T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ESKİÇAĞ DİLLERİ VE KÜLTÜRLERİ ( DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

AUSPICIUM ET IMPERIUM: ROMA CUMHURİYET DÖNEMİNDE İÇ

SİYASET VE KEHANET

Doktora Tezi

Çağatay Aşkit

Ankara-2011

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ESKİÇAĞ DİLLERİ VE KÜLTÜLERİ (LATİN DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

AUSPICIUM ET IMPERIUM: ROMA CUMHURİYET DÖNEMİNDE İÇ

SİYASET VE KEHANET

Doktora Tezi

Çağatay Aşkit

Tez Danışmanı Prof. Dr. Mehmet Özaktürk

Ankara-2011

ÖNSÖZ

Yüklek lisans tezimi ’nun yargısal söylevlerinde kullandığı retorik yöntemler alanında yaptıktan sonra, Latin edebiyatının değişik alanlarında da uzmanlaşmam gerektiğini söyleyen danışmanım ve değerli hocam Prof. Dr. Mehmet

ÖZAKTÜRK’ün önerisi ve desteğiyle Roma’da din-siyaset olgusu üzerine çalışmaya karar verdim. Doktora ders aşamasındaki okumalarım sırasında Roma’nın her döneminde din ve siyasetin birbirini ne denli büyük oranda etkilediğini fark ettim.

Doktora çalışmasında ortaya koyulması beklenen derinliği göz önüne aldığımda, tezimi iç siyasi çekişmelerin yoğun olduğu ve din olgusunun bu çekişmelerde önemli bir rol oynadığını fark ettiğim Cumhuriyet Dönemi ile sınırlandırmayı tercih ettim.

Çalışmalarım sırasında kaynaklara ulaşma konusunda zaman zaman zorluklar yaşadım. Ancak, Üniversitemizin sağladığı elektronik kaynaklara eklenen veri tabanları, en azından konumla ilgili yazılmış olan makalelere ulaşma konusunda bana büyük kolaylık sağladı.

Çalışmalarım sırasında çok sayıda kişinin yardımını gördüm. Yüksek lisans aşamasından itibaren danışmanlığımı yapan, bu çalışmanın üstesinden hakkıyla geleceğim konusunda bana güvenen ve desteğini benden esirgemeyen, titizlikle yaptığı düzeltmeleri ve bilimsel önerileriyle farklı bakış açıları geliştirmemde ve bu

çalışmanın oluşmasında büyük emeği olan Sayın Hocam Prof.Dr. Mehmet

ÖZAKTÜRK’e, eğitim hayatımda büyük emeği olan ve İtalyanca metinleri okuyup anlamamda benden yardımlarını esirgemeyen Sayın Hocam Prof. Dr. Filiz

ÖKTEM’e, Yunanca kaynakları değerlendirmemde yardımcı olan Sayın Hocam v

Prof.Dr. Candan ŞENTUNA’ya, sıkıştığım zamanlarda yardımlarına başvurduğum

Sayım Hocalarım Prof.Dr. Gül ÖZAKTÜRK ve Prof.Dr. Fafo TELATAR’a teşekkürü bir borç bilirim.

Kaynaklara ulaşma konusunda birçok kişinin yardımını gördüm. Yoğun

çalışmaları arasında zaman ayırıp, doktora tezini bana gönderen John NORTH’a,

Hititlerde falcılık ile ilgili kaynaklara ulaşmada desteklerini gördüğüm Prof.Dr. Cem

KARASU, Prof.Dr. Yasemin ARIKAN ve Yrd.Doç.Dr. Sedat ERKUT’a, ihtiyaç duyduğum kaynakları Viyana Üniversitesi kütüphanesinden bana taşıyan değerli kuzenlerim Özlem ve İsben ÖNEN’e, gözümden kaçan bazı noktalar konusunda beni uyaran sevgili meslektaşım ve dostum Tolga ÖZHAN’a, son olarak doktora süreci boyunca sabır gösterip dertlerimi paylaşan, bebeğimiz Kutay’ın bakımını tek başına üstlenerek bu çalışmanın ortaya çıkması için en az benim kadar emek veren sevgili eşim Hazel AŞKİT’e teşekkür ederim.

Nisan 2011 Çağatay AŞKİT

İÇİNDEKİLER

I. GİRİŞ ...... viii I.1 Eskiçağ’da Biliciliğe Genel Bakış ...... viii I.2 Kaynakların ve Modern Araştırmaların Durumu ...... xi I.3 Çalışmanın Amacı ve Kapsamı ...... xv I.4 Kuruluş Düzeni ...... xv I.5 Teknik Noktalar ...... xvi II. MEZOPOTAMYA’DAN ROMA’YA BİLİCİLİK TÜRLERİ VE YÖNTEMLERİ ... 1 II.1 Divinatio Naturalis ve Artificiosa ...... 1 II.2 Tanrı İşaretlerinin Yorumlanması ...... 2 II.2.1 Eskiçağ Omen Metinleri ...... 2 II.2.2 İç Organ Falı ...... 4 II.2.3 Kuş Falı ...... 4 II.3 Roma Dini: Kutsal Törenler ve Kehanetler ...... 7 II.3.1 Pontifex’ler ...... 8 II.4 Prodigia ...... 9 II.4.1 Haruspex’ler ...... 11 II.4.2 Quindecemviri Sacris Faciundis ...... 13 II.4.3 ’lar ...... 15 II.5 Auspicium ve Imperium ...... 17 II.5.1 Auspicia Privata ve Publica: ...... 17 II.6 -Remus: Tanrı Onayı Konusunda İlk Anlaşmazlık:...... 23 III. SINIFLAR ARASI MÜCADELE VE AUSPICIUM ...... 27 III.1 Sınıflar Arası Mücadelenin Gelişimi ...... 27 III.2 Eskiçağ Kaynaklarına göre Auspicium’ların bu Mücadeleki Yeri: ...... 29 IV. IMPERATORES ET AUSPICIUM ...... 73 V. NOBILES ET AUSPICIUM ...... 100 VI. TRIBUNI PLEBIS ET AUSPICIUM ...... 161 VII. SONUÇ ...... 199 VIII. EKLER ...... 206 VIII.1 Resim 1: Kilden kuzu ciğer maketi ...... 206 VIII.2 Resim 2: Bronz kuzu ciğeri maketi ...... 206 VIII.3 Resim 3: Bronz Haruspex heykelciği ...... 207 vii

VIII.4 Resim 4: Vel Saties ...... 208 VIII.5 Resim 5: Numa Pompilius’un Kral İlan Edilişi ...... 208 VIII.6 Resim 6: Fasti Consulares ...... 209 VIII.7 Resim 7: Fasti Consulares’teki İ.Ö. 172 yılına ilişkin kayıt ...... 209 IX. KAYNAKÇA ...... 210 X. TEZ ÖZETİ ...... 221 XI. SUMMARY ...... 223

I. GİRİŞ

I.1 Eskiçağ’da Biliciliğe Genel Bakış

Eskiçağ toplumları evrende gerçekleşen ve kendi bilgi sınırlarını aşan her türlü doğa olayını, işlenen bir suça karşı tanrıların gönderdikleri ceza olarak görmüşlerdir. Deprem, salgın hastalık, kıtlık ve savaş gibi bireylerin ve toplumların kaderini etkileyen olayların, bu üstün güçler tarafından düzenlendiğini düşünmüşlerdir. Bilim ve teknolojinin, bu tür doğa olaylarının nedenlerini ortaya

çıkardığı günümüzde bile, bu düşünce yapısının toplumlar içinde ne denli etkili olduğunu gördüğümüzde, eskiçağ toplumlarındaki bu inanışı daha iyi kavrayabiliriz.

Tek tanrılı ya da pagan dinlerine baktığımızda, aynı olguyla, insanoğlunun işlediği günahlar karşılığında tanrı ya da tanrılar tarafından, bu dünyada ya da öte dünyada cezalandırıldığı ya da cezalandırılacağı inancıyla karşılaşırız. Bu nedenle insanoğlunun tanrıların hoşuna gitmeyecek hareketlerden kaçınması gerekmektedir.

Tek tanrılı dinlerde insanoğlunun uyması gereken kurallar kutsal kitaplarda belirtilmiş, tanrıyla insan arasındaki aracılık görevini, yani vahiy yoluyla tanrıyla iletişim kurup isteklerini insanoğluna aktarma işini ise peygamberler üstlenmişlerdir.

Gerekli rituellerin doğru biçimde yerine getirilmesi için din adamları aracı olmuşlardır. İnsanoğlunun kutsal kitaplarda yazanlara uyduğu takdirde başına gelebilecek felaketlerden korunabileceği bildirilmiştir.

Pagan dinlerinde ise tanrı isteklerini önceden belirleyen, vahiy yoluyla gelmiş kutsal kitaplar yoktur. Bireylerin ve toplumun esenliği için, tanrılara karşı doğru davranış biçimini belirlemek ya da tanrılarla ilişkili olduğunu düşündükleri sorunlara

çözüm bulmak amacıyla, tanrılara danışmak, belirli konularda onların fikirlerini sormak sıkça görülen bir uygulamadır. Tanrılarla bir çeşit iletişime geçme biçimi ix

olan bu sanat genel olarak kehanet, fal ya da bilicilik (yun. μαντική (mantikē), lat. divinatio), bu konuda aracı olan görevliler de kâhin, falcı ya da bilici olarak adlandırılmaktadır.

Eskiçağ toplumlarında bilicilik devlet yönetim mekanizmasının bir parçası olarak da kullanılmıştır. Örneğin Lidya kralı Kroisos’un Perslerle yapacağı savaş

öncesi danıştığı Delphoi kehanet merkezinin verdiği yanıt ve Kroisos’un bu yanıtın gerçek anlamını ancak savaşı kaybettikten sonra anlayabilmesi, bu tür söylenceler arasında en bilinenidir. Hitit krallarının herhangi bir kentte yazı ya da kışı geçirmelerinde herhangi bir sakınca olup olmadığını rahipleri aracılığıyla tanrılara sordurduklarını belirten tabletler pek çoktur. Mezopotamya’dan Çine ve Hititlere,

Antik Yunan’dan Mısır’a ve Etrüsklere kadar uzanan geniş bir alanda bazen bizzat tanrılar adına yeryüzünde çalışan yöneticileri bazen de yöneticilerin aldıkları kararları tanrıların onayladığı ve desteklediği gösterilmek istenmiştir.

Roma’da dinle ilgili genel düşünce ve tanrılara bakış eskiçağ toplumlarından pek de farklı değildir. Tanrılar, gerekli dini törenler yerine getirilmediği zaman, insan yaşamına zarar verebilen ulu güçler (numen) olarak görülmüşlerdir1. Dolayısıyla toplumun gönenç ve esenliği tanrılarla insanlar arasında bir sorun olmamasına bağlıdır. Roma devlet dininin varoluş nedeni devletin tanrılarla barışık olmasını (pax de(or)um), toplumun tamamını ilgilendiren sorunlar ortaya çıktığı zaman, tanrıların neye öfkelendiğini öğrenmeyi ve bu öfkeyi yatıştırmak için gerekli önlemleri almayı gerektirmektedir2. Bu amaçla Roma’da rahip kurulları, tanrıların öfkesini belli ettiği düşünülen bir takım işaretler (auspicia oblativa) belirdiğinde, öteki eskiçağ

1 Dürüşken, Ç., Roma Dini, Türk Eski Çağ Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2003, s.1-2. 2 Pax de(or)um için bkz. Bayet, J., Histoire Politique et Psychologique de la Religion Romaine, Payot, Paris, 1957, s.58; Dumézil, G., Archaic Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the Etruscans, Johns Hopkins University Press, Baltimore, 1996, s.133.; Dürüşken, Ç., Roma Dini, s.1. x

devletlerine benzer yöntemler kullanırlar. Örneğin, augur’lar tanrı öfkesinin nedenini anlayabilmek için kuşların hareketlerini izlerler. sacris faciundis kurulu

Sibylla kehanet kitaplarına danışırlar. Etrüsk kökenli olan haruspex’ler hayvanların iç organlarını incelerler. Pontifex’ler ise dini törenlerin doğru bir biçimde yürütülmesini sağlamakla yükümlüdürler. Bütün bu kurulların eşdeğerleri ya da benzerleri eskiçağ devletlerinde bulunabilir.

Ancak Roma devlet dinini öteki eskiçağ devletlerinkinden ayıran belirgin bir fark vardır. Özellikle siyasi erkin güçlüler arasında paylaşıldığı cumhuriyet döneminde, Romalı siyasetçiler, bilicilik alanında eskiçağ devletlerindekilerle kıyaslanamayacak kadar etkilidirler. Çünkü az önce değindiğimiz rahip kurullarında görev alanların birçoğu (haruspex’ler dışında), aynı zamanda senatus üyesidir; birçoğu devletin en üst kademelerinde görev (magistratus) yapmış, Roma siyasi yaşamına yön vermiştir. Oysa diğer eskiçağ devletlerinde rahipler genelde yöneticilerin danıştığı uzman kişilerdir, Delphoi gibi kurumlaşmış olanları vardır, ama çoğu bağımsızdır, politika ile uğraşmayan profesyonel kâhinlerdir. Cicero’nun deyimiyle, Romalıların ataları devleti yönetenlerle, tanrılarla ilgili işleri yönetenlerin aynı kişiler olmasını istemişlerdir; amaçları, bu seçkin ve yüce insanların devleti iyi bir biçimde yöneterek dini, dini akıllı bir biçimde yorumlayarak da devleti korumalarıdır3. Siyasetçilerin etkinliği, devletle ilgili belirli bir konuda tanrının fikrini sorma (auspicia publica impetrativa) söz konusu olduğunda daha da

çarpıcıdır. Her türlü resmi toplantıdan önce, tanrının izin verip vermediğini öğrenme görevi rahiplerce değil, toplantıya başkanlık edecek magistratus’larca yürütülmüştür.

Dolayısıyla tanrı isteği ve iradesiyle ilgili yapılan yorumların siyasi sonuçlarının da olması kaçınılmazdır.

3 Cic. Dom.1.1 xi

I.2 Kaynakların ve Modern Araştırmaların Durumu

Eskiçağ yazarlarından M. Tullius Cicero, Roma tarihi, edebiyatı ve felsefesi alanlarında olduğu gibi, bilicilik söz konusu olduğunda da en önemli kaynaklardan biridir. De natura deorum, De divinatione, De legibus, De haruspicum responsis ve

De domo sua yapıtlarında, Roma’da bilicilik ile ilgili ilk elden bilgilere ulaşmak mümkündür. Livius, Dionysos Halikarnassos gibi tarihçilerin yapıtları yanında

Plutarkhos’un ünlü Yunanlı ve Romalı şahsiyetlerin biyografilerini içeren “Bioi

Paralleloi” adlı yapıtı, Valerius Maximus’un Factorum ac Dictorum Memorabilium

Libri yapıtı siyaset ve bilicik ilişkisi konusunda önemli bilgiler içermektedir.

Cicero, Livius, Dionysos Halikarnassos ve Plutarkhos gibi yazarların yapıtlarında bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Ancak temel sorun bu döneme ilişkin yazılı belge yetersizliği değil, bu belgeleri yazanların aşağı yukarı tamamının İ.Ö. 1.yüzyıl ve sonrasında, yani söz konusu olaylardan yaklaşık 350-400 yıl sonra, yaşamış kişiler olmasıdır. Ayrıca bu yazarlar yapıtlarında, yaşadıkları döneme ilişkin bir takım olgulardan ve değer yargılarından yola çıkarak geçmişte yaşandığı düşünülen olayları biçimlendirmişlerdir. Bu bakımdan söz konusu yazarların bu dönemle ilgili yazdıkları zaman zaman yanıltıcı olabilir ya da tarihi gerçekleri tam olarak yansıtmayabilir. Ancak bu durum yazılanların yine de önemli ve incelemeye değer olduğu gerçeğini değiştirmez. Zira, Romalılar dinle ilgili bir sorun ortaya çıktığında, atalarının benzer durumlarda yaptıklarından yola çıkarak sorunu çözmeye çalışmışlardır. Dinle ilgili kuralları belirlemek açısından geçmişte yaşadıkları deneyimler onlar için son derece önemlidir. Dolayısıyla sözlü geleneğin egemen olduğu, deneyimlerin söylence biçiminde kuşaktan kuşağa aktarıldığı Roma toplumunda geçmişle ilgili olaylara nasıl bakıldığı, bu olayların nasıl yorumlandığı konusunda bu yazarlar bize en azından bir fikir vermektedirler. xii

Roma dini ve siyaseti üzerine günümüze değin yapılmış olan çalışmalar4, siyasi mücadelelerin büyük bir hız kazandığı İ.Ö. 1. yüzyılda dinin, özellikle de biliciliğin, siyasal yaşamda ne denli önemli bir rol oynadığını, birbirlerine üstünlük sağlama amacı güden siyasetçiler tarafından çıkar amaçlı kullandığını bize göstermektedir. Cumhuriyetin son yüzyılında biliciliğin ve dinin siyasi çıkar uğruna bu denli sıkça kullanılması, bazı bilim adamlarınca Roma’da devlet dinine olan inancı zayıflatan ve Hrıstiyanlığın bireyler arasında yayılmasına olanak tanıyan unsurlardan biri olarak değerlendirilmiştir5. Roma dininin inanç temelinden çok, gelenek ve işe yarama açısından değerlendirilmesi gerektiğini savunan bazı bilim adamları ise bu zayıflama görüşüne karşı çıkmışlardır6.

Auspicium ve augur’lar kurulu üzerine yazılmış olan kuramsal eserler de tartıştıkları konularla ilgili örnekleri genel olarak İ.Ö. 1. yüzyıl içinden seçmişlerdir7.

4 Taylor, L. R., Party Politics in the Age of Caesar, University of Calif. Press, Berkeley,, 1949, s.76- 97; Bergemann, C., Politik und Religion im Spatrepublikanischen Rom, Franz Steiner, Stuttgart, 1992, s.1-39.; DeMartino, R.M, The Roman Nobility and the State Religion in the Late Republic, PhD, Rutgers University, 1985. 5 Devlet dinine olan inancın zayıfladığı görüşü için bkz. Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, C.H. Beck, München, 1912, s.60-72.; Altheim, F., A History of Roman Religion, Methuen, London, 1938, s.328-331; Latte, K., Römische Religiongeschichte, Beck, Munich, 1960, s.264-293; Dumézil, G., Archaic Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the Etruscans, s.526-550. Şüphesiz Lucretius’un eserinde ve Cicero’nun tanrıların doğasını ele aldığı De natura deorum, biliciliği değerlendirdiği De divinatione yapıtlarında konuşan ve çeşitli felsefe akımlarının temsilcileri olan soyluların söylediklerinde dini geleneklere karşı eleştirel bir yaklaşımın var olduğu hemen göze çarpmaktadır. Bu yapıtları yazan Cicero’nun augur’lar kurulunun başı olduğu ve eserlerinin yapı bakımından çeşitli felsefe akımlarının görüşlerini yansıttığı göz önüne alınmalıdır. Hayatı boyunca tanrılarla ilgili söylediği sözler bir kenara bırakılarak, Cicero’nun tanrıların varlığına inanmadığı söylemek çok zordur. (ayrıntılı bilgi için bkz. Menzilcioğlu, Ç., “Cicero Tanrı-Tanımaz mı?”, Kutadgubilig 15 (2009): s.77-86. 6 North, J.A, “Conservatism and Chance in Roman Religion”, Papers of the British School at Rome 44 (1976): s.10-12.; Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, Oxford University Press, Oxford, 1979, s.4 v.d. 7 19. yüzyılın sonuna doğru tarihçilerin bilicilik konusuna artan ilgisi birbiri ardına dev kuramsal xiii

Klasik dönem yazarlarının yapıtları incelendiğinde, İ.Ö. 1 yüzyılın, gerçekten de biliciliğin siyasi amaçlı kullanıldığını düşündürtecek kadar çok sayıda örnek içerdiği görülmektedir. İ.Ö.59 yılı consul’ü Bibulus’un, görevdeşi Iulius Caesar’ın yasa

çıkarma girişimini, tanrıların onayını almak için gökyüzünü seyrettiğini bahane ederek sürekli geciktirmesi8; İ.Ö.55 yılı seçimlerinde rakibi Cato’nun seçildiğini duyunca consul ve augur olan Cn. Pompeius’un yıldırım sesi duyduğunu söyleyerek toplantıyı iptal etmesi9; Cicero’nun, tanrının onay vermediğini leri sürerek P. Clodius’un aedilis seçilmesini engellediği için, yandaşı Milo’yu övmesi10; tanrı onayını arama zorunluluğunu ortadan kaldırdığı için, Clodius’u eleştirmesi11,

öte yandan bu onayı kendi siyasi çıkarı için kullandığını söyleyerek, Marcus

Antonius’tan yakınması12en bilinen örnekler arasındadır. Cumhuriyetin son döneminde yaşamış olan Yunan tarihçi Dionysos Halikarnassos “Roma Tarihi” adlı yapıtında, augur’lardan bazılarının sol tarafta çakan bir şimşek gördüklerini söylediklerini, ancak aslında böyle bir şey olmadığını belirtmiştir (2.6.2-3).

Roma’da auspicium’ların siyasi çıkar amacıyla kullanılıp kullanılmadığı konusu bazı modern araştırmacılar tarafından ele alınıp incelenmiştir. Jerzy

Linderski, sınıflar arası mücadele döneminde auspicium’ların rolünü ele aldığı

eserlerin oluşmasıyla sonuçlanmıştır; bkz. Bouché-Leclercq, A., Histoire de la divination dans l'Antiquité, E. Leroux, Paris, 1879; Valeton, I.M.J., “De Modis Auspicandi Romanorum”, Mnemosyne 17 (1890): s.275-325; Wissowa, G., “Augures”,Pauly, et al. (ed.), Paulys Realencyclopädie der classischen Altertumswissenschaft vol.2, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart,, 1896 içinde: s.2313- 2344. Yirminci yüzyılda ise iki çalışma öne çıkmaktadır; bkz. Catalano, P., Contributi Allo Studio Del Diritto Augurale, G. Giappichelli, Torino, 1960; Linderski, J., “The Augural Law”, Aufstieg und Niedergang der römischen Welt 2.16 (1986): s.2146-2312. 8 Suet.. Iul. 20.1; Dio 38.6 9 Plut. Cat.Min. 42.3; Pomp.52 10 Cic. Att. 4.3.3 11 Cic. Red.sen. 11; Sest. 33 ve 56; Har. resp. 58 12 Cic. Phil. 2.81-83 xiv

çalışmasında, eskiçağ yazarları tarafından auspicium’ların patricius’un kalesi ve siyasi güçlerini korumak için dayanak noktalası olarak yansıtıldığını belirtmektedir13.

Cumhuriyet döneminde din ve siyaset ilişkisini ele alan modern araştırmaların, İ.Ö.

3. yüzyıl, özellikle de bu yüzyılın ikinci yarısı üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir.

Bu konuda yapılan değerlendirmelerde genel olarak iki eğilim karşımıza

çıkmaktadır. Bir grup araştırmacı, bu dönemde tanrı onayı ile ilgili alınan kararlardan augur’lar kurulu üyelerinden Q. Fabius Maximus’un kazançlı çıktığını belirtmişlerdir. Augur’lar kurulu tarafından alınan kararları kişisel çıkar açısından değerlendirmiş görünmektedirler14. Başka bir grup araştırmacı ise Q. Fabius ve grubunun bu kararlardan kişisel menfaat elde etmediğini, tek düşündüklerinin devletin esenliği olduğunu söyleyerek bu görüşe karşı çıkmıştır15. Bu dönemde auspicium’ların siyasi amaç uğruna istismar edildiği savının çok zayıf olduğunu, Gal kabileleriyle ve Kartaca ile yapılan savaşların yer aldığı yıllarda devlet dinine özen gösterilmesinin doğal olduğunu belirtmiştir. İ.Ö. 2 yüzyılda doğrudan din ve siyaset arasındaki ilişkiyi inceleyen birkaç çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalar auspicium’ların siyasi amaçlı kullanımının İ.Ö. 2. yüzyılın sonuna doğru yoğunlaştığını belirtmektedirler16.

13 Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, (ed.) Eder, W., Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin, Steiner, Stuttgart, 1990 içinde: s.34-48. 14 Münzer, F., Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, J.B. Metzlersche Verlagsbuchhandlung, Stuttgart, 1920, s.74 ve 125-126; Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, Clarendon Press, Oxford,, 1973, s.49-58. 15 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the to the time of Sulla (PhD), Oxford University, 1967, s.428; Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”, Journal of Religious History 10 (1978): s.3-19. 16 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.430; Rawson, E., “Religion and Politics in the Late Second Century B.C. at Rome”, Phoenix 28.2 (1974): s.193-212. xv

I.3 Çalışmanın Amacı ve Kapsamı

Yukarıda saydığımız modern görüşlerden farklı olarak, biz tanrı onayıyla ilgili kararların sonuçları bakımından zaten siyasi olduğunu, bu nedenle bu konuda alınan kararların, siyasi çekişmelerin yoğunlaştığı her dönemde, tartışma yarattığını düşünüyoruz. Şüphesiz bu tür bir sav varsayımlardan öte, antik kaynaklardan bu konuya ilişkin kanıtların ortaya çıkarılması ve bunların doğru bir biçimde değerlendirilmesiyle desteklenmelidir. Bu nedenle bu çalışmada cumhuriyet döneminin ilk yıllarından İ.Ö.1. yüzyıla kadar uzanan zaman dilimi incelenerek

(yaklaşık olarak İ.Ö.450-90), bu dönemde yer alan siyasi mücadelelerde biliciliğin,

özellikle de auspicium’un rolü araştırılacaktır.

I.4 Kuruluş Düzeni

Bu çalışma, din tarihi ya da siyasi tarih çalışmasından çok, esas olarak cumhuriyet döneminde tanrı onayı (auspicium) ve siyasi erk arasındaki bağlantıyı belirten eskiçağ kaynaklarındaki bilgilerin kronolojik sırayla değerlendirilmesi ve yorumlanmasını içermektedir. Çalışmanın birinci ve ikinci bölümlerinde teknik terimlere açıklık getirebilmek ve okuyucuya kolaylık amacıyla, Eskiçağ’da bilicilik anlayışı, Roma Cumhuriyet döneminde biliciliğin nasıl ve kimler tarafından yapıldığı, kullanılan teknik terimlerle ilgili açıklayıcı bilgiler verilmeye çalışılacaktır.

Cumhuriyet dönemi Roma siyasi yaşamının biçimlenmesinde çok önemli bir payı olduğu düşünülerek çalışmanın üçüncü bölümü sınıflar arası mücadeleye ayrılmıştır. Bu bölümde şu noktaya odaklanılmıştır: Yaklaşık olarak iki yüzyıl süren sınıf mücadelesinde auspicium nasıl bir rol oynamıştır? Bu soruna açıklık getirebilmek amacıyla, ilk olarak plebs’lerin patricius’lardan ne tür istekleri olduğu ortaya koyulmuş, bu istekler sınıflandırılmış, sonra, patricius’ların bu isteklere yanıt xvi

verirken auspicium’ları ve biliciliği kendi siyasi çıkarları için nasıl kullandıkları gösterilmeye çalışılmıştır.

Dördüncü bölümde sınıflar arası uyumun sağlanmasından sonraki yaklaşık yetmiş yıllık dönem (İ.Ö.300-232) ele alınmıştır. Bu yıllarda Roma’nın birbiri ardına girdiği savaşlar nedeniyle olsa gerek bu döneme değinen eskiçağ yazarları iç siyasetten çok dışarıda yapılan savaşlarla ilgili bilgiler vermektedir. Bu nedenle

“Imperatores et Auspicium” adını verdiğimiz üçüncü bölümde, savaş alanlarında auspicium’ların işlevi ve iç siyasete etkileri üzerinde durulmuştur.

Çalışmanın “Nobilitas et Auspicium” başlıklı beşinci bölümünde, ortaya

çıkan yeni yönetici sınıfın (nobilitas), yönetim erkini ele geçirmek ya da elinde tutmak için birbirleriyle giriştiği mücadelede auspiciumları ve biliciliği bir araç olarak kullanıp kullanmadığı konusu incelenmiştir.

Son bölümde ise İ.Ö.150 ve 90 arasındaki dönemde halk temsilcileri ve senatus arasında, Roma’nın kaderini etkileyen ve şiddet olaylarıyla sonuçlanan siyasi mücadele üzerinde durulmuş ve araştırmamız, auspicium’ların bu mücadeleye olan etkisi üzerine yoğunlaşmıştır.

I.5 Teknik Noktalar

Çalışmada değinilen eskiçağ yazarlarının ve yapıtlarının adları Hornblower,

S., The Oxford Classical Dictionary, 3rd Edition, Oxford University Press, Oxford,

2003 baskısındaki kısaltmalar bölümü temel alınarak kısaltılmıştır. Aksi belirtilmediği takdirde, eskiçağ yazarlarının metinleri için Loeb Classical Library basımları esas alınmış, yapılan alıntıları belirleyen numaralama sistemi de buna göre düzenlenmiştir.

Çalışma içinde, incelenen olaylar hakkında bilgiler içerdiği görülen epigrafik kaynaklara da yer verilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, görev yapmış xvii

olan consul’lerin adlarının yıl yıl kaydedildiği Fasti consulares ve zaman zaman da

övgü yazıtları (eulogia) kullanılmıştır. Bu yazıtların transkripsiyonu ve yorumu için

Atilio Degrassi’nin Inscriptiones Italiae 13.1: Fasti Consulares et Triumphales,

Roma, 1947 ve CIL (Corpus Inscriptionum Latinarum) yapıtları esas alınmış ve bu yapıtlardaki sayfa numaralı verilmiştir.

Modern kaynaklara yapılan göndermelerde, ilk seferde künyeler açık olarak verilmiştir. Çalışma içinde, aynı esere tekrar gönderme yapıldığında, sırasıyla yazarın soyadı, eserin adı ve sayfa numarası verilmiştir. Kitap adları italik harflerle, makaleler, kitap bölümleri ve ansiklopedi maddeleri ise çift tırnak içinde yazılmıştır.

Türkçe sözcüklerin yazımında, Türk Dil Kurumu’nun 1998 basımı Türkçe

Sözlüğü esas alınmıştır. II. MEZOPOTAMYA’DAN ROMA’YA BİLİCİLİK TÜRLERİ VE

YÖNTEMLERİ

II.1 Divinatio Naturalis ve Artificiosa

Cicero’nun İ.Ö.44 yılında yazdığı De divinatione (Bilicilik Üzerine) yapıtında konuşan kardeşi Quintus, biliciliği ikiye ayırmıştır ( I.34). Birincisi sanattan yoksun, doğal olan (divinatio naturalis), gözleme, incelemeye ve geçmiş gözlemlerin kaydedilmiş sonuçlarına dayanmayan, akıl yürütme ve varsayımdan yoksun olan biliciliktir. Bu türde uykuda ya da kendinden geçmiş bir ruh haliyle, bir çeşit esrime durumundayken geleceğe ilişkin öngörülerde bulunulur17. Cicero, Delphoi, Dodona ve Sibylla Erytrhraea (I.37-39) gibi bilicilik merkezlerindeki kehanetlerin (oracula), eskiçağda bilicilik yöntemi olarak önemli bir yer tutan rüyaların (I.39-64) bu gruba girdiğini söylemiştir. İkinci türün genel özelliği ise varsayıma ya da geçmişte gözlenen ve kaydedilen işaretlerden bir takım sonuçlar çıkarılmasına dayanır (I.72).

Bu bakımdan yetenek gerektiren sanatsal bir biliciliktir (divinatio artificiosa). Bu bilicilik türünde tanrı işaretleri ikiye ayrılmaktadır. Tanrıların bir şeyden hoşnut olup olmadığını insanoğluna belli etmek için kendiliğinden gönderdiğine inanılan işaretler

(signa oblativa); Şimşek çakması, gök gürlemesi, gökyüzü ve yeryüzünde görülen sıra dışı olaylar bu tür işaretlerdir. Diğeri ise, yapılacak bir işe tanrıların onay verip vermediğini öğrenmek ya da neye öfkelendiğini bulmak amacıyla, onlardan bir işaret göndermesini istemeye ve gönderilen işareti (signa impetrativa) yorumlamaya yöneliktir.

17 İki tür bilicilik arasındaki karşılaştırma için ayrıca bkz. Plato, Phdr. 244 2

II.2 Tanrı İşaretlerinin Yorumlanması

II.2.1 Eskiçağ Omen Metinleri

Eskiçağda, sonraki kuşakların yararlanması amacıyla geçmiş deneyimlerin kaydedildiği, tanrılardan gelen işaretlerin (omina) ne anlama gelebileceğini ve nasıl yorumlanması gerektiğini gösteren el kitapları türünde kayıtlar sıkça bulunmaktadır.

Nineveh’teki Aššurbanipal kütüphanesindeki tabletlerden Mezopotamya’ya ait bu tür kayıtlar, başka bir deyişle omen kolleksiyonları günümüze kadar gelmiştir. Bunlar arasında Enūma Anu Enlil adıyla bilinen kayıtlar, ayın evreleri, güneşin etrafında gelişen sıra dışı olaylar, şimşek çakması, yıldırım düşmesi, bulutların biçimi, gökkuşağı, depremler ve rüzgârlar, gezegenlerin ve yıldızların hareketleri, kısacası gökyüzündeki her türlü olay ve işaret hakkında bilgi vermektedir. Šumma Ālu (eğer

şehir tepede yerleşirse) adıyla bilinen kayıtlarda, yeryüzündeki gündelik yaşama ilişkin işaretler kaydedilmiş, Ziqīqu adlı kayıtlarda rüyalarla ilgili işaretler ve son olarak Šumma Izbu’da ise sıra dışı doğumlardan kaynaklanan işaretler aktarılmıştır18.

Bu metinlerin kuruluş düzeni genelde bir gözlemin ya da durumun öne sürüldüğü koşul cümlelerinin (apodosis) ardından gelen ve görülen olgunun ne anlama gelebileceğini belirten sonuç cümlesi (protasis) biçimindedir19. Bu tür metinlerin

Mezopotamya’da oldukça yaygın olduğu görülmektir. Örneğin Eski Babil dönemine

18 Bu omen koleksiyonları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Rochberg, F., The Heavenly Writing : Divination, Horoscopy and Astronomy in Mesopotamian Culture, Cambridge University Press, Cambridge ; New York, 2004. 19 Bu metinlerin yapısı için bkz. Rochberg, F., “"If P Then Q": Form and Reasoning in Babylonian Divination”, (ed.) Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the Ancient World The University of Chicago, Chicago, 2010 içinde: s.19-28. Metin örnekleri için bkz. Oppenheim, A. L., “A Babylonian Diviner's Manual”, Journal of Near Eastern Studies 33 no:2 (1974): s.197-220.; Geers, F.W., “A Babylonian Omen Text”, The American Journal of Semitic Languages and Literatures 43, no:1 (1926): s.22-41. 3

ait omen metinlerine benzeyen Aramice yazılmış metinler bulunmaktadır20. Hitit kentlerinde yapılan kazılarda Akadca yazılmış, olağandışı doğumlar ve astronomik gelişmelerle ilgili bu tür metinler bulunmuştur21. Roma’da cumhuriyet dönemi boyunca senatus’un sık sık görüş aldığı Etrüsk kökenli biliciler olan haruspex’lerin de gökyüzünde ve yeryüzünde beliren doğa olayları, normal olmayan doğumlar, hayvanların sıra dışı davranışları v.b. uğursuz görülen işaretler (portenta, prodigia) konusunda danıştıkları bu tür kitaplar olduğunu biliyoruz22. Kuşların uçuşunu gözlemleyerek tanrının bir işe onay verip vermediğini bulmaya çalışan augur’ların da bu tür bir kitaplardan yararlandıklarını söyleyebiliriz (libri augurales). Ancak İ.Ö. 2.

Binyılın birinci yarısına ait Mezopotamya metinleriyle karşılaştırıldığında, Roma biliciliğinin ayrıntıları hakkında bilgimizin pek az olduğunu burada belirtmemiz gerekir.

Yukarıda değindiğimiz gibi zaman zaman biliciler kendi elleriyle yarattıkları uygun ortamlarda tanrılarla temasa geçip, onlardan belirli bir konuda bir işaret vermesini istemişler, yani iletişimi başlatan taraf olmuşlardır. Bu durumda tanrılardan belirli bir konuda yanıt isteyen bilici, görüş alanındaki bazı bölgeleri seçmiş ve sorduğu sorulara karşılık olarak tanrılardan bu bölgelerde bir yanıt vermelerini istemiştir. Bu alan kimi zaman kurban edilmiş bir hayvanın iç organları kimi zaman da gökyüzünde ya da yeryüzünde belirlenmiş hayali-sanal bir alan

(templum) olarak karşımıza çıkmıştır. Suya dökülen yağın ya da tütsüden çıkan

20 Annus, A., “On the Beginnings and Continuities of Omen Sciences in the Ancient World”, (ed.) Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the Ancient World The University of Chicago, Chicago, 2010 içinde: s.1-18. 21 De Martino, S., Hititler, çev. Özbayoğlu, Erendiz, Dost Kitabevi, Ankara, 2003, s.102. 22 Cicero haruspex’lerin kullandığı üç kitap olduğunu söyler: libri haruspicini, fulgurales et tonitruales (Cic. Div.1.72.) 4

dumanın yayılışı, ağaçtan ya da kemikten yapılmış işaretli çubukların ya da zarların atılması, yılanların havuzda hareket etme biçiminin gözlenmesi Eskiçağda geniş bir alanda uygulanan bilicilik yöntemlerindendir.

II.2.2 İç Organ Falı

Mezopotamya’dan Çin’e, Hitit uygarlığından Mısır’a, Yunan’dan Roma’ya kadar çok geniş bir coğrafyada uygulanmış olan kurban edilen hayvanların iç organlarını inceleme (extiscipium ya da haruspicium) yöntemi buna örnek verilebilir.

İ.Ö. 1. bin yıl öncesi Mezopotamya ve Etrüsk dönemine ait karaciğer maketlerinin verdiği bilgiler ışığında, iç organların belirli parsellere ayrıldığı ve her bir bölgenin belirli bir tanrıyla özdeşleştirildiği ya da özel bir anlam taşıdığı görülmektedir (bkz. resim 1 ve 2). Tanrının neye öfkelendiğini bulmak amacıyla, yapılacak bir savaş

öncesinde, resmi bir görevlinin görevine başlaması sırasında, v.b.durum ve konularda tanrının yapılacak işe onay verip vermediği bu yöntem kullanılarak öğrenilmeye

çalışılmıştır.

II.2.3 Kuş Falı

Eskiçağda sıkça uygulanan bilicilik yöntemlerinden biri de kuşların uçuşunun ve hareketlerinin gözlenmesidir. Asur’da kuş uçuşunu gözleyen bilicilerin (dāgil iṣṣuri) öteki görevlilerle birlikte krala sadık kalacaklarına ilişkin yemin etmeleri onların sarayda ne denli önemli olduklarını göstermektedir23. Asur dönemine ait bir tablette bu rahip, önce bilicilik tanrılarına yakarmakta ve sonra onlardan çeşitli kuş türlerinin sağından soluna doğru uçmasına izin vermelerini istemektedir. Böylece

23 Oppenheim, A. L., Ancient Mesopotamia: Portrait of a Dead Civilization, The University of Chicago Press, Chicago & London, 1977, s.371 dipnot 37. 5

sorulan soruya olumlu yanıt verdiklerini belli etmelerini istemektedir24. Hitit döneminde de bu teknik, LÚMUŠEN.DÙ ve LÚIGI.MUŠEN adı verilen rahipler tarafından uygulanmıştır25. Önceden belirlenmiş bir alan içinde kuşların yerden havalanması, uçuş yönü, bir ırmağı aşıp aşmadıkları, gagalarını hareket ettirme biçimleri birer işaret olarak yorumlanmıştır26. Bu rahipler, kuşların hareketlerini doğal yerleşim bölgelerinde gözlemek için bazen çok uzaklara gitmişler, uygun kuş sürülerini yakalayabilmek için uzun süre oralarda kalmışlar, sonra elde ettikleri sonuçları mektupla krala bildirmişlerdir27. Kral ve kraliçenin Hattuša’da konaklamasına tanrıların onay verip vermediği sorulan bu tür bir metin, Roma’da hiç rastlamadığımız biçimde28, kuşların hareketlerinin nasıl gözlendiğine ilişkin ayrıntılı bilgi vermektedir;

“…Kartal kalkıp uçtu; gagasını ileriye doğru tutuyor, Harrani kuşu (ise) yerde (?) ve gagasını ters (?) çevirmiş. Aliliya kuşu “iyi” parselden çıktı ve öteye doğru gitti. Aršintati kuşu uçarak (?) yolun ötesine (geçti). Aramnanza kuşu öte tarafa doğru geçti. İkinci günde zaurlitinzi kuşu…’den, kartal ise iyi ön taraftan iyi parselden geldi ve gitti. Bir tilki koşarak (?) öteye doğru, yolun öte tarafına geçti gitti. Üçüncü günde aliliya kuşu öte tarafa doğru gitti; ama kartal dolaşmakta

24 Reiner, E., “Fortune-Telling in Mesopotamia”, Journal of Near Eastern Studies 19 no:1 (1960): s.29. 25 Rüster, C., Hethitisches Zeichenlexicon: Inventar und Interpretation der Keilschriftzeicen aus den Boğazköy-Texten, Otto Harrassowitz, Wiesbaden, 1989, s.102 ve 233 ; Ünal, A., “Zum Status der 'Augures' bei den Hethitern”, Revue Hittite et Asianique 31 (1973): s.32; Pecchioli Daddi, F., Mestieri, Professioni e Dignità nell'Anatolia Ittita, Edizioni dell'Ateneo, Roma, 1982, s.320-321. 26 De Martino, S., Hititler, s.103. 27 Ünal, A., Hititler Devrinde Anadolu II, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003, s.129-130. 28 Bazı kuşların görülmesinin uğursuz kabul edildiğine Romalı yazarlar değinmişlerdir(örn. Plinius, HN. 10.30 v.d.). Ancak bu bilicilik türüyle uğraşan augur’ların gözlemlerine bu kadar ayrıntılı bir biçimde değinildiğine rastlamadık. 6

(?), gagası öteye dönük. Bir büyü yaptık. Aliliya kuşu iyi parselden çıktı ve gitti. Pattarpalhi kuşu dolaşmakta (?). Harrani kuşu yolun ötesinde

kanat çırparak (?) öte tarafa gitti. (Kuş falcıları) Piyatarhu ve GE6.ŠEŠ şöyle (yorumlarlar): (Kuşlar) olumlu işaret verdiler.”29

Kuşların hareketlerinin yorumlanmasıyla gerçekleştirilen bilicilik Yunanca konuşan toplumlarda da kullanılmıştır. Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus yapıtında, Prometheus’un ölümlüler için yaptığı iyilikler arasında, kuşların hareketlerinin de yer aldığı bilicilik türleri sayılmaktadır (484-499) . Platon biliciliğin iki türünü (naturalis-artificiosa) kıyasladığı Phaedrus yapıtında (244 C), kuşların gözlenmesi ile yapılan bilicilik türünden bahsetmektedir. Sophokles’in (Ant. 998-

1005) ve Euripides’in (Phoen. 838-840) tragedyalarında yer alan yaşlı ve bilge

Teiresias kuşlardan aldığı işaretleri yorumlayan - gözleri görmese de yanında gezdirdiği çocuk bu konuda ona yardım etmektedir - önemli bir bilici tipi olarak karşımıza çıkar. Ilias destanının başında (1.69) rüya yorumcularının en büyüğü olarak nitelenen Kalkhas’ın, Troya savaşı öncesinde iki kartalın gebe bir tavşanı

Agamemnon ve Menelaos’un ayaklarının dibine bırakmasını, savaşın uzun süreceği, ancak sonunda Yunanların galip geleceği biçiminde yorumladığı aktarılmıştır (Aesc.

Agamemnon, 104-30).

Etrüskler’de iç organların incelenmesi ve yıldırımların yorumlanması yanında kuşların hareketlerini gözlemlemenin de uygulanan bilicilik yöntemleri arasında olduğunu biliyoruz. Uğurlu ve uğursuz sayılan kuş türlerine değinen Yaşlı Plinius

Historia Naturalis adlı yapıtında (10.37), Etrusca Disciplina’da resmedilmiş, ancak yüzyıllardır görülmeyen kuş türleri olduğundan bahsetmektedir. Bir Etrüsk kenti

29 Ünal, A., Hititler Devrinde Anadolu II, s.130-131. 7

olan Vulci’de bulunmuş bir mezar’da yer alan İ.Ö. 4.yüzyıla ait bir fresk’te resmedilen kişi (Vel Saties), başına bir çelenk takmış ve Roma generallerinin zafer töreni kutlarken giydiği toga picta’ya benzeyen mor renkli bir elbise giymiş bir biçimde görünmektedir (bkz. resim 4). Freskin üzerindeki yazıttan anlaşıldığı kadarıyla, Arnza adındaki yardımcısı sol elinde bir ayağı iple bağlı olan bir kuş tutmaktadır. Resimde tasvir edilen Vel Saties’in yardımcısının bıraktığı kuşun hareketinden tanrı onayını belirleyeceği anlaşılmaktadır. Bu freskte gördüğümüz kadarıyla Etrüsk augur’luğunun Hitit’teki gibi uzun gözlemlere değil, Roma’daki gibi kısa süre içinde sonuç almaya yönelik olduğu söylenebilir.

II.3 Roma Dini: Kutsal Törenler ve Kehanetler

Cicero, De Natura Deorum adlı yapıtında 79 yılı consul’ü, aynı zamanda pontifex olan Cotta’nın ağzından, Roma dininin kutsal törenler (sacra) ve kehanetler

(auspicia) olmak üzere ikiye ayrıldığını belirtmektedir30. Bir takım belirti ve olağanüstü olaylardan yola çıkarak uyarıda bulunmaları koşuluyla, Sibylla kitaplarını yorumlayanları ve haruspex’leri de üçüncü bir tür olarak sınıfladığı görülmektedir.

Aynı yapıtın başka bir yerinde de31 kutsal törenleri pontifex’lerin, auspicium’ları ise augur’ların yönettiğini belirtmektedir. Başka bir yapıtında dini uygulamalar konusunda atalarının ne düşündüğünü açıklarken de yine benzer bir bölümlemeye gitmektedir32. Yıllık dinsel törenler pontifex’lerin, üstlenilen bir işin tanrı katında

30 Cic. Nat. 3.5; “...Cumque omnis populi Romani in sacra et in auspicia divisa sit, tertium adiunctum sit si quid praedictionis causa ex portentis et monstris Sibyllae interpretes haruspicesve monuerunt, harum ego religionum nullam umquam contemnendam putavi mihique ita persuasi, Romulum auspiciis Numam sacris constitutis fundamenta iecisse nostrae civitatis, quae numquam profecto sine summa placatione deorum inmortalium tanta esse potuisset.” 31 Cic. Nat. 1.122; “…cur sacris pontifices cur auspiciis augures praesunt…” 32 Har.resp. 18; “…qui sollemnisque caerimonias pontificatu, rerum bene gerundarum auctoritates 8

uygun olup olmadığı33 augur’ların, yazgıyla ilgili eski kehanetler Apollo kâhinlerinin kitaplarının, başka bir deyişle Sibylla kitaplarının, bir takım alametlere ilişkin

açıklamalar ise Etrüsk öğretisini uygulayan haruspex’lerin yetki alanına girmektedir.

Buradan yola çıkarak Roma rahipleri de genel olarak iki grupta sınıflandırılabilir.

Sacra, yani kutsal törenler, tapınaklar, tapımlarla ilgilenenler ve bilicilikle

ilgilenenler. Günümüze kadar yapılan çalışmalar bu rahiplik kurumlarıyla ilgili

ayrıntılı bilgiler vermektedir34.

II.3.1 Pontifex’ler Sacra yani kutsal törenlerle ilgilenen pontifex’ler hayat boyu görev yapmaktadırlar35. Başlangıçta patricius soyundan gelen üç pontifex olduğu ve biri

öldüğünde yeni pontifex’in kalan ikisi tarafından seçildiği düşünülmektedir36.

İ.Ö.300 yılından sonra kuruldaki rahip sayısı dokuza yükselmiş ve plebs’ler de bu göreve seçilme hakkını kazanmışlardır. Sulla zamanında on beş, Caesar zamanında ise on altı rahip pontifex kurulunda görev almıştır. İ.Ö.104 yılından sonra kısmen augurio, fatorum veteres praedictiones Apollinis vatum libris, portentorum explanationes Etruscorum disciplina contineri putaverunt.” Val.Max. 1.1.1.’ de Cicero’dan alıntı yapmış gibi görünmektedir. Sacra ve auspicia ayırımı için ayrıca bkz. Cic. Dom. 41; 42 33 “rerum bene gerundarum auctoritates…” aslında girişilen işleri başarıyla yerine getirme yetkisi anlamına gelmektedir. Çeviriyi yaparken Watts’ın Loeb baskısında getirdiği yorum bizce de doğrudur. Zira augur girişilen bir işin auspiciuma, yani tanrı rızasına uygun olup olmadığına karar vermektedir. 34 Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, Cambridge University Press, Cambridge ; New York, 1998, s.18-30; Szemler, G. J., The Priests of the : A study of interactions between priesthoods and magistracies, Latomus, Bruxelles, 1972; Beard, M., “Priesthood in the Roman Republic”, (ed.) Beard, M & North, J.A, Pagan Priests: Religion and Power in the Ancient World, Ithaca, New York, 1990 içinde: s.17-48. 35 Pontifex kurulu hakkında genel bilgi için bkz. Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, s.501- 523; Latte, K., Römische Religiongeschichte, s.195-212. 36 Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, s.503; North, J.A, “Religion in Republican Rome”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.585-587. 9

halk seçimiyle göreve gelmişler, ancak bu düzenleme Sulla tarafından kaldırılmıştır.

Pontifex kurulunun yetki ve sorumluluk alanı diğer rahip kurullarıyla karşılaştırıldığında oldukça geniştir. Kurban törenlerinin, tapımların, ludi adı verilen oyunların doğru bir biçimde yürütülmesi, bu törenler ve oyunlar sırasında herhangi bir aksaklık meydana gelmemesi bu kurulun sorumluluğundadır. Roma ay takvimini güneş takvimiyle eşitlemek için artık ayı ekleme yetkisi (intercalatio), resmi işlerin yapılabileceği (dies fasti) ya da yapılamayacağı (dies nefasti), halkın toplantıya

çağırılabileceği günleri (dies comitiales) belirlemek de yine bu kurulun görevleri arasındadır37. Evlat edinme, vasiyet ve miras gibi konularda da söz sahibidirler38.

Pontifex kurulunda diğer resmi rahipler de görev almaktadır. Iuppiter tapımından sorumlu rahip olan Flamen Dialis, Mars tapımından sorumlu olan Flamen Martialis,

Quirinus tapımından sorumlu olan Flamen Quirinalis cumhuriyet döneminde pontifex kurulunun üyeleri arasındadır39.

II.4 Prodigia

Daha önce de belirttiğimiz gibi Romalılar, öteki toplumu eskiçağ toplumlarında olduğu gibi deprem, salgın hastalık, kuraklık, çok sert geçen kış ya da yaz mevsimini, zaman zaman iddia edildiği gibi, gökten taş, et vb. şeylerin yağmasını, hayvanların ya da insanların normal olmayan doğumları gibi sıra dışı doğa olaylarını, tanrıların öfkesini gösterdiği uğursuz işaretler (prodigium, portentum

37 İ.Ö.I.yüzyılda bu yetkinin pontifexlerce siyasi çıkar amaçlı kullanımı için bkz. Taylor, L. R., Party Politics in the Age of Caesar, s.78-80. 38 Bkz. Cic. Leg.2.47 v.d.; Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.25. 39 Flamines Dialis, Martialis ve Quirinalis ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Dumézil, G., Archaic Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the Etruscans, s.151-175. 10

ya da ostentum) olarak algılamıştır40. Tanrı ve toplum arasındaki uyumu sağlamak için tanrının neye öfkelendiğinin araştırılıp, öğrenilmesi ve bu öfkenin nedeninin ortadan kaldırılması (expiatio) gereklidir. Haruspex’ler ve decemviri sacris faciundis’in başlıca görevi budur.

İşleyiş genel olarak şu biçimdedir: İlk olarak prodigium’lar genellikle consul ya da praetor olan magistratus’a bildirilir (nuntiatio). Consul, bunlarla ilgili bir liste hazırlar ve senatus’a sunar. Senatus, bu prodigium’lardan hangilerinin devleti ilgilendirdiğini saptadıktan sonra (susceptio), konuyu araştırmaları ve tanrıların

öfkesinin nasıl yatıştırılacağına ilişkin önerilerde bulunmaları için ya haruspex’leri ya da decemviri sacris faciundis kurulunu görevlendirir41. Liebeschuetz, bu rahiplerin tanrının öfkesinin nasıl yatıştırılacağına ilişkin önerilerinin genelde harfiyen yerine getirildiğini belirtmektedir42. North önerilen önlemlerden hangilerinin gerçekleştirileceğine senatus’un karar verdiğini ileri sürer43.

Rosenberger de benzer bir biçimde, söz konusu rahiplerin yetkilerinin sınırlı olduğunu, tavsiyeleri kabul ya da reddetme, yeniden yorumlama ya da genişletme

40 Roma cumhuriyet döneminde prodigiumlar için bkz. MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, Latomus Revue D'Études Latines, Bruxelles, 1982; Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, s.7-29; Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.37-39; Rosenberger, V., “Republican Nobiles: Controlling the Res Publica”, (ed.) Rüpke, J. , A Companion to Roman Religion, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde: s.293-298. 41 Rosenberger, V., “Republican Nobiles: Controlling the Res Publica”, s.295; Kearns, E., “Portents”,Hornblower (ed.), Oxford Classical Dictionary, Oxford University Press, Oxford 2003 içinde: s.1227-1228. 42 Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, s.9. 43 North, J.A, “Diviners and Divination at Rome”, (ed.) Beard, M & North, J.A, Pagan Priests : Religion and Power in the Ancient World, Ithaca, New York, 1990 içinde: s.54. 11

yetkisinin senatus’ta olduğunu düşünmektedir44. Macbain, cumhuriyet dönemi boyunca ortaya çıkan prodigium’larda senatus’un hangi kurula görev verdiğini ayrıntılı bir biçimde listelemiştir45. Bu liste incelendiğinde senatus’un benzer durumlarda farklı rahip kurullarına görev verdiği görülmektedir. Örneğin prodigium olarak kabul edilen ‘bir insana yıldırım çarpması’ esas alınacak olursa, İ.Ö.114 ve 86 yıllarında haruspex’lere, İ.Ö. 295, 217, 216 ve 190 yıllarında ise decemviri sacris faciundis ya da pontifex’lere görev verildiğini görürüz. Bir ineğin ya da öküzün konuşması, hayalet görülmesi ve gökten garip bir ses duyulması, bebeklerin konuşması gibi prodigium’larda aynı durum gözlenmektedir. Dolayısıyla senatus’un bu kurullara görev verirken kıstasının ne olduğu incelenmesi gereken bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

II.4.1 Haruspex’ler

Haruspex’ler Etrüsk kökenlidirler ve Etruria’nın önde gelen aileleri arasından seçilmektedir46. Bu bakımdan Roma’ya özgü rahip sınıfının üyeleri olarak görülmemelerine karşın, Roma’nın dinsel ve siyasal yaşamında önemli bir rol oynadıkları kesindir. Cicero’nun sözlerine bakılacak olursa, Romalıların ataları haruspex’lerin öğretisinde büyük bir güç görmüş ve bundan yararlanmışlardır47.

44 Rosenberger, V., “Republican Nobiles: Controlling the Res Publica”, s.293. 45 MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.82- 116. 46 Cic. Leg. 2.21; “ Prodigia portenta ad Etruscos haruspices, si senatus iussit, deferunto, Etruriaque principes disciplinam doceto. Quibus diuis creuerint, procuranto, idemque fulgura atque obstita pianto.” 47 Div.1.3; “…cumque manga vis videretur esse et impetriendis consiliendisque rebus et monstris interpretandis ac procurandis in haruspicum disciplina, omnem hanc ex Etruria scientiam adhibebat…” 12

Warde Fowler, onların üç alanda yetkin olduklarını belirtmektedir48. Kamu binalarına ve heykellere düşen yıldırımların yorumlanması, kurban edilen hayvanların iç organlarının, özellikle karaciğerinin incelenmesi ve son olarak da prodigium’ların nedenlerinin açıklanması ve tanrıların öfkesinin yatıştırılması49.

Senatus uygun gördüğü zaman bu konularda haruspex’lere danışmış ve onların

önerilerini dinlemiştir. Haruspex’ler savaş alanlarında hayvanların iç organlarını inceleyerek tanrıların savaşa izin verip vermediğini de saptamaya çalışmışlardır.

Özellikle cumhuriyetin son iki yüzyılında Romalı komutanların ve siyasetçilerin kişisel yardımcılığını da yaptıkları görülmektedir. C.Gracchus, Marius, Sulla, Verres gibi siyasetçi ve devlet adamlarının yanında kendilerine tavsiyede bulunabilecek bir haruspex bulunmaktadır50. Horster’e göre bu haruspex’lerin görevi, patronlarını korumak ve başarılı olmalarına yardım etmektir. Bilicilik sayesinde askeri ve siyasi bakımdan tutkulu önderlerin kendilerini tanrılar tarafından korunuyormuş gibi sunduklarını ve bunu kullanarak siyasi rakiplerinden bir adım önde olmak istediklerini belirtmiştir51. Bu gerçek göz önüne alındığında, dindarlığın siyasi alanda rakiplere karşı sıkça bir silah olarak kullanıldığı sonucu çıkarılabilir. Rekabet

48 Fowler, W. W., The Religious Experience of the Roman People, from the Earliest Times to the Age of , Macmillan and Co., London, 1911, s.307-308. 49 Haruspexler ve görevleriyle ilgili genel bilgi için bkz. Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, s.543-549; Latte, K., Römische Religiongeschichte, s.157-160; MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.43-59.; Dumézil’in yapıtının sonuna eklediği “Etrüsklerin Dini” bölümü (s. 625- 696) haruspexler ve Etrüsk öğretisi hakkında önemli bir kaynaktır. Haruspexlerin kamu binalarına ve heykellere düşen yıldırımları yorumlamasıyla ilgili bkz., Dumézil, G., Archaic Roman Religion : with an Appendix on the Religion of the Etruscans, s.637-649. 50 C.Gracchus’un kişisel haruspexi için bkz. Val.Max.9.12.6; Marius için bkz. Sal. Iug. 63 ve Plut. Mar.8.5; Sulla için bkz. Cic.Div.1.72 ve Plut. Sull. 9.6; Verres için bkz. Cic.Verr.2.3.28 51 Horster, M., “Living on Religion: Professionals and Personnel”, (ed.) Rüpke, J., A Companion to Roman Religion, Blackwell Malden, MA, 2007 içinde: s.337. 13

içindeki siyasetçilerin haruspex’lerin kurul olarak verdikleri kararları da zaman zaman kendi çıkarları doğrultusunda yorumladıkları görülmüştür. Cicero ve Clodius arasındaki çekişme bunun en güzel bir örneklerinden biridir. Senatus, İ.Ö. 56 yılında

Roma yakınındaki bir bölgeden gelen tuhaf sesi prodigium olarak değerlendirmiş ve konuya açıklık getirmeleri için haruspex’lere başvurmuştur. Onlar, bu tuhaf sesin, devletin düzenlediği oyunlarda dine aykırılık olduğu ve kutsal alanlara karşı saygısızlık yapıldığı için, ortaya çıktığını belirtmiştir. Clodius, bilicilerin bahsettiği bu kutsal alanın kısa süre önce senatus tarafından Cicero’ya geri verilen ev olduğunu iddia etmiştir. Çünkü senatus Cicero’nun sürgüne gönderildikten sonra kamulaştırılıp, tanrıça Libertas’a adanan evini Cicero’ya geri veren bir karar almıştır.

Clodius rahiplerin kararını kendi çıkarı için yorumlayarak bilicilerin bahsettiği kutsal alanın burası olduğunu söylemektedir. Buna karşın Cicero, söz konusu alanın kendi evinin bulunduğu alan değil, Clodius’un, sahibini öldürüp zorla ele geçirdiği, içinde bir tapınak ve sunak bulunan Servius’un evinin bulunduğu alan olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre bu prodigium Clodius’un günahkârlığı ve çılgınlığı nedeniyle bizzat Iuppiter Optimus Maximus’tan gelen bir uyarıdır52.

II.4.2 Quindecemviri Sacris Faciundis

Bilicilik alanında etkin olan diğer bir kurul da quindecemviri sacris faciundis’tir. Kurulun üyeleri başlangıçta patricius sınıfından seçilen iki rahipten oluşmaktadır (duumviri sacris faciundis). İ.Ö.366 yılındaki Licinius-Sextius yasasından sonra bu sayı ona yükselmiş ve üyelerin yarısı patricius, yarısı da

52 Clodius’un Cicero’yu suçlamasıyla ilgili bkz. Cic.Har.8-9; Cicero’nun Clodius’u suçlaması için bkz. Cic.Har.10 14

plebs’lerden seçilmeye başlanmıştır (decemviri sacris faciundis)53. İ.Ö.51 yılında bu sayı on beşe yükselmiştir54 (quindecemviri sacris faciundis). Kurul üyeleri hayat boyu görev yaparlar. Başlıca görevleri Sibylla kitaplarını korumak, senatus gerek gördüğünde prodigium’larla ilgili bu kitaplara danışmak ve kitaplardan elde ettikleri bilgiyi yorumlamaktır55. Söylenceye göre Sibylla kitapları Roma’ya son kral

Tarquinius Superbus zamanında gelmiştir. Kehanetleri içeren kitapları satmak isteyen yaşlı bir kadın ve Tarquinius arasında geçen çetin pazarlık sonucu Roma hexametron vezniyle Yunanca yazılmış üç rulodan oluşan Sybilla kitaplarının sahibi olmuştur56. Iuppiter Optimus Maximus tapınağının yapımı tamamlandığında, rulolar bu tapınakta, yeraltındaki taş bir sandık içinde muhafaza edilmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca senatus, Sibylla kitapları konusunda da son sözü söyleme yetkisini her zaman elinde tutmuştur. Rahipler yalnızca senatus emrettiğinde kitaplara danışmışlardır. Bu önerileri dikkate alıp almama konusunda son söz senatus’un olmuş görünmektedir. İ.Ö.293 yılında Aesculapius, 2.Kartaca savaşı sırasında Venus

Erycina ve Magna Mater örneklerinde görüldüğü gibi Sibylla kitapları yabancı kültlerin Roma’ya girişinde önemli rol oynamıştır57. Bu kültlerin Roma’ya girişi kitapların tavsiyesi üzerine gerçekleşmiştir. Cumhuriyet dönemindeki tapınakların adanma ve inşa edilme süreçlerini din ve siyaset açısından değerlendirdiği yapıtında

Orlin, senatus’un Roma’ya yeni bir kült sokarken Sibylla kitaplarını kullanarak,

53 Liv.6.37.12 ve 6.42.2 54 Kuruldaki rahip sayısının on beşe yükselmesi genelde Sulla zamanına atfedilir. Ancak Caecilius’un Cicero’ya yazdığı mektup göz önüne alındığında (Cic.Fam.8.4.1), bu tarihin 51 yılı olması daha akla yakın görünmektedir. 55 Dion.Hal.4.62; Cic.Div.1.2.4; 56 Kitapların Roma’ya geliş hikayesi için bkz. Dion.Hal.4.62; Gell.NA.1.19.1 57 Aesculapius kültünün Roma’ya gelişi ile ilgili bkz. Val.Max.1.8.2; Liv.10.47.11; Ovid., Fasti, 1.291-2; Venus Erycina için bkz. Liv.22.9.8; Magna Mater için bkz. Liv.29.10.4-5. 15

başka bir deyişle kararı tanrısal bir kaynaktan geliyor gibi göstererek, kendisine karşı oluşabilecek muhalefeti hafiflettiğini ileri sürmektedir58.

II.4.3 Augur’lar

Augur’lar da hayat boyu görev yapmaktadırlar. Sürgüne gönderilseler ya da mahkemede suçlansalar bile görevleri devam etmektedir59. Roma tarihi boyunca pontifex’lerinkine benzer değişimler yaşamış gibi görünmektedirler. Pontifex’ler gibi başlangıçta patricius soyundan gelen üç augur olduğu ve daha önce belirttiğimiz gibi biri öldüğünde yeni augur’un kalan ikisi tarafından seçildiği düşünülmektedir60.

İ.Ö.300 yılından sonra kuruldaki augur sayısı dokuza yükselmiş ve plebs’ler de bu göreve seçilme hakkını kazanmışlardır. Sulla zamanında on beş, Caesar zamanında ise on altı augur kurulda görev almıştır. İ.Ö.104 yılından sonra kısmen halk seçimiyle göreve gelmişler, ancak bu düzenleme Sulla tarafından kaldırılmıştır.

Augur’lar toplumda devlet dininin baş tanrısı Iuppiter Optimus Maximus’un gönderdiği işaretleri yorumlayan resmi görevliler olarak görülürlerdi61. Gelecekten haber vermezlerdi, ancak işaretlere getirdikleri yorumlar, tanrının kendisine danışılan konuda onay verip vermediğiyle ilgiliydi62. Augur’ların kurul olarak ve birey olarak

58 Orlin, E. M., Temples, Religion, and Politics in the Roman Republic, Brill, Leiden ; New York, 1997, s.105-106. 59 Beard, M., “Priesthood in the Roman Republic”, s.40. 60 Botsford, G. W., The Roman Assemblies from their Origin to the End of the Republic, The Macmillan company, New York,, 1909, s.105. 61 Cic.Leg.2.20; “Interpretes autem Iovis Optumi Maxumi, publici augures, signis et auspiciis postea vidento..” 62 Çok sayıda çeviri, Cicero’nun Leg.2.20 deki “…publici augures signis et auspiciis postera vidento…” cümlesini, augur’ların gelecekten haber verdiği biçiminde yorumlasa da augur’larla ve augur’luk kurumuyla ilgilenen bilim adamları bu yoruma karşı çıkmaktadırlar62. Cicero’nun Div. 2.70 deki sözleri de bilim adamlarının bu görüşünü doğrulamaktadır. 16

görevlerinin birbirinden farklı olduğu görülmektedir. Kurul olarak başlıca görevleri augur’luk öğretisini korumak ve gelecek kuşaklara aktarmaktır (disciplinam tenere).

Cicero atalarının bunu çok değerli gördüğünü söyleyerek kendi zamanında bu görevin artık eskisi kadar önemsenmemesinden yakınmaktadır63. Görev alanlarını ilgilendiren konularda sorunlu bir durum ortaya çıkar ve senatus kendilerine danışırsa, ilgili konuda karar alırlar (decreta) ve bu kararı senatus’a bildirirlerdi

(responsa).

Augur’lar kurulunun görevlerinden biri de kentin içinde ve dışında auspicium’ların alınması gereken kutsal alanları (templa) belirlemektir. Bunun için bildikleri dünyayı çeşitli bölgelere ayırırlar. İlk bölge, kentin kutsal alanı sayılan ve kentle dış dünyayı birbirinden ayıran pomerium’dur. Gellius’un aktardığına göre64 augur’lar, pomerium’u duvar olmaksızın belirli işaretlerle sınırlamışlar, kentin etrafını çevreleyen alan olarak tanımlamışlardır. Bu yerin dışında ager effatus denilen sınırları cippi65 ile işaretlenmiş alan bulunmaktadır. Bunun dışındaki topraklar ise ager Romanus, Gabinus, peregrinus, hosticus ve incertus olarak bölümlenmiştir. Buna göre kent sınırları içinde yapılan bir toplantı için auspicium’a başvurulma işlemi (auspicatio) pomerium içinde yapılmalıdır. Ager effatus denilen alanın dışında pek toplantı yapılmaz. Magistratus, comitia centuriata’yı toplamak

63 Cic. Nat. 2.9; “Sed neglegentia nobilitatis augurii disciplina omissa veritas auspiciorum spreta est, species tantum retenta; itaque maximae rei publicae partes, in is bella quibus rei publicae salus continetur, nullis auspiciis administrantur, nulla peremnia servantur, nulla ex acuminibus, nulli viri vocantur, ex quo in procinctu testamenta perierunt; tum enim bella gerere nostri duces incipiunt, cum auspicia posuerunt.” 64 Gell. NA. 13.14.1: “ 'Pomerium' quid esset, augures populi Romani qui libros De Auspiciis scripserunt, istiusmodi sententia definierunt: 'Pomerium est locus intra agrum effatum per totius urbis circuitum pone muros regionibus certeis determinatus, qui facit finem urbani auspicii.” Pomeriumun belirlenmesi ile ilgili olarak ayrıca bkz. Varro, Ling.5.143 65 Sınırı gösteren bir tür taş. 17

için kentten Campus Martius’a geçtiği sırada, pomerium’un dışına çıktığı için geçişle ilgili özel bir auspicium almalıdır66. Yeryüzünde belirlenen bu bölgelerin hepsi augur’lar tarafından kutsanmıştır (inauguratio)67.

