Düşünce ve Kuram Dergisi SAYI 21 Demokratik Modernite Roza Yayınları Üç Aylık Düşünce ve Kuram Dergisi Kuloğlu Mah. Gazeteci Erol Dernek Sk. Yerel Süreli Yayın No: 7/3 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0212 243 59 59 Sayı: 21 Temmuz-Ağustos-Eylül- 2017 İletişim ISSN: 2147-1703 www.demokratikmodernite.org facebook.com/demokratikmodernite1 twitter.com/dmodernite Roza Yayınları Adına Sahibi

Emine Caynak [email protected] [email protected] Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şerafettin Yıldız Abonelik Koşulları Yıllık Abonelik Bedeli: 40 TL Editör Yurtdışı Abonelik Bedeli: 50 Euro Servet Öner Türkiye İş Bankası Çarşı-Bağcılar Şubesi / Emine Caynak Yayın Kurulu Hesap No: 1291 0551 408 IBAN: TR 78 0006 4000 0011 2910 5514 08 Haydar Ergül Leyla Atabay Dış Mizanpaj / İç Mizanpaj Michael Löwy Rıdvan Sain / Hividar Yıles Eşber Yağmurdereli Nasrullah Kuran Basım Yeri Cengiz Çiçek Fatma Özbay Gün Matbaacılık Reklam Film Servet Öner Basım Yayın San. Tic. Ltd. Şti. Beşyol Mah. Akasya Sok. No: 23/A Dergiye gönderilen yazıların yayınlanıp yayınlanmaması Küçükçekmece/İstanbul yayın kurulunun kararına bağlıdır. Tel: 0 212 580 63 81 İçindekiler

Editör Faşizmde Arzu ve İdeoloji 4 92 Todd May

Faşizm Toplumla Sürekli Savaş Kadın Özgürlük Hareketlerini/ 6 Rejimidir Feminizmi Yeniden Abdullah Öcalan 103 Yapılandırarak Aşmak Bese Doğan Tarihselleştirilen Toplum ve Fail 13 Sakıp Hazman Toplumsal Bir Kanser Olarak 110 Faşizmin Tahlili Faşizmin Ulus-Devletle Ömer Okul 22 Ontolojik Bağı Ergin Atabey Nekropolitik Şiddetin Hakimiyeti, 122 Nefretin Yeniden İnşası, Faşizm Hayatta ve İyi! Makro ve Mikro Arzuların Makinesi 29 Saladdin Ahmed Olarak Faşizmlerin Muktedirleşmesi Engin Sustam Faşizm, Devletleşmiş 33 Halk Diktatörlüğüdür! Modernite, Modernizm ve Faşizm: Mehmet Erdem 144 Bir "Labirent Yolunun Yeniden Sentezi" Faşizm, İdeoloji, Sosyobiyoloji Roger Griffin 41 Özen B. Demir Ziya Gökalp Sosyolojisi ve Faşizmin Kültürel Kodları 156 Bir Proje Olarak Türkçülük 54 Mesut Yurtsever Leyla Atabay

Küresel Sürüleştirme Projesi: Faşizm ve Ekoloji 60 Medya 164 Yusuf Gürsucu Nurettin Amed Faşizm ve Medya Anlaşılmamış Rejim Türü: 170 Rıdvan Çelik 66 Faşizm Gün Zileli İspanya Değil İberya, 178 İç Savaş Değil Devrim! Erkeklik Bir Bütündür Hüseyin Civan-Merve Arkun 76 Bölünemez! Hacı Sincer Çerçevelenmiş İki Resim: 188 Gölgede Kalanlar ve Liberalizm ve Faşizm Türk'ün Beyaz Kimliği Üzerine 87 Serhat Öztürk İbrahim Doğan Faşizm Toplumkırım Sürekliliğidir

Editör

Faşizme dair hemen hemen tüm anlatılar, başta Avru- Ortadoğu ve Türkiye’de yükselen sünni hattaki siya- pa olmak üzere birçok ülkede iki dünya Savaşı arasın- sal İslamcılık, IŞİD, Ortadoğu’daki ulus-devletlerin da yükselişe geçip II. Dünya Savaşı sırasında hakim ayakta kalmak için totaliter ve baskıcı uygulamaları hale gelmiş belli bir devlet-rejim türü ve uygulama- yükseltmesi dahası bu uygulamalara karşı olduğu id- larıyla karakterize edilir. III. Dünya Savaşı’nın yaşan- diasıyla ortaya çıkan birçok sözde muhalif yapının da dığı, egemenler arasındaki güç ilişkilerinin yeniden aynı iktidarcı, totaliter ve faşist eğilimlere sahip olma- belirlenmeye çalışıldığı ve faşizmin ve faşistleşmenin sı toplumun faşist bir döngüye sıkıştırılmaya çalışıldı- demokratik topluma yönelik saldırılarının zirveye ğının göstergesidir. çıktığı koşullarda faşizmi yeniden düşünmeye ihtiya- Türkiye ve Ortadoğu son yüzyılda cinsiyetçi, dinci, cımız var. milliyetçi, totaliter ve baskıcı uygulamalarıyla faşist II. Dünya Savaşı’nın üzerinden yetmiş yılı aşkın bir olmayan bir devlet türüyle hemen hemen hiç tanış- süre geçmişken Avrupa’da “sağın yükselişi”, Ortado- mamıştı. Ancak Avrupa’daki geçmiş deneyimlere ben- ğu’da etnik ve dini eksende gelişen şiddet sarmalı olarak zer bir şekilde bugün coğrafyamızda kitlelerin faşist gün yüzüne çıkan gelişmeler birkaç on yıllık “demok- harekete nasıl dahil oldukları, faşist politikaları nasıl rasi molası”na alışmış olanlar için tedirginlik ve şaş- destekler hale geldikleri, daha açık bir ifadeyle nasıl kınlıkla neo-faşizm veya “faşizmin geri dönüşü” olarak faşistleştikleri sorusu hala gündemdedir. Sur, Cizre ve karşılandı. Ancak özelikle Ortadoğu coğrafyası için bu Nusaybin gibi özyönetim direniş alanlarında katliam türden bir moladan ya da faşizmin geri dönüşünden ve imha uygulamalarına alkış tutan; öteki’nin imha- bahsetmek imkansızdır; zira I. Dünya Savaşı’ndan bu sından haz alan ve bu hazzı saklamayan bir kitlesel yana Baasçılık, Kemalizm, Sünnicilik, Şiacılık gibi üst gerçekliğin varlığını bir kez daha hatırladık. Cehalet, anlatılarla zühur eden ulus-devletten mülhem milliyet- kandırılmışlık ya da çıkarlar kitlelerin nasıl faşistleşti- çilikler, totaliter rejimlerin kurumsal olarak hakim hale ğini yeterince açıklamıyor. geldiği Ortadoğu coğrafyasında, faşizmin kesintisiz bir Kapitalist modernitenin üç saç ayağından bahsederiz: süreç olduğunu gösteriyor. İslamofobinin Doğu’ya yö- Kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm. Bunlar ka- nelik bir nefret ifadesi biçiminde yükselişe geçtiği ve pitalist modernitenin kendisi değil makineleridir. Bu mültecilerin türlü mezalimlere maruz kaldığı Batı dün- ideoloji üretim makineleri durmadan çalışır ve kapita- yasındaki genel atmosfer de göz önünde bulundurul- list moderniteyi üretirler. Kapitalist modernite bir tür duğunda faşizmin, insanlığın ileriye dönük kutlu yürü- ilişkiselliktir; insanın insanla, doğayla, evrenle ve ken- yüşünde gerçekleşmiş ve artık geçmişte kalmış bir yol disiyle olan ilişkisini oluşturur. Biz bu ilişkiselliğin bir kazası değil, kapitalist modernitenin toplum kırımcılığı toplum oluşturamayacağını söylüyoruz. Bu gerçeklik ile süreklilik kazanan anlık bir tehlike ve gerçeklik ola- ancak kırıma uğratılmış, sakatlanmış toplum olmak- rak öne çıktığını söyleyebiliriz. la ifade edilebilir. Faşistleşme ancak toplumkırımla 4 mümkün hale gelebilir. Ulus-devlet olmanın asıl kri- tik eşiği vatandaşı yaratmaktır ve bu vatandaşın faşis- te dönüşebilmesi için sadece bir tehdit-düşman ve bu tehdit-düşmanın ortadan kaldırılmasına yönelik or- tak bir motivasyonun harekete geçirilmesi yeterlidir. Ulus-devlet vatandaşı güçten düşürülmüş, özneleşme potansiyeli sakatlanmıştır. Faşizm, vatandaşın gücü- nü elde etme ve sakatlığını giderme çabası içerisinde ulus-devletin ürettikleriyle kendini tamamlama tale- binin sonucudur. Vatandaşın aradığı kudret ulus-dev- let ve onun faşizmidir. Dolayısıyla, faşizm güç olma yetisi sakatlanmış bir toplumda zemin bulur. Faşistler kudret peşindedirler çünkü kudretten yoksundurlar. Faşizm her şeyden önce toplumu kuşatmış iktidar ilişkileri ağında boy verir; insanın insanla, doğayla ve toplumla; erkeğin kadınla kurduğu tüm tahakküm ilişkileri etnik, dini, kültürel, cinsiyetçi ve ekonomik faşizmlerin temelidir. Bu bakımdan faşizme karşı mücadele tüm bu tahakküm ilişkilerinin dağıtılma- sı, ulus-devlet makinasının çalışamaz, üretemez hale getirilmesi, vatandaş için bir kudret nesnesi olmaktan çıkarılmasıyla ve özgür yurttaşın demokratik ahla- ki-politik toplumun güç haline getirilmesiyle müm- kündür. Demokratik toplumun güç olması ve açığa çıkmasına yönelik her adım kapitalist modernitenin putlarına, ulus-devlete ve faşistleşme eğilimine vu- rulan bir darbedir. Faşizme karşı mücadelede isyana, direnişe ve demokratik toplumun inşasına!

5 Faşizm, Toplumla Sürekli Savaş Rejimidir

Abdullah Öcalan

Ulus-devlet, öz itibariyle toplumun devletle, devletin topluma karşı yoğunlaştırılmış savaştır. Dünyanın bir- toplumla özdeşleşmesi olarak tanımlanabilir ki, faşiz- çok cephesinde yaşanan gerçeklik budur. Dünya siste- min tanımı da budur. Doğal olarak ne devlet toplum- minin yapısal bunalımından hangi siyasi ve ekonomik laşır ne de toplum devlet olabilir. Ancak topyekûncu oluşumların çıkacağı kehanetle değil, entelektüel, siyasi (totaliter) ideolojiler böyle bir iddiada bulunabilirler. ve ahlâki çalışmaların düzeyiyle belirlenebilir. Bu iddiaların faşist niteliği bilinmektedir. Faşizm, bir Kapitalist modernitenin en sanal sermaye tekeli olan devlet biçimi olarak, her zaman burjuva liberalizminin finans- kapital çağında, toplum tarihin hiçbir döne- başköşesinde bir yere sahiptir. Bunalım dönemlerinin minde olmadığı kadar dağılmayla karşı karşıyadır. Top- yönetim biçimidir. Bunalım bünyesel olduğundan, yö- lumun politik ve ahlâki dokusu paramparça edilmiştir. netim biçimi de bünyeseldir. Adı ulus-devlet yönetimi- Yaşanan, soykırımdan da ağır bir toplumsal olgu olan dir. Finans kapital çağının bunalımının zirve yapması- ‘toplumkırımdır’. Sanal sermayenin medya egemenliği, dır. Günümüzde küresel düzeyde zirve yapan kapitalist İkinci Dünya Savaşı’nda gördüğümüzden daha ağır bir tekelin devleti de en gerici zorba döneminde genel ola- toplumkırım yürüten silah konumundadır. Milliyetçi- rak faşisttir. Her ne kadar ulus- devletin çöküşünden lik, dincilik, cinsiyetçilik, bilimcilik ve sanatçılık (spor, bahsediliyorsa da, yerine inşa edilenin demokrasi ola- dizi vb.) toplarıyla yirmi dört saat boyunca toplumu cağını iddia etmek safdillik olur. Belki de hem makro vuran medya karşısında toplum nasıl savunulabilir? küresel hem de mikro yerel faşist siyasi oluşumlar gün- Ulus-devletle faşizm arasındaki ontolojik bağı görmek demdedir. Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya ve Kafkas- çok önemlidir. Faşizm konusunda yapılan en temel ha- ya’da olup bitenler dikkat çekicidir. Güney Amerika ve talardan biri, ulus- devlet sistematiğiyle bağını ya hiç Afrika yeni deneyimler arifesindedir. Avrupa reform görememek, açıklayamamak ya da mızrak çuvala sığ- yoluyla ulus-devlet faşizminden uzaklaşma peşindedir. madığında bir iki kalem darbesiyle geçiştirmek olmuş- Rusya ve Çin’in durumlarının ne olacağı belli değildir. tur. Resmi modernitenin temel iktidar biçimi ulus-dev- Süper hegemon ABD her devlet biçimiyle alışveriş ha- let olduğu gibi, yeni dini de milliyetçiliktir. Ulus-devlet lindedir. milliyetçiliğinin süzgecinden geçen toplumlar sürekli Açık ki, iktidar ve devlet sorunu en ağırlaşmış dönem- faşizm üretmeye hazır toplumlardır. Faşizmi ulus-dev- lerinden birini daha yaşamaktadır. ‘Ya demokratik dev- letsiz düşünmek mümkün değildir. Tabii ulus-devleti rim, ya faşizm’ ikilemi gündemde olup en can alıcı ha- de ekonomik tekelciliğin (ticaret + sanayi + finans) liyle önemini korumaktadır. Sistemin tüm bölgesel ve yoğunlaşmış ifadesinden ayrı düşünmenin mümkün merkezî BM örgütlenmesi işlevsel olamamaktadır. Uy- olmadığı gibi. garlığın en küresel döneminde zirve yapan finans-ka- Hitler faşizminin kökenlerini Alman ideolojisinde gör- pital, bunalımı en çok azdıran sermaye kesimi rolün- mek zor değildir. Alman burjuvazisi için tek çıkış yolu dedir. Finans-sermaye tekelinin siyasi-askeri karşılığı, ulus-devlet olarak tekelci yoğunlaşmaydı. 19. yüzyıl 6 boyunca hem ideolojik hem de maddi alanda bu devlet miras üzerinde yol açtığı tarihte eşi görülmemiş yıkım, tipini üretmek Alman burjuvazisi ve ideologlarının en tasfiye ve asimilasyon hareketidir. Ulus-devletin en önemli işi ve başarısı olmuştur. Bunda Yahudi sermaye- ayırt edici özelliklerinden biri, hâkim bir ulus-etnisi- sinin ve ideologlarının payı da elbette küçümsenemez. tesine dayanarak, kendi dışındaki diğer tüm etnisiteleri Almanya’da Yahudi ve Yahudicilikle Alman milliyetçili- binlerce yıllık kültürleriyle (“Tek dil, tek ulus, tek va- ği ve faşizmi arasında bir diyalektik bağ olduğunu yüz- tan, tek devlet” Hitler’in baş sloganıydı) yok sayması, lerce araştırma doğruladığı gibi, teorik yaklaşımımız da buna dayalı olarak yıkması, asimile ve tasfiye etmesidir. bu ilişkinin varlığını kanıtlamıştır. Tarihte hiçbir baskıcı ve ideolojik gücün başvurmadı- ğı bu hareketler ulus-devletin yapısıyla ilgilidir. ‘Tek Ulus-devlet milliyetçiliğinin devlet, tek millet, tek dil’ gibi tekli nakaratlardan baş- layarak hep birbirine benzeyen vatandaşlar ve kurum- süzgecinden geçen lardan ibaret tek renkli, ya simsiyah ya da bembeyaz toplumlar sürekli faşizm bir çöl yaratmak esas kültür politikasıdır. Darwinizm, üretmeye hazır toplumlardır yani biyolojizm topluma da uygulanmak istenmiştir. Pozitivizmin en vahim günahlarından biri de bu ala- Alman modeli daha sonra tüm milliyetçilikler ve na yöneliktir. En güçlü kültürün diğer tüm kültürleri ulus-devlet hareketleri için esin kaynağı olmuştur. eritmesini evrim kuralının gereği saymaktadır. Tabii Sosyalistler başta olmak üzere tüm anti-faşistlerin en insanın milyonlarca yıllık evrimi yok sayılarak ya da büyük zaafı, ulus-devlet -tekeller (devlet ve özel tekel) - yok edilerek! faşizm arasındaki sistematik bağı görememeleri, dahası Günümüzde kültürün gittikçe sığlaşması, büyüleyicili- genel olarak kapitalist moderniteyle faşizm arasındaki ğini kaybetmesi, sır veremez duruma düşmesi ve ilham ontolojik bağı çözememeleridir. verici olmaktan çıkması, kültürel gelenek üzerinde Ulus-devlet ve Sovyetler Birliği meselesi önemini ha- ulus-devletin yürüttüğü buldozer hareketi dolayısıyla- len koruyan ve çözümünü bekleyen diğer bir konudur. dır. Binlerce dil, on binlerce kabile, aşiret, kavim, arke- Daha Marks ve Engels döneminde işçi sınıfı için temel olojik miras, farklı yaşam biçimi, yani kültürler hep bu mücadele çerçevesinin Alman merkezî ulus-devleti ola- tekçi kültürel soykırım politikasının kurbanı olmuşlar- rak benimsenmesi tüm yanlışlıkların anası olmuştur. dır. Bunun nerede duracağı da belli değildir. Tek tip ve Almanya’da 19. yüzyıl ortalarına kadar çok güçlü olan renkten ibaret ulus-devlet, ulus-birey ve ulus- toplum kent ve köy isyanlarına dayalı demokratik konfedera- kültürü sadece faşizm üretmekle kalmaz; yaşamı çölleş- tif oluşumlar gerici bulunarak merkezî ulus-devletin tirerek sadece savaşacak hedef arayan bir canavarlaşma desteklenmesi, bizzat Marks ve Engels’in görüşleri ara- sürecine girer. Sonuç içinden çıkılmaz etnisite, din, dil sındadır. Bu konuda Bakunin ve Kropotkin’in eleştiri ve diğer kültür savaşlarıdır. Günümüz bu savaşlarla çal- ve görüşleri bence güncelliğini halen korumaktadır. kalanmaktadır. Hitler bu savaş kültürünün başlangıcı Marks ve Engels’in bu saptamaları, Birinci ve İkinci ve simgesel değeridir. Günümüzde bu simgeselliğin Enternasyonal’in düşük doğum gibi gerçekleşmesinin gerçe- ğe dönüşmüş hali yaşanmaktadır. Yine öğren- temel nedenidir. Objektif olarak Alman sanayi bur- mek isteyenler için altın değerinde bir örnek olan Irak juvazisiyle yapılan bir ittifak vardır. Zaten bu husus ve bu ülkede olup bitenler ortadadır. açıkça yazılmıştır. Sonuç, ulus-devlet içinde erime ol- Ulus-devlet sadece birey bazında tek tipleşmeyi ya- muştur. Marksizm’in yüz elli yıllık öyküsü, bu hatanın ratmakla kalmaz; tüm toplumsal bütünlüklere de tek kurbanı olma öyküsüdür. tipleşmiş bir zihniyet ve duygu dünyasını aşılar. Böy- lelikle hem kendi iktidarını tüm topluma yayar, hem Erkekleşmeyi Özgürlük Sanma de tek tip toplumu, ulus-devlet toplumunu yaratmış olur. Korporatif bir toplum (faşizmin toplum mode- Yenilmiş Kadınlıktır li) oluşturmayı hedefler. Toplumun iktidarlaşmasını Ulus-devletin en vahim sonuçlarından biri de kültürel yanlış anlamamak gerekir. Tersi doğrudur. Ulus-devlet 7 toplumun tüm gözeneklerine kendi ajan kişi ve ku- kek için cinsel eylem bir iktidar eylemine dönüştürül- rumlarını yerleştirerek, iktidarını derinliğine ve geniş- müştür. Cinsel eylem yaşamın ve cinsin devamı için bi- liğine çoğaltmayı esas alır. Güdülen toplum ancak bu yolojik işlevinden çıkarılıp veya saptırılıp, toplumsal ve yöntemle gerçekleşir. Yani iktidarın topluma yayılımı siyasal alanda erkek egemen iktidarın sınırsız çoğalma tüm topluma karşı savaş anlamına gelir, yoksa toplu- ve yayılma işlevine dönüştürülmüştür. Cinsel eylem mun iktidarlaşması anlamını taşımaz. M. Foucault bu iktidar eylemine dönüştürülmüştür. Tüm homoseksü- noktayı önemser. Kadın üzerinde egemen erkeklik bir el, heteroseksüel vb. ilişki biçimlerinde iktidar ilişkisi ajan kurumu olarak bu rolü oynar. Seks politikalarıyla belirleyici rol oynamaktadır. Yaygın bir tarihsel temeli toplumsal cinsiyetçilik bir veba hastalığı gibi topluma bulunmakla birlikte, hiçbir toplum ve devlet biçimin- yayılarak toplumla savaşılır. Özellikle kadın derinliğine de ulus-devlet ve toplumunda olduğu kadar sistemli, köleleşir. Erkekleşmeyi özgürlük sanması yenilmiş ka- yaygın ve iktidar amaçlı (dolayısıyla köleleştirme amaç- dınlıktır. Hem de en derinliğine! lı) derinliğine ve genişliğine çoğaltılıp uygulanmamış- tır. Toplumsal cinsiyetçilik toplumsal ve siyasal iktidar Hiçbir araç, tekellerin olayı, ilişkisi ve olgusudur. kontrolündeki medya kadar Medya bu üç alanda da savaşın en etkili aracı konu- topluma karşı savaşta mundadır. Hiçbir araç, tekellerin kontrolündeki med- ya kadar topluma karşı savaşta tahripkâr rol oynama- tahripkâr rol oynamamıştır mıştır. Demokratik uygarlık tarafından kullanıldığında da şüphesiz çok etkili demokratikleşme aracı rolünü Toplumda spor ve sanat da işlevleri açısından artık oynama konumundadır. ulus-devletin hizmetinde toplumla savaşın etkili ajan Ulus-devlet kendi iktidarını kılcal damarlarına kadar kurumlarına dönüştürülmüştür. Özellikle popüler topluma dayatırken, aslında sonun sonuna geldiğini kültür ve spor programları bu amaçla genişçe kullanıl- itiraf etmiş olmaktadır. Bu duruma gelmiş iktidar son maktadır. Seks, spor ve sanat alanlarının bilinçli olarak noktada yere çakılmaktan kurtulamaz. küresel sermaye tarafından içi boşaltılarak en etkin top- lumsal ajan kurumlara dönüştürülmeleri, son dönemin topluma karşı en etkili savaş hareketleri olmalarına yol Faşizmle Orta Sınıf İlişkisi Yapısaldır açmıştır. Bu değerlendirmeyi sunarken, şüphesiz kendi Ulus-devlet esas olarak orta sınıfa oynar. Sınıf temeli- öz varlıkları itibariyle cinsel, sportif ve sanatsal etkinli- ne ortayı alır. Başka tür gelişmesi teorik olarak müm- ği mahkûm etmiyoruz. Tersine, toplumun esenliği için kün olsa da pratikte gerçekleşemez. Ulus-devlet orta büyük bir etik değer temelinde bu alanların toplumun sınıfın modern tanrısıdır. Orta sınıf kendi zihniyet hizmetinde değerlendirilmeleri demokratik uygarlığın ve tutkularında hep bu tanrıya kavuşacağını (görev ve temel görevlerindendir. çıkar sağlayarak) hayal ederek yaşar. Eskiçağ tanrıları- Sanat hem devlet hem de özel tekellerin el attıkları na toplum nasıl içyüzünü bilmeden tapınıyor idiyse, ikinci önemli bir toplumsal savaş alanıdır. Özellikle günümüz modern orta sınıfı da tanrısını (kapitalist popüler kültür ve arabesk kültürü toplumun eğlence modernite bağlamında) aslında tanımamaktadır. Fakat kültürü tarafından tutsak edilmesinde etkili rol oyna- ondan başka seçeneği olmadığının da farkındadır. Ya maktadır. deta bir starlar ordusu toplumu ateş altına bürokrasisinde ya da tekellerinde (mesleki formasyon almış gibidir. Klasik sanat gözden düşürülüp, halk gereği) görev almak kurtuluş anlamına gelir. Orta sınıf kültürü popülerleştirilme yoluyla binlerce yıllık esas toplumu kendisinden ibaret sayar. Çok bencil bir sınıf- fonksiyonundan uzaklaştırılmakta ve toplumun imha tır. Liberaller, orta sınıfı demokrasinin temel şartların- edilmesinde rol oynayan bir araca dönüştürülmektedir. dan sayarlar. Ancak bunun tersi doğrudur. Orta sınıflar Seks veya cinsellik tarihte hiç olmadığı kadar toplumla demokrasinin değil, faşizmin malzemelerini derlediği savaş nesnesi- ne dönüştürülmüştür. Seks kadar hiçbir depodur. Nasıl ki faşizm ve ulus-devlet ilişkisi yapısal- araç topluma karşı savaşta etkin rol oynayamaz. Her er- sa, faşizmle orta sınıf ilişkisi de yapısaldır. Faşizmin ka- 8 pitalist tekelin yapısal ilişkisi olması, orta sınıfa ilişkin rimlere gerek yoktur. Her şey projelendirilebilir. Ayrıca bu yargıyı değiştirmez. İstisnaların olması sadece esas finansörü hazırdır. eğilimi doğrular. Karşı-toplum, simülakr toplum, sanal toplum, tek Liberal demokrasi esas olarak orta sınıfa oynarken, en zihniyetli toplum bu olsa gerek. Dayatılanlar faşizmin büyük demokrasi oyununda gerçek demokratik toplum yeni bir maskeyle küresel boyutta gerçekleştirilme pro- güçlerine üstünlük sağlayarak demokrasinin içeriğini jesi ve dünyası değil midir? Finans çağının toplumunu boşaltmayı hedefler. Liberal burjuvazi, liberal demok- her yönüyle tanımak ve tanımlamak gerekir. ratlar ancak güçlü demokratik gelişmeler ortamında sol kanat olarak olumlu rol oynayabilirler. Dikkat edilmesi gereken husus orta sınıf sapkınlığıdır. Kapitalizm top- İktidar ve Devlet Politik Sözün, lumun demokratikleşme mücadelesi karşısında orta Özgürlüğün Bittiği Yerdir sınıfı kullanmada büyük deneyim kazanmıştır. Tavizler 19. ve 20. yüzyıl devrimcilerinin başarısızlıklarının vererek, hayaller uyandırarak, toplumun alt kesimlerini temelinde yatan, iktidar ve onun modern somut hali gösterip orta sınıfı sürekli korkutarak iç politika yü- olan ulus-devlet konusundaki yanılgılarıydı. Toplum- rütmeyi esas alır. Ulus-devlet bu anlamda orta sınıfın sal sorunların çözümünde temel halka olarak iktidara yoğunlaşmış savaşıdır. Yine bu anlamda ulus-devlet gelmeyi öngörüyorlardı. Programlarındaki ilk hedef ik- orta sınıfın savaş ilahıdır. Öyle anlar, öyle hayal eder, tidarın ele geçirilişi olarak gösteriliyordu. Tüm müca- öyle tapınır. Bu tanrı ve yoğunlaştırdığı savaşına karşı dele biçimleri bu perspektife bağlanmıştı. Hâlbuki ikti- demokratik güçlerin kendi öz zihniyet ve eylemlerini darın kendisi özgürlüksüzlük, eşitsizlik ve anti-demok- yaratmaktan başka seçenekleri yoktur. Bu tanrıya karşı ratizmdir. Araç kendisine bulaşan en sağlam devrimci- tek ve en kutsal seçenek özgür yaşamın kendisidir! yi bile hasta edebilecek geleneksel özelliklere sahiptir. Sanayi tekelciliğinin siyaseti ve devleti, milliyetçiliğin Kaldı ki, kurtuluş aracı saydıkları iktidar konusunda en yoğun hali ve devletle tüm ulusal toplumun kaynaş- tarihsel-sosyolojik bir çözümlemeleri de yoktu. Tarih tırılması temelinde oluşan ulus-devlettir. Ulus-devlet boyunca iktidarın nasıl oluştuğu, geçirdiği aşamalar, en çok bu dönemde idealize ve realize olmuştur. Bunun ekonomi ve devletle ilişkisi, uygarlıklar içinde oynadığı temel nedeni, sermayenin aşırı kârı ve toplumda yay- rol, toplumda nasıl yer aldığı gündeme bile getirilme- gınlaşmasıdır. Kârın çoğalması tüm toplumun sanayi di. Sanki devrimcilerin eline geçerse ‘sihirli bir değnek’ tekellerine bağlılığını gerektirir. Bu ise iç savaştır. An- gibi nereye dokundurulsa orayı cennete çevirecekti. cak yoğun milliyetçilik ve yine iktidarın en yoğun ya- Hangi soruna değdirilirse hal yoluna sokacaktı. Dik- şandığı ulus-devletle bu iç savaş bastırılarak, kârın aza- tatörlük tarzı bile daha cezbedici olabiliyordu. Burjuva mileşme düzeni sağlama alınmış olur. Faşizmin yavaş diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü ilan edil- yavaş bir sistem olarak bu dönemde gelişmesi özgün bir mişti. Bundan daha açık tuzağa düşmek olamazdı. Yüz olay değildir; toplumun sürüleşmesi ve iktidarın hücre- elli yıllık kahramanlıklar mücadelesi iktidar girdapla- lerine kadar yayılması, bunun da ancak milliyetçiliğin rında boğulup gitti. Sonunda elinde kalan araç olarak dinselleştirilmesiyle mümkün olabilmesidir. iktidarın kapitalizmin en gerici eşitsizlik, özgürlüksüz- Toplumlar eskiden devrimler ve aydınlanma-kültürel lük ve antidemokratik mekanizması olduğu anlaşıldı. hareketlerle dönüştürülmeye çalışılırdı. Şimdiki finan- Fakat çok şey kaybedilmişti. Hıristiyanlık tarihindeki iktidar hastalığının bir benzeri tekrarlanmıştı. sal yöntemlerle daha komple, planlı, elini ateşe sokma- dan, maşayla istediği sonucu elde ediyor, elde etmek Ulus-devlete yaklaşım daha felaketli bir hal aldı. Mo- istiyor. Tüm toplumlar üzerinde küresel bir homo- dernitenin bu en milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve bilimci- jenleştirme, kitle ve sürü toplum oluşturmak için tek likle yoğrulmuş Leviathan’ı, içinde mücadele edilecek kültürel potadan geçirme, sisteme en ufacık bir itiraz temel ve doğru çerçeve olarak kabul gördü. Demok- gelmeyecek biçimde yeniden inşa etmeler devrededir. ratik Konfederalizm’e göre merkezi ulus-devlet daha Toplum projeleri bir bakıma eski devrimlerin, ütopya- ilerici ve sorun çözücü araç, daha doğrusu amaç ola- ların yerine ikame edilmiş oluyor. Artık ütopya ve dev- rak sunuldu. İktidarın milliyetçi toptancılık, cinsiyetçi 9 toplumculuk, dinci fanatizm ve bilimci pozitivizmle içi özgürlüğe, dolayısıyla eşitliğe indirilmiş en vahim darbe şişirilmiş, tarihin en ucube vatandaşını yaratan, toplu- olmuştur. ‘Ne kadar devlet, o kadar az özgürlük’ gerçeği- mu tümüyle devletin içinde eriten ve sonuçta faşizme ni liberaller daha iyi fark etmişlerdir. Başarılarını da buna götüren yapının temeli olduğu anlaşılan ulus-devlete borçludurlar. ilişkin de hiçbir çözümleme geliştirilmemişti. İktidarın Daha yakından bakılınca milliyetçilik, cinsiyetçilik, din- toplumun hücrelerine kadar sızdırdığı bu araç bilim- cilik ve çeşitli bilimciliklerle toplum, iktidar ve devletin sel sosyalizmin de tercihi olunca, sosyalizmin kaderi iç içeliği geliştirilerek, “Herkes hem iktidar hem toplum- baştan belli olmuştu. Resmi çözülüşün 1989’da ilanı dur, hem devlet hem toplumdur” paradigmasına çekile- sadece bir formaliteydi. Sovyetlerin demokratik niteliği rek, ulus-devletin sürdürülmeye çalışıldığı görülmektedir. daha Ekim Devrimi'nin başlarında kaybedilince, doğa- Böylece içte sınıf savaşı bastırılıp, dışa karsı savunma po- cak olanın sosyalizm değil kapitalizm olacağı anlaşıl- zisyonu hep açık tutularak, burjuva ulus-devletin çözümü malıydı. Ulusal kurtuluşun umut edileni verememesi bulunmuş varsayılmaktadır. Dünya çapında denenen de bu iktidar biçimiyle yakından bağlantılıydı. Özgür- sorun çözmekten ziyade bastırma yöntemlerinin en bel- lüklerin, eşitlik ve demokrasinin bastırılmasının temeli li başlısı bu olmaktadır. Ulus- devletin kendisinin azami olan bir araçla nasıl özgürlük ve eşitlikler inşa edilecek- devlet ve iktidar olmasının faşist niteliği en açık biçimde ti? Demokrasi zaten iktidarı gevşeten bir araç olarak Alman faşizminde gözlemlendi. görüldüğü için, baştan devreden çıkarılmıştı. Ulus-devlet üstlendiği dört katlı (ticari, sanayi, finans ve iktidar tekeli) birleşik tekelci sömürüyü gerçekleştirmek Hitler şahsen yenildi, için yalnızca zor’un en korkunç biçimi olan faşizmi kul- lanmakla yetinemez. En az sistemik faşist rejim zor’u ka- ama sistemi zafer kazanmıştır dar, dört eklektik ideolojinin hegemonik kullanımını şart kılar. İdeolojik hegemonyasız faşist rejim sürdürülemez. Politika ile özgürlük arasındaki ilişkinin çarpıtılma- Modernitenin ulus-devletinin gözünde politik toplum ması açısından, iktidar ve devlet politikaları (Aslında kendi varlığına, birliğine ve bütünlüğüne karşı bir teh- politikasızlık demek daha doğrudur) ile aralarındaki dittir. Hâlbuki toplumun varoluş hali olan politik unsuru farklılıkları özenle belirlemek gerekir. İktidar ve devlet daraltmanın da ötesinde fiilen kullanılamaz hale getiren aygıtlarının işleri için strateji ve taktikleri olabilir, ama ulus-devlet idareciliği ve bürokratizmi toplum üzerinde gerçek anlamda politikaları olmaz. Zaten iktidar ve sadece Demokles’in kılıcı olarak durmuyor, saat saat top- devlet toplumsal politikanın inkârının sağlandığı aşa- lumu doğruyor. Çağımızın politik felsefesinin en temel mada vücut bulurlar. Politikanın bittiği yerde iktidar sorunu bu gerçeklik olduğu gibi, faşizm olarak da pratikte ve devlet yapıları işbaşında olur. İktidar ve devlet poli- yaşamın önündeki en büyük engeldir. Hitler şahsen yenil- tik sözün, dolayısıyla özgürlüğün bittiği yerdir. Orada di, ama sistemi zafer kazanmıştır. Ulus-devletçilik, politik sadece idare etme, söz dinleme, buyruk alma ve verme toplumun ortadan kaldırılması anlamında (Hitler bunu söz konusudur; kanun, tüzük vardır. Donmuş bir akıl- katıksız biçimde başaran ilk kişi olmasa da, resmen ilan dır her iktidar ve devlet. Güçlerini de, güçsüzlüklerini eden ve sahip çıkan kişidir) Hitler faşizmi ile özdeştir. de bu özelliklerinden alırlar. O halde devlet ve iktidar alanları özgürlüklerin arandığı, sağlandığı alanlar ola- maz. Hegel’in devletin özgürlüğün sağlandığı gerçek Faşizm, Toplumla Sürekli Savaş Rejimidir alan olduğu biçimindeki belirlemesi modernitenin Sınıflı ve devletli toplum sistemi olarak uygar toplum tüm tahakkümcü görüş ve yapılanmalarının temelini hem içinde hem dışında tahakküme uğradığı ve yarıl- oluşturur. Öyle ki, Hitler faşizmi bu görüşün nelere yol dığı için anlam ve hakikat olarak da parçalanır. Mito- açabileceğini açıklayan örneklerin başında gelmektedir. lojik ve dinsel anlatıma tahakküm karıştığından haki- Hatta Marks ve Engels’in öncülük ettikleri bilimsel kat yabancılaşır. Yabancılaşma uygar toplumun özüne, sosyalizm anlayışında devlet ve iktidarın temel sosyalist varlığına ilişkindir. Sadece söylemsele dayanmaz. Ta- inşa araçları olarak öngörülmeleri, farkında olmayarak hakküm örgütlenmeleri içerdikleri anlamları, hakikat 10 olarak sunduklarında toplumsal yaşam paradigmaları Daha doğrusu iktidarla süzülen bir sermaye tekeli ola- köklü değişmeler geçirir. Toplumda çelişkili yaşam bi- rak faşizme sığınmaktan başka çaresi kalmamaktadır. çimleri ve ona yön veren paradigma biçimleri oluşur. Dünyanın benzer diğer bölgelerinde ve Ortadoğu’da Yabancılaşma hakikati kemirerek, yontarak, eriterek sermayenin bu niteliğiyle ulus-devletin inşasındaki yaşanır. Yabancılaşmanın hakikat olarak değeri çarpı- zorbalık faşizmin esas özünü teşkil etmektedir. Faşizm tılma, bastırılma ve karartmaların kabulü için girişilen sermayenin ulus-devletle iç içe oluşumunun iktidar bi- çabalar sonucu sürekli azalır. Savaşılacak bir hakikati çimi olarak; iktidardan damlayan sermayenin ebesi ola- kalmadığında yabancılaşma anlamsız bir yapılar yığını rak anlam kazanmaktadır. Tanımı gereği faşizm, top- haline gelir. Toplum için sadece bir yüktür. Bir nevi lumla sürekli savaşımın rejimidir. Faşizm esasta iç savaş toplumsal hastalıktır. Tutuculuk, softalık, faşizm biçi- rejimi olarak da tanımlanabilir. Irak’ta günlük olarak minde patolojik adlarla anılır. Yabancılaşma hastalık yaşananlar bu değerlendirmeyi oldukça aydınlatmakta- halindeki toplumsal gerçeklik olarak artık anlamsızdır. dır. Toplumla sürekli savaş halinde olan bir rejim ise en Anlam yitimi en tehlikeli toplum halini yansıtır. tehlikeli kriz hali ve kaotik durumu ifade eder. Ortado- ğu toplumunda yaşanan krizin bir boyutu da böyle ta- Modernitenin ikinci sacayağı ulus-devlet tarihte eşi gö- nımlandığında, derinliği, şiddeti daha iyi anlaşılacaktır. rülmedik bir hakikat yontucusu güç olarak da tanım- İster toplum suskun, sakin, sükûnet içinde gözüksün lanabilir. Hiçbir toplumsal patoloji, ulus-devlet kadar ister patlayıcılarla her gün sarsılsın özde kaotik durum toplumsallığı, toplumsal mühendislik adına (Demiorg ve kriz halindeki yaşam varlığını korumaktadır. Top- = mimar tanrı) homojenleştirip yaşamsallığından ko- lumdaki sükûnet soğuk savaşı ifade ederken çatışmalı partmamıştır. Modernitenin ilericilik (tanrısal kıyamet ortam aynı yapıdaki sıcak savaşı ifade etmektedir. inancının moderncesi) kisvesi altında en kutsal top- lumsal yaşam farklılıklarını (yaşam = farklılık olduğu halde) yontup un ufak etmesi, tekçi yapılar üretmesi Ulus-Devletçiklerin Her Şeyle Çelişkisi faşizmin kendisidir. Faşizm, toplumsal hakikatin bitti- Ünlü bir söz vardır: Kapitalizmin insanlığa en büyük ği yerde ortaya çıkan toplumsal patolojidir. Ulus-dev- kazığı, inşa ettiği ulus-devletlerdir. Ortadoğu halkları let iktidarı ve sermaye tekelciliği olmadan asla üremez. ulusları için bu değerlendirme olanca çıplaklığıyla doğ- Ulus-devletin kutsallaştırmaya çalıştığı sınırlar, vatan, rudur. Hemen hemen her odağında günlük savaslarıyla millet, bayrak, marş, yurttaş kavramları gerçek toplum- an be an doğrulanmaktadır. Kendi aralarında ve içte sal kutsallığa ihanet etmeyle bağlantılıdır. Tekçi vatan, kendi halklarıyla savaş halinde olmayan ulus-devlet millet, yurttaş inşanları tüm çağlar boyunca yaşanmış yoktur. Büyük Arap ulusunu ve kültürünü tüketen İs- bir insanlığı kasap gibi doğramakla mümkündür. Bu rail’den çok yirmi iki ulus-devletçiğin iktidar hesapları- durumda sadece toplumsal hakikatten uzaklaşma, ya- dır. Çılgın ve akıl almaz masraflarıdır. Halkları yerlerde bancılaşma değil toplumun kendisinin tüketilişi söz sürünürken kendileri Nemrut ve Firavunları gölgede konusudur. Ulus- devletin içerdiği dinci, milliyetçi, bırakan her tür ihtişamları (üstelik hiçbir anlamı ol- cinsiyetçi ve “bilimci” iktidar çoğaltımı karşısında top- mayan göstermelik şovları) sergilemekten çekinme- lumsal hakikatler zerresine kadar tecavüze, işgale, inkâ- mektedirler. Onlara bu gücü veren yeni seküler tanrı ra uğramış durumdadır. Nietzsche, Foucault, Adorno ulus-devletçikleridir. Eski tanrılarına bağlılığı sahte ve başta olmak üzere hakikat adına kıyamet koparmaları, sözdedir. Arap ulus-devletçiliği İngiltere imparatorlu- modernitenin iğdiş edilmiş, toplumsal olmaktan çıka- ğunun Hindistan yolunu denetim altında tutma, petrol rılmış birey olduğuna dair açıklamaları bu gerçekliği kaynaklarına sahip olma ve Osmanlı imparatorluğunu anlatır. kontrol etme hesaplarına dayalı olarak geliştirildi. Ger- Son 200 yılda ulus-devlet fideliğinde yetişen burjuva- çek bu olduğu halde millici geçinmeleri modernitenin zi bölgenin tarihsel toplum yapılanmasına yabancı bir iktidar tekniği gereğidir. Dünya kapitalist hegemonya- aşı gibi gelmektedir. Tutmamaktadır. Bundan ötürü de cılığının temel ajan kurumlarıdır. Arap ulus-devletçikle- elindeki devlet aygıtını ve ekonomi üzerindeki tekel- rinde bu gerçeklik oldukça açıktır. Acem ulus-devlet olu- lerini faşizan temelde kullanmaktan çekinmemektedir. şumunda aynı oyunları görmek daha ibret vericidir. Pers 11 uygarlığından beri iktidar sanatında kazandıkları ustalığı düşünülemez. Sadece kuruluş aşamasında değil, hatta modernite döneminde işbirlikçilik temelinde daha da ondan daha fazla kurumlaşma ve çözülme dönemle- geliştirmişlerdir. Denilebilir ki uygarlık aldatmacalarıyla rinde ulus-devlet tüm toplumu içerden ve dışarıdan modernite aldatmacalarını (Şia milliyetçiliği) iç içe kul- militarist bir zırhla kaplar. Toplum tümüyle askerile- lanmalarında Çinlilerle yarışacak güçtedir. Çinliler en şir. İktidar ve devletin sivil idare denen kurumları esas vahşi kapitalizmi “komünizm” diye cilalarken İran mo- olarak bu askeri zırhı örten perde durumundadır. Bur- dernistleri kapitalizm imalatı ulus-devlet putunu büyük juva demokrasileri denen aygıtlar daha da ileri gidip, ruhçuluk olarak “İslam Cumhuriyeti” adıyla sunmaktan bu militarist yapılanma ve zihniyeti demokrasi cilası utanmayacak denli pişkindirler. Güncel somutluluğuyla ile örtbas ederek, liberal demokrat bir toplumsal sis- küresel sistemin zayıf karnı durumunda olup Iraklaşma temin yürürlükte olduğu propagandasını yükümlenir. olasılığı yüksektir. Bölgenin diğer ulus-devletleri gibi ku- Modernite yönetiminin bu yaman çelişkisini çözümle- rumsal faşizmi temsil etmesine rağmen ABD-AB hege- meden, herhangi doğru bir siyasallaşma ve demokratik monyacılığının zaaflarını kullanarak ömrünü uzatmak- siyaset yapma olgusundan bahsetmek mümkün değil- tadır. Fakat diğerleri gibi krizin pençesinde olup Irakvari dir. ‘Asker-millet’ denilen olgu budur. Bu ise son dört kaotik duruma yol açabilecek potansiyeli fazlasıyla taşı- yüz yıldan bu yana inşa edilen tüm ulus-devletler için maktadır. geçerli bir olgudur. Tüm toplumsal sorunlar, bunalım- Ortadoğu’da iktidar ve devlet gerçekliği ağır toplumsal lar ve çürümelerin altında bu gerçeklik yatar. Çözüm sorunlara çözüm geliştirmekten çok kaynağında yer olarak dayatılan ve sıkça tekrarlanan her tür (darbeli, almaları nedeniyle bölgesel krizlerin sıkça savaşlarla darbesiz, askeri, sivil faşizmler) faşist iktidar uygulama- sonuçlanmasına yol açmaktadır. Savaşlar krizi daha da ları ulus-devletin doğası gereğidir; onun biçimsel ifade- büyütmekte ve kaotik durumları yaygınlaştırmaktadır. sinin en özgün halidir. Güncel olarak modernitenin endüstricilik ve kapitalizm Demokratik konfederalizm ulus-devlet kaynaklı bu ayağı asıl tahribatını geleneksel tarımı ve köy toplumu- militaristleşmeyi ancak öz savunma aracı ile durdura- nu çözmekte ve yıkmakta göstermektedir. Ulus-devlet bilir. Öz savunmadan yoksun toplumlar kimliklerini, ayağı bölgeyi topyekûn bir zindana kana ve gözyaşına politik özelliklerini ve demokratikleşmelerini yitirme boğarken endüstriyalizm ve kapitalizm; üstten işbirlikçi tehlikesiyle yüz yüze kalırlar. Bu nedenle öz savunma tekelciliğin en talancı yöntemleriyle binlerce yıllık bi- boyutu toplumlar için basit bir askeri savunma olgusu rikimlerin ürünü toplumsal değerleri kâr etmiyor diye değildir. Kimliklerini koruma, politikleşmelerini sağla- bir çırpıda elinin tersiyle bir tarafa itmekte, ıskartaya ma ve demokratikleşmelerini gerçekleştirme olgusuyla çıkartmakta ve böylelikle çürütmektedir. Tarım ve köy iç içedir. Toplum ancak kendini savunabiliyorsa kim- toplumunun yıkılışı basit bir ekonomik sorun değildir. liğini koruduğundan, politikleşmesini sağladığından 10.000 yıllık bir toplumsal kültürün imhasıdır. ve demokratik siyaset yapabildiğinden bahsedebilir. Bu gerçekler ışığında demokratik konfederalizm aynı zamanda bir öz savunma sistemi olarak boyutlanmak Öz Savunmalı Demokratik Siyaset durumundadır. Tekellerin küresel hegemonik çağında Politik ilkesi olmayan, işletilmeyen veya ortadan kaldı- ve bütün toplumu ulus-devlet biçiminde militaristleş- rılan bir toplum bir kadavradır; en iyi hali ise sömürge tirdiği koşullarda, demokratik modernite ancak tüm toplumu olarak ifade edilebilir. Bu nedenle demokra- toplumu kapsayacak tarzda, tüm zaman ve mekân ko- tik toplumun politik ilkeye kazandırdığı işlerlik hayati şullarında öz savunma ve demokratik siyaset temelin- öneme sahiptir. Sistem olarak üstünlüğünün en temel de, konfederal ağlardan oluşan öz sistematiğiyle hege- kanıtıdır. monyaya karşılık verebilir. Ne kadar hegemonik şebeke (ticari, finansal, sınaî, iktidar, ulus-devlet ve ideolojik Ulus-devlet esas olarak askeri bir sistemdir. Tüm tekel) varsa, demokratik modernite de o denli konfe- ulus-devletler içte ve dışta çok acımasız, çeşitli, uzun deral, öz savunmalı ve demokratik siyaset. süreli, değişik biçimde gerçekleştirilen savaşların ürü- nüdür. Savaşların ürünü olmayan tek bir ulus-devlet 12 Tarihselleştirilen Toplum ve Fail

Sakıp Hazman

“Bilmek öngörmek, öngörmek denetlemektir.”1 yıt dışılıktan çıkarıp tanımlamak ve tanımlayarak onu “görünür” kılmak gerekiyor. Ancak birey veya cemaati A.Comte bu aforizma ile savunduğu aydınlanmacı tanımlayarak, yeni rasyonel hukuka dahil etmek, tek aklın, bilme tarzını ve onun siyasal duruşunu tanım- başına olguyu görünür kılmıyor; görünür kılınmış ol- lar. Zira aydınlanması aklın bildiği şey; doğa, insan ve guya, meşru olanla bütünleştirmek ve denetlenebilir toplumun, her türlü dinsel ve mitik hurafelerden aza- hale getirmek gerekiyor. Yani “yararlı bitkileri” koru- de bir biçimde, akılcı yasalarla yönetildiğiydi. Öyle ya manın koşulu, “zararlı” olanları biçmek, ayıklamak akıl denen şey insana hastı! O halde sorunu metafizik veya yontmak demektir. Dolayısıyla, daha işin başında, alemden kurtararak, yeni çağın tanrısallaştırdığı “akıl”a varlığını toplum kırım siyaseti üzerine bina eden bir devretmek gerekiyordu. Çünkü, “bu yasaların akılcı iktidar biçiminden bahsediyoruz. bilgisi, insanın gerçekliği denetlemesine ve yönlen- dirmesine imkan verecekti.”2 Bu çıkarsama da denet- Aydınlanmanın “köktenciliği”, esasta geleneğe ve onun lenmesi ve yönlendirilmesi istenen gerçekliğin doğa, düşünsel, sosyal, siyasal yapısına karşıydı. Ancak bu insan ve toplum olması, tahayyülün peşinen köktenci karşıtlığın zihinsel mecrada açığa çıkardığı sonuç akıl- bir toplum mühendisliğine işarettir. Zaten yeni düze- cılığın duygusal zekaya galebe çalmasıydı. Ki esas fela- nin zihinsel kurgusunu oluşturan düşünürler ve iktidar ketin başlangıcını oluşturan da buydu. Geleneksel olan temsilcilerinin, toplum tanrılarını “bahçecilik” metafo- elbette ki aşılması gerekendi. Ancak “eski” olana karşı ruyla dillendirmeleri de, olası büyük felaketin habercisi köktenci ret, beraberinde tarihsel toplumun varlık se- gibidir. beplerini, onun koruyucu değerlerinin de çözülmesine ve parçalanarak dağılmasına nenden oluyordu. Çünkü Toplumu “bahçe” ve kendisini de “bahçıvan” olarak kendisini ve ima etme istediği yeni düze rasyonelleşti- telaki eden burjuvazi, doğal olarak bahçeyi, “verim- ren akıl, ahlaki değer ifade eden her türlü toplumsal ör- li-verimsiz”, “yararlı-zararlı” gibi bir sınıflandırmaya güyü irrasyonel olarak tanımlıyor ve reddediyor. Ahlak başvuracaktır. Sınıflandırmak (bahçıvanın rasyonel irrasyoneldi, çünkü rasyonel olan her kurumlaşmayı aklına göre), bölmeyi gerektirir. Bölmek, kategorikleş- engelleyici rol oynuyordu. Dolayısıyla yeni ve modern tirmek ve her kategoriyi yeniden tanımlamayı koşullar. olana yön veren rasyonel metodolojisiydi ve bunun Tanımlama, meşru olanla gayri-meşru olanı netleştir- önemli yaratıcılarından biri de Bacon’du. me amaçlıdır. Entelektüel düzlemdeki bu kavramlaş- tırmanın, pratik uygulama safhası, şiddeti kaçınılmaz Hakikati özne-nesne ikilikleri biçiminde ilk kurgula- kılar. Zira gayri-meşru olarak telaki edileni bir tür ka- yanlar Sümer rahipleri olsa da, dualiteyi bir paradigma düzeyine taşıran Newton’du. Newton’un paradigması- 1 akt: Hans Van Der Loo, Modernleşmenin Paradoksları, İnsan na göre “akla ve mekanizmanın matematiksel ilkelerine Yayınevi, s. 66. uygun olarak işlemeyen şeyler ikincil, yeterli olamayan, 2 age, s. 66. gerçekten uzak ve adlandırılamaz öteki olarak kabul 13 edilir.”3 “İkincil” ve “yeterli olmayanlar” Darwin’in ev- rü, baskı ve çekilen eziyetten mustarip olan insanın rim kuramında doğal seçilime uğrayacaktı. Güçlü olan acılarını hafifletip kehanet senaryolarıyla bir yandan ve kendini mekansal koşullara uyarlayabilen yaşayacak- umut dağıtırken, öte yandan her iki dünyadaki cennet tı. Ve bu teorem, 19.yy’da sosyal Darwinizme dönüşe- ve cehennem kapılarının anahtarlarını elinde bulundu- cekti. Bu “teoremin” kurucusu Herbert Spencer’a göre ruyordu. Hobbes ise insanı “yalnız, bencil ve sadece “birey ve gruplar arasında da ‘kuvvetlinin ayakta kal- kendi çıkarları peşinde koşan bir varlık”5 olarak tanım- ması’yla sonuçlanan bir mücadele…”4 söz konusuydu. lıyordu. İnsan yine süfli ve günahkar bir varlıktı. Yeni olan şey onu oldurtanı göksel tanrı değil “yeryüzüne Özne-nesne dualitesi üzerinden yapılan hakikat oku- inmiş Tanrı”ydı. Ve onu tanımlayan da kilise rahibi maları her geçen gün karşımıza tahakküm gayesiyle de- değil, pozitivizmin bilimci rahipleriydi. Tasarlanan şey rinleştirilmiş toplumkırım uygulamalarını çıkaracak- tarihsel belleğinden arındırılmış topluluk halinin ras- tır. İnsanın doğayı nasıl denetim altına alıp üzerinde yonelleştirilmesiydi. Zaten bu yeni zihniyet kurgusu tahakküm inşa edeceğinin “bilimsel yöntem”ini daha “bahçeci” erkin – ulus devlet- elinde “bireycilik” ola- önce F. Bacon “keşfetmişti” zaten. Bacon’ın “bilimsel rak somut bir ideolojik programa kavuşacaktı. Birey- yöntemi”inin uygulama zemini bulabilmesi için doğa- cilik mefhumu, tarihselliğinden koparılmış toplumun nın “tin”den arındırılması gerekiyordu. Böylece doğa tekillikleri olarak tanımlanan ve tekil kimliklerin de cansız ve hiçbir amacı olmayan nesneye dönüşmüş kolektif bir kimliğe indirgenemeyeceği varsayımına da- olacaktı. Öznenin nesne üzerinde kullanacağı her türlü yandırılıyordu. Tanımlanan bu yeni insan konumunun tasarrufun da meşruluk zeminini oluşturuyordu. Oysa rasyonelleştirilmiş biçimine göre ise “…insanlar eşit tarihsel toplum algısında hakikat bir bütündür, parça- değerdedirler. Buna göre kişilerin doğuştan ne olduk- lanamaz. Toplumsal algıda bu bütünselliği oluşturan ları değil yaşamda neyi başardıkları önemlidir.”6 Her şey; analitik ve duygusal zekanın sentezlenerek oluştur- halde hakikati perdeleme ve onu değerden düşürmenin duğu “kolektif bilinç”tir. Doğa, yaratan, üreten ve bes- en yalın ifadesi de bu olsa gerek! Çünkü yeni dönemde leyen bir güç olarak, toplumsal hafızada yer etmiştir ve bir hukuki tutum olarak bile eşitliğin varlık kazanması bu itki ahlak ve vicdanla da perçinlenmiştir. Doğadaki imkansızdır. Fransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik ve her varlığın kendine has bir canlılık ve bilin düzeyi- kardeşlik” sloganında dile göre masumane vaatler bile ne sahip olduğu düşüncesi artık bilim insanlarınca da daha devrim anında içeriğinden boşaltılarak ters yüz kabul gördüğüne göre doğal toplum insanının doğayı edilmiştir. “Kardeşlik” bir erkek dayanışmasına dönü- canlı ve ruh taşıdığa dair ahlaki tutum sahibi olmasını şerek toplumsallığın kurucu öznesi olan kadını dışlar- yadırganacak yönü yoktur. ken, “eşitlik” ise kır ve kent varsıllarının iktidar olanak- Ancak tarihsel-toplumun temel koruyucusu, birleşti- larında faydalanmanın hukuk karşısındaki konumları- rici harcı olarak ahlaki ve politik dokusu var olduğu na gönderme yapıyordu. Geriye bir tek “özgürlük” ka- sürece kapitalist modernitenin kendisini inşa etmenin lıyordu, o da, hem burjuvazinin feodal çitlerin engeline koşulları da olamazdı. Zira yeni düzen toplumsallığın takılmaksızın sermayesinin dolaşım özgürlüğünü ifade yerine bireyciliği ikame etmek istiyordu. İnsan denen ediyordu hem de toplumun devletle kurulan yeni hu- varlık tanrının isteği ile toplumsallaşmamıştı, aksine kuki yükümlülüklerini yerine getirmenin adı oluyor- her birey kendi özgür tercihi sonucu bir araya gelmiş du. Zira bireyin, devletin bir parçası olabildiği ölçüde ve ortak bir yapı oluşturmuştu. Aydınlanma düşünür- özgür olabileceği varsayılıyordu. Yani “özgürlük, kabul lerinin teatisi, bir tür bireyi toplumdan “kurtarma”nın edilmiş bir baş eğme demekti.”7 arayışlarına işarettir. Bu noktada sistemin imdadına Burada bir parantez açmakta fayda var: Rönesansın, T. Hobbes yetişecekti. Zira bu yeni sorunun düşünsel Reform ve Aydınlanmanın yarattığı zihinsel dönüşüm düzeydeki rasyonel materyalini Hobbes oluşturmuştu. Kilise, bu dünyayı geçici ve insanı da günahkar süfli 5Hans Van Der Loo, Modernleşmenin Paradoksları, s.169. bir varlık olarak telakki ederken bu dünyadaki sömü- 6 age, s.169 . 3 akt: Josephen Donavan, Feminist Teori, s.18. 7 Selahattin Hilav, Hegel’de Bilincin Gelişim Diyalektiği, YKB 4Hans Van De Lloo, Modernleşmenin Paradoksları, s.170. Yayınları. 14 ve büyük entelektüel devrimin toplumsal karakterde önce de “tanrı-kral” vasfıyla yer yüzündeydi. Ve yaşa- olduğundan ve iktidar güçlerinden azade geliştiğinden dığı zaman-mekan da, coğrafyaları adeta halklar mez- kuşku yoktur. Bu büyük zihniyet devriminin yarattığı bahasına dönüştürmüştü. Daha sonraları O’nun so- toplumsal uyanış ve değişim de inkar edilemez. Ancak yutlanarak semavi bir rol ve niteliğe büründürülmesi son tahlilde siyasal ve ekonomik iktidar gibi, entelek- halkları bir nebze de olsa rahatlamıştır. Gerçi O’nun tüel devrim değerlerini de doğuran ve onu bir iktidar yeryüzündeki “gölge”leri, geliştirdikleri toplum-kırım tekeline dönüştüren de kapitalizm olmuştur. Dolayı- uygulamalarıyla, onun ruhuna rahmet okutsalar da; sıyla bilgi tekeli, kilisenin o soğuk ve karanlık mahzen- yine de tanrının soyutlanmış halinin getirisi küçüm- lerinden kurtarılarak, entelektüellere verilmiş ve fakat senemezdi. entelektüeller de ekonomik olanaklara kavuşturularak, Kapitalist modernite, kendi siyasal iktidar formunu ulus-devlet tanrısının “bilgi mabetleri” olan üniversi- inşa ederken, onu tanrısal bir kudrete dönüştürmek ve telere hapsedilmiştir. Bu yeni zeminde de entelektüel, tüm toplumsal hayatı tepeden-tırnağa yeniden “yarat- halen “hakikati arayıp bulma…” konumunu yitirme- mak” istiyordu. Çünkü modern düşünürlerin aydın- miştir. Sadece arayıp bulmaya çalıştığı hakikatin alıcısı lanmacı aklı, yeni toplum tanrısını böyle hazırlamıştı değişmiştir. Artık bilgiyi topluma değil, yeni alıcısı ve ve bu tasarı, onun tüm emellerini gerçekleştirmeye “ekmek kapısı” olan egemen sınıfa, burjuvaziye suna- muktedirdi. Söz konusu olan doğa, insan ve toplumun caktır. Ne de olsa, “köpek, ekmeğini yediği kapıya işe- her parçacığına yönetim ve yıkım-yapım süreciydi. mez” derler. Tabi düz tarihsel ilerlemeci paradigması, Dolayısıyla, daha acımasız, habis ruhlu, sadist bir tanrı modern devletin varoluş biçimini “ilerici” bir aşama olarak telaki ettiğinden, yeni hakikat algısı da buna karakterine ihtiyaç vardı. Tasarı, bu ihtiyacın temel pa- göre yeni öz ve biçimler kazanacaktır. Entelektüelin rametrelerini oluşturmuştu. Bu anlamda pozitivizmin ve onun ulus-devlet iktidarıyla kurduğu ilk temastan mabetlerinde imal edilen ulus-devlet tanrısı, yeryüzü- bu güne süregelen bir durumdur. Zira, “aydınlanma ne inmiş en vahşi, en barbar ve en soykırımcı bir tanrı projesi… bir yandan devleti ve onun eylem politikaları tasarımıydı. ile yönetenlerini ‘aydınlatma’yı, öte yandan da devletin Tanrı’nın “tekliği” ulus-devletin “üniter”liğine dönüş- yönetimi altındakileri denetim altından tutmayı, ehli- türülmüştür. O’nun, semavi olan tanrıyla arasındaki leştirmeye ya da düzene sokmayı hedefliyordu.”8 Yani fark; O tekliği, sadece kendi egemenlik sınırları için- , inandığı gibi yaşamayı becerememiş entelektüel, ka- de, kendine dair bir teklikle sınırlamıyordu; aksine bu pitalizmin kendisine sunduğu yaşam olanaklarına göre sınırlar içerisindeki tüm dil, kültür, etnisiteler kadar, inanmaya başlamıştır. onları anlamlandıran tüm sembol ve simgeler için de Özetle, gerek tek tek bilim insanlarının düşünsel ya- istiyordu. Zira, bireyler üzerinden toplumla kurduğu ratımları gerekse de genel manada Aydınlanmacı dü- ilişkiler ağı içinde, tekil özneleri, tümel bir kalıp içinde şünürlerin yaratımlarının toplamı; kapitalizmin şa- birbirine benzeştirerek nesneleştirilmiş kitleye dönüş- fağında artık yeni bir paradigma ve yeni bir sistemin türüyordu. Artık doğanın yıkımıyla insan habitatında zihinsel tasarımını hazırlamıştır. Burjuvaziye düşen ise, yaşanan yıkım at başı ilerliyordu. Bu simetrik yıkımın tüm bu düşünsel yaratım ve yeni toplum tasarısını inşa toplamı, yeni belleksiz toplumun gelenekten (geçmiş etmekti. yaşam değerlerinden) arındırılmış bir hale dönüşü- yordu. Böylece tarih, “yeni” olanla başlıyor ve onun- la ebediyet kazanıyordu. Geçmiş isse, yeni inşa edilen Ve Tanrı Yeryüzüne İndi! anlam ve yapıların altında ya çürümeye terk ediliyor, Avrupa kıtasında Monarşi ve onun geleneksel yapısı ya da ezilerek yok olup gidiyordu. Zaten tabiatla işle- tüm teolojik materyalleriyle birlikte tasfiye edilirken, yen “doğal seçilim” yasası, toplumlara da uyarlanmış ve yerine ulus-devlet tanrısı ikame edilmiştir. Tanrı, daha artık “güçlü, sağlıklı ve uyumlu” olanlardan, homojen bir ulus yaratılmaya çalışılırken, doğal seçilimle-ki do- 8 Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular ve Yorumcular, Metis Ya- ğallık yerine iradi müdahale öngörülüyordu- ayıklanan yınları, s.91. “güçsüz, sağlıksız ve uyumsuz” olanlar ise, soykırım 15 yöntemleriyle “vardan yok” edilmeye çalışılıyordu. Bu Kendi toplumsal değerlerine yabancılaşmış, asimile ise, ulus-devletin “egemen devlet” olmaktan kaynakla- olmuş birey, grup veya toplumların geldiği konumu nan, evrensel “hak”tan kaynaklanıyordu. ifade eden mankurtlaşma; çürümeyi ve yozlaşmaya yaşamakla kalmaz, aynı zamanda bunu yaşadığı toplu- “Toplumsal sözleşme”, özünde bu yeni soykırım reji- ma da taşımaya çalışır. Bir ur gibi toplumsal bünyeye minin hukuki ehliyetiydi. Zira sözleşme, her bireyin salınmış bu kanser hastalığının, zamanla tüm bedene kendi özgür iradesiyle yasalara itaat ettiğini varsayıyor- yayılarak, ölümcül bir rol ve işlevi yerine getirecektir. du. Bu minvalde, sözleşe, devletin egemenlik biçimini ve bu egemenliğin sınırları kadar; bireyin devlete karşı yükümlüklerini de belirliyordu. Dolayısıyla bu yasalara Ulus-Devlet Faşizminin Bileşenleri uymayan herkes “suçlu” kabul edilecekti. Suçluyu yar- “Bana göre faşizm, bürokrasi ve burjuvazinin toplamı gılama, cezalandırma ve hatta öldürme hak ve yetkisi olan orta sınıfın, topluma kastıdır.”9 Ulus-devlet para- de sadece devlete verilmişti. Devlet ise, bu hak ve yet- digmasını oluşturan güruh, aynı zamanda bu paradig- kiyi anayasadan ve toplumsal meşruiyetten (seçimler) mayı bir deli gömleği gibi topluma giydirilmekle yü- aldığını iddia ediyordu. Ne de olsa toplum, “ özgür se- kümlü sınıfın da ilk bileşeni oluyordu. Ulus-devleti bir çim” aracılığıyla hem kimler tarafından yönetileceğine siyasal iktidar biçimi olarak inşa eden ve bunun üzerin- hem de nasıl bir anayasa tercihinde bulunduğunu-se- den de kendi tekelci yapısını kurumlaştıran burjuvaziy- çimle- “özgür” iradesiyle belirliyordu. di. Ancak burjuvazi, bu sistemin doktoriner yüzeyini Sözleşme ile birlikte hukuk, toplumsal ahlakın yerine yaratabilecek ferasete sahip değildi. Dolayısıyla icat ikame edilirken; ahlak, sosyolojik birim mekanlarına edilen bu toplum-kırım makinesinin müsebbipleri ir- hapsedilerek sınırlandırılır ve boşalan tüm toplumsal delenince, ulus-devlet iktidarı kadar, bu iktidarın zihin- gözeneklere yasalar tahkim edilerek, iktidara yaygınlık sel inşasını ve onun bedenselleşmesini sağlayan despot ve derinlik kazandırılır. Ahlakın, toplumsal ihtiyaçları entelektüel ve onun yetiştirdiği uzman-bürokratik ya- karşılayacak “iyi, güzel ve doğru” normlara kavuşması pının da irdelenmesi gerekmektedir. Matrix filminin ve sürekli beslenerek yenilenmesi, politikanın ise, ak- kahramanı Morpheus’un deyimiyle “yolu bilmek ile tif etkinliği ile mümkündür. Politikanın ise, toplumun yolda yürümek aynı şey değildir.” Yolu bilmek için özel kendini gerçekleştirdiği bir özgürleşme alanı olmaktan bir zihinsel çaba, arayış ve yaratım gerekiyor. Politika- çıkarılarak devlet idaresine dönüştürülmesi; toplumsal dan yalıtılmış toplum düzeninde bu arayışı entelektüel ahlakı da çürümeye bırakmıştır. Zira ahlak toplumsal yapar. O, artık toplumun vicdanı, onun yol gösterici bir beyin ise, politika ise bu beyne sürekli akış halin- gözü, kulağı ve aydınlatıcı ışığı olmakla yükümlüdür. deki taze kandır. Beyne giden kan akışı (politika) dur- Daha ilk entelektüel olarak telaki edilen Şaman’dan durulunca,beyinin işlevi dumura uğrar. Beynin (ahla- beri, düşünsel üretim için zaman, mekan ve koşulla- kın) ölümü, tüm beden ve organların ölümü demektir. ra ihtiyaç olmuştur. Düşünür, bu nedenle toplumun Ancak kapitalist modernite, beyin ölümünün gerçek- yaşadığı zaman, mekan ve koşullardan yalıtılmış bir leşmesine de müsaade etmiyor. Onun yerine, beyine biçimde yaşar. Bu konumlanma biçimi, onu toplum- GDO’lu kan pompalayarak, beynin işlevinde mutasyo- dan uzaklaştırdıkça, ekonomik, sosyal ve kültürel ge- na yol açıyor. Bu da beynin, bedene yönelen hastalık- reksinimleri nedeniyle iktidara yakınlaştırır. Şama’nın lara karşı uyarıcı-engelleyici antiseptik rolünü oynama- yaşanabileceği bir iktidar olmadığı için, son tahlilde ik- sını engellemiş oluyor. Denetimsiz bırakılan bedende, tidarı, kendisi kurgulayarak oluşturmuştu. Dolayısıyla obezite, uyuşturucu bağımlılığı, bencillik ve her türden topluma da, iktidarın baktığı yerden (tepeden) baktığı nesne tapıcılığı gibi ölçüsüzlük ve ahlaki normları yok için, gördükleri de iktidarın gördüklerine yakın olur. sayıcılık, yaşanan beyinsel mutasyonun sonuçlarıdır. Bu konumlanma zamanla entelektüeli bir toplum mü- Faşizmin ufku, ruhu ve bedeni olarak orta sınıf ve onun hendisine dönüştürmüştür. Zira toplum diye gördüğü uzmanlaşmış bürokratik kesimi, tamda bu mankurtlaş- şey, asi avare, aylak takımından oluşan bir yığıntıdır. tırılmaya çalışılan denek toplumu hedef kitle sayar ve “yeni”ye ait yeni anlam(sızlık)lar inşa eder. 9 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu-III, s. 118. 16 Bu nedenle de mutlaka gözetlenmesi, denetlenmesi lerinden arındırarak yeni düzene itaat edecek yeni ve ıslah edilmesi gereken bir kitleydi. Toplumu sü- “vatandaş” tipini yaratma gayesiydi dile gelen. Bu rekli bir istikrarsızlığın nedeni olarak gören bu akıl, düzeyde toplumsal değerlerden düşmüş, toplumun çözümü de devlet erki etrafında konsolide edilmiş üstünde elit ve iktidarcı aklın kibriyle bakan bir dü- ve yasalarla bütünlüklü bir denetim mekanizması- şünür ve siyasal öncülüğün toplum için öngördüğü na kavuşturulmuş yöntemde bulmuştur. Zira birey gelecekte ancak bu içerikte olabilirdi. devletin bir parçası olduğu/olabildiği oranda özgür Entelektüel, tarihsel toplum değerlerinden-özellikle de olacaktı. Böylece özgürlüğün ölçüleri de, aynı de ahlaki ve vicdani- kopup, devletli iktidar yapıları- aklın çabalarıyla netleşmiş oluyordu. Bu sebeple de na endekslendiği zaman, elit bir sınıfsal yapı olarak J.J.Rousseau, bu “insanlar, özgür olmaya zorlanma- entelijansiyaya dönüşür. Esasta da bu yapının özü, lı”10 diyordu. Rousseau’nın sözünü ettiği özgürlük orta sınıfın akademik tabakasını oluşturur. Sosyal, de, tarihsel toplum bütünlüğü dağılmış bireyin, dev- siyasal ve ekonomik yaşam tarzıyla entelijansiya, lete ve onun yasalarına itaat etme düzeyiydi. orta sınıfın fikri, zikri ve eyleminin vücut bulmuş Modern devlet, kendi meşrebinde, modern bir top- halidir. Kapitalist modernite çağında entelektüel, lum inşa edecekti. Bunu da yine mutlak monarşiden “tarafsızlık” konumuna ikame olmaya çalışır. Ken- devşirdikleri “halk” nosyonu üzerinden tanımlıyor- disinin ne ezenden ne de ezilenden yanaymış gibi lardı. “halk” ise Diderot’ya göre, “tüm insanların en yansıtır/yansıtılır. Zira her iki seçenek de onun sahip aptalı ve en kötüsüdür.”11 Bu ifadelendirmenin ken- olduğu misyonu ve maddi olanakların yitirilmesine disi bile, despot entelektüelin, topluma nereden ve neden olabilir. Zaten burjuvazi de, bu dengenin at- hangi ferasetle baktığını anlamaya yetiyor. Voltaire mosferini oluşturma babında entelijansiyayı, devlet için ise halk, “ yırtıcı, vahşi öfkeden gözü dönmüş, ile toplum arasında bir yere ikame eder. Böylece geri zekalı, çılgın ve kör hayvanlar”dı12. Bunlara, hem iktidarla kurduğu ekonomik, sosyal, kültü- dönemin Aydınlanmacı düşünürlerin D’Alembert rel-özerk olanak sağlayıcı ilişkilerini sürdürür hem Holboch başta olmak üzere, daha bir çoğunu örnek- de toplumu nazarında ciddi bir “itibar” kaybına lemek mümkündür ve söz konusu halk olunca, hep- uğramaz. O artık devletin üniversitelerinde çalışan sinin düşünceleri son derece birbirine yolundadır. maaşlı bir memur ve akademisyendir. Kurulan bu Hem bir aydın ve hem de topluma siyasal öncülük etik dışı ilişki sayesin de ise, iktidar, bilgi tekeline de yapmış biri olarak Robespierre’de önemlidir. Adeta kavuşmuş olur. despot entelektüelin fikirlerinin politik tasarımcısı- Entelektüelin elindeki bu dinselleştirilmiş olgucu, dır. Kurucu meclise sunduğu “ulusal eğitim projesi”, pozitivist bilimciliğin iki temel işlevi kalmıştır; bi- adeta torna tezgahlarından çıkarılmış, tek tip ürün rincisi, devlete ve onun tahakkümcü, sömürgen hu- tanımlaması gibidir. “Sürekli olarak uygulanan etkin kukuna sadakatle bağlı; beyni şoven, milliyetçi kli- bir gözetim altında, her saat, uyuma, yemek yeme, şelerle doldurulmuş “modern kullar” ve uzman-bü- çalışma, egzersiz ya da dinlenme saati olarak belir- rokratlar yetiştirmek, ikincisi, ulus-devletin ufkunu lenecektir; tüm yaşam tarzı değişmez bir biçimde çağa, zamanın ruhuna ve gelişmelere uyarlamak, düzenlenecektir…. Tek biçimli bir düzenleme her ona yol göstermektir. Zaten, devlete rağmen dev- ayrıntıyı öngörecek ve bunun istikrarlı…”13 bir bi- letin üniversitelerinde bağımsız ve toplum yararına çimde uygulanmasını öngörüyordu. Zira halkın ay- ne bilim üretebilir ne de bunun gerekliliğine inan- dınlatılması değildi söz konusu olan, esasta onu tüm maktadır. Kaldı ki, kapitalist modernitenin bilime “vahşi” davranışlarından, inanç ve geleneksel değer- ve bilimcilere izafe ettiği rol farklılaşmıştır: “artık bilimden dünyayı anlaması yada herhangi bir şeyi 10 Zygmunt Bauman, Yasa Koyucular ve Yorumcular, Metis Ya- yınları, s.92. iyileştirmesi beklenmemektedir. Bilimden beklenen tek şey sadece olup biten her şeyi anında DOĞRU- 11 Age, s. 96. LAMASIDIR.”14 12 Age, s. 96. 13 Age, s.90. 14 Guy de Bord, Gösteri Toplumu, s. 149. 17 Toplum Kırımın Son Faili süreci, önemli bir aşamaya ulaşmıştır. Savaş, ekonomi, endüstri ve siyasal alanların “ulusallaştırılması”, hem Değerlendirmemizin buraya kadarki bölümünde mo- iktidar etrafında ciddi bir gücün konsolidasyonunu dernitenin ve onun siyasal iktidar ayağını oluşturan iki sağlamış hem de toplumda belli bir milliyetçi moti- temel fail olarak, entelektüel ve burjuvazinin rolünü vasyon oluşturmuştur. Ancak tasarlanan yeni sistemin ortaya koymaya çalıştık. İkincisinde orta sınıf kökenli ruhu henüz güçlü bir biçimde bedene kavuşturulmuş olması kadar, gelecek tahayyüllerinde de ortaklaştıkları değildir. Bu beden, esasta tüm toplumsal alanlarda ger- görülmektedir. Çünkü, “modern yöneticilerin ve mo- çekleştirilerek homojenizmle yaratılacaktır. dern felsefecilerin tasarlama tutkuları tam birbirleri için yaratılmıştı; bunlar, iyi günde ve kötü günde, aşk- Birinci Dünya Savaşı’nın açığa çıkardığı yıkım, faşiz- ta ve savaşta hep birbirleriyle olmaya mahkumlardı.”15 min de çıkış zemini olmuştur. Almanya ve İtalya’da Ulus-devlet paradigmasını entelijansiya yaratmıştı, açığa çıkan sonuç, esasta sistemin, uzmanlar eliyle burjuvazi ise bu paradigmanın tekelci iktidar kliğini gerçekleştirdiği fabrika ayarlarında bir toplum-kı- oluşturuyordu. Geriye, hazırlanan deli gömleğini tüm rım ve homojenleştirme eylemidir. Bu aynı zamanda topluma zorla giydirmek kalıyordu. Bu noktada, işin ulus-devletin, öz kimliğine kavuştuğu ve kendisini ehli, profesyonel uzmanlar devreye giriyordu. Dola- köklü bir biçimde ete-kemiğe büründürdüğü bir “in- yısıyla uzmanların da orta sınıftan devşirilmiş olması şaat” etme süreciydi. Hitler ve Mussolini ise, sadece bu tesadüf değil, doğası gereğidir. Zira orta sınıf, tarihsel paradigmanın en kaba taşeron inşat ustalarıydı. Zira toplumun varlığına yöneltilmiş en köksüz, en değer unutmamak gerekir ki, bu paradigmanın zihinsel ya- yoksunu ve en ahlak dışı sınıftır. Bir sınıf olarak var- ratıcısı(bilimci) aynı zamanda onun inşa yöntemleri- lığını sürdürmesinin koşulu, toplumsallığın yıkımı ve nin de mucidiydi. Örneğin, deney laboratuvarlarında dağılmasıdır. Toplumsallığın egemen olduğu zeminde, Yahudi, Çingene ve ya engelli insanları denek olarak orta sınıfın bütün nefes boruları tıkalıdır. Ama orta sı- kullanıp, “ırk arıtımı”(öjenizm) çalışmalarını yapan- nıfın baskın olduğu zeminlerde de, toplumsal yaşam lar, bu insanlık dışı eylemlerini şöyle savunuyorlardı: ciddi tehlikededir! “hiçbir tereddüt ve huzursuzluğumuz olmadı; sonuçta yaptığımız iş, bilimdi.”16 Evet, yaptıkları “bilim”di ve bu bilim yapma tarzlarıyla milyonlarca insanın canice Faşizm, İkinci Dünya Savaşı’nın yöntemlerle soykırımdan geçmesine sebep olmuştur. enkazı altında unutturulduğu Ve fakat 2. Dünya Savaşı sona erdiğinde ise, yaşanan için, ulus-devletle bu soykırımın tek müsebbibi, uzmanlar olarak görül- bağlantılandırılamaz ve müş ve yargılanıp mahkum edilmişlerdir. Bu soykırım bağdaşıklığı görülemez yöntemlerinin mucitleri(bilimciler) ise; batı entelijan- siyası ve kapitalist hegemonya tarafından korunarak olmuştur yeniden vaftiz edilmişlerdi. Onlar “bilim insanları”ydı, elde silah savaşa katılmamışlardı. Onlar her şart altında Uzmanların rol ve işlevini, iki tarihsel döneme ayırmak “bilimsel” çalışmalarını yürütecek finansman desteği daha öğretici olabilir. Özellikle ulus-devlet paradig- için; ne gerekiyorsa onu yapmışlardı. Haklı olarak, bu masının Avrupa kıtasında inşa edildiği dönem ve bu bilimcilerden biri olan Ernest Rüridin’in kızı, Profesör sürecin evrensel düzeyde tamamlanarak finans-kapital E.Z. Rüdin, babasının içine düştüğü bu gayri insaniliği çağı’na (1970’lerden günümüze…) göre savaş, geçiş savunurken, öncelikle “ne yapmalıydı?” diye soruyor ve dönemi, iki farklı düzey ve konum arz eder. İlk dö- ardından da “enstitüsü ve araştırmalarına parasal kay- nem, yeni iktidar düzeninin henüz inşa süreci oldu- nak sağlamak için ruhunu şeytana bile satardı”17 diyor- ğundan, uzmanların rolü de ağırlıklı olarak kaba bir du. Sadece ruhların değil, insanlık adına ne varsa, her toplum mühendisliği biçiminde gelişir. 1. Dünya sa- şeylerini Nazilere sattılar ve bugün de çocukları aynı vaşı başladığında, Avrupa kıtasında ulus-devletin inşa

