1

2

Sir Christopher White’ın (A.W.) aziz anısına Vefa’dır.

3

Tiyatro Dünya tarihi boyunca büyüsünü kaybetmemiş ve kaybetmeyecek bir sihirli sözcüktür. Vefalı Oyuncular Vefa Lisesi’nin tiyatro tarihini anlatan bir hatıra kitabı. Zamanı burada dondursak bile sahnemizde yine onlarca tiyatrocu Vefalı repliklerini söylemeye, tiratlarını atmaya devam edecek. Belki bizlerden sonra bir meraklı bizim yapacaklarımızın kitabını yazacak. Buna inanıyoruz. Kitabımızı Vefa Lisesi’nin efsane tiyatro hocası Sir Christopher White anısına armağan ediyoruz. Umarım yetiştirdiği Oliver’ler ve yüzlerce çocuğu onu yâd ediyordur. Vefalı Oyuncuların yönetmeni Zuhal Küçük hocamıza ve tüm oyuncularımıza sonsuz teşekkürlerimizle. Kitabın hazırlanmasında emeği geçenlere de bir teşekkür. Keyifli okumalar. Oğuz KAYGALAK Tiyatro Yazarı Vefa Lisesi Psikolojik Danışmanı

4

Ey Sevgili Seyirci, Bugün günlerden 27 Mart. Bu yıl içimiz biraz buruk. Her yıl harıl harıl hazırlandığımız oyunlar, festivaller, sunumlar olmayacak bu yıl. Öğrencilerimizle beraber o heyecanı yaşayıp sonra ferahlıkla çektirdiğimiz hatıra fotoğrafları, aldığımız alkışlar da yok. Ama öyle bir sene ki diğer yandan da doğal bir nadas gibi. Durduğumuz, düşündüğümüz, kendimize ve yaptığımız işlere sahiden bakıp değerlendirdiğimiz bir yıl. Madem olumlu yanını da görüyoruz; mutlu, umutlu güzel günlere inancımız da pekişmeli. Çünkü tiyatro hayatın aynasıysa ve bir gülen bir de ağlayan yüzü varsa her oyunun, bu da yaşlanmalıydı denge gereği. Ve insana insanı anlatıyorsa bu sanat, biz de anladık kendimizi ve birbirimizi. Ey sahneler en kısa zamanda bekleyin bizi. Perdelerii ve ışıkları açık tutun çünkü VOTT ilk fırsatta sağlıklı günlerde yine karşınızda selama duracaktır. Ey sevgili Seyirci, kıymetli reji ve değerli oyuncu... Günümüz kutlu olsun. Zuhal KÜÇÜK Vefalı Oyuncuların Yönetmeni Vefa Lisesi Edebiyat Öğretmeni

5

VEFALI OYUNCULAR OYUN AFİŞLERİMİZ

6

7

8

VEFA ARŞİVİNDEN TİYATRO OYUNLARI ANTİGONE

9

10

11

12

HASTALIK HASTASI OYUNU

13

14

Vefa Lisesi Öğrencisi tarafından Devlet Tiyatrosu Konservatuarı’na yazılan kabul mektubu

15

16

17

VEFA EFSANESİ SİR CHRISTOPHER WHITE VE OLIVER TWIST MÜZİKALİ

18

19

20

21

22

23

24

VEFA LİSESİ’NİN ÜST CADDESİ BİR ZAMANLARIN TİYATRO MERKEZİYDİ DİREKLERARASI ’un XIX. yüzyıldaki en önemli kültür ve sanat merkezlerinden biri.

Eskiden Vezneciler-Şehzadebaşı yolunun Onaltımart Şehitleri ve Dedeefendi caddeleriyle birleştiği noktalar arasında kalan bölümüne, her iki yanda yer alan kâgir dükkânların önündeki alçak mermer sütunlar üzerine oturtulmuş revaklardan dolayı Direklerarası deniliyordu. Yaya kaldırımı bu sütunlar arasından geçtiği için benimsenen isim, daha sonraları caddeyle birlikte çevrenin de adı haline gelmiştir. Aslında bu dükkânları Damad İbrâhim Paşa, Şehzadebaşı Camii’nin üst yanındaki külliyesine gelir sağlamak amacıyla yaptırmıştır. Ana caddenin iki tarafında yer alan önü revaklı toplam seksen iki adet dükkânın bugün sadece külliye tarafında aslı bozulmuş birkaç tanesi mevcut bulunmaktadır (geniş bilgi için bk. DAMAD İBRÂHİM PAŞA KÜLLİYESİ).

Direklerarası XIX. yüzyıla kadar daha çok yeniçerilerin gezinti ve eğlence yeriydi. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra, özellikle ramazan aylarında kalabalıklaşan İstanbul’un en faal pazarı, gezinti ve eğlence mahalli olma hüviyetini kazandı. Burası o yıllarda bugünkü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi binasının bulunduğu yerden başlayarak Şehzadebaşı Camii’nin önünden Saraçhanebaşı’na, hatta Fatih Parkı’na kadar uzanıyordu. Bu bölge Beyazıt, Süleymaniye, Şehzadebaşı, hatta Fatih gibi selâtin camilerinin çevrelediği, daha doğrusu bu ibadethâneleri birbirine bağlayan ana yolun ortasından geçtiği bir yer olduğu için bilhassa ramazan aylarında gelişen şehrin gece hayatının sürdüğü önemli ve hatta tek semt olma özelliğine sahip olmuştur.

25

Direklerarası, devrinde sadece bir eğlence ve gezinti mahalli olarak değil aynı zamanda kültür, edebiyat ve sanat muhiti olarak da önemli bir yere sahipti. Ayrıca son devirde Batılılaşma’nın geleneksel Türk toplum hayatına yaptığı olumsuz etkilerin sergilendiği bir bölge olduğu gibi ilk tiyatro sahnelerinin de kurulup geliştiği yerlerden biri ve en önemlisidir. Yerli tiyatro topluluklarının ortaya çıktığı 1880’li yıllarda Direklerarası’ndaki büyük kahvehanelerde orta oyunu, meddah ve Karagöz gibi eski temaşa sanatları icra edilirken basit de olsa birçok tiyatro yine burada sahnelerini halka açmaya başlamıştır. Türk tiyatro tarihinde önemli yerleri olan Temâşâhâne-i Osmânî, Osmanlı Dram Kumpanyası, Hayalhâne-i Osmânî, Eğlence-i Osmânî adlı topluluklar ve Küçük İsmâil, Hamdi Efendi, Kel Hasan, Şevki Efendi, Abdi Efendi, Peruz Hanım gibi ilk tiyatro oyuncuları Direklerarası’nın meşhur ettiği başlıca isimlerdir. Gerek orta oyunu gerekse tulûat tiyatrolarının faaliyetlerini II. Meşrutiyet’ten sonra da devam ettirdiği görülür. Bu dönemde özellikle Sahne-i Heves, Sanâyi-i Nefîse Tiyatrosu, Mürebbî-i Hissiyyât, Burhâneddin Tiyatrosu ve Dârüttemsîl-i Osmânî gibi özel topluluklar Direklerarası’nda kurulup gelişirken şehremaneti tarafından desteklenen ve bugünkü Şehir Tiyatroları’nın çekirdeğini teşkil eden Dârülbedâyi de 1914’te yine buradaki Letâfet Apartmanı’nda faaliyete geçmiştir.

Direklerarası’ndaki bazı ünlü kahvehane ve çaycı dükkânları ise devrin tanınmış şair ve edebiyatçılarıyla fikir ve sanat adamlarının bir araya gelip sohbet ettikleri önemli birer kültür ve edebiyat merkezi durumundaydı. Bunların başında Fevziye Kıraathanesi gelir. Şehzadebaşı Sebili ile Dedeefendi caddesinin karşısında ve Fevziye caddesinin köşesinde bulunan kıraathane 1880’li yıllarda kurulmuş, canlılığını II. Meşrutiyet sonrasına kadar sürdürmüş,

26

1930’lara kadar da varlığını korumuştur. Daha çok devrin aydın tabakasının devam ettiği bu kıraathane özellikle ramazan aylarında tam bir mûsiki kahvesi ve konser salonu haline gelirdi. Burada Kemanî Tatyos Efendi ile Kemençeci Vasilaki’nin yönettikleri fasıllara Tanbûrî ve Ûdî Cemil beylerle Rauf Yektâ ve Lemi Atlı’nın da amatör sanatçı olarak katıldıkları bilinmektedir. Daha sonraki yıllarda Cağaloğlu’nda kurulan Dârülelhan da Direklerarası’na taşınmış ve buradaki kahvehanelerde başarılı konserler vermiştir.

Direklerarası’nın ünlü kültür ve edebiyat merkezlerinden biri de Hacı Reşid’in çaycı dükkânı idi. Ferah Tiyatrosu’nun karşısında bulunan bu küçük çayhane, başta Muallim Nâci ve Ahmed Midhat Efendi olmak üzere Şeyh Vasfî, Muallim Feyzî, Hoca Hayret, Andelîb, Nâbizâde Nâzım, Ali Rûhî ve Ahmed Râsim gibi edebiyatçıların başlıca uğrak yerlerinden biri olmuştur. Meşrutiyet’ten sonra bunun yerini Mersin Efendi’nin dükkânı almıştır. O devre ait hâtırat kitaplarından öğrenildiğine göre buranın belli başlı müdavimleri arasında son devrin tanınmış simalarından Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu ile Mustafa Şekip Tunç da bulunmaktaydı. II. Meşrutiyet’ten önceki yıllarda Mehmed Âkif, Neyzen Tevfik, Halil Edib ve İbnülemin Mahmud Kemal’in devam ettiği tanınmış bir yer de Hacı Mustafa’nın çaycı dükkânıdır.

Tanzimat devrinin ünlü edebiyatçılarından Recâizâde Mahmud Ekrem Araba Sevdası’nda o dönemde Direklerarası’nda piyasa yapan halkı bütün ayrıntılarıyla anlatmıştır. Cumhuriyet dönemi yazarlarından Ahmet Hamdi Tanpınar da Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanında Letâfet Apartmanı’nın altındaki Dârütta‘lim Kıraathanesi’ni ele almış, roman kahramanlarının önemli bir kısmını burada tanıdığı tiplerden çıkarmıştır. Bunlardan başka, varlığını 1960’lara

27 kadar sürdüren ve tanınmış kişilerin devam ettiği Ali Baba Çayevi, Şule Kıraathanesi, Acemin Kahvesi ve Yavrunun Çayhanesi de yine burada bulunmaktaydı. Direklerarası’nda kültür ve edebiyat faaliyetlerinin odaklandığı bu merkezlerin dışında bir de XIX. yüzyılın ikinci yarısında açılmış, daha ziyade uşak arayan zenginlerin başvurduğu Uşaklar Kahvesi denilen bir kahvehane vardı ve bir lonca disipliniyle şehrin ileri gelen ailelerine hizmet vermekteydi (İst.A, VIII, 4604-4605). Osmanlı Devleti’nin son dönemleriyle Cumhuriyet’in ilk yıllarında gittikçe artan Batılılaşma tesiriyle iyice değişen ve alafrangalaşan hayat tarzı sebebiyle Beyoğlu yeni bir eğlence merkezi hüviyeti kazanınca daha yerli ve millî özelliklere sahip olan Direklerarası eski önemini kaybederek yavaş yavaş unutulmuştur.

Direklerarası’nın ünlü olduğu yıllarda şehrin diğer bir bölgesi olan Cerrahpaşa’daki Avratpazarı’nda tam bir minyatürü kurulmuştu ve aynı adı taşıyordu. Orada da üzeri kiremit çatı ile örtülü yan yana sıralanmış dükkânların önünde ahşap direkler vardı ve yaya kaldırımı yine direklerin arasından geçiyordu. 1905’e kadar devam eden bu küçük Direklerarası’nda dört adet bahçeli kahvehane, bir tatlıcı, iki bakkal ve bir de manav dükkânı bulunmaktaydı.

İstanbul’da on yıllarca eğlencenin ve kültürün en önemli merkezi olarak var olan Beyoğlu’dan önce bugün de yazılı-görsel ve sözlü kaynaklarda anılarıyla yaşayan bir Direklerarası vardı.

Eğlence anlayışının değişmeye başlaması, sinemanın yaygınlaşması İstanbul’da eğlencenin kültürün merkezini de değiştiriyordu. Direklerarası zamanla yok olup unutulmaya terk edilirken yeni merkez sinema ve tiyatro salonlarıyla, yeni kültür ve eğlence mekanlarıyla Beyoğlu’ya kayıyordu. Direklerarası, yalnızca bir eğlence ve gezinti bölgesi olarak değil aynı zamanda kültür, edebiyat ve sanatın da merkezi olarak da önemli bir yere sahipti.

28

“Çadır tiyatroları, tuluat oyuncularının ve meddahların gösterileri, Karagöz ve kukla oyunları, ortaoyunu gibi geleneksel sanatların canlı tutulduğu ramazan eğlenceleri, özellikle meşrutiyetin ilanıyla birlikte yerini önce tiyatroya daha sonra da sinemaya bırakır.” (1)

Direklerarası ilk tiyatro sahnelerinin de kurulup geliştiği yerlerden biri ve en önemlisidir. Yerli tiyatro topluluklarının ortaya çıktığı 1880’li yıllarda Direklerarası’ndaki büyük kahvehanelerde orta oyunu, meddah ve Karagöz gibi eski temaşa sanatları icra edilirken basit de olsa birçok tiyatro yine burada sahnelerini halka açmaya başlamıştır.

Türk tiyatro tarihinde önemli yerleri olan Temaşahane-i Osmani, Osmanlı Dram Kumpanyası, Hayalhane-i Osmani. Eğlence-i Osmani adlı topluluklar ve Küçük İsmail, Hamdi Efendi, Kel Hasan, Şevki Efendi, Abdi Efendi, Peruz Hanım gibi ilk tiyatro oyuncuları Direklerarası’nın ünlendirdiği isimlerdir.

Gerek orta oyunu gerekse tuluat tiyatrolarının faaliyetlerini II. meşrutiyetten sonra da devam ettirdiği görülür. Bu dönemde özellikle Sahne-i Heves, Sanayi-i Nefise Tiyatrosu, Mürebbi-i Hissiyat, Burhaneddin Tiyatrosu ve Darüttemsil-i Osmani gibi özel topluluklar Direklerarası’nda kurulup gelişirken kentin yönetimi tarafından desteklenen ve bugünkü Şehir Tiyatrolarının çekirdeğini teşkil eden Darülbedayi de 1914’te yine buradaki Letafet Apartmanı’nda faaliyete geçmiştir.

Direklerarası konum olarak şöyle tanımlanır kaynaklarda: “Eskiden Vezneciler- Şehzadebaşı yolunun Onaltımart Şehitleri ve Dedeefendi Caddeleriyle birleştiği noktalar arasında kalan bölümüne, her iki yanda yer alan kagir dükkanların önündeki alçak mermer sütunlar üzerine oturtulmuş revaklardan dolayı Direklerarası deniliyordu.

Yaya kaldırımı bu sütunlar arasından geçtiği için benimsenen isim, daha sonraları caddeyle birlikte çevrenin de adı haline gelmiştir. Aslında bu dükkanları Damad İbrahim Paşa, Şehzadebaşı Camii’nin üst yanındaki külliyesine gelir sağlamak amacıyla yaptırmıştır. Ana caddenin iki tarafında yer alan önü revaklı toplam seksen iki adet dükkanın bugün sadece külliye tarafında aslı bozulmuş birkaç tanesi mevcut bulunmaktadır.” (2) Direklerarası özellikle ramazan aylarında kalabalıklaşan İstanbul’un en faal pazarı, gezinti ve eğlence bölgesi olarak önem kazanır.

29

Direklerarası yalnızca orta oyunu, meddah ve Karagöz gibi eski temaşa sanatlarının, tiyatro salonlarının, gösterimlerinin olduğu bir merkez değildi aynı zamanda kıraathanelerinde, kahvehanelerinde önemli edebiyatçıları, kültür insanlarını da ağırlayan bir merkezdi. Direklerarası’ndaki bazı ünlü kahvehane ve çaycı dükkanları dönemin tanınmış şair ve edebiyatçılarıyla fikir ve sanat adamlarının bir araya gelip sohbet ettikleri önemli birer kültür ve edebiyat merkezi durumundaydı.

“Bunların başında Fevziye Kıraathanesi gelir. Şehzadebaşı Fevziye Caddesi’nin köşesinde bulunan kıraathane 1880’1i yıllarda kurulmuş, canlılığını II. meşrutiyet sonrasına kadar sürdürmüş, 1930’lara kadar da varlığını korumuştur. Daha çok devrin aydın tabakasının devam ettiği bu kıraathane özellikle ramazan aylarında tam bir musiki kahvesi ve konser salonu haline gelirdi. Burada Kemani Tatyos Efendi ile Kemençeci Vasilaki’nin yönettikleri fasıllara Tamburi ve Udi Cemil Beylerle Rauf Yekta ve Lemi Atlı’nın da amatör sanatçı olarak katıldıkları bilinmektedir.

Direklerarası’nın ünlü kültür ve edebiyat merkezlerinden biri de Hacı Reşit’in çaycı dükkanı idi. Ferah Tiyatrosunun karşısında bulunan bu küçük çayhane, başta Muallim Naci ve Ahmed Mithat Efendi olmak üzere Şeyh Vasfi, Muallim Feyzi, Hoca Hayret, Andelib, Nabizade Nazım, Ali Ruhi ve Ahmed Rasim gibi edebiyatçıların başlıca uğrak yerlerinden biri olmuştur. Meşrutiyetten sonra bunun yerini Mersin Efendi’nin dükkanı almıştır. II. meşrutiyetten önceki yıllarda Mehmed Akif, Neyzen Tevfik, Halil Edib ve İbnülemin Mahmud Kemal’in devam ettiği tanınmış bir yer de Hacı Mustafa’nın çaycı dükkanıdır. (3)

Önemini sinemanın yerleşmesi ve popülerliğini arttırmasıyla birlikte kaybeder. Fevziye Kıraathanesinin yerine Emperyal Sineması açılır. Ferah ve Millet Tiyatrosu sinemaya dönüştürülür. Millet’in yerinde daha sonra Turan Sineması faaliyet gösterir. Bu sinemaların karşılarında ise Hilal Sineması ve Milli Sinema açılacaktır.

Beyoğlu yeni bir eğlence merkezine dönüşmesiyle Direklerarası eski önemini kaybederek yavaş yavaş unutulmuştur.

30

VEFALI TİYATROCULARIMIZ

31

MİZAHİ EDEBİYATIN DEV İSMİ AZİZ NESİN

Mehmet Nusret Nesin veya bilinen adıyla Aziz Nesin (d. 20 Aralık 1915; İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu – ö. 6 Temmuz 1995; İzmir, Türkiye), Türk mizah yazarıydı. Kısa öykü, tiyatro ve şiir dallarında pek çok eser yaratmıştır.

UNESCO'nun yayınladığı Index Translationum adlı dünya çeviri bibliyografyasına göre Aziz Nesin, Türkçe eser veren yazarlar arasında Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve Nâzım Hikmet'in ardından eserleri yabancı dillere en çok çevrilen dördüncü yazar konumundadır. Yazar ülkemizin 100 Türk Edebiyatçısı listesinde de yer almaktadır.

Türk Edebiyatının en önemli yazarları arasında yer alan Aziz Nesin Vefa Lisesi’nin ortaokul kısmında yaklaşık iki sene öğrenim görmüştür; fakat lise eğitimi için Kuleli Askeri Lisesi’ne geçmiştir.

32

TÜRK TİYATRO TARİHİNE DAMGA VURAN MÜZİKAL YAŞAR NE YAŞAR NE YAŞAMAZ

Memleketin ilk “yerli” televizyon dizilerinden biri, sonra romanlaştırıldı ve en sonunda tiyatro sahnelerinin unutulmaz bir eseri oldu. “Aziz Nesin ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ı önce radyo oyunu olarak yazdı. Kazandığı büyük başarı üstüne sahne oyunu haline getirdi. Israrlar üzerine senaryosunu yazdı; çoğu tiyatrocudan olduğu gibi, bu kez de filmciden telif hakkını alamadı. Bir haftalık gazetede çizgi romanı yayımlandı. Ardından televizyon senaryosunu yazdı. Okurların isteği, çevrenin baskısı artınca sonunda Yaşar Yaşamaz, şu an elinizde tuttuğunuz roman oldu.”

