki olaylar, kitle katliamına örnek te şkil etmi ştir. Elleri silahlı, ta şlı ve sopalı gruplar kente hakim olmu ş, ordu da dahil güvenlik kuvvetleri duruma müdahale edememi ştir. Valilik binasını ele geçirmeye çalı şan ki şiler, bazı mahallelere baskınlar yaparak genç ya şlı demeden insanları acımasızca öldürmü şlerdir. Olaylar sonucunda 109 ki şi hayatını kaybetmi ş, 176 ki şi yaralanmı ş 500’den fazla ev ve i şyeri tahrip edilmi ştir. Bu durum halkın güvenlik kuvvetlerine ve hükümete kar şı güvenini yitirmesine yol açmı ş ve büyük kentlerdeki i şçi mahallelerinde saldırgan gruplara kar şı direni ş komitelerinin kurulmasına neden olmu ştur. Söz konusu sivil gruplar, 1980 askeri müdahalesine kadar bir tür savunma birimi görevi yapmı şlardır. 1979’un Şubat’ın da ise gazetesinden evine dönmekte olan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi arabasının içinde, silahlı saldırı sonucu öldürülmü ştür. 314 CHP’nin 14 Ekim 1979 Milletvekili Ara Seçimi’nde yenilgiye u ğraması, hükümetin istifasına neden olmu ştur. Demirel ba şbakanlı ğında AP azınlık hükümeti, 12 Eylül’deki darbeye kadar iktidarda kalmı ştır. Hükümetin en önemli icraatı “24 Ocak Kararları” olarak anılan ekonomik istikrar programıyla Türkiye ekonomisinde yeniden yapılanma dönemini ba şlatmasıdır. Böylece programın mimarı Ba şbakanlık

313 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 264. 314 Hikmet Özdemir, (2002). Siyasal Tarih (1960-1980) , a.g.e., s. 277-278. 110

Müste şarı Turgut Özal’ı da kamuoyu tanımı ştır. Uygulamaya konulan programın; olabildi ğince kısa süre içinde, bir ölçüde fiyat istikrarını sa ğlayarak ihracata yönelik bir geli şme stratejisini ba şlatmak ve bir dizi serbestle şme ve yapısal uyum önlemi yoluyla dı şa yönelik geli şmeyi sürdürülebilir hale getirmek şeklinde iki boyutu vardı. Ancak bunları ba şarabilmek için birikmi ş dengesizliklerin düzeltilmesi gerekmekteydi. Bu nedenle 1980’de fiyat ayarlamaları yapılmı ş, TL’nin ABD doları kar şısında de ğeri % 33 oranında dü şürülürken, kamu kesimi tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları önemli ölçüde artırılmı ştır. Buna ko şut olarak, izlenen gelir politikasıyla ücretler ve tarımsal gelirler önemli ölçüde dü şmü ş ve bu yolla iç talep denetim altına alınmı ştır. 315 Ekonomide bu geli şmeler ya şanırken, cumhurba şkanı Korutürk’ün görev süresinin dolması mevcut bunalımlara ek olarak yeni bir bunalımın ortaya çıkmasına yol açmı ş, siyasi partiler bir isim üzerinde uzla şamayınca cumhurba şkanını seçmek mümkün olmamı ş bu görevi Cumhuriyet Senatosu Ba şkanı İhsan Sabri Ça ğlayangil aylarca vekaleten yürütmü ştür. Bu dönemde siyasi otorite bo şlu ğu da artarak devam etmi ştir. İnsanlar sokaklarda, evlerinde, her yerde öldürülmekte, bankalara, i şyerlerine, insanların kalabalık olarak bulundu ğu kahvehane gibi yerlere bombalar atılmaktaydı. İstanbul Üniversitesi’ne gitmekte olan Prof. Cavit Orhan Tütengil otobüs dura ğında, 12 Mart’ın ba şbakanı Nihat Erim evinin çevresinde, D İSK Ba şkanı Kemal Türkler, arabasına binerken öldürülmü ştür. Çorum’da Mayıs sonunda MHP Genel Ba şkan Yardımcısı Gün Sazak’ın öldürülmesini protesto eden MHP’liler alevi ve sol görü şlülere saldırmı şlardır. Tüm kente yayılan çatı şmalar Haziran’ın ilk haftasına kadar sürmü ştür.. Temmuz ba şında “Milönü’nde camii bombalandı” söylentisiyle yeniden ba şlayan çatı şmalar sonucunda askerler kenti denetim altına almı ş ve olaylar önemli ölçüde dinmi ştir. 316 Ülke bir bataklı ğa do ğru sürüklenmekteydi, şiddet eylemleri ve cinayetlerle adeta bir iç sava ş ya şanıyordu. Bu şartlar altında ordunun müdahalesi kaçınılmaz bir hale gelmi şti. Zaten 27 Aralık 1979 tarihinde Genelkurmay Ba şkanı Orgeneral ’in Cumhurba şkanı Fahri Korutürk’e yolladı ğı ülkenin “vahim” durumu ile ilgili Türk Silahlı Kuvvetleri’nin endi şelerini ve gerekli tedbirlerin alınması iste ğini içeren “Uyarı Mektubu” darbenin bir nevi habercisi niteli ğindedir. Nitekim 12 Eylül 1980 sabahı, ordu ülkenin yönetimine bütünüyle el

315 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 3, a.g.e., s. 502-503. 316 Ali E şref Turan, a.g.e., s. 115. 111

koymu ştur. Genelkurmay Ba şkanı’nın (Org. Kenan Evren) ba şkanlı ğında, Kara (Org. ), Hava (Org. Tahsin Şahinkaya) ve Deniz (Ora. Nejat Tümer) Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’ndan (Org. Sedat Celasun) olu şan Milli Güvenlik Konseyi (MGK), TBMM’yi ve hükümeti feshetmi ş, siyasal parti faaliyetlerini yasaklamı ş, belediye meclisleriyle, il genel meclislerini feshedip belediye ba şkanlarını görevden almı ş, yeni bir hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar, yasama ve yürütme yetkilerini üstlenmi ştir. AP Genel Ba şkanı Süleyman Demirel, CHP Genel Ba şkanı Bülent Ecevit Gelibolu’da; MSP Genel Ba şkanı Necmettin Erbakan ile MHP Genel Ba şkanı Alparslan Türke ş, Foça’da askeri tesislerde gözaltında tutulmu şlardır. Darbenin ilk günlerinde ülkede tam bir gözaltına alma, toplama kampanyası ba şlamı ştır. Silahlı mücadelede bulunup bulunmadı ğına bakılmaksızın tüm gençlik örgütlerinin liderleri, üyeleri, hatta sempatizanları cezaevlerine konmu şlardır. Yargıtay’ın onayladı ğı idamlardan 50’si infaz edilmi ştir. 317 Harekatın amacı, MGK’nin 1 numaralı bildirisinde, ülke bütünlü ğünü korumak, milli birlik ve beraberli ği sa ğlamak, muhtemel bir iç sava şı ve karde ş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlı ğını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin i şlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak olarak açıklanmı ştır. 318 Aslında askeri yönetim; terörün bastırılması, iktisadi büyüme ve istikrarı yakalama, anar şinin gelmesini önleyece ği dü şünülen anayasa ve mevzuat de ğişikliklerini yapma ve eski-yeni sivil siyasetçilerle birlikte düzenlemeler yapabilme şeklinde kendine dört hedef koymu ştur. 319 12 Eylül Darbesi ile ilgili yukarıda bahsedilenlerin dı şında söylenmesi gerekenlerden biri de Tanilli’nin de dedi ği gibi Darbe’ye Amerikan emperyalizmi ve ABD’nin Türkiye için öngördü ğü model açısından bakılması gerekti ğidir. Tanilli’ye göre 12 Mart Muhtırası yarım bırakılmı ş bir giri şimdi ve ilerici, akılcı dü şünceyi, temel hak ve özgürlükleri engelleyecek yeni bir çerçeve gerekmekte, emperyalizmin çıkarları otoriter bir rejimi gerekli kılmaktaydı. 320 Kısaca 12 Eylül 1980’de müdahale eden gücün amacı 12 Mart’ta yarım kalmı ş i şi tamamlamak ve yeni bir ekonomik ve siyasi model uygulamaktı.

317 Yönetim idam cezalarının infazı konusunda ısrarcı olmu ştur. Kenan Evren o ünlü “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” sözünü 3 Ekim 1984’te Mu ş’ta yaptı ğı bir konu şmada söylemi ştir. 318 Ergun Özbudun, a.g.e., s. 49. 319 Ali E şref Turan, a.g.e., s. 120. 320 Server Tanilli, (2003). Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?, İstanbul: Adam Yayınları, s. 71-72. 112

5.4. Yasakçı Anayasa Dönemi (1980’den Günümüze) Darbeden sonra Milli Güvenlik Konseyi’nin yaptı ğı ilk icraat, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu ba şbakanlı ğında 21 Eylül 1980’de sivillerden olu şan ve yalnız kendisine kar şı sorumlu bir hükümet kurmak olmu ştur. 27 Ekim 1980’de de “Anayasa Düzeni Hakkındaki Kanun”u yayımlayarak darbeyi anayasal temele oturtmu ştur. Bu şekilde 1961 Anayasası yeni bir anayasa yapılıncaya kadar adı geçen kanunun getirdi ği istisnalar dı şında yürürlükte kalmı ştır. Bu istisnalar şunlardır: 321 Cumhurbaşkanı, millet meclisi ve cumhuriyet senatosuna ait görevler Milli Güvenlik Konseyi’nce kullanılacaktır. MGK tarafından çıkarılan bildiri, karar ve yasalara kar şı yargı yolu kapatılmı ştır. Bakanlar Kurulu kararları ile üçlü kararnamelere kar şı iptal davası açılamayacaktır. MGK tarafından çıkarılan bildiri, karar ve yasaların Anayasa ve yasalarla çatı şması durumunda MGK’nin bildiri, karar ve yasaları uygulanacaktır. MGK üyeleri, milletin kayıtsız şartsız egemenli ğine dayalı yeni bir anayasa düzeni kurulaca ğını çe şitli vesilelerle tekrarlamı şlardır. Bu amaçla MGK’nin 29 Haziran 1981 tarihinde kabul etti ği 2485 sayılı “Kurucu Meclis Hakkında Kanun”la yeni anayasanın yapılması süreci ba şlamı ştır. Bu kanuna göre Kurucu Meclis; Milli Güvenlik Konseyi ile kurulu ş, görev ve yetkileri bu kanunda belirtilen Danı şma Meclisi’nden olu şur. Görevleri ise; yeni Anayasa’yı ve Anayasa’nın halkoyuna sunulu ş kanunu hazırlamak, yürürlü ğe girecek Anayasa’nın ilkelerine uygun siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu hazırlamak, TBMM’nin kurulup fiilen göreve ba şlayıncaya kadar yasama görevlerini yerine getirmektir. Kurucu Meclis’in sivil kanadını olu şturan Danı şma Meclisi kanunda belirtilen usul ve esaslara göre her ilin tespit ve teklif etti ği adaylar arasında MGK tarafından seçilen 120 üye ile, yine MGK’nin do ğrudan do ğruya seçti ği 40 üye olmak üzere 160 üyeden olu şmaktaydı. 11 Eylül 1980 tarihinde herhangi bir siyasi partinin üyesi olmamak şarttır. MGK tarafından do ğrudan do ğruya seçilecek olanlarda yüksek öğrenim yapmı ş olma şartı aranmaz. MGK, Danı şma Meclisi’nden gelen kanun tasarı ve tekliflerini aynen veya de ğiştirerek kabul veya reddedebilir. MGK’nin kabul etti ği metin Resmi Gazete’de yayımlanarak kanunla şır. 322 Danı şma Meclisi kendi üyeleri arasından, Anayasa’yı hazırlamak üzere 15 ki şiden olu şan bir Anayasa Komisyonu seçmi ştir. Tasarının hazırlık a şamasında çok

321 Şeref Gözübüyük, a.g.e., s. 133-134. 322 Ergun Özbudun, a.g.e., s. 51-52. 113

sayıda ki şi ve kurulu ştan yazılı görü ş alınmı ştır. Hazırlanan Anayasa, Danı şma Meclisi ve ardından Milli Güvenlik Konseyi’nce kabul edilmi ştir. 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulan Anayasa % 92’ye varan “evet” oyuyla kabul edilmi ştir. Kabul edilen Anayasa’nın geçici 1. maddesi uyarınca Genelkurmay Ba şkanı, MGK Ba şkanı ve Devlet Ba şkanı Orgeneral Kenan Evren cumhurba şkanı seçilmi ştir. Bu arada yeni Anayasa’yla ilgili bu geli şmeler ya şanırken MGK, Kasım 1981’de temel amacı, o günlerin atmosferine uygun şekilde üniversiteleri tek bir yönetim altında toplamak ve disiplin altına almak olan Yüksekö ğretim Kanunu’nu kabul etmi ştir. 323 5.4.1. 1982 Anayasası 1982 Anayasası için en ba şta söylenecek şey de ğiştirilmesinin daha güç şartlara ba ğlanmı ş olmasıdır, yani katı bir anayasadır. Bunda, ya şanan siyasal sorunlara daha yasal çözümler bulmak gerekçesi etkilidir. Bütün anayasalarda oldu ğu gibi 82 Anayasası’nda da geçici hükümler vardır. Normal yönetime geçi ş için bir süreç öngörülmü ştür. Halkoylamasıyla direkt sivil hayata geçilmemi ştir. Bunun için tedricen (yava ş yava ş) bir geçi ş uygun görülmü ştür. Böylece bir müddet daha sivil hayat denetlenmi ştir. Otorite–hürriyet dengesinde otoritenin a ğırlı ğı arttırılmı ştır. Parlamento yine tek meclisli hale gelmi ştir. Devlet yapısı içinde yürütme organı güçlendirilmi ştir. Karar alma sürecinde ortaya çıkabilecek tıkanma ve kilitlenmeyi önleyebilecek ve karar alma sürecine sürat kazandıracak hükümler içermi ştir. 70’li yıllarda hükümet bunalımlarının sıkça olması ve parlamentonun bu hükümet bunalımlarıyla u ğra şması yüzünden memleket sorunlarını çözememi ştir. Bundan dolayı 1982 Anayasası’nda 45 günlük bir hükümet bunalımının ardından cumhurba şkanına meclis seçimlerini yenileyebilmesi hakkını vermi ştir. Anayasa, katılmacı demokrasiye ters bir anlayı ş benimsemi ş ve belli ölçüde depolitizasyonu amaçlamı ştır. Bu amaç Anayasa’nın; siyasi partilerin te şkilatlanması ve tüzel ki şilerle olan ili şkileri üzerine, siyasi amaçlı direni şler üzerine, dernekler ve dernek gösteri yürüyü ş ve toplantıları üzerine, kamu kurumları üzerine getirdi ği yasaklarda ve TBMM seçim döneminin 5 yıla çıkarılıp en fazla bir ara seçim yapılabilece ği hükmünde kendini göstermi ştir. 324 Böylece bu Anayasa’yla askeri yönetim sonrasının siyaset hukuku olu şturulmu ş, ordu; kendisinden sonra gelecek sivillerin siyaseti nasıl yapacaklarını belirlemi ştir.