II.5 Auspicium ve Imperium

II.5.1 Auspicia Privata ve Publica:

Latince kuş anlamına gelen avis ve gözlemek anlamına gelen spicere sözcüklerinin birleşmesiyle oluşan auspicium tanrıların düşünce ve tutumunu yansıtan işaretlerdir. Her bir yurttaş kendisi için önemli gördüğü kişisel bir konuda

(evlilik, ailesi ve yeni bir girişimi hakkında önemli bir karar almadan önce.) tanrı onayı arayabilmektedir (auspicia privata)68. Öte yandan devlet işleri söz konusu olduğunda Romalılar için, auspicium’a başvurarak tanrıların ne düşündüğünü

öğrenmek son derece önemlidir. Bu iş genelde siyasi ve askeri liderler olan magistratus’un görevidir. Her bir magistratus, auspicium alma yetkisini kendisinden sonra göreve gelene aktarmaktadır. Magistratus’ların seçiminde herhangi bir boşluk olduğunda, örneğin interregnum’a geçildiğinde, normal düzene dönene kadar bu hak senatus’un patricius sınıfından olan üyelerine dönmektedir69. Devleti ilgilendiren bir işe kalkışmadan önce magistratus70 tanrıların o konuda ne düşündüğünü öğrenmeye

66 Botsford, G. W., The Roman Assemblies from their Origin to the End of the Republic, s.108. 67 bkz. Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.22. 68 Cic.Div.1.28 ; “Nihil fere quondam maioris rei nisi auspicato ne privatim quidem gerebatur, quod etiam nunc nuptiarum auspices declarant, qui re omissa nomen tantum tenent.” 69 bkz. Cic.Dom.38; Ad Brut.1.5.4; Asc.Mil.31C; Magdelain, A., “Auspicia ad Patres Redeunt”, (ed.) Bayet, J. & Renard, M. & Schilling, R, Hommages à Jean Bayet, Latomus, Bruxelles, 1964 içinde: s.427-473. 70 Censorların da auspicium’a bakma yetkisi olmasına karşın Roma’da toplantılara genellikle consul ya da praetor başkanlık etmektedir. 18

yönelik işaretleri gökyüzünü gözlemleyip bulmaya çalışır. Bu tür işaretler auspicia publica impetrativa olarak adlandırılmaktadır. Seçim, yasa yapma ya da senatus toplantılarından önce ya da seçilmiş olan bir magistratus göreve başlamadan önce, bu tür işaretler mutlaka aranır.

Toplantıya başkanlık edecek ya da göreve başlayacak olan magistratus yanında kendisine yardımcı olacak biriyle birlikte, seçimin ya da toplantının yapılacağı gün, gece yarısıyla şafak vakti arasında71 auspicium’un alınacağı yere gider. Burada tanrıdan gelecek olan işaretlerin gözlenmesi için uygun bir alan belirler. Daha sonra burada bir çadır kurulur (tabernaculum capere). Çadır kurulduktan sonra magistratus yardımcısından sessizliği sağlamasını istedikten sonra, genelde yüzünü doğuya doğru döner, gökyüzünde dikdörtgen bir alan

(templum) belirler ve gelecek işaretler için bu alanı gözlemeye (spectio) başlar.

Templum’un sağında ya da solununda, önünde ya da arkasında beliren işaretlere göre yorum yapar. Eğer uygun işareti görmeyi başarırsa gönderdiği olumlu işaret için

Iuppiter’e dua eder. Bundan sonra yardımcısı auspicium’ların uygun olduğunu ilan eder. Eğer uygun işaret görülemezse bu işlem ve toplantı başka bir güne ertelenir.

Alınan auspicium’ların geçerli sayılması bu işleyişe harfi harfine uyulmasına bağlıdır. Zira çadırın kurulmasında bir aksaklık olması (vitio tabernaculum captum esse) ya da sessizliğin bozulması sonradan seçimin sonucunu ya da toplantıda alınan kararları da geçersiz kılabilmektedir72.

Herhangi bir aksaklık yaşanmaması tanrının yapılmak üzere olan işe onay verdiği anlamına gelmektedir. Ancak bu onay sonsuza kadar geçerli olmayabilir.

Tanrı düşünce ve isteğini değiştirebilir ve gönderdiği işaretlerle işlemi durdurabilir.

71 Gell. NA. 3.2.10 72 Cic. Nat.2.11; Div.1.33; Liv.4.7.3; Val.Max.1.1.3 19

Bu işaretler auspicia publica oblativa olarak adlandırılır. Auspicia publica

impetrativa’dan farklı olarak burada tanrı ne düşündüğünü göstermek için söz

konusu işaretleri kendisi gönderir. Bu işaretler çadır kurulup aranmaz. En yaygın

auspicia oblativa gök gürültüsü ve şimşek çakmasıdır. Romalılar bu ikisini bir

toplantıyı ertelemek ya da iptal etmek için geçerli bir neden olarak görmüşlerdir73.

Toplantıya başkanlık eden magistratus bu işaretleri kendisi görüp toplantıyı

erteleyebilir74. Bir augur ya da sıradan bir insan bu işaretleri görüp toplantıya başkanlık eden magistratus’a bildirebilir (nuntiatio). Başka bir magistratus bu işaretleri görüp başkanlık eden magistratus’u uyarabilir (obnuntiatio). Toplantıya başkanlık eden magistratus sıradan bir insanın yaptığı uyarıyı dikkate alıp almama

konusunda serbesttir75. Ancak augur’un nuntiatio’su ve başka bir magistratus’un obnuntiatio’su bağlayıcıdır76. Cicero’nun da belirttiği gibi77, seçim (comitiatus) ve yasa yapma (concilia) toplantılarını dağıtma, alınan kararları geçersiz sayma yetkisi,

73 Cic.Phil.5.7, “Iove enim tonante cum populo agi non esse fas quis ignorat?”; Div.2.42, “Iove tonante, fulgurante comitia populi habere nefas”; 74 Plut.Cat.Min.42.3; Pomp.52 75 Örnek için bkz. App. B.Civ. 1.30 76 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2196.’ da obnuntiatio’nun bağlayıcılığı olmadığını iddia etmektedir. Bu bizce pek olası değildir. Çünkü eğer bu doğruysa, İ.Ö.2.yy da çıkarılan ve obnuntiatio hükümlerini düzenleyen Aelia et Fufia yasaları, Cicero’nun sürgünden döneceği sırada senatus tarafından gökyüzünün gözlemlenmesine yasak koyulması (Cic.Sest.129) ya da İ.Ö.57 yılında Milo ile Metellus arasında obnuntiatio’yu bildirmek için yaşanan kovalamaca (Cic.Att.4.3.4) bir anlam ifade etmeyecektir. 77 Cic.Leg.2.31 “Maximum autem et praestantissimum in re publica ius est augurum cum auctoritate coniunctum, neque vero hoc quia sum ipse augur ita sentio, sed quia sic existimari nos est necesse. Quid enim maius est, si de iure quaerimus, quam posse a summis imperiis et summis potestatibus comitiatus et concilia vel instituta dimittere vel habita rescindere? Quid gravius quam rem susceptam dirimi, si unus augur 'alio ' dixerit? Quid magnificentius quam posse decernere, ut magistratu se abdicent consules? Quid religiosius quam cum populo, cum plebe agendi ius aut dare aut non dare?” 20

augur’ların siyasal yaşamda öteki rahip kurullarına oranla daha etkili olduğunu göstermektedir. Seçim ya da yasa tasarılarının görüşülmesi sırasında tanrıdan gelebilecek herhangi bir olumsuz işaret ortaya çıkarsa tek bir augur’un (unus augur)

“alio die” demesi toplantıyı ertelemek için yeterli görünmektedir78. Öte yandan bu toplantılar sırasında yaşanan bir aksaklığın ya da tanrıdan geldiğine inanılan olumsuz bir işaretin, sonradan augur’lar kurulu tarafından değerlendirilip, seçilmiş adayların vitio creati79 ya da vitio facti, çıkarılmış olan yasaların da contra auspicia ferri80 ya da contra auspicia latas esse81 sayılma olasılığı vardır. Bu durumda, çıkarılan yasa ya da seçilen aday tanrı onayından yoksun demektir. Senatus, augur’lar kurulunun bu kararını göz önüne alıp ilgili konuda bir hata oluştuğu yönünde karar verirse,

çıkarılan yasa geçersiz sayılabilir, seçilen kişiye istifa etmesi (abdicare) gerektiği yönünde uyarıda bulunabilir ve seçim yenilenebilirdi82.

Bazı durumlarda toplantıya başkanlık eden magistratus’un aynı zamanda augur olduğu da bir gerçektir. Şüphesiz bu durum, siyasi alanda manevra yapılabilecek oldukça büyük bir esneklik sağlamaktadır. Eğer magistratus toplantının yapılmasını istemiyorsa, auspicia impetrativa, başlamadan bu toplantıyı henüz başlamadan engellemek için kendisine bir fırsat vermektedir. Kendi siyasi çıkarına

78 Örnekler için bkz. Cic.Phil.2.83; 79 bkz. Liv.4.7.3; 5.17.2; 6.27.5; 9.7.14; 8.15.6; 9.34.13; 10.47.1; 22.33.12; 23.31.13; 30.39.8; Cic. Nat. 2.11; 2.74, 80 bkz. Cic.Sen.11, Att.8.3.3 81 bkz. Cic. Har.resp. 48, Vat.5, Phil.3.9; 5.9-10; 82 Cicero’nun Leg.2.31’ de “Quid magnificentius quam posse decernere, ut magistratu se abdicent consules?” demesi ilk bakışta bu yetkinin augurlar kuruluna ait olduğunu akla getirmektedir. Ancak doğru işleyişi Nat.2.11’ de “…itaque vitio creatos consules esse. augures rem ad senatum; senatus ut abdicarent consules; abdicaverunt…” belirtmektedir. Livius ise aynı durum için iubeo fiilini kullanmaktadır. Liv.22.33.12; “Iis vitio creatis iussisque die quarto decimo se magistratu abdicare…” bkz. Linderski, J., “The Augural Law”: s.2165 dipnot 54. 21

uygun olmayan kişiler aday olduysa, ya da yasalar teklif edildiyse, toplantıya başkanlık eden magistratus spectio yetkisini kullanarak bunu daha en başında engelleyebilir. Öte yandan bir augur olarak nuntiatio yetkisi işlerin nasıl bir seyir izlediğini görmesine olanak sağlamaktadır. Toplantı sürerken ters giden bir şey olduğunda, örneğin istemediği bir aday seçilmek üzere olduğunda ya da istemediği bir yasa kabul edileceği sırada olumsuz olarak yorumlanacak bir auspicia oblativa toplantıyı durdurmak için yeterli olacaktır. İ.Ö.55 yılı praetor seçimlerine başkanlık eden Cn. Pompeius Magnus’un başta seçim toplantısına izin verip sonradan rakibi

Cato’nun seçilmek üzere olduğunu görünce, augur olarak yıldırım sesi duyduğunu söyleyerek toplantıyı iptal etmesini83, consul Antonius’un Dolabella’nın seçileceğini anlayınca “alio die” diyerek toplantıyı sona erdirmesini84 buna örnek verebiliriz.

Bizce hem Pompeius hem de Antonius seçimi daha başlamadan engellemek yerine, seçimin nasıl bir seyir izleyeceğini görmek istemiş, sonuç umdukları gibi olmayınca da augur’luk yetkilerini kullanarak seçimi durdurmuşlardır.

Bu aşamada karşımıza çıkan en önemli sorun, auspicium’ları almada augur’ların rolüdür. Valeton ve Wissowa gibi bilim adamları, auspicium’ların alınması sırasında augur’ların magistratus’lara yardım etmek gibi bir görevi olmadığını söylemişlerdir85. Botsford ve Bailey ise, bunun tersini savunmuş, augur’ların gökyüzünü gözleyen magistratus’lara yardım ettiklerini belirtmişlerdir86.

83 Plut.Cat.Min.42.3; Pomp.52 84 Cic.Phil.2.81-83. 85 Valeton, I.M.J., “De Modis Auspicandi Romanorum”: s.408 v.d.; Wissowa, G., “Augures”: s.2336- 2337; Wissowa, G., Religion und Kultus der Römer, s.529 dipnot 7. 86 Botsford, G. W., The Roman Assemblies from their Origin to the End of the Republic, s.105; Bailey, C., Phases in the Religion of , University of California Press, Berkeley, California, 1932, s.160. 22

Yaşadığı dönemin uygulamalarını eleştiren Cicero’ya bakacak olursak, ‘Romalıların ataları magistratus’lara yardımcı olması için bu konuda deneyimli kişileri seçmişlerdir. Yaşadığı dönemde bu görevin sıradan insanlara verilmesinden yakınmıştır. Çünkü magistratus’a yardımcı olacak kişi sessizliğin ne anlama geldiğini bilmelidir ve bu yolla ortaya çıkabilecek herhangi bir yanlışlığın da önüne geçebilir.

Bunu da ancak iyi bir augur başarabilir87.’ Cicero’nun burada söylediklerinden yola

çıkan Linderski Romalıların atalarının yararlandıkları deneyimli kişilerin (periti), augur’lar olabileceğini söyler, ancak yine de bu konuda kesin bir yargıya varmak için yeterli kanıt olmadığını belirtir88. Beard, North ve Price ise normal durumlarda bir augur’un bu tören sırasında magistratın danışmanı olarak ya da bir tanık olarak orada olduğunu söylemektedirler89.

Cicero’nun “augures auspiciis praesunt” sözü göz önünde bulundurulduğunda auspicia publica impetrativa’da augur’ların belirgin bir rolü olmaması şaşırtıcı gelebilir. Ancak augur’ların görevi burada alınan auspicium’un kurallara uygun olmadığı yönünde bir tartışma ortaya çıktığında başlamaktadır.

Senatus böyle bir tartışma ortaya çıktığında genelde augur’lar kuruluna danışmıştır.

Kurul toplanıp auspicium alma işleminde bir kusur olduğuna karar verirse, senatus bu öneriyi dikkate alarak işlemin yenilenmesine, seçimin ya da toplantıda alınan kararın geçersiz sayılmasına karar verebilir.

Eskiçağ kaynaklarında yer alan çelişkili ifadeler bu konuda kesin bir yargıya varmayı daha da zorlaştırmaktadır. Örneğin Roma’nın ikinci kralı Numa

87 Div.2.71-72 “…Hic apud maiores adhibebatur peritus, nunc quilibet. Peritum autem esse necesse est eum qui, silentium quid sit, intellegat; id enim silentium dicimus in auspiciis, quod omni vitio caret. Hoc intellegere perfecti auguris est.” 88 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2191. 89 Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.22. 23

Pompilius’un göreve başlaması için tanrı onayına başvurulduğu sırada, bütün işi augur yapmış gibi görünmektedir (Liv.1.18.6-10). Numa’yı Capitolium tepesine götürmüş ve yüzü güneye bakacak biçimde bir taşın üzerine oturtmuştur. Kendisi

Numa’nın sol tarafına geçmiş ve bir elini kralın başının üzerine koymuştur, öteki elinde de augur’ların simgesi olan ucu kıvrık asasını (lituus) tutmaktadır (bkz. resim

5). Daha sonra yüzünü kente dönerek, tanrılara yakarır. Görüş alanındaki bölgede doğudan batıya doğru hayali bir çizgi çizer. Güneyde kalan bölgeyi sağ, kuzeyde kalan bölgeyi ise sol olarak adlandırır. Ardından görebildiği en uzak noktada hayali bir alan belirler. Sonra lituus’unu sol eline alır ve diğer elini Numa’nın başının

üzerine koyar ve şu sözlerle tanrıya seslenir: “Iuppiter baba, eğer elimi başına koyduğum bu Numa Pompilius’un Roma’nın kralı olması caizse, belirlediğim sınırlar içinde bize kesin bir işaret göster” Ardından gönderilmesini istediği işaretleri tanımlamıştır. Bu işaretler gönderilince Numa kral ilan edilmiştir. Buna karşın daha geç bir dönemde İ.Ö.327’de yapılan bir diktatör atamasında augur’ların bulunmadığı açıkça görülmektedir90.

II.6 Romulus-Remus: Tanrı Onayı Konusunda İlk Anlaşmazlık:

Eskiçağ yazarlarının Roma kentinin kuruluşuna ilişkin söylencelere yer verdikleri yapıtlarında imperium ve auspicium arasındaki bağ, açık bir biçimde görülmektedir91. Söz konusu söylenceye göre insanlar kurulacak kenti Romulus’un

90 Bu konuya ileride ayrıntılı bir biçimde değinilecektir (bkz. s.60 v.d.) 91 Ennius, Ann.1.72-91; Cic.Rep.2.16; “…urbem condidit auspicato…”; 2.51; Nat.3.5; Leg.2.33; Div.1.3 ve 2.70; Liv.5.52.2. “…urbem auspicato inauguratoque conditam habemus.”; 3.61.5; 6.41.4; Plut.Rom.9.4-5; Dion.Hal.1.86-87; 2.5.6; Diod.Sic. 8.5; Ov. Fasti 4.813-822; Mommsen krallık döneminde imperium ve auspicium’un büyük oranda birbirini tamamlayan, farklı bakış açıları altında aslında aynı fikri ifade eden kavramlar olduğunu belirtir (Mommsen T., Römisches Staatsrecht I, 24

mu yoksa Remus’un mu yöneteceği konusunda karar veremedikleri için seçim tanrıya bırakılmıştır. Tanrıdan çözüm getirmesini bekledikleri sorun, kent kurulduktan sonra ikisinden hangisinin imperium’u elinde tutacağı ve kenti yöneteceğidir?92 Romalıların devlet ve toplumsal meselelerle ilgili dini bir sorun ortaya çıktığında geçmişte yaşadıkları deneyimlerden yola çıkarak olayları yorumladıklarını ve karşı karşıya oldukları sorunlara bu yorumlarla bir çözüm aradıklarını daha önce belirtmiştik. Ancak insan etkeninin devreye girdiği bu yorumlar da doğal olarak yeni sorunlar üretebilmektedir. Bu sorunlardan ilki kentin kuruluş söylencesinde hemen karşımıza çıkmaktadır. Livius’un aktardığına göre (1.6-

7), Romulus ve Remus kenti kimin yöneteceği konusunda auspicium’a başvurmak için farklı tepelerde yerlerini aldıktan sonra, tanrı onayı anlamına gelen ilk işareti

Remus alır. Altı akbaba görmüştür. Daha sonra Romulus on iki akbaba gördüğünü söyler. Her iki taraf da kendini kral ilan eder. Biri zaman bakımından tanrının kendisine öncelik tanıdığını, diğeri ise daha fazla akbaba gördüğünü söyleyerek sayı bakımından kral olması gerektiğini ileri sürmüştür. Sonuçta bu konuda anlaşamazlar ve taraflar arasında çıkan kargaşada Remus öldürülmüş ve Romulus kral olmuştur93.

Tanrı işaretlerini yorumlamada iki kardeş arasında çıkan anlaşmazlık ve bu anlaşmazlık sonucu Remus’un öldürülmesi tanrı iradesinin insanlar tarafından

Verlag von S. Hirzel, Lepzig, 1876, s.86-87; Greenidge de benzer biçimde bu ikisinin aslında aynı gücün insani ve tanrısal yanı olduğunu söyler (Greenidge, A.H.J., Roman Public Life, Macmillan and Co., London, 1901, s.162.) 92 Liv.1.6.4: “qui conditam imperio regeret” 93 Dionysos Halikarnassos 1.86-87’de Livius’tan farklı olarak her iki kardeş herhangi bir işaret görmeden önce, Romulus’un kardeşini aldatmak amacıyla işareti gördüğünü söyleyen hileli bir haber gönderdiğini belirtmektedir. Diodorus Siculus 8.5’te Romulus’un yaptığını bilinçli bir aldatmadan çok aceleciliğinden kaynaklanan bir hata olarak değerlendirmektedir. Plut.Rom.9.5’te bazı insanlar Remus’un gerçekten altı akbaba gördüğünü, Romulus’un ise on iki akbaba gördüğü konusunda yalan söylediğini belirtmektedirler. 25

yorumlandığı sırada yaşanan anlaşmazlık ve kargaşalara güzel bir örnek oluşturmaktadır. Her iki kardeş de tanrının gönderdiği işaretleri kendi çıkarı doğrultusunda yorumlamıştır. Her iki kardeş de kenti yönetmek için tanrının kendisine onay verdiğini ileri sürmüş ve bunu kullanarak yönetimde hak iddia etmiştir.

Eskiçağ tarih yazarları bir kent genelde hangi koşullar altında kurulursa, bu

özelliklerini sanki genetik bir kural gibi gelecek asırlarda da sürdüreceğini belirtirler.

Böylece nice iç savaşlara neden olacak Roma’daki bu geçimsizliğin ve auspicium’ların siyasi çıkar amaçlı yorumlanmasının ilk örneği belirlenmiş gibi görünmektedir. Dionysos Halikarnassos’un aktardığına göre (2.6.1), Romulus halkı yönetme konusunda tanrının onayını aldıktan sonra, kendinden sonra geleceklerin de tanrı onayını alana dek krallık görevini üstlenmemesini bir gelenek haline getirmiştir.

Romalılar uzun süre Romulus’un başlattığı bu geleneğe bağlı kalmışlardır. Yanlızca krallık döneminde değil, son kral kovulduktan sonra da, consul’lerin, praetor’ların ve diğer kamu yüksek görevlilerinin seçimini auspicium’ları gözleyerek dinsel açıdan da geçerli kılmışlardır. Her türlü devlet işine başlanmadan önce de bu tür tanrı onayına başvurulmasının adeta bir zorunluluk haline geldiğini görüyoruz.

Romalılar savaş alanında da tanrı onayını almaya özen göstermişlerdir.

Tanrının yapılmak üzere olan savaşa onay verip vermediğini anlamak için başvurdukları yöntem genelde auspicium de tripudiis olarak adlandırılmıştır. Bu amaçla ordunun yanında bir kafesin içinde tavuklar taşınmaktadır. Savaş başlamadan

önce bu tavuklar pullarii adı verilen görevliler tarafından kafeslerinden salınır.

Kafesin önüne atılmış olan yemleri iştahla yerken yemler gagalarından düşüp yerde 26

sekerse94, bu olumlu bir işaret (tripudium solistimum) olarak algılanır ve tanrının savaşa izin verdiği düşünülür. Öte yandan tavuklar önlerine atılan yemleri yemezlerse bu kötüye işarettir. Eğer koşullar savaşı başlatmak ya da ani düşman saldırısına karşı koymak için çok uygun ise, komutanın olumlu işaret için tavukların keyfini beklemesi kimi zaman riskli olabilir. Sonucu garanti altına almak amacıyla kafeslerde tavuklar aç bırakılabilmektedir. Cicero’nun yaşadığı dönemde bunun yapıldığını biliyoruz95.

94 Cicero Div.2.72’de tripudium sözcüğünün terra (yer) ve pavire (çarpmak, çarpıp zıplamak) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan terripaviumdan türediğini belirtir. 95 Cicero Div.2.73-74: “Nunc vero inclusa in cavea et fame enecta, si in offam pultis invadit, et si aliquid ex eius ore cecidit, hoc tu auspicium aut hoc modo Romulum auspicari solitum putas?”

III. SINIFLAR ARASI MÜCADELE VE AUSPICIUM

III.1 Sınıflar Arası Mücadelenin Gelişimi

Sınıflar arası mücadele, cumhuriyet dönemi Roma toplumunun iki ana unsuru olan patricius ve plebs sınıfları arasında adli, siyasi, ekonomik ve öteki sosyal alanlarda aşağı yukarı iki yüzyıl boyunca sürmüştür. Krallık döneminde de bu iki sınıf olmasına karşın, krala verilen mutlak yetkiler nedeniyle böyle bir mücadele patlak vermemiştir. İki grup arasında bu mücadelenin başladığı yıllarda yönetim erkinin yani imperium’un genelde patricius’un elinde olduğunu biliyoruz. Senatus yalnızca patricius sınıfından seçilen senatörlerden oluşmaktaydı. Patricius sınıfından seçilen consul’ler ve magistratus’lar devleti bir yıllık süreyle yönetmekteydiler.

Yargı alanında da yine patricius egemenliği söz konusuydu. Yasalar henüz yazıya dökülmemiştir, kamu yüksek görevlileri diyebileceğimiz magistratus’lar geleneğe göre (mos maiorum) yargı ve komutanlık görevini yürütmekteydi. Bunun yanında üst düzey din görevlileri yine bu sınıftan olan kişilerden seçilmekteydi. Bu bakımdan kentin dini açıdan kontrolü de patricius sınıfının elindeydi96.

Plebs’ler ise komşu soyların Roma’ya saldırısını ve asker olarak kendilerine duyulan gereksinimi fırsat bilerek barışcıl bir boykota gitmişler, devlet içinde bir devletmiş gibi teşkilatlanmışlardır. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında oluşturdukları yeni bir meclis (concilium plebis) ve seçtikleri temsilciler (tribuni plebis) aracılığıyla, patricius’tan önce adli, sonra da sosyal ve ekonomik alanda bir takım haklar istemiştir. Öteki önemli istekleri ise, adli haklar, yönetimde pay sahibi

96 Beard, M., North, J. A., et al., Religions of Rome 1: A History, s.64.

olabilmek, borçların hafifletilmesi ve toprak reformudur. Ancak bu isteklerini kabul ettirmeleri kolay olmamış ve oldukça uzun zaman almıştır.

Başkomutanlık görevi yanı sıra adalet işlerine de bakan consul’ler, yazılı yasalar ve belirlenmiş bir yargılama yöntemi olmadığı için keyfi davranabiliyorlardı.

Öncelikle patricius sınıfından kişilerin çıkarlarını koruyorlar ve aynı ya da benzer bir suçu işlemelerine karşın bir plebs’e, patricius’a verilenden çok daha ağır bir ceza verebiliyordu. Ayrıca plebs’lere çok daha ağır koşullarda ve çok uzun süreli askerlik yükümlülüğü getiriyorlardı. İ.Ö.462 yılında, bu tür haksızlıklara karşı çıkan halk temsilcisi (tribunus plebis) C.Terentilius Harsa’nın consul’lerin yetki sınırlarının belirlenmesi konusundaki önerisi üzerinde uzun süren tartışmalar sonunda, plebs’ler yasaların yazılı hale getirilmesini ve yargı usulünün belirlenmesini kabul ettirebilmişlerdir97. Bu amaçla oluşturulan üç kişilik kurul, Atina ve öteki Yunan kentlerine giderek Solon’un yasalarını incelemiştir. İ.Ö.451 yılında hangi suça ne ceza verileceğinin belirlenmesi ve yasaların yazılı hale getirilmesi amacıyla on kişi

(decemviri) seçilmesine ve bunların consul yetkisiyle donatılmasına karar verilmiştir98. Bir yıl sonra ikinci kez seçilen decemvir’lerin eklediği iki yasayla on iki levha kanunları oluşmuş, plebsler en azından hangi suça ne ceza verileceğini ve nasıl bir yargılama yöntemi izleneceğini belirli hale getirtebilmişlerdir. Yasaların yazıya dökülmesinin plebs için bir kazanç olduğu söylenebilir. Ancak aynı yasalar onların yönetimde pay sahibi olabilmelerinin önüne bir engel koymuştur. Decemvir’ler sınıflar arası evliliği yasaklamıştır. Bu yasak patricius ve plebs arasındaki temel fark

97 Terentilius Harsa’nın önerisi ve bu öneriyle ilgili taraflar arasında yaşanan tartışmalar için bkz. Liv.3.9.1-3.10.14; Dion.Hal.10.1.2-10.2.6. 98 “Decemviri consulari imperio legibus scribundis” Bu on kişinin isimleri için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, American Philological Association, New York, 1951, s.45.

olan soylu bir aileden gelme ayrıcalığını daha da kesinleştirmiştir. Sınıflar arası mücadelenin başladığı yıllarda yalnızca patricius kökenlilerin consul olabildiği göz

önüne alındığında, bu yasak imperium’un patricius sınıfının tekelinde kalması ve kuşaklar boyu da böyle sürmesi anlamına gelmektedir. Çünkü patricius sınıfından biriyle evlenen bir plebs’in ya da böyle bir evlilikten doğacak çocukların patricius sınıfına geçmesini ve imperium’a sahip olmasını olanaksız hale getirmiştir.

III.2 Eskiçağ Kaynaklarına göre Auspicium’ların bu Mücadeleki Yeri:

Geç cumhuriyet dönemi yazılı kaynakları İ.Ö.445 yılı başında halk temsilcisi

C. Canuleius’un sınıflar arası evliliğin serbest bırakılmasına ilişkin bir yasa tasarısını halk oylamasına (plebiscitum) sunduğunu belirtmektedir99. Ardından dokuz halk temsilcisi bir tasarı daha sunmuş ve halkın (populus), plebs ya da patricius arasından istediği kişiyi consul seçme yetkisine sahip olmasını istemiştir100. Imperium’u ellerinde tutmalarını sağlayan iki ayrıcalığı onların elinden almayı hedef alan bu yasa tekliflerini patres kabul edilemez bir şey olarak görmüştür. Yasa tekliflerinin hedef aldığı birinci ayrıcalık soylarıdır (gens). Son kralın kovulmasından sonra imperium’u elinde tutan iki consul de büyük oranda patricius kökenli aileler arasından

99 Liv.4.1.1; “…de conubio patrum et plebis C. Canuleius tribunus plebis rogationem promulgavit,…” Cic.Rep.2.63; “…Ergo horum ex iniustitia subito exorta est maxima perturbatio et totius commutatio rei publicae; qui duabus tabulis iniquarum legum additis, quibus, etiam quae diiunctis populis tribui solent conubia, haec illi ut ne plebei cum patribus essent, inhumanissima lege sanxerunt, quae postea plebei scito Canuleio abrogata est, libidinoseque omni imperio et acerbe et avare populo praefuerunt.” 100 Liv.4.1.3-4; “…processit deinde ut rogationem novem tribuni promulgarent, ut populo potestas esset, seu de plebe seu de patribus vellet, consules faciendi;” ; Dion.Hal.11.53.1’de C.Furnius dışında bütün halk tribunlarının bu görüşte olduğunu belirtir; “…οἱ τότε δημαρχοῦντες ἐκτὸς ἑνὸς Γαΐου Φουρνίου πάντες οἱ λοιποὶ συμφρονήσαντες, ἐν ᾧ τὸν δῆμον ἐποιοῦντο κύριον τῆς διαγνώσεως καθ' ἕνα ἕκαστον ἐνιαυτόν, εἴτε πατρικίους βούλοιτο μετιέναι τὴν ὑπατείαν εἴτε δημοτικούς.”

seçilmişti101. Bu onlara atalarından kalan bir ayrıcalıktı ve bu ayrıcalığı kendi kanlarından gelenlere devredeceklerdi. Sırası geldiğinde ve yetenekleri uygun olduğu takdirde kendi çocukları ve torunları da imperium sahibi olacaktı. Oysa sınıflar arası evliliğin serbest bırakılmasına ilişkin öneri, onlara göre, tanrılar nezdinde ayrıcalıklı kanlarının saflığını ve asaletini bozacak, soylarının kendilerine sağladığı hakları neredeyse tümüyle kısıtlayacaktı102. İkinci ayrıcalık birincisinin bir sonucu olan ve gerçek sahipleri olduklarını ileri sürdükleri auspicium’lardı. Öteden beri patres arasından seçilen consul, imperium’a sahip olmasının yanında, toplum adına ve devlet yararına tanrılarla iletişim kurmaya, yani auspicium’a başvurmaya yetkiliydi.

Consul’lerin seçilemediği durumlarda tanrı onayını (auspicium) araştırma yetkisi patres’e döner103, onlar da yeni bir consul seçilene kadar aralarından birini göreve getirirlerdi ()104. Bu tasarının kabul edilmesi patres’in imperium’u elinde tutmasında başlıca dayanak olan bu iki ayrıcalığı ortadan kaldırmaya yönelikti.

Patres’e göre bu tasarı yasalaşırsa, soyları bozacak, auspicium’ları, yani devleti ve toplumu ilgilendiren önemli durumlarda tanrı onayını alabilme olasılığını altüst edecek ve her şey birbirine girecektir. Tüm ayırımlar ortadan kalkınca, kimse ne kendisini ne de akrabalarını tanıyabilecekti105. Patres’e göre bu tasarı yasalaşırsa,

101 Mitchell, R. E., Patricians and : The Origin of the Roman State, Cornell University Press, Ithaca [N.Y.], 1990, s.20.; Bu konuda farklı düşünen bilim adamı sayısı hiç de az değildir. Konu s.38 v.d. ayrıntılı olarak tartışılacaktır. 102 Liv.4.1.2; “…qua [rogatione] contaminari sanguinem suum patres confundique iura gentium rebantur” 103 Auspicia ad patres redeunt 104 Cic. Dom. 14.38; “…auspiciaque populi Romani, si magistrati patricii creati non sint, intereant necesse est, cum interrex nullus sit, quod et ipsum patricium esse et a patriciis prodi necesse est.” 105 Liv.4.2.5; “Conluvionem gentium, perturbationem auspiciorum publicorum privatorumque adferre, ne quid sinceri, ne quid incontaminati sit, ut discrimine omni sublato nec se quisquam nec suos noverit.”

consul’lüğün aşağı sınıftan insanlarla paylaşılması değil, bu yüce yetkinin (summum imperium) öncelikli sahibi olması gereken soyluların elinden alınıp plebs’e verilmesi anlamına geliyordu106; Consul’lük makamı patricius dışında hiç kimseye bırakılmamalıydı, çünkü tanrısal yasa böyle bir görevi elinde tutma hakkını yalnızca patricius’a vermiştir107. Antik kaynaklarda sınıflar arası evlilik ve plebs’lerin de consul seçilmesi, ayrıca halk temsilcilerinin sunduğu yasa tasarıları konusunda patricius’un düşüncelerine ilişkin aktarılanlar bunlardır.

Aynı kaynaklar patricius’un bu önerilere gösterdiği tepki karşısında plebs’lerin ne düşündüğünü de aktarmaktadır. Onların düşüncelerine Livius, halk temsilcisi Canuleius’un konuşmasında yer vermiştir: ‘Patricius, plebs’i sürekli küçük gördüğü için, sınıflar arası evliliğe karşı çıkıyordu. Consul seçilebilme isteği karşısında patricius, plebs’ler Roma vatandaşı olmasına karşın, bu makama sanki bir köle ya da bir azatlı layık görülmüş gibi karşı çıkmıştır108. Ellerinden gelse ve tanrılar izin verse, plebs’ler arasından bir kişinin consul olmasının dini kurallara aykırı olduğunu söyleyeceklerdi’109. Halkın önüne çıkan consul’e bir halk temsilcisi plebslerden birinin neden consul olamayacağını sorduğunda, consul Curtius çok açık bir biçimde yanıt vermiştir; ‘Plebsler’in consul olması mümkün değildi, çünkü hiçbir plebs’in auspicium’a başvurma yetkisi yoktu. Decemvir’ler, kimin hangi soydan geldiğinin belli olmaması durumunda auspicium’lar alt üst olmasın diye sınıflar arası

106 Liv.4.1.5; “…id vero si fieret, non volgari modo cum infimis, sed prorsus auferri a primoribus ad plebem summum imperium credebant.” 107 Dion.Hal.11.56.2; “…τῆς μὲν ὑπατείας μήτε νῦν μήθ' ὕστερον παραχωρεῖν μηδενὶ πλὴν τῶν πατρικίων, οἷς μόνοις ὅσιόν τε καὶ θεμιτόν ἐστι τυγχάνειν·” 108 Liv.4.3.7; “…et perinde hoc valet, plebeiusne consul fiat, tamquam servum aut libertinum aliquis consulem futurum dicat?” 109 Liv.4.3.9; “…quin etiam, si dis placet, nefas aiunt esse consulem plebeium fieri.”

evliliği yasaklamışlardı110.’ Plebs’lerin bu sözlere çok öfkelenmeleri son derece doğal görünmektedir. Çünkü yönetimi paylaşma istekleri, sanki tanrılar plebs’lerden nefret ediyorlarmış gibi, auspicium’a bakma yetki ya da yetenekleri olmadığı gerekçesiyle reddedilmişti111. Üstelik sınıflar arası evliliğin yasaklanması bu hakkı asla elde edemeyecekleri anlamına geliyordu. Plebs’lerin sınıflar arası evliliğin serbest bırakılmasından elde edeceği tek kazanç insan yerine koyulmak, vatandaş olarak görülmektir112. Haklarda bir değişiklik olmayacağı için, patricius’un ileri sürdüğü gibi soylarda bir belirsizlik ortaya çıkması olanaksızdır. İki sınıf arası yapılan bir evlilikten doğacak çocuk elbette babasının sınıfına dâhil olacaktır113.

İki sınıfın temsilcileri arasında bu tartışmalar sürerken, Volsci, Aequi ve Veii gibi çevre kavimlerden gelen savaş tehdidi Roma’da yaşanan kargaşayı biraz olsun yatıştırmış görünmektedir. Plebs’ler askere yazılmaya barışcıl bir boykotla karşı

çıkarak, istekleri kabul edilinceye dek güçlü bir ordu kurulmasına engel olmuşlardır114. Aslında bu yaptıkları yeni bir şey değildir. Livius plebslerin bu barışçıl boykot yöntemine daha önce de birçok kez başvurduğunu ve bu direnişin sonunda bir takım haklar elde ettiklerini belirtir115. Bu olayda da plebs direnişi etkili

110 Liv.4.6.2; “Quod nemo plebeius auspicia haberet, ideoque decemviros conubium diremisse ne incerta prole auspicia turbarentur.” 111 Liv.4.6.3; “…quod auspicari, tamquam invisi dis immortalibus, negarentur posse” 112 Liv.4.4.12; “… nec quod nos ex conubio uestro petamus quicquam est, praeterquam ut hominum, ut civium numero simus…” 113 Liv.4.4.11; “Quid iuris tandem mutatur? Nempe patrem sequuntur liberi.” 114 Liv.4.1.2; Dion.Hal.11.54.3-5 115 Örneğin İ.Ö.495’te (Liv.2.24); İ.Ö. 494’te (2.28-30); İ.Ö.481’de (2.43.3-4); İ.Ö.461’de (3.10.8- 3.11.2); İ.Ö.457’de (3.30.3-5). Patricius ve plebs’in sınıflar arası mücadelede sıkça kullandığı yöntemler için bkz. Ridley, T.R., “Patavinitas among the Patricians? and the Conflict of Orders”, (ed.) Eder, W., Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin, Steiner, Stuttgart, 1990 içinde: s.121-122.

olmuş ve patricius’un ileri gelenleri yaptıkları özel bir toplantıyla soruna çözüm getirmeye çalışmışlardır116. Buldukları çözüm seçimlerde bir değişiklik yapılmaması, bunun yerine consul’lerin görevini üstlenecek, onların yetkisine sahip olacak askeri tribun’ların (tribuni militum consulari potestate) seçilmesi olmuştur117. Dionysos

Halikarnassos’a göre patricius’un ileri gelenleri bu sayede bir taşla iki kuş vuracağını düşünüyordu. İlk olarak, değersiz ve aşağı sınıftan kişiler consul seçilmeyecek ve böylece consul’lük makamının değeri düşürülmeyecekti. İkinci olarak da, plebs’lere askeri tribun’luk makamını açarak kamu görevleri üzerinde haksız bir egemenlik kurmuş izlenimi uyandırmaktan kurtulacaklardı118. Bu şartlar altında seçime gidilmiş ve consul yetkisine sahip üç askeri tribun İ.Ö.444 yılında göreve başlamıştır119.

Ancak seçilen askeri tribun’lar yalnızca üç ay görev yapabilmişlerdir120. Augur’lar kurulunun seçimde bir kusur olduğu (vitio creati) yönünde karar vermesinin ardından tribun’lar kendi istekleriyle görevlerinden çekilmişlerdir. Bu olaylar ilk bakışta akla bir takım sorular getirmektedir. Augur’lar kurulu neden böyle bir karar vermiş

116 Liv.4.6.5-7; Dion.Hal.11.55.1 117 Liv.4.6.8 ve Dion.Hal.11.56.3: Seçilen kişiler Aulus Sempronius Atratinus, Lucius Atilius, Titus Coelius olarak belirtilmiştir. Livius bunların patricius olduğunu söylemektedir (4.7.1). Niebuhr , L.Atilius Longus’un plebs olduğunu söyleyerek Livius’un yanıldığını, L.Atilius’un kesinlikle plebs olduğunu ileri sürmüştür (Niebuhr, B.G., The History of Rome vol.2, çev. Hare, J.C, Taylor and Walton, London, 1838, s.411.); Buna karşın bkz. Graves, J.T., “Atilius L.”, Smith, W. (ed.), Dictionary of Greek and Roman Biography and Mythology vol.1, Little, Brown, and Company, Boston, 1867 içinde: s.405 118 Dion.Hal.11.56.3; “…ταῦτα γὰρ ποιοῦντες οὔτε τὴν τῶν ὑπάτων ἀρχὴν εἰς ταπεινοὺς καὶ ἀναξίους καταβαλεῖτε οὔτε δυναστείας ἀδίκους ἑαυτοῖς κατασκευάζεσθαι δόξετε μηδεμιᾶς ἀρχῆς μεταδιδόντες τοῖς δημοτικοῖς.” 119 Liv.4.7.1; Dion.Hal.11.61.3 120 Liv.4.7.3; “…tertio mense quam inierunt, augurum decreto perinde ac vitio creati honore abiere…” Dion.Halikarnassos’a göre (11.62.1) göreve başladıktan yetmiş üç gün sonra; “…ἑβδομήκοντα καὶ τρεῖς μόνον ἡμέρας ἀποτίθενται..”

olabilir? Seçimde bir hata olduysa, bunu açıklamak için neden üç ay beklenmiştir?

Bu sorulara kesin yanıtlar vermek, elimizdeki bilgilerin yetersizliği göz önüne alındığında, oldukça güçtür. Bununla birlikte Livius ve Dionysos Halikarnassos’un aktardıklarının, olayların gelişimine ilişkin bir takım ipuçlarını içerdiği görüşündeyiz.

Livius augur’lar kurulu kararının gerekçesini açıklamıştır121: “Quod C.

Curtius, qui comitiis eorum praefuerat, parum recte tabernaculum cepisset.”

Augur’luk yasası göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, bu kararın teknik olarak yanlış bir yönü görünmemektedir. C. Curtius bir önceki yılın consul’üdür. Doğal olarak ertesi yılın kamu yüksek görevlileri için yapılacak seçimden önceki gün

Capitolium tepesine çıkmış, orada çadır kurup tanrının seçimlere onay verip vermediğini öğrenmek için auspicium’a bakmıştır. Herhangi bir olumsuz işaret görmemiş ve seçim süreci tamamlanabilmiştir. Bunun yanında Livius’un kullandığı

“vitio creati” ve “parum recte tabernaculum capere” sözcükleri de daha önce belirttiğimiz gibi122 devlet dininin bu tür olaylarda sıkça karşılaşılan teknik terimlerdir. Ancak asıl sorun kararın zamanlamasındadır. Çünkü C. Curtius’un auspicium’a bakmak için çadırı yanlış yere kurduğu zamanında fark edilmiş ve yardımcıları tarafından uyarılmış olsa, seçim daha baştan ertelenebilirdi. Ama hatanın üç ay sonra farkına varılmış, bunun sonucunda tribun’lar görevlerinden

çekilmek zorunda kalmışlardır. Öte yandan augur’ların durduk yerde, herhangi bir neden yokken, böyle bir karar vermesi pek olası görünmemektedir. Olağan işleyişe göre, augur’lar kurulunun bu tür bir karar verebilmesi için Iuppiter Optimus

Maximus’tan ya da öteki tanrılardan, seçilen görevlilere onay verilmediğini gösteren

121 Liv.4.7.3 122 bkz. s.18-20

bir takım olumsuz işaretlerin gelmesi, olağandışı doğa olaylarının ortaya çıkması, senatus’un da bu işaretlerin gerçekten tanrılardan geldiğini kabul edip, augur’lar kurulundan fikir alması gerekmektedir. Ancak Livius’ta ne olumsuz bir işarete ne de olağan dışı bir doğa olayına ilişkin bir kayıt vardır. Onun tek söylediği consul yetkisine sahip askeri tribun’luk makamının henüz sağlam temellere dayanmadığıdır123. O halde augur’lar işin içine nasıl girmiştir? Dionysos

Halikarnassos bu sürece ilişkin bir ipucu vermektedir. Dionysos’un aktardığına göre124, seçilen tribun’lar eski bir geleneğe uyarak görevden kendi istekleriyle

çekilmişlerdi. Çünkü tanrının, onların bu görevi sürdürmelerine onay vermediğini gösteren bir takım işaretler yolladığı ileri sürülmüştür. Halikarnassos’un sözünü ettiği “θεοπέμπτων τινῶν σημείων κωλυτηρίων” sonucunda, büyük olasılıkla senatus harekete geçerek augur’lar kurulunu bu durumu değerlendirmeleri için görevlendirmiştir.

Livius’ un aktardığına göre125, bazı tarih yazarları söz konusu askeri tribun’ların seçilme nedeninin siyasi değil, askeri olduğunu belirtmiştir. Çünkü aynı anda üç cephede savaş tehdidi ortaya çıkmıştır ve iki consul’un bunlarla başa çıkması olanaksızdı. Yine Livius’tan öğrendiğimiz kadarıyla bu yazarların yapıtlarında plebs’lerden consul seçilmesine ilişkin hiçbir iz yokmuş; ancak üç askeri tribunun consul’lere ait yetki ve işaretleri kullandıkları belirtiliyormuş. Bu yazarların yapıtları günümüze ulaşamadığı için, sağlıklı bir değerlendirme yapmak olanaksızdır. Ancak

123 Liv.4.7.3 124 Dion.Hal.11.62.1; “…κατὰ τὸν ἀρχαῖον ἐθισμὸν ἑκούσιοι, θεοπέμπτων τινῶν σημείων κωλυτηρίων αὐτοῖς τοῦ πράττειν τὰ κοινὰ γενομένων.” 125 Liv.4.7.2.; “Sunt qui propter adiectum Aequorum Volscorumque bello et Ardeatium defectioni Veiens bellum, quia duo consules obire tot simul bela nequirent, tribunos militum tres creatos dicant…”

hem Livius’un hem de Dionysos Halikarnassos’un böyle düşünen yazarlardan farkı, plebs’lerin consul seçilme taleplerine yer vermeyi yeğlemeleridir.

Günümüz araştırmacılarının bu konuya bakışı birbirinden farklıdır. Livius’un ilk beş kitabını yorumladığı yapıtında R. M. Ogilvie, plebs’lerin consul seçilebilme- sine olanak tanıyan tasarının inandırıcı ve gerçek olmadığını ileri sürmüştür. Bu savının başlıca iki dayanak noktası vardır. Birincisi, Livius’un kaynak olarak kullandığı annales yazarı Licinius Macer’in consul yetkileriyle donatılmış askeri tribun’luk makamının oluşturulmasına ilişkin yorumlarına zemin hazırlamak için

İ.Ö.444 yılında yaşanan siyasi olayları uydurduğudur126. Böyle düşünme nedenini

Livius’ta askeri tribun’luk makamına seçilen ilk plebs olarak, Licinius Macer’in atalarından biri olan P. Licinius’un gösterilmesi olarak açıklamıştır127. Ogilvie

İ.Ö.400 yılında askeri tribun olan P. Licinius’tan önce de plebs kökenli askeri tribun’lar olduğunu düşünmektedir. Bu savına kanıt olarak Atilius soyunun plebs olduğunu ileri sürmüştür. Çünkü ona göre, İ.Ö. 399 yılında consul yetkisine sahip askeri tribun seçilen plebs kökenli L. Atilius, İ.Ö.444’de askeri tribun seçilen

Atilius’un oğludur128. Buna karşın L. Atilius’un patricius kökenli olduğu ve 399

126 Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, Oxford University Press, London, 1965, s.527.; “The first (demand that plebeians should be eligible for election to the consulate) is demonstrably political invention by Licinius Macer to supply background for his interpretation of the institution of consular tribunes.” 127 Ibid., s.539-540 “ It is well to notice that L. [Livius] owes the political explanation directly to Licinius Macer and furthermore that the first plebeian alleged to have been elected to the office was P.Licinius. That is in fact false. L.Atilius in 444 and Q.Antonius Merenda in 422 were also plebeians.” 128 Ibid., s.542; “L.Atilius: the gens is plebeian (Klebs, R.E., ‘Atilius’). His son was cons.trib. in 399…”

yılındaki askeri tribun’un onun oğlu olmadığına ilişkin görüşler de vardır129.

Dolayısıyla bu konu tartışmalıdır.

Ogilvie’ye göre L. Macer söz konusu olayları kendi soyunun şanını öne

çıkarmak ve plebs’ler için tercih edilir bir tarih oluşturmak amacıyla uydurmuştur130.

Aslında bu ve buna benzer savlar Fabius Pictor, Valerius Antias, Licinius Macer gibi birçok annales yazarı ve bunlardan yararlanan Livius, Dionysos Halikarnassos gibi diğer tarihçiler için de sık sık dile getirilmektedir. Bizce bu sav da sağlam kanıtlardan yoksundur. Çünkü böyle bir görüşü savunmak için söz konusu yazarların yapıtlarının ulaşılabilir olması gerekmektedir. Ancak bu tarihçilerin yazdıkları ya tamamıyla kayıptır ya da yapıtlarından az sayıda kırıntı kalmıştır. Dolayısıyla L.

Macer’in söz konusu olayları kendi soyunun şanını öne çıkarmak ve plebs’ler için tercih edilir bir tarih oluşturmak amacıyla uydurduğu savını ileri sürebilmek için,

Macer’in yapıtının hiç değilse büyük bir kısmının okunabilir olması gerekirdi. Ancak

Cornell’in de dediği gibi131 cumhuriyet dönemi annales yazarlarının dürüstlüğü konusunda yargıda bulunmak için elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bunun yanında kentin geçmişine ilişkin bilgiler yalnızca tarih kitaplarıyla sınırlı değildir.

129 Örneğin bkz. Graves, J.T., “Atilius L.”, s.405: “ …a plebeian consular tribune B.C.399 and again in 396. (Liv.v.13,18; Diod.14.54,90). He must be distinguished from L.Atilius, the consular tribune in B.C.444 (Liv.iv.7), who was a patrician and, whose cognomen was Longus as we learn from Dionysius (xi.61).” 130 Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, s.540.: “ It bears every sign of having been fabricated by Licinius himself to reflect glory on his family and to promote a favourable history of the plebs.” 131 Cornell, T.J., “The Value of Literary Tradition”, (ed.) Raaflaub, K.A., Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.49-50.; Annales yazarlarıyla ilgili ayrıca bkz. Levene, D.S., “Roman Historiography in Late Republic”, (ed.) Marincola, J., A Companion to Greek and Roman Historiography vol.1, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde: s.278-279.

Roma’da tarih geleneği, ardı ardına gelen kuşakların kendi geçmişleri hakkında neye inandıklarının ve ne düşündüklerinin bir toplamı olarak tanımlanabilir.

Ogilvie’nin ikinci savı, plebs’lerin de consul seçilebilmesine yönelik taleplerin tarihsel olmadığı, çünkü İ.Ö.444 yılından önce de plebs kökenli kişilerin consul’lük yapmış olduğu ve bu kişilerin adlarının Fasti’de yer aldığıdır132. Bu oldukça yaygın bir savdır ve uzun süredir bilim adamları arasında tartışılmaktadır.

Söz konusu consul’lerin isimleri şunlardır133:

L. Iunius Brutus (509)134; Sp. Cassius Vicellinus (502, 493, 486); Post.

Cominius Auruncus (501, 493); M. Tullius Longus (500); M. Minucius Augurinus

(497, 491); P. Minucius Augurinus (492); T. Sicinius (Siccius) Sabinus (487); C.

Aquillius Tuscus (487); T. Numicius Priscus (469); P. Volumnius Amintinus Gallus

(461); L. Minucius Esquilinus Augurinus (458); Q. Minucius Esquilinus (457); Sp.

Tarpeius Montanus Capitolinus (454); A. Aternius Varus Fontinalis (454); T.

Genucius (consul designatus 451, Decemvir 451); M. Genucius Augurinus (445)

Uzun zamandır tartışılagelen bu kişilerin soyları konusunda genel olarak iki farklı görüş olduğunu biliyoruz. Bunlardan birincisi yukarıda adı geçen kişilerin plebs kökenli olduğunu savunmuş, bunun sonucunda da erken cumhuriyet döneminde patricius’un siyasal yaşama tek başına egemen olduğu görüşüne karşı

132 Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, s.540.; “…the consulate was already open to plebeians and there are numerous genuinely plebeian names in the early Fasti.” 133 Drummond İ.Ö.5. yüzyılda Roma’daki siyasal ve kurumsal gelişmeleri ele aldığı makalesinde bu konudaki görüşlere ayrıntılı bir biçimde yer vermiştir ( Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.172-242. Cornell, Drummond’un görüşlerini daha da geliştirmiştir (Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the (c. 1000-264 BC), Routledge, London ; New York, 1995, s.252-256. 134 Ayraç içindeki rakamlar kişilerin consul olduğu yılları göstermektedir.

çıkmıştır135. İkinci görüşü benimseyenler ise söz konusu isimlerin uydurma olduğunu ileri sürerek, patricius egemenliğinin var olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır136.

Drummond’a göre her iki görüş de Fasti’de geçen consul adlarının patricius olmadığını kabul etmektedir. Drummond, bu isimlerden ikisinin, Tarpeia ve Aternia soyunun, plebs olduğuna ilişkin herhangi bir kayıt olmadığını belirtmiştir137. Geriye kalan soylarda ise durum biraz daha farklıdır. Consul olarak kaydedildikleri yılla, onun soyundan geldiği ileri sürülen kişilerin plebs’lere ait olarak sayılan görevlerde

(örneğin, halk temsilciliği) adlarının ilk geçtiği tarih arasında hatırı sayılır bir zaman aralığı vardır. Dolayısıyla Fasti’de yer alan adların plebs kökenli olduğu savına karşı

üç olasılık daha ileri sürülebilir. Birincisi, birbirleriyle ilgisi olmayan ailelerin, ister patricius isterse de plebs olsun, aynı soy adını kullandığı gerçeğidir138. İkincisi, sonradan, özellikle İ.Ö.367 yılından sonra, plebs’e ait görevlere gelen kişilerin patricius kökenli birinin azat ettiği kölenin soyundan gelme olasılığıdır139. Çünkü gayet iyi biliyoruz ki, azat edilen köleler eski sahibinin soy adını alırlar ve bu soy adını kendilerinden sonra gelen kuşaklara aktarırlar. Üçüncü olasılık da önceden patricius kökenli olan bir soydan gelen birinin plebs sınıfına ya da plebs sınıfından

135 Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community”, s.175 dipnot 10.’a göre ilk olarak Schaefer A., “Zur Geschichte des römischen Consulats” Jahrbücher für classische Philologie 113, 1876, s.569-583’te bu görüşü ileri sürmüştür. 136 Ibid., s.175; Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the Punic Wars (c. 1000-264 BC), s.253 dipnot 42.’ye göre ilk olarak Beloch, Römische Geschichte bis zum Beginn der punischen Kriege, Berlin, 1926, s.9-22’de bu görüşü dile getirmiştir. 137 Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community”, s.175-176. 138 Örneğin gens Sempronia, gens Servilia, gens Claudia, gens Marcellia 139 Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the Punic Wars (c. 1000-264 BC), s.253; Momigliano, A., “An Interim Report on the Origins of Rome”, The Journal of Roman Studies 53 (1963): s.118.

gelen birinin de patricius soyuna geçmiş olma olasılığıdır140. Bu da aynı soy içinde hem patricius hem de plebs aileler oluşması sonucunu doğurur.

Söz konusu isimlerin plebs olduğunun kabul edilmesi bile patriciusun siyasal alanda egemen olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu gerçeğin daha açık biçimde görülebilmesi için cumhuriyetin kurulmasından İ.Ö.5.yüzyılın sonuna kadar olan zaman diliminde, sınıflar arasındaki consul’lük ve consul yetkisine sahip askeri tribun’luğa ait görev dağılımına göz atmak yeterli olacaktır.

Göreve Zaman Toplam Yüzdes Göreve Gelen Gelen Yüzdesi Dilimi Görev i Plebs Patricius İ.Ö.509-483 57 45 (%79) 12 (%21)

İ.Ö.482-456 56 52 (%93) 4 (%7)

İ.Ö.455-428 61 56 (%92) 5 (%8)

İ.Ö.427-401 99 98 (%99) 1 (%1)

Tablo 1141

Tablo incelendiğinde 509-401 yılları arasında toplam 273 görevden yalnızca

22’sine plebs olduğu ileri sürülen kişilerin seçildiğini görüyoruz. Öte yandan

Canuleius teklifinin sunulduğu yıllarda toplam görevlerin yalnızca %8’ine plebs kökenli kişiler seçilirken, %92’sine patricius kökenliler seçilmiştir. Plebslerin consul seçilebilme taleplerinin giderek arttığı İ.Ö.5. yüzyılın sonuna doğru yaklaştıkça bu

140 Soyun sınıf değiştirmesi ile ilgili örnek için bkz. Suet.Aug.2; aynı soyun hem plebs hem de patricius kolu için bkz. Suet.Tib.1 141 Bu tablo Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the Punic Wars (c. 1000-264 BC), s.254.’den alınmıştır. Belirtilen görevlere tamamı patricius üyelerden oluşan decemvir’lik katılmamıştır. Consul, consul suffectus ve tribuni militum consulare potestate görevlerinden oluşmaktadır. Tartışmalı isimlerin plebs olduğu varsayımından yola çıkarak hazırlanmıştır.

oranın giderek azaldığı da hemen göze çarpmaktadır. Sonuç olarak, tartışmalı isimlerin plebs olduğu kabul edilse bile, bu rakamlar patricius’un siyasal yaşama ne denli egemen olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Öte yandan odaklanmamız gereken nokta Romalıların bu isimler hakkında ne düşündüğüdür. Acaba bu tartışmalı isimler onlara göre de plebs kökenli miydi? Bu sorunun yanıtının çok daha geç bir döneme, İ.Ö. 172 yılına ait Fasti kayıtlarında bulunabileceğini düşünüyoruz. 172 yılı consul’leri olan Popilius Laenas ve Aelius

Ligus’u Fasti Capitolini şöyle not etmiştir142:

C· POPILIVS · P· F·P·N LAENAS P· AILIVS · P·F·P·N LIGVS

AMBO · PRIMI · DE · PLEBE

Ambo primi de plebe ifadesi ilk defa her iki consul’ün de plebs kökenli olduğunu açıkça belirtmektedir. 5.yüzyıla ait consul isimlerinden bazılarının plebs olduğu savı doğruysa, İ.Ö. 493,487 ve 454 yıllarında da aynı anda iki plebs consul olmuş demektir. Çünkü Fasti’de İ.Ö.493 yılında Sp. Cassius Vicellinus ve Post.

Cominius Auruncus, 487’de T.Sicinius Sabinus ve C.Aquillius Tuscus, 454’te ise

Sp.Tarpeius Montanus Capitolinus ve A.Aternius Varus Fontinalis consul olarak gösterilmiştir. Bu kişiler plebs kökenli olduğu ileri süren consul’ler arasında bulunmaktadır. Ancak Fasti’de ne 493 ne 487 ne de 454 yılları consul’leri için ambo de plebe ifadesi kullanılmıştır. Oysa aynı Fasti 172 yılında iki plebs’in ilk defa aynı anda consul olduğunu belirtmektedir. O halde bu kişiler ileri sürüldüğü gibi plebs kökenliyse, Fasti 172 yılında olduğu gibi neden bunu not etmemiştir? Bize göre bunun nedeni İ.Ö. birinci yüzyılda Fasti’yi hazırlayanların kendisinin de 5.

142 CIL I1 s.25; Degrassi, A., Fasti Consulares et Triumphales, Ist. Poligrafico dello Stato, Libreria dello Stato, Roma, 1947, s.50-51., ayrıca bkz. resim 7

yüzyılda adı geçen kişilerin plebs kökenli olduğunu düşünmemeleridir. Elimizdeki bu veriler göz önüne alındığında, plebs’lerin İ.Ö.444 yılından önce de consul olduklarına ilişkin ileri sürülen fikirlerin önemli, araştırılmaya değer, ancak henüz kanıtlanamamış olduğunu söyleyebiliriz. Bu aşamada şunu bir kez daha vurgulamamız gerektiğini düşünüyoruz: Bizim bu çalışmadaki amacımız gerçekte neler olduğunu ortaya çıkarmaktan çok Romalıların kendi geçmişleriyle ilgili neye inandıklarını araştırmaktır.

Eskiçağ yazarları plebs’lerin consul seçilebilme isteği karşısında, patricius sınıfının olumsuz tutumunu işlerken, auspicium ve imperium arasındaki ilişkiyi belirgin bir biçimde vurgulamışlardır. Özetlemek gerekirse, patricius, halk temsilcilerinin sunduğu yasa tekliflerine, plebs’lerin auspicium’a bakma yetkisi ve hakkı olmadığı, sınıflar arası evliliğin ise kendi soylarını bozacağı gerekçesiyle karşı

çıkmıştır. Yaklaşan savaş tehdidi ve halk temsilcilerinin plebs’ler arasından asker toplanmasına engel olması sonucunda, geçici çözüm olarak consul yetkisine sahip üç askeri tribun seçilmiştir. Ancak patricius tanrıların, gönderdikleri işaretlerle buna onay vermediklerini ileri sürmüş ve hatanın nerede olduğunu bulmaları için yine patricius üyelerden oluşan augur’lar kurulu görevlendirilmiştir. Kurul askeri tribun’ların seçiminde bir kusur olduğunu ileri sürünce, askeri tribun’lar görevden

çekilmiş ve kısa bir süreliğine de olsa eski düzene, yani patricius arasından seçilen iki consul’lü yönetim biçimine geri dönülmüştür.

İ.Ö.444 yılından sonra consul yetkisine sahip askeri tribun’ların sürekli değil, ama belirli yıllarda göreve seçildiklerini görüyoruz143. Livius’a göre plebs arasından seçilen consul yetkisine sahip ilk askeri tribun P.Licinius Calvus’tu ve onun dışında

143 Consul yetkisine sahip askeri tribunların isimleri için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.52-114.

bütün askeri tribun’lar patricius arasından seçilmişti144. P.Licinius’un seçildiği

İ.Ö.400 yılında Roma, Veii ile yıllardır süren bir savaş içindeydi. Bu savaş nedeniyle oluşan borç yükü altında ezilen plebs, halk tribun’larının kışkırtmasıyla savaş vergisini ödemeyi reddediyordu. Paralarını alamayan askerler seslerini yükseltmeye başlamıştı145. Livius, kendi deyimiyle P.Licinius Calvus’un neden bu göreve seçildiğine ilişkin yeterli bilgi edinemediği için, başka yazarların bu konudaki açıklamalarına yer vermiştir. Livius’a göre bazıları onun bu görevi kuzeninin bir yıl

önce atlılara ödediği üç katı para sayesinde elde ettiğini düşünürken, bazıları da sınıflar arasında uyum konusunda yaptığı olumlu konuşmanın hem patricius’u hem de plebs’i memnun ettiğini ve bu nedenle patricius’un muhalefetiyle karşılaşmadan bu göreve seçilebildiğini düşünüyordu146. P.Licinius Calvus’un seçilmesi ve patricius muhalefetiyle karşılaşmaması plebs’leri cesaretlendirmiş ve ertesi yılın seçimlerinde biri dışında147 bütün askeri tribun’ları plebs arasından seçmişlerdir148.Bu seçimlerden sonra tanrıların bir kez daha işin içine girdiği ve o yıl bir dizi uğursuz işaret (prodigium) gönderdiği biçiminde kayıtlar buluyoruz. Senatus bu prodigium’ların nedenlerinin araştırılması için Sibylla kitaplarına danışılmasına karar vermiş, buradan aldıkları tavsiye doğrultusunda Roma’da ilk kez lectisternium kutlanmıştır149.

144 İ.Ö.400. Liv.5.12.9; Daha önce de belirttiğimiz gibi bu konu tartışmalıdır bkz. dipnot 117 145 Liv.5.12.7 146 Liv.5.12.12; Diod.14.47.1’de yalnızca dört tribunun adını vermiştir; Fasti Capitolini’de altı tribun ismi de yer almaktadır. (bkz. CIL I1,s.18; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.84.) 147 Bu göreve seçilen tek patricius M.Veturius’tur. 148 Liv.5.13.3; Diod.14.54.1; Fasti Capitolini (bkz. CIL I1,s.18; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.85.) 149 İ.Ö.399. Sekiz gün boyunca Diana, , Neptunus ve Mercurius'a kurbanlar kesilir, bu

Levene’ye göre Livius’ta yer alan bu prodigium’lar sınıflar arası mücadele ile doğrudan ilişkilidir150. Gerçekten de Livius bu olaylar sırasında bir sonraki yılın seçim zamanı gelip çattığında, patricius’un Etrüsk Veilerle yapılmakta olan savaştan

çok bu seçime önem verdiğini belirtmiştir. Consul yetkisine sahip askeri tribun’luğa plebs’lerden aynı anda bu kadar çok sayıda kişinin seçilmesi patres’e göre yönetim erkinin plebs’lerle paylaşılması değil, aksine bu en yüce yetkinin plebs’lere neredeyse kaptırılması anlamına geliyordu151. Bu nedenle patres, imperium’u tekrar ele geçirmek için kendi sınıfından en gözde kişileri aday olarak göstermiştir.

Livius’un deyimiyle seçim çalışmalarında yalnızca insanların değil, aynı zamanda tanrıların da yardımına başvurulmuştur152. Meydana geldiği iddia edilen prodigium’ların seçimlerde kullanılan en önemli propaganda malzemesi olduğunu görüyoruz. Buna göre, ‘tanrılar iki yıl önceki, yani Licinius Calvus’un consul yetkisiyle askeri tribun olduğu seçimleri onaylamamışlardı ve bundan duydukları rahatsızlığı Romalılara katlanılmaz bir kış yaşatarak belli etmişlerdi. Halk bu uyarıya kulak asmayıp bir sonraki seçimlerde askeri tribun’ların çoğunu yine plebs’ler arasından seçtiğinde, tanrıların öfkesi daha da artmıştı. Kuraklıkla birlikte, ağır ve baş edilmesi güç bir salgın hastalık göndermişlerdi. Çünkü tanrılar kendilerine auspicium’lar yoluyla danışıldıktan sonra, onurlu görevlerin sıradan insanlara

tanrıların tasvirleri tahtırevanlarda taşınır ve onlara ziyafet verilir. Söz konusu prodigiumlar ve lectisternium hem Livius (5.13.4-8) hem de Dionysos Halikarnassos’ta ( 12.8.1-12.9.3) ayrıntılı bir biçimde verilmiştir. Ogilvie’ye göre bu tören Yunan kökenlidir (bkz. Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, s.455.) 150 Levene, D. S., Religion in Livy, E.J. Brill, Leiden, 1993, s.177. 151 Liv.5.14.1; “…non communicatum modo cum plebe sed prope amissum cernentibus summum imperium” 152 Liv.5.14.2; “…non homines modo sed deos etiam exciebant, in religionem vertentes comitia biennio habita”

dağıtılmasını ve kuşaklar boyu süre giden soyların bozulup alt üst edilmesini kendilerine yapılan bir hakaret olarak görmüşlerdi153.’ Livius’a göre halkın

çoğunluğu bundan etkilenerek İ.Ö.398 yılında görev yapacak consul yetkisine sahip askeri tribun’ların hepsini patricius arasından seçmiştir154.