33

Oyun, ‘90’lı yıllarda İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oynandı, müziklerini bu kez Timur Selçuk yaptı.

Oyunun kısaca özeti: Yaşar, okula başlarken nüfus kaydına göre ölmüş olduğunu öğrenir. Bundan sonra hiçbir olayda da yaşadığını anlatamaz. Ama iş babasının vergi borcunu ödemeye gelince "resmen ölü" olduğunu söyleyip kurtulamaz da... Sevdiği kızla evlenemez, çünkü nüfusta kaydı yoktur. Babasından kalan mirası alamadığı gibi, yaşadığını ispat için başvurduğu bürokrasi girdabında kaybolur. Baba olur, oğlunu nüfusa kaydettiremez ve memura hakaretten düştüğü cezaevinde hayatı öğrenir. Aziz Nesin'in devlet ve birey ilişkisini sorguladığı bu oyunda, "vatandaş" Yaşar'ın bürokrasi karşısındaki ezilmişliği anlatılıyor.

34

35

36

37

İLK OYUN DENEMESİ ilk oyunumu yedi yada sekiz yaşımdayken yazmıştım. Bir ramazan gecesiydi. Cerrahpaşa’da oturuyorduk. Fatma’nım, yani Fatma Hanım adında, tanıdığımız bir kadın vardı. İşte o Fatma’nım beni bir ramazan gecesi, Cerrahpaşa’yla Hekimoğlu Ali Pasa arasındaki bir yangın yeri arsasında kurulmuş bir çadır tiyatrosuna götürmüştü. Orda bir ortaoyunu seyretmiştim.

Bu benim ilk tiyatro seyredişimdi. Sabaha dek rüyamda tiyatro görmüştüm. O zaman dahaca okula bile gitmiyordum. (Okula on yasımda, üçüncü sınıftan başlayarak gitmiştim.) Ortaoyunu seyrettiğim gecenin sabahında da, yedi yada sekiz yasımda, yaşamımın ilk oyununu yazmaya başlamıştım. Elbette bu oyun, seyrettiğim oyunun öykünmesi, çok benzeriydi. Üç beş sayfa yazdığımı anımsıyorum.

OYUN YAZMAK

İlkin oyun yazışımı yadırgadılar. ‘‘Gülmececiliği, öykücülüğü küçümsüyor da…’’ dediler. Bunca yıllık uğraşımı küçümser miyim hiç, öper basıma korum kutsal ekmek gibi…

Sonra, kırküç yasımdayken ilk oyunumu bastırdığım için de kınadılar. “Kırkından sonra azmış’’ gibi geliyordum onlara. Bilemezlerdi ki… Askerî ortaokulun yedinci sınıfında Türkçe öğretmenimiz Bahri Baba, derste tiyatro bölümünü̈ anlatırken dalmışım, dalmışım da dalıp gitmişim. Bahri Baba çocuklara,

– Görürsünüz, oyun yazarı olacak derken kendime geldim. Suçüstü yakalanışımdan bir utandım ki… Oysa biz o sıralara general olmak için oturmuştuk.

“YAZAR DEĞİL, O BİR ROTATİF…”

Kaç yılıydı? Anımsayamıyorum. Erenköy, Ethem Efendi Caddesi’ndeki evde oturuyorduk. 1958- 59 olabilir. Kalabalık ev… Çok ucuza yazıyorum. Makine gibi çalışmak zorundayım. Yusuf Ziya Ortaç’ın benim için “Yazar değil, o bir rotatif…” dediği günler.

Yazarlığımın 1960 yılına kadar olan evresinde, benim için ne yazdığım önemli ama nasıl yazdığım önemli değildi. Beni bu sanıya zorlayan birçok etken vardır. Ama başlıcası ekonomik etkendi.

Sık sık sorarlar:

38

– Nasıl bu kadar yazabiliyorsun?

Derler ki, kimi sanatçıların esin perileri varmış da, bu periler onların ruhuna sanatı üflermiş. Esin perim yok ama, benim de esin cinim, esin cadım, esin devanam var. Benimkilerin yarısı kus, yarısı kız değil, olsa olsa onda biri insan da geri yanı canavar. Omzuma tünememiş, sırtıma binmiş, ben altta iki büklüm, kan ter içinde, yorgun bitik… Hem benim esin cinim, esin cadım bitane değil, sürü sürü… Ikisi inse, üçü biniyor sırtıma. Sırtıma binmiş, üstüme çullanmış olan esin cadıları, esin cinleri, esin canavarları durmadan buyuruyor, zorluyor, azarlıyor:

– Yaz Hadi yazsana Durma yaz Ne duruyorsun? Uyumaya hakkın var mı senin… Uyan Oturma öyle… Kalk çabuk… Hasta da olamazsın… Sissst, kalk bakalım… Yaz

Benim esin cinlerim, cadılarım, canavarlarım: Kira isteyenlerim, para isteyenlerim, alacaklılarım, bitürlü bitip tükenmeyen gereksinimler…

ÇIÇU’YLA TDK ÖDÜLÜ

Dünyanın biçok yerinde ulusal ve uluslararası edebiyat ve sanat yarışmaları ve ödüllendirmeleri düzenlenir. Bunların içinde ödül olarak para verilenler de vardır, verilmeyenler de… Ama ödül kazananlara bir onur diploması, bir ödül belgesi, bir madalya, bir nisan, bir plaket verilmeyeni hiç yoktur. Yalnız bunun bitek ayrıcası vardır: Türk Dil Kurumu.

Herhalde Türk Dil Kurumu, Türk yazarlarının addan, sandan çok, namdan, ünden çok paraya gereksindiklerini düşünerek, böyle bir gerçekçi görüşle, ödül kazananların eline yalnız para verir. Biz Türk yazarları için beşbin lira çok paradır, değil beşbin lira, sırasında elli lira bile çok paradır. Parayı aldık, kabul ettik, sağ olunuz. Ama… Sizler de kendinizden çok iyi bilirsiniz ki, biz yazarlar her ne denli, “ad-san için yazmıyoruz” dersek de, şair sözü elbette yalandır, deyip bu alçak gönüllülük gösterisine inanmamak gerekir.

Ödül kazanmış bir yazar, odasının bir kıyısına koyacağı bir plakası bulunsun ister. Kendisinden sonra, çocukları, torunları, bu maden parçasıyla övünecekler diye boşuna da olsa avunur.

39

Bekir Büyükarkın (d. 1921 / ö. 6 Ağustos 1998)

Bekir Büyükarkın, 1921 yılında İstanbul'da doğdu. 1939 yılında Vefa Erkek Lisesi'ni, 1942 yılında Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi'ni bitirdi. 1943 yılında Anadolu Sigorta Şirketi'nde çalışmaya başlayan yazar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında askerlik görevini yaptı. Askerlikten sonra 1945'te aynı görevine geri döndü ve 1953 yılına kadar Anadolu Sigorta Şirketi'nde muhasebeci olarak çalıştı. 1953-1960 yılları arasında Türk Ticaret Bankası'nda genel muhasebe müdürlüğü görevinde bulundu. 1960'tan sonra özel bir büro açarak serbest mali müşavir olarak çalıştı. Eserlerinin çoğunu 1960-1979 yılları arasında kaleme aldı (Nomer 2011: 311).

Yazı hayatına lise yıllarında tiyatro eserleri yazmakla başlayan Büyükarkın, çeşitli dergi ve gazetelerde şiir, hikâye ve romanlar yayımladı. Vefa Lisesi'nde öğrenci iken Efe piyesini yazan ve oynatan yazar ilk hikâyelerini On İki Masal adıyla Yapı Dergisi'nde neşretti. 1945 yılında Son Telgraf ve Akşam gibi gazetelerde hikâyeleri yayımlanan yazarın ilk romanı Cadıların Kırbacı, Sol Telgraf gazetesinde tefrika edildi (Nomer 2011: 311). İlk tiyatro eseri olan Dökmeci 1947 yılında CHP'nin açtığı tiyatro yarışmasında Ahmet Muhip Dıranas'ın Gölgeler adlı oyunuyla birlikte ödül kazandı. Dökmeci, Yarısı, Duman, Soytarı, Tanyeri gibi tiyatro eserleri İstanbul Şehir Tiyatrolarında oynandı. Berlin'de sahneye konan Duman başka yerlerde de sahnelendi. Soytarı, TRT'de dizi film olarak gösterildi. Yarısı adlı tiyatro eseri de senaryosu yazılıp filmi çekilerek TRT'de izleyici ile buluştu. Romanlarının birçoğu gazetelerde tefrika edildikten sonra kitap hâlinde yayımlandı ve defalarca baskıları yapıldı. Son Akın romanı da film yapılarak sinemaya uyarlandı (Nomer 2011: 311). Kavuk adlı oyunu ile Kültür Bakanlığı'nın açtığı Ortaoyunu Metin Yarışması'nda 1986'da ödül kazanırken Gece Yarısı romanı ile 1988'de Kültür Bakanlığı Edebiyat Ödülü'nü aldı. Bozkırda Sabah romanı da tiyatro eserine çevrilerek 1988'de İnönü Vakfı Tiyatro Yarışması Ödülü'ne layık görüldü.

40

Uzun yıllar tarih araştırmaları yapan ve romanlarının çoğunu bu araştırmaların ışığında yazan Büyükarkın, romanlarında geçmişi günümüzde canlandırarak dünü bugünde göstermek, dünü iyi tanımak amacını güttü. Tarihimizin derinliğini ve millî kültürümüzün zenginliklerini göstermeye çalıştı (Nomer 2011: 311-312). Tarihî olaylara ait bilgisinin genişliğini, millî kültürümüze olan vukufunu, sanat ve şairane duygu inceliğini, vatan sevgisini ve Türklük şuurunun yüceliğini romanlarında yansıtan Büyükarkın'a Türk kültürünün tarihî ve zengin birikimi üzerindeki çok değerli çalışma ve katkıları nedeniyle Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkez Başkanlığı'nca 1997'de şeref üyeliği beratı verildi (Nomer 2011: 312). Uzun yıllar çeşitli derneklerde çalışmaları olan Büyükarkın, Vefa'dan Yetişenler Derneği'nin kurucusu (1947) ve başkanı, Vefa Kulübü'nün divan başkanı, Musiki Kültür Derneği'nin kurucusu (1960) ve başkanı olarak hizmetlerde bulundu. Kervansaray'ın son bölümlerini yazdığı günlerde, 6 Ağustos 1998'de vefat eden yazar, Edinekapı Şehitliği'ne defnedildi (Nomer 2011: 313).

Roman, hikâye, tiyatro, şiveir gibi edebiyatın farklı türlerinde eser veren Bekir Büyükarkın, öncelikli olarak romancıdır. Altmışlardan seksenli yılların ortalarına kadar yazdığı, konusu ve şahsiyetleri tarihten alınmış tarihî romanlarıyla tanınır. 1945-1946 yıllarında Son Telgraf'ta tefrika edilen ve yıllar sonra Ötüken tarafından neşredilen Cadılar Kırbacı romanında Bedri adındaki roman kahramanının çocukluktan olgunluğa kadarki süreçte yaşadıkları etrafında kırklı ve ellili yılların panoraması anlatılır. Bir Sel Gibi adlı romanda 1632-1657 yılları arasındaki

41 siyasi, toplumsal ve iktisadi hayat gözler önüne serilir. Cuma, Derya Efendi, İzzet Çelebi, Uluğ gibi karakterlerin üzerine kurulu romanda IV. Murat döneminden başlanarak devletin durumu, yapılan yolsuzluklar, devletin bozuk düzeni, sosyal ve ekonomik yapısı anlatılır. Son Akın romanında 16. yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın başlarına denk gelen sekiz-on yıllık süreç ele alınır. Roman kahramanı Koca Memil vasıtasıyla akıncılık olgusu işlenirken aşk, sevgi, vatan birliği gibi konular üzerinde durulur. Belki Bir Gün adlı romanda III. Selim dönemindeki olaylar üzerinde durulur. Nizam-ı Cedid'in kurulmaya çalışıldığı, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılarak yeni bir yapılanmaya gidilen sancılı dönemdeki bu olaylar yine tarihî şahsiyetler etrafında kurgulanarak anlatılır. Suların Gölgesinde romanında 1490 ile 1523 yılları arasındaki siyasi, sosyal ve toplumsal olaylar, roman kahramanı Kurdoğlu Muslihittin Reis'in maceraları etrafında ele alınır. Tanyeri, roman kahramanları Gündoğdu ve Tuğrul Alp çevresinde 15. yüzyılın başlarında Anadolu'daki savaşları ve Türklerin birbirine girdiği bir dönem olan Fetret Dönemi'ni anlatır. Bozkırda Sabah romanının kapağında "Kurtuluş Savaşımızın Romanı" açıklaması vardır. Bu romanı yazmak için savaş mekânlarında incelemelerde bulunan yazar, Gayret Remzi ve Teğmen Ali karakterleri etrafında kurguladığı romanında İzmir'de Yunan askerinin karaya çıkması ile başlattığı olayları düşmanın denize döküldüğü 1922 tarihine kadar sürdürür.

Eser, zafere inanmış bir toplumun başarısını gözler önüne serer. Bozkırda Sabah, edebiyat tarihinde de bu dönemi konu edinen romanların en başarılılarından biri olarak değerlendirilebilir. Büyükarkın, Yoldaki Adam romanında roman kahramanı Mahmut'un yaşadıkları çevresinde 1876-1912 yılları arasında çatırdayan bir imparatorluktaki gafletleri, ihanetleri, tükenmişlikleri, baskıcı politikaları, yeni anayasa ve hürriyet tartışmalarını vb. anlatır. Gün Batarken adlı romanda, Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na katılması ile beraberindeki çöküş ve bu çöküşün ülke üzerinde yarattığı tesirler anlatılır. Roman kahramanı

42

Ragıp çevresinde Osmanlı Devleti'nin son çırpınışları ve bu çırpınışların sosyal ve siyasi hayata yansımaları üzerinde durulur. Kutlu Dağ romanında, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yılları konu edilir. Romanda Osman Gazi ve yanındakilerin beylik sürecinden han olma sürecine geçişte neler yaptıkları, Söğüt'te hayatın nasıl başladığı ve bir devletin varoluş sebepleri anlatılır. Yazarın bir başka romanı Gece Yarısı'nda ise İstanbul'un işgal altında olduğu yıllar anlatılır. 1919-1922 yılları arası İstanbul'unun ve buradaki insanların bağımsızlık için verdiği mücadelenin anlatıldığı romanda, hürriyete ve zafere inanmış bir iradenin neler yapabileceği gösterilir. Yazarın son romanı Kervansaray'da, Osmanlı Devleti'nin Akkoyunlu Devleti ile olan mücadelesi, 1473'teki Otlukbeli Savaşı ve bu dönemdeki kervansaraylar anlatılır. Ayrıca bu romanda kervansarayın ne olduğu, mimari hüviyeti, sosyal fonksiyonu, tatbikatı ve hukuku tarihî olaylar içinde ortaya konulur (Fedai 2014: 266).

Bekir Büyükarkın'ın yine birçoğu tarihe ve tarihteki şahsiyetlere dayanan küçük hikâyeleri Tarihten Hikâyeler adıyla yayımlanmıştır. Bu hikâyelerde Türk tarihinin birçok dönemi ve bu dönemlerde yaşamış şahsiyetlerin yaşantıları konu edilmiştir. Tarihî gerçeklerden ilham alarak roman yazan Bekir Büyükarkın'ın romanları Osmanlı Tarihi'nden ve Millî Mücadele'den kesitler sunar. Bu eserlerde Osmanlı Tarihi ve Millî Mücadele bir sanatkârın gözüyle sanatsal bir endişeyle romana konu edilmiştir (Tekşan 2000: 353). Yazarın yukarıdaki romanlarından sadece Cadıların Kırbacı adlı eseri tarihî roman olarak nitelendirilemez. Bunun dışında yer alan Bir Sel Gibi, Son Akın, Belki Bir Gün, Suların Gölgesinde, Tanyeri, Bozkırda Sabah, Yoldaki Adam, Gün Batarken, Kutlu Dağ, Gece Yarısı, Kervansaray adlı eserlerinin hepsi birer tarihî romandır. Bunların dışında yazarın askerlik yıllarında kaleme aldığı fakat yayımlanmamış Maske adlı bir romanının daha olduğu bilinmektedir (Sakallı 2017: 164). Büyükarkın’ın romanları; malzemesi tarihe dayanan, tarihî gerçekliklerden hareketle kurgulanan, tarihî kişiliklerin de şahıs kadrosunda bizzat yer aldığı birer tarihî romandır.

Bekir Büyükarkın, tiyatro sahasında da üretken bir yazar kimliği taşımaktadır. Büyükarkın'ın oyunlarında çeşitli semboller kullanarak birtakım konular üzerinde durduğu görülür (Sakallı 2015: 99). Duman adlı oyunda işgal kavramını; duman, çikolota ve aşı gibi sembollerle anlatmaya çalışır. Halkın üzerine çöken dumanın iyi olmadığını, işgal kuvvetlerinin çikolata yedirmek söz grubu ile halkı kandırmaya çalıştığı ve onlara aşı yapacaklarını belirterek bir değişimi amaçladıkları ifade edilmek istenir. Keçiler adlı oyunda ise Anadolu'nun sahil kasabalarının birinde nüfuz sahibi kişilerin güçsüz kişilere nasıl zulmettiği vurgulanmaya çalışılır. Özgürlük kavramının kişilerin isteklerine göre nasıl farklı yorumlandığı “keçiler” sembolü ile gösterilmeye çalışılır. Soytarı oyununda hayatın bir oyun olduğu anlatılmak istenir. Balıkçı oyununda aile olmanın önemi üzerinde durulur. Özgürlük anlayışı bir ailenin

43 bireyleri etrafında sorgulanır. Ailenin içinde bulunduğu hâl akıntıya kapılmış bir sandal sembolü ile anlatılmaya çalışılır. Yarısı oyununda varoluşçuluk irdelenmektedir. Var olmak sembolünün sık sık tekrarlandığı oyunda varlık ve öz kavramları sorgulanır. İnsanların birbirlerinin fikir ve çabalarına duyarsız kaldığı vurgulanır. Armutlar adlı oyunda gerçek suçluların sanılanlardan ziyade görünmeyenler olduğu anlatılmaya çalışılır. Cimrilik olgusuna gönderme yapılırken “armut” sembolü sık sık kullanılır. Yolcular adlı oyun Türkiye'nin büyük şehirlerinin birinde herhangi bir hastanede günümüzde geçer. Farklı insanların hayatlarından örneklerin aktarıldığı oyunun sonunda devlet malının kutsallığına vurgu yapılır. Yazarın Genç Osman ve Tanyeri oyunları tarihî oyun kimliği taşımaktadır. Genç Osman, Genç Osman Vakası'ndan hareketle kurgulanmıştır. Tanyeri adlı oyunda ise Timur- Bayezıt mücadelesinden ve daha sonraki süreçten söz edilir. Oyunda; fikirden, bilgiden, sanattan, birlikten, insanlıktan yoksun yapılan işin kasaplıktan başka bir şey olmadığı anlatılmak istenir. Her iki oyunda da iktidar ve nüfuz kavgası gibi meselere gönderme yapılır. Bekir Büyükarkın'ın oyunları; hayata ait değerlerin, yaşanmışlıkların, kavramların tarihin vb. sunumu olarak değerlendirilebilir.