323 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 314. 324 Ergun Özbudun, a.g.e., s. 57-66. 114

5.4.2. 1983 Seçimleri 12 Eylül öncesinde partilerin aralarında uzla şamamaları ve parti sisteminin istikrarı bozacak bir çok kutuplulu ğa do ğru kayması, askeri yönetimin tüm parti mensuplarının ve eski parlamenterlerin siyasi faaliyetlerine yasak koymasına neden olmu ştu. Milli Güvenlik Konseyi 1983 yılında seçimlerin yapılmasına karar verdi ğinde “sınırlı çok parti sistemi”ne geçmeyi planlamı ştı. Seçime katılacak partiler daha kurulma a şamasında veto yoluyla sınırlandırılmı ştı. Seçim sistemine getirilen % 10 barajı ile de küçük ve güçsüz partiler saf dı şı bırakılarak rekabetin makul sayıda parti arasında yaşanması sa ğlanmı ştı. Öte yandan partilerin illerin üçte ikisinde örgütlenmi ş olmaları, illerin yarısı kadar yerde aday göstermeleri gerekmekteydi. 325 1983 tarihindeki seçimlere kurulan birçok partiden sadece “devlet partisi” olarak anılan ordunun destekledi ği, emekli general ve büyükelçi Turgut Sunalp ba şkanlı ğındaki Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), kapatılan partilerden do ğan politik bo şlu ğu dolduran, liberal, İslamcı, milliyetçi, sosyal demokrat eğilimleri bünyesinde birle ştiren Turgut Özal ba şkanlı ğındaki Anavatan Partisi (ANAP) ve orta-sol parti i şlevi görmek üzere faaliyete geçen, Milli Güvenlik Konseyi ile her fırsatta isti şarede bulunmasından dolayı “icazetli parti” damgasını yiyen Necdet Calp ba şkanlı ğındaki Halkçı Parti (HP) katılmı ştır. Ali Fethi Esener’in ba şkanlı ğında kurulan Büyük Türkiye Partisi’ne kurulu şundan bir gün sonra aralarında İhsan Sabri Ça ğlayangil’in de bulundu ğu 143 eski parlamenter üye olunca Adalet Partisi’nin varlı ğını ve felsefesini canlandırmaya çalı ştı ğı gerekçesiyle kapatılmı ştır. 326 6 Kasım 1983 tarihinde yapılan seçimlerde ANAP, % 45,1 oy oranıyla 211 milletvekili kazanarak seçimden zaferle ayrılmı ş, onu % 30,5 oy oranıyla 117 milletvekili çıkaran HP ve % 23,3 oy oranıyla 71 milletvekili çıkaran MDP izlemi ştir. Bu tablo, seçimlerden bir gün önce yaptı ğı radyo ve TV konu şmasında “MGK’nin icraatını sürdürecek bir yönetim seçece ğinize inanıyorum” diyerek MDP’ye açıkça destek veren Kenan Evren’in çabasının sonuçsuz kaldı ğını göstermi ştir. 327

325 Ali Ya şar Sarıbay, (2001). Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, İstanbul: Alfa Yayınları, s. 64-65. 326 Ali Ya şar Sarıbay, (2001). a.g.e., s. 67-71. 327 Cumhuriyet Ansiklopedisi (2003). Cilt 4, 1981-2000, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 68-69. 115

5.4.3. ANAP dönemi Seçimlerden ANAP’ın galip ayrılması ve Turgut Özal’ın ba şbakanlı ğında hükümetin kurulmasıyla üç yıl süren askeri yönetim sona ermi ş ve sivil yönetime geçilmi ştir. Tek meclisli parlamenter düzende ço ğunlu ğa sahip Anavatan Partisi, programını gerçekle ştirecek uygun bir ortam bulmu ştur. 1984’te bir yıl önceki genel seçimlere girmesi engellenen Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), Do ğru Yol Partisi (DYP) ve Refah Partisi (RP) gibi ciddi rakiplerin de katıldı ğı yerel seçimlerde de büyük ba şarı kazanarak iktidarını me şrula ştırmı ştır. Öte yandan yeni siyasal düzenin ba şta örgütlenme özgürlü ğü olmak üzere özgürlüklere ciddi kısıtlamalar getirmesi, askeri yönetimden sonra demokrasinin yerle şmesinde ciddi engel te şkil etmi ştir. 15 Mayıs 1984’te yazar, ö ğretim üyesi ve sanatçılardan olu şan 1256 aydının imzaladı ğı “Türkiye’deki Demokratik Düzene İli şkin Gözlem ve İstekler” ba şlıklı “Aydınlar Dilekçesi” Cumhurba şkanı Kenan Evren ve TBMM Ba şkanı Necmettin Karaduman’a sunulmu ştur. Aziz Nesin öncülü ğünde hazırlanan dilekçe, 12 Eylül’den sonraki ilk toplu eylem olması bakımından kamuoyunda büyük yankı uyandırmı ştır. Ancak Ankara Sıkıyönetim Komutanlı ğı 21 Mayıs’ta dilekçeye yönelik soru şturma ba şlatarak Sıkıyönetim Kanunu’na aykırı davranmaktan 56 ki şi hakkından dava açmı ş, 1,5 yıldan fazla süren dava tüm sanıkların beraat etmesiyle sonuçlanmı ştır. 328 Özal dönemi, ordunun da istedi ği biçimde darbenin sivil bir uzantısı şeklinde geli şmi ştir. Özgürlükleri kısıtlayıcı hükümler açısından polis yasasında önemli de ğişiklikler yapmı ş ve yeni bir yasa olarak da basın üzerine önemli sınırlama ve kısıtlamalar getiren “Küçükleri Muzır Ne şriyattan Koruma Kanunu”nu çıkarmı ştır. Böylece ülkedeki sadece siyasal ya şam de ğil, aynı zamanda, basın ya şamı da yeni sınırlama ve kısıtlamalara konu edilmi ştir. 329 Bu dönemde siyasi hayat yeniden canlanmaya ba şlamı ş, Erdal İnönü’nün SODEP’i ile Necdet Calp’ten sonra genel ba şkan seçilen Aydın Güven Gürkan’ın HP’si Eylül 1985’te birle şmi ş ve Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) adını almı ştır. İki ay sonra da Bülent Ecevit’in e şi Rah şan Ecevit ba şkanlı ğında Demokratik Sol Parti (DSP) kurulmu ş, HP’den gelen dört milletvekilinin kurucular arasında yer almasıyla mecliste temsil edilme imkanı bulmu ştur.

328 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 333. 329 Emre Kongar, (2004). a.g.e., s. 221. 116

1987’de Türkiye’deki hemen hemen bütün ilgili tarafların uygun görü şü ile Türk ekonomisinin dı şa açılması, toplulu ğun güneye geni şlemesi ve tam üyeli ğin sa ğlayaca ğı faydalar da dikkate alınarak cumhuriyet tarihinin en önemli kararlarından biri alınmı ş ve Avrupa Toplulu ğu’na (AT) tam üyelik ba şvurusu yapılmı ştır. AT Komisyonu yakla şık iki yıl sonra hazırladı ğı raporda; i şsizlik, enflasyon, Türkiye ile Topluluk arasındaki kalkınma düzeyi farklılıkları, ücretlerin dü şük olması gibi nedenlerle Türkiye’nin AT’nin ekonomik ve sosyal politikalarının gereklerini yerine getirmekte sıkıntı çekece ğini belirterek Türkiye’nin tam üyelik ba şvurusunun i şleme konulmayaca ğını bildirmi ştir. 330 Aslında bu netice pek şaşırtıcı olmamı ştır. Çünkü Darbe’den sonra AT, insan hakları ve demokratikle şme konusunu gündeminden dü şürmemi şti. Özal, tam üyelik için Avrupalı olmanın, demokrat olmanın ve geli şmi ş bir liberal ekonomiye sahip olmanın yeterli oldu ğunu dü şünse de sorunların farkındaydı ve tam üyelik ba şvurusunu, AT ile ili şkilerin süreklilik kazanması ve kurumsalla şması için önemli bir araç olarak görmü ştü. 331 Tam üyelik ba şvurusundan kısa bir süre sonra ba şbakan Turgut Özal, 12 Eylül 1980 öncesinin siyasal parti lider ve yöneticileri üzerindeki siyasal yasakların kaldırılıp kaldırılmamasına ili şkin referandumun yapıldı ğı 6 Eylül 1987’de erken seçime gidilece ğini duyurmu ş bu şekilde yasakları kalkan Ecevit, Demirel, Türke ş ve Erbakan’ın seçime hazırlanmalarına fırsat vermemi ştir. Arkasından ikinci bir baskın giri şimiyle seçim yasasında de ğişiklikler hazırlamı ştır. Yasada, ço ğunluk partisini kayıran üst barajlar (kontenjan) öngörülmü ş, ayrıca ön seçim yasa ğı ve propaganda kısıtlamaları getirilmi ştir. Bunun üzerine muhalefette seçimleri boykot e ğilimi belirmi ş ancak kanun mecliste ANAP oylarıyla kabul edilmi ştir. 332 29 Kasım 1987’de yapılan seçim sonucunda Anavatan Partisi bir önceki seçime göre oy kaybetse de yine seçimden zaferle ayrılmı ş ve tek ba şına iktidar olmu ştur. SHP ikinci, DYP üçüncü parti olarak mecliste yer alan di ğer iki parti olmu şlardır. Ertesi yıl ise beklenmedik bir olay gerçekle şmi ş ve ANAP II. Büyük Kongresi’nde açılı ş konu şması yapan Turgut Özal silahlı saldırıya u ğramı ş, suikastçı Kartal Demira ğ yaralı olarak ele geçirilmi ştir. Demira ğ, yapılan sorgulamasında ısrarla tek ba şına

330 S. Rıdvan Karluk, (2005). Avrupa Birli ği ve Türkiye, İstanbul: Beta Yayınları, s. 712-716. 331 Sedat Laçiner, (2003). Özal Dönemi Türk Dı ş Politikası, 1980-2003 Türkiye’nin Dı ş, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları, Ed. Turkut Göksu, vd. Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 31. 332 Bülent Tanör, (1997). Siyasal Tarih (1980-1995) , Türkiye Tarihi 5 Bugünkü Türkiye 1980-1995, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi, s. 70. 117

hareket etti ğini söylemi ştir. 1988’in son aylarında “türban krizi” ortaya çıkmı ştır. Türbanı yüksekö ğretimde serbest bırakan yasa mecliste kabul edilmi ş fakat Cumhurba şkanı Evren tarafından veto edilmi ştir. Yasa mecliste tekrar kabul edilince Evren, Mart 1989’da Anayasa Mahkemesi’ne ba şvurarak yasanın iptalini istemi ş, mahkeme de bu yönde bir karar vermi ştir. 1989’un Ekim’inde ise Ba şbakan Özal, görev süresi dolan Kenan Evren’in yerine ANAP’lı milletvekillerinin oylarıyla cumhurba şkanı seçilmi ş, ba şbakanlı ğa da Yıldırım Akbulut’u atamı ştır. Akbulut, atandıktan bir hafta sonra ANAP Genel Ba şkanlı ğı’na seçilmi ştir. Onun ba şbakanlı ğı sırasında uyum içinde yürüyen Hükümet-Çankaya ili şkileri Haziran 1991’de Mesut Yılmaz’ın ANAP Genel Ba şkanı seçilip ba şbakan olmasının ardından hükümetin daha ki şilikli ve ba ğımsız bir politika izlemesiyle önemli ölçüde bozulmu ştur. 333 Bu arada Irak’ın Kuveyt’i i şgal etmesiyle “Körfez Krizi” ortaya çıkmı ş, Özal, ABD’nin yanında Irak’a kar şı sava şa girilmesi gerekti ğini dü şünmü ş böylelikle sava ştan sonra bölgede söz sahibi olunabilece ğini öne sürmü ştür. “Bir koyup üç almak” şeklinde özetlenen Özal’ın politikasına Genelkurmay Ba şkanı Orgeneral görevinden istifa ederek tepki göstermi ştir. Siyasal partilerin yanı sıra kimi sivil kurulu şlar, aydınlar ve sanatçılar da kriz boyunca resmi politikaları ele ştiren etkinlikler gerçekle ştirmi şler, bu etkinliklerde “sava şa hayır” sloganıyla Türkiye’nin Kriz’e bula şmaması savunulmu ştur. 334 Ülke bir yandan çok yakınında meydana gelen sıcak geli şmelerle u ğra şırken bir yandan da Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Turan Dursun gibi gazeteci ve aydınların terör saldırıları sonucu öldürülmeleriyle sarsılmı ştır. Atatürkçü ve laik olarak bilinen bu ki şiler, din kökenli terör örgütleri tarafından öldürüldükleri iddia ya da tespit edilmi ştir. 335 Ba şta PKK olmak üzere artan terör örgütü faaliyetlerine kar şı Terörle Mücadele Kanunu kabul edilmi ştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlü ğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyü ş yapılması suç kapsamına alınmı ş, Türk Ceza Kanunu’nun örgütlenme ve dü şünce suçunu düzenleyen 141. ve 142. maddeler ile dini konuları kapsayan 163. madde kaldırılmı ştır. Aslında 141 ve 142, bir ba şka kanuna yerle ştirilmi ş ama bu kanunlardan mahkum olanların mahkumiyetleri sona ermiş ya da sürmekte olan