Bu olayda da patricius’un yaptığı propaganda, Livius’un anlatımında açık bir biçimde görülmektedir: Plebs’lerden consul ya da onun türevi olan consul yetkisine sahip askeri tribun seçilmesine tanrıların onay vermediği; her ne zaman plebs’lerden bir kişi bu makamlardan birine seçilse, tanrıların hemen uyarı niteliğinde bir felaket gönderdiği; bu uyarı dikkate alındığında işlerin yoluna girdiği, tersi yapıldığında ise her şeyin daha da kötüye gittiği aktarılmaktadır. İ.Ö. 461’de Terentilius kanunları tekrar gündeme getirildiğinde, İ.Ö.444 yılında Canuleius teklifiyle ilk kez consul yetkisine sahip askeri tribun seçildiğinde, İ.Ö.400 ve 399 yıllarında plebs kökenli kişiler bu göreve seçildiğinde, tanrıların yukarıda sözü edilen türden uyarılarda bulunduğu ileri sürülmüştür ve bu uyarılar dikkate alındığında, işlerin yeniden yoluna girdiği belirtilmiştir.

Tanrıların yalnızca siyaset ve yönetim alanında değil, ekonomi alanında da bir sorun ortaya çıktığı zaman, böyle uyarılar gönderebildiğine inanılıyordu.

İ.Ö.4.yüzyılın ilk yarısında ardı ardına girişilen savaşlar, kendi donanımlarını ve iş gücünü sağlamak zorunda olan küçük çiftlik sahibi plebs’leri ekonomik olarak daha da zor duruma düşürmüştür155. Gal istilasının getirdiği yıkıma ek olarak bu savaşlar nedeniyle alınan vergiler, zaten var olan borçlarını ödemekte güçlük çeken plebs’leri,

153 Liv.5.14.4; “comitiis auspicato quae fierent indignum dis visum honores volgari discriminaque gentium confundi.” 154 Liv.5.14.5; Dionysos Halikarnassos ve Diodorus’da seçimlerle ilgili herhangi bir kayıt yoktur. 155 İplikçioğlu, B., Helen ve Roma Tarihinin Ana Hatları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2007, s.71.

genelde patricius olan alacaklılarının karşısında adeta köle durumuna düşürmüş görünmektedir156. İ.Ö.384 yılındaki Manlius Capitolinus olayı borçlar konusunun ileride iki sınıf arasında daha büyük bir tartışmaya döneceğinin ipuçlarını vermiştir157. Livius’un aktardığına göre158, İ.Ö.380 yılında plebs borçları ile ilgili tartışma iyice alevlenmişti. ‘Bu sırada halk tribun’ları borç miktarını abartarak plebs’in ezildiğini ileri sürerken, karşı taraf bu miktarı olduğundan az göstermeye

çalışıyordu. Sayım yapılması ve borç miktarının kesin olarak belirlenmesi için Gaius

Sulpicius Camerinus ve Spurius Postumius Regillensis censor seçilmiş ve göreve başlamıştı. Kısa bir süre sonra censor’lardan biri olan Postumius'un ölümü nedeniyle

öteki censor’un da istifa etmesi ve seçimin tekrarlanması gerekmişti. Sulpicius istifa etmiş, yeni bir seçim yapılmış, ancak seçimde bir kusur olduğu ileri sürülerek ikinci seçim de geçersiz sayılmıştı. Üçüncü kez seçim yapılması da sanki tanrılar o yıl censor seçilmesini istemiyormuş gibi dinen uygun görülmemişti.’159

Livius seçimdeki bu kusurun ne olduğunu tam olarak belirtmemiştir, ancak kullanmış olduğu vitio creatus ve velut dis non accipientibus sözcükleri bu seçimde görülen kusurun auspicium’la ilgili olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Söz konusu hatanın seçim yapıldıktan sonra farkına varılması, bu kararda augur’lar kurulunun rol oynamış olabileceğini göstermektedir. Kurulun seçimlerle ilgili bu tür bir karar vermesi olağandır ve senatus augur’ların kararlarına dayanarak daha önce de seçimleri iptal etmiştir. Buna karşın Livius’un aktardıklarında ilginç olan nokta

156 Nexum için bkz. Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.280-283. 157 Liv.6.18.-20; Plut.Cam.36; Dion.Hal.14.4; Zonaras 7.3 158 Liv.6.27.3-7 159 Liv.6.27.5; “…censores alii vitio creati non gesserunt magistratum; tertios creari velut dis non accipientibus in eum annum censuram religiosum fuit.”

başkadır. Levene’nin de belirttiği gibi160, halk temsilcileri patricius’un dini kurumlar

üzerindeki egemenliğini kötüye kullandığını ima etmektedir. Halk temsilcilerinin iddiaları şunlardır: ‘Censor seçiminin yapılmama nedeni siyasiydi. Senatus sayım yapılmasını ve plebs’lerin borç miktarının ne kadar büyük olduğunun ortaya

çıkmasını istemiyordu. Çünkü plebs’lerin borç miktarının ortaya çıkması patricius’un onları nasıl sömürüp ezdiğini gözler önüne serebilirdi161. Bunun yanında, patricius’un yönettiği devlet, fark gözetmeden her yerde savaş yapmaya

çalışıyordu. Amaç, plebs’leri askerlikle yavaş yavaş tüketerek onların gücünü azaltmak, onlara Roma'da nefes alma, huzur ortamında özgürlüğü akıllarına getirme, halk toplantılarına katılıp borçların silinmesi ve diğer haksızlıklara son verilmesi konusunda konuşan temsilcilerini dinleme fırsatı vermemekti.’162

Patricius bu tür oyalamalarla halkı bir süre daha kontrol altında tutmayı başarmış görünmektedir. İ.Ö.376’da halk temsilcisi seçilen C. Licinius ve L. Sextius

üç maddelik bir yasa tasarısı sunduğu zaman, patricius’un bir kez daha auspicium silahına sarıldığını görüyoruz. Ancak bu konuya geçmeden önce o yıllardaki siyasi ortama kısaca değinmek gerektiğini düşünüyoruz. Livius’un aktardığına göre censor seçiminin engellenmesinden Licinius-Sextius yasalarının önerilmesine kadar geçen süre içinde (380-376), halk temsilcileri savaşlar sona erinceye kadar hiç kimsenin vergi ödemeyeceği ve plebs’lerin borcuyla ilgili dava açılmayacağı konusunda

160 Levene, D. S., Religion in Livy, s.209. 161 Liv.6.27.6; “…quia nolint conspici summam aeris alieni, quae indicatura sit demersam partem a parte civitatis, cum interim obaeratam plebem obiectari aliis atque aliis hostibus;” 162 Liv.6.27.7; “passim iam sine ullo discrimine bella quaeri: ab Antio Satricum, ab Satrico Uelitras, inde Tusculum legiones ductas; Latinis Hernicis Praenestinis iam intentari arma civium magis quam hostium odio, ut in armis terant plebem nec respirare in urbe aut per otium libertatis meminisse sinant aut consistere in contione, ubi aliquando audiant vocem tribuniciam de levando fenore et finem aliarum iniuriarum agentem.”

senatus’tan garanti istemiş, bu istekleri kabul edilene dek asker toplama işine engel olmuşlardır163. Ancak savaşlar sona erince, plebs’lerin borçlarıyla ilgili davalar yeniden başlamış, yeni vergiler getirilmiş, bu nedenle yoksullukları günden güne artan plebs’ler mallarıyla ödeyemedikleri borçlarını alacaklıları için çalışarak

ödemeye devam etmişlerdir. Borçlarını ödeyemeyenlere ağır cezalar uygulanmaya başlanmıştır164. Livius bu ağır ekonomik koşullar konusunda plebs’lerin ne düşündüğünü açık bir biçimde ortaya koymuştur. Buna göre plebs’ler, ‘içlerinden biri en yüksek makamda yer almadıkça, bu dev borç yükünden kurtulamayacaklarını düşünüyorlardı165. Patricius imperium’u elinde tutmaya devam ediyor, buna karşılık plebs’ler protesto etmekten, asker toplama işine engel olmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Imperium paylaşılmadığı sürece plebs’ler için devlette eşit koşulların olduğunu söylemek olanaksızdı166. Imperium’u paylaşmayı başarabilirlerse, patres’in sahip olduğu onur (honor), askeri şan (gloria belli) ve soyluluk (nobilitas) gibi nitelikleri de elde edebilecekler, bu niteliklerin tadını çıkarabilecekler ve bunları kendilerinden sonra gelen kuşaklara aktarabileceklerdi167.’

Plebs’ler bu duygu ve düşünceler içinde iken, İ.Ö.376 yılı halk temsilcileri

Gaius Licinius Stolo ve L. Sextius üç maddelik bir yasa tasarısı sunmuştur. Bu maddelerden ilki, consul yetkisine sahip askeri tribun’luk yerine tekrar iki consul’lü

163 Liv.6.31.4-5 164 Liv.6.32.1; Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.323-345.’de İ.Ö.4.yüzyılda Roma’daki ekonomik ve sosyal koşulları ayrıntılı bir biçimde ele almıştır. 165 Liv.6.35.1; “Occasio videbatur rerum novandarum propter ingentem vim aeris alieni, cuius levamen mali plebes nisi suis in summo imperio locatis nullum speraret:” 166 Liv.6.37.4; “…non posse aequo iure agi ubi imperium penes illos, penes se auxilium tantum sit; nisi imperio communicato nunquam plebem in parte pari rei publicae fore.” 167 Liv.6.37.11; “…quippe ex illa die in plebem uentura omnia quibus patricii excellant, imperium atque honorem, gloriam belli, genus, nobilitatem, magna ipsis fruenda, maiora liberis relinquenda.”

yönetim biçimine dönülmesi, ancak iki consul’den birinin mutlaka plebs’ler arasından seçilmesi koşulunu içeriyordu168. İkinci madde plebs’lerin borçlarıyla ilgiliydi. Buna göre daha önce faiz olarak ödenmiş miktar anaparadan düşülecek, kalan borç eşit taksitler halinde üç yıllık süreye yayılacaktı169. Son madde ise herhangi bir kişinin, Roma devletinin ele geçirip kamulaştırdığı topraklardan (ager publicus) 500 iugerum’dan (yaklaşık 125 hektar) fazlasının mülkiyetini elinde

tutmasını yasaklıyordu170. Bu üç maddelik önerinin yanında sunulan diğer bir tasarı da Sibylla kitaplarına danışmakla görevli iki rahip yerine (duumviri sacris faciundis), yarısı patricius yarısı da plebs on kişiden oluşan yeni bir rahip kurulu

oluşturulmasıydı171.

Livius bunları patricius’un zenginliğini hedef alan, ama halkın yararına

sayılabilecek öneriler olarak değerlendirmiştir172. Patricius’un bu yasa tasarıları hakkındaki düşüncelerini de Appius Claudius Crassus’un ağzından aktarmıştır.

168 Liv.6.35.5; “ ne tribunorum militum comitia fierent consulumque utique alter ex plebe crearetur” Plut.Cam.39’da Sextius’dan bahsetmez ve Licinius’u ön plana çıkarır. Licinius’u ayaklanma başlatmakla suçlar; “Μετὰ δὲ ταῦτα Λικιννίου Στόλωνος ἐν τῇ πόλει τὴν μεγάλην στάσιν ἐγείροντος, ἣν ὁ δῆμος ἐστασίασε πρὸς τὴν σύγκλητον, βιαζόμενος δυεῖν ὑπάτων καθισταμένων τὸν ἕτερον πάντως ἐκ δημοτῶν εἶναι καὶ μὴ συναμφοτέρους πατρικίους…” 169 Liv.6.35.4; “… de aere alieno, ut deducto eo de capite quod usuris pernumeratum esset, id quod superesset triennio aequis pensionibus persolveretur” 170 Liv.6.35.5; “…de modo agrorum, ne quis plus quingenta iugera agri possideret.” Drummond, A., “Licinius Stolo”, Hornblower, S. (ed.), The Oxford Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University Press, Oxford, 2003 içinde: s.859-860’da, yalnızca Livius’un değindiği borç ve toprakla ilgili yasa maddelerinin, yapısal siyasi değişiklikler ve sosyo-ekonomik rahatlama arasında bağ kurması açısından inandırıcı olmasına karşın, yine de şüpheli olduğunu belirtir. Buna karşın Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.333.’de, borç ve toprak sorununun bu yüzyılda pek çok yasa tasarısının başlıca amacı olduğunu belirtmiştir. 171 Liv.6.37.12; “…ut pro duumviris sacris faciundis decemviri creentur ita ut pars ex plebe, pars ex patribus fiat.” 172 Liv.6.35.4; “Creatique tribuni C. Licinius et L. Sextius promulgavere leges omnes adversus opes patriciorum et pro commodis plebis…”

Claudius Crassus konuşmasında, yapılmak istenenlerin tanrılara özgü dini geleneklerin ve auspicium’ların küçümsenmesi, onlara saygısızlık edilmesi anlamına geldiğini belirtmiştir. Çünkü Roma kenti auspicium’larla kurulmuştu, kent içinde ve dışında her iş auspicium’lar sayesinde yapılmıştı173. Mos maiorum uyarınca auspicium’lar patres’in güç ve yetki alanındaydı, yalnızca patres’in sahip olabileceği bir ayrıcalıktı. Plebs magistratus’lardan hiç biri auspicium’lara başvurularak seçilmemişti174. Auspicium’lar o denli patres’e özgüydü ki, onlar halk oylaması olmadan kendi başlarına auspicium’lara danışabiliyor ve interrex atayabiliyorlardı.

Üstelik plebs’lerin kamu görevindeyken bile sahip olamadıkları auspicium’lara bir patres kamu görevinde olmasa bile sahip olabiliyordu175.

Ogilvie, Livius’un kullandığı “privatim auspicia habemus” tümcesindeki

“privatim” sözcüğünü “auspicia privata” olarak yorumlamıştır176. Buradan yola

çıkarak “auspicia privata” ve “auspicia publica” arasındaki ayırımın İ.Ö.300 yılında

çıkarılan ve plebs’lere rahip kurullarına seçilebilme hakkı tanıyan lex Ogulnia’dan sonraki döneme ait olduğunu, dolayısıyla Livius’un bu konuda kronolojik bir hata yaptığını ileri sürmüştür. Buna karşın Linderski, Ogilvie’nin “privatim” sözcüğünü tamamıyla yanlış yorumladığını, Livius’un kullanmış olduğu bu sözcüğün interrex

173 Liv.6.41.4; “ Quid de religionibus atque auspiciis, quae propria deorum immortalium contemptio atque iniuria est, loquar? Auspiciis hanc urbem conditam esse, auspiciis bello ac pace domi militiaeque omnia geri, quis est qui ignoret?” 174 Liv.6.41.5; “ Penes quos igitur sunt auspicia more maiorum? Nempe penes patres; nam plebeius quidem magistratus nullus auspicato creatur;” 175 Liv.6.41.6; “…nobis adeo propria sunt auspicia, ut non solum quos populus creat patricios magistratus non aliter quam auspicato creet sed nos quoque ipsi sine suffragio populi auspicato interregem prodamus et privatim auspicia habeamus, quae isti ne in magistratibus quidem habent.” 176 Ogilvie, R.M., A Commentary on Livy, Books 1-5, s.531-532.

atanmasıyla ilgili olduğunu belirtmiştir177. Linderski’ye göre, Cicero ve Asconius’un belirttiği gibi178, cumhuriyetin son döneminde bile yalnızca patricius senatörler birinci interrex’i atamıştır ve yeni consul seçilene kadar patricius arasından atanan interrex’ler beşer günlük süreyle birbiri ardına göreve gelmiştir. Privatus ve magistratus sözcüklerinin açıkça kamu görevi yürüten ve yürütmeyen ayırımını belirttiği de göz önüne alınmalıdır. Senatörler herhangi bir kamu görevinde bulunmuyorlarsa privatus sayılırlar. Livius’un burada privatim sözcüğünü kullanarak, görevde olan plebs magistratus’larla, görevde olmadıkları halde, interrex atamak için auspicium’ları kullanma hakkına sahip patricius senatörler arasındaki karşıtlığı vurguladığı açıktır. Dolayısıyla Livius’un burada bahsettiği auspicia privata değil, auspicia publica’dır, daha doğrusu auspicia publica’nın patricius senatörler tarafından, herhangi bir kamu görevinde bulunmasalar bile (privatim), kullanılabilmesidir. Magdelain, cumhuriyet döneminde devletin, patricius’un auspicia privata’yı auspicia publica yerine kullanmasına asla izin vermediğini belirtmiştir179. Bizce de Linderski ve Magdelain’in bu konudaki görüşleri daha akla yatkın görünmektedir. Dolayısıyla Livius’un kronolojik hata yapmadığı savının desteklenmesi gerekmektedir.

Appius Claudius Crassus’un konuşmasında, Sibylla kitaplarına danışmakla görevli rahiplerden yarısının plebs’ler arasından seçilmesine ilişkin yasa tasarısına karşı çıkarken, dini öğelere yaptığı vurguyu arttırdığını görüyoruz. Crassus’a göre

‘plebs’ler getirdikleri bu öneriyle dini uygulamaları adeta alaya alıyorlardı. Kuşların

177 Oakley, S.P., Commentary on Livy, Books VI-X, Clarendon Press, Oxford, 1987, s.710-711; Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, s.35-37. 178 Cic. Dom.38; Ad Brut.1.5.4; Asc. Mil.31C 179 Magdelain, A., “Auspicia ad Patres Redeunt”, s.454.; “Jamais la constitution républicaine n’admit la mutation d’auspices privés en auspices publics.”

ötüşüne, yem yemesine bakılarak yapılan biliciliği küçümsüyorlar, bu tür işlerin

önemsiz olduğunu söylüyorlardı. Ancak unuttukları bir şey vardı. Romalıların ataları bunlara önem verdikleri için, büyük bir devlet kurabilmişlerdi. Buna karşın o sırada, sanki tanrılarla devlet arasındaki uyumun (pax deum) hiçbir önemi yokmuş gibi, göksel olan ne varsa kirletiliyordu180.’ Claudius Crassus halk temsilcilerinin

önerilerine ironik biçimde şöyle yaklaşmaktadır181: “O halde bırakalım pontifex’ler, augur’lar ve rex sacrorum da bayağı halk tabakasından seçilsin. Flamen Dialis’in tacını sıradan birinin, yeter ki insan olsun, başına koyalım. Kutsal kalkanları, tapınakların iç odalarını, tanrıları ve tanrılara hizmet etme görevini dinen uygun olmayan kişilere teslim edelim. Bırakalım yasalar auspicium’lara bakılmadan

çıkarılsın, magistratus’lar auspicium’lara bakılmadan seçilsin; patres ne curia ne de centuriata meclisinde önder konumda olsun.”

Crassus’un bu sözlerinden de anlayabileceğimiz gibi plebs’lerin rahip kurullarına seçilmeleri patricius için katlanılamaz bir durumdur. Ayrıcalıklı bir soydan gelmeyen halk tabakasının (vulgo) bu tür görevlere seçilmesi dinen uygun değildir, yani nefas’tır. Çünkü plebs’ler tanrılara nasıl hizmet edileceği konusunda patricius’un kuşaktan kuşağa aktardığı bilgi ve yetkilerden yoksundur. Bu durum doğal olarak rahip kurulları üzerinde mutlak bir patricius egemenliğini doğurmuş görünmektedir. Patricius sınıfının iddiasına göre, krallık döneminden beri Sibylla

180 Liv.6.41.8-9; “ Eludant nunc licet religiones: ‘quid enim est, si pulli non pascantur, si ex cavea tardius exierint, si occecinerit avis?’ Parva sunt haec; sed parva ista non contemnendo maiores vestri maximam hanc rem fecerunt; nunc nos, tamquam iam nihil pace deorum opus sit, omnes caerimonias polluimus.” 181 Liv.6.41.9-10; “Volgo ergo pontifices, augures, sacrificuli reges creentur; cuilibet apicem Dialem, dummodo homo sit, imponamus tradamus ancilia, penetralia, deos deorumque curam, quibus nefas est; non leges auspicato ferantur, non magistratus creentur, nec centuriatis nec curiatis comitiis patres auctores fiant;”

kitapları, kuşların uçuşu ve ortaya çıktığı söylenen prodigium’lar, patres’in oluşturduğu bu kurullar tarafından yorumlanmıştır182. Momigliano’nun, ardından

Mitchell’in de belittiği gibi, rahip kurullarında görev alan patres, kendi alanlarındaki dini öğretileri (disciplina) koruyup kendilerinden sonra gelenlere aktarıyordu183. Bu nedenle plebs’in bu bilgilere ulaşıp, tanrıların isteklerini yorumlaması olanaksızdı.

Livius’un aktardığı şu olay buna güzel bir örnektir184:

İ.Ö. 389 yılı için seçilen consul yetkisine sahip (consulari potestate) altı askeri tribun göreve başlar başlamaz, dini uygulamalarla ilgili (de religionibus) senatus’a danışmışlardır. Livius’un aktardığına göre, alınan ilk kararlar arasında bazı anlaşmaların ve on iki levha yasalarıyla birlikte, krallık dönemine ait bazı yasaların elde edilebildiği oranda incelenmesi vardır. Bu yasalardan bazıları halka zaten resmen ilan edilmiştir (alia ex eis edita etiam in volgus). Öte yandan kutsal törenlerle ilgili olan yasalar (quae etiam ad sacra pertinebant) pontifex’ler tarafından kasıtlı olarak gizlenmiştir. Bu olay akla hemen şu soruyu getirmektedir.

“Pontifex’lerin bunları saklama amacı ne olabilir?” Bu sorunun yanıtı Livius’un bir sonraki cümlesinde açığa çıkmaktadır: “…ut religione obstrictos haberent

182 Cumhuriyetin başından İ.Ö.300 yılına kadar bilinen rahiplerin hepsi patricius kökenlidir. bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.1-172. 183 bkz. Momigliano, A., “An Interim Report on the Origins of Rome”: s.118.; “Religious authority has long been recognized as the first and easiest to monopolize because it implied some special knowledge and some leisure and requiered that respectability aristocrats always have. Religious authority was indeed what the Roman patricians traditionally tried to keep for themselves”; Mitchell, R.E., “The Definition of Patres and Plebs: An End to the Struggle of Orders”, (ed.) Raaflaub, K.A., Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.133.; “Those positions and powers that indicate most clearly who the patres were are the very ones they monopolized the longest – certain priesthoods and the patrum auctoritas – and all can be shown to be essentially religious in nature.” 184 Liv.6.1.9-11

multitudinis animos suppressa.” Şüphesiz bu tümce Polybios’un, Cicero’nun ve daha

önce Livius’un kendisinin de dile getirdiği, dinin kalabalık halk kitlesini kontrol

etmek amacıyla kullanıldığı yönündeki siyasal analizle aynı doğrultudadır185.

Appius Crassus’un konuşması Licinius ve Sextius’un sunduğu yasa önerisinin ertelenmesini sağlamaktan başka bir işe yaramamış görünmektedir. Plebs’in engellemesi nedeniyle dictator dışında hiçbir magistratus’un seçilemediği dokuz

yıllık bir kargaşa döneminden sonra, decemviri sacris faciundis rahiplerinden

yarısının plebs’lerden seçilmesini öngören taslak, İ.Ö.367 yılında yasalaşmıştır186.

Ardından patricius’un consul’lüklerden birini plebs’e bırakması karşılığında

plebs’lerin, Roma'da adalet işlerini yönetmek üzere patricius arasından bir praetor

ve iki aedilis seçmeyi kabullenmesi, kısa süreliğine de olsa, kargaşaya bir son vermiş

görünmektedir187.

İ.Ö.366 yılında plebs’lerin ilk kez kendi aralarından birini, Lucius Sextius’u consul seçtirmesi kargaşayı sona erdirmiş olsa da, sınıflar arası mücadeleyi

185 Polyb.6.56; Cic.Div.2.70-71; Liv.1.19.4 186 Liv.6.42.1-3; Plut.Cam.39-42; Levene, D. S., Religion in Livy, s.210.’da Livius’un bu gelişmeyi plebslerin de consul’lüğe seçilebilmesi yolunda bir adım olarak belirttiğini söyler. Bu durum plebslerin de pekâlâ dini gücü düzenli olarak kullanabileceğini akla getirmektedir. Licinius-Sextius yasalarının öncesi ve sonrası, Livius’un anlatımındaki tutarsızlıklar hakkında detaylı bilgi için bkz. Von Fritz, K., “The Reorganization of the Roman Goverment in 366 BC. and the so-called Licinio- Sextian Laws”, Historia 1 (1950): s.3-44. 187 Liv.7.1.1; Plut. Cam. 42-43; Ovid.Fasti.1.641-644; Livius iki sınıf arasında varılan anlaşma sonucunda Ludi Maximi’nin kutlanmaya başladığını belirtir. Plutarkhos’ta Camilus karışıklık sona erince Concordia’ya bir tapınak adamıştır. Ovidius’a göre, Camillus’un Concordia’ya bir tapınak adama nedeni halkın silahlanıp patriciusa karşı ayaklanması ve Roma’da oluşan korku ortamıdır; “Furius antiquam, populi superator Etrusci, voverat et voti solverat ille fidem. causa, quod a patribus sumptis secesserat armis volgus, et ipsa suas Roma timebat opes.”

bitirdiğini söylemek mümkün değildir. Patricius’un ve tanrıların plebs consul’lere alışması pek de kolay olmamış gibi görünmektedir. Eskiçağ yazılı kaynakları seçimlerden sonra bir dizi salgın hastalığın ortaya çıktığını ve aralarında Camillus’un da bulunduğu çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiğini aktarırlar188. Plebs kökenli consul’lerin seçildiği üç yıl boyunca süren salgını, tanrıların gönlünü almak için düzenlenen lectisternium ve bir takım sahne oyunları da sona erdirememiştir.

Yaşlılar daha önce böyle bir salgının dictator atanarak sona erdirildiğini belirtmişler189 ve senatus onların önerisine uyarak dictator atanmasına karar vermiştir. Dictator atanmasından sonra, Livius’un artık salgın hastalıktan söz etmemesi, tanrıların öfkesinin yatıştığı izlenimini uyandırmaktadır. Ama yanlız plebs’lerden biri tekrar consul seçilene kadar.

Livius’un anlattığına göre İ.Ö.362 yılında Gaius Servilius Ahala (patricius) ve Lucius Genucius (plebs) consul seçilmiştir. Halkın kalabalık bir biçimde katıldığı toplantıda çekilen kura sonucunda Hernicius’larla yapılacak olan savaşın komutasını

Lucius Genucius üstlenmiştir190. Halk büyük bir beklenti içine girmiştir, çünkü ilk kez bir plebs, auspicium’lara bakarak bir savaşa komuta edecek, savaşın başarısı ya da başarısızlığı consul’lük makamının plebs’lere açılmasının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu gösterecektir191. Kısa süre sonra Roma’nın yenilmesi ve Genucius'un

Hernicius’lar tarafından tuzağa düşürülüp öldürülmesi bu beklentiyi boşa çıkarmış

188 Liv.7.1.7-10; Plut. Cam. 43; Zonaras 7.24; Plutarkhos ve Zonaras söz konusu salgının ne kadar sürdüğü ile ilgili bilgi vermez. Salgından Camillus’un ölüm nedeni olarak bahsederler. 189 bkz. Liv.4.21.6-9; Bu yıl atanan dictator T.Manlius Capitolinus “clavi fig(endi) caussa” ifadesiyle Fasti Capitolini’de not edilmiştir (bkz.Degrassi, A., Fasti Consulares et Triumphales, s.32-33.) 190 Liv.7.6.7; 191 Liv.7.6.8; “ In exspectatione ciuitas erat, quod primus ille de plebe consul bellum suis auspiciis gesturus esset, perinde ut evenisset res, ita communicatos honores pro bene aut secus consulto habitura.”

görünmektedir. Öte yandan Livius’un değindiği daha ilginç bir nokta vardır: Bir

Roma consul’ünün ölümüyle sonuçlanan bu olaydan patricius sanki mutlu olmuştur ve yenilgiyi geçmişte yaptıkları gibi, tanrıların plebs consul’lere razı olmadığı biçiminde yorumlamıştır. Patricius’a göre yenilginin nedeni açıktır: ‘Plebs’lerden consul seçilmiş, auspicium’lar dinen uygun olmayan kişilere teslim edilmiştir.

Plebs’ler halk oylamasıyla patres’i hakları olan görevlerden uzaklaştırmayı başarmışlardır. Ancak halk temsilcilerinin başkanlığında auspicium’lara başvurmadan çıkardıkları yasaların tanrıların gözünde bir değeri yoktur. Tanrılar kendi kutsal otoritelerini ve auspicium’larını korumuşlar ve bunların intikamını almışlardır. Dini yetkisi ve de hakkı olmayan biri bu auspicium’lara elini sürer sürmez, bir ordu komutanıyla birlikte yok edilmiştir. Ordunun komutanıyla birlikte yok edilmesi, soyların sahip olduğu hakları altüst ederek bir seçim yapılmaması gerektiğinin bir kanıtı olmuştur192.’

Sonuç olarak plebs’lerin auspiciumlara bakma yetkisi ve hakkı olmadığını savunarak Licinius ve Sextius yasasına karşı çıkan Appius Cladius Crassus dictator atanmış ve savaşı yönetmesi için görevlendirilmiştir193. Levene’nin de belirttiği gibi

Claudius Crassus’un dini kurallar bakımından bu göreve uygun olup olmadığı konusunda herhangi bir kuşku duyulmamaktadır194. Onun dictator’luğunda savaşı

192 Liv.7.6.10-12; “…irent crearent consules ex plebe, transferrent auspicia quo nefas esset; potuisse patres plebi scito pelli honoribus suis: num etiam in deos immortales inauspicatam legem valuisse? Vindicasse ipsos suum numen, sua auspicia, quae ut primum contacta sint ab eo a quo nec ius nec fas fuerit, deletum cum duce exercitum documento fuisse ne deinde turbato gentium iure comitia haberentur.” 193 Liv.7.6.12 (ayrıca bkz. Degrassi, A., Fasti Consulares et Triumphales, s.34-35; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.117.) 194 Levene, D. S., Religion in Livy, s.213.; “ The commander is now Claudius himself, so there is no question of religious unfittness for office; ”

Romalıların kazanması patricius’un bu düşüncelerini destekler nitelikte bir kanıt

özelliği kazanmıştır.

Patricius’un tümüyle karşı koyup direnmesine karşın, Licinius ve Sextius yasasının çıktığı İ.Ö.366 yılı ile 356 yılı arasındaki döneme ilişkin Fasti kayıtları ve

Livius’un aktardıkları incelendiğinde geçmişteki durum ve patricius’un tutumuna göre daha belirgin bir fark ortaya çıkmaktadır. Önceki dönemlerde patricius’un yarattığı tanrı korkusu nedeniyle eski düzene dönülmesine göz yuman plebs, bu kez bu korkuya teslim olmamış ve kendi aralarından consul seçmeye devam etmiş görünmektedir. 366-356 yılları arasında göreve gelen consul’lerin isimlerini incelediğimizde consul’lüklerden birinin plebs’lere ayrılması konusunda Licinius ve

Sextius yasasının başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu on yıllık dönem boyunca seçilmiş olan consul’lerin yarısının plebs, yarısının da patricius kökenli olduğunu görüyoruz195. Öte yandan aynı kaynaklar 355-342 yılları arasında bu durumun değiştiği izlenimini vermektedir. Nitekim 355, 354, 353, 351, 349, 345 ve

343 yıllarında her iki consul’lük görevini de patricius sınıfından kişiler

üstlenmiştir196. Fasti, plebs’lerin düzenli olarak consul’lüklerden birini almalarının

İ.Ö.342 yılından itibaren lex Genucia ile gerçekleştiğini göstermektedir. Dolayısıyla

Licinius ve Sextius yasasının plebs’lerin consul olabilmesinin yolunu açtığını,

İ.Ö.342 yılındaki Genucius yasasıyla da bunun kalıcı hale geldiğini söyleyebiliriz.

Genucius yasası consul’lerden birinin plebs sınıfından seçilmesini sağlayarak, plebs’lerin imperiumu paylaşma haklarını da kalıcı kılmıştır. Öte yandan bu durum doğal olarak auspicium’larla ilgili başka bir sorunu da beraberinde getirmektedir.

195 Fasti Capitolini ve antik kaynaklara göre 366-356 arasında göreve gelmiş consul’lerin isimleri için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.114-123. 196 İ.Ö. 355-343 arasında göreve gelmiş consul’lerin isimleri için bkz. Ibid., s.124-132

Daha önce belirttiğimiz gibi patres auspicium’ların yanlızca kendisine özgü olduğunu ve plebs’lerin auspicium’lara bakma yetisi ve bilgisi olmadığını düşünmektedir. Plebs magistratus’ları olan halk temsilcileri ve plebs aedilis’leri auspicium’lara danışılmadan seçilmiştir. Halk oylamaları da auspicium’a danışılmadan yapılmıştır, yani tanrı onayından yoksundur. Öte yandan gelenek uyarınca, consul olan kişinin bu tanrı onayını mutlaka alması gerekmektedir. O halde bu nasıl sağlanmıştır? Linderski consul seçilen plebs’lerin auspicium’a bakma hakkını patricius’tan adeta ödünç aldığını söyleyerek, bu soruna çözüm getirmeye

çalışmıştır197. Cumhuriyet döneminin sonuna doğru P.Clodius’un plebs sınıfına geçme çabasını eleştiren Cicero’nun şu sözleri İ.Ö.1.yüzyılda da auspicium’ların hala patricius’a özgü görüldüğünü açıkça göstermektedir (De Dom.38):

“…auspiciaque populi Romani, si magistratus patricii creati non sint, intereant necesse est, cum interrex nullus sit, quod et ipsum patricium esse et a patriciis prodi necesse est.”

“Eğer patricius kökenli magistratus’lar seçilmemiş olsaydı, aynı zamanda herhangi bir interrex’de olmayacağı için, Roma halkının auspicium’ları kaçınılmaz bir biçimde yok olup giderdi. Çünkü bizzat bu görev

197 Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, s.41-42.: “Upon their admittance to the consulship, a strange compromise apparently was reached. The augural doctrine reflects this compromise; it hardly had invented it. As the patricians did not intend to relinquish the auspicia, it was agreed that the plebeians would administer their newly won offices with the help of what techically was the patrician auspices. A plebeian on his election to the consulate would enter as it were in to patrician shoes: he would use patrician auspices, but he would not have them.; … in the administration of the consulship and in the use of the auspices there was little difference between him and his patrician colleague. Both presided auspicato over the comitia populi, had full auspicium and imperium in the field and could proceed to the appointment of dictator ave sinistra according to the hallowed auspicial ritual.”

patricius’lara özgüdür ve onlar bunu gelecek kuşaklara aktarmak zorundadırlar.”

Cicero burada bir gerçeği dile getirmektedir. Cumhuriyet dönemi süresince, gerçekten de plebs kökenli kişilerden asla interrex seçilmediğini görürüz. Yönetimde herhangi bir boşluk meydana geldiğinde, patricius kökenli ilk interrex, tanrının onayını alıp Roma’yı seçime götürmekle görevlildir. Beş gün içerisinde bu işlemi gerçekleştiremediği takdirde, kendisinden sonra gelecek yeni interrex yine patricius kökenli olmalıdır. Seçim gerçekleştiriline kadar, interregnum görevi beş gün süreyle patricius interrex’ler arasında değişir. Ancak daha sonraları plebs’ler consul’luk yetkisini paylaşarak yalnızca auspicia impetrativa’yı gözlemleme hakkına ortak olmuşlardır. Auspicia oblativa hala patricius’un tekelindedir. Auspicium’larla ilgili seçimden sonra bir sorun ortaya çıktığında, patricius kökenli üyelerden oluşan augur’lar kurulu konu hakkında karar vermektedir. Plebs’ler henüz bu kurula girememiştir.

Plebs’ler bu yeni yasalarla imperium’u ve kısmen de auspicium’u paylaşmaya başlamış olsalar da, herkes gibi onlar da devlet yönetiminde çok önemli bir rolü olan dini ritüellere uymak zorundaydılar. Pontifex ve augur kurulları hala patricius’un egemenliğindedir ve bu kurullarda görev yapan rahiplerin hepsi patricius kökenlidir.

Zaman zaman bu kurullarla siyasetçiler arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkabiliyordu.

Örneğin, İ.Ö.327 yılındaki dictator ataması halk tribunları ile augur’lar kurulunu karşı karşıya getirmiş görünmektedir. Bu olayda da başlıca kaynağımız yine

Livius’tur198. Livius’un aktardığına göre, o yılın consul’lerinin ikisi de Campania’da

Samnitlerle savaşıyordu. Ertesi yılın consul’leri için seçim zamanının yaklaşması nedeniyle consul’lerden birinin auspicium’lara bakmak ve seçimi dini kurallara

198 Liv.8.23.11-17

uygun bir biçimde gerçekleştirmek için Roma’ya dönmesi gerekiyordu. Ancak her iki consul’ün de savaşın ortasında, hem de avantajlı bir durumdayken Roma’ya

çağırılmaları uygun görülmeyince, senatus, patricius kökenli consul Lucius

Cornelius’a bir mektup göndermiştir. Bu mektupta seçimleri gerçekleştirmesi için bir dictator atamasını ondan istemiştir. Cornelius da dictator olarak plebs kökenli

Marcus Claudius Marcellus’u atamıştır. Ancak dictator’un seçiminde bir kusur olduğu iddia edildiği için, Marcellus’un seçim toplantısını düzenlemesi engellenmiştir. Senatus augur’lar kuruluna danışmış ve kurul dictator seçiminin hatalı olduğuna karar vermiştir199. Halk temsilcileri bu karara karşı çıkmışlar ve augur’lara kusur olarak görünen şeyin, aslında bir plebs’in dictator atanması olduğunu iğneleyici bir biçimde söylemişlerdir200. Halk temsilcilerini böyle düşünmeye iten nedenler şunlardır201: ‘Söz konusu kusurun ne olduğunu bilmek hiç de kolay değildir, çünkü consul’un kendisi gece yarısı kalkıp sessizlik içinde dictator’u atamıştır; Auspicium’a bakarken kendisini gören ya da auspicium’ları geçersiz kılacak bir şey söylediğini duyan herhangi biri yoktur; Augur’ların

Roma’da oturdukları halde, consul’ün ordugâhta yaptığı hatayı bulmaları olanaksızdır.’ Livius halk temsilcilerinin bu ve buna benzer itirazlarını onaylamamaktadır, bunların bir sonuç getirmeyecek türden itirazlar olduğunu belirtmiştir202.

199 Liv. 8.23.14. “Consulti augures vitiosum videri dictatorem pronuntiaverunt.” 200 Liv.8.23.16; “ cui non apparere, quod plebeius dictator sit, id vitium auguribus visum ?” 201 Liv.8.23.15-16; “…nam neque facile fuisse id vitium nosci, cum consul oriens de nocte silentio diceret dictatorem, neque ab consule cuiquam publice privatimve de ea re scriptum esse nec quemquam mortalium exstare qui se vidisse aut audisse quid dicat quod auspicium dirimeret, neque augures divinare Romae sedentes potuisse quid in castris consuli vitii obvenisset;” 202 Liv.8.23.17; “Haec aliaque ab tribunis nequiquam iactata;”

Durumun yukarıda aktarıldığı gibi gelişip gelişmediği ve halk temsilcilerinin bu itirazlarında haklı olup olmadığı tartışma konusu olabilir. Plebs’ler arasından seçilen ilk dictator Marcellus değil, İ.Ö.356 yılında bu göreve getirilen C.Marcus

Rutilius’tur. Develin’in belirttiği gibi, patricius ve plebs arasındaki uzlaşma 366 yılının hemen ardından gerçekleşmemiştir. Patres, Rutilius’un da seçimlere başkanlık etmesini engellemiştir203. Aynı Rutilius 351 yılında censor olmak için adaylığını koyduğunda yine patricius’un muhalefetiyle karşılaşmıştır. Bununla birlikte Fasti kayıtları ve öteki antik kaynaklar İ.Ö.356 ile 327 yılları arasındaki otuz yıllık dönemde çoğunluğu askeri nedenlerle olmak üzere on dokuz dictator’un bu göreve seçildiğini göstermektedir204. Bunlardan Rutilius ve Marcellus da dâhil olmak

üzere yalnızca üç tanesi plebs kökenlidir. Dahası, bu isimler arasında consul seçimlerini gerçekleştirmek için göreve getirildiği belirtilen beş dictator’un hepsi patricius kökenlidir205. Augur’ların verdiği karardaki teknik ayrıntılar bir kenara bırakılıp yalnızca bu rakamlar göz önüne alındığında, halk temsilcilerinin augur’ları suçlarken, kendilerince haklı nedenleri olduğu söylenebilir. Ancak halk temsilcilerinin ileri sürdüğü gibi, augur’lar kurulunun seçimde bulduğu tek kusur,

Marcellus’un plebs kökenli olması mıdır? Bu tam olarak doğru olmayabilir. Çünkü yine aynı kaynaklar açıkça göstermektedir ki, kurul 337 ve 334 yıllarında seçilen dictator’lar C. Regilius Irregilensis ve P.Cornelius Rufinus için de aynı kararı

203 Develin, R., “The Integration of Plebeians into the Political Order after 366 B.C.”, (ed.) Raaflaub, K.A., Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.302-303. 204 Bu döneme ilişkin edebi ve epigrafik kaynaklar için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.123-146. 205 M.Fabius Ambustus (İ.Ö. 351), L.Furius Camillus (İ.Ö. 350), T.Manlius Imperiosus Torquatus (İ.Ö. 349), L.Aemilius Mamercinus (İ.Ö. 339), L.Aemilius Mamercinus Pivernas (İ.Ö. 335)

vermiştir ve söz konusu dictator’lar plebs değil, patricius kökenlidir206. Buna ek olarak İ.Ö.339 yılında göreve gelen plebs kökenli dictator Q. Publilius Philo hakkında böyle bir karara rastlamıyoruz. Bu örnekler augur’lar kurulunun ve bu kurulun tavsiyesiyle hareket eden senatus’un bu tür kararları alırken sınıf ayırımı yaptığı olasılığını zayıflatmaktadır. O halde augur’lar kurulu ve senatus bu dönemde dictator’ler konusunda böyle bir kararı neden vermiş olabilir? Livius’un İ.Ö.339 yılında ve sonrasında gelişen olaylara ilişkin aktardıkları (eğer doğruysa), bu konuda varsayımda bulunmamız için bize bir ipucu vermektedir207. İ.Ö.339 yılında göreve gelen consul’ler T. Aemilius Mamercinus (patricius) ve Q. Publilius Philo (plebs)

Livius’a göre devletinkinden çok kendi çıkarlarıyla ilgileniyorlardı. O yıl her ikisi de savaş alanındaydı. Plebs kökenli consul Publilius Philo Roma’ya karşı ayaklanan

Latin birliği üyesi kentleri bastırmış, Aemilius Mamercinus ise ordusuyla Pedum kasabasının üzerine yürümüştür. Bu savaşta Roma ordusu üstün durumda olmasına karşın, Aemilius Mamercinus henüz kesin bir galibiyet kazanamamıştır.

Görevdaşının yengi töreni düzenlemesine karar verildiğini öğrenince, Roma’ya dönmüş ve kendisi için de bir zafer töreni düzenlenmesini istemiştir. Patres’in onun bu isteğini geri çevirmesi üzerine, Aemilius Mamercinus senatus’tan uzaklaşmış ve consul’lük görevini Livius’un deyimiyle kışkırtıcı bir halk temsilcisi gibi sürdürmüştür. Halkın huzurunda Latinum ve Falernum bölgelerindeki topraklardan plebs’lere yeterince pay verilmediğini söyleyerek senator’leri sürekli kötülemiş, plebs kökenli olan görevdaşı ise onun bu suçlamalarına ses çıkarmamıştır.

Consul’lerin yetkisine son vermek isteyen senatus yeniden ayaklanan Latinleri bastırması için dictator atanmasına karar vermiştir. O sırada Aemilius Mamercinus

206 Liv.8.15.6 ve 8.17.4 207 Liv.8.12.4-17

’i elinde bulundurduğu, dolayısıyla dictator tayin etmek için gereken imperium’a sahip olduğu için, görevdaşı Publilius Philo’yu dictator olarak atamıştır.

Yine Livius’un deyişiyle Publilius Philo plebs için son derece yararlı, ama soylular için zararlı olan üç yasa tasarısı sunmuştur. Bu yasalara göre plebs meclisinin toplantılarında alınan kararlar bütün yurttaşlar (omnes Quirites) için bağlayıcı olacak208; censor’lardan biri plebs arasından seçilecek ve son olarak da, comitia centuriata’ya getirilen yasaları patres’in onaylayıp onaylamadığı (patrum

auctoritas), söz konusu yasalar bu mecliste oylanmadan önce açıklanacaktır209.

Cornell’e göre patrum auctoritas, teklif edilen yasa tasarılarının usül bakımından

uygun olduğuna ve dini açıdan herhangi bir noksanlık olmadığına ilişkin patres’in

verdiği onaydır. Buradaki auctoritas sözcüğü etimolojik olarak augur’lukla ilişkilidir

ve dini otoriteyi ima etmektedir210. Mitchell’e göre patrum auctoritas senatus

içindeki rahiplerin (patres) tasarılara verdiği dini onaydır. Bu onay yasa tasarılarının

mos maiorum’a uygunluğu ve tanrılarla toplum arasındaki barışı sağlamaya

208 Liv.8.12.15; “ Ut plebiscita omnes Quirites tenerent;” ; Drummond, A., “Publilius Philo, Quintus”, Hornblower, S. (ed.), The Oxford Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University Press, Oxford, 2003 içinde: s.1276’da, bu maddenin İ.Ö.287/86 da çıkan lex Hortensia’nın bir maddesiyle aynı olduğunu ve büyük olasılıkla uydurma olduğunu belirtmiştir. Publilius Philo’nun dictator’luğunun da şüpheli olduğunu, ancak diğer yasaları çıkartabilmişse (belki consul olarak), bu durumun, plebs’lerin siyasi reform için magistratus’lukları kullanması açısından önemli bir gelişmeyi işaret ettiğini söylemiştir. 209 Liv.8.12.15; “ …ut legum, quae comitiis centuriatis ferrentur, ante initum suffragium patres auctores fierent;” Patrum auctoritasın kökeni ve bu konu üzerine farklı görüşler için bkz. Friezer, E., “Interregnum and Patrum Auctoritas”, Mnemosyne 4. no:12 (1959): s.301-329.; ayrıca bkz. Drummond, A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community”, s.185. 210 Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.341.; “ It follows that the auctoritas patrum must have been some kind of confirmation that the law in question was technically acceptable, and in particular that it did not contain any religious flaws (the word auctoritas is etimologically related to and implies ‘religious authority’.”

yöneliktir211. Momigliano ve Cornell tasarıda yer alan patrum auctoritas ile ilgili maddenin patres’in devlet işleyişi üzerindeki kontrolünü kısıtlayıcı nitelikte olduğunu, dolayısıyla patrum auctoritas’ın zamanla formalite haline geldiğini belirtmişlerdir212. Scullard da benzer görüştedir. Önceleri patres’in bu ayrıcalığını kullanarak comitia centuriata’da kabul edilen tasarıları, dini kusurları bahane ederek durdurabildiğini, ancak Publilius yasasıyla bu hataların comitia’ya sunulmadan önce düzeltilebildiğini belirtmiştir. Scullard’a göre bu durum patres’in gücünün zayıflamasını sağlamıştır213.

Sonuç olarak, İ.Ö.327 yılındaki dictator atamasında ortaya çıktığı ileri sürülen dini kusurun ne olduğunu, bilim adamlarının bunca derin araştırmalarına karşın, tam olarak bilemiyoruz. Çok ender karşılaşılsa da, patricius kökenli dictator’ların seçiminde de benzer türden dini kusurlar bulunması halk temsilcilerinin ileri sürdüğü sınıf ayırımı olasılığını biraz zayıflatmaktadır. Livius’un aktardıklarını ve modern kaynakların bu konudaki görüşlerini dikkate alırsak, augur’lar kurulunun bu kararlarının altında yatan gerçek neden, Publilius yasalarıyla devlet yönetimi konusunda siyasi gücü kısıtlanan patres’in, yaşadığı acı deneyimler nedeniyle, ister plebs isterse patricius kökenli olsun, dictator’lar konusunda daha dikkatli davranma isteği olabilir.

Söz konusu dictator atamalarında ilginç başka bir nokta daha göze

211 Mitchell, R. E., Patricians and Plebeians : The Origin of the Roman State, s.29-30.: “ The approval of the patres satisfied ancestral custom and secured divine favor.” 212 Bkz. Momigliano, A. & Cornell, T.J., “Patrum Auctoritas”, Hornblower, S. (ed.), The Oxford Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University Press, Oxford, 2003 içinde: s.1127-1128 213 Scullard, H. H., A History of the Roman World 753 to 146 BC, Routlegde, London, 1980, s.119.; “ By this last privilege (patrum auctoritas) they could block a law passed in the Comitia Centuriata on the ground of its faulty form; but by Philo’s enactment faults could be corrected and so the power of the patres was weakened.”

çarpmaktadır. Antik kaynaklar, İ.Ö.339 yılında Publilius Philo’nun ve 327 yılında

Claudius Marcellus’un patricius kökenli consul’ler tarafından dictator atandıklarını

belirtmektedir. Modern kaynaklardan bir kısmı Licinius-Sextius yasa önerilerinden

sonra, patricius sınıfından bazı kişilerin zengin plebs’lerle yakın ilişki içine girdiğini

vurgulamaktadır214. Bir kısmı ise karşıt örnekler bularak bu görüşe karşı çıkmıştır215.

Bizce her iki görüşün de haklı yanları vardır. Sınıfların, özellikle de patricius’un,

eskiden olduğu gibi bir bütünlük ve birlik içinde hareket etmediği görülmektedir.

Plebs ve patricius sınıfından bazı kişiler kendi ortak çıkarlar doğrultusunda yavaş

yavaş bir araya gelmeye başlamışlardır. Ancak bu ortaklık örnekleri, sınıflar

arasındaki tartışmaların tamamıyla sona erdiğini söylemek için yeterli değildir.

Patricius’lardan belirli bir çoğunluğun senatus’ta hala plebs isteklerine etkin bir

biçimde karşı koyduğu görülmektedir. Bu örnekler sınıflar arasındaki ayırımın İ.Ö.

5.yüzyıldaki kadar keskin olmadığı izlenimini de vermektedir.

214 Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.344; Cornell, T.J., The Beginnings of Rome : Italy and Rome from the Bronze Age to the Punic Wars (c. 1000-264 BC), s.342.’de benzer bir görüşü savunur; “They make it clear that the beneficiaries of the reform were a restricted group of aspiring plebeian leaders together with a relatively small caucus of patricians who supported them. The principal figures of this liberal or progressive wing of the patriciate were C.Sulpicius Peticus, L.Aemilius Mamercinus and Q.Servilius Ahala (who between them shared all the patrician consulships in the years 366-361), and M.Fabius Ambustus (censor in 363 and father-in-law of Licinius Stolo).” s.463 dipnot 32’de M.Fabius Ambustus için şunları söyler: “Beloch (Röm. Gesch. (1926), 352-353) rejects this passage as legendary, and substitutes an arbitrary reconstruction of his own, whereby Fabius is presented as an upholder of patrician privilege and an opponent of the plebs! This has unfortunately had wide influence (e.g. OCD2, s.v. Fabius Ambustus, 2).” Cornell Fabiusları karıştırmış görünmektedir. Beloch’un ve ondan alıntı yapan Oxford Classical Dictionary’nin (2nd ed. s.426-427) bahsettiği M.Fabius Ambustus İ.Ö.360, 356 ve 354 yılı consul’üdür. Cornell’in bahsettiği Marcus Fabius Ambustus ise 363 yılı censorudur ve tamamıyla farklı bir kişidir ( Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.117 ve 120. 215 Cornell karşıtı görüş için bkz. Develin, R., “The Integration of Plebeians into the Political Order after 366 B.C.”, s.302-304.

İ.Ö.300 yılına gelindiğinde, varlıklı plebs’ler arasından bazıları consul, dictator ve praetor seçilmişlerdir; decemviri sacris faciundis üyelerinin yarısını kendi sınıflarından seçtirmeyi başarmışlardır. Ancak pontifex ve augurlar kurulu hala patricius üyelerden oluşmaktadır. Livius’un aktardığına göre halk tribunları Quintus ve Gnaeus Ogulnius bir yasa önerisiyle patres’in sahip olduğu bu ayrıcalığı ortadan kaldırmak istemişlerdir. Hali hazırda var olan dört augur ve dört pontifex’e, plebs’ler arasından seçilecek beş augur ve dört pontifex daha eklenmesini teklif etmişlerdir216.

Gerekçeleri çok açıktır: Plebs’lerin ileri gelenleri daha önce consul’lük görevlerini başarıyla yürütmüşlerdir, aynı kişiler adına yengi töreni düzenlenmiştir. Yer alamadıkları onurlu görevler arasında bir tek bu rahiplikler kalmıştır217. Öte yandan patres’in bu yasa önerisine nasıl tepki gösterdiğini Livius şöyle aktarmaktadır:

Patres, plebs’lerden consul seçilmesi ilk kez önerildiği zaman nasıl endişelendiyse, bu öneri sunulduğu zaman da aynı biçimde endişeye kapılmıştır. Bu iş kendilerinden

çok tanrılarla ilgiliymiş gibi davranmışlardır. Onlara göre kutsal törenlerin kirletilmemesini bizzat tanrılar istemektedir. Patres’in devletin başına herhangi bir felaket gelmemesinden başka dileği yoktur218.

Tasarının oylanması sırasında taraflar arasında yaşanan tartışmada Livius’un iki kişiliği ön plana çıkardığını görüyoruz. Bunlardan biri tasarının lehinde konuşan plebs kökenli Publius Decius Mus, diğeri de aleyhte konuşan Appius Claudius

Caecus’tur. Yine Livius’tan öğrendiğimiz kadarıyla her iki taraf da, kendi haklarıyla

216 Liv.10.6.6; “Rogationem ergo promulgarunt ut, cum quattuor augures, quattuor pontifices ea tempestate essent placeretque augeri sacerdotum numerum, quattuor pontifices, quinque augures, de plebe omnes, adlegerentur.” 217 Liv.10.6.5 218 Liv.10.7.2

ilgili olarak daha önce Licinius yasa tasarısı tartışılırken, savundukları görüşlerin219 neredeyse aynılarını yinelemişlerdir. Bununla birlikte Livius’un konuyu işleyiş biçiminde bir fark vardır. Licinius yasası ve Ogulnius yasa tasarısının tartışılması sırasında yapılan konuşmalar arasındaki önemli bir değişiklik göze çarpmaktadır.

Licinius’un yasa taslağı tartışılırken, aleyhte konuşan Appius Claudius

Crassus’un, Ogulnius yasa taslağı görüşülürken ise, yasayı destekleyen Decius

Mus’un konuşmasına yer vermiştir. Decius Mus’un konuşması Licinius yasaları tartışılırken aleyhte konuşan Appius Claudius Crassus’a yanıt verir gibidir. İ.Ö.367 yılında yaptığı konuşmada Appius Claudius Crassus’un karşı çıkarken savunduğu ana nokta, plebs’lerin auspicium’lara bakma yetisi ve hakkı olmadığı, hiçbir plebs magistratus’un auspicium’lara danışılarak seçilmediğiydi220. O dönem için bu doğruydu, ancak İ.Ö. 300 yılına gelindiğinde P. Decius Mus’un konuşmasında, başta babası221 olmak üzere, içerik ve biçem bakımından işleyebileceği çok sayıda örnek vardı. Plebs kökenli consul’lerin, dictator’ların yönetiminde ve auspicium’ları altında devlet herhangi bir zarar görmeden pek çok başarı kazanmıştı, çok sayıda yengi töreni kutlanmıştı222. Lucius Sextius plebs’ler arasından seçilen ilk consul’dü,

Gaius Licinius Stolo ilk magister equitum, Gaius Marcius Rutilius ilk dictator ve

219 bkz. s.47 v.d. 220 Liv.6.41.4-10 221 Publius Decius Mus ile aynı adı taşıyan babası, İ.Ö.340 yılında consul olarak Campania’da Latinlere karşı savaşırken kendisini yer altı tanrılarına adadıktan sonra, atını düşman saflarına sürerek hayatına son vermiştir (Liv.8.9.6, Cic. Nat.2.10). Oğul Decius Mus’un da 295 yılında Galyalılar ve Etrüsklere karşı savaşırken aynı biçimde kendini tanrılara kurban ettiği belirtilir (Liv.10.28.12 v.d., Cic. Nat.2.10) 222 Liv.10.7.3-11; 10.8.5; 10.8.8-11; “ L. Sextius primus de plebe consul est factus, C. Licinius Stolo primus magister equitum, C. Marcius Rutulus primus et dictator et censor, Q. Publilius Philo primus praetor. Semper ista audita sunt eadem, penes vos auspicia esse, vos solos gentem habere, vos solos iustum imperium et auspicium domi militiaeque.”

censor, Quintus Publilius Philo ise ilk praetor’du. Bu kişiler seçilirken patres’ten hep aynı itirazlar gelmişti; Auspicium’lar yalnızca patres’e özgüydü, yalnızca patres soyluydu, kent yönetiminde ve savaş alanında yasal olarak yalnızca onlar imperium ve auspicium’a sahip olabilirlerdi. Plebs’ler, bütün istekleri başta reddedilmesine karşın, yollarına kararlı bir biçimde devam etmişler ve isteklerine ulaşmışlardı. Buna ek olarak Sybilla kitaplarına danışmakla görevli decemviri sacris faciundis kurulu

üyelerinin yarısı plebs’ler arasından seçilmiş ve yine de devlet herhangi bir zarar görmemişti223. Hal böyleyken, Roma halkının bu kişilere verdiği onurlar arasına bir de augur’luk ve pontifex’lik onurunun eklenmesine ne tanrılar, ne de insanlar karşı

çıkardı224. Plebs’ler de pekâlâ pontifex’lere ve augur’lara özgü nişanları taşıyabilirler, bireysel olarak taptıkları tanrılara devlet adına da tapabilirlerdi225.

Livius’un aktardığına göre tasarı büyük bir çoğunlukla (ingenti consensu) kabul edilerek yasalaşmıştır. Publius Decius Mus, Publius Sempronius Sophus,

Gaius Marcius Rutulus ve Marcus Livius Denter plebs’ler arasından seçilen ilk pontifex’lerdir. Gaius Genucius, Publius Aelius Paetus, Maecus Municius Faesus,

Gaius Marcius Rutulus ve Titus Publilius plebs’ler arasından seçilen ilk augur’lardır.

Plebs’lerin eklenmesiyle pontifex sayısı dörtten sekize, augur sayısı ise dokuza yükselmiştir226.

Ogulnia yasası plebs’lere, daha doğrusu plebs’ler arasında varlıklı olanlara,

223 Liv.10.8.1-2 224 Liv.10.7.9; “Quod cum ita se habeat, cui deorum hominumve indignum videri potest" inquit, " eos viros, quos vos sellis curulibus, toga praetexta, tunica palmata et toga picta et corona triumphali laureaque honoraritis, quorum domos spoliis hostium adfixis insignes inter alias feceritis, pontificalia atque auguralia insignia adicere?” 225 Liv.10.7.12; “…ut quos privatim colimus publice colamus.” 226 Liv.10.9.1-2; Livius pontifex maximus’u bu sayıya dahil etmemiş görünmektedir.

devlet dininde söz sahibi olabilme yolunu açmıştır. Bu yasayla daha önce yalnızca patricius’un ulaşabildiği bilgilere ulaşabileceklerdir. Gerek pontifex’lik gerekse de augur’lukla ilgili teknik ayrıntıları öğrenip uygulayacaklar, tanrıların her bir özel durumda ne istediği, nasıl yatıştırılması gerektiği konusunda karar verme yetkisini paylaşacaklardır. Magistratus’ların auspicium’ları gözlerken yaptıkları hatalar

(vitium) konusunda söz sahibi olabilecekler, auspicia oblativa’yı gözlemleyebilecekler ve olumsuz bir işaret gördüklerinde nuntiatio yetkisini kullanabileceklerdir. Linderski, Ogulnia yasasının bile, plebs’lerin Iuppiter ile olan ilişkilerini temelde değiştirmediğini belirtmiştir227. Bu görüşü ileri sürerken başlıca gerekçesi auspicium konusunda magistratus’lar ve augur’ların farklı sorumlulukları, farklı görev alanları olmasıdır. Auspicium’lar konusunda augur’lar ve magistratus’lar arasında belirgin bir görev ayırımının olduğu şüphesiz doğrudur. Daha önce de belirttiğimiz gibi magistratus’lar her önemli işten önce gözledikleri auspicium’larla devleti yönetirler. Augur’lar ise bir magistratus’un yerine ya da devlet adına auspicium’lara bakmazlar. Ancak bu ayırımdan yola çıkarak plebs’lerin augur’lar kuruluna girmesini sağlayan Ogulnia yasasının büyük bir fark yaratmadığı sonucunu

çıkarmak olası görünmemektedir. Çünkü 300 yılına gelindiğinde plebs’ler magistratus’luklara çoktandır seçilebilmekteydi ve onların auspicium’larla ilgili haklarına zaten sahip olmuşlardı. 40 yılı aşkın süreden beri consul ya da praetor olarak auspicia impetrativa’yı gözlemleyebilmektedirler. Buna karşın Ogulnia yasası o güne kadar yer alamadıkları rahip kurullarına, özellikle de augur’lar kuruluna girmelerine ve augur olabilmelerine olanak tanıyarak auspicia oblativa konusunda

227 Linderski, J., “The Auspices and the Struggle of Orders”, s.46. “Even the lex Ogulnia that in 300 engeneered the admission of plebeians to the priestly colleges, and in particular to the college of , did not substantially improve their standing with Jupitter.”

da onlara söz hakkı vermiştir. Gerek kurul olarak, gerkese de bireysel olarak augur’ların görev, sorumluluk ve haklarını paylaşmalarını sağlamıştır. Üstelik bu paylaşım consul’lükte olduğu gibi yalnızca bir yıl süreyle değil, yaşam boyu olacaktır. Çünkü consul’ler için bir yılla sınırlandırılan görev süresi, pontifex’ler ve augur’lar için geçerli değildir. Bu rahipler ömür boyu görev yaparlar ve biri

öldüğünde yerine seçilecek kişi ölen üyeyle aynı sınıftan olmak zorundadır228.

Dolayısıyla Linderski’nin aksine, Ogulnia yasasının plebs’lerin auspicium’larla ilişkisi bakımından dönüm noktası olduğu söylenebilir. Asıl önemlisi, ilerideki kendi siyasi istek ve haklarının auspicia oblativa ileri sürülerek engellenmesi olasılığı azalmış olacaktır.

Buraya kadar antik kaynakların sınıflar arası mücadeleye ilişkin aktardıkları imperium ve auspicium açısından değerlendirilmeye çalışılmış ve şu sonuçlara varılmıştır: Söz konusu dönemde Roma’da siyasi ve dini erkin birbirinden bağımsız, ayrı birer alan olarak düşünülmediği görülmüştür. Roma’da siyasi gücü elinde bulunduran patres, auspicium’lara başvurmak ve tanrılarla iletişim kurmak, tanrının gönderdiği işaretleri yorumlamak ayrıcalığına da sahiptir. Rahip kurullarında görev alan bu kişiler aynı zamanda senatus üyeleridir, hatta birçoğu consul’lük görevini de yürütmüştür. Senatus, olağanüstü işaretler ortaya çıktığında, doğaüstü olaylar meydana geldiğinde, onlara danışarak karar vermektedir. Plebs’ler siyasi erki paylaşmak istediklerinde, onlara bunun mümkün olmadığı, çünkü siyasi erkin ayrılmaz bir parçası olan tanrılarla iletişim kurma yetisine ve yetkisine sahip olmadıkları ileri sürülmüştür. Çok sayıda örnekte gördüğümüz gibi, plebs’lerden biri yönetim erkini elinde bulundurabileceği bir göreve seçildiğinde, patres tanrının

228 Cornell, T.J., “The Recovery of Rome”, s.343.

gönderdiği işaretleri yorumlama ayrıcalığını kullanarak, tanrıların buna razı olmadığını ileri sürmüş ve plebs’lerden consul seçilmesini engellemeye çalışmıştır.

Ancak Roma’nın büyümesi ve etrafındaki kentlerle giriştiği savaşların yanında patricius ailelerin sayısındaki azalma229 nedeniyle plebs’lere duyulan gereksinimin günden güne arttığı da bir gerçektir. Kendilerine muhtaç olunduğunun farkında olan plebs isteklerinin peşini bırakmamış, askere yazılmama, vergi ödemeyi reddetme gibi demokratik mücadele yöntemlerini kullanarak bu hakları birer birer almayı başarmıştır. Ancak bu hakları plebs’in bir bütün olarak kullanmadığını, yalnızca varlıklı olanların bu haklardan yararlanabildiğini de belirtmemiz gerekir.

Eskiçağ kaynaklarının sınıflar arası mücadeleye ilişkin anlattıkları, günümüzde haklı olarak birçok açıdan sorgulanmaktadır. Ama bu kaynaklardaki hataları bulmaya çalışırken birkaç nokta göz ardı edilmemelidir. Söz konusu döneme ilişkin bilgi veren birinci el kaynak sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Bu kaynaklar göz ardı edildiğinde, Roma’nın geçmişine ilişkin fazla bir şey söylemek de mümkün değildir. Bu tür kaynakların, özellikle de Livius’un tarihi gerçekleri saptırdığı ya da bazı olayları uydurduğu söylenebilir. Ancak bu savları ileri sürerken unutulmaması gereken şey, saptırma ya da uydurma olarak nitelenen anlatıların temelinde söz konusu yazarların hayal gücü değil, annales yazarlarının aktardıkları ve kendi zamanına kadar gelen sözlü gelenek vardır. Livius’un 142 kitaplık yapıtı bu yaklaşımın ulaştığı doruk noktasıdır230. Nitekim Livis’un kendisi de, yapıtı Ab urbe condita’nın önsözünde içerik olarak yenilik getirmediğini ileri sürmemektedir, yalnız halihazırda bilinenleri ya da inanılanları başkalarının

229 bkz. Scullard, H. H., A History of the Roman World 753 to 146 BC, s.120. 230 Beck, H., “The Early Roman Tradition”, (ed.) Marincola, J., A Companion to Greek and Roman Historiography vol.1, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde: s.265.

anlattığından daha zevkle okunabilir bir biçeme sokacağını belirtmektedir.

Dolayısıyla, yazıldığı dönemde insanların kendi geçmişine nasıl baktığına dair

önemli ipuçları vermektedir231. Bu bakımdan tarihsel değerleri göz ardı edilmemelidir.

231 De Natura Deorum, De Divinatione yapıtlarındaki tanrının varlığı üzerine tartışmalar ve Lucretius’un insanları tanrı korkusundan kurtulmaya çağıran sözleri şüphesiz tanrı-insan ilişkisi konusunda, İ.Ö. I. yüzyılda yaşayan insanlar arasında farklı görüşler olduğunu da göstermektedir. Ancak aynı eserler tanrı korkusunun Yunan felsefesiyle haşır neşir olunduğu bu dönemde bile ne kadar etkili olduğunu göz önüne sermektedir.