Kaynakça

Fedai, Harid (2014). "Bekir Büyükarkın'ın Hayatı, Eserleri ve Suların Gölgesinde Adlı Romanı Üzerine Bazı Tespitler". Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi. S.12. s. 257-274. Nomer, Kemaleddin (2011). Bekir Büyükarkın'ın Hayatı ve Eserleri, Cadıların Kırbacı. İstanbul. Ötüken Neşriyat. s. 311-313. Sakallı, Fatih (2015). "Bekir Büyükarkın'ın Tiyatroları". Asos Journal-The Journal of Academic Social Science. S.10. s. 72-100. Sakallı, Fatih (2017). "Bekir Büyükarkın'ın Romanları". Türkbilig. S. 34. s. 155-164. Tekşan, Mesut (2000). "Romanımızda Bekir Büyükarkın". Türk Yurdu Roman Özel Sayısı. S.153-154. s. 347-353

44

ERTUĞRUL SADİ TEK

TEK (Ertuğrul Sadi), türk tiyatro oyuncusu (İstanbul 1897 - ay. y. 1981). Vefa sultanisi'nde, İstanbul Edebiyat fakültesi’nde öğrenim gördü, ilk olarak Donanma cemiyeti temsil kolu adına Alayköşkü’nde sahneye çıktı. 1930’da Türk akademi tiyatrosu topluluğunu kurdu. Raşit Rıza, Naşit Özcan, Halide Pişkin, Muammer Karaca gibi sanatçılarla çalıştı. Tiyatro oyunları yazdı, bazı oyunlar çevirdi ve uyarladı. 1970'ten sonra tiyatroyu bıraktı. Son yıllarını Darülaceze'de geçirdi.

45

SADİ TEK KUMPANYASI 1946

NAKIP SİNEMASI’ nda gördüğüm ilk kumpanyadır 7 yaşında babamın teberru (bağış) karşılığındaki davetiyeyi babam ıstemediği halde annem ile değerlendirmekte ısrar ederek gittik babam tiyatrodan haz etmezdi tiyatro‘nun belki de Sadi TEK’ in kendine ait özel olduğunu tahmin ettiğim kırmızı perdesi ve üzerine yansıyan o sihirli ramp ışıkları altında içim aydınlanmış gibi bir duyguyu bu gün bile içimde saklıyorum kaşları ve saçları kaybolmuş haşmetli görünümü ile bir heykelden farksız haşmetli görünümü ile Sadi TEK oyununa başlamadan o kırmızı perdenin önünde sanki tüm seyircilerin ellerinden tutarmışçasına hem sert..hem olabildiği kadar mert hem iyi yürekli hem de duygusal kendini tamamen seyirciye vererek başlardı şiirine :

Ne atom bombası Ne Amerikan rüyası …………………… Ne……( sayfalarca devam eder)………….. diye başlayan bu şiirleri ile dünya politikasını evire çevire bütün çıplaklığı ile ortaya sermeğe çalışıp kendi yazdığı aklı selim şiirlerinin o günlerin amacına yönelik bir şikayetler karışımıydı bu şiirleri uzun uzun okuyarak alkışını alır basılmış şekilde perde arasında isteyenlere parasız olarak dağıtılacağına söz vererek perde çok kısa bir süreliğine kapatılır birkaç dakika sonra oyuna kostümlü şekilde başlarlardı tabii çıt çıkmadan.. oyunun adı yanılmıyorsam ‘’ CAM

46

KIRIKLARI ‘’ bundan birkaç ay sonra Gaziantep’e Milli bir oyun olan Atatürk’ün adının sık sık geçtiği Hayri Muhittin Beyin eseri Milli duygularla yazılmış ‘’ KURTULUŞA DOĞRU oyunu ile gelmişti...Ertuğrul Sadi bey Anadolu da varlığını sürdürmeye, bunun yanında seyirciyi eğitmekle Türk tiyatrosuna büyük hizmetlerde bulunmayı kendine görev edinmişti.. perde arasında o zamanlar aldığım Ertuğrul SADİ TEK’in dergisinden çok şeyler öğrenmiştim..Sadi bey Yunanistan’ ın en ünlü OTHELLO su diye bilinen GAVRİLİDİS ile birlikte Othello’yu başarıyla oynamış 1933 yıllarında sadi bey T.A.T.adı altında temsiller vermişti kadrosundaki kadın oyuncuların sayısı da oldukça kalabalıktı kimler yoktu ki Suat Hanım- Bedia-Leyla-Mediha- Fikriye- Şayeste- hanımların yer aldığı ve teknik işlerle de ünlü Muhittin Bey ‘ in sorumlu olduğu oyunlarına devam etmiş,,,1947’lerde çok yoğun Anadolu turnelerine katılmıştır. Gaziantebimize defalarca gelen sınıf ayırımı gözetmeden herkese uygun fiyatlarla oynayan Ertuğrul Sadi Bey’in o zamanların en iyi HAMLET oynayan başarılı aktör olduğunu ve Ortadoğu da,yurt dışında tanınan. oyunları ile saraylara davet edildiğini bu dergide belgeleri fotoğrafları ile ayrıntılı olarak okumuştum bu büyük oyuncu. Ertuğrul Sadi TEK ne acıdır ki hayatının sonlarına doğru İstanbul ‘da düşkünler evine sığınmış. unutulup gitmişti..

47

48

Gazanfer Özcan

Ad Soyad: Gazanfer Özcan Doğum Tarihi: 27 Ocak 1931 Nereli: İstanbul Meslekler: Dizi Oyuncusu, Sinema Oyuncusu, Tiyatro Oyuncusu Ölüm Tarihi: 17 Şubat 2009

Gazanfer Özcan kimdir, 1955 yılında rol aldığı Mahallenin Romanı adlı tiyatro oyunu sayesinde üne kavuşan ve hayatını kaybettiği 2009 yılına kadar sahnelerden uzak kalmayan Türk sinema, tiyatro ve dizi oyuncusu. Gönül Ülkü – Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nun kurucusu olan, rol aldığı pek çok tiyatro oyunu, sinema filmi ve diziyle Türk seyircisinin gönlünde taht kurmuş olan olan Özcan, Devlet Sanatçısı ünvanına da sahipti. Gazanfer Özcan, 27 Ocak 1931 tarihinde, Semiha Hanım’la Celalettin Bey’in beş çocuğundan üçüncüsü olarak İstanbul Cihangir’de dünyaya geldi.O yılların Cihangir’i ayrıcalıklı bir semtti. Yedi odalı müstakil bir evde otururlardı. Büyükbabası o evi yaptırırken kerestelerini Romanya’dan yani Transilvanya Ormanları’ndan getirtmişti. İlkokulu Cihangir Firuzağa İlkokulu, ortaokulu ise Kuledibi’nde Beyoğlu Ortaokulu’nda bitiren Özcan, liseyi de Taksim’de ve Vefa Lisesi’nde tamamladı. Lisede okuduğu dönemde tiyatro ile tanışan sanatçı, Şehir Tiyatroları Çocuk Bölümü‘ne katıldı. Lisedeyken oynadığı “Hisse-i Şayia” adlı oyundaki Bican Efendi rolüyle tiyatroyla tanıştı. 1952 yılında İngiliz Kemal Lawrance’a Karşı adlı sinema filmi ile beyaz perdeye adımını atan Özcan, 1952–1975 yılları arasında çok sayıda filme imza attıktan sonra uzun bir süre için sinemadan uzaklaştı. 1992 yılında Burnumu Keser Misiniz adlı filmde oynadıysa

49 da, 2000 yılında rol aldığı Komser Şekspir’e kadar sinemadan uzak kaldı. Büyük ustanın sinemada rol aldığı sonra film ise 2007 yılında vizyona giren Beyaz Melek oldu. Gazanfer Özcan’ın hayatını değiştiren tiyatro oyunu, 1955 yılında sahnelenen Mahallenin Romanı oldu. Komedi Tiyatrosu’nda oynanan oyunun başrol oyuncusu olan Reşit Gürzap‘ın ani rahatsızlığı nedeniyle oyuna gelememesi sayesinde rolü alan Özcan, başarılı oyunculuğu sayesinde oyunun kadrosunda kalıcı olmayı başardı. Gazanfer Özcan 1949’da Şehir Tiyatroları’na kayıt yaptırmaya gittiğinde Gönül Ülkü ile karşılaşarak tanıştılar ve daha sonra 1962’de Gönül Ülkü ile evlenerek aynı yıl içerisinde, eşiyle birlikte “Gönül Ülkü – Gazanfer Özcan” adlı kendi özel tiyatrolarını kurdular.

Tiyatro ve sinemanın dışında çeşitli diziler vasıtasıyla T.V.’de de boy gösteren Özcan, genellikle T.V. dizilerinde aile babası rolünde karşımıza çıktı. Bu rollerden en ünlüleri TRT’nin en soluklu dizilerinden birisi olan Kuruntu Ailesi‘ndeki Hüsnü Kuruntu ve son dönemlerin en çok ilgi çeken dizisi Avrulpa Yakası‘ndaki Tahsin Bey oldu. Yönetmenliğini Uğur Erkır’ın yaptığı “Kuruntu Ailesi” adlı Türk sitcom dizisini eşi ve kadrosuyla birlikte 19 yıl oynadılar. TRT‘de 1983 yılından başlayan dizi 2002 yılında sona ermiştir.

50

Gazanfer Özcan, yaklaşık iki aylık bir solunum yetmezliği rahatsızlığının ardından, 17 Şubat 2009 tarihinde hayata veda etti. Avrulpa Yakası’nda beraber rol aldığı oyuncu arkadaşları, sevenleri ve sanatçıların katıldığı, Haldun Taner Sahnesi’nde düzenlenen görkemli bir törenle anılan Özcan, Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Gazanfer Özcan, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 1998 yılında Devlet Sanatçısı ünvanıyla onurlandırılmıştı. Evlikleri : Gazanfer Özcan’ın 1956’da yaptığı ilk evliliğinden olan kızı Fulya (Özcan) Ündüz (d.1957) adında kızı var.Çocuğun doğumundan birsüre sonra boşandılar. İkinci evliliğini 1962 yılında Gönül Ülkü Özcan ile yaptı.

Oynadığı Bazı Filmler: 1952- İngiliz Kemal Lawrence’e Karşı 1953- Çeto Salak Milyoner 1954- Fındıkçı Gelin 1954- Aramızda Yaşıyamazsın 1954- Şimal Yıldızı 1958- Allı Yemeni

51

Gazanfer Özcan Röportajı, Yıl 2006

Merhum Gazanfer Özcan ile 2006 yılında, sektörümüz üzerine yaptığımız röportajı, kendisinin anısına yeniden yayınlıyoruz. O günkü başlığımızı hiç değiştirmeden... Toprağı bol olsun!

O'nu Hepimiz Seviyoruz... Türkiye’de tiyatro deyince akla gelen ilk 2-3 isimden biri Gazanfer Özcan. 57 yıllık tiyatro yaşamı boyunca sayısız projeye imza atan Özcan’ın, eşi Gönül Ülkü ile beraber kurdukları tiyatro ise 44 yaşında (2006). Ancak yarım asrı geçen sanat hayatına rağmen, Gazanfer Özcan da ünü televizyonda yakalayanlardan; genç kuşak Onu TRTde yayınlanan Kuruntu Ailesi ile tanıdı. Şimdi ise Avrupa Yakasının da etkisiyle her yaştan geniş bir hayran kitlesine sahip büyük usta Gazanfer Özcan’la keyifli bir sohbet gerçekleştirdik...

Sinemaya gittiğinizde gezme şansınız oluyordur herhalde...Gitsem olurdu ama gidebiliyor muyum diye bir sor önce... Maalesef gidemiyoruz. Çekimler çok yoruyor beni, çok zaman da alıyor. Tiyatroyu da devam ettirdik. Şikayetçi değilim tabi hatta memnunum.

52

Çalışmaya alıştım ben, çalışmazsam paslanırım. Ancak artık yaş bazen beni elimde olmadan durduruyor. Sinemaya gidemiyorum hatta dizileri dahi izleyemiyorum. Fırsat buldukça haber programlarını, kendi dizimizi seyrediyoruz. tiyatro seyircisi eksildi. Çünkü gerçek tiyatro seyircisinin bir kılığı kıyafeti, bir tiyatro adabına olan yakınlığı vardı. Onları kaybettik maalesef. Fakat ben burada biraz bizleri suçluyorum. Çünkü, tiyatroyu insanların ilgisini çekecek kadar tanıtmamışız. Nasıl seyirci olunacağını alıştıramamışız, inandıramamışız yani. Bunda bizim jenerasyonun suçu var, çünkü biz işe profesyonel bakamadık. Sanatçı mantığıyla olmaz bazı şeyler işin bir de pazarlama yönü var. Profesyonel pazarlama yöntemlerine de kullanmak mı gerekir sizce?Evet, çünkü durup dururken olmaz. Nasıl tiyatrocuyu ustaları, büyükleri yetiştiriyorsa, seyirciyi de tiyatrocuların yetiştirmeleri lazım. Bizim yetiştirdiğimiz seyirci belki bu kadar oluyor. Biz iyi yetiştirememişiz. İyi bir şeyler verememişiz. Ama ben mutluyum. Hiç geriye dönük düşünmem ben hep ileriye dönük düşünürüm. Yeni jenerasyon tiyatroyla çok yakından ilgili. İyi eğitim alıyorlar. Yaş ortalaması çok değişti. Eskiden 40 yaşın üstünde insanlara hitap ederdik. Biz yasalar gereği 12 yaşından küçük seyirci kabul etmiyoruz. Bazen tartışmalar olsa da, bu benim katı kurallarımdan biridir. Tiyatroya 12 yaşından küçük seyircinin gelmesini yanlış buluyorum. Çünkü burada havasız bir yer. Küçük çocukların girmesi bana da ters geliyor. Bir de benim ahlak anlayışıma da ters geliyor. Rahatsız oluyorum bir çocuk olduğunu hissettiğim zaman, sahnede söyleyeceğim şeyleri şaşırıyorum, nasıl açıklamasını yaparız diyerekten. Diyelim ki oyun gereği karı-koca ihaneti söz konusu. Bunlardan ben utanç duyuyorum. Yapamıyorum, beceremiyorum yani. O yüzden de istemiyorum çocukların oyunu izleyip yanlış şeyler öğrenmesini. O yüzden çok aleyhindeyim bu işin. Ama seyirci yaş ortalaması gittikçe gençleşti. 12-18 arası seyircimiz bayağı çoğunlukta. Çok enteresan. Oyun bittikten sonra dışarıda bakıyorum genç insanlar, daha ortaokul ve lise talebeleri bir çoğu. Büyük bir ilgiyle seyretmişler, takdirlerini açık açık söylüyorlar. Resim çektiriyorlar. Yani ileriye dönük umutluyum. Tiyatro için daha iyisi, daha kalitelisi olacak. Pazarlama ve tanıtım faaliyetleri açısından tiyatroda neler yapılabilir? Mesela genç seyircilerden bahsettiniz, bunda Avrupa Yakasının etkisi olabilir mi? Tabi inkar edilmez. Onun büyük katkısı olduğuna inanıyorum ben. Çünkü hakikatten bakıyorum ilgi alanları çoğunlukla o. İşte Ata ne yapıyor, nasıl çekiyorsunuz, nasıl anlaşıyorsunuz diye sorular geliyor. Televizyonu, tiyatroya faydası açısından da değerlendirmeliyiz. Eğer biz tiyatroyu devam ettirebiliyorsak, bunda TVnin büyük katkısı olduğuna inanıyorum. Çünkü ekonomik açıdan büyük faydası var. Bütün koşuşturmamız bu yüzden. TVden aldığımızı tiyatroya aktarıyoruz. Reklamlardan aldığımı, diziden aldığımı hep

53 tiyatroya yatırdım. Bu yaştan sonra onlarla yatırım yapsam ne olur. Bizim yatırımımız tiyatro. Yani bir çeşit kendimizi alkışlatmak için üstüne para veriyoruz. Gayet açık. Bu böyle, acı ama gerçek. Tiyatroyla ilgili yeni sezondaki planlarınız neler? Aslında daha yani kapattık sezonu. Fakat yeni projeler için çalışmalara şimdiden başladık. Geçen gün bir oyun okuduk, çok da beğendik. Fakat bir şey itiraf edeyim; ilk defa ben bu yükü kaldıracak gücü bulabileceğimi sanmıyorum diye düşündüm. Bu yılki tesadüf oldu, büyük bir kısmını oturarak oynadım. Fakat bu oyunda ayakta sahne çok, güvenemiyorum kendime. Bir başka oyun daha okuduk. Bundan elli küsür yıl önce Şehir Tiyatrolarında oynanmış, benim de içinde bulunduğum bir oyun. Ama o zaman çok farklı bir rolüm vardı. İşte Tarih Buna Derler diye bir oyun. Çok güzel bir oyundur. Aklım bu oyuna biraz yattı. Biraz oturabiliyorum orada, belki o olur.

Tiyatrocu olmasaydınız perakendenin herhangi bir dalında ticaretle uğraşmak ister miydiniz?

Hayır yapamazdım, beceremezdim. Eğer becerebilsem tiyatroda bu işi kullanırdım zaten. Tiyatronun ticari tarafına hiç aklım ermedi. Hep yanlış hesap yaptık o yüzden de hiçbir birikimimiz olmadı. Biz hep salonun dolusuna göre masraf yaptık. Her yıl kimse talep etmeden zam yaptık arkadaşlara. Salon aynı salon, ölçüler aynı, gelen seyirci sayısı aynı. Hiçbir şeye zam yapmadan oturup çalışanlara zam yaptık. Demek ki bilmiyoruz bu işi. Ticari bir işe soyunacağımı sanmıyorum. Sanatçı olmasaydım, her zaman söylüyorum o da aileden gelme, polis olurdum. Büyük sempatim var polise karşı. Ankarada akademiye gidecektim ama aileler için çok uzaktı. O yüzden olamadım. Annem nasıl gidersin dünyanın öbür ucu dedi. Kısmet değilmiş. Ama sonra komiserinden, bekçisine kadar her şey oldum tiyatroda hevesimi aldım. Hiç oyunlarınızda bakkal, tüccar gibi bir rol oynadınız mı? Kürkçü oynadım mesela aklıma gelen. İki ortaktık. Kayserili, zeki, cin gibi bir satıcıydım. Çok da zevkle oynadım. Bakkalda oynamışımdır mutlaka. Tiyatroya başlamanız nasıl oldu? Tamamen bir tesadüf. Hocalarımın teşvikiyle oldu. Taksim Erkek Lisesindeki İngilizce hocam, genç kızlığında bizim komşumuzdu. 4-5 yaşından itibaren mahallelinin taklidini falan yapardım. Aile toplantıları falan olduğu zaman hadi taklit yap derlerdi. Ben de çocukluğun verdiği cüretle yapardım. O zaman işte İngilizce hocam Firuzan Hanım, ben öğretmen olacağım, sen de öğrencim olusun gibi laflar ederdi. Nitekim yıllar sonra İngilizce hocası olarak çıktı karşıma. Yıl sonu müsameresi için sınav açılmıştı. O önermiş beni, çok kabiliyetli demiş. Bir sınav yapıldı. Şehir Tiyatrolarından Sami Ayanoğlu, okulun edebiyat hocaları, lisan hocaları, Amerikaya

54 gitmiş ünlü bir gazeteciden oluşan bir heyet tarafından bir seçim yapıldı. Bende bir role uygun görüldüm. Kısmetmiş. Başarılı oldun dediler. İlk virüsü öyle kaptım. Oradan Eminönü Halkevi Temsil Kollarına geçtim, bir yıl çalıştım. Oradan Şehir Tiyatrolarına katıldım. Benim şansım yaver gitti. İyi bir gözlem yaptım. Hep de hoca vasıflı insanların içindeydim. Onlarla haşır neşir olmak faydalı oldu. O zamanın konservatuarı sayılan bir yerde 9-10 yıl çalıştım. Ondan sonra her sanatçının gönlünde yatan aslan gibi kendi yerimiz olsun dedik. Gönülle 1962de evlenir evlenmez de bir tiyatro kurduk. 62den bu tarafa da koşuşturuyoruz. 21 yıl Şişlideydi tiyatromuz.. Sonra bir ara TVye Kuruntu Ailesini çektik. Hep tiyatrocu arkadaşlarımız oynuyordu. O yüzden tiyatronun eksikliğini hissedemedik. O üç sene öyle gitti. Bir ara vermiş olduk ama sonra cız etti içimiz. Duramadık daha fazla döndük tiyatroya. Eşinizle de tiyatroda tanıştınız sanırım değil mi?Evet tabi. Beraber girdik biz tiyatroya aynı yıllarda. Garip bir dostluğumuz oldu. Çok sıkı fıkı dost, sırdaş olduk. Gönülün o zaman arkadaşlık ettiği insanlar yaşından çok büyük insanlardı. Bir tek akran beni buldu. Çok iyi anlaştık. 9 sene sürdü arkadaşlığımız. Sonra ben onu kandırdım. Onun aklından öyle bir şey yoktu. Çok sürpriz bir evlenme oldu. Hatta o zaman büyüklerimiz, evliliğimizin 6 ay kadar süreceğini söylüyorlardı. İki sanatçı, çatışırsınız siz sürmez diyorlardı. Geçen Nisan ayında 45inci yılımızı kutladık çok şükür

55

56

Hikmet Karagöz, (d. 31 Aralık 1946, Vezirköprü, Samsun - ö. 27 Ekim 2020, İstanbul) ressam, tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu.