333 Emre Kongar, (2004). a.g.e., s. 224. 334 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 4, a.g.e., s. 300-301. 335 Emre Kongar, (2004). a.g.e., s. 225. 118

davalar dü şmü ştür. Ayrıca Kürtçe konu şmayı ve şarkı söylemeyi yasaklayan kanun da kaldırılmı ştır. 336 1983’te ANAP’ın iktidar olmasıyla birlikte 24 Ocak Kararları temelinde Türkiye bir kabuk de ğiştirme sürecine girmi ştir. Karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçilmi ş, devlet 1960’tan sonra çok önemli bir rol oynadı ğı üretim alanından çekilmeye ve ülkenin altyapısı, enerji ihtiyacı, karayolu, ula ştırma şebekesi ve barajları üzerinde yo ğunla şmaya karar vermi ştir. Özel sektöre imalatta öncelikli rol verilmi ştir. Ekonomi dünya pazarına açılmı ş, korunmu ş iç pazara ve ithal ikameci sanayilere olan ba ğımlılı ğı kaldırılmı ştır. Gelir da ğılımı modeli, ço ğu yoksullu ğa itilen orta ve alt sınıflar pahasına zenginler lehine de ğiştirilmi ştir. Türkiye’de yokluk dönemi sona ermi ş ama bu sefer de yoksulluk ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmı ştır. 337 5.4.4. 1991’den Sonraki geli şmeler 1991’in Ekim ayındaki erken genel seçimlerde Do ğru Yol Partisi (DYP) tek ba şına iktidar olacak ço ğunlu ğu elde edemese de birinci parti olmu ş, ANAP ise 8 yıllık iktidarının ardından büyük bir oy kaybıyla ikinci parti olmu ştur. ANAP’ın bu yenilgisi, 1989 yerel seçimlerinde aldı ğı yenilgiden sonra pek şaşırtıcı olmamı ştır. ANAP’ı; SHP, Milliyetçi Çalı şma Partisi (MÇP) ve Islahatçı Demokrasi Partisi (IDP) ile ittifak yaparak büyük bir oy patlaması yapan Refah Partisi (RP) ve % 10 barajını kıl payı geçen DSP izleyerek meclise girmi ştir. TBMM’de en çok temsilcisi bulunan DYP, SHP ile koalisyon hükümeti kurmu ştur. Böylelikle 2002 yılına kadar sürecek olan koalisyon dönemi ba şlamı ştır. Bu dönemde 12 Eylül darbesiyle kapatılan partiler açılmı ş, Cumhuriyet Halk Partisi’nin dı şındakiler kendi do ğal uzantıları olan partilere katılmı şlardır. CHP ise varlı ğını sürdürmeye karar vermi ş, 1995 yılında SHP ile birle şmi ştir. Bu demokratik geli şmenin yanında İsmail Be şikçi, Fikret Ba şkaya, Haluk Gerger, Münir Ceylan (Petrol-İş Genel Ba şkanı) gibi dü şünür, yazar ve sendikacı cezaevine gönderilmi ş, dernek ve sendikalar üzerinde baskılar devam etmi ştir. Yine 90’lı yılların ilk yarısında Türkiye Emekçi Partisi, Türkiye Birle şik Komünist Partisi, Sosyalist Parti, Halkın Emek Partisi ve Demokrasi Partisi’nin kapatılması demokrasi açısından ya şanan olumsuzluklar arasında

336 Ali E şref Turan, a.g.e., s. 140. 337 Feroz Ahmad, a.g.e., s. 240. 119

yeralmı ştır. 338 Ayrıca U ğur Mumcu’nun öldürülmesi ve Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenli ği’ne katılan şair, yazar ve sanatçıların kaldı ğı Madımak Oteli’nin a şırı dinci gruplar tarafından ate şe verilmesi sonucu 37 aydının hayatını kaybetmesi terörist ve gerici faaliyetler olarak dikkat çekmi ştir. Bu arada Turgut Özal’ın ani ölümüyle bo şalan cumhurba şkanlı ğına Süleyman Demirel seçilmi ştir. DYP kurultayında Tansu Çiller genel ba şkanlı ğına seçilince Demirel hükümeti kurma görevini ona vermi ştir. 1991 seçimlerinde kurdu ğu ittifakla meclise giren Refah Partisi, 1994 yerel seçimlerinde aralarında İstanbul ve Ankara’nın da oldu ğu birçok ilde belediye ba şkanlıklarını elde ederek büyük bir zafer kazanmı ştır. 1995’in Mart ayında İstanbul Gaziosmanpa şa’da ço ğunlukla Alevilerin gitti ği dört kahvehane otomatik silahlarla taranmı ştır. İstanbul’un de ğişik yerlerinden gelen aleviler Gazi mahallesinde toplanıp ilgisizlikle suçladıkları, taranan kahvehanenin yakınında bulunan karakola do ğru yürüyü şe geçmi şlerdir. Polisin olayları önleyememesi üzerine bölgeye asker sevk edilmi ş, bölgede soka ğa çıkma yasa ğı konulmu ştur. TBMM, 12 Eylül’den ilk sivil kapsamlı anayasa de ğişikli ğini Temmuz 1995’te gerçekle ştirmi ştir. Dernek ve sendikaların siyaset yasa ğı kaldırılmı ş, kamu çalı şanlarına sendika kurma hakkı tanınmı ş, seçmen ve partilere üye olma ya şı 18’e indirilmi ş, milletvekillerinin parti de ğiştirme yasa ğı kaldırılmı ş ve milletvekili sayısı 550’ye çıkarılmı ştır. 339 RP’nin 1994 yerel seçimlerindeki ba şarısı 1995’in Aralık ayındaki genel seçimlerde birinci parti olaca ğının habercisi olmu ştur. Refah Partisi koalisyon hükümeti için hiçbir partiyle uzla şma sa ğlayamayınca Genel Ba şkan Necmettin Erbakan görevi cumhurba şkanına iade etmi ştir. Ardından hükümeti kurma görevi alan DYP Genel Ba şkanı Tansu Çiller, ANAP’la koalisyon hükümeti (Anayol Hükümeti) kurmu ştur. Mecliste 257 kabul oyuyla güvenoyu alan hükümetin dü şürülmesi için Refah Partisi, kabul oyunun Anayasa’nın öngördü ğü ço ğunlu ğun altında kaldı ğı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne açmı ştır. Mahkeme bu itirazı haklı bularak güven oylamasının iptaline karar vermi ştir. Kararın Resmi Gazete’de yayımlanması üzerine Ba şbakan Mesut Yılmaz hükümetin istifasını Demirel’e sunmu ştur. Ardından kurulan RP-DYP koalisyonu (Refahyol Hükümeti) döneminde, 3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında Mercedes marka otomobilin bir kamyona çarpmasıyla cumhuriyet tarihinin belki de üzerinde en çok

338 Tevfik Çavdar, (2000). a.g.e., s. 336-337. 339 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 392. 120

konu şulan skandalı ortaya çıkmı ştır. Çünkü otomobilin içinde bir hukuk devletinde birbirleriyle uzaktan yakından ili şkisi olmaması gereken ki şiler vardı. Bunlardan biri İstanbul’un eski emniyet müdürlerinden Hüseyin Kocada ğ, ikincisi otomobilden tek sa ğ çıkan DYP Şanlıurfa milletvekili Sedat Bucak, di ğeri ise 1978’de Ankara Bahçelievler’de 7 T İP’li ö ğrencinin katline ili şkin davanın sanıklarından, Uluslar arası Polis Örgütü Interpol’ün arananlar listesinde bulunan Abdullah Çatlı idi. Bu ki şilerin nasıl ve hangi amaçla bir arada bulundu ğu üzerinde en çok kafa yorulan sorulardan birisi olmu ştur. Konuyla ilgili soru şturma derinle ştikçe “derin devlet” kavramı da gözler önüne serilmeye ba şlanmı ş, kazanın ortaya çıkardı ğı ili şkilerin ve karanlıkta kalan olayların aydınlanmasını isteyenler her ak şam saat 21:00’da ı şık kapatma eylemi (Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık Eylemi) yapmı şlardır. Böylece halk olaya tepkisini koymu ş ama istenen “aydınlanma” gerçekle şmemi ştir. Refahyol hükümeti zamanında artan irticai faaliyetler; Ba şbakan Necmettin Erbakan’ın Libya gezisinde Kaddafi’nin Erbakan’ı uluslararası bir İslami örgütün lideri olarak tanıtması, Ramazan’da tarikat liderlerine Ba şbakanlık Konutu’nda iftar yeme ği verilmesi, RP’li Kayseri Büyük şehir Belediye Ba şkanı Şükrü Karatepe’nin 10 Kasım törenleri için “resmi görevim gere ği, içim kan a ğlayarak da olsa gidiyorum” demesi, Sincan Belediyesi’nin düzenledi ği İran Büyükelçisi’nin de katıldı ğı “Kudüs Gecesi”nde RP’li Belediye Ba şkanı’nın “Laiklere zorla şeriat enjekte edece ğiz” demesi ortamı gerginle ştirmi ştir. Ordu, ülkeye yönelik tehditte ilk sırayı iç tehdide vermi ş, Genelkurmay bunu medya mensuplarına anlatmak için, brifingler düzenlemi ştir. Ordu, hükümete kar şı bir demokratik kitle örgütü gibi çalı şıp RP’ye kar şı kamuoyu olu şmasına yardımcı olmu ştur. 340 Milli Güvenlik Kurulu 28 Şubat 1997 tarihindeki toplantısında hükümete irticai eylemlerle ilgili önlemler alması için 18 maddeden olu şan adeta “muhtıra” niteli ğindeki gibi kararları tavsiye etmi ştir. Kararlarda; laiklik ilkesinin hassasiyetle korunması, ilkö ğretimin kesintisiz 8 yıla çıkarılması yani imam-hatip okullarının orta kısımlarının la ğvedilmesi, Kur’an kurslarının tamamen Diyanet İş leri Ba şkanlı ğı’nın denetimine geçmesi, tarikatların faaliyetlerine son verilmesi, silahlı kuvvetlerle ili şiği kesilen personelin ba şka kamu kurum ve kurulu şlarında istihdam edilmesinin önlenmesi, silahlı kuvvetlere a şırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat

340 Ali Bayramo ğlu, (2001). 28 Şubat: Bir Müdahalenin Güncesi, İstanbul: Birey Yayınları, s.189’dan Ali E şref Turan, a.g.e., s. 163. 121

çerçevesinde alınan önlemlerin, üniversiteler ba şta olmak üzere di ğer kamu kurum ve kurulu şlarında da uygulanması, kıyafetle ilgili kanunun ödünsüz olarak uygulanması, kurban derilerinin rejim aleyhtarı örgüt ve kurulu şlar tarafından toplanmasına izin verilmemesi, silah ruhsatları konusunun yeniden gözden geçirilmesi ve özellikle pompalı tüfeklere olan talebin dikkatle de ğerlendirilmesi, özel üniforma giymi ş korumalarla bunun sorumluları hakkındaki yasal i şlemlerin ivedilikle sonuçlandırılması, ülke sorunlarının çözümünü “millet” kavramı yerine “ümmet” kavramı temelinde ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan giri şimlerin yasal ve idari yollardan önlenmesini ve Atatürk aleyhine i şlenen suçlar hakkındaki kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemesi vurgulanmı ştır. 341 Necmettin Erbakan, Haziran 1997’de ba şbakanlı ğı koalisyon orta ğı Tansu Çiller’e devretmek üzere istifa etmi ştir. Ne var ki Cumhurba şkanı Demirel görevi ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermi ştir. Mesut Yılmaz’ın ba şbakanlı ğında “Anasol-D” olarak anılan Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisi’nden olu şan koalisyon hükümeti Kasım 1998’e kadar görev yapmı ş, hükümeti dı şarıdan destekleyen CHP’nin deste ğini çekmesiyle gensoruyla dü şürülmü ştür. II. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nden sonra gensoruyla dü şürülen ikinci hükümet olmu ştur. Ocak 1999’da DSP azınlık hükümeti kurulmu ş, 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar görev yapmı ştır. 1995 seçimlerinden sonraki dönemde; gözaltına alınan Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe bir parkta ölü bulunmu ş, Genelkurmay karargahında tüm subay ve astsubayların do ğal üyesi oldu ğu, amacı irticai faaliyetleri izlemek olan “Batı Çalı şma Grubu” olu şturulmu ş, Refah Partisi laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldi ği gerekçesiyle kapatılmı ş ve Necmettin Erbakan’a be ş yıl siyaset yasa ğı getirilmi ş, İstanbul Büyük şehir Belediye Ba şkanı Recep Tayyip Erdo ğan Siirt’te yaptı ğı konu şmada okudu ğu şiirden ötürü hapis cezasına çarptırılmı ştır. Bu dönemde Türkiye Sanayici ve İş adamları Derne ği’nin (TÜS İAD) düzenledi ği panelde kamuya ve ilgililere tanıtılan “Türkiye’de Demokratikle şme Perspektifleri” ba şlıklı rapor, daha fazla demokrasi iste ğini dile getirmesi açısından önemlidir. Raporda siyasal boyutlar açısından seçim ittifaklarının serbest bırakılması, seçimlerde ulusal barajın % 5’e indirilmesi, genel ve yerel seçimlerin dört yılda bir yapılması, seçilme ya şının 25’e indirilmesi, ba şkanlık ve yarı ba şkanlık rejimleri yerine parlamenter rejimin

341 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 4, a.g.e., s. 540-541. 122

yeniden düzenlenmesi, siville şme perspektifi içinde Genelkurmay Ba şkanlı ğı’nın Milli Savunma Bakanlı ğı’na ba ğlanması ve Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasal kurum olmaktan çıkarılması gibi görü şlere yer verilmi ştir. Ayrıca dü şünce suçları, yayımın durdurulması, da ğıtımın engellenmesi, zorunlu din derslerine son verilmesi, kamu görevlilerine grev hakkı, Kürt sorununun çözümüne yardımcı olmak üzere ifade özgürlü ğü ile partile şme haklarının peki ştirilmesi, kültürel hakların geni şletilmesi gibi hususlar üzerinde durulmu ştur. Rapora milliyetçi ve radikal dinci kesimler sert tepki göstermi ştir. 342 Seçimlerin yakla ştı ğı bir dönemde bölücü terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan yakalanmı ştır. Ülkede büyük sevince yol açan haberi kamuoyuna duyuran Ba şbakan Bülent Ecevit, bunun ödülünü seçimlerde almı ştır. 18 Nisan 1999’da yapılan genel seçimlerden DSP birinci parti olarak çıkmı ş, onu MHP, Refah Partisi’nin devamı niteli ğinde kurulan Fazilet Partisi (FP), ANAP ve DYP izlemi ştir. CHP ise % 10 barajının altında kalarak meclise girememiştir. Meclis, yemin töreninin yapılaca ğı günde Merve Kavakçı’nın törene türbanlı olarak gelmesiyle bir kriz ya şamı ş, DSP’li milletvekillerinin yo ğun protestosu altında oturuma ara verilmi ştir. ABD vatanda şı oldu ğu ö ğrenilen Kavakçı bir daha meclis salonuna girmemi ş ayrıca Türkiye Cumhuriyeti vatanda şlı ğından çıkarılmı ştır. Din kökenli terör tıpkı Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun ve Muammer Aksoy’u oldu ğu gibi ö ğretim üyesi, siyaset adamı ve gazeteci Ahmet Taner Kı şlalı’yı da vah şi bir saldırı sonucu katletmi ştir. 2000 yılında cumhurba şkanlı ğı makamında bir devir-teslim töreni ya şanmı ştır. Görev süresi dolan Süleyman Demirel’in yerine Ba şbakan Ecevit’in önerisi ve koalisyon partilerinin üzerinde uzla ştı ğı bir isim olarak Anayasa Mahkemesi Ba şkanı Ahmet Necdet Sezer seçilmi ştir. Sezer’in cumhurba şkanı seçilmesinden sonra Çankaya ile hükümet arasında sıkça görülen krizlerin en büyü ğü 19 Şubat 2001’deki MGK toplantısında ya şanmı ştır. Cumhurba şkanı Sezer, yolsuzlukların üzerine yeterince gidilmedi ğiyle ilgili olarak ve konuyla ilgili Devlet Denetleme Kurulu’nun devreye girmesinden rahatsız olan Ecevit’i ele ştirerek Anayasa’yı üzerine fırlatmı ştır. Bunun üzerine Ecevit sinirli bir şekilde toplantıyı terk etmi ştir. Bu tartı şma piyasalarda deprem etkisi yaratmı ş, birkaç saat içinde