IV. IMPERATORES ET AUSPICIUM

Eskiçağ devletlerine baktığımızda, birçoğunun girişecekleri savaş ve sonucu konusunda tanrının ne düşündüğünü öğrenmek istediklerini görürüz. Örneğin

Mezopotamya’da bulunan karaciğer maketleri, kurban edilen hayvanların iç organlarına bakma yönteminin İ.Ö. ikinci bin yılda hatta daha öncesinde kullanılmış olduğunu göstermektedir232. Hititlerde de karaciğer falına yaygın bir biçimde

başvurulmuş olduğunu biliyoruz233. Delphoi’daki bilicilik merkezinin savaşa girip girmeme konusunda kendisine danışan Lidya kralı Kroisos’a, Spartalılara ve

Atinalılara verdiği ikircil yanıtları Herodotos tüm canlılığıyla aktarmıştır234.

Savaş, eskiçağ devletlerinde olduğu gibi, Romalılar için de tanrıların

iradesine uygun biçimde açılması, yürütülmesi ve sonlandırılması gereken kutsal bir

232 Bārû adı verilen görevliler Babil’de bu yöntemi kullanmışlardır. İ.Ö. 1900-1600 arasına tarihlenmiş kilden yapılmış bir kuzu ciğeri maketi British Museum’da sergilenmektedir. 233 Dinçol, Ali M., “Hititler”, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi 1, Görsel Yayınlar, İstanbul, 1982 içinde: s.90-91. 234 Herodotos 1.53 ve 91: Kroisos, Perslere karşı savaşa girip girmemesi gerektiğini danıştığında, Delphoi’dan ona verilen yanıt “Perslere karşı savaşa girecek olursan büyük bir krallığı yok edeceksin” olmuştu ve kral kehanette belirtilen büyük krallığın kendisininki olduğunu ancak savaşı kaybettikten sonra anlayabilmişti. Her.1.66: Bilicilik merkezi Arcadia’yı ele geçirip geçiremeyeceklerini danışan Spartalılara verdiği yanıtta, Arcadia yerine Tegea’yı onlara vereceğini vaat etmişti. Bu kehanetin sonucunda Tegea’ya savaş açan Spartalılar onları esir alacaklarını düşünerek yanlarına zincirler almışlardı, ancak yenilmişler ve canlı kalanlar kendi getirdikleri zincirlere vurularak Tegea’ya götürülmüşlerdi . Her.7.140 ve 141: Pers savaşı yaklaşırken kendisinden yardım isteyen Atinalılara Pythia, dünyanın en uzak noktasına kaçmalarını salık vermişti. Bu yanıtla korkuya kapılan Atinalılar bilicilik merkezine yeniden danıştıklarında, onlara bütün ülkenin işgal edileceği, ancak ağaçtan duvarların ardında sağlam kalabileceklerini söylemiştir. Atinalılardan bazıları bu yanıtta belirtilen ağaçtan duvar sözüyle geçmişte ağaçtan bir çitle örülmüş olan Akropolis’in kastedildiğini, bazıları da Temistokles’in planı olan donanmayı kastettiğini düşünmüşlerdir.

iştir. Fetiales rahiplerinin savaş açarken ve savaşlara son verirken yerine getirdiği ritueller bu düşünce yapısını açıkça ortaya koymaktadır. Senatus ve halk meclisi savaş açılmasına karar verdiğinde, bu rahiplerden biri düşman topraklarının sınırına gelir ve sembolik olarak karşı tarafa bir mızrak fırlatırdı. Savaş sona erdiğinde ise, anlaşma yapmak için bu rahipler yine düşman topraklarına girer, anlaşma yapıldıktan sonra taştan yapılmış özel bir bıçakla tanrıya domuz kurban ederlerdi. Romalıların inancına göre bu eylemle tanrının hem yapılan savaşı hem de anlaşmayı onaylaması sağlanmış olurdu.

Savaş için yapılan hazırlıklar sırasında da dini geleneklere ne denli önem verildiği görülmektedir. Komutan235 , ordu için bir toplanma günü ilan ederken auspicium’a başvurur236. Orduyla birlikte ya da tek başına kentin kutsal sınırlarını geçerken yine auspicium’a danışır. Savaş için kamp kurulduğunda, ordu arındırılmak zorundadır. Savaş alanında ise, ordunun başındaki komutan237, bilicilerin yardımıyla, tanrının o an için savaşa onay verip vermediğini öğrenmekle yükümlüdür. Savaş başlamadan hemen önce, kurbanların iç organları incelenerek ve kafesten salınan tavukların önlerine atılan yemleri yiyip yemediği (auspicium de tripudiis) gözlenerek tanrının ne düşündüğü öğrenilir238. İşaretlerin uygun olması, tanrının yapılacak savaşa onay verdiğinin ve Roma halkının yanında olduğunun göstergesi kabul edilmiştir. Ancak tersi bir durum söz konusu olduğunda, yani savaş alanında işler ters gidip, ordu yenilgiye uğradığında sorumluluk çoğu kez tanrılarla olan iletişimde

235 Bu komuta görevini erken ve orta cumhuriyet dönemi boyunca genellikle consul’ler, dictator görev başındaysa, dictator üstlenmiştir. 236 Polyb. 6.26.4; Liv.45.12.10 237 Bu komuta görevini erken ve orta cumhuriyet dönemi boyunca genellikle consul’ler, dictator görev başındaysa, dictator üstlenmiştir. 238 Latte, K., Römische Religiongeschichte, s.119.

bir sorun olmasına, yani pax deum’daki bir kırılmaya bağlanmıştır. Savaştaki yenilgiyi komutanın askeri becerisinden ya da beceriksizliğinden çok dini nedenlerle açıklama eğilimi doğal olarak bir takım soruları da beraberinde getirmektedir: Dini kuralların ihmal edilip edilmediğine ya da o an için yanlış uygulandığına kimler karar veriyordu? Bu kişilerin siyasi eğilimleri, sosyal ve psikolojik durumları aldıkları kararlara etki ediyor muydu? Bu kararların bir ölçüde iç siyasete yansıması oluyor muydu?

Bu soruların yanıtlarını aramak için ilk olarak İ.Ö.362 yılında Herniciuslarla yapılan savaşa bir kez daha göz atabiliriz239. Roma ordusu ilk defa plebs kökenli bir consul’ün auspicium’ları altında böyle bir savaşa girmiştir. Kısa süre sonra Roma ordusu yenilmiş ve consul düşmanlar tarafından tuzağa düşürülüp öldürülmüştür.

Yenilgi plebs’ler arasından consul seçilmesine ve auspicium’ların dinen uygun olmayan kişilere teslim edilmesine bağlanmıştır. Bu kararı verenler o yıllarda tanrılarla devlet arasındaki uyumu sağlama ayrıcalığına tek başına sahip olan patres’ten başkası değildir ve patres’in o sırada siyasi erk konusunda plebs’lerle

çetin bir mücadele içinde olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Patres’e göre tanrılar kendi kutsal yetkilerini ve auspicium’larını korumuşlar ve bunların intikamını almışlardır; Dini yetkisi ve de hakkı olmayan biri, bu auspicium’lara elini sürer sürmez, Roma ordusu, komutanıyla birlikte yok edilmiştir; ordunun komutanıyla birlikte yok edilmesi, soyların sahip olduğu hakları altüst ederek bir seçim yapılmaması gerektiğini kanıtlamıştır240. Bu olayda görüldüğü gibi, savaşın

239 bkz. s.55-56 240 Liv.7.6.10-12; “…irent crearent consules ex plebe, transferrent auspicia quo nefas esset; potuisse patres plebi scito pelli honoribus suis: num etiam in deos immortales inauspicatam legem valuisse? Vindicasse ipsos suum numen, sua auspicia, quae ut primum contacta sint ab eo a quo nec ius nec fas

yenilgiyle sonuçlanmasında Genucius’un askeri alanda yaptığı hatalardan hiç söz edilmez. Zaten sonucunu tanrıların belirlediği düşünülen bir savaşta bu gibi sözlerin yeri de yoktur.

İ.Ö.324 yılında Samnit savaşında geçen bir olay bize tanrı onayının savaş alanlarında her zaman belirleyici olmadığını göstermektedir. Diktatör L. Papirius

Cursor Roma’dan ayrılmış ve savaş alanına gelmiştir. Ancak kutsal tavuklara bakmakla sorumlu olan görevlinin (pullarius) uyarısıyla Roma’ya dönüp auspicium’ları yenilemesi gerektiğini fark eder. Savaş alanından ayrılmadan önce magister equitum’u olan Q. Fabius Ambustus Rullianus’a yerinde kalmasını ve düşmanla yakın temasa girmemesini emretmiştir241. Diktatörün ayrılmasından kısa bir süre sonra, keşif erleri düşman kuvvetlerinin dağınık ve dikkatsiz bir durumda olduğunu bildirince, Q. Fabius Ambustus Rullianus savaşa girmiş ve düşmanı mağlup etmiştir242. Diktatörün auspicium’ların yenilenmesi gerektiği konusunda uyarılması, tanrıların o anda bir savaş yapmaya onay vermediği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Q. Fabius tanrıların onayı olmadan savaşa girmiştir.

Diktatör Papirius, yardımcısının emre itaat etmemesine çok sinirlenmiş ve Fabius’u suçlamıştır. Çünkü Q. Fabius bu yaptığıyla yalnızca diktatörün emrine değil, askeri geleneklere, ataların öğretilerine ve tanrıların iradesine de karşı gelmiştir243.

fuerit, deletum cum duce exercitum documento fuisse ne deinde turbato gentium iure comitia haberentur.” 241 Liv.8.30.2: “…Papirius a pullario monitus, cum ad auspicium repetendum Romam proficisceretur, magistro equitum denuntiavit ut sese loco teneret, neu absente se cum hoste manum consereret.” 242 Liv.8.30.3-8; Val.Max.2.7.8 ; Eutropius 2.8.; Bu olay Roma’da bulunan bir yazıtta da geçer; bkz. CIL I2 s.192) Bello Samnitium | cum auspicii repe|tendi caussa Romam |4 redisset atque inte|rim Q(uintus) Fabius Amb[ust(i) f(ilius)] | Maximus mag[ister] | equitum iniu[ssu] |8 [eiu]s proelio c[onflixisset 243 Liv.8.32.7; “…quo tu imperio meo spreto, incertis auspiciis, turbatis religionibus, adversus morem

Cezalandırılacağını anlayan Q. Fabius Roma’ya kaçıp senatus’a sığınır. İ.Ö.362 de

Genucius’u tanrı onayı olmadan savaşa girmekle ve orduyu yenilgiye uğratmakla suçlayan senatus ve patres, İ.Ö.324 yılında gerçekleşen bu olayda Q. Fabius’u, diktatör Papirius’un vereceği cezadan koruma yolunu seçmiştir.

İki olay ve sonuçları karşılaştırıldığında ironik ve çelişkili bir durum ortaya

çıkmaktadır. Hem Genucius hem de Q. Fabius tanrı onayı olmadan bir savaşa girmiştir. Genucius yaptığı savaşı kaybetmiş, Fabius ise kazanmıştır. Patres,

Genucius’u tanrı onayı olmadan savaşa girmekle suçlamış, aynı suçu işleyen Q.

Fabius’u ise diktatörün hışmına karşı korumuştur. Genucius savaşta hayatını kaybetmiştir. Q. Fabius Maximus Rullianus’u ise parlak bir kariyer beklemektedir.

Bu tarihten sonra İ.Ö.322, 310, 308, 297 ve 295 yıllarında beş kez consul, 315 ve 313 yıllarında da iki kez diktatör seçilmiştir244.

Bu iki olay göz önüne alınıp değerlendirildiğinde, pratik insanlar olan

Romalıların bu konulardaki tutumunu belirleyen etkenlerden birinin de savaşın sonucu olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır. İ.Ö.293 yılındaki Samnit savaşında gerçekleşen başka bir olay da bu görüşü destekler niteliktedir. Consul L.Spurius

Papirius Cursor245, Aquilonia’da düşmanla savaşmak için ordugâh kurmuştur. Gece yarısı kalkmış ve tanrının savaşa onay verip vermediğini öğrenmesi için pullarius’u auspicium’a bakmaya göndermiştir246. Pullarius, aslında tavuklar yemleri yemeyi reddettiği halde, consul’e yalan söyleyerek auspicium’ların çok iyi olduğunu

militarem disciplinamque maiorum et numen deorum ausus es cum hoste confligere.” 244 bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.149- 177; Drummond, A., “Quintus Fabius Maximus Rullianus”, Hornblower, S. (ed.), The Oxford Classical Dictionary 3rd ed., Oxford University Press, Oxford, 2003 içinde: s.583 245 İ.Ö.324 yılındaki diktatörün oğlu 246 Liv.10.40.2; “…Papirius silentio surgit et pullarium in auspicium mittit.”

(tripudium solistimum) bildirir247. Consul L. Papirius Cursor bunun üzerine işaretlerin olumlu olduğunu ve tanrıların Roma ordusunun yanında olduğunu askerlerine ilan eder. Savaş hazırlıklarını tamamlamak için harekete geçer. Bu sırada atlı birliğinden bazı askerler, pullarius’ların kendi aralarında auspicium’ların aslında olumlu olmadığını tartıştığını duyarlar. Bu durumu consul’ün kuzenine bildirirler, o da consulü uyarır. Consul aldığı haber karşısında oldukça kendinden emindir.

Consul’e göre eğer auspicium’lar konusunda yalan söylendiyse, bunun günahı auspicium’ları yanlış bildirenlerin boynunadır. Kendisine yemlerin tavukların gagalarından düşüp adeta dans eder gibi yerde sektiği bildirilmiştir ve bu hem Roma halkı hem de ordusu için tanrının verdiği mükemmel bir işarettir. Daha sonra yüzbaşılara pullarius’ları savaş safının en önüne yerleştirmelerini emreder.

Auspicium’u yanlış bildiren pullarius, ilk çarpışmadan önce Samnit safından fırlatılan bir mızrak darbesiyle yaşamını yitirir. Aynı anda bir kuzgunun belirmesi ve

ötmesi üzerine consul, asıl suçlunun cezasını çektiğini tanrıların savaş alanında,

Romalıların yanında olduğunu yüksek sesle duyurur.

Wells, Livius’un pullarius’la ilgili aktardığı bu olayın, söz konusu savaşa değinen öteki iki kaynakta248 yer almadığını söyleyerek, hikâyenin doğruluğu konusunda şüphe duyulabileceğini belirtmiştir249. Ancak Wells alıntı yaptığı

Levene’nin yorumunu250 oldukça yanlış anlamış görünmektedir. Çünkü Levene söz konusu yerde, “This story appears in neither of the two other accounts of this

247 Liv.10.40.4; “…cum pulli non pascerentur, pullarius auspicium mentiri ausus tripudium solistimum consuli nuntuavit.” 248 Val.Max.7.2.5; Oros.3.22.3-4; Bu iki kaynakta savaşın anlatımı Livius’unki kadar ayrıntılı değildir. 249 Wells J.C, De Religionibus sacris et Caerimoniis est Contionatus: Piety and Public Life in Republican Rome, PhD, Ohio State University, 2004, s.55 250 Levene, D. S., Religion in Livy, s.238.

battle…” derken pullarius’la ilgili hikâyeyi değil, son anda ortaya çıkan kuzgunu kastetmektedir. Hem Valerius Maximus hem de Orosius’un anlattıklarına bakıldığında da bu açıkça görülmektedir. Her iki yazar da pullarius’la ilgili hikâyeye yer vermişlerdir. Ancak Livius’un anlatımında son anda ortaya çıkan kuzgundan ikisi de söz etmemiştir. Livius’un pullarius’la ilgili aktardıklarının doğru olup olmadığını saptamak zor görünmektedir. Bu olayın doğruluğunu sorgulayan bilim adamlarının yanı sıra, Fowler gibi Livius’un bu olayı doğrudan pontifex kayıtlarından aldığını ileri sürenlerin de olduğunu söyleyebiliriz251. Ancak biz bu hikâyenin doğru olup olmadığını tartışmak yerine, auspicium’lar konusunda aktardıkları ve verdiği ipuçları

üzerinde duracağız.

İlk olarak sorulması gereken şey, pullarius’un consul’e neden yanlış bilgi vermiş olabileceğidir. Bu sorunun yanıtı Livius’ta açık bir biçimde yer almaktadır:

Savaş başlamadan önce, hem askerler hem de consul savaş arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Livius’un aktardığına göre auspicium’a bakmakla görevli olan pullarius da aynı arzuyu paylaşmaktadır. Kehanet işaretlerinin olumsuz olması durumunda, savaşın başlaması gecikecektir. Dolayısıyla pullarius, basit bir hileye başvurup tavukların önlerine atılan yemi iştahla yediğini söyleyerek herkesin sabırsızlıkla beklediği savaşın bir an önce başlamasını sağlamak istemiştir. İkinci sorun ise consul’ün auspicium’ların yanlış bildirildiğini haber almasına karşın, yine de savaşa girme konusunda ısrar etmesidir. Çünkü auspicium’ların uygun olmaması yapılacak savaşa tanrının onay vermediği anlamına gelmektedir. Consul bu onay

251 Eleştirel görüş için bkz. Szemler, G. J., The Priests of the Roman Republic: A study of interactions between priesthoods and magistracies, s.41 dipnot 2.; Destekleyen görüş için bkz. Fowler, W. W., The Religious Experience of the Roman People, from the Earliest Times to the Age of Augustus, s.331 dipnot 1.

olmadan savaşa girerek büyük bir risk almıştır. Eğer Romalılar savaşı yitirmiş olsa, bile bile auspicium’ları görmezden gelerek savaşı başlattığı için, Roma halkını ve ordusunu yıkıma sürüklemekle suçlanacak ve siyasi yaşamı büyük olasılıkla yara alacaktır. Zira tanrı onayı olmadan savaşa girdikleri için İ.Ö.362 yılında

Genucius’un, 249 yılında P.Claudius Pulcher’in ve 217 yılında C.Flaminius’un başına gelenler bu tür bir sonucun ortaya çıkabileceğini göstermektedir. O halde consul Papirius Cursor neden böyle bir riski göze almıştır? Consul Papirius

Cursor’un da bir an önce savaşa girmek için çok istekli olduğunu biliyoruz. Çünkü

Livius’un anlattıklarından bu açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Bunun yanında

İ.Ö.324 yılında kendisiyle aynı adı taşıyan babasının yine bir pullarius’un uyarısıyla auspicium’ları yenilemek için Roma’ya döndüğünde başına gelenler de göz ardı edilmemelidir. Daha önce belirttiğimiz gibi dictator olan baba Papirius Cursor’un savaş alanından ayrılıp Roma’ya dönmesi, zaferin şanını magister equitumuna kaptırmasına neden olmuştu. Eskiçağ kaynaklarında iki olay arasında herhangi bir ilişki kurulmamasına karşın, Papirius babasının başına gelenleri unutmamış olabilir.

Bu nedenle asıl suçlunun pullarius olduğunu, tanrının suçluları cezalandıracağını ve kendisinin tanrıya karşı saygısızlık yapmadığını söylemiş olabilir. Sonuçta savaşı

Roma ordusunun kazanması ve pullarius’un öldürülmesi, consul’ün düşüncesini haklı çıkarmış gibi bir görünüm yaratmıştır. Bununla birlikte tanrı onayı olmamasına karşın, Romalıların savaşı kazanması yine Romalıların kendi inançlarına ters düşen bir durumdur. Livius Papirius Cursor hikâyesinin sonuna yaptığı bir eklemeyle bu durumu düzeltmeye çalışıyormuş gibi görünmektedir252. Buna göre Papirius Cursor savaşın çetin geçtiği bir anda Iuppiter Victor’a bir tapınak adamış, daha sonra tanrı

252 Liv.10.42.7

düşman birliklerini darmadağın ederse, ona küçük bir kap bal likörü (pocillum mulsi) armağan edeceğini söylemiştir253. Do ut des anlayışının tipik bir örneği olan bu adak,

Livius’un anlattıklarına bakacak olursak, tanrıların hoşuna gitmiş ve auspicium’ları olumsuzdan olumluya çevirmişlerdir254.

Modern kaynaklardan bazıları İ.Ö.293 yılında savaş alanında geçenleri, Roma dininin esnekliği biçiminde yorumlamışlardır. Örneğin Orlin’e göre bu olay, devletin yalnızca bireylerin birbirlerine karşı davranışlarından değil, aynı zamanda bireylerin tanrılara karşı tutumlarından da uzak durabildiğini göstermektedir255. Rosenstein,

Roma tanrılarının kendilerine karşı saygısızlık yapanlarla pazarlık da yapabileceği görüşünü belirtmiştir256. Wells ise bu olayı, Romalıların tanrılara karşı sorumluluklarını yerine getirirken, esnek olabildikleri biçiminde yorumlamıştır257.

Jocelyn, insan etkeninin önemine dikkat çekmiş, işaretlerin insanlar tarafından yorumlanmasının en az o işaretleri gönderen tanrıların isteği kadar etkili olduğunu belirtmiştir258. Biz bu konuda Jocelyn’in görüşüne katılıyor ve bu olaydaki belirleyici etkenin dini yorumlayan insanların ortam koşulları uyarınca gelişen psikolojik durumu olduğunu düşünüyoruz. Çünkü esneklik dinin değil, ancak dini yorumlayan

253 Plin. HN.14.14.91 254 Liv.10.42.7; “ Id votum dis cordi fuit et auspicia in bonum verterunt ” 255 Orlin, E. M., Temples, Religion, and Politics in the Roman Republic, s.50.; Orlin, Linderski’nin “Religion in Livy” Livius. Aspekte Seines Werkes. Xenia. Konstanzer Althistorische Vorträge und Forschungen 31, 1993, s.60-61’de bu olayı daha geniş bir biçimde tartıştığını belirtir. Ancak ne yazık ki bu makaleye ulaşamadık. 256 Rosenstein, N.S, Imperatores Victi : Military Defeat and Aristocratic Competition in the Middle and Late Republic, University of California Press, Berkeley, 1990, s.80 ve dipnot 84. 257 Wells J.C, De Religionibus sacris et Caerimoniis est Contionatus: Piety and Public Life in Republican Rome, s.56 258 Jocelyn, H.D., “The Roman Nobility and the Religion of the Republican State”, Journal of Religious History 4 (1966): s.102.

insanların niteliği olabilir. Bu olayda da Roma dininin esnekliği değil, o dini yorumlayan karakterlerin – ki burada pullarius ve consul’dür – koşulların etkisi sonucu oluşan psikolojik durumları belirleyici etken olmuştur. Zira pullarius ve consul Papirius savaş için uygun ortam olduğunu düşündükleri ve askerin moralinin yüksek olduğunu gördükleri için, bu savaşa bir an önce girmeyi çok istemişlerdir.

Her ikisinin de tanrı işaretlerine getirdiği yorumları etkileyen ana unsur onların bu ruh hali olmuştur. Gelişen koşullar karşısında komutan, gördüğü bir fırsatı kaçırmamak için, en azından dini uygulamalarla zaman kaybedip dezavantajlı bir duruma düşmemek için, sorun çıkaran belirli dini kural ve işlemleri saygınlığına en az zarar verecek biçimde atlamak ya da ihmal etmek zorunluluğu duymuştur. Bu

çerçevede belirsiz, belki de olumsuz sonuçlar doğurabilecek bazı dini kuralları mantık yürütüp yorumlayarak, başka bir deyişle dini bir kılıf bularak sakınmıştır.

Aksi durumda tanrı onayını beklemek savaş alanında komutanları çok zor duruma düşürebilir. Komutanın olumlu işaretler bekleyerek yitirdiği zaman düşmanın kendisine üstünlük sağlayacak manevraları yapmasına olanak tanıyabilir.

Plutarkhos’un anlattığı İ.Ö.275 yılında geçen bir olay buna güzel bir

örnektir259. Sicilya’yı işgal eden Pyrrhus Italya’da Romalılarla savaş halindedir.

Ordusunu ikiye böler. Bir bölümünü o sırada Lucania’da bulunan consul L.

Cornelius’a karşı gönderir. Diğer kısmını yanına alarak o sırada Benevolentum’da

öteki consul’den yardım bekleyen consul Marcus Curius’un üzerine yürümüştür.

Plutarkhos’un aktardığına göre, Marcus Curius’un bekleme nedenlerinden biri de kuşların uçuşlarına ve kurbanların iç organlarına bakmakla görevli rahiplerin

259 Plut. Pyrrh.25

olumsuz işaretler olduğunu söyleyerek consul’ün aklını çelmesidir260. Pyrrhus bu durumun kendisine sağladığı avantajı kullanmak için gece yarısı ordugâhından ayrılmış ve ani bir baskın yapmak amacıyla yola çıkmıştır261. Gece ormanlık arazide ilerlerken askerlerinin yolunu kaybetmesi gecikmeye neden olmuş ve ancak günün ilk ışıklarıyla birlikte tepelerden inerek düşmanın üzerine doğru ilerleyebilmiştir.

Tasarladığı gibi gece baskını yapamasa da Pyrrhus’un ve ordusunun aniden ortaya

çıkması yine de bir anda düşmanı karşısında gören Roma ordusunda bir karışıklık ve

çalkalanmaya neden olmuştur. Romalılar tanrıdan gelecek işaretleri beklerken

Pyrrhus’u tam karşılarında bulmuşlardır. Artık işaret beklemeye zaman yoktur. Zira savaş kaçınılmazdır. Uzun süredir beklenen işaret bu dönüm noktasında her nasılsa bir anda gelir. Kurbanların iç organlarını inceleyen rahipler tanrıların savaşa onay verdiğini bildirirler. Savaş Romalıların galibiyetiyle sonuçlanır. Dionysos

Halikarnassos’a göre, Pyrrhus’un savaşı kaybetme nedeni daha önce tanrıça

Persephone’ye yaptığı saygısızlıktır; Pyrrhus İtalya’da kendine mali kaynak ararken,

Persephone’nin tapınağında yer alan kutsal hazineden altınları almış ve gemilere yükleterek Tarentum’a göndermiştir; Savaşta yenilmesi bu yaptığından ötürü tanrıçanın ona karşı duyduğu öfkenin sonucudur262. Dionysos Halikarnassos’un bu sözleri, Romalılar gibi Yunanlıların da savaşta alınan yenilgiyi tanrılara karşı yapılan saygısızlığa yorabildiklerini göstermektedir.

260 Plut. Pyrrh.25.2; “…ἔστι δ' ὅτε καὶ μάντεων αὐτὸν οἰωνοῖς καὶ ἱεροῖς ἀποτρεπόντων ἡσύχαζε.” Plutarkhos’un burada kullandığı μάντεων οἰωνοῖς pullarius’lara, ἱεροῖς ise kurbanların iç organlarına bakan haruspex’lere karşılık gelmektedir. Dionysos Halikarnassos bu rahiplere değinmemiştir. Onun ilgilendiği asıl konu Roma consul’ünün tanrılara karşı saygısı değil, Pyrrhus’un tanrıça Persephone’ye yaptığı saygısızlıktır (bkz. Dion.Hal.22.9-12) 261 Dion. Hal. 20.12.1’ den Pyrrhus’un gece gizlice Roma ordugahına saldırmak istediğini anlıyoruz. 262 Dion.Hal.20.9.3

Roma’da tanrıya karşı yapılan saygısızlığın savaş alanında karşılığını bulduğu konusunda Eskiçağ yazarlarının en sık verdiği örneklerden biri P. Claudius

Pulcher’in auspicium’ları reddederek savaşa girmesidir263. Bu olay İ.Ö.249 yılında,

1. Kartaca savaşı sırasında, Sicilya’nın batı sahilinde yer alan Drepanum’da264 gerçekleşmiştir. Polybios’un aktardıklarından hem Roma hem de Kartaca için bu kentin önemli olduğunu anlıyoruz. Romalılar, burayı ele geçirebilirlerse, savaşı

Libya’ya taşıyabileceklerini düşünüyorlardı. Çünkü Drepanum dışında bütün

Sicilya’yı ele geçirmişlerdi. Burayı Romalılara kaptırmaları durumunda Sicilya’da

üslerinin kalmayacağını bilen Kartacalılar ise, tümüyle bu kenti savunma çabası içindeydiler265. Kartaca donanması Drepanum limanında demirlemişti. Anlatılanlara göre, Romalılar donanmalarıyla saldırıya geçecekleri sırada, gelenek olduğu üzerine tanrı onayına başvurulmuş, ancak alınan işaretler tanrının yapılacak savaşa izin vermediği biçiminde yorumlanmıştır. Consul bu uyarıları dikkate almamış ve savaşa girmiştir. Savaşın sonucunda Roma donanması yenilgiye uğramıştır.

Polybios dışında266 Eskiçağ yazarlarının tümü söz konusu olayı aktarırken, birbirine yakın sözler kullanmışlardır. Cicero De divinatione yapıtında, Claudius

Pulcher ve öteki consul Lucius Iunius’un, tanrı onayından yoksun olarak denize

263 Cic. Nat.2.7; Div.1.29, 2.20 ve 71; Liv. Per.19 ve 22.42.9; Suet. Tib.2 ; Val.Max.1.4.3 ve 8.1 abs.4; Flor.1.18.29; Eutr. 2.26 264 Bugünkü Trepani 265 Polyb.1.41.5-6; “…σχεδὸν δὲ περί γε τούτου τοῦ μέρους καὶ τῶν Καρχηδονίων οἱ προεστῶτες ὡμοδόξουν καὶ τοὺς αὐτοὺς εἶχον λογισμοὺς τοῖς Ῥωμαίοις. διὸ καὶ τἄλλα πάρεργα ποιησάμενοι περὶ τὸ βοηθεῖν ἐγίνοντο καὶ παραβάλλεσθαι καὶ πᾶν ὑπομένειν ὑπὲρ τῆς προειρημένης πόλεως διὰ τὸ μηδεμίαν ἀφορμὴν καταλείπεσθαι σφίσιν, πάσης δὲ τῆς ἄλλης Σικελίας ἐπικρατεῖν Ῥωμαίους πλὴν Δρεπάνων.” 266 Polybios tanrı onayından hiç bahsetmez.

açıldıkları için, son derece büyük bir donanmayı yok ettiklerini söyler267. Yazar sözü geçen yerde auspicium sözcüğünü kullanmaz, onun yerine yenilginin nedenini “tanrı onayından yoksun denize açıldıkları için” anlamına gelen “cum vitio navigassent” yan tümcesiyle açıklar. De divinatione 2.71’de Claudius Pulcher ve Lucius Iunius’un contra auspicia yani auspicium’lar uygun olmamasına karşın, denize açıldıkları belirtilmiştir268. Yazarın aynı yapıtın başka bir yerinde kullandığı “tripudium solistimum” ifadesi ise söz konusu auspicium’ların “auspicium ex tripudiis”

(tavukların önlerine atılan yemleri yiyip yemediğine bakılarak yapılan bilicilik türü) olduğunu göstermektedir269. Cicero’nun başka bir yapıtına bakacak olursak consul

Claudius Pulcher auspicium’lara karşı çıkmakla kalmamış, aynı zamanda tanrılarla alay da etmiştir. Kafeslerinden salınan tavukların yem yemediği söylendiğinde, consul’ün “madem yem yemek istemiyorlar, o halde su içsinler” dediği ve tavukların denize atılmalarını buyurduğu söylenir270. Livius da tavukların denize atıldığı konusunda Cicero’yla aynı görüştedir271. , Gens Claudia soyundan gelen kişilerin geçmişte Roma’ya yaptıkları iyilikleri ve kötülükleri aktardığı bölümde

P.Claudius Pulcher’e de değinir. Söz konusu olayı Cicero’nunkiyle benzer biçimde, consulün tanrılarla alay ettiğini belirterek aktarır272. Valerius Maximus, Eutropius ve

Florus’un aktardıkları da farklı değildir273.

267 Cic. Div.1.29: “…P.Claudius, Appii Caeci filius, eiusque collega L.Iunius classis maximas perdiderunt, cum vitio navigassent.” 268 Cic. Div.2.71; “ P.Claudius L.Iunius consules, qui contra auspicia navigaverunt,…” 269 Cic. Div.2.20; “…etiamsi tripudium solistimum pulli fecissent L.Iunio et P.Claudio consulibus…” 270 Cic. Nat.2.7; “ …qui etiam per iocum deos inridens, cum cavea liberati pulli non pascerentur, mergi eos in aquam iussit, ut biberent, quoniam esse nollent.” 271 Liv. Per.19; “ Claudius Pulcher cos. contra auspicia profectus – iussit mergi pullos, qui cibari nolebant – infeliciter adversus Carthaginienses classe pugnavit,…” 272 Suet. Tib.2; “Claudius Pulcher apud Siciliam non pascentibus in auspicando pullis ac per

İ.Ö.249 yılında gerçekleşen bu olaya ilişkin Eskiçağ yazarlarının aktardıkları

şeyler arasında dikkat çekici başka bir nokta hemen göze çarpmaktadır. Polybios’a

göre Publius Claudius Pulcher savaştan sağ kurtulmuş, ancak Romalılar, onun

savaşta düşüncesizce davrandığına inandıkları için, ona büyük tepki göstermişlerdir.

Bu nedenle yargılanarak ağır bir cezaya çarptırılmış ve hayatını zor kurtarmıştır274.

Cicero bu yargılamayı halkın yaptığını ve Claudius’u mahkûm ettiğini, diğer consul

Lucius Iunius’un ise kendi yaşamına son verdiğini aktarır275. Valerius Maximus ise mahkemenin sonucu konusunda diğerlerinden farklı bilgiler verir. Buna göre, halkın

Gens Claudia’ya duyduğu nefret göz önüne alındığında Claudius’un hak ettiği cezadan kurtulması olanaksız görünmektedir. Ancak duruşma sırasında aniden ortaya

çıkan bir fırtına onu mahkûm olmaktan kurtarmıştır. Bu fırtına, tanrıların bu işe razı

olmadığı biçiminde yorumlanmış ve duruşmanın tekrarlanmamasına karar

verilmiştir. Valerius Maximus bu durumu güzel bir biçimde özetler276; “Denizde

çıkan bir fırtına ona dava açılmasına neden oldu, gökyüzünde çıkan bir fırtına ise onu

ceza almaktan kurtardı.”

contemptumreligionis mari demersis, quasi ut biberent quando esse nollent, proelium navale iniit.” 273 Val.Max.1.4.3. ; “ P.Claudius bello Punico Primo, cum proelium navale committere velet, auspiciaque more maiorum petisset, et pullarius non exire cavea pullos nuntiasset, abici eos in mare iussit, deicens ‘quia esse nolunt, bibant.” Eutr.2.26; “ P.Claudio Pulchro, L.Iunio coss. Claudius contra auspicia pugnavit et a Carthaginiensibus victus est.” Publius yerine yanlışlıkla Appius praenomenini kullanan Flor.1.18.29; “…auspicia contempserat, ibi statim classe demersa, ubi ille praecipitari pullos iusserat, quod pugnare ab iis vetaretur.” 274 Polyb.1.52.2-3; “Πόπλιος δὲ παρὰ τοῖς Ῥωμαίοις ἠδόξει καὶ διεβέβλητο μεγάλως, ὡς εἰκῇ καὶ ἀλογίστως τοῖς πράγμασι κεχρημένος καὶ τὸ καθ' αὑτὸν οὐ μικροῖς ἐλαττώμασι περιβεβληκὼς τὴν Ῥώμην· διὸ καὶ μετὰ ταῦτα μεγάλαις ζημίαις καὶ κινδύνοις κριθεὶς περιέπεσεν.” 275 Cic. Nat.2.7; “ Itaque Claudius a populo condemnatus est, Iunius necem sibi ipse conscivit.” Div.2.71; “ Iure igitur alter populi iudicio damnatus est, alter mortem sibi ipse conscivit.” 276 Val.Max.8.1. abs 4; “Ita cui maritima tempestas causae dictionem contraxerat, caelestis salutem attulit”

Eskiçağ yazarlarının, olayın nasıl gerçekleştiğine ilişkin aktardıklarından

çıkarılabilecek ortak görüş, Publius Claudius Pulcher ve görevdaşının auspicium’ları dikkate almadığı, hatta küçümsediği için, savaşı kaybettiğidir. Bunun yanında

Eskiçağ yazarlarından bazılarının söz konusu olayı nasıl yorumladıklarının da değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu aşamada Cicero’nun bize aktardığı bilgi aydınlatıcıdır. Bu olaya, De natura deorum yapıtında tanrısal gücün varlığını sorgulayan Epikurosçu Velleius’un düşüncelerini çürütmek için kullanılan

örneklerden biri olarak değinilmiştir. Yapıtta Stoacı Balbus’un ileri sürdüğü sav özet olarak şu biçimdedir: Bir takım örneklerle tanrıların varlığını sorgulamak hatadır.

Zira Roma tarihi tanrıların gücünü küçümseyen komutanların başlarına neler geldiğini en güzel biçimde yansıtmaktadır277. Örneğin Publius Claudius’un tanrıların gücüyle bu biçimde alay etmesi, kendisine gözyaşı, Roma halkının başına da büyük bir felaket getirmiştir. Öteki consul Lucius Iunius ise auspicium’lara, başka bir deyişle tanrıların iradesine karşı gelmesinin cezasını fırtınada donanmasını yitirerek

ödemiştir. Bu saygısızlık nedeniyle Claudius halk meclisi tarafından yargılanmış ve suçlu bulunmuş, Lucius Iunius ise intihar etmiştir278. Yine, Gaius Flaminius da tanrılara karşı görevini ihmal ettiği için, hem kendisinin hem de Roma halkının başına felaket gelmesine neden olmuştur279. Publius Claudius Pulcher ve Gaius

Flaminius’un başına gelenler, Roma devletinin dini yükümlülüklerini yerine getiren komutanların buyruğu altında (imperiis) büyüyüp geliştiği biçiminde

277 Cic. Nat.2.7; “…ne domesticis quidem exemplis docti numen deorum conprobabimus?” 278 Ibid. “…qui risus classe devicta multas ipsi lacrimas, magnam populo Romano cladem attulit.Quid? collega eius Iunius eodem bello nonne tempestate classem amisit cum auspiciis non paruisset? Itaque Claudius a populo condemnatus est, Iunius necem sibi ipse conscivit.” 279 İ.Ö.223 ve 217 yılı konsülü. Trasimenus gölü savaşında hayatını kaybetmiştir. Bu konuya daha sonra ayrıntılı bir biçimde değinilecektir.

yorumlanmıştır280. Diğer milletlerle karşılaştırıldığında Romalıların pek çok açıdan onlara denk ya da biraz daha aşağıda olduğu söylenebilir. Ancak din, yani tanrılara saygı söz konusu olduğunda, Romalılar onların pek çoğundan üstündür281.

Cicero’nun burada Balbus’un ağzından aktardığı son tümcenin Polybios’un

İ.Ö.2.yüzyılda Romalılar hakkındaki gözlemiyle282 benzerliği de oldukça dikkat

çekicidir. Diğer bir önemli nokta da imperium ve auspicium arasında kurulan yakın ilişkidir. Roma devletinin, büyüyüp genişlemesinin tanrının onayladığı (auspicatum) askeri ya da siyasi erke (imperium) bağlı olduğu, tersinin ise Roma’ya felaket getirdiği vurgulanmıştır.

Publius Claudius Pulcher olayının De divinatione yapıtında ele alınışı felsefidir ve Chrysippos’tan bu yana çok iyi bilinen bir akıl yürütme biçimindedir.

Cicero kader ve bilicilik bağlamındaki bir tartışmada bu olayı örnek olarak kullanmıştır. Yapıtın söz konusu yerinde (2.20 v.d.) Cicero’nun kardeşi Quintus, daha önce her şeyin kaderin sonucu olduğunu söyleyen283 ağabeyi Marcus’a yanıt vermektedir. Publius Claudius Pulcher ve Lucius Iunius’un başına gelenleri yapıtın ikinci kitabında bu açıdan sorgulamakta ve dilemma (ikilem) kullanarak ne düşündüğünü açıklamaktadır. Quintus’un akıl yürütmesine göre, 1.Kartaca savaşında

Roma donanmasının bir kısmının gemi kazası sonucu diğer kısmının ise

Kartacalıların saldırısı sonucu yok olup gitmesi kaderin bir gereği idiyse, o halde tavuklar son derece olumlu işaretler vermiş olsalardı bile, donanma yine de yok

280 Cic. Nat.2.7;. “ Quorum exitio intellegi potest eorum imperiis rem publicam amplificatam qui religionibus paruissent” 281 Ibid. “Et si conferre volumus nostra cum externis, ceteris rebus aut pares aut etiam inferiores reperiemur, religione id est cultu deorum multo superiores.” 282 Polyb.6.56.6 283 Cic. Div.1.127-128

olacaktı. Öte yandan auspicium’lara uyulduğu zaman bu felaket önlenecek idiyse, o halde bu felaketin gerçekleşmesi kaderin sonucu olmayacaktı284. Marcus Cicero,

Quintus’un bir akıl yürütme biçimi olan dilemmasına şu biçimde yanıt vermiştir;

Auspicium’lar aksini söylemesine karşın denize açılmış olan P.Claudius ve Lucius

Iunius her tür cezayı hak etmiştir. Çünkü tanrılara karşı görevler yerine getirilmelidir ve ata geleneğine böyle inatçı bir biçimde karşı gelinmemelidir285.

Modern kaynakların bu olaya yaklaşımını genel olarak iki grupta toplayabiliriz. Birinci grup P.Claudius Pulcher’in auspicium’ları görmezden gelmesinin gerçek olduğunu savunurken, diğer grup buna karşı çıkmıştır. Örneğin

Münzer bu olayın daha geç dönemde uydurulduğu savına karşılık, tavukların yem yememesi üzerinde dönen tartışmaların Claudius Pulcher’in yaşadığı dönemin ruhuna uyduğunu belirtmiştir286. Cornell de Claudius Pulcher olayının tamamının annales yazarlarının uydurması olduğu biçimindeki görüşün pek mümkün olmadığını söylemiştir287. Buna karşın Walbank,288 söz konusu olaya Polybios ve Diodorus

Siculus gibi Yunanlı yazarların yer vermediğini, Roma’nın aldığı ağır yenilgiyi açıklama amacıyla sonradan uydurulmuş olma ihtimalinin daha ağır bastığını

284 Cic. Div. 2.20; “Si enim fatum fuit classes populi Romani bello Punico primo, alteram naufragio, alteram a Poenis depressam, interire, etiamsi tripudium solistumum pulli fecissent L. Iunio et P. Claudio consulibus, classes tamen interissent. Sin, cum auspiciis obtemperatum esset, inter interiturae classes non fuerunt, non interierunt fato.” 285 Cic. Div. 2.71; “Nec vero non omni supplicio digni P. Claudius L. Iunius consules, qui contra auspicia navigaverunt; parendum enim religioni fuit nec patrius mos tam contumaciter repudiandus.” 286 Münzer, F., “Claudius (304)”,Wissowa, Georg (ed.), Paulys Realencyclopädie der classischen Altertumswissenschaft vol.3, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart, 1899 içinde: s.2858. “ …es entspricht ebenso dem Geiste jener Zeit…”, 287 Cornell, T.J., “Review: Clio's Cosmetics, Three Studies in GraecoRoman Literature”, The Journal of Roman Studies 72 (1982): s.206. 288 Walbank, F. W., A Historical Commentary on Polybius, vol.I, Clarendon Press, Oxford, 1957, s.113-114.

belirtmektedir. Wiseman ise Claudius Pulcher’in başına gelenlere ilişkin söylentinin

Claudia soyuna düşman bir annales yazarının işi olduğunu düşünmektedir289.

Scullard da, Claudia soyunun Romalı birçok yazar arasında pek de sevilmediğini söylemektedir290.

P.Claudius’un başına gelenler ister gerçek ister annales yazarlarının uydurması olsun, İ.Ö.1. yüzyıl ve sonrasında bu olayın gerçekmiş gibi kabul edildiği ve tartışmaların bu inanç üzerinden yürütüldüğü açıktır. P.Claudius Pulcher’in başına gelenler, auspicium’lara karşı gelen ve ordusunun mahvolduğunu görecek kadar uzun ömürlü olan bir komutanı bekleyen acı sonun iyi bir örneğidir291. Başka bir deyişle, daha sonraki kuşaklara, auspicium’lara uyulmadığı takdirde, başlarına neler gelebileceğini gösteren somut bir uyarıdır. Cicero’nun Pulcher olayına değindiği yapıtlarında bu düşünceye yaptığı vurgu hemen göze çarpmaktadır292. Amaç, sonraki kuşaklara ders vermek olduğu için, Drepanum’da gerçekte ne olduğu, P.Claudius

Pulcher’in hangi koşullar altında bu kararı verdiğinin pek bir önemi yoktur. Ancak bu bizim için önemlidir ve Polybios sayesinde bu konuda biraz olsun bilgi edinebiliyoruz.

Polybios’un aktardığına göre, Roma’dan gönderilen yardımcı kuvvetler kampa ulaştığında P.Claudius Pulcher komutanlarıyla bir toplantı düzenler. Bu toplantıda kurmaylarına tüm donanmayla birlikte Drepanum’a saldırmanın tam

289 Wiseman, T.P., Clio's Cosmetics. Three Studies in Graeco Roman Literature, Leicester, 1979, s.90-92.: “ The elaboration of Claudius Pulcher’s defeat is, I think, the hostile annalist’s masterpiece...” 290 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.36-37. 291 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2176. 292 Cicero’nun baş düşmanı Clodius’un, P. Claudius Pulcher’in soyundan geldiği de göz ardı edilmemelidir.

zamanı olduğunu söyler. Çünkü, tüm Kartaca donanması Drepanum limanında demirlemiştir. Bununla birlikte, Kartacalıların komutanı Adherbal Roma’dan gelen yardımcı kuvvetlerden habersiz olduğu için, böyle ani bir baskına karşı hazırlıksızdır293. Komutanlarının da kendisiyle aynı görüşte olduğunu öğrenince, adamlarını gemilere bindirir ve Roma donanması gece yarısı denize açılır294. Normal

şartlarda auspicium’lara bakma işleminin bu aşamada gerçekleşmiş olması gerekir.

Polybios bu anlatı içinde tavukların yemleri yememesinden hiç söz etmemiştir.

Ancak onun anlattıklarından, Claudius’un Kartaca donanmasına ani bir baskın yapmak ve düşman gemilerini limanda demirlemiş bir halde gün ağarırken kıstırıp yok etmek niyetinde olduğunu anlıyoruz. Onun bu düşüncesine komutanları da destek vermektedir. Aynı görüşte olmayan bir kişi vardır. O da pullarius’tur.

Dolayısıyla Claudius Pulcher’in önünde iki seçenek vardır. Ya tavukların yem yemesini incelemek için gün ağarana kadar bekleyecek295 ve ani baskın şansını yitirecektir, ya da planını uygulayacak ve tavukları dikkate almayacaktır. Sonuçta her komutanın yapacağı gibi risk almış ve ikinci seçeneği uygulamış, ancak başarılı olamamış gibi görünmektedir.

Claudius Pulcher’in yargılanması tekrar ele alınacak olursa, bir kaynakta halk temsilcileri Fundanius ve Pullius tarafından296 comitia centuriata’da vatana ihanetle

293 Polyb.1.49.3-4; “…συναγαγὼν τοὺς χιλιάρχους ὁ στρατηγὸς τῶν Ῥωμαίων Πόπλιος Κλαύδιος ἔφη καιρὸν εἶναι πλεῖν ἐπὶ τὰ Δρέπανα παντὶ τῷ στόλῳ. τὸν γὰρ στρατηγὸν τῶν Καρχηδονίων Ἀτάρβαν τὸν τεταγμένον ἐπ' αὐτῶν ἀπαράσκευον εἶναι πρὸς τὸ μέλλον, ἀγνοοῦντα μὲν τὴν παρουσίαν τῶν πληρωμάτων…” 294 Polyb.1.49.5 295 Ordunun gece yarısı yola çıktığını kabul edersek, tavukların karanlıkta yem yemesi oldukça zordur. 296 Pullus (tavuk) ve Claudius’u suçlayan halk temsilcisi Pullius arasındaki isim benzerliği dikkat çekicidir. Konuyla ilgili tartışma için bkz. Linderski, J., “The Augural Law”: s.2176 dipnot 109;

(perduellio) suçlandığı ileri sürülmüştür297. Aynı kaynak, comitia centuriata’ya konuyla ilgili bilgi verilirken, aniden bir fırtına çıktığını ve tanrının yargılamaya izin

vermediği biçiminde yorumlanarak af kararı verildiğini belirtmektedir298. Valerius

Maximus’a göre299, tanrıların yargılamaya onay vermediği düşünülerek vatana ihanet suçlaması geri çekilmiştir. Scullard’a göre başarısız ya da görevini ihmal eden

komutanlarını genelde cezalandırmak bir yana, yargı önüne bile çıkarmamış olan

Romalılar için Claudius’un bu mahkemesi sıra dışı bir süreçtir ve bu nedenle

Claudius’un rakipleri tarafından ortaya atılmış olabilir300. Hölkeskamp ise,

Claudius’a karşı yöneltilen suçlamaların senatus’un çoğunluğunun arzusuna uygun olduğunu belirtir301. Buna karşın Jürgen von Ungern-Sternberg olayın Claudius soyuna düşman olan plebs’lerin dayanışmasının bir ürünü olduğunu ileri sürmüştür302. Linderski’ye göre Claudius vatana ihanetten değil, donanmasının yitip gitmesiyle sonuçlanan başka bir davranışı nedeniyle, yani auspicium’ları küçümsemesi nedeniyle suçlanmıştır303. Elimizdeki bilgilerin yetersizliği göz önüne

Wiseman, T.P., Clio's Cosmetics. Three Studies in Graeco Roman Literature, s.90. 297 Schol.Bob. 90 Stangl. 298 Schol.Bob. 90 Stangl. “… tempestas turbida coorta est: vitium intercessit.” 299 Val.Max.8.1. abs.4 300 Scullard, H. H., “ and Rome”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.562. 301 Hölkeskamp, K.J., “Senat und Volkstribunat im frühen 3. Jh.v.Chr.”, (ed.) Eder, W., Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin, Steiner, Stuttgart, 1990 içinde: s.437-438. 302 Ungern-Stenberg, J., “The End of the Conflict of Orders”, (ed.) Raaflaub, K.A., Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.321.; P.Claudius Pulcher’in kızkardeşi Claudia’nın da 246 yılında Claudius Pulcher’i suçlayan Fundanius (Fundulus) tarafından halkı küçümsemekle suçlanıp para cezasına çarptırılması bu olasılığın da göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermektedir (Liv. Per.19; Suet. Tib. 2.3; Gell. NA 10.6.2; Val.Max.8.1. damn. 4) 303 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2176 dipnot 110.

alındığında kesin bir sonuca varmak oldukça güçtür. Ancak sonuç olarak komutanın auspicium’ları önemsememesi toplumun esenliğiyle doğrudan ilişkilendirilmiş ve bir magisratus’un bu nedenle ceza aldığı ileri sürülmüştür.

İ.Ö.3.yüzyılın ilk yarısı auspicium ve imperium açısından araştırılıp incelendiğinde karşımıza çıkan örnekler yalnız bu irdelediklerimizden oluşmaktadır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi elimizdeki kaynaklar bizi iç siyasetten çok savaş alanlarında auspicium’un ne anlama geldiğini ve savaşlarda alınan yenilgilerin

Roma’da nasıl karşılandığını incelemeye yöneltmiştir. Bu örnekler savaş alanında tanrı onayının Romalılarca ne derece önemli görüldüğünü göstermektedir.

Rosenstein, Cumhuriyet döneminde savaşta kaybetmiş komutanlar ve soylu aileler arasındaki rekabeti incelediği değerli yapıtında bu konuya değinmiştir304. Onun bu

çalışmasında belirttiğine göre, yenilgi sonrasında ortaya çıkan panik ve şaşkınlık durumu Romalılarda tanrıların desteğini yitirdikleri inancının oluşmasına neden olmuştur. Yenilgiyi dini bir problemin sonucu olarak görmek, söz konusu yenilginin gelecekte siyasi rekabet konusu haline gelme olasılığını önemli ölçüde azaltmıştır.

Komutanların ordu ve savaş yönetimi konusundaki beceriksizliği ve hataları savaşın sonucuna ne denli etki ederse etsin, girişilen işte tanrı desteğini sağlayamamanın sonuçları bu hataları büyük oranda gölgelemiştir. Bu durum insanların yetersizliğinden kaynaklanan yenilgilerin ana nedeninin komutandan çok askerlerin yetersizliği olarak görülmesi gibi yaygın bir anlayışla birleştiğinde, yenilginin nedenini dini bir problemde aramak komutanı gerçekte neler yaşandığına ilişkin sorumlulukların neredeyse tamamından kurtarmıştır. Liebeschuetz de bilicilik sayesinde komutanın sorumluluğu tanrıyla paylaştığını ve sonradan ortaya

304 Rosenstein, N.S, Imperatores Victi : Military Defeat and Aristocratic Competition in the Middle and Late Republic, s.55-56 ve 72.

çıkabilecek suçlamalardan kendisini koruduğunu belirtmiştir305. Rosenstein ve

Liebeschuetz’in görüşleri bir öçüde doğrudur. Auspicium’lara uyduğu halde savaş alanında düşmanlara yenilen komutanlardan bazılarının bu yenilgilere rağmen siyasi yaşamlarını sürdürdükleri görülmektedir306.

Öte yandan bu duruma uymayan örnekler olduğunu da belirtmekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Claudius Pulcher bunlardan biridir. Zira auspicium’lara uymadığı için savaş alanında yenildiği ileri sürülen ve devleti felakete sürüklemekle suçlanan komutanların hemen hemen hepsi söz konusu savaşlarda yaşamını yitirmiştir. P.Claudius Pulcher bu konuda istisnadır. O, auspicium’ları küçümseyerek savaşı kaybettiği ileri sürülen, ancak hayatta kalıp Roma’ya dönebilen tek komutandır. Bu durum başka hiçbir komutanın neden böyle bir suçlamaya maruz kalmadığını belki açıklayabilir. Daha önce belirttiğimiz gibi Papirius Cursor da auspicium’lar uygun olmamasına karşın savaşa girmiştir, ancak savaşı kazanmıştır.

Öte yandan Papirius auspicium’ları küçümsememiş, yalnızca işine geldiği biçimde yorumlamıştır. İ.Ö. 249 yılında yaşananlar başka bir soruyu daha sormamıza neden olmaktadır. Auspicium’ları küçümsediği için mahkemeye çıkarılan başka bir komutan var mıdır? İ.Ö.3. yüzyılın son çeyreğinde İtalya’nın kuzeyindeki Gal kabilelerine karşı yapılan savaş bu soruya açıklık getirebilir.

İ.Ö.223 yılında Roma, consul’ler C. Flaminius ve P.Furius’un komutası altındaki ordularla Gal kabilelerine karşı bir savaşa girişmiştir. Gal kabilelerinin asker sayısı daha fazla olmasına karşın Polybius’un aktardığına göre Romalılar

305 Liebeschuetz, J. H. W. G., Continuity and Change in Roman Religion, s.11. 306 Yenilen komutanlar ve sonrasında siyasi kariyerleri için bkz. Rosenstein, N.S, Imperatores Victi : Military Defeat and Aristocratic Competition in the Middle and Late Republic, s.179-203.

askeri tribunus’larının başarısı sayesinde bu savaşı kazanmışlardır307. Polybios dışındaki antik dönem yazarları bu savaşı askeri öneminden çok senatus ve consul

C.Flaminius arasındaki çekişme açısından değerlendirmişlerdir. Plutarkhos ve

Zonaras’ın anlattıklarına bakılırsa, consul’ler savaş için Roma’dan ayrıldıktan sonra, bir dizi prodigium ortaya çıkmıştır308. Bu sıra dışı olaylardan sonra consul’lerin seçiminde bir hata olduğuna karar verilmiştir309. Gerek Plutarkhos’un kullandığı

οἰωνοὺς ἱερεῖς ve δυσόρνιθας sözcükleri, gerekse de Zonaras’ın kullandığı τινὲς

παρανόμως ἔλεγον τοὺς ὑπάτους αἱρεθῆναι tümcesi bu kararı augurlar kurulunun verdiğini ve kararın auspicium’larla ilgili olduğunu açıkça göstermektedir. O halde prodigiumlar meydana geldiğinde konu senatus’ta görüşülüp daha sonra augur’lar kuruluna götürülmüş olmalıdır. Kurulun kararı tanrıların consul’leri onaylamadığını, dolayısıyla görevlerini daha fazla sürdüremeyecekleri (abdicare) anlamına gelmektedir. Bunun üzerine senatus, consul’lere bir mektup göndermiş ve onlardan düşmana karşı herhangi bir girişimde bulunmamalarını, derhal Roma’ya dönmelerini ve görevlerinden ayrılmalarını istemiştir310. Plutharkos’un ve Zonaras’ın anlattıkları buraya kadar olağan işleyişin uygulandığını göstermektedir. Bundan sonra her iki consul’ün de Roma’ya dönmeleri ve görevlerini bırakmaları gerekmektedir. Ancak,

Plutarkhos’a göre yanlızca C. Flaminius, Zonaras’a göre her iki consul de senatus’un

307 Polyb.2.33.1-5 308 Plut. Marc.4.1’e göre Picenum’dan geçen bir nehir kan renginde aktığı, Ariminum’dan gökyüzünde üç tane ay görüldüğü bildirilmiştir. Zonaras 8.20’de Picenum’daki ırmağa ek olarak, Etruria’da gökyüzünün büyük bir kısmının alev aldığını, Ariminum’da geceleyin gökyüzünü gündüz gibi aydınlatan bir ışık görüldüğünü, İtalya’nın birçok bölgesinde geceleyin üç ay göründüğünü, son olarak da Forum’da bir akbabanın günlerce tünediğini belirtir. 309 Plut.Marc.4.2; “οἱ δ' ἐπὶ ταῖς ὑπατικαῖς ψηφοφορίαις παραφυλάττοντες οἰωνοὺς ἱερεῖς διεβεβαιοῦντο μοχθηρὰς καὶ δυσόρνιθας αὐτοῖς γεγονέναι τὰς τῶν ὑπάτων ἀναγορεύσεις. Zonar.8.20; “…ὅτι τινὲς παρανόμως ἔλεγον τοὺς ὑπάτους αἱρεθῆναι…” 310 Plut.Marc.4.2; Zonar.8.20

gönderdiği bu mektubu savaşa girip, düşmanları yenene dek açmamıştır. Yine

Zonaras’ın aktardığına göre, savaştan sonra mektuplar açılmış, P.Furius senatus’un buyruğuna hemen uymuştur, ancak C.Flaminius boyun eğmemiştir. Flaminius’a göre, savaşı kazanması consul seçiminde bir hata olmadığını kanıtlamıştır. Roma’da güç sahibi olan kişiler kendisini kıskandıkları için tanrıların istekleri konusunda yalan söylemişler, auspicium’ları çarpıtmışlardır311. Bu nedenle senatus’un emrine karşı gelmiş ve daha da ileri giderek, Roma’ya döndüğünde kuşlara ya da bu türden başka şeylere kanmamayı insanlara öğreteceğini söylemiştir312. Bu sözler sisteme karşı açık bir meydan okumadır. Siyasal sistemin değişmez bir parçası olan auspicium’ları açıkça küçümsemiş, daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yaparak senatus’un emrine karşı gelmiş ve görevini bırakmamıştır. Plutarkhos’a göre

Flaminius büyük bir ganimetle kente döndüğü zaman halk onu karşılamaya gitmemiş ve senatus’un emirlerine karşı gelip auspicium’larla alay ettiği için, zafer töreni kutlamasına karşı çıkmıştır. Ancak Flaminius zafer töreni kutlamış, daha sonra halk tarafından görevinden ayrılmaya zorlanmıştır313. Zonaras ise Flaminius’un dönüşünü farklı anlatır. Flaminius ve Furius Roma’ya döndüklerinde senatus tarafından emre itaat etmedikleri için suçlanmış ve belki de zafer töreni kutlamaları engellenmeye

çalışılmıştır. Ancak halk Flaminius’a duyduğu sevgi nedeniyle senatus’a karşı gelmiş ve halk oylamasıyla komutanların zafer töreni kutlamasını sağlamıştır. Zafer töreni

311 Zonar.8.20; “…ὁ δέ γε Φλαμίνιος ἐπαιρόμενος τῇ νίκῃ τήν τε αἵρεσιν αὐτῶν ἀπεδείκνυ δι' αὐτῆς ὀρθῶς ἔχουσαν καὶ διὰ τὸν πρὸς αὐτὸν φθόνον ἐνέκειτο καὶ τοῦ θείου τοὺς δυνατοὺς καταψεύδεσθαι.” 312 Ibid. “…διδάξειν καὶ τοὺς οἴκοι ἔφη μήτ' ὄρνισι μήτ' ἄλλῳ δή τινι τοιούτῳ προσέχοντας ἀπατᾶσθαι.” 313 Plut. Marc.4.3

kutladıktan sonra consul’ler görevlerinden ayrılmışlardır314. Livius da Flaminius ve senator’ler arasında Flaminius’un consul’lüğü ve zafer töreni kutlaması konusunda bir çekişme olduğunu belirtmiştir315.

Plutarkhos’un aktardığı gibi, halkın Flaminius’a karşı gelmesinin pek de mantıklı görünmediğini belirtmemiz gerekir. Çünkü Flaminius homo novustur. Halk temsilciliği yapmış ve halkın oyu sayesinde 223 yılında consul seçilmiştir. Üç yıl sonra yine halkın oyu sayesinde censor seçilip, Via Flaminia ve Circus Flaminius’u inşa ettirmesi, 217 yılında tekrar consul seçilmesi arkasındaki halk desteğinin sürdüğünü göstermektedir. Bu nedenle Flaminius’un dönüşüyle ilgili Zonaras’ın aktardıkları daha doğru olabilir. Hem Zonaras hem de Plutarkhos, Flaminius’un zafer töreni kutladıktan sonra consul’lük görevinden ayrıldığını söylemişlerdir. Ancak epigrafik kaynaklar bunu doğrulamamaktadır. Fasti Capitolini’ de C.Flaminius’un ve

P.Furius’un consul’lüğü bıraktığına ilişkin herhangi bir kayıt yoktur. Oysa Fasti bu nedenle görevini tamamlayamayan consul’leri “vitio facti abdicarunt” deyişiyle kayıt altına almıştır.

Eskiçağ kaynaklardan edindiğimiz bilgiye dayanarak Flaminius’un,

Claudius Pulcher gibi, auspicium’ları küçümsediği gerekçesiyle dava edilmediğini söyleyebiliriz. Yazılı belgelerde ve arkeolojik kaynaklarda bu duruma ilişkin hiçbir değinme ya da belirti yoktur. O halde bu olay, auspicium ve savaş konusunda daha farklı bir sonuç çıkarabileceğimizi göstermektedir. Savaş alanında komutanın sorumluluğu tanrıyla paylaşmasını sağlayan bilicilik, özellikle de auspicium, yenilgi sonrasında ortaya çıkabilecek politik çekişmelere karşı belirli bir ölçüde kalkan görevi görmektedir. Öte yandan bazı komutanlar savaş alanında zaman zaman risk

314 Zonar.8.20 315 Liv.21.63.2

alarak sorumluluğu tanrılarla paylaşmayı reddetmişlerdir. Papirius ve Flaminius gibi komutanların aldıkları bu risk ancak savaşı kazandıkları zaman işe yaramış ve böylece kendilerine herhangi bir zarar getirmemiş görünmektedir. Ancak Claudius

Pulcher örneğinde gördüğümüz gibi sonuç yenilgi olduğunda, sorumluluğu tanrılarla paylaşmamanın ağır yükünü tek başlarına omuzlarında taşımak zorunda kalmışlar ve yenilginin tek sorumlusu olarak gösterilmişlerdir. Flaminius’un yaptığı şüphesiz cesaret isteyen bir iştir. Bu yaptığı o yıllarda olmasa bile ileride başına başka işler açmıştır316. Her consul’ün ya da komutanın böyle büyük bir sorumluluğun altına girmek istememesi anlaşılabilir bir durumdur.

Savaşta auspicium’ların uygun olup olmadığına ya da dinsel kurallara uyulup uyulmadığı konusunda karar veren kişilerin içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik durumun, bu kişilerin askeri taktiklerinin ve siyasi eğilimlerinin söz konusu kararları alırken zaman zaman etkili olduğunu söyleyebiliriz. İ.Ö.362 yılında Genucius’un sosyal durumu, yani plebs olması, rakip sosyal sınıf olan patricius tarafından savaşı kaybetmesinin başlıca nedeni olarak gösterilmiştir. İ.Ö.293 yılında Papirius Cursor ve pullarius’un psikolojik durumu, yani bir an önce savaşa başlamak için çok istekli olmaları, auspicium’ları aslında öyle olmadığı halde, olumlu görmelerini sağlamıştır.

İ.Ö. 275 yılında Pyrrhus’un ordusunu bir anda karşısında gören consul M.Curius’un psikolojik durumu da farklı değildir. Savaşa başlamak üzere hazır bir biçimde bekleyen düşman ordusuna, “bekleyin tanrılar henüz savaşmamıza izin vermiyor” demesini beklemek gülünç olurdu. Bu psikolojik durumun etkisiyle günlerdir tanrıdan beklenen olumlu işaretler düşman ordusunun yaklaşması sayesinde bir anda ortaya çıkıvermiştir. Claudius’un durumunda ise komutanın savaş taktiği

316 Bu konu sonraki bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. s.101 v.d.

auspicium’ları dikkate almamasında etkili olmuş gibi görünmektedir. Zira, gün ağarıp da tavukların yem yemesini beklerken kaybedeceği zaman, limanda sıkıştığını düşündüğü düşmanı geceleyin ani bir baskınla yok etme fırsatını kaybetmesine neden olabilirdi. Roma’ya döndüğü zaman yargılanmasında ise siyasi eğilimin etkili olduğu söylenebilir. Plebs’ler arasında pek sevilmediği ve plebs temsilcileri tarafından mahkemeye verildiği göz önüne alındığında, bu olasılık daha da kuvvetlenmektedir.

C.Flaminius’un durumunda siyasi rekabetin, auspicium’ların çiğnendiği biçiminde karar alınmasına etkisi daha belirgindir. Flaminius’un söylediğine göre senatus içinde etkili olan kişiler tanrı işaretlerini çarpıtarak onu engellemeye çalışmışlardır.

Başka bir deyişle yönetimi elinde bulunduran soylular (nobilitas) siyasal rekabette auspicium’ları kendi siyasi çıkarları için kullanmışlardır.

V. NOBILES ET AUSPICIUM

İ.Ö.367 yılındaki Licinius-Sextius yasalarıyla birlikte plebs’lerin consul seçilebilmelerinin önünde yasal olarak herhangi bir engel kalmamış, İ.Ö.342 yılındaki Genucius yasasından sonra da iki consul’lükten biri plebs’lere ayrılmıştır.

Aynı biçimde İ.Ö. 300 yılındaki Ogulnia yasasıyla plebs kökenliler rahip kurullarının içinde yer almaya başlamışlardır. Dolayısıyla önemli kamu yüksek görevlerine seçilebilme hakkı söz konusu olduğunda plebs’lerle patricius arasında teoride bir fark kalmamış gibi görünmektedir. Ancak bu paylaşım hakkının uygulamada plebs sınıfının tabanına yayıldığını söylemek güçtür, özellikle de İ.Ö. üçüncü yüzyılın başından itibaren, en yüksek kamu görevlerinin, gerek patricius gerek plebs kökenli olsun, çoğu kez belirli ailelere mensup kişilerce yürütüldüğü ve aynı aileden gelen kişilerin adlarının consul listelerinde sıkça yer aldığı görülmektedir317. Dolayısıyla patricius sınıfının geçmişte sınıf ayrımına dayanmış olan siyasal ve dini alandaki egemenliğini, güçlü plebs aileleri de içine alan yeni yönetici sınıfa, nobilitas adı verilen aristokratik yapıya devrettiği görülmektedir318.