31 Aralık 1946 tarihinde Vezirköprü, Samsun'da doğdu. 1962-1963 yıllarında Eminönü Halkevi'nde amatör olarak tiyatroya başlayan sanatçı, 1964'te Küçük Sahne Ulvi Uraz Tiyatrosu'nda profesyonel oldu. 1974 yılında Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'la TV yapımlarında rol almaya başladı. Sinemaya geçişi "Faize Hücum" filmiyle 1982'de oldu. En Büyük Şaban filminde Kemal Sunal'a Boğaz Köprüsü'nü satmasıyla hafızalara kazındı. Bizimkiler dizisindeki Çaycı Abbas rolüyle de geniş kitlelerce tanındı. 1980 yılında da İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'ndan istifa etmiştir[1]. 1986'dan vefatına dek ağırlıklı suluboya olmak üzere resim yaptı. Profesyonel olarak resim sergileri açtı.

Karagöz 73 yaşında İstanbul Kartal'da, geçirdiği felç nedeniyle tedavi gördüğü hastanede, 27 Ekim 2020'de hayatını kaybetti.[2] Cenazesi Topkapı Yeni Kozlu Mezarlığı'na defnedildi.

 Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım

 Şarkıcı Kız

 Yılanların Öcü

 Nazırın Karısı

 Ayak Bacak Fabrikası

57

58

HİKMET KARAGÖZ İLE İLGİLİ BİR MAKALE

Öğretmenin keşfettiği iki ünlü: Kemal Sunal ve Hikmet Karagöz

Özkan Altıntaş / Turizme Bakış

Vefa Lisesi’nden sınıf arkadaşım değerli sanatçı, oyuncu ve gerçek bir sokak ressamı Hikmet Karagöz’ü de kaybettik. Tüm arkadaşlarım birer birer gidiyor… Hikmet’in doğum tarihi benden 4 gün sonra… Ben 8 Haziran, o 11 Haziran… Samsun’da 11 Haziran 1946 tarihinde dünyaya gelen Hikmet Karagöz, sinema, dizi ve tiyatro oyuncusuydu. Onun vefatı ile tiyatroya başlaması hakkında anılarımda bulunan bazı şeyler canlandı… Sadece o mu… Kemal Sunal ile Hikmet Karagöz aynı dönemde sahnelere adım atmışlardı.

Onu yıllar önce Teşvikiye Ulvi Uraz Tiyatrosu’nun fuayesinde resimlerini satarken görmüştüm. İşsiz kalınca resim satıyordu. Bir süre sohbet etmiştik. O sıra Kemal Sunal’ın yıldızı çok parlamıştı. Ona “Kemal sana destek olmuyor mu?” diye sormuştum. Sitem ederek “Nerede… Beni yalnız bıraktı. İlgilenmedi bile…” demişti. İki eski arkadaşın aralarında ne geçmişti bilmiyorum. Fazla kurcalamak istememiştim.

59

Aslında Hikmet Karagöz ile Kemal Sunal’ın tiyatro yaşamı aynı öğretmenin aracılığı ile birlikte başlamıştı. İkisi’de Vefa Lisesi’nde sınıf arkadaşımdı… Kemal ile ben bazen aynı sırada otururduk. Hikmet ise sınıfın en arkasında oturur önündeki deftere sürekli kara kalem resim çizerdi. Sakin, halim selim bir akadaşımızdı. Kemal ise ‘fırlama’ dediğimiz cinsten olduğu için aklı fikri ders kaynatmaktaydı. Lakabı da vardı. O zamanlar çok ünlü olan eşkiya ya benzediği için ona “Koçero” derdik. Kemal, bu haylazlığı yüzünden liseyi hemen bitiremedi. Hep çift dikiş okudu. Sonunda öğretmenler ondan sıkıldı da mezun ettiler galiba…

Kemal Sunal okulun tiyatro kolu başkanıydı. Hikmet Karagöz onun yardımcısıydı. Okulun tiyatro salonunda Tiyatro Kolu’ndan sorumlu felsefe öğretmeni Belkıs Balkır’ın seçtiği önemli eserler sahnelenirdi. Okulda kız öğrenci olmadığı için İstanbul Kız Lisesi ile Vefa Lisesi tiyatro kolu birlikte çalışırlardı. Kemal ile Hikmet prova için İstanbul Kız Lisesi’ne gittiklerinde kızların hücumuna uğrarlardı. Dönüşte ise bize “Yahu bu kızlar erkeklerden beter. Amma azgınlar… Bize sataştılar” derlerdi. Tabii kızlar prova için Vefa Lisesi’ne geldiklerinde aynı muameleyi görürlerdi. Herkes onlara

60 söylemedik laf bırakmazdı. Öğretmenler olmasa çok şey olabilirdi. Tiyatro koluna felsefe öğretmenimiz Belkıs Balkır bakardı. Kemal ile Hikmet’in yeteneğini keşfederek onları tiyatro sahnesine gönderen de Belkıs Balkır oldu…

İşte bir öğretmenin keşfederek sahneye gönderdiği iki ünlü sanatçı: Kemal Sunal ve Hikmet Karagöz…

Kemal Sunal, Vefa Lisesi felsefe öğretmeni Belkıs Balkır aracılığıyla Müşfik Kenter ile tanıştı. Böylece Kemal Sunal, Kenter Tiyatrosu'nda “Sürekli Takip” adlı tiyatro oyunu ile oyunculuğa adımını attı. Sonra, -Metin Akpınar’ın Sıraselviler Kulüp12’de oyunlarını sergilediği Devekuşu Kabare Tiyatrosu’na geçti. 1973 yılında de Ertem Eğilmez'in yönettiği Tatlı Dillim adlı sinema filmiyle sinemaya geçti. Oynadığı filmleri tüm Türkiye biliyor ve hala izliyor, hala gülüyor. Kemal Sunal, 11 Kasım 1944 tarihinde ’da doğmuştu. 3 Temmuz 2000'de Balalayka filminin çekimine gitmek için bindiği uçakta kalp krizi geçiren oyuncu, gerçek doğum tarihi olan 10 Kasım için "Atatürk'ün ölüm yıl dönümünde doğum günü kutlayamam" sözleriyle, doğum günün 11 Kasım olarak kabul ediyordu.

Hikmet Karagöz ise yine Vefa Lisesi’nden felsefe öğretmeni Belkıs Balkır aracılığı ile amatör tiyatro hayatına 1962 ile 1963 yıllarında Eminönü Halkevi’nde başladı. 1974 yılında Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz adlı filmde, 1982 yılında ise Faize Hücum adlı sinema filmlerinde rol aldı. Çok sayıda dizi ve sinemada oyunculuk yapan Hikmet Karagöz, 1989 yılında yayına giren Bizimkiler adlı televizyon dizinde oynadığı “Abbas” rolüyle ününe ün kattı.

Hikmet Karagöz, 25 Kasım 2017’den bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait Kartal Kavacık’taki Sanatçı Yaşam Evi’nde kalıyordu.

Çok renkli kişilikleri yanında sevilen sanatçı arkadaşlarım Hikmet Karagöz’e ve hala herkesi güldüren Kemal Sunal'a Allah’tan rahmet diliyorum. Bizim kuşaktan yine bir arkadaşım daha kayboldu. Sevgili arkadaşlarım ışıklar içinde olsun…

Kaynak: Öğretmenin keşfettiği iki ünlü: Kemal Sunal ve Hikmet Karagöz - Özkan Altıntaş

61

Ali Kemal Sunal (10 Kasım 1944, İstanbul - 3 Temmuz 2000, İstanbul), Türk televizyon, sinema ve tiyatro oyuncusudur.

Oynadığı karakterlerle önemli çıkış yakalayan Kemal Sunal, Türk sinema tarihine damga vuran oyunculardandır. Tiyatro ile sanat hayatına başlayan sanatçı, Ertem Eğilmez'in kendisini fark etmesiyle sinema filmlerine yönelmiştir. İlk amatör tiyatro oyunu, Vefa Lisesinde okurken rol aldığı "Zoraki Tabip"tir. Kenterler, Ulvi Araz, Ayfer Feray ve son olarak Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nda profesyonel olarak rol aldıktan sonra Ertem Eğilmez'in kendisini fark etmesiyle, 1972 yılında Tatlı Dillim filminde rol alarak sinemaya ilk adımını atmıştır. Filmlerinde oynadığı "iyi, saf adam" rolleriyle beğeni kazanmıştır. Sanatçı, komedi filmleri ağırlıkta olsa da, dram türündeki filmlerde de rol almıştır. Oynadığı filmlerdeki karakterlerin genel özelliği haksızlıkların karşısında duran, iyiliği ve saflığı yüzünden başına sürekli iş açılan, zekâsıyla kötülerle mücadele eden ve insanlara doğru yolu gösteren, daima "gülen" adamdır. Kendisini "çok az konuşan, çok soğuk bir adamım"] diyerek tanımlayan Kemal Sunal'ın sinema izleyicileri tarafından benimsenmesi ve sevilmesinin en büyük sebeplerinden birisi, filmlerin çekildiği dönemlerde yaşanan sosyolojik-sosyoekonomik ve siyasi gelişmelerin filmlerinde yer almasıdır. Zamlar, insanları dolandıran kişiler, geçim sıkıntısı, işsizlik, göç ve töre gibi konuların sinemasında işlenmiş olması, filmlerine birçok anlam daha kazandırmaktadır. Bunlar, güldürü içerisinde sosyal mesajlar vermek ve bazı konuları mizahi dille eleştirmektir. Sanatçı, güldürü filmlerinin yanı sıra dram filmlerinde yer almış, ancak oynadığı tüm filmlerde "halkın içinden", "içimizden biri" imajını hiçbir zaman bozmamıştır. Aynı zamanda Kemal Sunal, öğretmenden bekçiye, kapıcılıktan çöpçüye kadar birçok karakteri oynayarak beğeni kazanmıştır. Yüksek lisansını "TV ve sinemada Kemal Sunal güldürüsü" isimli tezi ile yapmıştır. 82 filmde rol almış

62 sanatçının son filmi 1999 yılında vizyona giren Propaganda'dır. 3 Temmuz 2000 tarihinde, Balalayka isimli filmin çekimleri için bindiği uçakta, kalp krizi geçirerek ölmüştür. Sanatçı, "gülen adam" lakabıyla anılmaktadır.

İstanbul Küçükpazar semtinde Malatyalı bir ailenin çocuğu olarak doğan oyuncunun babası Migros'tan emekli Mustafa Sunal, annesi Saime Sunal'dır.]Ailenin büyük çocuğu olan Kemal Sunal'ın, Cemil ve Cengiz isminde iki kardeşi vardır. İlkokulu Mimar Sinan İlkokulunda okuyup, Vefa Lisesinden mezun olmuştur. Liseyi 11 yılda tamamlayan sanatçı, "bu benim tembelliğimden, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, beraber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi haylazlıktı tabii…" sözleriyle açıklamıştır. Yüksek tahsiline Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümünde başlasa da, bu bölüme devam edememiştir. Eğitim hayatı boyunca çeşitli işlerde çalışan sanatçı, Emayetaş Fabrikasında çalışmış, ayrıca elektrikçide çıraklık yapmıştır. İş yaşantısını, "Ekonomik durumumuz iyi değildi. Babam Migros'tan emeklidir. Yaz tatillerinde ayakkabı, kitap parasına yardımcı olmak için çalışırdım" diye açıklamıştır. 35 yaşında askere giden sanatçı, diğer askerlerin kendisini görünce gülmeye başlaması sebebiyle, "birliğin düzenini bozuyor" denilerek eğitimlere katılmamış, kademede görev almıştır. Usta birliğinde "armoni mızıkası" isimli moral grubuna dağıtımı olmuş, bu vesile ile Türkiye'nin birçok bölgesinde askerlik yapmıştır. Sanatçı, Devekuşu Kabare Tiyatrosu'ndayken 1972-1973 tarihindeki Ankara turnesi sırasında sonradan eşi olacak Gül Sunal ile tanışmış, 1975 Nisan ayında Beyoğlu evlendirme dairesinde evlenmişlerdir. Bu evlilikten Ali ve Ezo isimli iki çocukları olmuştur. 12 Eylül döneminde yarım bıraktığı üniversiteyi, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünden mezun olarak 1995 yılında bitirmiş ve ardından yüksek lisans yapmıştır. Yüksek lisansını "TV ve sinemada Kemal Sunal güldürüsü" isimli teziyle yapmıştır.

Sanatçı kendi profilinin, oynadığı karakterlere göre farklı olduğunu şu sözlerle belirtmektedir; "Ben özel hayatımda çok az konuşan, çok soğuk bir adamım" "aynı zamanda iş ve ev yaşamında titizim" sözleriyle dile getirmiştir.] Eşi tarafından yazılan anı kitabında, ev halkına sanatçı olduğunun ağırlığını hiç hissettirmemiş, eşinin tanımına göre "aile babası" profilini hiçbir zaman bozmamıştır. Akşam yemeklerine daima vaktinde yetişen, aile ilişkilerine önem veren ve bu düsturda çocukları ile çok iyi arkadaş olan, iş, aile ve komşuluk ilişkilerinde daima sohbeti aranan, herkes tarafından sevilen sanatçı; filmlerinin aksine, çok fazla gülmeyen

63 ve sululuktan hoşlanmayan bir yapıya sahiptir. Dinlemeyi anlatmaya tercih eden sanatçı, kendi iç dünyasında da duygusal bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda çok da iyi bir arşivci olan sanatçı, kendisi ve ailesiyle ilgili belge, fotoğraf, anı yazısı, kendisine gelen mektuplar gibi manevi değeri olan eşyaları, büyük bir titizlikle ve düzenle saklamış, çocuklarının çizdiği resimlere kadar her şeyi titizlikle ve özenle saklamıştır. Renkli kıyafetler giymeyi seven sanatçının, kıyafet alışverişlerini çoğu zaman eşi yapmıştır. Kendisine gelen mektupların hepsini okuyan sanatçı, yine aynı özenle bu mektuplara cevaplar vermiş ve bizzat postaneye götürüp gönderimlerini yapmıştır.[11] Kemal Sunal, hem yüzünün fizik yapısı hem de mimik ve jestleriyle Fransız komedyen ve şarkıcı Fernandel'e benzetilmektedir. Fernandel 1930'lu yıllardan 1960'lı yıllara kadar tıpkı onun gibi sayısız komedi filmi çevirmiştir. Kendisiyle yapılan bir röportajda Sunal, kendisi için 'at suratlı' gibi benzetmeler bile yapıldığını, ama en çok Zeki Müren'in kendisini 'Fernandel'le Jean-Paul Belmondo karışımı' diye tanımlamasının hoşuna gittiğini belirtmiştir[

Vefa Lisesindeki felsefe hocası Belkıs Balkır'ın sanatçıyı Müşfik Kenter ile tanıştırmasının, Kemal Sunal'ın kariyerinde önemli yeri vardır.[2][13]

Tiyatro dönemi

Sanat hayatı, Vefa Lisesinde amatör olarak "Zoraki Tabip" adlı tiyatro oyunuyla başladı. Lise öğrenimi sırasında oynadıkları bir oyunla, "Akşam Gazetesi Liseler Arası Tiyatro Yarışması"nda "En iyi karakter oyuncusu" seçilmiştir.[14] Belkıs Balkır'ın kendisini Müşfik Kenter ile tanıştırmasıyla, Kenterler Tiyatrosu'nda profesyonel oyuncu olarak çalışmaya başlayan sanatçının, bu tiyatrodaki ilk rolü "Fadik kız"dır.[2] Burada 150 lira maaş alan sanatçı daha sonra aynı tiyatroda "Deli İbrahim" rolünü oynamış ve maaşı 300 lira olmuştur. Buradan ayrılıp, Ulvi Uraz Tiyatrosu'na geçen sanatçı, bu tiyatroda 4 sene sahneye çıkmıştır. Bu tiyatroda Orhan Kemal'in İspinoz isimli eserindeki "taşkasaplı" karakterini canlandırmıştır. Daha sonra "Bekçi Murtaza" isimli oyunda bekçiyi, oyunun ikinci perdesinde ise bir kahveciyi oynamıştır. Bu tiyatrodan ayrılarak Ayfer Feray Tiyatrosu'na geçen sanatçı burada bir sene çalışmıştır. Son tiyatro deneyimi olan Devekuşu Kabare Tiyatrosu'nda 1500 lira maaşı olan sanatçı, artık daha büyük rollerde oynamaya başlamıştır. "Dün-bugün" isimli bir oyunu oynadıkları sırada, kendisinden daha önce sinemaya geçmiş olan Zeki Alasya, Ertem Eğilmez'in yeni filmi için aradığı oyuncuları seçmesi için kendisini bu tiyatroya davet etmiştir. Bu oyun sırasında, Kemal

64

Sunal'ı çok beğenen Ertem Eğilmez, sanatçının ilk sinema deneyimi olan Tatlı Dillim'de rol almasına karar vermiştir. Sanatçı, sinema kariyerine 1972 yılında bu filmle başlamıştır.

Kemal Sunal kendi ağzından, ilk yıllarını ve komediye yönelişini şu sözlerle dile getirmektedir;

"Nasıl oldu bilmem, ben kendimi sahici bir sahnede seyircilerin arasında buldum. Ses Tiyatrosu'ndaki ilk rolüm çok kısaydı. Üç dakika sahnede ya kalıyor ya kalmıyordum. Öyle pek bir şey söylediğimi de hatırlamıyorum. Sahnenin bir ucundan girip öbür ucundan çıkıyordum. Ne yaptığımı da pek hatırlamıyorum; ama seyirci kahkahadan kırılıyor. Bu da benim hoşuma gitmişti. Bildiğiniz gibi o gün bu gündür insanları güldürmeyi seviyorum."[15] Tiyatroya neden devam etmediniz sorusuna, "Film, tiyatro provalarına engel oluyordu. Aksatmaya başlayınca, bırakmamın daha iyi olacağını düşündüm." [2] diyerek cevap vermiştir.

Bilinen tiyatro oyunları[değiştir | kaynağı değiştir]

 1966 - "Fadik Kız" - Kent Oyuncuları. İki-üç değişik rolde.[10]

 1967 - "İspinozlar" (Orhan Kemal uyarlaması) - Ulvi Uraz Tiyatrosu. Taşkasaplı rolünde.[10]

 1967 - "Deli İbrahim" (Yazan: Turan Oflazoğlu, reji: Şükran Güngör) - Kent Oyuncuları. Cellât Hamal Ali rolünde.[16]

 1968 - "Yalova Kaymakamı" - Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu.[17]

 1968 - "Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım" - Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu.[18]

 1968/69 - "Fermanlı Deli Hazretleri" - Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu.[17]

 1968 - "Hamhumşarolop" - Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu.[17]

 1969 - "Murtaza" (Orhan Kemal uyarlaması) - Ulvi Uraz Tiyatrosu. Bekçi ve Kahveci rollerinde.[18]

 1969 - "Yaz Bitiyor" - Arena Tiyatrosu, Ulvi Uraz Topluluğu.[17]

 1972 - "Gergedan" (Yazan: Eugène Ionesco) - Devekuşu Kabare Tiyatrosu. Bakkal ve Mösyö Papiyon rollerinde.[18]

 1972 - "Dün Bugün" (Yazan: Haldun Taner) - Devekuşu Kabare Tiyatrosu.[18]

 1973 - "Dev Aynası" (Derleyen: Haldun Taner) - Devekuşu Kabare Tiyatrosu (Ankara Nergis

 Sineması'nda sahnelendi).[18]

65

KEMAL SUNAL İLE YAPILAN BİR RÖPORTAJDAN SEÇMELER

Kemal Sunal:‘'Benim sokağa atacak param yok ki dağıtayım!’’