16 15 Zygumnt Bauman, Modernlik ve Müphemlik, Ayrıntı Yayın- Zygumnt Bauman, Modernlik ve Müphemlik, s. 75. ları, s.42. 17 Age, s. 75. 18 satışı, kaldıkları yerden devam ediyorlar. cu öğeleri, ahlak ve politikadır. Kapitalizm bu iki te- mel toplumsal oluşu, dağıtıp etkisizleştirdiği oranda Uzmanlar ise, 1945’te Hitler şahsında tanımlanan vah- kendi sistemini inşa edebilmiştir. Bu ilk ve en temel şetin tek sorumlusu olarak yargılanıp cezalandırıldılar. toplum-kırım örneği; öncelikle toplumsal bilincin ge- Ancak ölen Hitler ve onun uzmanlar ordusu olsa da; lişim zeminini kapatmıştır. Verili olan ise, eğitim siste- inşa ettikleri sistem, kalıcı bir siyaset tarzına dönüşerek minden, medyanın gücüne, cinsellikten spora, eğlence evrensel bir karakter kazanmıştır. Bizzat faşizme karşı kültürüne, dincilikten milliyetçiliğin zihni esir alan ri- mücadele etmiş sosyalist cenah da dahil, ulus-devlet, tüellerine, kültür endüstrisinden nesne tapıcılığına ka- hemen herkesin hayallerini süsleyen bir kurtuluş ve çö- dar, hemen her şey; hapsedilerek çürümeye bırakılmış züm fenomenine dönüşmüştür. Faşizm, İkinci Dünya toplumsal belliğin yıkımını hedeflemektedir. Savaşı’nın enkazı altında unutturulduğu için, ulus-dev- letle bağlantılandırılamaz ve bağdaşıklığı görülemez ol- Reel faşizmin bu anlamda bıraktığı bir miras da vardır. muştur. Homojenizm artık çok seçenekli ve zaman-me- Bir ulusu devlet eliyle yeniden yaratmanın koşulu, geç- kana göre her türden yöntemle uygulanmaktadır. Yeni mişi unutturmak ve iç içe geliştirilecek baskı yöntem- uzmanlar ordusu, soykırım için gaz odalarına ihtiyaç leriyle toplumu tarihsiz-belleksiz bir düzeye düşürmek- bile duymamaktadır. Gerektiğinde bir kenti komple tir. Faşizm, Alman halkını, tüm sosyal, siyasal, ekono- gaz adasına, kentteki her yerleşkeyi de kramatoryuma mik sınıf, düşünce ve farklıklarından arındırarak, ortak dönüştürebilmekteler. Üstelik artık bu yaşananları an- bir ulusal tine (volk) yöneltirken; verili olanın mikro ve lamaya çalışan da yoktur! Hitler’in soykırım kampları- makro düzeyde unutulmasını vaaz ediyordu. İşçi, ken- nın birinden bir tutsağın ahşaptan yaptığı tasın altına, disini ezilen bir sınıf olarak görmek yerine “ezilen bir “anlamaya çalışma!” diye yandığı belirtilir. Ama çağdaş ulus”un soylu bir bireyi olarak görmeliydi. Ancak işçi uzmanların güncel anlamda uyguladığı soykırım yön- olmak, bir sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve ruhsal temlerinin kurbanları, bu söz öbeğini tahtaya kazıya- bir hafıza demektir. Yani zaman ve uzamda gerçekleşen cak zaman bile bulamıyorlar artık! “anlamaya çalışma!” bir insan-eko sistemidir söz konusu olan. Bir anda tüm diyen soykırım kurbanı; yaşama dair bütün umut ve bu hafızayı yok hükmünde kabul edip, ırkçı bir histe- inancını yitirmiş olarak görülebilir, ama öte yandan da, riye tutulmak; en naif ifadeyle psikopatolojik bir du- her şeyin açık, aleni ve insanlık dışı olanın pornografik ruma yol açar. Örneğin bir köylü; geçmiş, gelecek ve sergilenişinin, anlaşılması gereken neyi vardır? Yapıla- anda oluşan maddi ve manevi değerlerin toplamını ifa- nın insani olmadığı veya insaniliğin reddi anlamı taşı- de eden bir belleğe ve normlara sahiptir. Köyden kente dığı olguyu, anlamaya çalışmanın insaniliği ne olabilir- yerleştiğinde; bir yandan yerleşik değerleri, öte yandan di? Adorno, soykırımdan sonra şiir yazılamaz derken yeni bir mekan-yaşam ve onun ilişkiler ağının dayattık- de haklıydı. Şiir insani bir duygunun yücelişini ifade ları var. Buda bir belleksizleşme halidir. Kentin yüzey- eder, ama bunun içinde insani erdemlerin boy verdiği sel, günübirlik ve geçici ilişki tarzının özü, kent insanı- bir yaşam zeminine ihtiyaç vardır. İnsanlığın ve onu nın ağırlıklı olarak yaşadığı “güvensizlik” ve “bireysel var eden değerlerin ayaklar altına alındığı bir zemin ve çıkar” eksenli motivasyon ve konumlanmasına dayanır. zamanda neyin şiiri yazılabilir? Güvenlik sorunu, kent yaşamının en temel korkusu olarak gelişir, geliştirilir. Egemen kılınan bu atmosfer, insanların içe kapanmasına, a-sosyal bir yapıya dönüş- Unutmak Modern Ulus Yaratmanın mesine sebep olur. En önemlisi de insanın doğal, insani Temel Koşuludur! özden arınarak, sahte, yapay, geçici ve riyakar bir ki- şilik edinmeye koşullanmasıdır. Dolayısıyla köylünün “Şeyleşme sürecinin tamamı bir unutma sürecidir.”18 yaşadığı bu “entegrasyon”, özünde bir yabancılaşma T.Adorno ve belleksizleşme halidir. Çünkü verili olanın üzerine Toplumsal belleğin ve onun kolektif bilinç oluşturu- yeni değerler eklemiyor, aksine olanı eriterek, sahte bir maskenin arkasına gizleniyor ve bunu da kentte, hayat-

18 akt: Paul Connerton, Modernite Nasıl Unutturur?, Sel Yayın- ta kalmanın koşulu sayıyor. Kentli yaşam, geleneksel cılık, s.59. yaşamı ilkel, kaba ve anlamsız görüp yargılıyor. Dola- 19 yısıyla gelenek, kent yaşamı karşısında bir süre dirense anıların biriktiği ve biriktirildiği her türlü hafıza oluş- de, içinde bulunduğu koşullar ve ilişki düzeneği için- turucu yapı ve mekanlar kaldırılır. Alınan tedbirler ve de yeniye teslim olur. Bu bir “değişim” değildir, aksine yaratılmak istenen toplum; sunulan ve sunulacak olan değersizleşme, tarihsizleşme ve toplumsallıktan kopuşu hiçbir şeyin ahlaki muhasebesini yapamayan toplum- ifade eder. Değişim, kalıcı değerler üzerinden gelişen dur. Muhasebe yapmanız için kimi kalıcı ahlaki norm ve doğal bir sindirim süreciyle tamamlanandır. Birey ve ölçülerinizin olması gerekiyor. Bunlar varsa kapita- köyü terk ederken bütün toplumsal birikimini arkada lizmin kültür endüstrisi ve “gösteri toplumu” yoktur; bırakır. Artık bu birikimi ne hatırlatacak mekan-yapı- gösteri toplumu varsa, toplumun muhasebe yapacak lar vardır ne de onun ilişki örgüsü kalmıştır. Yeni bir normları etkisizleşmiş veya unutturulmuştur. mekan, yeni yapılar, yeni davranış, dil, yürüyüş, hissi- yat, yeni ihtiyaç ve beklentiler vs. boy vermeye başlar. Düne kadar “gereksinim” veya “temel ihtiyaç” olduğu- Unutturma, kapitalizmin nu dahi bilmediği yiyecek, içecek, giyecek ve nesneler, istisna bir uygulaması değil, bir anda tartışmasız bir temel ihtiyaca dönüştürmüştür. varlığının-sisteminin Tüm bu ayrıntılar silsilesine adaptasyon ve özümleme, güvencesi anlamında geçmişle olan düşünsel-duygusal ve maddi bağlar ko- parıldıkça mümkün olabiliyor. Bu ikilemin yarattığı stratejik-ideolojik manevi korku ve huzursuzluk, bazılarını gettolaşmaya bir uygulamadır sevk eder. Ancak gettolaşma da, sadece uzun zamana yaydırılmış bir erime sürecidir. 2002 yılında ABD’nin Irak’a yönelik başlattığı saldı- rı halen hafızalarda tazeliğini koruyor. Ancak o saldı- Unutulmayan bir geçmişin üzerine yapay bir gelenek rı da bir ayrıntı gibi duran anekdot, yönelimin ama- inşa etmenin olanaklı olmadığını burjuvazi de, onun cını daha iyi anlamamıza katkı sunacak niteliktedir. zihin dünyasını bina eden entelektüel de iyi biliyordu. Havadan yapılan bombardımandan en çok etkilenen Dolayısıyla yeni ulus-devlet tasarımı tam da bu duru- mekanlardan biri de, Irak’ın en zengin tarihsel biriki- ma uygun belirlenmiştir. Ernest Renan bu konuyu şöy- mini taşıyan, büyük “Babil kütüphanesi” ve arkeolojik le izah eder: “unutkanlık, hatta ileri gidecek olursam, buluntuların muhafaza edildiği Irak “ulusal müze”si tarihsel yanılgı bir ulusun ortaya çıkabilmesi için el- olmuştu. Savaşın ilerleyen safhalarında fark edildi ki, zemdir.”19 Renan’ın kastettiği yapay, sentetik ulus-dev- kütüphane ve müzedeki eserlerin çoğu bombardıman let formudur elbet. Yoksa doğal ulusal şekillenmelerin hiç birisinde unutma veya unutturma koşulu yoktur/ esnasında tahrip olmuş ama sağlam kalanları da yağ- olmamıştır da. Almanya, ulus-devlet faşizminden çok malanmıştır. Lakin “yağmalandığı” varsayılan eserlerin önce, kendisini bir “kültür ulusu” olarak inşa etmiş ve büyük bölümünün daha sonra ABD ve Avrupa ülkele- tarihsel-toplumsal değerlerini de, çoklu kimliklerini rinde bulunmuş olması; savaşın uzun vadede yaratma- de korumuştur. Fakat ne zamanki “kültür ulusu”na, yı planladığı sonuçları da gözler önüne seriyordu. Zira devletin ulusu dayatıldı, o zaman da tarihsizleştirme, doğal toplumsal belleğin dışında, yazılı, görsel veya belleksizleştirme kaçınılmaz bir politika olarak devreye tarihi buluntular, bu tarihsel hafızayı koruyan önem- girdi. li materyallerdir. Kapitalist hegemonya, bir coğrafyayı yeniden dizayn etmeye karar verdiğinde, artık salt ye- Unutturma, kapitalizmin istisna bir uygulaması değil, raltı zenginlik kaynaklarını ele geçirmek ve iş birlikçi varlığının-sisteminin güvencesi anlamında stratejik-i- bir yönetim oluşturmakla sınırlı kalmıyor; o coğrafya- deolojik bir uygulamadır. Bu nedenle ulus-devlet inşası, nın tamamını kültür endüstrisine açık bir Pazar haline tepeden tırnağa bir tarihsizleştirme ve belleksizleştirme getirmeye çalışıyor. Bu emellerinin gerçekleşmesi, kök- sürecidir. Mimariden, sakak düzenlemesine, evlerden lü bir hafızasızlaştırıcı yıkımla mümkündür. Bu yıkım alışveriş mekanlara kadar, toplumsal hafızayı canlı tuta- her zaman müze ve kütüphane olmaz elbet. Bazen bir cak ne varsa, hepsini “yeni” olana düzenler. Üzerinden mahalledeki tarihi bir türbe, yapı veya çeşme bile ola- 19 akt: Paul Connerton, Modernite Nasıl Unutturur?, s. 56. bilir. Zira tarihi çeşme; o mahalle için, ihtiyaç gideri- 20 ci bir yapıdan çok daha fazla bir şeydir. Tarihi çeşme, limeyle Pavlov’un “koşullu tepki” deneyinden çıkmış her şeyden evvel nesiller boyu biriktirilmiş anıları ifade denekler toplumunu resmediyor. Teknolojik gelişme ve eder. O çeşme etrafında geliştirilen karşılıksız, daya- bunun görsel medya-sinema vb. alanlarda aktif kullanı- nışma ilişkileri, hafızayı sürekli taze ve canlı kılıcı rol mı; onarılması güç tahribatlara yol açmış/açıyor. Artık oynar. Kapitalizm, o tarihi yapıyı yıkar ve yerine AVM tek tek bireyleri etkileme ihtiyacı kalmamıştır. Medya inşa eder. Bu yeni yapı, eski hafızayı silmekle kalmaz, manipülasyonu, tüm toplumu koşullamaya ve yönlen- yeni yapı ile birlikte, bireysel ilişki ve tüketim kültü- dirmeye yetiyor. Artık uzmanlar düşünüyor, tasarlıyor, rünü ikame eder. Yeni yapı “biz”i red eder ve “ben” le yaratıyor, sonra da toplumu manipüle ederek “ihtiyaç” ilişkilenir. “biz”den koparılan “ben”in, tek başına bir sokuyor. Ve derken, toplum yaşamında hiçbir anlam hafıza oluşturma şansı yoktur. Dolayısıyla korunmasız ifade etmeyen bir çok şey, bir anda yaşamın “vazgeçil- ve var eden değerlerden ve dayanışmacı ilişkiler ağın- mez temel ihtiyacı” kategorisine giriyor. Öyle ki, bu dan koparılan birey; AVM’nin asli amacını ifade eder. gösteri toplumda, en az medya reklam gücü kadar, kit- Oysa birey-toplum ilişkisi, tüm evrendeki parça-bü- lenin üstlendiği reklam ve manipülatör rolü, muazzam tün ilişkisinin tezahürüdür. Makro ve mikro alemdeki bir etki oluşturuyor. tüm şeyler, esasta bu parça-bütün ilişkisine göre olu- İnsanlar artık kalıcı ihtiyaçlar değil, anda tüketerek ih- şur, çeşitlenir; değişir-dönüşür ama kaybolmazlar. Sa- tiyaç, duygu, arzu ve nesne arayışına sokulmuştur. Zira dece farklı bir forma dönüşerek, bütünün bir parçası “ihtiyaç”ın göreli kılınması doğal olarak, neyin ihtiyaç olmaya devam ederler. “başka bir deyişle, resmin her olduğuna karar verenlerin konumunu da değiştirmiştir. parçası tüm resmin sıkıştırılmış biçimini içerir, parça Belirlenen ihtiyaç değil, bireycileşen, tüketici bireyin bütündedir ve parçadadır-ayrılıktaki bir çeşit birlik ve zaaflarıdır. Bu yön iyi tespit edilmişse; her türlü sanal birlikteki ayrılık. İşin püf noktası şudur: parça bütüne meta, ikon, moda, star, dizi-film vb. yaratılarak sunula- çıkar.”20 Bütündeki bilgi tüm parçaların bilgisine sa- bilir. Gazetelerin magazin sayfalarında “ünlüler”in giy- hipken; parça da bütünün bilgisini taşır; onunla oluşur diği kıyafetlerin tek tek markaları ve her parçanın fiyatı ve yine onunla simbiyotik bir bağ ve ilişki içinde varlık sergilenir. Kıyafetin ne’liği ve hangi ihtiyaca karşılık kazanır. Dolayısıyla parçanın(birey) yaşadığı ve yaşat- geldiği anlamsızlaşır. Önemli olan, o kıyafetin, sahibi- tığı hiçbir sıkıntı bütünden azade değildir. Bu durum ne kazandırdığı duygudur artık. “modern tüketiciler, bilimsel olarak ta kanıtlanmıştır ki, parçalanan bir ato- aslında belirli bir ürün değil duygu satın almaktadırlar. mun herhangi bir partikülüne yapılan müdahale aynı Bu duygular, reklam ve paketleme yoluyla ürüne katı- anda diğer tüm partiküllere de yapılmış oluyor. Zaten lan düşünceler tarafından hareketle geçirilmektedir.”21 bu sebepledir ki kapitalizm, birey üzerinden toplumla Artık giyilen ayakkabının veya gömleğin, ihtiyaç gide- kurduğu ilişkilerle deformasyona yol açar. Hastalıklı rici özelliği, yerini, markanın yaşattığı duygu ve sağla- kıldığı bireyin, toplumsal dokuya temas edip, onun dığı imaja bırakmıştır. bünyesinde ciddi sıkıntılar yaratacağını iyi bilir. Dola- yısıyla, bu anlamda da olsa, “her koyun kendi bacağın- Kapitalist modernitenin zıvanadan çıkarıp güdüledi- dan asılır” sözü, sadece bir safsatadan ibarettir. Zaten, ği, koşullayarak sahte-sanal yaşama esir kıldığı-kılma- bireyciliğin, toplumsal yaşamın yıkımı olduğu gerçeği ya çalıştığı toplum gerçeği, demokratik modernitenin tamda bunu ifade eder. Birey-toplum dengesi ve uyu- varoluş sebebidir. Bu iki farklı modernitenin, basit bir mu, evrensel oluşun bir özelliğidir ve mevcut durumda yarışı ve rekabeti olmanın ötesinde, insanlığın bu müs- da, sadece sapmış olan ve bu evrensel yasayı ihlal eden rif ve yok oluşa giden çürüme-yozlaşma serüvenine dur tür insandır. Yıkım, toplumla asla sınırlı kalmaz ve kal- deme ve onu yeniden tarihsel toplum değerlerine ka- mıyor da! Guy de Bord, “gösteri toplumu” adlı eserini vuşturma gayesinin kaçınılmazlığıdır! 1967’lerde yazmıştır. Lakin o dönem açısından, top- lumsal gidişatın ve sistemin yarattığı tahribatın, bu dü- zeyde yorumlanması kabul görmemiş ve ciddi itirazlara neden olmuştur. Ancak bugün, gelinen aşama; tek ke-

20 akt: Donnah Zohar, Kuantum Benlik. 21 Hans Van Dar Loo, Modernleşmenin Paradoksları, s. 158. 21 Faşizmin Ulus-Devletle Ontolojik Bağı

Ergin Atabey

V. Grossman, “Faşizmin ilkeleriyle modern fiziğin ilkele- 1.Dünya Savaşı sonrasında Mussolini faşist hareke- ri arasında korkunç bir benzerlik vardır.”1 diyor. ti kurarken “fascio”yu “fasces” ten türeterek partisine vermiştir. Mussolini böylece faşizm kavramını siyaset Faşizmin tanımı bakımından Grossman önemli bir iz bilimine “kazandırırken” hem “fasces”in taşıdığı tarih- sürerken, “bilimsel” bilginin bunca ilerlemesine rağ- sel anlamı hem de güncellikteki faşizm işlevselliğini men faşizmin “gelişmesi” ve bunun modern fizikle birleştirmiştir. benzerlik taşıması onu biraz da hayrete düşürmüştür. Elbette tarihsel ve güncel dayanağı ve anlamı olmadan Genel anlamıyla benzer bir hayrete düşme durumu, faşizm tek başına bir kavram türetilmesiyle ortaya çık- 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya genelinde yükselişe mayacaktı. 1. Dünya Savaşı ve sonrasında faşizmin ge- geçen ırkçılık-milliyetçilik-faşizm karşısında da yaşan- lişmesine yol açan salt Mussolini veya Hitlerin “gücü”, maktadır. Çünkü hem 20. yüzyılda Almanya, İtalya “yeteneği” değildi. Faşizm zaten 16. yüzyıldan itibaren vb. devletlerde yaşanan faşizmin hem de 1990’lı yıllar burjuvazi egemenliğinde geliştirilen ırkçılık-milliyet- boyunca kapitalist modernite küreselciliğinin hikayesi çilik ve ulus-devletle geliştirilmişti. Bir zihin, ruh, ve başka türlü anlatılmıştı. Söz konusu hikayelere göre fa- kuramsal yapı olarak Mussolini, Hitler vb. kişilikler şizm istisnai idi; kapitalist modernite küreselciliği geliş- hazır buldular. Onların yaptıkları zihin, ruh ve kurum- tikçe insanlık küreselleşecekti, dolayısıyla ırkçılık-mil- sal yapı olarak faşizmi harekete geçirmek ve daha da liyetçilik-faşizm her geçen gün tarihin en kuytu yerine aktifleştirmekti. Ancak faşizmin aktifleştirilmesi de tek gömülecekti. başına Mussolini, Hitler ve vb. kişiliklerin amaçlarıyla Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreğinde olup bitenler, fa- açıklanamaz; tıpkı faşizmin salt sosyo-ekonomik kriz şizmin ve kapitalist modernite hikayelerinin yeniden dönemlerine özgü bir olgu olarak açıklanamayacağı okunması gerektiğini; çünkü, 20. yüzyıl okumalarının gibi. Faşizmi geliştiren sınıf olarak burjuvazi ve onun yetersiz, dar, tek yönlü hatta yer yer yanlış olduğunu devlet-iktidarı olarak ulus-devlet olmadan sosyo-eko- nomik kriz dönemlerinde faşizm aktifleştirilemez, vah- göstermiştir. şi yönü harekete geçirilemez. Kavram olarak faşizm Latincenin “fasces” sözcüğün- Faşizm üzerine yürütülen tartışmaların ışık tutamadığı den türetilmiştir. Fasces Roma devletinin- iktidarının veya göz ardı ettiği yön de bu oluyor. Siyaset biliminde sembolü- simgesidir. Bir tomar çubuğun birleşiminden faşizm; güçler ayrımını ortadan kaldıran, devlet terö- yapılmıştır. Başı ise baltaya benzemektedir. Roma dev- rünü geliştiren, ırkçı-milliyetçi küçük burjuva sınıfına letinin –iktidarının tekliğini- gücünü ve keskin otori- dayalı tek parti egemenliği altında otoriter bir rejim tesini ifade eder. Özel günlerde gerçekleştirilen tören- olarak tanımlanmıştır. Almanya’da faşizmi inceleyen lerde taşınır. Ralf Dahnendorf ve Reinhard Bendix ve İtalya faşizmi 1 Vasili Grossman, Yaşam ve Yazgı I, , s.132. inceleyen A.W Salamone ve Frederico Chabad faşizmi 22 burjuvazinin egemenliğini tam olarak kurmadığı yer- Faşizm de zihniyet olarak yaratılmadan toplumsal iliş- de geçici olarak ortaya çıkan, geçiş süreçlerinin iktidarı kilerde hakim kılınamaz, aktifleştirilmez. Bu anlamıy- olarak tanımlamışlardır. Troçki faşizmin geç dönem la faşizm öncelikle bir zihin durumu olarak geliştiril- kapitalizminin yaşadığı bunalım soncu tekelci kapita- miştir. Kapitalist moderniteyle iç içe ideolojik olarak lizmin toplumu totaliter bir biçimde örgütleme iste- faşizm de ortaya çıkmıştır. Bu nedenle kapitalist mo- minden kaynaklı geliştiğini belirtmiştir. Otto Baver, fa- dernitenin ideolojik kimliği olarak ele al(a)mayan her şizmin yükselişini iç içe gelişen üç nedene bağlamıştır: tanımlama ciddi yanlışlık içerecek ve vahim sonuçlara yol açacaktır. 1) 1. Dünya Savaşı sonrası toplumun çoğunluğunun burjuva yaşamından dışlanarak deklase durumuna dü- Ulus-devletin inşası, sürekliliği ve işlevselliği için faşizm şürülmesi sonucu bu kesimin ulusalcı faşist ideolojinin geliştirmek durumundadır. Homojen/tek tip toplumu etkisine girerek milis veya savunma gücü olması, esas alan ulus-devlet ancak faşist ideolojik hegemonya ile kadın başta toplumsal kesimleri tek tip ulusçuluk 2) Savaş sonrası orta ve alt sınıfın yoksullaşması, bu içinde eritebilir, bastırabilir ve yok edebilir. Homojen kesimlerin burjuva hareketlerden uzaklaşıp faşist hare- /tek tip ulusçuluğun inşası ancak faşist ideolojik hege- ketlere katılması, monya ile mümkün olabilir. Yoksa salt fiziki soykırımla 3) Kârları düşen kapitalistlerin sömürü ve kar marjını çoklu toplum homojenleştirilemez. Bu bağlamda fa- yükseltmek için işçi sınıfının direncini kırmak için fa- şizm ideolojik temeli olmadan var olan bir aşırılık de- şizmi geliştirmiştir. Friedrich Pollocnc, faşizmi tekelci ğildir. O bizzat geliştirilen faşist ideolojinin ürünüdür. kapitalizm ve devlet kapitalizminin müdahaleciliğiyle bağlantılı tanımlarken, T. Adorno ve M. Horkheimer anti-semitizm ve otoriter kişilik üzerinden ifadeye ka- Faşizm öncelikle bir vuşturmuştur. F. Neumann’a göre, sermayenin tekel- zihin durumu olarak leşmesiyle ortaya çıkan merkezileşme sonucu yaşanan geliştirilmiştir bunalımın derinleşmesiyle oluşan buyrukçu ekonomi ve totaliter tekelci kapitalist rejim olarak faşizm geliş- Faşizmin toplumsal temeline ve devlet-iktidar(u- tirilmiştir. E. Fromm ise faşizmi psikanalize dayalı ele lus-devlet oluyor) birimine dayalı tek millet, tek vatan, alırken, faşist kişiliği otoriter ve sado-mazoşist özellik- tek bayrak ve tek devletin tarihsel olarak var olmuş tek lerin gelişkin kapitalizm ve burjuvaziyle bağlantılı ta- gerçeklik olduklarını ve edebi olarak da var olacağının nımlamıştır. ideolojik olarak kabul edilmesiyle bu olgular kapitalist Tüm bu tanımlamaların her biri bir yönüyle faşizm modernite döneminin değerleri haline gelebilir. Irk- tanımlamakla birlikte bütünlüklü ve ontolojik olarak çı-milliyetçi-cinsiyetçi ve dinci ulus ve devlet ideolojisi faşizmi açıklayamamaktadır. Öcalan, “Faşizm sanki topluma aşılanmadan ve kabul görmeden bu olgular istisnai, kapitalizm dışında sisteme musallat olmuş bir toplumsal ilişkilerin belirleyeni olarak hayat bulamaz. şeymiş gibi tanımlama geliştirmek, liberal ve sosyalist ge- Yine faşist ideoloji ile yanılsamalı bir üstün ve saf mil- çinen entelektüellerin en büyük sefaletidir… Faşizm ku- let zihniyeti geliştirilmeden bu temelde kitle harekete raldır”2 diyor. geçirilemez. Bu bağlamda faşizm ideolojik temeli çözümlendiğinde iç içe geçen beş husus ortaya çıkmaktadır: Faşizmin İdeolojik Temeli 1) Pozitivizm: Pozitivizm kapitalist modernitenin para- Egemenler salt zora, güce dayalı toplumu devlete-ik- digması olarak geliştirilirken ilkin kendisini tek geçerli tidara tabi kılmaz, egemenlik altına almazlar. Salt zor hakikat olarak ilan etmiştir. V.Grossman biraz da hayret- gücüyle toplum yönetilip kontrol edilemez. Zihniyette ler içinde kalarak faşizm ile modern fiziğin ilkeleri ara- öncelikle toplumun tabi kılınması gerekiyor. sında benzerlik kurarken faşizmin temellendiği kaynak- lardan birinin tespiti bakımından belki de kendisinin de

2 Öcalan, Kapitalist Uygarlık, s. 178. çok farkında olmadığı bir gerçekliği dile getiriyordu. 23 Pozitivizm kendisini var kılarken öncelikle kendisin- savunurken, hiç kimse tanımıyorum ki çıkıp da siyahla- den önceki ve dışındaki tüm bilme biçimlerini inkar rın yeteneğinden söz etsin” demiştir. Voltaire, “siyahların ve ret ederek işe başlamıştır. P. Feyerabend, pozitiviz- yassı burunları, yuvarlak gözleri, kalın dudakları, ya- min bu tekçi niteliğine “bilimsel şovenizm” demektedir. pağı saçları ve düşük zeka dereceleriyle” tanımlayarak Pozitivizme göre “bilime uygun olan yaşamalı, uygun ırkçılığın geliştirilmesinde rol oynamıştır. Darwin’in olmayan ölmelidir.”3 “gözünde yeryüzünde yaşayan insanlar iki temel gruba ayrılıyordu: ilki İngilizlerin başını çektiği uygar top- Pozitivizmin “üstün” ve “tek” geçerli yöntem-hakikat lumluluklar, diğeri ise soysuz ve vahşi yerlilerdi”5 haline gelmesi, onun gerçekten de "üstün” ve “tek” hakikat olmasından ileri gelmemektedir. Ulus-devlet Bu anlamıyla ırkçılık genelde Avrupalıların üstünlü- paradigması olarak ulus-devletle iç içe gelişmesinden ğünü kanıtlamak; Afrikalılar ve Amerika yerlileri vb. hegemon paradigma olmuştur. Pozitivizm tüm farklı renkleri ve etnik kimlikleri farklı olanlar üzerinde ege- bilme biçimlerini hakikat dışı ilan ederken esas olarak menlik kurmak; özelde ise burjuvazinin devlet-iktidar devlet-iktidar gücüne dayanmıştır. Kapitalist moderni- formu olan ulus-devletin dayanacağı egemen tek tip te ve ulus-devlet olguları dışında pozitivizm için hiçbir ulusçuluğu geliştirmek için geliştirilmiştir. Başka bir şey anlamlı değildir. Irkçılığı, milliyetçiliği, cinsiyetçili- deyişle ırkçılık tüm farklı etnik, dinsel, mezhepsel ve ği “bilimselleştirip” meşru kılan pozitivizmdir. cinsiyet gerçeklikleri ulus-devletin tek tipçi ulusçulu- ğuna tabi kılınması için geliştirildi. Wallerstein, “Irk- 2) Irkçılık: Irkçılık tümüyle yeni bir olgu değildir. Mı- çılığın amacı halkı sistem dahilinde ama, aşağı insan sır’da firavunlar döneminde deri rengine dayalı ırk ay- olarak tutmaktır”6 der. Faşizmin esas aldığı etnik mer- rımı yapılmıştır. Yine M.Ö 200’lü yıllarda Çin’de ırk kezcilik ırkçılıkla inşa edilmiştir. ayrımı yapıldığına dair veriler vardır. Eski Yunanlılar kendilerini üstün, kendi dışındakileri “barbar” olarak tanımlamışlardır. Ancak pozitivizme dayalı ve sistemli Irk çalışmaları (...) "bilimsel" olarak temel bir devlet (ulus-devlet)ideolojisi biçimin- temel üzerinden de ırkçılık kapitalist modernite döneminde geliştiril- kabul ettirilmiştir miştir. Irk çalışmaları, ırk kavramı ve ırk sınıflandırıl- ması bu anlamıyla “bilimsel” temel üzerinden kabul ettirilmiştir. Dönemin Avrupası’nda biyolojik çeşitli- Irkçılık temel ideolojik bir form olarak öylesine güçlü likten hareketle üstün, güçlü ırk ile aşağı, zayıf ırk te- bir şekilde bilinçlere yerleştirilmiştir ki, siyah, beyaz melinde ırkçılık ve ırk sınıflandırılması geliştirildi. Irk veya sarı insan tanımlamaları yapılırken ırkçı kavram- biliminde öjeniğin kurucusu olarak da kabul edilen larla ve sınıflandırılmasıyla konuşulduğunun farkına Galton, İngilizlerin ve batılı ulusların diğer halklardan bile varılmıyor. Alman anatomi bilinci Sohn Blumen- üstün olduğunu kana dayandırarak, saf, ari ve üstün ırk bachs, insan türünü coğrafi alanlara göre beyaz (Av- kavramlarını “bilimsel” olarak ispatlandığını savundu. rupa), siyah (Afrika), kırmızı-kızıl (Amerika) ve sarı Naney Stepan ise “Irkçılık, bilimsel varsayımsal içinde (Asya) olarak tanımladı. Halen “bilimsel” kitaplar ve işine geleni cımbızla çekip alan, işine gelmeyeni görmez- ansiklopedilerde bu kafatasçı tanımlamalar temel top- den gelen ‘çöp eşeleyen’ bir ideolojidir” 4 der. lumsal hakikat olarak sunulmaktadır. Özellikle 16. yüzyıldan itibaren gittikçe tüm Avru- 3) Milliyetçilik: Milliyetçiliğin bir ideolojik kimlik pa-Amerika düş öncesini belirleyen temel durumun- olarak geliştirilmesi faşizmle bağlantılıdır. Irkçılık tek dan biri ırkçılık olmuştur. Montesquieu, “Erdemli bir başına işlevsel değildir. Irkçılığın işlevsel kılınması için varlık olan Tanrı’nın, en iyi ruhu simsiyah bir bedene milliyetçiliğin geliştirilmesi gerekiyor. yerleştirebileceğini sanmıyorum” derken, Kant, “Afrikalı Ulus-devletin tek tip ulusçuluğa dayalı aidiyet ve kim- siyahların doğuştan bir zeka eksikliğine sahip olduğunu

3 Paul Feyerband, Yönteme Karşı,, s.64. 5 Metin Özbek, Dünden Bugüne İnsan, s.264-293. 4 Steven Rose, 21. Yüzyılda Beyin, s.131. 6 I. Wallerstein, Yeni Bir Sosyal Bilim İçin, s.138. 24 liksel oluşumun geliştirilmesinde milliyetçilik belirleyici tipçi ulusçuluğun geliştirilmesinde rol oynamıştır. rol oynayan olgulardan biridir. Ulus-devletin homojen Toplumsal dinsellik ile dinciliğin ayrı olgular olduğu- ulusçuluğu milliyetçilikle hem kendisini “öteki” kimlik- nun altını çizmek gerekir. Dincilik egemen, sömürgeci lerden ayırmıştır hem de farklı kimlikleri kendisine tabi sınıfın dini özünden saptırarak kendi çıkarları temelinde kılmıştır. Bu anlamda ulus-devletin egemenliği altına kullanması; ve bu anlamıyla devletçi-iktidarcı kılınma- alınan tek tip ulusçuluğa milliyet, onun zihniyet, kimlik sıdır. ve kültürüne de milliyetçilik denilmiştir. Bu anlamıyla ulus-devlet sürecinde ırkçılık ve milliyet- Ulus-devletin kendisini yeniden yeniden üretmesi için çilikle iç içe dincilik de ideolojik kimliğin bir parçası egemenliği altına aldığı topluluğu ontolojik olarak olarak geliştirilmiştir. 19. yüzyılın sonlarından itiba- kendisiyle özdeşleştirmesi gerekiyor. Ulus-devletin di- ren Orta Doğu’da kurulan ulus-devletlerle camilerle ğer devlet biçimlerinden farkı kendisine bir milliyet ve işbirliği içine girme süreci başlamıştır. Irkçılık ve milli- milliyet ideolojisine dayalı aidiyet olgusunu üretmesi ve yetçilik, dolayısıyla faşizm, pozitivizmin etkisiz kaldığı örgütlemesidir. Diğer bir yönü de kendi oluşum ve do- yerde dincilikle topluma taşınmıştır; Ve meşruiyetleri ğuşunu milliyetçilikle milliyetin doğuşuyla bir ve aynı dincilikle sağlanmıştır. Tüm ulus-devletlerde tek dinci- kılmasıdır. Millet kavramı Latincede “doğmuş olma” liğin egemen oluşu bu nedenledir. “Din hem uluslaştı- anlamına gelen “Nasci” sözcüğünden türetilmiştir. Mil- rılarak hem milliyetçileştirilerek ulus-devlet döneminde liyetçilik ulus-devletin doğuş hikayesiyle tek tipçi ulus- toplumsal kurum olarak ahlaki özüne en ters düşmüş çuluğun hikayesini iç içe harmanlayarak zihinler kazın- konuma düşürülür.”8 Tam da bu nedenle dincilik tüm masında başat rol oynamıştır. ulus-devletlerin resmi ideolojisidir. Farklılıklara karşı en Burjuvazinin siyasal sisteminin geliştirilmesinde mil- çok kullanılan, tek tipçi ulusçuluğun inşasında rol oy- liyetçilik bu temelde belirleyici olmuştur. Milliyetçilik nayan olgulardan biri olmuştur. Faşist lider ve kitlenin halkın zihinsel, duygusal ve kültürel hakikatlerini çar- dillerinden düşüremedikleri “Allah-Tanrı-Peygamber ve pıtıp ulus-devletin homojen ulusçuluğuna göre biçim Kutsal Kitap” sloganlarının faşizm açısından işlevli ol- verdikçe burjuvazinin siyasal sistemi olan ulus-devlet ması böylesi bir arka ve ön plana dayanıyor. de kurumsallaştırılmıştır. Çıplak ırkçılıkla uzun vadede 5) Cinsiyetçilik: Cinsiyetçilik hiyerarşik toplum dö- ulus-devlet sürekliliği sağlanamaz. Öcalan milliyetçiliği neminden itibaren erkek egemenliğince geliştirilen bir bu anlamıyla en etkili ideoloji olarak tanımlarken, de- olgudur. Erkek egemenliğinin dolayısıyla cinsiyetçiliğin vamla, “Yeni din değerindedir. Milliyetçilik ulus-devlete taban yaptığı dönem kapitalist modernite dönemidir. ‘tanrının yeryüzündeki hali’ gibi kutsallık atfetmektedir. Kapitalist modernite özünde seksist ve erkekçi bir mo- Devlete ölümüne bağlanmak, onu en üstün değer olarak dernitedir. Faşist ideolojinin en kaba ve en şiddetli bir benimsemek yeni dinin gereğidir” 7 der.Kapitalist moder- erkekçi ideoloji oluşu cinsiyetçiliğiyle bağlantılıdır. nitenin faşist devlet niteliği bu temelde var olmuştur. Milliyetçilikle tek tip ulusçuluk yaratılıp ona ölümüne Bu nedenledir ki tek tipçi ulusçuluk ve ulus-devlet bağlanıldıkça ve “her şey ulus-devlet için!” denildikçe “Ata-Baba” mitosuna dayalı geliştirilmiştir. Tek tipçi faşizm gelişir, dal budak salar. ulusçuluk “Ata-Baba” toplumu olduğu gibi, ulus-devlet de “Devlet Baba”dır. 4) Dincilik: Kapitalist modernitenin kuruluş ve gelişim sürecindeki dincilik-pozitivizm çatışması özünde feodal Tek tipçi ulusçulukta her erkek “devlet” ve “asker” olarak ve burjuva sınıflarının egemenlik çatışmasıdır. Öte yan- doğarken kadın tamamen iradesizleştirilir. Kadın seksist dan burjuvazi dinciliği kendi egemenliği altına aldıkça ve erkekçi ulusçuluk için “zürriyet üretir. Ücretsiz işçidir söz konusu çatışma da sönümlenmiştir. Bu nedenle söz (…) En uysal köledir. Cinsel arzunun süreklileştirilmiş konusu çatışmaya bakılıp kapitalist moderniteyi dinci- nesnesi durumundadır. Reklam aracıdır. En değerli me- 9 likten bağımsız olarak ele almamak gerekiyor. Dincilik tadır. Metaların kraliçesidir.” faşist ideolojik temelin diğer bir tamamlayanı olarak tek

8 Öcalan, Kapitalist Uygarlık, s.216. 7 Öcalan, Kapitalist Uygarlık, s.216. 9 Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi.. 25 Özellikle en yaygın “cadı avı”nın 1550-1650 yılları Siyaset bilimi-felsefesi faşizmi, faşist hareketlerin orta- arasında gerçekleştirilmiş olması cinsiyetçiliğin faşist ya çıkışıyla ele alarak büyük bir yanılgıya yol açmıştır. ideolojinin diğer bir tamamlayanı kılınmış olduğunun Faşizmin geliştirilmesi bakımından ulus-devlet zaten en önemli göstergelerden biridir. Esas faşist ideolojik bir tür “özel” örgüttür. Ulus-devlet daima faşizmin hegemonyasının ve pratiğinin ilk kurbanı bu anlamıyla arkasında ve önünde olan bir siyasal sistem olmuştur. kadındır. Daha farklı etnik ve dini toplumlar kültürel Faşist hareketlerin gelişimi bir bütün olarak incelendi- ve fiziki soykırıma tabi tutulmadan kapitalist moderni- ğinde faşizmin ulus-devletle birlikte var olduğu görü- te döneminin kuruluş aşamasında “cadı avı” adı altında lecektir. Orta ve uzun vadede ulus-devletin ideolojik kadınlar kültürel fiziki soykırıma tabi tutuldular. ve kitle gücü olmadan faşist hareketler gelişemez. Öte yandan faşist hareketler model olarak da ulus-devleti Tek tipçi ulusçuluk kendilerine esas olmuşlardır. "Ata-Baba" toplumu olduğu Öncelikle kapitalist modernite döneminde faşizmin gibi, ulus-devlet de tek tipçi ulusçuluğunu inşa için devlet ile tek tipçi ulusçuluk özdeşleştirildi. Hegel devleti etik düşünce- "Devlet Baba"dır nin gerçekleşmesi; Spencer, bunu, biyolojik organizma; Bluntsehll ise toplumsal örgütlenmenin temel ilkesi Öte yandan faşizm daima “güçlü”, “savaşkan” ve “kah- olarak tanımlayıp idealleştirirken, esas olarak ulus-dev- raman”lıktan hareketle de geliştirilir. Bunun öznesi letle tek tip ulusçuluğa özdeşleştirmeye çalışmışlardır. de erkektir. Seksist ve erkekçi ideoloji olarak faşizmin militarist ve totaliter yönü erkek özne üzerinden vü- Ulus-devlet ile tek tip ulusçuluğun özdeşleştirilmesi- cut bulur. Hitler toplumu kadınlara benzetirken güçlü, nin tek bir amacı vardı; oda faşizmin kitle temeli olan savaşkan, kahraman, militarist ve totaliter erkekçi top- tek tip ulusçuluğun inşa edilmesidir. Ulus-devlet tek lum inşasını hedeflemiştir. Bu niteliklere sahip olmayan tip kuruluş felsefesi ve amacına göre toplumu biçim- toplum ancak kadın toplumsallığı olabilir. Dolayısıyla lendirirken faşizmi de yaratmıştır. Toplumun çoklu, bunun yok edilmesi erkekçi toplumun inşasını gerek- farklı yapısını biçimlendirmek ve tek tip faşist ulus- tiriyordu. Bu bağlamda cinsiyetçilik niteliği olmadan çuluğu inşa etmek kolay değildir. Ancak ulus-devletin faşizm bir olarak temellenemez, pratikleştirilemez. devasa hegemonik ideolojik, askeri-polisi ve militarist gücüyle toplum biçimlendirilebilinir. Ulus-devlet beş bin yıllık devletçi uygarlığın mirasını alarak toplumu Faşizmin Kurumsal Temeli: Ulus-Devlet tepeden tırnağa tek tip ulusçuluğa dayalı biçimlendir- miştir. Burada kaba anlamda bir sisteme dahi etmeden Öcalan faşizmi çözümlerken temelinden ele alır. bahsediliyor. Bio-iktidarcılığıyla zihniyetten arzulara, “Ulus-devletle faşizm arasındaki ontolojik bağı görmek duygulanıma ve davranışlara dek bir biçim verme söz çok önemlidir. Faşizm konusunda yapılan en temel hata- konusudur. Pozitivizmin toplumsal mühendisliğiyle lardan biri, ulus-devlet sistematiğiyle bağı ya hiç göreme- tarihte ilk kez bu denli derinliğine toplumun çoklu, mek, açıklayamamak, ya da mızrak çuvala sığmadığında farklılıklara dayalı yapısı tahrip edilmiş, dağıtılmış ve bir iki kalem darbesiyle geçiştirmek olmuştur” 10 der. atomize edilerek tekçi ulusçuluk yönünde mesafe alın- Faşizmin kurumsal yapısı, taşıyıcısı ve pratikleştirici- mıştır. Ulus-devletin faşist niteliği kadın başta olmak si ulus-devlettir. Ulus-devletle somutlaşan faşizm şu üzere her farklı etnik, dini ve mezhepsel kesimi ide- nitelikleriyle var olmuştur. Tekçi ideolojik hegemon- olojik ve ordu-polis-hukuk aygıtlarıyla öğüterek yol ya; tek tip parti veya partiler; devasa ordu-polis gücü, almıştır. militarizm ve otoriterlik; sömürgeci ekonomik sistem; Öcalan, “Homojenleştirilmiş toplum, homojenleştirilmiş tek tip ulusçuluk; tekçi medya, iletişim ve propaganda iktidar olarak konsolide edilir. Faşist devlette homojen ağı; tüm yaşamı bio-iktidar ağlarıyla ören kontrol eden toplum ve devlet azami birliği ifade eder” 11 der. Faşizmin ulus-devletçi örgütlenme modeli.

10 Öcalan, Kapitalist Uygarlık, s. 218. 11 Age. 26 “BİR”lik ve “TEK”lik niteliği ulus-devlet aygıtlarıyla noktada harekete geçirdiler. Bunu yaparken bile Hitler yaşamın her alanında geliştirilmiştir. Tek devlet, tek va- ulus-devlet aygıtını kullandı. Anadolu ve Mezopotam- tan, tek dil, tek kültür, tek bayrak, tek ulus-millet, tek ya’da ulus-devlet süreciyle geliştirilen faşizmle farklı et- din, tek ekonomik yapı, tek hukuk, tek cins (erkek)… nik ve dinsel-mezhepsel kültürel topluluklar bastırıldı, Tüm bu tekler ulus-devlet aygıtıyla somutlaştığı gibi yok edildi. Burada başat rol oynayan kültürel soykırım gerçekleştirilir de. Bu anlamıyla ulus-devletin ontolo- politikaları olmuştur. jik olarak faşizmi içerdiği tespiti bu noktada temellenir. Varoluşsal olarak ulus-devlet tekçi ulusçuluğu dışında kalan tüm farklılıkların ya kültürel soykırım ile ya da Homojen ulusçuluk fiziki soykırım ile yok edilmesine dayanır. Kadının, esasında zihniyeti boşaltılmış farlı etnik ve dini-mezhepsel kültürel toplulukların iradesiz ve tabi kılınmış varlığına düşmandır ulus-devlet. Bu nedenle faşizmin toplumdur temel niteliklerinden biri olan düşmanlığı halklar ara- sında geliştirmek, onları savaştırmak temel çıkış nok- Faşizmin kitle temeli de ulus-devletle iç içe işleyen fa- talarından biridir. İnsanlık tarihindeki en vahşi savaş- şizmle oluşturulur. Homojen ulusçuluk esasında zihni- ların ulus-devletin kuruluş ve olgunluk dönemlerinde yeti boşaltılmış iradesiz ve tabi kılınmış toplumdur. H. yaşanması tesadüfi değildir. Arendt, otoriterizmin oluşturduğu topluma gereksiz Ontolojik olarak faşizm ulus-devletin kültürel ve fizi- kılınmış toplum der. Buna şunu da ekleyebiliriz: aynı ki soykırım niteliğiyle var olmuştur. Yerine göre ikisini zamanda değersiz kılınmış toplumdur da. “…Tıpkı bir iç içe, ayrı ayrı uygulamıştır. Ancak kültürel soykırım arı (yada eşek arısı) gibi, cam kafes içinde” döner, “uza- 13 faşist bir nitelik olarak daha sistemli bir şekilde kulla- ğı görebilir. Ama dışarı…” çıkamayan bir topluluk- nılmıştır. Faşizmde fiziki soykırım istisnai iken, kültü- tur. Yeryüzünde faşizmin kitle temeli böylesi bir top- rel soykırım kuraldır. Avrupa başta olmak üzere çok- lumsallıktır. Homojen ulusçuluğun öğütücü çarkından lu, farklı toplumsal yapıların ulus-devlet süreciyle tek geçirilip yabancılaştırılamayan birey ve toplumlar faşiz- tipleştirilmesi kültürel soykırımla mümkün olmuştur. min hizmetine giremezler. Faşizm gereksiz ve değersiz Homojen ulusçuluk fiziki soykırımla inşa edilemez. kılınmış, ulus-devletin cam kafesine sıkıştırılmış top- Faşizm üzerine geliştirilen tanımlamaların gör(e)me- lumla ancak sıradanlaştırılabilir. V. Grossman, faşizmin diği nokta burasıdır. Ulus-devletin, dolayısıyla faşiz- kitle temelini çözümlerken, “Faşizmin hizmetinde bu- min amacı uzun vadede farklı toplumsal kesimlerin lunan insan ruhu, uğursuz ve ölüm saçan köleliğin tek varlıklarını, kimliklerini, toplumsal dağlarını ve tüm ve gerçek iyilik olduğunu ilan eder.(…) Totaliter devletin maddi-manevi değerlerini terk ve inkar ederek egemen zorbalığı o kadar büyük ki bir araç olmaktan çıkar, mis- 14 tekçi ulusçuluğa dahil olmalarını sağlamaktır. Fiziki tik, dinsel bir hayranlık konusu haline dönüşür” der. Bu soykırım bu faşist uygulamalara karşı direnen unsurla- temelde faşizmin hizmetine koşulan birey ve toplum rın tasfiye edilmesi amacıyla devreye konulur. Avrupa çifte uygulamanın öznesi ve nesnesi olur. Bir taraftan başta olmak üzere ulus-devletin geliştirildiği her yerde ulus-devletin, faşizmin kurbanı olurken, öte yandan faşizm böyle gelişmiştir. Bu nedenle faşizmi salt Hitler, da başkalarına karşı ulus-devletin, faşizmin terör uy- Mussolini, Franco gibi kişilerin dönemleriyle sınırlı ele gulamalarının uygulayıcısı olur. Homojen-tek tipleşti- almak büyük bir hatadır. Murray Bookchin, “ulus-dev- rilerek sıradanlaştırılan toplum ve her tür kötülüğün let kurmak demek, başta ordu ve polis formunda olmak öznesi olur. “Kötünün en iyi dostu sıradanlıktır. Sıra- 15 üzere örgütlü şiddet tekelini icra eden merkezileşmiş, danlıksa alışılmış olanı nihai hizmet yerine koyar.” profesyonel bürokratik bir aygıt dahilinde yetkilerle Öte yandan ulus-devlet homojenliği, tekçiliği pe- donatılmış iktidar demektir.”12 diyor. Dolayısıyla esa- kiştirmek için sürekli korku ve güvensizlik üretir. sında Hitler, Mussolini ve Franco faşizmi yoktan icat etmediler. Zaten var olan, geliştirilmiş faşizmi en uç 13 E. Morin-S. Amin, Bir Uygarlık Siyaseti, s. 268. 14 Vasili Grossman, Yaşam ve Yazgı I, s.290. 12 M. Bookchin, Geleceğin Devrimi, s. 171. 15 Z. Bauman, Siyaset Arayışı, s.16. 27 Kadına, farklı etnik, dini ve mezhepsel kültürel toplumlara karşı süreklileştirilmiş bir korku ve güvensizlik siyasetini esas alır. Faşizm bu korku ve güvensizlik siyasetiyle işlevsel kılınır. Korku ve güvensizlik siyaseti salt düşman olarak hedef gösterilen kesimi hedeflemez. En az onun kadar, hatta ondan fazla kendisine tabi kılıp kitle te- meli haline getirdiği toplumu hedefler. Zihniyeti boşaltılmış, iradesiz; gereksiz ve değersiz kıldığı topluma şunu söyler: dünyadaki mevcudiyet gü- vende değildir. Ancak ileri sürdüğüm tedbirlerle ve bana bağlı kalarak mevcudiyetini güvenceye alabilirsin! Bu temelde kitle temelini hem itaa- te ikna eder hem de düşman olarak tanımladığı farklı etnik, dini ve mezhepsel kültürel topluma karşı harekete geçirir. Bu bağlamda ulus-devle- tin, dolayısıyla faşizmin kitle temeliyle kurduğu bağ, iletişim veya diyalog korku siyasetidir. Elbette faşizm kaçınılmaz değildir. Ancak ulus-devletle geliştirilen bir olgudur da. Öyle ki kapitalist modernite dönemini boydan boya sa- ran bir hastalık olarak zihinlere günlük yaşama sirayet etmiştir. Ulus-devlet ve faşizm afazi hasta- lığına benzetilebilir. Afazi hastalığı bir beyin has- talığıdır. Konuşma yitimi, sözcükleri anlama ve kullanma yetisinin kısmi kaybıdır. Bu hastalığa yakalananlar konuşma-anlama bozukluğu yaşar- lar. Dıştan gelen kodları, sesleri düşünemezler. Çevrede olup bitenler onda hiçbir şey uyandır- maz. Bir bellek kaybıdır afazi. Beyin hiçbir şeyi kaydetmez. Ancak öte yandan afazi hastalığı bir çocuğa her şeyin öğretilmesi gibi bir süreçle de sağaltıla- bilir. Tam da bu noktada afazi hastalığı olarak ulus-devlet, dolayısıyla faşizmin sağaltıcısı de- mokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradig- madır. Demokratik modernite devriminin ger- çekleştirileceği zihniyet devrimiyle ulus-devlet ve bağlantılı olarak faşizm aşılabilir.

28 Faşizm Hayatta ve İyi!

Saladdin Ahmed

I. işaret eder. Bir ideolojinin işaret ettiği noktaya bakarsa- 20. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkmasından bu yana, nız, hilesi size de etki eder. faşizm Ortadoğu’da hep belirgin olarak kaldı. İran Patolojik olsa bile norm, doğallaştırılmıştır. Adlandı- milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği ve Arap milliyetçiliği, rılmış, sorunsallaştırılmış ve üzerinde durulmuş olan islam ve içindeki bütün formlarıyla birlikte, faşizmin anormal, istisnai ve yabancıdır. Hakim ideoloji hiç tamamen normalize edildiği ideolojik bir manzara bir şeyi isimlendirmekten çekinmez. Ama, tabii ki, oluşturdular. Tabii ki, bir rejimden diğerine önemli tam olarak diğer ideolojiler arasında sınıflandırılmak ölçüde farklılıklar vardır, Fakat kesinlikle faşizme ge- istemez. Çünkü meşruluğu metafiziksel üstünlüğe lince ortaktırlar. Bir faşist liderin putlaştırılması, ulus dayalıdır. Doğruyu görmek için bir yol, yorumlamak adına şiddetin yüceltilmesi, çeşitliliğe karşı ulusal birli- için ise birçok yol vardır. İnanmamız istenir; böylece, ğin önceliklendirilmesi, azınlıkların şeytanlaştırılması, ideoloji gerçeği sadece görünür kılar. Politik ve ahlaki bireysel özgürlüklerin bastırılması, ulusal kurban hissi- yargıları mantıksal olarak takip eder. Örneğin ırkçılar nin yaygınlaştırılması, komplo teorilerinin sürekli üre- - hükümet gruplarının çıkarlarını meşrulaştırmak için tilmesi, Ortadoğu ülkelerinde yaygın olan faşist özel- icat edilen tamamen kusurlu olanları bile - ırkçılığın liklere örnektir. Avrupalı muadillerinden farklı olarak, bir ideoloji olduğu gerçeğinden habersizdirler. Irkçılar Ortadoğu’daki faşistlerin saldırgan söylemlerini yumu- için, ırkçılığa ses vermek basitçe gerçeği konuşmaktır. şatmasına gerek yoktu. Bundan dolayı, bu makalede, Aynı durum, cinsiyet ayrımcılığı konusundaki algıla- faşizm kelimesini kolayca neo-faşizme atıfta bulunarak malarında cinsiyetçiler için de geçerlidir. Irkçıların bir kullanmıyorum; daha çok, farklı dış görünüşleri altın- diğer ortak şikâyeti, bazı azınlık üyelerinin, çoğunluk da Mussolini İtalyası ve Hitler Almanyasında olduğu üyelerinin eylemlerini alışkanlıkla ırkçı olarak yaftala- gibi, faşizmden en söylemsel kaba ve fiziki şiddetli for- masıdır. Cinsiyetçiler, aynı şekilde, feministlerin her muyla bahsediyorum. şeyi cinsiyetçi gördüğünden şikayet ederler. Bu itiraza Eğer ideoloji eleştirisinden öğrenmemiz gereken bir tepki olarak ırkçı ve cinsiyetçilerin duyması gereken şey varsa, bu ideolojinin kendini ideoloji yani, dünya- kritik yanıt: “Evet söylediğiniz her şey ırkçı/cinsiyet- yı kavramanın bir yolu olarak göstermediği gerçeğidir. çi! Miras aldığınız değer sisteminin arkasındaki tarihin Aslında, takipçileri ilgili olduğu ölçüde kendini hiçbir tamamı ırkçılık ve cinsiyetçilik” biçimindedir. Benzer şekilde göstermez. Sadece, hakikati, yani inanmamızı şekilde, Solcular uzun zamandır dikkatsizce etrafa “fa- istediği gerçekliği, tanımlar gibi görünür. Biri, bir kez şist” sözcüğünü savurmakla suçlanmaktadır. Suçlayan- hakikatin faşist versiyonunu benimsediğinde o kişi için lar, faşizmin gerçekten de çevremizde olduğunu fark anlam ifade eden tek şey faşist eylemdir. Günümüzün etmiyor; hatta Marksizm veya feminizmden ödünç hakim ideolojileri epistemolojinin cesedi üzerine di- alınan yüzeysel retorikle kendini solcu ilan edenler bile kilir ve metafizikal alanlardaki parlak başlangıçlarına kendi faşizm biçimlerine düşebilirler. Tıpkı kendini 29 solcu ilan etmiş Mustafa Kemal Atatürk’e hayran ya da aynı zamanda Asuriler, Yunanlılar ve daha sonra Kürt- islami, feminist ve nasyonal sosyalistler gibi. ler- Batılı demokrasilerin diplomatik hesaplamalarına İkinci Dünya Savaşı’na liderlik edilen yirmi yılda, Av- hiç yer edinmemişlerdir. Fransız Ulusal Cephesi ile rupa faşistleri faşizm terimini benimsedi, ve daha sonra Avusturya Özgürlük Partisi’nin yükselişi, anlaşılır bir popülerlikten düşen terim haklı olarak yavaş yavaş kü- biçimde Avrupa genelinde paniğe sebep oldu. Türkiye, çümseyici bir terim haline geldi. Faşist dönemin zir- Avrupa ve ABD için vazgeçilmez bir müttefik olmaya vesindeyken bile, Japonya'da olduğu gibi, Avrupa'nın devam etmektedir. Bu çelişkinin altındaki söylenme- dışındaki faşistlerin çoğu, kendilerini asla böyle ta- miş oryantalist ön yargı, Müslüman bir toplum için nımlamazlar. Bununla birlikte bu, siyasi kuramcıların Türk modelinin iyi olduğudur. Elbette, geçen yüzyıl 1930'ların Japon rejimini faşist ilan etmelerini engelle- boyunca Batılı suç ortaklığı sadece Türk faşizmini daha medi. Ortadoğu'daki egemen ideolojiler aynı düzeyde da meşrulaştırıp normalleştirmeye hizmet etti. faşisttir. Irkçıdırlar, ultra milliyetçi, püriten, şovenist, totaliter, anti-bireyci, anti liberal, anti-komünist, an- Geçen yüzyıl boyunca Batılı ti-semitist, sert, yayılmacı, irrasyonel, dışlayıcı ve apo- kaliptiktirler. Savaşı yüceltir, kitlelere hitap etmek için suç ortaklığı sadece popülizme güvenir, ulus mitini canlandırırlar; ötekiyi Türk faşizmini daha da öcü yapar, mitleri ve mistisizmi yaygınlaştırır, Führer/ meşrulaştırıp Deuce’u putlaştırırlar. Sürekli olarak komplo kuran normalleştirmeye hizmet etti düşman imajı üretirler ve iç düşmanları kökünden kazımak ve dış düşmanları yenmek için bütün grup- lar arasında ulusal bir birliğe ihtiyaç duyarak kurban İkinci tarihsel gerçek, Avrupa faşizminin 1930’lu ve ederler. Ortadoğu’daki kitleler ve seçkinler arasındaki 1940’lı yıllarda Arap milliyetçileriyle İslamcı seçkinler faşizmin ezici egemenliği nedeniyle, bu sorunsallaştı- tarafından yaygın bir şekilde benimsenmesidir. Dahası, rılmamış ya da eleştirilmemiştir. Faşist İtalya ve Nazi Almanyası'nın düşüşü Arap İslam- cı faşizmini azaltmaya yaramadı. Arap dünyasında Na- zizm ile İslamcı ve Arap ittifakından henüz vazgeçilmiş II. değil ve bölgedeki hakim olan siyasi ve dini söylemle- Herhangi biri yukarıdaki iddiamı çok spekülatif bula- rin bir gözlemcisince açıkça görüldüğü üzere anti-se- bilir, faşizmin hangi derecede kökleştiğini vurgulamak mitizm 1940’lardan beri tartışmasız olarak arttı. Arap ve bölgedeki belirginliğini korumak için iki önemli milliyetçiliğinin kurucularından biri olan Sati Al-Hus- tarihi gerçeğe değineceğim. Birincisi şu ki; Stefan Ih- ri, özellikle eğitim sistemlerinin faşist reformunda Suri- rig’in kapsamlı ve titiz tarih araştırmaları (2014) ile ye ve Irak'taki Arap milliyetçiliğini geliştirmek için Jön gösterdiği gibi Alman faşizmi doğrudan Kemalizm’den Türklerin ideolojisinden çok iyi bir şekilde yararlandı.. esinlenmiştir. Türk faşizmi, soykırım kampanyalarını Cemal Abdül Nasır ve Baasçılığın kurucuları, El-Husri Nazizm Almanya’da popüler hale gelmeden çok önce sonrası yeni nesil Arap milliyetçileriydi. Meşhur Nasır yapmış ve bu, faşist söylemin Türkiye’nin siyasi ala- yönetimi altında Mısır, Nazi yetkililerini ayakta tut- nındaki kalıcı gücünün, Nazizm ve diğer Avrupa faşist mak için iyi bir sığınak oldu. rejimlerini büyük ölçüde geride bıraktığını gösteriyor. Nazizmden farklı olarak, Türk faşizmi, Batı demokra- Del Boca ve Giovanna’nın açıklamalarına göre, Mı- silerinden neredeyse kesintisiz olarak destek almaya de- sır’a gelen birçok Nazi yetkilisine hükümette prestijli vam etti. Batı, liberal Avrupa ortamının aksine İslamcı ve etkili konumlar verildi (1970). En önemlisi, Nasır Ortadoğu zeminine karşı Kemalizmi izleme eğilimin- Hitlerden daha iyi bir lider yaptığını düşündüğü bü- deydi. Bu açıdan bakıldığında, ideolojik olarak önemli yük Nazi ideologu ve propagandacı Johann von Leers’i olan şey, Kemalizm'in hem laik, hem de Batı yanlısı ol- kendi danışmanı olarak seçti. Fransız neo-faşist Mau- masıdır. Türk olmayan Anadolu halklarına karşı devam rice Bardéche, Nasır'ın faşizmine övgüde bulunurken eden soykırım kampanyaları- en önemlisi Ermeniler, şöyle yazıyordu: 30 Nasır ve arkadaşları, faşist mistisizmin tümünün İslam'da, varlık olarak kabul edilen faşist bir figürün varlığıdır. daha kapsamlı anlamda kültürlerinde bulunduğunu keşfet- Ulusun olmayı istediği her şeyi sembolize ettiği için ti. Yani bu onların ilham kaynağı değil, bilakis doğaları ve bu lidere hakaret etmek küfür seviyesinde ciddi bir suç içgüdüleriyle çok yakından uyumlu olan bir şeydir… Hit- olarak kabul edilir. O öğretmen, baba, lider, filozof ler Almancılığı kadar benzersiz olsa da, Nasır’ın haçlı seferi, ve elbette kahramandır. Sosyal alanın merkezlerinin Nasyonal Sosyalizm gibi, bir ulusun insanlarıyla sınırlıdır. birçoğunda yer alan görüntüleri ve heykelleri yoluyla Fakat coğrafi konumu ve ortaya çıkış zamanı ona en büyük ulustaki herkese gözünü diker. Ulusun refah ve özgür- önemi veriyor. Bütün mistisizmler arasında kalıcı sonuç- lüğe kavuşması, altyapıyı inşa eden, çiftçilik yapan, larından ötürü tarihe en derin izi bırakması muhtemeldir sokakları temizleyenler sayesinde değil, O’nun sayesin- (Del Boca ve Giovana’dan alıntı, 1970, 401-2). dedir. O, doğuştan ulusu özgür ve güçlü yapmak gibi bir misyonla yazgılıdır. hataların veya kötülüklerin üs- Suriye ve Irak'ta Nassırcılığın rakipleri Baasçılardı. Na- tünde ve ötesindedir. sır'ın Arap Sosyalist Birliği ve Arap Sosyalist Baas Partisi, yalnızca propagandalarında değil, Alman Nasyonal Sosya- list modeline dayanmaktaydılar (Baasçılar tarafından hala Ortadoğu faşizminin tipik Goebbel’den alıntı yapılır). Anti-semitik söylemlerinde de, ulusun görkemini yeniden kurmak için kurtarıcı olarak li- özelliği, daima ilahi bir varlık derin tasvirleri ve elbette ulusal saflık ve milliyetçi kriterleri olarak kabul edilen faşist bir yerine getirmeyi başaramayan herkes için “nihai çözüm” figürün varlığıdır çağrıları yer alır. Aslında, siyasi muhaliflere yönelik topla- ma kampları, sığınmacı ve azınlıklar dikkati Nasır’ın Mısı- rından Baasçı rejimlere, Saddam Hüseyin'in Irak’ına çekti. Faşist lider, kuvveti sembolize eder ve güçle özdeş- İkinci rejim, Nazilerin ötesine geçen toplama kamplarının leşmek ve marjinal olana kızgınlık duymak sadoma- mühendisliğini mükemmelleştirdi ve iktidardaki ilk on yılı zoşistik kişiliklerin tipik bir örneğidir. Bu, uzun süre içinde en az 250.000 Kürdün izini tamamen sildi. Bugüne aşağılanma ve bastırılma nedeniyle yüksek düzeyde be- kadar, bu toplama kamplarından hiçbirinin tek bir resmi lirlenen bozuk bir kişiliktir. Faşist toplumlarda, zorun bulunamadı ve hiçbir eski Baasçı asker, bu kadar çok insanı uygulanması, aile ve okul da dahil olmak üzere tüm yok etmek için kullanılan yöntemler hakkında herhangi bir sosyal kurumların merkezindedir. Ezilmiş ve bozulmuş bilgi açıklamadı. olan kitlesel birey, iktidarı her şey için büyülü bir kur- tuluş olarak görür. Fakat her şeyden önce kendi gü- 1970’lerin sonu ile 1980’lerin başlarına kadar komünist- cünü önemsemekten alıkoymanın başlıca yolu iktidar- lerin popülaritesinin azalmasıyla birlikte, Nasırcılık ve Ba- dır. Faşist hareket kitlesel bireylere coşkusal deneyim asçılığın en popüler rakipleri Sünni çoğunlukta olan Arap ve amaç duyusu kazandırmak için çabalar. Bu güç ve ülkelerindeki Müslüman Kardeşler ve Irak’taki Şii İslamcı- amaca uygunluğu özellikle cazip kılan şey, lider tara- lığı gibi İslami akımlardı. Müslüman Kardeşler her zaman fından ifade edilen faşist öğretinin, mistisizmin unsur- kesinlikle faşist bir hareket olmuştur. Mesela politik yapısı- larıyla son derece basit olmasıdır. Hem Mussolini hem nın tepesindeki Hitlere dönüşen Murşid’dir. Nasırcılık ve Hitler’in iyi bildiği gibi “ulusun ruhu” ya da “ulusun Baasçılık antisemitizm ve azınlık haklarının reddine ilişkin büyüklüğü” gibi kavramlar, mantıksız insani güdüleri tavizsizlik gibi özellikleri paylaşırlar. Bununla birlikte, Müs- harekete geçirmek için tasarlanmış bir efsaneden başka lüman Kardeşler, tüm İslamcı hareketler gibi, Şeriat'a uydu- bir şey değildir. Bu nedenle, en ufak provokasyona ge- ğu için bireysel hakları bastırma konusunda daha kısıtlayı- nellikle liderlik ve faşist propaganda makinesi tarafın- cıdır. İran ve Irak'tan Lübnan’a kadar Şii İslamcılık, faşizm dan sağlanan şiddetli bir hareketle saldırırlar. ilkeleriyle Sünni İslamcılıktan farklı değildir. Son 100 yılda Ortadoğu’da az ya da çok devam eden kriz zamanlarında, kitlelerin istikrar anlayışı, ailedeki III. herkesi disipline edebilecek güçlü patriyarkın, güçlü Ortadoğu faşizminin tipik özelliği, daima ilahi bir lider nosyonuna, derinden bağlıdır. Faşist liderler, aşırı 31 güç kullanabilen baba rolü oynamakla kalmayıp, aynı za- azınlıklara yüklediğinde, bu yalnızca onların iyiliği için- manda ailedeki herkesin birliği ve istikrarı için üstünlük dir. Maalesef bu düşünce tarzı, Ortadoğu'da azınlıklara kurarlar. Tıpkı Tanrı gibi lider de acımasız ve merhamet- nasıl muamele edildiğinin bir göstergesidir. Görkemli lidir. Çok şiddetli olduğunda bu, en iyisini bildiği içindir. ulusu devirmek için komplo kurmadıklarını göstermek Lider bir şey açıklamak zorunda değildir, çünkü bilgeliği ya da sadece yaşama hakkını hak ettiklerini ispatlamak halkın anlayışının ötesinde ve yargısı tabii ki güvenilirdir. için şartsız baskıyı kabullenmesi beklenir. Sanki azınlığın Faşist liderin entelektüel yoksullaşması göz önüne alın- yaşamdaki tek görevi, çoğunluğun güvenini kazanmaya dığında, bu düzenleme mükemmel bir şekilde işe yarar. çalışmakmış gibi. Ancak, bir azınlık üyesi tarafından ya- Liderin gücü, fiziksel güç manipülasyonunda ve konuş- pılan “kötü” bir eylemin tüm azınlık grubunun temsilcisi tuğu zaman ifadeleri kitlesel birey için kolayca kotarılabi- sayılması nedeniyle, faşist çoğunluğun belirli azınlıklara lir ve ilişkilendirilebilir. Zamanla ve içten içe bir iç çevre gerçekten güvenmesi neredeyse imkansızdır. Bir azınlık ile çevrili olan lider bir çeşit ilahi varlık olduğu yalanına grubunun tüm üyelerinin aynı “zararsız” şekilde hareket inanmaya başlar. Bu da ona her şey hakkında konuşma etmesi sosyolojik olarak imkânsız olduğu için, çoğunlu- konusunda kendine güven verir. Kitlesel birey, bu geliş- ğun güven kazanma koşullarını karşılamak imkansızdır. meyi liderin inanılmaz derecede alçak gönüllülüğü olarak Çoğunluk-azınlık ilişkisi, en patriyarkal ailelerin karı-ko- okurken, herkesi ilgilendiren konular hakkında meşgul ca ilişkisine çok benzemektedir. Ortadoğu faşizminin ti- olmak istediği ölçüde okur. Bununla birlikte, her şey pik özelliği, faşist liderlerin genellikle azınlıkları rahatlat- hakkında konuşma alışkanlığı aslında totaliterdir. Gio- mak için ailevi duyguları uyandırmaya çalışmasıdır. Yine, vanni Gentile’in söylediği gibi, faşizm “total bir yaşam ataerkil toplumlarda aile, ezilmenin odağıdır. Devlet fa- anlayışı”dır (1995: 54). Lider, ilahi cisimleşmesi olarak bilimin yanı sıra sosyal hayatın her alanında otoriteye dö- şizmini ailenin faşist dinamiklerinin daha geniş bir gelişi- nüşür. Kişisel hijyenden ve yeme alışkanlıklarından giysi mi olarak görmek daha mantıklı olacaktır. Irak’taki Arap seçimlerine, çocuk yetiştirmeye, eğitim, ahlak ve tıp ko- elitlerinin Kürdistan’ı tekrar tekrar ayrılmaya çalışan eşe nularına kadar her şey hakkında karar verebilir. Örneğin, (Arap Irak) benzeterek Güney Kürdistan’daki bağımsızlık Saddam Hüseyin’in, bütün kadınlara günde iki kez duş çağrılarına tepki göstermeleri bunun bir örneğidir. Kürt- yapmaları gerektiğini söyleme konusunda herhangi bir lerin Iraklı Araplar tarafından nasıl görüldüğünü vurgula- çekincesi yoktu. Aynı konuşmada, emperyalizm, ulusun yan bu analoji başka bir deyişle ifade edilmemiştir. Tıpkı düşmanları ve devrimin ulus için sağladığı muhteşem ataerkil bir toplumdaki eşin sürekli olarak sömürülmesi gelecek hakkında da açıklamalar yapardı. Sarf ettiği her ve istismar edilmesi gibi kocasının yetkisini tam olarak sözcük medyada kutsal metin olarak bildirilecekti. Aynı kabul etmesi, Ortadoğu’daki Kürtlerin ve diğer azınlıkla- şekilde Humeyni, onun fetvalarının bir koleksiyonu olan rın faşist rejimin darbesine şikayet etmeksizin katlanması ve dini olarak milyonlarca sadık kitle tarafından takip beklenmektedir. edilen Küçük Yeşil Kitap’ta, kesintisiz bir şekilde kendini İngilizce'den Çeviren: Diyadin Dargın arıtmanın ve temizlemenin doğru yolu için ayrıntılı tali- matlar sunar (Humeyni, 1985: 21). Kaynakça

Gentile, G. (1995) “Fascism as a Total Conception of Life,” in IV. Fascism. Ed. Roger Griffin. Oxford: Oxford University Press.