342 Cumhuriyet Ansiklopedisi, Cilt 4, a.g.e., s. 550-551. 123

Merkez Bankası’ndan 5 milyar dolar çekilmi ş, borsa çökmü ş, ülke büyük bir ekonomik krize girmi ştir. 343 Aynı yıl içinde Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın terör saldırısı sonucu öldürülmesi ve Fazilet Partisi bilinen gerekçeyle kapatılıp, yine onun devamı niteli ğindeki Saadet Partisi’nin kurulması dönemin kayda de ğer geli şmeleridir. Hükümetin görev süresi içerisinde yaptı ğı en önemli icraat A ğustos 2002’de çıkarılan Avrupa Birli ği (AB) uyum yasaları olmu ştur. Koalisyon orta ğı MHP’nin red oyuna ra ğmen sava ş halleri dı şında idam cezası kaldırılmı ş, Kürtçe de dahil olmak üzere anadilde ö ğrenim ve yayın serbest bırakılmı ştır. Ayrıca azınlık vakıflarına gayrimenkul edinme ve kendi ta şınmazları üzerinde tasarrufta bulunma hakkı tanınmı ştır. 344 Bir yıl önce kapatılan Fazilet Partisi kadrolarında bölünme ya şanmı ş, “gelenekçi” kanadı olu şturan grup Recai Kutan ba şkanlı ğında Saadet Partisi’ni (SP) kurmu ştur. “Yenilikçi” kanadı olu şturan Recep Tayyip Erdo ğan ve Abdullah Gül’ün ba şını çekti ği grup ise Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) kurmu ştur. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin önerisiyle 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan erken genel seçimlerde parti, büyük bir ba şarı sa ğlayarak tek ba şına iktidar olmu ştur. CHP ikinci parti olmu ş, DSP, ANAP, MHP, DYP gibi partiler barajı a şamayıp meclise girememi şlerdir. Partinin asıl lideri Recep Tayyip Erdo ğan’ın siyasi yasa ğı kalkana kadar ba şbakanlık görevini Abdullah Gül yürütmü ştür. Çiçe ği burnunda AK Parti hükümeti göreve geldikten sonra kendini bir anda 12-13 Aralık 2002’de AB Kopenhag Zirvesi’nde tam üyelik yolunda müzakere tarihi alma mücadelesi içinde bulmu ştur. AB Konseyi özellikle Katılım Ortaklı ğı Belgesi’nde belirtilen birçok öncelikli alanı kapsayan yasa paketleriyle gerçekle ştirilen uygulamalara yönelik önlemler olmak üzere Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini kar şılama yönünde attı ğı adımları memnuniyetle kar şılamı ştır. Fakat sonuç itibariyle müzakere tarihi verilmemi ştir. 345 Türkiye, 1959’da ba şladı ğı AB yolculu ğunda en somut neticeyi 16-17 Aralık 2004 tarihlerinde Brüksel’de gerçekle ştirilen AB Zirvesi’nde elde etmi ş, Zirve’den 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere ba şlanması kararı çıkmı ştır. 346

343 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 422. 344 Cumhuriyetin 80 Yılı, a.g.e., s. 427. 345 S. Rıdvan Karluk, a.g.e., s. 957. 346 S. Rıdvan Karluk, a.g.e., s. 982. 124

AK Parti hükümetiyle; 1991’de ba şlayan koalisyonlar dönemi sona ermi ş, ülke siyasi ve ekonomik olarak nispeten istikrarlı bir döneme girmiştir. ALTINCI BÖLÜM

DÖNEMLER İN DE ĞERLEND İRMES İ VE DEMOKRAS İ

KURAMLARI AÇISINDAN İNCELENMES İ

6.1. Cumhuriyet Halk Partisi Dönemi Cumhuriyet Halk Partisi Dönemi, 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara geli şi arasındaki zaman dilimini kapsamaktadır. Fakat dönemin ba şlangıcı, “ulusun ba ğımsızlı ğını yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır” kararının da alındı ğı bir ihtilal beyannamesi niteli ğindeki 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi’ne götürülebilece ği gibi, ulusal direni şlerin birle ştirildi ği ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin kadrosuna temel te şkil eden Anadolu ve Rumeli Müdaafa-i Hukuk Cemiyeti’nin olu şturuldu ğu 4-11 Eylül 1919 tarihlerinde toplanan Sivas Kongresi’ne de götürülebilir. Bununla birlikte daha somut bir geli şme olarak, milli iradenin millet adına tek temsilcisinin TBMM oldu ğunun belirtildi ği ve bir nevi ba şkansız bir cumhuriyet kuran 20 Ocak 1921 Anayasası’nın bu dönemin ba şlangıcı olarak kabul edilmesi de pek yanlı ş olmaz. Zira Cumhuriyetin ilanından sonra ülkeyi yöneten kadro ile cumhuriyetin ilanından önce ulusal kurtulu ş mücadelesini yapan ve yöneten kadro aynıdır. Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte yeni kurulan devletin rejimi resmiyet ve kesinlik kazanmı ştır. Böylece hukuk sistemi ve devlet anlayı şı açısından Osmanlı dönemi ile kesin bir kopu ş gerçekle ştirilerek ulus-devlet olu şturulmu ştur. Ku şkusuz altı yüzyılı a şkın bir süre tek bir hanedan tarafından yönetilen ve yönetimin babadan o ğula veya hanedanın bir erkek üyesine geçti ği bir ülke için bu yeni geli şme hiç de alı şık olunan bir durum de ğildi. Kaldı ki tam ba ğımsızlık konusunda görü ş birli ği içinde olan meclis üyelerinin içinde bile yönetim şekli konusunda farklı dü şünenler söz konusu idi. 1921 Anayasası'nda saltanat ve hilafet konusuna hiç de ğinilmezken milli irade ve millet egemenli ğinden bahsedilmi ş, hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait oldu ğu vurgulanmı ştı. 1922’de saltanatın 1924’te de hilafetin kaldırılmasıyla milli iradenin önündeki engeller tek tek ve deyim yerindeyse alı ştıra alı ştıra ortadan kaldırılmı ştır. Cumhuriyetin ilanından sonra kabul edilen 1924 Anayasası’nın dayandı ğı temeller, 1921 Anayasası’nın temelleriyle örtü şmektedir. Temel farklı nokta, yürütme ve yasama güçlerinin ayrılı ğının kabulü 126

olmu ştur. 1921 Anayasası’nın takipçisi olarak yasama yetkisi ile yürütme erkinin Büyük Millet Meclisi’nde belirece ği ve bu Meclis’te toplanaca ğı ifade edilmi ştir. Ancak, Meclis yasama yetkisini do ğrudan do ğruya kullanmakla birlikte, yürütme yetkisini kendi seçti ği Cumhurba şkanı ve atayaca ğı Bakanlar Kurulu eliyle kullanaca ğı belirtilmi ştir. Daha sonra Anayasa’dan devletin dininin İslam oldu ğu ibaresi çıkarılmı ş, 1937’ye kadar da Anayasa’da çe şitli de ğişiklikler yapılarak süreç “laiklik” ilkesinin Anayasa’ya girmesiyle sonuçlanmı ştır. Bu şekilde Osmanlı Devleti’nin teokratik yapısından, laik ulus-devlete kademe kademe geçiş sa ğlanmı ştır. Ekonomik ve toplumsal haklardan hiç söz etmeyen Anayasa, klasik hakları ve özgürlükleri; yasa önünde e şitlik, ki şi dokunulmazlı ğı, vicdan, düşünme, söz, yayım, yolculuk, akit, çalı şma, mülk edinme, malını ve hakkını kullanma, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma hakları ve özgürlükleri şeklinde Osmanlı Kanun-u Esasi’sinde oldu ğu gibi, kısa bir maddeyle sıralamı ştır. Anayasa siyasi partilerin sözünü bile etmemekle beraber tek partilili ği resmi bir doktrin haline getiren hükümlere de sahip de ğildir. İlk çok partili hayat denemesi 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla gerçekle şmi ş fakat parti devrim kar şıtlarının toplandı ğı bir yer halini almasından dolayı kapatılmı ş ve bu ilk deneme ba şarısızlıkla sonuçlanmı ştır. Ça ğda ş Batı dünyasına uyum sa ğlama ve modernle şme amacıyla sosyal ve kültürel hayatı düzenleyen birçok inkılap yapılmı ş, bunlar yapılırken halkın talepleri dikkate alınmamı ş daha do ğru bir ifadeyle bu yenilikler halkın istedi ği, yaygın bir şekilde destek verdi ği yenilikler olmayıp, siyasal iktidarın halk için uygun gördü ğü yenilikler olmu ştur. Bir bakıma “halka ra ğmen halk için” durumu söz konusu olmu ştur. Cumhuriyetin ve yeniliklerin temelinde egemen bir sınıfın olmadığından asker-sivil bürokratik güçler ön plana çıkmı ş tıpkı Kurtulu ş Sava şı’nda oldu ğu gibi halka önderlik etmi şlerdir. Halkın tutucu karakterinin bu hızlı de ğişimleri benimsemekte zorluk çekmesi, siyasal iktidar engellemeye çalıştıysa da bir muhalefet ortamı do ğurmu ştur. 1930’lara gelindi ğinde çok partili hayat için çok uygun bir zaman olarak dü şünülmese de muhalefetin deyim yerindeyse infilak etmesinden çekinilerek, rejimin ve ayrılmaz parçası inkılapların korunması gerekti ği amacıyla güdümlü bir muhalefet partisi olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmu ştur. Fakat bu partinin de sonu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan farklı 127

olmamı ştır. Kurulan her partinin rejim için tehlike olu şturması ve birbiri ardına gelen rejim kar şıtı gerici faaliyetler, inkılapların halka yeterince anlatılamadı ğı, dolayısıyla da benimsetilemedi ği dü şüncesini do ğurmu ştur. Bu çerçevede devrimin ideolojisini belirlemek, milli birli ği sa ğlamak ve inkılapların bilincine varmı ş aydın cumhuriyet insanları yeti ştirmek amacıyla Kadro adında bir dergi çıkarılmı ş ve Halkevleri kurulmu ştur. Anayasa’da parti ile devlet arasında kopmaz bir ba ğıntı kuran hükümler bulunmasa da II.Dünya Sava şı’ndan önce parti ile devlet bütünle şmesi sa ğlanmı ştır. Buna göre, İçi şleri Bakanı olan ki şi aynı zamanda CHP Genel Sekreteri, illerdeki valiler de CHP İl Ba şkanları olmu ştur. Daha sonra da CHP’nin altı ilkesi (Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, İnkılapçılık, Devletçilik, Halkçılık, Laiklik) Anayasa’ya girmi ş ve böylece parti ilkeleri aynı zamanda devletin temel ilkeleri haline gelmi ştir. A ğır baskı dönemindeki en demokratik geli şme kadınlara siyasal hakların verilmesi ve 18 kadın milletvekilinin mecliste sandalye elde etmesi olmu ştur. Sava ş döneminde ise devletin hem basın hem de ekonomik ve sosyal hayat üzerindeki baskısı artarak devam etmi ştir. Sava ştan parti-devlet bütünlü ğü içindeki ülkelerin (Almanya, İtalya) yenik ayrılıp demokrasi cephesinin galip gelmesi Türkiye’yi kaçınılmaz bir şekilde etkilemi ştir. Anti-demokratik bir rejime sahip oldu ğu gerekçesiyle dı ş dünyadan da ele ştiri alan Türkiye, Birle şmi ş Milletler Anayasası’nın onaylandı ğı San Fransisco’daki konferansta dünyaya demokratik rejime geçilece ğinin haberini vermi ştir. 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasıyla da cumhuriyetin ilanından 23 yıl sonra dı ş geli şmelerin etkisiyle Batılı Devletler arasında yer edinmek en azından dı şlanmamak amacıyla çok partili hayata “merhaba” demi ştir. Aynı yıl yapılan ve çok tartı şmalı geçen ilk çok partili seçimlerden CHP galip ayrılmı ştır. 1950’deki DP iktidarına kadar geçen dönemde iki parti birbirlerinin varlı ğından rahatsız bir şekilde hep sürtü şme içinde bulunmu ştur. 1923-1950 yılları arasındaki CHP döneminde; imparatorluktan ulus-devlet anlayı şına geçmi ş, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, gerçekle ştirdi ği devrimin gerekli kıldı ğı yenilikleri, kurumları ve zihniyeti yerle ştirme mücadelesinden demokrasiyi hayata geçirmeye fırsat bulamamı ştır. Demokrasinin gerekleri arasında yer alan temsilcilerin halk adına karar alması sa ğlanmı ş fakat dü şünce ve inanı şlar açıkça ortaya konamamı ş, muhalefete baskı yapılmı ş sava ş dönemi ko şullarının da etkisiyle Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi gibi uygulamalarla e şitlik, temel hak ve 128