Hababam Sınıfı, Salako, İnek Şaban Salak Milyoneri, Köyden İndim Şehire gibi onlarca filme imzasını atmış olan Türkiye'nin usta sanatçısı Kemal Sunal’ın özel ve Türk sineması hayatına dair duygularını dile getirdiği 8-9 Mayıs 1985 tarihlerinde Ses dergisinde iki bölüm halinde yayımlan röportajı…

– Sayın Sunal, söyleşimize nerede doğdunuz, nerede büyüdünüz gibi bir klasik soru ile başlayalım.

– Evet… 1944 yılında İstanbul’da doğdum. İstanbul’un kenar semtlerinden biri olan Küçükpazar’da… Küçükpazar, Vefa’nın altındadır. İlkokulu aynı yerde, Mimar Sinan İlkokulu’nda okudum. Orta ve lise öğrenimimi Vefa Lisesi’nde tamamladım. Vefalıyım yani…

– Kaç yıllarında bitirdiniz?

– 1966 mı, 67 mi, tam şimdi kesin bilemiyorum. Bir ara, Vefa Lisesi’nin en eski adamıydım. Çünkü her sınıfı iki senede geçtim. Bir tek yıl, kalmadan geçebildim. Ama bu benim tembelliğimden, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15¬20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, beraber

66 kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi haylazlıktı tabii… Vefa’yı işte böyle zar zor şartlar altında bitirebildim. Liseyi bitirirken, amatör tiyatro çalışmaları başlamıştı. Lisenin temsillerinde oynuyordum, sahneye koyuyordum. O sıralarda Akşam Gazetesi, liselerarası bir yarışma açmıştı. Orada, Harput’ta BirAmerikalı’yı oynadık. Lisem ve ben, çok ilgi çekmiştik. Ama o sıralarda, Kenterler’de profesyonel tiyatrocuydum. Ödül bize verilecekti ama, benimprofesyonel olmam dolayısıyla vermediler. Benim yüzümden lisem kaybetti. Bunu hiç unutamam.

– Yüksek öğrenim yaptınız mı?

– Liseyi bitirdikten sonra, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu’na kaydoldum. İki sene okudum. Askerken, “Gelin ilk kaydınızı yenileyin, afa uğradınız” diye bir yazı geldi. Gidemedim, ondan sonra kaydım silindi. Tiyatro yüzünden imtihanlara giremedim, gidemedim ve bu tahsili yarım bırakmış oldum.

– Vefa Lisesi’ndeki öğretmenlerinizle hala görüşüyor musunuz?

– Her sene bizim boza günümüz yapılır. Ona hep giderim. Hayatta olan hocalarımız da gelir. Görüşüyoruz, ellerinden öpüyoruz. İnsan çok heyecanlanıyor, çok duygusal bir gün…

67

– Vefa Lisesi’nde bunca haylazlık dolu günlerden unutamadığınız bir anınızı anlatsanız…

– Yener Bey, bizim sınıfımız enteresandı. Edebiyat¬A dedin mi, dur. Her ders sonunda, teneffüs zili çaldığında tuvalete gidip sigara içerdik. Öteki ufak sınıflarda okuyanlar, tuvalette etrafımızı çevrelerdi. Bir hadise oldu mu, bir şey yaptık mı, bir komik durum var mı, diye beklerlerdi. En çok da bunu, benden beklerlerdi. Bir olay soruyorsunuz. Her ders bir olay vardı.

–En samimi arkadaşlarınız kimlerdi?

– Lisenin boza günü buluşuruz. Mesela Korsan Cevat. İsme bak… Kavanoz Erdal, Adnan, Taner, Gogo Cavit… Onların da hepsi şimdi iş güç sahibi.

– Okuldan kaçtığınız zamanlar, neler yapıyordunuz?

– Sinemaya gidiyorduk… Şehzadebaşı o zamanlar çok renkliydi. Kulüp sineması vardı. Ferah, Turan sinemaları vardı. Yeni Sinema en lüks haliyle vardı.

Kulüp Sineması’nda, topluca kaçtığımız için yoklama yapardık. 11 matinesinde şov da vardı. Sonra film oynardı. Tam ekip yerimizi alırdık.

– Sınavlarda kopya çeker miydiniz?

68

– Çekerdim, ara sıra… Bazen kitabı olduğu gibi sıranın üstüne koyup çekerdim. Çok komik… Bir keresinde, kitabı resmen sıranın üstüne çıkardım. Hoca bağırdı, “Kaldır oğlum, ne yapıyorsun?” Ben de aleni çekiyordum demek ki…

– Aile içi ilişkiler nasıldı, Kemal Bey?

– Efendim, biz üç kardeşiz. En büyükleri benim. Üçümüz de erkeğiz. Cemil ve en küçüğümüz Cengiz. Cengiz’le 13 yaş aramız var. Biri mali müşavir, öteki mühendis.

– Dayak yer miydiniz?

– Babamdan iyi dayak yerdim. Bakın bir şey söyleyeceğim; bizim haylazlığımızın dışında sağlam yapımız vardı. Hocalarımız, hala bizi özlediklerini söylerler. Bizden sonra gelen nesli, bizi okutan hocalar beğenmiyorlardı. “Kulağını çekiyorum, ağlıyor” diyorlardı. Biz maşallah, iri kıyım adamlardık… Baba dediğimiz talebeler vardı. Şimdikiler minnacık… Biz iyi yetiştik. Belli saatten sonra sokakta kalamazdık, oynayamazdık. Babamızı gördüğümüz zaman eve kaçardık. Top oynadığım zaman dayak yerdim babamdan. Adamcağız yeni ayakkabı almış, gidip top oynuyorum. Ayakkabıyı parçalıyorum tabii… O da beni parçalıyordu.

– Ekonomik durumunuz nasıldı, para sıkıntısı çektiniz mi?

69

– İyi değildi. Babam Migros’tan emeklidir. Yaz tatillerinde ayakkabı, kitap parasına yardımcı olmak için çalışırdım. Mesela elektrikçi yanında çıraklık yaptım.

– Kemal Bey, şimdi de tiyatroya girişinizden söz edelim. Özellikle yeni kuşak sizin eski bir tiyatrocu olduğunuzu bilmez. İlk elinizden tutan kim oldu?

– Lisede okurken, amatör çalışmalarda bulundum. Çok süründüm. Ailem bana asla karşı çıkmadı. Ben herkes gibi bu işe 6 yaşında filan başlamadım. Bende bir yetenek görülüp keşfedilmedim. Ben biraz geç başladım. Değişik amatör topluluklarda çalıştım. Profesyonel olduktan sonra da cebimizden 25 kuruş düşse, eve gidemiyorduk. Çeyrek ekmeğin arasına peynir yahut helva koyup yiyorduk. 1966 yılında profesyonel oldum. Vefa Lisesi’ndeki öğretmenim sayesinde. Benim oyunculuğuma ve çabalarıma güvenen Belkıs Balkır adlı felsefe hocam vardı. Müşfik Bey’i tanıyormuş. Elimden tuttu, beni götürdü. O gün işe başladım, profesyonel oldum.

– İlk rolünüz neydi?

– Fadik Kız piyesiydi. İki¬üç tane değişik tip oynuyordum. Bir tanesinde sahnenin bir başından girip, öteki başından çıkıyordum ve alkış alıyordum.

– Kenterler’de ne kadar maaş aldınız?

– 150 lira maaş verdiler. Kenterler’de daha sonra Deli İbrahim’de oynadım. O zaman maaşım

70

300 lira olmuştu. Sonra ayrılıp Ulvi Uraz Tiyatrosu’na geçtim. 4 sene orada sahneye çıktım. Aksaray Küçük Opera’da, Arena’da bir sürü rolde oynadım. Orhan Kemal‘in İspinozlar’ında Taşkasaplı tipini oynuyordum. Bekçi Murtaza’da ilk perdede, Murtaza’nın karşısında bir bekçiyi, ikinci perdede de bir kahveciyi oynuyordum. Ulvi Uraz’dan sonra bir senelik Ayfer Feray Tiyatrosu var. Sonra Devekuşu’na katıldım. Filmciliğe başlayıncaya kadar orada kaldım. Film, tiyatro provalarına engel oluyordu. Aksatmaya başlayınca, bırakmamın daha iyi olacağını düşündüm. Devekuşu’ndan ayrıldığım zaman 1500 lira maaşım vardı.

– Kemal Bey, tiyatrodan sinemaya sıçramanız nasıl oldu, sizi kim keşfetti beyazperde için?

– Zeki Alasya benden bir önce Sev Kardeşim’le sinemaya geçmişti. Ertem Eğilmez‘i tiyatroya davet etmiş. Galiba, Dün¬Bugün’ü oynuyorduk. Ertem Bey geldi, piyesi seyretti. O arada filme başlayacaklar. Zeki ile Metin’in rolü tamam. Benim filmde bir işim yok. Tarık Akan o filmde basketbolcuyu oynuyordu, yanına uzun boylu adamlar lazımmış. Bu uzun adamların tiyatrocu olmalarının daha iyi olacağı düşünülmüş. Şehir Tiyatrosu’ndan da birçok kişi çağrılmış. Ben de uzun boyluyum diye, Ertem Bey beni de çağırdı. Tatlı Dillim filminde, Tarık’ın yanında basketçi gençlerden birini oynuyordum. Sonra Ankara’da turnedeydik. Film, geç kaldığı için İstanbul’a giremedi, ertesi sezona bırakıldı. Yıl 1972. O sırada Balıkesir’den bir grup arkadaşım Ankara’ya geldi. Oyunu seyrettikten sonra, “Senin film oynuyor, çok gülüyorlar sana” dediler. “Hangi film?” deyince Tatlı Dillim’i söylediler. Balıkesir ve civarında oynuyormuş. Film işletmeye verilir, işletmeci isterse kış sezonunu beklemeden oynatabilir. Ben arkadaşlarıma inanmadım. Ama bir taraftan da güzel bir heyecan duydum. Karışık bir duygular.

71

72

73

Kenan Büke (10 Mayıs 1918, İstanbul - 3 Temmuz 1993, İstanbul), Türk tiyatro, komedi oyuncusu, sinema sanatçısı. 1918 yılında İstanbul’da doğan, Kenan Büke Vefa Lisesi’ni bitirmiştir. Sonrasında ise 5 yıl kadar memurluk yapmıştır. 1938′den başlayarak halk evi sahnelerinde amatör oyunlara katıldı. 1948′de Raşit Rıza Tiyatrosu’nda profesyonel oyuncu oldu. 1957′de Aziz Basmacı ve Saadettin Erbil ile Aksaray Bulvar Tiyatrosu’nu, 1970′te Kenan Büke Tiyatrosu'nu kurmuş, 1976 yılında ise kurduğu topluluk dağılmıştır. Türk Tiyatrosu'nun komedi oyuncusu ve sinema oyuncularından biri olan Kenan Büke, 3 Temmuz 1993 yılında ölmüştür.

74

KENAN BÜKE 10 MAYIS 1918-07 KASIM 1993 Baktıkça fotoğraflara, sararmış karelere, Yaşamım canlanır gözlerimde, Yüzüm de bir tebessüm, Geçmişte acı dan daha çok tatlı anılar, Geldik geçiyoruz, Son Makriköy'lüleri tanıdım Onlardan biri de KENAN BÜKE Bir BAKIRKÖY'LÜ olarak, Herkesin geçtiği,gittiği bu yaşamdan, Zaman,zaman dalıp gideceğiz Uzaklara, Ve sizlerle geçmişten geleceğe Köyümün sanatçıları,yazarları, Sporcuları, Ve güzel insanları,satıcılarını, binalarını, Deniz hamamlarını,sinemalarını Anlatacağız,eskisi gibi... Ağladıklarımızla,güldüklerimizle Ulaşacağız güzel günlere. BUGÜN YEDİ KASIM 2018 Bir Makriköylü, Taşhan caddeli,

75 biz o günün çocuklarının Kenan amcası, Türkiye'nin en büyük tiyatro sanatçısı Bakırköy'ün sanat çınarları hayata veda eden sanatçı dostları anmak Görevimiz olsun. Bugün Tiyatronun büyük ustalarından KENAN BÜKE'NİN aramızdan ayrılışının 25.yılı

Ben ona Kenan amca derdim,1960 yıllarında O sanatının zirvesinde kırk yaşlarında ben de Oniki yaşlarındayım, O Taşhan caddesi'nin Sümerbank tarafında, Mehmet,Toto Karaca'nın karşı yalı komşusu diyeyim, caddenin tek rakamlı sırasında Taşhan oteli,yanında da doktorumuz Kemal Dirik amcamızın karşı komşusu Yaz akşamların da biz caddenin yukarı kısmında kapının önünde ya bir top peşinde,yada misket oynama derdindeyiz. Cadde bizim,kan ter içindeyiz. İşte o saatlerde caddenin yokuşunu çıkmış çok güzel giyimli,(fularını ve hasır şapkası hiç unutmam ) halk evine doğru giden bir İstanbul beyefendisi geçerdi.Yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Biz yaramazların başını okşar geçerdi ve biz keyifle onu izlerdik.Yolda bir tanıdıkla karşılaştıklarında sohbetleri, bizleri büyülerdi. ÇALBATUR Paşamız da caddemizde bizim evin önünden geçtiği Zaman da hepimiz asker olur selama dururuz, Ama Kenan amca daha bir sıcak gelirdi biz çocuklara. Tiyatro dünyasının bu çok ünlü amcamızın 7 Kasım ölüm yıl dönümü onu anmak ve gelecek nesiller anlatmak, bizlerin de hatırlaması görevimiz olmalı. Kenan Büke ustamızı analım. Hangi oyunlarda,dizilerde,filmlerde oynamış. İnternet bazen doğruları yazmayabilir mesela ölüm yıldönümü 03 Temmuz 1993 olarak gösterilmektedir. Halbuki yedi kasımdır.

76

Kenan Büke 10 Mayıs 1918, İstanbul 7 Kasım 1993 , İstanbul, Türk tiyatrocu, komedi oyuncusu, sinema sanatçısı. 1918 yılında İstanbul’da doğan , Kenan Büke Vefa Lisesi’ni bitirmiştir.

Türk Tiyatrosu'nun komedi oyuncusu ve sinema oyuncularından biri olan Kenan Büke, ülkemin efsane yıldız halk sanatçısı komedyenlerdendi... Çok doğal oyunculuğu, tuluat yeteneği ve inanılmaz komedi gücüyle bu ünvanı elinde tutmayı hak eden en iyi oyunculardan biriydi. Yıllarca Aziz Basmacı'yla iyi bir ikili oluşturmuşlar ve bu ikili tıpkı Zeki-Metin ikilisi gibi karşılıklı açmalar ve laf atmalarla gelişen bir nevi kavuklu-pişekar ikilisiydi. Tiyatro aşkıyla yanıp tutuşan Münür Özkul ve Murat Somay ve pek çok Bakırköylü yetenekli gençle, (hepsi bir marka olan bu sanatçı büyüklerimiz) Bakırköy halk evi temsil kolunda yer alırlar, Başlarında Sadık Şendil,Turhan Göker,...... olmak üzere Sahne üstünden,sahnenin altına verdikleri gayret ve emekleriyle büyük başarılara imza attılar. Sırrı Gültekin,Nevzat Okçugil,Bülent Oran, Refik,Şefik Bilol kardeşler,Feridun Oruntak birlikte oyunlara imza atan sanatçılar oldular. Kenan Büke, 1948′de Raşit Rıza Tiyatrosu’nda profesyonel oyuncu oldu.

77

1951 ses opereti 1955 İstanbul Tiyatrosu 1962de de Aziz Basmacı ve Saadettin Erbil ile Aksaray Bulvar Tiyatrosu kurdular. 1969 dan 1975 kadar Kadıköy Cep sinemasında kendi adına Kenan Büke olarak faaliyet gösterdi. 1979-1980 köşebaşı tiyatrosu, 1981-USG topluluğu (Egemen Bostancı) 1982- Altan Erbulak,Erol Günaydın Venüs Tiyatros -- Levent Kırca ile Aksaray da çadırda HANGİ YÜZLE adlı oyunda sahne aldı. Türkiye’nin siyasal rüzgarlarla çalkalandığı 1970 lerde tiyatrolar da krize girdi. Terör, seyircinin evine kapanmasına yol açmış, sinemanın ve televizyonun rekabeti tiyatroları da krize sokmuştu. Oyuncular yeniden sinemaya ve bu kere televizyona da yöneldi. Eski ustalar yavaş yavaş tiyatrolarını kapatıp bir kenara çekildi.

Tiyatronun yanında senelere dağılmış olarak sinema filmi, TV dizi dizileri,radyo ve TV temsilleri .... HATIRLIYACAĞINIZ FLİMLER -Edi Büdü Münür Özkul,Vasfi Rıza Zobu,Bedia Muvait,Neriman Köksal (Platonik aşık) -Uçan Halı, -Bir Ömrün Bedeli Bir Ömrün Bedeli TV Dizisi 1991-Babamız Eğleniyor Babamız Eğleniyor (Muhasebeci Kamber) ---Sinema Filmi 1987-Perihan Abla Perihan Abla (Fahri Dayı) TV Dizisi 1986-Kahkaha Marketi Kahkaha Marketi Sinema Filmi 1986-Çapraz Delikanlı Çapraz Delikanlı (Cevat ile Nilgün'ün Babaları) Sinema Filmi 1963-Sıralardaki Heyecanlar Sıralardaki Heyecanlar (Öğretmen) -- Sinema Filmi 1963-Kadınlar Hep Aynıdır Kadınlar Hep Aynıdır (Dilaver)

78

Sinema Filmi 1962-Can Evimden Vurdular Can Evimden Vurdular Sinema Filmi 1962-Boşver Doktor Boşver Doktor Sinema Filmi 1962-Toto Ali Milyoner Toto Ali Milyoner (Ali) Sinema Filmi 1961-Annemi Arıyorum Annemi Arıyorum (Köstebek Kenan) Sinema Filmi 1959-Mavi Boncuk Mavi Boncuk (Foto Muhabiri Şaban) Sinema Filmi 1958-Ham Meyva Ham Meyva Sinema Filmi 1957-Ebediyyen Seninim Ebediyyen Seninim Sinema Filmi 1957-Zeynep'ın İntikamı Zeynep'ın İntikamı Sinema Filmi 1956-Miras Uğrunda Miras Uğrunda Sinema Filmi 1956-Öp Babanın Elini Öp Babanın Elini Sinema Filmi 1955-Izdırap Şarkısı Izdırap Şarkısı Sinema Filmi 1955-Basmacı Güzeli Basmacı Güzeli Sinema Filmi 1955-Leylaklar Altında Leylaklar Altında (Kuaför) Sinema Filmi 1954-Uç Baba Torik Uç Baba Torik Sinema Filmi 1953 7 Kasım 1993 yılında vefat etmiş bu ustamızın MEKANI CENNET OLSUN,YILDIZLAR YOLDAŞI OLSUN SENİ HİÇ UNUTMİYACAĞIZ KENAN AMCA Şemsettin Sönmez

Aziz Basmacı ile....

79

Asuman Arslan’la birlikte...

Ayten Erman’la birlikte....

Diplomatlar adlı Show programı...

80

M. Kemal Küçük (26 Mayıs 1901, Girit - 23 Nisan 1936, İstanbul) Tiyatro ve sinema oyuncusu, yazar.

Mehmet Kemal Küçük, 26 Mayıs 1901 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu'nda olan Girit Adası’nda doğdu. Sanat yaşamına amatör topluluklarda oynayarak başladı. 1920'de Dârülbedayi’ye stajyer olarak girdi. Ardından Sahir Opereti, Raşit Rıza topluluklarında görev aldı. Şadi Fikret'in Yeni Sahne'siyle Anadolu turnelerine çıktı. İstanbul'a dönüşünde Ertuğrul Muhsin'in yönettiği filmlerde Yardımcı Yönetmen ve oyuncu olarak çalıştı. Muhsin Ertuğrul ve Arkadaşları topluluğunda çalıştı. Bunun yanı sıra Alay Köşkü’nde tiyatro dersleri verdi. Bu dersleri 1930 yılında Tiyatro adlı kitabında topladı.