Fiziksel eliminasyon anlamına gelse bile, faşizmde Öteki, Ihring, S. (2014) Attatürk in the Nazi Imagination. Cambridge, etkisizleştirilmesi gereken bir engel olarak görülür. Faşist Massachusetts: The Belknap Press of Harvard University. çoğunluğun dili, kültürü, ideolojisi ve değerleri elbette Khomeini, A. M. (1985) The Little Green Book: Selected Fa- doğal ve evrensel olarak görülür. En azından faşist milli- tawah and Saying of the Ayatollah Mosavi Khomeini. Trans. yetçilerin iddia ettiği coğrafi sınırlar içinde. Tam tersine Harold Salemson. New York: Bantam Books. Ötekileştirilmiş azınlığın dili, kültürü ve kimliği mez- hepsel, kabilesel, geri, tuhaf, irrasyonel, ilkel vb. olarak Del Boca, A. and Giovana, Mar. (1970) Fascism Today: A Wor- görülür. Bu nedenle, faşist çoğunluk dilini ve değerlerini ld Survey. Trans. R. H. Boothroyd. London: Heinemann. 32 Faşizm, Devletleşmiş Halk Diktatörlüğüdür

Mehmet Erdem

Özne, etkinliğinin söylemi içinden kendini üretir. kurucu bir güce dönüştürememektedir. Bu soyutlama, Türkiye devrimci hareketinin kendini ürettiği iki ana anti-emperyalizm, anti-faşizm ve sınıf söylemlerinin söylemin anti-emperyalizm ve anti-faşizm olduğunu devrimci niteliklerini yitirdikleri anlamına asla gel- söylemek yanlış olmayacaktır. Anti-emperyalizm ‘ulus’ memekte; fakat bu kavramların devrimci niteliklerini kavramını, anti-faşizm ise ‘halk’ kavramını öne çıkarır. güncellemek için sol üzerine yeniden düşünmeye ihti- Bu yüzden sol için devrim, ‘anti’ye dayalı ‘ulus’ ve ‘halk’ yaç olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. kavramlarına dayanır. Bu bakış açısının ürettiği kurucu Devrim kavramı, modernist solun genel zekâsında dev- güç, ‘ulus-devlet’tir. Bu söyleme göre yıkıcı devrimin rimciliğini yitirmiştir ve devrim kavramının yeniden kurucu devrimci gücü ‘parti’ ve ‘devlet’tir. devrimcileştirilmeye ihtiyacı vardır. Bu yüzden devrim- Solun teorisinde ve pratiğinde anti-kapitalist gelenek ciliğini yitirmiş devrim kavramı üzerine düşünmemiz ve birikim yoktur; anti-kapitalizm üzerine düşünme gerekiyor. Zira devrim ancak devrimciliğiyle kurucu solun gündemine son 20 ya da 25 yılda girmiştir. Do- bir güçtür. Bu bağlamda yıkıcılığa dayalı kurucu dev- layısıyla ‘sınıf’ kavramı, Türkiye solu için önemli bir rim fikri devrimciliğini yitirmiştir, ancak kuruculuğa kavram olmasına karşın bir ‘idea’ olarak ideolojik bo- dayalı yıkıcı bir devrim fikri devrim kavramını devrim- yutta kalmıştır. Türkiye’de Avrupa’da olduğu gibi köklü cileştirebilir. ve geleneksel bir sendikal ve siyasal işçi sınıfı hareketin- 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar anti-emperyalizm den ve böyle bir hareketten beslenen sol sosyolojik bir ve anti-faşizm söylemi yıkıcılığa dayalı kurucu bir iş- gelenekten de bahsetmek mümkün değildir. Türkiye lev gördü. Bu dönem, ulus, halk ve sınıf kavramları- devrimci hareketi, tarihsel kök, toplumsal ve sosyolojik na temellenen devrim kavramının devrimleştirildiği güç olarak, kadın hareketinden, Alevilere dayalı mahal- önemli bir tarihsel süreçti. Bu dönemde ‘anti’ye daya- le ve gençliğe dayalı üniversite hareketinden beslenmiş- lı yıkıcılığın kurucu gücü, siyasal bağımsızlık temelli tir. Günümüzde kadın hareketi hariç, üniversite ve ma- ‘ulus-devlet’ ve faşizme karşı ‘siyasal demokrasi’ idi. halle hareketinin etkisizleştiğini göz önüne aldığımızda Politik pratiği devrimcileştiren ise burjuva özlü sorun- solun beslendiği toplumsal ‘kurucu bir güc’ün yokluğu lardı. Emperyalizm ile ulus, faşizm ile halk ve sermaye üzerine düşünmek gerekiyor. ile ücretli emek arasında her zaman bir kılıç mesafesi, Bizi böyle bir düşünmeye davet edecek sorunsallaş- uzlaşmaz bir çelişki ya da suni bir denge olduğu düşü- tırmalara ihtiyacımız var. Söylem bedenin ifadesidir. nüldü. Ulus, halk ve sınıf kavramlarının aynı zamanda Bir pratik, harekete dönüştüğünde bedenleşebilir. An- emperyalizm, faşizm, sermaye ve devlet kavramlarını ti-emperyalizm, anti-faşizm ve sınıf söylemi pratiğe, da ürettiği hiç düşünülmedi. Demokrasi kavramı, bir devlet biçimi olarak siyasal demokrasi ile sınırlı bir dü- toplumsal hareket ve bedene dönüşememektedir. Ya da şünme biçimi içinde kaldı. toplumsal bir pratik, bir hareket ve bir beden anti-em- peryalizm, anti-faşizm ve sınıf söylemlerini devrimci Ulus, halk ve sınıf kavramları artık ‘yıkıcılığa dayalı ku- 33 ruculuk’ fikrinin politik pratiği içinde devrimci işlevleri- Faşizm, Devletleşmiş Halk Diktatörlüğüdür ni yitirmiş görünüyor. Bu kavramlar, ‘kuruculuğa içkin Faşizm üzerine Marksist gelenek önemli çalışmalar yıkıcılık’ düşüncesinin etik-politikliği içinden yeniden yapmıştır. Bu Marksist çalışmalar, faşizm üzerine tar- devrimcileşecektir. Devrim, yalnızca siyasal iktidarın tışmalarda etkin entelektüel bir güce de sahiptir ve ele geçirilmesi ile değil pratiğe içkin toplumsal gücün kendi içinde farklılıklar taşımasına rağmen faşizme etik-politik olarak kurulması ile mümkündür. Siyasal dair Marksist çalışmalarda genel eğilim, Dimitrov’un devrim toplumsal devrime içkinleşmiştir. Politik olanın komünist enternasyonalin 1935 yılında yapılan kong- sosyolojisi ve devrimin biyo-politik öznelliği, politik ola- resine sunulan ana rapordaki faşizm tanımına sadık rak kurulacaktır. Kapitalist modernite karşısında kuru- kalmıştır. culuk, demokratik moderniteye içkin özgürlük sosyolo- jisinin kurulmasıyla mümkündür. Dolayısıyla kapitaliz- Bahsedilen rapora göre faşizm, finans kapitalin açık min kurduğu ‘ulus’ kavramından özgürlük sosyolojisinin terörist diktatörlüğüdür. Bu tanım, faşizmi bir devlet kurduğu etik-politik ‘demokratik toplum’ kavramına biçimi olarak sınırlamıştır. ‘Halk’ ve ‘işçi sınıfı’ kav- geçmiş bulunuyoruz. Yaşamı devrimcileştiren yalnızca ramı, devlet biçimi olan faşizm karşısında her zaman toplumsal çelişkiler değil, kuruculuğa içkin kurulan an- mesafesini ve ezilenler ve sömürülenler olarak masu- tagonizmalardır. Böyle bir düzlemde demokrasi kavra- miyetini korumuştur. Felsefi düzlemde düşünürsek mının kurucu felsefesi değişmiş, demokrasi kavramı bir ‘halk’ ve ‘sınıf’ kendinde ‘iyi’dir. Buradan bakıldığında, devlet biçimi olarak üst yapı kavramı olmaktan çıkmış- faşizm demagojiye ve yalana dayalıdır, yani halk ve sı- tır. Böylece demokrasi, devleti tasfiye eden komünalist nıf kandırılmıştır. Kendinde iyi ve hatta devrimci olan bir toplumsal alt yapı kavramı haline gelmiştir. Politik fakat kandırılan halk ve sınıf, ‘kendisi için’ varlığa dö- olan bağlamında kurucu güç, aşkın iktidar potestas ve nüşsün diye bilinçlendirilmelidir. Kendinde varlık ile devlet değil, tam tersi toplumsallığa içkin potentia ve kendisi için varlık arasında her zaman bir çelişki, bilinç politeia’dır. Ekonomik-demokratik mücadelelerin kuru- bağlamında bir dolayım vardır. Parti, sınıfsal kimlik- mu sendikalar ve akademik demokratik mücadelelerin lerini reddetmiş komünist kadrolardan oluşmuştur ve kurumları dernekler, yerini demokratik özerkliğe dayalı sınıfsızlaşmış kadrolar tarafından sınıfa dışarıdan bilinç öz-örgütlenmeler ve öz savunma demokrasisine bırak- aktarım esprisi her zaman olduğu gibi yine devrededir. mıştır. Devlet, toplumsal sermaye birikiminin yaratmış Güç ilişkileri arasında sağa sola çekiştirilen kendinde olduğu zenginliğine bağlı olarak sönümlenmeyecek, iyi ve devrimci olan fakat uyutulan, kandırılan bir halk aksine toplumsal demokrasinin zenginliğine ve sürekli ve sınıf vardır. Sonuç olarak sosyalistler, faşizmin bir devrimciliğine bağlı çözülüp çökecektir. Kurucu olan, parti örgütlenmesine dayalı ideolojik, politik ve top- parti ve devlet değil, toplumsal demokrasinin öz-örgüt- lumsal bir halk hareketi, bir öznellik üretimi olduğu lenmeleridir. Devlet asla devrimci olmaz, toplumsal olan gerçeğini göz ardı etmişlerdir. devrimcidir. “Bilinç varlığı değil varlık bilinci belirler.” ifadesi Hegel metafiziğini yıkan en önemli materyalist bir darbedir. Söylem bedenin ifadesidir. Fakat bu materyalist darbe Hegel’in dolayım diyalektiği Bir pratik, harekete üzerinden yeniden çalıştırılmıştır. Ezilenlerin ve sömü- rülenlerin varlığı kendinde devrimcidir; ancak varoluş dönüştüğünde bedenleşebilir diyalektiğinin yabancılaşmasından geçerek kendisi için varlığa bilinç dolayımı ile geçecektir. Halk ve sınıfın Önümüzdeki dönemin en önemli devrimci söylemi devrimci varlıkları yabancılaşma içindedir, zira yanlış demokrasi ve anti-faşizm olacaktır. Çok geç de olsa bilinç olan ideoloji ile bilinçleri çarpıtılmıştır. Ama ide- faşizm üzerine yeniden düşünmek önemli bir kurucu- oloji ile kandırıldıkları için kendinde devrimciliklerine luğu üstlenecektir. Artık sosyalistler, demokrasi kavra- de halel gelmez. Bu yabancılaşma içindeki kendinde mını tarihsel süreçte bir araç, geçici bir süreç olarak devrimci sınıfsal varlık, bilinç cephanesi partinin var- değil ontolojik bir kurucu güç düzleminde sonsuz bir lığına rağmen bir türlü devrimci bilince ulaşamaz. Bir pratik ve komünalizm olarak düşünmelidir. yabancılaştırma illüzyonu içinde halk ve sınıf ezilmekte 34 ve sömürülmektedir. Masum halk ve sınıf, yanlış bi- rılı balta”ya verilen addır; birlikten doğan şiddet, güç linçle faşizmi arzulayarak ürettiğinde kendisi için varlık ve ‘sıkı grup’, ‘çete’ anlamlarına gelmektedir. Faşizm olamadığı için sınıf çıkarlarına ters düşmekte, kendine denildiğinde akla Almanya gelmesine rağmen faşizmin sürekli ihanet etmektedir. anayurdu İtalya’dır. Mussolini yani ‘Duçe’, eski bir ko- münist parti kadrosudur. En önemli toplumsal desteği sendikalar olan İtalyan faşizmi, devrimci sendikacılık- Komünalizm sınıflaşmaya tan ulusal sendikacılığa ve oradan faşist sendikacılığa karşı sınıfsızlaşmanın ve evirilmiştir. Alman Nasyonal Sosyalist Parti’nin tam çokluğun politik olanıdır ismi “Nasyonal Sosyalist İşçi Parti”sidir. Bunlar kan- dırmak için söylenen yalanlar ve uydurulmuş şeyler değildir. Ulusal sosyalist işçi partisi!... Ulusal, sosyalist, Bilinç varlığı değil varlık bilinci belirler soyutlaması, işçi, parti, lider ve devlet söylemi faşist bedenin kurucu Hegel’in bilinç dolayım diyalektiğinin köklü redde- değerleridir. dilişidir. Varlık, varoluşa içkindir, varoluşun dışında bir varlık yoktur ve varlık ancak varoluşunda özne- Faşizmin, 19. yüzyıl sonuyla başlayan, I. ve II. Dünya dir. Etkinlikte dolayım ve yabancılaşma değil, fark ve Savaşı arası ortaya çıkan siyasal hareket olduğunu söy- farklanma vardır. Hiçbir şey kendinde iyi ve devrimci lemek yanlış olmayacaktır. 1848 devrimlerinin yenil- değildir. Dolayısıyla halk ve sınıf kavramları masum gisinden sonra sınıf ve devrim ilişkisi önemli bir krize değildir. Sınıf ve halk tarafından faşizmin arzulanması girmiştir. Ekim Devrimi bu krizin çözümü değil don- yabancılaşma değil, halklaşmaya ve sınıflaşmaya içkin durulmasıdır. Sınıf ve devrim ilişkisinde sınıfın dev- bir dolayımsız öznellik pratiği hakikatidir. Faşizmi ar- rimciliği, dünyalı bir politik güç olmasından geliyor- zulamak, halklaşma ve ulus-devletleşme dispozitifidir. du. Enternasyonalist bir güç olan işçi sınıfının ulusu yoktu. Devrimin biçimsel olarak ulusal olması sınıfın Ücretli emek, sermayenin sınıfsallaştırılmış formudur devrimciliğinin dünyalı olmasını ortadan kaldırmıyor ve sermayeyi doğrudan üreten sınıfsal güçtür. Köleyi ve onunla çelişmiyordu.1848 yenilgisiyle birlikte işçi üreten efendi kadar, efendiyi üreten de köledir. Köle- sınıfı dünyalı devrimci kimliğini politik olarak yitirdi. efendi diyalektiği antagonist değil çelişkiye dayalı öz- Kapitalizmi yıkacak kriz bir türlü gelmiyordu. Tam ter- deşliktir. Köle korkunun bedenidir. Korku maddidir si kapitalizmin teknik temelli devrimciliği ile ekono- ve dolayımsız ‘ifade’dir. Korkunun fikri gerçektir ve mik devrim sürüyordu. Devrim ve reform tartışmaları bedeni içerden teslim alır; ahlakileştirilmesi köleli- bu krizin ürünüydü. Devrimcilik enternasyonal fakat ğin iç huzurudur. Korkunun ahlakileştirilmesi ücretli reform ulusaldı. İşçi sınıfı ulusallaştırılarak reformist- emeğin gerçek sınıf bilincidir. Korkunun ahlakileşerek leştirildi ve ulusal bir güce dönüştürülerek sermayenin iç disiplin olarak bedenleşmesi yabancılaşma değil üc- siyasal gücüne dönüştü. 1848 sonrası değer teorisine retli emeğin sınıf hakikatidir. Sosyalistler her zaman bağlı olarak sermaye, burjuvazi ve işçi sınıfını ulusal- hayal kırıklığına uğrayacaklardır: Sınıf her zaman sınıf laştırdı. Dolayısıyla sınıfın uluslaşması sermayeye içkin olarak kendisine ve sınıfın “aklı ve bilinci” olan sos- güçtür. Bu sayede ulus-devlet bütün sınıflar için kuru- yalistlere ihanet edecektir. Ücretli emek, sermayenin; cu güce dönüştü. Sınıflar mücadelesinin yerini millet- halk, ulusun fabrikasıdır. Halk, sınıfın uluslaştırılmış ler ve ulus-devletler arası mücadele söylemine bıraktı. formudur. Komünalizm sınıflaşmaya karşı sınıfsızlaş- Sosyal şovenizm: Sınıfın uluslaştırılması ve halklaştırıl- manın ve çokluğun politik olanıdır. masıdır. Faşizm, işçi sınıfının devrimci enternasyonal dinamiz- Faşizm Bir Öznellik Üretimidir mini yitirmesiyle birlikte devrimci dinamizmin moto- runun artık sınıf değil, ulus olduğunu söyleyerek tarih- Faşizm ideolojik, politik ve toplumsal bir halk hareke- sel sahneye çıktı. Ulus kavramı, halk ve sınıfın ahlaki tidir. Faşizmin kelime anlamı antik Roma’dan gelir ve ilkesi olarak kuruldu. İtalyan siyasal hareketinin içinden üretilmiştir. Latince ‘fascis’ kökünden gelen faşizm, “çubuklar demetine sa- 19. yüzyılın politik gelişmelerini belirleyen iki düzlem 35 vardı: liberalizm ve Marksizm. Faşizm, ideolojik olarak Ulus, Halk ve Sınıf Neden Faşizmi Arzular? liberalizmin, kapitalizmin, burjuvazi ve Marksizmin ve Modernist sol geleneğimiz özne-bilinç ve ekonomi-po- komünizmin eleştirisidir. Birey ve komün en nefret litik modele göre düşünür. Bu makale bir sınıfsal dü- edilen iki kavramdır. Faşistler için sınıfları olamayan şünme biçimi olarak beden-arzu ve etik-politik bir mo- sosyalizm, ulusun bedenidir. Devlet, toplum ve ulusun dele göre düşünecek ve etik-politik modeli “ahlak ve birliğidir. Devlet ile birey, halk ve sınıf arası ilişki ve çe- etik”, “tam ve eksik arzu” ve “politeia ve state” olmak lişki ortadan kalkmıştır. Bir totalitarizm hareketi olarak üzere üç ana nosyon çifti ile ilişkilendirecektir. faşizm, devletleşmiş ulusal bir halk hareketidir. Devlet ve millet özdeşliği bunun bir ifadesidir. Bir bedenin neler yapabileceği bilinemez. Beden her zaman bilgisinin ötesinde bir yaratıcılığa sahiptir, ölçü- lemez bir duygulanımlar gücü ve bir kudret derecesidir. Faşizm, askerileştirilmiş Özgürlük sosyolojisi duygulanımlar ve kudret sosyolo- toplumun bütününü kapsayan jisidir. Akıl ve beden arasında belirlenim ve hiyerarşi bir parti rejimidir yoktur. Beden günahı, akıl ise sevabı temsil etmez. Akıl etkinse beden, beden etkin ise akıl da etkindir. Beden ve akıl arasında bir çelişki ve dolayım yoktur. Bu bağ- Faşizm için siyaset kutsallaştırılmış dindir. Efsaneler lamda Bedenin yaratıcılığı bedenin bilgisinden taşar. ve semboller sayesinde siyaseti totaliterleştiren ve es- tetize eden faşist ideoloji, siyasal bir din olarak karşı- Diyalektiğe göre düşünme ve bilinç arasında her za- mıza çıkar. Kutsallaştırılmış liderlik ve devlet, ulusal man bir dolayım ve hiyerarşi vardır. Bu dolayım özne birliğin gücü ve kudretidir. Bu minvalde devlet, ulu- ve nesne ikiliğini üretmiştir. Deneyim bilincin düşün- sun manevi birliğidir ve bu birliğin bekçisidir. ce üzerindeki hiyerarşisidir. Bilinç her zaman düşünme üzerinde bir tahakküm ve kapma dispozitifidir. Bilinç Faşizm, askerileştirilmiş toplumun bütününü kap- düşünce üzerinde önsel bir yargıdır. Düşünce yaratıcı- sayan bir parti rejimidir. Bütün toplumsal ilişkiler lık ve kaçış çizgisidir; her zaman bilinci sollar ve aşar. partileşmiştir. Tek parti devleti, toplumun partileşti- Bilinç düşüncenin arkasında kalmaya ve onun arkasın- rilmesi, korporatist toplum örgütlenmesi ve emper- dan gelmeye mahkûmdur. Dolayısıyla bilinç düşün- yalist dış politika, faşizmin dispozitifleridir. Bunlar, cenin kapılma ve kodlama pratiğiyken, düşünce kod- şiddetin estetiğini halklaştırmıştır. Geçmişin yıkımı suzlaşma pratiği olarak ölçülemez akış ve yaratıcılıktır. ve yeni bir geleceğin inşası, ulusun yeniden inşası Düşünce özne-nesne ikiliğini yıkar ve dolayım olan faşizmin fütürist idealleridir. deneyim yerine bir öznellik makinesi olarak yaşantıla- Faşizm, efsanelere, sembollere dayalı siyasal bir din, mayı koyar. Oysa bilinç, düşüncenin yaratıcılığı ve öl- totaliter ve kurumsal korku üreten şiddet tekeli bir çülemezliği karşısında bir yargı bir ölçüdür. Bu yüzden lider ve devlet, milis bir parti, yeni bir düzen ve me- bilinç aşkın ve zorunlu, düşünce ise içkin ve özgürdür. deniyet arama idealiyle fetih peşinde koşan, etnik Demek ki bilinç her zaman bir sonuçtur; nedenin açıdan homojen bir topluluk olarak gördüğü mille- bilgisine nedenin akışından sonra ulaşabilir. Bilinç, tin mutlak öncülüğünü savunan modern siyasal bir nedenin akışı, olayı ve yaşamın vürtüelliği karşısında halk hareketidir. Faşizm, yalnızca bir devlet biçimi bilinçsizdir. Neden; duygulanım güçlerinin ve kud- değil toplumsal bir ilişki sistemi ve düzenidir. Fa- ret derecelerinin sonsuz tekilliklerin karşılaşma düzle- şizm, bireylerin ruhlarını faşistleştiren bir biyo-po- mi, çokluğun mümkün olabilirlikler olanağıdır. Bilinç litik yaşam biçimidir. Sosyalistler bir devlet biçimi mümkün olabilirlikler olanağı içinde mümkün olabi- olarak faşizm üzerine düşündüler; ama asıl olanın lendir. Bir sonuç olarak bilinç ile neden arasında bir yaşam olduğunu göz ardı ettiler. Faşizmi bir devlet gerilim mevcuttur. Bilinç bu problemi kendini bir ne- biçimi olmanın ötesinde bir yaşam biçimi, bir öz- den olarak kurarak çözer. Böylece bilinç bir sonuç ol- nellik üretimi olarak düşünmediler ya da düşünmek maktan çıkar ve bir neden haline gelir. Bilinç, kendini istemediler. neden olarak dört kavramla ilan eder: Arche, özdeşlik, 36 evrensellik, ve ereksel nedensellik. Özne, felsefe tarihi- “Morale” olarak ahlak ise, bir toplumun gelenek ve gö- nin soy kütüğünde bulunan bu kurucu dört kavramı reneklerine göre insan eylemlerinin uyuşmasını sağla- kapan kendinde nedendir. Tanrı, kurucu özneye dö- yan yasaklamalar, zorunluluklar ve kurallar bütünüdür. nüşmüştür. Özne, tanrının sekülerleşmiş halidir. Ahlak iyi ve kötü ile düşünür; sınırlamalar ve ödevler koyar. Ahlakta iyilik ve kötülük aşkın ve evrenseldir; Arche, her şeyin ilk nedeni, kökü anlamına gelir. Çok “yapman gereken şunlardır” diyerek yapmamız gereken önemsediğimiz “ilke” kavramının soy köküdür. Özdeş- ödevleri hatırlatır. Kantçı ahlak ise “hangi evrensel il- lik, kavramdır. Her şey onunla anlam kazanır ve ona keye göre davranmalıyım?” sorusunu sorar. Bütün ah- aittir. Evrensellik, her yerde geçerliliği olan doğrudur. lak felsefesi, doğal hak ve kudretten değil ödevden yola Ereksel nedende ise yapılan her şey ve “şimdi” bir ere- çıkar. ğe bağlı sonuçlardır. Sermaye kendi elleriyle kendini ortadan kaldıracak ve sınıf mücadelesi komünizme Etik ile ahlak arasında fark, etiğin ödevden değil doğal akacaktır. Sosyalist bilinç neden, sınıflar mücadelesi haktan hareket etmesidir. Ahlak aşkın iyilik üzerine ise bu nedenin pratiğidir. Bu kaçınılmaz neden-so- düşünürken; etik, mutluluk ve nasıl mutlu olunabilir nuçtur. Bilincin bu idealist kurgusu bilincin bilim ile üzerine düşünür. Ahlak, olması gerekenden, etik ise özdeşleştirilmesi ile materyalistleştirilir. Zorunlu olan olandan hareket eder. Etik, “kudretim nedir?”, “mut- her zaman ussal olan nedenin ve bilimin sonuçlarıdır. lu olmak için kudretimi nasıl koruyabilir ve artırabi- Bilinç, neden ve nedenler zincirinde kendinde neden lirim?” sorularından yola çıkar. Ahlak, aşkınlığı ifade olduğu için böylece özgürdür. Descartes’ten bu yana ederken; etik, bu dünyadaki içkinliği ifade eder. Ahlak gelen “özgür irade”nin felsefi soy kökü öznenin ken- toplumu totalleştirir; etik ise toplumu tekillik, çokluk dinde neden olmasına dayanır. Bilim zorunluluk ve bu ve pratik olarak okur. Etik bakış açısına göre bir şey zorunluluğa uygun davranmak özgürlüktür. Bu bakış bizim dışımızda iyi olduğu için arzulanmaz, arzuladı- açısında yaratıcılığın ölçülemez pratiği olarak özgürlük ğımız için o şey bizim açımızdan iyidir. Pratik hakta, edimi yoktur. ahlak ödevde meşrudur. Kök, ilke, özdeşlik, evrensellik ve ereksel nedensellik, Ahlak, bilincin ilkeleştirilmesi, inanca dönüştürülme- mutlak olandır; bedenin ve duygulanımların sonluluğu sidir. Kant ahlakı budur. Bilinç asla bedeni harekete karşısında bütün sonlu olanı kendinde anlamlaştıran geçirme kudretine sahip değildir. Bir işçinin sömürül- sonsuzluk ve değişmez düzendir. Aşkınlığın özü, tözü me bilinci o işçiyi greve götürmek için yeterli değildir. budur, aşkınlık, sonlu olanın canlılığını kapma ve kod- Sömürüldüğünün farkında olması bilinç sorunu değil- lama düzeneğidir. Aşkınlık yaşamın değersizleştirilme- dir, bütün işçiler sömürüldüğünün zaten farkındadır. sidir. Bu bağlamda faşizm seküler bir ahlak ve modern bir siyasal dindir. Çalışmayı, ulusal kalkınma, ilerleme ve modernleşme ahlakına dönüştürdüğünüzde, sömürü Ahlak ve Etik bilinci bedeni harekete dönüştürmede vatan hainliği Genelde ahlak ve etik kavramları aynı anlamda kulla- dışında hiç bir anlamı yoktur. nılıyor. Bu durum çok yanlış bir düşünmedir. Ahlak ve Ahlak, bedeni ve arzuyu tahakküm altına almanın öl- etik kavramları arasından derin ve antagonist bir anlam çüsüdür. Ahlak korkunun iç huzuru ve iç disiplinidir. farkı vardır. Faşizm politik olanın ahlakileştirilmesi ve temsilin es- Etik, Yunanca “ethike” ya da “ethika”dan gelir. Latince- tetize edilmesidir. Ölüm dışarıdan gelir. Özgür bir bi- ye “etnos” olarak çevrilmiştir. Ahlak kavramı ise Latin- rey asla ölümü düşünmez; ölen organizmalardır, yaşam ce “morale” kökünden gelir. “Pathos” bizim dışımızda ölümsüzdür. Korku ölümüm içselleştirilmesidir. Korku bizi etkileyen duygulanımlardır; edilgen kederli tutku- için ölüm bir bedenin varoluş ilkesidir. Korktuğumuz lardır. Ethika ise içkin üretilen etkin neşeli duygulardır; oranda itaat bir pratiktir ve itaat ettiğimiz oranda gü- tekilliği ve kendilik etiğini ifade eder. Ethika mutlulu- vendeyiz ve varızdır. ğun bilimidir. Kendilik etiğine içkin karakter, erdem ve Ortaçağ’da despotik makine doğrudan bedenin üzerin- gönül yüceliğidir. 37 de uygulanan bir tahakkümdü. Din bu tahakkümün ciliği, arzunun bu etik-politikliğinden kaynaklanır. içselleştirilmesiydi. Doğuştan günahkâr insan sürekli Her şey kudretini artırmaya akar. Etkinliğin gücü sınıf suçluluk duygusuyla kendini borçlu hisseder ve ken- kavramı değil, sınıfın etkin duygulanım gücü neşesi dini affettirebilmek için ibadeti bir borç ödeme ve iç ve arzusudur. Sınıfın kederi değil neşesi devrimcidir. huzur olarak görürdü. Arzu, ücretli emeğin sınıflaştırılmasının köleliğine kar- şı, sınıflaştırılma ilişkisinden kaçış pratiğidir. İşin red- Cehennem korkusu yaşamı değersizleştirir korkuyu di ve işten kaçış, sınıfsaldır. Arzu ne bastırılan ne de değerleştirir. Kapitalist makinenin tahakkümünde de özgürleştirilen bir duygudur. Arzu; üretim ve üretimin özgür emek, kendi ayaklarıyla sömürülmeyi talep eden üretimidir; ya edilgin duygulanımların gücü kederli ücretli köledir. Kapitalizmde dinin yerine para geçmiş- tutkularda ya da etkin duygularda neşenin yaratıcılı- tir. Herkes korkuyla paranın peşinden koşar. İşsizlik ğında etkinleşir. Özgürlük yoktur; sürekli özgürleşme korkusu, işten atılma korkusu, kira, faturaları ödeye- pratiği vardır; Conatus ve arzu sürekli içkin özgürleşme meme korkusu… Para, insanı yoksun bırakan toplum- pratiğidir. Bilinç değil arzu ve neşe bulaşıcı toplumsal sal güçtür. Yoksulluk, yoksun bırakma düzeneğinin bir güçtür. sonucudur. Kapitalizmde birey, başta bankalar olmak üzere her yere borçludur. Günümüzde ücret, patron- Kederin tutkularında edilgen olmak bir bedenin et- dan değil, bankalardan borç olarak talep edilmektedir kin olmadığı anlamına gelmez, aksine keder de bedeni ve sendikaların bu kadar etkisiz oluşunun temel nedeni etkin kılmanın bir biçimidir. Faşizm, kederin duygu- bu hakikattir. Para, korkunun ve borcun temsili ve ek- lanım gücünü en saldırgan biçimde harekete geçirme sik arzunun nesnesidir. düzeneğidir. Bir beden kederin tutkularında etkin ise bu etkinliğin kaynağı aşkınlıkta, bizim dışımızdaki güçtür. Faşizmin Mikropolitiği: Eksik Arzu İki yıkıcı güç vardır: Onur ve korku. Korku en yıkı- Arzu kavramı özne-bilinç tarafından dışlanmış ve aşa- cı etkinliktir. Edilgen beden aşkın olanın etkinliğini, ğılanmış, psikanaliz tarafından ise kapılmış ve top- etkinliğinde üretir. Bu bağlamda köle efendinin üreti- lumsal politik alandan uzaklaştırılmıştır. Özne-bilinç midir. Efendiyi üreten köle edilgin değil etkin bir pra- ve psikanaliz, yaşamı kendi aralarında paylaşmışlardır. tiktir. Aşkın güç, bedenin içkin gücünün tasfiyesidir. Bilinç dışı ve arzu alanını ödipus kompleksine sıkış- Kederli tutkular, içkin kendilik etiğinden aşkın güç ah- tıran psikanalizdir; toplumsal ve politik alanı ise öz- lakın etkinliğine geçiştir. Temsil, korkutan ve korkuyu ne-bilinç kapmıştır. Toplumsal ve politik olan uygarlık, harekete geçiren güçtür. Temsil, bedenin kudreti olan bilinçdışı barbarlığı ehlileştirmelidir. Oysa hakikat hiç içkin arzuyu kırar ve yıkar ve bedenin kudretsizliğinde de böyle değildir. Arzu kavramı psikanalizden çok daha arzuyu eksik kılar. Temsil, kendisini eksik arzunun is- önce keşfedilmiş felsefi, etik ve politik bir kavramdır ve tenci haline getirir. Kojeve’nin arzu diyalektiğinde ve 17. yüzyıldan beri insanın özünün arzu olduğu bilin- Lacan’ da temsil, eksik arzunun kurucusudur. Kurucu mektedir. olan ve arzuyu harekete geçiren öteki, “ben”in bir türlü Arzu, felsefesi bir etkinlik ve pratik felsefesidir; tam bir gerçekleştiremediği özdeşlik gücüdür. Ötekisiz kendi- duygular fiziği olan mikro metafiziktir. Beden, duygu- ni bilemez ve ötekiyle de özdeşleşemez. Simgelerde ve lanımsal güç ve kudret derecesidir. Beden ve bedenler göstergelerde sembolleşen temsil, özdeşleşme illüzyo- kudretlerin oran ve karşılaşma ilişkisidir. Etkileşim nunu gerçekleştirir. Bir pipo resmi bir göstergedir ama olmadan etkinlik yoktur; etkinlik, pratik etkileşime bir pipo değildir. ve karşılaşmalara içkindir. Conatus, bu karşılaşmalar Eksik arzu, korkuların ve kederli tutkuların etkin ha- ilişkisinde bedenin mutluluk için kudretini koruma rekete geçirilişidir. Eksik-arzu ötekiyle özdeş olamadı- ve artırma çabasıdır. Arzu, conatustur. Bu karşılaşma ğında ya da öteki kendisini tanımadığında kin, nefret, ilişkilerinde kudret derecesi düşerse kederde; kudret hınç, öteleme, ötekileştirme, intikam vb. kederli tutku- derecesi artarsa etkin ve neşedeyizdir. Bu bağlamda ların duygular gücüne dönüşür. Eksik-arzu ancak gös- arzu sürekli etik-politik bir pratiktir. Yaşamın devrim- tergelerde sürekli özdeşlik kurabilir ve bu göstergeler

38 ile bitmeyen bir şiddet ve şiddetin estetize edilmesini nıf olarak reddetme politik pratiğine içkin devrimcidir. üretebilir. Faşizmin mikro-politiği ve mikro-fiziği sınıfların sınıf üretme ilişkisidir. Eksik arzu, toplumsal tekilliklerde şiddet üreten mikro, devlette ise savaş üreten ve ilan eden makro makinedir. Makro, mikroya içkindir. Bu bağlamda faşizm, şiddet Politeia ve State ve savaş; toplum ve devlet diyalektiğinin bir ürünüdür. Eksik-arzunun simgeleri, göstergeleri ve istenç nesnele- “State”, bilindiği gibi Türkçeye devlet olarak çevrilir. ri kutsanmış lider, ırk, millet, devlet ve şiddettir. Eksik Platon’un ünlü kitabı “devlet” olarak çevrilmiştir. Pla- arzu-sürekli özdeşleşmek isteyeceği temsiller üretme ton’un devlet adlı kitabının İngilizce çevirisinin adı makinesidir. Eksik-arzu, toplumsal tekilliklerin ruhun- ise “re publica”dır. Fakat Platon’un kitabının orijinal da kişilikleşmiş devlettir; sürekli tanınmak, kapmak ve ismi “politeia”dır. Ne “state” ne de “re publica”, poli- kodlamak ister. Tekilliklerde kişilikleşen mikro şiddet teia kelimesinin anlamını veremez. Politeia kavramının ve mikro faşizm anlaşılmadan makro faşizm anlaşıla- diğerlerinden farkı üzerine düşünmek anlamlıdır. Bu maz. Şiddetin mikro-fiziği eksik-arzudur. konu üzerine düşünmenin yeri burası olmadığından konumuz ile sınırlı olan üzerine düşüneceğiz. Sınıflar içi ve sınıflar arası “Politeia”, bir anlamda Latince “civitas” ile anlamdaş olan “yurttaşın koşulları ve hakları ya da yurttaşlık”- ilişki sürekli iktidar savaşları tır. “Politeia” hem şehir-devlet anlamına gelen “polis” üretimidir kökünden hem de “şehir devletinin aktif bir yurttaşı olarak eylemde bulunuyorum” anlamına gelen “poli- Eksik-özne ve eksik-arzuyu harekete geçiren etkin güç, teuomai” kökünden türemiştir. Yunanca Yeni Ahit’te bedenin dışındadır. Arzuya aşkın güç iktidardır. Ek- Politeia kavramı “commonwealth” (ortak zenginlik)” sik-özne her zaman eksik-arzunun göstergesi ve nesnesi ya da “freedom (özgürlük)” olarak çevrilmiştir. olarak iktidarı ister. Ancak iktidar ile özdeşleştiğinde “Politeia” kavramının bizim için öne çıkarılması ge- eksik-özne kendisini tam hissedecektir. Eksiklik olarak reken anlamı: yurttaşlık, yurttaşlık hakları, “politeu- arzu ya da eksik-özne kendi dışındaki farkı tanımaz. omai” anlamına gelen eylemde bulunmak, ortak zen- Kendi dışındakine başkası olarak bakar ve bu düşman ginlik olarak “commonwealth” ve özgürlüktür. Politeia, başkadan kendisini tanımasını ister. Başka, eksik-özne içkin demokrasinin, özgürlük sosyolojisinin ve komü- için fark değil nesnedir. Eksiklik olarak arzu, “başka”yı nalizmin soy köküdür. Politeia, politik olanı özgürlük nesneleştirdiği oranda özneleşecektir. Başka nesneleş- pratiği olarak düşünmektir. İçkin güç potentia’nın po- meyip fark olarak öz-savunmaya geçtiğinde eksik-öz- litik olanı politeia’dır. ne şiddet üzerinden tahakküme geçer. Şiddetin mik- ro-politiği ve mikro fiziği kodlama, kapma ve şiddet Burjuva egemenlik teorisi politik olanı “toplumlaşma” pratiği olan eksik-arzu ya da eksik öznenin despotluğu üzerinden düşünmemiştir. Burjuva egemenlik teorisine ve tahakkümüdür. Nietzsche’nin nihilist diyalektiği göre toplumlaşma değil toplum vardır. Toplum kavra- böyle çalışır. Sermaye, ücretli emeği; ücretli emek de mı bizleri ulus, halk, sınıf ve devlet üzerine düşünmeye sermayeyi üretir. Tek sınıf vardır! Sınıflar içi ve sınıflar yöneltir. Toplumu “toplumlaşma” pratiği olarak dü- arası ilişki sürekli iktidar savaşları üretimidir. İktidar şünmek özgürlük sosyolojisidir. Faşizm, ulusu devlet savaşları sınıf üretiminin makinasıdır. Toplumsal bü- üzerinden düşünmedir. Özgürlük sosyolojisi ise ulusu tün sınıflar sermayeyi üreten sermayenin başkalaşmış “toplumlaşma” etkinliği ve pratiği olarak düşünür. Ka- forumlardır; sürekli savaş sermayenin kurucu ontolo- pitalist modernite ulusu siyasal sınırlar içinde düşü- jisidir. Ücretli emek sermayenin başkalaşmış biçimi- nürken demokratik modernite ulusu, coğrafya olarak dir. Sermayenin kişilikleşmiş biçimi burjuvazi ortadan düşünür. kaldırılsa bile kapitalizm yok olmaz. Kapitalizmi yok Toplum; farklar ile oluşmuş bir çokluktur ve toplumu edecek olan ücretli emeğin reddidir. Sınıf, kendini sı- toplumlaştıran toplumun etik-politik niteliğidir. De-

39 mokratik ulus bedeni üzerinde kurulmuş demokratik bu coğrafya nesneleştirilmiştir. Bu coğrafyada yaşayan özerklik, toplumu toplumlaştıran etik-politik nite- halkların ve kültürlerin Türkleştirilmesi ve İslamlaştı- liktir. Bu bağlamda ulus-devletin totaliterliği altında rılması sonucu toplum köleleştirilmiş ve sürüleştiril- toplumu tekleştirmek, bir “toplumlaşma” niteliği olan miştir. Bu coğrafyadaki bütün toplumsal farklar tekleş- özgürlük ve demokrasinin toplumsal kırımı, toplum- tirilerek ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Kürtler, Ale- laşma bedeninin arzusunun eksikleştirilmesidir. viler, gayri Müslimler ve solcular eksik özne ulus-dev- letinin fark olarak tanımadığı, aksine ulus-devletin Türkiye “toplumlaşma”yı gerçekleştirememiş bir top- nesneleştirerek biat ettirmek, kullaştırmak ve tebalaş- lumdur. Ulus-devlet ve siyasal İslam bu coğrafyanın tırmak istediği arzu nesneleridir. Başta Kürtler olmak toplumlaşmasının önünde en büyük engel olarak kar- üzere Aleviler ve sol güçler, ulus-devletin arzu nesnesi şımıza çıkmıştır, zira Türklük ve siyasal İslam, üzerinde olmayı reddetmektedirler. Özgürlükçü ve demokratik yaşadığı coğrafyanın her an elinden alınacağı korkusu güçler, eksiklik olarak arzuya ve eksik özneye karşı arzu içindedir. Ulus-devlet kendi mülkünde özgür değil- olarak öz-savunma güçleriyle direnmektedir. dir. Bu bağlamda ulus-devlet ve siyasal İslam bir top- lum-kırım makinesi olarak eksik-öznedir. Siyasal İslam ve Türkçülük şoven ve fetişisttir. Kendile- rinden başkasını tanımayan, kendilerinden başkalarını Arzu tamdır. Güç, arzuya aşkın değil içkin poten- katli vacip gören şoven ve fetişist bu halk ve bu ulus tia’dır. Arzu, bir istenç ya da istek değil bir üretimdir. eksiktir ve faşizmi arzulamaktadır. Savaşın ve şiddetin Öz-örgütlenme, demokratik özerklik ve öz-savunma mikro fiziği ve mikro politikaların bilinç dışı toplumsal arzunun toplumsal potentia’ları ve toplumsal makine- akışları buralarda yatmaktadır. leridir. Güç, arzunun dışında olmadığı için haktır ve Ahlak, eksik-özne ve devlete karşı etik, arzu ve politeia arzunun nesnesi yoktur. Bu yüzden hak elde edilmez anti-faşist kurucu güçtür. Kürt özgürlük hareketi bu doğrudan uygulanır. Arzu kendisinin dışındaki bir coğrafyanın kuruculuğa içkin yıkıcı anti-faşist ve de- başka farkı tanır ve onunla arzu makinelerine dönüşür. mokrasi öz güçleridir. Arzu için fark, öteki değil ortak olandır. Demokratik ulusta etik-politik arzu, özne-nesne ikiliğini ortadan kaldıran özgürlükçü ve demokratik toplumsal bir ma- kinedir. Bu bağlamda arzunun mikro-politiğinde şid- det yoktur ve barış arzunun ontolojisidir. Fark olarak toplumsal bütün kudretlere öz savunma silahını politik olarak vermek barışın dispozitifidir. Arzu bastırılmaz ya da özgürleştirilmez. Arzu kodlanır, kapılır ve değişik formlarla bedenleştirilerek yönlendi- rilir. Despotik makine olan faşizm arzunun göstergeler ile kodlanması, kapılması ve kederli tutkular olan hınç ve nefret şiddetinin hareketidir. Kodlanmış ve kapıl- mış arzu karşımıza eksiklik olarak çıkar. Kodlanmış ve kapılmış arzu eksik-öznedir. Ulus-devlet eksik öznedir. Ulus-devlet için toplum, eksik öznenin eksikliğini gi- deren arzu nesnesidir. Toplum, ulus-devlet altında nes- neleştiği ve iç sömürgeleştiği oranda toplumlaşmadan çıkar. Bu nedenler ulus-devlet, şiddetin mikro-politik üretiminin fabrikasıdır. Devlet, mikro-faşizmin ürü- nüdür. Eksik-özne olarak ulus-devlet, toplumu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak üzere kurulmuştur. Ulus-devlet için 40 Faşizm, İdeoloji, Sosyobiyoloji

Özen B. Demir1

“Bu iki Roma [Eski Roma ve St. Peter’in Roması] ara- Lawrence Britt, 2003 yılında pratik bir girişime imza sında modern İtalya’nın ulusal duygusu felç olmuştu. atmış ve Hitler’in Almanya’sından Mussolini’nin - Bundan kaçış yoktu, çünkü Roma ve Romalılar bir za- ya’sına, Franco’nun İspanya’sından Suharto’nun Endo- manlar İtalya’ydı. Faşizm en kolay çözüm gibi görünen nezya’sına, oradan Pinochet’nin Şili’sine varıncaya dek şeye, hakiki antik kostümlere bürünmeye girişti. Ancak geçtiğimiz asırdaki faşist rejimleri irdelemiş, ortaklaş- bu üzerine uymadı; kostüm çok büyüktü ve içindeki tığı karakteristikleri 14 maddede özetlemişti. Bunlar, bedenin yaptığı hareketler öylesine şiddet doluydu ki sırasıyla: Güçlü ve sürekli milliyetçilik, insan hakları- bütün kemikler kırıldı. Eski meydanlar kazılıp çıkarıldı, nın aşağılanması ve hor görülmesi, düşmanların veya ama bunlar Romalılarla dolmadı. [. . .] Sonunda İtalya günah keçilerinin birleştirici bir neden olarak tanım- üzerine sahte bir kitle simgesi dayatma girişimi başarısız lanması, ordunun ve militarizmin yüceltilmesi, cinsel oldu.” ayrımcılığın şahlanışı, kitle iletişim araçlarının kontrol – Elias Canetti2 altına alınması, ulusal güvenlik takıntısı, din ve yöne- timin iç içe geçmesi, özel sermayenin gücünün korun- ması, emek gücünün baskı altına alınması, aydınların “Her kim, barışçıllığın insan doğasının bir parçası olma- ve sanatın küçümsenmesi, suç ve cezalandırma ile baskı dığını söylüyorsa, primatlar hakkında kesinlikle çok az altına alma, insan kayırma ve yozlaşmada sınır tanıma- şey biliyordur.” ma ve (nihayet) hileli seçimler olarak listelenmişti.

3 – Robert Sapolsky Tıbbi jargona başvurularak söylenirse bu, semptoma- Faşizm, nesnesine iliştirilmeyi bekleyen bir imleç gibi tolojik ve semiyolojik (son tahlilde pratik) bir çerçeve- salınadursun, esasında gayet dört başı mâmur çerçe- lemedir. Politik düzlemde tezahür eden bu somut ip velenmiş bir politik kavramsallaştırmadır.4 Ne kadar uçları bir yana, bu karakteristikler dizgesinin etyolo- çarçur edilse bile ciddiyeti ve önemi saklıdır. Öyle ki jisine (nedenbilgisi) varmak adına, faşizmin (bu defa) kavramsal repartuarını ve referanslarıyla gayet açık olan 1 Ji bo alîkariyan wan ya hêja gelekî spas bo Aylime Aslı Demir fikirsel ardalanını soruşturduğumuzda onun insan ve û Adem Warnas. toplum kavrayışına dair aksiyomlara rastlarız. Bunlar 2 Kitle ve İktidar, çev. G. Aygen, İstanbul: Ayrıntı, 2006, s. 180. elbette ki faşizme özgü değildir. Kökenini de orada bul- 3 “Peace Among Primates”, Greater Good Magazine, 1 Eylül maz. Ne ki fazlasıyla araçsallaşmış, istismar edilmiştir. 2007. Nitekim tarihçi Henri Michel şöyle yazıyordu: “[Ay- 4 Bu konuda gitgide dolgunlaşan bir Türkçe literatür varsa da, İletişim Yayınları’nın ‘Faşizm İncelemeleri’ dizisini özellikle işaret dınlanma felsefesi, liberal toplum, bireysel onur ve hak, etmek gerekir: Faşizmin Doğası (Roger Griffin), Faşizmin Ana- pozitivizm, entelektüalizm, demokrasi, Marksist sosya- tomisi (Robert O. Paxton), Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları (der. C. Iordachi), Faşistler (Michael Mann), Faşizm ve Dikta- lizm vd. yapılan] eleştiriler yeni değildir. Faşizm onları törlük (N. Poulantzas) vd. yalnızla popülerleştirmiştir; yalnızca bağlantılarıyla bir 41 miktar özgünlük kazanan olumlamalar ve önerilerle on- kesin gibidir.8 Ne olursa olsun, kâh içgüdüsel dona- ları antitez olarak tamamlar.” 5 nım boyutu, kâh niteliksel boyut bir ifrat-tefrit gelgi- tine paralel olarak araçsallaşmakta, söylemsel istismara O hâlde bu kavrayış, olanca tarihselliğiyle, oluşumsal kurban edilmektedir. Faşizmden ve onun istismarın- ve ilişkisel bir nokta-i nazardan değerlendirilmeyi hak dan bahsediyorsak, ilk şıkka eğilmemiz gerekir. eder. Üstelik faşizm(ler)in de buna yaslanarak cereyan etmiş olması, ediyor ve belki de edecek oluşu, bu ak- Günümüzün önde gelen primatologlarından Frans siyomatik temellendirmenin hakikatine olan inancı De Waal, şunu yazıyordu: “Tıpkı bizim gibi maymun- ve rağbeti perçinlemiş, yıpratılmasını geciktirmiştir. lar ve şebekler de iktidar peşinde koşar, cinsellikten zevk Gecikmenin kendisi de, yine tarihselliği saklı olmak alır, emniyet ve şefkat ister, toprak için öldürür, güven kaydıyla, farkında olmayarak bunun muhtelif toplum- ve işbirliğine değer verir. Evet, bizim bilgisayarlarımız ve sal ve siyasi hareketlerce aynen devralınmasına neden uçaklarımız var ama psikolojik yapımız sosyal primatla- olmuştur. Faşizm(ler)in o bildik mezalimi dışında top- rınkiyle aynı.” 9 lumsal yaşamı, zihniyet kalıplarını, kültürel zenginliği de, insan dâhil bütün hayvan türleri- iğdiş eden yüzü yeterince eşelenmemiştir. nin toplumsal olduğunu10 söyler. Toplumsallık ve ilksel Bu metnin kendine biçtiği misyon, birtakım biyolojik ahlak, bu açıdan bakıldığında, hayatta kalma içgüdüsü/ kavramların yerli yerine oturtulması gayesiyle eksik/ arzusu ile, o ezelî ‘temel içgüdü’ ile bağıntılıdır.11 Şöyle yanlı(ş) kullanımlarının eleştirisinden ibaret olduğun- ki, yaşamını sürdürme arzusu taşıyan canlı, varlığını dan böylesi derinlikli bir girişim beklentisini karşılaya- mayacaktır. O hâlde ‘karakter’e, ‘insan’a ve ona atfedi- 8 len sosyo-biyolojik vokabülere dönelim.6 Bu şıktan devam edilmeyeceği için, değinip geçelim: Esasen beyinsel (serebral) olarak asıl anlamlı nitelik sıçraması, primat- larla gerçekleşmiştir. Bizim de üyesi olduğumuz ‘homo’ cinsinin beyni ise primatlara oranla daha fazla nörona (serebral kortekste İnsan, İçgüdü, Toplum 16 milyar nörona, yani kortikal yoğunluğa) sahiptir ve bede- ne oranla daha ağır/büyük bir mevcudiyete sahiptir. Fark odur. Senfoniler yazan, diferansiyel denklemler çözen Bunu sağlayan ise “ateş”in optimizasyonudur; doğru, uygun beynimiz 160 bin yıldan bu yana pek az değişebildi. kullanımıdır. Ateşin dizginlenmesi, akılcı kullanılması ve aynı besinden daha fazla kalori eldesinin yemekleri pişirmekle vuku 2600 yılı aşkın bir süre önce Thales’in geliştirdiği bulmasıdır. O da günümüzden yaklaşık 1.5 milyon yıl öncesi- bilim, hemen hemen hiç değişmedi. Bilim bizi jet ne, Homo erectus’un ortaya çıktığı dönemlere rastlar. Akıcı bir hızıyla yolculuklara, elektronik iletişime taşıdıysa kaynaktan özetlenerek aktarılırsa: Ateş, besinleri yumuşatır, tüketilebilir hâle getirir, çiğneme ve sindirim sürelerini kısaltır. da, ancak beynimiz hâlâ Pleistosen çağındaki vah- Pişirmenin morfolojik etkilerinden biri, Erectus’ların dişlerinin şi ortamda yaşam savaşımı veren “barbar” insanın küçülmesi ve besinleri çiğnemeye ayrılan zamanın kısalmasıyla içgüdüleriyle donatılmış durumdadır.7 Hiç değil- birlikte, başka şeyler yapmaya zaman ve enerji kalmasıdır. Öte yandan besinlerin pişirilmesi, Erectus’ların beyin hacminin, se öyle söylenegelir. Bununla birlikte evrimsel (fi- günümüz insanınkine yakınsayan bir boyutta olmasından da logenetik) ağaca bakıldığında, ‘homo’ cinsi (genus) sorumludur. Bkz. Léo Grasset, Zürafa Boynun Neden Uzun: Sa- özelinde bir göreli niteliksel sıçramanın olduğu da vandan Hikâyeler, çev. Y. A. Dalar, İstanbul: İş Bankası, 2016, s. 101-102. 9 Bonobo ve Ateist: Primatlar Arasında İnsanı Aramak, çev. A. Biçen, İstanbul: Metis, 2014, s. 23. 5 Faşizmler, çev. F. Üstel, İstanbul: İletişim, 2017, s. 9. 10 Basitçe açıklanması için bkz. İnsanın Türeyişi, çev. Ö. Ünalan, 6 Zeev Sternhell, faşizmin entelektüel kurucu elemanları olarak Ankara: Onur, 1975, s. 149-151. ‘sosyal Darwinizm’i ve ‘biyolojik determinizm temelli grup milli- 11 Abdullah Öcalan da aynı minvalde yazar: “[A]hlâk en güç- yetçiliği’ni zikreder. Burada Darwin’in yeğeni de olan F. Galton ve lü ifadesini klan toplumunda yaşar. Adeta içgüdünün ifadesi ondan miras öjeni (eugenics, soyarıtımı) düşünüşünü anımsatmak rolündedir ve toplum, içgüdülerin keskinliğiyle ahlâkı önem- gerekir. Metnin akışında Sternhell’in bu ikilisi, değişen derişimler- semektedir. Ahlâka göre yaşamak varoluşun olmazsa olmaz ko- de ama bir arada ‘sosyobiyoloji’ olarak anılacaktır. Her ne kadar şuludur. [. . .] Kıyaslamak açısından denilebilir ki, günümüzde kavramın görece yeni telifi Edward O. Wilson’a (1975) ait olsa da hukuk kuralları sıkça çiğnendiği hâlde topluma bir şey olmaz. ve ‘sosyal Darwinizm’, hem öjeniyi hem de sosyobiyolojiyi birlikte [. . .] Klanın kurallarındaki bozulma ise topluluğun sonu de- içeren bir kavram olarak sivrilse de. mektir.” –Demokratik Uygarlık Manifestosu, cilt III (Özgürlük 7 Robert L. Park, Batıl İnanç [Superstition]–Bilim Çağında İtikat, Sosyolojisi Üzerine Deneme), A. Ö. Sosyal Bilimler Akademisi, çev. E. R. Pekünlü, İstanbul Kültür Üniversitesi, 2010, s. 175. 2013, s. 93 ve 154 42 ancak belli bir topluluk içinde gerçekleştirebiliyorsa, gelir.13 o hâlde gerektiğinde bencil olan davranış, kendini Darwin, kötülüğe de, iyiliğe de değer-yüklü (value-laden) başkaları için feda eden özgeci (diğerkâm) bir tavra tözler atfetmiyordu; insana dair ucu açık bırakılmış olgun dönüşebilmektedir. Özgeci eylem, insanın toplum- bir kavrayışı vardı. İnsan-hayvan(at) uçurumunun betimi- sallığından ve giderek toplumsal olanın içgüdüsel ni yapmıyordu. Ortaklıklar (köken), benzerlikler, ilişkiler bileşkesinden ve empatik sinerjisinden çıkan bir çe- üzerinden tartışıyordu. Çeşitliliğin ve (evrimsel/seçilimsel şit “kazan-kazan” bahisidir. De Waal’in de yazdığı olsun yahut olmasın) değişimin altını çiziyordu. Adaptas- gibi, empati, insanın kendisiyle ötekisi arasındaki yonu, hayatta kalma (varkalım) savaşımını ve o süreçteki sınırı belirsizleştirir; bencil olan ve olmayan güdüler avantajlılığı, herhangi bir canlı organizmanın gayet sıradan arasındaki farkı bulanıklaştırır. O arada bencillik ile ömrünü fersah fersah aşan bir zamansallıkla değerlendiri- özgecilik etkileşimini sürdürmekte, birbirinden bes- yordu. lenerek ahlaki harcı dokumaktadır. Doğrudur; Kopernik, Darwin ve Freud eliyle artık büsbü- Öte yandan zekâ ile içgüdü arasında bir ters orantı tün zavallı kılınmış insan varlığını ve kapasitelerini abart- olması gerektiği sanısı (doxa), insan-merkezci bir ya- mamak gerekir. Abartılması gereken ve hâlen müphemli- nılsamanın ürünüdür. Darwin şunu yazmıştı: “Zekâ ğini koruyan bir şey varsa, o da toplumsalın insansallığı, eylemleri [zeki davranışlar], birkaç kuşak boyunca insansalın toplumsallığıdır. Kolekktivite dinamikleridir. uygulana uygulana [. . .] içgüdüye dönüşür ve soya- Topluluk, halk, ulus gibi itibarı ve hayalî mefhumlar (noti- çekimle iletilir [kalıtsallaşır].”12 Yine aynı Darwin, on)14 bir yana, bir kavram (concept) olarak toplumdan bah- her zamanki o ferasetli temkiniyle, içgüdüsel eylem- sediyoruz. Toplum bir kişi(lik) değildir, onu oluşturan kişi- lerin değişmez ve öğretilmemiş olma niteliğini yiti- lerin toplamından daha da farklılaşmış bir (bileşik) yapıdır. rebileceği ve onların yerini istemli eylemlerin alabi- leceği ihtimaline de göz kırpar. Hayatta kalma arzusunun bir temel içgüdü olarak kodlan- ması isabetli olabilir. Gelgelelim bir totoloji olduğu ölçüde İnsanlar, davranış programının ne derece açık olduğu açıklama, anlama veya meşru kılma kapasitesi kıttır. Öz- açısından diğer bütün hayvanlardan farklıdır; kaste- gürleştirici bir vasfı olmaz. Toplumsallığın ve ahlakın kö- dilen ise ‘derece’ değil ama bir ‘mahiyet’ farkıdır. Bu- kenlerine dair bir açıklama sunsa da, bugünün (biyolojik nunla anlatılmak istenen şey, davranışın amaçları ve değil ama) tastamam kültürelleşmiş olan evrim gerçeğinde bunlara gösterilen tepkilerin birçoğunun içgüdüsel yetersizleşir; o özcü tınısıyla baş başa kalır. 15 olmadığı, yani kapalı bir programın parçası olmayıp yaşam boyunca kazanıldığıdır. İnsanın etik kuralları 13 Bkz. Ernst Mayr, Biyoloji Budur: Canlı Dünyanın Bilimi, çev. A. ve değerleri, yavrusunun açık davranış programına İzbırak, Ankara: TÜBİTAK, 2008, s. 299-317. yerleştirilir; etik kodları kazanmak için doğuştan var 14 Rancière, 2011’de yazdığı ve popülizmi eleştirdiği, popülist olan belirli bir kapasite söz konusudur insan yavru- anlayışın “belirli kapasiteye sahip insanların korkutucu ittifakıy- la tanımlanmış bir halk inşa ettiğini” söylediği bir makalesinde sunda. Çok sayıda öğrenilmiş davranış kuralı depo- ‘halk’ diye bir şeyin (zaten) olmadığını öne sürüyordu. Şöyle lama kapasitesine sahip bir beyinden söz ediyoruz ilerliyordu: “Kan veya toprakla teşkil edilmiş bir topluluk bir etnik halkı tanımlar.” Faşizm hegemonik hükmünü icra eder- neticede: Yeterince esnekliği (resilience) haiz, daha ken, elinizdeki metnin girişinde de ima edildiği gibi, belli kav- yetkince ince ayar yapabilme olanağına sahip bir ramları telifine ve yedeğine katmaktan da geri durmadı. Chantal Mouffe, Aralık-2016’daki bir söyleşisinde şöyle diyordu: “[B]ir- yapı. Darwin’e göre (bilinçli bir tercihi gerektiren) çok Avrupalı ‘popülizm’ tabirinden pek hoşlanmıyor, çünkü bu etik davranışlar, tüm sosyal hayvanlarda bulunan faşizmi ve güçlü liderliği çağrıştırıyor.” ve adına ‘sosyal içgüdü’ denen yarı içgüdüsel eğili- 15 Gordon Childe’nin yazdığı gibi: “Antropologların kültür kav- ramı, nitelik olarak arkeologlarınkinden pek farklı olmamakla me verilen bir tepkidir. Özgecilik, hayvanlarda da birlikte, çok daha kapsamlıdır. Bu kültür tanımının içine, insan mevcuttur; onlarda bu daha ziyade kapsayıcı uyum davranışlarının doğuştan gelen refleks ve içgüdüleri dışında ka- lan tüm boyutları girer. Antropologlar için kültür, insanların do- temeline dayanır ve yine daha ziyade içgüdüseldir. ğadan ya da alt-insanal çevreden çok, toplumdan ve eğitimden İnsanlaşmayla birlikte ise, karar verme temeline da- türettikleri her şeydir [ve de] aynı sonuç için hayvanlara hizmet eden bedensel değişiklik ve içgüdülerin yerini tutan, toplumla- yanan grup etiğine uyum sağlama süreci gündeme rın yaşamlarını sürdürmek ve çoğalmak için kendilerini çevrele- rine uydurmasını sağlayan araçları simgeler.” –Toplumsal Evrim, 12 Darwin, aynı eser, s. 94. çev. C. Balcı, İstanbul: Alan, 1994, s. 30 ve 113. 43 “Yaşanmayacak hayat”ların mevcudiyeti ve onlar(l)a kuşaklar boyunca aktarılan ve değişmeyen, kalıplaşmış ne yapılacağı, bir sorunsal olarak zihni meşgul etmeye tepkileri/tavırları yaratan ve sürdüren güçtür; yaşamın devam eder. Ölüme karşı negatif konumlandırılmış bir ve soyun idamesine gönderme yapar. ‘İçgüdü’nün ide- hayat tanımı, zaman ve uzamdan koparak kendi içeri- olojik çarçur malzemesi oluşundan gelen yüklü ve kirli ğini boşaltır ve tarihsizleşir. Kendi kendisini doğrula- çağrışımından (konotasyon) ötürü, bir hayvani içgü- yan bir kehanet olarak kalır (‘doğrudur ve o kadar’), düsel tavır manzumesi, çağdaş etolojide artık “sabit bizatihi hayatın kendisini durağanlaştırır. Oysaki aynı (veya modal) eylem örüntüsü” (FAP) olarak karşılan- kalanların yanında değişip dönüşenler, katılıkların ya- maktadır. Bu duyarlılık, Nietzsche’nin sıkça kullandığı nında akışkanlıklar vardır. (ve aralarına ikna edici bir ayrım koymadığı) Instinkt ve Trieb sözcüklerinin İngilizce tercümesine de sirayet Marx’a göre Feuerbach da, özü, bir “tür” olarak, çok sa- etmiştir; instinct (içgüdü) sözcüğünden daha ziyade yıda bireyi doğal biçimde birbirine bağlayan içsel, sessiz drive (dürtü) kullanılmaktadır.18 Parantezi kapatıp sür- bir genellik olarak kavrıyordu. Tarihsel süreçten ayık- dürelim. lanmış soyut ve yalıtılmış bir insan tekili varsayıyor- du. VI. Tez’de şunu söyleyecekti: “Feuerbach dinsel özü Batı dillerinde Instinkt ya da instinct (in-stingue- insani öz hâline getirir. Ne var ki, insani öz tek tek her re), Trieb, drive karşılıklarıyla bu, bir hareket ettirici bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Bu öz, özelliği taşır. Almancada Trieb’den türetilen Getriebe, kendi gerçekliği içinde, toplumsal ilişkiler bütünüdür.” 16 harekete, canlılığa dikkati çeker. Dürtü, genellikle, somatik boyutuyla sınırlı görüldüğü için, ‘kör dürtü’ Biyolojik içgüdülerle, daha doğrusu, içgüdünün o salt olarak anlaşılır: Doğadan gelen, kendimizin katkıda biyolojik içlemiyle yetinmemek gerektiği teklifini, bulunamadığı, bizi tutsak alan, sürükleyen güç kar- Nietzsche’nin onu sahiplenişinde buluruz. Nietzsche, şılığıyla. Akıl ise, egemen olduğumuz, bilinçli olarak toplumsal içgüdü ile biçimlenen ahlakı ‘sürü ahlakı’ yaşadığımız gücümüzdür; akıl ışık ve aydınlık demek olarak kodluyordu. Bununla yaptığı, bireysel özerk- iken, dürtüler kördür. Akıl, Platonik bir tondan kul- liğin elenmesine itiraz etmekti. Zerdüşt’ündeki bütün lanılırsa, dürtüleri düzene sokar, dengeler, yerli yerine haykırışı bu istikamettedir. Devlet organizmasına veya koyar. Nietzsche’nin akla olan isyanı da, işte, aklın yo- Hristiyanlığın, monoteizmin Tanrısının öngördüğü rumuna olan isyanıdır. Akıl kendini yenileyememiş; ahlaki rejime duyduğu alerji de (Deccal’i düşünelim) insan akıl anlayışını, yaşamın devingenliğine yakışır bi- aynı itiraza yaslanıyordu. Arzu ve istencin bastırılma- çimde yorumlayamamış ve nihayet akıl, karşıtı olan bir sına, kölece ahlaka karşı çıkıyordu. Yeryüzünün gök- kavrama, dürtülerin karanlığına sürüklenmiştir. Akıl, yüzüne feda edilmesini kıyasıya eleştiriyordu. Beden- kör dürtülere mahkûmiyetin bir örtüsü hâlini almış, selliğiyle barışık bir dürtü felsefesine doğru yol almıştı. bir haklılığın araçsal sözcüsü konumuna çekilmiştir. Burada evvela, bir üçlü kavram setini gündeme getire- Akıl bir Referenz olarak, yorumlanan olarak anlamını rek mıntıkayı bir ölçüde temizlemek yerinde olacaktır: (Bedeutung) yitirmemiştir: Yorumları çoğalsa, zaman İçgüdü (instinct), dürtü/itki (impulse, drive) ve dürtüyü zaman karmakarışık bir görünüm arz etse de kerteriz de kapsayan görece geniş bir kavram olarak güdü (mo- alınan bir kurumdur. Nietzsche’nin feryadı ise kendi tive).17 Dürtü, fizyolojik/biyolojik kökenli güdünün yorumunu, tek doğru akıl yorumu sanan; ‘sanmak’ bir adıdır; daima bir gereksinimi refere eder. Güdünün, yana onu gerçeğin, olup bitenin kendisi olarak gören içinden ‘dürtü’ boyutunu çıkardığımızda artakalan psi- anlayışa karşıydı. Nihilismus, tam da bu açıdan gerek- ko-sosyal bir (sekonder) bileşeni vardır –psikoloji me- liydi: Egemen anlayışları kökünden sarsıp yaşayana, tinlerindeki ‘güdüle(n)me’ ifadesinden anımsayabiliriz. canlılığa, devinene, dürtülerle can bulana geri dönmek. Dürtü, öğrenilmemiş olması hasebiyle kimi kez içgüdü Yaşama giden yollara kavramlarla, yıpranmış bakış açı- ile karıştırılır. İçgüdü, her tür canlının kendine özgü, larıyla, inanç düzenleriyle kendini yaşamın canlılığın-

16 Alman İdeolojisi, çev. T. Ok ve O. Geridönmez, İstanbul: Ev- 18 Böylesi bir tercihin gerekçeli örneği için bkz. Paul Katsafanas, rensel, 2013, s. 16. “Nietzsche’s Philosophical Psychology”, The Oxford Handbook of 17 Esasında ‘itki’ için impulse veya urge, ‘dürtü’ için drive kullanılır Nietzsche içinde, ed. K. Gemes ve J. Richardson, Oxford Univer- psikanalitik terminolojide. sity Press, 2013, s. 727d. 44 dan koparmış, ‘şen olmayan’ bilim yorumlarıyla engel- karşılık olarak tanımlanamasa da, Marksizmin oldukça ler konmuş, duvarlar örülmüştür: Dürtünün monist spesifik bir revizyonunun belirgin bir neticesi olarak bir kavrayışıdır bu. Nietzscheci dürtü, dışarıdan buy- doğmuştur.20 Anti-materyalist ve anti-rasyonalist bir rulmaz, dayatılmaz; bir kendiliğindenlikle vuku bulur, revizyondur bu. Materyalizme karşı Marksist kökenli bize özgüdür. Has (eigentlich) ve otantiktir, dolayısıyla bir başkaldırıdır; ortaya atan ise devrimci sendikacılığın çoğuldur.19 kuramcıları, Fransa ve İtalya’nın Sorelcileridir.21 Reviz- yonun kaygıları ise ekonomik değildir; tastamam etik Nietzsche, zannedildiğinin aksine bir bilim-karşıtı de- ve ahlakidir. Yerleşik olana tepkisel bir kopuş ideoloji- ğildi, irrasyonalizm yanlısı da değildi; Aydınlama’nın sidir faşizm –proaktif değil reaktiftir. Tepkisel olduğu bilim adına dumura uğrattığı bireyin radikal bir savu- ölçüde de senkretik ve dahi eklektiktir. Gelgelelim bu nusunu icra ediyordu. yönü, onu düşünsel namus açısından masum kılmaya Michel Foucault da, ölümüne ramak kala yayımla- yetmeyecektir; zira tam da bir Prokrüst yatağı olarak nan Aydınlanma Nedir denemesinin sonunda, Kant’ın muktedir ideolojisidir: Hemingway, 1937 yılında ka- zımnen de olsa dönemindeki monarka (II. Friedrich) leme aldığı bir yazısında faşizmin “zorbalar tarafından “rasyonel despotizmin özgür akılla sözleşmesi denile- söylenmiş bir yalan” olduğunu haykırıyordu. bilecek bir öneride” bulunduğunu yazar: “Özerk aklın Düşünsel mirasını bir Marksizm revizyonuna borçlu kamusal ve özgür kullanımı itaatin en iyi garantisi ola- olan faşizm, sınıf ve sınıf mücadelesi kavramını terk caktır; ancak bunun için itaat edilmesi gereken politik ederek tek bir ulusal birim olarak kavranan tüm sınıf- ilke evrensel akılla uygunluk içinde olmalıdır” (çev. E. ların temsilcisiymiş gibi yapar; tarihi siyasetten silerek Özgül ve Ö. Oğuzhan). boşluğu doğayla doldurur; devrim kavramını sahiple- Kapitalist modernite eleştirisi, “despotik aydınlanma”- nir, onu kendi aktivizmine uygular ve devrimin evren- nın bir enstrümanı olarak aklı al aşağı etmekten geçer. sel savaşın bir beliriminden başka bir şey olmadığını Ne ki, modernitenin hinterlandı dışındaki bir aydın- ilan eder.22 lanmayı olanaklı görerek Foucault, şöyle yazacaktır: Sternhell, savaşlar arası dönemdeki faşist ideolojiyi, “İki yüz yıl sonra Aydınlanma geri dönmektedir. An- 1914 öncesi bazı ideolojik akımların yüzyılın dönü- cak hiç de Batı’nın mevcut olanaklarını ve özgürlükle- mündeki entelektüel devrimin süzgecinden geçmesi, rini kavramanın bir yolu olarak değil. Ama sınırlarının daha sonra bu savaşta gerçekleştirilen siyasal uygulama- ve kötüye kullandığı iktidarının sorgulanmasının bir larla somutlaşması ve uygulamaya dökülmesiyle elde yolu olarak. Aklın despotik aydınlanma olarak sorgu- edilen uzun vadeli bir sentezin sonucu olarak görüyor- lanması için.” du. Faşist ideolojinin yarattığı nevi şahsına münhasır sentezin sonucu, “biyolojik determinizme dayanan Kitle, Güruh, Saldırganlık organik, kabilesel, dışlayıcı bir milliyetçilik”ti. Doğası itibarıyla çelişkilerle doluydu.23 Faşizmi I. Büyük Savaş’ın sonuçlarından biri olarak ko- numlandırmaya dönük yaygın alışkanlığı yıkmak gere- 20 Meselenin bu boyutuna dair kapsamlı bir çalışma için bkz. Zeev kir. Yine, faşizmi 1920’lerin başı ilâ 1945 parantezine Sternhell vd., Faşist İdeolojinin Doğuşu, çev. Ş. Çiltaş, İstanbul: hapsederek sporadik bir politik sapmaya indirgemek; Ayrıntı, 2012. 21 onun fikri öncellerini sislendirecek, karşı-devrimci Gerçekten de yolu Georges Sorel’den (1847-1922) geçmeyen bir faşizm analizi eksik kalmaya mahkûmdur: Bir Marksistti, yönünü ve modern kapitalizmle bağlantısını maske- Marksizmin içinde bulunduğunu söylediği “kriz” üzerine kafa leyecek ve şu ana dair, yaşadığımız ilişkilerin aktüel yorarken demokrasiye karşı çıkıyordu, yüksek ahlaki değerle- rin şiddet üzerine tesis edilebileceğini savlıyordu. Kimileri onu örgütlenişine dair, yaşamımızı şekillendiren toplumsal “faşizmin entelektüel babası” olarak selamlarken, neden sonra ilişkilerin doğasına dair bir projeksiyon sunmayacaktır. Mussolini tarafından övülecekti. Kitaplaştırılmış hâliyle ilk kez 1908’de yayınlanmış olan meşhur kitabı için Türkçede bkz. Şid- Bir ideoloji olarak faşizm, Marksizme verilmiş basit bir det Üzerine Düşünceler, çev. A. Hazaryan, Ankara: Epos, 2002. Yine bkz. Marksizme Eleştirel Yaklaşımlar, çev. A. Türker, İstan- 19 Ahmet İnam, “Dürtülerin Dansı”, Nietzsche: Kavramada Yeni bul: Sokak, 1985. Bir Yol, ed. Metin Coşar, Ankara: ODTÜ Yayıncılık, 2002, s. 22 Mark Neocleous, Faşizm, çev. D. B. Kılınç, Ankara: NotaBe- 3-7. ne, 2014, s. 30. 45 Faşizmin siyasal felsefesinin temelinde, bireyin top- birçok güdüde olduğu gibi birdenbire ortaya çıktığını lumsal bir hayvan olarak kavranması yatmaktaydı. ifade ettiği ve hâliyle temsilcisi olduğu ‘iç güdüselciliği’ Faşistler açısından insan, son kertede ancak bir toplu- (instinctivism) seslendirdiği bir metninde26 şöyle yazı- mun parçası olduğu ve toplumsal olarak belirlendiği yordu: “Çocukların düş kırıklığına uğraması engellenir zaman vardı. Buna göre, karşılıklılığa dayanan kural- ve istedikleri gibi yaşamalarına izin verilirse daha az lara ve bir yükümlülükler sistemine sahip toplumsal nevrotik, çevresine uyum sağlayabilen ve saldırganlık- bir örgütlenmenin dışındaki bir insanın özgürlüğü- ları en aza indirgenmiş insanların yetişeceği görüşü… nün hiçbir anlamı yoktu. Yeni bir medeniyet, yeni Bütünüyle hatalı olan bu eğitim anlayışına göre hayvan bir insan tipi ve yepyeni bir yaşam biçimi yaratma ve insan davranışlarının çoğunlukla tepki kaynaklı ol- hedefiyle yola çıkan faşizm, devlet müdahalesinden duğu, eğer doğuştan gelen etmenleri de varsa eğitilerek bağımsız kalabilecek hiçbir insani faaliyet alanı tasav- ortadan kaldırılabileceği görüşü, kendince doğru olan vur edememekteydi.24 demokratik ilkelerden kaynaklanan ve düzeltilmesi çok zor olan bir yanlış anlamadan ibarettir. Bu düşünceyi Faşizm ve toplum üzerine düşünürken, ister istemez savunanlar, aslında insanların doğuştan hiç de söylen- kendisini ihbar eden sözcükler manzumesi vardır. 19. diği kadar eşit olmadığını ve ideal birer vatandaş olmak asrın son çeyreğinden, hiç değilse Gustave Le Bon’dan için hepsinin ‘adil’ fırsatlarla karşılaşmadığını kabul (1895) bu yana kitle, kalabalık, yığın, sürü, halk, po- edemiyorlar.” pulus ve popülizm, crowd, foule, asabiye, güruh, mob (ve mobbing), ayak takımı, Volksgeist gibi sayısız ör- Lorenz’e göre saldırganlığın programlanmış ve otoma- neği vardır bunun.25 İzdiham, panik, galeyan, cinnet, tik bir görünümü vardır. Harekete geçirici belli etkiler infial ve linç ile, Führerprinzip ve lider kültü ile, ön tepki görür ve belli saldırgan davranışlara yol açar. Ne yargı ve düşmanlık ile, paternalizm, nativizm ve an- olursa olsun, çevreden gelmez, doğal bir ön koşul uya- ti-entelektüalizm ile koşut seyreder. Derken insanın rınca (doğuştan) ve genetik olarak mevcuttur; insanın töz sel olarak şiddet, saldırganlık, irrasyonalite ve kö- içinde yerleşiktir ve daima serbest kalmaya çabalar.27 tücüllük aracılığıyla tanımlanmasına varılır. Tam olarak ‘içgüdüsel/ci’ bir tariftir bu. Çoktan beri- dir yanlışlandığını söylemek ve bunu bilimsel verilerle Kuş (civciv, karga ve kaz) etolojisi üzerine yaptığı ça- uzun uzadıya izah etmek ise lüzumsuzdur. lışmalarla 1973 yılında Nobel’e layık görülen Avus- turyalı Konrad Lorenz, Nazi Partisi’ne (NSDAP) Adorno’da, Frankurt Okulu’nun kapsamlı bir girişi- üyeydi. Savaş sonrasında siyasi geçmişine nedamet minin (“Ön Yargı Üzerine Çalışmalar”) kendisine dü- getirdi ve saldırganlık üzerine çalıştı. Konuya dair şen payında, otoritaryen kişiliği çözümlemişti (1950). meşhur eserini 1963’te verdi. Çalışma, “potansiyel faşist birey” varsayımıyla yola çıkmıştı ve Horkheimer’ın ifadesiyle “otoritaryen in- Saldırganlığın (aggression) aniden belirdiğini, başka san tipi denilen ‘antropolojik’ türün ortaya çıkması”