özgürlükler konularında kısıtlamalar getirilmi ş, anayasal devlet anlayı şına aykırı bir şekilde parti-devlet bütünle şmesi sa ğlanmı ştır. Bununla birlikte dönemin sonuna do ğru siyasi partiler kurularak demokratik çok partili hayata nihayet geçilmi ştir. Demokrasiyle ba ğda ştırılması güç olan birçok geli şme görüldüyse de bunların rejimi ve inkılapları koruma amaçlı ve dünyanın içinde bulundu ğu sava ş ortamından kaynaklandı ğı açıktır. Demokrasi dü şüncesinden uzakla şmak amaçlı de ğil aksine demokrasiyi daha sa ğlam yerle ştirmek dü şüncesiyle uygun ortamı beklemek amaçlıdır. Zira Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa'nın laik, birey hak ve özgürlüklerine dayanan ulus- devlet anlayı şını kendisine model olarak almı ş, demokratik de ğerlere ba ğlılı ğını ve nihai hedef olarak siyasi sistemin tam demokratikle şmesini hiç bir zaman terk etmemi ştir. 1920’lerin 30’ların genç Türkiye Cumhuriyeti’nde Kurtulu ş Sava şı’ndan çıkmı ş halkın büyük ço ğunlu ğunun yoksul olması ve eme ğiyle geçimini sa ğlaması (özellikle çiftçilik) itibariyle kalkınma, kaçınılmaz bir şekilde devlet eliyle ve planlı bir şekilde gerçekle ştirilmi ştir. Devletçilik politikası ile devlet ekonomi ve sanayide temel belirleyici konumuna gelmi ştir. Yabancı sermayeye ülkenin hassas durumundan dolayı güvenilmemi ş ve Dünya Ekonomik Buhranı’nın olumsuz etkileri (1929) devletin ekonomi ve sanayide tek aktör olması gerekti ği dü şüncesi hakim olmu ştur. Hatta bu çerçevede planlı kalkınmaya geçilirken Sovyetler Birli ği’nin tecrübelerinden faydalanılmı ştır. Devletin ekonomik hayattaki etkinli ğinde ulusal çıkar ve geni ş halk kesimlerinin yararı öncelikli gözetilmi ştir. Özel mülkiyet yasaklanmamı ş fakat tekelcili ğe, özel sermayenin toplum üzerinde baskı kurmasına özellikle de özel sermayenin yabancı sermaye ile i şbirli ği halinde ülke insanını sömürmesine kesinlikle izin verilmemi ştir. Devlet ayrıca e ğitim, sa ğlık, kültür gibi faaliyetleri üstlendi ği gibi bunları devletin temel görevleri olarak de ğerlendirmi ş, özellikle Millet Mektepleri, Halkevleri ve Köy Enstitüleri vasıtasıyla halkın bir cumhuriyet insanı olarak yeti ştirilmesine büyük önem vermi ştir. Siyasal iktidar ideoloji olarak -ki bu ideoloji “Kemalizm” olarak adlandırılır- bireycili ğe kar şı topluma öncelik vermi ş, sınıf egemenli ği ve sömürgecili ğe kar şı çıkmı ş ve demokrasiye inanmı ştır. Kadının hukuksal ve siyasal e şitli ği birçok batılı ülkeden önce sa ğlanmı ş, i şçiler seçme, seçilme ve sendikal haklar için Avrupa’da oldu ğu gibi kanlı bir çatı şmaya girmek zorunda kalmamı ş, Türk insanı sosyal haklara pek fazla 129

mücadele etmek zorunda kalmadan sahip olmu ştur. Önce cumhuriyeti kuran partinin ardından da devletin ideolojisi haline gelen altı ilkeyi inceledi ğimizde; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik ilkelerinin “liberalizm”den; devletçilik, inkılapçılık ve halkçılık ilkelerinin “sosyalizm”den esinlenildi ğini görürüz. Sosyal Demokrasi Kuramı da liberalizm ve sosyalizmin bir sentezi olarak ortaya çıktı ğına ve bu dönemdeki bahsetti ğimiz ekonomik, sosyal ve siyasal geli şmeler dikkate alındı ğında Cumhuriyet Halk Partisi döneminin Sosyal Demokrasi kuramıyla örtü ştü ğünün söylenmesi pek de yanlı ş bir ifade sayılmaz. 6.2. Demokrat Parti Dönemi Demokrat Parti, II. Dünya Sava şı’ndan sonra dünyada görülen liberalle şme ve demokratikle şme e ğilimlerinin Birle şmi ş Milletler Anayasası’nda somut bir şekilde Türkiye’nin önüne konulmasıyla kurulmu ş gibi görünse de partinin temelinde sava ş sırasında zenginle şen kesimlerin olu şturdu ğu ulusal burjuvazi vardır. Yani güdümlü ya da demokratik çok partili hayata göstermelik olarak geçi ş amaçlı de ğil sosyo- ekonomik temele dayanan bir partidir. Türkiye, topraksız ya da az topraklı köylülerin, a ğaların topraklarında her türlü haklardan yoksun olarak çalı ştı ğı bir ülkeydi. Sava ştan sonra çiftçiyi topraklandırma kanunu kabul edilmi ş ve çiftçiye toprak da ğıtılmı ştır. Kanunun mecliste görü şülmesi sırasında bir grup toprak ağalarının deste ği ile a ğır ele ştiriler getirmi ştir. Bu görü ş ayrılı ğının ve Dörtlü Takrir’in, CHP tarafından reddedilmesi sonucunda Demokrat Parti kurulmu ştur. Zamanın moda akımı olan liberalizmi savundu ğunu dile getiren DP, 1950 seçimlerini ezici bir üstünlükle kazanmı ş ve tek ba şına iktidara gelmi ştir. Bunda halkın; CHP’nin biraz da dünyadaki siyasal ve ekonomik konjonktürün de etkisiyle kemer sıkma, siyasi baskı ve bürokratik devlet anlayı şından sıkılmasının etkisi büyük olmu ştur. DP; iktidara halkın oyuyla geldi ğinden yola çıkarak oy toplamak ve halkın gözünde şirin görünmek u ğruna popülist politikalar uygulamı ştır. Halk devamlı yüceltilmi ş, devrimlerin gerçek koruyucusunun Türk Milleti oldu ğu ifade edilmi ştir. Ezan yeniden Arapça okunmaya ba şlanmı ş, öz Türkçe’ye çevrilen Anayasa yeniden eski haline getirilmi ştir. Bu ortamda Atatürk'ün manevi ki şili ğine yöneltilen saldırıları önlemek amacıyla yasa çıkarılmı ştır. Kuzey Atlantik Paktı’na (NATO) girebilmek için meclise danı şılmadan Bakanlar Kurulu kararıyla Kore’ye asker gönderilmi ştir. İki kutuplu hale gelen dünyada Türkiye, ABD’nin ba şını çekti ği Batı 130

Bloku içinde yer almı ş bu ba ğlamda komünizme kar şı sava ş açılmı ş ve Türkiye Komünist Partili birçok ki şi gözaltına alınmı ştır. Batı’ya yönelik bir ele ştiri, solculukla e şde ğer kılınmı ştır. Türk Devrimi’nde önemli yeri olan ve CHP’nin organı olarak görülen Halkevleri kapatılmı ş, yargı kararı olmaksızın kapatılan Millet Partisi’ne destek olan CHP’nin mallarına el konmu ş ardından Köy Enstitüleri de komünizm propagandası yapıldı ğı gerekçesiyle kapatılmı ştır. Devletin itibarını sarsacak bir şekilde yalan habere ceza getirilmi ş bununla birlikte gazeteciye iddiasını ispat hakkı verilmemi ştir. 1954 seçimlerinden de zaferle ayrılan DP, demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kararla kendisine oy vermedi ği gerekçesiyle Kır şehir ilini ilçe durumuna indirmi ş, Malatya’yı da bölerek Adıyaman ilini ortaya çıkarmı ştır. Çıkarılan yasalarda hep iktidar partisi lehine, muhalefeti kısıtlayıcı hükümler yer almı ştır. Muhalefet partilerin radyodan yararlanabilmeleri engellenmi ş, Toplantı ve Gösteri Yürüyü şleri Yasası’nda önemli kısıtlamalar getirilmi ş bu yasa çerçevesinde CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek Rize’de bazı dükkan sahiplerinin elini sıktı ğı gerekçesiyle hapse mahkum edilmi ş, Halk Partililerin İnönü’nün şerefine verecekleri ziyafet, Hürriyet Partisi il ba şkanlarının Ankara’daki toplantıları yasaklanmı ş ve Kır şehir’i ziyaret eden Cumhuriyetçi Millet Partisi lideri Osman Bölükba şı’yı kar şılamaya giden halk coplarla da ğıtılmı ştır. Böylece iktidar- muhalefet ili şkileri iyice gerginle şmi ştir. DP, muhalefete kar şı partiye katılımları yükseltmek amaçlı Vatan Cephesi’ni kurarak varolan gerginli ği daha da artırmı ş toplumda ayrımcılı ğa ve kutupla şmaya sebep olmu ştur. Anayasa ve güçler ayrılı ğına aykırı bir şekilde Tahkikat Komisyonu’nun kurulması ve mahkemelerden bile daha güçlü bir konumdaki komisyonun yayın yasa ğı uygulama, yayınları toplatma, matbaaları kapatma, belgelere el koyabilme şeklinde sıralanan yetkileri 27 Mayıs askeri darbesine giden süreçte barda ğı ta şıran son damla olmu ştur. İktidara gelmeden önce CHP’nin politikasını “kulis politikası” olarak görüp ele ştiren, olayların halkın önünde tartı şılıp bir sonuca ba ğlanması gerekti ğini savunarak güçlü veya katılımcı bir demokrasiyi savundu ğunu ima eden Demokrat Parti iktidara gelmesiyle birlikte muhalefetteyken savundu ğu dü şüncelerden farklı uygulamalarda bulunmu ştur. Demokrasiyi cumhuriyetin tamamlanması ve milletin egemenli ği olarak de ğil, biçimsel ve oy açısından ele almı ştır. Aldı ğı oyların fazla olmasına da güvenerek milli irade kavramını meclise indirgemi ş, seçme hakkına 131

sahip olan halka yönetme hakkı tanımamı ş, eski yönetici kadrosuna ve cumhuriyet sonrasının bürokrasisine yer vermemi ştir. Toplantı ve Gösteri Yürüyü şü Yasası’ndaki hükümlerle açık hava mitinglerine getirilen kısıtlamalar halkın siyasete katılımının en do ğal yolunu engellemi ş, muhalefet açık olan mekanizmaları daraltarak kendine uygun yöntemlere izin vermi ştir. Bu şekilde milli irade hükümetle eşde ğer görülmü ştür. İzlenen popülist ve enflasyonist ekonomi politikalarına, yabancı sermaye giri şi ve borçlanma politikası da eklenince, toplum hayatında gözle görülür bir sosyo-ekonomik canlanma ortaya çıkmı ş bununla birlikte dı şa ba ğımlı bir ekonomi ve dı ş politika ba ğımsız cumhuriyet anlayı şını yaralamı ştır. Sona yakla ştıkça muhalefete kar şı sert önlemler artarak devam etmi ş, basın, gençlik ve üniversite susturulmaya çalı şılmı ştır. Demokrat Parti döneminin hangi demokrasi kuramıyla örtü ştü ğü sorusuna gelince; partinin liberal dü şünceyi savunarak iktidara gelmesi, özel sektöre öncelik vermesi, liberal demokrasiyi savunan ABD önderli ğindeki Batı yanlısı bir politika izlemesi, bu politikanın getirileri olarak iç kaynaklarla de ğil de dı ş kaynaklarla kalkınmayı tercih etmesi ve sosyalist ya da sosyal demokrat anlayı ş içerisinde görülen demiryollarının bir kenara bırakılıp karayolu yapımına öncelik verilmesi, ilk bakı şta liberal demokrasi kuramının geçerli oldu ğu izlenimini yaratsa da yukarıda bahsedilen olaylar incelendi ğinde dönem içerisinde liberal bir düzende olmaması gereken bir çok şeyin ya şandı ğı görülebilir. Liberal ideoloji, bir görü şün salt gerçek, di ğerlerinin salt yanlı ş oldu ğunu kabul etmez. Ço ğulculuk bu bakımdan ideolojik dogmatizme kar şıdır. Bir tek gerçek kabul eden otoriter hükümet sistemi, ideolojik alanda dogmatizme ve tekilcili ğe dayanır. Demokrat Parti gibi yalnız kendi görü şünün do ğru oldu ğunu savunan, kendisi dı şındaki görü şlere tahammül ve saygı göstermeyen, onlara kar şı cephe alan ve vatan hainli ğiyle suçlayan bir siyasal parti, liberal demokrasi ideolojisine ters dü şer. 1924 Anayasası, belli bir zaman dilimindeki hakim aritmetik anlamdaki ço ğunlu ğun mutlak ve sınırsız olmasını ifade eden “ço ğunlukçu demokrasi”yi benimsemi ştir. Buna göre sayısal ço ğunlu ğun iradesini sınırlayacak, azınlık haklarını koruyacak ve iktidar-muhalefet ili şkilerini düzenleyecek herhangi bir mekanizma yoktur. Mecliste ezici bir ço ğunlu ğa sahip Demokrat Parti bu durumdan yararlanarak bir tahakküm kurmu ştur. Ço ğunlu ğun her şeye muktedir olabilece ği dü şüncesinden 132

dolayı azınlık küçük görülmü ş, halk oyunu meydana getiren ve açıklayan kurumların işleyi şine engel olunarak hak ve hürriyetlere a ğır darbeler vurulmu ş, muhalefet inkar edilmi ş, siyasi partilerin te şkilatlanma ve çalı şmaları engellenmi ş, basın ve temel haklar kısıtlanmı ş, ekonomik ve sosyal hayatın her alanına partizanlık hakim olmu ş, halkın i şlevi seçimlerde oy kullanmaktan öteye gitmemi ştir. Dönem, bütün bu özellikleri itibariyle Ço ğunlukçu Demokrasi kuramının Türkiye’de tezahür etti ği bir dönemdir. Bununla birlikte demokrasinin, kamusal iradenin olu şmasının kurumlarına ili şkin özellikle siyasal yönetim konumlarının seçimle elde edilmesini ve seçimle terk edilmesini sa ğlayan belli bir düzen oldu ğunu, halk iradesi ve halkın gerçek iradesi gibi in şaların “kuruntu”dan ba şka bir şey olmadı ğını, bir elitin bütün ulusu temsilen konu şmasının daha uygun dü şece ğini öne süren fakat egemenli ğin frenlenmesi bakımından eksikli ğe sahip, iktidarı kazanan önder tabakanın, iktidarı geni ş ölçüde engelsiz olarak kullanabilece ği tehlikesini de içinde barındıran Max Weber’in seçkinci demokrasi kuramının da izlerini ta şımaktadır. 6.3. Hürriyetçi Anayasa Dönemi (1960-1980) Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı döneminde takındı ğı agresif tavır ve izledi ği baskıcı politikalar, partinin ve dönemin sonunu getirmi ştir. Kansız bir şekilde “Beyaz Devrim”le iktidara gelen parti askeri darbeyle iktidardan indirilmi ş ve kapatılmı ştır. Ülkenin gidi şatından kaygı duyan, cumhuriyetin ve Atatürk’ün çizdi ği yoldan sapıldı ğı inancını ta şıyan asker-sivil bürokrat kesim bu müdahaleyi gerçekle ştirmi ştir. Böylelikle yeni bir dönem ba şlamı ş ve bu yeni dönemin en önemli ihtiyacı olarak yeni bir anayasa hazırlanmı ştır. 1961 Anayasası olarak bilinen bu anayasa, Türkiye’de ilk defa birey hak ve hürriyetleri konusunda siyasal iktidarı sınırlayan, ki şinin siyasal, sosyal ve iktisadi bütün haklarını garanti altına alan ve bunları koruyucu kurumları kuran modern bir anayasadır. Demokrat Parti dönemine kar şılık bir tepki anayasasıdır. Durum böyleyken Anayasa için 9 Temmuz 1961’de yapılan halkoylamasında sadece % 61,5 oranında kabul görmesi bir tezat olu şturmaktadır. Anayasa’nın yapılı şına kapatılan DP’nin yanı sıra seçmen kitlesinin de iştirak etmemesi bu durumun sebebi olarak görülebilir. 1961 Anayasası Türk demokrasisine “ço ğulcu” anlayı şı, yasama yürütme ve yargı organlarının ayrı ayrı Anayasa’ya ba ğlı olmasını yani Anayasa’nın üstün oldu ğu bir kuvvetler ayrılı ğı sistemini ve devlet iktidarının payla şılmasını, toplumsal barı şı ve 133