81

1922 yılında, Ertuğrul Muhsin'in yönettiği Boğaziçi Esrarı-Nur Baba filminde rol alarak sinema oyunculuğuna başladı. Ardından yine Ertuğrul'un yönetiminde Leblebici Horhor, Sözde Kızlar, Ankara Postası adlı filmlerde rol aldı.

1927'de yeniden Dârülbedayi'ye girdi. Ertuğrul'un yönetiminde piyeslerde oynadı, oyunlar yazdı. Kurulan Darülbedayi Çocuk Tiyatrosu ilk oyun olarak M. Kemal Küçük'ün yazdığı "Çocuklara İlk Tiyatro Dersi" adlı yapıtı sergiledi. İkinci oyun olarak da Küçük'ün yazdığı "Gülmeyen Çocuk" adlı oyun sergilendi.

Özdemir Nutku şöyle yazmış: "İlk çocuk oyunu Muhsin Ertuğrul'un M. Kemal Küçük'e ısmarladığı bir oyundur, 'Çocuklara Tiyatro dersi' adı verilen bu musiki oyunda çocukları tiyatroya ısındırmak için öğretici nitelikte sahneler yer alır. Sonradan ederi 7.5 kuruş olan Çocuk tiyatrosu Dergisi çocuklar için bir bilet niteliğindeydi, bu dergiyi alan çocuklar tiyatroya para vermeden giriyorlardı. İkinci çocuk oyunu 'Gülmeyen Çocuk' sanatçı Kemal Küçük tarafından yazılmıştı."

Filiz Terzi yazısında Küçük'ün tiyatro tutkusunu, Muhsin Ertuğrul'un notuyla hastayken tiyatro oynamaya gidişini aktarmış.

2009 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Kağıthane Sahnesinde M. Kemal Küçük adına bir çocuk sahnesi açıldı. 143 kişi kapasiteli ve 3 ayrı tribünden oluşan "Kağıthane Kemal Küçük Çocuk Sahnesi" bütünüyle çocuklara yönelik tasarımı ile Türk Tiyatrosu adına bir ilk olma özelliği taşıdı.

23 Nisan 1936 tarihinde, uzun süren bir hastalık sonunda İstanbul’da vefat etti.

82

Oynadığı piyeslerden bazıları

 Mürai (Molière) (Uyarlama: M. Kemal Küçük)[8]

 Muhayyel Hasta (Ahmet Vefik Paşa)

 Hamlet (William Shakespeare)

 Melo

 Bir Kavuk Devrildi (Musahipzade Celal)

 Yasin Hoca

 Fermanlı Deli Hazretleri (Musahipzade Celal)

 Mum Söndü (Musahipzade Celal)

 Hile ve Sevgi (Friedrich Schiller)

 Cürüm ve Ceza (Fyodor Mihailoviç Dostoyevski)

 Balaban Ağa (Musahipzade Celal)

 Ölçüye Ölçü

Oynadığı filmler

 Boğazici Esrarı-Nur Baba (Rejisör: Ertuğrul Muhsin) 1922

 Leblebici Horhor (Rejisör: Ertuğrul Muhsin) 1923

 Sözde Kızlar (Rejisör: Ertuğrul Muhsin) 1924

 Bir Sigara Yüzünden (Kısa film) (Rejisör: Ertuğrul Muhsin) 1928

83

Mehtap Bayri, (d. 15 Mart 1977, Nusaybin, Mardin),

Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu.

Liseyi Vefa Lisesi'nde okudu. Lise yıllarında tiyatroya ilgi duyan Mehtap Bayri, eğitimini Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde tamamladı. Sanatçı, İstanbul Meydan Sahnesi'nde görev yapmaktadır. İki yıl öğretmenlik yapan Bayri, çeşitli sinema ve dizi filmlerde rol aldı. Deli Yürek ve Ekmek Teknesi dizisindeki rolüyle zirveye çıkmıştır. Kalk Gidelim adlı dizide oynamıştır. Oflu Hoca'nın Şifresi ve Oflu Hoca'nın Şifresi 2 adlı filmi Meryem rolü oynadığı bazı sinema filmlerdir.

84

85

Müjdat Gezen (d. 29 Ekim 1943), Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, şair, eğitmen. Müjdat Gezen Sanat Merkezini kurmuştur. Kasım 2007'den beri UNICEF Türkiye İyi Niyet Elçisi'dir.

29 Ekim 1943 tarihinde İstanbul Fatih'te doğdu. Sahneye ilk kez 1953 yılında Hırka-i Şerif İlköğretim Okulunda ilk piyesinde çıktı. Aynı yıl Doğan Kardeş çocuk dergisinde şiirleri yayımlandı. Yine bu yıllarda İstanbul Radyosu Çocuk Kulübü'nde mikrofonla tanıştı. 1956- 57 yıllarında çeşitli amatör tiyatro topluluklarında rol aldı ve 1960 yılında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda profesyonel oldu.[2] Aynı yıl Vefa Lisesini bitirdi. 1961 yılında İstanbul Belediyesi Konservatuvarları Tiyatro Bölümüne girdi. 1962 yılında ilk filmini çevirdi.

Kariyeri

Gezen, 1963 yılında ilk özel tiyatro çalışmasını yaptı. Münir Özkul ve Muammer Karaca Tiyatroları'na girdi. 1963-64 yıllarında sanat dergilerinde şiirleri çıktı. 1964-1966 yılları arasında askerlik yaptı ve oyun yazma denemelerinde bulundu. 1966 yılında Ulvi Uraz Tiyatrosu'na girdi. 1967 yılında arkadaşlarıyla birlikte Halk Oyuncuları'nı kurdu. 1968 yılında ilk kez kendi özel tiyatrosunu açtı ve aynı sezon İstanbul Tiyatrosu'nda çalıştı. 1970 yılında sahne çalışmaları ve film çalışmalarında ve aynı zamanda TV çalışmalarında bulundu. Aynı yıl Elif adlı kızı dünyaya geldi. Gazete ve dergilerde yazdı. 1975 yılında ilk kitabı yayımlandı. 1999 yılı itibarıyla 28 yayımlanmış kitabı vardır. Ayrıca, ilkokul Türkçe kitaplarında yazıları mevcuttur. 1982 yılında bir yayınevi kurdu. Yine aynı yıl İstanbul Belediye Konservatuvarı ve sonradan İ.Ü. Devlet Konservatuvarında Türk Tiyatrosu öğretmenliği yaptı. Aynı yıl, yazar arkadaşı Kandemir Konduk'la birlikte "Güldürü Üretim Merkezi"ni kurdu ve büyük gazetelerde mizah sayfası yönetti. 1991 yılında MSM'yi kurdu. 1992 yılında "MSM Ormanı"nı kurdu. 1995 yılında Hamlet Efendi adlı oyunu ödül aldı ve Devlet Tiyatroları'nda oynandı. 1996-1998 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde yazdı.

86

1997'de Devlet Tiyatroları'nda oyun yönetti. Aynı yıl Babam adlı oyunla ödül aldı. 1998 yılında ilk kez adını taşıyan tiyatrosunu kurdu. Yüz civarında filmde, elli civarında oyunda, binden fazla radyo ve TV skecinde rol aldı, bunların bir bölümünü yazdı ve yönetti.

İsmail Hakkı Dümbüllü'ün nesilden nesile devredilen fesini; Münir Özkul'dan devralmış ve 2017'de Şevket Çoruh'a devretmiştir.

Müjdat Gezen aynı zamanda şairdir. 74 adet şiirden oluşan "Şiirim geldi bırakın beni" isimli bir albümü vardır. Albümde kendisiyle birlikte Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, , Ali Poyrazoğlu, Rutkay Aziz ve Sunay Akın gibi isimler yer almıştır.

Ödülleri

 2011 - 15. Afife Tiyatro Ödülleri Muhsin Ertuğrul Özel Ödülü

 2011 - Uludağ Üniversitesi 8. Medya Ödülleri/Tiyatro Onur Ödülü

Rol Aldığı Tiyatro Oyunları

 1881 (oyun) : Müjdat Gezen - Müjdat Gezen Tiyatrosu - 2012

 Mustafam Kemalim : Tuncer Cücenoğlu - Müjdat Gezen Tiyatrosu - 2010

 Aptal (oyun) : Müjdat Gezen - Müjdat Gezen Tiyatrosu

 Sınıf Bunadı : Müjdat Gezen - Müjdat Gezen Tiyatrosu - 2007

 Hamlet : William Shakespeare - Müjdat Gezen Tiyatrosu - 2006

 Yedi Kocalı Hürmüz : Sadık Şendil - Yayla Sanat Merkezi - 1999

87

 Hababam Sınıfı : Rıfat Ilgaz - Yayla Sanat Merkezi - 1998

 Hamlet Efendi : Müjdat Gezen - Bursa Devlet Tiyatrosu - 1996

 Sersem Kocanın Kurnaz Karısı : Haldun Taner - Trabzon Devlet Tiyatrosu - 1996

 Artiz Mektebi : Müjdat Gezen\Kandemir Konduk - Şan Tiyatrosu - 1987

 Vatan veya Memleket : Sadık Şendil\Muzaffer İzgü\Umur Bugay - Müjdat Gezen Tiyatrosu - 1978

 Palyaço (oyun) : Müjdat Gezen - İstanbul Şehir Tiyatrosu – 1977

MÜJDAT GEZEN İLE YAPILAN BİR RÖPORTAJDAN SEÇMELER En büyük mutluluk kaynağı insanları mutlu etmek olan usta sanatçı Gökmen Ulu'nun sorularına samimi cevaplar verdi. Milyonların sevgilisi Müjdat Gezen, onu en çok mutlu eden günü anlattı ve şimdiden vasiyetini açıkladı.

Müjdat Gezen bir Cumhuriyet Bayramı'nda, 29 Ekim 1943 yılında İstanbul Fatih'te dünyaya geldi. Sanatla iç içe bir ailenin çocuğu olarak yetişti. Dedesi İhsan Bey, “Kadifeden gelir sesi” gibi ünlü eserlerin söz yazarı. Amcası Osman Vamık Gezen ünlü şarkılarda imzası olan bir müzisyen. Halası Seha Okuş Türk Halk Müziği'nin efsanevi solistlerinden. Babası Necdet Gezen, vurmalı sazlar üstadıydı, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Zeki Müren

88 orkestralarında sahne alır, darbuka çalardı. Opera, şan ve müzikaller tarihi eğitimi alan Kızı Elif Gezen'in eşi ve oğlu ile yaşadığı Hollanda'da korosu var. Ailede tiyatro sanatına yönelen ilk kişi ise Müjdat Gezen. Onu bu sanata teşvik eden annesi Macide Gezen oldu. Aydın bir cumhuriyet kadını olan Macide hanım, hoş sohbetiyle çok sevilen bir simaydı. Yakınları, Müjdat Gezen'in spontane espri özelliğini annesinden aldığını söyler.

MAHALLENİN MUZIR ÇOCUĞUYDU

Sizi tiyatro sanatına teşvik eden anneniz nasıl biriydi?

Biz Hırka-i Şerif'te otururduk. Hırka-i Şerif Camisi biliyorsun Hz. Muhammed'in hırkasının Ramazan'da sergilendiği yerdir. Tam ezan başladığında bizim evden duyulurdu. Beş vakit namaz kılan annem, duvardaki resmi göstererek, “Gel bak, bu ezan sesi var ya, işte onu bu adama borçluyuz” derdi. O resimdeki adam Atatürk'tü.

Yakın çevreniz bana, annenizin çok neşeli ve merhametli bir kadın olduğunu anlattı.

89

Caminin karşısında, bizim kapının biraz ilerisinde kadınlar dilenirlermiş. Tabii ben küçük kafamla dilendiklerini algılayamıyorum. Bir gün, “Teyze gel, öğlen yemeği yiyelim” diye bizim eve götürdüm. Annem azarladı beni, “Böyle bir şey yapamazsın” dedi. Ben kötü bir şey olduğunu zannettim ama sonra azarlama sebebini öğrenince çok duygulanmıştım. “Sormuyorsun” dedi, “Evde yemek var mı, yok mu? Bak bugün yumurta kırmak zorunda kaldım, kadına rezil oldum” dedi. O kadar tuhafıma gitmişti ki… Annem niye eve misafir getirdiğime değil, dilenci kadına mahcup olduğuna üzülüyordu. Çok iyi kadındı…

Biraz çocukluğunuzdan söz eder misiniz?

Çocukluğumda muzırdım ben. Mesela, apartman zillerine dışarıdan iğne saplardık biz. O zile bastığı zaman iğne onu sıkıştırır ve durmak bilmezdi. Bir gün ben yaptım onu ve çok da üzüldüm sonra. Mahallenin amcalarından bir tanesi vardı. Ben karşı apartmanın zilini çalıp kaçacaktım, onu gördüm. “Müjdat ne yapıyorsun” dedi. “En üst zile bir türlü ulaşamıyorum, çalacağım, bir şey bırakacağım” dedim. “Gel ben çalayım” dedi, “Çaldım, ne olacak şimdi” dedi. “Seni bilmem ama ben kaçıyorum” dedim.

  Fatih'teki Hırka-i Şerif İlkokulu'nda sahneye çıktığı ilk yıl. (1953)

90

Tiyatroya ilk adımınızı anlatır mısınız?

9-10 yaşlarındayım, ilkokulda sahneye çıktım. İlk defa oynadığım okul salonunda hoparlörden kendi sesimi duydum. Faruk Nafiz Çamlıbel'in bir oyunuydu o. “Küçük Çiftçiler.” Öğretmen, “Sen oynayacaksın” dedi. “Ben” dedim, “Artist değilim.” Öğretmenim, “Oynarsın, oynarsın…” “Oynayamam.” O zamanlar bir metrelik tahta cetveller vardı, onlar çok amaçlı kullanılırdı, hem ölçü almak için, hem boyumuzun ölçüsünü almak için. Kafama “Tak” diye, “Oynarsın” dedi. Burası şişti. “Anneni çağır, gel” dedi. “Bugün Salı, annemin kabul günü, gelemez” dedim. “Ben giderim” dedi. “Zil çalmadı öğretmenim” dedim, “Çaldı” dedi, gitti okul zilini çaldı. Teneffüs… Bizim ev ile okul arası 60 metre falan. Gitti, geldi, “Annen seni bekliyor” dedi. “Öğretmenim ders bitsin giderim” dedim. Yine çaldı zili; “Haydi git.” Gittim. Annem dedi ki, “Oğlum, öğretmenin eve kadar geldi, oyna” dedi. “Oynayamam, herhalde ben yapamam” dedim. Annem, “Bak buraya kadar geldi, kırma, ayıp olur. Baban da duyarsa üzülür” dedi. “Baban üzülür”ün altında biraz da şey vardı yani, tehdit. “Baban bir üzülürse görürsün” gibi. Gittik, oynadık. 1953. Çıkış, o çıkış. Sonra bir daha hiç inmedim artık.

Karagümrük Ortaokulu ve Vefa Lisesi'nden sonra İstanbul Belediye Konservatuvarı'na girdiniz. 1960 yılında profesyonel oldunuz. Yüzlerce sanat faaliyetinde rol aldınız. Tüm bu nitelikleriniz arasında en çok hangi sanat dalı öne çıkıyor? Tiyatro. Seyirciyle göz göze, nefes nefese oluyorsunuz. Tiyatro özgürleştiricidir, onarıcıdır.

91

Nazım Uğur Özüaydın

 Oyuncu / Çevirmen / Yazar

 1980

Sırasıyla Beylerbeyi İlkokulu, Vefa Anadolu Lisesi, Adnan Menderes Anadolu Lisesi, Edirne Fen Lisesi, Üsküdar Fen Lisesi'nde okudu. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Anasanat Dalı'ndan 2003 yılında mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tiyatro Anasanat Dalı'nda 2006 yılında Yüksek Lisans, 2011 yılında da Sanatta Yeterlilik eğitimini tamamladı. İstanbul Devlet Tiyatrosu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ve çeşitli özel tiyatrolarda birçok oyunda rol aldı. Haliç Üniversitesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nde, Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü'nde öğretim elemanı olarak görev aldı. Halen İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Anasanat Dalı'nda ve İstanbul Aydın Üniversitesi Drama ve Oyunculuk Bölümü'nde doçent olarak görev yapmaktadır.

92

YAZARA AİT TİYATRO KİTAPLARI HAKKINDA YORUMLAR

Oyunculuğun, duyguları hissetmekle ilgili olduğunu, oyuncuların karakterin içinde bulunduğu duruma ait duyguları gerçekten hissetmesi gerektiğini düşünen ama bunun rasyonel olarak nasıl mümkün olacağı üzerine hiç düşünmeyen kuramcılar, uzun yıllardır hepimizi şaşalı cümlelerle, iddialı repliklerle “büyü”ledi ve büyülemeye devam ediyor. Hepimizin bildiği bir çocuk masalında, üzerinde elbise olmayan kralı, iki kurnaz terzi, bu elbiseyi ancak zeki olanlar görür diyerek kandırır. Ne kralın çevresindekiler ne de halk, aslında ortada elbise olmadığını, kralın çıplak olduğunu söylemeye cesaret edemezler. Son derece trajik bir sahneyi başarıyla oynarken, ne kadar iyi oynadıklarının mutluluğunu ve coşkusunu değil de, oynadıkları karakterin yaşadığı acıyı hissettiklerini söyleyenler, kralın çıplak olduğunu gördükleri halde, “aman kral çıplak dersem zeki olmadığımı düşünürler” diyenlere benzerler. Sahne üzerinde, karakterin sahip olduğu varsayılan duyguları aslı gibi yaşamak mümkün değildir ama o duyguların dışsal göstergelerini inandırıcı bir şekilde sanki gerçekmiş gibi yansıtmak mümkündür ve bir oyuncuyu iyi oyuncu yapan da budur! Sizce de kral çıplak demenin ve büyübozumu’nun zamanı çoktan gelmedi mi?

93

Gerçekçi dram sanatında (tiyatro-sinema), seyircinin izlediklerine inanmasının sağlanması için gerekli olan gerçeklik illüzyonu, ancak, oyuncunun sahiciliği sayesinde yaratılır. Bu çalışmada, oyuncunun, Sahiciliği nasıl yakalayabileceği, Duygularını nasıl harekete geçirebileceği, Oynadığı karakterle nasıl empati kurabileceği-özdeşleşebileceği, Tepkilerinin nasıl sahici, doğru, doğal, spontane, sürekli-kesintisiz, orijinal, özgün olabileceği, Nasıl “rol yapmaktan” kurtulup, rolü “yaşayabileceği” gibi sorulara cevaplar aramaya; Bu bağlamda, gerçekçi oyunculuğa dair kendi öznel ve kişisel bakış açımı yansıtan; bir oyuncu ve oyunculuk eğitmeni olarak yaptığım çalışmaların sonucunda geliştirdiğim ve “Etki-Tepki Yöntemi” adını verdiğim oyunculuk yöntemimi anlatmaya gayret ettim.

94

STANİSLAVSKİ SİSTEMİ ve METOT OYUNCULUĞU N. Uğur ÖZÜAYDIN

Kitap, çağdaş Batı tiyatrosunun yaygın tiyatro anlayışı olarak son yüzyıla damgasını vuran ve günümüzde de dram sanatının uygulandığı tüm alanlarda (tiyatro, sinema, televizyon) gücünü koruyan gerçekçilik akımının çevresinde şekillenmiş ve gerçekçi oyunculuğun ilke ve standartlarını belirlemiştir. Bu nedenle, Sistem ve Metot, yüz yıla yakın bir süredir oyunculuk okullarında öğretilen en yaygın oyunculuk yöntemleridir. Eser aynı zamanda, ‘Oyuncu, duygularını nasıl harekete geçirebilir ve kontrol edebilir?’, “Oyuncu, sahiciliğe nasıl ulaşabilir”, “Oyuncu, bilinçaltı yaratıcılığını nasıl uyarabilir, yaratıcı ruh durumuna nasıl ulaşabilir ve esini nasıl kontrol altına alabilir?”, “Oyuncu, oynadığı karakteri nasıl yaratabilir ve yaşayabilir?” gibi sorular cevaplamaktadır.