23 Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları, der. C. Iordachi, çev. İ. Ilgar, amaçlanmıştı. Adorno’nun üstlendiği, görüşme mater- İstanbul: İletişim, 2015, s. 95-97. yalinin ideolojik yönlerini toplumsal kuramın katego- 24 Aynı eser, s. 101-103. rileriyle çözümlemekti. Niteliksel İdeoloji İncelemeleri, 25 Bu metnin birincil uhdesi olmamakla birlikte, konuyla ilgili ideoloji dolayımı üzerinden sosyolojik ve tarihsel iz mevcut literatürden yardımla kavramları donatmak faydalı ola- bilir: Kitle/yığın (mass), dışsal yönlendir(il)meye açık ve bilinç- 26 li/ortak eyleme kapasitesinden yoksun bir birim iken kalabalık "Saldırganlığın Spontanlığı", çev. M. Şahinoğlu, Cogito, 6-7. (crowd), nesneleşmiş topluma karşılık gelir; orada tekillikler yiti- sayı, 1996, s. 165-168. rilmiştir; bir-örnektir ve dönüşürken aynı kalandır. Kitle, yaratıcı 27 Mukayese açısından önemli bir nokta da şudur: R. Dawkins olmayan ve salt dışsal manipülasyonlarla devinen kalabalıklardan ve D. Morris gibi isimlerin de hocası olan, Lorenz’le birlikte mo- oluşur. Sürü (swarm), bireyselliğin korunduğu kolektif ve merkez- dern etolojinin kurucularından sayılan Nikolaas Tinbergen de siz öznelliklerdir; bir tür ortaklaşa özneleşme biçimidir, bu yönüy- Nobelli bir etologdu. 1951’deki meşhur eserinde (The Study of le ‘çokluk’ (multitude, yani “indirgenemez çoğulluk”) potansiyeli Instinct) ‘içgüdü’ üzerine sistematik bir etüde girişmişti. Evrim- barındırır. Halk (people) ise -muğlaklığını korumakla birlikte- yö- sel biyoloji ve davranışsal ekoloji açısından önemli bir katkıydı netilendir; hiç değilse Hobbes’tan doğru bir hat çizilirse. Bunlar, bu. Orada kendi sahasından gözlemlerle devşirdiği bilgilerle ye- sözcüklerin modern içlemine dairse de, son olarak, Le Bon’da bah- tiniyor, gelin görün ki ‘insan’a dair aşırı ve afaki çıkarımlarda si geçenin ‘kalabalık’ (foule, crowd) olduğunu kaydedelim. bulunmuyordu. 46 düşümleri olsa da, daha ziyade psikolojiktir. Tipler ve tüm hususiyetleri bu kritik kaymayı izler. Yazar Kurt sendromlardan söz eder. Her ne kadar ihtiyatlı bir dil Vonnegut Jr. ise, Milgram dolayımında aynı minvalde kullansa, bunun için birtakım standart ölçeklendirme cümleler yazar: “Eğer Almanya’da doğmuş olsaydım, ile puanlamaya müracaat etse de, dahası aşırı genelle- sanırım Yahudi, Çingene ve Polonyalı kanına susamış, meden kaçındığı göze çarpsa da, otoritaryen sendrom etrafta kar yığınlarından fırlayan ölü çizmeleri bırakan, (veya karakter) psiko-dinamiğinde, orada da Freudyen kendimi üstün ırkımın tatlı üstünleri ile ısıtan bir Nazi psikanalizde takılıp kalır; ‘sosyal bağlam’ın hakkı do- olacaktım.”30 yurucu biçimde verilmez.28 Aynı Adorno’nun (kısmen Bu sorunsala (şiddet, saldırganlık) dair yeterince ol- töz sel atıflarla yüklü ve hâliyle de pesimist olan) bu gun bir tutuma, Erich Fromm’un 1973’te neşrettiği tarzını, 18 Nisan 1966’daki bir radyo konuşmasında, oylumlu çalışmasında31 rastlanılabilir. Orada, doğa-ye- Auschwitz (travması) sonrasında eğitimin nasıl tanzim tişme (nature-nurture) dikotomisini bir kenara bırakır; edilebileceğini tartışırken de görürüz. Tüm etik-poli- içgüdüsel olana da, edinsel (müktesep) olana da yer tik öğretimin, sembolik yükü ağır olan Auschwitz gibi açar. Esasen, Lorenz’in iç güdüselci vurgusu ile B. F. bir felaketin tekrarlanmaması üzerine odaklanması ge- Skinner’ın davranışçı kuramı arasından sıyrılarak bir rektiğini söyler. Konuşmasını umutsuz bir tonlamayla senteze varma çabasındadır. Fromm’un bir ‘üçüncü noktalayacaktır: yol’ kabilinden hat açma çabası, onun sözcük terci- “Yine de, alt kademede bulunan, köle gibi davra- hinde de açığa çıkar: Aggression (saldırganlık), hostility nan ve yaptıklarıyla köleliklerini ebedîleştirip ken- (düşmanlık), anger (öfke), terror (terör), violence (şid- dilerini alçaltan kimseler, Boger’ler ve Kaduk’lar det), bellicosity/combativité (savaşkanlık) değil ama, [sadist toplama kampı muhafızları] var olduğu sü- yıkıcılık (destructiveness) gibi literatürde pek aşinası rece eğitimin ve aydınlanmanın yapabileceği pek olunmayan bir tercihte bulunması, keza toplum ide- fazla bir şey yoktur.”29 alini sane (sağlıklı) olarak ifade etmesi bununla ilgili olabilir. Biyolojik olarak adaptif (“yumuşak/araçsal/ Yine, bilinen bir isme müracaat ederek Adorno’nun uyumcu”) saldırganlık ile, yıkıcılık/acımasızlık ve yok yaklaşımına panzehir olalım: Stanley Milgram’ın da, ediciliği (“zalimce/kıyıcı” saldırganlık) birbirinden 1960’larda yürüttüğü o meşhur ‘şok’ deney(ler)inden ayırır. Fromm, zaten Freud’u da çift-kutuplu (binary evvel, kafasında Almanların farklı yaratıklar olduklarını veya düalistik) muhakemesinden ötürü eleştirmiştir. ispatlamayı amaçlayan bir deney tasarımı vardı. Deneyi evvela ABD insanında uygulayacak, ardından Alman- ya’ya taşıyıp mukayesesini yapacaktı. Ne ki Bridgeport 30 Bkz. Philip Meyer, “Hitler İsteseydi…”, Sosyal Psikoloji Yazı- ve Yale (Amerika) örneklemi onun bu başlangıçtaki ta- ları içinde, haz. Ali Dönmez, Ankara: Gündoğan, 1994, s. 9-28. Milgram deneyi bu bakımdan tekil bir örnek değildir: Solomon sarımını altüst etmeye yetti. “Yetke karşısında insanlar Asch (1953), Philip G. Zimbardo (1971) gibi paralel isimler de o kadar kolay boyun eğiyorlardı ki, deneyi Almanya’ya zikredilebilir. “Otoritaryen kişilik (örüntüsü)” kavramının tarihsel götürmeye gerek görmedim,” diyebildi. Milgram’ın seyrinin, kavrama ruhunu veren dört ünlü sosyal psikolojik labo- ratuvar çalışmasının (Sanford, Milgram, Şerif ve Asch) ve onlara kuramı, insanların buz ve su kadar birbirinden farklı ait deneysel teorilerin tercüme metinleriyle ortaya konduğu özenli iki biçimde davrandıklarını göstermişti: Olağan koşul- bir derleme için bkz. Otoriteryen Kişilik ve Uyma, der. V. Bat- larda, genellikle yaptıklarımız üzerinde denetimimiz maz, İstanbul: Salyangoz, 2006. Kitabın girişinde, metinlere dair şu tanımlama yapılıyor: “[O]toriteryen (faşist veya yetkeci) kişilik olduğu ve bunu kesinkes ilan ettiğimiz anlamına gelen yapısının bir kişilik örüntüsü olarak ve/veya grup içi baskı biçi- bir özerklik durumu içinde davranırız; ancak belirli ko- minde, yani tutumsal ve edimsel düzeylerde nasıl ortaya çıktığını şullar altında, Milgram’ın aracılık (agency) dediği psi- ve ne tür sonuçlara varabileceğini deneysel olarak ama evrensel teorik açılımlar yaratarak anlatan klasikleşmiş yapıtlardır” (s. 57). şik bir çerçeve içinde tepkilerimizi düzenleriz; itaatin 31 İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri [Anatomisi] (I/II), çev. Ş. Alpa- gut, İstanbul: Payel, 1993/1995. Bu mesele özelinde eserin birinci cildine başvurmak gerekir: Orada, ikinci bölüm “içgüdücü teze 28 Örnek adına, bkz. Otoritaryen Kişilik Üstüne: Niteliksel İde- karşı kanıtlar”a ayrılmıştır. Üçüncü (son) bölüm ise “saldırganlık oloji İncelemeleri, çev. D. Şahiner, İstanbul: Say, 2011, s. 292- ile yıkıcılığın çeşitleri ve kendilerine ait koşulları”na dairdir; bura- 298. da saldırganlığı tasnif ettikten sonra “karakter”e, oradan kaynak- 29 "Auschwitz Sonrasında Eğitim", çev. B. O. Doğan, Cogito, lanan itkilerin gelişim zemini için de nöro fizyolojiye, toplumsal 36. sayı, 2003, s. 236-242. koşullara değinir Fromm. 47 Freud’u önemser, kıymetini teslim eder fakat kendi çevreye uyum sağlama temelli yaşam görüşünü ‘in- payına Marx seviyesine çıkarmaz bu itibarı. Diğer şacı yaşam görüşü’ ile ikame etmek adına, organiz- taraftan Fromm, ortaya koyduklarıyla fazlasıyla ma ile çevre arasındaki ilişkiye dair şu dört kuralı naif ve “yüzeysel” (Chomsky) tınlayabilir. Bununla saptar: (i) Çevrenin organizmanın yokluğunda var birlikte tutum alışı gayet ekonomik ve temkinlidir. olmadığı, organizma tarafından dış dünyadaki kü- İçgüdü ve toplumsal kontrolün pasif ve gayri-ihti- çük parçalardan inşa edildiği, (ii) organizmaların yari birer çıktısı değilizdir ona göre; bu bakımdan çevrelerinin, bu organizmalar yaşadığı müddetçe Freud’la yetinmeyecektir. sürekli olarak yeniden inşa edildiği, (iii) dünyadaki dalgalanmaların ancak organizmalar onları dönüş- “İçgüdülerin ve Tutkuların Ussallığı Üzerine” baş- türdüklerinde önem arz ettikleri ve (iv) organizma- lıklı bölümünde32 bir ayrıma gider; “ussal” (rasyo- ların algılayabildiği kadarıyla çevrenin fiziki yapısı- nel) olanlar ile olmayanları (gayet ampirik biçimde) nın bizzat organizmalar tarafından belirlendiği…34 ayırır. Şöyle yazar: “Bir parçası olduğu bütünün ye- terli işleyişini ve gelişmesini ilerleten her düşünce, Diğer taraftan, sosyal bağlamın elenmesinin ve duygu veya hareketin ussal, bütünü güçsüzleştirme hemen akabinde bir ideolojinin zımnen de olsa ya da yıkma eğilimi gösteren her düşünce, duygu sözcülüğüne soyunmanın psikoloji zanaatına (bi- veya hareketin ise us dışı olarak nitelendirilmesini zatihi bilimsellik iddiasından başlayarak) içkin bir öneriyorum.” problem olduğu da ileri sürülebilir. Noam Chom- sky, B. F. Skinner’ın davranışçılığını çürüttüğü o Anlaşılıyor ki Fromm, indirgemecilik tuzağına kar- çığır açıcı metnini (1972) şöyle noktalar: “Eğer şı oldukça dikkatlidir. Üstelik de bunu bile isteye bir fizikçi dünyanın enerji kaynakları konusunda yapar. Nitekim şunu söyler: “Gerçek bir anlayışın kaygılanmamıza gerek olmadığı, çünkü rüzgâr je- önünü tıkayan ‘ya şu ya bu’ türünden yalınlaştırıcı neratörlerinin gelecekte bütün insan ihtiyaçlarını şemalar kurmaya, ancak zihin ve yürek tembelliğinin yeterince karşılayacağı konusunda bizi temin ede- sonucu olan dogmatik düşünüş çaba gösterir.” cek olsaydı, ortaya bazı bulgular koymak zorunda Faşizm üzerine eğilip yazarken o arada sosyal bağ- kalırdı, aksi hâlde diğer bilim insanları bu tehlikeli lamın hakkını vermeye çalışan isimlerden W. Reich saçmalığı açığa çıkarırlardı. Davranış bilimlerinde ve H. Marcuse’yi de anabiliriz. Lakin bu isimlerin durum farklıdır. Dünyanın sorunlarını çözecek bir de bir bakıma (psikolojik boyutuyla) indirgemecili- davranışsal teknolojiye, bunu destekleyen ve insan 33 ğe kapılıp gittiğini söylemek yersiz olmayacaktır. davranışını belirleyen etkenleri açığa çıkaran bir Burada bir parantez açarak, ana-akım sosyal psiko- davranış bilimine sahip olduğunu iddia eden bir loji literatüründeki “sosyal bağlam” terimine esne- kişinin hiçbir şey kanıtlaması gerekmez. Psikolog- tilerek yer verildiğini ifade edelim. ların bilinenin gerçek sınırlarını genel kamuoyuna Açımlanırsa: İnsanı; fiziki, coğrafi, beşerî ve ekolo- açıklamasını beklemek boşunadır. Bilimin ve tek- jik ortamı (milieu) ile, Uexküll’ün formülasyonuyla nolojinin prestiji dikkate alındığında, en talihsiz Umwelt, Umgebung ve Welt üçlüsü ile değerlendir- durum budur.”35 mek gerekir. Ortam, öyle ki, “canlıların varoluşu- nun ve deneyiminin kipini anlamak için evrensel 34 ve zorunlu bir kavram”dır (Canguilhem). Orada ve Bkz. “Toplumsal Eylem Olarak Bilim”, İdeoloji Olarak Biyoloji: DNA Doktrini içinde, çev. C. Adanur, İstanbul: Kolektif Kitap, öylece verili bulunmaz, yani kendinde bir mevcudi- 2015, s. 91-108. Biyolojik bilimlerle uğraşanlarca el atılan sosyal yeti yoktur; etkileşimseldir. Richard C. Lewontin, meselelerde bu bağlam (socius) elendiğinde veya yeterince do- yurulmadığında, Dawkins’i bir polemik ateşiyle kavurup geçen Terry Eagleton gibi kıvrak zekâların eline düşmek de an meselesi olacaktır: Ekim 2006’da yazdığı sert eleştirinin Türkçesi için bkz. 32 Aynı eser, cilt I, 1993, s. 330-333. “‘Tanrı Yanılgısı’ Hakkında: Saldırmak, Dövmek, Bel Altından 33 Detay için bkz. Robert M. Young, “Marksist Perspektiften Ev- Vurmak”, çev. A. Utku, Alt-Üst Dergi, 13. sayı, Ekim/Aralık 2014. rim, Biyoloji ve Psikoloji”, Psikoloji ve Toplum: Radikal Teori ve Sözü edilen noksanlığın en çok duyumsanabileceği yakın tarih- Pratik içinde, der. Ian Parker ve Russell Spears, çev. K. İnal, Anka- li bir metin için bkz. Robert Winston, “Şiddet”, İnsan İçgüdüsü ra: Rastlantı, 2001, s. 43-55 ve 274-78, özellikle s. 50-51. içinde, çev. S. Köseoğlu, İstanbul: Say, 2010, s. 265-308. 48 Ernesto Laclau da, faşizm fenomeninin özgün- en önemli unsur da zaten budur, “deşarj”dır.38 Le Bon, lüğünü anlayabilme sancılarında gezinir ve o sosyalizmin başarısızlığa mahkûm olduğunu, çünkü arada “onu basit bir çelişkiye indirgeme eğilimi” kalabalığın rasyonel argümanlarla kazanılabileceğini taşıyan yaklaşımları irdelerken, sözü psikolojik varsaydığını, oysaki gerçekte kalabalığın özünde ilkel, hatta barbar olduğunu, kökünü içgüdüde bulduğunu terimlerle açıklamaya çalışan eğilimlere getirir. ve akla düşman olduğunu anlatır. “Kölelik duygu- Şunu yazacaktır: “O hâlde, bütün bu yorumsal su”ndan muzdarip olan kalabalık “güçlü bir otoritenin tasarılarda bulduğumuz şey, faşizmi izole edilmiş önünde kölece boyun eğmeye” daima hazırdır. Faşiz- bireyin ve onun kendine özgü doğasının terim- min kulak kabarttığı ders de budur. 39 leri içinde açıklama çabası oluyor. Bu durumda Kategorik ve yanlı kavrayışıyla, dahası “bir neo-Mac- birey, sosyal bağlantılarından koparılmış ve de- hiavelli” (Laclau) olarak Le Bon’un zannettiğinin aksi- magogların faaliyetleri için birbirlerinden farksız ne, her kalabalık güruh değildir; güruh, kalabalıkların bireylerden meydana gelen bir kitle hâlini almış- özgül bir tipini teşkil eder. Tanıl Bora’nın linç rejimi, tır." 36 kültürü veya orjisi dediği şey, bir güruhu gereksinir. Le Bon, kolektif davranışa hükmeden ‘yasalar’ı Kalabalıklar güruh form(asyon)una kendiliğinden evrilmezler; ama (dışsal bir süreçle) bir kere güruh ana hatlarıyla belirlediğini vazediyordu. Ona göre oluşturulduğunda ortaya çıkan yapı telkine çok açık, kolektif eylem, başka türlü durumlarda rasyonel muhakeme becerisini yitirmiş, dürtüsel ve saldırgan olan bireylerin kalabalığın etkisi altında kaldık- olabilir. Yine de güruh olmayı reddeden, kalabalığın larında irrasyonel davranışta bulunduklarını gös- baskısına direnebilen bireylerin sayısı da az değildir. Bu termektedir. Kolektif davranış, uygar zihinlerin da her seferinde, bağlam uyarınca değişkenlik göstere- rasyonel davranışına karşıt olarak irrasyonel, salt cektir. Selçuk Candansayar’ın saptamasıyla: içgüdüsel, hatta barbar olanın davranışıdır. Mu- hakeme yetisi yoktur; safi duygusaldır. Yıkıcıdır 37 Bir not: Türkçede, hepsi de sağ (milliyetçi-mukaddesatçı) bir siyasanın mümessili olan muhtelif yayın evlerinden defalarca ba- ve bu yönü de isyan-kalkışma-devrim ile örnekle- sılmış olsa da, Kitleler Psikolojisi başlığıyla (Selâhattin Demirkan nir.37 Bireysel olanın farklılaştığı ve de ondan farklı bir tarafından) çevrilmiş 1969 tarihli Bedir Yayınevi (İstanbul) baskı- sının anonim Türkçe ön sözüne bakılması yeterince öğretici ola- yapıdır: “Kolektif ruh” dediği olgunun teşekkülündeki caktır: Yazarına yersiz övgülerle ve tarihsel sol-sosyalist aksiyonları adeta (ve doğal olarak) zemmeden sloganlarla bezeli bir metindir bu. Yine, benzeri bir alımlama örneğini Eric Hoffer özelinde, Tür- 35 N. Chomsky, “Psikoloji ve İdeoloji”, Devlet Uğruna içinde, çev. kiyeli liberallerin onu sahiplenişinde de görürüz. O da kitle hare- Y. Alogan, İstanbul: İthaki, 2017, s. 384. O hâlde yüzümüzü eleş- ketlerinin ortaklaştığı noktaları tetkik etmişti. Kalkış motivasyo- tirel antropolojiye çevirebiliriz. Konuyla ilgili bir örnek adına bkz. nu da (yine) kitleye ve kitleselliğe duyduğu antipatiydi. Açıkça David Riches, “Şiddet Olgusu”, Antropolojik Açıdan Şiddet için- anti-kolektivistti. 1951’deki meşhur eserinde, kendi benliklerini de, haz. D. Riches, çev. D. Hattatoğlu, İstanbul: Ayrıntı, 1989, grup kimliği içinde eriterek (ve de ‘şimdi’yi erteleyerek kutuplar/ s. 10-41. İsmi geçen kitap, Anglosakson kökenli antropologların, aşırılıklar arasında salınarak) sahte bir birlik hissi yaşayanları kar- “şiddet bir kişilik özelliği midir, yoksa topluma kişi üzerinden mi şılayan “kesin inançlı(lar)” (the true believer) tiplemesini ortaya yansır” sorusunun etrafında kümelenen verimlerinden oluşan ve koyuyordu. kültürler-arası dinamiklerin altını çizen nitelikli bir derlemedir. 38 Retrospektif değerlendirildiğinde, Le Boncu “sosyal bulaş” ve Kitapta konu edilen antropoloji, “insan davranışının hayvan dav- “kolektif ruh”, günümüz psikolojisinde (yerine göre) çeşitli terim- ranışı gibi ele alındığı veya doğrudan doğruya genlerin kontro- lerle ifade edilen bir fenomenin aşırı yorumundan ibaretmiş gibi lüne bağlıymış gibi düşünüldüğü türden değildir; daha ziyade, gözükür: Adına sorumluluğun yayılması (difüzyonu) veya seyirci insani sosyal biçimleri, tümüyle insan imgeleminin bir ürünü ola- (bystander) etkisi, yahut da Genovese sendromu denen şey. Siya- rak, sosyal yapılanma [inşa] ve kültür sınırlamalarıyla şekillenmiş seti parametre-dışı bırakan her iddialı ‘bilimci’ pozu gibi bunun, hâliyle gören bir antropoloji”dir (s. 8-9). mutat bir genelleme/indirgeme açmazının kaderini paylaştığı ise 36 “Faşizm ve İdeoloji”, Marksist Teoride İdeoloji ve Politika: Ka- muhakkak: Le Bon, şu veya bu biçimiyle ister istemez (kimilerine pitalizm, Faşizm, Halkçılık içinde, çev. F. Gültekin, İstanbul: göre ise ayan beyan niyetselliğiyle), siyasal krizleri sislendirme ve Doruk, 2015, s. 81-135, s. 85. Sözü edilen metnin iki alternatif eylemselliği ile yaşayan siyasetin içerik ve kapsamını bulandırma tercümesi mevcuttur, bakılabilir: (1) “Faşizm ve İdeoloji” [I-II], misyonu güdüyordu. Koşulları ve bağlamı paranteze aldıkça onu çev. M. Mutman, Birikim, 46/47. sayı, Aralık 1978/Ocak 1979, ya kavme özgü (biricik) kılıyor, ya da (bu sayede) mevcut bir çatış- s. 81-95; Birikim, 48. sayı, Şubat 1979, s. 39-54 ve (2) İdeoloji ve mayı ve onun yapısal uzantılarını doğallaştırıyordu. Politika, çev. H. Sarıca, İstanbul: Belge, 1998, s. 86-155. 39 Neocleous, aynı eser, s. 21-22. 49 “Kalabalıklardan güruhu oluşturmayı kolaylaştı- maktadır.”41 Ne olursa olsun, insanın özgünlüğü “fazla- ran en temel etken başta iktidarı elinde tutan- ca sayıda bir arada olunduğunda gerçekleştirebildiği es- lar olmak üzere siyasal mücadeleyi yürütenlerin nek işbirliği” kabiliyetinde ve bunu sağlayan muhayyile stratejik tercihleridir. İkincileyen de var olan ve kurgu melekesinde yatar; değil mi ki hukuk, şirket, çeşitli çatışmaları çözmek için bir anlamda fırsat para, Tanrı veya ulus dediğimiz şeyler, nesnel gerçeklik- kollayan tekil kişilerdir.”40 le baş etme vasıtası olan kurgusal gerçekliğin bileşenle- ri olan kurgusal varlıklardır (Y. Noah Harari) tam da. İnsan çoğulluğuna içkin olan daimî istisna ve olum- Daimî bir değişim ve dönüşüme tabidir. sallıklara, faşizmi açıklamaya çalışırken ki kavramsal ve teorik mühimmatımızın yüzeyselliğiyle yüzleştiği- mizde bir kez daha ikna oluruz. Faşizm, sahiden de Bir Uğrak: Tarde ve Bourdieu müşkül meseledir; problematiktir. Olsa olsa, bu yü- zeysel yetersizliğin hazmedilemeyişiyle her seferinde Yeni okuma kombinezonlarına olan ihtiyaçla, toplum- bir indirgemeciliğe savruluşumuzun kendisi (tam da) sallıktaki insana bakışımızda Tarde’ı, insandaki top- psikolojiktir. Alet çantalarıyla Deleuze ve Guattari, bu lumsallığa bakışımızda ise Bourdieu’yü imdada çağıra- müşküllüğü Bin Yayla’da şöyle kuşatmaya çalışıyordu: biliriz. “[. . .] Dünya çapındaki sorunun cevabı sadece Gabriel Tarde, başka yönleri bir yana, kriminolojinin mikro-faşizmdedir: Arzu, neden ve nasıl, kendi (de) önemli isimlerinden biri olarak anılır: Çağdaşı bastırılışını arzular? Kitlelerin edilgin biçimde pozitivist C. Lombroso’nun psiko-biyolojik tiplemele- iktidara boyun eğmediği muhakkaktır; mazo- re dayalı ‘suçlu’ anlayışını eleştiriyordu. Bunu yapmak şistçe bir histeri içinde, baskı altına alınmayı ‘is- adına tartışmasının kuramsal ufkunu bütün bir tarih- tedikleri’ de yoktur; ideolojinin büyüsü altında sel-toplumsal düzleme yaymaya çalıştı. Durkheim’ın kandırılmış da değillerdir. Arzu, zorunlu olarak toplum soyutlamasından, toplumsal olguyu sui generis moleküler düzeylerde birbirine bağlanan karma- bir ayrıksılığa, ‘aşkınsal’ bir realite konumuna yerleş- şık asamblajlardan; duruşları, tavırları, algıları, tirmesinden müştekiydi. Önemli oranda Leibniz’den, beklentileri, gösterge sistemlerini vs. hâlihazırda bir ölçüde de Spinoza felsefesinden yararlanarak bir şekillendiren mikro-oluşumlardan asla ayrıla- ‘bireyleştirme ilkesi’ni açımladı: Toplum-birey ikiliği maz. Arzu, hiçbir zaman, ayrımsız bir içgüdüsel yerine, bireyin içindeki toplumları, toplumlar içindeki enerji değildir; etkileşimlerle dolu, son dere- (monadolojik) bireylikleri keşfe çıktı.1893’teki meşhur ce gelişmiş, tasarlanmış bir tertibin ürünüdür: eseriyle. Buna göre, sonsuz sayıda bireyin oluşturdu- Moleküler enerjileri işlemden geçiren ve arzuya ğu sonsuz sayıda birey vardır, bireylik(ler) sonsuz çe- potansiyel olarak faşist bir belirlenim kazandıran şitliliklerin bir süreci içinde kavranmalıdır ve nihayet koca bir akışkan parçalılık söz konusudur” (çev. toplum da, haddizatında bireydir. İnter-psikolojiden, D. Yılmaz). imitasyondan (taklit) bahsetti; organik formlardan ve kimyevi doğadan kalkarak örnekler sundu. Bu da mik- Örneklendirmek mümkünse de, uzatmak yersiz: De- ro-sosyolojiye, gruplar sosyolojisine kapı araladı.42 Şöy- mek ki insan ve toplum olgularını dikotomik ve anta- le yazıyordu: “[. . .] Nasıl oluyor da, çok küçük bir ara gonistik kurgulamaktan ziyade, ilişkisel bir düzlemde nağme, [dünyadaki] bu sert ritimler arasına giriveriyor ve uzay-zamana, tarih-uzama bağlı olarak hareketlenen, ve dünyanın ebedî tekdüzeliğini renklendirebiliyor? oynaklaşan koordinatlarını (orbital diyebiliriz buna) Bunca tekdüzenin, monotonun ve homojenin birlikte- yakalamaya çalışmakta yarar var. Nitekim Serol Teber liğinden, can sıkıntısından başka ne doğabilir ki? Eğer şöyle yazmaktaydı: “Bugün içinde yaşanan yabancılaş- her şey özdeşlikten geliyorsa ve eğer her şey onu amaç- ma [Marx] ve anomie [Durkheim] durumları, bireyin lıyor ve ona gidiyorsa, bizi büyüleyen bu çeşitliliklerin toplumla olan sürtüşmesi olarak değil, bireyin topluma gereğinden fazla uyum sağlaması tarzında ortaya çık- 41 İnsanın Hiçleşme Serüvenine Giriş: Politik-Psikoloji Notları, İs- tanbul: Papirüs, 2001, s. 169. 42 Ulus Baker, “Tarde Sosyolojisi”, Monadoloji ve Sosyoloji içinde, 40 Bkz. Ayrıntı Dergi, 12. sayı, Ekim/Kasım 2015, s. 19-24. çev. Ö. Doğan, Ankara: Öteki, 2004, s. 5-17. 50 kaynağı nedir? Emin olun, ne kadar renksizmiş gibi kendilerini sonuca götürecek bazı yollara zaman içeri- kabul edilse de, şeylerin temeli sandığımız kadar zayıf, sinde aşina olmaya başlarlar. Nasıl sonuca gidileceği- zavallı, donuk ve kısır değildir. Tipler, gemlerden ve ne dair sahip olunan bu davranış kalıpları, karşılaşılan frenlerden başka bir şey değildir; yasalar ise, devrimci durumlar neticesinde bireylerin ortak bir yatkınlıklar içsel farklılıkların önüne boş yere konmuş bentlerden bütünü, yani habitus oluşturmasına yol açar. Habi- başka bir şey değildir.”43 tus, sahiden de bireyin sosyal seyrinin ve konumunun ürünüdür. Buna karşılık hiçbir zaman katılaşmaz, her “Eylemi ‘failsiz’ mekanik bir tepki olarak anlayan nes- zaman yeniden inşayı içerir.45 nelcilik (objektivizm) ile bilinçli bir niyetin maksatlı işi olarak tasvir edilen öznelcilikten (subjektivizm)” kurtarma, kısacası bir “tuzak” olarak gördüğü yapı-ey- Çıkışa Doğru: Bilimden İdeolojiye lem karşıtlığını aşma gayesiyle Pierre Bourdieu, sosyal uzamdaki konumlar ve temel bir dolayım sağlayan Bilimler tarihini epistemolojik bir ölçeklendirme ile açıklayıcı bir şema olarak ‘habitus’ kavramını geliştir- yeniden tartınca, popüler olanla anonim olan, abartı- mişti. Habitus, toplumsal olarak inşa edilmiş bir yat- lan ile ötelenen, örtük olan ile aşikâr olan unsurların kınlıklar sistemini imler. İnsana ‘şu’ değil de ‘bu’ şe- yer değiştirebildiğini, ölü toprağın altındaki cevherle- kilde davranmasını söyleyen bir görünmez çerçevedir.44 rin keşfedilebildiğini, ilişkisiz görünenler arasındaki sımsıkı bağları da idrak etmiş olduk. “Rupture (break; “Bugün içinde süren ve gelecekte de kendi ilkelerine kopuş), discontinuité (discontinuity; süreksizlik veya göre yapılaşmış edimlerde mevcudiyetini devam etti- kesinti), déchirure (tear; yırtılma), fracture (cleavage; recek olan bir geçmiş”tir. Ezcümle habitus, “toplum- kırılma)” gibi, “sanctionné (valid; geçerli veya onay- sallaşmış öznellik”tir, “bedenleşmiş toplumsallık”tır. lanmış) bilim” ile “périmé (obsolete, lapsed; kadük Kurumlar ve bedenler arasındaki buluşma noktasıdır; veya geçersiz) bilim” gibi kavramların işe koşularak öznel ve nesnel olanın, objektif yapılar ile bireysel tu- bilimlerin geçmişinin bir yeniden okunması ve ilişki- tumların ara bulucusudur. Bu bağlamda vücudumuz lendirilmesi kalkışmasına tanık olduk. içinde dünün, geçmişin ya da tarihin anonimleşti- rildiği, yeniden üretildiği bir mekândır. Pratikler ile Bunu da en çok, Bachelard (fizik), Cavaillès (mate- temsillerin oluşma ve yapılaşma ilkesi olan, işleyen matik) ve Canguilhem (biyoloji) gibi isimlerle aşinası belirli toplumsal ortamlarca üretilen sürekli ve dönüş- olduğumuz Fransız tarihsel epistemoloji geleneğine türülebilir ‘eğilimler’ sistemidir; algı, değerlendirme ve veya ekolüne borçluyuz. eylem şemalarıdır. Öte yandan bir habitus ile doğul- Söz gelimi, Pierre Duhem ile Ortaçağ’a bambaşka bir maz; toplumsallaşma sürecindeki tekrarlarla edinilir ve gözlükle bakmadık mı? A. Koyré sayesinde Kopernik’i tanınır o. Edinimi ise kişisel olmayan ve yarı-otomatik yerli yerine oturtmadık mı? İngiliz imparatorluğunun bir karaktere sahiptir; niyeti veya iradi unsurları, bi- bir medar-ı iftihar olarak önümüze yaldızlarıyla in- lincin dahlini gerektirmez. Aktörün, içinde bulunduğu dirdiği Newton’ın meğerse Galileo tarafından tarihsel toplumsal bağlamının etkisini devreye sokan bilişsel ve olarak çokça içerildiğini görmekle birlikte, Einste- güdüsel bir mekanizmadır. Aktörler/failler/bireyler el- in’ın kuramlarına rağmen Newton’ın tarihin çöplü- lerinde bulundurdukları sermaye, sorgulamadan kabul ğüne atılmak zorunda olmadığına kanaat getirmedik ettikleri kurallar (doxa) ve oyunun sonunda elde ede- mi? Dahası, bilimsel alan ile ideolojik kapsam ara- ceklerine inandıkları çıkarlar (illusio) doğrultusunda sındaki etkileşimlerin farkına varmadık mı? Öyleyse sürdürelim. 43 Monadoloji ve Sosyoloji, s. 8 ve 72. Ekolün öncülerinden Georges Canguilhem, bir bilim 44 G. Çeğin ve E. Göker, “Takdim”, Ayrım: Beğeni Yargısının Toplumsal Eleştirisi içinde, çev. D. F. Şannan ve A. G. Berkkurt, ideoloğu olarak Herbert Spencer’a değiniyordu: Ankara: Heretik, 2015, s. 18-19. Bourdieu, kavramsallaştırma- sını esas olarak şurada (IV. Bölüm’de), Pascal’ın “dünya beni içeriyor ama ben onu anlıyorum” sözünden mülhem açımlar: 45 Şuradan derlendi: Ocak ve Zanaat: Pierre Bourdieu Derlemesi, Akademik Aklın Eleştirisi: Pascalca Düşünme Çabaları, çev. P. haz. G. Çeğin vd., İstanbul: İletişim, 2014, ss. 46-47, 103-105, Burcu Yalım, İstanbul: Metis, 2016. 174-176 ve 305-317. 51 “Bir on dokuzuncu yüzyıl bilim ideolojisi olarak her ne kadar antropoloji çoktandır kültürlerin ço- evrimciliğin doğuşunu kısaca düşünün. Herbert ğulluğunu tanısa da ve bu, galiba artık herhangi bir Spencer’ın çalışmaları ilginç bir vaka örneği sunu- kültürün kendisini, diğerlerinin ona bakıp hizaya yor. Spencer, ardışık farklılaşma yoluyla basitten geleceği bir mihenk taşı olarak sunmasını gayri- karmaşığa doğru gerçekleşen evrime dayanarak meşru kılsa da.”46 ilerlemenin evrensel manada geçerli bir yasasını Marksizmin bilim olma iddiasından, iyi ihtimalle ortaya koyduğu fikrindeydi. Her şey, diğer bir de- bir eleştirel devrim teorisinden giderek (üstelik de yişle, çok türdeşten [homojen] aza ve az bireyselleş- Marksist karşılığıyla) bir “ideoloji” olmaya doğru meden daha fazlasına doğru evrilmekteydi: Güneş savrulduğuna dair bugüne dek çok tartışma yürütül- sistemi, hayvan organizması, canlı türler, insan, dü.47 Bir ters açı olarak, konumlanılan nokta “bilim toplum ve dil de dahil olmak üzere, insan düşünce için bilim”den ideolojik angajmanlara (bir ‘bilim ve eyleminin ürünleri. [. . .] Eğer birileri Spencer’ın ideolojisi’ varyantına) savrulduğunda ise, J. D. Ber- çalışmalarının gelişim çizgisini takip edecek olur- nal gibi trajikomik ve teknokratik bir pozisyona düş- sa açıkça görebilir ki o, önce von Baer, ardından mek işten değildir. Bernal, insan ihtiyaçlarına hiz- Darwin’in biyolojisini kullanarak kendisine, on met edecek bir bilimin yeşermesi için özel mülkiyeti dokuzuncu yüzyıl İngiltere endüstriyel toplumun- üretim araçları arasından kaldırmayı ve pazar sistemi daki sosyal mühendislik, hatta özel olarak serbest yerine planlı bir ekonomiyi getirmeyi kaçınılmaz girişim, politik bireycilik ve rekabet konularındaki görmekle kalmıyor, 1953 senesindeki bir yazısında görüşleri için bilimsel bir dayanak noktası oluş- Stalin’i bir “bilim adamı” olarak yorumluyordu.48 turmuştur. Farklılaşma yasasından, bireyin devlete R. C. Lewontin’in de sağduyusu ile saptadığı gibi, karşı savunulmasının zorunlu olduğu görüşünü tü- “nesnel bilgi ve mistik saf bilim kılıfında görünen retmişti [deduce]. Fakat belki de bu ‘dedüksiyon’, şeyin ardında siyasi, iktisadi ve toplumsal ideoloji- ta başından beri Spencerci sistemin ilkelerini baz nin yattığını” akıldan çıkarmamak gerekir.49 Bu kılıf, alıyordu. eşitsizliği meşrulaştırmak ve mevcut toplumsal ör- Mekanik, embriyoloji ve evrim yasaları kendi bi- gütlenmenin doğal olduğu için değiştirilemeyeceği- limsel nüfuz bölgelerinin ötesine, hem de geçer- ni savunmak gibi işlevler görürken, üstünü örttüğü liliklerini koruyarak taşınamazlar. Spesifik teorik ve o arada doğa gerçekleri olarak sunduğu basit ikti- hükümler, kendi önermelerinden koparılarak insa- sadi ilişkilerin (tam da) biyolojik araştırma ve tekno- nın genel bir deneyim bağlamına, özel olarak da lojinin yönünü tayin ve manipüle etme imtiyazıyla 50 sosyal deneyimine uyarlandığında nasıl bir yere vaftiz edilmesine olanak tanımaktadır. varıyoruz? Pratik bir yere. Evrimci ideoloji endüst- Üstelenirse: Bilimi ideolojik kılmak bilimcinin riyel toplumu, bir eliyle geleneksel topluma, diğer 46 Şuradan: “What is a Scientific Ideology?”, Ideology and Ratio- eliyle de işçilerin taleplerine karşı savunmak üzere nality in the History of the Life Sciences [Idéologie et rationalité kullanıldı. Bu bir yanıyla teoloji-karşıtı, bir yanıy- dans l'histoire des sciences de la vie] içinde, çev. Arthur Goldham- la da sosyalizm-karşıtı idi. Dolayısıyla evrimcilik, mer, MIT Press, 1988, s. 27-40. Tercüme bana aittir. 47 Marksist anlamda da bir ideolojiydi: Hakikati, söy- Vaktizamanında Marx’ın, bir anti-teori olarak ideolojiye dönüş- me tehlikesi bağlamında “Ben Marksist değilim” dediği şeklindeki lediğinde değil, gizlediğinde yatan bir doğa ya da mütevatir anekdot meşhurdur. toplum temsili. Evrimcilik, elbette Spencer’ın ide- 48 Bkz. “Bir Bilim Adamı Olarak Stalin”, Marksizm ve Bilim için- olojisinden çok daha öte bir şey. Gelgelelim Spen- de, çev. Tonguç Ok, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 2007, s. 164- 176. Bir biliminsanı olmayan Lysenko’dan ise hiç bahsetmiyorum cer’ın görüşlerinin, dil-bilimci ve antropologlar bile. Bir tür ‘teori intoksikasyonu’ demek olan Lissenkizm’e ve üstünde süre giden bir etkisi vardı. Onun ideolojisi onu ön-gerektiren Stalinist teknikçi politikaya dair ustaca bir ko- primitif [ilkel] sözcüğüne kendi anlamını yükledi ordinat tayini için bkz. Dominique Lecourt, “Diyalektik Madde- cilik, ‘İki Bilim’ Teorisi ve Devlet İdeolojisi”, çev. Y. Alp, Birikim, ve sömürgecilerin vicdanını yatıştırdı. Miras baki- 30/31. sayı, 1977, s. 94-98. yesinin bir kısmına gelişmiş toplumların, sözüm 49 İdeoloji Olarak Biyoloji, s. 70. ona geri kalmış ülkelere olan tavrında rastlanabilir; 50 Aynı eser, s. 28. 52 sorumluluğunda olmamalıdır; bununla birlik- te bilimci, bir ütopyayı, bir dünya tasavvurunu (Weltanschauung) da ister istemez yedeğinde taşır elbette. Hele ki: Soyutlama ve gezegenin ta öbür ucundaki bir hadise için üzüntü duyabilme, çatış- kılı olan şeyleri aynı anda zihninde taşıyabilme, olanaksız olduğunu bildiği şeyleri dahi bir zorun- luluk (must) olarak görebilme gibi özellikler hâlen insana özgü, hatta insanı insan yapan ayırıcı nite- liklerden iken. O hâlde: 1968 radikallerinin sloganını âhir zaman- larda sahiplenen Paramaz gibi “hayal gücü iktidara” diyebilmeli, bilimcinin o total kavrayışını, yersiz özgüvenini, cüretkârca rol çalmasını sorunsallaş- tırmalı ve yığınları yönetme hırsı ile tahakkümü müşfikleştirme arayışlarını öz yönetimi yaşamsal- laştırma iradesi ile ikame etmek durumundayız. Biyolojik bilimlerde geçersizleşmiş olan vitalizm perspektifini, 19. yüzyılda Spencer’da cisimleşmiş o mühendislik taklidi olan ilkel ve bayağı sosyo-bi- yoloji yanılsamasını bertaraf ederek, bizatihi ken- di otantik ontolojisinin taşıyıcısı olan toplumsal planda diriltebilmeliyiz. Bir ideolojinin; yaşamı tanzim eder ve o arada siyasallaşırken, basitçe ken- di siyasetini kurarken insan ve toplumun doğası- na iliştirdiği varsayımsal antropolojik isnada karşı uyanık ve tetikte olabilmeli; bu isnadı, kökensel ip uçlarını bulacağı tarihsel-sosyolojik bağlamına ka- vuşturabilmeliyiz. Preskriptif, nomotetik, gerekir- ci/belirlenimci, merkeziyetçi (disiplinci-denetimci) ve buyurgan olan yerine olumsal karşılaşmaları, çokluğu, ‘fark’ları yekpâre ve yeknesak bir özdeşliğe indirgenemeyecek direniş odaklarını, öznellikleri ve çatlakları (Holloway) örgütleyebilmeliyiz. Bırakalım, bu iradi komünalist programın metodo- lojisinin sol-popülist mi, otonomist mi, Marksizan mı, anarşizan veya sendikalist mi olacağı, aktörler- le mi kolektif mobilizasyonla mı yol alınacağı, ev- renselci yahut yerelci oluşu, strateji formülünü ise doğrudanlıkta veya temsilcilikte mi bulacağı, kısa- cası geleneksel/legal parti ve kurumlarla irtibatı ve ittifakı meselesi tali olsun, beri gelsin. Aynı şekilde, bütün bu ikiliklere (Lacan veya Lefebvre’ü andıran bir hamleyle) bir üçüncü opsiyonun mu iliştirilece- ği veya bunların bir sentezde mi buluşturulacağı da. 53 Faşizmin Kültürel Kodları

Mesut Yurtsever Faşizmin kültürel kodlarının neler olduğunu serimle- Yine "Faşizm çok uzun sürmüş dekadans dönemine son yebilmek için öncelikle faşizmin tanımını doğru ortaya vermek için bütünsel bir politik, toplumsal ve kültürel koymak lazım. Çünkü tanım anlamın dayandığı temel doğuş sürecinin gerekli olduğu inancından ilham alan, dinamikleri ortaya koyduğu gibi, anlam belirsizliğini or- çağdaş politikanın alışılmadık derecede değişken ve bir tadan kaldırır. Tanım aynı zamanda bir şeyin veya bir türünü anlatan kavram"2 ve faşizmi "liberalizm karşıtı, olgunun içsel özelliklerinin, yapısal niteliklerinin dile akıl ve kuram yerine canlılık ve eyleme öncelik tanıyan gelmesi, betimlenmesi işidir. pozitivizm karşıtı"3 tanımlamalar da benzer içerik ve iş- Faşizmi, doğru temelde tanımlama da olgu olarak nasıl levlerdedir. Bu tanımlamalarda faşizm öyle denildiği gibi oluştuğunu, oluşum sürecinde onu varlaştıran esas et- ne liberalizm karşıtıdır ne de dekadans dönemine son menlerin neler olduğunu ve hangi yapısal-sistemsel te- veren bir politik kuramdır! Tersine faşizm liberalizmin mele dayandığını ortaya koymakla olur. Oysa, biliyoruz patolojik, şizofrenik erkek evladıdır. Faşizm dekadans ki yirminci yüzyıl liberal ve sosyalist entelektüellerinin dönemlerine çözüm bulan değil, daha da derinleştiren faşizmi anlamada yaşadıkları en temel yanılgılardan biri savaş rejimidir. Buna rağmen olumluluk payeleri yük- onu doğru tanımlayamamalarıdır. Tanımlar yanılgılı ve lemenin anlamı nedir? Kanımızca böyle tanımlamalara yetersiz olunca cevaplar da öyle olmuştur. Hatta kimi za- gitmek özelde ulus-devlet, genelde kapitalist modernite man niyetten bağımsız (karşı olunsa bile) kuramsal düz- ile faşizm arasındaki ontolojik bağı görememe körlüğün- lemde onun izinden yürümekten kurtulunamamıştır. dendir. Daha subjektif değerlendirirsek (özellikle liberal Roger Griffin faşizmi tanımlamada yaşanan belirsizlik entelektüeller için) faşizmin oluşumunda kendi zihinsel halinin 1990'lara kadar yaşandığını, ama 90’lardan son- dünyalarının payını gizleme, üstünü örtme telaşının ta- ra kısmi olarak tanımlamada bir ortaklaşmaya varılarak nımlama halidir deriz. aşıldığını ifade eder ve şöyle bir tanım ortaya koyar: "Bu Faşizmin mekan olarak Almanya, İtalya'ya; zaman ola- konsensüse göre faşizm, milletin politik kültürünü yeni- rak 1. ve 2. Dünya Savaşları arası sürece ve kişi olarak den yaratmayı ve çağdaş tarihi kaplamış olan krizi çöz- Hitler ve Mussolini ile sınırlandırma, pozitivist bakış meye yardımcı olacak 'Yeni İnsan'’ı oluşturmayı amaç- yani hakikatin sadece görünen, gerçekleşen boyutunu layan devrimci bir milliyetçilik biçimidir."1 Bu tanım- dile getirmekten öte anlam taşımaz. O mekan, o zaman lama üzerinden faşizmin kültürel kodlarını serimlemeye ve o kişiler üzerinden bir tanımlamaya gidip tanımı da çalışsak bizi nereye götürür acaba? Bu açıdan bu tanıma kapitalist modernite ve ulus-devletten uzak ve de faşizm katılmak mümkün değil. Hele hele faşizme devrimci bir sanki münferit, istisnai ve kapitalist modernite dışında nitelik ve kriz çözücü bir paye yükleme olsa olsa haki- sisteme bela olmuş bir şeymiş gibi tanımlamalara gitmek kati perdeleme, bilerek veya bilmeyerek ona hizmettir. 2 Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü, İstanbul: İletişim, 2008, 1 Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü, İstanbul: İletişim, 2008, s.276. s.276. 3 Age, s.276. 54 Öcalan'ın tabiriyle: ''Liberal ve sosyalist geçinen en- milliyetçiliğin tam gelişmiş Batılı ulus-devletin milli- telektüellerin en büyük sefaletidir.'' Zihinsel sefaletin yetçiliği ile hemen hiçbir ortak yönü yoktur.''5 Dikkat tanımlanmış halidir. Çünkü faşizm ile ulus-devlet, fa- edilirse H. Arendt iki tür milliyetçilikten bahsetmekte: şizm ile kapitalist modernite arasındaki ilişki sistemik völkisch milliyetçiliği ve tam gelişmiş Batılı ulus-devlet ve ontolojik bir ilişkidir. Varoluşsal bir bağ söz konusu- milliyetçiliği... İkisi arasında ortak bir yönün olmadığı- dur. Bu açıdan faşizmin ontolojik olarak ulus-devlet ile nı; dinselleşen milliyetçiliğin völkisch milliyetçiliği oldu- ilişkisini görmemek yanılgılı tanımlamalar üretmekten ğunu ifade ediyor. Tam gelişmiş ulus-devlet milliyetçiliği öte anlam taşımaz. ''Ulus-devlet faşizmin izinde gelişti- de, ''Milliyetçilik, merkezi bir devlette atomlaşmış bir ği bir devlet biçimini içten ve dıştan ezilen ve sömürü- toplumu bir arada tutan eşsiz bir çimento haline geldi len toplumsal kesimlerle, rekabet halinde olduğu güç- ve gerçekten de ulus-devletin bireyleri arasında iş gören lerle savaş haline girdiğinde vardığı aşamadır.''4 Biraz yegane canlı bağ olduğunu gösterdi.''6 diyerek atomlaş- daha açarsak: mış birey ile merkezileşmiş devleti birbirine bağlayan olumlu bir bağıntı gibi ele almaktadır! Oysa, birincisi Kapitalist modernitenin en temel iktidar formu, merkezileşmiş devleti açığa çıkaran milliyetçiliğin ken- ulus-devlettir. Milliyetçilikte, ulus-devletin modern disidir! Atomlaşmış birey de bu merkezileşen devletin dini düzeyindedir. Milliyetçilik öyle katı bir inanç ge- bir mamulüdür! İkincisi, her iki milliyetçilik türü ara- liştirir ki, ulus-devlete Hegel'in tabiri ile, ''Tanrının sındaki fark: derinlik, yoğunluk hali ve kimlikte esas alı- yeryüzündeki hali' anlamında bir kutsallık atfeder. nan farklılıktan ötürü biçimdedir. Özde bir farklılık söz Ulus-devlet iki sebepten milliyetçiliği temel ideolojik konusu değil. Öz olarak aynıdırlar. Yine işlevsel olarak inanç silahı olarak esas alır. Birincisi içte sınıf çelişki- da aynı misyona sahiptirler. Biçimde görülen fark geç lerini gizleme, ulusal pazarı tekelleştirme temelinde oluşmuş, geç kalmış burjuvazinin bir an önce rakiple- geliştirme ve dışa doğru açılarak saldırgan emellerini rine ulaşma, onlarla mücadele etme ve pay kapma gay- teşvik etme ve maddi doğrulara el koymak için top- retinin yoğunlaştırılmasından öte bir şey değildir. Her lumu mobilize etmek. İkincisi de devletteki iktidar iki milliyetçilik özsel anlamda kapitalizm, ulus devlet ve güç merkeziyetçiliği güçlendirmek için kullanır. ve endüstriyalizme hizmet eder. Toplum üzerinde oluş- Milliyetçilik bütün bir ulusun iktidarın kendisine ait turdukları etki, oynadıkları işlev ve rol aynı mahiyette- olduğuna inandırılır. Kendine has bir ''yenilik” olarak dir. Völkisch (''Semantik anlamı kökenselliğe, ilkeselliğe kişiye bağlanmış iktidar olgusundan, iktidara bağlan- dayanan Volk (halk) isminin sıfat halidir. Bu anlamıyla mış kişi, kurum ve topluma geçme yaşanır. Yani devlet siyasal ulusu etnik toplulukla özdeşleştiren Alman milliyet- topluma yedirilir, toplum da devletleştirilir. Kapitalist çiliğinin, 'halkçı' yönünün ifadesidir.'') milliyetçiliği geç modernite ulus-devletin bu ideolojik aygıt ile zihinleri burjuvalaşma, geç ulus-devletleşme, kapitalist moderni- bir takım fiktif, kurgusal olgularla teslim alır. İnsanı tenin bunalımına denk gelmesi ve kültür temelli kim- kendine, topluma ve doğaya yabancılaştırarak ''ka- liği esas almasından kaynaklı daha çok dinselleşmesini rıncalaşan birey'' ile ''sürüleşen toplum'' gerçekliğini beraberinde getirmiştir. Ama bunlar Hannah Arendt'in açığa çıkarır. Bu anlamda faşizmin mayası ulus-dev- dediği gibi iki milliyetçilik türü arasında hiçbir ortak bağ let milliyetçiliğidir. Milliyetçilik, toplumu potansiyel yoktur anlamında değildir. Milliyetçilikleri bilimsel veya olarak faşizme hazırlama ideolojisidir. Hannah Aren- toplumlara özgüllükleri bağlamında ele almak başka bir dt, völkisch milliyetçiliği ile milliyetçiliği birbirinden şey, iki farklı ideolojik akımmış gibi ele alıp faşizmi sa- ayırır. Faşizmi völkisch milliyetçiliği üzerine oturtarak dece bir milliyetçilik türü üzerine oturtarak öteki mil- izah eder. ''Milliyetçilik çoğu zaman dinin duygusal liyetçilikleri ve ulus-devletleri faşizmi üreten zemin ol- ikamesi olarak tarif edilmiştir. Fakat yeni bir din ku- maktan uzak görme, doğru olmadığı gibi bilimsel de de- ramı ve yeni bir kutsallık anlayışı getiren, sadece Pan ğildir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları dönemine kısa hareketinin völkisch milliyetçiliği* olmuştur. (...) Kıta bir tarihsel bakış bile bunun öyle olmadığını bize gös- emperyalizmin arkasındaki sevk edici güç olan völkisch

5 4 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 4: Hannah Arent, Totalitarizmin Kaynakları, Cilt 2: Emperya- Ortadoğu'da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü, lizm, İletişim, 2015. Amara Yayıncılık, 2015. 6 Age. 55 terir. 1918-1945 arasında hemen hemen bütün Avrupa kandır, köle ruhludur vb- öte yandan toplumu ahlaki ülkeleri ile Güney Amerika; Şili, Brezilya, Avusturya, ve politik vasıflarından yalıtarak tümüyle devlet içinde Macaristan, Belçika, İngiltere, Finlandiya, Fransa, Ro- eritmeye çalışır. Ve faşizme hazır hale getirilir. Kapita- manya, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya, Japonya vb. lizm+ulus-devlet+endüstriyalizm üçlüsü ile inşa edilen ülkelerdeki aşırı milliyetçi oluşum ve faşist hareketlerin orta sınıf, bürokrasi ve şehir gibi olgular karşımıza bu büyük gelişim göstermeleri bunu gösterir. Almanya ve sefer faşizmin sosyal, kurumsal ve mekansal temeli ola- İtalya'yı da völkisch milliyetçiliğinden ötürü faşist ilan rak çıkarlar. etme ama öteki milliyetçi iktidarları ''kısmen faşistleş- Sonuç olarak faşizm, toplumun her yönüyle devlet, dev- tirilmiş'' veya ''para-faşist'' rejimler olarak gösterme ne letin toplumla özdeşleşmesi veya ''faşizm, kapitalizmin onları faşist rejimler olmaktan kurtarır ne de ulus-devlet kriz hali, kendini sürdürememezlik halidir.''9 milliyetçiliğini masum, olumlu gösterir. Hatta o dönem Tüm bu değerlendirme ve tanımlamalarımız bize faşizm Avrupa devletlerinin neredeyse çoğu faşist rejimlere ya ile kapitalist modernitenin kültür kodlarının özdeş ol- gebe ya da sahip durumdaydı. İspanya'da Franco, Por- duğunu gösterir. Kapitalist modernitenin kültürel kod- tekiz'de Salazar, Fransa'da Vichy, Avusturya'da Dolfuss ları üzerinden açığa çıkan, oluşan faşizmin kültürel (as- vb. rejimler bunun göstergesidir. Almanya'da faşizmin lında kültürsüzleştirme) kodlarını ana başlıklar halinde daha güçlü bir devlet yönetimine sahip olması, ülke- sunarsak: deki kapital, ulus-devlet ve endüstriyalizmin gücünden iler gelmektedir. Daha doğrusu Alman milliyetçiliğinin 1. Devletçi-İktidarcı Kültürel Kod :Faşizmin kültürel tekelleşen kapitalist modernitenin bu üç tekeli ile çok kodlarının başına devletçi-iktidarcı kodu yerleştirebili- güçlü simbiyotik ilişki içinde olmasıdır. Şöyle ki, kapita- riz. Çünkü faşizm koşullarında devlet ve iktidar olgu- list tekel ekonomi üzerinde hegemonya kurup azami kâr ları, tüm devletli uygarlığın en yoğunlaşmış, en gelişmiş elde etmek için aşırı merkezileşmiş bir nevi tekel olan bir halini yaşar. Her şey bu iki olgu için vardır. Ulus-devlet iktidara ihtiyaç duyar. Ulus-devlet bu kapsamda kapita- şahsında kendini dışa vurur. Ulus-devlet dışında tüm list tekelin yardımına koşar. Çünkü, ulus-devlet kendini diğer kurumlar yok edilir, ortadan kaldırılır. Tüm ide- toplumun tüm hücrelerine taşırarak iktidarını deriliğine olojik varyantları (milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, ve genişliğine yaymayı-çoğaltmayı esas alır. Özellikle bu pozitivist bilimcilik) ile devlet ve iktidarı yüceltmek ve süreç ''Sanayi çağının ulus-devleti, azami kâr kanunu kutsallaştırmak temelinde işlev görür. Devlet ve iktidar gereği bir iç savaş rejimi olarak örgütlemek zorundadır. büyütülüp kutsallaştırılarak ''Tanrı'' derecesine getirilir- Ulus-devlet iktidarın tüm toplumsal gözeneklere sızma- ken toplum ve birey küçültülerek ''hiçliğin'' eşiğine ge- sı, iç savaşın en genelleşmiş halini ifade eder ki faşizmin tirilir. Toplumun devlet asiti içinde eritilmesi esas alınır. tanımı da bu çerçevededir. Tarihin en yoğun iç ve dış Ontolojik bir olgu olarak Toplum, toplumsal bir sapma savaşlarının son iki yüzyıllık endüstriyalizm çağında ya- olan devletle özdeşleştirilerek eritilmeye çalışılır. Bu du- rum Faşist Sanayiciler Konfederasyonu'nun yayımladığı şanması, milliyetçiliğin resmi din olarak işlev görmesi, The Fascist Era'da şöyle ifade edilir: ''Eğer devlet gerçek- faşizm ve endüstri sermayesi arasındaki ilişki ile izah edi- ten ulusu temsil ediyorsa o zaman ulusu oluşturan halk lebilir. Soykırım bu dönemdeki savaşların tüm toplumu da Devlet'in bir parçası olmalıdır. Bu nasıl sağlanacak? kapsamasının sonucudur''7 Faşizmin buna yanıtı halkı her biri kendi etkinliklerine Ulus-devlet dört temel ideolojik varyanta: milliyetçi- göre olmak üzere önderleri aracılığıyla en temelde kitle- lik, cinsiyetçilik, dincilik ve bilimciliğe dayalı olarak bir ler ve en tepede Devlet yer alacak biçimde bir piramidin taraftan balon gibi içi boş, şişirilmiş, yüksek bir egoya basamakları gibi yükselen gruplar halinde örgütlemektir. sahip ama tarihin en köleci, ucube vatandaş tipini -ki Hiçbir grup Devlet'in dışında kalmayacak, hiçbir grup bu tip hafızasızdır, felsefesizdir, güdülerin esiridir, tü- Devlet'e karşı olmayacak!'' keticidir, en küçük çıkarı için toplumu bir tarafa bıra- 2. Monist Kültürel Kod: Temel referans noktası Devlet 7 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 4: ve iktidar kültürü olduğu için hem kurum hem de ku- Ortadoğu'da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü, Amara Yayıncılık, 2015. 9 Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, İstanbul: Çetin, 2004. 56 ram anlamında geliştirdiği tüm maddi ve zihinsel olu- mitsel bir soy, kutsal vatan, ırk, şanlı tarih gibi- toplu- şumların tümü, monist bir yapıyı inşa etme temelinde mu devletle buluşturur. Burjuvazi ile işçi sınıfı ve öteki işlev görür. Tek tip ve tek renk en temel kültürel kod- sınıfsal-sosyal çelişkileri nötralize etmek ve sönümlen- larındandır. Kurum olarak ulus-devletin tekelleşmesine dirmek temel amaçlarındandır. Bunun için de ulus-dev- ve şoven milliyetçiliğe dayanarak tek dil, tek din, tek letin ideolojik varyantları olan: milliyetçilik, dincilik, bayrak, tek millet, tek tarih, tek tip parti, tek tip ideoloji cinsiyetçilik ve bilimcilik kültürel kodlarını kullanır. Bu vb. ile toplumsal doğa tekleştirilmeye çalışılır. Toplum- ideolojik varyantlarla toplumla savaşır. Toplumu kendi sal doğanın farklılıklara dayalı bir gelişimi vardır. Aynı gerçekliğinden uzaklaştırdıkça çıkarları için kullanır. paralelde çoklu ve zengin kültür ve zihniyet kodlarına ''Milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve çeşitli bilimci- sahiptir. Faşizm bu çoklu-renkli zihniyet dünyasını tek- liklerle toplum, iktidar ve devlet iç içeliği geliştirilerek leştirme hastalığı koduyla yontma, eritme ve imha ede- yani 'herkes hem iktidar hem toplumdur, hem devlet rek monistleştirmeye çalışır. Toplumun en alttan en üst hem toplumdur' paradigmasına çekilerek ulus-devlet''12 sınıfına aynı kod ile konuşmasını, yaşamasını, düşün- güçlendirilmeye, toplum ise özüne ters kılınarak kendi mesini, eylemesini geliştirmeyi esas alır. Bunun için de kendini bitirme sürecine sokulur. toplumda var olan tüm farklı dil, kültür, inanç, düşünce Milliyetçilik kültürel kodu ile zihinle teslim alınır. Top- ve kurumların tümü tek dil, tek devlet, tek kültür içinde lum içindeki farklılıklar eritilerek tek renge mahkum eritilmeye, asimile edilmeye veya yok ederek, Bir'leşme edilir. Bu zihinsel teslimiyet geliştikçe toplum, kendi ve Tek'leştirmeye çalışır. Bunun için de her türlü ideolo- toplumsal doğasından giderek uzaklaşır, bir takım kur- jik ve fiziki zor kullanılır. gusal fikir, mitsel soycu hikaye ve sembollerle yürür, 3. Dikey ve Homojenleştirici Kültürel Kod: Diğer kod- yürütülür hale gelir. Deyim yerindeyse mankurtlaşan larla bağlantılı üçüncü kod dikey ve homojenleştirici bir toplum oluşur. Bu kültürel kod, toplumu ''sadece kültürel koddur. Kâr ve gücün tek merkezde tekelleşti- savaşarak hedef arayan bi canavarlaşma sürecine sokar''13 rilmesinden kaynaklanır. Toplumu devletleştirmenin so- Birinci ve İkinci Dünya Savaşları Avrupası bunun en nucu olarak bürokrasi, disiplin, hiyerarşi güçlü kılınmak çarpıcı örneğidir. Bu kültürel kod ile azmanlaşan, cana- istenir. İktidarın üstte birikmesi, artı değer ve sermaye- varlaşan ulus-devlet kendisinden farklı ama daha zayıf nin tek elde toplanması için dikey ve homojenleştirici konumdaki halk, kültür ve inançları asimile ederken bir kültür dayatılır. Toplumsal doğada yaşan yatay ve kendisinden kültürel-sosyal anlamda güçlü olanlara kar- heterojen karakterli bir diyalektiğe göre işler. Farklılık, şı da soykırıma gider. Ermeni, Yahudi vb. soykırımlar gelişim ve özgürlük bu diyalektik kültürün sonucudur. bunun en çarpıcı örnekleridir. Dikey bir kültürel kod ise; aynılaşma, tekrarlama ve hiçleşme temelinde işlev görür. Böyle bir kültürel ko- Cinsiyetçi kültürel kod ile de benzer bir savaş yürütülür. dun hakim olduğu yerde, toplumsal yaşam sonu ölüm Toplum cinsiyetçi temelde inşa edilerek iktidar tarlası olan kanser virüsü gibi gelişir. Toplumsal yaşam çölleşir. haline getirilir. Cinsiyetçi toplumculuk, gerek sanat ve Çölleşme yaşamın minimale indiği yerdir. Bu açıdan fa- edebiyat, gerek iletişim ve bileşim kanallarıyla çok yönlü şizmin ''birbirine benzeyen vatandaşlar ve kurumlardan seks politikaları ile geliştirilmeye çalışılır. Bu politikalarla ibaret tek renkli, ya simsiyah ya bembeyaz bir yol yarat- cinsiyetçi toplumculuk bir virüs gibi tüm topluma bu- mak esas kültür politikasıdır.''10 laştırmaya, enjekte edilerek iktidara boyun eğme teme- linde mücadele edilir. Toplumla bu temelde bir iç savaş 4. Toplum Kırımcı, Asimilasyoncu ve Soykırımcı yürüterek kadın bir seks nesnesi, erkek ise cinsel iktidar Kültürel Kod: ''Faşizm, toplumsal hakikatin bittiği yer- aracı kılınır. Kadın ve erkek cinsiyetçi rollerle donan- de ortaya çıkan patolojidir.''11 Faşizm korporatif toplum dıkça derin köleleşme ve iktidarlaşma atbaşı gider. Bu modelini esas aldığı için toplumdaki sınıfsal ayrışmanın ilişki günlük ve anlık bir şekilde üretildikçe toplum tam üstünde bir takım ortak noktalar oluşturarak -mesela 12 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 3: 10 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 2: Özgürlük Sosyolojisi, Amara Yayıncılık, 2015. Kapitalist Uygarlık, Amara Yayıncılık, 2015. 13 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 2: 11 Age. Kapitalist Uygarlık, age 57 bir köle-iktidar sapkınlığına sürüklenir. Bu sapkınlık yol açmasıdır. Biçimde din savunulur görünür, özde ise hali hem kadın hem erkeği ahlaki-politik olarak tüketip ulus-devlet ve iktidar kutsanır, savunulur. Bu açıdan yeri yozlaştırır hem de toplumu iktidarın kullanışlı nesnesi geldiğinde ulus-devletin toplumları etkileme, kontrol ve kurbanları haline getirir. Faşizm bu zeminden boy etme ve kullanmada başvurdukları temel fikriyatlardan atar. Franco'nun, ''Toplumumu kırk yıl boyunca üç F biridir. Ahlakı barındıran geleneksel dinle bir ilgisi yok- (Fuhuş, Futbol, Fiesta) ile yönettim'' demesi de bunu tur. Hitler, ''Yüce Tanrı ulusumuzu yarattı. Ulusun var- gösterir. lığını savunmakla tanrının eserini savunmuş oluruz''der- ken bize bunu söylemiş oluyor! 5. Pozitivist Bilimci Kültürel Kod: Bu kültürel kodun en büyük tahribatı toplumsal sapmalara ve patolojilere 7. Doğakırımcı Kültürel Kod: Faşizmin toplumkırımcı de evrensel-nesnel hakikatten bilimsel paye biçerek meş- bir kültürel şifreye sahip olduğunu vurgulamıştık. Yo- ru kılmasıdır. Yani toplumsal gerçeklikleri fiziksel ger- ğunlaştırılmış tahakküm ve iktidar kültürü dayatmasın- çeklikler gibi ele alıp ''olgu'' temelinde incelemesidir. Fi- dan ötürü insanı insana, insanı topluma yabancılaştırır. ziksel dünyadaki olgular, insandan bağımsız, nesnel ger- İnsanın bu yabancılaşma hali doğa ile de yabancılaşma- çekliklerdir. Oysa toplumsal gerçekliklerin tümü insan sını da getirir. Faşizmin insanları motive etmek ve etki- yaratımı, yapımıdır. Öznel yanları çok daha güçlüdür. lemek için kullandığı en kilit argümanlardan biri “Kut- Nesnel gerçeklik olma nitelikleri ancak evrensel hakikat sal Vatan” olmasına rağmen, soyut, mitsel ve metafizik ve adalete yakınlığıyla ölçülebilir. Pozitivist bilimcilik ol- inanç anlamından başka bir kutsallığı söz konusu olmaz! guyu esas alır. Toplumsal-sosyal gerçekliği de bu çerçeve- Çünkü somutta en çok kutsallığından soyutlanan, canı de ele alınca milliyetçilik, ulus-devlet, ırk sınıflandırma- okunan, yakılıp-yıkılan, üzerinde-içinde her türlü nük- sı, sosyal darwinizm vb. toplumsal sapmaların tümünü leer, biyolojik kimyasal yıkıma maruz bırakılan vatan birer olgu olarak ele alır ve nesnel birer gerçeklik olarak toprağının kendisidir. Uygarlık ile başlayan bu yabancı- karşımıza çıkarır. Hem sağın hem de solun ulus-devlet laşma süreci kapitalist modernite ile doğakırım düzeyi- olgusunda, onu benimsemeleri ve baş köşeye koymaları ne varır. Endüstriyalizmin doğayı aşırı kâr elde etmenin bu bilimcilik mantalitesindendir. Benzer şekilde biyolo- kaynağı görme anlayışı, pozitivizmin doğayı cansız, ölü jinin evrim yasalarının topluma uyarlanmasında da bu nesneler deposu görme zihniyeti ve kapitalizmin aşırı bilimcilik anlayışına rastlanır. Mesela Darwinizm biyo- tüketiciliğinin birleşmesi ile kök kurutucu, kırımcı bir lojisini evrimi topluma uyarlanmaya çalışılmış. En güç- kültürel kod olarak karşımıza çıkar. lünün yaşam hakkı olduğu fikri, en güçlü kültürün tüm 8. Militarist Kültürel Kod: Faşizmde insan ve toplum öteki kültürleri yok etmesi şeklinde yansımasını bulmuş. adeta güce ve zora tapar hale getirilir. ''Güçlü ordu'', Bir evrim kuralı gibi uygulanmak istenince yeryüzünde ''Asker Millet'', ''Savaşçı Toplum'' gibi kavramlar fa- binlerce dil, yüzlerce kültür ve inanç vb.'nin asimile ol- şizmin militarist kültürel kodu ile oluşturulan, oluştu- masına veya soykırıma tabi tutularak yeryüzünden silin- rulmak istenen toplum-insan modelidir. Toplum tüm mesine sebep olmuştur. Faşizm döneminde bu çok daha özgüç ve öz savunma mekanizmalarından soyutlana- azgınca uygulanmıştır. Naziler bu evrim kuramını kendi rak, uzak kılınarak faşizm ile en yetkin halini yaşayan toplumu dışındaki halk ve kültürlere nasıl uyguladığı- ulus-devlet içinde eritilir. Toplum, ulus-devletleştikçe nı, hangi araçlarla soykırıma tabi tuttuklarını biliyoruz. bir nevi ''savaşan toplum'' hali olarak ''ordu millet'' ger- Ama bir de Alman toplumuna, kendi toplumuna uy- çekliğine bürünür. Bu, özde toplumun tüm özelliklerini guladıkları var! Genetik kalıtımı geliştirme, Ari ırkının (ahlaki-politik) yitirip militaristleşmesi demektir. Yani daha güçlü kadın ve erkeklerini yaratma adına 500 bin iradesizleşip köleleşen, iğdiş edilip öz güçten düşürülen Alman'ı kısırlaştırmış. Pek çoğunu da gizli şekilde fiziki toplumun Güç Tanrısı (ulus-devlet) ile kendini özdeş- olarak ortadan kaldırarak güçlünün ayakta kalma-yaşa- leştirmesidir. ''Ben devletim'', ''Allah orduya zeval ver- ma'' kuralını esas almıştır. Pozitivizm, faşist rejimlerde mesin'', ''Tanrı orduyu başımızdan eksik etmesin!'' vb. soykırım kültürünü geliştirir. lakonikler bunun yansımalarıdır. Sorunları şiddet, savaş, 6. Dinci Kültürel Kod: Dinin aşırı siyasallaştırılmasıdır. kıyım ve soykırım gibi vahşi yöntemlerle çözme girişim- Milliyetçilik ve iktidar ideolojisiyle yoğrularak fanatizme lerinin tümü militarist kültürel şifresi ile oluşan ''ordu 58 millet'', ''savaşan toplum'' gerçekliğinin yansımalarıdır. derken propagandalarıyla Alman toplumunda geliştirdi- Alman toplumunun Nazizm döneminde tepeden tırna- ği ırkçılık zehriyle, ötekileştirdiği Yahudi, komünist ve ğa askerileşmesi, militaristleşmesi birer SS, SA veya ih- çingenelerin gaz odalarında ve fırınlarda öldürüldükçe barcıya dönüşümü bunun ifadesidir. Bu açıdan faşizm, ulus-devlet tanrısının nasıl güçlendiğini gördüğü içindir. insanları öz güçten yoksun kılıp militarist güç virüsü ile Nefret bu anlamda faşizmin duygusal gıdasıdır. Faşizm zehirleyip onun bir dişlisi haline getiren rejimdir. ideolojik olarak nasıl ki liberalizmin dört ideolojik ver- siyonu olan milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve poziti- 9. Irkçı Kültürel Kod: ''Irkçılık, Almanya'daki Nazi re- vizmden besleniyorsa, duygusal olarak da nefret duygu- jiminin 'Ari' ırkın üstünlüğü ve ırksal 'saflığın' önemi- sundan beslenir. Nefret, insanı gözü kara, zalim, kılar. ne dayanan soykırım dehşetinde en üst noktasına çıkan Ama nefret eninde sonunda sahibini vurur. Faşizm de 'saflaştırma' politikasını anlatmak üzere 1930'larda kul- kapitalist modernitenin nefretinin rejime dönüşmüş ha- lanılmaya başlanan bir Avrupa kavramı''dır(Sami Zuba- lidir. Ve de intiharıdır. ida). Son olarak; tüm bu yazı boyunca ''kültürel kod'' olarak Her ne kadar Alman faşizmini anlatmak için kullanılan ifade ettiğimiz kavramlaştırmayı faşizm açısından ''an- bir kavram olarak ifade edilse de, Irkçılık bir kültürel ti-kültürel kod'' şeklinde okumak daha doğru olacaktır. kod olarak onunla sınırlandırılmayacak bir olgudur. Çünkü faşizm, toplumu geliştirecek, ileriye taşıyacak, Çünkü kapitalist modernist kültürel koddur. toplumsal hakikatini büyütecek bir kültür yaratmaz, 18. ve 19. yy.'da Pozitivist bilimcilik insanlığın biyolojik oluşturmaz. Tersine bu temeldeki kültürü yok eder! Ge- olarak farklı türleri olduğunu ileri sürer. İnsan ırklarının liştirdiği devletçi-iktidarcı özelliklerdir. Anti-toplum ve sınıflandırılması bu bilimcilik anlayışının ürünü olarak anti-kültür özelliğini özde taşır. Biçimde devletçi-ikti- gelişti. Avrupa merkezli bir mantalite olduğundan bu darcı kültür olarak ifade etsek de özde tersidir. Bu açıdan sınıflandırmada hiyerarşinin en tepesinde Avrupa yani da faşizmin kodlarını sıralarken ilk olarak anti- kültür Uygar Toplumlar, onun aşağısında da öteki toplumlar oluşunu koyarak başlamak yerinde olur. yani ilkel, barbar, az gelişmiş vb.'leri konumlandırı- Faşizmin bu anti-kültürcü kodlarını kapitalist moderni- lır. Sömürgecilik bu anlayışla meşrulaştırılır. Hannah te kodları üzerinden çoğaltmak mümkün. Çünkü kilit Arendt tam bu noktada ırk düşüncesini ''Emperyalist nokta, kapitalist modernite ile faşizm arasındaki ontolo- egemenliğin iki ana siyasi aracından biri'' olarak ta- jik bağı tespittir. Bu bağ kavranınca faşizmin ana zemi- nımlar. Ve Afrika kıtasının sömürgeci paylaşımını ve ninin kapitalist modernitenin kendisi olduğu görülür. özellikle Güney Afrika'da yaşananları bu kapsamda ele Ve bu zemin üzerinden dile getirdiklerimiz dışında farklı alır. Alman Nazist ırkçılık zihniyetinden çok önce İn- kodlarda dile getirilebilir. Yeter ki, faşizmi doğru tanım- giliz ve Fransız ırkçılığı söz konusuydu. Hatta J. Davi- layalım. Doğru tanımladıkça kapitalist modernitenin dson 1908'de, ''İngiliz, üstün insandır ve İngiltere'nin, faşizmi potansiyel olarak hep yedekte saklı tuttuğunu, onun evriminin tarihidir'' söylemini de bu kapsamda kültürel kodları ile insanların ve toplumların hem ruhsal okumak mümkün. Nazizm ırkçılığı nitelik olarak değil hem de zihinsel dünyalarını buna hazırladığını, münfe- ama nicelikte birkaç derece daha fazla olması, ırkçılığı rit bir olgu değil, sistemin bir kuralı olduğunu görürüz. Nazizm ile sınırlandırmayı koşullamaz. Nazizmin farkı, Faşizm nerede? sorusundan önce kapitalist modernite- sınıflandırmayı yaparken -ki o da üstün rk ve Alman ır- nin ne olduğuna bakacağız! Sonra... Başımızı kaldırıp kının saflığını oluşturmak için pozitivizmin insan ırkları çevremize bakacağız! sınıflandırmasını esas alır- sadece Avrupa ve Avrupa dışı üzerinden değil, Avrupa içinden de buna girişmesidir. Irkçılık kültürel kodu, milliyetçiliği daha da güçlendirir. Kendi ulusunun üstün olduğunu, 'arı ve saf' tutulma- sı için Öteki'lerden arındırılmasını, Öteki'lerin kendi saflıklarını bozan düşmanlar olduğunu, bunun için de ya ayrıştırılmaları ya da yok edilmeleri sürekli pompa- lanıp durulur. Gobbels'in ''Nefret etmek ne harika!'' 184 59 Küresel Sürüleştirme Projesi: Medya