adaleti sa ğlamak amacıyla ekonomik ve toplumsal ya şama müdahalesini ifade eden sosyal devlet ilkesi, temel hakların mümkün olan geni şlikte sa ğlanmasını, mahkemelerin ba ğımsızlı ğını, yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadı ğını tespit amaçlı Anayasa Mahkemesini, Millet Meclisi ve Anayasaya aykırı kanunların yürürlü ğe girmesini engelleyecek bir ön mekanizma niteli ğindeki Cumhuriyet Senatosu’ndan olu şan çift meclisli parlamentoyu getirmi ştir. Askeri rejimin ardından 1961 seçimleriyle demokrasiye geri dönü ş yapılmı ştır. seçimler sonucunda hiçbir parti tek ba şına iktidar olacak oy ço ğunlu ğun eri şememi ş ve Türkiye ilk kez koalisyon hükümetiyle tanı şmı ştır. Bunda seçimlerde ço ğunluk sisteminin terk edilerek nispi temsil sistemine geçilmesinin etkisi oldu ğu kadar DP’nin yerine onun devamı niteli ğinde birden fazla partinin (AP-YTP-CKMP) kurulmasının da etkisi vardır. Nitekim bu partilerin aldıkları oy oranı % 60’ı geçmektedir. Bu oy oranından DP’nin popülist politikalarının halk üzerindeki etkisinin hala devam etti ğini sonucunu çıkarmak mümkün olabilir. Yeni Anayasa’nın mümkün kıldı ğı hukuki ortamda sol görü ş de toplumsal ve siyasal alanda yer almaya ba şlamı ş ve sosyalist bir parti olarak Türkiye İş çi Partisi kurulmu ştur. Bu partinin de deste ğiyle do ğu illerinde Kürt etnik varlı ğını öne çıkaran mitingler yapılmı ş buna tepki niteli ğinde Erzurum’da milliyetçilik temelinde miting gerçekle ştirilmi ştir. Hatta T İP, 1965 ve ardından 1969 seçimleri sonucunda meclise girmeyi ba şarmı ştır. Böylelikle cumhuriyet Türkiye’sinde daha önce pek temsil imkanı bulamayan görü şler toplumsal ve siyasi sahnede yer almaya ba şlamı ştır. Ancak T İP milletvekili Çetin Altan’ın cumhurba şkanı ve ba şbakana hakaret etti ği gerekçesiyle dokunulmazlı ğı kaldırılmı ştır. Anayasa’nın getirdi ği özgürlükçü havaya yakı şmayan bu karar Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmi ştir. Anayasa’nın yapımına i ştirak etmeyen DP’nin mirasçısı sayılan ve 1965’teki seçimlerde tek ba şına iktidar olan Adalet Partisi, Anayasa’yı kamu düzenini bozdu ğu ve yürütme yetkisinin i şlemesini engelleyip zayıf dü şürdü ğü konusunda sık sık ele ştirmi ştir. Artan şiddet olaylarının sebebinin Anayasa oldu ğunu ileri sürmü ştür. Şiddetin günden güne artması sonucu askeri güçler yayınladıkları bir muhtıra ile hükümetin istifa etmesini sa ğlamı ştır. Tüm meclisten seçilen ve parti farkı gözetmeden seçilen ve bunun yanında meclis dı şından da yöneticiler alınan Nihat Erim’in ba şbakanlı ğında partiler üstü bir hükümet kurulmu ştur. Yarı askeri bir yönetim söz konusuydu. Ne meclis feshedilmi ş, ne de yöneticiler yargılanmı ştır. 134

Tüm mekanizmalar darbe tehdidi altında normal bir şekilde i şlemi ştir. Ordu, yargının sınırlarının artırılması, temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması bunların sonucu olarak da kamu huzur ve güvenli ğinin korunması için Anayasa’da istedi ği de ğişiklikleri yaptırabilmek amacındaydı. Bu ba ğlamda Bakanlar Kurulu’na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilerek yürütmenin otoritesi güçlendirilmi ş, üniversitelerin özerkli ği zayıflatılmı ş, TRT’ninki kaldırılmı ş, bütün idari i şlemlerin yargı denetimini yapan Danı ştay’ın yanında askerlikle ilgisi olanların eylem ve işlemlerini yürütecek Askeri Yüksek Mahkemeleri kurulmu ştur. Anayasa’nın laiklikle ilgili maddelerini ihlal etti ği gerekçesiyle Milli Nizam Partisi ve son kongresinde “Türkiye’nin do ğusunda Kürt halkının ya şadı ğı”na dair bir karar alması nedeniyle Türkiye İş çi Partisi kapatılmı ştır. 1970’li yıllar koalisyon hükümetlerinin sıkça kurulup uzun süre görev yapamadan bozuldu ğu bir dönem olmu ştur. Deyim yerindeyse “istikrarsızlık” istikrar haline gelmi ştir. İktidarların dünyanın en ileri hukuksal belgelerinden biri olan 61 Anayasası’na sava ş açmaları ve “Milliyetçi Cephe” adı altında kurulan hükümetler toplumda zaten varolan gerilimi ve kutupla şmayı iyice artırmı ştır. Seçim sisteminin de etkisiyle parlamentoda oluşan çok seslilik, parlamento dı şında siyasi mücadelelere ve kavgalara dönü şmü ştür. Siyasi terörizm, günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmi ştir. Fakat, Ahmad’ın da vurguladı ğı gibi, Türkiye’de 1970’li yılların ba şlarında tanık olunan terör eylemleri ideolojik açıdan sol a ğırlıklı; emperyalizme, kapitalizme ve Batı etkisine kar şı yapılırken, 1970’li yılların sonlarında ya şanan terör eylemlerinde hem sa ğ hem de sol ideolojik gruplar aktif yer almı şlardır. Olaylar sa ğ ve sol ideolojik grupların birbirleriyle sava şımına dönü şmü ş, toplumda kaos ve huzursuzluk ortamı yaratıp birbirlerinin toplumsal ve siyasi güçlerini kırmak amacına yönelmi ştir. Bütün bunlara artan i şsizlik, yükselen enflasyon, eriyen ücretler de eklenince ülke bir ateş çemberi içinde kalmı ştır.347 Darbenin habercisi niteli ğindeki 1979’un son günlerinde Cumhurba şkanı Fahri Korutürk’e sunulan, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin endi şelerini ve gerekli tedbirlerin alınması iste ğini içeren “Uyarı Mektubu”nda siyasi partiler ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına bir çözüm getiremeyen, anar şi ve bölücülü ğün ülke bütünlü ğünü tehdit eden boyutlara varmasını önleyemedikleri, bölücü ve yıkıcı

347 Feroz Ahmad, a.g.e., s. 194. 135

gruplara tavizler verdikleri ve kısır siyasi çeki şmeler nedeni ile uzla şmaz tutumlarım sürdürdükleri gerekçesiyle uyarılmı ş, ülkenin bu duruma gelmesinde Anayasa’nın hürriyetlere geni ş yer vermesinin büyük payı oldu ğu vurgulanmı ştır. Nihayetinde de 12 Eylül 1980 sabahı ordu yönetime el koymu ş demokrasiye yine ara verilmi ştir. Netice itibariyle 27 Mayıs’ın ardından kurulan yeni düzende demokrasi, mutlak ve sınırsız ço ğunluk yönetimi olarak kabul edilmemi ş, kaybedenin iktidardan uzakla ştırılması reddedilmi ştir. Yürütme gücünün geni ş bir koalisyon dahilinde payla şılmasını ve kesin bir kuvvetler ayrılı ğını öngörmesi, çift meclisli yapısı ve mecliste adil bir temsili hedefleyen nispi temsil sisteminin yürürlükte olması bakımından de ğerlendirildi ğinde haklar ve hürriyetlerin geni ş bir şekilde ayrımcılık yapılmadan her vatanda ş için düzenlendi ği bu dönemde Arend Lijphart’ın Oyda şmacı Demokrasi kuramının uygulama alanı buldu ğu söylenebilir. 6.4. Yasakçı Anayasa Dönemi (1980’den Günümüze) 12 Eylül 1980’deki askeri darbeyle Demokrat Parti iktidarından itibaren yakla şık on yılda bir yapılan müdahalenin üçüncüsü gerçekle ştirilmi ş ve demokrasiye bir kez daha ara verilmi ştir. İş leyemez hale gelen parlamento da ğıtılmı ş, ardından siyasi partiler kapatılıp, liderleri hapsedilmi ştir. Profesyonel meslek örgütlerinin ve i şçi sendikaları konfederasyonlarının liderlerine de görevden el çektirilmi ş, bununla birlikte 24 Ocak 1980’de uygulamaya konulan yeni ekonomik program, yürürlükte kalmaya devam etmi ş, sosyal ve iktisadi hayatta önemli de ğişiklikler getirmi ştir. Üç yıllık askeri rejim döneminde yeni bir anayasa hazırlanarak demokrasiye geçildikten sonraki düzenin kuralları belirlenmi ştir. 1983 seçimlerinden önce, 1980 öncesi dönemin sıkıntıları da dikkate alınarak seçime katılacak partilerin sayıları ve yeni düzene uyumu konusunda titizlik gösterilmi ştir. Seçim sistemine getirilen % 10 barajı ile de küçük ve güçsüz partiler saf dı şı bırakılarak rekabetin makul sayıda parti arasında ya şanması sa ğlanmı ştır. Bir ba şka deyi şle siyasi partilerin mecliste temsilinin adil olması bir kenara bırakılarak “istikrar” unsuru üzerinde durulmu ştur. Anavatan Partisi’nin iktidarıyla ba şlayan yeni demokrasi döneminde Türkiye’de ideolojiler arası kavganın yerini ho şgörü ve uzla şma almı ştır. Halkın, özellikle gençlerin politikadan uzak tutulmaya çalı şıldı ğı bu dönemde pragmatik de ğerler öne çıkmaya ba şlamı ştır. Sanayile şmeye ve ekonomide liberalle şmeye 136

dönük politikalarla ekonomi toplumun tek amacı haline getirilmi ştir. Ekonominin tek amaç olması kapitalist politika anlayı şının bir ürünüdür. Bu şekilde insanların ekonomik davranmayı ve kendi çıkarlarını maksimize etmeyi dü şünen bencil varlıklar oldu ğu dü şüncesi egemen olmu ştur. “Kö şe dönmecilik”, “i ş bitiricilik” anlayı şlarının hakim de ğer olmaya ba şladı ğı bu dönemde iltimas, rü şvet ve yolsuzluk ekonomik i şleyi şin bir parçası haline gelmi ştir. Ba şbakanın “benim memurum i şini bilir!..” şeklindeki ifadesi bütün bu olumsuzlukları destekler nitelikte olmu ştur. Yükselen enflasyonla halkın alım gücü dü şmü ş, gelir da ğılımında büyük uçurumlar söz konusu olmu ştur. Zenginler daha da zenginle şirken, orta ve alt sınıfın geçim sıkıntısı iyice artmı ştır. Darbe öncesinin siyasileri Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türke ş’in siyasi yasaklarının kalkması ile ilgili yapılan referandumda halkın bu politikacılara “evet” demesi, halkın yeni iktidardan çok da mutlu olmadı ğının bir ifadesi şeklinde de ğerlendirilebilinir. Zaten ANAP’ın oyları hem 1987 genel seçimlerinde hem de 1989 yerel seçimlerinde giderek azalmı ş ve en sonunda 1991’deki genel seçimlerde ba şarısız olarak iktidardan inmi ştir. Bu seçimlerin sonunda hiçbir parti tek ba şına iktidar olacak ço ğunlu ğu sa ğlayamadı ğından Türkiye’yi yine koalisyon hükümetleri yönetmeye ba şlamı ştır. Özal’ın ba şlattı ğı liberal ekonomik politikalar koalisyon hükümetleri tarafından da devam ettirilmi ştir. Özellikle Sovyetler Birli ği’nin ve ona uydu Do ğu Bloku ülkelerin parçalanması sonucu sosyalist ideolojinin çökmesi, bunun kar şısında yeralan serbest piyasa ekonomisini rakipsiz bırakmı ştır. 2002’de Ak Parti’nin tek ba şına iktidar olu şuna kadar geçen süreçte siyasi krizler sonucu sık sık hükümetler de ğişmi ş, ekonomik krizler ya şanmı ş, gerek PKK terörü gerekse gazeteci ve aydınlara yönelik terör, devlet kademelerinde ya şanan rü şvet ve yolsuzluklar, mafya-devlet-polis ba ğlantısı, irtica tehdidi sonucunda tehdit unsuru olarak görülen partilerin kapatılması gibi konular ülke gündeminden dü şmemi ştir. Politikacıların bu ba şarısızlı ğı kar şısında halk da ülkeyi bu kötü durumdan kurtaracak siyasi ve ekonomik istikrara götürecek bir lider ve parti konusunda kararsız kalmı ş, % 10’luk seçim barajına ra ğmen mecliste çok sayıda parti yer almı ş, bu çe şitlilik anla şmazlıkları, çeki şmeleri, tahammülsüzlükleri getirince hükümetin ve meclisin i şleyi şi yava şlamı ştır. Nihayetinde ise yeni kurulan bir parti olarak denenmemi ş bir lidere sahip Adalet ve 137