20. YÜZYIL TİYATROSUNDA ESTETİK DÜŞÜNCE N.Uğur ÖZÜAYDIN

Kitap, 20. yüzyılda öne çıkan tiyatro akımlarının ve bu akımların öncü sanatçılarının sanatsal görüş, düşünce ve sahneleme tekniklerini incelemekte. İnceleme, kendi teatral akımlarını yaratarak tiyatro sanatında derin izler bırakmış 13 ünlü yönetmenle birlikte (K. Stanislavski, R. Wagner, A. Appia, G. Graig, V. Meyerhold, A. Tayrov, E. Vakhtangov, E. Piscator, B. Brecht, A. Artaud, J. Grotowski, A. Boal, P. Brook) Dışavurumculuk, Fütürizm, Dadaizm, Gerçeküstücülük ve Bauhaus adlı avangard akımları da içermektedir. 20. yüzyıl tiyatro sanatının estetik düşünce ve üslup arayışlarına toplu bir bakış sunan bu çalışma, konuları ele alış ve işleyişi açısından her zaman tiyatro akımları yönünden başvurulacak bir elkitabı niteliğindedir.

95

96

Nihad Sâmi Banarlı, (d. 1907 - Fatih, İstanbul - ö. 13 Ağustos 1974, İstanbul), Türk edebiyat tarihçisi, yazar, şair ve edebiyat öğretmenidir.

1907 yılında İstanbul Fatih'te dünyaya gelen Banarlı, Trabzon Milletvekili, şair Ömer Hilmi'nin torunu, vali ve şair İlyas Sami ile Nadire Hanım'ın oğludur. Soyadını babasının ve annesinin mezarlarının bulunduğu Tekirdağ'ın Banarlı köyünden almıştır.

Banarlı, ilk ve orta öğrenimini İstanbul’da yaptı. (Vefa Lisesi) İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'ndan 1927 yılında, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden ise 1929'da mezun oldu.

Daha sonra 1929-1934 yılları arasında Edirne Lisesi ile Kız ve Erkek Öğretmen Okulu'nda edebiyat öğretmenliği yaptı. 1947 yılına kadar ise sırayla İstanbul'da Kabataş, Galatasaray, Boğaziçi, Şişli Terakki ve Işık liselerinde öğretmenlik yaptı.

1947-1969 yılları arasında Eğitim Enstitüsü (1947-1967), ile Yüksek Öğretmen Okulu'nda edebiyat öğretmenliği, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde İslami Türk Edebiyatı Tarihi öğretmenliklerinde bulundu. 1969 yılında kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Öğretmenlik yaparken birçok kuruluşta ek görevlerde bulundu. 1948 yılından itibaren Hürriyet Gazetesi'nin Edebi Sohbetler sütununda devamlı yazılar yazdı.

1953 yılında kurulan İstanbul Fetih Cemiyeti'ne girdi. Bu kuruluşa bağlı olan İstanbul Enstitüsü'nde müdür oldu. 1958 yılında Yahya Kemal Enstitüsü yayın işlerini yürüttü. Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı 1000 Temel Eser ve Çağdaş Türk Yazarları komisyonlarına üye ve başkan seçildi. 1971 yılında kurulan Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı'na Edebiyat Kolu Başkanı ve Akademi Dergisi müdürü oldu.

97

13 Ağustos 1974'te 67 yaşındayken İstanbul'da vefat etti. Mezarı Rumelihisarı’da Aşiyan Mezarlığı'ndadır.

Eserleri

Cumhuriyet devri yazarlarındandır. Yazı hayatına orta okulda iken başlamıștır. Sanat eserleri arasında hece ve aruz vezinleri ile şiirler, oyunlar, hikâyeler ve denemeleri bulunur. Öğretmenliğe başladığının ilk yıllarında Altı Ok, Orhun, Ötüken ve Atsız dergilerinde makale ve şiirleri yayımlanmıştır. Ülkü, Yahya Kemâl Mecmuası, Hayat Tarih Mecmuası, Meydan, Kubbealtı Akademi Mecmuası adlı dergilerde ve Hürriyet, Akşam ve Yeni Sabah gazetelerinde çok sayıda yazı, makale ve edebî sohbetleri yayımlanmıştır. En iyi bilinen eserleri Türkçenin Sırları, liseler için yazmış olduğu edebiyat kitabı ve Resimli Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserlerdir.

98

Oyunlar

 Kızıl Çağlayan (1933), manzum millî piyes

 Bir Yuvanın Şarkısı (1933), manzum millî piyes

 Sular Kararırken

 Yabancı

 Dumanlı Dağlar

 Son Vazife

 Bir Mâbed Yıkıldı

 Istırap Yarışı Roman

 Bir Güzelliğin Romanı (Hürriyet Gazetesi'nde tefrika) Edebiyat tarihi araştırmaları

 Dâstân-ı Tevârih-i Mülûk-ı Âli Osman ve Cemşid-ü Hurşid Mesnevisi, (1933, Ahmedî’nin Osmanlı tarihine dair manzum eserinin neşri)

 Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (1948; 1975- 79), 2 Cilt Diğer eserleri

 Edebî Bilgiler (1940)

 Türkçenin Sırları (1940)

 Metinlerle Edebî Bilgiler (1950)

99

 Metinlerle Türk Edebiyatı Tarihi I, II, III, (1951-1954)

 Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı, I, II, III(1955-1960)

 Yahya Kemal Yaşarken (1959)

 Yahya Kemal’in Hâtıraları (1960)

 Şiir ve Edebiyat Sohbetleri

 Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri

 Namık Kemal ve Türk Osmanlı Milliyetçiliği

 Büyük Nazireler Mevlid ve Mevlid'de Milli Çizgiler

 Başlangıçtan Tanzimata Kadar Türk Edebiyatı Tarihi

 Fatih'in Zafer Sırları

EDEBİ HAYATI

İlk yıllarında Altı Ok, Orhun, Ötüken ve Atsız dergilerinde makale ve şiirleri yayımlanmıştır. Ülkü, Yahya Kemâl Mecmuası, Hayat Tarih Mecmuası, Meydan, Kubbealtı Akademi

100

Mecmuası adli dergilerde ve Hürriyet, Akşam ve Yeni Sabah gazetelerinde çok sayıda yazı, makale ve edebî sohbetleri yayımlanmıştır. En iyi tanındığı yayınları liseler için yazmış olduğu edebiyat kitabı ve "Resimli Türk Edebiyatı Tarihi" adli eserlerdir.

Yahya Kemal etkisinde şiirler yararak edebiyat dünyasına atılmış, ama daha sonra Türk Edebiyatının ilk büyük edebiyat tarihini meydana getirerek edebiyat tarihçiliğinde karar kılmıştı. Edebiyat Tarihi ve edebiyat incelemeleri dışında daha çok tiyatro türünde eserler vermişti. Millî Eğitim Bakanlığı’nın (1933) yılında açtığı bir yarışmada Kızıl Çağlayan Bir Yuvanın Şarkısı adlı manzum piyesi ile de ödül kazanmıştı.

Türkçenin Öztürkçe olmasını değil, imparatorluk dili olmasını savunuyor, diğer büyük diller gibi kendi ahengi, musikisiyle sevilmesi gerektiğini öneren görüşler ileri sürüyordu. Eserlerini de aşağı yukarı bu görüşünü özetleyen bir dil anlayışı ile yazmıştı. Bu konudaki düşünceleri şu cümlesi ile ifade bulmaktadır. "Türk milleti tarafından fethedilmiş topraklar nesil Türk vatani olmuşsa, ayni millet tarafından fethedilmiş kelimeler de öyle Türk kelimesi ölmüştür."

Ona göre Türk milletinin milli kültürüne bağlanabilmesi, milli kişiliğinin gelişmesi ancak Türkçeyi doğru ve tam olarak bilmesi, kullanmasıyla mümkündü. Dil hakkındaki düşüncelerini “Türkçenin Sırları” adlı eseri ile “Şiir ve Edebiyat Sohbetleri” adlı eserlerinde paylaştı.

En çok Edebiyat Tarihi ve liseler için hazırladığı edebiyat ders kitapları ile tanınan bir araştırmacı yazar olarak ün kazandı. Türk Edebiyatı Tarih araştırmaları konusunda Fuat Köprülü’den sonra en kapsamlı araştırmalar yapan araştırmacıların başında gelmektedir. Türk Edebiyatı Tarihini, belli bir düzen içinde ve oldukça kapsamlı bir şekilde Resimli Türk Edebiyatı Tarihi adlı dev eserinde bir araya getirdi. İlk kez 1948’de Yedigün yayınları arasında çıkan[10]“Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” büyük ilgi gördü. Bu eser, Türk edebiyatını destanlar devrinden alıp, o güne kadar ela almıştır. Banarlı, emekli olduktan sonra bu temel eseri, daha da genişletmiş, 1370 sayfa ve üç ciltten oluşan bu eserini Türk Kültürünün kalıcı kaynakları arasına sokmuştur. “Resimli Türk Edebiyatı Tarihi” Türk Edebiyatı Tarihi açısından başlıca kaynak kitap olarak yerini korumaktadır.

Yahya Kemal, Namık Kemal, Fatih gibi Türk büyüklerine ilişkin kitapları da başlıca kaynak eserlerdendir.

101

“Şiir ve Edebiyat Sohbetleri” adlı. İki cilt olan eserinde, şiirimizden ve edebiyatımızdan örnekler vermiştir. Yahya Kemal’in yakınında bulunmuş ve onu bütün yönleriyle tanıma imkânı bulmuş olan yazar, Yahya Kemal hakkındaki yazıklarını “Bir Dağdan Bir Dağa” adı altında topladı. .

“Türkçenin Sırları” adlı eserinde Türk Dilinin güzelliklerini, inceliklerini ve ahengini ele almıştır. Eser, toplam kırk üç ayrı başlıktan meydana gelmektedir. Eserdeki yazılar Türkçenin estetiğine dikkat çeken bir bütünlük meydana getirmiştir.

102

ADINA TİYATRO KÜTÜPHANESİ AÇILAN BİR USTA REFİK AHMET SEVENGİL

Refik Ahmet Sevengil (d. 1903, Bingazi, Trablusgarp Vilayeti, Osmanlı İmparatorluğu [bugün Libya] - ö. 13 Eylül 1970, Ankara, Türkiye), Türk tiyatrosu ve halk şairleri üzerine araştırmalarıyla tanınan yazar.

1903'te Bingazi'de doğdu. Babası binbaşı Hıfzı Bey, annesi Zehra Hanım'dır. İki aylıkken babası Kastamonu'ya atandı. Burada iki yıl kaldıktan sonra İstanbul'a geçtiler. İlköğrenimini Kocamustafapaşa'daki Gülşen-i Maarif'te, ortaöğrenimini Menba-ül İrfan Rüştiyesi ile Vefa İdadi'sinde yaptı. İdadi ikinci sınıf öğrencisiyken Darülfünun Edebiyat Fakültesi sınavına girdi. Bu sınavı kazandı, ancak babasının ölümü üzerine yüksek öğrenimini sürdürme olanağı bulamadı.[1]

İstanbul Amerikan Kız Koleji ve Alman Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Önce İkdam gazetesinde muhabirlik yapmaya başladı, ardından Vakit gazetesine geçti ve burada kısa sürede yazı işleri müdürlüğüne yükseldi. 1930-38 arasında İstanbul Şehir Meclisi üyeliğinde bulundu. 1943 ve 1946'da iki dönem Tokat milletvekili seçildi. 1950'de Basın Yayın Genel Müdürlüğü Radyo Dairesi müdürü oldu. 1964-68 arasında TRT Yönetim Kurulu üyeliğide bulundu. 1968-70 arasında TRT Genel Müdürlüğü danışmanlığı yaptı. Çeşitli gazetelere tiyatro ve kitap eleştirileri yazdı, divan ve halk şairlerini konu edinen radyo konuşmaları yayınlandı.

103

Sonradan bu konuşmaların bir bölümünü Eski Şiirimizin Ustaları (1964), Yüz Yıllar Boyunca Halk Şairleri (1965), Çağımızın Halk Şairleri (1967) adlı kitaplarda yayımladı.

Öykü ve roman türlerinde de ürün vermekle birliktei tiyatro tarihine ilişkin yapıtlarıyla ünlenen Sevengil Türk tiyatro tarihi, Osmanlı sarayındaki müzikli ve müziksiz gösteriler, İstanbul'daki ilk opera gösterileri gibi değişik konuları ilk dönemlerinden başlayarak titizlikle inceledi. 1970'te Ankara'da yaşamını yitirdi. Eşi Belkıs Sevengil Türkiye'nin ilk kadın müfettişlerindendir.

104

105

106

REŞAT NURİ GÜNTEKİN

1889'da İstanbul’un Üsküdar ilçesinde dünyaya geldi. Babası, askeri tabip Nuri Bey, annesi Kars valisi Yaver Paşa'nın kızı Lütfiye Hanım'dır. Reşide adlı kız kardeşi çok genç yaşta hayatını kaybetti, tek çocuk olarak büyüdü.[2] Babası askeri doktor olduğu için öğrenim hayatı boyunca birçok il gezen Reşat Nuri, ilköğrenimine Çanakkale'de başladı. Çocukluk yıllarında okuduğu Fatma Aliye Hanım’ın Udi isimli romanı hayatına iz bırakıp,sanata heveslendiren eserleri arasına girdi. Babasının Çanakkale’deki evlerinde zengin bir kütüphanesinin olması onu kitaplara iten ve yazı yazma kültürünün gelişmesini sağlayan bir araç oldu. İzmir'deki Frerler okulunda bir süre öğrenim gördükten sonra İstanbul’da Saint Joseph Lisesi’nde öğrenim gördü. Yükseköğrenimini Darülfünun Edebiyat Şubesi'nde 1912'de tamamladı. Böylece öğrenim hayatını yirmi üç yaşında bitirmiş oldu. 1927'ye kadar Bursa ve İstanbul’da çeşitli okullarda Fransızca ve Türkçe öğretmeni ve müdür olarak görev yaptı. Görev aldığı okulların bazıları Bursa Sultanisi, İstanbul Beşiktaş İttihat Terakki Mektebi, Fatih Vakf-ı Kebir Mektebi, Akşemseddin Mektebi, Feneryolu Murad-ı Hâmis Mektebi, Osman Gazi Paşa Mektebi, Vefa Sultanisi, İstanbul Erkek Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi'dir. 1927’de Erenköy Lisesi’nden yeni mezun olan öğrencisi Hadiye Hanım ile evlendi

107

Öğretmenlik mesleğinin yanı sıra edebiyatla uğraşan Reşat Nuri, Halit Ziya’nın eserlerinden aldığı ilhamla hikâye yazma hevesi duymaktaydı[3] . Daha sonra tiyatro edebiyatını benimseyerek bir tiyatro yazarı olmak için uğraştı. Yazı hayatına I. Dünya Savaşı sonlarında başladı. Başlangıçta “Eski Ahbap” (1917) gibi uzun hikâyeler, “Hançer”(1920) ve “Eski Rüya” (1922) gibi sahne eserleri, “Gizli El” (1924) gibi romanlar yazan, tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayınlayan sanatçı “Çalıkuşu” adlı romanının 1922’de Vakit Gazetesi’nde tefrika edilmesiyle şöhrete kavuştu. Güntekin, 1931'de maarif müfettişi oldu ve bu arada Dil Heyeti'yle birlikte bazı çalışmalarda bulundu. Anadolu’yu baştan başa dolaşmasını sağlayan müfettişlik görevi sayesinde ülkenin gerçeklerini yakından görme ve tanıma imkânı buldu. 1939'da ise Çanakkale milletvekili olarak TBMM'de bulundu. Bu görevini 1946'ya kadar sürdürdü. 1941’de tek çocuğu olan kızı Ela dünyaya geldi. Kızı Ela oyuncu Mehmet Keskinoğlu ile evlendi. Yine 1947'de, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Ankara'da yayımlanan Ulus gazetesinin İstanbul kolu olan Memleket gazetesini çıkardı. Güntekin daha sonra müfettişlik görevine geri döndü ve 1950'de Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Türkiye temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevleriyle Paris'e gitti. Paris kültür ataşeliği yaptı. 1954'te ise yaşından dolayı bu görevden ayrılmak zorunda kaldı. Emekliliğinden sonra bir süre İstanbul Şehir Tiyatrosu edebi heyeti üyeliği yaptı.

108

109

110

111

ŞEHİR TİYATROLARINDA BAŞLAYAN BİR KARİYER SERHAN ARSLAN

Serhan Arslan, 15 Ocak 1981 tarihinde İstanbul'da doğmuştur. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda 8 yaşında oyunculuğa başladı. Bununla beraber 8 yaşından 18 yaşına kadar da Şehir Tiyatrolarının eğitim bölümünde tiyatro eğitimini sürdürdü. Liseyi Vefa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe bölümünden 11 senede mezun oldu. "Selim Naşit Yılın En Başarılı Genç Oyuncusu Ödülü"nü aldı. Bir yıl Londra'da Central Saint Martin ve East 15 Acting School'da oyunculuk üzerine atölye çalışmalarına katıldı veBerlin Film Festivali/ Berlinale Talent Campus'e ülkemizden seçilen ilk oyuncu oldu. San Francisco'da, The Actors Center of San Francisco'da 6 ay süreyle Sean Penn'den ders aldı. 2003 yılında Gani Müjde ile tanıştı ve "Hayat Bilgisi" dizisinde Perran Kutman,Tarık Papuççuoğlu, Kerem Kupacı, Ümit Erdim ile birlikte oynadı.

Dizilerde ve reklam filmlerinde oynadı. Çıkışı, Hayat Bilgisi dizisiyle oldu. Daha sonra Cennet Mahallesi, Emret Komutanım, Elveda Rumeli, Yahşi Cazibe gibi birçok dizide rol aldı. Harem dizisiyle devam etti.

112

Duma Duma Dum, Genç Magazin, Kanal D Çocuk Kulübü, Çocuk Kulübü Konuşuyor, Çocuk Kulübü Eğleniyor, Çocuk Kulübü Yolda , Çocuk Kulübü Ormanı, Jojo Fun, Genç İşi, Koş Dur Eğlence programlarında bulundu. TRT Okul'da 'Kampüs Aktüel'i sundu. Ayrıca Harry Potter serisinin Türkçe seslendirmelerinde Fred ve George seslendirmelerini de yaptı. Ninja Kaplumbağalar'ın Mikelanjelo'sunu seslendirdi.