Nuri Amed

Toplum ve Teknik ğin, devasa bir hidroelektrik barajı daha kuruluşundan itibaren olumsuz bir rol oynar. İnsanları adeta böcek Toplum yaşamının sürdürülmesinde doğadan yarar- gibi hissetmeye yönelten imar ve mimari anlayışı daha lanmak için çeşitli yöntem ve araçların geliştirilmesi baştan toplum karşıtıdır. Nükleer santrallerin doğa tekniğin kökeni olmaktadır. Tekniği geliştiren ve ona katliamı pahasına kurulduğunu bilmeyen yoktur. Fa- yön veren, toplum ve toplumsal ilişkilerdir. Fakat kapi- kat bazen en yararlı araçlar en kötü tarzda kullanıla- talizmin elinde teknik öyle bir hal almış ki adeta toplu- bilmektedir. Özgürlükçü veya otoriter bir sistem bazen mun üzerinde hâkimiyet kurmaya başlamıştır. aynı teknik araçları kullanabilmektedir. Onların reji- Araç-gereç anlamındaki tekniğin toplumda oynadığı mini belirleyen, kullandıkları teknik değil, toplumsal rolün olumlu ya da olumsuz olmasını, ideolojik çerçe- ilişkiler sistemidir. Fakat tekniğin toplumsal değişim- ve belirlemektedir. Basit bir tanımlamayla ifade edilir- lerde hiç rolünün olmadığını iddia etmek de yanlıştır. se, toplumun işlerini bir hayli kolaylaştıran teknik bir Geçmişte belki temel bazı dönemlerde toplumsal deği- araç, kötü niyetli birinin elinde toplumu dağıtan bir şimlerde tekniğin rolü önemli olmuş ama hızı genelde araca dönüşebilmektedir. Hatta tekniğin araç olmak- yavaş olmuştur. Günümüz teknolojilerinin toplumsal tan çıkarılıp amaç haline getirilmesine bile tanık olun- yapıları ne derece hızlı değiştirdiği ise hayretle izlen- maktadır. Fakat bazen en iyi niyetli insanın elindeki mektedir. teknik de olumsuz rol oynayabilir. Yani tekniğin “her “Bilim ve teknik ne kadar çok gelişmişse bu durum in- halukarda nötr olduğunu” iddia etmeye kalktığımızda sanlık için o kadar iyidir.” demek zamanın sürekli iyiye, dikkatli olmalıyız. Tekniği yapan ve kullanan insan, o güzele, gelişmeye doğru aktığını iddia etmek kadar sığ tekniğin esiri haline gelebiliyorsa tekniğin daha kap- ve yanlış bir yorumdur. Kullanılma amaç ve biçimi bir samlı sorgulanması gerekir. Bu nedenle tekniğe-tekno- yana bırakılarak yapılan genellemeler ise yanıltıcıdır. lojiye felsefi yaklaşmak, toplumla ilişkisini sadece so- Öte yandan çağımızın ulaştığı bilimsel-teknik düzeyin nuçlardan hareketle ele almamak daha doğru analizlere boyutları tüm insanlığın sorunlarını çözmeye yetebile- ulaşmamızı sağlayabilir. cekken tam tersine tüm sorunların giderek daha fazla “Dünyayı makineleştirme düzeyimiz kadar ciddi bir boyutlanması ve derinleşmesi, kullanım amacına ve olgu, yaşamlarımızda toplumsal olanı teknik olandan toplumsal sistem içindeki yerine bağlı olarak sonucun değiştiğini kanıtlamaya yetmektedir. ayırt edemeyişimizdir.” 1 Hem bir araç, hem de bir in- san etkinliği olarak teknik, yapım ve kullanım esna- Kapitalizmin bir numaralı kanunu, her türlü bilim- sında İdeolojik farklılıklar temelinde şekil alır. Örne- sel-teknik gelişmeyi sınırsız sömürü ve kâr için kullan- maktır. Bunun en ileri düzeydeki ifadesi endüstriya- 1 Murray Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, İstanbul: Sümer Ya- lizmdir. Endüstriyalizm, tekniğin tamamen kapitaliz- yıncılık, 2013. min sınırsız kar kanununa endeksli olarak kullanılma- 60 sını esas alan bir ideolojidir. Kapitalizmin kullandığı vardı. Haber, iletişim, yansıtma, paylaşma denilen ol- araçların her birine endüstriyalist temelde bir ideolojik gunun geçmişi, ilk çağlarda yaşamış toplumların yaşam anlam yüklendiği halde sanki hiçbir ideolojiyle ilgisi tecrübelerinden doğan duygu ve düşüncelerini mağara yokmuş ve insanlığın yararınaymış gibi yansıtmayı ba- duvarlarına yansıtmalarına kadar götürülebilir. Fakat şarmış olması gücünün, çıkarlarının ve ikiyüzlü karak- sanal olgusu bizzat gerçeğin yerini tutmaya başladığın- terinin gereğidir. da tehlikeli hale gelir. İşte internet bunu başarmıştır. Bu nedenle internet öncesindeki araçlara sanal kavramı yakıştırılmamıştır. Yine de “sanal” olanın hâkimiyeti Sanal Sermayenin Sanal Toplumu binlerce yıllık egemenlik geleneğiyle birikerek geliş- Günümüzde kapitalizmin ulaştığı düzey finans-kapita- miştir. Şöyle ki: lin vurgun-soygun tarzıyla; teknik düzey ise internetin 1-En eski örneklerinden beri egemenlik sistemleri ger- ikna-çekim gücüyle ifade edilebilir. çeklerin çarpıtılması üzerine kurulmuştur. Finans-kapital açısından para kazanmanın en masraf- 2-Gerçek olmayanlar gerçekmiş gibi kabul edilsin diye sız ve etkili yolu borsa ve kâğıt oyunlarıdır. Toplumsal sürekli ideolojik çalışma yapılmıştır. psikolojiyi yönetme ve bireyleri şekillendirme konu- sunda ise internete benzer bir rol oynatılmaktadır. Bi- 3-Buna rağmen gerçeğin peşinde koşanlara baskı, zor rinde “sanal sermaye” diğerinde “sanal toplum” olgusu ve şiddet uygulanmıştır. geçerlidir. Sanal toplum olmadan sanal sermaye kendi Her çağda araçlar farklılaşsa da esas hedef gerçeğin çar- çıkarları için gerekli yolları sonuna dek açamaz. Bunlar pıtılması, hakikatin karartılması olmuştur. Bu konuda birbirinin uzantısı olan sistemlerdir. hayli büyük sonuçlar da elde etmişlerdir. Fakat hiç biri Temelde sanallığa dayanan borsa ve kâğıt oyunlarını “sanal toplum” kadar gerçeği çarpıtma, hakikati karart- ekonomik faaliyetmiş gibi gösteren sistemin ikiyüzlü ma gücünde olmamıştır. karakterini, internet ağlarındaki “sanal kimlik” en ileri Bilim-teknik alanındaki gelişmeler tüm toplumların düzeyde ifade etmekte ve ikisi birbirini tamamlamak- bilgiye daha kolay ulaşmasını sağlarken bu tekniğin tadır. egemenler elinde oynadığı uğursuz rolün boyutlarını Finans-kapital, internete dayalı “sanal gerçeklik” oluş- kavrama konusunda henüz büyük bir farkındalık oluş- turulmadan bugünkü düzeyine ulaşamaz; bununla turabilmiş değiliz. “Sanal” olanın büyüsüne kapılmış bağlantılı olarak toplumsal hakikatler bugünkü kadar giden bir çoğunluk var. Bu teknikte ölümcül olan her ileri düzeyde aşınmaya, yabancılaşmaya uğratılamaz- şey yaşamsal kılıfa bürünmüş, adeta kimsenin bundan dı. Aynı denklem tersinden ve karşıtı için kurulamaz. kaçamayacağını iddia eder gibi de meydan okumakta- Mesela “internet olmadan toplum ve toplumsal devrim dır. olmaz” gibi bir önerme geçerli sayılamaz. Toplumsal direniş ve devrimler tarihi bunu kanıtlamaktadır. Bu Sanaldan Toplum Olmaz açıdan bakıldığında insanlığın yaşamında sağladığı bazı kolaylıklara rağmen internetin olumsuzluğu daha Toplumun yerine “sanal toplum” ikamesi başarılır- fazla olmuştur. Konumuz internetin avantajları ve sa bu, insanlığın bitişi olacaktır. Toplum, insanların olumsuzluklarını sıralamak olmasa da özellikle birey ortak yaşantısı sonucunda duygu ve düşünce birlik- üzerindeki temel etkilerini göz önüne getirmek, kapi- teliğinden doğan bir varoluş formudur. Ortak yaşam talizmin işlerini nasıl kolaylaştırdığını, hatta yeni bir olmadan toplum olmaz. İnternet ağlarının bağımlılık tür faşizmin küresel çapta nasıl gelişmekte olduğunu derecesinde kullanılması ortak yaşamı geliştirmeye de- anlamak açısından gereklidir. ğil dağıtmaya yarıyor. Bu anlamda sosyalleştirici değil asosyalleştiricidir. Türkçede “sanal âlem veya sosyal medya” şeklinde kav- ramlaştırılan internet ağları ve ortamı icat edilmeden Toplumsallaşmaya değil bireycileşmeye yol açıyor. Üs- önce sanalın yerinde simge, resim, yazı gibi yöntemler telik yeni bir tür bağımlılık yaratıyor, internetsiz yaşam 61 mümkün değilmiş gibi mobil aygıtlar sayesinde her tüm iletişim ve paylaşım sistemine ise “sanal toplum” gün, her dakika internette gezintiye çıkılıyor. Uzaklara denilmektedir. Hakikat yerine konulduğunda ve insan- gidilirken yakınlardan kopuluyor. lar buna ikna edildiğinde esas tehlikesi ortaya çıkıyor, bu da toplum ve hakikat karşıtlığıdır. Ve ne yazık ki, Bir zamanlar televizyon için sosyal ilişkileri azalttığı, 1990’lardan günümüze kat ettiği mesafe küçümsene- hatta çeşitli sosyal sapmalara yol açtığı eleştirisi yapılır- mez boyutlara varmış; “sanal toplum” dedikleri olgu dı; sanal alan ise sadece sosyal bir sapmaya değil sosyal ve algı, internet kullanıcılarının büyük çoğunluğunca bitişe götürüyor. Buna rağmen internet ortamı yeni bir kabul görmüştür. tür sosyalleşme aracı olarak tanımlanabiliyor. Oysa adı- na “sosyal medya” dememiz bile kendi içinde paradoks Finans-kapital ne kadar toplum dışılıktan kaynağını taşıyor. alıyorsa sanallığın bu kadar geliştirilmesi de aynı ne- dene dayanıyor. Burada sistemin çok çarpıcı bir yönü Milyonlarca insanın birbiriyle telefonda konuşması açığa çıkmakta; toplumun kendisi varken sanalına niye veya internet üzerinden haberleşmesi toplum olmak ihtiyaç duyduğu, kapitalizmin toplumdan dışlanma anlamına gelmez. Ahlaki ilkeler, kültürel yaratımlar, düzeyini göstermektedir. Kapitalizmin dayanacağı ger- politik kurumlar olmadan da toplumun olabileceği çek bir toplum olsaydı sanalına ihtiyaç duymazdı. Bir iddia edilebilirse o zaman “sanal toplum” da olabilir. neden budur. Diğeri ise, kapitalizmin “sanal toplum” Ama tersi durumda sanal toplum diye bir toplum çe- yaratma yoluyla gerçek toplumu adeta ihtiyaç olmak- şidinden bahsedilemez. Bu kavramlaştırma sorunlu tan çıkarmaya çalışması, bastırması, dağıtması yönün- olmakla kalmayıp insan bilincini de çarpıtmaktadır. deki hedefidir. Geleneksel, modern, çağdaş, geri, ileri vb. adlandırma- lar toplum tanımlarında yer bulabilir ama sanal kavra- Olmadığı halde varmış gibi kabul edilen bir toplum olmak aslında hiç olmamak anlamına gelir. Sanal top- mıyla toplum bir araya getirilemez; getiriliyorsa orada lum eşittir toplumun sonu! Anti-toplum karakterin- farklı bir ideolojik yaklaşım aramak gerekir. deki “sanal toplum” kavramlaştırmasına herhangi bir Kavram üretmek veya kavramlara farklı anlamlar yük- olumlu özellik yüklemek hiç hak etmediği halde meş- lemek ideolojik işlerin başında gelir. “Sanal toplum” rulaştırmaktır. Tarih boyunca tüm saldırılara rağmen kavramlaştırması neo-liberalizmin en vurucu silahla- toplumu yok edemediler; gerilettiler, ezdiler, bastırdılar rından biri durumundadır. “Ne de olsa sanaldır, kar- ama yok edemediler. “Sanal toplum” projesi toplumu şılığı yoktur” denilip geçilemez; sanal olandan öyle bir yok etme projesidir. karşılık türetilmiştir ki tarihin hiçbir faşizan iktidarı bu Toplum yok edildiğinde geriye tek tek veya toplu hal- derecede etkili bir toplum kırım aracı bulamamıştır. de sürüleşmiş bireyler veya bireyler topluluğu kalacak; Sermayenin sanalıyla en büyük vurgunlar yapılırken bundan asla bir toplum çıkmayacaktır. İnsanlığın biti- toplumun sanalıyla neler yapılmaz ki? şi, sürüleşme diyelim buna. Bilinçsiz internet kullanıcı- Sanalda nasıl bir gerçeklik vardır? Sanalın hakikati ne- sı ve bağımlısı ne kadar çoğalırsa sürüleştirme hareketi dir? Sanal sanıldığı gibi sadece sanal mıdır? Sanal, san- o kadar küresel hal alacaktır. Amaçlanan budur. Fakat maktan ileri gelmektedir. Yani sanal demek, olmayan buradan internet gibi görsel veya yazımsal iletişim fakat olduğu sanılan, farz edilen demektir; tanım bu araçlarına karşı olduğumuz ve interneti her kullananın tarzda dar şekilde ele alındığında internetteki bir yazı, sürüleşeceğini iddia ettiğimiz gibi bir anlam çıkarılma- bir resim, bir iletişim yoktur gibi bir sonuç çıkmakta- malıdır. Sanallığı gerçek yerine koydurmada internete dır. Oysa ekrana bakıldığında resim ve yazı görülmek- oynatılan rol, şimdiden en faşizan devlet kurumlaşma- tedir, iletişim de olmaktadır; olmaması diye bir sorun larından daha tehlikeli hale gelmiştir. Küresel düzeyde bulunmamaktadır. O halde sanal denildiğinde “hiç bir faşizmle karşı karşıyayız. Bunu görmek gerekiyor. olmayan” bir şeyden bahsetmiyoruz; olanın, yani ger- çeğin kendisine değil de, ister doğru ister yanlış şekilde Faşizmin Küresel Hali yazı, ses ve görüntüyle oluşturulan ortama ve ortam algısına sanal gerçeklik deniliyor. Sanal ağlarla kurulan “Medyayı ikinci analitik akıl gibi kullandıklarından, 62 toplumun direnme gücünü etkisizleştirmede çok et- Örneğin ne kadar “takipçin”, ne kadar “beğenenin” kilidirler. Bu silahla sanal toplum inşa ediliyor. Sanal varsa o kadar varsın; ne kadar “erişim” imkânın varsa toplum, toplum kırımın başka bir biçimidir.” 2 o kadar özgürsün! İnternet veya çağın birçok teknik imkânı doğru kulla- Makineleşme, ruhsuzlaşma, zihnin ve bedenin birbi- nıldığında toplumun yararına olabilir. Fakat özellikle rinden kopması, emeğe ve ürettiklerine yabancılaşma, internet sistemi ve yapısallığı, toplumda yapı bozucu toplumdan kopma vb. insanın yabancılaşmasına dair bir rol oynayabilecek kadar -hem de hiç farkında ol- teorilerin en ilerisi sanal kimlikle oluşuyor. Sahte kim- madan- kötü kullanıma açıktır. Bir yönüyle toplumu liklerin toplamından yeni bir “toplum” oluşturmayı, hayallerle avutur, bir yanıyla da hayalsiz, ütopyasız, faşizmin küresel çaptaki en büyük projesi olarak değer- ruhsuz bir şekillenmeye iter. Herkese sanal bir kimlik lendirmek yanlış olmayacaktır. Tüketim, eğlence, şov oluşturma imkânını verdiği için toplumun refleksleri- artık her şeydir; bunlara da bireysel olarak sanal medya ni öldürür. Yaşamını felç eden düzene karşı çıkacağına üzerinden ulaşmak mümkündür. Topluma gerek yok- internette sanal bir yaşam, sanal bir özgürlük kurmak tur! Toplumla ilişki kurmadan da yaşanabileceğini san- yoluyla tepkilerinden arınır. mak ve buna inanmak insanlığın düştüğü en dip nokta Sanal kimlik, olmayan kimlik anlamına gelse de varmış olmaktadır. gibi kabul görüyor. Buna sahte kimlik demeyi tercih edenler vardır. İnternet ortamındaki ikincil kimliktir; Neden Faşizm? gerçek olan kimlikle aynılık veya benzerlik taşımak zo- runda değildir. Yaş, cinsiyet, sınıf, meslek gibi özellik- Tekniğin düzeyi ve kullanılma biçimi bazı durumlar- lerin hiçbiri gerçek olmak zorunda değildir. Bir sistem da faşizmi cilalayıp görünmez kılsa da tank, top, uçak ancak bu kadar yapay olgu yaratabilir ve ancak bu ka- saldırılarından daha büyük bir toplum kırımına yol dar olgucu olabilir. açıyorsa uygulanan rejime faşizm denilir. Üstelik tüm çağların en büyük savaş saldırılarının gerçekleştiği de Yorum ve yaratıcı gücün maddeye kıstırıldığı; tüm za- ortadadır. İkisi bir arada formülü geçerlidir; hem sa- manların ana sıkıştırıldığı; hakikatin olguya indirgen- vaşla, baskıyla, zorla, şiddetle hem de “sanal” ortamlar diği iç karartıcı felsefi bir düzleme geçilmiştir. İnsan arzuları üzerinde korkunç derecede oynanmış, sahte- üzerinden vuruyorlar. Yani faşizmin katmerlisi ve küre- lik-ikiyüzlülük ilk defa bu kadar değer görür olmuştur. sel olanı yaşanıyor. Bir yanıyla, gerçek yaşamda hiç elde edemediği kimlik Türkiye’de faşizmi salt sınıf temelleriyle ele alan ve bu özelliklerini varmış gibi insanlara sunuyor, bir yandan nedenle faşizmi görmeyen; faşizme faşizm demeyen da bu olanak insanları ikiyüzlü hale getirebiliyor. Hatta yaklaşımlar bulunmaktadır. Kavramlara herkes kendi- daha ileri gidildiğinde ikincil dediğimiz sanal kimliğin ne göre anlamlar yüklerse ortak görüşler oluşturmak birincil, yani asal kimliğin yerini tutması, ilkinin ta- zordur. Fakat faşizm denilince baskı, zor, şiddet yoluyla mamen terk edilip ikincinin benimsenmesi mümkün aslında toplumu tek tipleştirme, toplumu toplum ol- olabiliyor. “Bilinmeyen kimlik” gerçek kimlikten daha maktan çıkarma; bunun için sorgulamayan, sorum- cazip hale gelmişse insanın kendinden, gerçeklikten luluk duymayan, sadece biat eden bireyler oluşturma kaçışı normalleşmiş demektir. akla gelir; yani faşizm bir sürüleştirme hareketidir. Mesele, aslında olmayanın gerçek yerine geçmesi ve Faşist sürü-kitle oluşturulduğunda tekelci sermayenin daha da vahimi bireyin buna ikna olmasıdır. Sanal ol- önünde duracak bir güç kolay bulunamaz. Sınıf temelli guculuk, Avrupa merkezli pozitivist aklın ulaştığı zirve- tahlillerde işçi sınıfının burjuvaziyi zorlayan bir direnişi dir. Olguculuk, hakikatleri maddeye indirgerken yeni yoksa faşizme gerek olmaz, bu durumlarda uygulanan sanal olguculuk insanı maddeleştirmiş, robot haline baskı, zor vs. faşizmle adlandırılamaz denilir. Yahudi getirmiştir. Ne kadar “olgu”n varsa o kadar insansın! soykırımı bile tek başına bu tezleri çürütmeye yarıyor. Günümüzde Kürt halkına uygulananlardan sonra bile 2 Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 3: faşizme faşizm demekten kaçınan bir aklın dogmala- Özgürlük Sosyolojisi, Amara Yayıncılık, 2015 rından fazla bir sonuç çıkmaz. 63 Biz faşizmi tarihte olduğu kadar günümüzde de gördü- lumda mümkündür. Bu tekniğin doğru sorgulanması ğümüz ve duyumsadığımız her yerde tanıyoruz. Ça- bile ancak sistemden kopuşunu sağlamış bir felsefi-ide- ğımızdaki faşizmi “internet faşizmi” olarak tanımlayıp olojik yaklaşımı gerektirmektedir. Sistemi hiç karşısına basite indirgemek istemeyiz ama internetle yaratılmak almadan, zihniyet ve yaşam kalıplarını reddetmeden, istenen “sanal toplum” amacını faşizm olarak tanım- onu kuşatacak özgürlükçü bir toplum inşa etmeden lamak için birçok gerekçemiz vardır. Rüyalarınıza dek sadece basit tedbirlerle tekniğin kullanılma şeklinden size hükmetmek isteyen bir rejim, faşizmden başka bir doğan zararlardan ve özellikle de “sanallık” tuzağından şey olamaz. korunmak mümkün değildir. İnternetin bazı yerlerde Bu yeni faşizm türünün sadece sanal ortamda toplumu devrimci gelişmeler için ivme kazandırıcı olduğu doğ- kuşattığı düşünülmemelidir. Yeni olan boyutu budur rudur fakat toplumsal dayanaklar olmadan bunu sağ- fakat hem sanal hem de gerçek yaşamda toplumu ku- ladığı söylenemez. Mısır gençliğini Tahrir Meydanı ve şatıyor. sokaklarda eyleme götüren siyasi ve toplumsal bir süreç vardır. Tek başına internet her şeyi yaptı demek top- lum inkârcılığıdır. Yine aynı şekilde Zapatista hareke- “Sanal Olan”a Karşı tinin interneti etkili şekilde kullanmış olması, binlerce Özgürlükçü Toplum ve Teknik komünle verdikleri toplumsal mücadeleyi görmezden gelmeye yol açmamalıdır. Hâkim medya karşısında in- Bazı çevrelerde “sanal toplum” sadece bir iletişim mo- terneti etkili şekilde kullanmayı bilmek ile toplumdan delidir denilerek savunulabiliyor. İletişim, bilgilenme, kopmak aynı şey değildir. haberleşme vb. tüm kolaylaştırıcı tekniklere amenna! Fakat insan ve toplum üzerinde yarattığı etkiler ürkü- Sonuç olarak, bilimsel-teknik gelişmeler insanlığın tücü boyutlardadır. “İnternet çocuğu” denilen yeni bir evrensel birikiminin ürünüdür. Kapitalizmin elinde nesil oluşuyor. Şimdilerde “internet bebeği” kavramı canavara dönüştürülmesi teknikten uzak durulması bile kullanılıyor. “Sanal, hayalet çılgını, medyakeş top- anlamına gelmez. Aksine insanlığın emeğini doğru sa- lum” biçiminde tanımlanması olguyu daha iyi açıkla- hiplenmek için bilim ve tekniğe de özgürlükçü yakla- yabilir. şım gereklidir. Bilim ve tekniğe özgürlükçü yaklaşım, onun uzantısı olmayı ve doğaya zarar vermesini redde- “Sanal âlem” insanın, özgürlüğün, anlamın bittiği yer- dip eko-endüstri ve ahlaki toplum temelinde ele almayı dir. Gerçeği varken sahtesiyle, taklidiyle, kopyasıyla ilgilenmek yaşamı yaşam olmaktan çıkarır. Ne kadar gerektirir. mükemmel kopyalar oluşturulsa da gerçeğin yerini tu- Endüstriyalizme karşı durmadan, özgürlükçü toplum tamaz. Simülasyon tekniğinin bu kadar istismar edil- hedefi olmadan alternatif olunamaz. Mevcut bilişim mesi, gerçek yaşamın yerine konulmaya çalışılması ve tekniği bile tümüyle endüstriyalizmin uzantısı duru- kullanıcıların da adeta yeni bir din gibi benimsemesi, mundadır. Neo-liberal ideolojiyle birlikte endüstri- buna karşı mücadelenin hiç de kolay olmadığını gös- yalizm ve her türlü kapitalist ağ, dünyanın en küçük termektedir. köyüne dek ulaştırılmak istenmektedir. Bu anlamda Manevi, zihni, sosyal, kültürel etkilerini hiç sorgula- liberalizmin cilaladığı küreselleşme, yerelleşme vb. ne madan, tedbirleri internette günlük geçirilen sürenin tür projeler olursa olsun, kapitalizmin elinde daha faz- kontrol edilmesine veya ebeveyn kilidine indirgemek, la sömürü anlamına gelmektedir. Tersini yapmak, öz- sadece şikâyette bulunan kölelerin halini andırıyor. So- gür-ekolojik toplum anlayışını bir dünya sistemi haline runa köklü yaklaşım, tüm tekniğe yaklaşım ile benzer- getirmeyi şart kılıyor. lik arz eder. Evrene, dünyaya bakışımız tekniğe bakışı- Yerelden evrensele uzanan karşılıklı kültürel köprüler mızı da belirliyor. özgürlüğün evrensel güvencesidir. Bu açıdan internet Tekniğin yapım ve kullanılma ölçüsü toplum ve doğa- gibi küresel iletişim ve medya araçları ancak özgür bir ya zarar vermeyecek sınırlarda tutulduğunda insanlığın toplum örgütlülüğü, bilinci ve eylemiyle kuşatıldığın- hizmetinde olabilir. Bu da ancak özgürlükçü bir top- da insanlığa yararlı hale getirilebilir. 64 Özgür toplumun işi tekniği reddetmek, kullanmamak, yasaklamak veya geriletmek değildir. Özgür emek saye- sinde her türlü bilimsel-teknik gelişmenin daha büyük ivme kazanacağından ve insanlığın sorunlarını çözme- de büyük yardımda bulunacağından kuşku yoktur. Fa- kat toplumsal örgütlenme olmadan bunların hiç biri olmaz. Toplumsal örgütlenme olmadan özgürlük, özgürlük olmadan da tekniğin doğru kullanımı söz konusu ola- maz. Toplum ne kadar örgütlü ve özgür hale gelirse “sanal” denilen sahte toplum anlayışına karşı o kadar etkili bir duruş sergilenir. Geçmişin ve günümüzün tüm filozofları toplumla bağ- ları oranında hakikatin öncüsü, sözcüsü olmuşlardır. İnternet ne filozoftur, ne de internet üzerinden filozof olunabilir. İnternetin tüm teknik kavramları ve onun etrafında oluşan sanal dil insanlık için özgürleştirici tek bir kavram veya fikir üretmemiştir. Toplum var olduk- ça ve örgütlendikçe faşizmin “sanal toplum” hedefiyle mücadele edilebilir. Bunun için son sözü Nietzsche’ye bırakalım: “Yeni gürültüler bulanların değil, yeni de- ğerler bulanların etrafında döner dünya, sessizce dö- ner!”

65 Anlaşılmamış Bir Rejim Türü: Faşizm

Gün Zileli

A-Faşizm Değerlendirmelerinde Yanılgılar yanlışlıklar silsilesidir. Elbette her tahlilde olduğu gibi içinde yüzde on oranında doğrular da olmakla Sosyal tarihte yaklaşık yüz yıldır çözülemeyen iki birlikte, büyük bir ağırlıkla yanlış tahlillerdir bunlar. devasa sorun vardır. Bunlardan biri, 1917 Dev- Elbette bunun da sebepleri vardır. Bir kere, Komin- rimi ile kurulan, 1992 yılında yıkılan Sovyetler tern akademik bir kuruluş değil, dünya devriminin Birliği devletinin niteliği çerçevesinde, pratikte merkezi olduğunu iddia eden siyasi bir kuruluştur. uygulanan “sosyalizm”in; diğeri ise, en tipik ör- Bu yüzden tahlilleri, akademik bir objektifliğe değil, nekleri 1920-30’larda kurulan İtalyan Faşizmi ve o günkü politik niyetlere ve dalgalanmalara göre be- Alman Nazizmi çerçevesinde faşizmin ne olup ne lirlenmektedir. Daha da kötüsü, bu politik kuruluş, olmadığıdır. Bu yazı faşizmin niteliği üzerine bir serbest ve özgür tartışma olanaklarından yoksundur, deneme olacak. SBKP’nin mutlak denetimi altındadır, bunun an- Faşizm, ortaya çıktığı 1920-30’larda hem esasen lamı da bütün “farklı” tezlerin sonuçta tek adamın Komintern tarafından temsil edilen “sosyalist denetimine tabi olmasıdır. Özgür tartışmanın ol- kamp”ta hem de o zamanlar “Batı demokrasileri” madığı ve herkesin ezop diliyle konuşmak zorunda diye anılan “kapitalist-liberal” kampta doğru bir olduğu bir ortamdan sağlıklı sonuçlar beklemek ha- şekilde tahlil edilememiştir. Diyelim ki, o zaman yalcilik olurdu. faşizm yeni bir olguydu, özelliklerinin anlaşılma- ması doğaldı; evet ama bu anlaşılmazlık ve kafa Komintern’in, özellikle Alman Nazizmiyle ilgili tah- karışıklığı hali zamanımızda da devam etmekte- lillerine Sovyetler Birliği devletinin günlük çıkarla- dir; üstelik bu kafa karışıklığı, özellikle 1970’li rı ve buna ilişkin taktik ve manevraları damgasını yıllardan itibaren görülen ve günümüzde de var- vurmuştur. Bunun da ötesinde, Komintern’deki bü- lıkları çeşitlenerek devam eden baskıcı rejimlerin tün sözcüler ve tartışmacılar konuya, Rusya’da bir niteliğine ilişkin tartışmalarla iyice artmış bulun- devrimle sonuçlanan sınıf çatışmalarından kaynak- maktadır. Bugün varlıklarına tanık olduğumuz lanmış sınıfsal kavramlarla bakmış ve Rus devrimi baskı rejimleri faşizm olarak adlandırılabilir mi, için faydalı ve çözümleyici bir işlev görmüş olan bu her baskı rejimi faşizm midir, eğer değilse günü- kavramlar Alman faşizminin kavranmasında birer müz faşizminin özellikleri nelerdir? pranga rolü oynamıştır. Ayrıca, Sovyetler Birliği de Alman Nazizmi gibi totaliter bir diktatörlük, hatta yer yer ondan bile daha “su geçirmez” bir rejim oldu- Komintern’in Faşizm Yorumları ğundan faşist diktatörlüğün temel niteliklerinin de- Baştan kısaca belirtecek olursam, Komintern’in rinlemesine tahliline girişilmekten kaçınılmış, bu da İtalyan ve özellikle Alman faşizmleri üzerine bir- faşizm olgusunun gerçek anlamda kavranmasının çok farklılıklar da içeren tahlillerinin hepsi bir önünde büyük bir bariyer oluşturmuştur. 66 Faşizm Kimin Temsilcisi? zas, Faşizm ve Diktatörlük, çev: Ahmet İnsel, İle- tişim, 2004, s. 64) Örneğin, faşizm, devlet diktatörlüğü açısından Sov- yetler Birliği’ndeki devlet diktatörlüğüne fazlasıyla Açık faşist diktatörlüğün kurulması… Alman- benzediğinden, Komintern’deki yorumcuların ne- ya’nın proletarya devrimi yönünden gelişmesini redeyse tamamı faşizmin bu temel özelliğini tahlil hızlandırmaktadır. (Komintern Prezidyumu’nun etmekten kaçınmışlardır. Bunun yerine, acilen sınıf- 1.4.1933 kararı/Age, s. 64) sal kavramlara sarılmışlar ve aralarında bazı nüans- Faşist diktatörlük… Almanya’da burjuvazinin en lar olmak üzere hepsi de faşizmi, “finans kapitalin”, zayıf siyasal yönetimidir.” (Age, s. 65) “burjuvazinin” veya “finans kapitalin ya da tekelci Böylece faşistleşme süreci… işçi hareketinin sal- burjuvazinin en gerici kesimlerinin” diktatörlüğü dırı evresine ve burjuvazinin savunma evresine olarak tarif etmeyi tercih etmişlerdir. tekabül edecektir. (Age, s. 65) Oysa faşizm, bizzat burjuvazinin de baskı altına Dolayısıyla, Komintern çevrelerine göre, faşizm dev- alındığı bir diktatörlüktür. Genel olarak rejimlerle rimci bir durumun ürünüdür ve devrimi önlemeye sınıflar arasında bire bir mütekabiliyet yoktur, bu çalışan burjuvazinin karşı-devrimidir. ikisi gevşek ve değişken ilişkiler içindedir. Sınıflar ve sınıfların çeşitli kesimleri, yükselmekte ve iktidara el Faşizm devrimci durumdan doğar. (İtalyan Ko- koyma sürecinde olan aşırı sağ reaksiyonun temsilcisi münist Partisi’nin Programme Communiste’sin- faşizme yarar/korku diyalektiği açısından yaklaşırlar den, Age, s. 65) ve yine bu diyalektiğin sonucu olarak onu destekler Faşizm, kapitalist sistemin gerileme çağında, ya da karşı çıkarlar. Burjuvazinin bir kesiminin hem proletarya devrimi çağında… Klasik karşı-dev- yarar, hem de korku nedeniyle faşizme destekleme- rim şekillerinden biridir. (IKP’nin 1924 yılında- si, faşizmin bu burjuva kesiminin temsilcisi olduğu ki V. Kongre kararından, Age, s. 65) anlamına gelmez. Faşizm, kendi aşırı sağ reaksiyoner çetesinin dışında kimsenin temsilcisi değildir. Faşizmin ilerlemesi asla proleter hareketinin ge- rilemesinin belirtisi olmayıp tam tersine devrim- ci dalganın yükselişinin karşı etkisi, devrimci bir Sol Gösterip Sağ Vurmak durumun olgunluğunun zorunlu yan tamamlayı- Bunun ötesinde, Komintern veya onun içinde yer cısıdır.” (Rote Fahne, 15.6.1930, Age, s. 66) alan farklı eğilimdeki “teorisyen” ya da “taktisyen- Varlığı üye ve taraftarlarına umut vermeye bağlı olan ler”, esasen faşizmin iktidara gelişinin önleneme- siyasi kuruluşlardan daha objektif tahlil ve yorumlar mesinden doğan bir telaşla fazlasıyla “sol” görünen, beklemek saçma olur zaten. Yorumcuların bireysel fakat aslında teslimiyetçi tahliller yapmışlardır. Bun- ikballeri de bu örgütlere bağlı olduğuna göre onlar- lardan birkaçını burada sıralayayım. dan ne beklenebilirdi ki. Örneğin alalım, “faşizmin, devrimin ilerlemesinin KDP (Alman Komünist Partisi) merkez komite- ürünü olduğunu” ya da “faşizmin, proletaryanın sal- sinin 4 Haziran 1930 tarihli bir kararı, “içinde dırı, burjuvazinin ise savunma evresine denk düştü- bulunduğumuz zamanda faşizmin daha güçlü ğünü” veya “faşizmin burjuvazinin en zayıf yönetimi ortaya çıkışını, devrimci durumun olgunlaşması- olduğunu” ileri süren görüşleri. nın kaçınılmaz olarak beraberinde giden bir şey” Maceracı siyasetiyle faşizm, Alman kapitalizmi- olarak teşhis etmişti. Almanya’da proleter devri- nin iç çelişkilerini… kızıştırmakta ve Almanya’yı mine engel teşkil eden şey, kitlelere Nazi propa- yıkıma sürüklemektedir. Böylece Almanya’da gandasının geçici cazibesi değil, SPD’nin (Sosyal uçsuz bucaksız bir devrimci dalga yükselmekte- Demokrat Parti) örgütlü işçilerin çoğunluğu dir. (Alman Komünist Partisi polit-bürosunun üzerindeki engellemesiydi… Nazizmin yükseli- 10.10.1933 tarihli kararı/aktaran: N. Poulant- şinin proleter devrimin hızlandırıcısı olacağına 67 ilişkin bu rahatlatıcı teori, özgün olarak tehdit lık 1931/aktaran: N. Poulantzas, Age, s. 177) eden ve şaşkına döndüren bir olgu karşısında Saflarımızda Ağırlığı olan ve … faşizm ve bur- durumu kurtarmak çaresizliğinden başka bir şey juva demokrasisi arasında, sosyal-demokrasi ve değildi. (E. H. Carr, Komintern’in Alacakaranlığı, Hitler’in partisi arasında bir karşıtlık üzerine çev: Uygur Kocabaşoğlu, İletişim, 2010, s. 45) spekülasyon yapan yanılgılar… son derece zarar- Buradan, o sıralarda Komintern’in, baş rakibi olarak lı ve ölümcüldürler. (Manuilsky, 1931’deki Ko- gördüğü Alman sosyal demokrasisini faşizmle aynı mintern XI. Plenum’a sunulan rapor/ aktaran: çuvala koyan ve faşizm kadar baş düşman ilan eden N. Poulantzas, Age, s. 177) görüşlerinin yol açtığı felakete geçebiliriz. Burjuvazinin, faşist yöntemlerle işçilerin eylemi- ni ezmeye yönelmesi, üst kademelerin bundan Komintern’in Sosyal Demokrasiyle böyle önceden olduğu şekilde, yani sosyal-de- mokrasinin katılması veya desteği ile iktidarını İlgili Yorumları yürütmeyeceği anlamına gelmez. Faşizm, burju- Komintern, yukarıda örneklerini verdiğim gibi, sa- vazinin diktatörlüğü sisteminden ayrı bir hükü- dece faşizmi devrimi yakınlaştıran bir karşı-devrim met yöntemi değildir. Bunun tersini düşünen ise olarak nitelendirmekle kalmamış, aynı ölçüde bü- bir liberaldir. (Manuilsky, aynı rapor, aktaran: N. yük bir yanlış olan, sosyal demokrasinin faşizmin Poulantzas, Age, s. 177) hizmetinde ve onun kadar tehlikeli olduğu görüşü- Nazilerin hükümete girmeleri halinde bile, fa- nü ortaya atarak Komintern gemisinin bu iki büyük şist diktatörlüğü kurmak için burjuvazinin sos- “ağırlık”la batmasına neden olmuştur. Burada da yal-demokrasi ile işbirliğini terk etmesi sorunu kısa vadeli siyasi yararcılığın (bir yarar getirmiş olsa ortaya çıkmayacaktır. (Thalmann, Die Internati- neyse!) faşizm karşısında nasıl çaresizce bir körlüğe onale, Ocak 1932/ aktaran: N. Poulantzas, Age, yol açtığı açıktır. Bu, elbette kısa vadedeki sonuç- s. 177-178) tur. Uzun vadede ise, bu tür yorumlar, faşizmi iyi- Faşizmi yıkabilmek için en yakın gelecekte tayin ce anlaşılmaz bir olay haline getirmiş ve bu durum edici darbe sosyal demokrasiye yöneltilmelidir. günümüze kadar artan bir kargaşalıkla süregelmiştir. (Vasiliev, Komintern XIII. Plenumu, 1934/akta- Balık baştan kokar derler. Stalin’in, faşizmle sosyal ran: E. H. Carr, Age, s. 138) demokrasiyi neredeyse özdeşleştiren şu sözlerinden sonra diğerlerinden ne beklersiniz ki: Bununla da kalınmaz, bir de sosyal demokrasiyi esas hedef almaya uygun olarak “sosyal-faşizm” teorisi Faşizm, burjuvazinin, sosyal-demokrasinin et- uydurulur. Bu teoriye göre sosyal demokratlar “sos- kin desteğine dayanan kavga örgütüdür. Nesnel yal-faşisttir”. olarak, sosyal-demokrasi faşizmin ılımlı kanadı- dır… Bu örgütler, “karşılıklı bağdaşmama” du- “Gayet açıktır ki, sosyal-faşistlerle birlik oluna- rumunda değillerdir, fakat tam tersine birbirle- maz” (H. Remmele, Die Internationale, Mart rini tamamlarlar. Birbirlerinin karşıtı değil. fakat 1930); “Sosyal-faşistler bizim açımızdan hiçbir ikizdirler. Faşizm, bu iki örgütün şekilsiz politik işbirliğinin mümkün olmadığını bilirler… Hiç- blokudur.” (Eserler, cilt 6. Moskova, 1952-5, s. bir komünist, faşizmin sosyal-faşizm yardımı 294/aktaran: N. Poulantzas, Age, s. 176) ile yenileceği düşünü paylaşmaz.” (Rote Fahne, Mart 1931); … “Sosyal-faşistleri işletmelerdeki Şunları bekleriz örneğin: ve sendikalardaki görevlerinden atınız”; “İşlet- … saflarımızda, faşizm ve burjuva sosyal-de- melerden, iş bulma bürolarından, çırak okulla- mokrasisini, Hitler’in partisini ve sosyal-faşiz- rından, küçük sosyal-faşistleri atınız”; “Okul- mi liberal bir şekilde birbirinden ayırma eği- larda ve dinlenme yerlerinde sosyal-faşistlere limleri ortaya çıktı. (Alman Komünist Partisi vurunuz.” (Rote Fahne, 8.6.1932 /aktaran, N. başkanı Thalmann,Die Internationale, s. Ara- Polantzas, Age, s.189) 68 Buna ek olarak, sosyal demokrasinin “sol” kanadı, mi altında bulunan, ana aygıtları polis, ordu ve yargı işçi sınıfının en tehlikeli düşmanı ilan edilmiştir. olan ve dönem dönem farklı hükümetlere bağlı ola- Artık bu, olguları yanlış değerlendirmenin ötesinde, rak çalışan veya bağlıymış gibi görünen idari devlet siyasi mücadelenin ve rekabetin, insanın gözünü kan kolonu; 3. Esasen burjuva sınıfına bağlı olarak faa- bürümesine ve her şeyi tersinden görmeye neden ol- liyet gösteren, fakat fiili hükümetlerin de denetim duğunu açıkça göstermektedir: ve müdahalesine zaman zaman maruz kalan basın ve medya organlarının içinde yer aldığı ve kültürel Devrimci hareketin yükselişi… Komintern’e ve alanı da kontrolü altında tutan ya da yönlendiren şubelerine sosyal demokrasiye ve özellikle onun, ideolojik aygıtlar kolonu. komünizmin en tehlikeli düşmanını ve işçi sını- fının savaşkan eyleminin artmasının başlıca en- gelini oluşturan “sol” kanadına karşı mücadeleyi Faşizm, Görece Özerklikleri Tasfiye Eder kesinlikle derinleştirmelerini gerektirmektedir… Burjuva demokrasilerinde bu üç kolon görece özerk- (X. Plenum -1929- kararı/aktaran: N. Poulant- tir ve çoğulcu bir tarzda çalışırlar. İktidarı ele geçi- zas, Age, s. 189-190) ren faşizmin bütün gayesi bu görece özerkliği orta- dan kaldırmak ve bütün kolon ve aygıtları tek elde B-Faşizmin Temel Özellikleri toplamaktır. Faşist liderlerin “tek”e fazlasıyla vurgu Faşizm, Monolitik ve Tekçi Rejimin Adıdır yapmalarının nedeni budur. Faşizm, merkezi ik- tidarı aldıktan sonra adım adım ilerleyip bir süreç Daha iktidara gelmeden önce paramiliter sokak içinde bütün kolon, kurum ve aygıtları ele geçire- çetelerinin sokaklardaki serkeşliği ve saldırganlığı rek monolitik bir faşist rejim kurar. Fakat elbette bu şeklinde bir görüntü veren aşırı sağcı toplumsal re- bir süreçtir. Faşizm iktidara gelir gelmez bir çırpıda aksiyonun iktidara yürüyen yoğunlaşmış hali olan bunu gerçekleştiremeyebilir, fakat nihai hedefi, dev- faşizmin en önemli belirleyici vasfı, iktidara geldik- let yönetiminde ve kurumlarında tam bir faşist itaati ten sonraki tekçiliğidir. Tekçilik derken, bunu çok gerçekleştirmektir. Faşizm, uyguladığı şiddetle ya da partili parlamentarizme karşıtlığı açısından söyle- ne kadar insanı hapse tıkıp öldürdüğüyle değil, ku- miyorum. Çünkü bugün halen yürürlükte olan çok rumsal monolitikliği yaratmasıyla belirlenir. partili, parlamentolu faşist rejimler da mevcuttur. Faşizm için önemli olan, en başta merkezi iktidarın Burada kastettiğim tekçilik, burjuva demokrasisi- ele geçirilmesidir. İster askeri darbeyle, ister saray nin dayandığı temel kolonların görece özerkliğinden darbesiyle, isterse seçim yoluyla olsun, faşizm bir kaynaklanan çoğulculuğu giderek ortadan kaldıran kere merkezi iktidarı ele geçirdikten sonra orta va- tekçiliktir. Yani faşizmin ana özelliği, burjuva de- dede adım adım monolitik yapıyı oturtur ve yine mokrasisinin birbirinden görece özerk temel kolon- adım adım rejimin bütün muhaliflerini tasfiye eder. larının bu özerkliğine son vermek ve hepsini tek bir Monolitikliğin en üst sınırda gerçekleştirilmesi ve güçlü iktidarın (faşizmin) komutası altında topla- rejimin tüm muhaliflerinin tasfiye edilmesi, özel- maktır. Bu kolonların görece özerkliği burjuva sını- likle günümüzde o kadar kolay değildir. Bu yüzden fının kendi iç konsensüsü açısından bir gerekliliktir. bazı faşist rejimlerde hâlâ muhalif basın organlarının Burjuvazi, devlet kurumlarını görece özerk bir yapı- yayınına devam ediyor olması, muhalefet partileri- ya kavuşturarak kendi içinden herhangi bir kesimin nin varlığını sürdürmesi ve seçimlere girebilmesi, diğer kesimler üzerinde baskı kurmasını önlemeyi parlamentonun çalışıyor gözükmesi vb. o rejimin hedeflemiştir. faşist değil de kısıtlı bir burjuva demokrasisi olarak Kısaca belirtecek olursam bu kolonlar şunlardır: 1. görülmesi yanılgısına yol açabilmektedir. Oysa, bu Politikacıların yönetimi altında olan, merkezinde durum bile faşizmin kendini gizlemesinin aracı değil parlamento ya da meclis bulunan, farklı siyasi parti- midir? Ayrıca faşist rejimlerin bir anda kurulduğunu leri barındıran ve içinden yönetsel hükümet aygıtını sanmak büyük bir yanılgı olur. Hitler bile rejimini çıkaran siyasi kolon; 2. Devlet bürokrasisinin yöneti- ancak üç dört yılda oturtabilmiştir. Zamanımızda 69 ise, Kuzey Kore gibi geçmiş soğuk savaş dönemin- kalmakta ısrar etmesi ve rejimi tekleştirmek için den kalmış birkaç rejim dışında hiçbir rejim yüzde adım adım ilerlemesi gerekir. yüz totaliter, yüzde yüz monolitik değildir ve olamaz Bu kıstaslar açısından baktığımızda, üç yıl boyunca da. Çünkü zamanımızın global ekonomisi, global esip üfüren, asıp kesen, halkı şiddetle bastıran 12 Ey- kültürü, basın yayın organlarının ve sosyal medya- lül askeri cunta döneminin, generaller, iktidardayken nın yaygınlığı bu derece monolitik rejimlere izin her türlü faşist yöntemi kullanmalarına ve giderayak, vermemektedir. Bunun yerine baskıcı faşist rejimler kendilerinin geleceğini de garanti altına alacak parla- bir yandan görüntüyü korurken bir yandan da kendi menter görünümlü baskıcı, faşizan bir rejimi oturt- temel amaçlarına adım adım ilerleyebilmektedir. ma girişiminde bulunmalarına rağmen, doğrudan faşist olduğunu söyleyemeyiz; fakat 12 Eylülcülere Siyasi Yapının Ele Geçirilmesi ve göre çok daha yumuşakmış gibi görünen, hatta bir dönem “vesayet rejimiyle mücadele” zokasını çoğu Tekleştirilmesi solcuya yutturabilen, “parlamenter kurallara saygılı” Dediğim gibi, faşizm, öncelikle merkezi siyasi yapı- AKP’nin, en azından son yedi sekiz yıldır izlediği yı ele geçirerek kendi rejimini kurmak yönünde en tekleştirme rotası açısından faşist bir diktatörlük pe- belirleyici adımını atar. Çünkü merkezi siyasi iktidar şinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. bütün kilitleri açan anahtardır. Onu elinizde tutu- meşru yorsanız ve bu aygıt halen toplumun iktidar Parlamento ve Faşizm aygıtı rolünü oynuyorsa onunla adım adım ilerleyip bütün kapıları açabilir ve sonunda monolitik bir ya- Siyasi iktidar meşruluğa muhtaçtır. Şu veya bu şe- pıyı kurabilirsiniz. kilde meşruluğunu inşa edememiş hiçbir iktidar uzun süre ayakta kalamaz. Meşruluk derken illa ya- Merkezi siyasi iktidarın nasıl ele geçirildiği önemli sal yoldan, seçimle iktidara gelmeyi kastetmiyorum. değildir. Bu, parlamenter yoldan da olabilir (Hit- Bir askeri darbe de, bir iç savaş tarafı da iktidara ler’in izlediği yol), bir ayaklanmanın ya da bir iç sa- gelince bizzat bu iktidar araçlarından yararlanarak vaşın ürünü de olabilir (kısmen Mussolini ve bütü- kendini meşrulaştırmaya girişebilir. Kimi, kendisi- nüyle Franko) veya bir askeri darbe de olabilir. Bura- nin memleketi uçurumun kenarından kurtardığı- da dikkat edilecek husus, bütün askeri darbelerin fa- nı söyler, kimi terörden, kimi de savaştan; kimi de şist diktatörlük olmayabileceğidir. Diyelim ki, askeri “emperyalist bölücülüğe karşı vatan savaşı” verdiğin- darbeyle iktidara gelenler faşist olsalar bile bakalım den söz eder. Fakat bunların içinde meşruiyetini en orta ve uzun vadede faşist bir rejim kurma amaçları kolay sağlayan siyasi iktidar seçimle gelmiş olanıdır. var mıdır; yoksa onlar, örneğin 12 Eylül darbesinde Bu yüzden, Hitler örneğinde gördüğümüz gibi, en olduğu gibi genel olarak rejimin veya düzenin kurta- tehlikeli faşist klikler seçimle işbaşına gelmiş olanlar- rılması adına, yani genel olarak burjuva düzeni adına dır. “Seçimle geldik” veya “milletin iradesini temsil mı hareket etmişlerdir? Eğer böyleyse, iktidara gelen ediyoruz” aklayıcısıyla yapmayacakları baskı, uygu- askeri darbe sahiplerinin, bütün faşistçe uygulama- lamayacakları faşist kurumlaşma yoktur. larına ve baskılarına rağmen faşist bir rejim kurma niyetinde olduklarını söyleyemeyiz. Onlar belli ki, Parlamenter sisteme dayanarak oy çoğunluğuyla ikti- yeni bir faşist rejim kurmak adına değil, eski düzeni dara gelmiş olan bir faşist kliğin “olağanüstü durumla- daha otoriter bir şekilde yeniden düzenlemek adına rı” bahane ederek faşizm yönünde atamayacağı adım hareket etmektedirler. Bu işlevlerini tamamladıktan yoktur. Faşist iktidarlar daima olağanüstü durumlara sonra çekip gidecekler ve siyasi alan yeniden “partiler dayanarak “devletin bekası” için her türlü kanun hük- sistemi”ne bırakılacaktır. Bu bakımdan her baskıcı münde kararnameyi çıkarıp istedikleri kurumlaşma askeri rejimi faşist diye nitelemeyi doğru bulmuyo- yönünde ilerleyebilirler. Parlamentoda çoğunluğu ele geçirmiş olmak faşizm için muazzam bir avantajdır. rum. Faşist olabilmesi için kalıcı olması ve iktidar- dan asla vazgeçmeden, kenara çekilmeden iktidarda Faşizm iktidara, biçimsel açıdan tamamen ana- 70 yasal şekilde ulaşır. Hitler ve Mussolini “demok- vinin artması ve polis örgütünün giderek üstlen- ratik-parlamenter” devlet biçimlerine “saygı diği önemli işlev, hukuki sistemin –“düzenin”- göstererek”, her burjuva devletinin kritik sınıf gerilemesi ve adliye örgütünün faşizm tarafından mücadelesi durumları için öngördüğü hukuk dolaysız ele geçirilmesi vb. (N. Poulantzas, Age, kuralları içinde iktidara gelirler… Faşizm ikti- s. 388) dara devlet aygıtının yardımı ve suç ortaklığı ile Nasyonal-sosyalizmin devlet aygıtına sızmasının gelir… faşizm dışarıdan bu aygıta nüfuz etmeyi başlıca yolu yönetim kadroları ve polisti… Nas- ve onu kazanmayı ve dönüşsüzlük noktasından yonal-Sosyalist Parti ile polis aygıtı arasındaki itibaren hâlâ kendine düşman olan kol veya sek- kesin suç ortaklığına dikkat çekmeye bile gerek törleri etkisiz kılmayı başarır. ( N. Poulantzas, yok. Polis sürekli nasyonal-sosyalistleri tutmuş, Age, s.387-388) etkinliklerine paravana olmuş ve sokak savaşla- Nazi Partisi ilk olarak – Almanya’nın görüp gö- rında onları korumuştu. Birbirleri için biçilmiş receği nispeten serbest son seçimde – hükümetin kaftandılar. Adli dal duruma mühür basmakla geniş kaynaklarını oy kazanmak için kullanabi- yetiniyordu. (N. Poulantzas, Age, s. 392) lecekti. Goebbels sevinçten yerinde duramıyor- Hitler’in ilk görevi… partisini devletin tek sa- du. 3 Şubat güncesinde, “Artık savaşmak kolay” hibi durumuna getirmek ve otoriter hükümetin diyor, “çünkü devletin bütün kaynaklarından iktidarıyla bu hükümete bağlı polis kuvvetinden yararlanabiliriz. Radyo ile basın elimizde. Or- yararlanarak Nazi ihtilalini yapmaktı. (William taya bir propaganda şaheseri çıkaracağız. Ve bu R. Shirer, Age, s. 186) sefer parasızlık çekilmeyecek elbette.” (William, R. Shirer, Nazi İmparatorluğu-Doğuş, çev: Rasih Yargının Ele Geçirilmesi Güran, Hürriyet, 1979, s. 187) Faşizmin ikinci önemli adımı yargının ele geçirilme-

sidir. Yargı yoluyla muhalifler baskı altına alınacak, Polisin Ele Geçirilmesi gerektiğinde tasfiye edilecek, aykırı şeyler yazmaya Burjuva parlamenter düzenlerde özerk yapısı en za- cesaret eden basına gözdağı verilecek, gerekirse men- yıf ve merkezi iktidara en tabi kurum, işlevi ve yapısı supları içeri atılacak veya basın organları kapatılacak, gereği polistir. Polis, merkezi iktidarı kim ele geçi- hatta faşist rejimi kabul etmeye pek yanaşmayacak rirse, içişleri bakanlığı kime bağlıysa derhal ve bü- olan burjuvazinin mensupları polisin yanı sıra ikinci tünüyle onun emrine girer. Öyle ki, Fransa Naziler bir ceza sopası haline getirilen yargı ile tehdit edilip tarafından işgal edildiğinde trafik şubesi de dahil ol- yola getirilecektir: “Bir gün yargı sizi de çağırabilir.” mak üzere tüm Fransız polisi anında işgalcilerin em- Bu konuda da faşizmin temsilcilerinin kendi müda- rine girmişti. Bu yüzden, şu ya da bu şekilde merkezi haleleriyle alınmış yargının kararlarından şikâyetçi iktidarı ele geçiren faşist bir grubun ilk işi polis teş- olan muhaliflere verdiği cevap hayli ilginç, hatta kilatını eline almak ve siyasi polisi de kendine bağ- gülünçtür: “Yargı bağımsızdır. Yargıya müdahale lamaktır. Polis düzenin sopası olduğu kadar, “siyasi etmemizi mi istiyorsunuz? Adalet diyerek yargıya polis” işleviyle de içerideki baskı rejiminin ana daya- baskı yapıyorsunuz.” Böylece faşist demagoji, “yargı nağıdır. Faşist iktidar polisi bir güzel denetimi altına bağımsızlığı”nı dahi yargıya kendi yaptığı müdaha- alacak ve yönlendirecektir ki, muhaliflerini kolayca leleri gizlemek için kullanabilmektedir. takip edebilsin, gereğinde onları içeri atabilmek için Siyasi polisin rolüne adalet sisteminde ve ada- yargıya sunacağı dosyaları düzgün bir şekilde hazır- let görevlilerinin rolündeki değişimler de eşlik layabilsin, polis aracılığıyla muhalif güçlere karşı is- etti… Mahkemelerin artık yasaları değil, “önde- tediği provokasyonu yapabilsin. Elbette bu, yargının rin iradesi”ni cisimleştiren “halkın sağlıklı duy- ele geçirilmesiyle bir arada yürür: guları”nı uygulaması gerekiyordu. (N. Poulant- … “yürütmenin” ve devletin baskı aygıtının işle- zas, Age, s. 398) 71 Yargıçlar iyice sinmişlerdi; hücum taburlarından man Ordusu’nun en üst kademelerinin içinde bu- herhangi bir kimseyi tasarlayarak adam öldür- lunduğu darbe ve suikast girişimleriyle karşı karşıya mekten ötürü mahkûm ettikleri takdirde kendi- kalmıştır. Bizde de “vesayet rejimi ile mücadele” adı leri öldürülmekten korkuyorlardı. (William R. altında AKP iktidarının ordu mensuplarına karşı gi- Shirer, Age, s. 201) riştiği tutuklamaların ve açtığı davaların amacı or- Weimar Anayasası zamanında yargıçlar bağım- duyu kendi rejimine bağlı hale getirmekti. Ne var sızdılar; yalnızca kanuna bağlıydılar; istenildi- ki, kendi iç çatışmaları bu girişimi bir süreliğine aka- ği zaman yerlerinden atılamazlardı; 109’uncu mete uğrattı. Öyle de olsa, AKP rejiminin orduyu maddeye göre hiç olmazsa kuramsal olarak ka- denetimine alma çabası böyle bir kesintiye rağmen nun önünde eşitlikleri teminat altına alınmıştı… bugün de devam etmektedir. 7 Nisan 1933 tarihli Hükümet Hizmetleri Ka- Faşistleşme süreci boyunca nasyonal-sosyalizm nunu mahkemelere uygulandı ve yalnız Yahudi orduyu nötralize etmeye uğraşmış ve sonunda hukukçular değil, aynı zamanda, kanunun deyi- bunu başarmıştı. (N. Poulantzas, Age, s. 391) miyle, “Nasyonal Sosyalist devlette hiçbir zaman Hitler artık, bütün dışişlerini, ekonomik ve aske- yer alamayacağı anlaşılan”lar ya da Naziliklerin- ri politikayı elinde toplamış, silahlı kuvvetleri de den şüphe edilenler atıldılar… 26 Ocak 1937’de eline almış, yoluna devam ediyordu. (William R. çıkarılan yeni Hükümet Hizmetleri Kanunu, Shirer, Age, s. 313) yargıçlar da dahil olmak üzere, “siyasi bakımdan şüpheli” görülen bütün memurların görevlerine son verilmesini öngörüyordu. Bundan başka, Basının Ele Geçirilmesi ve Susturulması bütün hukukçular Nasyonal Sosyalist Alman Her ne kadar basın ve medya organları genelde bur- Hukukçular Birliği’ne girmeye mecburdular. juva düzeninin ideolojik hegemonyası görevini ye- (William R. Shirer, s. 262-263) rine getirirlerse de, burjuva demokrasisinin basın özgürlüğüne ilişkin yerleşik teamüllerinden yarar- Ordunun Ele Geçirilmesi lanarak eleştiri özgürlüğünü yaşatırlar. Bu yüzden devlet iktidarını ele geçiren faşizmin en önemli he- Ordu, burjuva demokrasilerinde, işlevi ve yapısı ge- deflerinden biri bu eleştiri özgürlüğünü ortadan kal- reği görece özerkliği en net olan kurumların başın- dırmak ve basını tahakkümü altına almaktır. Bunun da gelir. Sonuç olarak devleti ve sistemi korumakla üç yolu vardır. Birincisi, iktidarın ele geçirilmesinin görevli, silahlı bir kurumdur. Bu yüzden de kurum verdiği ekonomik güçle gazetecilerden bir kısmını olarak en azından teoride bütün hiziplere eşit uzak- satın alarak yeni basın ve medya organları kurmak, lıkta ve devletin genel çıkarlarına tabi olması gerek- bunlar aracılığıyla kendine yandaş bir basın-medya tiği farz edilir. Bu böyle olmakla birlikte, ordunun oluşturmaktır; ikincisi, muhalefette ısrar eden basın görece bağımsızlığı, bunalım dönemlerinde, yine ve medya organlarını devlet ve yargı gücüne daya- devletin genel çıkarları adına darbelere girişmesine narak baskı altına almak, gerekirse tutuklatmak ve yardımcı bir faktördür. Nitekim, tarihte “polis dar- hatta çeşitli gerekçe ve bahanelerle yayınlarına son besi” pek görülmez de ordu darbe ve müdahaleleri vermektir; üçüncüsü ise, halihazır medya patronları- çokçadır. nı, ileride burjuvazinin bütününe de yaptığını anla- Faşizm, hiçbir şeye özerklik tanımadığı ve iktidarda tacağım ekonomik şantaj ve vergi kontrolü silahıyla mutlak tekelci olduğu için ordunun görece özerk- tehdit etmek, korkutmak ve bu medya patronları- liğine de asla izin vermez. Bırakın görece özerkliği, nın yayın organlarının iktidar ve rejim lehine yayın onun ayrı bir kurum olarak varlığına bile tahammül yapmalarını, en azından muhalefet etmemelerini, edemez ve profesyonel ordu mensuplarını faşist re- iktidar sözcülerine daha fazla yer vermelerini, tar- jime bağlamak için büyük bir ivecenlik gösterir. Bu tışma programlarında kendi belirledikleri adamları konu Hitler’i çok uğraştırmıştır ve bizzat Hitler Al- için kontenjan ayırmalarını ve istenmeyen tartışma- 72 cıların bu tür programlara sokulmamasını, kendi Yangının ertesi günü, 28 Şubat’ta Hitler, Hin- yorumcularının medya organlarının baş yorumcusu denburg’a “Halkın ve Devletin Korunmasını” olarak görev almalarını sağlamak. Bütün bu anlat- öngören bir kararname imzalattı. Böylece anaya- tıklarım, kendi hayatımızda her gün karşılaştığımız sanın kişi ve toplum hak ve hürriyetlerini garan- olaylardır. ti eden yedi bölümü birden ortadan kaldırılmış Devletin ideolojik aygıtlarına gelince, dikkat oluyordu. (William R. Shirer, Age, s. 191) edilecek ilk nokta birbirlerine ve baskı aygıt- Komünist basını ile siyasi toplantılar yasaklan- larına karşı görece özerkliklerinin baskı altına mıştı; Sosyal Demokrat gazeteleriyle birçok li- alınmasıdır. Bu, kamu-özel boyutundaki hukuki beral dergi kapatılmış ve demokratik partilerin değişikliklerle gerçekleştirilmiştir. Bu aygıtlara toplantıları yasaklanmış ya da dağıtılmıştı. Yalnız devlet hiçbir zaman el koymadı: Yayın, gazeteler, Nazilerle Milliyetçi müttefiklerinin seçim kam- sinema, okullar vb. hepsi özel yapılarını sürdür- panyalarına dokunulmuyordu. (Shirer, s. 192) düler – hiç değilse sahiplerine kâr getirmek bakı- mından. Ama bu aygıtların üyeleri kamu kuru- Parlamento’nun önüne Yetki Kanunu denen ta- luşlarına bağlanmak zorunda bırakıldılar: Sanat, sarı getirildi. Kanunun resmi adı şuydu: “Hal- müzik, tiyatro, edebiyat, basın, radyo ve sinema kın ve Almanya’nın Sıkıntılı Durumunun Kal- için “Reich Konseyleri”ne girdiler. Bu kurulların dırılmasına Dair Kanun.” Bu kanunun beş kısa kararları kanun kuvvetindeydi ve önderlik ilke- maddesi, yasama yetkisinden başka Alman büt- si Nazi partisi üyeleri yararına uygulanıyordu. çesinin denetimini, yabancı devletlerle yapılacak Dolayısıyla ideolojik aygıtlar en çok parti dolayı- anlaşmaların onayını ve anayasa değişiklikleri mıyla baskı aygıtına tâbi kılındı. (N. Poulantzas, yapma yetkisini parlamentonun elinden alıyor, Age, s. 400-401) bunları dört yıl için Alman kabinesine bırakıyor- du. (Shirer, s. 196) Berlin’de çıkan günlük gazetelerin yazı işleri mü- dürleri ile Almanya’nın başka yerlerinde çıkan Parlamento, anayasanın kendine tanıdığı yetki- gazetelerin muhabirleri her sabah Propaganda leri Hitler’e vermekle kendi kendini mahvetmiş Bakanlığı’nda toplanırlardı. Orada Dr Goebbels oldu. Üçüncü Alman İmparatorluğu’nun sonu- kendilerine ya da yardımcılarına hangi haberle- na kadar bir mumya gibi yaşadı… Artık gerçek rin yayınlanacağını, haberleri nasıl yazacaklarını seçim yapılmıyor ve parlamento üyelerini Nazi ve nasıl başlık atacaklarını, ne gibi kampanya- partisi seçiyordu. Hitler diktatörlüğünün meşru ların açılacağını ve nasıl bir başyazı yazılacağını temeli yalnızca bu yetki kanunudur… Alman- anlatırdı. Herhangi bir yanlış anlamayı önlemek ya’nın en güçlü kurumları artık birer birer Hit- üzere de, sözle anlatılanlara ek olarak yazılı bir ler’e teslim olmaya ve hiç ses çıkarmadan, karşı günlük emir verilirdi. Şehir dışındaki küçük ga- koymadan ortadan silinmeye başlamıştı. (Shirer, zetelerle dergilere bu emirler telgrafla ya da mek- s. 197) tupla ulaştırılırdı. (William R Shirer, Age, s. 241) Bundan sonraki adım artık tek parti diktatörlüğü- nün ve parti-devletin ilan edilmesidir. Faşizmin Olağanüstü Kararnamelere Dayanan Yönetim Tarzı Faşizmle Burjuvazi İlişkisi Faşizmin bir özelliği de, kanunnamelerle yürürlüğe a. Faşizm ve Burjuvazinin Siyasi Mülksüzleştirilmesi konan olağanüstü bir rejimi olağan ve sürekli hale getirmesidir. Faşizm olağanüstü hal uygulamaları ol- Faşizmi burjuva diktatörlüğünün bir türü olarak ele madan yönetemez. Bu olağanüstü haller için de ola- alan görüşler de hatalıdır ve faşizm olgusunu bulan- ğanüstü olaylara ihtiyaç vardır. Örneğin Reichstag dırmaya, burjuva demokrasisi ile faşizm arasındaki yangını veya bastırılan kontrollü bir darbe girişimi farklılığı muğlaklaştırmaya hizmet etmektedir. Önce gibi: örnekleri görelim: 73 Faşist diktatörlük, finans kapitalin diktatörlüğü- düğü için yanlıştır. Aşırı sağcı reaksiyoner toplumsal nün aynı ölçüde gerçekleştiği burjuva demok- hareketin en sivri ve vurucu gücünü oluşturan fa- rasisinden fazla farklı bir şey değildir. (Alman şizmin tırmanışa geçmesine neden olan etkenlerden Komünist Partisi’nin Mayıs 1931 Genelgesi/ biri devrim tehdidi olsa da aslında genelde faşizm, aktaran. N. Poulantzas, Age, s. 89) devrimin yükseldiği değil, gerilediği dönemde daha N. Poulantzas, kitabında Komintern’in bu yanılgısı- büyük bir hızla gelişir. İkincisi de, faşizm burjuva- nı şöyle eleştirmektedir: zinin siyasi mülksüzleşmesi değil, esasen ekonomik mülksüzleşme tehdidi altına girmesi anlamına gelir. Faşist parti esas olarak büyük sermayenin hizme- İşin aslına bakılacak olursa, burjuvazi normal bur- tinde, onun “ücretli ajanı” olarak görülmektedir. juva demokrasisi sisteminde siyaseten zaten mülk- “Büyük sermayenin askeri kavga aracı” faşist süzleşmiş bir sınıftır. Yani, ekonomik hâkimiyetini parti, çoğu kez, büyük sermayece beslenen ve sürdürebilmek için siyasi hâkimiyetinden gönüllü onun istediği gibi çekip çevirebildiği bir “beyaz olarak vazgeçmiş (son dönemlerde Trump örneğinde muhafızlar topluluğu”na, basit bir “silahlı milis” görüldüğü gibi, doğrudan patronların siyasi alana el gücüne benzetilmektedir. (Age, s. 102) attıkları gözlenmektedir) ve siyaset alanını politika- Benzeri yanlış değerlendirme Troçki’de de vardır: cılara, devlet yönetimini de bürokratlara bırakmış- tır. Bu bağlamda, burjuva demokrasisi burjuvazinin Burjuva demokrasisi, yasal, barışçı yoldan bir ekonomik hâkimiyeti için siyasi hâkimiyetten vaz- faşist diktatörlüğe dönüşmektedir. Olanların geçmesi anlamına gelir. Faşizmde ise, burjuvazinin esrarlı bir yanı yoktur: burjuva demokrasisi ve ekonomik hâkimiyetini garanti eden siyasi alanın faşist diktatörlük bir ve aynı sınıfın sömürücüle- özerkliği yok olmuş ve dolayısıyla burjuvazinin eko- rinin aletleridir. (Troçki, Faşizme Karşı Mücadele, nomik hâkimiyeti de tehlike altına girmiştir. çev: Orhan Koçak-Orhan Dilber, Yayın, 1998, s. 405) b. Faşizm ve Burjuva Demokrasisi Farkı Aynı hatalı görüşü, Troçkist olduğu anlaşılan Ferit Burak Aydar da tekrarlamaktadır: Faşizm sanıldığı gibi gerçekten de burjuvazinin ya da tekelce burjuvazinin veya tekelci burjuvazinin “en Faşizm burjuvazinin egemenliğiydi, iktidara yeni reaksiyoner kesimlerinin” diktatörlüğü müdür? bir sınıfı (mesela küçük burjuvaziyi) taşımamıştı. (F. B. Aydar, İspanya İç Savaşı’nın İzinde, Agora, Burjuva demokrasisinde devlet burjuvazinin bü- 2017) tününün, bütün kesimlerinin yönetsel temsilcisi konumundadır. Hem bir rızaya hem de baskıya da- Aydar, bunun da ötesine geçerek, Troçki’den aldığı yanır. Baskısını da burjuvazinin bütünü adına uygu- ilhamla, faşizmi, burjuvazinin ekonomik mülksüz- lar. Fakat faşizmde bu durum bozulmuştur. Faşizm, leştirilmesini önlemek için siyasal mülksüzleşmeye burjuvazinin bütün kesimleriyle birden devlet yöne- razı olması olarak tanımlamaktadır: timinden dışlanması demektir. Burjuvaziyle devlet Faşizm burjuvazinin siyasi açıdan mülksüzleş- arasındaki sözleşmenin sona ermesi ve burjuvazinin tirilmesidir.Ekonomik açıdan mülksüzleştiril- bütün kesimlerinin devlet mekanizmasından kovul- me tehdidiyle karşı karşıya kalan burjuvazinin ması, devletin faşizmin tekeli altına alınmasıyla bir- can havliyle sarıldığı bir silah olarak dizginlerin likte burjuvazinin de baskı altına alınmasıdır. burjuvazi adına kullanılmak üzere bir kişi ya da Normal burjuva devletinde devletin çoğulculuğunu zümreye devridir. (F. B. Aydar, Age, s. 553) garanti eden nedir? Bu, farklı burjuva kesimlerinin Bu görüş iki açıdan yanlıştır. Birincisi, aslında Ko- konsensüsüdür. Faşizm bu konsensüse son verir ve mintern’den (ve bu konuda ondan farklı düşünme- burjuvaziyi devletin dışına atar. Faşist devlet için, yen Troçki’den) miras kalan bir görüş olarak faşizme farklılıkları uzlaştırmak değil, yok etmek diye bir sadece bir devrim tehdidinin yol açtığını ileri sür- sorun vardır. Burjuva demokrasisinin polis ve ordu 74 gibi baskı kurumları bir kere görece özerkliklerini kaybedip faşist rejimin denetimi altına girdikleri za- man özlerindeki baskıcı nitelikleri nedeniyle faşist rejimin amaçlarına çok güzel uyum sağlarlar. Keza parlamento da kukla bir organ olarak varlığını sür- dürür ama fiilen ölmüştür.