Nobiles (soylu) sıfatından türeyen nobilitas sözcüğü atalarından biri geçmişte en yüksek görevlere (dictator, consul ya da consul yetkisine sahip askeri tribun) seçilmiş olan kişilerin soyundan gelenlerin tümünü tanımlamaktadır. Bu tür aileler

317 Örneğin İ.Ö.366- 200 yılları arasında plebs kökenli gens Atilia 13; gens Fulvia 11; gens Sempronia 10; gens Genucia 7; gens Claudia Marcella 7; gens Decia 6; gens Licinia ve gens Caecilia Metella 4’er consul çıkarmıştır. 318 Nobilitas ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Gelzer, M., The Roman Nobility, (tr) Robin Seager, Basil Blackwell, Oxford, 1969; Brunt, P.A., “Nobilitas and Novitas”, The Journal of Roman Studies 72 (1982): s.1-17.

sahip oldukları siyasi güç ve sosyal ilişkiler sayesinde, magistratus seçilebilmek için doğal olarak diğer adaylardan daha avantajlı bir konuma sahip olmuşlardır. Daha

önce ailesinde consul’luk yapmış, rahip olmuş biri bulunmayan kişiler arasından ancak üstün niteliklere sahip olanlar (homines novi) bu çemberi kırıp, söz konusu görevlere yükselebilmiştir. Ancak bu kişilerin sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Nobilitas rahip kurullarına seçilme konusunda da büyük bir avantaja sahiptir. Zira İ.Ö.104 yılına dek, bir rahip öldüğünde kurulda boşalan

üyeliği, kamu görevinde olduğu gibi halk değil, öteki rahipler kendi aralarında yaptıkları seçimle belirlemişlerdir ve bu seçim sırasında genellikle daha önce rahiplik yapmış kişilerin soyundan gelenler yeğlenmiş görünmektedir319. Bu uygulamanın bir sonucu olarak belirli siyasi ve dini düşünceler gelenek gibi süreklilik kazanmıştır. Bu bakımdan nobilitas’ın Roma’da hem siyasi hem de dini konulara yön verdiği söylenebilir. Dolayısıyla akla gelebilecek ilk soru “nobilitas dini konulardaki yetkilerini kendi siyasal görüşlerini desteklemek için kullanmış mıdır?” dır.

İlk olarak bir homo novus olan C. Flaminius ve nobilitas arasındaki çekişmeyi ele almak konuyla ilgili ön bilgi edinme açısından yararlı olacaktır. Önceki bölümde belirttiğimiz gibi, İ.Ö.223 yılında senatus’un, ordularıyla birlikte sefere çıkmış olan consul’leri seçimlerinde dini bir ihlal olduğu gerekçesiyle Roma’ya geri çağırması ve consul’lerden biri olan Flaminius’un, senatus içinde söz sahibi kişilerin kendisini kıskandığı için, tanrıların işaretlerini bilinçli olarak saptırdığını söylemesi, bu dönemde dinin, özellikle de auspicium’ların Roma siyasi yaşamında sınıflar arası

319 Ayrıntılı bilgi için bkz. Szemler, G. J., The Priests of the Roman Republic: A study of interactions between priesthoods and magistracies; Hahm, D.E., “Roman Nobility and the Three Major Priesthoods, 218-167 B.C.”, Transactions and Proceedings of the American Philological Association 94 (1963): s.73-85.

mücadelede olduğu gibi, yeniden önem kazandığını göstermektedir. Flaminius ve senatus’un ileri gelenleri arasındaki çekişme aslında çok daha önceye, onun İ.Ö.232 yılındaki halk temsilciliğine kadar gitmektedir. Bu yıl içinde C. Flaminius daha önce ele geçirilmiş olan Picenum’daki toprakların bireylere (viritim) dağıtılmasını öngören

bir yasa taslağı sunmuştur320. Cicero, Livius ve Valerius Maximus’un konuyla ilgili anlattıklarından senatus’un bu tasarıya karşı çıktığını anlıyoruz321. Cicero, bu tasarının Q. Fabius Maximus Verrucosus’un ikinci consul’lüğü sırasında gündeme geldiğini belirtir, ancak bu pek olası görünmemektedir. Q. Fabius’un İ.Ö.265 yılından beri augur olduğu doğrudur ve tasarıya karşı çıkarken siyasal konulara değil

de auspicium’lara vurgu yapmış olması onun bir augur olarak konuştuğu izlenimini

vermektedir. Fabius’a göre devletin menfaati gözetilerek yapılan şeyler en iyi

auspicium’lar sayesinde yapılmış, devletin zararına yapılmış işler ise auspicium’lara

karşı gelinerek yapılmıştır. Bu sözler Fabius’un consul olarak değil de, augur olarak

tasarıya karşı çıkmış olma ihtimalini daha kuvvetli kılsa da, Fabius’un muhalefeti konusunda bilim adamları arasında tartışma olduğunu belirtmeliyiz322. Cicero’nun

320 Polyb. 2.21.7-8 321 Cic. Sen.11; “…C.Flaminio tribuno plebis, quoad potuit, restitit agrum Picentem et Gallicum viritim contra senatus auctoritatem dividenti…” Liv.21.63.2; “…veterum certaminum cum patribus, quae tribunus plebis et quae postea consul…” Val.Max.5.4.5; “ nam cum tribunus plebis legem de Gallico agro viritim dividendo invito et repugnante senatu promulgasset,…” 322 De Sanctis’e göre senatus içinde Flaminius’un tasarısına karşı çıkan grup Fabius’un da içinde bulunduğu gruptur (bkz. De Sanctis, G., Storia dei Romani Vol. 3: L’Eta Delle Guerre Puniche Parte 1, Bocca, Milano, 1916, s.333 dipnot 181.); Cassola, Fabius ve Flaminius’un siyasi görüş bakımından yandaş olduğunu belirterek muhalefet fikrine karşı çıkmıştır (bkz. Cassola, F., I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, Instituto di Storia Antica, Trieste, 1962, s.344.; Scullard’a göre Flaminius o dönemde daha özgürlükçü politikalardan yana olan Aemilius-Scipio grubu ile birlikte çalışmaktadır. 232 yılında Aemilius ve Publicius’un consul’lüğü sırasında Flaminius bu tasarıyı getirdiği zaman, Q.Fabius Maximus’un da içinde yer aldığı senatörlerden büyük bir grup bu tasarıya karşı çıkmıştır. Bu sert muhalefetin başlıca nedeni Flaminius’un bu tasarıyı senatoyu önemsemeyip doğrudan halk

Brutus yapıtını incelediğimizde Flaminius ve Fabius’a birbiri ardına yer verildiğini ve her ikisinin de iyi birer konuşmacı olarak tanımlandığını görüyoruz323. De

Inventione yapıtında ve ayrıca Valerius Maximus’ta Flaminius’un tasarısına yalnızca senatus’un değil, bütün nobilitas’ın, hatta kendi babasının bile karşı çıktığı ileri sürülmektedir324. Oğlu tasarıya destek aramak için halk meclisinde konuştuğu sırada, babası onu kürsüden indirdiği için, hainlikle suçlanmıştır. Bu olayın İ.Ö.1.yüzyılın başlarında retorik okullarında constitutio definitiva örneği olarak kullanıldığını biliyoruz.

Öte yandan Fasti Capitolini bu yıllarda Fabius’un da içinde yer aldığı augur’lar kurulunun seçimler sırasında dini kurallara uyulması konusunda duyarlı, siyasi yaşamda da etkin olduğunu bize göstermektedir. Picenum’daki toprakların bireylere dağıtılmasını öngören tasarıdan bir yıl sonra, yani 231 yılında T.Manlius

Torquatus ve Q.Fulvius Flaccus censor seçilmişler, ancak seçimlerinde dini bir kusur işlendiği ilan edilince (vitio creati), görevlerinden ayrılmışlardır. Bu kararın gerekçesine antik kaynaklarda herhangi bir değinme yoktur, ancak yerlerine seçilen censor’lardan biri augur’lar kurulu içinde yer alan Q.Fabius Maximus ve diğeri de

240 yılı consul’ü M.Sempronius Tuditanus’tur. Burada ilginç olan nokta, seçimde

meclisine getirmiş olmasıdır (bkz. Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.53-54.) Develin ise var olan delillerin Fabius’un Flaminius’un tasarısına karşı çıktığını açıkça gösterdiğini ifade etmektedir (bkz. Develin, R., “The Political Position of C.Flaminius”, Rheinisches Museum für Philologie 122 (1979): s.270.) ; Staveley’e göre bu güvenlik düşünülerek sunulmuş bir tasarıdır ve Flaminius, var olan sınırın gerisinde yurttaşlardan güçlü bir set oluşturarak, ager Gallicus’u hem düşman akınlarına karşı etkin bir siper hem de Po Vadisi’ndeki Galyalılara karşı girişilecek bir saldırıda muhtemel bir fırlatma rampası olarak kullanma niyetindedir. (bkz. Staveley, E.S, “Rome and Italy in the Early Third Century”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History, Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.433. ) 323 Cic.Brut.57 324 Cic.Inv. rhet. 2.52; Val.Max.5.4.5

dini kusur işlendiğine karar verenlerden biri olan Fabius Maximus’un görevden ayrılanların yerine censor seçilmesidir. İ.Ö. 223 yılında Gal kabilelerine karşı savaşa giden Flaminius ve P.Furius’un vitio creati ilan edilmesi de yine augur’lar kurulunun işidir. Ertesi yıl augur’lar kurulunun bir üyesi olan M.Claudius

Marcellus’un consul seçilmesi de dikkat çekicidir. Seçimlerinde dini açıdan kusur olduğu söylenip görevlerinden ayrılmaya zorlanan görevlilerin yerine augur’lar kurulundan bir üyenin atanması ilk bakışta dini yetkilerin siyasi çıkar amacıyla kullanıldığı izlenimini vermektedir. Plutarkhos, Flaminius ve Furius’un görevi bırakmalarının ardından, Marcellus’un nasıl consul olduğunu bize anlatmaktadır325.

Consul’ler görevlerinden ayrıldıktan sonra, interregnuma gidilmiştir. Büyük olasılıkla kendisi de bir augur olan ilk interrex, Marcellus’u consul olarak atamıştır.

Marcellus da Cn.Cornelius Scipio’yu öteki consul olarak seçmiştir. Görevinden ayrılmaları istenen magistratus’ların yerine geçen bu augur’ların seçimle değil de atamayla iş başına gelmeleri auspicium’ların siyasi amaçla kullanıldığı kuşkularını daha da arttırmaktadır. Buna karşın daha sonra, İ.Ö.215 yılında, Marcellus’un da tanrının onay vermediği gerekçesiyle magistratus’luk görevlerinden ayrılmak zorunda kalması böyle bir sonuç çıkarmak için aceleci olmamamız gerektiğini göstermektedir.

Flaminius’un augur’lar kurulu kararıyla görevinden ayrılmasına neden olan başka bir olayı Plutarkhos ve Valerius Maximus’tan öğreniyoruz. İ.Ö.221 ya da 220 yılında dictator M. Minucius Rufus yardımcısı olarak (ἵππαρχος= magister equitum)

C. Flaminius’u atadığında, fareye benzer bir hayvanın ciyaklaması (sorex326)

325 Plut.Marc.6.1 326 Romalıların occentus soricis adı verilen fare türü bir hayvanın ciyaklamasını uğursuz bir işaret olarak algılamaları için bkz. Plin. HN.8.223

duyulduğu için, yapılan oylama sonucunda dictator’un ve yardımcısının görevden ayrılmalarına karar verilmiştir. Plutarkhos’un Marcellus yapıtında geçen

“…ἀποψηφισάμενοι τούτους, αὖθις ἑτέρους κατέστησαν” tümcesini Perrin, “buna halkın karar verdi” biçiminde çevirmiştir (Loeb Classical Library Edisyonu, s.447).

Ancak yaşlı Plinius’un belirttiği gibi (HN.8.223) occentus soricis, yani fare ciyaklamasının auspicia oblativa olduğu gerçeğinden hareketle, Plutarkhos’un kullandığı ἀποψηφισάμενοι participiumu augur’lar kurulunun ya da onların görüşüne başvuran senatus’un yaptığı bir oylamaya değiniyor olmalıdır. Zira halkın bir dictator’un görevini bırakması için oylama yapması pek olası görünmemektedir.

Plutarkhos bu olaydan yola çıkarak Romalıların inancıyla ilgili gözlemini şaşkınlıkla aktarır. Ona göre bu kadar küçük olaylarda bile son derece titiz davranan Romalılar hiçbir zaman batıl inanca kapılmazlar, çünkü geleneklerini asla değiştirmezler, asla onların dışına çıkmazlar (Plut.Marc.5.4). Valerius Maximus da hikâyeyi aynı biçimde anlatmaktadır, ancak bir farkla; Onun anlatımında görevinden ayrılan dictator Minucius değil, Q.Fabius Maximus’tur (Val.Max.1.1.5). İki antik kaynak arasındaki bu çelişki modern çalışmalarda da görülmektedir.

Bazı araştırmacılar, Valerius Maximus’un sözlerinin gerçeğe daha yakın olduğu görüşünü yeğleme eğilimindedir. Bu savları için dayanak noktaları özetle

şunlardır: CIL I2. 1, s.193’te yer alan Fabius’a övgü yazıtı onun iki defa dictator seçildiğini göstermektedir ve Livius, Fabius’un ikinci dictator’luğunu 217 yılına tarihlemiştir (Liv.22.9.7) O halde Fabius’un ilk dictator’luğu 217 yılından önce gerçekleşmiş olmalıdır. 221 yılına kadar kimlerin dictator olduğu Fasti’de listelenmiştir. Söz konusu dictator’lar arasında Fabius’un adı geçmez, çünkü

Fasti’nin 221-219 yılları arasını gösteren kayıtları günümüze ulaşmamıştır.

Dolayısıyla Fabius’un ilk dictator’luğu Fasti’nin kayıp olduğu bu üç yıllık döneme tarihlenmelidir. Dictator ile birlikte görevden ayrılan magister equitum Flaminius,

220 sonu ya da 219 başında censor olduğu için, Fabius’un ilk dictator’luğu ancak

221 yılında olabilir327. Buna karşı çıkan öteki grup ise Plutarkhos’un anlatımını daha gerçekçi olarak kabul etme eğilimindedir328. Onların ileri sürdüğü nedenler de

şunlardır: Kurul kararıyla görevini bırakmak zorunda bırakılan kişi Q.Fabius

Maximus ise bu ilginç bir durumdur; Çünkü Q.Fabius Maximus’un kendisi de augur’dur, ayrıca bu görevi 265 yılından beri yani, 44 yıldır sürdüğünü göz önüne alınırsa büyük olasılıkla kurulun en tecrübeli üyesidir; Dolayısıyla augur’lar kurulunu yönlendirebilecek gücü vardır; Bununla birlikte kendisine yardımcı olarak en büyük rakibini yani C. Flaminius’u seçmiş olması akla hiç de yatkın gelmemektedir; oysa Flaminius, Minucius için son derece doğal bir seçim olacaktır;

Dolayısıyla 220 yılında Minucius seçimleri gerçekleştirmek için dictator seçilmiş ve yardımcısı olarak Flaminius’u seçmiştir; Sözü geçen uğursuz işaret nedeniyle görevden ayrılmış ve Fabius onun yerine dictator seçilmiş olabilir; Her iki grubun görüşleri özet olarak böyledir. Eldeki veriler doğrultusunda hangi grubun haklı olduğuna karar vermek güçtür. Ancak bu konuyla ilgili ileri sürülen savlardan ortak bir sonuç çıkararak belki şu söylenebilir. Söz konusu dictator’un Fabius mu yoksa

Minucius mu olduğunu ve Flaminius-Fabius arasında bir çekişme olup olmadığını

327 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.274-275; Cassola, F., I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, s.262-268; Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”: s.13; Develin, R., “The Political Position of C.Flaminius”: s.271-273. 328 Dorey, T.A, “The Dictatorship of Minucius”, The Journal of Roman Studies 45 (1955): s.92-96; Staveley, E.S, “Review: I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C by Filippo Cassola”, The Journal of Roman Studies 53 (1963): s.186; Staveley, E.S, “Rome and Italy in the Early Third Century”, s.453 dipnot 60.

açıklığa kavuşturmak için çabalarken, her iki grup ta Flaminius’un bu karar sonucunda görevinden ayrılmak zorunda kaldığını kabul etmektedir. Tanrılar

Flaminius’un görevde kalmasını bir kez daha onaylamamıştır ve Plutarkhos’un söz konusu pasajda bu gerçeğe vurgu yaptığı açıkça görülmektedir. Uğursuz ses, dictator

(ister Fabius ister Minucius olsun) atandığı sırada duyulmamıştır. Aksine δικτάτορος

ἵππαρχον ἀποδείξαντος Γάϊον Φλαμίνιον tümcesinde kullanılan genitivius absolutus’un gösterdiği gibi dictator, yardımcısı olarak C.Flaminius’u atadığı zaman/atadığı için duyulmuştur. Buradan yola çıkarak tanrıların karşı çıktığı düşünülen kişinin dictator değil, senatus’un ve aynı zamanda augur’lar kurulunun karşı çıktığı C.Flaminius olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır.

Eskiçağ yazarları, Flaminius ve Roma devlet diniyle ilgili başka bir

çatışmasının İ.Ö. 217 yılındaki ikinci consul’lüğü sırasında yaşandığını aktarırlar.

Livius seçimlerin ardından yaşananlara ayrıntılı bir biçimde değinmiştir (21.63.1-15).

Buna göre, Flaminius consul seçildikten sonra, bu görevi üstlenmesi için gerekli dini yükümlülüklerini önemsemeden gizlice kentten ayrılıp Ariminum’a gitmiş, görevine bu eyalette başladıktan sonra, Arretium’da kışı geçiren ordunun başına geçmiştir.

Rakipleri onun bu davranışını şöyle yorumlar: Flaminius adeta kaçar gibi kentten ayrılmıştır. Çünkü görevi üstleneceği gün Iuppiter Optimus Maximus’un tapınağına yaklaşmaktan kaçınmıştır. Arasının hiç de iyi olmadığı senatus’a danışmak istememiştir. Latin oyunlarını başlatmamış, Iuppiter Latiaris için kurban kesmemiştir. Auspicium’ları aldıktan sonra Capitolium tepesine çıkıp gerekli adaklarda bulunmamıştır. Askeri pelerinini giyip, consul’lüğünü ilan eden nişanları takmak ve lictorlar eşliğinde eyaletine gitmek yerine, sanki sürgüne gider gibi gizlice ve alelacele kentten ayrılmıştır. Görevini Roma yerine Ariminum’da üstlenmeyi,

toga praetexta’sını ev tanrılarının huzurunda değil, yabancı topraklardaki küçük bir meskende giymeyi yeğlemiştir. Flaminius bu yaptığıyla yalnızca senatus ile değil, aynı zamanda tanrılarla da savaşmaktadır (non cum senatu modo, sed iam cum dis immortalibus C.Flaminium bellum gerere). Mart ayı ortasında Flaminius’un durumu senatus’da bir kez daha görüşülür (Liv.22.1.5). “Quod enim illi (Flaminio) iustum imperium, quod auspicium esse?” tümcesinden anladığımız kadarıyla bu toplantıda da senator’lar Flaminius’un görevini tanrının henüz onaylamadığını, dolayısıyla yönetme yetkisinin de geçersiz olması gerektiğini dile getirmişlerdir.

Bir consul’ün göreve başlarken, yerine getirmesi gereken dinsel kural ve törenlere ilişkin de bilgi veren Livius’un bu sözleri, akla şu soruyu getirmektedir:

Flaminius bu tür bir tepkiyle karşılaşacağını bile bile, Roma’dan ayrılmak için neden bu kadar acele etmiştir? Bu davranışını yalnızca devlet dinine önem vermemesi ile açıklamak zordur. Çünkü yalnızca bu düşünceyle hareket ederek gerekli törenleri yerine getirmeden Roma’dan ayrılmakla bir şey kazanamayacağı, aksine rakiplerinin konumunu güçlendireceği, kendisine karşı yürütülen kampanyadan da anlaşılmaktadır. O halde bu kadar acele etmesinin başka bir nedeni olmalıdır.

Plutarkhos ve Livius bu konuda bize bir ipucu verirler (Liv.22.3.10; Plut.Fab.3.1).

Her iki yazarın bu durumla ilgili aktardıkları Roma’dan hızla ayrılıp Ariminum’a giderken Flaminius’un aklında devlet dininden çok güvenlik kaygısı olduğunu düşünmemize neden olmaktadır. Alpleri geçip İtalya’ya giren ve daha sonra

Trebia’da Roma ordusunu mağlup eden ’i Roma’dan elinden geldiğince uzak bir yerde karşılamak istemiştir. Livius’un ona atfettiği ve saldırıya geçmek için

öteki consul’ü beklemesini salık veren komutanlarına sitem ederek söylediği şu

ironik sözler bu görüşümüzü desteklemektedir329: “O halde bırakalım Hannibal elimizden kurtulup İtalya’nın altını üstüne getirsin, her şeyi yakıp yıkarak Roma surlarının önüne ulaşsın. O halde senatörler, bir zamanlar Camillus’u Veii’den

çağırdıkları gibi330, beni, yani C.Flaminius’u da Arretium’dan çağırana dek, yerimizden kıpırdamayalım, öyle mi?” Plutarkhos’un da ona atfettiği benzer bir söz,

Flaminius’un savaşın Roma’ya yaklaşmasına katlanamayacağını ve Camillus gibi düşmanla Roma’nın içinde çarpışmak istemediğini açıkça göstermektedir331. Bu sözleri, kentten hızla ayrılırken, askeri ve stratejik nedenleri göz önünde bulundurduğu olasılığını kuvvetlendirmektedir.

Ancak yanıt verilmesi gereken bir soru daha vardır. Flaminius, her şeye rağmen, gerekli dinsel törenleri hızla yerine getirdikten sonra, kentten ayrılamaz mıydı? Şüphesiz bu da önündeki seçeneklerden biriydi, ancak en azından kendisinin bunu mümkün görmediğini Livius’un anlattıklarından çıkarabiliriz (21.63.1-6).

Seçildiği görevi üstlenebilmek için tanrının onayını almak zorundaydı ve geçmişte yaşadığı deneyimler bunun hiç de kolay olmayacağını göstermişti. 232’de halk temsilcisiyken çıkardığı yasayı tanrıların onaylamadığı söylenmişti. 223 yılında consul olarak Gallia Cisalpina’da savaşırken yine aynı gerekçeyle geri çağrılmış ve zafer töreni kutlaması engellenmeye çalışılmıştı. Son olarak 221 yılında yine tanrı onayı olmadığı gibi bir nedenle görevinden ayrılmak zorunda bırakılmıştı. Livius’a

329 Liv.22.3.10: “…Hannibal emissus e manibus perpopuletur Italiam vastandoque et urendo omnia ad Romana moenia perveniat, nec ante nos hinc moverimus quam, sicut olim Camillus a Veis, C.Flaminium ab Arretio patres acciverint.” 330 M.Furius Camillus İ.Ö.391 yılında halk meclisi kararıyla sürgüne gönderilmiş, ertesi yıl Roma Gal kabileleri tarafından işgal edilince, senatus tarafından sürgünden geri çağırılıp dictator ilan edilmiştir. 331 Plut.Fab.3.1: “ Οὐ μὴν ἔπεισε τὸν Φλαμίνιον, ἀλλὰ φήσας οὐκ ἀνέξεσθαι προσιόντα τῇ Ῥώμῃ τὸν πόλεμον οὐδ' ὥσπερ ὁ παλαιὸς Κάμιλλος ἐν τῇ πόλει διαμαχεῖσθαι…”

bakacak olursak, 218 yılında lex Claudia de nave senatorum’a tek başına ve etkili destek vererek kendisine karşı olan senator’leri daha da kızdırmıştı332. Livius’un kullandığı “adiuvante Flaminio” ve “suasori legis Flaminio” sözcükleri, onun bu tasarının yasalaşması sırasında aktif bir rol üstlendiğini açık bir biçimde göstermektedir. Yine Livius’a göre büyük tartışmalar arasında yasalaşan bu tasarı, destekçisi Flaminius’a halkın sevgisini (favorem apud plebem) kazandırarak ertesi yıl consul seçilmesini sağlamıştır333. Öte yandan aynı tasarı, nobilitas’ın kendisine düşmanlık beslemesine neden olduğu için (invidia apud nobilitatem), seçildiği görevi

üstlenebilmesi için gerekli olan “tanrı onayını” zora sokmuştur. Çünkü tanrı onayı konusunda karar verecek kişiler nobilitas kesiminin içinde yer almaktaydı. Flaminius durumun farkındaydı ve düşmanlarının bu konuda yalan söyleyerek, tanrının gönderdiği işaretleri çarpıtarak (auspiciis ementiendis) kendisini engelleyeceklerine inanıyordu. Bir an önce ordunun yanına gitmek istemesine karşın, Latin oyunlarını bahane ederek ve consul’lüğü üstlenmesine ilişkin başka engeller çıkararak onların kendisini kentte tutacaklarını düşünüyordu. Geçmişte de önüne çıkan bu tür engelleri bir şekilde aşmayı başarmıştı. Dolayısıyla 217’de kentten gizlice ayrılırken, belki de aklında bu düşünce vardı. 223 yılında yaptığı gibi devlet dinini önemsemeyerek risk

332 Halk temsilcisi Q.Claudius, senatus’un tüm muhalefetine karşın, herhangi bir senatörün ya da senatör çocuğunun 300 amphoradan fazlasını taşıyabilecek kapasitede ticaret gemisine sahip olmasını yasaklayan tasarıyı halk meclisinden geçirerek yasalaştırmıştır. İçeriğinden de anlaşılabileceği gibi bu yasa doğrudan, senatörlerin ticari alanındaki ayrıcalığını hedef almaktadır. 333 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.44.’te Flaminius’un ikinci kez consul seçilmesini, senator’lerin savaş yönetimindeki başarısızlıkları karşısında, halkın duyduğu memnuniyetsizliğinin bir yansıması olarak değerlendirerek bu görüşe karşı çıkar. Develin, R., “The Political Position of C.Flaminius”: s.276.’da Livius’un bu anlatısının Flaminius karşıtı geleneğin ürünü olduğundan emindir.

almış, Hannibal’e karşı kazanacağı bir zaferin kendisini haklı çıkaracağını düşünmüş olabilirdi. Ancak bilindiği gibi aldığı risk bu kez işe yaramamıştır.

Flaminius’un gerçekte ne düşündüğünü kesin olarak bilemiyoruz, ancak

Eskiçağ yazarları genelde, onun devlet dinini hiçe sayarak kentten ayrılmasını tanrıların gönderdiği uğursuz işaretlerin bir parçasıymış gibi işleyip yansıtmıştır.

Nitekim bu tür tutum ve işleyiş Eskiçağ tarih ve biyografi yazımının tipik bir örneği olarak karşımıza sıkça çıkar. Kişilerin siyasi ve askeri görevlerinde düşüş ve yükselişinden önce bu tür olağanüstü olaylardan sıkça söz edilir. Trasimenus gölü kenarındaki savaştan önce de İtalya’nın dört bir yanında doğaüstü olaylar

(prodigium) gerçekleştiği bildirilir. Örneğin, kalkanlardan kan aktığı, Antium’da hasat zamanı başakların üzerine kan bulaştığı, gökten alev saçan taşlar düştüğü,

Falerii’de gökyüzünden düşüp etrafa yayılan tabletlerden birinde “Mars mızrağını sallıyor” yazdığı, bazı askerlerin üzerine yıldırım düştüğü, Sicilya’da bazı askerlerin mızraklarının aniden alev aldığı, Roma’da Mars heykelinin terlediği Eskiçağ kaynaklarında aktarılmaktadır (Plut.Fab.2.2-4; Liv.22.1.8-20; Val.Max.1.6.5; Oros.4.

15. 1). Senatus ve rahipler tanrıların öfkesini yatıştırmak için çok sayıda dini ayin gerçekleştirirler334. Plutharkhos bu doğaüstü olayların hiçbirinin tutkulu ve ateşli bir kişiliği olan Flaminius’u yıldırmadığını söyler (Plut.Fab.2.4). Eskiçağ yazarlarının birçoğu, tanrıların Flaminius’un kendisine de uyarı niteliğinde bir çok işaret gönderdiğini, ancak Flaminius’un bunlardan etkilenmediğini aktarır. Örneğin

Ariminum’da consul’lük görevini üstlenirken, kestiği kurban elinden kurtulmuş ve kanı çevredeki herkesin üzerine bulaşmış, ama Flaminius yerinden kıpırdamamamıştır (Liv.21.63.13-14). Savaşın başladığı gün ortaya çıkan olumsuz

334 Liv.22.1.16-20; Alınan önlemlerin ayrıntılı incelemesi için bkz. MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.36-37.

işaretleri de görmezden geldiği söylenir (Cic.Div.1.77-78; 2.21,67,71; Nat.D.2.8;

Liv.22.3.11-13;Val.Max.1.6.6; Sil.Pun.5.55 v.d). Savaş alanında kutsal tavukların yem yemediğini ve savaşın ertelenmesini öneren biliciye, “auspicium’lar gerçekten harikalar, tavukların karnı açken başarı kazanmak mümkün, ama toksa imkansız” diyerek alaylı bir biçimde yanıt verdiği söylenir. Sancağı topraktan çıkaramadığını söyleyen askeri “yoksa senatus’tan savaşmamı yasaklayan bir mektup daha mı getiriyorsun?” diyerek azarlamıştır. Değindiğimiz bu yazarların hemen hemen hepsi335 Flaminius ile ilgili olayları anlatmaya başlamadan önce ya da anlattıktan sonra, hep benzer sözler kullanırlar: “Flaminius tanrıların iradesine ve gönderdiği işaretlere aldırmayarak hem kendisinin hem de Roma devletinin başına büyük bir felaket getirmiştir.” Flaminius’un Trasimenus savaşında hayatını kaybediş anı bile adeta tanrıların kendilerine karşı yapılan saygısızlığın intikamını aldığı biçiminde yorumlanıp aktarılmıştır. Ducarius isimli bir Gal askerinin Flaminius’u 223 yılındaki savaştan hatırlaması ve Galyalıların intikamını alıyorum diyerek öldürmesiyle, sanki tanrılar yalnızca İ.Ö.217 yılındaki saygısızlığın değil, 223 yılında auspicium’ları

önemsememesinin de intikamını almış gibi gösterilmiştir.

Günümüz araştırmacılarından bazıları eskiçağ kaynaklarının, özellikle de

Livius’un, Flaminius’un tanrılara karşı tutumu konusunda anlattıklarına şüphe ile bakmaktadır. Örneğin Scullard, Flaminius’un 217’de kentten ayrılışı ile ilgili

Livius’un aktardıklarının Polybios’unkiyle çeliştiğini belirtir336. Polybios, Livius’un aksine Flaminius’un Roma’dan ayrıldıktan sonra Ariminum’a değil, Arretium’a gittiğini belirtmektedir. Walbank da Scullard ile aynı görüştedir337. Her ikisi de bu

335 Polybios bu yazarlar arasında istisnadır. 336 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.44 ve dipnot 3. 337 Walbank, F. W., A Historical Commentary on Polybius, vol.I, s.410-411.’de Livius’un Roma’dan

gerçeği göz önünde tutarak, Livius’un halka ve halk liderlerine karşı senatus geleneğini savunan karşıt yazın geleneğini izlediği sonucunu çıkarır. Buna karşın

Livius 22.2.1’de diğer consul tanrıları yatıştırmakla meşgulken, Flaminius’un ordusuyla birlikte Ariminum’dan hareket edip, Arretium’a ulaştığını belirtmektedir.

Bu da Polybios ile Livius’un anlattıklarının bir noktada örtüştüğünü gösterebilir.

Beard, Livius’un, Flaminius kentten ayrıldıktan sonra, meydana gelen doğaüstü olaylara ilişkin anlattıklarını şüpheyle karşılamaktadır. Ona göre bu olayları aktarırken senatus’u sürekli olayların merkezine koyması, Livius’un politik olarak etki altında kaldığını göstermektedir. Stewart, Livius’un Flaminius’un auspicium’ları almadan Roma’dan ayrılmasını anlattığı bölümü, diğer antik kaynaklarda yer almadığı için, şüpheyle karşılar338.Vaahtera ise, Flaminius’un devlet dininin kurumlarını kontrolünde tutan nobilitas’ın kendisini engellemesinden korktuğu için, törenlerden bazılarını yerine getirmiş olabileceği varsayımını ileri sürer339. Ancak bu görüşler, Flaminius karşıtı bir yazınsal gelenek olduğunu saptamaktan ya da kanıtlamaktan öteye geçememektedir. Hiç biri Flaminius’un yukarıda değindiğimiz kaynaklarda neden tanrılara karşı saygısız biri olarak gösterildiğini açıklamak için, yeterli değildir. Staveley bu konuda daha doyurucu bir açıklama yapar. Ona göre, eldeki bütün veriler Flaminius ve Fabius Maximus’un siyasi bakımdan iki azılı rakip olduğunu göstermektedir. Fabius, augur kurulundaki en yetkin ve etkin üye olarak,

Flaminius’un önce ilk consul’lüğü ve sonra yengi töreni kutlama konusunda karşısına çıkarılan engellerden birinci derecede sorumludur. Staveley’e göre, ayrılınca nereye gitmiş olabileceğini ayrıntılı bir biçimde incelemiştir. 338 Stewart, R., Public Office in Early Rome: Ritual Procedure & Political Practice, The University of Michigan Press, Michigan, 1998, 20014, s.37 dipnot 74. 339 Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, Franz Steiner Verlag, Stuttgart, 2001, s.28.

Flaminius karşıtı yazın geleneğinin, Fabius’un akrabası ve dostu olan Fabius

Pictor’ın işi olduğu neredeyse kesindir340. Aslında çok daha önce Gelzer’in dile getirdiği bu görüş341, Livius’un 22.7.4’te Trasimenus gölü kenarında gerçekleşen savaşla ilgili olarak “ o dönemde yaşamış olan Fabius Pictor’u kaynak olarak kullandım” sözü de göz önüne alınacak olursa, büyük olasılıkla doğrudur ve bu durum Flaminius karşıtı geleneğin kaynağı hakkında bize en azından bir fikir vermektedir. Öte yandan bu geleneğin nedenini yanlızca Fabius-Flaminius arasındaki siyasi çekişmeye bağlamak bize göre konuyu oldukça dar bir alana hapsetmektir.

Trasimenus gölü kenarındaki savaştan sonra Roma’da yaşananlar incelemekte olduğumuz yazın geleneği konusunda bize daha kapsamlı bir açıklama sunabilir.

Savaş sonrası kentte oluşan kargaşa ve umutsuzluk ortamında Q.Fabius Maximus dictator seçilmiş ve kendisine Roma’yı koruma görevi verilmiştir. Dictator’un

önünde zor bir görev olduğu açıktır. Hannibal karşısında hem askeri hem de psikolojik bakımdan yenilgiye uğramış olan kent halkını toparlamak ve içinde bulundukları yılgınlıktan kurtarmak için birleştirici bir güce ihtiyacı vardı. Uzun süredir augur olan Fabius dinin pekala bu işe yarayabileceğini düşünmüş görünmektedir. Bu nedenle önce senatus (Liv.22.9.7-8), sonra da halk önünde

(Plut.Fab.4.) yaptığı konuşmalarda, alınan yenilginin nedeninin askerlerin korkaklığı değil, onlara komuta eden consul’un dini gelenekleri küçümsemesi ve hatta hor görmesi olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla içine düştükleri durumdan kurtulmak için tanrılara gereken özeni göstermeleri gerektiğini belirtmiştir. Böylece savaştaki başarısızlığın nedeni tek bir kişiye indirgenip yüklenmiştir. Senatus, tanrıların

öfkesinin nasıl yatıştırılacağını öğrenmeleri için önce decemviri sacris faciundis’i

340 Staveley, E.S, “Rome and Italy in the Early Third Century”, s.452. 341 Gelzer, M., “Römische Politik bei Fabius Pictor”, Hermes 68 (1933): s.153 v.d.

görevlendirir. Sibylla kitaplarına danışan bu kurul Iuppiter için büyük oyunlar düzenlenmesi, Venus Erycina ve Mens için bir tapınak adanması, supplicatio, lectisternium ve ver sacrum törenlerinin yapılması gerektiğini bildirmiştir.

Plutharkhos’un Fab.5’te “Τῶν μὲν οὖν πολλῶν ὁ Φάβιος τὴν γνώμην ἀναρτήσας εἰς

τὸ θεῖον, ἡδίω πρὸς τὸ μέλλον ἐποίησεν·” tümcesinde belirttiği gibi Fabius toplumun düşüncesini tanrılarla olan ilişkiye yönlendirerek, onların geleceğe daha umutla bakmalarını sağlamıştır. Öte yandan başarının zeka ve erdem sayesinde elde edileceğini bilen Fabius’un, oyalama ve vur-kaç taktikleriyle Hannibal’i durdurmaya

çalıştığı belirtilmiştir. Fabius, Cunctator lakabını uyguladığı bu taktik nedeniyle almıştır. Altı ay dictator olarak görev yaptıktan sonra muhtemelen Kasım ayında görevinden ayrılmıştır.

Auspicium ve imperium arasındaki bağlantıya açıklık getirme bakımından

önemli unsurlar içeren başka bir olay da 216 yılı seçimleridir. Bu sırada yaşanan olayları Livius bize şu şekilde aktarmıştır (Liv.22.33.9-12); ‘Senatus’un emri doğrultusunda kent praetor’u savaş nedeniyle Roma’dan uzakta olan consul’lere bir mektup göndermiş ve bir tanesinin gelecek yılın seçimlerini yapmak üzere Roma’ya dönmesini istemiştir. Consul’ler bu mektuba verdikleri yanıtta, askeri nedenlerden dolayı cepheden ayrılıp Roma’ya gelmelerinin devlete zarar vereceğini, dolayısıyla seçimlerin interregnum’a gidilerek yapılmasını tavsiye etmişlerdir. Patres seçimi yapmak üzere consul’ler tarafından bir dictator atamasının daha doğru olacağına karar verince, consul’ler, L.Veturius Philo’yu dictator atamıştır. Philo da kendisine yardımcı olarak (magister equitum) Marcus Pomponius Matho’yu seçmiştir. Ancak

Veturius Philo ve yardımcısı göreve başladıktan on dört gün sonra seçimlerinde dini bir kusur olduğu söylenerek, görevlerinden ayrılmaları emredilmiştir.’ Livius’un

kullandığı “iis vitio creatis iussisque die quarto decimo se magistratu abdicare” tümcesinden söz konusu dini kusurun auspicium ile ilişkili olduğu sonucunu

çıkarabiliriz. Ne yazık ki, augur’lar kurulunun atanan dictator’u tanrının onaylamadığına ilişkin kararını hangi gerekçeye dayanarak verdiğini, söz konusu vitium’a neyin neden olduğunu Livius aktarmamıştır. Augur’lar kurulunun kararı sonucunda, senatus interregum’a gidilmesine karar vermiş, patres ilk interrex olarak

Gaius Claudius Cento’yu, ardından da Publius Cornelius Asina’yı seçmiştir.

Consul’lerin ordulara komuta etme görevi de bir yıl uzatılmıştır. Son derece tartışmalı geçen, C. ve L.Aemilius Paullus’un consul seçilmesiyle sonuçlanan 216 yılı seçimlerine ikinci interrex Publius Cornelius Asina başkanlık etmiştir.

Livius’un bu seçimle ilgili aktardıkları arasında bizim için öncelikle ilginç olan, Varro’yu destekleyen halk temsilcisi Quintus Baebius Herennius’un

Konuşmasında söyledikleridir (Liv.22.34.9-11). Bu kişi, dictator’un seçimleri tamamlamasını engelledikleri için, hem senatus’u hem de augur’lar kurulunu suçlayarak kendi desteklediği aday olan Varro’ya sempati kazandırmaya çalışmıştır

(Cui non apparare id actum et quaesitum esse ut interregnum iniretur, ut in patrum potestate comitia essent?) . Ona göre nobiles yıllar boyu savaş peşinde koşmuş ve

Hannibal’i İtalya’ya getirmiştir. Savaştan uzak durmaları olası iken, her türlü hileye başvurup Roma’yı savaşa sokmuşlardır. Consul’ler Fabius’a özgü taktikleri

(Fabianae artes) kullanarak savaşı uzatmıştır. Bu durum bütün soyluların arasında bir uzlaşma noktası olmuştur. Dolayısıyla gerçek bir plebs, bir homo novus - ki bu

Gaius Terentius Varro’dur - seçilmedikçe savaşın sona ermesi olası değildir. Çünkü kökeni plebs olan soylular (plebeios nobiles), kutsal görevlere kabul edilmişler ve

patres’in onları küçümsemesinden kurtulunca, kendileri plebs’lere tepeden bakmaya başlamışlardır. Patres’in asıl amacı, interregnum’a giderek seçimlerin kendi kontrollerinde yapılabilmesini sağlamaktır. Patres istemediği halde, seçimi gerçekleştirmesi amacıyla bir dictator atandığı için, augur’lar kurulunu kullanarak, dictator’u sanki tanrı onaylamıyormuş gibi göstermişlerdir. Bu karar sayesinde istedikleri olmuş ve interregnum’a gidilmiştir (id postea, quia invitis iis dictator esset dictus comitiorum causa, expugnatum esse, cum vitiosus dictator per augures fieret. Habere igitur interregnum eos).

Livius’un 216 yılı seçimleriyle ilgili anlattıkları pek çok açıdan sorgulanmaya uygundur ve modern kaynaklar tarafından sorgulanmıştır da. Bazıları Livius’un, kendi aktardığı olayların siyasi bakımdan önemini, yani Aemilus-Scipio grubu ile

Fabius grubu arasındaki siyasi çekişmeyi ve bu çekişmenin önemini gözden kaçırdığını ileri sürmüştür342. Örneğin Friedrich Münzer’e göre, Livius’un seçimlerde Varro’nun adaylığına nobilitas’ın bir bütün olarak karşı koyduğu ifadesi doğru değildir, çünkü nobilitas o sırada kendi içinde bölünmüştür ve fikir ayrılığı içindedir; Fabius ve augur’lar kurulu iki grup arasındaki çekişmede etkin bir rol oynamıştır. Scullard da temelde Münzer’in görüşünü izleyerek, augur’lar kurulunun atanan dictator’u tanrı onaylamıyormuş gibi göstermesinin altında kurulu idare eden

Fabius olduğunu ileri sürmüştür. Scullard bu savını özetle şöyle savunur: Consul’ler ilk başta Roma’ya dönmelerinin uygun olmayacağını ve seçimlerin interregnum’a gidilerek yapılmasını tavsiye etmişlerdi; Bu öneri Aemilius-Scipio grubundan olan consul Servilius’a değil, Fabius taraftarı olan diğer consul Atilius Regulus’a aittir;

Ancak Aemilius grubunun liderliğinde senatus bu öneriyi reddetmiş ve kendi

342 Münzer, F., Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, s.125-126; Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.49-51.

adamları olan consul Servilius, Veturius Philo’yu dictator atamıştır. Buna karşın kendi adaylarının fazla bir şansının olamayacağını düşünen ya da Varro’nun seçilmesini engellemek isteyen Fabius, augur’lar kurulunu devreye sokmuş ve

Veturius’un dictator’luğunu dinsel bahaneyle geçersiz kılmıştır. Ancak bu girişimi geri tepmiştir, çünkü seçimleri gerçekleştirmesi içinin atanan ikinci interrex

P.Cornelius Asina kendi grubundan değildir.’ Öte yandan Dorey, Münzer ve Scullard gibi iki grup arasında bir mücadele yaşandığını belirtmesine karşın, vardığı sonuç bakımından küçük bir farkla onlardan ayrılmıştır343. Onun vardığı sonuç kısaca

şöyledir: ‘İki grup arasında bir mücadele yaşanmış, ancak sonuçta Aemilius

Paullus’un tek aday olması konusunda uzlaşmışlardır. Çünkü, Aemilius Paullus,

Scipio grubunun önde gelen bir üyesi olmasına karşın, Fabius için kabul edilebilir bir adaydır. Bu nedenle Fabius augur’lar kurulunu kullanarak seçimleri geçersiz kılma tehdidinden vazgeçmiştir.’ Cassola, Aemilius ve Scipio aileleri arasında kalıcı bir ittifak olduğu görüşüne karşı çıkmış ve bu iki ailenin geçici bir ittifakla Varro’yu desteklemiş olabileceklerini ileri sürmüştür344.

Günümüz araştırmacılarından bazıları da Fabius’un kendi grubunun

çıkarlarını korumak için augur’lar kurulunu yönlendirdiği görüşüne karşı

çıkmıştır345. Örneğin Patterson, Romalıların, Hannibal ile yapılan savaşlar sırasında, consul seçerken, gruplar arası çekişmeden çok adayların askeri ve siyasi alanındaki

343 Dorey, T.A, “The Elections of 216 B.C.”, Rheinisches Museum für Philologie 102 (1959): s.249- 252. 344 Cassola, F., I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, s.370-371. 345 Gelzer, M., “Review: Roman Politics 220-150 B.C. by H. H. Scullard”, Historia: Zeitschrift für Alte Geschichte vol. I no:4 (1950).; Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”: s.14.

deneyimlerini ön planda tuttuğunu belirtmiştir346. Ancak daha önce consul olmamış ve ordu yönetmemiş olan C.Terentius Varro’nun, Patterson’un çizdiği bu tabloya uymadığını belirtmeliyiz. Öte yandan Gelzer, Fabius’un augur olarak görevini bu biçimde kullanmasını pek olası görmemiştir. Ayrıca Roma’nın ölüm-kalım savaşı verdiği bir sırada Fabius’un parti politikalarıyla uğraşmış olamayacağını belirtmiştir.

Sumner, consul’ün atadığı dictator’un augur’lar kurulu tarafından dinen kusurlu gösterildiği görüşüne, dolayısıyla Fabius’un kurulu kendi çıkarı için kullandığı görüşüne karşı çıkmıştır347. Başlıca gerekçesi şöyledir: ‘Fasti Capitolini’de bu olay

“vitio creati abdicarunt” biçiminde belirtilmemiştir. Aksine Veturius Philo ve

Pomponius Matho’nun adları “comitiarum habendarum caussa” biçiminde not edilmiştir. Bu ifade interregnum’a gidilmediğini, Aemilius Paullus ve C.Terentius

Varro’nun dictator Veturius Philo’nun başkanlık ettiği seçim toplantısında 216 yılı consul’leri olarak seçildiğini göstermektedir’. Develin de Sumner gibi Livius’un halk temsilcisi Baebius’un ağzından aktardıklarının pek de inandırıcı olmadığını ileri sürmüş ve Fabius’un augur’lar kurulunu kendi siyasi çıkarı için kullandığı görüşüne karşı çıkmıştır348.

Yukarıda değindiğimiz bu araştırmacıların neredeyse hepsi, Livius’un 216 yılı ile ilgili anlattıklarının tamamını ya da bir kısmını yanlış bulup, kendi görüş ve varsayımları doğrultusunda yeniden biçimlendirmeye çalışmışlardır. Erich S. Gruen, izlenen bu yöntemin çekici olmasına karşın, doğruyu göstermediğini söyleyerek

Livius’un metninin genel olarak gösterilenden daha fazla saygıyı hak ettiğini

346 Patterson, L. M., “Rome's Choice of Magistrates during the Hannibalic War”, Transactions and Proceedings of the American Philological Association 73 (1942): s.319-340. 347 Sumner, G.V., “Elections at Rome in 217 B.C.”, Phoenix 29 (1975): s.252. 348 Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”: s.14.

savunmuştur349. Çünkü ona göre Livius’un anlattıkları kendi içinde tutarlıdır ve kesinlikle temelsiz değildir. Ardından Twyman de benzer görüşler dile getirmiştir350.

Biz bu ikisinin görüşüne büyük oranda katılıyoruz. Bu olayların yaşandığı sırada, halk Hannibal karşısında uygulanan oyalama taktikleri yerine, bir an önce sonuç verebilecek, daha aktif politikalardan yana tavır koymuş görünmektedir. Halk temsilcisi Baebius Herennius’un konuşması bu düşünceyi açıkça sergilemektedir.

Baebius’un kullandığı “Fabianae artes” sözcüğünü metin içindeki yeri ve bağlamı bakımından değerlendirecek olursak, bu sözcüğün Fabius’un augur’lar kurulunu kendi çıkarları açısından kullandığını kastetmediği görülmektedir. Aksine bu sözcüğü kullanarak, Fabius’un dictator’luğu sırasında uyguladığı savaş tekniğine -

Hannibal ile açık bir meydan savaşında karşı karşıya gelmemek, bunun yerine ordusuyla yakındaki tepelerden onu takip ederek, vur-kaç taktiğiyle olabildiğince fazla zarar vermek - değinmiş olması daha kuvvetli bir olasılıktır. Plutharkhos’un aktardıkları da bununla paraleldir (Fab.14.). Livius’un anlattıklarından o sırada

Roma’da, Hannibal karşısında hangi stratejinin uygulanması gerektiğine ilişkin iki görüş var gibi görünmektedir. Yukarıda değindiğimiz gibi bunlardan biri halkın ve büyük olasılıkla senatus içinden bir grubun da desteklediği, atılgan olma, bir an önce sonuç alma stratejisi, öteki ise Fabius ve onun gibi düşünenlerin savunduğu daha tedbirli davranma stratejisidir. Fabius’un dictator’luğu sırasında da bu çekişme kendini göstermiştir. Fabius, Hannibal’i oyalama yolunu seçerken, yardımcısı

Minucius Rufus ve diğerleri tarafından suçlandığını unutmamamız gerekmektedir

349 Gruen, E. S., “The Consular Elections for 216 BC and the Veracity of Livy”, California Studies in Classical Antiquity 11 (1978). 350 Twyman, B.L., “The Consular Elections for 216 and the Lex Maenia de Patrum Auctoritate”, Classical Philology 79 (1984): s.285-294.

(Liv.22.12-13; 22.23.1-3; Plut.Fab.5; Appian.Hann.12; Polyb.3.89-90 ve 3.94.8-10).

216 yılı seçim konuşmasında Baebius’un “Fabianae artes” sözcüğüyle, nobilitas tarafından savaşın kasıtlı olarak uzatılmasına ve bu sayede iç siyasete hakim olma

çabasına vurgu yaptığı açıkça görülmektedir.

Dictator Veturius Philo ve yardımcısı Pomponius Matho’nun augur’lar kurulu tarafından “vitio creati” ilan edilmesine gelince, ilk bakışta Sumner tespitinde haklı gibi görünmektedir. Çünkü gerçekten de Fasti Consulares’ te, magistratus’ların seçiminde dini kusur ilan edildiği durumlar not edilmiştir. Ancak bu örneklerin hepsinde “vitio facti abdicarunt” ifadesinden sonra “in eorum loc(um) facti sunt” notunun düşüldüğünü ve yerlerine seçilen ya da atanan görevlilerin belirtildiğini görürüz. Oysa 216 yılında seçimlerinde dinen kusurlu bulunan dictator’un yerine atanan kimse olmamıştır. Dolayısıyla bu ifade belki de bu nedenle Fasti’de not edilmemiş olabilir351. Öte yandan Livius’un anlattığı bu olay, İ.Ö.327’de gerçekleştiğini söylediği başka bir dictator atamasıyla büyük benzerlik göstermektedir. O olayda olduğu gibi bunda da uzakta olan iki consul’e mektup gönderilerek, seçimleri gerçekleştirmeleri için Roma’ya dönmeleri istenmiş, ancak askeri nedenlerden dolayı bu mümkün olmayınca, senatus onlardan (327’de patricius kökenli consul’den) dictator atamalarını istemiştir. Her iki olayda da augur’lar kurulu kararı doğrultusunda senatus tarafından consul’un atadığı dictator ve yardımcısı vitio creati ilan edilmiştir. Her iki durumda da Livius, dictator’u ve yardımcısını tanrının neden onaylamadığına ya da ne tür bir kusur bulunduğuna ilişkin herhangi bir ipucu vermemiştir. Aynı biçimde her iki olayda senatus ve

351 Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et Triumphales, Libreria Dello Stato, Roma, 1947, s.119.; Sumner’in kendisi de bunun mümkün olabileceğini belirtmiştir ( Sumner, G.V., “Elections at Rome in 217 B.C.”: s.252 dipnot 7.)

augur’lar kurulu yetkilerini siyasi çıkar elde etmek için kötüye kullandıkları ileri sürülerek halk temsilcileri tarafından suçlanmıştır. Bu benzerlikten yola çıkarak gerçek nedenleri bulmak ve bir sonuca varmak için elimizde yeterli kanıt yoktur, ancak söz konusu benzerlik oldukça ilginçtir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi 216 yılı seçimleri konusunda Livius’un anlattıklarının kendi içinde tutarlı olduğunu belirten Gruen’in görüşlerini genel olarak paylaşıyoruz. Gruen, Livius’un bu olayları sanki patricius ve plebs arasında bir sınıf mücadelesi yaşanıyormuş gibi aktardığını ve ifadelerinin bu bakımdan anakronik olduğunu söyleyerek, onu eleştirmiştir352. Ancak biz bu konuda Gruen’den farklı düşünüyoruz. Şüphesiz halk temsilcisi Baebius’un konuşmasında eskiden yaşanmış olan sınıf mücadelesini andıran bir takım ifadeler vardır. Konuşmanın birçok yerinde patres aleyhine sözler söylemiştir. Bu bakımdan sanki patres ve plebs arasında önceden büyük ölçüde bitmiş olan sınıf mücadelesi ilk bakışta tekrar canlanmış gibi görünebilir. Ancak Baebius’un konuşması eskiden yaşanan sınıflar arası mücadeledekinden çok daha farklı unsurlar içermektedir. İ.Ö. 300 yılından sonra augur’lar kurulunda plebs kökenli üyelerin sayısı patricius’larınkinden çoktur

(5 plebs, 4 patricius). Dolayısıyla eskisi gibi bir sınıf mücadelesi olsa plebs kökenlilerin sayıca daha fazla olduğu kuruldan böyle bir karar çıkması güç olurdu.

Oysa Baebius’un konuşmasında daha önceki sınıf mücadelesiyle kıyaslayamayacağımız başka bir noktaya vurgu yapılmıştır. Sınıf mücadelesinin sona ermesinden sonra önceleri yalnızca patricius kökenlilerin erişebildiği görevlere seçilen plebs kökenli soylular da halk temsilcisinin eleştirilerinden paylarını almıştır.

Yani Baebius’un hedefinde yalnızca plebs karşıtı olan patres değil, plebs soylularının

352 Gruen, E. S., “The Consular Elections for 216 BC and the Veracity of Livy”: s.62 ve 69.

da içinde yer aldıkları nobilitas vardır. Bu nedenle gerçek bir plebs ve homo novus olarak nitelediği, bir kasabın oğlu olan Terentius Varro’yu desteklemiştir. Söz konusu seçimlerde Varro’nun karşısına çıkan plebs kökenli consul adaylarına göz atmak bize daha açık bir fikir verecektir. Livius, Varro’nun rakiplerini şöyle tanıtır:

“…duobus nobilium iam familiarum plebeis, C.Atilio Serrano et Q.Aelio Paeto, quorum alter pontifex, alter augur erat, Terentius consul unus creatur…” Buradan da anlayabileceğimiz gibi Varro’nun seçimlerdeki rakipleri olan C.Atilius Serranus

(augur) ve Q.Aelius Paetus (pontifex) nobilitas üyeleridir ve her ikisi de rahiptir.

Halk temsilcisi Baebius’un konuşmasında hedef aldığı “plebeios nobiles” tanımına tam olarak uymaktadırlar. Bu rakipler arasında Varro’nun seçilmesi plebs seçmenlerin bu seçimlerde nobilitas içinde yer alan ve daha önce consul’luk yapmış tecrübeli adaylara iyi gözle bakmadıklarını göstermektedir. O halde halk temsilcisi

Baebius’un dile getirdiği görüşlerin uygulanan taktiğin ve bu taktiği uygulayanların

(senatus, patres, nobilitas, augur’lar kurulu) eleştirisi gibi algılanabileceğini düşünüyoruz. Flaminius’un Hanibal karşısında daha aktif, bekleyen değil, hareke geçen politikalardan yana olduğunu daha önce belirtmiştik353. Varro da aynı politikayı savunur gözükmektedir ve bu bakımdan her ikisi de dönemin etkili ismi

Q.Fabius Verrucosus (Cunctator) ile sorun yaşamıştır. Dolayısıyla belki bu ikisi birbirini izleyen politikaları uygulayan kişiler olarak görülebilir ve halk içinden,

özellikle de plebs kökenlilerden destek aldıkları söylenebilir. Şüphesiz Polybios bu konuda daha kesin konuşabilmemizi sağlayabilirdi, ne yazık ki, o 216 yılı seçimlerine hiç değinmemiş, yalnızca seçimin sonucunu vermekle yetinmiştir

(3.106.1).

353 s.108 v.d.

Livius’un aktardığına göre seçimlerden sonra senatus da oylama taktiğinden vazgeçmiş, orduların sayısı arttırılarak, Hannibal’in karşısına çıkmaya karar verilmiştir (23.36.1). Ancak Trasimenus savaşından sonra, Cannae’da alınan ikinci yenilgi Fabius Maximus’un oyalama taktiklerinde belki de haklı olduğunu gösterir gibidir. Eskiçağ yazarlarının, özellikle de Livius’un savaş sırasında yaşanan olaylara yaklaşımında belirgin bir fark görülmektedir. C.Terentius Varro, demagogluk açısından Flaminius’a benzer biri olarak tanıtılmasına karşın, dini geleneklere ve tanrılara, Flaminius’un aksine, saygılı bir kişi olarak betimlenmiştir354. Livius savaştan önce bir takım prodigium’ların meydana geldiğini belirtir (22.36.7-8), ancak bunlar Trasimenus savaşından öncekilerle karşılaştırıldığında neredeyse önemsiz gibi görünmektedir. Şaşırtıcı olan, normalde bu tür şeylere pek değinmeyen Polybios’un bile, savaştan önce bazı prodigium’ların gerçekleştiğini belirtmesidir (3.112.8-9).

Ancak uğursuz sayılan işaretlerle tutumlarını açığa vurduğu sanılan tanrıların öfkesi, devlet dininin mekanizmaları (Sibylla kitapları) devreye sokularak dindirilmiştir

(Liv.22.36.9; Ea prodigia ex Libris procurata). Polybios alınan önlemleri şöyle değerlendirir (3.112.9): “Tehlikeli durumlarda Romalılar hem tanrıları hem de insanları yatıştırmak için bir çok şey yaparlar ve böyle anlarda alınan önlemlerden hiç birini yakışıksız ya da değersiz saymazlar.”

Savaş sırasında da tanrının gönderdiği düşünülen bir takım kötü işaretlerin meydana geldiği söylenmiştir; consul’ler geçmişte yaşanılan olaylardan dolayı, bu sefer tanrı uyarılarını dikkate almış görünmektedirler. Livius olayı şöyle aktarmıştır:

‘Ordular karşı karşıya geldiğinde askerler bir an önce saldırıya geçmek için çok isteklidir. Hatta saldırı işareti verilmezse komutansız gideceklerini söylerler. Varro

354 Antik kaynaklar arasında bir tek Valerius Maximus, Varro’nun aedilis olarak görev yaptığı sırada, tanrıça Iuno’yu öfkelendirdiği ve bu nedenle Cannae’da yenildiğine inanıldığını belirtmiştir (1.1.16).

ilk önce saldırı emrini vermek ister, ancak Paullus biraz daha beklemekten yanadır.

Auspicium’a başvurur ve bu amaçla getirilen tavukların önlerine atılan yemleri yemeyi reddetmesi üzerine, Varro’ya bir adam göndererek durumu bildirir.

Varro’nun bu habere canı sıkılır, ancak Claudius Pulcher ve Flaminius’un başına gelenleri hatırladığı için, tanrıların iradesine karşı çıkarak saldırıya geçmeyi düşünmez. Saldırıdan vazgeçildikten kısa bir süre sonra, iki kişi gelir ve Hannibal’in tuzak kurduğunu bildirir. Yani, consul’ler tanrıların iradesine saygı gösterdikleri için, hem kendilerini hem de ordularını olası bir felaketten kurtarmışlardır.’ Livius bu olaylardan çıkardığı sonucu “di prope ipsi eo die magis distulere quam prohibuere imminentem pestem Romanis” sözüyle ifade etmiştir; “O gün bizzat tanrılar,

Romalıları bekleyen felaketi engellememişler, yalnızca ertelemişlerdir.”

Cannae savaşı öncesi Roma ordusunun Hannibal’inkinin iki katı olması

şüphesiz aceleyle girişilecek bir meydan savaşını daha cazip kılmış olabilir. Ancak

Fabius gibi Trasimenus gölünde yaşanan savaştan ders alanlar ve Hannibal’in uyguladığı savaş taktiklerini bilenler oyalama taktiğine başvurmuşlardır. Şüphesiz

Cannae’da alınan ikinci yenilgi Fabius’un izlediği stratejinin daha doğru olduğunu kanıtlamış ve siyasi alandaki etkinliğini arttırmış görünmektedir. Uzun yıllardır yürüttüğü augur’luk görevine ek olarak, İ.Ö.216 yılında, savaşta ölen Aemilius

Paullus’un yerine pontifex seçilmiş, İ.Ö.215 ve 214 yılında arka arkaya iki kez consul olmuştur. Bu seçimlerde Fabius’un rahiplik yetkilerini siyasi çıkar amaçlı kullanıp kullanmadığı günümüzde de tartışılmaya devam etmektedir. Ancak biz bu tartışmalardan söz etmeden önce, Eskiçağ tarih yazarlarının konuyla ilgili aktardıklarına kısaca değineceğiz.

Livius olayı şöyle aktarmıştır (23.31.7-14); ‘215 yılı için L.Postumius

Albinus (patricius) ve Tiberius Sempronius Gracchus (plebs) consul seçilmiş ve görevlerine başlamışlardı (23.24.1-3). L.Postumius Albinus kısa bir süre sonra Gal kabilelerine yenik düşüp öldürülünce, yerine bir consul seçilmesi (consul suffectus) gerekmiştir. İnsanlar (homines), Nola’da Hannibal’e karşı verdiği başarılı mücadele nedeniyle, M.Claudius Marcellus’un consul olmasını istemişlerdir. Ancak Marcellus seçimin yaklaştığı bir sırada, orduları değiştirme bahanesiyle Campania’ya gönderilince (23.31.5-6), senatus içinde mırıldanmalar başlamıştır. Bunun üzerine seçimi yürütmekle görevli consul Tiberius Sempronius Gracchus, devletin içinde bulunduğu kritik durumun böyle bir görevlendirmeyi zorunlu kıldığını ve Marcellus kendisine verilen görevi tamamlayıp geri dönene kadar, iyi niyet göstergesi olarak seçimlerin yapılmayacağını bildirmiştir. O, Roma’ya döner dönmez de, seçimlerin yapılması emredilmiştir. Yapılan seçim sonucunda M.Claudius Marcellus büyük bir

çoğunlukla (ingenti consensu) consul seçilmiştir. Ancak tam görevine başlayacağı sırada gök gürültüsü duyulur. Senatus augur’lar kuruluna danışır, onlar da verdikleri yanıtta, Marcellus’un seçiminde dini bir kusur (vitio creati) varmış gibi göründüğünü, başka bir deyişle, tanrının bu seçimi onaylamadığını ilan ederler. Daha sonra patres, aynı anda plebs kökenli iki consul seçilmesini tanrıların onaylamadığı söylentisini halk arasında yayarlar. Marcellus bu karara hiç itiraz etmeden uyar ve görevinden ayrılır, yerine deneyimli augur Q.Fabius Maximus consul seçilir.’

Plutarkhos’a göre M. Claudius Marcellus’un Nola’da kazandığı başarı, birbiri ardına aldıkları yenilgilerden sonra, Romalıları cesaretlendirmiş, karşı konulamaz düşmanla değil, kendileri gibi yenilebilecek bir düşmanla savaştıklarını düşünmelerine ve böylece morallerinin biraz olsun yükselmesine neden olmuştur

(Marc.11.4). Ancak Plutarkhos seçimle ilgili olayları Livius’a göre daha halk yanlısı bir biçimde aktarmıştır (Marc.12.1): ‘…kazandığı başarılar nedeniyle halk meclisi

(δῆμος), Marcellus’u ölen consul’un yerine geçmesi için Roma’ya çağırmıştır.

Magistratus’ların karşı koymasına rağmen, o seferden gelene kadar seçimleri ertelemiştir (…βίᾳ τῶν ἀρχόντων355 ὑπερέθετο τὴν κατάστασιν, ἕως ἐκεῖνος ἦλθεν

ἀπὸ τοῦ στρατοπέδου.) O Roma’ya döner dönmez, seçimler yapılmış ve Marcellus oyların tümünü (πάσαις… ταῖς ψήφοις) alarak consul seçilmiştir. Gök gürültüsü duyulduğunun söylenmesi üzerine, Marcellus görevden ayrılmıştır. Askeri yetkileri elinden alınmamış, ilan edildikten sonra, Nola’ya ordusunun yanına dönmüştür.’

215 yılı seçimleri diğer bir kaynak olan Fasti Capitolini’de de şu biçimde not edilmiştir:

“Ti(berius) Sempronius Ti(beri) f(ilius) Ti(beri) n(epos) Gracch(us) L(ucius) Postumius A(uli) f(ilius) A(uli) n(epos) Albinus III / [hi]c in praetura in Gall(ia) occis(us) / est quod antequam ciretur / in eius l(ocum) f(actus) [e(st)] / [M(arcus) Claudius M(arci) f(ilius) M(arci) n(epos) Marcellus II] / [vitio factus abd(icavit) in e(ius) l(ocum)] / [f(actus)] est / Q(uintus) Fabius Q(uinti) f(ilius) Q(uinti) n(epos) Maxim(us) Verruc(ossus) III”356.

Bu ifadeden de anladığımız kadarıyla 215 yılı için Tib. Sempronius Gracchus ve Postumius Albinus consul seçilmişler, ancak Postimus Albinus Gallia’da

öldürülünce (yazıt, consul seçildiği haberi kendisine verilmeden önce, praetor’luk görevinde yaşamını yitirdiğini belirtmektedir.), yerine Marcus Claudius Marcellus

355 Burada “ἄρχων” sözcüğü Latince magistratus karşılığı olarak kullanılmıştır. Zira aynı paragrafa baktığımızda Plutarkhos’un Latince consul karşılığında “ὕπατος” sözcüğünü kullandığını görürüz. 356 Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et Triumphales, s.46-47.

seçilmiştir. Marcellus’un seçiminde de dini açıdan bir kusur bulunduğu için, yerine

Quintus Fabius Maximus Verrucossus seçilmiştir. Eskiçağ kaynaklarının 215 yılı için yapılan consul seçimlerle ilgili aktardıkları bunlardır.

İ.Ö.215 yılı seçimlerinde yaşananları teknik açıdan şu biçimde değerlendirebiliriz; O gece, hayatta olan tek consul Tiberius Sempronius Gracchus,

Capitolium tepesine çıkmış, tanrının yapılacak olan seçime onay verip vermediğini kuşların uçuşuna bakarak (auspicia impetrativa) değerlendirmiş olmalıdır. Ertesi gün oylamaya geçildiğine göre, tanrının seçime izin verdiğinin düşünülmesine yol açan bir işaret görülmüş ya da en azından olumsuz bir işaret meydana gelmemiştir.

Eskiçağ kaynaklarında buna ilişkin herhangi bir kayıt olmamasına karşın, o günün sabahında seçime geçilmesi bu görüşümüzün doğru olduğunu göstermektedir. Hem

Plutarkhos hem de Livius’un aktardığına göre, M. Claudius Marcellus oyların neredeyse tümünü alarak yeni consul seçilmiştir. Bu yazarların aktardıkları da Fasti ile uyum göstermektedir. Marcellus göreve başlayacağı sırada357 (cui ineunti consulatum), gök gürlemiştir. Romalıların inancına göre bu gök gürültüsü, tanrının bir şeylerden hoşnut olmadığını gösteren bir işarettir (auspicia oblativa). Livius’un kullandığı “vocati augures” sözcüğü konunun önce senatus’da görüşüldüğünü, daha sonra, soruna açıklık getirmeleri için augur’lar kurulunun görevlendirildiğini göstermektedir. Kurul konuyu görüştükten sonra, senatus’a verdiği yanıtta

(responsa), Marcellus’un seçiminde bir hata varmış gibi göründüğünü (vitio creatum videri) belirtmiştir. Livius’un bu kararı aktarırken kullandığı “videri” sözcüğü ve

Plutharkhos’un “rahipler halktan çekindikleri için Marcellus’un seçilmesini açık bir

357 Consul suffectus olduğu için en kısa sürede göreve başlaması gerekmektedir.

biçimde engellemekte tereddüt ettiler” tümcesi358 augur’ların bu kararı alırken oldukça zorlandıkları kanısını uyandırmaktadır. Bu düşünceyi destekleyebilecek birkaç neden daha olabileceği görüşündeyiz. Öncelikle Marcellus’un kendisinin de kurulun bir üyesi olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Buna ek olarak, Cicero’nun aktardıkları doğruysa (Fam.3.10.9), augur’luk görevine seçilme koşullarından biri de, kuruldaki üyelerden herhangi biriyle kişisel bir düşmanlığın olmamasıdır.