SERHAN ARSLAN İLE YAPILAN BİR RÖPORTAJDAN SEÇMELER

TERS KÖŞE YAPACAĞIM BİR ROL İSTİYORUM ◊ Televizyondaki projelerinizin çoğunluğu komedi ağırlıklı. Komedi sizin için bilinçli bir tercih miydi yoksa gelen projelere göre mi şekillendi? - Oyunculuk serüvenim neredeyse yaşım kadar. Bu zamana kadar işin içinde Amerika ve Avrupa da vardı. Ülkemizdeki ve oradaki gözlemlerime göre oyuncuya teklif edilen rollerin çok büyük bir yüzdesini oyuncunun fizyonomisi belirliyor. Hani kast diyorlar ya işte o. Dolayısıyla benim kastım komediye dönük olduğu için bu tarz roller oynadım çoğunlukla. Tiyatro yaparken rol skalanız genişliyor, dram da oynayabiliyorsunuz. Biraz eleştiri yapmak gerekirse özellikle ülkemizde bu konularda denenmişi denemeyi istiyoruz daha garanticiyiz. Yurtdışında bazı oyuncular için bu risklerin alındığını görüyoruz ve bence harika oluyor. Ters köşe yapmak bir oyuncu için yepyeni bir dünya iken seyirci için de şaşırtıcı oluyor. Hangimiz

113 etkilenmedik Jim Carrey’yi “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”da izlerken. Ben de bir komedi oyuncusu olarak “ters köşe” yapacağım, dram oynayacağım bir role evet demek isterim doğrusu. ◊ “İki Yalancı”dan önce de Gani Müjde ile birçok projede çalıştınız. Müjde ile çalışmak nasıl? - Gani Müjde ile hikayemiz “Hayat Bilgisi”nde başladı ve devam ediyor mutlulukla. Bu da neredeyse 15 sene eder. Kariyerimdeki yeri su götürmez. Hayata bakışı, gustoları benimle örtüşüyor. Yelken sevdasına onun yüzünden tutuldum mesela (Gülüyor). Aile gibi olduk artık. 30. sanat yılımı kutlamama 3 yıl kaldı ◊ Uzun yıllar tiyatro sahnesinde de yer aldınız, tekrar bir tiyatro oyununda sizi görebilecek miyiz? - Evet aslında benim için her şey tiyatro ile başladı. 8 yaşında ilk oyunumu oynadım ve sonrasında aralıksız tiyatro, televizyon ve sinema devam etti. Şu anda 35 yaşındayım yani 27 yıllık bir oyuncuyum. 30. sanat yılımı kutlamama üç sene kaldı. (Gülüyor) Kafamda daha önce yaptığım gibi hem Türkiye’de hem yurtdışında oynanabilecek bir tiyatro oyunu düşüncesi var. Günlük hayatta da enerjik ve hareketli misiniz? - Canlandırdığım karakterler gibi her saniyesi enerji dolu biri değilim. Günlük hayatta olumlu ve sakinimdir ama arada neşeli coşmalar gelir. Serhan Arslan, 15 Ocak 1981 tarihinde İstanbul'da doğmuştur. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda 8 yaşında oyunculuğa başladı. Bununla beraber 8 yaşından 18 yaşına kadar da Şehir Tiyatrolarının eğitim bölümünde tiyatro eğitimini sürdürdü. Liseyi Vefa Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe bölümünden 11 senede mezun oldu. "Selim Naşit Yılın En Başarılı Genç Oyuncusu Ödülü"nü aldı. Bir yılLondra'da Central Saint Martin ve East 15 Acting School'da oyunculuk üzerine atölye çalışmalarına katıldı veBerlin Film Festivali/ Berlinale Talent Campus'e ülkemizden seçilen ilk oyuncu oldu. San Francisco'da, The Actors Center of San Francisco'da 6 ay süreyle Sean Penn'den ders aldı. 2003 yılında Gani Müjde ile tanıştı ve "Hayat Bilgisi" dizisinde Perran Kutman,Tarık Papuççuoğlu, Kerem Kupacı, Ümit Erdim ile birlikte oynadı.

Dizilerde ve reklam filmlerinde oynadı. Çıkışı, Hayat Bilgisi dizisiyle oldu. Daha sonra Cennet Mahallesi, Emret Komutanım, Elveda Rumeli, Yahşi Cazibe gibi birçok dizide rol aldı. Harem dizisiyle devam etti.

114

Duma Duma Dum, Genç Magazin, Kanal D Çocuk Kulübü, Çocuk Kulübü Konuşuyor, Çocuk Kulübü Eğleniyor, Çocuk Kulübü Yolda , Çocuk Kulübü Ormanı, Jojo Fun, Genç İşi, Koş Dur Eğlence programlarında bulundu. TRT Okul'da 'Kampüs Aktüel'i sundu. Ayrıca Harry Potter serisinin Türkçe seslendirmelerinde Fred ve George seslendirmelerini de yaptı. Ninja Kaplumbağalar'ın Mikelanjelo'sunu seslendirdi. Bir anaokulunun da sahibi olan Serhan Arslan, 2000 yılında Yapı Kredi Bankası reklamında rol aldı.2013 yılında senaristliğini Gani Müjde'nin üstlendiği "Harem" dizisinde Hande Katipoğlu, Levent Üzümcü, Nurseli İdiz, Belma Canciğer, Mehmet Ali Erbilgibi oyuncularla birlikte oynadı. 2014 yılında başrollerde Aslı Tandoğan ile Begüm Birgören ve Çağdaş Onur Öztürk'ün oynadığı "Kendime iyi bak" adlı sinema filminin de yönetmenliğini yaptı. 8 Mart 2014 tarihinden itibaren Gündelik hayatımızdaki farklı tiplerin eğlenceli skeçler ile karşımıza çıkacağı "Tip'sizler" adlı dizi programı Hande Katipoğlu ile birlikte yürüttü.

Rol Aldığı Tiyatro Oyunları: 1991 - Aile Şerefi 1992 - Bir Gece Masalı 1996 - Farklı Bir Kadın 1998 - Eşik 1999 - Huzur 2000 - Sabaha Az Kala 2000 - Kapıyı Aç 2001 - Düşler Sirki 2001 - Sarıpınar 1914 2001 - 5 Katlı Binanın 6. Katı 2002 - Düğün Yada Davul 2002 - Aşk-ı Memnu 2003 - Bizans Düştü 2004 - 3. Richard 2007 - Romantika 2008 - Çıkmaz Sokak Çocukları

115

Sevinç Aktansel Çetinok (27 Kasım 1937 - 25 Ağustos 2011), Türk oyuncudur. 27 Kasım 1937'de İstanbul'da, Vefa Lisesi coğrafya ögretmeni ve Vefa SK kurucusu Saim Aktansel'in çocuğu olarak dünyaya geldi. Eğitimini Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek bölümü'nde tamamladı. Şehnaz Tango, İlişkiler, Küçük Besleme ve Bez Bebek gibi dizilerde oynadı. Son Oyunu: King Kong'un Kızları : Theresia Walser - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 2010

 Çalıkuşu : Reşat Nuri Güntekin\Necati Cumalı - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1973  Batak (oyun) : Galip Güran - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1971  Kral Üşümesi : Sabahattin Kudret Aksal - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1969  İstanbul Efendisi : Müsahipzade Celal - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1965  Yaşlı Bayanın Ziyareti : Friedrich Dürrenmatt - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1964  Rüya Oyunu : August Strındberg - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1964  Rose Bernd : Gerhart Hauptmann - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1963  Size Öyle Geliyorsa Öyledir : Luigi Pirendello - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1963  Robenson Ölmemelidir : Friedrich Christoph Förster - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1962  Çalıkuşu : Reşat Nuri Güntekin\Necati Cumalı - Ankara Devlet Tiyatrosu - 1962  Gergedan : Eugène Ionesco - Ankara Devlet Tiyatrosu – 1960

116

Suat Taşer (d. 1919, İstanbul - ö. 17 Kasım 1982, İstanbul), Türk tiyatro oyuncusu, şair ve çevirmen.

1919 yılında İstanbul'da doğdu. Ankara Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümünden mezun oldu. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oyunculuk, Ankara Radyosu'nda spikerlik yaptı. Ege Üniversitesi tiyatro bölümünde ders verdi. İzmir Devlet Tiyatrosu'nun müdürlüğünü de yaptı.

İlk şiiri 1938'de Servet-i Fünûn dergisinde yayınlandı. Adımlar, Ataç, Dost, Kaynak, Pınar, Yeditepe, Yürüyüş, Varlık ve Yeryüzü dergilerinde de şiirleri yayınlandı.

1940 Kuşağı'nın toplumcu şairleri arasında yer aldı. 17 Kasım 1982'de öldü. İzmir'deki Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu'na adı verilmiştir.

Yapıtları

 Üç Duvarlı Bir Dünya

 Hürriyet

 Merhaba

 Aşk ve Barış

 Deli Dumrul

 Bir (1942)

 1943 ([943, Fethi Giray'la birlikte)

 Hürriyet (1945, Ömer Faruk Toprak'la birlikte]

 Merhaba (1952)

117

 Haraç Mezat (1954)

 İkinci Kurtuluş (1960)

 Hayret Bey'in Serüveni (1968)

 Evrende Ellerimiz (1968)

 Sahneye Koyma Sanatı (çeviri) Bilgi Yayınevi, 1967, Ankara

118

119

ŞENER ŞEN

Tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı. 26 Aralık 1941, Adana doğumlu. Asıl adı Ali Haydar Şen olup, babası Türk sinemasının önemli karakter oyuncularından olan Ali Şen’dir. Bakırköy Ortaokulu’nda okudu ve Vefa Lisesi’ni bitirdi. Gençlik yıllarında işportacılıktan dolmuş şoförlüğüne kadar çeşitli işlerde çalıştı. Orta sınıftan ve taşra kentlerinden gelerek İstanbul’un gecekondu semtlerine yerleşen insanlara kadar, her türlü insan malzemesini yakından tanımak, bu çevrelerde çeşitli maceraları gözleme fırsatını buldu. Bir süre ilkokul öğretmenliği de yaptı. 1967 yılında, tiyatro sanatçısı Ergun Köknar’ın desteğiyle girdiği İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda, on üç yıl çalıştı.

Tiyatro oyunculuğu yaşamına Yeşil Sahne’de amatör olarak sahneye çıkarak başlamıştı. Yeşilçam’da, uzun yıllar seslendirme çalışmaları yapmanın yanı sıra, çeşitli filmlerde küçük rollerde gözüktü. Sinemaya ilk adım attığı bugünlerde figüranlık dahil her işi yaptı. Beş yıl boyunca o kadar küçük rollerde oynar ki, bazen filmlerde sadece dans etmek ya da başrol oyuncusundan dayak yemekle yetindi. Yapımcı yönetmen Ertem Eğilmez’in keşfettiği bir sinema oyuncusu olarak, ilk kez, Rıfat Ilgaz’ın romanından sinemaya uyarlanan “Hababam Sınıfı” filminde, beden eğitim öğretmeni “Badi Ekrem” tiplemesi ile dikkatleri üzerine çekti (1975). Aynı filmde İnek Şaban tiplemesi ile ün yapan Kemal Sunal ile müthiş bir ikili oluşturdu. O yıllarda büyük gişe gelirleri sağlayan Kemal Sunal’ın oynadığı güldürülerde yeri doldurulamayacak bir karakter oyunculuğu sergiledi. Rol aldığı “Süt Kardeşler”, “Şabanoğlu Şaban”, “Tosun Paşa”, “Kibar Feyzo” (1978), “Çöpçüler Kralı” ve “Davaro” (1981) adlı filmler ile artık seyircinin sevdiği bir oyuncu durumuna geldi. Kemal Sunal ve İlyas Salman ile oluşturduğu ikili ve üçlü oyunculuk tiplemelerinin öne çıktığı güldürü filmlerinin ardından, Almanya’da tiyatro çalışmaları yaptı (1980-82).

120

Şener Şen’in başrol oynadığı ve yıldızının asıl parladığı ilk film ise “Şalvar Davası” (1983) adlı yapımdır. Peşi sıra yine başrol oynadığı, Başar Sabuncu’nun senaryosunu yazdığı “Namuslu” ile o güne kadar çizdiği tiplemelerin dışında bir karakter ile seyircinin karşısına çıktı. Namuslu bir yurttaşın kara mizah öyküsünü anlatan bu film büyük başarı sağladı. Nesli Çölgeçen’in “Züğürt Ağa”sında yoksullaşmış, temiz yürekli bir köy ağasını; “Milyarder” de, piyangodan büyük ikramiye kazanan dar gelirli bir memuru; “Muhsin Bey” (1987)’de, şarkıcı olma heveslisi bir gence (Uğur Yücel) menajerlik yapan babacan ve duygulu bir karakteri başarı ile oynadı. Seyircinin alkışladığı “Arabesk” (1988) ve “Amerikalı” (1993), filmlerinden sonra, Türk sinemasında bir devrim olarak nitelenen “Eşkıya” (1996) filminde, yine Uğur Yücel ile birlikte sergilediği oyun büyük yankılara yol açtı. Bu filmin döneminde üç milyona yakın seyirciye ulaşması inceleme konusu olmuş, daha sonraki zamanlarda film piyasasının yönünü de etkilemiştir. Şen, “Gönül Yarası” (2004) ve “Kabadayı” (2007) filmlerinde de başarı çizgisini yükseltmeyi sürdürmüştür. “İkinci Bahar” (2000) adlı televizyon dizisinde, Türkan Şoray ile birlikte sergilediği oyunculuğu, seyirciyi ekranlara bağlamış; televizyon dizilerinde, yerli ve anlatımı iyi örülmüş televizyon dizilerinin kapısının aralanmasına büyük hizmetleri geçmiştir.

121

122

123

124

125

TİYATRO TARİHİNDE GÜZEL BİR DURAK TEVFİK GELENBE

Tevfik Gelenbe (d. 1931, İstanbul - ö. 20 Ekim 2004, İstanbul), Türk tiyatro sinema ve dizi oyuncusu. Vefa Lisesi mezunudur. 1960 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sanat yaşamına başlayan Gelenbe, 1969'da “Tevfik Gelenbe Tiyatrosu”nu kurdu. "Tevfik Gelenbe Tiyatrosu" vesilesiyle, özellikle genç oyunculara sağladığı desteklerle tanındı. 1987 yılından 1991 yılına kadar yayın hayatına devam eden Uğurlugiller adlı televizyon dizisinde canlandırdığı "Bacı Kalfa" rolü ile Türkiye genelinde üne kavuşmuştur.

126

127

128

129

TARİHİ OYUNLARIN USTASI TURAN OFLAZOĞLU

Turan Oflazoğlu (d. 17 Şubat 1932, Adana), Türk oyun yazarı, şair ve eleştirmen.

İstanbul Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde ve Felsefe Bölümü'nde eğitim gören Oflazoğlu, ABD'ye giderek burada tiyatro üzerine çalışma ve araştırmalar yaptı. Oyun yazarlığı konusunda eğitim aldı. 1967 yılında Amerika'da ilk oyunu olan Keziban'ı yazan sanatçı, yazdığı oyunların konularını genellikle tarihe dayandırmakla birlikte, tarihi incelemeye yönelik değil, karakterlerin kişilik ve iç dünyalarını yansıtmaya önem verdi. Ayrıca bir çevirmen olan Oflazoğlu, oyunlarıyla çeşitli ödüller kazanmıştır.

130

MÜZİKAL NİTELİKTEKİ OYUNLARI VE KİTAPLARI

131

132

133

YUSUF ZİYA ORTAÇ

1895’te İstanbul’da, Beylerbeyi semtinde dünyaya geldi. Babası, Konya’nın ileri gelenlerinden Hoca Hasan Efendi’nin oğlu mühendis Süleyman Sâmi Bey, annesi ise İzmir eşrafından İzzet Bey’in kızı Huriye Hanım’dır.[1] İstanbul Vefa İdadisi'nde okudu. Şiire lise yıllarında aruz vezni ile başladı. İlk şiiri 1914’te Kehkeşan dergisinde yayımlandı. Dr. Abdullah Cevdet Bey’le tanışınca, İçtihat dergisine şiirler göndermeye başladı. İçtihat’ta yayımlanan şiirleri sayesinde şair olarak kendisini kabul ettirmeyi başardı. Ailesinin Bebek semtine taşınmasından sonra, Rıza Tevfik Bey’le komşu olan Yusuf Ziya, onun aracılığı ile Ziya Gökalp ile tanıştı.[2] Ziya Gökalp’in tavsiyesi üzerine hece vezni ile şiir yazmaya başladı. Hece vezni ile yazdığı ilk şiir olan “Gecenin Hamamı”, Türk Yurdu dergisinde yayımlandı. 1915'te liseden mezun olduktan sonra Darülfünun-ı Osmani'ni açtığı yeterlilik sınavını kazanarak edebiyat öğretmeni oldu. Çeşitli okullarda dersler verdi. Bir yandan da edebi faaliyetlerini sürdüren Yusuf Ziya, 1916’da “Akından Akına” adlı manzume kitabını yayımladı. Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın talebi üzerine yazılıp bastırılan bu kitap, Ordu için yazdığı yirmi iki şiiri içermekteydi.[1] 1918’de, Sedat Simavi’nin çıkardığı Diken dergisinde “Çimdik” takma adı ile mizahi yazılar yazarak hiciv ve mizah alanına, “Şair” isimli bir şiir dergisi çıkararak yayıncılık hayatına girdi. İlk sayısı 12 Aralık 1918 tarihinde çıkan Şair mecmuasının yayın hayatı 20 Mart 1919 tarihinde parasızlık sebebi ile sona ermiştir[3].

134

1919’da mizahi manzumeler içeren Şen Kitap; kahramanlık, vatan sevgisi üzerine sekiz şiir içeren Şairin Duası ile Aşıklar Yolu adlı şiir kitaplarını, 1920’de Cenk Ufukları adlı şiir kitabını yayımladı. Şiirin yanı sıra tiyatro eserleri de verdi. Binnaz adlı üç perdeli trajedi 7 Nisan 1917’de Darülbedayi sahnelerinde oynandı. Bu eser Türk tiyatro tarihinde heceyle yazılmış başarılı ilk manzum piyes olarak kabul edilir.[4] Bu oyunu tek perdelik bir manzum komedi olan Nâme (1918), üç perdelik manzum piyes olan Kördüğüm (1918) izledi. 7 Aralık 1922’de itibaren Orhan Seyfi Orhon'la birlikte Akbaba mizah dergisini çıkarmaya başladı. Adı Akbaba dergisi ile özdeşleşen Yusuf Ziya, Akbaba’nın hem patronu, hem şâiri, hem başyazarı, hem Yazı İşleri Müdürü hem de en önemli espri kaynağı oldu.[3]. Dergide, Çimdik ve İzci takma adlarıyla mizahi yazılar ve şiirler yayımladı. Akbaba 1928 yılında Latin harflerine geçilmesinden sonra tirajının düşmesi üzerine ve 1930’lu, 1940’lı yıllarda siyasi çalkantılar nedeniyle yayımına ara vermek zorunda kaldıysa da Ortaç, ölümüne kadar dergiyi çıkarmaya devam etti.

1928 yılının Nisan ayında Yedi Meşale adlı bir kitap çıkararak sanat hayatına giren gençleri bir arada tutmak ve yüreklendirmek üzere Meş’ale adlı sanat ve edebiyat dergisini çıkardı. Dergi, 1 Temmuz - 15 Ekim 1928 arasında yayımlandı. Dergi, yeni harflerin kabulünden sonra kapandı ve topluluk dağıldı.

135

Akbaba’yı çıkarmaya devam ederken Orhon Seyfi ile birlikte daha kısa ömürlü başka dergiler de çıkardı. İki bacanak, 1935-1937 arasında Ayda Bir adlı dergiyi, 20 Mart 1935’te siyaset ve iktisat dergisi olan Heray’ı, 1941-1948 arasında Türkçü fikir ve sanat dergisi Çınaraltı’yı çıkarmıştır.[3] 1936 yılından itibaren bir süre İstanbul Sular İdaresi İdare Meclisi üyeliği yapan[1] Ortaç, 1938’de Bir Selvi Gölgesi, 1946’da Kuş Cıvıltıları adlı kitaplarını yayımladı. Zaman zaman öykü ve roman türünde eserler de ortaya koydu. "Kürkçü Dükkanı" (1931), "Şeker Osman" (1932), "Göç" (1943) ve "Üç Katlı Ev" (1953) gibi beğenilen eserler yayımladı. 1944- 1945’te bir Fransız lisesinde edebiyat öğretmenliği yaptı. Öğretmenlikten, Çınaraltı dergisinden ve Sular İdaresi’nden ayrılıp siyasete atılan Ortaç, 1946- 1954 arasında VIII. ve IX. Dönem Ordu Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bulundu. Milletvekilliğinin sona ermesinden sonra, yeniden Akbaba’nın başına döndü. 1950 sonrasında, şiirden ziyade, ağırlıklı olarak, mizah, gezi, anı ve biyografi türlerinde yazdı. 1962’de Bir Rüzgâr Esti adlı şiir kitabını yayımladı. 11 Mart 1967’de İstanbul’da hayatını yitirdi. Cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.

136

137

138

139

140

141

KEMAL SUNAL KÜLTÜR SANAT ÖDÜLLERİ TİYATRO DALINDA ÖDÜL ALMIŞ OYUN VE SANATÇILAR

142

143

144

145

146

147

148

VEFALI OYUNCULAR GURURLA SUNAR FOTOĞRAF ALBÜMÜMÜZ

149

150

151

152

153

154

155

156

157

158

159

160

161

162

163

164

165

166

167

168

169

170

171