C. Faşizm: Burjuvazinin Diktatörlüğü Değil, Burjuvazi Üzerinde Diktatörlük Faşist rejim, burjuvaziyi devlet yönetiminden dış- layıp siyasi olarak mülksüzleştirmekle kalmaz, aynı zamanda tekelci iktidar olanaklarından yararlanarak, vergi denetimleri ve kredi mekanizmaları gibi araç- ları kullanıp burjuvaziyi denetimi altına alır, onun farklı sesler çıkarmaması için sürekli başında sopay- la bekler. Burjuvaziyi denetim altına almanın en iyi yolu ekonomik şantajdır. Dolayısıyla faşizm, tekelci burjuvazinin diktatörlüğü değil, diğer sınıflar üzerinde olduğu gibi burjuvazi- nin bütünü üzerinde de bir diktatörlük anlamına ge- lir. Burjuvazi, kendi yaşamını ve mülkiyetini koruya- bilmek için en azından bir süreliğine faşizme boyun eğmiş görünür. Bu arada, kimi burjuva kesimleri, fa- şizmin vurucu bir güç olarak iktidara atak yaptığını görünce, sözünü ettiğim yarar/korku diyalektiğinin ürünü olarak faşizme yanaşır ve hatta destek verir. Israrla üzerinde durduğum gibi bu, bir temsiliyet ilişkisi değil, teslimiyet ilişkisidir; kâh iktidara aday olan aşırı reaksiyoner bir güçten yararlanma fırsatını kaçırmamak, kâh onun iktidara geldiğinde bu ola- naklardan yararlanarak mülkiyetini tehdit etmesin- den korktuğu için, işte bu her iki nedenle de faşizme destek olur. Bir yandan da faşizmin emekçi taleple- rini bastırması ve “sessizliği” sağlaması işine gelmiş- tir. Fakat ısrarla belirtiyorum ki, bu ilişki gevşek ve değişken bir ilişkidir ve anında zıddına dönüşebilir. İşin aslına bakılacak olursa, iktidara gelen ve rejimi monolitikleştiren faşizm bir anlamda gerdiği ağlar görünmeyen bir örümcek gibi boşlukta asılıymış gibi görünür. Ağına takılan burjuva kesimlerini yi- yerek beslenir. O ağa takılan böceklerden kendisinin de besleneceğini uman örümceğe destek veren bur- juva kesimleri, örümceğin onun da kanını emmek için üzerine geldiğini gördüğü an ağdan kurtulmak için çırpınmaya başlar. Kurtulabilecek midir? 75 Erkeklik Bir Bütündür, Bölünemez! Faşizmin Cinsiyeti Üzerine Deneme

Hacı Sincer

Giriş ve gündelik temsil tarzları, geride failinin kimliğinden parçacıklar bırakarak ilerler. Dolayısıyla pratiğin dolgu Hiçbir toplumsal teori, ilkesel olarak boşlukta kuru- malzemesini çözmeye başladığımızda ve olgular arasın- lamaz ve var olamaz. Bu, tüm teorileştirmelerin sos- daki anlamlı ilişkiyi çözdüğümüzde, yapıp etmelerin, yo-kültürel temelleri olduğunu, siyasi iklim içinde failin kimliğini daha fazla belirgin kıldığını göreceğiz. şekillendiklerini ve belli bir toplumsal görüş açısına dayandıklarını anlatır. Tematik olarak bu güzergahı izlediğimizde, inceleme konumuz olan “faşizmin cinsiyeti”ni anlamamız da Zaman ve mekana ilişkin belirli koşullarda açığa çık- olanaklı hale gelecektir. Çünkü faşizm denen fenome- mış, belirli bir algı biçimini yansıtan teoriler; aynı za- nin, toplumsal ilişkinin kendini örgütleme tarzından manda toplumsal bir kesimin siyasi, sosyal taleplerini başladığını; mikro düzeyde bireylerin kendilik tarzları- de sistematize ederler. na yapışık bir mahiyet taşıdığını düşünüyoruz. Elbette Bu nedenle, verili olanı anlamaya ve yeniden kurma- “…izm” olarak faşizmin belli sosyo-ekonomik, sos- ya talip tüm teoriler örtük olarak politik iddia da öne yo-politik süreçlere tekabül ettiğini biliyoruz. Ancak sürerler. Bu da, teorilerin, gizil olarak politik çıkarları bunu da olanaklı kılan sosyolojik bir hinterlandının da sistematize ettikleri anlamına gelir. bulunduğunu düşünüyor ve öne sürüyoruz. Faşizmin Teorilerin, boşlukta salındıklarına inanmıyor ve on- toplumsal “iç bölge”si olarak kavradığımız bu alanda, ların bir ilişki karakterini söylemleştirdiklerini düşü- erkek ve erkeklik kültürü bulunmaktadır. nüyorsak; bu, bizim gerçekliği bir ilişki sarmalı içinde Bunun için, erkekliğin, faşizmin dolgu malzemesi ol- kavrayabileceğimizin farkında olduğumuzu anlatır. duğunu iddia ediyoruz. Bu sebeple, “faşizmin cinsiye- İddiamız odur ki, toplumsal düzlemi anlamaya ça- ti”ni anlamaya çalışırken, olgunun mümkünatını sağ- lışan her görüş açısı, politik bir öz taşır, verili politik layan erkeklik tarzı ve kültürü olduğunu savunacağız. bir bağlam olmadan gerçekleşemez. Bu, toplum denen Yanı sıra, toplumsal bünyedeki yerine, kim’i ve ne’yi yapısallığın sahip olduğu diyalektik ile alakalıdır. İster temel aldığına, hangi geleneği sürdürdüğüne, politik tikel, isterse de evrensel düzeyde olsun, tüm toplumsal bir çatı olarak ne gibi sonuçlar açığa çıkardığına ve en oluş tarzları tesis ettikleri ilişki vesilesiyle görünürlük son olarak da şimdilerde ki temsil tarzlarına değinece- kazanırlar. Burada gözden kaçırılmaması gereken hu- ğiz. sus şudur: ilişkinin kendini örgütleme tarzı siyasaldır ve siyasi bir çatı gerektirir. Faşizm Bir İlişki Karakteridir İlişki birimlerinin, kendi oluşlarını, siyasi bir mahiyet içinde vücuda kavuşturdukları gerçeğini biliyor olmak, Faşizm denen olgu, tarihin bir vaktinde yaşanmış ve onların, kimliğinin doğru kavranması olanağını da bitmiş melanet değil; hele hele politik bir sapma hiç açığa çıkaracaktır. Çünkü biliyoruz ki, ilişkiler, roller değil. 76 Faşizm, modernist sistemin düşünsel, kültürel ve po- sinde tüm bu sürecin fail’i konumundaki “erkek”in, litik olarak geliştirildiği olgular arasındaki ilişkiselliği “üretici çekirdek” olarak konumunun kavranması ge- kavrama tarzıyla alakalıdır. Yoksa, ‘çağcıl’ değerleri yo- rekiyor. rumlama ve kavrama yeteneksizliği ile malul hale geç- miş sapkın siyasal bir görüşten bahsetmiyoruz. Hatta, iddiamız odur ki, faşizm, modernist düşüncenin ken- Erkeklik Bir Bütündür, Bölünemez! dini, uygulama tutarlılığı içinde doğrulamasıdır. Yani Erkeklik bir bütündür, bölünemez! Bu varsayım erkek- faşizm, modern epistemolojik tarzın ve parametrelerin liğin kendilik kavrayışının tipik formülasyonlarından belli bir tutarlılık içinde kendi nesnelliğini rasyonalite- biridir. Ve esasta da, siyasi bir projeksiyon iddiasında sini takip etmesi oluyor. Başka bir deyişle modernitenin bulunur. O, bununla diğer tüm versiyonlarında olduğu kendi nesnel mantığı takip etmesi anlamına geliyor. gibi, mülkiyet damgasının biricikliğini ve vazgeçilmez- Dolayısıyla olguyu, “uygarlaşmış” dünyanın ve değer- liğini teyit etmek ister. Bu, erkekliğin kendini kurma lerin dışına düşmek şeklinde ele alan ve bu melaneti tarzı ve bu tarzın siyasallaştırılması sonucu açığa çıkar. alabildiğince kendinden uzaklaştıran modernist çaba Erkekliğin bölünmez bir bütün olması, sahip oldu- ve görüş açısı hakikati yansıtmamakta. Mark Neocle- ğu siyasi kurgu ile alakalıdır. Tanrı, devlet ya da özne ous’un ifade ettiği gibi, faşizm “gerçekte yaşadığımız gibi kurmaca yapıların tümü, yaşamın çoğul niteliğini ilişkilerin ‘normal’ öğütlenişine dair bir problem”- Tek’e ve Bir’e indirgeyerek onu olumsuzlama pratiği dir(2014:10). Eğer bu böyle ise, “faşizm hakkındaki geliştirirler. Her güç kurmacanın faili de erkektir. Do- her argüman aynı zamanda ilişkiler hakkındaki bir layısıyla yaşamın çoğul ritmin sabote eden ve eksilten argümandır da”(Neocleous,2014:11). Bu bize faşizmin erkekliğin kendine aşırı vurgu yapmak istemesi sahip bir ilişki karakteri olduğunu ve oradan kurulmaya baş- olduğu siyasi projeksiyonla alakalıdır. Ha keza, erkek- ladığını anlatır. Ve bu ilişki tarzının veri aldığı temel liğin toplumsal konumunu pekiştiren ve fakat yaşamın ise, toplumsal cinsiyet düzenidir. toplumsal hakikatini çarpıtan varsayımlar öne sürmesi, düşüncede yaratmak istediği stabilizasyon ve monarşik yapıyla ilgilidir. Bu anlamıyla monarşi, aslında yalnız- Faşizm, modernist düşüncenin ca bir devlet biçim değil, bunun yanında, eril düşünce kendini, uygulama tutarlılığı tarzının değişmez mahiyeti oluyor. içinde doğrulamasıdır Yani yaşamın fark ve çoğulluk kapasitesinin çarpıtı- larak Bir’e indirgenmesi monarşik düşünce tarzının Cinsiyet düzeni ve bunu veri kabul eden hiyerarşi, tüm bir sonucu oluyor. Tanrı, devlet ve evrensel özne gibi tarihsel egemenlik biçimlerinin kök ilişki zemin ve pa- kurgusallıkların düşünceye model haline gelmeleri de radigmasıdır. Tüm toplumsal olguların “şeylerin düze- bunların aynı kumaştan yapılma olduklarını gösteri- ni”ne uygun rasyonelleştirilmesi de bu nokta üzeriden yor. Belki bir izleği takip ederek birbirlerinin yerine gerçekleşir. Faşizm denen ve topluma yansıtılan ilişki geçmelerine de olanak tanıyan, onların erkeklikte öz- ufkunun konum koordinatları da yine bu temeldeki deş olmalarıdır. Yani her üç olgu da, var oluş sal olarak, bir bölünmeyi işaret etmektedir. “tikel evrensellik “olarak erkekliğin kendini kurma tar- zı biçiminde vücuda kavuşur. Bu, eril ekonomi-politi- Toplumsal cinsiyet düzeni, içkin olarak bir ilişki asi- ğin tarihsel sürekliliğini anlamamızı da olanaklı kılar. metrisi üzerine kurulur. Erkekliğin sosyo-politik çatı- Elbette, tanrı, devlet ve özne nosyonları arasında basit- sının çatılmasından bu yana, bu böyledir. Öcalan bu çe bir geçişkenliğin olduğu iddiasında değiliz. Birinden temayı “kurnaz ve güçlü adamın hikayesi” olarak çerçe- diğerine geçisin, dönemin simgesel evreninde köklü bir velendirir. Bu hikaye erkekliğin sosyo-politik çatısının dönüşümü gerektirdiğini biliyoruz. Vurgulamak istedi- nasıl çatıldığının yanı sıra, kurulan ve halen verili olan ğimiz şey, her üç nosyonun katalizörü gibi çalışan de- “düzen”e ilişkin tertibatın dinamiklerini de açık eder. ğişmeyen özünü anlama gerekliliğidir: Erkeklik! Faşizm de bu hikayenin “özel” ve özgün bir biçimidir. Yazının akışı içinde bunu irdeleyeceğiz. Ancak önce- Tarihsel olarak, erkekliğin “özne” biçiminde kendini 77 kavrama tarzı megalomaniktir ve epistemolojik bir Erkek Kendi Benliğinin Çete Şefidir probleme dayanır. Erkek, varlığın müşterekliğini Şuraya varmak istiyoruz: erkeklik ortalama farklılığı inkar ederek, her şeyi kendisiyle ilişkisel bir tanım kategorik farklılığa çevirerek, toplumsal cinsiyet bölün- içerisinde ele alır. O, simgesel evrenin her tarafını mesinin her iki tarafını da çarpıttı. Tayfun Atay bu du- dolduran kadir-i mutlak gibi hareket eder. Kendi- rumu “tam anlamıyla ‘insan’ olmaktan eksilerek, erkek sinden gayrı, bütün ötekilikler bir ‘başka’lığı temsil ya da kadın oluruz”(2012:45) diyerek açıklar. Çünkü etme kapasitesinde değildir. Onun bölünmez bütün- o, birbirlerisiz kadın ve erkeği “eksik yarım” olarak ni- lüğü, erkekten gayrı kimsenin simgesel evrene yer- teler. Bundan kastı, “tam insan” olmanın ancak erkek leşmemesi ve ondan pay alamaması anlamına gelir. ve kadının, birbirlerindeki kendilerini fark etmeleri ile Erkekliğin kendilik projeksiyonu, yaşam diyalektiği- mümkün olduğudur. Birbirlerisiz ikisi de eksik kalırlar. ne terstir ve onunla örtüşmez. Epistemolojik prob- Oysa kategorik farklılık, erkekliği ve kadınlığı kendi lem dediğimiz mesele de bu noktada ortaya çıkmak- içinde ‘çok benzer’; ancak birbirleri karşısında “hiç tadır. Erkeklik, oluşturduğu ve verili kıldığı politik benzemez” olarak kavrar. Yani her ikisini de karşıt ku- çatıdan da güç devşirerek toplumsal düzlemi güç ve tuplara yerleştirir. Çünkü homojenleştirme ve araya iktidar birikimiyle çarpıtır. Bunu da başarmasını te- derin ayrılar koyma yalnızca homojenleştirici eril stra- mel olarak, zihin dünyasını ‘düzene sokma’ya borç- tejiye olanak sunmaz; aynı zamanda cinsiyet rejiminin ludur. Zihnin düzene sokulması da toplumsal gücün ekonomi-politiğinin sürgit yeniden üsluplaştırmasının yoğunlaştırılmasının ve dağıtılmasının tüm özel ve önünü de açar. Connell’in iddiasına göre, “kadınlık ve genel biçimlerini tasarruf altına almak anlamına ge- erkeklik biçimleri bir yandan üsluplaştırılırken bir yan- liyor. Bu anlamıyla erkeklik, kendini yanlık ve ya- dan da yoksunlaştırılmaktadır”(1998:245). nılsamalarla dolu bir epistemolojik temel üzerinde şekillendiriyor. O, “bilen özne olarak, bilinecek ve Aslında üsluplaştırma ve yoksunlaştırma bir ve aynı kontrol edilecek bir nesneye karşıt olarak veya nesne şeydir. Ve tek bir süreç olarak işler. Her ikisi’de kadın- karşısında”(Yeğenoğlu, 2003:13) kendini koruyor. lığı ve erkekliği cinsiyet rejimi içinde performe eder. Erkeklik ve kadınlık, inşa edilmiş bir yatkınlıklar çem- Yani erkeklik, bir başkalık yanında veya karşısında; beri içinde, kendilerini icra ederler; katiyen birbirlerine bir başkalık olarak varoluşsal bir anlama kavuşmu- bulaştırılmazlar ve çemberin ortaklıklarını ifade eden yor. O, kendini, nesneleştirdiği kadın dolayımıyla bir kesişim alanı da yoktur! kuruyor. Ve fakat, erkek yalnızca ötekinden dola- yımla kurulmuyor, aynı zamanda ötekinden dola- Fakat bu projeksiyon toplumsal hakikatin yaşam prati- yımla da temsil ediliyor. O, “ötekini, kendinin ka- ğine terstir. Farklılıkların çarpıtıldığı ve abartıldığı böy- tegorik karşıtı, radikal inkarı olarak adlandırması le bir tasarıma karşı, yaşam kendi direncini oluşturur. sayesinde kendini evrensel ve soyut özne olarak(ku- Eril tertibatın tüm tahakküm ve tahsisat pratiklerine ruyor)”(2003:15) Yeğenoğlu’na göre, “Hegelci öz- rağmen, yaşamın müşterekliği, eş’liği her fırsatta ken- ne-kuruluş diyalektiğinin ekonomisi, ötekinin farklı di dengesini oluşturmaya çalışır. Aslında bu anlamıyla olarak kurulabileceğini kabul edemez”(2003:16. Er- yaşam, eril patolojiye karşı “yaşam”dır. Yani yaşamın kekliğin ruhsal ekonomisini de yansıtan bu özne-ku- direnci, erkekliğin projeksiyonu ile performansı arasın- ruluş süreci baştan patalojiktir. Bir yandan “öteki da her zaman kesintiler yaratır ve gedikler oluşturur. özne ile aynı evreni paylaştığı” ve öznenin ancak Erkeklik algılama tarzları icat ederek siyasal düzenin ötekini dolayımlayarak kurulduğu ifade edilirken, örgütlenme ilkesi temelinde kendini yaşama dayatır. diğer yandan ötekine olan bağımlılığını “zorunlu” Bu uğurda mitolojiden, teolojiden ve sosyolojiden bir unutuşa terk etmesi bakışını sakatlar. Bunun devşirdiği retorik tantananın “cazibe”sine kapılmamak pratikteki tercümesi ötekinin insanlığını, başkalığını gerekiyor. Çünkü öne sürülen bütün tez ve varsayımlar unutmak ve onu ahlakın alanından silmektir. Yani, örgütlü erkekliğin tahsisatına hasredilmiş çabalardır. ötekini nesneleştirerek, kendini, ahlaki yükümlü- Örgütlü erkeklik bu şekilde ortaya çıkıyor. Bu sürecin lüklerden azade kılmak ve sorumsuzlaştırmaktır. tümüyle oluşturulan kayırma mekanizmalarının lojis- 78 tik desteğiyle mümkün oluyor. Feminist literatür ve Kadınlar başta olmak üzere-ki kadınlar eril ideolojiye fayda ilişkisi “lanetli pay” şeklinde kavramlaştırılıyor. kendini duyumsama olanağı sunan kategoridir-yaşama “Lanetli pay” düzeni, erkeklerin kendilerine ve birbir- ve farklılığa sahip çıkan tüm toplumsal kesimler eril lerine iltimas geçmeleri anlamına geliyor. Bu düzen faşizmin özel genel hedefi olmaktan hiç çıkmadılar. Bu içindeki her erkek, “kendi benliğinin çete şefidir”(A- noktada, yalnızca, “cadılık” suçlamasıyla milyonlarca dorno:49). kadının kıyımdan geçirilmiş olması bile, “faşizm” de- nen olgunun 20. yüzyılda açığa çıkmış momentumu ile sınırlanamayacağını ortaya koymaktadır. Bu ne- Faşizm Erkeklik Endüstrisinden Geriye Kalandır denle, faşizme bir sıfır noktası tayin etmek yerine, onu Buraya kadar anlattıklarımız, erkekliğin kendini kav- erkekliğin kültürel tarzı olarak kavramak ve eril üstün- rama tarzı ile faşizmin varoluşsal bir koşulluk içinde lük ideolojisine içkin, onda gömülü bir özellik olarak olduklarını anlatmak içindi. Yani faşizmin kökenlen- görmeye çalışmak daha doğrudur. Bir ilişki karakteri diği toplumsal temayı açık etmeye çalıştık. Şimdi de, ve toplumsal ilişkiler ‘doğası’nın bir problemi olarak her iki olgunun birbirine dayanarak nasıl bir tahakküm onu anlamaya çalışmak bize yalnızca olguyu hakikatiy- stratejisi geliştirdiklerine odaklanacağız. le birlikte kavrama olanağı sunmayacak; aynı zamanda Faşizm de, erkeklik de birbirlerinin türevi bir ufuk onu tarihsel bir bütünlük içinde kavrama olanağı da çemberi içinde dolanıyorlar. Birbirlerine yatırım yapa- tanıyacaktır. rak birbirlerinin önünü açıyorlar. Hatta reel faşist ör- neklerde geçerli olduğu üzere, faşizm, erkekliğin radi- Faşizmin, bir anda içinden kal bir ikamesi olarak da kavranabilir. Ancak bununla fışkırdığı bir sıfır noktası yoktur. sınırlanamayacağı da bilahare belirtilmelidir. Hele bu sıfır noktası Her olguda olduğu gibi, faşizm de kendinden önce 20. yüzyılın ilk yarısı başlayan şeyleri sürdürür. Yani “faşizm” olarak işaret- lenen toplumsal fenomen, belirli tarihsel koşuları ge- hiç değildir reksinir. Ancak bu koşulların, reel faşist gerçekleşmeler Bu durum, her fenomeni imleyen kavram gibi, faşiz- ile teşekkül ettiği fikri yanlıştır. Bu anlamıyla faşizmin, mi de belli bir tarih içerisinde kavramamıza olanak ta- bir anda içinden fışkırdığı bir sıfır noktası yoktur. Hele bu sıfır noktası 20. yüzyılın ilk yarısı hiç değildir. Top- nır. Sadece bu da değil, aynı zamanda fenomen olarak lum-karşıtı bu fenomenin tarihi çok eskilere kadar gi- faşizmi, düz bir güzergah üstünde değil, toplumsal der. 20. yüzyılın ilk yarısında literatüre “faşizm” olarak problemlere bağlanması sebebiyle, onu bir ilişki kom- giren toplum-karşıtı fenomen, iddia edildiği gibi, ken- binezonu içinde algılamamıza da olanak tanır. Bu, fa- di ekonomi-politiğine bu dönemde kavuşmuş değildi. şizmin illa İtalya ve Almanya örneklerinde olduğu gibi Bu fenomenin ekonomi-politiği ve ruhsal ekonomisi yaşanmayacağını da anlatır. Dahası, her tekil gerçekleş- uygarlığın başından bu yana oluşturulmuştu. Eğer fa- menin kültürel tarz içinde şekillendiğini ifade eder. Bu şizm, bir kıyım, yaşamı değersizleştirme, farklılıkları anlamıyla bağlantılar kurma, bağlamlar oluşturma, di- yok etme ve erkekliği yaşamın her alanına dayatmanın ğer öğelerden parçacıklar barındırma yoluyla bu feno- genel tarzı ise, bu tarzın, eril-politik çatının çatılmasın- men, her dönem erkekliğin çokluğuna, büyütülmesine dan bu yana sürdüğünü tespit etmek zor değildir. ve azmanlaştırılmasına dair bir sürecin geliştirilmesine tekabül eder. Biz buna, siyasal bir makine olarak, “erkeklik endüst- risi” diyeceğiz. Endüstri kavramına, erkekliğin, hiçbir Fakat, faşizmi, yaygın olarak kapitalist modernitenin boşluk bırakmaksızın, toplumu hedeflerken kullandığı “en gerici aşaması” şeklinde anlamlandırmayı tercih yöntem ve araçlar bütününe dikkat çekmek için başvu- eden Marksistler, problemi, “kriz” diyalektiği içinde ruyoruz. Dolayısıyla bu, olan-biteni şeytani bir irade algılarlar. Onlara göre faşizm, gerçekte hiç kitlesel ca- ile açıklama girişimi değildir. Aksine, yaşamı hedefle- zibesi olmayan, popülerliği sadece aldatma ve demago- yen “öz”ü açıklama ve altını çizme yaklaşımıdır. jiye dayalı olan, kitlelerin ivedi talep ve ihtiyaçlarının 79 yanı sıra; adalet duygularını ve hatta bazen devrimci bir sonucu olarak ortaya çıktığına ilişkindir. Bu ilişki geleneklerini istismar eden bir rejim tipiydi. Ve yine karakterinin görünür hallerine uygarlık tarihinin her onlara göre bu rejim, toplumsal demagoji, yolsuzluk döneminde tanık olunur. Biz, feminist literatür saye- ve aktif beyaz teröre dayanan bir gangsterlik biçimi, bir sinde, en bilinen örneği bir kez daha gündeme geti- provokasyon ve işkence sistemiydi.(Iordochi:2015:26) receğiz. 10 kasım 1793 tarihli Le Moniteur Liniversal gazetesi, Fransız devrimine etkin olarak katılmış ve ka- Peki Marksistler neden problemi böyle kavrama eğili- dın hakları için mücadele etmiş olan Olype de Gouges mindedirler? Buna sebep olan nedir? Bizce bunun ya- ile, zamanın ünlü entelektüellerinden olan Madame de nıtı, sahip oldukları ilerlemeci-aydınlanmacı paradig- maydı. Bu paradigmanın mantığı ve diyalektiği, onları Rolland’ın idam edilmeleri üzerine “Cumhuriyetçile- faşizmi, “kapitalizmin gelişimindeki son aşama” olarak re” başlığıyla, kadınlara nasıl “büyük bir ders verildiği” anlama yöneltti. Bu lineer bakışın erken bir çıkarsama- haberleştiriliyordu: “Olype de Goyges … devlet adamı sıydı ve büyük oranda, olgunun sistemsel karakterini, olmak istedi ve yasa onu cinsiyetine yakışan erdemleri başka bir deyişle, erkeklik endüstrisinin bütünlüğünü unuttuğundan dolayı cezalandırdı.(…) Rolland kadın görmeyi ıskalayan, hatta görmeyi tercih etmeyen bir ise(…)bir anneydi ama doğanın üstüne çıkmak ister- yaklaşımdır. Bu o denli öyledir ki, olguyu kapitalizmin ken onu feda etmiş, bilgiç olma arzusu cinsinin erdem- bir tür atığı gibi ele alır. Oysa doğru olan, onun “atık” lerini unutmasına yol açmıştır. Her zaman tehlikeli değil, “artık” olduğudur. olan bu unutuş da, onun idam sehpasında can verme- sine yol açtı”(Berktay:22-23) Yüzeysel bir okuma bile, bu haberdeki kıyımın ardın- Erkeğin Konum Tedirginliği Olarak Faşizm daki gerekçelerin erkekliğin yaşadığı konum kaygısı ile Bu noktada, birbiriyle bağlantılı üç tez öne süreceğiz: ilgili olduğunu fark eder. Bu noktada, hedefinde yal- Birincisi; faşizm eril-politik tertibatın bir özelliğidir nızca kadınların olmadığı; bilinen bilinmeyen yığınla ve bu yalnızca modernist dönemle sınırlandırılamaz. kıyımın olduğunu söylemek gerekiyor. Her dönem; Bu, faşizmi yalnızca, “aynılığın tek anlamlı kesinliğini erkekliğin ruhsal ekonomisi erkeği tehlikede olarak hedefleyen”(Bauman, 2014:141) stratejileri üzerinden gördüğünde “cinnet salgını”na tutulmaktadır. Fakat, değil; aynı zamanda tüm evreni erkeklikle doldurma- gerek bir sosyal tarz ve gerçek kişilikler, gerekse de po- ya can atan eril kültür tipi üzerinden anlama gereğini litik bir tarz olarak erkeklik, onu pekiştiren, olumlayan ortaya koyar. şartların tesis edilmesi ve sürdürülmesi halinde, kendi mantığı içinde belli bir ‘normal’i temsil eder. Ancak, İkincisi; faşizmin, yenilenlerin yenenlerce damgalan- “güç dengesindeki her kaymayla birlikte, insaniyetsiz- ması ve işaretlenmesi gerçeğine karşılık gelmesidir. lik heyulası sürgünden döner”(Bauman, 2011:276) ve Oysa mağlup ve galipler kategorik bir farka sahip değil- böylece erkeklik kendi ‘normal’ini yitirir. dirler. Her iki taraf da özel yaşam ve kültürel süreçlerin örgütlenmesinden tutalım, siyasi strateji üretme biçim Tek taraflı kurulmuş bir kimlik patolojisi olarak erkek- ve kapasitelerine kadar birbiriyle bağlaşıklık içindedir. lik, konum kaygısı yaşamaya başladığında iktidar terti- Yapısal olarak birbirlerine benzerdirler. Yani yenen ile batının tüm reflekslerini ortaya koyar. Tıpkı iktidarın yenilenin simgesel evrenini düzenleyen koordinatlarda hakimiyet tesis ederken erkekliğin davranış kodlarını büyük oranda örtüşme vardır. Bu sebeple faşizmi, eril sergilemesi gibi… İktidar ve erkekliğin nesnel mantı- politik endüstrinin bütününde görmeyen, sadece yeni- ğı birebir örtüşür. Nasıl ki bir iktidar “bekaa” sorunu leni damgalayan bakış biçimine itiraz ediyoruz. Çünkü yaşadığında, soykırım dahil, her türlü caniliği sergile- ilişki karakteri ve örgütlenme tarzı olarak faşizm, sis- mekten geri durmuyorsa, erkeklik de konum kaygısı temiktir. Galip uçtaki modernitenin başka bir söylem yaşadığında, erkekliğini yeniden hissetmek adına, her inşasına girişmesine itibar edilmemiştir. türlü kötülüğü yapmaktan geri durmuyor. Öne sürdüğümüz üçüncü tez ise, diğer ikisiyle bağ içe- Erkeklik endüstrisinin mantığı tam olarak bu şekilde risinde, faşizmin ontolojik olarak, her durumda, erkek- işliyor. Galiplik yolunda her türlü kötülük gerekli, liğin toplumsal konumuna dair duyduğu tedirginliğin “zorunlu” bir adım olarak telakki ediliyor. Bu sebep- 80 le, erkeklik rasyonalitesi neyi gerektiriyorsa o yapılıyor Hatta bu tepki tipini, gecikmiş bir anti-oedipusçu tavır ve bundan geri durulamıyor. Erkekliğin hissettiği em- içinden kavramak bile mümkün. Bu tip faşizm, “evlat” niyetsizlik sağlama alınıncaya kadar her alanda onun ulus-devletçiliğin, “baba” imparatorluğu yadsıyarak narası duyulur kılınacaktır. Onun kendine bu denli kendi benliğini kurmasının içe yönelen oldukça yıkıcı, vurgu yapmak istemesi ya da buna ihtiyaç duyması; kanlı biçimi olarak değerlendirilebilir. aslında, selamete erememiş erkekliğin patolojisini ifade Savaş sonrası bu ülkedeki erkekliğin kendini algılama eder. ‘Selamete erememek’ yaşamın akış ritmi ile er- tarzı büyük oranda hayal kırıklığı ve öfke duygusu et- kekliğin birbiriyle örtüşmezliğini anlatır. Yani erkeklik, rafında şekillendi. Öfkenin ve tepkinin Almanlığı, er- tüm kendini gerçekleştirme tarzlarına rağmen, yaşamı kekliğin içe ve dışa dönük yeniden yapılandırılmasına zapt edemez; yaşam erkeklikten taşar. Bu sebeple o, yöneltti. Bu, aslında “canı acıyan ve gururu kırılan er- ne kadar çok erkeklik üretip, her tarafa homo-sosyal kekliğin kendini disipline edip örgütlemesiyle yeniden bir dayatma içinde bulunursa bulunsun, suyun kendi sahne alıp nara atmasına benzemektedir. Mahalle ka- çatlağını bulması misali, yaşam da kendi yolunu bu- badayılarının mesken bekçisi rolüne bürünmeleri mi- lur. Bu, erkekliği erkek için her an yeniden üretilmesi sali, faşist yapılar da ölçek büyüterek ülkenin, ulusun ve performe edilmesi gereken bir kültürel azap haline namus bekçiliğine soyundular. Bu sebeple, diyebiliriz getirir. Tayfun Atay’ın ifadesiyle “erkeklik erkeğe zehir ki; faşizm, yitik erkekliğin kendisini yeniden “erkek” olur”(2012:12). Bu anlamıyla erkeklik, hep bir konum hissetme arzusudur. kaybı ya da ondan düşme kaygısıyla mecalsiz kalmaya mahkumiyettir: Bir Sisyphos açmazı… Bu arzunun tahsisat pratiklerine geçmeden önce, fa- şizmi bir de “erkeklik gösterini altında aynılık cinsel- liği”(İrigaray,Akt:Büken:2016:48) olarak kavramak Yeniden “Erkek” Hissetme Arzusu önemlidir. Tabi ki, bu, yalnızca faşist yapıların özelliği Olarak Faşizm olmayıp, aynı zamanda uygarlığın kendini kurma tar- zına içkin bir özellik de oluyor. Ancak faşizmde bu, Geliştirdiğimiz anlatının bir devamı olarak, reel faşist öyle bir kendine çakılma hüviyetine bürünür ki, du- gerçekleşmelerin de “erkekliğin yittiği yerde” boy ver- rum ancak patoloji ile izah edilebilir. Adorno “Minima diklerini öngörüyoruz. Elbette her ülke gerçekliğinin Moralia”da, “totalitarizm ve eşcinsellik birlikte yürür” kültür kadrolarına ve erkekliğin kendini kavrama tarzı- derken, aslında bununla, erkeklik göstereninin kendini na bağlı olarak, faşist gerçekleşmede, farklılıklar tespit her yerde görme arzusunu dile getirir. Çünkü ona göre, edilebilir. İtalya örneği genelleme yapmada temkinli “özne, çökerken, kendi cinsinden olmayan bir şeyi ya- olmamıza neden olsa da, yine de faşist gerçekleşmeleri dsımaktadır.”(Adorno:50). ‘yitik’ erkeklik teması etrafında anlamlandırmayı yanlış görmüyoruz. Ancak değerlendirmemize veri aldığımız Dikkatli bir okuma, bunun genel bir karakteristik ol- zeminin de Hitler Almanyası olduğuna da dikkat çe- duğunu hemen fark edecektir. Aradaki fark faşizmde, kiyoruz. “yitim deneyimi”nin bilinciyle erkekliğin, kendi nesnel mantığını da zorlayacak şekilde, kendini abartması- Birinci Dünya Savaşı öncesi Almanya “imparatorluk” dır. Roland Parez bunu “fallus-merkezciliğin faşizmi” kimliği marifetiyle ‘şişkin’ egolu bir erkekliği temsil olarak tanımlıyor. Çünkü o, onun “yalnızca Tek bir ediyordu. Buna kendini “tam-erkek” olarak duyum- libidinal enerji kaynağı olmasını”(2008:86) istediği sama da diyebiliriz. İlişki bağlamının “sahip olma”, sonucuna varıyor. Yani, ister cinsellik terminolojisi ile, “ele geçirme” ve “fethetme” teması üzerine kurulduğu isterse de siyasal terminoloji ile ifade edelim, faşizmde bir düzlemde, imparatorluk mirasına sahip olan bu olan biten, erkekliğin veri alınarak her şeyin ona göre yapıların, tarihsel ‘tam-erkek’liği ve buna dayalı ola- yeniden tanzim edilmesidir. rak sahip olduğu politik psikoloji, “yitim deneyimi”, “ulusal gururun kırılması” teması etrafından bir tepki Yitik erkeklik deneyiminin faşizme ontolojik bir çer- örgütlemesine ve “melankolik (bir) özlem” ile “yitiri- çeve sunduğuna inandığımız önemli argümanlardan lenlerin aranması”na(Löwy Sayre, 2007:31) yöneltti. birisi de, 1. Dünya Savaşı ile birlikte geleneksel cin- 81 siyet düzeninde değişimlerin görülmeye başlamasıdır. zündeki kavranışı, erkeklik göstereni olarak, iktidar- Clodia Koonz’a göre “Nazizmin Almanya’ya başarıya sızlaşmadır. Mağlubiyet onu iğdiş etmiş, “süngü”sünü ulaşmasının ve yükselişe geçmesinin temelini gele- düşürmüştür. neksel cinsiyet düzenlemelerinin erozyona uğratıl- ması oluşturur”(Akt:Segal,1992.159). Çünkü Birinci Dünya Savaşı, erkeklerin cepheye gitmeleri sebebiyle, Kendini Kuran Faşizmin Şareza Anlayışı ilk defa kadınları toplumsal yaşamda ağırlık merkezi Mağlup ülke erkekliği, ülkenin yenilgisini şahsileştire- haline getirmişti. Kadınlar daha önce ulaşılamaz olan rek onu, utanç ve trajedi olarak algıladı. Onun yenilgi uğraş alanlarında hizmet vermeye başladılar. Savaş, du- vesilesiyle hissettiği “acıya” müsebbip olarak damgala- varları yıkmış bir çok mesleğin kapısını kadınlara aç- dığı kesimlere karşı duyduğu büyük öfke eşlik etti. mıştı. Böylece kadınlar savaşla birlikte, meslekleri ma- rifetiyle ‘kamusal bir varlık olma hüviyeti’ kazandılar. Peki onlara göre kimler ve hangi toplumsal kesimler Onlar bütün sektörlerde çoğunluğu oluşturuyorlardı. mağlup olmanın, güçten düşmenin sebebi olarak kav- Adeta, tüm dünya tepe taklak olmuştu. Kadınlar ger- randı? çek anlamda cüretkar olmuşlardı. Öyle ki, C.P. Gilman Listenin ilk sırasında sosyalistler yer almaktaydı. Sosya- “erkeksiz bir dünya” tasavvurunu içeren “Herhand”(- listler, esas olarak iki nedenden ötürü nefret nesnesine kadınlar ülkesi) adlı ütopik romanını bu dönemde yaz- dönüştürülmüştü. Birincisi; onların, toplumu sınıflar dı(Thebaud, 2005:46-48). biçiminde kavramalarıydı. Bu, faşistlere göre, toplumu sınıflara ayırmak suretiyle; ulusun parçalanması, “güç”- Mağlup erkekliğin ten düşürülmesi ve felç edilmesi anlamına geliyordu. Çünkü onların kavrayışına göre toplum, “zümresiz bir kendi gözündeki kavranışı, bütün”dü, “parçalanamaz”dı. İkincisi ise, sosyalistlerin erkeklik göstereni olarak, enternasyonalizm anlayışının, nasyonalizmi odağa al- iktidarsızlaşmadır. Mağlubiyet mayı engellemesi, bu anlamıyla ulusun motivasyonunu onu iğdiş etmiş, “süngü”sünü aşağı çekmesi ve şovenizmin önünü almasıydı. Sosya- düşürmüştür listler “mülkiyetçiliğe karşı çıkmıştı.” Onların bu tutu- mu ulusu zayıflattığı için sosyalistlere karşı ve “sosyaliz- me karşı savaş açmak için”(Paxton:2014:16) mücadele Bu bize, erkeklerin kendi aralarında kavga etmeleri ve birliklerinin oluşturulması gerekiyordu. çatışmalarının de facto olarak, geleneksel cinsiyet rol- lerinde kadınlar lehine kaymalar yaşandığını anlatır. Almanya’da “Freikorps”olarak örgütlenen ve çoğunluk- Elbette rollerdeki bu kayma ve bunların kendini ya- la savaşta yer almış eski asker ve göçmen Alman genç- şantılama tarzı, tüm Avrupa’da aynı biçim ve düzey- lerin oluşturduğu paramiliter çeteler; hayal kırıklığı, de gelişmedi. Özellikle savaşta galip gelme ve mağlup hınç, utanç, haset ve melankolik özlemle sarılı bir ruh olan ülke pratikleri açısından rollerin ruhsal ekonomisi dünyası içerisinde, bir saldırganlık stratejisi eşliğinde farklı gelişir. sosyalistleri hedefledi. Bunun da yine erkeklik odaklı bir sonuç olduğu söy- Bu yolla, hem hasar alan erkekliğin müsebbibi olan gö- lenebilir. Olgu olarak ‘savaş’ın erkeklik kimliğinde rüş açısı ile hesaplaşılmış olacak, hem de kırılan ulusal bir tür kaldıraç rolü oynadığı kabul edilse de, bunun gurur onarılacaktı. Bunun en etkili yolu da, hayatın mağlup ülke erkeklikleri açısından şerhsiz kabulü biraz müşterekliğine, çoğulluğuna, farkına ve dişil niteliğine zordur. En azından mağlup erkeklik açısından bağlam değer veren sosyalist görüşe karşılık; şiddet, disiplin ve farkı gözetilmelidir. Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup hınçla karılmış; boyun eğmeye meyilli, yetkiye susamış ülke erkeklerinin savaş sonrasında ortaya koydukları ve her an başkaldırmaya hazır bir ‘erkek kardeşliği’ne tarzın karşı-olumsal niteliği ve hatta bir bakıma ezik- yönelmekti. Bu kardeşlik, kendini “ideallerine vakfet- liği, savaşın doğrusal değil de, tersten bir kaldıraç rolü meye hazır ve yetenekli”, “candan ve içkinlikli bir ruh oynadığını ortaya koyar. Mağlup erkekliğin kendi gö- saflığı”(Berlin:2010:27) ile hareket eden erkeklerin sıkı 82 dayanışması ile, şiddet ve saldırganlık eşliğinde kendini onların tekrardan kendilerini ‘erkek’ hissetmelerine yol pekiştirmeye dayanıyordu. açabilirdi? Bu anlamıyla, kadınların eski rollerine rücu Bu yapı, saldırganlık ve şiddet stratejisinin, tam da etmeleri erkekler için bir tür terapi rolü oynayacaktı” ihtiyaç duyduğu şeyi, erkek kimliğini onardığını fark Özellikle Almanya örneğinde, kadınların görece ser- etti. Bu nedenle içe ve dışa yoğun bir disiplin dayattı. bestliğinin savaş ve askeri yenilgiye bağlı olması, eko- Çünkü disiplin erkekliğin kendisini bulmasının, en üst nomik kaos, yokluk, toplumun oturmamış olması, düzeyde performe etmesinin ve sergilemesinin yegane utanç ve umutsuzluk gibi etkenlerin biraradalığı gele- koşuluydu. neksel cinsiyet düzenini tekrardan tesis etmeye dönük Sosyalistlerden sonra, liste; Kadınlar, Çingeneler, Ya- melankolik bir özlem açığa çıkarmıştı. Çünkü yaygın hudiler ve özürlüler-sakatlar şeklinde devam eder. olarak, yaşanan toplumsal sorunların nedeni bozulan cinsiyet düzenine bağlanıyordu. L.Segal’e göre, her iki Mağlup ülke erkekliği “kükreyen yirmilerin serbest kı- cins de “mitik geçmişlerine geri dönme özlemi duyu- zı”(Thebaud) imgesi karşısında ciddi bir telaş yaşamak- yorlardı.” “Nazilerin kadınlara evdeki, erkeklere evin taydı. Çünkü kadının geleneksel cinsiyet rollerinin dı- dışındaki yerlerini geri verme vaadi her iki cinse de ca- şında roller icra etmeleri erkekler tarafından “kamusal zip gelmişti”(1992:159-160). varlıklarına yönelik saldırı” olarak kavrandı ve şahsileş- tirildi. Bunun için “savaş vurguncusu” kadına disiplin Kendini kuran faşizmin şareza anlayışını yansıtan dayatılmalı ve “doğru yol”a sokulmalıydı. önemli göstergelerden bir diğeri ise, düşmanlaştırarak ötekileştirdiği çingeneleri, Yahudileri ve özürlüleri he- Bu temelde, kadının işaretlenerek erkliğin tahkim defleyen ırksal arıtım sürecidir. Bu noktada, uzun bir edilmesine çalışılmalıydı. Çünkü kadını bir role sa- anlatıya girmeksizin; faşizm, bu toplumsal kesim ve bitlemek; ters ucundaki erkeği de laissez fair ruhuyla kimlikleri hem tehlikeli yabancılar; güvensiz ve her an ortalığa salmaktı. Bu sebeple Birinci Dünya Savaşı’nın ana yurda ihanet edecek kişiler olarak damgalar hem neden olduğu “kadın düzensizliği festivali”(G.Gilbert) de ulusun arılığını bozacak, soyu karıştıracak “anormal sona ermeliydi. Nitekim, buna uygun disipliner bir şizofreni geni”(Kalmann) olarak ele alır. Irkın saflığı ve mayalanma süreci geliştirilerek amaçlanana ulaşılmaya çalışıldı. Öyle ki, Vichy Fransa’sında aile ve doğumcu sağlığı için tehlikeli görülen bu kesimlerin antropoe- ideolojinin albenisini yükseltmek için beş ya da daha mik bir strateji dahilinde dışlanarak sürgüne gönderil- fazla çocuk doğuran kadınların onuruna devlet tören- meleri; “güvenli” bir şekilde hapsedilmeleri ve kaçma leri bile düzenlendi. olanağının olmadığı ‘korumalı’ yerleşim bölgelerine atılmaları sağlanmalıydı(Bauman, 2011:199). Mağlup ülkelerin sosyal mayalanması savaşta hırpalan- mış erkek kimliğini onarma ve destekleme etrafında Elbette bu süreç, düşmanlaştırılanların özellik ve ey- gelişti. Bunun için de, psikolojik destekle birlikte, bir lemlerine bağlı değildi. Tamamen “güç”ün kararına söylemsel strateji eşliğinde kadınların kamusal varlık bağlaydı. Ve bu sürece malzeme haline getirilmek için, olma niteliklerini terk edip “gazilerin, ulusun ve ırkın “yabancı”, “farklı” ve “başka” olmak yeterliydi. hatırına eve dönmeleri” gerekiyordu. Sav şuydu: “ka- Mağlup erkeklik, yitirdiklerinin deneyimiyle “tedbir” dınlar zorunlu bir savaş hizmeti sunmuştu ve savaşın geliştiriyordu. Ve bunu da, hesapsız-kitapsız yapıyor sona ermesi daha fazla fedakarlığı gereksizleştirmiş- değildi. Aksine, her adımda bilimden destek alınıyor ti”(Thebaud, 2005:72) ve ona yatarım yapılıyordu. Yani keyfi bir süreç ge- Buradan da anlaşılacağı üzere, mağlup erkeklik “kalıcı liştiriliyor değildi. Proctor’un ifadesiyle “Naziler, bi- bir şeye tutunma ihtiyacı” sebebiyle erozyona uğramış limin sonuçlarının saptırmıyorlardı. Onların yaptığı, olan cinsiyet düzenini yeniden tesis etme arayışındadır. hekimlerle bilim adamlarının yaptıkları şeyleri uygu- Savaş-öncesi dünyaya geri dönüş talebi, esasta, erkekle- lamaya koymaktan başka bir şey değildi (Akt:Bau- rin kadınları bıraktık gibi görmek arzusuydu. Bu, onla- man,2014:67) gerçekten de hem bilim yapanlar hem rın kendilerini yeniden erkek hissetmelerini psikolojik de onun uygulama tutarlığını ortaya koyanlar, aklın olarak koşullayacaktı. Ancak rollerin eskisi gibi tahsisi yasalarına uyuyor; ona uyumlu olmanın rasyonalitesi 83 içinde hareket ediyorlardı. Bu sebeple, bilim destekli açığa çıkardıysa; “zaman ve mekanın sıkışması”(Bau- rasyonel bir stratejinin, kararlı ve güçlü bir şekilde dev- man) olan küreselleşme çağında da erkeklik endüst- reye konulması yasanın ve düzenin kusursuzluğu için risinin kendi teknolojisini çağa uyumlu kıldığını var- geçerliydi. Bu stratejinin ufkunda katliamların olması, saymak, öngörmek gerekiyor. Erkekliğin bir yorum rasyonalitenin mantık örgüsü içinde hazmedilmesi ge- tarzı olarak kendini farklı biçimlerde performe ettiğini reken “zorunlu kötülük”lerdi. Irksal hijyeni sağlamak biliyoruz. Giddens, modernizmin kaynaklarını sıralar- için “değersiz” yaşamların ortadan kaldırılması gereki- ken, “yerinden çıkarma düzeneklerinin gelişimi”nden yorsa, bu yapılmalıydı, yapıldı da. bahseder. Bununla “toplumsal etkinliğin yerelleşmiş Bu anlamıyla, Nazi görüş açısından her ne var idiyse, bağlamlarından ‘kaldırılıp’ toplumsal ilişkileri “geniş bunun bir mantık örgüsü vardı. Cinnet geçirmiş bir zaman-uzam uzaklıklarında yeniden düzenlenmesi”- sapkınlıkla hareket edilmiyordu. Olan biten, insan pa- ni anlatır. Bu ilişki temasının erkeklik formasyonun- zarında, bütün ötekiler pahasına, BEN’in biricikliğini daki karşılığı, artık erkekliği babalarımızdan öğrenme ve vazgeçilmezliğini ihdas eder. BEN veya başka de- koşulumuzun büyük oranda ortadan kalktığıdır. Yani yişle erkeklik kendi cihadını icra ediyordu. İşte faşizm, erkeklik kendi yöresinden koparıldı. Küreselleşme ol- bu gözü dönmüş erkekliğin cihadı oluyor. Bu sebeple gusuyla birlikte, bu konudaki soyutluk, yersiz yurtsuz- diyebiliriz ki, ırksal hijyen semantik olarak eril arınma laşma ve düşselleşme seviyesi onun yorum yapısında ve homojenizmin devamı olarak vücut buluyor. Çünkü ciddi başkalaşmalar açığa çıkardı. Erkeklik bir gösteren hijyen ve arınmanın uygulanma amacı, eril bir beden olarak artık bir klişe ve bazı “katı”lıklar içinde ele alı- politikasını var kılmak, hayata geçirmektir. Yani, ha- namaz. “Sıvı modern”(Bauman) koşullarda erkekliğin sar almış erkeklik kendini yeniden tasarımlarken, tüm “sembol ve yorum yapısı”(Conneli) yeniden örülmek- dişil öğelerden arınmış, başarıya odaklanmış, güçlü, tedir. Elbette bu sembol ve yorum yapısı içinde erkek, kendine güvenli, cesur ve kararlı, “var olan güçlüklerin “erkekliği” politik bir problem olarak işaretlemez. Ama erkekçe bilincinde olan bir insanı arzular” ve öngörür onun kaba, maskülen tüm yüzlerini dışlayarak ve kar- (Neocleous,2014:31). Bu insanın “zıpkın” gibi, “fişek” şı olarak “eşitlikçi ve özgürlükçü” bir söylem kurabilir. gibi olması gerekiyor. Çünkü hasarlı erkeklik bununla Yeter ki, kurulu endüstrinin çarkları dönsün; bu çarklar hem kendini olumlamak hem de toplumsal bünye- döndüğü müddetçe feminen görünmekte bile mahsur yi öne sürdüğü ölçüler üzerinden tıbbileştirmek ister. yoktur. Hatta böyle görünmesi gereklidir, makbuldür. Böylelikle “hasta” olanlar, “kirli”olanlar bedenin sıhha- Bu, bir tür kendi kendisinin psikanalistliğini yapan ti için operasyondan geçirilebilir. postmodern erkek tavrı olarak da kavranabilir. Bu iti- barla, erkek tarafından geliştirilen kendini gözetleyici

ve kriste edici söylem kimsenin başını döndürmemeli Yeni Erkeklik Formasyonları ve Faşizm ve aldatmamalıdır. Buraya kadar ifade ettiklerimizden de anlaşılacağı üze- Biliyoruz ki, “kültürel erkeklik ideali” bir tasarımdır ve re, faşizmi bir erkeklik momentumu olarak kavrıyoruz. “erkeklerin büyük çoğunluğunun gerçeklikleriyle bağ- Ve iddiamız odur ki, erkeklik bir politik çatı olarak daşmaz”(Demez,2005:76). Bu erkeklik türü oligarşik kendini var kıldığı; sosyo-kültürel yapıyı, kendini veri karakterdedir. Fakat yönetiminin etkinliği için, her er- kabul ederek ilişkisel bir tanım içinde yorumlama te- kek kişiye, kendini “erkek” hissedeceği bir alan açar. kelini elde tuttuğu; kendisinin topografı olduğu yaşam Bu, sistemin normalizasyonu için geçerlidir. Lakin açık dünyasının, toplumsal olarak onaylanmış “sorunlar”ı- olduğu üzere, bu alan çok dar ve sınırlıdır. Ve zaten nı ve “çözümleri”ni içeren haritasını elinde tuttuğu erkeklik endüstrisi, erkeği hükmetmesi için programla- müddetçe, ilişkisel bir karakter olarak tanımladığımız maz. Aksine boyun eğmeyi, kendinden vazgeçmeyi ve faşizm kendisini çeşitli formasyonlar biçiminde var kı- teslim olmayı gerekli kılar. Öcalan’ın sosyolojik bir tes- lacaktır. pit olarak zikrettiği “karılaştırılma” söylemi tam olarak Nasıl ki; “zaman ve uzamın birbirinden uzaklaşması”(- bu duruma karşılık gelir. Bu nedenle erkek endüstrisi- Giddens) erkekliğin icra tarzında ciddi dönüşümler nin stabil zemini karılaştırılmadır. 84 Modernitenin katı sınırlarını ve temsil tarzlarının de- tepkime olarak faşizmle kendini telafi yoluna yöneldiyse ğişmeye başlaması T. Jefferson’un iddia ettiği gibi, bir bu yapılar da benzer bir tertibatı izlemektedirler. “erkeklik krizi”ne sebep olmuştur. Jefferson “egemen Bu çizgi, günümüzde erkek faşizminin en görünür yüzü erkeklik değerlerinin revaçta olmaktan çıktığı” (akt. olarak ortaya çıksa da tablo sadece bundan ibaret değil- Sancar, 2011: 39) zannından hareketle “kriz” kavramına dir. Bu yapıların birer kötülük nesnesi olarak damgalan- başvurur. Bu kavramlaştırma özellikle “akışkan moder- ması, yapıp ettiklerini görünür kılsa da durum çok daha nite” (Bauman) koşullarında, erkeğin yüz yüze olduğu kötü ve katmanlıdır. sorunları anlamak açısından önemlidir. Gerçek kişiler olarak bir şekilde el konulan ve iptal edi- Kapitalist modernitenin her geçen gün tekinsizleştirdiği len erkekliklerinin “acı”sıyla kadının hedefinde olduğu, yaşam dünyasında “erkek olmanın koşulları belirsizleşi- bir kötülük ve faşizm sarmalı geliştiriyorlar. Milyonlar- yor, farklı erkeklik inşa pratikleri gelişmeye başlıyor. Ça- ca kadının açık ve örtülü şekilde tecavüze uğraması ve lışarak kendilerini iş yapma becerileri üzerinden tanım- binlercesinin de katledilmesi; bize faşizmin kendi aslına lama şansına sahip olmayan erkekler bir erkeklik kaybı bağlı kalarak farklı formasyonlar yoluyla sürdüğünü gös- riski ile karşı karşıyalar”(Sancar, 2011: 59). termektedir. Bu öylesine sıradan, öylesine gündelik bir Kaba eril rollerin geçersizleşmesi erkeklik bunalımını hal almıştır ki; “zamana yayılmış bu felaket ilk şoku ve derinleştiriyor. Yani geleneksel cinsiyet düzeninin büyük öfkeyi hiçliğe göndererek kendi devamının önünü açı- oranda başkalaşması erkekliğin ruhsal yapısını sarsmış yor(Bauman, 2014: 183). bulunuyor. Kültürel Pazar ya da oyun yapısı değişme- Erkek faşizminin görüngüleri olan taciz, tecavüz, cina- mişken rollerin değişmesi, erkekliğin kimlik kavrayışın- yet adeta erkeklerin “simgesel hadımlık”larını aşmanın da boşluklar ortaya çıkarıyor. ve kendilerini tatmin etmenin alanları haline gelmeye başladı. Cinayet, erkeğin tutkusunun “son dışa vurumu, Elbette, erkekliğin bu durum karşısında o eski hatları aşkın sınaması ve kanıtı” oldu. “Mutlak sahip olma ve belirgin, “rahat günler”e dönmeyi isteyen, takip eden kanlı bir içtenlik”(Reynolds Press, 2013: 44) biçimin- bir tutum geliştirdiğini de söylemek gerekiyor. Problem, deki bu öldürme tarzının yaygın gündelikliği; faşizm erkeğin kendine dair sahip olduğu yanılsamalardan kay- denen olgunun her erkeğe, her erkek bedeni içindeki naklanıyor. Çünkü beklentileri yaşamın eş’liğine, müş- erkeklik kadar yakın olduğunu ortaya koymaktadır. terekliğine uygun değil. Bu uygunsuzluğu kabulle kar- şılanmayınca da gerçek ve sembolik şiddeti her düzey- de uygulayan faşist davranış tipleriyle karşılaşılabiliyor. Kaynakça Aynı tema bir kez daha karşımıza çıkıyor: erkeklik, adeta Adorno, T. Minima Moralia, Metis. toplumsal çevresiyle testosteron seviyesinin çeşitli biçim- Atay, T. (2012) Çin İşi Japon İşi, Cinsiyet ve Cinsellik Üzerine leri olan tecavüz, cinnet, pornografi ve katliam yoluyla Antropoljik Değiniler, İletişim. kaybını kapatma ve telafi etme yoluna gidiyor. Bauman Z. (2011), Postmodern Etik, çev. Alev Türker, Ayrıntı, “Rahat günler”e dönmeyi isteyen erkek tavrı, 1990’lar- 2. Basım. da bu yana şiddetlenerek anti-feminist, fundemantalist, “yeni” faşist erkek hareketlerini gündeme getirmiştir. Bauman Z. (2014), Modernite, Kapitalizm, Sosyalizm: Küresel Özellikle erkeklik krizinin ve bunun tepkimesi olarak Çağda Sosyal Eşitsizlik, çev. F. Doruk Engin, Say Yayınları, 2. da faşizmin derinleştiği Ortadoğu coğrafyasında buna Baskı. tipik örnek El-Kaide ve tandansı olan örgütlerdir. Bu Bauman Z. (2014), Modernlik ve Müphemlik, çev. İsmail Türk- tip erkek faşizminin en son halkası ise IŞİD’tir. Bu tür men, Ayrıntı, 2. Baskı. erkeklikler mağlupluktan “yapılma” bir hınç ve öfkeye Bauman Z. (2012), Kürselleşmenin Toplumsal Sonuçları, çev. Ab- sahiptir. Erkek faşizminin en çirkin yüzü olan bu yapı- dullah Yılmaz, Ayrıntı, 4. Basım. lar, kendi kayıplarını, kadına ve onun şahsında topluma şiddet yönelterek telafi etmeye çalışmaktadırlar. Nasıl ki, Berlin İ. (2010), Romantikliğin Kökleri, Hazırlayan. Henry Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra mağlup erkeklik bir Hardy, çev. Mete Tunçay, Yapıkredi, 2. Basım. 85 Berktay F. (2015) Tarihin Cinsiyeti, Metis.

Büken N. (2016), Kadınların Sessizliği, Bilim ve Gelecek Der- gisi, sayı:154 Aralık.

Conneh R.W. (1998), Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, çev. Cem Soydemir, Ayrıntı.

Demez G. (2005), Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi, Babil.

Öcalan A. (2015), Demokratik Ulus Çözümü, Cilt 1, Amara Ya- yınevi.

Öcalan A. (2004), Bir Halkı Savunmak, Çetin Yayınları.

Giddens A. (2012), Modernliğin Sonuçları, çev. Ersin Kuşdil, Ayrıntı, 5. Baskı.

Iordachi C. (2015), Karşılaştırmalı Faşizm Çalışmaları, İletişim,

Löwy M.-Sayre R. (2007), İsyan ve Melankoli, Moderniteye Karşı Romantizm, çev. Işık Ergüden, Versus.

Neocleous M. (2014), Faşizm, çev. Doğan Barışkılıç, Notebane, Ankara.

Paxton R.O. (2014), Faşizmin Anatomisi, İletişim, İstanbul.

Perez R. (2008), An(arşi) ve Şizoanaliz, çev. Şervan Adar Avşar, Versus.

Roynolds S. (2003), Seks İsyanları, Toplumsal Cinsiyet, Başkaldırı ve Rock’n Roll, çev. Mehmet Küçük, Ayrıntı.

Sancar S. (2011), Erkeklik, İmkansız İktidar, Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler, Metis, 2. Basım.

Segal L. (1992), Ağır Çekim Değişen Erkeklikler-Değişen Erkek- ler, çev. Volkan Ersoy, Ayrıntı.

Thebaud F. (2005), Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları Kadınların Tarihi-V, edit:Duby 6, Peerot M. Çev. Ahmet Fethi, İş Bankası Kültür Yayınları.

Thebaud F. (2005), Büyük Savaş ve Cinsel Bölünmenin Zaferi: Kadınların Tarihi-V, , edit:Duby 6, Peerot M. çev. Ahmet Fethi, İş Bankası Kültür Yayınları.

Yeğenoğlu M. (2003), Sömürgeci Fanteziler: Oryantalist Söylem- de Kültürel ve Cinsel Fark, Metis.

86 Liberalizm ve Faşizm

Serhat Öztürk

I. Bastırılmışın Dönüşü lükten yoksunlaştırılmasını ve sürü toplum derekesine düşürülmesini sağlamadan, varlığını koruyamaz”(Öca- Kapitalist modernlik, insanın dünyayı değiştirme ve lan). Toplumsal hakikati parçalanan toplum özgür, öz- tanrısal güçleri temellük etme (kendine mal etme) gürlükten yoksun bırakılmış toplum da hakikat sahibi kapasitesinin “keşfi” olarak tanımlansa da, en gerici olamaz, gerçekliğinin farkında olan kapitalist moder- tarzda toplum-kırımcıdır, toplumun içinde ve üstünde nite, toplumsal hakikati ve özgürlükleri parçalayarak tekçi bir tahakkümün kuruluşudur. Toplum-kırımcılık kendi hizmetine sunmak için, pozitivizmi ve hem de özdeşliği ve tekçilik de “Bir”in mutlak egemenliğini liberalizmi işlevsel ve etkin bir tarzda kullanmayı el- betimlemektedir. Özdeşleştirme: çoklu/farklı toplum- den bırakmamıştır. Pozitivizmle bir yandan bilimi edip sal anlamlıkları ve yapısallıkları özünden soyutlayarak çıkarlarına uyarlarken, diğer yandan da toplumların ‘kendine benzeştirme’, onları “Bir”in içinde aynılaştı- inanç ve ahlak dünyasına karşı çıkmış, inanç ve ahlaki rarak görünmez kılmadır. Tekçilik: “Bir”in mutlak ta- değerleri gerici düşün dünyasının birer yanılsamasın- hakkümü olarak tekçilik, merkezi sisteminin ters yön- dan ibaret olduğunu savunmuştur. Liberalizmle de, deki merkez kaç güçleri ezmek için, iktidarcı-tekelci toplumun hilafına bireyciliği yüceltmiş ve bireyciliği olan merkezcil gücün sürekli devrede tutulmasıdır. “soykırıma kadar tırmanan ulus-devletçi tanrıya dö- Kendine benzeştirme ya da özdeşlik, “Bir”in mutlak nüştürmüştür.”(Öcalan). Kapitalist modernitenin bu- tahakkümü olarak teklik, kapitalist modernist devlet- rada esas aldığı temel amaçlar: çi sisteminin temel bileşenleridir, bir anlamda onun 1) Anti toplumcu, toplum-kırımcı karakteri gereği, olağan varoluş tarzı olmaktadır. Kapitalist moderniteyi toplumsal hakikati parçalamaktır. alıp toplumsal ve bireysel özgürlüklere bağdaştırmak, 2) Parçaladığı toplumsal hakikatin ve olumsuzladı- köle oluş ağlarını toplum üzerine serpmek, toplumsal ğı inanç-ahlak dünyasının yarattığı moral değerler ‘hakikat’in ‘anlam’lı oluşla olan bağını koparmak de- boşluğunu yeni bir dinle doldurmaktır. Bu temelde mektir. Böyle bir bağdaştırma, özgür oluşa ve demokra- kartezyen-seküler mantıkla icat ettiği yapay normatif tik yaşama ontolojik bir hak tanımayan yanlış bilincin buyruklarla, ahlaki yönü ağır basan dinsel-metafizik hakikatsiz postulatına dayanan bir yanılsamadır. Daha inanç anlatılarını etkisizleştirmeye yönelmiş, onları in- doğrusu, anlam ile hakikat arasındaki diyalektik bağı san monadı lehine temellük etme ve kendi çıkarlarına koparmak, özgür oluş ile demokratik yaşayışın birbiri- içerimleme bazında rasyonalist-pozitivist olup yeni bir ni karşılıklı etkileşim hattını kesintiye uğratmaktır. din yaratma çabasında olmuştur. Bu çabanın sonucu, Toplumsal hakikati parçalayarak ondan sistemsel ih- çağın çarpıklığına uygun bir yeni dini icat etmeyi ba- tiyaçlarını gidermek ve sömürü gereçlerini derlemek şarmıştır. Yeni olan din, milliyetçiliktir ve milliyetçili- kapitalist modernitenin paradigmasal özünü teşkil ğin içerimlendiği geleneksel dinin geriye kalan ahlaksız etmektedir. Çünkü sistem, “toplumun giderek özgür- tortusundan meydana gelen dinciliktir. Böylesi icat 87 edilmiş yapay-moral değer yoksunu bir dinin başardığı kin-yoğun fanatik çizgilerle liberalizmin karşıtı olarak tek şey, “dinin ‘insan özü’nin cisimleşmesi olarak nötr- tezahür eden bir yapıda değildir. Çünkü faşizm, “bir leştirilmesi, kişisel manevi duyumun bir aracına indir- devlet biçimi olarak her zaman burjuva liberalizminin genmesi ve toplumsal hayatın daha da parçalanması”1 başköşesinde bir yere sahiptir. Bunalım dönemlerinin olmuştur. A. Negri’nin deyimiyle, eski dinleri ve me- yönetim biçimidir.(…) adı ulus-devlet yönetimidir. tafizikleri çıkarıp attıktan sonra geriye kalan tortudaki Finans kapital çağının bunalımının zirve yapması- bariz fikirler, bireycilik ve müşterek menfaatlerdir. Top- dır.”(Öcalan). Bunalım dönemlerinin yönetim biçimi lumsal hakikatin ve hayatın parçalanması, kapitalist olarak faşizm, katı disiplinci komutayı, karizmatik-po- modernitenin anti-toplumculuğunun yoğunlaştırdığı pülist liderliği, ırkçı milliyetçiliği, boyun eğdiren itaat- toplum-kırımcılığın kendisidir. Teklik dogmasının ve karlığı hem bireysel ve hem de demokratik toplumsal özdeşleştirme güdüsünün tezahürüdür. “Modernitenin haklardan üstün tutmaktadır. Onun hedefi; kişinin ha- ilericilik (tanrısal kıyamet inancının moderncesi) kis- yatını yüce hale getirilmesidir. Yücelik kısmen gücün vesi altında en kutsal yaşam farklılıklarını (yaşam-fark- etkisiyle, fethetmekle; kısmen, öldürme ve ölme riskine lılık olduğu halde) yontup un ufak etmesi, tekçi yapı- girmek olan adanmışlık derecesiyle(…) ölçülüyordu.”3 lar üretmesi faşizmin kendisidir” diyen Öcalan’a göre Kahramanlığı ölümle, ölümü de yüceltme ve adanmay- faşizm, “toplumsal hakikatin bittiği yerde ortaya çıkan la bağdaştıran faşizmin, Marksist terminolojideki tanı- patolojidir.” mı: politik iktidar yolunu işçi sınıfına kapatan burjuva- zinin diktatöryasıdır. Burjuvazinin diktatöryel yönetim tarzı olan faşizm, her ne kadar patolojik-semptomatik Toplumsal hakikati parçalanan bir yıkıcı çıkışla, liberalizmin hem “iktisadi” (serbest toplum özgür, özgürlükten piyasa bireyciliği, yoğun devlet müdahalesine karşıtlık yoksun bırakılmış toplum da vs.) hem de “siyasi” (eşitlik, toplumsal dayanışma, par- hakikat sahibi olamaz lamenter yönetim, hoşgörü savunusu vs.) amaçlarına dönük sert bir itirazı ve karşıt tezli bir yaklaşımı dışa vursa da, bu dışa vurum, faşizmin liberalizmden kopuk Toplumsal hakikat, toplumsal bağlamda çokluğun/ ve ayrışık olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü fa- farklılığın anlamsal ve yapısal değerler bütünlüğünü şizm, kapitalist-modernist sistemin hem ontik ve hem kapsamaktadır. Yani zihinsel-inanç değerler, ahlaki-po- de bünyesel hakikatinin gizli paradigmasıdır; bunalım litik kurallar ve inşa edilmiş kurumsal yapılar, top- dönemlerinde onun en yıkıcı-şiddet yüklü egemen lumsal hakikatin virtüelleridirler. Toplumsal hakikati pratiğidir. Lacancı bir terimle, bunalım dönemlerinde parçalayarak tekçi bir yapıya indirgemek, tekçilikle faşizm liberalizmdeki “bastırılmışın dönüşü”dür. Bastı- özdeşleştirmek ve bu özdeşlik üzerinden de “Bir”in rılmışın dönüşü olarak faşizm, “finans kapitalin en ge- etkin gücünü tahkim edip ebedi kılmak, başlı başına rici, en şovenist ve emperyalist öğelerinin açık terörist patolojik, semptomatik hastalıktan doğan ve bireysel diktatörlüğüdür.”(G.M.Dimitrov) bozulmaya işaret etmektedir. Adorno ve Horkheimer da Aydınlanmanın Diyalektiği adlı eserlerinde, faşizm Bu diktatörlük, yapısal kriz bağlamında kapitalist gibi fenomenlerin modernliğin bir “semptom”u, onun modernitenin kaos aralığının (devrimci durumun) zorunlu sonucu olduğunu belirtmektedirler. çekim merkezine doğru kaymasıyla, modernist sis- temin en karanlık, en iğrenç yüzünü kendinde so- Kapitalist modernitenin “zorunlu sonucu”na ve “ken- mutlaştırmaktadır. Bu iğrençlik hali, “sınırlara, ko- di evrensel temelini yıkan tekil bir unsur, ait olduğu numlara ve kurallara saygı göstermeyen bir şeydir. yıkan bir tür”2 olarak tanımlanan ‘semptom’a indirge- Arada, muğlak ve karışmış olandır. Hain yalancı, nen faşizm, liberalizmden ‘dışsal’ değildir, her yönüyle vicdan azabı duymayan suçlu, utanma duygusu ol- ona ‘içkin’ olan bir fenomendir. Bu fenomen öyle kes- mayan tecavüzcü ve kurtardığını iddia eden katil-

1 T. Bawes, Şeyleşme, Metis Yayınları, s. 187. 3 C. Taylor, Seküler Çağ, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2 S. Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, Metis Yayınları, s. 37. s. 493. 88 dir.”4 Yine, iğrençliğin toplumsallaşmış figürü olarak Toplumsal sistemler ve ilişkiler anlamca belirlenip, an- bu diktatörlük, “ilerlemeci bir despot gibi yaşam adına lamın somutlaşmış halini ifade etmektedir. Hakikatin öldürür; bir genetik araştırmalar uzmanı gibi ölümün potansiyeli olarak “anlam” kendini dillendirip ifade- hizmetinde yaşar; kinik bir kişi ya da bir psikanalist lendirdikçe, kendini somut yaşam koşullarında inşa gibi ötekinin acısını kendi yararı uğruna uysallaştırır.”5 edip yapılandırdıkça, işte o zaman kendini “hakikat” Onun temel işlevsel özelliği; liberalizm ve onun beden- haline getirebilmektedir. “anlam”la kendini hakikatli leşmiş hali olan ulus-devlet gibi, tekçilik ve özdeşlik kılan hakikat, inancın, sadakat ve samimiyetin yaratıcı adına toplumsal farklıkları yok etmeye güdümlü fana- öznelerini ve “iyi” olma gücünün temsilcilerini-özne- tik bir kini ve ölme-öldürmeyi yaşamdan yüce gören lerini de doğurmaktadır. Çünkü hakikat ‘kötü’ olanla yıkıcı bir tutkuyu temsil etmesidir. kaynaşmak değildir, “iyi”nin ve “doğru” nun arayışıdır. “Kötünün iyisi siyaseti”ni ve “mümkün olabilecek en II. Hakikat İtaat Etmez az kötü toplum”u tahayyül edip, temel bir amaca dö- nüştürmek, hiçbir zaman liberalizmi inançlı, inandırı- Bireyin egemenliğine vurgu yapan, eşit bireyler için cı, sadakatli ve hakikatli kılmamıştır. Anti-toplumcu eşit haklar ilan eden ve serbest piyasa ekonomisinin tüm kötülükleri türetmiş, faşizm gibi sapkın bir ucu- engelsiz dolaşımı için devletin müdahale marjının beyi kendinde somutlaştırmıştır. O zaman şunu rahat- daraltılmasını savunan “liberal vizyonun merkezinde lıkla belirtebiliriz: liberalizm, modernite’nin tüm kö- anti-ideolojik ve anti-ütopik bir tavır vardır. Kendini tülüklerini (faşizm dahi) doğrudan en büyük kötüdür. ‘kötünün iyisi siyaseti’ olarak görür liberalizm ve amacı “iyi”nin zararına devinen bu büyük kötü, toplumsal da, mümkün olabilecek ‘en kötü toplum’u oluşturmak hakikati parçaladığı yerde etkin konuma gelmektedir. ve böylelikle daha büyük kötülüğün önüne geçmektir; Çünkü toplumsal hakikatin bittiği yer, anlamlı varo- zira liberalizmin gözünde, olumlu bir iyiyi doğrudan luştan kopmanın ve kendini inşa edip gerçekleştirme- dayatmaya dönük her tür girişim tüm kötülüklerin nin gücünden düşüş, doğal olarak “kendilik” hakika- nihai kaynağıdır.” (Zizek). Oysa ki, “iyiyi” doğrudan tini yitirmenin ve “yaderklik” alanına savrulmanın ze- dayatmak, ahlaki-politik olan “iyiyi” zihniyet-vic- minini oluşturmaktır. Bu da, başka öznenin içinde eri- dan devrimi temelinde gerçekleştirmek ve toplumsal yip, kendi iktidar ve sermaye tekellerinin ihtiyaçlarını uzamda inşa etmek, kötülüğün nihai kaynağı değildir. karşıladığı ve sömürgeci emellerini uyguladığı ve sonuç Zihniyet ve vicdan devrimi temelinde hakikat sevgisini aldığın alan, anlamsız-öznesiz nesnelerin toplamından anlam arayışını ayaklandırmaktır. Kötü olana, “hakikat meydana gelen alandır. Bu alanı monist modernizme itaat etmez” (A.Bodiou). Hakikat sevgisini ve anlam ve iktidarcı yayılımına düşüren de liberalizm olmuştur. arayışını kendi mevcudiyetinde taşıyan “iyi”, devrimci- dir. Hem toplumsal hakikate duyulan ahlaki bir inan- cı, hem de insanın ruhsal dünyasını anlamla donatan III. Kendini Bölme ve Merkezi-Hegemo- inşacı-politik sadakati betimlemektedir. Bu da, hiçbir nik Konum Edinme maskeye gerek duymadan kendini olduğu gibi yansı- Liberalizm, salt anlamda bireycilik ve özgürlükçülük tan, bir yürek açıklığıdır; kendini gizlemekten nefret ve değildir. Kapitalist modernitenin merkezi-hegemonik verdiği zararı telafi etmedir; ahlaki-vicdani sorgulama ideolojisidir. Orta sınıfa oynayarak ve ona dayanıp de- içinde hatalarını azaltma arzusudur. İşte tüm bunlar da mokrasi oyununu oynamaktadır. Orta sınıf ve faşizmin samimiyettir, “kendilik” halinin ve toplumsal hakika- yapısal olan ilişkisini gözetmeden, orta sınıfa bağımlı ti kendinde somutlaştırmanın erdemidir. Toplumsal bir ilişki geliştirmiştir. Bu yönüyle de liberalizmi, orta hakikat, devlet öncesi modernitelerden Sümer mo- sınıf/burjuvazinin temel ideolojisi olarak tanımlayabi- dernitesine, ve kapitalist moderniteye dek, toplumsal liriz. Bu ideoloji, “Fransız devrimi’nde eşitlik ve kar- anlamlılıkların insan bilincinde yoğunlaşmış ifadesidir. deşlik kavramıyla birlikte ortaya çıktı: meşhur Liberte, Eqalite, Fraternite olarak merkezi bir kavram, sağında 4 J. Kristova, Korkunun Güçleri, Ayrıntı Yayınları, s. 17. muhafazakarlığı, solunda ise, önce demokratçılığı son- 5 Age, s. 30. 89 ra sosyalistleri buldu. Sistem (kapitalist tekelcilik) dev- yetiyordu. 19. ve 20. yüzyılların sistem dışı muhalifleri rimlere gereksinim duymadan, evrimle gerçekleştirmek böylelikle sadece etkisizleştirmiyor, krizli bünyenin tüm gibi muktedir bir görünüm takıldı.” (Öcalan). Teokra- süreçlerde yönetilmesi için yedek güç konumuna düşü- tik (kralcılık, kilisecilik) sistemi bağnazca savunan mu- rülmüş oluyordu. Liberalizm ideolojik hegemonyası böyle hafazakarlar, hem evrimsel hem de devrimsel anlamda kuruluyordu.” oluşabilecek özgürlüğü kabul etmemiş ve reddetmiştir. Kendini bölme, merkezi-hegemonik konum edinme ve sis- Sosyalist ve demokratlar da, devrimi, değişimin daha temin krizli bünyesini tüm süreçlerde yönetip ayakta tutma dinamik ve hızlı gelişmesi için zorunlu görmüşlerdir. yeteneğini sergileyen liberalizm, merkezi-hegemonik ko- Liberalizm de, muhafazakarlık da, sosyalizm de her ne numunu korumak için, dört önemli ideolojik varyanttan kadar karşıt tezli görüş ve argümanları savunmuşlar- yararlanmıştır: Milliyetçilik, dincilik, pozitivizm ve cinsi- sa da, hepsi de ortak paydayı modernitede buluyordu. yetçilik. Her üçü de kendini modernleşme konusunda idea sa- Liberalizm ideolojisi ve bu ideolojinin bedenleşmiş hali ola- hibi görüyordu. “en genel hatlarıyla dönüşüm geçirerek rak ulus-devlet yapılanması anti-toplumcu ve toplum-kı- yaşamak modernist olmaya yetiyordu. Avrupa merkez- rımcı olduklarından, bu dört ideolojik varyanttan yararla- li, temelleri kentleşmeyle atılan ve Rönesans, Reform narak, sistemin ekonomik tekelciliğini ve monist iktidarın ve Aydınlanma’yla hızlanan modern yaşam” (Öcalan). üniterliğini hegemonik güç kılma çabası içinde olmuşlardır. Liberalizm, muhafazakarlık ve sosyalizm gibi üç ana Üstlendikleri temel misyon, toplumsal farklılıklardan arın- ideolojinin ortak ufkunu etkileyen konumdaydı. Fakat mış homojen toplum tesisidir. Yine aynı şekilde, kendine modern yaşamı hangi ideolojik, politik, örgütsel ve ey- rakip-alternatif siyasi oluşumları tasfiye ederek, iktidarı da lemci yöntemle temsil etme sorunu, temel bir düğümü homojenleştirip tek hegemonik bir düzeye ulaştırmaktır. oluşturuyordu. Böylelikle homojenleşmiş toplum homojenleşmiş iktidar, Modernist devletçi sistemin kapitalist temelde gelişim homojenleşmiş iktidar da homojenleşmiş toplum olarak kaydettiğini ve daha da kaydedeceğini öngören libera- pekiştirilir. Faşizm de homojen toplum ve homojenleşmiş lizm, “kendini bölme” ve “merkezi-hegemonik konum azami devlet birliğini ifade etmektedir. Toplumu devletleş- edinme” hırs ve ustalığıyla çıkış yapmış, hem muha- tirme, devleti toplumlaştırma onun temel ilkesidir. Dili, fazakar hem de sosyalist ideolojileri etkisizleştirmede vatanı, kültürü, bayrağı ve ulusu tekleştirme de bu ilkenin başarılı olmuştur. Böylelikle kapitalist modernitenin değişmez dogmalarıdır. üstünlük kazanmış merkezi-hegemonik ideolojisi olma unvanının edinmiştir. Kapitalist modernist sisteminin Kara deliğin çekim alanına işlevsel ve bünyesel anlamdan tahkimini ve sürekliliğini kendi asli amacını içerimleyen liberalizm ideolojisinin kapılan insanlar, Spinoza’nın “kendini bölme” ve “merkezi-hegemonik konum edin- deyimiyle, “kendi kötülükleri me” tabirimizin anlamını, Öcalan’ın aşağıdaki belirle- için, sanki kurtuluşları meleri net olarak ortaya koyup serimlemektedir. için savaşıyorlar.” “Liberalizm (…), modernitenin kapitalist damgalı ge- liştiğini, daha da gelişeceğini far ederek, (…) kendi- Toplumsal farklılıklara dönük tutkulu bir karşıtlığı saldırgan ni sağ ve sol liberalizm olarak böldü. Sağ liberalizmle bir milliyetçilikle harmanlayan faşizm ırksal hijyeni (soykı- muhafazakarları etkisizleştirip kendi içinde bir kanada rımla toplumu arındırma), homojenik kalıtsal biyoloji (saf dönüştürürken, sol liberalizmle de demokrat ve sosya- kan ırk oluşturma) ve farklı toplumların düşünsel-maddi listleri kısmen kendi yedeğine yerleştirdi. Merkezi ko- değerlerinin-kültürlerinin-kırımını (kavim kırım) kendin- numa böyle oturdu. Her kriz yoğunlaşmasında birini de somutlaştıran bir yapıdadır. Onun için, tarihin öznesi yedeğine alarak güçlenme yoluna gidebiliyordu. Aris- bireyler, gruplar/sınıflar değildir, ortak bir genetik mirasa tokratların burjuvalaşmasıyla bir kesim tavizci işçinin dayanan (örneğin: ari ırkı- ki, ari ırk değil, bir kültürdür) sosyal demokratlaşması kriz yöntemleri boyunca geli- ve kendi içine kapalı olan toplumlardır. Ulus-devletinin şim kaydetti. Tekel karından cüzi bir pay bunun için izinde gelişen, özel mülkiyeti savunan, korporatist toplum 90 ve üretim tarzını benimseyen faşizm, tek partili devlet du- kendilerinden geçirmiştir. Çünkü, her toplumda kendi yulan bağlılık, karizmatik-popülist lidere duyulan inançtır. başına düşünüp karar ve sorumluluk almak yerine, birile- Toplumsal farklılıkları olumsuzlamakta, seçkin bir milli- rinin peşinden sürüklenip gitmek ve boyun eğmek isteyen yeti fetişleştirmektedir. Bu bağlılık, inanç ve fetiş faşizmin insanlar da yok değildir. Bu özgürlükten kaçışın psikolo- temel stratejik parametreleridir. Faşizmin diğer bir özelliği jik hali, faşizmin yayılmasında azımsanmayacak bir etkide de “çok farklı bilimsel ve ideolojik kavramları başarıyla kul- bulunmuş ve belli bir yer kaplamıştır. Özgürlükten kaçış, lanmada, yani ‘demagojik’ çabasında son derece başarılı…” ‘doğası bozulan insan’ın bir özelliğidir. Özgürlüğün bilin- (Öcalan) olmasıdır. M. Eksteins’ faşist nazi rejimlerinin cinde olmayan insanın, doğası da bozulmaktadır. “doğası propagandasının sadece bir araç olmadığını; gücün, irade bozulan insan düşkünlük içindedir, çünkü boyun eğmek zaferinin yüceltilip desteklenmesine dönük olduğunu be- zorundadır.”7 Özgürlükten kaçışın failleri üzerinde yayılım lirtmektedir. Benjamin’de “siyasetin estetikleştirmesi”nden gösteren ve demokratik toplumu dışlayan faşizm: özgür bahsederken, dikkat çektiği de faşizmin bu demagojik ve oluşun, kendini ifade ve inşa edişin toplumsallıkta olan ba- propagandacı yönüydü. Bu demagoji ve propaganda sonu- ğını emen ve kendinde yok eden kara deliktir. Bu kara deli- cunda yüceltmeler, ölüme-öldürmeye yönelik bir anlatıma ğin çekim alanına kapılan insanlar, Spinoza’nın deyimiyle, dönüştürmüştü. En büyük nazi seremonileri bile ölenler “kendi kötülükleri için, sanki kurtuluşları için savaşıyorlar.” adına çelenk bırakılmasına, kahramanların ve “şehit”lerin Bu insanlarda dile gelen tek şey, “özgür ve anlamlı yaşamın övülmesine odaklanmıştı. Harry Kessler bu odaklamayı yitimidir.”(Öcalan) 6 da “ceset propagandası” olarak tanımlamıştır. Bu demago- Liberalizm de, faşizm de insanları özgürleştirmediler, top- jik-propagandacı yönüne rağmen düşünsel bakış açısı irras- lumu demokratikleştirip etkin bir konuma getirmediler. yonalisttir, kuşkucudur; eleştirel düşünce yerine fanatizm Bireyi bireycilikle bireysizleştirdiler, katı-toplumcu yasalarla onun düşün dünyasının özüne hakimdir. Parti dogması, ırk da köleleştirdiler. Toplumsal hakikati de parçalayarak, tekçi ve karizmatik lider tapınması gibi tabuları yüceltmektedir. yapıların oluşumuna zemin yaptılar. Her şeyin ince tarzda Yaşam tarzını eşitsizlik üzerinde kurmuştur. İnsanların olsun, kaba biçimde olsun tekleştirip, daha da katılaştırdı- eşitliğini değil eşitsizliğini (bazı insanlar yönetmek/hük- lar. Ne yazık ki Marks’ın kapitalist modernizme yüklediği metmek için doğmuşlarıdır, diğerleri de itaat için…) sa- olumlu tanımlamaların hiçbiri yerini bulmadı. Yani, “dura- vunmaktadırlar. Toplumsal ve bireysel davranışın evrensel ğan, donmuş ilişkiler, ardı sıra getirdikleri kadim ve saygın bazda kabul görmüş normatif standartlarını da reddeden ön yargılar ve düşüncelerle birlikte silinip” süpürülmedi. faşizm, amaca giden yolda her aracı mübah saymaktadır. “bütün yeni biçimlenmeler daha kemikleşmeden tarih” ol- Davranış yasası… nasıl üstün-eril lider kültünü yüceltmiş- madı ve “katı olan ne varsa buharlaşıp”silinmedi. Her şey se, aynı şekilde aile içinde güçlü baba otoritesini yüceltip daha katı, her şey daha tekçi ve her şey daha hakikatten anti-feminist bir duruşu sergilemiştir. Kendi dışında farklı kopma hali içindedir. hiçbir toplumsal birliğe izin vermeyen faşizm, sadece ken- Anti-kapitalist ve anti-faşist olmak, alternatif-radikal bir di kendini onaylayan tekçi bir mantığı esas almaktadır. Bu demokratik duruşu ve liberalizmin iddia ve ideallerinden da bize faşist devletin kendi dışında hiçbir toplumsal birli- güçlü bir kopuşu sağlamak demektir. Bu da demokra- ği tanımadığını ve farklılıklardan oluşan toplumsal yaşam tik modernite paradigması temelinde liberalizmi doğru zenginliğini dışlayan bir totaliterlikle özdeşleştiğini göster- tahlil etmeyi, her yönüyle ondan arınmayı gerektir- mektedir. Farklı toplumsal birlikleri ve zenginlikleri dışla- mektedir. Faşizmin izinde geliştiği tekçi devletle dev- yan faşizmin yayılmasında “özgürlükten kaçış”ın da belli bir leti yıkma ve toplumu yeniden tesis etme, liberal solun rolü olmuştur. bir yanılsamasıdır. Bu yanılsama, devleti paradigmanın Özgür yaşamın ve anlamlı oluşun demokratik, ahlaki-po- iktidarcılık arzusuna içkindir. Bu arzuya kapılmakla litik özünü parçalayarak etkisiz kılmaya yönelen faşizm, ancak, “özgürlüğün başını bir kölenin gövdesine yer- yalnızca emretmek isteyenleri değil, aynı zamanda itaat et- leştirme “8 başarılabilir. meyi bir özlem boyutuna taşıyan insanları da cezbederek

7 6 C. Taylor, Seküler Çağ, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, P. Clastress, Vahşi Savaşçının Mutsuzluğu, Ayrıntı Yayınları, s. 118. s. 493. 8 Albert Hirschnman, Gericiliğin Retoriği, İletişim Yayınları, s. 66. 91 Faşizmde Arzu ve İdeoloji