Dolayısıyla Marcellus’un kuruldan biriyle kişisel düşmanlığının olduğunu söylemek güçtür.

Günümüz bilim adamlarından bazıları359 augur’lar kurulunun aldığı bu kararın arkasında yine en yaşlı üye olarak kurulu yönlendiren ve bu karardan doğrudan yarar gören Q. Fabius Maximus olduğu görüşündedirler360. Scullard,

Marcellus’un bu karara itiraz etmemesine şöyle bir açıklama getirmiştir: Ailesi plebs kökenli olan Marcellus, patricius olan Claudia soyunun değil, Fabia soyunun yandaşıydı ve bu iki adam arasında özel bir anlaşma vardı; Fabius’un sonradan

Marcellus’u hileyle 214 yılı consul’u seçtirmesi bu varsayımı daha anlaşılır kılmaktadır; Dolayısıyla Marcellus’un görevden ayrılması, halkın ateşli isteklerini yumuşatmak amacıyla Fabius-Marcellus arasındaki bir anlaşmanın sonucunda gerçekleşmiş olabilir; Aynı anda plebs kökenli iki consul seçilmesinin ardından

şimşek çakması Fabius ve yandaşlarına augur’lar kurulu aracılığıyla buna itiraz etme ve patricius kökenli bir consul’e yer açma fırsatını vermiştir.

358 Marc.1.12; “…τῶν ἱερέων οὐκ αἴσιον τιθεμένων τὸ σημεῖον, ἐμφανῶς δὲ κωλύειν ὀκνούντων καὶ δεδιότων τὸν δῆμον, αὐτὸς ἐξωμόσατο τὴν ἀρχήν” 359 Münzer, F., Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, s.74; Scullard, H. H., Roman Politics, 220- 150 B.C, s.58; Briscoe, J., “The Second Punic War”, (ed.) Astin, A. E., Cambridge Ancient History 8, Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s.70. 360 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.58; Briscoe, J., “The Second Punic War”, s.70.

Bazı araştırmacılar ise Fabius’un kendi çıkarları için augur’lar kurulunu yönlendirdiği görüşüne karşı çıkmıştır. Örneğin Develin, bu savlarda kuşku duyulabilecek pek çok nokta olduğunu şu biçimde açıklar:361 ‘Fabius bu tür hilelere başvurmuş olsaydı, bunun diğer augur’ların ve soyluların gözünden kaçma olasılığı

çok azdı; ayrıca, Fabius’un hatayı ortaya çıkaran, yani şimşek çaktığını söyleyerek seçime itiraz eden augur olduğuna ilişkin belirgin bir kanıt da yoktur; Marcellus’un yerine patricius kökenli biri seçilecekti ve Fabius açık bir tercihti;…olayları siyasi açıdan değerlendirip, tekrar yapılandırma çabaları Fabius’u, etkinliği (auctoritas)

şüphe götürmez olmasına karşın, augur’lukla ilgili işleri kontrol ediyormuş gibi bir konuma yükseltmiş görünmektedir; Buna inanmak güçtür. Düşüncesinin kurul içinde bir ağırlığı olduğunu kabul etsek bile, gerekçesinin ne olduğu konusunda kuşku duyamayız; …O sırada, devletin çıkarlarının ön planda tutulduğu, yalnızca iyi komutanlara değil, tanrılarla iyi ilişkilere de sahip olmayı gerektiren bir dönem yaşanıyordu; Dini kötüye kullanmaya zaman yoktu ve bu tür bir davranış hoş görülemezdi; Tanrıları gücendirme riski, Hannibal’in Roma’yı tehdit ettiği bir zamanda, göz ardı edilmemeliydi.’

Münzer ve Scullard haklı olarak, augur’lar kurulu kararıyla “vitio creati” ilan edilen adayların362 yerine, çoğu kez Q.Fabius Maximus’un seçilmesini göz önüne alarak, bu kararlardan hep Fabius’un kazanç sağladığını, dolayısıyla bu kararların ardındaki kişinin Fabius olduğunu söylemişlerdir. Bu büyük oranda doğru bir saptamadır. Ancak 215 yılındaki karar nedeniyle görevinden ayrılmak zorunda kalan,

Marcellus da bir augur’dur. Üstelik daha önce İ.Ö.223 yılında “vitio creati” ilan

361 Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”: s.15-16. 362 İ.Ö. 231 yılında censor’lar T.Manlius Torquatus ve Q. Fulvius Flaccus; 215 yılında consul M. Claudius Marcellus .

edilen C.Flaminius ve P.Furius’un yerine consul seçildiği unutulmamalıdır363.

Develin bir konuda haklı gibi görünmektedir. Çünkü, antik kaynaklarda, augur’lar kurulunun aldığı kararın ardındaki kişinin Fabius olduğunu gösteren herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak aynı kaynaklarda Fabius Maximus’un o yıllarda

Roma siyasetinde oldukça etkili olduğuna ve zaman zaman siyasi yaşamı yönlendirdiğine ilişkin ifadelere de rastlanmaktadır. İ.Ö.214 yılı için yapılan seçimlerle ilgili tartışmalar buna güzel bir örnektir.

Fabius Maximus bir önceki yılın, İ.Ö.215 yılının consul’ü (consul suffecus) olarak seçimlere başkanlık etmiştir. Livius gelişen olayları şöyle aktarır (Liv.24.7.12-

24.9.5).: Seçimlerde ilk oyu veren centuria Aniensis’in gençleri, Titus Otacilius ve

Marcus Aemilius Regillus’u consul seçince, Fabius Maximus bu durumu eleştiren bir konuşma yapar. Savaş tecrübesi bakımından Hannibal’e denk, onunla mücadele edebilecek yeterlikte bir komutan seçilmesini ister. Ona göre, ilk oyu vererek seçimi başlatan centuria’nın consul olarak yeğlediği kişiler, bu niteliklere sahip değillerdir.

Fabius’un adaylardan biri olan M.Aemilius Regillus’a itiraz etme nedenini ise şu biçimde anlatır (Liv.24.8.10)364: M. Aemilius Regillus flamen Quirinalis’tir365;

Orduya komuta etmek için kentten ayrılması tanrıya karşı sorumluluğunu aksatacaktır; Dini görevlerini yerine getirmek için kentte kaldığında ise savaşla ilgilenemeyecektir; Dolayısıyla iki görevi aynı anda yerine getirmesi olanaksızdır.

Fabius, öteki aday Titus Otacilius’a da akrabası olmasına karşın askeri yetenek bakımından yetersiz olduğunu söyleyerek karşı çıkmıştır (Liv.24.8.11-20). Çünkü,

363 bkz.s.104 364 “M. Aemilius Regillus flamen est Quirinalis, quem neque mittere a sacris neque retinere possumus ut non deum aut belli deseramus curam.” 365 Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.305.’te Aemilius Regillus’un flamen Martialis olduğunu ve Livius’un hata yaptığını belirtmiştir.

215 yılında bir donanma oluşturulmuş, bu donanmanın komutanlığına getirilen Titus

Otacilius’a üç görev verilmiştir. Afrika kıyılarını yağmalamak, İtalya sahillerini güven içinde tutmak ve Kartaca’dan Hannibal’e deniz yoluyla yardımcı kuvvet ve erzak ulaştırılmasını engellemek. Ancak Fabius’a göre Titus Otacilius bu görevlerden hiçbirini başaramamıştır. Son olarak Trasimenus ve Cannae savaşını hatırlatarak, askeri yetenek ve auspicium bakımından daha yeterli iki consul seçmeleri için halkı uyarır ve ilk oyu veren centuria’nın tekrar oy kullanmak için

çağırılmasını istemiştir.

Livius’un aktardığına göre bu arada Titus Otacilius bağırarak, Fabius

Maximus’un consul’lüğünü devam ettirmek istediğini ve bu nedenle böyle konuştuğunu söyler. Bunun üzerine consul Fabius Maximus ’lara Otacilius’un yanına gitmelerini emreder ve Otacilius’u fasces’in hala baltalarla birlikte taşındığını söyleyerek tehdit eder366. Tekrarlanan seçim sonucunda Q.Fabius Maximus ve M.

Claudius Marcellus consul seçilirler367. Ancak zaman, Otacilius’un Fabius’u suçlamasında çok da haksız olmadığını göstermiştir. Çünkü İ.Ö.214 yılında askeri yetenek ve auspicium bakımından yeterli olmadığını ileri sürerek Otacilius’a karşı

çıkan Fabius, yine seçimlere başkanlık ettiği ertesi yıl, yani 213’te, öz oğlu consul seçilince, askeri yetenek ve siyasi kariyer bakımından Otacilius’tan çok daha yetersiz

366 Savaşta consul’ün mutlak otoritesini simgeleyen fasces içinde yer alan baltalar, magistratus kente girdiğinde verdiği kararların temyize açık olduğunu göstermek için çubuk demetinden çıkarılırdı. Ancak Fabius Maximus savaş alanından doğruca seçim meydanına geldiği için bu baltalar hala durmaktadır. 367 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.58.’de o yıl Marcellus’un consul seçilmesinin bir önceki yılın telafisi olduğunu belirtir. Develin, R., “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”: s.15. ‘te bu görüşe şiddetle karşı çıkmıştır.

olmasına karşın, sesini çıkarmamıştır. Oysa Hannibal hala Roma’yı tehdit etmektedir368.

Scullard’ın belirttiği gibi Fabius ve Marcellus arasında bir anlaşma yapılmış olabilir. Çünkü Marcellus İ.Ö.216 yılından itibaren Nola’da Hannibal’e karşı başarıyla mücadele etmekteydi. Ertesi yıl consul seçildiği takdirde, komuta ettiği orduyu değiştirmesi gerekecek, bunun yanı sıra Nola’da, Hannibal’in karşısına kurulmuş cephe için, kendisi kadar deneyimli olmayan yeni bir komutan atanacaktı.

Böyle bir değişimin Nola’da yürütülen direnişi zayıflatacağı düşünülmüş olabilir.

Nitekim, olaylı geçen seçimlerin hemen ardından Marcellus’un proconsul yetkisiyle

Nola’ya tekrar gönderilmesi bu olasılığı kuvvetlendirmektedir. Ancak Eskiçağ kaynaklarında bu varsayımları destekleyecek kanıt bulunmamaktadır. Bize göre,

Romalılar, auspicia oblativa türlerinden biri sayılan gökgürültüsünü tanrının yapılmakta olan işi onaylamadığını gösteren en belirgin işaretlerden biri olarak kabul etmiştir369. Onlara göre tanrının onaylamadığı bir işi sürdürme olasılığı yoktur.

P.Claudius Pulcher’in ve C.Flaminius’un tanrının isteklerine uymadıkları için, savaşta yenildiklerine karar verilmesinin ardından çok kısa bir süre geçmiştir.

Bununla birlikte, Livius’un da dediği gibi çok iyi bir komutan ve deneyimli bir augur

368 Plutarkhos’un 214 yılı seçimleriyle ilgili aktardıkları Livius’unkinden oldukça farklıdır. İlk oylamadan ve Fabius’un karşı çıktığı consul adaylarından hiç söz etmediğini görürüz. Plutarkhos’a göre (Marc.9; Fab. 19), Fabius Maximus Verrucosus ve M.Claudius Marcellus’un 214 yılı için birlikte consul seçilmeleri, Hannibal’e karşı savaşın yürütülmesi konusunda halkın tercihini yansıtıyordu. Çünkü insanlar Fabius’u savunma taktikleri, Marcellus’u ise saldırı taktikleri bakımından başarılı buluyordu. Bu nedenle iki komutanın birbirlerine üstün yeteneklerini birleştirmek amacıyla ikisini bazen aynı anda consul seçmişler, bazen de dönüşümlü olarak consul ve proconsul seçerek savaş alanına göndermişlerdi. Plutarkhos, Poseidonius’tan alıntı yaparak, Romalıların Fabius’u kalkan, Marcellus’u ise kılıç olarak adlandırdıklarını aktarmıştır. 369 Cic. Phil.5.7; “Iove enim tonante cum populo agi non esse fas quis ignorat?” ; Div.2.42; “Iove tonante, fulgurante comitia populi habere nefas.”

olan Marcellus’un consul seçilmesi, neredeyse herkes tarafından arzu edilmiş olabilir. Eğer söz konusu olumsuz işaret auspicia impetrativa olsaydı, augur’lar dışında hiç kimse kuşların uçuşunun nasıl değerlendirildiği konusunda bilgi sahibi olamayacağı için, onlar da belki bu olumsuz işareti görmezden gelebilir, halktan saklayabilirlerdi. Sonuçta her ne kadar savaş alanındaki auspicium’larla da ilgili olsa

Cicero’nun Marcellus’a atfederek dile getirdiği “ si quando rem agere velet, ne impediretur auspiciis, lectica operta facere iter se solere” sözü370 sık sık

Marcellus’un kendisinin de bu tür hilelere başvurduğu düşüncesini desteklemektedir.

Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, söz konusu olumsuz işaretin gök gürültüsü olduğudur. Bu olumsuz işareti, kapalı bir tahtırevan içinde dolaşarak görmezden gelmek ya da halktan gizlemek mümkün değildir. İnsanlar kuşların uçuşunu gözlemlemenin teknik ayrıntıları konusunda bilgi sahibi olmayabilir, ancak hepsi, resmi bir iş görülürken, gök gürlemesinin, tanrının yapılan işten hoşnut olmadığı anlamına geldiğini bilirler. Bu nedenle senator’lerin ve augur’lar kurulunun, çok istekli olsalar bile, Marcellus’un görevine devam etmesini sağlamaları zor görünmektedir. Ancak bu olumsuz işareti Marcellus’un şahsına zarar vermeden açıklayabilirlerdi. Livius’un aktardığı “volgoque patres ita fama ferebant, quod tum primum duo plebeii consules facti essent, id deis cordi non esse.” “patres, ilk kez iki plebs consul seçilince, tanrıların bundan hoşlanmadığı söylentisini halk arasında yaydılar” tümcesi bu tür bir açıklama yolu olabilir. Ertesi yıl Marcellus’un consul yapılması bu haksızlığın bir tür onarımı gibi görünmektedir.

Öte yandan bu açıklama başka bir anlama da gelebilir. Patres iki plebs’in aynı anda consul seçilmesinden gerçekten hoşlanmamış olabilir. Çünkü İ.Ö.342

370 Cic. Div.2.77

yılından o güne kadar genelde consul’lerden biri patricius, biri de plebs sınıfından seçilmiştir. Şüphesiz bu bir yasa değildir, ancak 172 yıl boyunca uygulama bu biçimde olmuş, zamanla gelenek haline gelmiştir. 215 yılında plebs olan Tib.

Sempronius Gracchus ve M. Claudius Marcellus’un consul seçilmesi bu geleneğin sona ermesi demektir. Dolayısıyla patres yasayla değil, ama gelenek gereği kendi hakkı olduğunu düşündüğü consul’lüklerden birini plebs sınıfına kaptırmak istememiş olabilir. Eskiden yalnızca patricius sınıfından kişilerin seçilebildiği curio maximus’luk görevine, İ.Ö.209 yılında ilk kez plebs kökenli C.Mamilius Atellus seçildiği zaman gösterilen tepki, patricius kökenlilerin kendi ayrıcalıkları olan görevleri plebs’lere kaptırmak istemedikleri savını desteklemektedir371. Öte yandan

İ.Ö.172 yılında aynı anda plebs kökenli iki consul seçildiği zaman, hiçbir tepki gösterilmemesi, daha doğru bir deyişle bu seçime itiraz edildiğine ilişkin hiçbir kayıt olmaması, aynı savın doğruluk payını azaltmaktadır.

İ.Ö.3.yüzyılın sonunda augur’lar kurulunun sıra dışı sayılabilecek bir kararına daha rastlıyoruz. Livius bu olayı şöyle aktarmıştır (30.39.8):

“P. Aelius Tubero et L. Laetorius plebis vitio creati

magistratu se abdicaverunt, cum ludos ludorumque causa epulum Iovi

fecissent et signa tria ex multaticio argento facta in Capitolio posuissent.

Ceralia ludos dictator et magister equitum ex senatus consulto fecerunt.”

Livius’un burada kullandığı “vitio creati magistratu se abdicaverunt” tümcesi kararın augur’lar kurulu tarafından alındığını, Aelius Tubero ve L.Laetorius’un seçiminde auspicium’la ilgili bir sorun olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki, bu konuda tek kaynağımız olan Livius kurulun hangi olumsuz işaret nedeniyle böyle bir

371 Liv.27.8.1-3.

karar aldığını belirtmemiştir. Ancak kullandığı sözcüklerden bir sonuca varmak olasıdır. Öncelikle Livius, bu iki magistratus’un, plebs oyunlarını (Ludi Plebeii) ve bununla bağlantılı olarak Iuppiter için düzenlenen şöleni gerçekleştirdiklerini,

Capitolium tepesine üç gümüş heykel diktiklerini söylemiştir. O halde magistratus’ların görevden ayrılmasına neden olan kusur, magistratus’lar senatus kararıyla göreve başladıktan sonra gerçekleşmiş olmalıdır. Bu da augur’lar kurulunun aldığı kararın auspicia impetrativa ile ilgili olmadığını gösterir. O halde magistratus’ların görevden ayrılmasına neden olan olumsuz işaret auspicia oblativa olmalıdır. Burada asıl ilginç olan, kararın neden dolayı alındığı değil, kime karşı alındığıdır. Zira, Livius’un aktardığına göre, P.Aelius Tubero ve L.Laetorius aedilis plebis, yani plebs magistratus’larıdır. Roma tarihinde o ana kadar augur’lar kurulunun yanlızca plebs kökenlilerin seçilebildiği magistratus’luklara ilişkin karar aldığı, onlar üzerinde yaptırım hakkı olduğu başka bir olaya rastlamıyoruz.

Bize göre augur’lar kurulunun bu dönemde aldığı kararları yalnızca dini geleneklere, savaş stresine ve Hannibal’in Roma üzerinde kurduğu baskıya bağlayarak, dinin politik amaçlı kullanılmadığını ileri sürmek, dinle ilgili bu kararlara itiraz edenlerin görüşlerini yok saymak anlamına gelmektedir. Çünkü savaş,

Hannibal ve sonunda yok olma tehdidi, bu kararları alanların üzerinde ne kadar baskı yarattıysa, bunlara itiraz edenlerin üzerinde de aynı ölçüde baskı yaratmış olmalıdır.

Öte yandan yalnızca bu kararlara itiraz edenlerin görüşlerinden yola çıkarak, augur’lar kurulunun bu kararlarından Fabius’un sürekli kazançlı çıktığını, dolayısıyla augur’lar kurulunu kişisel çıkarı için kullandığını ileri sürmek de pek inandırıcı görünmemektedir. Zira bu düşünce, ne Livius’un ne Plutarkhos’un ne de diğer antik

kaynakların Fabius için çizmiş olduğu kişiliğe uymaktadır. O halde söz konusu kararlar ve bunlara yapılan itirazlar nasıl değerlendirilmelidir?

Augur’lar kurulu üyeleri yalnızca tanrılarla toplum arasındaki ilişkinin doğru bir biçimde yürümesini gözeten din adamları değillerdir. Daha önce belirttiğimiz gibi eskiçağ devletlerinin pek çoğunda görülmeyen bir biçimde, bu kurul üyeleri aynı zamanda aktif siyasetin içinde doğrudan yer alırlar. Kentin kutsal yaşamına yön verdikleri gibi, siyasal yaşamına da yön verirler. Şüphesiz, hepsinin Roma’nın esenliğine ilişkin kendi siyasi görüşleri vardır ve dinle ilgili kararlar verirken, bu siyasi kimliklerini bir kenara bıraktıklarını düşünemeyiz. Dolayısıyla, bu dönemde alınan kararların ve buna yapılan itirazların, kişisel çıkardan çok, Roma’nın esenliği için hangi politikaların izlenmesi gerektiğine ilişkin nobilitas içinde yaşanan fikir ayrılıklarıyla ilgili olduğunu düşünmek daha doğru görünmektedir. Örneğin İ.Ö.231 ve 223’te alınan kararlar ve buna yapılan itirazlar Roma’nın kuzey sınırı konusunda nobilitas içinde yer alan iki karşıt görüşle yakından ilgilidir. Bir grup ager

Gallicus’un askeri strateji bakımından alınması gerektiğini savunurken, augur’lar kurulunun da – tamamı olmasa bile çoğunluğu - içinde yer aldığı diğer grup buna karşı çıkmıştır372. İ.Ö. 217 ve 216 yılında alınan kararlar ise Hannibal’e karşı hangi politikaların izleneceğine ilişkin yaşanan tartışmalarla ilişkilendirilebilir. Daha önce belirttiğimiz gibi, kurul üyelerinin büyük bir kısmının yer aldığı grup, Hannibal’e karşı oyalama taktiklerini yeğlerken, bu kararlara itiraz eden öteki kesim, daha saldırgan, daha atak politikalar izlenmesi gerektiğini savunmuştur. Sonuç olarak şu düşünceyi savunabiliriz: Kurul kararlarını yalnızca savaş, Hannibal ya da dini geleneklere bağlayarak dinin politikada bir araç olarak kullanılmadığını ileri sürmek

372 bkz. s.102 dipnot 322

ya da yalnızca bu kararlara itiraz eden kişilerin görüşlerinden yola çıkarak dinin kişisel çıkar amaçlı kullanıldığını savunmak, iki karşıt görüşten bir tarafı haklı görmek anlamına gelen bir tutum takınmak demektir. Bize göre kanıtların yeterince kesin olmadığı bu tür bir durumda nobilitas ya da karşıt gruptan birini savunmak yerine, zıt kesimlerin koşullar uyarınca uygulamak istedikleri stratejileri değerlendirerek sonuca gitmenin yeterli olabileceği görüşündeyiz. Bir yanda, augur’lar kurulu üyeleri dini ve siyaseti gerçekten devletin menfaati için en uygun gördükleri biçimde kullanarak karar vermiş gibi görünmektedirler. Öte yandan, onların aksini düşünen, devletin menfaatinin başka politikalara ve stratejilere bağlı olduğuna inanan ve bu kararlardan etkilenen karşıt kesim ise, söz konusu kararların kendilerini engellenmeye yönelik olduğunu, dolayısıyla dinin politik amaçlı olarak kullanıldığını ileri sürmüştür.

Livius’un İ.Ö.176 yılına ilişkin aktardığı bir olay, magistratus’ların nobilitas içinden yeterince destek gördükleri zaman, tanrı onayı konusundaki engelleri daha kolay aşabildiklerini göstermektedir. Söz konusu olay, zamanca ve içinde yer alan kişiler bakımından İ.Ö.3. yüzyılın son çeyreğinde görülenlerden farklı olsa da, siyasi eğilimlerin tanrı onayı konusunda ne kadar etkili olduğunu anlamamızı sağlayacaktır.

Livius olayın gelişimini özetle şöyle aktarır (41.14.7- 41.15.5): ‘176 yılı için consul seçilen Gnaeus Cornelius Hispallus ve Quintus Petilius görevlerine başlayacakları gün, adet olduğu üzere Iuppiter’e birer öküz kurban etmişlerdir. Ancak Quintus

Petilius’un kestiği kurbanın karaciğerinin başı bulunamadığı senatus’a bildirilmiştir

(in iocinere caput non inventum). Senatus, Q. Petilius’a uygun işaretleri daha fazla kurban keserek aramasını emreder. Ardından consul’lerin gidecekleri eyaletlerin belirlenmesi için görüşmeler başlar. Bu görüşmeler sırasında, kurban kesmekle

görevli olan kişi (victimarii), o sırada senatus’daki görüşmelere katılan consul

Gnaeus Cornelius’a kesmiş olduğu boğanın karaciğerinin eridiğini söyler. Gnaeus

Cornelius bunu senator’lere bildirir. Senator’ler bu olayın şaşkınlığını henüz

üzerlerinden atamamışken, diğer consul Q. Petilius üç boğa kestiğini, ancak hala uygun bir işaret bulamadığını söyler. Bu olay karşısında senatus, Petilius’un aslında diğer tanrılar için uygun işaretleri bulduğunu, yalnızca tanrı Salus için uygun işaretlerin eksik olduğunu ve bunlar bulunana dek, kurban kesmeye devam edilmesini buyurur. Tanrı onayını gösteren uygun işaretler bulunamamasına karşın, senatus consul’lerin her birinin hangi eyalete vali olarak gideceğini kurayla belirler.

Daha sonra, consul’lerin göreve başlarken yerine getirmesi gereken işlemlerden biri olan Latin Festivalinin kutlanmasına geçilir, ancak bu festivalde gerçekleştirilen kurban töreni sırasında Lanuvium magistratus’u Roma halkı için dua etmeyi unutunca, durum senatus’a bildirilir. Livius’un aktardığına göre senatus, konuyla ilgili olarak pontifex kuruluna danışmış, kurul verdiği yanıtta Latin festivalinin tekrar edilmesi gerektiğini ilan etmiştir. Consul’lerden biri olan Cn.

Cornelius Scipio festivalden dönerken hastalanır ve kısa bir süre sonra yaşamını yitirir.

Livius’un aktardıklarından consul’lerin görevi üstlenecekleri sırada tanrı onayı konusunda sorun yaşadıkları anlaşılmaktadır. Ancak bu sorun auspicium ile değil, ama yerine getirmeleri gereken kurban töreniyle ilgilidir. Senatus, bu konuda karar vermeye yetkili pontifex kurulunun görüşünü almıştır. Hem senatus hem de pontifex kurulu görevlerine başlayabilmeleri için consul’lere destek olmuş ve uygun işaretleri bulana değin kurban kesmeye devam etmelerini buyurmuştur. Consul Cn.

Cornelius Scipio’nun pontifex kurulu üyelerinden biri olmasının belki bu kararda

etkili olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta iki consul’ün de pontifex kuruluyla herhangi bir sorun yaşamadığı açıkça görülmektedir.

Öte yandan augur’lar kurulunun onlara, özelikle de Q.Petilius’a aynı hoşgörüyü gösterdiğini söylemek güçtür. Petilius, ölen consul’un yerine Gaius

Valerius Laevinus’u seçtiğini ilan etmiştir373. Fasti Capitolini kayıtları da bunu doğrulamaktadır374. Ardından Ligurialılarla süregelen savaşın komutasını devralmak için hızla eyaletine gitmiştir. Livius’un aktardığına göre, Q. Petilius, kendisi eyaletine varmadan önce, savaşın kazanılmasından ve böyle bir yenginin kendisine sağlayabileceği onuru kaybetmekten korkmaktadır. Bu nedenle önceki yılın consul’ü

C. Claudius’a bir mektup yazarak, komutası altındaki orduyu kendisine teslim etmek

üzere Galya’ya getirmesini ister. Diğer consul Valerius Laevinus birkaç gün sonra yanına gelince, hızla savaş alanına giderler. Q.Petilius ilk çarpışmada yaşamını yitirir, ancak ölümü ordudan saklanır. Roma savaştan galip çıkar.

Livius’un aktardıklarından consul’ün ölümü konusunda sonradan senatus tarafından bir soruşturma başlatıldığını ve augur’lar kurulunun bu soruşturmada etkin bir görev aldığını anlıyoruz. Kurul olayın tanıklarını sorgulamış ve şöyle bir karar vermiştir (41.18.7-8):

“Tum sortiti, quia non ab eadem utrumque parte adgredi hostem placebat, regiones quas peterent. Valerium auspicato sortitum constabat, quod in templo fuisset; in Petilio id vitii factum postea

373 Liv.41.17.6: “ Q. Petilius consul collegam, qui extemplo magistratum occiperet, creavit C. Valerium Laevinum.” 374 Bkz. Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et Triumphales, s.48-49.: “[Cn(aeus) Cor]nelius C[n(aei)] f(ilius) L(uci) n(epos) Scipio Hispallus / in mag(istratu) mortuus est in eius / l(ocum) f(actus) e(st) / Q(uintus) Petillius C(ai) f(ilius) Q(uinti) n(epos) Spurinus in mag(istratu) / postea quam sibi conleg(am) subrog(avit) / occis(us) e(st)/ C(aius) Valerius M(arci) f(ilius) P(ubli) n(epos) Laevinus.”

augures responderunt, quod extra templum sortem in sitellam † in templum latam foris ipse oporteret.”

Augur’lar kurulunun kararına göre: iki consul aralarında düşmana kimin hangi taraftan saldıracağını belirlemek için kura çekmiştir. Valerius’un belirlenen kutsal alanın içinde (in templo), auspicium’a uygun biçimde kura çektiği belirtilmiştir. Petilius’un kura çekiminde ise dini açıdan kusur olduğu (in Petilio id vitii factum) belirtilmektedir. “Quod” bağlacıyla başlayan ve Petilius’un yaptığı hatanın nedenini açıklayan yan cümle ne yazık ki eksik olduğu için uygun prosedürün ne olduğunu tahmin etmek zordur. Ancak söz konusu vitium’un kuranın

çekilmesi gereken kutsal alanla ilgili olduğu söylenebilir. Livius’un burada kullandığı templum sözcüğü consul’ün komuta çadırını ve bu çadırın önündeki, kurban kesilen, iç organların incelendiği alanı göstermektedir375. Savaştan önce tavukların yem yemesine bakarak tanrının savaşa onay verip vermediğini araştırma işi (auspicium ex tripudiis) yine bu alanda yapılmaktadır ve komutanın çadırı tabernaculum augurale işlevini görmektedir376. Kalan metinden anlaşıldığı kadarıyla

Petilius, kura kâğıdını bu alanın dışında kura kabına koymuş (quos extra templum sortem in sitellam), bu olumsuz karar da Petilius’un bu davranışına dayanılarak alınmış görünmektedir. Consul’ün ölümünü soruşturan augur’lar kurulu kutsal tavuklarla ilgilenen görevliyi dinlemiş ve şu kararı vermiştir (Liv.41.18.14): “Super tam evidentem tristis ominis eventum etiam ex pullario auditum est vitium in auspicio fuisse, nec id consulem ignorasse.” Bu karara göre, savaştan önce Petilius’a tanrının savaşa onay vermediğini gösteren bir işaret olduğu, büyük olasılıkla kafeslerinden

375 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2174. 376 Valeton, I.M.J., “De templis Romanis”, Mnemosyne 23 (1895): s.61-64; Linderski, J., “The Augural Law”: s.2174.

salınan tavukların önlerine atılan yemleri yemediği söylenmiş, ancak consul bu uyarıyı dikkate almamıştır. Tanrıların iradesini görmezden gelmesinin cezasını hayatıyla ödediği ileri sürülmüştür. Augur’lar kararlarında Petilius’un tanrıların iradesine saygı göstermediğini ve bu nedenle cezalandırıldığını belirtmişlerdir.

Görüldüğü üzere augur’lar kurulu Q.Petilius ile ilgili kararlarında pontifex’ler kadar hoşgörülü davranmamıştır. Bunun nedenini anlayabilmek için dönemin augur’larıyla

Q.Petilius’un ilişkilerine göz atmak yararlı olacaktır.

“Q.Petilius” adına ilk olarak halk temsilcisi olduğu 187 yılında rastlıyoruz.

Livius’un aktardığına göre, annales yazarı Valerius Antias, Petilius’un o yıl P. Scipio

Africanus’u daha sonra da kardeşi Lucius Scipio’yu, Antiochus’tan rüşvet almakla, ardından da bu parayı zimmetine geçirmekle suçlayarak bunların mahkemeye verilmesini öngören bir yasa tasarısı sunduğunu belirtmiştir377. Çok sayıda eskiçağ kaynağı bu olayı doğrulamaktadır378. Aulus Gellius bu suçlamanın arka planında

Scipio Africanus’un siyasi rakibi M. Cato olduğunu söyleyen kişiler bulunduğunu belirtmiştir379. Plutharkos’a göre de Scipio ailesine yöneltilen suçlamaların perde arkasında Cato’nun parmağı vardır380. Livius, öteki halk temsilcileri Quintus ve

Lucius Mummius’un Petilius’ların yasa tasarısını veto ettiğini, ancak M. Cato’nun

Mummius’ların gözünü korkutarak vetoyu geri çektirttiğini söylemiştir (38.54.11-

377 Liv.38.50.5 378 Polyb.23.14 (isim vermemiştir); Plut. Cat.Mai.,15.1-2; Gell.4.18.7-12 ve 6.19.1-2; App. Syr.40; Val.Max.3.7.1g. ; Dio fr.63; De vir. ill.49.17; Zonar.9.21 379 Gell.4.18.7-12: “Petilii quidam tribuni plebis a M., ut aiunt, Catone, inimico Scipionis, comparati in eum atque inmissi desiderabant in senatu instantissime, ut pecuniae Antiochinae praedaeque in eo bello captae rationem redderet; fuerat enim L. Scipioni Asiatico, fratri suo, imperatori in ea prouincia legatus.” 380 Plut. Cat.Mai.,15.1-2; “τῆς δὲ πολιτείας φαίνεται τὸ περὶ τὰς κατηγορίας καὶ τοὺς ἐλέγχους τῶν πονηρῶν μόριον οὐ μικρᾶς ἄξιον σπουδῆς ἡγησάμενος. αὐτός τε γὰρ ἐδίωξε πολλούς, καὶ διώκουσιν ἑτέροις συνηγωνίσατο, καὶ παρεσκεύασεν ὅλως διώκοντας, ὡς ἐπὶ Σκιπίωνα τοὺς περὶ Πετίλιον.”

12). Eskiçağ yazarlarının bu açıklamaları, Petilius’un Cato’nun yandaşı ve politikalarının destekçisi olduğunu göstermektedir.

Petilius’un siyasi eğilimini belirledikten sonra, tekrar İ.Ö.176 yılına dönüp augur’lar kurulu üyelerinin kimler olduğuna bir göz atmak yararlı olabilir. Kurul

üyelerinden biri, Petilius’un suçladığı Scipio Africanus’un oğlu ve Lucius Scipio’nun yeğeni P. Cornelius Scipio’dur. Bir diğeri, Cato’nun censor olduğu 184 yılında, aleyhinde sert bir konuşma yaptığı ve senator listesinden adını çıkarttığı T.Quintus

Flamininus’tur381. O dönemde görevde bulunan augur’lardan biri de Tib. Sempronius

Longus’tur. Longus, Cato’nun siyasi alandaki rakiplerinden biridir. Yaşlı Cato’nun

“contra Tiberium Sempronium Gracchum” başlıklı bir konuşmasının bulunması (her ne kadar günümüze pek bir şey kalmamış olsa da) Tiberius Longus’u da eleştirdiğini göstermektedir382. Plebs kökenli augur’lardan biri de P.Aelius Paetus’tur. Livius’un aktardıkları doğruysa, P.Aelius Paetus, Scipio grubunun güçlü bir destekçisidir ve

Scipio Africanus ile dostça ilişkiler kurmuştur383. Petilius ile ilgili kararları alan augur’lardan bir başkası da L.Aemilius Paullus’tur. Aemilia ailesi ile Cornelia ailesi arasında gerek evlilik gerekse de evlat edinme yoluyla güçlü bir bağ kurulduğunu biliyoruz. P.Scipio Africanus’un eşi Aemilia, L.Aemilius Paullus’un kızkardeşidir384.

L. Aemilius Paullus’un oğlu, P. Scipio Aemilianus adından da anlaşılacağı gibi, sonradan P.Cornelius Scipio tarafından evlat edinilmiştir385. Dolayısıyla L. Aemilius

381 Liv.39.42.5 – 39.43.5.; Plut. Cat.Mai.,17.; Flam.16; bkz. Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.157 v.d. 382 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.259 v.d. 383 Liv.32.7.3; ayrıca bkz. Cassola, F., I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, s.410 v.d; North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.400. 384 bkz.Polyb.31.26.1. 385 bkz. Polyb.31.23.5; Plut. Aem.5.5; Liv.44.44.1-2

Paullus’un Scipio’larla olan aile bağları onun Petilius’a karşı bir tutum izleyebileceği olasılığını kuvvetlendirmektedir. Plebs kökenli augur’lardan biri olan M.Servilius

Pulex Geminus’un da bu yıllarda Scipio ailesinin politikalarını desteklediği ileri sürülmektedir386. Kurul üyelerinden biri olan Tib.Sempronius Gracchus bu olaylar sırasında Roma dışında, Sardinia’dadır387. Diğer üye bir önceki yılın consul’ü,

Petilius’un bir mektup yazarak orduyu Galya’ya getirmesini istediği C. Claudius

Pulcher’dir. Onun siyasi eğilimi konusunda bir şey söylemek güçtür388. Kurulda yer alan plebs kökenli son üyenin adı ise bilinmemektedir.

Görüldüğü gibi, kurul üyelerinden büyük bir bölümünün Petilius’un ve yandaşı olduğu Cato’nun politikalarına karşı çıkmış kişilerden oluşması, verdikleri kararlarda da siyasi eğilimlerinin etkisi olabileceğini düşünmemize neden olmaktadır. En azından bu kararlarda pontifex’ler kadar hoşgörülü olmadıkları kesindir. Dini törenler yerine getirilirken, bir ölçüde yanlışlık yapılması doğaldır.

İ.Ö.176 yılında uygun tanrı işaretini bulana kadar kurban kesmeye devam edilmesi kararı göstermektedir ki, eğer kurul üyeleri magistratus’a karşı ön yargılı değilse, bazı kusurları görmemezlikten gelebilmektedirler. Pontifex kurulunun aldığı kararlar bu izlenimi uyandırmaktadır. Ancak augur’lar kurulu kararlarında gördüğümüz gibi, magistratus ve kurul üyeleri arasında geçmişe dayanan bir düşmanlık ya da siyasi

386 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.230 ve 400. 387 Liv.41.17.1-4 388 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.189.’da C.Claudius Pulcher’in Fulvius grubuyla birlikte hareket ettiğini belirtmektedir. Öte yandan North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.400.’de Claudius Pulcher’in de Petilius’a karşı olabileceğini ileri sürmüştür.

rekabet olduğunda, yapılan hatalar küçük bile olsa, aleyhte karar çıkması için yeterli olabilmektedir.

Öte yandan Petilius’un ölümü rahiplerin siyasi olarak değerlendirilebilecek başka bir karar almasına neden olmuş görünmektedir. Bu kararı yine Livius’tan

öğreniyoruz (41.18.16): “Periti religionum iurisque publici, quando duo ordinarii consules eius anni, alter morbo, alter ferro perisset, suffectum consulem negabant recte comitia habere posse” Bu karar İ.Ö. 176 yılında seçimle işbaşına gelen consul’lerden biri olan Cn.Cornelius Scipio Hispallus’un hastalık sonucu, diğer consul Q.Petilius’un ise savaşta öldüğünü, ölen consul’ün yerine atanan kişinin

(consul suffectus), 175 yılı seçimlerini dini kurallara uygun bir biçimde yerine getiremeyeceğini belirtmektedir. Bu kararı hangi rahip kurulunun aldığı, ayrıca

Livius’un “periti religionum iurisque publici” ifadesiyle kimleri kastettiği de bir tartışma konusudur. Bu sorunla ilgili genel eğilim, Livius’un bu deyimi augur’lar kurulu için kullandığı yönündedir389. Çünkü, söz konusu karar consul suffectus’un auspicium’a bakma hakkı olup olmadığıyla, dolayısıyla seçimleri dini kurallara uygun bir biçimde yerine getirip getiremeyeceği ile ilgilidir ve Livius’un kullandığı

“recte” sözcüğü, dini kurallara aykırı anlamına gelen “vitio” sözcüğünün karşıtı olarak, dini kurallara uygun anlamına gelen augur’lukla ilgili bir terimdir390. Buna ek olarak, Cicero’nun De divinatione yapıtında “peritus” sözcüğüyle ilgili yaptığı

389 Bkz. Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.189; Linderski, J., “The Augural Law”: s.2184-2185. Karşıt görüş için bkz. North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.397. 390 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2185.

açıklama da, Livius’un “periti religionum iurisque publici” deyimiyle augur’ları kastettiği görüşünü desteklemektedir391.

Scullard, augur’ların bu kararını, o sırada siyasal yaşamda etkili olan Fulvius grubunu denetleme girişimi olarak değerlendirmiştir. Bu grubun augur’lar kurulunda pek etkili olmadığını ileri sürmüştür392. Bu sav doğal olarak augur’lar kurulunun bu kararı verirken siyasi dürtülerle hareket ettiği, başka bir deyişle dini yetkilerini siyasi amaçları doğrultusunda kullandıkları anlamına gelmektedir. Bununla birlikte

Livius’un “Q. Petilius consul collegam… creavit C. Valerium Laevinum” tümcesi,

Valerius Laevinus’un halk tarafından seçilmediği, Petilius’un kendisi tarafından atandığı izlenimini uyandırmaktadır. Bu varsayımdan yola çıkarak, çoğunluğunu karşıt görüşten siyasetçilerin oluşturduğu augur’lar kurulunun Petilius’un atadığı

Laevinus’u engellemek istedikleri de söylenebilir. Ancak, Livius’un metninin geri kalanının eksik olması bu konuda sağlıklı bir değerlendirme yapılmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Çünkü augur’lar kurulunun bu kararı hangi gerekçeyle verdiği, bu karardan sonra nelerin yaşandığı ve de sorunun nasıl çözüldüğü belli değildir.

Laevinus’un seçimleri dini kurallara uygun bir biçimde gerçekleştiremeyeceği söylendiğine göre, seçimin yapılabilmesi amacıyla ya interregnum’a gidilmesi ya da bir dictator atanması (comitia habendi caussa) gerekmektedir. Ancak Livius’ta ve benzer durumların kaydedildiği Fasti Capitolini’de buna ilişkin hiçbir kayıt yoktur.

Buna karşın Linderski’nin görüşünün doğru olduğunu ve kurul kararının consul suffectus’un auspicium’a bakma hakkının sınırlarıyla ilgili olduğunu kabul

391 Cic. Div.2.71-72: “Hic apud maiores adhibebatur peritus, nunc quilibet. Peritum autem esse necesse est eum qui, silentium quid sit, intellegat; id enim silentium dicimus in auspiciis, quod omni vitio caret. Hoc intellegere perfecti auguris est.” 392 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.189.

edecek olursak, söz konusu kararın siyasi bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz. Bazı

Eskiçağ kaynaklarında bu olaydan yaklaşık olarak 40 yıl önce, augur Q.Fabius

Maximus’un İ.Ö.214 yılı seçimlerini consul suffectus olarak gerçekleştirdiği açıkça belirtilmiştir393. Eğer consul suffectus’un seçimleri gerçekleştirmek için auspicium’a bakma hakkı olmadığına ilişkin bir kural olsaydı, aynı kuralın 214 yılında da geçerli olması gerekirdi. Ancak oldukça ayrıntılı bilgi sahibi olduğumuz 214 yılı seçimlerinde bununla ilgili hiçbir kayıt bulunmamaktadır. O halde augur’lar kurulu

214 yılında consul suffectus’un auspicium’lara bakma hakkı konusunda sessiz kalırken, 176 yılında, benzer bir durumda Valerius Laevinus’a neden karşı çıkmıştır?

Şüphesiz iki olayda karar veren augur’lar farklı kişilerdir, olaylar farklı zamanlarda gerçekleşmiştir. Ancak kurulun belli kuralları varsa, bunların herkes için eşit biçimde uygulanacağını beklemek de doğaldır. Q. Fabius Maximus’un 214 yılında augur’lar kurulunun en tecrübeli üyesi olması, Valerius Laevinus’un ise 176 yılında kurulda görev alan birçok üyenin düşmanı olan Q. Petilius tarafından atanması belki bu kararlardaki farklılığa bir açıklama getirebilir. Ama bu açıklama da söz konusu iki kararda kurallardan çok, siyasi görüşlerin ya da kurul üyeleriyle kişisel ilişkilerin etkili olduğu anlamına gelecektir.

Bununla birlikte 176 yılında kurulun daha önce örneği olmayan yeni bir karar almış olabileceği de ileri sürülebilir. Ancak bu sav da neden 176 yılında ve neden

özellikle bu olayda böyle bir karar alındığını sormamıza neden olacaktır. Bu sorulara verilecek yanıtlar, bizi yine Q. Petilius ve Valerius Laevinus’un siyasi görüşlerinden ya da kurul üyeleriyle kişisel ilişkilerinden başka bir noktaya götürmeyecektir.

393 bkz.s.131 v.d.

Bu yıllarda consul’lerin eyaletlerine gitmek için Roma’dan ayrılırken dini törenlerin yerine getirilmesiyle ilgili kurallara uyup uymadıkları konusunda, toplumda ve siyasetçilerde bir titizlik olduğu da görülmektedir. Örneğin kendisi de bir augur olan İ.Ö.177 yılı consul’u C. Claudius Pulcher komutayı devralmak için

Istria bölgesine gittiğinde, önceki yılın consul’leri M. Iunius Brutus ve A. Manlius

Vulso, gerekli dini törenleri yerine getirmediği gerekçesiyle Claudius’un imperium’unu reddetmişlerdir394. Bunun üzerine C. Claudius Pulcher, Roma’ya dönerken görevdeşine önce bir mektup göndermiş ve zaman kaybetmemek için gerekli törenleri kendisinin yerine onun tamamlamasını istemiştir395. Livius’un aktardığına göre, Claudius Pulcher daha sonra neredeyse mektubun daha hızlı yol almış ve Roma’ya gelerek gerekli törenleri kısa bir süre içinde yerine getirip, aynı hızla tekrar eyaletine dönmüş ve komutayı devralmıştır396.

İ.Ö.168 yılında augur’lar kurulunun benzer bir kararına daha rastlıyoruz. Bu yıl için consul seçilen L. Aemilius Paullus, bir süredir Yunanistan üzerindeki hakimiyetini arttıran Perseus’la savaşmak için Macedonia’ya gönderilmiş, öteki consul C. Licinius Crassus ise Perseus’la yapılacak savaşta gerekli olacak adam ve araç-gereç desteğini sağlamak için İtalya’da kalmıştır. O yılın sonunda L. Aemilius

Paullus kazandığı yengi nedeniyle büyük bir üne kavuşmuştur. Livius’un aktardığına göre öteki consul C. Licinius Crassus ise augur’lar kurulunun verdiği bir karar nedeniyle başarı kazanmasını sağlayacak olanaklardan yoksun kalmıştır. Livius augur’lar kurulunun verdiği kararı şöyle aktarmaktadır397: “ Iam primum cum

394 Liv.41.10.7 395 Liv.41.10.11 396 Liv. 41.10.12-13 397 Liv.45.12.10

legionibus ad conveniendum diem edixit, non auspicato templum intravit. Vitio diem dictam esse augures, cum ad eos relatum esset, decreverunt.” Daha önce de belirttiğimiz gibi normalde sefere çıkacak olan consul ya da komutan auspicium’a danışmak ve komutasına verilen ordularla buluşmak için bir gün belirlemek zorundadır. Söz konusu karardan önce Crassus, İ.Ö.168 yılının ilk aylarını Aemilius

Lepidus’un komutası altında, Macedonia’da savaşacak lejyonları toplayarak geçirmiştir398. Kendisine de iki Roma legion’unun ve 10.600 kişiden oluşan müttefikler ordusunun komutası verilmiştir399. Kararın içinde geçen “vitio diem dictam esse” ve “non auspicato templum intravit” tümcelerinden anlaşıldığı kadarıyla Crassus, toplantı gününü belirlerken bir hata yapmış, auspicium’a danışmayı unutmuş görünmektedir. Yapmış olduğu bu hata nedeniyle tanrı onayından yoksun bir biçimde ilan ettiği toplanma günü geçersiz sayılmış, ordulara komuta etme yetkisi (imperium) elinden alınmış ve kendisine tahsis edilen Roma legion’ları kent yakınlarında tutulmuştur. Licinius Crassus karardan sonra Gallia

Cisalpina’ya geçmiş ve orada Latin müttefiklerinden oluşan ordusuyla kışı geçirmiştir.

John North, augur’lar kurulunun aldığı kararlarla bazı siyasi sonuçlar elde edebildiğini, İ.Ö.168 yılındaki bu olayda elde edilen sonucun ise, Crassus’u kazanabileceği bir askeri başarı umudundan yoksun bırakmak olduğunu belirtmiştir.

Böyle düşünme nedenlerinden ilkini şu biçimde açıklamıştır400: ‘Kuzey İtalya,

Macedonia savaşı boyunca sakin bir görev yeri gibi görünmektedir. Orada görev alan

398 Liv..44.21.5.-10; 399 Liv.44.21.11 400 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.411.

consul’ün görevi yöneticilikten çok da öteye geçmemektedir. Doğu’da zafer kazanmak ve zengin ganimetler elde etme olasılığı varken, Kuzey İtalya’da görev almayı oldukça sinir bozucu bulan magistratus’lar ve senatus arasında bu yıllarda defalarca sürtüşme yaşanmıştır401.’ Bu verilerden yola çıkan North, Crassus’un da senatus ile bir sürtüşme yaşamış olabileceği için, aleyhinde karar alınabileceğini ima etmektedir. Plutharkhos’un aktardıklarına bakıldığında402, Romalıların Aemilius

Paullus’u, Perseus’a karşı yapılacak savaş için, istemediği halde komutan olarak atadığı görülmektedir. Aynı biçimde CIL I.2,1 s.194 eulogium XV ‘de Paullus’un bu göreve atandığı belirtilmektedir. Bu iki kaynağın aktardıkları temel alınarak bir değerlendirme yapıldığında, Crassus’un bu atamadan rahatsız olabileceği ve Doğu’da yengi kazanma ve varsıllık elde etme olasılığı varken, Kuzey İtalya’ya atanmasına içerleyerek senatus’la bir sürtüşme içine girebileceği söylenebilir. Eğer kuraldışı ve

özel bir uygulama ile Galia Cisalpina eyaletine vali atanmış olsaydı, North’un varsayımı haklı görülebilirdi. Ancak diğer antik kaynaklar bu olasılığın zayıf olduğunu, consul’lerin nerede görev alacağının atamayla değil, olağan işleyişe uygun bir biçimde kura çekilerek belirlendiğini göstermektedir. Örneğin Cicero De divinatione 1.103’te bu konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “L. Paulus consul iterum, cum ei bellum ut cum rege Perse gereret obtigisset,…” Loeb Classical

Library edisyonunda bu tümce, “ When L. Paulus was consul the second time and had been choosen to wage war against King Perses..” biçiminde İngilizce’ye

çevrilmiştir. Çevirideki “had been choosen” ifadesinden yola çıkarak, L. Paulus’un

Macedonia savaşı için seçildiği ya da görevlendirildiği düşünülebilir. Ancak

401 I North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla., s.404 402 Plut. Aem.10

tümcenin Latince’si şüpheye yer bırakmayacak kadar açıktır. Cicero’nun burada kullandığı “obtingere” fiili çekilen kura sonucunda payına düşmek anlamındadır403.

Livius’un konuyla ilgili aktardıkları da Cicero ile aynı doğrultudadır ve kura çok daha açık bir biçimde belirtilmiştir404: “ Itaque designatos extemplo sortiri placuit provincias, ut, cum utri Macedonia consuli…” Cicero ve Livius’un kullandığı

“obtingere” ve “sortire” fiilleri, senatus’un consul’lerden birinin Macedonia’ya gideceğini, ötekinin ise Kuzey İtalya’da görev alacağını kararlaştırdıktan sonra, kimin hangi bölgeye gideceğinin kura ile belirlendiğini göstermektedir.

North’un augur’lar kurulu kararını siyasi olarak değerlendirmesinin ikinci nedeni ise, Crassus’un dini tören sırasında yaptığı hatanın, kurayla belirlenen bölgeye gittikten belirli bir süre sonra ortaya çıkmasıdır. North, eldeki veriler doğrultusunda bunun nedenini kesin olarak bulmanın olanaksız olduğunu, ancak

Crassus’a karşı alınan kararın zamanlamasında politik amaçlı hile olduğunu düşündürecek çok sayıda neden bulunduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte kararın olayın gerçekleşmesinden çok sonra alınmasının, augur’lar kurulunun içinden ya da dışından birilerinin Crassus’un yaptığı hatayı istismar ettiği düşüncesini akla getirdiğini ileri sürmüştür.

Her ne kadar elimizde bu konuda kesin bir yargıya varmaya yetecek veri bulunmasa da, Crassus’un, Macedonia savaşı sonrasındaki davranışları ile ilgili antik kaynakların aktardıkları göz önüne alındığında, kararın siyasi amaçla alındığını söylemek bir bakıma zor gibi görünmektedir. Çünkü savaşın kazanıldığı haberi geldiğinde Crassus’un Roma’da olduğu ve kutlamaları organize ettiği görülmektedir.

Haberci, yengiyi muştulayan mektubu getirdiğinde, consul Crassus arabasına binmiş

403 Glare P.G.W, Oxford Latin Dictionary, Oxford University Press, New York, 2005, s.1128 404 Liv.44.17.7

ve o sırada oyunları kutlamak için toplanan halka bu mektupları göstermiştir405.

Senatus’u toplamış ve mektupları orada da okutmuştur406. Ardından bütün yurttaşların şükranlarını sunmaları için Roma’daki tüm kutsal binaları açtırmıştır407.

Bizce bunlar haksızlığa uğradığını düşünen, kıskanç ve senatus’la sürtüşme içinde olan birinin sergileyeceği tutum ve davranışlar değildir. Dolayısıyla augur’lar kurulu kararının siyasi içerikli olması pek olası görünmemektedir. Ama öyle olduğu varsayılsa bile, Licinius Crassus’un bundan hiç yakınmadığı, aksine davranışından ve yaptığı işlerden anlaşıldığı kadarıyla, hayatından memnun olduğu açık bir biçimde görülmektedir. Bu nedenle North’un yaptığı gibi408, İ.Ö. 177 yılındaki C. Claudius

Pulcher’in başına gelenlerle bu olay arasında yapılan bir karşılaştırmadan yola

çıkarak, Crassus’un neden auspicium’ları yenilemek için Roma’ya dönmediğini,

Claudius’un yaptığı gibi neden diğer consul’e bir mektup yazarak kendisinin yerine auspicium’ları almasını istemediğini sorgulamak da bizi bir sonuca ulaştırmayacak gibi görünmektedir.

İ.Ö.162 yılı consul seçimlerinde yaşanan bir olay, kentin kutsal alanı kabul edilen pomerium’a giriş ve çıkışlarda tanrı onayına başvurmanın Romalı yöneticiler için ne kadar önemli olduğunu gösteren başka bir örnektir. P. Cornelius Scipio

Nasica Corculum ve C. Marcius Figulus bu yıl için consul seçildikten sonra, görev yerlerine gitmişler, ancak kısa bir süre sonra seçimlerinde dini bir kusur olduğu ileri sürülerek görevlerinden ayrılmaları istenmiştir. Çok sayıda Latince ve Yunanca kaynakta bu olaya değinildiği için, consul’lerin görevlerini bırakmalarına neden olan

405 Liv. 45.1.7 406 Liv. 45.1.8 407 Liv. 45.2.7 408 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.406-407.

dinsel yanlışın ne olduğu ve bu kararın nasıl alındığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabiliyoruz409. Cicero De natura deorum yapıtında söz konusu hatanın ne olduğuna ve nasıl fark edildiğine ilişkin şunları aktarır: İ.Ö. 163 yılında ikinci kez consul olan Tiberius Sempronius Gracchus görev süresinin sonunda ertesi yılın consul seçimlerine başkanlık etmiştir. Seçimde verilen oyları toplamakla görevli olan kişi (rogator), consul seçilenlerin adlarını bildirdikten sonra, aniden yaşamını yitirir.

Graccus bu olayı hiç önemsemeden seçimleri tamamlar, ancak ani gelişen bu olaydan halkın rahatsız olduğunu hissettiği için, konuyu senatus’a bildirir. Oylama sonucunu getiren memurun düşüp ölmesini, tanrıdan gelen ve bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteren bir belirti (auspicia oblativa) olarak gören senatus, Cicero’nun deyimiyle gelenek olduğu üzere haruspex’lere danışılmasına karar vermiştir. Olayı inceleyen haruspex’ler seçimlere başkanlık eden kişinin (rogator)410 usulüne uygun davranmadığını bildirmiştir. Seçimlere başkanlık eden kişi bizzat Tib. Sempronius

Gracchus’tur. Dolayısıyla, haruspex’lerin kararı doğrudan kendisini hedef aldığı için,

öfkeden küplere binen Gracchus, “ ben, hem consul hem augur olarak, üstelik auspicium’lara da danıştıktan sonra, oylama işlemini başlattığım halde, usüle uygun davranmadım, öyle mi? Siz barbar Etrüskler, kim oluyorsunuz da Roma halkının auspicium’ları hakkında karar verme hakkını kendinizde görüyor ve seçimlerin geçerliliği konusunda yorum yapabileceğinizi düşünüyorsunuz?” sözleriyle Etrüsk

409 Cic. Nat.2.10-11; Div.1.33 ve 36, 2.74; Q Fr.2.2.1; Plut. Marc.5; Val.Max.1.1.3 ve 9.3.2; Fasti Capitolini (bkz. Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et Triumphales, s.50-51.) ve Fasti Antiates Maiores (bkz. Ibid., s.160 v.d.) 410 Cicero’nun söz konusu paragrafta hem seçim sonucu getiren kişi hem de seçime başkanlık eden kişi için “rogator” sözcüğünü kullanması yalnızca bizlerin değil, aynı zamanda Romalıların da kafasının karışmasına neden olmuş görünmektedir. Bu nedenle De divinatione yapıtında (2.74) bir açıklama yaparak bu karışıklığı ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.

kökenli bilicilere senatus’tan çıkmalarını emretmiştir. Çünkü seçim işlemleri sırasında herhangi bir hata yapmadığı konusunda kendisine son derece güvenmektedir. Ancak, seçimi tamamlayıp eyaleti Sardinia’ya döndükten kısa bir süre sonra, Gracchus, augur’lar kuruluna bir mektup göndermiş ve augur’lukla ilgili kitapları okurken seçimler sırasında ne hata yaptığını hatırladığını bildirmiştir.

Cicero’nun aktardığına göre411 Gracchus, seçim öncesi tanrı onayını öğrenmek için auspicium’ları gözleyeceği çadırı, kentin kutsal alanı kabul edilen ve her giriş çıkışta auspicium’a başvurulması gereken pomerium’un dışındaki Scipio’nun bahçelerinde kurmakla, kendisinin hata işlediğini yazmıştır. Çünkü, sonradan senatus’u toplamak için kente dönerken pomerium’a girmiş, senatus toplantısından sonra, çadırına dönmek için tekrar pomerium’un dışına çıkarken, auspicium’a danışmayı unutmuştur. Gracchus, bu nedenle consul’lerin seçiminde dini bir kusur olduğunu bildirmiştir. Augur’lar kurulu konuyu senatus’a getirmiş, senatus seçilen consul’ler

P.Cornelius Scipio Nasica Corculum ve C. Marcius Figulus’un görevi bırakmaları için öneride bulunulmasına karar vermiştir. Onlar da bu karara uyarak, görevi bırakmışlardır.

Cicero De divinatione yapıtında, De natura deorum’dakine benzer sözcükler kullanarak bu olaya yine değinmektedir412. Her iki yapıtta da Gracchus’un auspicium’lara danışmadan pomerium’un dışına çıktığını ve bunun bir hata (vitium) olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte, De natura deorum yapıtındaki “…vitio sibi tabernaculum captum fuisse hortos Scipionis…” ve De divinatione yapıtındaki

411 Cic. Nat. 2.11; “…vitio sibi tabernaculum captum fuisse hortos Scipionis, quod cum pomerium postea intrasset habendi senatus causa in redeundo cum idem pomerium transiret auspicari esset oblitus;” 412 Cic. Div.1.33; “qui cum tabernaculum vitio cepisset imprudens, quod inauspicato pomerium transgressus esset, comitia consulibus rogandis habuit.”

“…cum tabernaculum vitio cepisset” tümceleri Gracchus’un auspicium’ları gözleyeceği alanı seçerken de bir hata yaptığını göstermektedir. Ancak Cicero,

Gracchus’un işaretleri gözleyeceği alan için Scipio’nun bahçelerini seçmesinde ne gibi bir kusur olduğunu açık bir biçimde belirtmemiştir413. Valerius Maximus da414,

Cicero’nun aktardığı gibi, Tiberius Gracchus’un görev yaptığı Sardinia’da dini tören usulleriyle ilgili bir kitabı okurken, yaptığı hatanın farkına varması üzerine, augur’lar kurulunu durumdan haberdar ettiğini, kurulun da konuyu senatus’a bildirdiğini belirtmektedir. O da hatanın augur’luk çadırının yerleştirildiği alan ile ilgili olduğunu söylemiş, ancak ayrıntıya girmemiştir. Fasti Capitolini ve Fasti Antiates’te seçilen consul’lerin dini bir hata nedeniyle görevi bıraktıkları “vitio facti abdicarunt.

In eorum locum facti sunt…” tümcesiyle not edilmiştir415. Ancak söz konusu vitium’un ne olduğu bu kaynaklarda da belirtilmemiştir.

Öte yandan Marcellus adlı yapıtının bir bölümünde416 bu olaya değinen

Plutarkhos’un, Gracchus’un auspicium’a danışmadan pomerium’un dışına çıkmasıyla

413 Söz konusu tümcelerin çevirisini yapanların da bu konuda zorlandıkları görülmektedir. De divinatione’nin Loeb edisyonunda İngilizce çeviriyi yapan William Armistead Falconer söz konusu tümce için iki seçenek sunmuştur (bkz. Cicero, De Divinatione, (tr.) W.A.Falconer, Harvard University Press, Cambridge, 1996, s. 262 dipnot 2 ve s.263) De natura deorum yapıtının çevirisinde ise çadırın kurulacağı alan ile ilgili kusur ve auspicium’a danışmadan pomerium’un dışına çıkılması ile ilgili kusur arasındaki ayırım yeterince vurgulanmamıştır (bkz. Cicero, De natura deorum, (tr.) H.Rackham, University Press, Cambridge, 1933, s.135) Yapıtın Türkçe çevirisi iki kusur arasındaki ayırımı daha güzel bir biçimde belirtmektedir (bkz. Cicero, Tanrıların Doğası, (çev.) F.Gül Özaktürk& Fafo Telatar, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s. 76) 414 Val.Max.1.1.3 ve 9.3.2 415 Degrassi, A., Inscriptiones Italiae, Vol. 13: Fasti et Elogia, Fasc. 1: Fasti Consulares et Triumphales, s.50-51ve 160 v.d. 416 Plut. Marc.5; “ὅταν ἄρχων ἐπ' ὄρνισι καθεζόμενος ἔξω πόλεως οἶκον ἢ σκηνὴν μεμισθωμένoς ὑπ' αἰτίας τινὸς ἀναγκασθῇ μήπω γεγονότων σημείων βεβαίων ἐπανελθεῖν εἰς πόλιν, ἀφεῖναι χρῆν τὸ προμεμισθωμένον οἴκημα καὶ λαβεῖν ἕτερον, ἐξ οὗ ποιήσεται τὴν θέαν αὖθις ἐξ ὑπαρχῆς.”

ilgili kusura hiç değinmediği ve bu bakımdan konuyla ilgili verdiği bilgilerin Cicero ve Valerius Maximus’un verdiği bilgilerle karşılaştırıldığında, yetersiz olduğu görülmektedir. Buna karşın, auspicium’ları gözlemek için kurulan çadırın yeri

(tabernaculum) ile ilgili aktardıkları, Gracchus’un Scipio’nun bahçelerini seçmekle hata yaptığını belirten, ancak bunun nedenini açıklamayan öteki kaynaklardaki eksikliği tamamlaması açısından değerlidir. Plutarkhos’un anlattığına göre, kuşların uçuşunu gözlemleyerek tanrının iradesini öğrenmek amacıyla kent dışında bir eve ya da bir çadıra yerleşmiş olan bir magistratus, kesin işaretleri almadan önce, herhangi bir nedenle tekrar kent sınırları içine girmek zorunda kalırsa, dönüşünde işaretleri gözlemek için yeni bir ev ya da çadır bulmalıdır. Tiberius Sempronius Gracchus buna dikkat etmemiş ve iki kez aynı evi – De natura deorum yapıtına göre

Scipio’nun bahçelerini – kullanmıştır. Plutarkhos’a göre, yaptığı bu yanlışı sonradan fark eden Gracchus, konuyu augur’lar kuruluna değil, doğrudan senatus’a iletmiş, senatus seçilen consul’lere bir mektupla durumu bildirmiş, onlar da Roma’ya dönüp görevlerini bırakmışlardır. Bazı bilim adamları, Plutarkhos’un anlatımındaki bu farklılığın nedenini, Cicero ve Valerius Maximus’unkinden ayrı bir kaynak kullanmış ya da kullanmış olduğu kaynağı yanlış yorumlamış olabileceği görüşünü ileri sürerek açıklamaya çalışmaktadır417. Cicero’nun söz konusu olayı aktarırken kullandığı “ut e patre audiebam” tümcesi418 bunun mümkün olabileceğini göstermektedir. Cicero bu olaylarla ilgili bilgilerini babasından duyduklarına dayandırmaktadır. Ancak auspicium’larla ilgili detaylı bilgilerin tümünü babasından duyması pek olası değildir. Bunun yerine kendisi de bir augur olan Cicero’nun

417 Valeton, I.M.J., “De Modis Auspicandi Romanorum”: s.244-245; Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, s.150. 418 Cic. Nat.2.10

babasının aktardıklarını, augur’lukla ilgili sahip olduğu teknik bilgiler ışığında biçimlendirerek yeniden yazmış olduğunu düşünmek herhalde yanlış olmayacaktır.

Öte yandan seçilmelerini tanrının onaylamadığı ileri sürülen consul’lerden biri olan Scipio Nasica’nın, Gracchus’un görev bölgesinin bir parçası olan

Corsica’da görevlendirilmesi, günümüz araştırmacılarından bazılarının bu olayda politik çıkar sağlandığını düşünmelerine yol açmıştır. Örneğin Lilly Ross Taylor,

Gracchus’un belki de kendisinden sonra consul seçilenlerin politikalarını beğenmediği için, onların göreve devam etmelerini engellemiş olabileceği varsayımında bulunmuştur419. Scullard ise, bu olaydaki politik bağlantıyı daha açık bir biçimde vurgulamış, Gracchus’un, kendi yerine seçilen Scipio Nasica’yı, consul’lükten uzaklaştırmakla, kendi bölgesi olan Corsica’dan da uzak tutmaya

çalışmış olabileceğini belirtmiştir420. Ona göre kişisel ihtiras, aile bağlarının -Tib.

Sempronius Gracchus ve Scipio Nasica Corculum, P. Cornelius Scipio Africanus’un kızlarıyla evlidir, yani bacanaktırlar- önüne geçmiştir. Buna karşın John North, bir takım gerekçelerle bu görüşlerin kuşkulu olduğunu ileri sürmüştür421. İlk olarak

Scipio Nasica’nın Gracchus’la yer değiştirme olasılığının zayıf olduğunu belirtir.

Çünkü Gracchus’un asıl eyaletinin Sardinia olduğunu, diğer consul Thalna’nın

ölümünden sonra Corsica’nın Gracchus’un yetki alanına eklendiğini söyler. Buna ek olarak Gracchus, Corsica’da çok uzun süre kalmamıştır. İ.Ö.162 yılının ortalarında

Roma’ya dönmüş ve aynı yılın sonunda da elçilik göreviyle Roma’dan ayrılmıştır.