Kalkınma Partisi, halkın önceki parti ve siyasilere bir tepkisi sonucunda oyları toplayarak 2002’de tek ba şına iktidar olmu ştur. 1990’lı yıllarda sosyal ve kültürel açıdan da önemli geli şmeler ya şanmı ştır. Anayasa delinerek özel kanallar yayına ba şlamı ş, kanun daha sonra mevcut duruma uydurulmu ştur. Giderek artan özel kanallarla medyanın siyasi, toplumsal ve ekonomik hayatta etkisi ve egemenli ği üst boyutlara ula şmı ştır. İleti şim alanındaki yeni bulu şlar (özellikle cep telefonu ve internet) dünyanın küçülmesini, olayları e ş zamanlı olarak ülkeler ve bölgeler arası izleme ve de ğerlendirme imkanını sa ğlamı ştır. 1961 Anayasası’nın sa ğladı ğı geni ş özgürlüklerin terör olaylarına ve sa ğ-sol çatı şmasına neden oldu ğu, fazla demokrasinin Türkiye’ye yaramadı ğı dü şüncesi 1982 Anayasası’nın içeri ğini önemli ölçüde etkilemi ş ve haklar ve özgürlükler alanına ciddi sınırlamalar getirmi ştir. Hatta Anayasa hakkında bile olumlu görü ş bildirmek serbestken, olumsuz görü ş bildirmek suç sayılmı ştı. 1983’te geçilen sivil rejim aslında askeri rejimin bir uzantısı görünümünde olmu ştur. 1984’teki Aziz Nesin öncülü ğünde Cumhurba şkanı Kenan Evren ve TBMM Ba şkanı Necmettin Karaduman’a sunulan ve 1256 aydının demokrasi isteklerini içeren Aydınlar Dilekçesi’ne cevap soru şturma ve dava şeklinde olmu ştur. Avrupa Birli ği’ne üyelik konusunda da engel te şkil eden insan hakları ve demokratikle şme alanında son derece zayıf kalan yasakçı hükümlere sahip Anayasa’da ilk de ğişiklik –pek yeterli olmasa da- 1995’te dernek ve sendikaların siyaset yasa ğı kaldırılması, kamu çalı şanlarına sendika kurma hakkı tanınması, seçmen ve partilere üye olma ya şının 18’e indirilmesiyle gerçekle ştirilmi ştir. Türkiye’de siyasal iktidara yönelik en önemli baskı grubu olan Türkiye Sanayici ve İş adamları Derne ği’nin (TÜS İAD) hazırladı ğı seçim ittifaklarının serbest bırakılması, seçimlerde ulusal barajın % 5’e indirilmesi, genel ve yerel seçimlerin dört yılda bir yapılması, seçilme ya şının 25’e indirilmesi, ordunun siyasal iktidar üzerindeki baskısını azaltmak amaçlı Genelkurmay Başkanlı ğı’nın Milli Savunma Bakanlı ğı’na ba ğlanması ve Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasal kurum olmaktan çıkarılması, dü şünce suçları, yayımın durdurulması, da ğıtımın engellenmesi, zorunlu din derslerine son verilmesi, kamu görevlilerine grev hakkı, Kürt sorununun çözümüne yardımcı olmak üzere ifade özgürlü ğü ile partile şme haklarının peki ştirilmesi, kültürel hakların geni şletilmesi 138

gibi Anayasa’da düzenlenmesi geli şmi ş bir siyasal kültür ve geni ş ölçüde uzla şma gerektiren hususlar üzerinde durulmu ştur. Bununla birlikte Avrupa Birli ği’ne uyum yasaları çerçevesinde idam cezası kaldırılarak, Kürtçe de dahil olmak üzere anadilde öğrenim ve yayın serbest bırakılarak çok önemli reformlar yapılmı ştır. Türkiye’de iki kutuplu siyasal kampla şma içerisinde bir nevi “dü şük yo ğunluklu çatı şma” ya şanırken 12 Eylül 1980’de ordunun yönetime el koymasıyla üç yıl askeri rejime geçilmesi, ardından ABD yanlısı, liberal ekonomik politikaların uygulayıcısı sivil rejime geçilmesi, ABD’nin de do ğal olarak bu durumu desteklemesi, aydın ve sol kesimin yeni düzene adapte edilip insan hakları ve demokrasinin bir ideoloji olarak sunulması, yasakçı hükümlere sahip 1982 Anayasası’yla toplumsal kontrolün sa ğlanmasının amaçlanması, toplum denetiminin azalmasında ve yerle şik çıkarların tehlikeye dü şmesinden hep ku şkulanan ordunun, Demokles’in kılıcı gibi siyasilerin üzerinde bir baskı unsuru olması, sivil muhafazakar hükümetin ordu ve i ş dünyasının elitleriyle yakın ili şki içerisinde olması, liberal ekonomik politikalarla ekonomik büyümenin hedeflenmesi, bu durumun i ş dünyasının elitlerini devlet kar şısında ayrıcalıklı kılarken, alt sınıfın ekonomik sıkıntılarını artırması, ilk ba şlarda siyasi gerilimi azaltması fakat 90’lı yıllarla birlikte ekonomik ve siyasi sorunlar, insan hakları ve demokrasi istekleri kar şısında bocalaması gibi durumlar ve geli şmeler dikkate alındı ğında Türkiye’de 1980 askeri darbesi ve ardından ANAP iktidarıyla birlikte Dü şük Yo ğunluklu Demokrasi kuramının hayata geçti ği söylenebilir. SONUÇ Türkiye’de demokratikle şme hareketleri 19. yüzyılda ba şlamı ştır. Fakat “demokratikle şme” adı verilen bütün yenilikler, geli şmeler ve anayasal hareketler; parçalanma sürecine giren ülkenin da ğılmasını önlemek amaçlı yapılmı ş reformlar çerçevesinde ve pek tabii Avrupalı devletlerin baskılarıyla yapılmı ştır. Batı’da demokrasi hareketleri, -öncesinde demokrasi hareketi çerçevesinde de ğerlendirilebilecek geli şmeler olmakla birlikte- özellikle sanayi devriminden sonra ortaya çıkan i şçi sınıfının hak, e şitlik, adalet istekleri do ğrultusunda harekete geçmesi neticesinde gerçekle şirken, 1920’lerde Osmanlı Devleti’nin mirasını devralan Türkiye’nin feodal toplum yapısına sahip olup Batı’daki gibi kapitalist toplumu olu şturacak sanayile şme hareketlerini yapamaması, demokrasi yanlısı i şçi sınıfının Türk tarihinde ortaya çıkı şını geciktirmi ştir. Bu durum halkın “demokrasi” ideolojisine yabancı kalmasına ve dolayısıyla yabancı oldu ğu bu ideolojiye gereksinim duymamasına neden olmu ştur. Hal böyle olunca demokrasiyi Türkiye’ye getirme çalı şmaları cumhuriyeti kuran ve ülkeyi yöneten kadrolar tarafından yürütülmü ştür. Fakat yeni kurulan cumhuriyet rejimini ve yapılan inkılapları halka benimsetmede çekilen güçlükler demokrasinin de istenildi ği şekilde uygulanmasını engellemi ş, dahası dünyanın sava şa do ğru sürüklendi ği bir dönemde tek parti iktidarı a ğır baskı ve yasaklar getirmi ş, muhalif bir sese bile kesinlikle izin verilmemi ştir. Demokrat Parti’nin kurulup çok partili hayata geçilmesiyle birlikte Türk Siyasi Hayatı cumhuriyeti kuran kadrolarla (devletçi-seçkinci) Demokrat Parti ve onun siyasi görü şünü, zihniyetini ta şıyan partilerin (gelenekçi-liberal) mücadelesi ve çeki şmesi şeklinde geçmi ştir. Netice itibariyle CHP döneminde halkın siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan cumhuriyet toplumu olu şturmak amaçlı yeti ştirilme ve geli ştirilme faaliyetleri, Anayasa’daki altı ilkenin sosyalizm ve liberalizmin bir sentezi olarak sosyal demokrasiyi öne çıkarması ve ilgili bölümde di ğer bahsedilen sebeplerden ötürü CHP iktidarı döneminde sosyal demokrasi kuramı uygulama alanı bulmu ştur. Demokrat Parti dönemini ise mecliste ezici bir ço ğunlu ğa sahip Parti’nin bu durumdan yararlanarak bir tahakküm kurması, ço ğunlu ğun her şeye muktedir olabilece ği dü şüncesinden dolayı azınlık küçük görülmesi, halk oyunu meydana 140

getiren ve açıklayan kurumların i şleyi şine engel olunarak hak ve hürriyetlere a ğır darbeler vurulması, ba şta CHP olmak üzere her türlü muhalefetten kurtulma politikalarıyla, siyasi partilerin te şkilatlanma ve çalı şmaları engellenmesi, basın ve temel haklar kısıtlanması, ekonomik ve sosyal hayatın her alanına partizanlık hakim olması ve halkın i şlevinin seçimlerde oy kullanmaktan öteye gitmemesi gibi durumlardan ötürü ço ğunlukçu demokrasi kuramıyla ba ğda ştırmak mümkündür. 1960-1980 yılları arasını kapsayan Hürriyetçi Anayasa Dönemi; mutlak ve sınırsız ço ğunluk yönetiminin terkedilmesi, yürütme gücünün geni ş bir koalisyon dahilinde payla şılması ve kesin bir kuvvetler ayrılı ğını öngörmesi, çift meclisli yapısı ve mecliste adil bir temsili hedefleyen nispi temsil sisteminin yürürlükte olması, haklar ve hürriyetlerin geni ş bir şekilde ayrımcılık yapılmadan her vatanda ş için düzenlenmesi gibi geli şmeler dikkate alındı ğında oyda şmacı demokrasi kuramıyla örtü şmektedir. 1980’den günümüze uzanan Yasakçı Anayasa Dönemi; ülkedeki iç çatı şmanın askeri darbe ve rejimle son bulması, ardından ABD’nin de destekledi ği ordunun güdümünde liberal ekonomik politikalar uygulayan sivil hükümete geçilmesi, i ş dünyasının ayrıcalıklı elitlerini ve ekonomik sıkıntı içersindeki alt sınıfı içinde barındırması, kısa vadede ülkedeki gerilimi azaltması fakat 90’lı yıllarda de ğişen konjonktürle birlikte ekonomik ve siyasi sorunlar, insan hakları ve demokrasi istekleri kar şısında kırılgan olması itibariyle dü şük yo ğunluklu demokrasi kuramına sahne olmu ştur. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Hürriyetçi Anayasa ve Yasakçı Anayasa olarak dört dönemde incelenen Türk Demokrasi Tarihi’nde her dönem, bir önceki döneme duyulan tepkinin bir ürünü olmu ş, önceki dönemde gözlenen eksikler yanlı şlar, ülkeyi olumsuzlu ğa götüren düzenlemeler, bir sonraki dönemde gözden geçirilip düzeltilmeye çalı şılmı ştır. Batı toplumlarındaki demokratikle şme hareketlerinin kökenleri, geçirdikleri evreler ve ula ştıkları noktaya bakıldı ğında 80. yılını henüz geride bırakan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, demokrasinin toplumda tam olarak özümsenmesi için biraz daha zamana ihtiyacı vardır. Kuruldu ğundan beri yüzünü Batı’ya çeviren Türkiye, Avrupa Birli ği’nden müzakere tarihi almı ş, üyelik için siyasi ve ekonomik kalkınma çalı şmalarının yanında demokrasi yolunda ilerlemekle me şguldür. 141

Cumhuriyetin ilanından bu yana Türk demokrasisinin geçirdi ği tecrübelerin demokrasi kuramları açısından incelenip de ğerlendirildi ği bu çalı şmanın, Türk demokrasi hayatı ile ilgili yapılabilecek benzer çalı şmalar için yol gösterici ve aydınlatıcı bir kaynak olaca ğı dü şünülmektedir. KAYNAKÇA

Ahmad, Feroz (2002). Modern Türkiye’nin Olu şumu, Çev: Yavuz Alogan, İstanbul: Kaynak Yayınları Ak şin, Sina (1998). İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele Cilt I, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ak şin, Sina (1998). İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele Cilt II, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Ak şin, Sina (2000). Siyasal Tarih (1789-1908) , Türkiye Tarihi 3 Osmanlı Devleti 1600-1908, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi Ak şin, Sina (2002). Siyasal Tarih (1908-1923) , Türkiye Tarihi 4, Ça ğda ş Türkiye 1908-1980, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi Ak şin, Sina (2002). Siyasal Tarih (1950-1960), Türkiye Tarihi 4, Ça ğda ş Türkiye 1908-1980, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi Aktan, Co şkun Can (1999 Ocak-Şubat). Demokrasi, Liberalizm ve Sınırlı Devlet, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl 5, Sayı 25, s. 142-145. Aliefendio ğlu, Yılmaz İnsan Hakları ve Sivil Toplum Örgütleri, http://www.tihak.org.tr/yaliefe1.html, 20. 08. 2004 Ana Britannica, Cilt XIV, İstanbul 1992 Armao ğlu, Fahir (1996). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi ( cilt 1-2: 1914-1995), İstanbul: Alkım Yayınevi Ate ş, Toktamı ş (1994). Demokrasi, Ankara: Ümit Yayıncılık Aydemir, Şevket Süreyya (2000). İhtilalin Mantı ğı ve 27 Mayıs İhtilali, Ankara: Remzi Kitabevi Aydemir, Şevket Süreyya (2000). Menderes’in Dramı, Ankara: Remzi Kitabevi Barber, Benjamin (1995). Güçlü Demokrasi; Yeni bir Ça ğ İçin Katılımcı Siyaset, Çev: Mehmet Be şikçi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları Beetham D., Boyle K., (1998). Demokrasinin Temelleri, Çev: Vahit Bıçak, Ankara: Liberte Yayınları Berkes, Niyazi (1973). Türkiye’de Ça ğda şla şma, Ankara: Bilgi Yayınevi Büyükkaragöz, S., Kesici Ş., (1998). Demokrasi ve İnsan Hakları E ğitimi, Ankara: Türk Demokrasi Vakfı Yayını Cumhuriyet Ansiklopedisi, (2003). Cilt 4, 1981-2000, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Cumhuriyet Ansiklopedisi, (2003). Cilt 1, 1923-1940, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları 143