Todd May

Reich, faşizmi açıklamak için kitlelerin cehaletine Guattari’de olduğu gibi, Frank'in de yarı haklı oldu- veya yanılsamasına başvurmadığında, ve arzuya göre, ğunu iddia edecektir. arzuya dayanarak bir açıklama öne sürdüğünde, bir Bu iki yarımı uygun bir bütünün içine yerleştirmek düşünür olarak en etkileyici anındadır: hayır, kitleler için, arzu ve yanılsamanın insan tecrübesi içinde kök aldatılmadılar; belirli bir aşamada, belirli koşulllar saldığının resmine başvurmamız gerekecek. Tecrübe altında onlar faşizmi arzuladılar, ve açıklanması kavramı aracılığıyla, bir anlamda, insanların, belirli gereken şey de sürü arzusunun işte bu sapkınlığıdır. koşullar altında, faşizmi isteyebileceklerinin farkına (Deleuze ve Guattari, 1977: 29 [2012: 48]1) varabiliriz. İnsanlar istediklerinin faşizm olduğunu nadiren kendilerine söylemelerine rağmen bu doğ- rudur. Tekrar edersek, tecrübe kavramı aracılığıyla, Bu makalenin görevi, yukarıdaki alıntının tam ola- çıkarlarına karşı olduğu zaman bile, insanların nasıl rak yarı doğru olduğunu göstermektir. Faşizm bir faşizmi onaylamanın içine çekilebildiklerini anlaya- arzu meselesidir. Bununla birlikte, yalnızca bu değil- biliriz. Burada geliştirilecek tecrübe kavramının Mi- dir; aynı zamanda bir cehalet ve yanılsama meselesi- chel Foucault’nun düşüncesiyle yakınlıkları vardır. dir de. Gerçekte, arzu ve cehaletin ve/veya bilginin Foucault bu kavramın teorik bir telaffuzunu öner- ortaya çıktığı noktada ortaya çıkar. Bunu göstermek mese de, özellikle daha soykütüksel çalışmalarında için, Deleuze ve Guattari’nin düşüncesini, bildiğim yürürlükte olduğu söylenebilir. kadarıyla, çağdaş Fransız düşüncesi ile verimli bir tartışmaya girmemiş olan çağdaş bir gazetecininkiy- Bu fikirlere yaklaşmak için Deleuze ve Guattari’nin le karşı karşıya koyacağız. Thomas Frank Kansas’ın arzu incelemesinin ve Frank’in yanılsama incelemesi- Meselesi Nedir?’de bunun kesinlikle, Amerika’nın nin kısa bir özetiyle başlayacağım. Hedef, burada ge- kalbinde muhafazakar düşüncenin hakim olmasında liştirilecek olan pozitif tecrübe kavramı için bir zemin etkili olan bir cehalet ve yanılsama (ve Frank’a göre, olarak bu tartışmaların anahtar unsurlarını basitçe özellikle ideoloji) meselesi olduğunu savunuyor. Kit- konumlandırmaktır. Daha sonra bu kavramlaştırma leler kendi çıkarlarına aykırı bir ideolojiye inanmaya içindeki uygun yerlerini gösterebilmek, ve umalım çekildikleri için Cumhuriyetçiler ülkenin bu kısmı- ki, incelemelerin her birinin yarı doğruluğunu gös- na hakim olmaya başladılar. Bu makale, Deleuze ve termek amacıyla bu unsurlara geri döneceğim. Al- ternatif bir kavramlaştırma için benim iddiam bir tartışma biçiminde görünmeyecek. Ya Deleuze ve 1 Deleuze ve Guattari’nin eserlerinin İngilizcesine yapılan atıf- ların içerisinde aynı alıntının bu çeviride kullanılan Türkçe Guattari’nin ya da Frank’in yarı-hatalı olduklarını çevirileri için ilgili kaynaklar köşeli parantez içinde verilmiştir. göstermeye çalışmıyorum. Daha çok, insan tecrü- Türkçesi bulunan eserlerden yapılan alıntıları mevcut çeviriler- besi kavramını arzu ve yanılsamayı konumlandırma den alıntıladım. [ç.n.] biçimimi, yeterince inandırıcı şekilde devreye sok- 92 maya çabalıyorum. Yani, Deleuze’ün Diyaloglar’da- de hâlâ kendi içinde tutarken virtüelden ortaya çıkar. ki özdeyişine uygun olarak faşizmi ya arzuya ya da Aynı yolla, arzu toplumsalı üretir. Şimdi, yazarların yanılsamaya indirgemeye karşı uzunca tartışmaktan Ödipus’un yaptığını iddia ettikleri gibi, arzu tarafın- ziyade, çoğunlukla ‘başka bir şeye devam edeceğim’ dan üretilen toplumsal, yeri geldiğinde arzuyu bastı- (Deleuze ve Parnet, 1987: 1) rabilir veya dönüştürebilir veya çarpıtabilir, ama bu, Deleuze ve Guattari’ye göre, insanın bağlılıkların- toplumsalın arzuya dışsal olduğu ya da başka bir şey- daki başka pek çok şey gibi, faşizm, bir cehalet ya den ya da başka bir yerden geldiği anlamına gelmez. da hatalı yansıtma meselesi değildir. Bu, özellikle Deleuze’ün kariyeri boyunca ısrar ettiği gibi, aşkınlık Deleuze’ün insan bilincine yönelik Nietzscheci yö- yoktur, yalnızca içkinlik vardır. Deleuze ve Guatta- nelimiyle uyum içindedir: bu ikincil hatta epifeno- ri, Felsefe Nedir?’de felsefenin bütün yanılsamalarına menaldir. Deleuze’e göre, bizi işaretleyenin büyük dair yazdıkları gibi, “Her şeyden önce, muhtemelen kısmı bilinçdışıdır. Bilinç peşi sıra gelir. İnsan dene- tüm diğerlerinden önce gelen aşkınlık yanılsama- yiminin ve motivasyonunun büyük çoğunluğu bi- sı vardır” (Deleuze ve Guattari 1994: 49). Yalnızca linçli farkındalığımızın dışında gerçekleşir. “Eyleyen arzu ve toplumsalın var olduğunu söylemek, o halde benliğin altında, temeşa eden ve hem eylemi hem yalnızca arzu ve toplumsal dahil yarattıklarının var de etkin özneyi olanaklı kılan küçük benlikler yatar. olduğunu söylemektir. Yalnızca içimizde temaşa eden bu küçük binlerce şa- Bu bakış açısından, eğer bir faşizm problemi varsa, hit sayesinde “benliğimiz”den bahsedebiliriz: ben di- bu yanılsama ya da ideoloji olmaktan çok bir arzu yen her zaman bir üçüncü taraftır.” (Deleuze, 1994: problemidir. “Bir ideoloji sorunu değildir bu. Bi- 75 [2017: 112]) linç-öncesi yatırımlarla ya da bilinç-öncesi yatırım- Bu fikir Anti-Ödipus’un merkezi iddiasında ifade ların ne “olması gerektiğiyle” birlikte varolan, ama bulur: “Toplumsal sahaya, aracısız bir şekilde arzu onlarla zorunlu olarak örtüşmeyen, toplumsal sa- tarafından yatırım yapılır ki arzunun tarihsel olarak hanın bilinçdışı libidinal bir yatırımı vardır. İşte bu belirlenmiş nesnesi odur, ve libido herhangi bir vası- yüzden özneler, bireyler veya gruplar, sınıfsal çıkar- taya veya yüceltmeye, herhangi bir psişik işleme ih- larına açıkça tezat bir şekilde hareket ettiklerinde … tiyaç duymaz … Yalnızca arzu ve toplumsallık vardır, şunu söylemek yeterli değildir: kandırıldılar, kitleler başka bir şey değil.” (Deleuze ve Guattari 1977: 29 kandırıldı” (Deleuze ve Guattari, 1977: 104 [2012: [2012: 47]). Bu alıntıyı anlarken dikkatli olmalıyız. 144]). Deleuze ve Guattari’nin burada üstesinden Olduğundan daha Rousseaucu görünebilir. Eğer De- gelmeye çalıştıkları resim geleneksel Marksist olanı- leuze ve Guattari’nin bir yanda yalnızca arzu ve diğer dır. Bu resimde, kitlelerin -zorunlu olarak devrim- yanda da toplumsal vardır demek istediklerini sanır- ci olabileceklerin- kendi çıkarlarını dolaysız şekilde sak, bu toplumsalın arzuyu bastırdığını düşünmeye aramamalarının sebebi ideolojik olarak kandırılmış giden kısacık bir adım olurdu. Bu kendi düşüncele- olmalarıdır. Çıkarlarının, yönetici sınıfın çıkarlarına rini, Rousseau’nun örgütlü toplumun insanoğlunun karşı olmak şöyle dursun onunla aynı hizada oldu- doğal iyiliğini bastırdığı fikriyle (en azından onun ğuna inandırılmışlardır. Eğer bu doğruysa, siyasal bazı ruh halleriyle) aynı hizaya getirmek olurdu. görev kitleleri eğitmek, onlara kendi hakiki çıkarla- rını fark ettirmek olacaktır. Aksi halde, siyasal müca- Bununla birlikte, bu Anti-Ödipus’un merkezi fikrini delenin ilk görevi kitlelerin kendi hakiki çıkarlarını unutmak olurdu: Yani arzunun üretken olduğunu. görmelerini engellemiş olan ideolojik at gözlükleri- Eğer yalnızca arzu ve toplumsal varsa, bu arzunun nin üstesinden gelmek olacaktır. toplumsalı üretmesinden dolayıdır. Psikanalitik teo- ride olduğu haliyle, arzu bir şey için arzu olmaktan Deleuze ve Guattari'nin görüşüne göre, bu resim- ziyade, arzu kendi nesnelerini yaratır. Burada Deleu- deki problem, şeylerin yanlış yolda görünmesidir. ze’ün aktüel ve virtüel arasındaki ayrımını fark ede- Hatalı bir şekilde faşizmin bizim için iyi olduğuna biliriz. Virtüel tüm aktüelliğin kendisinden türediği inandığımız için devrimi değil de onun yerine fa- bir fark alanıdır. Aktüel ise, sırası geldiğinde, virtüeli şizmi arzulamamız söz konusu olduğundan değil. 93 Daha ziyade, faşizme yatırım yaptığımız için ona fazla arzularımızı yeniden düzenlemeye uğraşır. Bir inanmamız söz konusu. Bütünüyle sinik ve hiçbir şeyin ne anlama geldiğini değil ama nasıl çalıştığını şeye inanmıyor olabiliriz. Siyaset inanmaya dair bir sorduğumuz, kendi mesajını takip etmeyi amaçlar. mesele değildir; neyi arzuladığımıza dair bir mesele- Bu nedenle, Foucault Anti-Ödipus’a yazdığı önsöz- dir. Kitlelerin neden kendi çıkarları aleyhinde inanç- de (Deleuze ve Guattari, 1977: xiii) bunun bir “etik lar oluşturduklarını sormak soruyu yanlış sormaktır; kitabı” olduğunu söylediğinde, amacında haklıdır.2 bir soruyu yanlış düzeyde sormaktır. “En mağdur Bizi yaşanacak daha iyi yollara ikna ederek değil, olanların, en çok dışlananların onları ezen ve her farklı şekilde yaşatmayı amaçlayan bir kitaptır, ancak zaman bir çıkar buldukları sisteme tutkuyla yatırım arzuyu (aynı zamanda felsefeyi ve eleştirel toplumsal yaptıkları görülüyor, çünkü onu aradıkları ve ölç- düşünceyi) yaratmanın başka bir yolu olarak top- tükleri yer burasıdır. Çıkar her zaman bunu takip lumsal alana yatırım yapmak için başka bir yol suna- eder” (Deleuze ve Guattari, 1977: 346 [2012: 455]). rak farklı şekilde yaşamamızı amaçlayan bir kitaptır. Faşizmi neden arzuladığımızı sormak bile siyasal Eğer Deleuze ve Guattari’ye göre, “ideoloji kavramı projeyi yanlış anlamaktır. Bunun yerine, ki şizoanaliz gerçek problemleri gizleyen berbat bir kavram” (De- projesinin amacı budur, libidinal yatırımların niteli- leuze ve Guattari, 1977: 344), ise Thomas Frank için ğini tanımak ve daha sonra bu yatırımları daha dev- ideoloji ve yanılsama tam olarak konunun kalbidir. rimci kılmak için neler yapılabileceğini görmektir. Kansas'ın Meselesi Nedir? Muhafazakârlar Ameri- “İlk olumlu görev, herhangi bir yorumdan bağımsız ka'nın Kalbini Nasıl Kazandı? kitabında Frank, olarak özne içinde onun arzulama-makinelerinin do- özellikle Amerika’nın orta kesimlerinin ve Frank’in ğasının, oluşumunun veya işleyişinin keşfine daya- amacı açısından Kansas’ın desteğini kazanmada nır” (Deleuze ve Guattari, 1977: 322 [2012: 423]). 1980’lerde Regan yıllarından 2000’lerin başlarında- İkinci görev ise “bilinç-öncesi çıkar yatırımlarından ki Bush yıllarına kadarki Cumhuriyetçi stratejiyi an- ayrıldıkların kadar, ve sadece onlara karşı koymaya lamaya çalışıyor (kitap 2004 yılında, Bush yönetimi- değil, ama onlarla karşıt tarzlar içinde bir arada var nin ikinci döneminden önce yayınlandı). Deleuze ve olmaya muktedir oldukları kadar toplumsal sahanın Guattari'nin hayretini uyandırandan farklı olmayan bilinçdışı arzu yatırımlarına ulaşmaktır” (Deleuze şekilde Frank’te de hayret uyandıran şey, insanların ve Guattari, 1977: 350 [2012: 460]). Gerçekliği çıkarlarına doğrudan karşı olan politikaları destek- kitleler için, onları neyin bastırdığını görebilsinler, lemeye nasıl getirilebildiğidir. Bununla birlikte, De- kucaklamaları için kandırıldıkları faşizmin farkına leuze ve Guattari çıkarlar kavramının önceliğini alt varsınlar diye yorumlamaktan ziyade, şizonaliz kişi- üst ettiği yerde, Frank bunun yerine tam olarak bu nin toplumsal sahaya yaptığı kısmi yatırımları keş- arazide kalmayı ister. Onun stratejisi, bazı kültürel fetmeyi ve daha sonra onlara başka, daha devrimci konulara odaklanarak, Cumhuriyetçilerin ekonomik yatırımlarla karşı koymayı amaçlar. programları için oyuncu desteğini sağladığını göster- mek, bu da onları gerçekten motive eden şeydir: Bunun, Anti-Ödipus’un neden o şekilde yazıldığı- nı da açıkladığını iddia ediyorum. Kitabın üslubu Hareketin temel öncülü, kültürün bir kamusal üzerine elbette çok yorum yapıldı: enerjisi, küfür- çıkar konusu olarak ekonomiden daha ağır geldi- lü sözcükleri kullanışı, Lacan’ı ve diğerlerini kesip ğidir. … Geçen otuz yıl boyunca refah devletini yakarak incelemesi. Bununla birlikte, eğer üslubu mahfettiler, şirketlerin ve zenginlerin vergi yü- mesajına dışsal bir şey olarak ele alırsak bu üslubun kümlüğünü düşürdüler, ve genel olarak ülkenin vurgusunu kaybederiz. Eğer siyasal hedef insanları on dokuzuncu yüzyıldaki gelir dağılımı manza- yaptıklarından başka bir şeye inandıklarına ikna et- rasına geri dönüşünü kolaylaştırdılar … (Frank mek olsaydı, o zaman yazımına dair gençlere özgü 2004: 6) bir şeyler olmalıydı, ama siyasal hedef bu değildir. 2 Türkçesi için buraya bakınız: Michel Foucault, “Anti-Ödipus’a Daha ziyade, insanların başka bir yöne giden arzusu- Önsöz”, çev. Işık Ergüden, Seçme Yazılar 1 - Entelektüelin Siyasi nu elde etmektir. Anti-Ödipus inançlarımızdan daha İşlevi, Ayrıntı Yayınları, 2000, s. 54-59. [ç.n.] 94 Frank’in eleştirisi, her ne kadar kendisi bildiğim ka- küresel değişimini ayrıntılı şekilde ele aldı. ‘Ne- darıyla Marksist olmasa da, Marksist ideoloji eleş- oliberal politikaların 1970'lerin sonlarına doğru tirisi geleneğinin parçası olarak görünebilir. Onun hayata geçirilmesinden sonra, ABD'de gelir sahi- görüşüne göre, insanları ‘ayrılık yaratan konular’ bi olanların yüzde 1'lik bir oranında ulusal geli- olarak adlandırılabilecek -kürtaj, eşcinsellik, sinema rin payı yükseldi ve yüzyılın sonuna kadar yüzde ve televizyonlardaki şiddet ve seks, evrim ve benze- 15'e ulaştı (İkinci Dünya Savaşı öncesi paylaşı- ri- konulara odaklayarak Cumhuriyetçilere destek mına çok yakın) ... Ve daha uzak bir alana bak- sağlayabilirler, onlara göre bu konular zenginliği tığımızda zenginlik ve gücün olağanüstü yoğun- ekonomik seçkinlere aktarmaktan daha az önemli- laşmasını görüyoruz ... ' (Harvey 2005: 16-17). dir. Gerçekte, Frank’in işaret ettiği gibi, yıllar içe- Bu zenginlik aktarımı, bağışçılar tarafından kar- risinde ayrılık yaratan meselelerde çok az değişiklik şı konulmadan nasıl devam edebildi? Kültürel olmuştur. Cumhuriyetçiler görev alırken nadiren bu ayrılık yaratan konuların bu karşı koyuşu baskı- konularda yapmacık bir saygı gösteriyorlar. (Hâlâ lamaktaki rolü nedir? Frank için ayrılık yaratan çoğu kadın için temelde geçerli olmasına rağmen, konular, iki tür insan arasında, o seçkinler ile biz hatta elde etmek daha zor olsa bile, kürtaj burada bi- sıradan halktan insanlar ayırımını inşa etmeye raz istisna olabilir.) Öte yandan, Cumhuriyetçilerin yardımcı olur. Biz sıradan insanlardan bazıları- ekonomik politikaları uyarınca zenginliğin yoksul mızın parası olabilir, ancak biz onu eski usullerle ve orta sınıftan zenginlere doğru devasa bir aktarımı kazandık. Bu diğer insanlar sadece şanslılar ve gerçekleşmekte. sahip oldukları şeyleri hak etmiyorlar. “Muhafa- zakârlar, sınıfın para, köken veya hatta meslekle Faşizmi neden arzuladığımızı gerçekten ilgisi olmadığında ısrar ediyorlar. Ön- sormak bile siyasal projeyi celikle bir otantik olma meselesidir ... Kırmızı yanlış anlamaktır topraklardaki işçilerle onların patronlarının, Fransız peynirleri ve Toscana’daki villalar veya okudukları kitaplarda olan biten şeyler hakkın- Bu devasa zenginlik aktarımı Kansas’ı mahvet- daki büyük fikirler üstüne konuşup duran yan mektedir. Kansas’ta yer alan şirketler çeşitli eko- masadaki şu yapmacık kolejli oğlanlardan tik- nomik yan ödemeler alırken, Kansas kendisini sinmekte birleştikleri varsayılır.” (Frank 2004: vahim ekonomik koşullar içinde buluyor. Özel 113-14). O halde ayrılık yaratan konular ideoloji olarak Kansas’ta, ekonomik deregülasyon Kan- olarak iş görürler. Zenginliğin eşitsizlikleri oldu- sas’ın çoğunu çok daha kötü ekonomik koşullara ğu gerçeğini bağlama yerleştirmek ve küçültmek terk ederken tarım sanayi ve ticareti için olağa- babında pek o kadar örtmezler. nüstü zenginliğe yol açtı. “Gerçekten de 1980- 2000 yılları arasında Kansas topluluklarının üçte Cumhuriyetçi stratejistler için, ekonomik eşitsiz- ikisinden fazlası, bazıları yüzde 25 gibi bir oran- likler yaratılırken ayrılık yaratan konular basitçe da nüfus kaybına uğradı. Eyaletin batı kesiminde dikkatleri kültürel konuların üstüne çekerek işle- tümüyle Sosyal Güvenlik sisteminin desteğini mez. Aksine, bu eşitsizlikler açık şekilde yaratılır. alarak yaşayanlardan oluşan, yaşlılardan başka Böyle yapabilmek için, Cumhuriyetçiler, 'kırmı- kimsenin kalmadığı kasabalar olduğu söyleniyor. zı' eyaletler denilen şeyin içindekiler arasında Ama doktor yok, ayakkabı dükkanları yok. Bura- belirli bir kimlik duygusu yaratarak ve/veya güç- daki bir kasaba eBay'de eyalet okulunu bile sattı. lendirerek faaliyet gösterirler. Bu kimlik, kendini (Frank 2004: 60). Frank’in tarif ettiği şey elbette beğenmişliğe karşı alçak gönüllülükten, ateizme Kansas’la sınırlı değil. Mesela Marksist gelenek karşı hürmetten ve “her şeyden önce mavi eya- içinde daha fazla kendini bilen bir şekilde yazan letlerdekilerin daima bir çeşit iddialı evrak işleri David Harvey, zenginliğin (1980'lerden günü- sorumlusu olmalarına karşın bir kırmızı eyalet müze kadar uzanan) neoliberal dönem boyunca sakini ise düzenli, sıkı çalışan bir taşralı kasaba eş- 95 rafı” olmasından ibarettir. 3(Frank 2004: 23) Bir lir; fakat kürtaja karşı çıkarken, zenginleri zenginleş- kez bu kimlik oluşturulduktan sonra zenginlik tiren politikaları desteklemekle daha fazla ilgilenen aktarılabilir ve bu aktarım kendisi kadar "kırmı- birisi için bu inançların dışındaki birisi için oy ve- zı" olan başka kişilere yapıldığı sürece insanlar riyorsa o zaman bu kişi ideolojiye tabidir. Kürtaja yoksullaştırılabilir. Dahası, eğer kişinin kendisi- karşı tutum ideolojik bir nitelik alır. ni içinde bulduğu koşullar nedeniyle atabileceği bir Bununla birlikte, ideoloji sık sık yanılsamayla bir suç varsa, bu suç o kişinin kimliğini paylaşmayan- aradadır. Frank’in analizinde, muhafazakâr politika- lar yerine paylaşanlara ait değildir. Bu sözleri Mayıs ları desteklemek için ‘kırmızı eyalet’ ve ‘mavi eya- 4 2010’da yazdığımda Çay Partisi standları Frank’in let’ kimliklerinin oluşması yalnızca doğru inanışları analizinin bu unsurunun bir örneği olarak Washing- değil aldatıcı olanları da içerir. Örneğin, bir inanç ton’u, Wall Street’i ve göçmenleri Birleşik Devletle- Cumhuriyetçilere desteğin altını çizer. Örneğin, rin o esnadaki ekonomik sıkıntıları için suçluyordu. Cumhuriyetçi politikalara verilen desteğin temelin- Bunların sonuncusu seçkin bir 'mavi' grup değilken, de yatan inançlardan biri de serbest piyasanın, “kır- bu grup tarafından tercih edildiği söylenen bir nü- saldaki yoğun çalışanlar” için hayatı daha iyi hale fustur çünkü gerçekten bizlerin bir parçası, göçmen- getireceğidir. Elbette öyle değil. Bu bir yanılsamadır. lerin gerçek insanlar için yol açtığı sorunu anlamaz. Görmüş olduğumuz gibi, bu inatçı bir yanılsama- Burada birlikte yardıma çağırdığım iki terimin ara- dır, çünkü aksi yöndeki tüm deliller karşısında güçlü larındaki ilişki üstüne düşünmek için bir anlığına kalmaktadır. ara verebiliriz: yanılsama ve ideoloji. Her ne kadar Dahası, kürtajın ideolojik kullanımında da aldatı- belirtmeye değse de Frank ayrım yapmıyor. İdeoloji cı bir şeyler olabilir. Eğer ayrılık yaratan konular- bir inançlar meselesidir. Bununla birlikte, tabii ki, da Cumhuriyetçi strateji kürtajı ve kimliği ekono- bu onu bilim ya da etik çalışması ya da yanılsama mik gündemi bastırmak için kullanıyorsa ve eğer, da dahil olmak üzere epistemolojik bir niteliğe sahip Frank’in ima eder göründüğü gibi, asıl ilgilendikleri başka herhangi bir şeyden ayırt etmez. İdeolojinin şey hiç de birincisi değil ikincisi ise, o zaman Cum- kendine has niteliği onun inançlarla çalışma şeklidir. huriyetçilere oy verenler yanılsamaya kapılmışlardır, İnsanların, başka şeylerin gerçekleştirilmesine, yani onlar için oy kullananlar kendi nedenlerini ciddi inançları aşılayan insanların (ya da onları aşılamaya şekilde bastıracaklardır. Daha önce de belirttiğimiz çabalamazken, hâlâ onlardan faydalanan insanların) gibi, bir defa göreve gelince orada kalmak, öncelikli gerçek amacı olan şeylerin gerçekleştirilmesine etkisi olarak görüldüğü gibi toplumsal mesele olmaktan olacak belirli inançlar geliştirmesini sağlayarak çalı- ziyade ekonomik bir meseledir. Bu dereceye kadar, şır. O halde, ideoloji bir yanılsama meselesi olmak her düzeyde kendi çıkarlarına karşı oy kullanan kişi- zorunda değil. Örneğin birisi kürtajın yanlış oldu- lerde, yanılsama ve ideoloji yakınlaşır. ğuna inanabilir ve aynı zamanda doğru bir şekilde, Burada Frank’in analizinin, Deleuze ve Guattari’nin- liberallerin kürtaj hakkını desteklediğine de inanabi- kine burada sunduğum özetten daha yakın olduğu yönünde itiraz edilebilir. Örneğin, Frank'in görü- 3 ABD’de 2000 yılından itibaren televizyonların, Cumhuriyet- şünü bir ideolojinin yaratılması olarak değil, belirli çilerin kazandığı eyaletleri ‘kırmızı’ ve Demokratların kazandığı inançların gittiği bir arzunun yaratılması olarak gör- eyaletleri ‘mavi’ olarak göstermelerinden itibaren bunlar eya- düğümüz iddia edilebilir. Bu görüşte, Cumhuriyetçi letlerin siyasi kimliğini gösterdiği varsayılan birer standart reng strateji, arzunun nesnesine dönüşen -ki en sonunda e dönüştü.[ç.n.] stratejiye yenik düşenlerin çıkarlarına karşı işleyen 4 Çay Partisi Hareketi: ABD’de Cumhuriyetçi Parti’yi etkisi bir arzu- bir kimlik duygusu yaratmaktır. Aşağıda, altına alan sağ muhazafakar çizgide bir siyasi hareket. Ayrıntılı bilgi için bkz: Cemal Tunçdemir, “Çay Partisi Hareketi nedir? böyle bir görüşün, arzuyu inancın altına alan bir Nasıl doğdu? Neyi savunuyor?” link: http://amerikabulteni. görüşün isabetsiz olduğunu tartışacağım. İkisi iç içe com/2013/10/19/cay-partisi-hareketi-nedir-nasil-dogdu-ne- geçmiş olmalıdır. Bununla birlikte, Frank'in örne- yi-savunuyor/ [ç.n.] ğinde, bu meseleler yanlış bir şekilde ele alınıyor gibi 96 görünüyor. Şüphesiz, arzu vardır. Kimlik duygusu ile Deleuze ve Guattari’nin böyle tanımlanan faşizmde özdeşleşme olmadan Cumhuriyetçi strateji başarısız- arzunun bir yönünü keşfetmekte haklı olduklarını lığa uğrar. Bununla birlikte, arzu, belirli bir inanç inkâr etmek bana zor görünüyor. Faşizmle alakalı kümesine, “biz”im kim olduğumuz ve “onlar”ın erotik bir şey var gibi görünüyor. Bunu insanların kimler oldukları hakkındaki inançlara dayanmakta- kendi baskılarını kucaklayan tutkularında görüyo- dır. Arzu bu inançlar olmadan yürürlüğe girmez. ruz. Hatta Frank’in tartıştığı fenomen, son dönem Frank'in muhafazakâr Cumhuriyetçi çalışma tarzı muhafazakarlığının kültürel yönelimi, kendi kimlik- hakkındaki, belirli (muhtemelen) doğru inançlarla lerini oraya bağlayanlar arasında güçlü bir coşku ve belirli yanılsamaları karıştıran ideoloji hakkındaki heves uyandırır. Öte yandan, faşizmi basitçe bir coş- görüşü, tam da Deleuze ve Guattari'nin karşı çıktığı ku meselesine indirgemek -onu inançtan ayırmak- analiz türüdür. Bu, onların arzu ile yanılsama arasın- onu körleştirmek gibi görünüyor. Hepsinden öte, da önerdikleri ilişkinin tersine çevrilmesidir. Başlan- insanlar faşizmi yalnızca benimsiyor değiller; faşiz- gıçta belirtildiği gibi hem Frank hem de Deleuze ve me onaylarının (ve faşizm olarak adlandırmadıkları Guattari'nin yarı yarıya haklı olduklarını iddia et- şeyin) neden haklı ve hatta zorunlu olduğu hakkında mek istiyorum. Her ikisi de bir şeyler görüyor, ama her zaman bir hikâye anlatabilirler. Frank kendi yak- ikisi de resmi bütünüyle kavrayamıyor. Kendi alter- laşımında bu inanç niteliğini yakalıyor. natif resmime geçmeden önce, faşizmin ne olduğu sorusunu tartışmamış olduğumuz gerçeği üzerinde Faşizm, biz faşizmi arzuladığı- bir anlığına durmama izin verin. Frank'in gerçek- ten Deleuze ve Guattari'nin kendi yaklaşımlarında mız için değil, arzuladığımız kastettikleri anlamda faşizmden bahsedip etmediği şey faşist olduğu için merak edilebilir. Eğer değilse, o zaman kurduğum ortaya çıkıyor karşıtlık biraz zorlama olur. Deleuze ve Guattari faşizmin ne olduğunu düşün- Eğer hem Deleuze ve Guattari’nin arzuya odaklan- dükleri üstüne çok az şey söyler. Foucault, Anti-Ö- masını hem de Frank’in ideolojik yönelimini kabul dipus’a önsözünde şunu yazdığında muhtemelen en etmek istiyorsak, her ikisini de birleştirecek olan ken- yakın tanımı verir: “temel düşman, stratejik rakip di resmimize ihtiyacımız var. Burada bu resmi kaba- faşizmdir … Hitler ve Mussolini’nin tarihsel faşiz- taslak çizmek ve bu her iki faşizm analizi öğesinin, bi- mi değil yalnızca, hepimizin içinde bulunan, gün- raz esnek şekilde irade ile ilgili ve epistemik diyebile- delik davranışlarımıza ve ruhlarımıza musallat olan ceğimiz öğelerin nasıl bir birleşebileceğini göstermek faşizm, bize iktidarı sevdiren, bizi tahakküm altına isterim. Bu bütünleşme pratikler kavramına bağlıdır alan ve sömüren bu iktidarı arzulatan faşizm”5 (De- ve pratikler yoluyla bu öğelerin tamamlayıcı şekiller- leuze ve Guattari 1977: xiii). Deleuze ve Guattari’ye de çalıştıkları görülebilir. Önce pratik kavramını ta- göre, faşizm devletin özel bir düzenlemesi ya da dev- nımlayıp, daha sonra genel olarak hayatlarımızdaki ve letin nüfusuyla bir ilişki türü değildir, fakat bunun sonra da özellikle faşizmin desteklenmesindeki ve sür- yerine baskılananlar tarafından genellikle benimse- dürülmesindeki pratiklerin oynadığı role döneyim. nen bir baskı türüdür. Eğer Foucault’nun tanımının Başka bir yerde, bir pratiği “genellikle toplumsal ola- libidinal yönlerini kaldırırsak (bunlar tam olarak bu rak normatif bir şekilde yönetilen hedefe yönelik bir tartışmada yer alan konulardır), o zaman Frank’in davranış düzenleyicisi (ya da düzenleyicileri)” olarak analiziyle uyumludur, insanların kendilerini olduğu tanımlamıştım (May 2001: 8). Davranış düzenleyi- kadar başkalarını da baskı altında tutan şeyi nasıl cileri, “aynı şeyi” aynılığın gevşek bir türü vasıtasıyla desteklediği hatta benimsediği sorulabilir. anladığımız sürece aynı şeyin yapılışlarıdır. Örneğin, 5 Alıntı şuradan: Michel Foucault, “Anti-Ödipus’a Önsöz”, çev. bisiklete binme pratiği, bir bisiklet pedalı çevirmeyi Işık Ergüden, Seçme Yazılar 1 - Entelektüelin Siyasi İşlevi, Ay- içerir. Pedal çevirmenin birçok şekli vardır, fakat tüm rıntı Yayınları, 2000, s. 56. [ç.n.] pedal çevirmeler benim kastettiğim anlamda aynı 97 şeydir. Davranışın bir düzenleyicisidir, tıpkı psikiyat- konuyla ne kadar süre oyalanacağı ve diğer konuya ride ilaç reçete etmek veya derste öğrencilerle konuş- ne zaman geçeceğine dair sezgi sahibidir, tıpkı iyi bir mak veya günlük yazarken günün olaylarını anlatmak hokey oyuncusunun tam da doğru anda mavi çizgiyi veya beyzbolda üsleri çalışmak gibi. Dahası neredeyse geçmenin sezgisine sahip olması gibi. tüm pratikler, hedefe yöneliktir. Bisiklete binmek bir Bununla birlikte, pratiklerin normatif yönetimi hak- taşımacılık şeklidir, psikiyatri psikiyatrik sorunla- kında çok şey söyledikten sonra, pek çok pratik için rı olan insanları iyileştirmeye çalışır, vb. Bu, belirli normatif yönetimin durağan olmadığının da farkına bir pratikle uğraşan kişilerin bunu amaç dolayısıyla varmalıyız. Normlar belirli bir süre zarfında değişen yapmalarını gerektirmez. Sadece bisiklet kullanmak- koşullara yanıt olarak evrilirler ve birisi bir pratiğin tan keyif alıyor olabilirim ve beni nereye götürdüğü özel normlarına meydan okuyabilir (veya hatta pra- umurumda olmaz. Bununla birlikte, pratiğin kendisi tiğin kendisine, işkence pratiğine karşı konulduğun- bir yerden bir yere ulaşma amacı etrafında yapılandı- da olduğu gibi). Sınıfta soliter oynama örneğine geri rılmıştır. “Genellikle” terimini kullanmamın nedeni, dönecek olursak, eğer birisi soliterin pedagojik pra- hedefe yönelik olmadığı iddia edilebilecek pratiklerin tikte özel sonuçları olan özel bir teknik olduğunda var olmasıdır. Apaçık bir örnek Zen oturuşudur, ta- ısrar ettiyse, bu pratiğin bir normuna dönüşebilir. raftarları eğer kişinin aklında bir amaç varsa başarılı Bu, pratiğe katılanların hepsini gerektirdiği anlamına olamayacağını savunuyorlar. (Zen'in kendine özgü gelmez. Pratikler hem gereksinimlerin normlarıdırlar amaçsızlığı bir amaç olarak adlandırmanın gerekip (birisi bu normu izlemezse, o bu pratiğin içinde de- gerekmediği amaçlarımızla ilintisizdir.) ğildir) hem de izin verilebilirlik normlarıdır (birisinin Bir pratiğin normatif yönetimi, bu özel pratiğin ku- pratiğin içinde bunu veya şunu yapmasına izin verilir rucuları olarak, hem kuralları hem de şeylerin yapılış ancak böyle olması için o pratikle ilgili olması gerek- şekillerini içerir. Pratikler, bu kurallardan hangisinin mez). o özel pratikle ilgili olduğu söylenmeksizin kurallara Son olarak, bir pratiğin normatif yönetimi toplum- sahip olma eğilimindedirler. Bir kurala uymakta ba- saldır. Bu, Wittgenstein tarafından kendi özel dil şarısız olmak bir şeyin kötü şekilde yapılışı olmak zo- argümanında ısrarla vurgulanan bir husustur (Witt- runda değildir; o sadece o özel pratikle ilgili değildir. genstein, 1953). Özel bir pratik diye bir şey yoktur. Eğer bir deste iskambil kartı getirip sınıfımda soliter Bir pratikle meşgul olmak, toplumsal olarak belirli bir oynamaya başlarsam, artık muhtemelen öğretme pra- pratik türü olarak tanınan bir şeyle meşgul olmaktır. tiğiyle ilgisiz olurum (tabi ki, bunu yaparak pedagojik Bir pratiğin ne olduğunu bir kez görmeye başladığı- bir noktayı canlandırmaya çalışıyorum, o durumda mızda, hayatımız boyunca yaptıklarımızın çoğunun gerçekten soliter oynamıyorum). Daha belirgin bir pratiklerle ilgili olduğunu hemen fark edebiliriz. şekilde, eğer birisine işkence yapıyor olduğum var- Meslekler, hobiler, çocuk yetiştirme, atletizm bunla- sayılıyorsa ve onları işkenceye dayanmanın incelikli rın tümü pratiklerdir. Gerçekte, dinlenme ve rastgele hususlarında eğitmeye başlamışsam iyi bir şey yapıyor faaliyetler dışında neredeyse hayatlarımızın bütünlü- olabilirim, ancak o anda gerçekten de işkence prati- ğü pratiklere katılmakla uğraşmaktır. Yani, hayatları- ğiyle ilgili olmam. mızın çoğu, şu ya da bu anlamda, toplumsal olarak Pratiğin tüm normları kurallar değildir. Öyle gibi normatif şekilde idare edilir. Buna ne şaşırmalı ne de olan ancak gerçekten özel kurallar altında bir araya bundan rahatsız olmalıyız. Şaşırmak için bir sebep getirilemeyen, genellikle bedensel hareketler içeren, yok çünkü insanlar büyük oranda toplumsal hayvan- şeylerin yapılış yolları vardır. Birisi bisiklete binme- lardır. Diğer insan olanlarla düzenli bir temel üzerin- yi öğrenirken ve bisiklet yalpalamaya başlayınca, kişi de etkileşiriz. Bu etkileşimler çeşitli şekillerde düzen- bisikleti aksi yöne sallamayı böylece stabilize etmeyi lenirler. Onların düzenlenmiş olduğunu söylemek öğrenir. Aslında, bir pratikte uzman olmayı öğren- onların kendi örüntüleri içinde önceden belirlenmiş mek, çoğunlukla kural dışı normlarının birçoğunda olduklarını söylemek değildir, bir beyzbol oyununun ustalaşmayı gerektirir. İyi bir öğretmen belirli bir düzenlendiğini söylemekten daha çok, onun neti- 98 cesinin önceden bilindiğini söylemektir. Pratiklerin ler, projeler ve kanıtlar [deliller] olarak düşünülen toplumsal normatif yönetimi bir deli gömleği olmak pratiklerdir (Foucault, 1980: 42). Pratikler bilgi ve zorunda değildir; daha genel olarak, bize birisinin di- iktidarın meydana geldiği yerlerdir. Bu iddianın kap- ğeriyle anlamlı bir şekilde etkileşmesi imkanını veren samlı bir açıklamasını burada yapamasam da şunu bir çerçevedir. Gerçekten de normların yokluğunda söylememe izin verin: Örneğin, Hapishanenin Do- anlamlı bir etkileşimin nasıl mümkün olabileceğini ğuşu’nda tartışılan disiplinci iktidar, manastır hayatı, görmek zordur. askerlik, ceza ve sağlık pratiklerinin kesişimi dahilin- de ortaya çıkıyor, tıpkı Cinselliğin Tarihi’nin birinci Normatif bir idare ne zaman deli gömleği olur? Aksi cildinde tartışılan cinsellik iktidarının dinsel, mimari takdirde, ne zaman daha faşist bir karakter alabilir? ve terapötik pratiklerin yoluyla ortaya çıkması gibi. Bunun olmasının bir tek yolu yoktur. Pratiğin ken- Foucault'nun ısrar ettiği gibi, bu pratikler bilgiyi veya disi onu faşist hale getiren normlar tarafından ta- en azından bilgiye dönük iddiaları içeriyor. Belirli nımlanmasıyla bu olabilir. İşkence pratiği bunun için pratiklerle meşgul olanlar tarafından bağlılık gösteri- bir örnek olabilir. İşkencenin normları, onu dolaylı len çeşitli iddialara ihtiyaç duyarlar ve sırası gelince olarak bir süre önce tanımlandığı anlamda faşist kı- bunları üretirler. Bu iddialara bağlılık bütünseldir. lacak bir pratik olarak kişinin onunla meşguliyetiyle İnsanlar genel olarak bir pratiğin barındırdığı çeşitli birleşmiştir. Alternatif olarak, pratiğin kendisi yararlı iddiaların tümüne karşı bağlılık göstermek zorunda da olabilirdi, ama belirli normların getirilmesi onu fa- değildirler. Tıpkı bir pratiğin normları gibi episte- şistik hale getirir. Örneğin, psikanaliz pratiğinin, tüm mik iddiaları da sorgulanabilir. Bununla birlikte, bir başarılı analizlerin insanları topluma tekrar entegre pratikle meşgul olmak, o pratikle çerçevelenen geniş etmesini böylece mevcut toplumsal düzenlemeleri epistemik bakış açısına bağlılığı gerektirir. Örneğin, uygun bulmasını gerektiren bir norm tarafından yö- psikoanalizle uğraşmak, bilinçaltıyla ilgili bazı fikirle- netildiğini düşünün. Yine de, normun kendisi belirli re, dilin insan zihninde oynadığı role ilişkin bazı kav- koşullar altında yararlı olabilir, ancak öyle sıkı tutu- ramlara ve benzer şeylere bağlılığı gerektirir. Wilfrid lur ki bunu böyle yapmanın uygun olmadığı hallerde Sellars'ın ısrar ettiği gibi, "ampirik bilgi, tıpkı onun bile uygulanır. Burada bir askerlik taslağı olmaksızın sofistike genişlemesi olan bilim gibi akılcıdır, yalnızca oylama yaşını yirmi bir olarak belirleyen bir toplum bir temeli olduğundan dolayı değil fakat ancak her- düşünebiliriz. Daha sonra, etkilenen üyelere taslağın hangi bir iddiayı, bir defada hepsini olmasa da teh- oluşumunda söz hakkı vermeden, on sekiz yaş ve yir- likeye sokabilen, kendi kendini düzelten bir girişim mi bir yaş arasında olanlar için bir tasarıya oy verilir. olduğundan dolayı" (Sellars, 1963: 70). Bu, en azından oylamaya onay verenlerin tarafında Tam olarak burada, pratiklerin gerektirdiği genel faşistik bir niteliğe sahip olacaktı. O halde, normlar epistemik bağlılığı, Frank'in tartıştığı faşizme yöne- ve faşizm arasındaki ilişki, normların gerçeği ile daha lik epistemik bağlılığı bulmamız gerekiyor. Bunun az ilgisi olan ve onların belirli nitelikleri ve belirli ko- nedeni, insanların yaşamlarının büyük oranda pra- şullardaki işleyişi ile daha fazla ilgisi olan karmaşık tikler bağlamında gerçekleşmesidir ve pratikler bilme bir ilişkidir. yollarını (veya bilme iddiasını) içerdiği için faşizm Başka bir yerde tartıştığım pratikler kavramı, Michel ideolojik bir mesele, ya da daha kesin bir şekilde epis- Foucault'nun düşüncesinde merkezi bir rol oynamak- temik bir mesele olarak ortaya çıkar. Bunu görmek tadır (May, 1994: bölüm 5). Foucault'nun soykütük için güncel tartışmalardan bir örnek alalım: kürtaj. çalışmasında, pratikler, analiz düzeyinin birincil bi- Frank'in tartıştığı gibi, kürtaj karşıtı hareket, Kansas rimidir. Bir keresinde hapishanelerin tarihiyle ilgili politikasında özellikle güçlü oldu. Bu hareketin kök- bir tartışma sırasında ısrar ettiği gibi “hedef, analitik leri tabii ki Protestanlığın köktendinci versiyonlarında saldırı noktası, ‘kurumlar’ değil, ‘teoriler’ ya da ‘ide- olduğu kadar Katolik Kilisesinde de bulunmaktadır. oloji’ hiç değil, fakat ‘pratiklerdir’ ... söylenenlerin O halde, kürtaj karşıtı hareketin sadece kürtajla ilgili ve yapılanların iç içe geçtiği yerler, kişinin kendisine olmaması şaşırtıcı değildir. Ailelerin niteliği, hüküme- dayattığı kurallar ve kişinin kendisine verdiği sebep- tin rolü ve belli dini değerlerin önceliği ile ilgisi olan 99 genel bir görünümü yansıtmaktadır. Frank'in belirttiği sorulara yanıltıcı çözümler sunmakla kalmıyor; yanlış gibi, Kansas'ın geleneksel, ılıman Cumhuriyetçi aday- problemler de oluşturuyor. “Yanlış problem ifadesinin ları “parti hiyerarşisinde yukarılara tırmanmak için yıl- kendisi bile aslında basit hatalara (yanlış çözümlere) larca çalışmışlar, gelmek için can attıkları konumların karşı değil daha derin bir şeye, içinde bulunduğumuz kendileri yerine büyük hükümete hiç sesi çıkmayan ve koşullardan ayrılamaz, bizi kuşatan, sürükleyen bir ya- yalnızca kürtajı ve vergilendirmeyi kendilerinden uzak nılsamaya karşı mücadele etmemiz gerektiğini gösteri- tutmakla ilgilenen bazı kutsal-makaralar6 tarafından yor.” (Deleuze, 1988: 20 [2005: 56]). Bu görüşe göre, doldurulduğunu görüyorlardı" (Frank, 2004: 97). Frank tarafından tanımlanan Cumhuriyetçi stratejide yürürlükteki yanılsama, örneğin, Cumhuriyetçilere oy Bu nasıl bir pratik meselesidir? Bilgiyi içeren (ya da bil- verme sahte çözümünün izleyeceği "mavi" ve "kırmızı" diğini iddia eden) bir dini pratikler meselesidir. Özün- eyaletlerin sakinlerine atfedilen kimlikler olacaktır. de resim budur. Örneğin muhafazakâr bir Protestanlığa bağlı kalmak diyelim, başka şeylerin yanı sıra, belli bir pratik kümesine bağlı kalmak demektir. Bu pratikler Arzuladığımız ve inandığımız yalnızca inancın ritüel ifadeleri değildir. Yaşam yolları- şeyler sıklıkla kendi nı içerirler: kişi ne tür şeyleri yapabilir ve ne tür şeyleri tahminlerimizin ötesinde yapamaz, çocuklarını nasıl yetiştirir, ailesi ve komşuları ile nasıl etkileşim kurarlar. Dahası, bu yaşam biçimleri sonuçlara neden olur belirli inançlardan ayrılmaz. Bu inanışlar, kürtajın ta- mamıyla bir insanın canını almak olduğu için yanlış Bu pratikleri bilgi meselesi olarak görmek zor değil- olduğu görüşünü içerir. Ayrıca eşcinselliğin yanlışlığını dir. Ne de onları arzuların bir parçası olarak görmek. da içerirler. Olumlu olarak, geleneksel ailenin ahlaki Pratiklerin hem epistemik hem de iradeye bağlı öğeleri doğruluğuna, sıkı çalışmaya ve kazandıklarını koru- vardır. İradeye bağlı öğeler, bir tanesi pratiklerin kendi- maya yönelik inançlar içerir. Bu inançların bilgi me- lerine bağlılıkla ilgili olan diğeri ise bu pratiklerin kişi- selesi mi yoksa iman meseleleri mi olduğunu sormak nin kim olduğu duygusuyla ilişkisi içinde olan iki kayıt cezbedici olabilir. Bununla birlikte, bu pratiklere dahil arasında bulunur. Birincisi bir pratiğe dahil olmaya olanlar için, bu fark olmaksızın bir ayrım olurdu. Bil- içseldir. Bir pratiğe gönüllü olmak, yalnızca bilgi iddia- gi inançtan kaynaklanır; bilginin 'doğrulanmış, gerçek larını ya da bu iddiaların belirli bir kısmını onaylamak inanç' gibi bir şey olarak anlatımı burada uygun olma- değildir. Bu, birinin davranışıyla kendini bu pratiğe yacaktır. bağlamasıdır. Çoğumuz için, bu bile yeterli değildir. Deleuze’ün, Guattari ile olan işbirliğinden önce yaptığı Mesela, pedagojik normlara göre davranmayan ve bu bir çalışmada, burada sunduğumuz analizle uyumlu bir normların gerektirdiği inançları desteklemeyen bir öğ- yanılsama kavramının ifadesini sunduğunu belirtmek retmen, pekâlâ öğretmenlik pratiğine yabancılaşabilir. isteriz. Bergsonculuk kitabının giriş bölümü, Berg- Sadece hareketleri gözden geçiriyor olabilir. Onun şöy- son'u yanılsamaya karşı kesintisiz bir mücadele içinde le söylediği hayal edilebilir: “Evet, öğretmenin doğru- görür. Bu mücadelenin ayrıntıları bizi ilgilendirenler- luğuna inanıyorum ve hâlâ yapıyorum, ancak isteme- den biraz daha geniş olmasına rağmen, Bergson için yerek yapıyorum.” Bunun gibi bir kişi kesinlikle öğret- merkezi olan şey bizi ezen bir resmin etkisinden kurtar- me pratiğine bağlıdır, ama yoksullaşmış bir şekilde. Bu maktır. Bu resim (Bergson'un örneğinde öncelikle uzay yoksullaşma kötü bir şey olmayabilir: Sadece insanlara ve zaman ilişkisini ilgilendiren) sadece sorduğumuz işkence etme hareketlerini gözden geçiren birisi baş- kasının acı çekmesine sebep olmakla o kadar da ilgili 6. Kutsal-Makara (Holly-Rolling) ABD’de hızla yayılan tutucu olmayabilir. Bununla birlikte, böyle bir kişinin, pratiğe Pentekostal ve Karizmatik kilise geleneklerine mensup kişilerle tam anlamıyla bağlılık göstermediğini söyleyebiliriz. ilgili alaycı bir ifade. Terim, kendilerini Kutsal Ruh'un etkisi al- tında algılayan kilise katılımcıları tarafından yapılan dans, salla- Tam bağlılık bir arzu meselesidir ve arzu bu anlamda ma veya diğer taşkın hareketleri anlatır (kaynak wikipedia Holy Deleuze ve Guattari tarafından dile getirilene çok ya- Roller maddesi). [ç.n.] kındır. Lacancı eksiklik olarak arzu değildir; yaratıcılık 100 ve üretkenlik olarak arzudur. Eğer Deleuze ve Guat- ranış biçimleri olarak gördükleri şeylerde son derece tari açısından arzular üretiliyorsa, o zaman kişinin bir kısıtlıdırlar. Birincisi açısından, bu biçimler merkezi pratiğe bağlılığıyla alakalı olan arzu da üretkendir. Bu, olarak geleneksel toplumsal cinsiyet ve aile ilişkilerinin başka inançlara, davranışlara, şeylere ve başkalarına, yanı sıra kişinin işiyle belirli ilişkileri de içerir. Bunlar Anti-Ödipus'ta sunulan açıklamalardan çoğuna yaban- Cumhuriyetçilerin, “kırmızı eyalet” kimlik duyusunu cı olmayan yollarla bağlantıyı gerektirir. Her ne kadar yaratma girişiminde istismar ettikleri şeylerdir. İkincisi Deleuze ve Guattari tarafından tartışılan bağlantıların açısından, Frank'in görüşüne göre, bu, Cumhuriyet- hepsi, pratiklere katılan bağlantılar olmasa da (örneğin çi vesvesenin gerçek amaçlarına katkıda bulunanlara, ağzın memeye bağlantısı), birçoğu öyledir. Hepsinin yani ekonomik seçkinlere fayda sağlayan, serbest, dü- olmamasının sebebi, Deleuze ve Guattari'nin, özel ola- zenlenmemiş bir kapitalizmin yaygınlaşmasına izin rak pratiklere odaklanan kısıtlı bölgeden ziyade, daha verme ve onay meselesidir. genel bir ontolojik görüş sunmalarıdır. Bu iki grubun -muhafazakâr Hıristiyanlar ve Cumhu- Bu, pratiklerin arzuya ikinci bir bağlanma şekline yol riyetçiler- iç içe geçmesi, ikincisinin birincisini kırmızı açar. Kişinin pratiklerinden yabancılaşması, bir şekilde, eyalet kimliğinin belirli bir duygusunu yaratmak üzere ne yaptığının kim olduğuna derinden bağlı olmadığını kullanmasında yatar, bu çoğunlukla birincisinin çıkar- hissetmesidir. Tersine, motive edilmiş bir şekilde pra- ları pahasına ikincisinin iktidarı sürdürmesine imkân tiklere dalmak, kişinin bu pratiklere dahil olması yo- verir. Bu anlamda, Deleuze ve Guattari'ye karşı, fa- luyla kim olduğuna dair bir anlam elde etmesidir. Ki- şizmin çoğu zaman bir çıkarlar meselesi olduğunu ve min sıklıkla merkezi olarak pratiklere atıfta bulunmaya insanların kendi çıkarlarına karşı hareket etmek için gereksinim duyduğunun cevabı hangisine bağlanmış kandırılabileceklerini söyleyebiliriz. İnsanların pratik- olduğundadır. Kişi bir annedir, bir öğretmendir, yü- lerinden gelen çıkarlarının faşistik olabilmesi dahilinde zücüdür, vs. Kişinin pratikleri ile kendilik duyusu ara- bu bir çıkarlar meselesidir. Bunu Frank'in tartışmala- sındaki bu bağda, arzu, merkezi bir rol oynamaktadır. rında iki yerde görebiliriz. Birincisi, Cumhuriyetçilerin Bu, bir süre önce gördüğümüz türden bir arzu değil- ekonomik seçkinlerin hakimiyetini sürdürmelerinde dir; bir uygulamaya dalmanın üretken arzusu değildir. sahip oldukları çıkarları, muhafazakâr Hıristiyanlığın Daha ziyade, kişiyi, onları kim olduğuna dair kurucu faşist pratiklerini desteklemeye olduğu kadar, bu pra- hale getiren kendi pratiklerine doğru bağlayan arzudur. tikleri kendi kendine yetme ve sıkı çalışma anlayışı ile Elbette ki bazı pratikler, kişinin kendilik duyusu için serbest piyasa kapitalizmine bağlamaya da yol açmıştır. diğerlerinden daha önemlidir. Bir an için göreceğimiz İkincisi, muhafazakâr Hıristiyanların dini görüşlerin- gibi, Deleuze ve Guattari'nin tanımladığı gibi faşizmin deki çıkarları ve bu pratiklerin kim olduklarına dair al- oluşturulmasında ve teşvikinde sıklıkla devreye girenler gılarındaki önemi, birçok insan açısından baskıcı olan bu pratiklerdir -özellikle dinsel ve ekonomik olanlar. ekonomik uygulamaları desteklemelerine yol açtı. Bu durumda, pratiklerin hem epistemik hem de ira- Muhafazakâr Hristiyanlar tarafından desteklenen deye bağlı öğeleri vardır; bunların her ikisi de bilgi ekonomik pratikler tarafından ezilenler arasında mu- (veya bazı durumlarda ideoloji) ve arzu meseleleridir. hafazakâr Hristiyanlar da var. Bu, çıkarların faşist ola- Pratiklerin faşizmle olan ilişkisi sorusunu henüz cevap- bileceği üçüncü yerdir ve Frank'in kitabının merkezi lamadık. Bununla birlikte buraya kadar olan tartışma noktasıdır. İnsanlar, çıkarlarına zarar veren ekonomik göz önüne alındığında, bazı pratiklerin ya faşizan ol- pratiklere destek vermeleri ve bunlara katılmaları için duğu ya da başka pratiklerle kombinasyon içinde fa- aldatılmışlardır. Bu pratikler Kansas'taki ve başka yer- şizmin teşvik edilmesi olduğunu görmek yalnızca kısa deki kişilerin hayatları ve toplulukları için ekonomik bir adımdır. Frank tarafından tartışılan muhafazakâr olarak yıkıcı oldu. Bunun gerçekleşmesine, geniş ölçü- ideoloji örneğinde, bu açıkça görülüyor. Ne muhafa- de Kansas’ın, kendilerinin ne çeşit insanlar olduklarına zakâr Hristiyanlık ne de sunduğu Cumhuriyetçi eko- dair belirleyici olarak tanımlamaya başladıkları pratik- nomik program, farklı yaşam ve eyleme biçimlerine lere bağlı olan pratikleri desteklemeleri yoluyla imkân karşı hoşgörülüdür. Her ikisi de kabul edilebilir dav- verildi. 101 Bununla birlikte, bu yalnızca resmin yarısıdır. Son ve inandığımız şeyler sıklıkla kendi tahminlerimizin birkaç paragrafta anlattıklarımdan çok azı sadece epis- ötesinde sonuçlara neden olur. O halde, gözümüzün temik hatalar meselesidir. Bu aynı zamanda bir arzu üstünde olması gereken kişiler, her ne kadar bize bunu meselesidir. Bu arzu çeşitli şekillerde, muhafazakâr yapmak için pek çok sebep vermiş olsalar da yalnızca Hristiyanların "mavi eyalet" insanları olarak düşün- başkaları değildir. Devreye soktuğumuz faşizm eleştirisi dükleri insanları ele alırken ki düşmanlıklarında belki sahiplendiğimiz bir faşizm türü haline gelmesin diye, de en belirgin haliyle ortaya çıkmaktadır. Frank’in ana- gözümüz aynı zamanda kendi üzerimizde de olmalıdır. liz ettiği “Sivri başlı liberallere” ve kırmızı eyalet kim- İngilizce'den Çeviren: Kürşad Kızıltuğ liğini paylaşmayan diğerlerine karşı derinlemesine ve bazen de şiddetli sövüp saymalara konu olur. Mevcut Çay Partisi hareketinin gösterileri bunun bol miktarda Kaynakça kanıtını sağlıyor. Kimliği muhafazakâr Hristiyanlığa bağlılığından kaynaklanan insanlar, onların kimler ol- Deleuze, G. Bergsonism (New York: Zone Books, 1988) [Berg- dukları algısını tehdit eder görünen her şeye sert tepki sonculuk, çev. Hakan Yücefer, Otonom Yayınları, 2006]. verirler. Bu elbette ki yalnızca muhafazakâr Hristiyan- Difference and Repetition (New York: Columbia University lar için değil, çoğumuzun kendimize dair algımızı teh- Press, 1994) [Fark ve Tekrar, çev. Burcu Yalım & Emre Koyun- dit edildiğini hissettiğimiz koşullar altında çoğumuz cu Norgunk Yayınları, 2017]. için doğrudur -bu, faşizme bağlı arzuların çoğumuzdan Deleuze, G. and Guattari, F. Anti-Oedipus: Capitalism and Schi- uzak olmayabileceği anlamına geliyor. Eğer kim oldu- zophrenia (New York: Viking Press, 1977) [Anti-Ödipus: Kapita- ğumuz pratiklerimize bağlıysa, bu pratikler yalnızca lizm ve Şizofreni 1, çev. Fahrettin Ege, Hakan Erdoğan, Mustafa epistemik onaylamanın değil, ama katılım ve motivas- Yiğitalp, BS kitap, 2012]. yonun da konusudurlar. Bunlar arzunun nesneleridir ya da arzumuzun içinden aktığı alışkanlıkları, eylemle- What is Philosophy? (New York: Columbia University Press, ri ve görüşleri daha iyi içerirler. Eğer bunlar faşistikse, 1994) [Felsefe Nedir?, çev. Turhan Ilgaz, Yapı Kredi Yayınları, bunun sebebinin insanların faşizme duydukları ihtiyaç 11. Baskı Mayıs 2017]. olduğunu söylemeliyiz. Eğer bu faşizm, bu uygulama- Deleuze, G. and Parnet, C. Dialogues (New York: Columbia lara dalmış olan insanlara baskı yapıyorsa, diyebiliriz University Press, 1987) [Diyaloglar, çeviren Ali Akay, Bağlam ki ya da en azından yarım ağızla diyebiliriz ki “kitle- Yayınları, 2. Baskı 2017]. ler masum enayiler değildi; belirli bir noktada, belirli Foucault, M. et al., L’impossible Prison (Paris: Editions de Seuil, koşullar altında faşizm istediler.” Deleuze ve Guattari 1980). tarafından tartışılmış olan faşizm türlerini anlatırken, Frank, T. What’s the Matter with Kansas? How Conservatives Won o halde, diyebiliriz ki bu yalnızca bir devlet biçimi me- the Heart of America (New York: Metropolitan Books, 2004). selesi değildir ama bunun yerine her birimizin içinde ya da potansiyel olarak içinde bulunur. Bunu anlamak Harvey, D. A Brief History of Neoliberalism (Oxford: Oxford için hem epistemik hem de motivasyonel yönlerine University Press, 2005) [Neoliberalizmin Kısa Tarihi, Çeviren bakmalıyız. Faşizmi hem bizim düşündüğümüz hem de Aylin Onacak, Sel Yayınları, 2015] . istediğimiz ve yarattığımız şeylerde görmeliyiz. Biz, ya May, T. Our Practices, Our Selves: Or, What it Means to Be Hu- da en azından çok azımız, kendimize söylediğimiz hiç- man (University Park: Penn State Press, 2001). bir şeyin faşist olduğunu düşünmüyoruz. Daha ziyade, The Political Philosophy of Poststructuralist Anarchism (University içinde bulunduğumuz pratiklerde ortaya çıkıyor. Fa- Park: Penn State Press, 1994). şizm, biz faşizmi arzuladığımız için değil, arzuladığımız şey faşist olduğu için; faşizme inandığımız için değil Sellars, W. Science, Perception, and Reality (London: Routledge inandığımız şey faşistik olduğu için ortaya çıkıyor. So- and Kegan Paul- Humanities Press, 1963). nuç olarak, yalnızca muhafazakâr Hristiyanlar arasında Wittgenstein, L. Philosophical Investigations (New York: Mac- değil, kendimiz ve kendi bağlılıklarımız arasında da fa- Millan, 1953) [Felsefi Soruşturmalar, Çeviri: Haluk Barışcan, şizm konusunda çok uyanık olmalıyız. Arzuladığımız Metis Yayınları, 3. Baskı, 2015]. 102 Kadın Özgürlük Hareketlerini-Feminizmi Yeniden Yapılandırarak Faşizmi Aşmak

Besê Doğan

İnsanlık tarihinin doğru anlaşılıp, yorumlanması ve belleten yaklaşımlar artık çağımızın özgürlükçü güç- sömürgeci sistemlerin aşılması ancak ve ancak ka- lerince hiçbir biçimde kabul görmüyor. Çünkü ha- dın özgürlük hareketlerinin gelişim diyalektiğinin nedanların, krallıkların, padişahların iktidar oyunla- bilinmesi, güçlü ve zayıf yanlarının tespit edilmesi rını; tarih diye tüm insanların belleğine yerleştir- ve günümüze kadar başvurulan mücadele yöntem- mek iktidar ve şiddet üretmenin en verimli yol ve lerinin yenilenmesi ile mümkün olabilir. Kadın öz- yöntemi olmaktadır. Egemenlerin, büyük ideolojik gürlük tarihi ve feminist tarih anlaşılmadan insanlık söylem ve yaratımlara başvurmalarının sebebi devle- mücadelesi yeterince anlaşılamaz. Kadının özgürlük tin ve iktidarın sürekliliğini ve kalıcılığını çeşitli bi- mücadelesi tarihinden, yaşanan gelişme ve gerileme- çimlerde sağlamaktır. Burada hiyerarşi ve tahakküm lerden sonuçlara ulaşarak içinde bulunulan dönemin zincirinin ilk halkası kadınların sömürge haline geti- karakteri, doğru tanımlanması yapılabilir ve doğru rilmesidir. Kadınların köleleştirilmesi iktidarcı güç- mücadele tarzı, taktikleri, yöntemleri tutturulabilir. ler açısından bu nedenle stratejiktir ve bu önemde Şuna içtenlikle inanmaktayız ve bilmekteyiz ki, ta- ele alınır. Geliştirilen bu yöntem ile toplumsal dü- rihe kadın gözü ile bakıldığında hakikat son derece zeneklere sürekli kölelik aşılanır. Kadınlar adeta bir yalın bir şekilde ortaya çıkar. Genel tarihe ilişkin toprak parçası gibi mülkleştirilir. Bedeni ve ruhu ile ifade edilenler bir de o dönemin özgürlükçü kadın- tüm varlığı sömürge haline getirilir. larından dinlenilmelidir. Tarih bu kadınların gözün- Bu açıdan özgürlükçü tarih anlatıcılarına düşen en den, düşünce ve duygularından yeniden yazılmalı- temel görev devletçi ve iktidarcı güçlerin karşısında dır. Patriarkal yazılı tarihin kadın aleyhine oluştu- sürekli bir direniş içerisinde olan geniş toplumsal rulması, kadın dünyasının eril algı tarafından inşa yapıların varlığını göstermektir. İnsanlık tarihine edilmiş olması bizlere tarihin yeniden kadın lehine bu temelde baktığımızda devletçi, iktidarcı güçlerin yorumlanmasını gerekli kılmaktadır. Sorulması ge- şiddeti ve baskısı ne olursa olsun buna karşı çeşitli reken soru şu; kadın kimliğini, zihniyetini, duygusal biçimlerde toplumun, kadınların öz savunma reflek- zekasını, mücadelesini inkar ve ret üzerine inşa et- sinin farklı farklı biçimlerde geliştiğini görürüz. Bu miş erkek tarih yazılımı ve anlatımının bağlayıcılığı anlamda feminist hareketleri önemle ve titizlikle in- varmı dır? Uygarlık tarihinin yalanlar, saptırmalar celemek, mücadele ve direniş haklarını güçlü teslim üzerinden geliştirmek istediği maskeli tarihin gerçek etmek gerekmektedir. yüzü ancak kadın özgürlük çizgisinden, kadınların 20. yüzyılla birlikte gelişen faşizm dalgasını azgınla- gözünden bakılabildiği oranda doğru anlaşılabilir. şan egemen erkek zihniyeti ve onun devletçi, iktidar- Dolayısıyla toplumsal tarihin doğru yorumlanabil- cı yapılanması karşısında feminist hareketleri, kadın mesi için sadece egemenlerin, hükümdarların, kral- özgürlük mücadelelerini ele alıp, kapsamlı değerlen- ların gözünden bakan, iktidar oyunlarını tarih diye dirmesini yapmalıyız. Bilindiği gibi 20. yüzyılda ge- 103 lişen savaşlar erkek egemen sistem güçlerinin kendi örgütlenmesine izin vermez, faşizm kadın özgürlü- aralarında olduğu kadar ondan daha fazla toplum ve ğüne karşıt geliştirilmiş cinsiyetçilik ideolojidir. kadınlar üzerinde kurulan hegemonya savaşlarıydı. Egemen erkek anlayışın toplumsal yaşamda hâkim kılınması hamleleri olarak da değerlendirilebilir. Feminizm Kadınlara Özgürlük Mücadelesi Savaş, erkeğin hegemonyasını arttırması için vaz- Mirası Bırakmıştır geçilmez bir araçtır. İnsanlık tarihinde işgal amaçlı Feminist hareketler, ulus devletçi anlayışların kendi- savaşlar sürekli olarak iktidar güçlerinin işine yarar, lerini mutlak hâkim kılmak istedikleri dönemlerde onları büyütür. Buna karşı geliştirilen öz savunma faşizme rağmen ortaya çıktılar. Büyük direnişler gös- savaşlarını farklı ele almalıyız. Öz savunma savaşları terdiler. Hiçbir kadın hakkının olmadığı zamanlarda halkların, kadınların, ezilenlerin kendi varlıklarını mücadele ettiler. 20. yüzyıl kadın değerlerinin orta- koruma savaşlarıdır. ya çıkmasında, kadın haklarının elde edilmesi müca- delesinde bizlere ciddi bir miras bıraktılar. Savaş, erkeğin hegemonyasını Faşizmin kendini hâkim kılmak istediği tarihsel sü- arttırması için vazgeçilmez bir reçler incelendiğinde kadın özgürlük hareketlerinde araçtır bir hareketlenme, direnişlerinde bir yükselme ivme- si görülmektedir. Feminist hareketler, özgür kadın mücadeleleri, insan emeğinin derinlikli sömürüsü- Faşizm, egemen erkekliğin saf ideolojisidir. Faşizm nü ifade eden kadın emeği ve bedeninin sömürül- aynı zamanda erkekliğin kadın kimliği üzerinden mesini, kadın haklarını yok sayan faşist saldırıları ırk, ulus, devlet ve milliyetçilik hakimiyetini sür- kabul etmez. Bu yönü ile sadece kadınların değil, dürme arzusudur. Faşizmde kadınlar ve toplum nes- insanlığın özgürlük nefesi olmuş, aydınlanmasında neleşir, makineleştirilir. Toplum kadın politikaları önemli rol ve misyon üstlenerek bir duruş sahibi ol- üzerinden sürüleştirilir. Pozitivist anlayışın tüm dog- muşlardır. Binlerce adsız kadın kahraman insan hak- maları toplum ve kadınlar üzerinde uygulanır. Top- ları, demokrasi, eşitlik, ulus hakları mücadelesinin lumsal cinsiyetçilik kutsanır. Farklılıklara düşman öncü gücü olarak 19. ve 20. yüzyıllarda mücadele gözü ile bakılır. Tek ulus, tek vatan, tek millet, tek yürütmüşlerdir. Özgür yaşam tahayyülleriyle inatçı cins algılamaları ile geliştirilmek istenen kışkırtılmış ve kararlı yürüyüşlerini kimseden bir şey bekleme- egemen erkeklik ve köleleştirilmiş kadınlık imgele- den fedakârlık, cesaret içinde hep sürdürmüşlerdir. ri faşizmin propaganda ve ajitasyon çalışmalarının “Meçhul askerden daha da meçhul kadınlar var” temel ideolojik argümanları olarak kullanılır. Fa- sözü tarihidir. Bu söz de gizlenmiş, saklı tutulmuş şizmin temel uygulama yöntemi şiddet, baskı, zor, kolektif kadın emeği, kahramanlığı vardır. tecavüz işkencedir. İnsanlık dışı uygulamalar faşist rejimlerde görülür. Bunun en somut örneği Nazi 20. yüzyıla bakıldığında insanlığın faşizme karşı di- renişi çarpıcıdır. İnsanlık çok büyük acılar, gözyaşı, Almanya’sında Yahudilere yapılan çirkin, vahşi soy- katliamlar, faili meçhuller, işkence ve tecavüzlere kırım uygulamasıdır. Faşizmin temel zihniyet örgüsü maruz kalmıştır. Feministler, anarşistler, kültürel ha- cinsiyetçilik, milliyetçilik, dincilik ve bilimcilik te- reketler, halkların devrimci hareketleri, gençlik ha- melinde gelişmiştir. Bu nedenle özelde kadın özgür- reketleri mücadele ve direnişleri ile her zaman top- lüğünün ve doğanın düşmanıdır. Toplumun cinsiyet lumun özgürlük damarları olarak rol oynamışlardır. iş bölümlerine göre ayrımlarının keskinleştirilmesi temel argümanları üzerinden kendini yapılandırır. Kadınlar tüm toplumsal mücadelelerinin özgürleşti- Faşizmin kadın politikası kadını kafese kapatma, ço- rici, yol gösterici ilham kaynakları olarak insanlığın cuk doğurma makinesi haline getirme, kürtaj yasağı özgür yaşam kaynağı, güneşi olmuşlardır. Hemen vb. her şeyi ile erkeğe yani devlete tabi kılmadır. Ka- bütün faşist rejimlerde, baskılar da kadınlar ilk kıvıl- dınların hiçbir biçim de söz söyleme, kendi bedeni cımı çakanlar olmuştur. Serhıldanlarda, ayaklanma- üzerinde hak sahibi olma ve özgürleşme temelinde larda kadınlar hep ilk öncülük rolü oynamışlardır. 104 Bu açıdan 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılda feminist tüm ahlaki ve vicdani ilkeleri çiğneyerek acımasızca hareketlerinin güçlü bir şekilde belirginleşmesi bi- pratikleştirmenin peşindedirler. Bu anlamda dev- rinci, ikinci dalga feminist mücadelelerinin bu dö- letçi ve iktidarcı sistemlerin gözünde tüm toplum, nemde güçlü verilmesi anlaşılırdır. Her baskı, zor ve kadınlar birer meta değerindedir. Alınıp- satılırlar. zulüm sistemine karşı gelişen insanlığın devrimci ha- Savaşlarda kullanılırlar. Yıkımlara, göçertmelere, reketleri vardır. Kadın özgürlük mücadeleleri Fran- toplumsal yaşamın şiddetli yaşam krizlerine maruz sız Devrimi ile daha çok görünür oldu ve örgütlü bırakılırlar. Faşist sistemin, erkek egemen sistemin yapılanmalara kavuştu. Özelde 19. ve 20. yüzyıl ile temsilcilerinin bütün bu insanlık manzaralarına, birlikte feminizm adıyla kendisini giderek daha güç- mezbahasına bakışları anlamsızlık ile yüklüdür. Te- lü örgütledi. Ataerkil sistemin kapitalizm ile birlik- nekeden bir kalp ve buzdan bir akıl temelinde olan te kendisini çok daha sıkı örgütlenmesine, faşizme biteni seyretmek en çok yaptıkları işlerdendir. Ça- dönüşmesine karşı toplumsal muhalefetlerle birlikte ğımızın en zorba ve kurnaz erkekleri sermaye te- çeşitli biçimlerde örgütlendi. Eylemsellikler geliştire- kellerinde, ticari şirketlerinde, devletin, iktidarın, rek baskı ve zulme karşı direndi. diplomasinin, orduların, siyasetin üst organlarında Kapitalist modernitenin temel devlet yapılanma kümelenmişlerdir. modeli olan ulus devlet ile birlikte tüm halkların, kadınların önüne ‘özgürlük’ aracı olarak konuldu- Özgür ve yeni bir yaşamı ğunda aslında tarihin en büyük yanılgısı, saptırması yaratma arayışında feminist bu güçlere karşı gerçekleştirildi. Oysaki ulus- devlet modelinin özü aslında faşizm idi. Faşist rejimlere, düşünür ve eylemcilerin tarihi yazılı tarihin başlangıcı ile daha fazla belirginleşen, bir rolü söz konusudur kadına karşı geliştirilen komplolarda rol oynayan zorba, kurnaz erkeğin en fazla örgütlenmiş yapı- Bu anlamda 20. yüzyılda faşizminin yükseldiği dö- lanmaları da diyebiliriz. Faşist rejimler, kadınların, nemlerde kadın hareketleri mücadelesi de yükselir. toplumun emeğinin gasbına dayanır. Aynı zamanda Kadın hareketleri hızlı bir ivme kazandığında faşizm insanlığın yarattığı tüm değerlere el koyma hareke- de anti-feminist karakterde örgütlenir. Örneğin tidir. Devlet ve iktidar güçlerinin içinde yuvalanmış, Türkiye de 1968 hareketlenmeleri sonrasında geli- palazlanmış güçleri ifade eder. İnsanlığa ait her buluş şen darbeler, yine 12 Eylül 1980 darbesinin geldiği ve keşfi de kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı dönemleri bir yönü ile bu bağlam da ele alabiliriz. en yetkince bilen kesimler bu rejimin temsilciliğini Türklük tarihi, sağ faşizmi sürekli bir mekanizma yapmaktadırlar. olarak dinamik bir biçimde üretmiş, tüm farklılıkları ötekileştirmiş, sistematik darbe mekaniğiyle var ola Örneğin nasıl ki toplumsallaşmanın başında zorba- gelmiştir. Günümüzde de AKP-MHP faşist ittifakı kurnaz erkek, kadın icat ve buluşlarına el koymuşsa, tüm toplumsal kesimleri düşmanlaştırarak büyük aynı şekilde 16. yüzyıl ile başlayan insanlık keşifle- mücadelerle elde edilen kazanımları geri alma, el rinde de bu temel de bir yaklaşımı söz konusu ol- koyma hareketi olarak sürmektedir. Böylesi dönem- muştur. Gasp etme, el koyma her türlü ahlaksız ve lerde özgürlük güçlerinin tüm iddia ve kararlılığını ilkesiz ilişkiler içine girerek, baskı, zor ve özel savaş ortaya koyması ve özgürlük tutumunda ısrar etmesi aygıtlarını sınırsız kullanarak geliştirmeyi çirkin bir tarihi gelişmelere yol açabilecek olay ve olgulara ne- maharet olarak geliştirmiştir. den olabilir Erkek egemen zihniyet ve uygulamalarında gasp etme, el koyma, yalancılık, ikiyüzlülük, komplo, On dokuzuncu yüz yılda başlayan feminist hareket- şiddet uygulama temel bir kültürdür. İnsanlığın her lerin oy hakkı mücadelesine kadının eğitim hakkı buluşunu kendi iktidarı, hegemonyası için kullan- yönündeki çabalara ve eşit sosyal, çalışma ve hu- makta ustadırlar. Kâr eksenli yaşam düzeneklerini, kuksal haklar elde etme yolundaki kampanyalara hegemonik sistemlerini derinleştirme amaçlarını kadar götürmek mümkündür. Temel hedef kadına 105 toplumsal her alanda eşit ve insani haklar elde etmek Feminizm Kendini Yeniden Yapılandırmadır olarak belirlenmiştir. 1960 sonrasında gelişen ve ka- Günümüzde faşizmin, ulus-devlet anlayışının bu dının kurtuluşunu temel hedef olarak seçen feminist denli kurumsallaştığı bu dönem de devletten ve er- grupların kendilerini ortaya koyuşları ile söylem ve kekten keskin bir kopuşu sağlayamamış düşüncele- mücadeleleri tamamen farklıdır. rin, hareketlerin başarıya ulaşması mümkün değil- Radikal, sol kanat ve postmodern feministlerin tar- dir. Feminist düşünürlerin öncelikle liberal düşünce tışmalarıyla şekillenen kadının kurtuluş hareketi sisteminden ve bunun yaşam biçimlerinden radikal eşitliği reddetmekte, temel amacını kadını ataerkil bir kopuşu gerçekleştirmesi zorunlu olmaktadır. toplumun baskısından kurtarmak olarak tanımla- maktadır. Bu yeni dalga feminizm kadını toplumsal Feminist hareketler özellikle güçlü bir kadın külliya- her alanda bağımsız ve özgür kılma, çocuk doğurma tı, kadın özgürlük düşünceleri, akademik çalışmaları ve büyütme faaliyetleri de dahil olmak üzere cinsiyet ve bunun eylemliliklerini geliştirmelerine rağmen, bağlantılı tüm rolleri terk etmeyi temel amaç olarak kapitalist sistemin düşünce ve yaşam biçimlerinden ortaya koymaktadır. Kadının kurtuluşunu siyasal güçlü bir kopuşu gerçekleştiremediler. Yine ulusal bir proje olarak kabul eden feminist gruplar, bilinç ve sınıfsal hareketlerde, özgürleşme mücadelelerine oluşturma, alternatif yaşam yolları deneme, karşıt ilham kaynağı ve öncülük etmelerine rağmen, dev- bir kültür ve literatür geliştirme gibi faaliyetlere bu rimci örgütlerin içinde ki toplumsal cinsiyetçi değer dönem de yönelmişlerdir. yargılarını, erkek egemenliğini güçlü aşmayı başara- madılar. Eylemlere öncü olarak katıldılar. Ancak si- Yine kadın özgürlük hareketlerinin sadece kadınla- lahlı bir güçleri olmadığından dolayı eylemlerde er- rın sorunları ile ilgili değil ulusal kurutuluş savaşla- kekleri destekleyen konumdan çıkamadılar. Hemen rında da çok büyük mücadeleler ve direnişler yürüt- her devrimde yer almalarına rağmen, devrim sonrası tüğünü hemen söylemek gerekir. Ancak feminizm yeniden ikinci cins pozisyonuna düşmeyi aşamadı- özelde kadın özgürlük mücadelesine, genelde ise bü- lar. Devrimler içinde özerk, otonom bir kadın ör- tün insanlık mücadelesine kadın aklı, mücadelesi ile gütlülüğünü güçlü sağlayamamaları, bütünlüklü devasa bir katkı sunmuştur. Egemen sistemin temel toplumsal bir mücadele perspektifini ve araçlarını dayanaklarının zihinsel boyutta çözümlenmesinde, yaratamamaları, toplumsal değişim, dönüşümü he- kadın özgürlüğünün görünür kılınmasında, özgür ve defleme de yaşanan eksikler nedeni ile alternatif bir yeni bir yaşamı yaratma arayışında feminist düşünür kadın sistemi ve yaşam modelini geliştirme hedefi ve eylemcilerin tarihi bir rolü söz konusudur. içinde olamadılar. Birinci ve ikinci dalga feministlerinin yaşadıkları Bu nedenle giderek etkisizleşme, marjinal, elit bir zaman ve mekân içeresinde mücadeleleri oldukça anlamlı ve tüm dünya kadınlarına güç verecek bir duruş içinde kaldılar. Bu yönü ile devrimlerin ra- düşünce ve aktivitedir. Kapitalist sistem kadına göre- dikal gücü olmalarına rağmen güçlü bir kadın ör- celi bazı haklar vererek ancak özünde kadını sömür- gütlülüğü ve kadın sistemleşmesini yaratamadıkları geleştirme işini daha da inceltip, içsel kılınmasını için egemen sistemin türevi olmaktan da kendilerini sağlayarak bu hareketleri kendi sistemi içinde etkisi- kurtaramamışlardır. Ancak tekrar belirtmek gerekir ni zayıflatmayı maalesef başarmıştır. Birinci ve ikinci ki kendi zamanı ve koşulları içeresinde güçlü bir ka- dalga feministlerinin sokaklarda, miting alanlarında dın dayanışma ruhu, kadın yoldaşlığı yaratmışlar ve gösterdiği radikal duruşu bu nedenle artık göre- toplumu çok derinden etkilemişlerdir. memekteyiz. Çünkü kapitalist sistemin toplumsal yapılar üzerindeki düzenlenişi, iktidar mantığı çok Feminizm Özgürlük Mücadelesinde Yalnız kapsamlı bir hale gelmiş durumdadır. Buna karşılık Bırakıldı kadın özgürlük hareketlerinin çok daha kapsamlı, derinlikli bir düşünce yapılanmasına ve bunun pra- Kapitalist-modernist sistemin bir büyücü gibi özel- tikleşmesine ihtiyacı vardır. likle de liberalizm ideolojisi ile tüm muhalif düşün- 106 celeri kendi içinde erittiğini görmek ve değerlendir- durum çokça yaşanmıştır. Halen de yaşanmakta- mek de önemlidir. Burada özellikle 20. yüzyıldaki dır. Kendisine sol, sosyalist, Marksist diyen birçok devrimci hareketlerin kadın sorununa yaklaşımında- örgütlenme kadının özgün örgütlenmesini gereksiz ki pragmatik, taktik yanlarını da ele almak gerekir. görebilmiştir. Sınıf ve ulus hareketleri kadın örgüt- Feminist mücadele, kadın özgürlük savaşçıları çoğu lenmelerini parçalayıcı, bölücü olarak görmüş hatta zaman birçok devrimci parti, örgütler tarafından da bunun burjuva bir sapma olduğunu ileri sürmüşler- yalnız bırakılmışlardır. dir. Kadının özgün ve özerk örgütlenmesine ise daha şiddetli bir biçimde karşı çıkmışlardır. Birçok kadın Faşizm ve kapitalist modernitenin dayandığı en güç- bu temelde devrimci örgütlerden ayrılmıştır. Ya da lü zemin devrimci örgütler içindeki erkeğin kadın ayrılmak zorunda bırakılmışlardır. Yine sadece faşist özgürlük çizgisi temelinde kendini değiştirme, dö- iktidar güçleri değil kendine devrimci diyen örgüt- nüştürme gereği duymaması, bunu bir gurur sorunu lenmelerde feminist hareketlere aşağılayıcı, küçük haline getirmesidir. Toplumsal cinsiyetçilik içinde düşürücü ithamları sergilemekten geri durmamışlar- inşa edilmiş erkeklik dönüşüme yanaşmıyor. Kadın dır. Bu da devletçi ve iktidarcı güçleri sürekli besle- özgürlüğüne, erkeğin değişim dönüşüm sorununa yen bir zemindir. hiç girmek istemiyor. Kendini burada dokunulmaz kılarak, egemen sistemin erkek kişiliğini kendisinde yaşatıyor olmasıdır. Ortak Toplumsal Mücadelelere İhtiyaç Var Günümüzdeki faşist rejimin, egemen erkek man- Kapitalist modernitenin tığının aşılabilmesi için daha güçlü bütünlüklü bir kadın ve erkeğin birbirini özgürlük paradigmasına, ortak mücadeleye ihtiyaç mülkleştiren yaşam düzeneği olduğunu hemen herkes kabul etmektedir. aşılmadan hakiki devrimcilik Toplumsal yeniden yaratılışların sağlanması için gerçekleşemez öncelikle kadın özgürlük mücadelesinin güçlü kaza- nılması gerekir. Tüm sosyalist ve sol partiler kendi yaşam anlayışlarını köklü gözden geçirme görevi ile Erkek egemenliğini kaybetme korkusunu adeta ki- karşı karşıyalar. Bunun sadece devrimci örgütlere şiliğini kaybetme korkusu haline dönüştürerek son değil tüm topluma taşırılması gerekmektedir. Artık derece yanlış bir algılama içinde bulunmakta, bunu özgür yaşamda bu ilişkileri daha güçlü yaratmamız aşamamaktadır. Egemen erkekliği aşmayı kişiliğinde ve toplumsal cinsiyetçilik kalıplarını, anlamsız tabu- bir küçülme olarak görmektedir. Bu nedenle Kapi- larını parçalamamız ve özgürlük felsefesi ile özgür- talist modernist sistemin toplumsal cinsiyetçi yaşam lük ilişkileri geliştirmemiz gerekiyor. Bunun içinde kalıpları devrimci örgütler içinde aşılmadığından kadınların özerk, özgün örgütlenmeler temelinde devrimci erkekler de ne kadar fedakârlık, cesaret ve kendilerini yeniden yaratarak toplumsallığa öncülük bağlılık gösterseler bile sonuçta kapitalist moderni- etmeleri önemlidir. Yaşamın her boyutunda kolektif tenin yaşam ve ilişkilerinin esiri olmuşlardır. kadın öncülüğünün, kadınların demokrasi, eşitlik ve Kapitalist modernitenin kadın ve erkeğin birbirini özgürlük ilkeleri temelinde çalışma yapması gerek- mülkleştiren yaşam düzeneği aşılmadan hakiki dev- mektedir. Kadınlar toplumsal yaşamın her alanına rimcilik gerçekleşemez. Bireyler de özgürleşme sağ- girişte örgütlü ve kolektif bir yaklaşım sergilemek lanmadan nasıl devrimci olunur. Devrimci hareket- zorundalar. ler ne denli mücadele ederlerse etsinler, bu anlayış Kapitalist sistem yaşamının, kadınları tek tek yalnız- aşılmadığı müddetçe sonuçta kapitalist modernist laştırıp, atomlarına kadar ayrıştırarak köleleştirmek yaşamın ağlarına takılmaktan, av olmaktan kendile- istemesini de asla kabul etmemeliyiz. Erkek kadını rini kurtaramazlar. komünal yaşamdan kopartarak, mülk haline getir- Reel sosyalist ve ulusal kurtuluş hareketlerinde bu miş, köleleştirmiştir. Toplumun bütününü köleleş- 107 tirmek için kadınlar bir araç durumuna getirilmiştir. kaybedişi yaşadılar. Bu yüzden devrimci örgütlerde En doğal olan kadın- erkek ilişkilenmesinin içine kadına yaklaşımda ki, egemenlikçi yönler aşılmadan ölümcül iktidar duygu ve düşünceleri yerleştirilmiş- devrimlerin başarma şansları yoktur. Kadın yaşamın tir. Özgür aşkın öldürülmesinde ve salt güdülere her alanına farklılıkları gözetilerek eşit bir biçimde dayalı bir ilişkilenme biçiminin geliştirilmesinde; katılım göstermelidir. Eş başkanlık sistemi ve ka- kadınların mülk haline getirilmesinin büyük payı dının siyasete eşit katılımı gerçekleşmelidir. Kadın vardır. Egemen erkeklik, kadın köleliği ve yaşamın yine siyasi karar mekanizmalarında, eşit bir şekilde sanki tek hakikatmiş gibi inşa edilmesi, cinsler ara- var olabilmelidir. sındaki birliğin- tamamlayıcılığın bozulması, aşkın Bunun yanında feminist hareketlerin ve kadın öz- öldürülmesi anlamına gelmektedir. Kadın hakikati egemen erkek anlayış tarafından işgal edilmiş, dağı- gürlük mücadelelerin deneyimlerinden kadınlar tılmış, parçalanmış bir halde iken sevgi ve aşkı da bi- olarak da güçlü sonuçlar çıkarmak çok önemlidir. lemez. Kişiliğinde aşk hakikatini yaşayamaz. Kadın Kadınların radikal, bütünlüklü bir özgürlük anlayı- hakikatinin yeniden yaratıcı potansiyeli ile buluş- şına sahip olmaları ve bu temelde yeni bir sistemin ması, kendi hakikatini yakalaması ancak yoğun bir inşacısı olmaları erkeğin ve toplumun dönüşümün- özgürlük mücadelesi ile irade kazanması, toplumsal- de belirleyici bir role sahip olmalarını beraberinde laşması ile mümkün olabilir. getirecektir. Bu temelde feminizmin güçlü, bütünlüklü bir kapi- Örneğin kadınların özgürlük anlayışları başlangıçta talist sistem analizini yapabilmesi, kendisini yeniden kaba eşitlikçi bir tarzı aşmıyordu. Yaşamın bütünü- yapılandırması ve büyütmesi gerekmektedir. Yine nü sorgulamak yerine, bir parçasını sorgulamak ve feminist akımlarda oldukça güçlü etkisi görülen po- salt buradan mücadele etmek sonuç alıcılıkta zayıf- zitivist- oryantalist yaklaşımların aşılaması önemli- lığa götürebiliyordu. Yaşamın tüm boyutlarında er- dir. kek gibi olmayı istemek, erkeğe benzeşmek kadının karakterinde derin yaralanmalara, parçalanmaya ve kişiliksizliğe götürebiliyordu. Özgür ve yeni yaşam Faşizme Karşı Mücadele İçin erkek yaşamına, yaklaşımına bakılarak geliştirile- Kadın Örgütlülüğüne İhtiyaç Var mez. Bu egemenlikçi sistemin kadınlar için kurdu- ğu en büyük tuzaktır. Sanki erkek özellikleri kadın Özgün- özerk kadın örgütlülüğü devrim zamanında tarafından temsil edildi mi özgürleşme sağlanıyor. ve sonrasında da olacak bir örgütlenmedir. Ve hatta Bu devrimci örgütlerin mevcut devleti yıkıp yerine en fazlada devrim sonrası toplumun yeniden inşa- kendi devletlerini inşa etmeleri ile aynı anlamı taşı- sı için kendi özerk- otonom yapılarını korumalıdır. Toplumun yeniden inşa süreci kadının öncülüğünde maktadır. Oysa ki halkların, kadınların, çeşitli inanç gelişir. Beş bin yıllık toplumsal cinsiyetçilikle mü- ve kültürlerin devlete değil demokrasi, adalet ve cadele yüz yılları alan bir mücadeledir. Bu açıdan farklılığa dayanan bir özgürlüğe, ekolojik bir yaşama devrim sonrası süreçler kadınların en fazla örgütlen- ihtiyaçları vardır. mesi, çalışması gereken süreçlerdir. Yoksa faşizmin, Bu anlamda kadınların, halkların, inanç gurupları- ulus-devletçi anlayışların çeşitli versiyonları kadınlar nın kendi egemenlerine benzemeden yeniden yara- ve halklar için sürekli bir tehlike olarak yaşamın çe- tılışlarını gerçekleştirme sorunları ciddidir. Yeniden şitli alanlarında varlığını sürdürecektir. yaratılış, öze dönüş, kendini bulma, kendini bilme Unutmamak ve tekrarlamak gerekir ki, 20. yüzyıl sağlandığı oranda egemenlikçi sistemin yaşam düze- devrimlerinde kadınlar, gençler, toplumun çok çe- nekleri aşılabilecektir. Ezilenler, egemenlere benze- şitli kesimleri dışarıdaki işgalci güçlere karşı yiğitçe şerek özgürleşmeyi sağlayamazlar. Bu devleti, erkeği direndiler. Ancak devrimci örgütler içeresindeki ka- eleştirip ama sonra ona benzeşmek için mücadele dın özgürlüğünü geliştirme ve bunun sistemleşmesi- etmeye götürür ki, buradan alternatif özgür yaşam ni geliştirmede aynı başarıyı yakalayamadıklarından seçeneği ortaya çıkmaz. 108 Devlet ve erkek mantığında temel ilke “ya benim rek vardır. Faşizme karşı ortak kadın dayanışmasını olursun ya da kara toprağın”dır. Ya egemen sistem gerçekleştirebilmeliyiz. 21. yüzyıl itibarı ile kadınlar içinde yaşar ona benzeşir, onunla kölelik ilişkisi te- özgürleşme konusunda büyük adımlar atmaktalar. melinde yaşarsın ya da dışlanır, kötülenir, yok edi- Ancak daha fazla birbirinin tecrübesinden fayda- lirsin. Çoğu zaman kadınlar, erkekleşmeyi; halklar lanmaya, sonuçlar çıkarmaya, birlikte tartışmaya ve ve bireyler ise devlet- yetki sahibi olmayı özgürlük eylemsellik geliştirmeye ihtiyaç vardır. Faşizme kar- sandılar. Bu büyük yanılgıdan kendilerini kurtara- şı savaş ve hakiki başarıların kazanılması için hem madılar. Bu yanılgının anlaşılması yüz yılları aşan zihniyette bir yenilenme hem de buna denk yaşam bir mücadele pratiğinin derinlikli analizi sayesinde inşalarının gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır. Tür- olabildi. kiye’de faşizmin aşılabilmesi için daha radikal kadın özgürlük mücadelelerine ihtiyaç var. Başta kadın ve Kürt Özgürlük Hareketi’ndeki mücadele biçiminde gençlik hareketleri olmak üzere tüm sistem karşıtı en temel farklarından biri de bu olmuştur. Sistem güçlerin ortaklaşa direnişe geçebilecek bir pozisyonu yaşamını sürekli çözümlemiştir. Bu temelde öncü- yaratabilmesi faşizmi geriletecektir. lükte yaşanan eksiklikleri gidererek büyük özgürlük yürüyüşünü devam ettirmeyi başarmıştır. Alternatif Feministler ataerkil sisteme karşı güçlü bir başkal- bir özgürlük zihniyeti ve sistemini bu temelde yapı- dırıyı tarihsel olarak gösterdiler. Onların mücadele landırmıştır. yöntemlerinden, özgürlük kuramlarından çok şey öğrendik. İnsanlık, bu anlamı ile bu özgür kadın