Ayrıca bu karardan doğrudan etkilenen Scipio Nasica ve Tib.Sempronius Gracchus

419 Taylor, L. R., Party Politics in the Age of Caesar, s.84. 420 Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.227. 421 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.417.

arasında bir düşmanlık olduğuna ilişkin hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Aksine her ikisi akrabadırlar. İkinci olarak, North, Gracchus’un hatasını itiraf ettiğinde içine düştüğü durumu ele almıştır422. Seçim sonucunu getiren görevli aniden düşüp öldüğü zaman, haruspex’lerin bu olayı yorumlama biçimine çok öfkelenen Gracchus, senatus’taki toplantıda onlara karşı küçük düşürücü sözler sarf etmişti. Ancak hatasını sonradan hatırlayıp itiraf etmesi üzerine, haruspex’lerin verdikleri kararda haklı oldukları ortaya çıkmıştı. North’un deyimiyle, haruspex’lere karşı davranışında hatalı olduğunu kabul etmek, Gracchus için son derece küçük düşürücü olmalıydı.

Öte yandan yaptığı hatayı gizlemek ve bu sayede aptal gibi görünmekten kurtulmak, onun için daha kolay bir yol olurdu. Dolayısıyla Gracchus’un seçimin iptal edilmesinden elde edeceği bir kazanç yoktu.

Eskiçağ yazarlarının bu olayı aktarış biçimlerinin de North’un düşüncelerini destekler nitelikte olduğunu belirtmemiz gerekir. Özellikle Cicero, Gracchus’un bu olaydaki davranışını, atalarının kendilerinin yanıldığını kabul etme pahasına bile olsa, dini kurallara ne denli büyük önem verdiğinin kanıtsal bir örneği olarak sunmuştur. Ayrıca bu karara hiç karşı çıkmadan görevlerini bırakan consul’lerin davranışları da takdir edici sözlerle övülmüştür. De natura deorum yapıtında

Cicero’nun Stoacı Balbus’un ağzından aktardığı şu sözler bunun güzel bir örneğidir:

“Son derece bilge, belki de herkesten üstün olan o [Gracchus], devletin dini uygulamalarında karışıklığa yol açmaktansa, hatasını saklayabilecekken, açıkça söylemeyi yeğledi; konsüllerse dine karşı gelerek görevde kalmaktansa, en yüce görevi zaman geçirmeden bırakmayı yeğlediler.” 423 Dolayısıyla Eskiçağ yazarlarının

422 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla, s.418 423 Cicero, Tanrıların Doğası, (çev.) F.Gül Özaktürk& Fafo Telatar, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara,

aktardıklarında Gracchus’u böyle davranmaya iten en önemli neden, kişisel menfaat elde etme düşüncesinden çok, seçimleri tanrı tarafından onaylanmamış komutanlara

Roma ordularını teslim etmenin tehlikeli olacağı inancı gibi görünmektedir.

Bu gerçeklere karşın, yine de akıl karıştırıcı birkaç nokta olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. Birincisi, seçim sonuçlarını getiren görevlinin aniden düşüp ölmesi tanrıdan gelen uğursuz bir işaret olarak kabul edilip senatus’ta tartışılırken, nerede hata yapılmış olabileceği mutlaka araştırılmış olmalıdır.

Gracchus, 42 yıldır görev yapan son derece tecrübeli bir augur olduğu halde, onun, yaptığı hatayı yeni consul’ler göreve başlamadan önce fark etmediğini kabul etsek bile, o sırada ona eşlik edenlerden ya da augur’lar kurulundan birinin pomerium’un dışına çıkılırken auspicium’a danışılmadığına ilişkin hatayı görüp ya da hatırlayıp, onu uyarması gerekirdi. Çünkü, daha önce de belirttiğimiz gibi, ne zaman pomerium’un dışına çıkılsa, tanrı onayına başvurulması gerektiği augur’lukla ilgili temel kurallardan biridir. Gerek her yıl yapılan seçimler sırasında seçime başkanlık eden kişi, gerekse de seçimlerden sonra eyaletlerine gidecekleri sırada consul’ler, pomerium’un dışına çıkarken auspicium’a başvurular. Senatus’un ve augur’lar kurulunun bu kuralın ihlal edildiği gerekçesiyle geçmişte verdiği birçok karara daha

önce değindik. Üstelik Gracchus 177 ve 168 yıllarında buna benzer kararlar veren augur’lar kurulunun üyesiydi. İkinci olarak İ.Ö.162 yılı seçimlerinde bu temel kuralı hiçbir augur’un hatırlamadığını varsaysak bile, haruspex’ler seçime başkanlık eden kişinin hata yaptığını belirttiği zaman, bu hatanın farkına varılması gerekirdi. Ancak ne Gracchus ne augur’lar kurulu ne de senatus onların bu uyarısını dikkate almıştır.

Eskiçağ yazarları bu olayda politik çıkar elde etme umudundan hiç söz etmezler.

2006, s. 77

Bunun yerine Gracchus’un augur’lukla ilgili kitapları Sardinia’ya giderken yanına aldığına, belki can sıkıntısı nedeniyle bu kitapları okuduğuna ve bu okuma sırasında

şans eseri yaptığı hatayla ilgili bir pasaj görüp, büyük bir dürüstlükle hatasından döndüğüne Romalıları inandırmak isterler.

VI. TRIBUNI PLEBIS ET AUSPICIUM

Roma ikinci ve üçüncü Kartaca savaşlarını kapsayan dönemde, topraklarını her yönde genişleterek, Akdeniz’in egemen gücü konumuna gelmiştir. Sallustius, bu dönemde, Roma toplumundaki ahlak ve siyasi uyumun en üst seviyeye ulaştığını424, halk meclisi ve senatus’un, devleti ortaklaşa, birlik içinde yönettiğini belirtir425. İ.Ö. ikinci yüzyılın ortalarında Roma’da yaşamış olan Yunanlı tarihçi Polybios, Roma devlet yönetimini üç erk arasında (consul’ler, senatus ve halk meclisi) dengeli bir biçimde paylaştıran, monarşi, aristokrasi ve demokrasinin bir karışımı olarak nitelediği bu kendine özgü devlet yapısının başarısını aktarırken, hayranlığını gizlemez426. Yönetim erklerinden biri, yetki alanını diğerlerinin aleyhine olacak biçimde aşıp, ötekilerin üzerinde egemen olma amacını güttüğü zaman, diğerleri onu engelleyebilecek ve durdurabilecek olanaklara sahiptir. Birbirine bağımlılık ilkesi sayesinde oluşan bu status quo, erkleri uyum içinde çalışmaya zorlamıştır. Roma’nın

Akdeniz’in en büyük egemen gücü konumuna gelmesine katkıda bulunan en önemli nedenlerden biri, belki de Polybios’un “daha iyisini bulmak mümkün değil” diye nitelediği bu siyasi sistemdir.

Dış tehditler ve savaşlar içeride birliği büyük ölçüde sağlamıştır. Kartaca’nın yıkılmasından sonra bu dengelerin yavaş yavaş temelinden sarsıldığını görürüz. O dönemin doğrudan tanığı olan Polybios, Romalıları bir arada tutan unsurlar içinde en

424 Sall. Hist.1.11 425 Sall. Iug. 41.2 426 Polyb. 6.11-18

önemlilerinden birinin kendi varlıklarına yönelik dış tehditler olduğunu şu sözlerle anlatmaya çalışmıştır427:

“…ne zaman onları uyum içinde hareket etmeye ve birbirlerini desteklemeye zorlayan, ortak çıkarlarına yönelik bir dış tehdit ortaya çıksa, devletin gücü öyle büyük bir duruma gelir ki, hepsi içinde bulundukları anın gereğini yerine getirmek için var güçleriyle yarışırken, gerekli olan hiçbir şey savsaklanmaz. Hem kamusal hem de bireysel alanda kendilerine biçtikleri görevi yerine getirmek için birlikte çalışırlarken, hızla uygulanması gereken hiçbir plan başarısızlıkla sonuçlanmaz. Bunun sonucunda, bu kendine özgü yönetim biçimi, belirlenmiş olan her hedefe ulaşma konusunda karşı konulmaz bir güç kazanır.”

Senatus’un, consul’lerin ve halk temsilcilerinin, savaş zamanı gösterdikleri bu uyum ve birlikte hareket etme becerisini barış zamanında gösteremediklerini de şu sözlerle belirtir428:

“Ne zaman dış tehditten kurtulsalar, iyi talihlerinin ve başarılarının sonucu olan bolluğun meyvelerini toplamaya başlasalar, refahın tadını çıkarırken, sık sık olduğu gibi kibir, küstahlık, dalkavukluk ve tembellik nedeniyle bozulmaya başlasalar….”.

Diğer Eskiçağ kaynaklarında da, Polybios’un bu gözlemine benzer ifadelere rastlarız. Örneğin, ikinci ve üçüncü Kartaca savaşı arasındaki dönemde ahlak ve siyasi uyumun en üst düzeye çıktığını belirten Sallustius düşman korkusundan kurtulunca, toplum içinde anlaşmazlığın, itibar hırsının ve aç gözlülüğün arttığını, nobilitas’ın saygınlığı, halkın da özgürlüğü bir tür aşırı tutku haline getirdiğini, her

427 Polyb. 6.18. 428 Ibid.

birinin işleri kendi çıkarına göre yürütmeye başladığını belirtir429. Plutarkhos’a göre, yaşlı Cato’nun “Kartaca yıkılmalıdır” sözüne “ Kartaca esirgenmelidir” sözüyle karşı

çıkan P. Cornelius Scipio Nasica Corculum, Kartaca tehdidini, Roma’daki kalabalık halk kitlesinin çılgınlıklarını dizginleyen bir gem olarak görüyordu; Halkın, yengilerin ve refahın getirdiği kibir ve küstahlık içinde, senatus’un otoritesini reddettiğini çok önceden görerek Kartaca tehdidine katlanılmasını istemişti; Buna karşın yaşlı Cato, egemenliklerine yönelik bu tür dış tehditlerin, tümüyle ortadan kaldırılması gerektiğini, ancak bu sayede içeride yaptıkları hatalara bir çare bulmak için özgür olabileceklerini düşünmüştü430.

İ.Ö.2.yüzyılın ikinci yarısının, senatus’u oluşturan yönetici soylu sınıf ile halk temsilcileri arasındaki siyasi mücadelenin sertleştiği, iç savaşın tohumlarının atıldığı, sancılı bir dönem olduğu günümüzde neredeyse tüm araştırmacılar tarafından kabul edildiğine göre, Yaşlı Cato’nun içeride yapılan hataları çözmek için gerekli gördüğü özgür ortam düşüncesinin gerçekleşmediği açıktır. Aksine Gracchus kardeşler ve Saturninus gibi halk temsilcileriyle, var olan düzenin korunmasından yana olan senatus üyeleri arasında yaşanan şiddetli tartışmalar ve dökülen yurttaş kanı sonucu, az da olsa var olan özgür ortam yitirilmiş, iç savaşların yolu açılmıştır.

Daha da ironik olan, Tiberius Gracchus’un öldürülmesiyle sonuçlanan ve iç savaşların başlangıcı olarak kabul edilen olayları başlatan kişi, zamanında yaşlı

Cato’nun Kartaca’ya ilişkin görüşlerine karşı çıkan P. Cornelius Scipio Nasica

Corculum’un oğlu P. Cornelius Scipio Nasica Serapio’dur.

429 Sall. Hist.1.11; Iug.41.5 430 Plut. Cat.Mai. 27.1-4

Roma’daki bu kargaşa döneminin oluşmasında ekonomik nedenlerin öne

çıktığı görülmektedir. Polybios’un dediği gibi Roma toplumu savaş zamanı bir bütün olarak çalışmış, üzerine düşeni yapmış, ancak savaşta kazanılan zaferin getirdiği varsıllık toplumda eşit oranda dağıtılamamıştır. Savaşlarda ele geçirilip kamulaştırılan topraklar (ager publicus), censor’larca kiraya verilirken ya da satılırken, küçük ve orta düzeydeki çiftçiler, gerek ekonomik güç gerek bu toprakların kendilerine verilmesini sağlayacak siyasi ilişki bakımından büyük toprak sahipleriyle rekabet edememişlerdir. Bu toprakların büyük bölümünü ele geçiren zengin soylular, Appianos’un deyimiyle zaman zaman ikna yoluyla, zaman zaman da güç kullanarak, yanlarındaki küçük çiftlikleri de ele geçirince, daha sonra Ortaçağ’da feodal yapıda yeniden görüleceği gibi, çok geniş arazilere (latifundia) sahip olmuşlardır. Çok sonraki bir dönemde, Nero zamanında, yaşlı Plinius latifundia’ların

İtalya’yı yıkıma sürüklediğini üzülerek belirtmiştir431. Büyük çiftlik sahipleri arazilerinde genelde savaş esiri olan köleleri çalıştırarak kazançlarını daha da arttırmışlardır. Kölelerin kullanılması zenginlere birçok avantaj sağlamıştır. Ergin kölelerin düşük iş gücü maliyeti getirmesinin yanında, onların çocuklarından da ek iş gücü olarak yararlanılmıştır. Askerlik hizmetinden muaf olmaları nedeniyle onları

çalıştırmak özgür kişileri çalıştırmaktan çok daha kârlı görünmektedir. Köleliğe dayalı bu yeni düzen, Roma’da oturan ve siyasetin içinde aktif rol alan büyük çiftlik sahiplerine ithalat yoluyla daha fazla kazanç sağlayan bir mekanizmaya dönüşmüştür. Köle emeğine dayalı üretim yapan eyaletlerdeki büyük çiftliklerden getirilen tahılın, maliyetin düşük olması nedeniyle, Roma’da ucuza satılması, onlarla rekabet edemeyen İtalya’daki küçük çiftlik sahiplerinin toprağını satarak Roma’ya

431 Plin. HN.18.35: Nero zamanında Africa eyaletinin yarısının altı toprak ağasına ait olduğunu belirtir.

göç etmesine neden olmuştur. Öte yandan özgür yurttaşlar çiftliklerde

çalışamadıkları ya da karın tokluğuna iş bulabildikleri için, vergiler ve askerlik hizmeti nedeniyle daha fakirleşmişlerdir. Kısacası, Roma orta sınıfı olan köylülerin sayısı giderek azalmıştır. Orta sınıfın yok olmaya başlaması, zenginle fakir arasındaki uçurumun artması, mevcut düzenin sürmesinden yana olan soylular

(optimati) ve onların yandaşları ile halkın bu biçimde yaşamını sürdüremeyeceğini savunan halkçılar (populares) arasında siyasi kavgaların ve sosyal karışıkların

çıkmasına neden olmuştur. Üzerinde çok sayıda çalışmanın yapıldığı bu sosyal karışıklık ve siyasi mücadele ortamı, auspicium’lar ile olan ilgisi ve bu konuda içerdiği bilgiler bakımından değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Elimizdeki bilgiler daha önceki dönemlerle ilgili olanlardan nitelik bakımından biraz daha farklıdır. Çünkü bundan önceki bölümlerde değindiğimiz olayları aktaran Eskiçağ kaynakları söz konusu olayların gerçekleştiği andan çok daha sonraki bir döneme, İ.Ö. birinci yüzyıla aitti. Ancak, İ.Ö. 2.yüzyılın ortalarında

Roma diniyle ilgili olarak ilk kez o dönemde yaşamış bir yazarın, İ.Ö. 160 civarında tutsak olarak Roma’ya getirildikten sonra, uzun yıllar burada birçok olaya tanık olmuş ve yönetici sınıfla yakın ilişkiler kurmuş olan Polybios’un gözlemleri sayesinde bilgi edinmekteyiz432. Polybios’un, Roma’da dini geleneklere verilen

önemden, dini törenlerde gösterilen özen ve titizlikten etkilendiği görülmektedir.

Daha da önemli olan, yasadışı arzularla dolu dediği halkı kontrol etmek amacıyla dinin yöneticiler tarafından bir araç olarak kullanıldığı yönündeki gözlemidir.

Romalıların bu bakımdan Yunanlılardan çok daha farklı olduğunu söylemiştir.

Ancak dinin bir araç olarak nasıl kullanıldığının ayrıntılarını ne yazık ki vermemiştir.

432 Polyb. 6.56.6

Öte yandan Polybios’un çizmiş olduğu bu tabloda yer alan halkın, dinle kandırıldığından çok da habersiz olmadığını, ekonomik ve siyasi alanda baş gösteren memnuniyetsizliğin ve tartışmaların dinle ilgili kurumlara da sıçradığını düşünmemiz için geçerli bulgular vardır. Bunlardan biri, rahip kurullarında boşalan üyeliklerin halkın yapacağı seçimle doldurulmasını öngören, İ.Ö.145 yılı halk temsilcisi C.

Licinius Crassus’un yasa tasarısıdır. Tasarı hakkında tek kaynağımız Cicero’dur.

Yazarın De amicitia yapıtında konuşturduğu Laelius, rahipleri seçme yetkisini kurullardan alıp halkın lütfuna bıraktığı için, Crassus’un tasarısını avam, halkçı

(popularis) bulur ve bu nedenle eleştirir433. Cicero, Laelius’un yaptığı güçlü konuşmanın, ikna ediciliği sayesinde ve tanrılara duyulan saygının yardımıyla halk meclisi üzerinde etkili olup, tasarının reddedilmesi amacına eriştiğini belirtir. Yazar,

Brutus yapıtında434 ise, Laelius’un tasarıya karşı çıkarken yaptığı bu konuşmanın son derece hoş ve konunun gerektirdiği kutsallığa yakışır olduğunu söylemiştir. De natura deorum’dan435 öğrendiğimiz kadarıyla Laelius, tanrılara saygı duyulması gerektiği konusunda konuşurken, pontifex yasasından, ataların geleneklerinden ve

Kral Numa’dan miras kalan küçük kutsal kaplardan söz etmiştir. Cicero’nun aktardıklarından tasarının halk meclisinde reddedildiği anlaşılmaktadır. Elimizdeki verilerin bunlarla sınırlı olmasına karşın, yine de bir takım sonuçlar çıkarılabileceğini düşünüyoruz.

C. Licinius Crassus bu yasa tasarısını sunana kadar, dört büyük dini kurulda görev alan rahiplerden biri yaşamını yitirdiğinde, yerine seçilecek kişi kurul üyeleri

433 Cic. Amic. 96: “…quam popularis lex de sacerdotiis C. Licinii Crassi videbatur; cooptatio enim collegiorum ad populi beneficium transferebatur.” 434 Cic. Brut.83 435 Cic. Nat.3.43

arasında yapılan bir oylamayla belirleniyordu436. Kurul üyelerinin yeni görevdeşlerini seçtikleri bu sürece cooptatio deniliyordu. Adayın ya da adayların kurul üyelerinden hiçbiriyle kişisel düşmanlığının olmaması en önemli koşullardan biriydi. Dolayısıyla cooptatio yöntemi, bir yandan istenmeyen bir kişinin kurullara girmesine engel olduğu, diğer yandan da üyeler arasındaki fikir ayrılıklarını azalttığı için, kurulların bir bütün olarak hareket etmelerine olanak sağlıyordu. Bu bakımdan dinin afyon gibi bir yatıştırıcı olarak kullanıldığına ilişkin Polybios’un gözlemini, uygulamada gerçekleştirebilecek yapılardan biri ve belki de en önemlisi bu rahip kurulları gibi görünmektedir. Halk temsilcisi C. Licinius Crassus’un o güne kadar uygulana gelen geleneksel düzen ve yöntemin değiştirilmesini öngören yasa tasarısı, yalnızca soylu üyelerin karar verebildiği bu yapıya bir meydan okuma gibidir. Bu tasarının hedefinin yalnızca rahipler mi yoksa rahiplerin de içinde yer aldığı yönetici sınıf mı olduğunu tam olarak belirlemek güçtür. Çünkü Crassus’un genel olarak optimati’ yi hedef almış olabileceği düşüncesini destekleyen başka bir olay daha vardır. Cicero, De amicitia 96’da, Crassus’un halka hitap ederken yüzünü Forum’a dönme geleneğini başlatan kişi olduğunu söyler. İlk bakışta ne anlama geldiği pek de anlaşılmayan bu hareketin, Plutarkhos’un C.Gracchus’un hayatını anlattığı yapıtında yer alan bir bölümün eşliğinde değerlendirildiği zaman, aslında sembolik bir anlam taşıdığı görülmektedir437. Plutarkhos, Gaius Gracchus’tan önceki halk temsilcilerinin

436 İ.Ö. 3. yüzyıldan sonra pontifex maximus seçiminde farklı bir yöntem uygulanmaya başlanmış, otuz beş tribus arasından kura ile belirlenen on yedisinin oy verdiği özel bir toplantıda, pontifex kurulu üyeleri arasından seçilmeye başlanmıştır. Licinius’un önerisi bu yöntemin diğer kurullar için de uygulanmasını amaçlamaktadır. Bu seçim yöntemi İ.Ö.104 yılında çıkan lex Domitia ile diğer rahip kurulu üyelerinin seçimi için de uygulanmaya başlanmıştır. Konuyla ilgili biblografya için bkz. Taylor, L. R., “The Election of the Pontifex Maximus in the Late Republic”, Classical Philology 37 (1942): s.421 dipnot 1. 437 Plut. C.Gracch. 5

Forum’da halka hitap ederken yüzünü senatus’a döndüğünü belirtmiştir; İlk kez C.

Gracchus konuşma yaparken sırtını senatus’a, yüzünü Forum’a çevirmiş ve bu hareketiyle sembolik olarak konuşmacıların senatus’a değil, halka hitap etmesi gerektiğini ima etmiştir. Plutarkhos, bu yeniliği yanlışlıkla C.Gracchus’a atfetmiş olsa da, konuşurken yüzünü Forum’a dönmenin aslında senatus’a sırt çevirmek gibi sembolik anlam taşıdığını anlamamızı sağlamaktadır.

Tasarıya karşı çıkarak onun yasalaşmasına engel olan Laelius’un rahip kurullarında görev alan kişilerle, özellikle augur kurulu üyeleriyle arasının iyi olduğu anlaşılmaktadır. Büyük olasılıkla bu konuşmayı yaptıktan dört yıl sonra, yani İ.Ö.

141 yılında, önceden desteklediği cooptatio yöntemiyle augur seçilmiş ve yakın dostu P. Cornelius Scipio Aemilianus Africanus ile birlikte kurulun üyelerinden biri olmuştur438. Öte yandan belki yönetici sınıfa tepkilerini göstermek için, belki rahiplerin yetkilerini halkın yararına kullanmadıklarını düşündükleri için, belki de kendileri bu görevlere seçilmeyi başaramadıkları için, halkçılar arasında rahip seçim usulü konusunda duyulan rahatsızlık devam etmiş görünmektedir. Örneğin, İ.Ö. 104 yılında, başka bir halk temsilcisi Cn. Domitius Ahenobarbus, ölen babasının yerine rahip seçilemeyince, sinirlenip aynı tasarıyı yeniden gündeme getirmiş ve bu sefer kabul edilen tasarı yasalaşmıştır439. Bu konuya ileride daha ayrıntılı olarak değinilecektir440

Karşıt görüşlü iki siyasi grubun dini kurumların yetkileri konusunda anlaşmazlık içinde olduğunu gösteren iki yasa daha vardır: Leges Aelia ve Fufia. Bu

438 Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.478-479. 439 Cic. Leg.agr. 2.16 ve 18, Corn.2, Ad Brut. 1.5.3; Asc. Corn.79-80C; Suet. Ner.2.1; Auct. ad Her.1.20; Dio Cass.37.37 440 bkz.s.178 v.d.

yasalar hakkında bildiklerimiz büyük ölçüde Cicero’nun, siyasi rakibi P.Clodius’un

çıkarmış olduğu bir yasayı eleştirdiği sırada söylediklerine dayanmaktadır. Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla çoğunlukla tek bir yasaymış gibi algılanan lex Aelia ve lex Fufia içerik olarak, yasa tasarılarının zamanlaması ve tanrının rızasının olup olmadığı konusunda bir takım düzenlemeler getiriyordu441. Lex Aelia, magistratus’lara yasa tasarılarının görüşüldüğü sırada tanrıların düşüncesini

öğrenmek için gökyüzünü gözleme (de caelo servare), olumsuz bir işaret gördükleri takdirde, bunu toplantıya başkanlık eden diğer magistratus’a bildirme (obnuntiatio), dolayısıyla araya girerek yasa tasarısının görüşülmesini engelleme (legi intercedere) yetkisi veriyordu. Görünüşe göre bu yasalar consul, praetor gibi magistratus’lara daha önce sahip olmadıkları bir yetkiyi, halk meclisinde yasalar görüşülürken, gökyüzünü gözlemleme ve olumsuz bir işaret gördükleri takdirde, araya girip toplantıyı durdurma yetkisini veriyordu. Aynı hak, consul’ler ya da praetor’ların başkanlık ettiği toplantıların durumunda halk temsilcilerine de tanınmış görünmektedir. Ancak çok eskiden beri zaten veto yetkileri olan halk temsilcileri için bu yetki çok da büyük bir ayrıcalık gibi görünmemektedir. Lex Fufia ise resmi işlerin yapılamayacağı günlerde yasa tasarılarının görüşülemeyeceğine ilişkin hükümler içeriyordu. Daha açık bir biçimde söyleyecek olursak, önceden dies comitiales olan

441 Cic. Red.sen. 11: “…quo inspectante ac sedente legem tribunus plebis tulit, ne auspiciis optemperaretur, ne obnuntiare concilio aut comitiis, ne legi intercedere liceret: ut lex Aelia et Fufia ne valeret:” ; Sest. 33: “ Isdemque consulibus sedentibus atque inspectantibus lata lex est, ne auspicia valerent, ne quis obnuntiaret, ne quis legi intercederet, ut omnibus fastis diebus legem ferri liceret, ut lex Aelia, lex Fufia ne valeret.”, Sest. 56; “…mitto eam legem quae omnia iura religionum, auspiciorum, potestatum, omnis leges quae sunt de iure et de tempore legum rogandarum, una rogatione delevit.”; Prov.cons. 46; “…qua re aut vobis statuendum est legem Aeliam manere, legem Fufiam non esse abrogatam, non omnibus fastis legem ferri licere; cum lex feratur, de caelo servari, obnuntiari, intercedi licere…” ; Har. resp. 58: “…sustulit duas leges, Aeliam et Fufiam, maxime rei publicae salutares : censuram exstinxit: intercessionem removit: auspicia delevit:”

seçimlerden önceki yirmi dört günlük süreyi, dies nefasti’ye çevirerek bu günler içerisinde yasa tasarısı sunulmasını ve görüşülmesini yasaklamıştır442.

Bu iki yasanın tarihine gelince, Cicero kendi rakibi P.Clodius’a karşı

kendisini desteklemeyi reddeden İ.Ö.58 yılı consul’ü L. Calpurnius Piso Caesoninus

aleyhinde yaptığı konuşmasında “Aelia ve Fufia yasaları çıkalı aşağı yukarı yüzyıl

oldu” ifadesini kullanmıştır443. Söz konusu konuşma İ.Ö. 55 yılında senatus’ta yapıldığına göre, bu iki yasanın yürürlüğe girme tarihi İ.Ö.2.yüzyılın ortaları olmalıdır444. Bu tarih bizi Licinius Crassus’un rahip seçim yönteminde değişiklik

öngören tasarısından önceye götürmektedir. Lex Aelia ve lex Fufia’nın tarihi kadar, hangi amaçla çıkarıldıkları da önemlidir. Cicero bu konuda da önemli ipuçları

vermiştir.445 Sürgünden döndükten sonra senatus’ta yapmış olduğu bir konuşmada atalarının bu yasaları halk temsilcilerinin çılgınca girişimlerine karşı (contra

tribunicios furores) devletin güvencesi olsun diye çıkardıklarını belirtmektedir.

Calpurnius Piso’ya karşı yaptığı konuşmada446, bu yasaları huzurun ve güvenliğin

442 Taylor, L. R., “Forerunners of the Gracchi”, The Journal of Roman Studies 52 (1962): s.23. 443 Cic. Pis. 10; “ Centum prope annos legem Aeliam et Fufiam tenueramus…” 444 Modern kaynaklardan büyük bir kısmı bu tarihin İ.Ö.158-145 arası olduğunu söylemektedir: bkz. Frank, T., “Italy”, (ed.) Cook, S. A. , The Cambridge Ancient History vol.8, Cambridge University Press, Cambridge, 1930 içinde: s.367; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.452-453; Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, s.28.; Taylor, L. R., “Forerunners of the Gracchi”: s.22 ve dipnot 21; North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.462 dipnot 227. Buna karşın Sumner’ın bu tarihin ancak İ.Ö.132 yılı olabileceği yönündeki değerlendirmesi, Cicero’nun centum prope annos ifadesini çok zorlamaktadır. (bkz. Sumner, G.V., “Lex Aelia, Lex Fufia”, The American Journal of Philology 84 (1963): s.344-350. 445 Cic. Red.sen. 11: “…quae [lex Aelia et Fufia] nostri maiores certissima subsidia rei publicae contra tribunicios furores esse voluerunt.” 446 Cic. Pis. 9

siperi olarak tanımlar. Cicero’nun bu sözlerini yorumlayan Asconius447, devlete zarar vereceği düşünülen yasaların lex Aelia’nın magistratus’lara verdiği obnuntiatio yetkisi kullanılarak engellendiğini belirtmiştir. Cicero, İ.Ö.59 yılı halk temsilcisi

Publius Vatinius’u Lex Aelia ve lex Fufia’nın hükümlerine uymamakla suçladığı konuşmasında 448 atalarının bu niyetlerinde başarılı olduklarını, yasalardaki hükümleri kullanarak birçok kez halk temsilcilerinin çılgınca hareketlerini bastırdıklarını söylemiştir. Aynı konuşmanın devamında Gracchus kardeşler,

Saturninus ve Drusus gibi halk temsilcilerinin bunların arasında yer aldığını belirtmiştir. Cicero’nun bu sözlerinin ne ölçüde doğru olduğu, ayrıca Lex Aelia ve lex

Fufia’nın bu halk temsilcilerinin çıkardıkları yasaları engellemek için kullanılıp kullanılmadığı bir tartışma konusu olabilir.

Konu gereği, ilk olarak Tiberius Gracchus’un yasa tasarısının ele alınması uygun görülmektedir. Daha önce değindiğimiz gibi Tiberius’un halk temsilcisi olduğu yıllarda ekonomik sorunların yarattığı sosyal dengesizlik olduğunu belirtmiştik. Tiberius, göreve başlar başlamaz toplumdaki bu dengesizliği ortadan kaldırmayı amaçlayan bir yasa tasarısı sunmuştur. Tasarı İ.Ö. 367 yılında çıkarılmış olan, devletin ele geçirip kamulaştırdığı toprakların (ager publicus) 500 iugerum’dan

(yaklaşık 125 hektar) fazlasına sahip olmayı yasaklayan Licinius-Sextius yasasının uygulanmasını öngörüyordu. Yasaya aykırı olarak bu miktar’dan fazlasına sahip olanların toprağı ellerinden alınacak ve Roma ordusunun bel kemiğini oluşturan küçük toprak sahiplerini yeniden güçlendirmek için küçük parseller halinde halka dağıtılacaktı. Bildiğimiz kadarıyla Tiberius’un tasarısı yasalaşmıştır, ancak senatus

447 Asc. Pis.8.1 448 Cic.Vat.18: “…quae leges saepe numero tribunicios furores debilitarunt et represserunt”

kendi kontrolünde olan hazinenin kullanımı konusunda sürekli engel çıkararak toprak dağıtım işini engellemeyi başarmıştır.

Tiberius Gracchus ve auspicium’larla ilgili bilgiler, onun öldürüldüğü gün fark etmiş olduğu ve görmezden geldiği söylenen uğursuz işaretlerden ibarettir449.

Şafak vakti bir pullarius yanında auspicium’a bakmak için kafeste taşınan tavuklarla birlikte Tiberius’un evine gelir. Tavukların önüne yemleri atmasına karşın tavuklardan hiçbiri dışarı çıkmaz. Pullarius kafesi kuvvetli bir biçimde sarsınca, yalnızca bir tavuk dışarı çıkar, ama yemlere dokunmaz. Onun yerine sol kanadını kaldırır, ayağını gerer ve doğruca kafese geri döner. Bu uğursuz işarete canı sıkılmasına karşın Tiberius, halkın Capitol’de toplandığını öğrenince, dışarı çıkmaya karar verir. Eşikten geçtiği sırada ayağı takılır ve sendeler. Ayağını eşiğe öyle sert vurur ki, başparmağının tırnağı kırılır ve kan ayakkabısından dışarı sızar. Uğursuz işaretler görünmeye devam eder. Yoluna devam ederken, birbiriyle kavga eden kuzgunlar görünür. Kuzgunlardan birinin ağzından bir taş parçası düşerek

Tiberius’un ayağına gelir. Capitol’e ulaştığında uğursuz sayılan başka olaylar da gerçekleşir450. Görüldüğü gibi antik kaynaklarda aktarılan bu uğursuz işaretlerin tümü, tanrının Tiberius’un yaptıklarını onaylamadığı ya da tanrının isteklerine karşı gelen birinin başına neler gelebileceğini gösteren belirtiler olarak (auspicia oblativa) algılanabilir. İçlerinden yalnızca biri, kafesten salınan tavukların yem yiyişinin incelenmesi auspicia impetrativa’dır. Bu da şüphesiz herhangi bir resmi amaç taşımadığı ve Tiberius’un evinde gerçekleştiği için auspicia privata’dır. Dolayısıyla antik kaynaklarda auspicium’lar bahane edilerek Tiberius’u engellemeye yönelik resmi bir girişim olduğu yönünde hiçbir kanıt yoktur. Onun zenginlerin çıkarlarını

449 Plut. Ti.Gracch. 17; Val.Max. 1.4.2; Obs. 27a 450 Val.Max. 1.4.2

hedef alan tasarısı göz önüne alındığında bu durum oldukça ilginç görünmektedir.

Başlangıçta, Tiberius’un toprakla ilgili tasarısını senatus ve rahip kurulu üyelerinden

bazılarının desteklemiş olması belki bunda etkili olabilir451. Belki de aktarılan bu olaylar Tiberius Gracchus karşıtı anti propaganda olabilir. Ama kesin bir şey söylemek olası görünmemektedir.

Öte yandan Tiberius’un kardeşi Gaius Gracchus’un halk temsilciliği sırasında bir yasanın dini gerekçelerle iptal edildiğine ilişkin ipuçları bulunmaktadır. Gaius, halk temsilcisi olduğu iki yıl boyunca senatus’un yetkilerini kısıtlayıcı nitelikte

birçok yasa çıkarmıştır. Örneğin, Polybios’un halkı senatus’a karşı itaatkâr olmaya

zorlayan en önemli etkenlerden biri olarak gördüğü452 “mahkemelerdeki yargıçlık görevini” kısmen senator’lerden alıp atlı sınıfına devretmiştir. Mali konular senatus’un yetki alanında olmasına karşın, halk meclisinden, halka düşük fiyattan

buğday dağıtılmasını öneren bir yasa çıkartır. Çıkartmış olduğu bu yasalar sayesinde

451 Tiberius’un kayın pederi, princeps senatus olan Appius Claudius Pulcher, 133 yılı consul’ü, pontifex P.Mucius Scaevola, pontifex P. Licinius Crassus tasarının oluşmasına katkı sağlayarak desteklerini göstermişlerdir (Cic. Acad. 2.13; Plut. Ti.Gracch. 4). Augur’lar kurulu üyelerine gelince: Tiberius’un kendisi augur’dur. Kayın pederi ve tasarısının fikir babalarından biri olan Appius Claudius Pulcher augur’lar kurulu üyelerinden biridir. Tasarının oluşmasına katkı sağlayan P.Mucius Scaevola’nın kardeşi, augur Q.Mucius Scaevola da büyük olasılıkla Tiberius’un tasarısını desteklemiştir. Augur’lardan biri olan Q. Caecilius Metellus Macedonicus, Lintott’a göre tasarının amacına sempati duyuyordu, ancak Tiberius’un yaptıklarını onaylamıyordu (bkz. Lintott, A., “Political History, 146-95 B.C.”, (ed.) Crook, J. A.& Lintott, A.& Rawson E., The Cambridge Ancient History vol.9, Cambridge University Press, Cambridge 1992, 20067 içinde: s.74.) Diğer iki üye, Cornelius Scipio Africanus Aemilianus (o sırada Roma dışındadır) ve Caius Laelius’tur. Her ne kadar Appius Claudius Pulcher ve grubunun siyasi rakibi olsalar da, onların da Tiberius’un yaptıklarını değil, ancak tasarısının amacını desteklediklerini düşünmemiz için geçerli nedenler vardır. Çünkü yakın dostu Scipio Africanus’un desteğiyle consul seçilen C. Laelius, 140 yılında senatus’a benzer bir tasarı getirmiş, ancak Plutarkhos’un deyimiyle etkili kişilerin karşı çıkmasından dolayı korkup tasarıyı geri çekmiştir (Plut. Ti.Gracch. 8.; ayrıca bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.479; Lintott, A., “Political History, 146-95 B.C.”, s.60. 452 Polyb.6.17.7-8

sahip olduğu halk desteğini daha da arttırmıştır. 122 yılında başka bir halk temsilcisi olan C. Rubrius’a destek vererek, yeni koloniler kurulmasını öngören tasarının yasalaşmasını sağlamıştır. Ardından, bir önceki yılın consul’ü Fulvius Flaccus’la birlikte Kartaca’da kurulacak yeni koloninin yerini belirlemek için seçilen üç kişilik komisyonda görev almıştır. Eski Kartaca şehrinin bulunduğu yeri, kurulacak yeni koloninin yeri olarak belirledikten sonra oraya 6000 kişinin yerleştirilmesini

öngörmüşler ve Roma’ya dönüp tüm İtalya’dan bu 6000 kişiyi belirlemişlerdir.

Appianos’a göre bu sırada gerekli işleri tamamlamak üzere Kartaca’da kalmış olan görevliler, senatus’a bir mektup göndererek, Gracchus’un ve Fulvius’un koloninin yerini işaretlemek için kullandıkları sınır taşlarını kurtların yerlerinden çıkarıp etrafa dağıttıklarını belirtir453. Plutarkhos başka uğursuz işaretlerin de görüldüğünü belirtir.

Aniden ortaya çıkan bir fırtına Roma sancağını parçalara ayırır. Kasırga, sunakların

üzerinde duran kurbanları yerinden kaldırıp dağıtır ve Gaius’un diktiği sınır taşlarının ötesine savurur. Biliciler, bu olayları yeni kurulacak koloniye tanrının izin vermediği biçiminde yorumlarlar454. Senatus, yaptığı toplantının ardından Kartaca’da koloni kurulması için çıkarılmış olan yasanın (lex Rubria) iptal edilmesini önerir455.

Bu karar karşısında çılgına dönen Gaius Gracchus ve Fulvius Flaccus senatus’un kurtlar konusunda yalan söylediğini iddia ederler ve yandaşlarıyla birlikte toplantının yapıldığı Capitolium’a giderler. Burada iki taraf arasında başlayan çatışma Gaius

Cracchus ve Fulvius Flaccus’un öldürülmesiyle sonuçlanmıştır.

Eskiçağ yazarlarının aktardıklarından anladığımız kadarıyla bu yasa dini gerekçelerle iptal edilmiştir, ancak bu iptalin auspicium’larla bir ilgisi olup

453 Plut. C.Gracch. 11; App. B Civ. 1.24; Obseq. 33 454 App. loc.cit. 455 App. loc.cit.; Plut. C.Gracch. 13.3

olmadığını anlamak için biraz daha ayrıntılı bir inceleme yapmak gerekmektedir. Bu olayda bir magistratus’un Lex Aelia ya da Fufia’nın hükümleri uyarınca, obnuntiatio yetkisini kullandığını düşünmemizi gerektiren bir durum yoktur. Çünkü bir magistratus itiraz etme hakkını ya toplantı başlamadan önce ya da toplantı sırasında, kullanabilir. Oysa lex Rubria’nın iptali uzun süre sonra, görevliler bu yasa uyarınca

Kartaca’da kurulacak koloniyi düzenledikten sonra gerçekleşmiştir. Görünen o ki, uğursuz işaretler bildirilince senatus, ilgili rahip kurulunun görüşüne başvurmuştur.

Appianos, bu rahip kurulu için μάντις sözcüğünü kullanmıştır. Bu sözcük Yunanlı yazarlar tarafından hem haruspex hem de augur’lar için kullanılabilen bir terimdir.

Weinstock ve Rawson senatus’un augur’lar kuruluna başvurduğunu ileri sürmüşlerdir456. Ancak her ikisi de varsayımlarının nedenlerini açıklamamıştır. Bu görüşe karşı çıkan Macbain, augur’ların bir toplantı sırasında şimsek çakması ve kuşların uçuşu dışındaki işaretleri yorumlamadıklarını ileri sürmüştür457. Ancak

Linderski’nin değerli çalışması, augur’ların etkinlik alanının Macbain’in düşündüğünden çok daha geniş olduğunu göstermiştir458. Augur’lukla ilgili Yunan tarih yazarlarının kullandığı terimleri incelediği eserinde Vaahtera, Appianos’un eserinin başka yerlerinde her iki rahip kurulu için aynı sözcüğü kullanmış olduğunu gösterdikten sonra, bu olayda kastedilen rahip kurulunun haruspex’ler olduğunu ileri sürmüştür459. Çünkü prodigium’ların onların uzmanlık alanına girdiğini söylemiştir.

Ancak cumhuriyet dönemindeki prodigium’ları inceleyen Macbain’in yapıtından

456 Weinstock, S., “Obnuntiatio”,Wissowa, G. ve Kroll, W. (ed.), Paulys Realencyclopädie der classischen Altertumswissenschaft vol.17, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart, 1937 içinde: s.1732; Rawson, E., “Religion and Politics in the Late Second Century B.C. at Rome”: s.197. 457 MacBain, B., Prodigy and Expiation : a Study in Religion and Politics in Republican Rome, s.75. 458 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2146-2312. 459 Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, s.82-83.

böyle bir standart olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Senatus benzer prodigium’larda zaman zaman farklı rahip kurullarına görev vermiştir. Son olarak bu olayı tartıştığı bölümde North, önce kesin bir karar vermenin zor olduğunu ve senatus’un İ.Ö.99 yılında olduğu gibi her iki kurulun da görüşünü almış olabileceğini belirtmiş, ancak olayı özetlediği son bölümde kararı büyük olasılıkla haruspex’lerin vermiş olabileceğini söylemiştir; Augur’ların görüşü alındığına ilişkin hiçbir kanıt olmadığını, ancak senatus onlara danışmış olsa bile, bir yasanın iptal edilmesine karar verecek yetkilerinin yok gibi göründüğünü eklemiştir460. Bizce bu varsayımdan haruspex’lerin sanki bir yasaya iptal kararı verme yetkisi varmış gibi bir sonuç

çıkmaktadır. Şunu iyi biliyoruz ki bir yasayı iptal etme yetkisine yalnızca senatus sahiptir. Öte yandan Appianos’un μάντις sözcüğüyle augur’ları kastettiğini düşünmemize yol açacak nedenler de vardır. Bu olaydan yaklaşık 25 yıl önce, P.

Cornelius Scipio Aemilianus Africanus’un, Kartaca kentini yerle bir ettikten sonra,

Roma’nın en büyük düşmanının doğuşuna tanıklık etmiş olan bu alanı, insanlar yerleşmesin, sonsuza dek koyunların otlağı olarak kalsın diye lanetlemiş olduğu söylenmektedir461. Gaius’un koloni kurmak için sınır taşlarıyla işaretlediği alan,

Appianos’un aktardığına göre, tam da burasıdır. Dolayısıyla bu lanetin kaldırılması ve buranın dini bakımdan iskan edilebilir bir konuma getirilmesi gerekmektedir.

Cicero’nun söylediği “…publici augures, …urbemque et agros et templa liberata et effata habento” sözü, senatus’un bu olayda augur’ları da görevlendirmiş olabileceğini göstermektedir462. Ancak hemen belirtmemiz gerekir ki, elimizdeki

460 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.432-435. 461 App. B Civ. 1.24 462 Cic. Leg. 2.21

veriler, senatus’un hangi rahip kurulunun görüşüne başvurduğunu kesin olarak belirlemek için yeterli değildir. Öte yandan hangi kurula danışıldığı konusunda farklı görüşleri savunan modern araştırmacıların tümünün birleştiği ortak nokta, Gaius’un yürüttüğü politikalara karşı olanların, Roma’ya iletilen uğursuz işaretleri fırsat bilerek, Kartaca’da bir koloni kurulmasını engelledikleri ve arkasındaki halk desteğini azaltma amacıyla Gaius Gracchus’a karşı kullandıklarıdır. Bizim görüşümüz de bu yöndedir.

Optimati, Gaius’un arkasındaki halk desteğini azaltmak için başka yollara da başvurmuştur. Bir başka halk temsilcisi olan M. Livius Drusus’u ön plana çıkarmış ve bazı yasa tasarılarını veto etmesini sağlamıştır. Bu sırada ona lojistik destek de vermişlerdir. Kartaca ve Tarentum’da iki koloni kurulmasını öngören Gaius’un yasasını gözden düşürmek amacıyla, Livius Drusus’a İtalya’da ve Kartaca’da toplma on iki koloni kurma ayrıcalığı tanınmıştır. Appianos’un deyimiyle halk, on iki koloni haberine o kadar sevinmiştir ki, Gaius’un yasalarına dudak bükmüşlerdir.

Plutharkhos’un aktardığına göre, Drusus’un bu kolonilere yerleşecek 3000 fakir yurttaşa vergiden muaf olma sözü vermesi ve bir konuşma yaparak, bu iyilikleri senatus’un uygun gördüğünü açıklaması, halkı Gaius’tan uzaklaştırıp, optimati’ye karşı daha uysal hale getirmiştir. Appianos ve Plutarkhos bu değerlendirmelerinde haklı gibi görünmektedirler. Zira, Kartaca’da koloni kurulmasını öngören lex

Rubria’nın iptal edilmesini sağlayacak tasarı senatus’ta değil, başka bir halk temsilcisi M. Minucius Rufus’un teklifiyle halk meclisinde oylanmıştır Gaius’un

öldürülmesinden kısa bir süre sonra, yine halk meclisinden çıkarılan bir yasayla, fakirlerin toprak dağıtımından elde ettikleri hisseleri satabilmelerine izin verilmesi,

Gaius’un toprak dağıtımı konusunda çıkardığı yasaların geçerliliğini ortadan

kaldırmış görünmektedir463. Tiberius’un toprak dağıtımını öngören yasa tasarısına karşı da benzer bir strateji uygulandığını görüyoruz. Onun toprak yasasını da diğer halk temsilcisi Marcus Octavius veto etmiştir. Çünkü, Plutharkos’un dediğine göre,

125 hektardan çok daha fazlasına sahip olan Octavius, Tiberius’un yasasından zarar görecek insanlardan biriydi464. Dolayısıyla optimati tarafından kolayca ikna edilmiş olmalıdır. Ancak Tiberius’un halk meclisinde geleneklere aykırı olarak onu görevden aldırıp yasaları geçirmesi, iki taraf arasında yaşanan şiddet olaylarının fitilini ateşlemiştir.

Cumhuriyet dönemi boyunca halkın, eski taleplerinden kolayca vazgeçmediğini ve eninde sonunda isteklerine bir biçimde ulaştığını anlıyoruz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında patres’in, Orta Cumhuriyet döneminde nobilitas’ın muhalefetine karşın, halkın sayısal üstünlüğünü de kullanarak taleplerini kabul ettirdiklerini bu çalışma boyunca göstermeye çalıştık. Geç Cumhuriyet döneminde de aslında durum çok değişmemiş gibi görünmektedir. Örneğin, 145 yılında Licinius’un teklif ettiği ve optimati’nin karşı çıktığı rahiplerin seçim yöntemine ilişkin tasarı, İ.Ö.

104 yılında tekrar siyasi tartışma konusu olur. Daha önce belirttiğimiz gibi, bu yılın halk temsilcisi Gnaeus Domitius Ahenobarbus, ölen babasının yerine kendisinin değil de, M. Aemilius Scaurus’un pontifex kuruluna seçilmesine sinirlenerek, rahip kurullarına yeni üyelerin kabul edilme yöntemini değiştiren bir yasa çıkarmayı başarmıştır465. Lex Domitia de sacerdotiis olarak adlandırılan bu yasa, yeni üye

463 App. B Civ. 1.27 464 Plut. Ti.Gracch. 11 465 Suet. Ner. 2.1; Asconius, Domitius’un pontifex kurulu tarafından değil, augur’larca reddedildiğini (Asc. 21C) . Bu konu bilim adamları arasında çokça tartışılmıştır. Geer, Suetonius’un ifadesinden yola çıkarak Scaurus’un pontifex olduğunu ve Asconius’un ona augur diyerek yanıldığını ileri sürer (bkz. Geer, R. M., “M. Aemilius Scaurus (Suetonius Nero ii.1 and Asconius on Cicero Pro Scauro 1) ”,

seçme yetkisini rahip kurullarından alarak, 35 tribus’un 17’sinin katıldığı özel bir kurula devretmiştir. 17 tribus’un seçtiği adayın, yine ilgili rahip kurulu tarafından cooptatio yöntemiyle atanmasını sembolik de olsa zorunlu kılmıştır466. Lex Domitia de sacerdotiis yaklaşık olarak 25 yıl boyunca yürürlükte kalmış, daha sonra optimati egemenliğini yeniden ve oldukça sert bir biçimde inşa eden Sulla tarafından kaldırılmış, ancak Iulius Caesar’ın teğmeni Labienus tarafından tekrar yürürlüğe konulmuştur467. Rahip seçim yönteminde sıkça yaşanan bu değişikliklerin sonucunda bazı ilginç gelişmeler de olmuştur. Lex Domitia de sacerdotiis’in senatus tarafından kabul edilmesinin ardından, Domitius Ahenobarbus pontifex seçilmiş, normalde kurullardan birine seçilmesi zor görünen C.Marius ise augur olmuştur468. Cornelius

Sulla, lex Domitia’yı kaldırıp eski sisteme döndükten sonra, rahip kurullarının üye sayısını 15’e çıkartmış ve kara liste uygulaması nedeniyle rahiplerden bazıları

öldürülünce, boşalan üyeliklere onun destekçileri seçilmiştir469. İ.Ö.63 yılında halk temsilcisi Labienus’un teklifiyle, lex Domitia’nın tekrar yürürlüğe girmesi sayesinde, uygun yaşta olmamasına ve henüz praetor’luk yapmamasına karşın Caesar, çok umut bağladığı halkın oyuyla, pontifex maximus seçilmiştir470.

Classical Philology 24 (1929): s.292-294. Buna karşın, , Asconius’un daha iyi bir kaynak olduğunu savunmuştur (bkz. Badian, E., “Sulla's Augurate”, Arethusa 1:1 (1968): s.29 v.d.) J.A.North ise Domitius’un her iki kurul tarafından reddedilmiş olabileceğini ileri sürer (bkz.North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.671.). 466 Cic. Leg.2.18 467 Dio Cass.37.37.1; Liv. Per.89 468 Cic. Ad Brut.1.5.3; “ C. enim Marius, cum in Cappadocia esset, lege Domitia factus est augur.” 469 Bkz. Taylor, L. R., “Caesar's Colleagues in the Pontifical College”, The American Journal of Philology 63 (1942): s.402 v.d. 470 Dio Cass.37. 37.1-2

Geç Cumhuriyet döneminde halk temsilcileri rahip seçim yöntemi konusunda olduğu kadar, ekonomik ve yapısal değişiklik taleplerinde de ısrarcı olmuş görünmektedir. Gracchus’ların başlattığı girişimin başarısızlıkla sonuçlanması, ekonominin daha da kötüye gitmesiyle sonuçlanmıştır. Küçük toprak sahipleri Roma ordusunun bel kemiğini oluşturduğu için, onların sayısındaki azalma doğal olarak askeri gücün de zayıflamasına yol açmıştır471. Gracchus’lardan sonraki dönemde

Roma ordusu aynı anda birçok yerde savaşmış ve oldukça zor durumlara düşmüştür.

Önce Afrika’da Iugurtha’ya karşı uzun süren bir mücadele verilmiştir. Bu sırada

Roma yönetici sınıfın çaresizliğini, ahlak bakımından nasıl yozlaştıklarını, alınan rüşvetleri Sallustius, Bellum Iugurthinum adlı yapıtında tüm canlılığıyla aktarmıştır.

Iugurtha’yla yapılan savaş sürerken, kuzeyden gelen Germen kabileleri Roma’yı tehdit etmeye başlamıştır. İ.Ö. 109, 107 ve 105 yıllarında Roma orduları ardı ardına

üç kez bu kabileler tarafından yenilgiye uğratılmışlardır. Askeri alandaki bu başarısızlıklar, atlı sınıfına mensup bir aileden gelen C. Marius adında bir generale alanında sivrilme fırsatı vermiştir. Seçme, paralı askerlerden kurduğu yeni bir ordu sayesinde, önce komutanı L. Cornelius Sulla’nın çabalarıyla Iugurtha savaşını sonlandırmış, ardından Germen kabilelerini mağlup etmiştir. Kente döndüğünde,

Roma’yı Gal istilasından kurtaran ikinci bir Camillus olarak selamlanmıştır.

Yönetici sınıfın devlet ve savaş yönetiminde gösterdikleri başarısızlık, onları halk temsilcilerinin eleştirilerine açık bir duruma getirmiş ve daha halkçı politikaların uygulanmasına yol açmıştır472. Marius, bir yandan Roma ordusunu yeniden yapılandırırken, öte yandan halk temsilcileri adeta Gracchus kardeşlerin yapmak istediklerini gerçekleştirir gibi, soyluların gücünü zayıflatmaya yönelik bir

471 Bkz. App. B Civ. 1.27 472 Lintott, A., “Political History, 146-95 B.C.”, s.94.

takım yasalar çıkarmaya başlamışlardır. Örneğin yukarıda ele aldığımız, 104 yılı halk temsilcilerinden Domitius’un rahip seçim yöntemini kısmen de olsa halka devreden tasarısı bu bağlamda değerlendirilebilir. Diğer bir halk temsilcisi C. Cassius

Longinus halk tarafından yargılanıp suçlu bulunan ya da imperium’dan yoksun bırakılan kişilerin senatus üyeliğinden de çıkarılmasına ilişkin bir yasa tasarının halk meclisinde onaylanmasını sağlamıştır473. İ.Ö. 101 yılı halk temsilcisi C. Servilius

Glaucia, zimmete para geçirme ile ilgili davalara bakan yargıçların tamamının atlı sınıfından seçilmesini öngören bir yasa çıkarttırmıştır474. Eskiçağ kaynaklarında

Marius’la işbirliği içinde çalışan halk temsilcilerinin arasında en azılısı L. Appuleius

Saturninus olarak gösterilmiştir. İ.Ö.103 yılındaki halk temsilciliği sırasında,

Marius’la birlikte Afrika’da savaşmış olan emekli askerlerden her birine 100 iugerum toprak verilmesini sağlayan bir yasa çıkartmış, Gracchus’ların başına gelenlerden sanki ders almış gibi, bu yasa tasarısını veto etmeye kalkışan bir başka halk temsilcisi M. Baebius’u taraftarlarına taşlatarak Forum’dan kaçırtmıştır475. İ.Ö.

100 yılında görev yapacak olan halk temsilcilerinin seçiminde Nonius adındaki birine yenik düşünce, onu gizlice öldürtmüş ve ertesi sabah onun yerine aceleyle halk temsilcisi seçilmiştir476. C. Marius’la işbirliği yaparak Germen kabilelerine karşı savaşmış emekli askerlere Gallia Transalpina’dan toprak verilmesini öngören bir yasa tasarısını halk meclisine getirmiştir477. Ancak bu tasarıda alışılmadık ve tuhaf bir madde daha vardır. Buna göre, halk meclisi tasarıyı onaylayıp yasalaştırdığı

473 Ayrıntılı bilgi için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.559. 474 Bkz. Ibid., s.571-572 475 Auct.Vir. Ill. 73.1 476 Liv. Per. 69; App. B Civ. 1.28; Plut. Mar. 29.1 477 Liv. Preiochae 69; App. B Civ. 1.28

takdirde, senator’lerin tümü beş gün içinde bu yasaya uyacaklarına ilişkin yemin edecekler, yemin etmeyi reddedenler senatus üyeliğinden atılacaklar ve yirmi talent ceza ödeyeceklerdir. Yasanın görüşüleceği gün belirlenir ve Saturninus ülkenin her tarafına haberciler göndererek, daha önce Marius’un ordusunda savaşmış olan emekli askerleri kente çağırır.

Tasarının görüşülmesi sırasında büyük tartışmalar yaşanır. Teklifin yasalaşmasını istemeyenler seslerini yükseltirler, ancak Saturninus ve yandaşlarının saldırısıyla Forum’dan uzaklaştırılırlar. Ardından karşı taraf auspicia oblativa olan yıldırım sesi duyulduğunu ileri sürer. Appianos bu olumsuz duyuruyu (obnuntiatio) kent kalabalığının (πολιτικὸς ὄχλος), De viris Illustribus’un yazarı ise çok sayıda soylunun (multi nobiles) yaptığını belirtir478. İki kesim arasında tekrar bir çatışma durumu yaşanır, ama sonuçta Saturninus’un tasarısı yasalaşır. Marius’un araya girmesiyle senator’lerin yasaya uyacakları konusunda yemin etmeleri sağlanır479.

Saturninus ertesi yıl da halk temsilciliğine seçilir, ancak seçimler sürerken Glaucia ile birlikte öteki halk temsilcisi adayı Memmius’u öldürmeleri kentte büyük bir karışıklığa yol açar. Bu olayların ardından senatus, Saturninus ve Glaucia’yı devlet düşmanı ilan eder. C. Marius onlara verdiği desteği çekmek zorunda kalır ve Glaucia ile Saturninus Capitolium’da yakalanıp öldürülür, Cicero’nun ileri sürdüğüne göre

Saturninus’un çıkardığı yasalar senatus kararıyla geçersiz sayılır480.

478 App. B Civ. 1.30; Auct.Vir. Ill. 73.1 479 C. Marius’un siyasi rakiplerinden biri olan Q. Caecilius Metellus Numidicus yemin etmeyi reddedince, Saturninus’un başka bir tasarısıyla sürgüne gönderilir. 480 Cic. Leg. 2.14’te kardeşiyle arasında geçen şu diyalog böyle düşünmemize neden olmaktır: “Marcus: O halde Titia ve Apuleia yasalarını yok mu sayıyorsun? Quintus: Evet, yasalarını bile yok sayıyorum. Marcus: Evet, özellikle senatus’un bu yasaları bir çırpıda, tek bir cümlecikle iptal ettiği göz önüne alınırsa, haklısın.”

Halk temsilcilerinin obnuntiatio yetkisi kullanılarak engellendiği sözünü doğrulayabilecek bir takım unsurlar içeren bu olay, auspicium’lar açısından incelemeye değer görünmektedir. Eskiçağ yazarları her ne kadar bu yasaların hangi gerekçelerle iptal edildiğini doğrudan belirtmeseler de, senator’lerin yasaya uyacaklarına ilişkin yemin ettikleri sırada yaşananları aktaran Appianos,

Saturninus’un çıkardığı yasaların iptal edilmesi için senatus tarafından iki gerekçe gösterilmiş olabileceğinin ipuçlarını vermektedir. Bellum Civile 1.30’da yemin konusu senatus’un gündemine geldiğinde yaşananları şu biçimde anlatır: C. Marius, bu yasa konusunda çok istekli olan halka açıkça karşı çıkmaya korktuğunu söyleyerek, küçük bir hileye başvurmayı önerir; Buna göre senator’ler yasa geçerli olduğu sürece, ona uyacaklarına ilişkin yemin ederek halkı sakinleştireceklerdir;

Daha sonra yasanın, güç kullanılarak (πρὸς βίαν = per vim) ve yıldırım sesi duyulduğunun bildirilmesine karşın (βροντῆς ὠνομασμένης = contra auspicia)

çıkarıldığı için, atalarının geleneklerine ve tanrıların iradesine aykırı olduğu, dolayısıyla geçersiz olduğu söylenecek ve senator’ler yeminin bağlayıcılığından kurtulacaklardır. Appianos, Marius’un bu teklifini senator’lerin yemin etmelerini sağlamak için bir hile olarak nitelemiştir. Ancak, adının şiddet olaylarına karışması sonucu, Marius’un ve atlı sınıfının desteğini yitirdikten sonra, Saturninus’un

çıkarmasını sağlamış olduğu yasa, Appianos’un hile olarak nitelediği aynı gerekçelerle, yani auspicium’lara aykırı olduğu ve güç kullanılarak çıkarıldığı gerekçeleriyle iptal edilmiş olabilir.

Buna karşın Saturninus’un yasalarının iptal edilmediğini düşünen modern görüşler için bkz. North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.441-442.; Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, s.157.

Saturninus’un içinde yer aldığı şiddet olaylarını göz önüne alacak olursak, lex

Apuleia’nın güç kullanılarak çıkarıldığını ileri sürerken, senatus’un geçerli neden bulmak için pek zorlanmamış olduğunu tahmin edebiliriz. Öte yandan bu yasanın geleneklere ve auspicium’lara aykırı bir biçimde çıkarıldığını ilan eden senatus’un dayanak noktası şüphesiz toplantı sürerken yıldırım sesi duyulduğunun ilan edilmesi, yani obnuntiatio olmalıdır. Appianos’un kullandığı “ὁ δὲ πολιτικὸς ὄχλος ἐβόα” ve

De viris illustribus’ta geçen “multi nobiles …clamarunt” tümcelerinden, bu itirazın usulüne uygun olarak, toplantıya başkanlık eden kişiye yüksek sesle duyurulduğu anlaşılmaktadır. Ancak toplantıya başkanlık eden kişi bu itirazları dikkate almamış ve tasarının görüşülmesine devam edilmiştir. O halde bu itirazın kimler tarafından yapıldığı önem kazanmaktadır, çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi481 obnuntiatio’nun yasal geçerlilik kazanması ve toplantının durdurulabilmesi için, itirazın kimin tarafından yapıldığı önemlidir. Zira, yanlızca augur’lar ve magistratus’lar obnuntiatio yetkisini kullandıkları zaman, yürütülmekte olan toplantı durdurulmak zorundadır. Sıradan kişilerin itirazlarını kabul edip etmeme yetkisi ise, toplantıya başkanlık eden magistratus’un elindedir. Appianos’un sözünü ettiği

πολιτικὸς ὄχλος, yani kent kalabalığı şüphesiz sıradan insanlardır. Dolayısıyla toplantıya başkanlık eden kişi, - büyük olasılıkla praetor olan Glaucia –bu itirazları dikkate almamış olabilir. Öte yandan De viris illustribus’un yazarının kullandığı multi nobiles sözcüğü itirazı yapan kişiler arasında augur’ların ya da magistratus’ların da olabileceğini düşündürmektedir. Eğer bir augur bu yasaya itiraz etmişse, bu büyük olasılıkla yasaya boyun eğeceğine ilişkin yemin etmeyi reddeden

481 bkz.s.19 v.d.

ve daha sonra bu nedenle sürgüne gönderilen Q. Caecilius Metellus Numidicus482 olabilir. Ancak Eskiçağ kaynaklarında bu görüşü destekleyebilecek, ya da konuya açıklık getirebilecek somut bir değinme olmadığı için, bunun zayıf bir olasılık olduğunu belirtmemiz gerekir.

Elimizdeki verilerle şu sonuçlara varabiliriz: Kendini Gracchus kardeşlerin bir devamı olarak gören L. Appuleius Saturninus, C.Marius’un ve atlı sınıfının başlangıçta kendisine verdiği destekle, senatus ve optimati’nin yetkilerini kısıtlayıcı bir takım yasalar çıkarmıştır. Ancak daha sonra karıştığı şiddet olayları arkasındaki desteğin azalmasına yol açmış ve sonuçta senatus consultum ultimum ile devlet düşmanı ilan edilmiştir. Her ne kadar Marius onun yakalanıp yargılanmasını arzu etmiş olsa da, tıpkı Gracchus kardeşler gibi Capitolium’da öldürülmüştür. Senatus, büyük olasılıkla lex Aelia ve Fufia’nın obnuntiatio yetkisini düzenleyen hükümlerinden yararlanarak Saturninus’un çıkardığı yasayı iptal etmiştir. Ancak

Gracchus kardeşlerin Saturninus’u etkilediği gibi, Saturninus’da kendinden sonraki kuşağı etkilemiştir. Optimati ve populares arasında yaşanan şiddet olaylarının açtığı yara kanamaya devam etmiştir. Saturninus’un öldürülmesinin üzerinden 36 yıl geçmesine karşın, populares üyelerinden birinin onu öldürenlerden hesap sormaya

çalışması bunun bir göstergesidir483.

482 109 yılı consul’ü Q. Caecilius Metellus Macedonicus’un augur’luğu için bkz. Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, s.532. 483 İ.Ö.63 yılında halk temsilcisi Titus Labienus, yaşlı senator C. Rabirius’u Saturninus’u öldürdüğü için vatana ihanetle suçlamıştır. Bu konuyu araştırmakla görevlendirilen Iulius Caesar ve amcası Lucius Caesar tarafından suçlu bulunmuştur. Dio Cassius’un aktardığına göre (37.27) Rabirius bu kararın bozulması için halka başvurmuştur. Comitia centuriata’da Cicero’nun savunduğu Rabirius (savunmanın metni için bkz. Cicero, Rab. perd.) yine Dio Cassius’a göre, halk tarafından da suçlu bulunmak üzereyken praetor ve augur olan Metellus Celer davanın geleneklere aykırı bir biçimde yürütüldüğünü söyleyerek, mahkemeyi durdurmuş, yargılama sonuçsuz kalmıştır.

Saturninus’un öldürüldüğü yıl diğer bir halk temsilcisi Sextus Titius’un sunduğu yasa tasarısı da auspicium’lara aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.

Bu tasarı ve olayların gelişimi hakkında pek az bilgiye sahibiz. Cicero Leg. 2.14’ te bu tasarının senatus kararıyla, 2.31’de ise augur’lar kurulu kararıyla (decreto conlegi) iptal edildiğini söylemektedir. Bildiğimiz kadarıyla augur’lar kurulunun bir yasayı iptal etme yetkisi yoktur. Yanlızca senatus bir konuyla ilgili kurulun görüşünü sorduğu zaman, inceleme yaparlar ve işlemler sırasında dini bir kusur işlendiğine karar verirlerse, senatus’a bu konuda öneride bulunurlar. Kurulun görüşünü dikkate alarak yasayı iptal etme, senatus’un yetkisindedir484. Dolayısıyla Cicero’nun

Leg.2.14’te bahsettiği gibi lex Titia büyük olasılıkla augur’lar kuruluna danıştıktan sonra senatus’un kararıyla iptal edilmiş olmalıdır. Öte yandan Cicero bu tasarıya değindiği De legibus yapıtındaki iki parçada da (2.14 ve 2.31) tasarının ne ile ilgili olduğuna ve iptal kararının hangi nedenlerle verildiğine değinmemiştir. Valerius

Maximus ve Livius’un yapıtında yer alan prodigium’ları derleyen İ.S. 4. yüzyıl yazarı Iulius Obsequens, bu konularda daha ayrıntı bilgi vermektedirler 485. Her iki yazarın aktardıklarından lex Titia’nın halka toprak dağıtılmasıyla ilgili olduğunu anlıyoruz. Valerius Maximus, tasarının Sextus Titius’a halk desteği sağladığını belirtir. Obsequens’in aktardığına göre diğer halk temsilcileri karşı çıkmasına rağmen, Titius tasarıyı halk meclisine getirmiştir; Görüşmeler sırasında halk meclisinin üzerinde (supra contionem) kavgaya tutuşan iki kuzgun gaga ve pençe

484 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2165 dipnot 54. 485 Val.Max. 8.1. damn.3: “ Sex. quoque Titium similis casus prostrauit. erat innocens, erat agraria lege lata gratiosus apud populum” ; Obs.46; “ Sex. Titius tribunus plebis de agris dividendis populo cum repugnantibus collegis pertinaciter legem ferret, corvi duo numero in alto volantes ita pugnaverunt supra contionem ut rostris unguibusque lacerarentur. Aruspices sacra Apollini litanda et de lege, quae ferebatur, supersedendum pronuntiarunt.”

darbeleriyle birbirlerini parçalamışlardır. Bu uğursuz işaretlere karşın, Cicero’nun kullandığı “lex Titia” sözünü göz önüne alarak tasarının yasalaştığını söyleyebiliriz.