Cumhuriyet Ansiklopedisi, (2003). Cilt 2, 1941-1960, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Cumhuriyet Ansiklopedisi, (2003). Cilt 3, 1961-1980, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Cumhuriyetin 80 Yılı, (2003). İstanbul: Cumhuriyet Vakfı Yayını Çam, Esat (1995). Siyaset Bilimine Giri ş, Ankara: Der Yayınları Çavdar, Tevfik (1999). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, Ankara: İmge Kitabevi Çavdar, Tevfik (2000). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1950-1995, Ankara: İmge Kitabevi Çay, Abdulhaluk (1994). Her Yönüyle Kürt Dosyası, İstanbul: Turan Kültür Vakfı Yayını Çeçen, Anıl (1994). Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara: İmge Kitabevi Dahl, Robert A. (1993). Demokrasi ve Ele ştirileri, Çev: Levent Köker, Ankara: Türk Siyasal İlimler Derne ği TDV Yayını Duverger, Maurice (1993). Siyasal Partiler, Çev: Ergun Özbudun, Ankara: Bilgi Yayınevi Ebenstein, William (2001). Siyasi Felsefenin Büyük Dü şünürleri, İstanbul: Şule Yayınları Ekinci, Necdet (1997). Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçi şte Dı ş Etkenler, İstanbul: Toplumsal Dönü şüm Yayınları Erdo ğan, Mustafa (1996). Anayasal Demokrasi, Ankara: Siyasal Kitabevi Erdo ğan, Mustafa (1998). Liberal Toplum Liberal Siyaset, Ankara: Siyasal Kitabevi Ero ğul, Cem (1990). Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, Ankara: İmge Kitabevi Ero ğul, Cem (2000). Anatüzeye Giri ş, Ankara: İmaj Yayınevi Gills B., Rocamora J., Wilson R., (1995). Dü şük Yo ğunluklu Demokrasi , Dü şük Yo ğunluklu Demokrasi: Yeni Dünya Düzeni ve Yeni Politik Güçler, Ed. Samir Amin vd, Çev: Ahmet Fethi, İstanbul: Alan Yayınları Göze, Ayferi (1987). Siyasal Dü şünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Yayınları Gözler, Kemal (1999). Türk Anayasaları, Bursa: Ekin Kitabevi Gözler, Kemal (2000). Türk Anayasa Hukuku, Bursa: Ekin Kitabevi Gözler, Kemal (2002). Anayasa Hukukuna Giri ş, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları Gözübüyük, Şeref (1997). Anayasa Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları Gül, Muhittin (1997). Türk İnkılap Tarihi, Ankara: 72TDFO ltd. şti. Gürbüz, Ya şar (1980). Siyasal Sistemler, İstanbul: May Yayınları Hayat Küçük Ansiklopedi, (1982). İstanbul: Hayat Yayınları 144

Hazır, Hayati (1991). Anayasa Hukuku, Konya: Literatür Ltd. Şti. Yayınları Heredotus, (1973). Heredot Tarihi, Çev: Müntekim Ökmen, Yunanca Aslıyla Kar şıla ştıran ve Sunan: Azra Erhat, İstanbul: Remzi Kitabevi Hirst, Paul (1994). Associative Democracy, Cambridge: Polity İnalcık, Halil (1996). Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Humayunu, Osmanlı İmparatorlu ğu Toplum ve Ekonomi Üzerinde Ar şiv Çalı şmaları İncelemeler, İstanbul: Eren Yayınları İncio ğlu, Nihal Kara (1992). Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçi ş ve Demokrasi Sorunları , Tarih ve Demokrasi, (der.) Üniversite Ö ğretim Üyeleri Derne ği, İstanbul: Cem Yayınevi, Kapani, Münci (2000). Politika Bilimine Giri ş, Ankara: Bilgi Yayınevi Karaömerlio ğlu, M. Asım (1998, Mart). Bir Tepeden Reform Denemesi: Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun Hikayesi, Birikim Dergisi, No: 107, Karluk, S. Rıdvan (2005). Avrupa Birli ği ve Türkiye, İstanbul: Beta Yayınları, Karpat, Kemal H. (1996). Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul: Afa Yayınları Kı şlalı, Ahmet Taner (1994). Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Ankara: İmge Kitabevi Kı şlalı, Ahmet Taner (2003). Siyasal Sistemler, Siyasal Çatı şma ve Uzla şma, Ankara: İmge Kitabevi, Koçak, Cemil (2002). Siyasal Tarih (1923-1950) , Türkiye Tarihi 4, Ça ğda ş Türkiye 1908-1980, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi Koçak, Cemil (1986). Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Ankara: Yurt Yayınları Kongar, Emre (1992). Demokrasi ve Kültür, Ankara: Remzi Kitabevi Kongar, Emre (2004). 21. Yüzyılda Türkiye, Ankara: Remzi Kitabevi Kuçuradi, İonna (1996). İnsan Haklarının Felsefi Temelleri, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları Laclau E., Mouffe C., (1992). Hegemonya ve Sosyalist Strateji, Çev: Ahmet Kardam-Do ğan Şahiner, İstanbul: Birikim Yayınları Laçiner, Sedat (2003). Özal Dönemi Türk Dı ş Politikası, 1980-2003 Türkiye’nin Dı ş, Ekonomik, Sosyal ve İdari Politikaları, Ed. Turkut Göksu, vd. Ankara: Siyasal Kitabevi Lewis, Bernard (1993). Modern Türkiye’nin Do ğuşu, Çev: Metin Kıratlı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları Lipset, Seymour Martin (1986). Siyasal İnsan, Çev: Mete Tunçay, Ankara: Teori Yayınları Lipson, Leslie (1986). Politika Biliminin Temel Sorunları, Çev: Tuncer Karamustafao ğlu, Ankara: Birlik Yayınları 145

Macpherson, Crawford Brough (1984). Demokrasinin Gerçek Dünyası, Çev: Levent Köker, Ankara: Birey ve Toplum Yayınları Mantran, Robert (2002). Osmanlı İmparatorlu ğu Tarihi II, Çev: Server Tanilli, İstanbul: Adam Yayınları Mayo, Henry B. (1964). Demokratik Teoriye Giri ş, Çev:Emre Kongar, Ankara: Türk Siyasi İlimler Derne ği Yayınları Mercer, Claire (2002). NGOs, Civil Society and Democratization: A Critical Review of the Literature, Progress in Development Studies, 2, 1. s. 5-22. Meydan Larousse, (1987). İstanbul: Meydan gazetecilik ve neşriyat ltd. şti., cilt 3, Mouffe, Chantal (1994). Radikal Demokrasi: Modern mi, Post-Modern mi?, (Der. M. Küçük), Ankara: Vadi Yayınları Mumcu, Ahmet (1992). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi-II, Eski şehir: Anadolu Üniversitesi Açıkö ğretim Fakültesi Yayınları Mumcu, Ahmet (1993). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Eski şehir: Anadolu Üniversitesi Açıkö ğretim Fakültesi Yayınları Musulin, Janko (1983). Hürriyet Bildirgeleri-Magna Carta’dan Avrupa İnsan Hakları Sözle şmesi’ne, Çev: Necmi Zeka, İstanbul: Belge Yayınları Ortaylı, İlber (1979). Türkiye İdare Tarihi, Ankara: Türkiye Ortado ğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları no:180 Ortaylı, İlber (2002). İmparatorlu ğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: İleti şim Yayınları Özbudun, Ergun (2004). Türk Anayasa Hukuku, Ankara: Yetkin Yayınları Özdemir, Hikmet (2002). Siyasal Tarih (1960-1980) , Türkiye Tarihi 4, Ça ğda ş Türkiye 1908-1980, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi Özer, İnan (1996, Temmuz). Siyasal Kültür, Demokrasi ve Demokratik De ğerler , Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt 14, sayı 1, s. 71-86. Özsa ğır, Arif (2000). İnsan Hakları ve Demokrasi , Demokrasi Dosyası, Haz. K. B. Raif, B. J. Mollao ğlu, Ankara: TDV/D İHEP Yayını Öztekin, Ali (2003). Siyaset Bilimine Giri ş, Ankara: Siyasal Kitabevi Powell J.R., Bingham G., (1990). Ça ğda ş Demokrasiler-Katılma, İstikrar ve Şiddet, Çev: Mehmet Turhan, Ankara: S Yayınları Sander, Oral (1995). Siyasi Tarih-İlkça ğlardan 1918’e, Ankara: İmge Kitabevi Sarıbay, Ali Ya şar (2000). Global Bir Bakı şla Politik Sosyoloji, İstanbul: Alfa Yayınları Sarıbay, Ali Ya şar (2001). Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, İstanbul: Alfa Yayınları Sartori, Giovanni (1996). Demokrasi Teorisine Geri Dönü ş, Çev: T.Karamustafao ğlu, M.Turhan, Ankara: Yetkin Yayınları 146

Schmidt, Manfred G. (2001). Demokrasi Kuramlarına Giri ş, Çev: M.Emin Kökta ş, Ankara: Vadi Yayınları Sezen, Saim (1994). Seçim ve Demokrasi, Ankara: Gündo ğan Yayınları Soysal, Mümtaz (1987). 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul: Gerçek Yayınevi Şaylan, Gencay (1994). De ğişim Küreselle şme ve Devletin Yeni İş levi, Ankara: İmge Kitabevi Şenel, Alaeddin (1968). Eski Yunanda Siyasal Dü şünü ş, Ankara: AÜ. SBF Yayınları No:258 Tanilli, Server (1992). Uygarlık Tarihi, İstanbul: Say Yayınları Tanilli, Server (2003). Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?, İstanbul: Adam Yayınları Tanör, Bülent (1997). Siyasal Tarih (1980-1995) , Türkiye Tarihi 5 Bugünkü Türkiye 1980-1995, Ed. Sina Ak şin, İstanbul: Cem Yayınevi Tekeli, İlhan (2001). Modernite A şılırken Kent Planlaması, Ankara: İmge Kitabevi Timuçin, Af şar (1992). Dü şünce Tarihi, 1.kitap, İstanbul: BDS Yayınları Timur, Taner (1994). Türk Devrimi ve Sonrası, Ankara: İmge Kitabevi Toker, Metin (1991). DP Yoku ş A şağı 1954-1957, Ankara: Bilgi Yayınları Toker, Metin (1991). DP’nin Altın Yılları 1950-1954, Ankara: Bilgi Yayınları Touraine, Alain (2002). Demokrasi Nedir?, Çev: Olcay Kunal, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Tuncay, Mete (1986). Batıda Siyasal Dü şünceler Tarihi-2, Yeni Ça ğ Seçilmi ş Yazılar, Ankara: Teori Yayınları Turan, Ali Eşref (2004). Türkiye’de Seçmen Davranı şı Önceki Kırılmalar ve 2002 Seçimi, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları Turgut, Hulusi (der.) (2005). Atatürk’ün Sırda şı Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Türk Demokrasi Vakfı (1992), Demokrasi Nedir?, TDV Yayınları Türköne, Mümtaz’er vd, (ed.) Siyaset, (2003). İstanbul: Lotus Yayınevi Wood, Ellen Meiksins (1992). Sınıftan Kaçı ş, Çev: Şükrü Alpagut, İstanbul: Akı ş&Dönem Yayınları Yayla, Atilla (1999). Liberalizm, Ankara: Liberte Yayınları Yetkin, Çetin (1997). Serbest Cumhuriyet Fırkası, İstanbul: Toplumsal Dönü şüm Yayınları Yılmaz, Aytekin (2000). Modern Demokrasi: Geli şimi ve Sorunları, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları: 7 Yılmaz, Aytekin (2003). Ça ğda ş Siyasal Akımlar, Ankara:Vadi Yayınları 147

Young, Iris Marion (2000). Inclusion and Democracy, Oxford: Oxford University Press “…” 1961 Anayasası”, http://www.tbmm.gov.tr/tarihce/kb11.htm, 07.02.2005. “…” 20 Nisan 1924 Anayasası”, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=hdanayasa, 13.01.2005. “…” 20 Ocak 1921 Anayasası (Te şkilat-ı Esasiye Kanunu), http://www.ataturk.net/mmuc/?sayfa=tianayasa, 10.01.2005. “…” Cumhuriyet Halk Fırkası, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=oochp, 11.01.2005. “…” Demokrasi, http://www.canaktan.org/yeni-trendler/global- gerçek/demokrasi.htm, 28.06.2004 “…” Fransız İhtilali (1789-1804), http://www.tarihdersi.com/Osmanlitarihi/fransiz_ihtilali.htm 04.08.2004 “…” Halkevleri, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=kdhalkevleri, 17.01.2005. “…” http://www.anayasa.gen.tr/1921tek.htm, 10.01.2005. “…” http://www.anayasa.gen.tr/1924tek.htm, 13.01.2005. “…” http://www.anayasa.gen.tr/1961ay.htm, 07.02.2005. “…” http://www.belgenet.com/arsiv/varlikvergisi.html, 28.01.2005. “…” http://www.hukuki.net/kanun/3780.13.text.asp#link0, 27.01.2005. “…” http://www.idealhukuk.com/mevzuat/kanun/k68.htm, 27.01.2005. “…” http://www.tdk.gov.tr, 23.12.2004. “…” http://www.un.org/Overview/rights.html “…” Kütüphane-Uluslar arası İli şkiler Sözlü ğü, Siyasi Tarih, (A-K)-Dördüncü Bölüm” http://www.mfa.gov.tr/turkce/gruph/ha/ha01htm/01.htm “…” Nutuk, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum15/?sayfa=bolum15_02, 11.01.2005. “…” Nutuk, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum15/?sayfa=bolum15_09, 11.01.2005. “…” Nutuk, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum16/?sayfa=bolum16_07, 12.01.2005. “…” Nutuk, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum2/?sayfa=bolum2_05, 07.01.2005. “…” Nutuk, http://www.ataturk.net/nutuk/bolum6/?sayfa=bolum6_02, 10.01.2005. “…” Şeyh Sait Ayaklanması, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=ooseyhsait, 13.01.2005. 148

“…” Takrir-i Sükun Kanunu, http://www.ataturk.net/cumhuriyet/?sayfa=ootahrir, 14.01.2005.

149

ÖZGEÇM İŞ

Adı Soyadı: Umut BEKCAN Do ğum Yeri: Denizli Do ğum Tarihi: 26/03/1979 Lisans E ğitimi: Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İli şkiler Bölümü (1997-2002) Yüksek Lisans E ğitimi: Pamukkale Üniversitesi SBE Kamu Yönetimi Anabilim Dalı Çalı ştı ğı Yer: Türk Dı ş Ticaret Bankası (Dı şbank) Denizli Şb. Giri şimci Bankacılık Yönetici Yardımcısı, (A ğustos- Aralık 2003)

Pamukkale Üniversitesi İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü (Siyaset ve Sosyal Bilimler) Ara ştırma Görevlisi 2004-