Konunun senatus gündemine alınmasını sağlayan olağan üstü işaret belki

Obsequens’in söz ettiği kuzgunların kavgası olabilir. Ancak onun belirtiğine göre, senatus bu konu hakkında augur’lar kuruluna değil, haruspex’lerin görüşüne başvurmuştur. Haruspex’ler de tanrı Apollo’nun yatıştırılması ve görüşülmekte olan tasarıdan kaçınılması gerektiği yönünde öneride bulunmuşlardır.

Cicero lex Titia’nın augur’lar kurulunun, Obsequens ise haruspex’lerin

önerisiyle iptal edildiğini belirtmiştir. Her iki antik kaynağın aktardıkları arasındaki farklılığın nedenini ya da hangisinin doğru olduğunu bulmak elimizdeki verilerle pek olası görünmemektedir. Obsequens’in sözünü ettiğini iki kuzgunun kavgası, prodigium olarak değerlendirilebilir ve prodigium’lar genel olarak haruspex’lerin uzmanlık alanına girmektedir. Senatus bu nedenle onlara danışmış olabilir. Öte yandan Cicero’nun augur’lar kurulunun bu yasa tasarısının iptal edilmesinde etkin bir rol oynadığı yönündeki sözlerinden şüphe etmek de pek olası görünmemektedir.

Çünkü Cicero kararın verildiği dönemin yakın tanığıdır. Bu karar verildiğinde Cicero henüz yedi yaşındadır, bu doğru, ancak bu olayı, doğrudan tanık olan kişilerden duyup dinleme olasılığı çok yüksektir. Cicero ve Obsequens’in yapıtlarındaki birbiriyle çelişen iki ifadeyi inceleyen günümüz bilim adamları, senatus’un her iki kurula da danışmış olabileceği sonucunu çıkarmışlardır486.Biz de onların bu düşüncesine katılıyoruz. Lex Titia, bir takım olağanüstü işaretler bahane edilerek iptal edilmiştir. Senatus bu kararı alırken tasarının görüşülmesi sırasında ya da

486 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.443-446; Rawson, E., “Religion and Politics in the Late Second Century B.C. at Rome”: s.193-212.

sonrasında meydana gelen olağanüstü işaretle ilgili olarak büyük olasılıkla her iki kurula da danışmıştır.

Bu aşamada yanıt bulunması gereken bir sorun daha bulunmaktadır. Lex

Titia’nın iptal edilmesinin ardındaki gerçek neden ne olabilir? İlk olarak Sextus

Titius’un, özellikle Cicero tarafından, aynı yıl senatus consultum ultimum ile

öldürülen Glaucia ve Saturninus’un politikalarının destekçisi ve yandaşı olarak gösterildiğini söyleyebiliriz. Cicero retorik ile ilgili yapıtlarından birinde487, Sextus

Titius’u, insanoğlunun gördüğü en utanmaz adam olan C. Servilius Glaucia ve eski

Attik komedya’da utanmazlığı ile ünlü olan Atinalı Hyperbolus’un öğrencisi olarak sunar. Diğer bir yapıtında da o yılın consul’ü Marcus Antonius ve Sextus Titius arasında geçen ve mitolojik motiflerle işlenmiş bir diyalogtan bahsetmiştir. Sextus

Titius kendisinin Kassandra olduğunu söylediğinde, Marcus Antonius ona, senin

Kassandra’na karşılık Oileusoğlu Aias rolünü üstlenebilecek çok sayıda kişi sayabilirim diye yanıt verir488. Bize göre, Sextus Titius’a karşı çıkılmasının en

önemli nedeni, Gracchus’larla birlikte başlayan değişim hareketine karşı, optimati

üyelerinden birçoğunun var olan düzeni korumaya yönelik muhafazakar tutumları ve değişim nedeniyle uğrayacakları zarara gösterdikleri tepkidir. Şüphesiz Sextus

Titius’un, Saturninus’a hayran olması ve onun politikalarını devam ettirmeye

çalışması da bahane olarak kullanılmıştır. Zira, eskiçağ kaynaklarından öğrendiğimiz

487 Cic. Brut.225 488 Priamos’un kızı olan Kassandra, Paris’in Helena’yı kaçırmasının kentin mahvına neden olacağı yönünde kehanette bulunmuş, kimse ona inanmamış, ancak sonradan kehanetinin doğruluğu ortaya çıkmıştır. Troya’nın yağmalanışı sırasında Oileosoğlu Aias onu sarıldığı Athena heykelinden zorla koparmış ve namusunu kirletmiştir. Sextus Titius söz konusu parçada kendisinin Kassandra olduğunu söylerken, kentin mahvolacağına ilişkin öngörülerine, Kassandra’nınkiler gibi kimsenin inanmadığını, ancak günün birinde doğruluğunun ortaya çıkacağını ima etmektedir. Buna karşın Marcus Antonius’un ona şaka yollu verdiği yanıt da oldukça ilginçtir.

kadarıyla, Sextus Titius evinde, vatan haini ilan edilen Saturninus’un bir heykelini bulundurduğu için, daha sonra yargılanmış ve suçlu bulunmuştur489.

İ.Ö.91 yılında yine bir yasanın auspicium’lara aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildiğini görmekteyiz. Optimati üyesi olan M. Livius Drusus, halk temsilcisi seçildiği bu yılın başında, senatus içinde etkili kişiler olan Licinius Crassus ve M.

Aemilius Scaurus’un desteğiyle, Roma’nın içinde bulunduğu başlıca sorunları

çözmeye yönelik çok sayıda madde içeren bir yasa tasarısı (lex Livia) sunmuştur.

Tasarısına toprak ve tahıl dağıtılmasını öngören bir madde koyarak, plebs sınıfının desteğini kazanmaya çalışmıştır490. Senatus’un atlı sınıfından seçilecek üç yüz yeni

üyeyle genişletilmesini öngören maddeyle atlı sınıfının, C. Gracchus’un tasarısından sonra yalnızca atlı sınıfından seçilen mahkemelerdeki jüri üyelerinin bu genişletilmiş senatus yapısı içinden seçileceğini belirten maddeyle de senatus’un desteğini kazanmaya çalışmıştır491. Tasarıya eklediği ve atlı sınıfının rüşvet alma suçuyla yargılanmasına olanak tanıyan başka bir madde, yine senatus’un desteğini kazanmaya yönelik olarak değerlendirilebilir492. Son olarak, Roma vatandaşlık hakkı verilmesini öngören bir maddeyle, İtalya’daki soyların desteğini kazanmaya

çalışmıştır. O yıl içinde toprak dağıtımı için iki komisyon kurulması (decemviri agris dandis assignandis ve quinqueviri agris dandis assignandis) ve bu komisyonlarda M.

Livius Drusus’un adının yer alması, toprak dağıtımı ile ilgili maddenin yasalaştığı

489 Cic. Pro Rab. Perd.24; Mahkemede atlı sınıfından yargıçların görev yaptığını belirtir. Val.Max. 8.1. (damn.) 3; Yargılamanın halk meclisinde yapıldığını belirtir. 490 Liv.Per.71; Vell.Pat. 2.13.2; App. B Civ. 1.35; Auct.Vir. Ill. 66.4 ve 10; CIL I21, s.199 (Drusus’a övgü yazıtı) 491 Liv.Per.70 ve 71; App. B Civ. 1.35; Flor.2.5.4; Auct.Vir. Ill. 66.4 ve 10 492 Cic.Clu.153, Rab. Post. 16, Off. 2.75; Diod. Sic. 37.10.3; App. B Civ. 1.35

izlenimini uyandırmaktadır493. Buna ek olarak tarih yazarı Livius’un, Periochae 71. bölümde kullandığı “iudicariam quoque pertulit” ifadesi juri üyelikleriyle ilgili maddenin de yasalaştığı düşüncesini güçlendirmektedir. Senatus’un atlı sınıfından

300 yeni üyeyle genişletilmesini öngören maddenin yasalaşıp yasalaşmadığı konusunda ise bir kanıt yoktur. Ancak İ.Ö.91 yılının sonuna doğru, tasarının destekçisi ve Drusus’un hocası Licinius Crassus’un ölümünden sonra, bu yasanın kendi çıkarlarına zarar vereceğini düşünenler yasaya karşı çıkma konusunda birleşmişlerdir. O yılın consul’ü ve augur olan L. Marcius Philippus’un tavsiyesiyle senatus lex Livia’nın iptal edilmesine karar vermiştir. Kısa bir süre sonra Drusus

öldürülmüş, sonucunda vatandaşlık hakkını kendi bilekleriyle almak için birleşen müttefikler ordusu Roma’yı aniden basmıştır ve üç yıl sürecek olan müttefikler savaşı patlak vermiştir.

Meselenin siyasi yönü de oldukça ilginçtir. Daha önce belirttiğimiz gibi bu tür tasarılar genelde populares yanlısı halk temsilcilerinden gelmiş ve optimati

üyelerinin büyük bir bölümü bu tekliflere karşı çıkmıştır. Örneğin C. Gracchus’un halk üzerindeki etkisi, Drusus’un babası Livius Drusus’un yaptığı siyasi oyunlarla azaltılmıştır. Oğul Drusus, Cicero’nun aktardıkları doğruysa, Saturninus’u

öldürmeye koşanların başında yer almıştır494. Ancak, İ.Ö.91 yılında işler tam tersine dönmüş gibi görünmektedir. Senatus’ta etkili olan optimati üyelerinin önde gelen isimleri - Licinius Crassus, Aemilius Scaurus ve senatus içinde çok etkili olduğu söylenen Livius Drusus’un kendisi495 -bu tasarının yasalaşmasında etkili olmuşlardır.

493 bkz. CIL I21, s.199 (Drusus’a övgü yazıtı) ; Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic, vol.2: 99 B.C.- 31 B.C., American Philological Association, New York, 1952, s.23. 494 Cic. Rab.perd. 24 495 Cic. Mil. 16 “ …nobilissimus vir, senatus propugnator atque….paene patronus…M.Livius

Senatus’ta görülen bu ani politika değişikliğinin nedeni ne olabilir? Livius Drusus’un asıl amacı nedir? Appianos’un aktardığına göre496, Livius Drusus bazı İtalyan kavimlere Roma vatandaşlık hakkı verilmesini sağlamak için söz vermiştir, asıl amacı budur. Hedefine ulaşmak için Roma iç siyasetinde etkili olan unsurlardan kendisine destek kazandıracak nitelikte bir yasa çıkarttırmıştır. Ancak sonuçta, senatus, atlı sınıfı ve hatta vatandaşlık hakkı kazandırmak için uğraştığı İtalyan kavimler bile kendisine karşı birleşmişlerdir. İ.Ö.1. yüzyılda yaşamış olan tarihçi

Diodoros Siculus ise, Appianos’tan farklı olarak, bazı İtalyan kavimlerine verilen sözün Livius Drusus’un kişisel düşüncesi değil, senatus’un politikası olduğunu belirtmektedir497. Daha önce bu kavimlere vatandaşlık hakkı verilmesi için uğraşan populares üyelerinden İ.Ö.125 yılı consul’ü Fulvius Flaccus senatus tarafından engellenmiştir. İ.Ö.122 yılında C. Gracchus’la birlikte halk temsilcisi seçilmiş, ikisi de müttefik durumundaki İtalyan kavimlere oy hakkı verilmesi için çalışmışlar, ancak optimati üyeleri tarafından öldürülmüşlerdir498. Bu durum göz önüne alınacak olursa, senatus ve optimati politikasındaki bu ani ve köklü değişikliğin önemli bir nedeni olması gerekmektedir. Belki de müttefik konumundaki İtalyan kavimlerin artan baskısı karşısında artık bir adım atma gereğini hissetmişlerdir ya da

Gracchus’un yaptığı değişiklikler sonucu etkilerini yitirdikleri yargıç sisteminde yapılacak yenilikler için İtalik kavimlerin yardımına ihtiyaç duymuşlardır499. Zira,

Drusus”; Vell.Pat.2.13.2: “ M. Livius Drusus, vir nobilissimus, eloquentissimus, sanctissimus, meliore in omnia ingenio animoque quam fortuna usus.” 496 App. B Civ. 1.35-36 497 Diod. Sic. 37.2.2 498 App. B Civ. 1.34 499 Brunt, P.A., “Italian Aims at the Time of The Social War”, The Journal of Roman Studies 55 (1965): s.107; Gabba, E., “Rome and Italy: the Social War”, (ed.) Crook, J. A. & Lintott A. & Rawson E., The Cambridge Ancient History vol.9, Cambridge University Press, Cambridge, 1992 içinde:

Diodoros Siculus’un aktardığına göre, senatus, bazı İtalyan kavinlere böyle bir söz vermişler, bunun karşılığında oy hakkı elde ettikleri zaman, plebs’le yaşadıkları kavgada kendilerini desteklemelerini istemişlerdir. Velleius Paterculus’a bakacak olursak, Drusus’un asıl amacı İtaliklere vatandaşlık hakkı vermek değil, senatus’a eski saygınlığını yeniden kazandırmak ve atlı sınıfına kaptırdıkları ayrıcalığı geri almak, başka bir deyişle, mahkemelerdeki juri üyeliği hakkını atlı sınıfının tekelinden çıkarıp yeniden senatus’a vermektir.

Görüldüğü gibi eskiçağ yazarları Livius Drusus’un bu yasayı çıkartmaktaki gerçek amacı konusunda birbirinden farklı şeyler söylemişlerdir. Buna karşın tümü, bu yasanın senatus tarafından iptal edildiği konusunda aynı görüşü paylaşmaktadır.

Bu durum doğal olarak insanın aklına şu soruyu getirmektedir: Lex Livia, senatus’a eski saygınlığını kazandırmak ya da plebs’le yaşadıkları sorunlarda, İtalyan kavimlerin desteğini elde etmek amacıyla çıkarılmışsa, o halde senatus, kendi

çıkarına olan bir yasayı niye iptal etmiştir? Bu olayları tanıklarından dinlediğini belirten Cicero, De oratore yapıtında anlattıklarıyla bize ipucu vermiştir500. Livius

Drusus başlangıçta, senatus’un otoritesini kuvvetlendirmek için halk temsilciliği görevini üstlenmiştir. Ancak o yılın consul’ü olan L. Marcius Philippus, başından beri Livius Drusus’a ve çıkardığı yasaya karşı çıkmıştır. İ.Ö.91 yılının sonuna doğru, senatus’un ileri gelenlerinin yürüttüğü politikaları da şiddetli bir biçimde eleştirmeye başlamıştır. Consul’ün yürüttüğü politika, Cicero’nun deyimiyle Livius Drusus’un arkasındaki senatus desteğini zayıflatmaya ve halk temsilcisi olarak gücünü azaltmaya başlamıştır. L. Marcius Philippus halk meclisinde yaptığı başka bir konuşmada, o sıradaki senatus’un tutumu karşısında devleti yönetmeyi s.111. 500 Cic. De or. 1.26 ve 3.2-5

sürdüremeyeceğini açıkça belirtmiştir. 13 Ekim 91’de Licinius Crassus senatus’ta yaptığı bir konuşmayla Drusus’u ve yasayı savunmuştur. Dolayısıyla bu tarihte senatus çoğunluğunun, az bir farkla da olsa, hala Livius Drusus’u desteklediği anlaşılmaktadır. Ancak bu konuşmadan on gün sonra, Drusus’un ve yürüttüğü politikanın en büyük destekçisi Licinius Crassus yaşamını yitirmiştir. Onun

ölümünden sonra Drusus’un çıkardığı yasa nedeniyle zarar göreceğini düşünenler, yani L. Marcius Philippus’un başını çektiği senatörler ve Q. Servilius Caepio’nun harekete geçirdiği atlı sınıfı, Drusus’a karşı birleşmiştir. Appianos’un şu sözü bu durumu çok güzel açıklamaktadır: “senatus ve atlı sınıfı birbirlerine karşı olamalarına rağmen, Drusus’tan nefret etme konusunda birleştiler”501.

Bu iptalin nedeni konusunda eskiçağ yazarları birbiriyle, hatta Cicero

örneğinde göreceğimiz gibi zaman zaman kendi aktardıklarıyla çelişen bilgiler verirler. Örneğin, Cicero De legibus yapıtı 2.14’te söz konusu yasaların senatus kararıyla iptal edildiğini, aynı yapıtın 31. bölümünde senatus’un bu kararı bir augur ve o yılın consul’u olan L. Marcius Philippus’un tavsiyesiyle aldığını belirtmiştir. In

Vatinium konuşmasında (23), lex Aelia ve Fufia’nın içerdiği hükümler kullanılarak engellendiklerini ileri sürdüğü halk temsilcileri arasında Livius Drusus’un da adını saymıştır. De Domo yapıtının 41. ve 50. bölümünde ise lex Livia’nın, İ.Ö.98 yılında

çıkarılmış olan lex Caecilia ve Didia’da502 yer alan hükümlere dayanılarak iptal edildiğini söylemiştir. Asconius ise lex Livia’nın auspicium’lara aykırı olarak

çıkarıldığı için iptal edildiğini belirtmiştir. Buna karşın tarihçi Livius yasadaki toprak ve buğday dağıtımı ile ilgili maddenin zor kullanılarak (per vim) yasalaştırıldığını

501 App. B Civ. 1.36 502 Bu yasa, tasarıların sunulması ile yasalaşması arasında üç günlük bir sürenin geçmesini zorunlu kılmış, ayrıca bir tasarı içine bir çok maddenin sokulmasını yasaklamıştır.

söylemiştir, ancak yasanın iptal edilmesinden hiç bahsetmemiştir. Lex Livia’nın iptal gerekçesine ilişkin eskiçağ yazarlarında geçen ifadelerin oldukça karışık olması sağlıklı bir sonuç çıkarılmasını da güçleştirmektedir.

Günümüz araştırmacıları bu konuda pek çok değişik düşünceler ileri sürmüştür. Örneğin E.G Hardy 1913 yılında yazdığı bir makalede, lex Livia’nın

Cicero’nun söylediği gibi lex Caecilia ve Didia’ya dayanılarak iptal edilmiş olamayacağını savunmuştur503. Çünkü, toprak ve buğday dağıtımı, juri üyeliklerinin yeniden düzenlenmesi, senatus’a atlı sınıfından yeni üyelerin kabul edilmesi gibi son derece önemli konuların tek bir yasa altında toplanmasını pek olası görmemiştir.

Buna ek olarak yasanın çıkmasını sağlayan Livius Drusus ve onu destekleyen

Licinius Crassus ve Aemilius Scaurus’un yedi yıl önce lex Caecilia ve Didia’yı

çıkaran partinin temsilcileri olduğunu, dolayısıyla kendi çıkardıkları yasayı, böyle herkesin göreceği bir biçimde, alenen ihlal etmelerinin olanaksız olduğunu ileri sürmüştür. Bunun yerine Periochae 71 de belirtildiği gibi mahkeme üyelikleriyle ilgili tasarının, toprak ve buğday dağıtımı ile ilgili olan tasarıdan sonra yasalaştığını söylemiştir.

Öte yandan Asconius’un aktardığı doğruysa ve lex Livia, auspicium’lara aykırı biçimde çıkarıldığı gerekçesiyle iptal edildiyse, tasarının görüşülmesi sürecinde dini bir kusur işlenmiş olmalıdır ya da Saturninus örneğinde gördüğümüz gibi tanrının tasarıyı onaylamadığını gösteren bir işaret gönderdiğine ilişkin yapılan bir itiraz (obnuntiatio) görmezden gelinmiş olmalıdır. Ne yazık ki eskiçağ yazarları böyle bir olaydan hiç söz etmemiştir. John North yine de böyle bir olasılığın bulunduğunu, ancak senatus’un bu konuda mutlaka augur’lar kuruluna danışmış

503 Hardy, G.E. , “Three Questions as to Livius Drusus”, The Classical Review 27 (1913): s.262.

olması gerektiğini belirtmiştir504. Cicero’nun bu olaya değinirken Philippus’un augur görevine önem verdiğini, ama işlediği konu augur’lar kurulundan bahsetmesi için ideal olmasına karşın, buna hiç değinmediğini söylemiştir. North, bu veriler ışığında

Asconius’un yanıldığını, buna karşın lex Livia’nın, Cicero’nun belirttiği gibi, lex

Caecilia ve Didia yasalarındaki kimi maddelere dayanılarak iptal edilme olasılığının koşullara daha uygun ve daha tutarlı olduğunu ileri sürmüştür. Ancak North’un bu savı kabul edilecek olursa, Cicero De domo yapıtında söyledikleriyle, yalnızca

Asconius’un aktardıklarını çürütmekle kalmaz, konuyla ilgili söylediği kendi sözlerini de geçersiz kılar. Örneğin, In Vatinium konuşmasında, atalarının obnuntiatio yetkisi kullanarak bazı halk temsilcilerini engellediğini ileri sürerken, söz konusu halk temsilcilerinin arasında Livius Drusus’un da adını saymıştır505. Eğer lex Livia’nın yasalaşması sürecinde ya da sonrasında dini bir kusur işlenmediyse ve bir tasarının içine birçok madde eklendiği için iptal edildiyse, o halde Cicero’nun söylediği bu sözün anlamı nedir? De legibus yapıtında (2.31) söz konusu olaya değinirken, kuşkusuz North’un da belirttiği gibi Philippus’un consul ve augur olarak senatus’a yasayı iptal etmesi yönünde öneride bulunduğunu söylemiş ve augur’lar kurulundan bahsetmemiştir. Ancak, bu olaydan hangi bağlam içinde söz edildiği gözden kaçırılmamalıdır. Cicero, lex Livia’nın iptal edilmesine augur’ların yetkilerinin ne denli büyük olduğunu belirtmek için değinmiştir ve gerçek amacını daha iyi görmek için North’un yaptığı alıntıya ek olarak, Cicero’nun bir sonraki tümcede ne söylediğine bir bakmak yeterli olacaktır. “ quid (sc. religiosum) leges

504 North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.453-454. 505 Cic. Vat. 23; “…qui primum eam rem publicam quae auspiciis inventis constituta est isdem auspiciis sublatis conarere pervertere, deinde sanctissimas leges, Aeliam et Fufiam dico, quae in Gracchorum ferocitate et in audacia Saturnini et in conluvione Drusi…”

non iure rogatas tollere, ut Titiam decreto conlegi, ut Livias consilio Philippi consulis et auguris? Nihil domi, nihil militiae per magistratus gestum sine eorum auctoritate posse cuiquam probari? Eğer lex Livia’nın yasalaşması sürecinde dini bir kusur işlenmediyse, leges non iure rogatas tollere….ut Livias consilio Philippi consulis et auguris?... ifadesi nasıl açıklanabilir? Lex Caecilia ve Didia’da auspicium’larla ilgili bir hüküm olabileceği ve Drusus’un yasalarının bu hükme dayanılarak iptal edilmiş olabileceği savı506 da bunu açıklamak için yeterli değildir ve varsayımdan öteye geçemez. Çünkü, lex Caecilia ve Didia’da auspicium’larla ilgili bir hüküm olduğuna ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Jerzy Linderski senatus’un konuyu augur’lar kuruluna götürmek yerine, augur olan Philippus’un tavsiyesi doğrultusunda hareket etmeye karar vermiş olabileceğini ileri sürmüştür507. Bize göre bu daha yeğlenebilir bir varsayımdır. Ancak yine de bu konunun gündeme gelebilmesi için tanrının yapılan işe onay vermediğini gösteren, uydurma da olsa bir takım işaretlerin ortaya çıktığı ileri sürülmeliydi.

Daha önce de belirttiğimiz gibi eskiçağ yazarları, tasarı görüşüldüğü sırada dini bir kusur işlendiğine ilişkin herhangi bir şey söylememişlerdir. O halde Cicero ve Asconius’un değindiği gibi yasa, tanrının izin vermediği bahanesiyle nasıl iptal edilmiş olabilir? Bize göre İ.Ö.91 yılında meydana geldiği ileri sürülen prodigium’lar, bu kararın alınmasında etkili olabilir. Yaşlı Plinius, Iulius Obsequens ve İ.S. 4. yüzyılda yaşamış olan Paulus Orosius’un aktardığına göre, Livius Drusus henüz hayatta iken, kentte birçok prodigium meydana gelmiştir. Plinius, iki dağın

506 Hardy, G.E. , “Three Questions as to Livius Drusus”: s.261-263; North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla s.452. 507 Linderski, J., “The Augural Law”: s.2165, dipnot 54.

büyük bir gürültüyle birbirine çarptığını, daha sonra ikisinin arasından ortaya çıkan alev ve dumanın gökyüzüne kadar yükseldiğini anlatmıştır508. Iulius Obsequens de hem Roma’da hem de çevre kentlerde, güneşin batıdan doğması, yedi gün boyunca gökyüzünden taş yağması, Circus Flaminius’ta bulunan Pietas tapınağına (aedes) yıldırım düşmesi gibi aklın sınırlarını zorlayan doğa olaylarından söz eder.

Orosius’un aktardığı uğursuz işaretlerde de (prodigia dira) aşağı yukarı

Obsequens’inkilerle aynıdır. Üç eskiçağ yazarı da bu prodigium’ların Livius

Drusus’un halk temsilciliği sırasında gerçekleştiğini söylerler. Üçünün aktardıklarından da senatus’un bu uğursuz işaretler konusunda haruspex’lere danıştığı anlaşılmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi prodigium’larla ilgili bir liste hazırlayıp bunu senatus’a sunma görevi consul’e aittir509. Zayıf bir olasılık da olsa, Crassus’un ölümünden sonra, consul Philippus, bu prodigium’ları senatus’un gündemine getirmiş, haruspex’lerin verdikleri yanıtlara, bir augur olarak kendi görüşünü de ekleyerek, yasanın iptal edilmesi gerektiğini söylemiş olabilir. Senatus da consul’ün bu tavsiyesi doğrultusunda, herhangi bir rahip kuruluna danışmadan lex Livia’yı iptal etmiş olabilir. Zira, bu olaydan sekiz yıl önce, İ.Ö.99 yılında, yalnızca bir pontifex’in uyarısını yeterli görüp tanrının öfkesinin yatıştırılması için harekete geçen senatus’un, bu sefer de bir augur ve consul’ün uyarısıyla böyle bir karar alması olanaksız değildir. Crassus’un ölümünden sonraki siyasal ortam, bu tür bir karar için uygun görünmektedir.

İ.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısında auspicium’ları ve halk temsilcilerinin

çıkardığı yasaları incelediğimiz bu bölümün sonucu olarak şunları söyleyebiliriz: Bu

508 Plin. HN. 2.199; “…montes duo inter se concurrerunt crepitu maximo adsultantes recedentesque, inter eos flama fumoque in caelum exeunte interdiu…” 509 bkz.s.10

dönemde halk temsilcileri tarafından tasarlanıp önerilen ya da onların çabasıyla çıkan yasaların genel olarak iki başlık altında toplandığı görülmektedir. Bunlardan birincisi toprak dağıtımı, halka düşük fiyattan buğday verilmesi, koloni kurulması gibi ekonomik nitelikli yasalardır; öteki ise kalıcı mahkemelerdeki (quaestiones perpetuae) juri üyelerinin ve rahip kurullarının seçimi gibi yapısal nitelikli yasalardır. Her iki alandaki değişimin var olan düzendeki egemen grubun çıkarlarına zarar vermesi kaçınılmaz görünmektedir. Ekonomik nitelikli yasalar yönetimde bulunanların maddi çıkarlarını, yapısal nitelikli olanlar ise siyasi yetkilerini hedef almaktadır. Dolayısıyla var olan düzenin sürmesinden yana olanlar, Tiberius

Gracchus zamanındaki siyasi olayların gelişiminde gördüğümüz gibi, zaman zaman kendi yandaşları olan öteki halk temsilcilerini kullanarak bu yasalara engel olmaya

çalışmışlar ya da Gaius Gracchus örneğinde gördüğümüz gibi, bazen dini gerekçeleri kullanmışlardır. Ancak optimati’nin kullandığı bu tür yöntemler ya da araçlar değişim isteğini ertelemekten başka bir işe yaramamış görünmektedir. Zira kısa bir süre sonra, L. Appuleius Saturninus ve Sextus Titius gibi halk temsilcileri benzer tekliflerle yeniden ortaya çıkmıştır. Onların yasaları da auspicium’lara uygun olmadığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. M. Livius Drusus gibi, uygulanan politikaların sorunlara kalıcı çözüm getirmediğini anlayan bazı optimati üyeleri kalıcı çözüm için

çaba harcamışlardır. Ancak önerdikleri çözüm yönteminde her kesimin kendi haklarından fedakârlık yapması gerekeceği için, yasayı çıkaranlar siyasi olarak zayıf düştükleri ilk anda, çıkardıkları yasaların dini nedenler gerekçe gösterilerek iptal edilmesi sağlanmıştır. Görüldüğü üzere Roma’nın bu dönemde yaşadığı sorunlar yasalar aracılığıyla çözülmeye çalışılmış, ancak taraflar siyasi ve maddi çıkarlarını

ön planda tuttukları için başarılı olamamıştır.

VII. SONUÇ

Auspicium, yani devlet ve toplumla ilgili her türlü girişimi tanrının onaylayıp onaylamadığını öğrenmeye çalışmak, Roma’da Krallık ve Cumhuriyet Dönemi boyunca bir gelenek olarak varlığını sürdürmüştür. Eskiçağ yazarlarının, tarihi bir gerçekmiş gibi Romulus’un da Roma’yı tanrı onayını alarak kurduğunu vurgulaması bu geleneğe mitolojik bir kanıt ya da destek de kazandırmıştır. Çalışmada değindiğimiz çok sayıda örnek, Romalıların genelde bu tür kararlara, birkaç istisna dışında, harfiyen uyduklarını göstermektedir. Bu bakımdan devlet idaresinde auspicium’un belirleyici bir rolü olduğu söylenebilir.

Sınıflar arası mücadele döneminde siyasi gücü elinde bulunduran patres, aynı zamanda tanrı onayı konusunda yorumda bulunma ve karar verme yetkisine sahiptir.

Roma toplumunun sayıca çoğunluğunu oluşturan plebs sınıfı, sınıflar arası evlilik konusunda ve devlet yönetiminde pay sahibi olabilme gibi sosyal eşitlik taleplerini dile getirmeye başladığında, ‘tanrı onayı’ patres tarafından önlerine çıkarılan en

önemli engelleme aracı olmuştur. Çalışmamızın ikinci bölümünde yer verdiğimiz birçok örnekte görüleceği gibi, plebs’lerden biri yönetim erkini elinde bulundurabileceği bir göreve seçildiğinde, patres dini alandaki yetkisini kullanarak, tanrıların bu seçime razı olmadığını ileri sürmüş ve plebs’lein yönetimde pay sahibi olmasını engellemeye çalışmıştır. Başka bir deyişle dini alandaki yetkisini kullanarak, siyasi alandaki yetkisini korumayı denemiştir.

Savaş alanları için de benzer bir durum söz konusudur. Eğitimli ya da eğitimsiz Romalıların büyük bir çoğunluğu savaşta aldıkları yenilginin, tanrılarla

iletişimde var olan sorunlardan kaynaklandığına inanma eğilimindedirler. Bu nedenle, Cumhuriyet tarihi boyunca hemen hemen her savaştan önce, komutan ve orduyla birlikte yolculuk eden biliciler, tanrının savaşa izin verip vermediğini

öğrenmeye çalışmışlardır. Bu gelenek, yenilgi durumunda, komutanların tanrıya karşı sorumluluklarını yerine getirmiş görünmesine ve savaş sonrası kendilerine yöneltilebilecek olası suçlamalardan kurtulmasına yardımcı olmuştur. Tanrı onayına uyduğu halde savaş alanında yenilen komutanlardan birçoğunun siyasi kariyerine devam ettiği göz önüne alınırsa, tanrı onayına uymanın, savaş alanında sorumluluğu tanrıyla paylaşmanın siyasal bir kalkan görevi gördüğü söylenebilir. Öte yandan bazı komutanların askeri taktik gereği tanrı onayını önemsemeyip, sorumluluğu tanrıyla paylaşmayı reddederek risk aldıkları görülmektedir. O zaman belirleyici etken savaşın sonucu olmuştur. Savaşı kazandıkları takdirde alınan risk işe yaramış ve herhangi bir suçlamayla karşılaşmamışlardır. Ancak sonuç yenilgiyse, tanrı onayını almadıkları için suçlamalarla karşı karşıya kalmışlardır.

Savaşta auspicium’ların olumlu olup olmadığı ya da dinsel kurallara uyulup uyulmadığı konusunda karar veren kişilerin içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik durumun, ayrıca bu kişilerin askeri taktiklerinin ve siyasi eğilimlerinin söz konusu kararları alırken zaman zaman etkili olduğunu söyleyebiliriz. İ.Ö.362 yılında

Genucius’un bir plebs olarak sosyal durumu, yani tanrılarla iletişim kurarak, onların düşüncelerini öğrenme hak ve yetisinin olmadığı biçimindeki düşünce, rakip sosyal sınıf olan patricius tarafından savaşın kaybedilmesinin başlıca nedeni olarak gösterilmiştir. Buna karşın sonraki yıllarda plebs sınıfından başka komutanlar da savaş kaybetmişler, ancak onlara böyle bir suçlama yöneltilmemiştir. İ.Ö.293 yılında

Papirius Cursor ve pullarius’un psikolojik durumu, yani bir an önce savaşa başlamak

için çok istekli olmaları, olumsuz auspicium’ları olumlu görmelerine neden olmuştur.

İ.Ö. 275 yılında Pyrrhus’un ordusunu bir anda karşısında gören consul M. Curius’un psikolojik durumu da farklı değildir. Savaşa başlamak üzere hazır bir biçimde bekleyen düşman ordusuna, “bekleyin tanrılar henüz savaşmamıza izin vermiyor” demesini ummak gülünç olacaktır. Bu psikolojik durum ve ortamın etkisiyle günlerdir tanrıdan beklenen olumlu işaretler düşman ordusunun aniden görünmesiyle birlikte bir anda ortaya çıkıvermiştir.

İ.Ö. 3. yüzyılın son çeyreğinde, iç siyasi çekişmelerin ve tanrı onayı konusundaki tartışmaların yeniden yoğunlaştığı görülmektedir. Roma’nın kuzey sınırı ve Hannibal’e karşı uygulanacak strateji gibi devletin geleceğine ilişkin sorunlar bu tartışmaların ana konusunu oluşturmuştur. Siyasi ve dini meselelerde karar verme yetkisine sahip kurumların başında bulunan soylular, daha önce kendilerini birkaç kez yenmiş olan Hannibal’e karşı bir meydan savaşından kaçınıp, vur kaç taktikleriyle onu zayıflatma stratejisini benimsemiş görünmektedirler. Öte yandan plebs’ler ve temsilcileri, düşmana karşı bir an önce sonuç verebilecek, daha aktif, daha saldırgan girişimlerden yana bir duruş sergilemektedir. Bu nedenle kendi isteklerini yerine getirebilecek kamu görevlilelerinin seçilmesini sağlamışlardır. Bu dönemde Fabius Maximus Cuntator’un başını çektiği augur’lar kurulunun tanrı onayını gerekçe göstererek, daha önce görülmemiş bir sıklıkta, siyasal yaşama ve magistratus seçimine karıştığı görülmektedir. Eskiçağ yazarları hem bu müdahaleyi yapanların gerekçelerini hem de buna karşı çıkanların görüşlerini aktarmışlardır.

Çalışmamızın içinde göstermeye çalıştığımız gibi günümüz araştırmacılarının bir kesimi kararları alanların, bir kesimi de karşı çıkanların haklı olduğunu savunacak biçimde konuyu işlemektedirler. Bu iki görüş de çalışmamız içinde değerlendirilmiş

ve bize göre eksik olan yanları belirtilmiştir. Eldeki veriler bizde, augur’lar kurulu kararlarının kişisel menfaat elde etmek amacından çok, nobilitas’ın uygulamak istediği politikaları destekler nitelikte olduğu izlenimini uyandırmıştır. Hannibal karşısında ardı ardına alınan yenilgilerden sonra, din duygusunu birleştirici bir unsur olarak kullanmışlar ve kentteki umutsuzluk ortamını ortadan kaldırmaya

çalışmışlardır. Öte yandan bu kararlardan etkilenen plebs kökenli kişilerin yaptıkları itirazlar son derece doğaldır ve haklı yönleri de vardır. Bazı bilim adamlarının belirttiği gibi, augur’lar kurulunun Roma’da her zaman kötüye işaret olan şimşek

çakması gibi bir olguyu, olmadığı halde, varmış gibi göstermesi zordur 510. Ancak bu durum, söz konusu kararların siyasi bir sonucu olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.

Şimşek çakması auspicium’un tanrısal yanıdır. Ancak bu şimşek çakmasına, “tanrı iki plebs’in aynı anda consul olmasına izin vermiyor” biçiminde bir yorum yapıldığında ve bu yorumdan hareketle seçilenlerden birinin görevden ayrılması istendiğinde, yalnızca dini değil, aynı zamanda siyasi sonuçlar doğuran bir karar da verilmiş demektir. Bu kararlar savaş ortamı ve var olma mücadelesi ile de açıklanamaz. Çünkü kararlardan etkilenenler de aynı savaş ortamında yaşamaktaydı, eğer var olmak için bir mücadele verildiyse, bu mücadeleyi, kararlardan etkilenip görevlerinden ayrılmak zorunda kalanlar da vermişlerdir.

İ.Ö. 2. yüzyılın ilk yarısında tanrı onayıyla ilgili tartışmaların önceki elli yıla oranla yok denecek kadar azaldığı görülmektedir. Bu dönemde tanrı onayına karar verenlerin önceki döneme göre daha ılımlı davranmaları belki bu tartışmaların azalmasını açıklayabilir. İ.Ö. 215 yılında, iki plebs’in aynı anda consul seçilmesi, tanrının onay vermediği gerekçesiyle engellenmişti. Ancak 172 yılında iki plebs aynı

510 Her ne kadar tarihçi Dionysos Halikarnassos İ.Ö. 1.yüzyılda augur’lardan bazılarının bunu yaptığını söylemiş olsa da.

anda consul seçilmiş ve herhangi bir tartışma yaşanmamıştır. 176 yılında kestiği kurbanın iç organlarında tanrı onayını gösteren işaretleri bulamadığını bildiren consul Q. Petilius’a, senatus “uygun işaretleri bulana kadar kurban kesmeye devam et” biçiminde yanıt vermiştir. Bu elli yıllık dönemde tanrı onayının siyasi olarak kullanıldığını düşündürebilecek bir iki olay vardır, ama bunlar İ.Ö. 3. yüzyılın ikinci yarısındakilerle karşılaştırıldığında önemsiz gibi görünmektedir.

Öte yandan İ.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısı için aynı şeyleri söylemek zordur.

Büyük çiftliklerin sayısının artması ve buralarda özgür yurttaşlar yerine kölelerin

çalıştırılması sonucu, Roma ordusunun belkemiğini oluşturan orta sınıf köylülerin sayısındaki azalma, kentin giderek işsizlerle dolması Roma’nın başlıca sorunlarıdır.

Senatus üyelerinden küçük bir bölümün desteklediği halk temsilcileri, bu sorunlara

çözüm üretmek amacıyla bazı yasa önerileri sunmuşlardır. Bu yasa tasarıları arasında, toprak dağıtımı, halka düşük fiyattan buğday dağıtılması, yeni koloniler kurulması gibi ekonomik, mahkemelerdeki jüri üyelerinin ve rahip kurulu üyelerinin seçimi gibi yapısal nitelikli olanlar çok tartışılmıştır. Var olan düzenin sürmesinden yana olan varsıl kesimin, bu tasarıları kimi zaman öteki halk temsilcilerinin veto yetkisini kullandırarak, kimi zaman da tanrı onayını gerekçe göstererek engellediği görülmektedir. Bu kararları alanlar söz konusu yasaların devletin çıkarına olmadığını ileri sürerken, karşıt grup kararların alınmasına neden olan tanrı işaretlerinin uydurulduğunu söylemektedir. Bu yasalar iptal edildikten kısa bir süre sonra, başka bir halk temsilcisinin benzer yasa önerileriyle yeniden ortaya çıkması, kullanılan bu yöntemlerin sorunları çözmediği, yalnızca ötelediğini göstermektedir.

Roma cumhuriyet döneminde tanrı onayı ve siyasi erk ile ilgili genel bir değerlendirme yapacak olursak, devlet yönetiminde bu iki unsurun birbirinden ayrı

bağımsız alanlar olarak görülmediğini söyleyebiliriz. Her türlü devlet işinden önce tanrıdan onay alma bir gelenek olarak varlığını sürdürmüştür ve bundan cumhuriyetin sonuna değin asla vazgeçilmemiştir. Bununla birlikte siyasal anlaşmazlıklar ve tanrı onayı konusundaki tartışmalar arasında doğru orantı olduğu söylenebilir. Roma’nın kuruluş yıllarında Remus’un Romulus’a, sınıflar arası mücadele döneminde plebs temsilcilerinin patres’e, İ.Ö. 3. yüzyılın son çeyreğinde halk temsilcilerinin nobilitas’a, İ.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısında ise populares

üyelerinin optimati üyelerine, İ.Ö. 1. yüzyılda Cicero’nun Marcus Antonius’a karşı yaptığı itirazların özünde bir farklılık yoktur. Her biri karşı tarafı tanrı onayını siyasi

çıkar amacıyla kullanmakla suçlamaktadır. Tanrı onayına karar verenler ise bu itirazlara devletin menfaatini öne çıkarak yanıt vermişlerdir.

Öte yandan, bu çalışmada yaptığımız gibi, daha geniş bir zaman dilimini ele alarak, auspicium ve imperium arasındaki ilişkinin tarihçesini incelemek, tanrı onayı ve siyasi erk arasında karşılıklı bir etkileşim olduğunu göstermiştir. Tanrı onayı konusunda alınan kararlara yapılan itirazlar, bu konunun Roma toplumunda bir dogma, tartışılamayan ve değiştirilemeyen kurallar silsilesi olarak görülmediğini göstermektedir. Sosyal, ekonomik ve siyasal koşullarla birlikte, insanların içinde bulunduğu psikolojik durum değiştiğinde, tanrı onayı konusundaki görüşlerin de değişebildiği görülmektedir. Örneğin cumhuriyetin erken döneminde, kent henüz büyümemişken, plebs’lere ihtiyacı olmadığını düşünen patres, yönetim yetkilerini bu sınıfla paylaşmaya uzun süre yanaşmamıştır ve tanrı onayını engel olarak göstermiştir. Ancak zamanla patricius ailelerin sayısı azaldığında ve plebs’ler vergi

ödemeyi reddetme, askere yazılmama v.b. yöntemlerle gösterdikleri pasif direniş sayesinde kendilerine olan ihtiyacın ne kadar çok olduğunu kabul ettirdiklerinde,

plebs’lerin consul olması önündeki tanrı engeli de zaman içinde kalkmıştır. İ.Ö. 3. yüzyılın başından itibaren artık hiç kimse plebs sınıfından olan birinin consul seçilmesine tanrının onay vermediğini dile getirmez olmuştur. İ.Ö. 3. yüzyılın sonunda her iki consul’ün de plebs sınıfından seçilmesini tanrının onaylamadığı ileri sürülürken, İ.Ö. 2. yüzyılın ortalarına doğru buna itiraz eden kimse kalmamıştır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi auspicium ve imperium arasındaki karşılıklı etkileşim birçok kez kendini göstermiştir. Cicero’nun belirttiği gibi, Romalıların ataları devleti akıllı bir biçimde yöneterek dini, dini akıllı bir biçimde yorumlayarak da devleti korumayı amaç edinmişlerdir. Kimi zaman tanrı onayının, siyasal yapıyı belirlediğini, kimi zaman siyasal yapının tanrı onayının yorumlanmasında önemli etkisi olduğu görülmektedir. VIII. EKLER

VIII.1 Resim 1: Kilden kuzu

ciğer maketi

Tarihi: İ.Ö.1900-1600 Uzunluk: 14,600 cm Genişlik: 14,600 cm Buluntu yeri: Sippar, Kuzey Irak Müze: British Museum Katalog no: ME 92668

VIII.2 Resim 2: Bronz kuzu ciğeri maketi

Tarihi: İ.Ö. 2 yy. sonu- 1. yy. başı Buluntu yeri: Settima, Gossolengo, İtalya Müze: Musei Civici di Palazzo Farnese

VIII.3 Resim 3: Bronz Haruspex heykelciği

Tarihi: İ.Ö. 4.yüzyıl Uzunluk: 17.7 cm Buluntu yeri: Tiber nehri kıyısı Müze: Gregorian Etruscan Museum Katalog no: 12040

VIII.4 Resim 4: Vel Saties

VIII.5 Resim 5: Numa Pompilius’un Kral İlan Edilişi

VIII.6 Resim 6: Fasti Consulares

Şu anda Roma’da Musei Capitolini’de sergilenmektedir.

VIII.7 Resim 7: Fasti Consulares’teki İ.Ö. 172 yılına ilişkin kayıt

IX. KAYNAKÇA

Altheim, Franz, and Harold Mattingly. A History of Roman Religion. Methuen, London, 1938

Annus, Amar, “On the Beginnings and Continuities of Omen Sciences in the Ancient World”, (ed.) Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the Ancient World The University of Chicago, Chicago, 2010 içinde: s.1-18.

Badian, Ernst, “Sulla's Augurate”, Arethusa 1:1 (1968): 26-46

Bailey, Cyril, Phases in the Religion of Ancient Rome, University of California Press, Berkeley, California, 1932

Bayet, Jean. Histoire politique et psychologique de la religion romaine, Payot, Paris, 1957

Bayet, Jean, Marcel Renard, and Robert Schilling. Hommages à Jean Bayet, Collection Latomus, 70. Bruxelles, 1964.

Beard, Mary, “Priesthood in the Roman Republic”, (ed.) Beard, M & North, J.A, Pagan Priests: Religion and Power in the Ancient World, Ithaca, New York, 1990 içinde: s.17-48.

Beard, M, North, J.A. ve Price, S.R.F., Religions of Rome. 1, A History, Cambridge University Press, Cambridge, 1998

Beck, H., “The Early Roman Tradition”, Marincola (ed.) A Companion to Greek and Roman Historiography Vol.I, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde,: s.259-265

Bergemann,C., Politik und Religion im Spätrepublikanischen Rom, Palingenesia, Franz Steiner, Stuttgart, 1992

Botsford, George Willis, The Roman Assemblies from their Origin to the End of the Republic, The Macmillan Company, New York,, 1909

Bouché-Leclercq, A., Histoire de la divination dans l'Antiquité, E. Leroux, Paris, 1879

Briscoe, John, “The Second Punic War”, (ed.) Astin, A. E., Cambridge Ancient History 8, Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde: s. 44-78

Broughton, T. R. S., The Magistrates of the Roman Republic vol.1: 509 BC-100 BC, American Philological Association, New York, 1951

------., The Magistrates of the Roman Republic, vol.2: 99 B.C.- 31 B.C., American Philological Association, New York, 1952

Brunt, P.A., “Italian Aims at the Time of The Social War”, The Journal of Roman Studies 55 (1965): s.90-109

------, “Nobilitas and Novitas”, The Journal of Roman Studies 72, (1982): s.1- 17

Cassola, Filippo, I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C, Instituto di Storia Antica, Trieste, 1962

Catalano, Pierangelo, Contributi Allo Studio Del Diritto Augurale, G. Giappichelli, Torino, 1960

Cicero, M.T., Tanrıların Doğası, (çev.) F.Gül Özaktürk& Fafo Telatar, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006

Cornell, T.J., “Review: Clio's Cosmetics, Three Studies in GraecoRoman Literature”, The Journal of Roman Studies 72 (1982): s.203-206

Cornell T.J., “The Recovery of Rome” Wallbank F.W, Astin A.E (ed.), The Cambridge Ancient History Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge, 1989, 20065 içinde: s.309-350

Cornell T.J., The Beginnings of Rome: Italy and Rome from the Bronze Age to the Punic Wars (c.1000-264 BC), Routledge, London; New York 1995

------, “The Value of Literary Tradition” Raaflaub (ed.) Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.47-74

Degrassi, Attilio, Fasti Consulares et Triumphales, Ist. Poligrafico dello Stato, Libreria dello Stato, Roma, 1947

DeMartino, R.M, The Roman Nobility and the State Religion in the Late Republic, PhD, Rutgers University, 1985 (Roman Nobility)

De Martino, Stefano, Hititler, (çev). Erendiz Özbayoğlu, Dost Kitabevi, Ankara, 2003

De Sanctis, Gaetano, Storia dei Romani Vol. 3: L’Eta Delle Querre Puniche Parte 1, Bocca, Milano, 1916

Develin, Robert, “Religion and Politics at Rome during the Third Century BC”, Journal of Religious History 10 (1978): s.3-19

------, “The Political Position of C.Flaminius”, Rheinisches Museum für Philologie 122 (1979): s.268-277

------, “The Integration of Plebeians in to the Political Order after 366 B.C.”, Raaflaub (ed.) Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.293-311

Dinçol, Ali M., “Hititler”, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi 1, Görsel Yayınlar, İstanbul, 1982

Dorey, T.A, “The Dictatorship of Minucius”, The Journal of Roman Studies 45 (1955): s.92-96

------, “The Elections of 216 B.C.”, Rheinisches Museum für Philologie 102 (1959): s.249-252

Drummond A., “Rome in the Fifth Century II: The Citizen Community” Wallbank F.W ve Astin A.E (ed.), The Cambridge Ancient History Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge, 1989, 20065 içinde: s.172-242

------,“Licinius Stolo” Hornblower S.(ed.), The Oxford Classical Dictonary, 3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde: s.859-860

------, “Publilius Philo, Quintus” Hornblower S.(ed.), The Oxford Classical Dictonary, 3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde: s.1276

------, “Quintus Fabius Maximus Rullianus”, Hornblower S.(ed.), The Oxford Classical Dictonary, 3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde: s.583

Dumézil, Georges. Archaic Roman Religion, with an Appendix on the Religion of the Etruscans, University of Chicago Press, Chicago, 1996

Fowler,W., The Religious Experience of the Roman People, from the Earliest Times to the Age of Augustus, MacMillan and Co., London, 1911

Frank, T., “Italy”, (ed.) Cook, S. A. , The Cambridge Ancient History vol.8, Cambridge University Press, Cambridge, 1930 içinde:s.326-356

Friezer E., “Interregnum and Patrum Auctoritas” Mnemosyne 4.12 (1959), s.301-329

Gabba, E., “Rome and Italy: the Social War”, (ed.) Crook, J. A. & Lintott A. & Rawson E., The Cambridge Ancient History vol.9, Cambridge University Press, Cambridge, 1992 içinde: s.104-128

Geer, Russel M., “M. Aemilius Scaurus (Suetonius Nero ii.1 and Asconius on Cicero Pro Scauro 1) ”, Classical Philology 24 (1929): s.292-294

Geers, F.W., “A Babylonian Omen Text”, The American Journal of Semitic Languages and Literatures 43, no:1 (1926): s.22-41

Gelzer, M., “Römische Politik bei Fabius Pictor”, Hermes 68 (1933): s.129-166

Gelzer, Matthias, “Review: Roman Politics 220-150 B.C. by H. H. Scullard”, Historia: Zeitschrift für Alte Geschichte vol. I no:4 (1950): s.634-642

------, The Roman Nobility, (tr) Robin Seager, Basil Blackwell, Oxford, 1969

Graves, J.T., “Atilius L.”, Smith, W. (ed.), Dictionary of Greek and Roman Biography and Mythology vol.1, Little, Brown, and Company, Boston, 1867 içinde: s.405

Greenidge, A. H. J. Roman Public Life, Macmillan and Co, London, 1901.

Gruen, Erich S., “The Consular Elections for 216 BC and the Veracity of Livy”, California Studies in Classical Antiquity 11 (1978): s.61-74

Hahm, David.E., “Roman Nobility and the Three Major Priesthoods, 218-167 B.C.”, Transactions and Proceedings of the American Philological Association 94 (1963): s.73-85.

Hardy, G.E., “Three Questions as to Livius Drusus”, The Classical Review 27 (1913): s.261-263

Horster, Marietta, “Living on Religion: Professionals and Personnel”, (ed.) Rüpke, Jörg, A Companion to Roman Religion, Blackwell Malden, MA, 2007 içinde: s.332-341

Hölkeskamp, K.J., “Senat und Volkstribunat im frühen 3. Jh.v.Chr.”, (ed.) Eder, W., Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin, Steiner, Stuttgart, 1990 içinde: s.437-457

İplikçioğlu, B., Helen ve Roma Tarihinin Ana Hatları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2007

Jocelyn, H.D., “The Roman Nobility and the Religion of the Republican State”, Journal of Religious History 4 (1966): s.89-104

Kearns, Emily, “Portents”, Hornblower (ed.), Oxford Classical Dictionary, Oxford University Press, Oxford 2003 içinde: s.1227-1228.

Latte, K., Römische Religiongeschichte, Beck, Munich, 1960

Levene D.S, Religion in Livy, Brill, Leiden, 1993

------,“Roman Historiography in the Late Republic” Marincola (ed.) A Companion to Greek and Roman Historiography Vol.I, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde: s.275-289

Liebeschuetz, J.H.W.G., Continuity and Change in Roman Religion, Oxford Univ. Press, Oxford, 1979, repr. 2007.

Linderski, Jerzy, “The Augural Law”, Aufstieg und Niedergang der römischen Welt

2.16 (1986): s.2146-2312

------, “The Auspices and the Struggle of Orders” Eder (ed.), Staat und

Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-

15. Juli 1988, Freie Universität Berlin. Stuttgart: Steiner, 1990 içinde: s.34-48

Lintott, A., “Political History, 146-95 B.C.”, (ed.) Crook, J. A.& Lintott, A.& Rawson E., The Cambridge Ancient History vol.9, Cambridge University Press, Cambridge 1992, 20067 içinde:s.40-103

MacBain,B., Prodigy and Expiation: A Study in Religion and Politics in Republican Rome, Latomus Revue D'Études Latines, Brussels, 1982

Magdelain,A. “Auspicia ad patres redeunt” Bayet, Jean, Marcel Renard, and Robert Schilling. Hommages à Jean Bayet, Collection Latomus, 70. Bruxelles, 1964 içinde: s.427-473

Marincola J.,(ed.), A Companion to Greek and Roman Historiography, 2 Vol, Blackwell Publishing, Oxford, 2007

Menzilcioğlu, Ç., “Cicero Tanrı-Tanımaz mı?”, Kutadgubilig 15 (2009): s.77-86

Mitchell R.E, Patricians and Plebeians: The Origin of the Roman State, Cornell University Press, Ithaca and London, 1990

------, “The Definition of Patres and Plebs: An End to the Struggle of Orders” Raaflaub (ed.) Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s.128-167

Momigliano A., “An Interim Report on the Origins of Rome” The Journal of Roman

Studies 53 (1963): s.95-121

Momigliano A. & Cornell T.J., “Patrum Auctoritas” Hornblower S.(ed.), The Oxford

Classical Dictonary, 3rd ed., Oxford University Press,Oxford, 2003 içinde:

s.1127-1128

Mommsen Theodor, Römisches Staatsrecht I, Verlag von S. Hirzel, Leipzig, 1876

Münzer, F, “Claudius (304)”,Wissowa, Georg (ed.), Paulys Realencyclopädie der

classischen Altertumswissenschaft vol.3, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart,

1899 içinde: s.2857-2858

------, Römische Adelsparteien und Adelsfamilien, J.B. Metzlersche Verlagsbuchhandlung, Stuttgart, 1920

Niebuhr B.G, The History of Rome vol.2, (tr.) Hare J.C, Taylor and Walton, London, 1838

North, J.A, The Interrelation of State Religion and Politics in Roman Public Life from the end of the Second Punic War to the time of Sulla, PhD, Oxford University, 1967

------“ Conservatism and Change in Roman Religion” Papers of the British School at Rome 44 (1976): s.1-12

North,J.A, “Religion in Republican Rome”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History 7.2 Cambridge University Press, Cambridge, 1989 içinde:s.573-624

------, “Diviners and Divination at Rome”, (ed.) Beard, M & North, J.A, Pagan Priests : Religion and Power in the Ancient World, Ithaca, New York, 1990 içinde: s.49-72

Oakley S.P., Commentary on Livy, Books VI-X, Clarendon Press, Oxford, 1987

Ogilvie R.M, A Commentary on Livy, Books1-5, Oxford University Press, London, 1965

Oppenheim, A. Leo, “A Babylonian Diviner's Manual”, Journal of Near Eastern Studies 33 no:2 (1974): 197-220

------, Ancient Mesopotamia: Portrait of a Dead Civilization, The University of Chicago Press, Chicago & London, 1977

Orlin, E.M, Temples, Religion and Politics in the Roman Republic, Brill, Leiden; New York 1997

Patterson, L. Marcia, “Rome's Choice of Magistrates during the Hannibalic War”, Transactions and Proceedings of the American Philological Association 73 (1942): s.319-340

Pecchioli Daddi, Franca, Mestieri, Professioni e Dignità nell'Anatolia Ittita, Edizioni dell'Ateneo, Roma, 1982

Rawson, Elizabeth, “Religion and Politics in the Late Second Century B.C. at Rome”, Phoenix 28.2 (1974): s.193-212

Reiner,E. “Fortune-Telling in Mesopotamia”, Journal of Near Eastern Studies 19 no:1 (1960): s.23-35

Ridley T.R, “Patavinitas among the Patricians? Livy and the Conflict of Orders” Eder (ed.), Staat und Staatlichkeit in der frühen römischen Republik: Akten eines Symposiums, 12.-15. Juli 1988, Freie Universität Berlin. Stuttgart: Steiner, 1990 içinde: s.103-138

Rochberg, Francesca, The Heavenly Writing : Divination, Horoscopy and Astronomy in Mesopotamian Culture, Cambridge University Press, Cambridge ; New York, 2004.

------, “"If P Then Q": Form and Reasoning in Babylonian Divination”, (ed.) Annus, Amar, Divination and Interpretation of Signs in the Ancient World The University of Chicago, Chicago, 2010 içinde: s.19-28

Rosenberger, Veit, “Republican Nobiles: Controlling the Res Publica”, (ed.) Rüpke, Jörg, A Companion to Roman Religion, Blackwell Publishing, Oxford, 2007 içinde: s.292-303

Rosenstein, N.S, Imperatores Victi : Military Defeat and Aristocratic Competition in the Middle and Late Republic, University of California Press, Berkeley, 1990

Rüster, Christel, Hethitisches Zeichenlexicon: Inventar und Interpretation der Keilschriftzeicen aus den Boğazköy-Texten, Otto Harrassowitz, Wiesbaden, 1989

Scullard, H. H., Roman Politics, 220-150 B.C, Clarendon Press, Oxford, 1973

------, A History of the Roman World 753 to 146 BC, Routledge, London, 1980

------, “Carthage and Rome”, Wallbank F.W, Astin A.E (ed.), The Cambridge Ancient History Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge, 1989, 20065 içinde: s. 486- 569

Staveley, E.S, “Review: I Gruppi Politici Romani nel III Secolo A.C by Filippo Cassola”, The Journal of Roman Studies 53 (1963):s. 182-187

Staveley, E.S, “Rome and Italy in the Early Third Century”, (ed.) Walbank, F. W., Cambridge Ancient History, Vol.7.2, Cambridge University Press, Cambridge, 1989, 20065 içinde: s.420-455

Stewart, R., Public Office in Early Rome: Ritual Procedure & Political Practice, The University of Michigan Press, Michigan, 1998, 20014

Sumner, G.V., “Lex Aelia, Lex Fufia”, The American Journal of Philology 84 (1963): s.337-358.

------., “Elections at Rome in 217 B.C.”, Phoenix 29 (1975): s.250-259

Szemler, G. J. The Priests of the Roman Republic. A Study of Interactions between Priesthoods and Magistracies. Collection Latomus, v. 127. Bruxelles, 1972.

Taylor, L. R., “The Election of the Pontifex Maximus in the Late Republic”, Classical Philology 37 (1942): s.421-424

------, “Caesar's Colleagues in the Pontifical College”, The American Journal of Philology 63 (1942): s.385-412

------, Party Politics in the Age of Caesar. Sather Classical Lectures, 22. University of California Press, Berkeley, 1949

------, “Forerunners of the Gracchi”, The Journal of Roman Studies 52 (1962): s.19-27

Twyman, B.L., “The Consular Elections for 216 and the Lex Maenia de Patrum Auctoritate”, Classical Philology 79 (1984): s.285-294

Ungern-Stenberg, J., “The End of the Conflict of Orders”, (ed.) Raaflaub, K.A., Social Struggles in Archaic Rome, Blackwell Publishing, Oxford, 2005 içinde: s. 312-332

Ünal, A., “Zum Status der 'Augures' bei den Hethitern”, Revue Hittite et Asianique 31 (1973): s. 27-56

Ünal, A, Hititler Devrinde Anadolu II, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2003

Vaahtera, J., Roman Augural Lore in Greek Historiography, Franz Steiner Verlag, Stuttgart, 2001

Valeton, I.M.J, “De Modis Auspicandi Romanorum” Mnemosyne 17, (1890), s: 208- 263, Mnemosyne 18: 406-456

------, “De templis Romanis”, Mnemosyne 23 (1895): s.15-79

Von Fritz K., “The Reorganization of the Roman Goverment in 366 BC. and the so- called Licinio-Sextian Laws” Historia 1 (1950): s.3-44

Walbank, F. W., A Historical Commentary on Polybius, vol.I, Clarendon Press, Oxford, 1957

Weinstock, S., “Obnuntiatio”,Wissowa, Georg ve Kroll, Wilhelm (ed.), Paulys Realencyclopädie der classischen Altertumswissenschaft vol.17, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart, 1937 içinde: s.1726-1735

Wells J.C, De Religionibus sacris et Caerimoniis est Contionatus: Piety and Public Life in Republican Rome, PhD, Ohio State University, 2004

Wiseman, T.P., Clio's Cosmetics. Three Studies in Graeco Roman Literature, Leicester, 1979

Wissowa, Georg, “Augures”, Pauly, A., et al. (ed.), Paulys Realencyclopädie der classischen Altertumswissenschaft vol.2, J.B. Metzlerscher Verlag, Stuttgart, 1896 içinde: s.2313-2344

------, Religion und Kultus der Römer, München, 1912 X. TEZ ÖZETİ

Aşkit, Çağatay, Auspicium et Imperium: Roma Cumhuriyet Döneminde

İç Siyaset ve Kehanet, Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Mehmet

ÖZAKTÜRK, xvii+220 s.

Eskiçağ toplumlarından birçoğunun tanrılarla iletişim kurmak için başvurdukları kendine özgü bilicilik yöntemleri ve bu yöntemleri uygulayan rahipleri vardır. Ancak Roma devlet dinini öteki eskiçağ devletlerinkinden ayıran belirgin bir fark vardır. Özellikle siyasi erkin güçlüler arasında paylaşıldığı cumhuriyet döneminde, Romalı siyasetçiler, bilicilik alanında eskiçağ devletlerindekilerle kıyaslanamayacak kadar etkilidirler. Roma devlet dinini gözetmekle görevli rahiplerin büyük bir bölümü, aynı zamanda senatus üyesidir; birçoğu devletin en üst kademelerinde görev yapmış, Roma siyasi yaşamına yön vermiştir. Roma rahiplerini

öteki devletlerdeki çağdaşlarından farklı kılan bu özellik uygulamada daha çarpıcıdır.

Seçim, yasa yapma gibi resmi toplantılarda ya da savaş alanında, kuşların yaptığı hareketleri gözleyerek auspicium’a başvurma, yani tanrının onayını alma zorunluluğu vardı. Kamu yüksek görevlileri genelde comitia centuriata’da halk oyuyla seçiliyordu, ancak bu yeterli değildi. Seçim sürecinin ya da seçilen görevlinin aynı zamanda tanrı tarafından da onaylanması bekleniyordu. Tanrıdan geldiğine inanılan olumsuz bir işaret rapor edildiğinde, senatus, ilgili rahip kuruluna danıştıktan sonra, seçimde bir hata olduğuna karar verirse, seçilen görevliyi tanrının onaylamadığına inanılıyor ve sonucunda görevi bırakması bekleniyordu.

Bu bakımından Roma bilicilik sistemi, özellikle de auspicium’ların ve augur’ların Roma devlet yapısı içindeki rolü, eskiçağ yazarları, hatta augur’ların

kendi arasında bile tartışma konusu olmuştur. Tanrıdan geldiğine inanılan işaretlerin siyasi çıkar sağlamak amacıyla yorumlanıp yorumlanmadığına değinen çok sayıda modern araştırma bulunmaktadır. Bu araştırmalarda genel olarak iki eğilim göze

çarpmaktadır: Bunlardan birincisi, uygun ortam oluştuğunda, auspicium’ların yönetici sınıf tarafından siyasi amaçlı olarak kötüye kullanıldığını ileri sürmektedir.

İkinci eğilim ise, dinin Roma devleti için çok önemli olduğunu, özellikle de devletin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı kriz anlarında, bu tür hilelere başvurarak tanrıları gücendirme riskinin alınamayacağını belirtmektedir. Cumhuriyet Döneminin belirli bir evresine odaklanıldığında, eskiçağ kaynaklarının da bu savları desteklediği görülmektedir. Bu çalışmada, Cumhuriyet döneminin tamamına yakını auspicium ve imperium açısından incelenerek farklı bir bakış açısı getirme amaçlanmıştır. XI. SUMMARY

Aşkit, Çağatay, Auspicium et Imperium: Divination and Politics in Roman

Republican Period, PhD Thesis, Advisor: Prof. Mehmet ÖZAKTÜRK, p. xvii+220

Almost all nations in antiquity had their institutions, instruments and methods of divination to learn the divine will concerning their affairs past, present and future, and diviners working as mediators to interpet the signs asserted to have been received from the divine beings. What is interesting to note in the case of the Roman state cult is that, although these aspects of the divination and diviners of the state religion in many respect show great similarities to those of the other states paticularly in the east Mediterranean Sea and Mesopotamia, the status and functions of the diviners and the priests differ from those of the other ancient states, as many scholars have pointed out before, in that the offical Roman diviners and priests were in general senators who had also the right to hold magistracies.

Roman politicians of aristocracy managed the entire state cult themselves, instead of leaving it in to the hands of seperate priesthoods recruited from elsewhere and specialized in their particular field. In practice, what distinguished Roman politicians and priests from their foreign contemporaries was even more noteworthy.

The taking of auspices, literally “watching the birds” (avis, specio), was obligatory before any public transaction, just as assemblies of election and legislation and also at the battle field before the fighting. Generally, the magistrates were chosen at comitia centuriata by the popular vote, but it was not sufficient. The authority of them also needed divine sanction, the set phrase denoting to this authority was

“auspicium imperiumque”. When unfavorable auspices were announced by an augur, and if the senate, after consulting the college of augurs, declared a magistrate vitio creatus, this magistrate was considered to be lacking God’s consent and was consequently expected to resign.

In this respect Roman divinatory system, particularly the role of auspices and augurs in Roman constitution, have became a debatable question even in ancient times and also among the augurs themselves. There are a lot of modern works written about the possibilities of interpreting the religious sings for one’s political advantage.

Two main trends of arguments are strongly marked in these discussions: One asserts that the auspices were manipulated by the governing class when it suited their political purposes. The other supports the thought that the religion was of so great importance to the Romans that they could not take the risk of offending the gods, especially in the times of crises. Although these assertions or viewpoints would find sufficient support from ancient sources, therefore are inevitable, yet this study will make an attempt to argue that having examined thoroughly all the republican period in terms of auspicium et imperium, in the light of more material, it is possible to prove something different from the ones mentioned above.