topluluklarına çok şey borçludur. Şimdi ise kadın Jineoloji Tüm Toplumun Ana Bilimidir hareketlerinin ideolojik olarak kendilerini güçlü Bu anlam da kadınlar açısından yeni bir bilim ola- gözden geçirmenin ve yeniden yapılandırarak diren- rak jineolojiyi çok daha derinliğine anlamamız ve melerinin zamanıdır. Bunun Jineoloji çalışmalarıyla güçlü bir şekilde yapılabileceğine inanıyoruz. İktida- bu bilimi kadınlar olarak daha güçlü oluşturmamız ra, devlete bulaşmış, erkekleşmiş yapılanmaları jine- gerekmektedir. Feminizm tanımlama olarak, mü- oloji araştırmaları yaparak aşabiliriz. Zihniyetimizi, cadele yöntem ve taktikleri açısından da kadınların kişiliğimizi bu temelde yeniden yapılandırabiliriz. ve toplumun ihtiyacını yeterince karşılayamıyor. Ji- neoloji tüm bilimleri, yaşamı, tarihi kadın gözü ile Kapitalist yaşamın, köleci yaşamından artık mutlak yeniden ele alıyor, sorguluyor bununla yetinmeyerek kurtuluşu sağlamalıyız. Faşizmi köklü, radikal aşa- yeniden yapılandırıyor. Jineoloji sadece kadın özgür- bilmek, özgürlük zihniyetini kendimizde geliştirmek lük hareketlerinin, kadın haklarının değil bir bütün ve faşizme karşı ortak bir kadın örgütlenmesinin ve olarak toplumsal yaşamın bütün alanlarını yeniden halkların birlik mücadelesinin güçlü yürütülmesin- yapılandırma iddiasındadır. Eril bilim dünyası aşı- den geçer. Bu bize mutlak başarının kapılarını ardı- lamadan toplumsal mücadelelerin güçlü yürütülme- na kadar açar. si oldukça zordur. Kadın bilimi Jineoloji bu yönü ile son derece derinlikli, pozitif, yapıcı bir yaklaşım göstermenin iddiası içindedir. Feminist değerleri de ileriye taşımanın iddiasındadır. Sadece kadınların değil tüm toplumun ana bilimidir. Kürt kadınları- nın özgürlük mücadelesi feminizmin tecrübelerini de kendi özgürlük tarihi olarak kabul ederek ancak yetmez ve yanlışlıkları aşarak yürüme kararlılığı ve iddiasındadır. Faşizmi, erkek egemenliğini onun yaşam tarzlarını aşabilmek için daha derinlikli, bütünlüklü, bir düşü- nüş biçimine ve ortaklaşa bir kadın mücadelesine ge- 109 Toplumsal Bir Kanser Olarak Faşizmin Tahlili

Ömer Okul

“Faşizm konuşma yasağı değil, söz söyleme zorunlulu- modernist sistem, esnek yapısı, pragmatist zihniye- ğudur” ti, kendini yenileyebilme kapasitesi ve en önemlisi Roland Barthes de o zamana kadar siyaset arenasına sürmediği fa- şist yönetim modeli sayesinde ömrünün uzatmayı Günümüzde yabancı düşmanlığı, ırk ayrımcılığı, başarabilmiştir. Şüphesiz can çekişen canavara son etno-kültüralist hareketlerin siyaset sahnesine arz-ı darbeyi vuracak olan alternatif devrimci hareketle- endamına tanıklık etmekteyiz. Zenofobik itkilerin rin (komünistler, sosyalistler, anarşistler başta olmak başat rol oynadığı PEGİDA’nın Kıta Avrupası’nın üzere) cepheden mücadele ettikleri sistemin zihniyet kalbinde düzenlediği gösteriler, liberal burjuva de- formunu, davranış kalıplarını, modern rasyonalist mokratik düzenin temsilciliğini yapan ABD’de dünya görüşünü aşmalarının ve yine aynı sistemin post-muhafazakarlık olarak nitelenen siyasi hare- sol versiyonu olmanın ötesine geçememelerinin de ketin Trump şahsında kazandığı seçim zaferi; başta Fransa ve Hollanda da olmak üzere aşırı sağ kulvar- bu durumun yaşanmasındaki rolü göz ardı edilemez. da siyaset yapan hareketlerin yükselişi yeni bir çağın Sonuçta, liberal demokratik parlamenter sistemin eşiğinde olduğumuzun, İkinci Dünya Savaşı sonrası mekanizmaları Adam Smith’e atıfla piyasanın (dola- kapitalist-modernist sistemin can simidi olarak kul- yısıyla toplumsal uyumun) sağlıklı ve kendiliğinden landığı refah devleti projesinden sonra, 1980’lerle işlemesini sağlayacak “görünmez el”in ve de “her sembolleşen Neo-liberal politikalarla da yolun sonu- arzın kendi talebini yaratacağı” böylelikle de kapi- na geldiğinin açık emarelerini görüyoruz. Söz konu- talist ekonomik sistemin dengeli bir büyüme içinde su siyasal ideolojik akımların nüfuz alanı sadece batı olacağına dair aksiyomlarının aksine tıkanan sistem ile sınırlı değildir. İçinde yaşadığımız coğrafyanın da cephaneliğinde saklı tuttuğu en tehlikeli, en ölüm- dahil olduğu geniş bir alanı kapsayan, zehirli sarma- cül ve en baskıcı silahı olan faşizmi ileri sürmekten şık gibi hızlı büyüyen ve insanlığın özgürlükçü ve bir an bile imtina etmemiştir. Faşizmi, boğulmak- eşitlikçi birikimini tehdit eden siyasi ideolojik hare- ta olan bir siyasal ideolojik rejimin kendisini çıplak ketler kimi yerlerde uçlaşarak faşizm olarak tezahü- zor ve zoraki rıza yaratma yoluyla üretmeye yöne- rünü bulmakta, kimi yerlerde ise Hibrid özellikleri len Alman Nazizm’inin asal modeli çerçevesinde dolayımıyla yarı faşist, askeri diktatörlük gibi isim- rahatlıkla görebiliriz. Bu çerçevede Alman Nasyonal lerle anılmaktadır. Sosyalizm’ini (Nazizmi) felsefi, politik ve örgütsel Lenin, 20.yy’ın başında kapitalist dünyanın ken- boyutlarıyla çözümleyip onun genel anatomisini ser- dine içkin yapısal bozukluklarının sonucu olarak, gilemek, hem geçmişteki diğer faşizm denemelerini belli periyotlarla yinelenen ekonomik krizleri siya- hem söylem farklılaşması bağlamıyla formatlanırken sal ve toplumsal bakımlardan da hareketle “can çe- öz olarak aynı kalan Neo-faşizmleri anlamamıza im- kişen kapitalizm” olarak tanımlanmıştır. Kapitalist kan tanıyacaktır. 110 I. sel bir hareket olarak zuhur etmesinin miladı olarak Faşizmi Vülger bir şekilde, ahlaki açıdan iyiye karşı kabul edilir. Birinci Paylaşım Savaşı sonrası oluşan kötünün felsefi açıdan hakikate karşı yalan ve aldat- siyasal ve toplum krizlerin yanında klasik burjuva manın; estetik olarak güzele karşı çirkinin ve yine demokratik sistemin siyasal mekanizmalarının aç- bilimsel bakımdan doğruya karşı mistik-metafizik mazları ve çözümsüzlüğü; ve yine sosyalist devrim yanlışın temsil edildiği aşırı uçtaki bir fikir şablonu- olasılığı, faşizmin çıkışı için uygun iklimi yaratmış- nun maddi yaşamda kendisini bir siyasal rejim ola- tır. Özellikle geç ulus-devletleşme ve endüstrileşme- rak var etmesi olarak tanımlayabiliriz. Ancak sosyal si nedeniyle emperyal paylaşımda “hak” kını alma bilimlere dair bir kavram olması nazarıyla müphem- umuduyla girdiği savaştan büyük bir yenilgi alarak likle malul bir olgunun tarihsel, kültürel, entelektüel çıkan Alman devleti, sırtına binen yüklü tazminat- bir alt alanının olduğunu, toplumsal siyasal koşulla- lar, savaş ekonomisinin yol açtığı krizler, toplumun rın olgunlaşmasıyla kuvveden fiile çıktığı bilincimi- yaşanan yenilgiler sonucu yerle yeksan olan onuru ve zin kapması alanında olsa da faşizmin ne’liğine iliş- yaşamış olduğu psikolojik travma dolayısıyla faşiz- kin bir konsensüse ulaşmanın nirengi noktası, onun min boy vermesi için uygun mekan haline gelmiştir. çıkış koşullarının irdelenmesiyle mümkündür. Toplumsal gerilimlere ve ekonomik krizlere ahlaki 19.yy’da bazı Avrupa ülkelerinin faşizan hareketlerin çöküş ve psikolojik travmanın eşlik ettiği “dekadans” arketiplerine rastlanır. Anti-semitist ve anti-kapi- dönemleri devrimci hareketlerin kıyasıya kapışması talizm söylemle neşet eden küçük bazı azınlıkların ve şedit mücadelelerine sahne olur. Hedefe ulaşma marjinal olan bu grupların ömrü bir kıvılcım kadar doğrultusunda ideolojik, siyasal örgütsel mevzile- sürmüştür. Her ne kadar söz konusu grupların ömrü niş, uygun strateji ve taktikler üretme kapasitesi, kısa olup, artlarında siyasal ve programatik bir örgüt en önemlisi de zamanın ruhuyla örtüşen retorikle geleneği bırakmamışlarsa da haleflerine faşist hare- paralize olmuş, yön şaşkını, hayal kırıklıkları nede- ketin siyasal, felsefesinin temel yapı taşı olan “hayat, niyle öfke, nefret duyguları kabarmış kitleleri etkile- ancak eylemle doğar ve kazanır” mottosunu miras me gücünü elinde bulunduran kesimin gelişmelere olarak bırakmışlardır. yön vermesi gibi siyasal dinamikler tarihin rotasının Faşizmin resmi anlamda doğumu, özellikle II.Enter- geriye ya da ileriye tayininde belirleyicidir. Tarih nasyonal’in en temel konusu olan sosyalist hareketin yapımcılığında kitlelerin rolünün mü yoksa tarihi paylaşım savaşına karşı tutumunda, ulusal çıkarları kahramanın gizil ve olağanüstü gücünün mü belir- Enternasyonalist dayanışmanın ve devrimci ham- leyici olduğu konusuna girmeden tarihin yönünün lenin önünde tutan revizyonist kliğin temsil ettiği her zaman için ileriye doğru evrimsel bir hamle içe- siyasi çizginin de çok ötesine savrulan, ideolojik baş- risinde olduğunu iddia eden modern-rasyonel pozi- kalaşıma uğrayarak aşırı sağ istikamette ilerlemeye tivizmin, faşizmin Almanya’da yükselişi ve iktidara başlayan eski bir sosyalist olan Benitto Mussolini’nin gelişiyle büyük bir yanılsamayı yaşadığını açıktır. ebeliğinde gerçekleşmiştir. Birinci Paylaşım Savaşı’n- Faşizmin Almanya’da uç verip 1933’te iktidarlaş- da ulusal burjuva sınıfın karşısında yer alan ve ya- masında “dekadans” olarak adlandırılan dönemsel şanan durumu devrimsel kalkışmanın zemini olarak koşullar kadar kapitalist-modernist sistemin egemen değerlendiren (bu kapsamda 1917’de Rusya’da Ekim sınıflarının payı ve sol siyasi cenahın günahı vardır. devrimi denemesi gerçekleşmiştir) devrimci sosya- Fransız devrimi sonrası sosyal, siyasal ve ekonomik listlere karşı savaşma parolasıyla savaş yanlısı sendi- yaşama damgasını vuran bireysel hak ve özgürlükleri kalistlerden, milliyetçi muharip askerlerden, tarih ve toplumsal gerçeklikten üstün tutan, serbest piyasada toplumun bilimsel- kurgusal temelde dizaynını ve özgür rekabeti savunan ekonomik model, kamusal yine hıza ek olarak şiddetin özgürleştirici nitelikleri- yararı bireysel mutlulukların toplamına eşitleyen fel- ni yücelten fütürist (gelecekçi) öğelerden müteşekkil sefi yorum ve bireylerin özgürlük ile güvenlik koşul- Fasci Di Combotmettion’un (Mücadele Derneği) larını sağlayan minimal devlet anlayışının temsilcisi 1919’da kuruluşu faşizmin siyasal ideolojik ve örgüt- liberalizm akımı ve onun siyasi temsilcileri, 19.yy 111 boyunca geleneksel güç odaklarına karşı ezilen ve sö- de ulaştıkları durak, muhafazakarlığın değer temelli mürülen halk kitlelerine dayanmış ancak bu “ittifak” tutumunu terk edip liberalize olması; liberalizmin uzun sürmemiştir. Siyasal ve ekonomik güç skalası- ise tarihi sloganın parçaları olan eşitliğin yerine hi- nın zirvesine doğru tırmanıp bütün dizginleri eline yerarşiyi, kardeşliğin yerine itaati ve özgürlük yerine geçirdikçe yeni egemen sınıf olan burjuvazi, maddi otoriteyi koyup muhafazakarlaşmasıdır. 20.yy’ın eşi- yaşamda karşılığı olmayan soyut karakterdeki hu- ğinde baş gösteren gittikçe derinleşen krizlere dönü- kuksal eşitliği, özgürlüğü emeğin pazarda serbestçe şen sistemsel tıkanmaların maliyetini emekçi-yoksul satılması; kardeşliği ise kapitalist sisteme (kaçınılmaz halk kitlelerine fatura etmeyi amaçlayan, alternatif şekilde) içkin sınıfsal çelişki ve toplumsal çatışmala- toplumsal varoluşu vücuda getirmeye muktedir ide- rın üstünün örtülmesi ve adaletsizlikleri doğallaştır- olojilerle toplumsal tahayyülleri (Marksizm, Anar- maya yönelmesi olarak anlamış; bu da sunumuyla şizm gibi) bariyerlemek amacıyla egemen sınıfın simgeleşen başlangıç ilkelerinden uzaklaşmasına, aynı soy kütüğünden türeyen bu siyasal ideolojilerin giderek muhafazakar ideoloji ile yakınlaşmasına ve bir alaşım olarak içi içe geçmeleri sınıfsal çıkarlarının ondan ödünç aldığı tutum ve davranışları sergile- gereğidir. Hülasası mülkiyet temelli olan bu iki ana mesine yol açmıştır. Ezilen ve sömürülen sınıf -ki o akımın ezilen sömürülen sınıflara karşı düşmanlık dönem için temel ontolojik özne olan bilinçli prole- fikriyatı etrafında içiçeleştikleri görülür. taryaya tarihi bir misyon biçilmiştir- güçlü devrimci bir hamle içinde olduğu bir dönemde, görünürde birbirine hasım ve rakip siyasal ideolojiler olan libe- Komintern faşizmin salt bir ralizm ve muhafazakarlığın izdivacına, onların daha burjuva hükmetme biçimi ola- girimli hale gelerek bakış açılarındaki farkların silik- rak ele alınmaması gerektiğine, leşmesine, giderek yek vücut halde ortak düşmana burjuva parlamenter sistemler- karşı birleşmelerine tanıklık etmemiş olması çelişki den ayrılan bir iktidar biçimi değil, aksine eşyanın doğasına uygun bir gelişmedir. olduğuna dikkat çekmiştir Kadim otantik değerleri, toplumsal töreleri, aşkın ahlaki düzeni, dinsel kanunları, geleneksel siyasal ve sosyal kurumları kilit öneme sahip temalar ola- Birinci Paylaşım Savaşı’nda daha da kötüleşen du- rak kabul edip sahiplenen ve bunları kendine düs- rum karşısında normal siyasal mekanizmaların tur edinen muhafazakar düşüncenin içinde yaşadığı çözüm üretmedeki yetersizliği geniş toplumsal ke- siyasal düzeni statükocu tarzda sahiplenişi, sosyal simlerde güvensizlik duygusunun keskinleşmesine dönüşümlere tepkisizliği, Aydınlanma rasyonalizmi- ve sonuç olarak bu kesimlerin burjuva demokratik nin ve onun çıkarımları sonucu şekillenen toplumsal parlamenterizmine sırtını dönmesine yol açmıştır. kurguya şüpheciliği onun burjuvazinin çıkarlarıyla Özellikle bürokratik devletin, liberal düşünürlerin örtüşür karakter taşıdığının göstergesidir. Fransız teorilerinin aksine, alabildiğine büyümüş olmasının devriminin halkçılık vurgusuna ve sans-culotte ola- da etkisiyle toplum içinde sayısı ciddi temelde art- rak anılan yoksul “kalabalıkların” siyasi toplumsal mış bulunan orta sınıfın yaşadığı statü kaybı endi- arenada ciddi bir güç haline gelmelerine karşı ge- şesi yeni arayışların koşullarını olgunlaştıran bir du- leneksel aristokrat-elitist kesimlerin tepki hareketi rum yaratmıştır. Yüzer-gezer, rotası belirsiz, sınıfsal olarak ortaya çıkan muhafazakarlık, köken tezle- karakteri gereği kaypak ve kararsız olan bu kesimin riyle bağlarını gevşetip pragmatizmle yakınlaşarak tercihlerini ve iradelerini massederek yeni bir siyasal siyasal bir güç olabilme hedefiyle kendine yeni bir hareket olarak temayüz etmeleri faşizm olarak şekil- yol haritası çizmiştir. Bu güzergahta yolları, ortaya lenmiştir. Alman faşizmi savaşta aldığı yenilgiyi kut- çıkışından itibaren kitle/halk temelli siyaset üreten sal Germen İmparatorluğundan mülhem fütuhatçı liberal burjuvazi ile kesişmiştir. Kapitalist-modernist ruhla unutturmaya, beri yandan emperyal yayılma- sistemin ana akım ideolojik-siyasal yapıları olarak cılıkla yabancı toprakların ele geçirileceği vaadi ve liberalizm ve muhafazakarlığın tarihsel serüvenlerin- propagandası ile hem sıradan halkın desteğini sağ- 112 lamış hem de egemen sınıfları arkasına almıştır. Di- len burjuva iktidarının bir uzantısı olarak görül- ğer yandan ödünsüz anti-komünist politik söylemle mesi faşizmin dünya siyasetinde önemli bir aktöre statü kaybı korkusu içindeki orta sınıflar açısından dönüşmesini beraberinde getirmiştir. Yeni siyasal çekim merkezi yaratmıştır. Egemen sınıfların, med- konjonktürün gerçekçi bir çözümlemesini 1933’teki ya araçlarıyla, eğitim kurumlarıyla faşizan değerle- Reiehtag yangını ile ilgili olarak tutuklanmış ve bu ri yüceltmeleri, böylelikle rıza ve meşruiyet zemini sayede faşizmi tüm veçheleriyle yakından tanımış üretmeleri, Nazi partisini maddi-finansal açıdan G.Dimitrov ve akabinde Clara Zetkin 1935’teki III. desteklemeleri, partinin ve örgütlerinin oluşumun- Komintern’de yapmışlardır. Dimitrov, faşizmi “fi- da teorik-entelektüel katkıda bulunmaları faşizm ile nans kapitalin en gerici, en şovenist ve emperyalist geleneksel egemen sınıf olan büyük junkerlar ile Al- öğelerin açık terörist diktatörlüğü” olarak tanımlar- man burjuvazisi arasındaki ilişkinin içeriğini gözler ken, Komintern bu iki izlek üzerinden giderek, fa- önüne sermektedir. Bu noktadan hareketle, faşizmin şizmin salt bir burjuva hükmetme biçimi olarak ele egemen sınıflar açısından yeri ve zamanı geldiğinde alınmaması gerektiğine, dahası sınırsız ve sürekli şid- sınıfsal çıkarları gereği kullanılması zorunlu bir siya- det uygulaması ile burjuva parlamenter sistemlerden sal rejim olduğu yargısına varabiliriz. ayrılan bir iktidar biçimi olduğuna dikkat çekmiştir. Almanya ve İtalya’da faşizmin yükselmesinde ve Ancak bu tanımlama sonrası, faşizmle mücadele sa- iktidarlaşmasında özgürlük, adalet, emek, barış, mimi ve tutarlı liberal burjuvalar dahil, sol-sosyalisti demokrasi ve eşitlik gibi evrensel değerler eksenli ve sosyal demokratları da içeren geniş halk tabanlı politika yürüten sol-sosyalist hareketlerin de vebali faşizme karşı mücadele platformunun oluşturulma- olduğunun altını çizmek gerekir. Her sistemsel kri- sına yönelik politik yönelimler içerisine girilmiştir. zin faşizmle sonuçlanacağı gibi bir gerçeklik söz ko- Ne var ki, bu çabalardan pek sonuç alınamamış, fa- nusu değildir. Böylesi bir düşünce tarzının kaderci şist tehdit gittikçe gözü kara bir saldırganlık ve ya- determinizmi, dolayısıyla “kaçınılmaz” sonu peşinen yılma politikası ile tırmanışa geçmiş Doğu’da Sovyet kabullenen ve yazgısını tevekkülle besleyen bir pa- sosyalist devrimini yutmak; Batı’da ise liberal burju- sifizme ön ayak olacağı kesindir. Girişte de belirt- va demokrasilerine son verip global çapta hegemon- tiğimiz gibi, her toplumsal kriz beraberinde büyük yasını tesis etmek amacıyla yeni bir dünya savaşının alt-üst oluşlara gebe devrimsel durumları ifade eder. çıkmasında başrol oynamıştır. Sol-sosyalist hareketlerin yaşanan gelişmeleri çö- Tikel anlamda İkinci Dünya Savaşı’nın evrensel an- zümlemedeki kısırlığı ve darlığı kendi içinde yaşamış lamda ise modern savaşların nedenlerini salt faşizm- olduğu ideolojik, politik ve örgütsel bölünmüşlüğü, le izah etmek, kapitalist modernist sistemi aklamak, fraksiyonel yaklaşımları, yakın süreçlerde sosyal de- bir ağacın görüş alanını kapatarak arka plandaki or- mokratların deneyimlediği yönetim pozisyonundaki manı görmezden gelmek anlamına gelir. Toplumsal egemen sınıfa yedeklenmesi ve iktidar olma sarhoş- eşitsizliğin hiçbir zaman olmadığı kadar derinleştiği, luğuyla sergilemiş olduğu ilkesizliği Dreyfus Olayı adaletsizliğin egemen hukuk literatürü eliyle meşru- sonrası sosyalistlerin hükümete gelmeleri ve 1914 laştırıldığı, kâr uğruna insan emeğinin ve doğanın Birinci Paylaşım Savaşı’na dair ulusal burjuvazinin acımasızca sömürüldüğü bu sistemin kendisi savaşın safında yer alan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin temel üreticisi durumundadır. Öcalan’ın vurguladı- tavrı en uç pratikler olarak hafızalara kazınmıştır. Bu ğı gibi “faşizm, kapitalist tekelciliğin iktidar biçimi durum büyük hayal kırıklıklarının yaşanmasına, do- olan ulus-devletin içte ve dışta ezilen ve sömürülen layısıyla da solun kan kaybetmesine neden olmuştur. kesimlerle rekabet halinde olduğu güçlerle savaş ha- Özellikle, yükselen faşist dalganın radikal muhafa- line girdiğinde vardığı aşamadır.” Ulus devletçi ikti- zakar karakterinin çıplak şiddet ve sindirmeye dayalı dar biçimine halel getireceği düşünülen her unsurun özelliklerinin yeni bir siyasal akımın boy verdiğinin vücuda musallat olmuş mikrop olarak değerlendiril- analizinin gerçekçi temelde yapılanmaması ve bu diği ve sağlıklı bir bünyeye kavuşma yolunda başvu- durumların ayırt ediciliğinin es geçilerek alışılage- rulan “terapinin” adı faşizm olmaktadır. 113 Alman Nazizmi örneği bağlamında faşizmin ön- şanan politik-ekonomik kriz ve anlam kaybı sonucu celikle terörist bir diktatörlük olduğu konusunda oluşan nihilist tabloda modernlik başat pozisyonda herhangi bir şüphe yoktur. Ancak, parti programına yer almıştır. Uzun ve zorlu bir düşünsel entelektüel ve söylemine yansıyan ve birbirlerinin antinomisi mücadele sonucu otorite, din ve felsefe üçlüsünün olarak değerlendirilmesi mümkün olan, sosyalizm gücünü kırarak siyasal alandan ekarte etmeyi başar- ile özel mülkiyetçilik, kadınlara eşit oy hakkı ile mış fakat akla dayalı meşruiyetin ilkelerini hakim toplumun her kesimine hitap eden karakteri bağla- kılmış olmasına karşın, 20.yy’da aklın düşüşü ve zil- mında yanıltmaya, manipülasyona ve akıl çelmeye leti ile sonuçlanan mana ve maneviyat dünyasındaki göre kurgulanmış, karmaşık, muğlak ve eklektik bir çöküşe karşı koyacak güçte olamamıştır. Ana akım “ideoloji” olarak karşımıza çıkar. Gücünü ve cazibe- siyasal ideolojilerin ortaya çıkmasında belirleyici rol sini biraz da buradan alır. Farklı toplumsal grupları oynayan bu felsefi ekole yakından bakmakta fayda bir araya getirmesi ve Alman halkının yaşadığı çökü- vardır. şü ve mağduriyetini sürekli işleyerek bunun yerini Rasyonalizm, Aydınlanma çağı ile özdeşleştirilir ve alacak birlik, saflık, güzellik imgesiyle yüklü “altın adlandırılır. Oysa tarihsel ve kültürel arka planların- çağ”lara dönüş anıştırması şeklinde biçimlenen si- da yüzlerce yıllık felsefi birikim ve bilimsel ilerleme yasal davranış çizgisi ile somutluk kazanan Alman bulunmaktadır. faşizmini milliyetçiliğe, otoriter politik harekete, saldırgan şoven ulusçuluğa, tutkulu bir demokrasi Aydınlanma felsefesi olan rasyonalizm evrensel doğa karşıtlığına, üstün güçleri olan tinsel bir liderin ve kanunlarının akıl yoluyla kavranabileceğini niren- seçkin bir grubun egemenliğine dayalı siyasal bir yö- gi noktası olarak ele alır. Bu anlamda insan aklının netim olarak tanımlarsak onun öteki kavramsal uğ- sadece doğa kanunlarını değil, toplumsal-sosyal raklarını da özetlemiş oluruz. Kimi düşünürlere göre yaşamın değişmez kanunlarını da açığa çıkararak, faşizmi kitlelerin fanatik bağlılığı ve lidere taparca- siyasal ve sosyal düzeni bu yasalar ışığında kurarak sına duyduğu inanç nedeniyle siyasal bir teoriden ilerlemeci tarih anlayışını yaşamsallaştıracağına dair ziyade bir inanç olarak görmek gerekir. Özellikle zor inanç temel postülatını oluşturur. Statik dinsel dün- zamanlarda boy veren bütüncül bir politik toplum- ya görüşünün sorgulanması ve siyasal yaşamdan dış- sal ve kültürel yeniden doğuş sürecinin gerekirliği lanması ile dinamik bir toplum, devlet-toplum-birey inancından beslenip ilhamını buradan alsa da çağdaş üçgeninde, özgürleşen birey lehine düzenlemeler, politik akımların değişken bir türü olarak faşizmin toplumsal gerçekliğin bilim eliyle düzenlenmesine Batı medeniyetinin ve onun kapitalist modernite dayanan pozitivist anlayış, kendi çıkarını ve mutlu- olarak sistemleşmiş zihniyet örüntüsünün bir ica- luğunu önceleyen araçsal aklın işlevselciliği rasyona- dı olduğu bilinmelidir. Faşizm kavramına ilişkinin lizmin zihniyet kalıplarını oluşturur. Ancak, rasyo- müphemliği ortadan kaldırmak için onun performa- nalizm Yunan mitolojisindeki Janus’a benzer; biri tif edimlerinden, diğer bir deyişle propagandatif-a- geleceğe bakan parlak diğeri geriye bakan ve karanlık jitatif söylemlerinden ziyade pratiğine odaklanmak olan iki yüze sahiptir. Optimist akılcılığın etkisiyle gerekir. bütün insanlık için ilerleme fikrini ortaya atsa da ge- rek kapitalizmin eşitsiz gelişmesiyle yaratmış olduğu adaletsizlikler gerekse de insanların maneviyat dün- II. yasında açtığı boşluk nedeniyle bu ereğe ulaşmadığı Faşizm geleneksel muhafazakarlığın ideolojik argü- gibi ağır toplumsal sorunların yaşanmasına sebep ol- manlarını kullanarak, şoven ve militarist özellikler muştur. Çünkü kendine has çok yönlü ve kompleks aşılayarak bütünsel varlığını tamamlamış moder- dinamiklere sahip insanı ve toplumu sabit yasalar nizmin (liberalizm ve komünizmle beraber) üç ana çerçevesinde yoğurmaya ve şekil vermeye çalışmanın dalgasından biridir. Faşizmin modernist rasyonel fel- sonuçlarını şu şekilde sıralar: “aynılaşan, yığınlaşan, sefenin yaratımı olduğunu ve siyasal projelerinin bu- baskı altında tutulan tek sesli toplumsal gerçeklik: radan beslendiğini belirtebiliriz. Çünkü 20.yy’da ya- batı medeniyetinin etnosentrizm ve ben merkezci 114 yaklaşımları ve erkek egemenlikli toplumsal düzen.” konulmuş bilimsel pozitivizmin yardımıyla “kötü” olan insan doğasının değiştirilebileceğini, böylelikle Modern rasyonalizmin bilime dayanarak hakikat insan türünün bölünmesinin asıl kaynağı olan tutku üzerinden kurduğu tekelcilik yoluyla aykırı her sesin ve ihtiraslardan arındırılması ve politik toplumsal ve düşüncenin dillendirilmesinin önüne geçilmesi alanın akla uygun dizayn ile evrensel ölçekte bir Ay- sadece düşünsel-entelektüel evrende bir kısırlığa yol dınlanmanın gerçekleşebileceğini düşünmüşlerdir. açmamış, ayrıca yaşamın tüm alanlarını etkisi altı- na alarak tekçilik ve otoriterlikle karakterize olan Felsefe ve bilime toplumu katı, değişmez ve kesin bir atmosfer yaratmıştır. İnsan ve toplum yaşamının kurallar doğrultunda kurma ve böylelikle bozuk po- matematiksel kesinlikte formüllerle düzenlenmesi, litik düzeni kurtarma misyonu yükleme tasavvuru adına toplumsal denetim ve kontrol mekanizmaları- teolojideki mesiyanik kurtarıcı anlayıştan feyz almış- nın yetkinleştirilmesi, Weber’in “demir kafes” meto- tır. Aşkın ve soyut iradeden neşet ettiğinden dolayı foruyla açıkladığı devlet bürokrasisinin gelişiminin reddedilen vahyin yerine bilimsel dogmatizmin ge- toplum ve birey yaşamı üzerinden hakimiyet kurma- çirilmesidir. Aradaki fark, Leo Strauss’un deyimiyle sı, akılcılaşmayla insanların dinsel ve geleneksel kı- “felsefe(nin) seküler teolojiye dönüştürülmüş” olma- sıtlamalardan azade anlamlar üretmelerini sağlayan sıdır. Yeryüzü barışının ve mutluluk idesinin tesisi toplumsal projenin tersi yönünde sonuçlar vermesi- için yola çıkan, bu uğurda vahyi aklın mahkeme- ne yol açmıştır. sinde yargılayıp mahkum edip bilimin ışığında yeni toplumu ve insanı yaratma mühendisliğine soyunan Toplumsal dinamiklerin parçalanmasına yol açar- rasyonalizm ve ideolojik türevleri birer dogma yığı- ken, onun yerine ikamesi düşünülen Kant’ın oto- nına dönüşmekten yakalarını kurtaramamışlardır. nom birey projesine uyan “kendi başına karar verip sorumluluk üstlenen” özgür birey tipi ortaya çıkma- Pozitivizme eşlik eden bir diğer rasyonalist düşün- mıştır. Aksine her türlü yönlendirmeye açık, değer ce ise tarihselcilik yada tarihsel determinist toplum ve anlam yitimi yaşayan, boyun eğme arzusu taşıyan anlayışıdır. Marksizmin tarihsel diyalektiği de bu bir toplum dizaynıyla faşist “ideoloji” için en uygun anlayışın sol versiyonudur. Tarihin akışını belirleyen zemin yaratılmıştır. yasaların ya da yönelimlerin keşfi ile önceden belir- lenmiş bir plana göre eşitlikçi ve özgürlükçü toplum Modern rasyonalist felsefenin faşizmin yükselişinde- ereğine ulaşılabileceğini öne sürer. Bir ön deyiden ki payını en iyi çözümleyen filozoflardan olan Leo yada öngörüden öteye tarihsel kehanet olarak değer- Strauss Almanya’da Nazizmin yükselişine yol açan lendirilebilecek bir toplum mühendisliğine soyuna- nihilist durumu bireysel özgürlük, hoşgörü, sivil rak pozitivizmle ortaklık kurar. Tarihin hiçbir şekil- haklar anayasal düzen ve hukukun üstünlüğü gibi de geri döndürülemez yönünü saptadığı iddia edilen liberal değerlerin çöküşüne bağlar. Kapitalist moder- rasyonalist ile “hakikati” kendi tekeline aldığına nitenin toplumu topyekun kontrolüne imkan tanı- inanır. Bu hakikat paralelinde ileri sürülen ütopik yan evren tasarımı; teolojik alanda kendi koyduğu toplum şablonu tarihin en büyük yanılsamalarından yasalara riayet eden, mucize yaratmayan, bilinir bir biri olmuştur. Bu durum için Karl Popper’in “Ay- tanrı anlayışına; politik alanda meşruiyetini ve etkin- dınlanma, kitlelerin eksiksiz aldatılmasına dönüşür” liğini anayasadan alan bireysel haklara endeksli mi- belirlemesi gerçekçi bir saptamadır. nimalist devlet nosyonuna; moral alanda dinden ba- ğımsız özerk bireyin kendi normlarıyla işleyen ahlak Bilimi fetişleştirerek, insan aklını tapınç derecesine felsefesine ve sınırsız araştırma ile sağlanan bilimsel yükseltip mitolojik, dinsel ve pre-modern felsefi dü- gelişmenin toplumsal ve bireysel düzlemde entelek- şünceyi basitçe “gerilikle” yaftalayıp dıştalayan Ay- tüel açıdan Aydınlanmaya yol açacağına inanılmış- dınlanmacı modern rasyonel düşünce sahipleri, top- tır. Böylelikle “ortak iyi”yi esas alarak örgütlenmiş lumsal ve siyasal yaşamı iddia ettikleri gibi usta bir toplumun ideal bir düzene kavuşacağı kehanetinde matematikçiliğin kesinliği ile kurmanın mümkün bulunulmuştur. Bir çok Aydınlanmacı filozof ve on- olmadığını acı şekilde deneyimlemişlerdir. Çünkü ların ardılları, yasaları kesin ve şaşmaz bir biçimde en başta pozitivist ve ilerlemeci diskurun basıncı so- 115 nucu, hafıza ve derinlik kaybı tehlikesi ile karşı kar- laşım Savaşı sonrası dönemden öze dönülerek çıkıla- şıya kalan insanlık, politik ve ekonomik bunalım- cağına dair vurgular, Batı’yı yalnızca otantik/kadim ların bu basıncı arttırmasıyla anlam kaybıyla malül Alman wolk’unun (halkının) kurtarabileceğine dair eksik bir var oluşsal krizin girdabına sürüklenmiştir. tezler hem sınıfsız, sömürüsüz, kaynaşmış organik Değerden bağımsız analiz veya sosyal dünyayı yö- bir bütün olarak “cemaat” nosyonuna hem de Al- neten yasaların keşfi ile barış ve mutluluk saçan bir man faşizminin seçkin ırk teorisine temel teşkil eder dünya yaratacağını iddia eden kapitalist modernite, niteliktedir. Sınıflı topluma içkin çelişkilerin reddi bu hedefin yanından geçemediği gibi, insanın nasıl ve Batı Dasein’inin komünizm tehdidinden korun- yaşaması gerektiğine dair ahlaki ve politik sorunlar ması ve kurtulması için çizdiği perspektif Alman fa- karşısındaki suskunluğuyla (ki bu suskunluğu bu so- şizminin siyasal “ideolojik” cephaneliğinde önemli rulara özellikle insan ve toplumun moral ve manevi- yer tutar. yat dünyasına verecek tutarlı bir yanıtının olmama- sındandır) üzerinde uzlaşılmış ortak iyi’nin varlığını Faşist hareket devlet otoritesi- imkansız hale getirmiştir. “Aklın seküler kilisesi”nin de önceki “kiliseler” gibi derdine deva olmadığı- ni değerler piramidinin nı gören insanların yaşadığı umut kırıklıkları faşist zirvesine yerleştirerek “ideoloji”yi önüne ve arkasını çok düşünmeden kur- kapitalist sistemin sınıf doğasını tarıcı melek olarak görmeleriyle sonuçlanmıştır. maskelemeyi amaçlamıştır Modern rasyonel zihniyet kalıplarının yaşamın di- namizmi, canlılığı ve organikliği karşısında acze Nazizmin yararlandığı ve siyasal strateji taktiklerinin düşmesi düşün dünyasından yeni arayışlara yol aç- merkezine koyduğu bir diğer öğreti ise Carl Sch- mıştır. Siyasal açıdan faşizme eğilim gösteren Martin mitt’e aittir. Çünkü faşizmin imgelemini ateşleyen Heidegger ve Karl Schmitt gibi filozofların öğretile- en önemli şey düşman kavramıdır. Siyasal kültürel ri faşist “episteme” iskeletinin oluşmasında önemli (sosyalistler, komünistler, Yahudiler…) yıkıcılar ve rol oynamıştır. Buna ek olarak Nietzsche, Freud, düşman ulusların, toplumun sürekli teyakkuz ha- Darwin, J.J Rousseau gibi düşünür ve bilim insan- linde tutulmasında ve disipliner yönetim biçiminin larının argümantasyonları çarpıtılma, budanma ve kurumsallaşmasında belirgin bir katkısı olmuştur. tevil gibi yollarla iç edilerek bu “episteme”nin çatısı Bu siyasal ve kültürel şekillenmenin kökeninde Sch- tamamlanmıştır. Heidegger ünlü eseri Varlık ve Za- mittyen teori bulunur. Schmitt’e göre, “dinsel, ahla- man’da ortaya koyduğu şekliyle Alman halkının va- ki, ekonomik ve diğer ayrım ve anti-tezlerin inşaları, roluşunun başlangıcına dönmesi gerektiğini, büyük- ancak dost-düşman ayrımı ışığında gruplandıracak lüğü yeniden yakalaması için tarihsel kökeninin uzak kadar güçlendiğinde siyasal alana dönüşür.” Herhan- bir emirname gibi orada durduğunu söyler: “Yapıl- gi bir siyasal varlığın karşıtı sayesinde anlam kaza- ması gereken üstü örtülmüş olanın üstünü hakikate nacağını ileri süren Schmitt’e göre “ahlak alanında ulaştırmaktır. Bu sese kulak vermektir.” O, Alman iyi-kötü, estetikte güzel-çirkin ekonomide yarar- varlığının açığa çakmasının ancak Nasyonal sosyalist lı-zararlı temel karşıtlar iken siyasal alan dost-düş- devrimle gerçekleşebileceğini dile getirir. Rasyona- man ayrımı üzerine kurgulanır.” lizme karşı cepheden saldırıya geçerek, Batı dünyası- Nietzsche’nin, özellikle “üst insan”a ilişkin düşünce- nın içinde bulunduğu yanlış teselliler ve rahat anlam lerinin Alman faşizmini besleyen kaynak olduğuna kesinliklerinden, dolayısıyla da varlığın unutuluşu ilişkin değerlendirmeler mevcuttur. Felsefi öğretinin olarak nitelendirdiği yurtsuzluğun aşılmasının ancak esnek ve spekülatif niteliği sonucu bu tür bir çıkarım nasyonal sosyalist “devrimle” mümkün olabileceğine yapılması imkan dahilinde ise de, Nietzsche’nin “üst inanır. Nasyonal sosyalizm sadece bir siyasal olgu de- insan”ını faşizmin temel yapı taşı durumuna getiren ğil, aynı zamanda varlığı açığa çıkaracak olan temel yorumlar zorlamalı ve söz konusu felsefe ile çatışır enstrümandır. Çöküş olarak tanımlanan Birinci Pay- durumdadır. Özetle, Nietzsche 19.yy’ın henüz ikin- 116 ci yarısında, içinde yaşadığı çağın ve Batı kültürünün Felsefi ve etik açıdan doğru fikirlerden ziyade, prag- bunalım içinde olduğu saptamasını yapmış, bunun matik açıdan yararlı anlayış, zıt dünya görüşlerinin modernist rasyonalizmle ilişkisini ortaya koyarak in- aynı bünyede var olmasını sağlar. Evren, toplum ve san, din, ahlak ve toplumun yeniden değerlendiril- birey çözümlemesinde objenin belli ilkeler ışığında mesinin ve yeni yaşam anlayışına ulaşmanın gerekli- yorumuna önem verilmez çünkü yorumun çağın ru- liğini vurgulamıştır. “En yüksek değerlerin değerden huyla uyumlu olması esas eksen olarak belirlenir. Bir düştüğü, anlamsız, amaçsız, boşluk duygusu içinde anlamda faşist hareketin yeni toplum ve insan fante- çürüyen ve kötümserliğin kol gezdiği bir ortamda zilerine ne denli güç katacağı esas alınır. Bu yüzden nihilizmin modern toplumu dekadansa sürüklediği- faşizm bir hakikat sistemine dayanmaz. Onun ha- ni, bu yüzden toplum ve insanın yeniden kurulma- kikatten anladığı şey öteki olarak düşmanlaştırılan sı gerektiğini savunur Nietzsche. Patolojik bir vaka kesimler üzerinde egemenliğini ve zaferini sağlaya- olarak adlandırılan nihilizmden iyileşme sürecinin cak bu idealler uğrunda eylem kapasitesini arttıracak başlaması üst insana gidecek yola girmesiyle başlar. bilgi rejiminin kendisidir. Amaca ulaşma yolunda Üst insanın temel özelliği “yeni değerler yaratma araçsallaştırılan “hakikat” bu yüzden uzam ve zaman gücüne” sahip olmasıdır. Yaşamın olumlanması- yolculuğunda sürekli değişebilmekte farklı formlar nı gerçekleştirebilen, kendi değerlerini yaratabilme ve söylemlerle tecessüm etmektedir. basiretini gösteren üst insan bu anlamıyla özgürdür. Faşizan ideologlar hem lider kültürünün felsefi te- III. mellerini oluşturmak hem de yeni insan tipini “üst Genel geçer bir uzlaşıyla faşizm kötülük ve zorbalı- insan” kavramı içerisinden yaratmak amacıyla tüm ğın sembolü olarak kabul edilir. Ancak kimine göre ülkeyi bir laboratuvara çevirmişlerdir. ideoloji, kimine göre siyasi bir din biçiminde dün- İnsanın tercihlerinin sadece araçsal aklın ışığında yayı şekillendirmeye girişmiş tarihsel bir olgu olarak şekillenmediği, insan davranış ve tutumlarında bi- amacına uygun politik strateji ve taktikler üretmiş, linç dışının önemli bir profesyonel öğe olduğunu kitleleri peşinden sürüklemeyi başarmış bir realite- belirten Freudyen görüş faşizm ideologlarınca sahip- dir. Tutarlı ve bütüncül bir felsefi dayanaktan yok- lenilmiştir. Bu görüş üzerine bina edilen strateji ile sun olsa da kapitalist modernitenin yaratımı olan travmatik ruh hali içindeki toplumun faşist harekete büyük umutların bedelini büyük düş kırıklıklarıyla kanalize edilmesinde önemli bir başarı sağlanmıştır. ödeyen kitlelerin nefretini ve kinini kendi hedefleri doğrultusunda ustaca kullanmayı bilmiştir. Siyasal, Darwin’in bilimsel kaygı ve saiklerle yaptığı evrim örgütsel ve ekonomik olarak beslendiği kaynakla- çalışmalarında kullandığı, ırk, ulus, irade gibi kav- rı harmanlayarak her açıdan daha ileri bir karma ramları içeren konu dağarcığından öznel bir yorum- model yaratmış olması bunu imkan dahiline sokan la üst ırk teorisi türetilerek öjenik politika geliştiril- temel faktördür. Toplumun akli melekelerini iğdiş mesinin yanı sıra hiyerarşik toplumun da meşruiyet etmeye yönelmiş yoğun ajitasyon, incinmiş ulusal zemini olarak kullanılmıştır. Belli bir etnik ve ırksal onuru yüceltmeye namzet şoven milliyetçilik, geniş grubun (Alman Ari ırkının) efendiliği ve üstünlü- halk yığınlarının yaşadığı depresif ve travmatik ha- ğüne dair, seçkinci kavim fikriyatının inşasında bu let-i ruhiyelerini teskin etmeye yönelik yalancı vaat- teoriden yararlanılmıştır. ler bu modelin önemli dinamikleri olsalar da özünü Toplum mühendisliği iradecilik, ırkçılık düşünce- yaratmış olduğu terör devletine has şiddetle özdeş lerini rasyonalizmden alırken maneviyata atfettiği korku imparatorluğu oluşturur. Bir rahibin ağzın- önem soyut bir altın çağa gönderme ile geçmişi ulu- dan aktarılan hikayede; “Önce Yahudileri götürdüler lama; insani güdü, tutku ve bilinç dışının akla terci- sesimizi çıkarmadık, sonra komünistleri götürdüler hi ile irrasyonel pozisyonun savunuculuğuna düşer. yine sesimizi çıkarmadık, daha sonra liberalleri tu- Bunun nedenini, faşist epistemoloji’nin siyasal erek- tukladılar sesimizi çıkarmadık, en son sıra bize ge- sellikle olan ilişkisinde aramak gerekir. lince ses çıkaracak kimse kalmamıştı” denilir. Sistem 117 muarızlarının sistematik olarak bastırılması böyle- lanma ve teslimiyet, seçkin “zümre”nin otoritesine likle zararlı otlardan temizlenerek saf ve homojen mutlak itaat, insan hakları, demokrasi, özgürlük gibi siyasal-toplumsal alanın tesis edilmesi ancak geçmiş değerleri baz alan her türlü muhalefete karşı kör bir pratik-politik tecrübelerden yararlanılmasıyla müm- nefret ve husumet kendi iç dünyasındaki duygu ve kün olabilmiştir. Başka türlü insanların gündelik düşüncelerin ne olduğunu yoklamaktan kaçınan eylemlerine bireysel ve kamusal yaşamın tüm göze- katı ve stereotip bir insan tipi ve metafizik varlıklarla neklerine nüfuz etme; sanatsal, hukuksal, ekonomik beraber otorite sahibinin şaşmazlığına inanç otori- etkinliklere aleni biçimde yön verebilme söz konusu teryanizm eliyle sağlanır. Kendiliği ve özgürlüğü sa- dahi edilemezdi. dece görünüşten ibaret olan bireyler, sosyal ve siyasal yaşamın çoğulculuğunu temsil eden birer özne değil; Şiddet teması paydasında buluşan, dahası şiddeti birbirlerine benzeşerek homojen topluluğun birer estetize edip kurumsallaştıran otoriterizm, Bonapar- nesnesi haline dönüşürler. tizm, totaliterizm, diktatörlük ve jakobenizm faşiz- min yararlandığı ve içselleştirerek yaşamsallaştırdığı Faşizm modernizm öncesi despotizmin yöntemsel kilit kavramlar ya da rejimler setini oluşturur. Ulus yaklaşımlarından ilham almıştır. Uyguladıkları zali- devletin savaş rejimi ve terörist diktası olarak faşizm mane yöntemler nedeniyle despotik yönetim daha bu siyasi kuram ve pratikleri kendi sisteminin çi- acımasız görülebilir. Oysa gerçeklik öyle değildir. mentosu olarak kullanmıştır. Faşizmi salt totaliter Zira klasik despotizm, insanların konuşma özgürlü- ya da salt otoriter görmek doğru olmadığı gibi her ğüne ket vurup suskunluğa sevk ederken; “söyleme totalitarizmi yada despotik rejimi faşizm olarak ad- zorunluluğu” olarak formüle edilen faşizm kitlele- landırmak da doğru değildir. Ama faşizmi tüm bu si- rin tutkularını ve gücünü kullanarak ülke içindeki yasal eğilimlerden mürekkep siyasal bir rejim olarak “düşman”larını temizlemek ve dışarıda yayılma pro- görmek de mümkündür. jelerini hayata geçirmedeki orijinal yaklaşımıyla çok daha gaddar niteliktedir. Bonapartizm, popülist ve otokrat Louis Bonapart’ın iktidarda olduğu dönemi (1859-70) ve onun mo- Demokratik mekanizmaların işlevsizleştirilmesi, te- dern siyasetteki yerini tanımlamak için yaygınca mel özgürlüklerin ve siyasal toplumsal çoğulculuğun kullanılan bir siyaset terimidir. Askeri darbeye dayalı yok edilmesi ile faşizmin kurumsallaşma süreci ta- yasa dışılıktan doğan popülist retoriğin karizmatik mamlanmış olur. liderin (ki bu dönem Fransa’sı için Louis Bonapart Bütün toplumsal, siyasal, ekonomik ve yaratıcı ener- oluyor) sınıfsal çelişkileri yaşadığı düşünülen dar çı- jiler yaratıcı dogma tarafından saptanmış ütopyala- kar grupları karşısında “halkı” blok halinde temsil rın gerçekleşmesi yönünde kanalize edilmeye başla- ettiğine inanılır. Ayrıca zor ve baskı yoluyla muhale- nır. Resmi ideolojinin ve tek partinin mutlak haki- feti bastırmak için kolluğun gücünden yararlanan ve miyetiyle hayatın bütün alanlarına nüfuz edilerek ve her politik tıkanıklıkta plebisitler yoluyla meşruiyet her hücresine sızılarak mutlak kontrol altına alma ve devşiren bu sistemi kişiselleşmiş askeri diktatörlük faşizan ideallere uygun birey ve toplum yaratılmaya olarak adlandırmak da mümkündür. Demagojik çalışılır. Bu uğurda zor, terör ve kitlesel katliamlara söylemle parlak stratejik zekayı bir araya getiren sistematik olarak başvurulur. Etnik saflık adına Ya- Bonapartizm nihilist özellikleri anlamında faşizmle hudi ve Çingenelerin fiziksel imhasına yönelik soy- içkinleştirilmiştir. Faşist hareket bu yolla toplumu kırımı ırksal mükemmellik için zihinsel ve bedensel disipline etmekle kalmamış kahramanlık mitini engellerin öldürülmesi ya da ölüme terk edilmeleri, canlandırmış, savaşın ilerlemenin yegane kaynağı sosyal temizlik adına mahkumların, eşcinsellerin ve olduğunu empoze ederek fetih savaşları için elverişli marjinal kesimlerin toplama kamplarına alınmaları; psikolojik ve ideolojik zemini de yaratmıştır. Ayrı- ideolojik ve siyasal homojenitenin sağlanması için ca devlet otoritesini değerler piramidinin zirvesine sol-sosyalistler, komünistler, liberal demokratların, yerleştirerek kapitalist sistemin sınıf doğasını mas- insan hakları savunucularının da içinde bulunduğu kelemeyi amaçlamıştır. Faşist değerlere kör bir bağ- geniş yelpazedeki muhaliflerin tutuklanması ya da 118 cinayetle ortadan kaldırılmaları ile şekillenen Alman liği altına alma, zenginliklerini yağmalama biçimin- faşizminin uygulamaları bu mantık çerçevesinde de tezahür etmesi gereken haklar) almak amacıyla hayata geçirilmiştir. Rejim, yarattığı sivil ya da pa- girişilen bu şiddet fiilinin ahlaki erdeme ve estetik ramiliter örgütlenmeler ve kültürel ideolojik üretim özelliğe sahip olduğu kabul edilir. William Reich’in merkezleri olarak kitle iletişim araçlarının tekelleşti- “coşkusal veba” metaforuyla ortaya koyduğu zafer rilmesiyle totaliterleşmesini tamamlamıştır. Kitlesel sarhoşluğu yaşayan kitlelerin tutkularını mobilize teyit ya da biat kültürünün yerleşik kılınması, duy- etmede kullanılan en önemli motif yine milliyetçi- gu, düşünce dünyasının teslim alınması ile pürüzsüz liktir. Denilebilir ki beyin yıkamayı ve propaganda- siyasal alanın yaratılması olarak faşist totalitarizm, yı adeta bir sihir olarak kullanan faşist hareketin bu öncül siyasi rejimler olan otoriterizm, Bonapartizm madrabazlığında, kullandığı mekaniğin en iyi parça- ve klasik despotizmlerin kesişme noktasıdır. sını yine milliyetçilik oluşturur. Notalardan yoksun müzik ya da boyadan ve fırçadan yoksun resim neyse milliyetçilikten yoksun faşizm de odur. Faşizmin ru- Faşizm modernizm öncesi hunun şifreleri iki kelimede gizlidir: Birincisi daha despotizmin yöntemsel önce değindiğimiz şiddete biçtiği kuruculuk misyo- yaklaşımlarından nudur, ikincisi ise milliyetçilik ideolojisidir. ilham almıştır Her faşizm mutlak anlamda milliyetçidir ancak her milliyetçilik faşizm değilse de faşizme içkin olan mil- aşizme temel teşkil etmesi ve faşizan retoriğin baş tacı liyetçilik anlayışının geleneksel liberal milliyetçilik- kavramı olması bakımından milliyetçilik geniş bir ten tek farkı onun daha saldırgan olan karakterinde literatüre sahiptir. Faşizmi ulus-devletin savaşa göre gizlidir. Diğer bir deyişle nasyonal sosyalizm kapi- planlanmış rejimi olarak tanımlarsak bunun “sekü- talist modernitenin icadı olan milliyetçilik ve ulus ler dini” milliyetçiliktir. Anti-semitizmin en belirgin devletin anti tezi değildir. Aksine kapitalist moder- yönü olması hasebiyle Nazizmin çağrışım yaptığı ke- nitenin emzirip büyüttüğü sistemin en aşırı uçlarını lime olan üstün ırk duygusuyla harekete geçen üst barındıran bir türüdür. ırka dayalı şoven milliyetçilik olmaktadır. Çünkü Milliyetçilik ve onun temellerini attığı ulus devlet tüm zehrini, enerjisini ve dinamizmini oradan alır. nosyonu, tarih öncesi bileşenlere sahip toplumsal ve Bolşevizmi Yahudi Bolşevikliğine; İngilizleri Yahu- tarihsel bir gerçek değil, modern dünyanın eseridir. dilerin kayıp 12. Kökenine dayandırarak üstün ırk İlk ortaya çıkışında etnik, dini ve kültürel özellik- mefkuresi ile akıl tutulması yaşayan “wolk”da düş- lerden ziyade vatandaşlığa dayalı bir bağı ifade et- manlık duygularını körükler. Toplumsal gerçekliği miştir. Her ne kadar birey özgürlüğü, bireycilik gibi çarpıtma, toplumsal çelişkileri gizleme ve sistemsel kavramlarla çizgisini tanımlasa da siyasal olarak hük- yeniden üretimi sağlamak için milliyetçilik ideoloji- mettiği toprak parçasındaki pazarları ele geçirmek, sini kullanma onun başat özelliğidir. Marx’ın; yanlış kapitalist toplumda kaçınılmaz biçimde var olan ve bilinç, ters yüz edilmiş gerçeklikle tanımladığı nega- gittikçe kesinleşen toplumsal çelişkileri ve eşitsizliği tif ideoloji kalıbına tam anlamıyla uyan milliyetçilik, meşru kılmak amacıyla milliyetçilik, yoğunca yaşa- kanaatlere yön verme ve siyasal-sosyal tutumları et- nan köksüzlük problemine karşı kullanılan bir araç kilemede en yetkin silahtır. olmuştur. Toplum açısından önemli bir bağı ifade Etnik, kültürel ve siyasal bir fenomen olarak, her bi- eden ortak tarih, toprak ve törel değerler etrafında reyin ait olduğu ulusun ya da etnisitenin “saf” ve do- örülmüş kurgusal bir yapıdır. Başlangıçta, devlet kunulmaz hasletlerini kıskanç biçimde koruması ge- ile siyaset öncesi vatandaş arasında karşılıklı hak ve rektiğine dair inanç söz konusu grubu oluşturan bi- ödevlere bağlı bir sözleşme olarak şekillenip, kültü- reylerin tüm ulusal varoluşlara düşmanca yaklaşımı rel nötrlük ve siyasal kapsayıcılık iddiasında olsa da doğurmaktadır. Ayrıca saflığı korumak ve seçkin bir teorik, felsefi izahatlar pratik gerçekleşme ile zıtlık ırk olarak üstünlük hakkını (diğer ulusları egemen- arz eder. Çünkü gerçekte, hakim etnisitenin siyasal- 119 laşarak ulusçuluğu doğurduğu tarihsel bir veri olarak de savunulurken buna aykırı olarak düşünülen şey- kabul görür. Bu çerçevede, etnik kompozisyon gö- ler yok sayılır. Çünkü toplumsal hafızaya kazınarak rülmeksizin ulus tanımlanamaz. Kendini tek dil, tek bazı şeylerin hatırlatılması bir bakıma başka şeylerin millet, tek vatan, tek kültür gibi teklikler formunda unutturulmasını gerektirir. ifade etmesi bu özelliğinden dolayıdır. Özelikle si- Milliyetçi ideolojinin yaratımında başrolü kurtuluş yasal organizasyona, dolaylı olarak egemen yönetici mitleri oluşturur. Antik çağların mitsel anlatıları sınıfına toplumun bağlılığını sağlamak adına ortak günümüzdeki toplumsal olayları anlamlandırma- köken, dil ve din gibi ölçütler, milliyetçilik ve ulus da ve yön vermede mitolojik figür ve sembollerden devletin temel paydaları haline getirilmiştir. Bu yararlanılır. Özellikle çöküş dönemlerinde sunduğu nedenle kapitalist modernitenin Fransız ve İngiliz basit çözüm reçeteleriyle en gözde başvuru kayna- modeli olarak örgütlendirdiği siyasal milliyetçilik, ğı haline dönüşür. Her ulus devlet milliyetçiliğinin Alman ulus devletinin temsilciliğini yaptığı kültürel kendini dayandırdığı, kuruluş ve kurtuluş mitinde ya da romantik türlerinin ikisi için de hiçbir zaman ortak olan en önemli nokta ulusu kuran ve onu fe- kültürel nötr olamamışlardır. Kültürel nötrlük ve salt tihten fethe koşturan kahraman varlığıdır. Nibelun- siyasal bağ gibi kavramlar sadece söylemde kalıp pra- ga, İngilizlerin Beuwulf, hatta Türklerin Ergenekon tik hayatta karşılıkları olmamıştır. Çünkü “devletin mitolojisinde aynı tema işlenir. Ayrıca yeni simge- milletiyle bölünmez bütünlüğü” mottusunda ifade- ler yaratılarak sanki ulusun ezeli özellikleriymiş gibi sini bulan organik birlik ve sadakati sağlamak ancak sunularak kolektif bilinç şekillendirilir. Böylelikle ve ancak din, kültür, dil, kan ve toprak gibi etnik te- ulusta aşırı duygulanım yaratarak halkın siyasal ter- malar kullanarak ortak duygu evreninin yaratılması cihlerini egemen sınıf çıkarları doğrultusunda eyle- ile mümkün olabilir. Bu ortak duyguların sayesinde me yöneltmektir. egemen sınıflar politikalarını uygulama alanı bulabi- “Coşkusal veba” çoğu zaman duyguları içgüdüsel lirler. Gönüllü destekte yaratılan toplumsal rıza yada reflekslerle harekete geçiren imgeye dönüşür. zorunlu kabullenişle temel toplumsal çelişkilerin gö- rünmez kılınması ya da bu uğurda verilmesi gereken Din milliyetçi siyasal sistemin bir diğer önemli par- mücadele zemini yok edilir. Çünkü bütün değerlerin çasıdır. Milliyetçiliğe içerilmiş din sayesinde özellik- anası olan “ulusal” çıkara yöneltilmiş her tehdit bö- le toplumsal güvensizlik psikolojisinin zirveleştiği lücüdür, yıkıcıdır ve zararlıdır dolayısıyla yok edil- dönemlerde halkın acılarını dindiren kitleleri pasi- melidir. Böylelikle şiddet tekelini ulus devlet, içte ve fize eden, uhrevi dünyanın hayalleri ile oyalayıcı bir dıştaki saldırgan ve yayılmacı emellerine meşruiyet işlev görür. Kendi var oluşsal üstünlüklerinin hangi zemini kazandırır. Toplumun bütün üyeleri kader noktalarda sağlandığının bilinci içerisindeki egemen birliği ederek “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış” bü- sınıflar modernitenin doğuş aşamalarında kamusal tünleşik bir toplumun parçası haline gelirler. yaşamdan dışlayarak özel yaşam sınırlarına hapset- tikleri dini milliyetçiliğe eklemlemek zorunda kal- Milliyetçilik ideolojisinin yaratılması ve topluma mışlardır. Böylece başlangıçta siyasal alandan dinin özümsetilmesinde milliyetçi aydınların tutkulu ede- yalıtılması projesinden geri adım atılarak yeniden bi anlatımları, ulus-devletin ideolojik aygıtları olan “ruhsuz dünyanın ruhu” olarak tedavüle sokulmuş- okul, aile ve dinsel kurumlar başat rol oynarlar. Be- tur. lirtilen amaçlar dizisi çerçevesinde belli parametre- ler ışığında tarihsel ve kültürel hazneden belli başlı niteliklerin seçilmesi, “zararlı” unsurların dışlanması IV. yoluyla kamusal ifadeler üretilir ve topluma taşırılır- Milliyetçilik ideolojisinin konjonktürel ya da ro- lar. Böylelikle toplumun ortaklaştığı anlam, sembol mantik kanadını temsil eden Alman Nasyonalizmi ve değerler dünyasına dayanan kurgusal tarih yazım de aynı mantık silsilesi ve aşamalarından geçerek tekniğine başvurulur. Yaşandığı varsayılan olay ve ta- şekillenmiştir. Germen ırkının üstünlüğü ve saflığı hayyüller belirli bir anlatım teması mantığı içerisin- söylemsel tonlamada daha net vurgulanır. Daha da 120 ileri gidilerek Alman wolk’unun özellikleri mutlak- ülkenin kendi özgülünde sosyal ve tarihsel özellikle- laştırılıp evrensel hakikatin ölçütü haline getirilir. rine uygun kisvelere bürünerek kendini var etmeye Avrupa kültürüne katkısı abartılarak, Roma kadim devam ediyor. Mahkemelerde yapılan yargılamalarla geleneğinin ve kutsal Roma Germen imparatorluğu- Alman faşizminin mahkum edilmesi ya da Mussoli- nun biricik temsilcisi olduğu inancıyla hareket eder. ni’nin devrimci tugaylarca kurşuna dizilmesi ile fa- Gerçekten komünist devrim olasılığını bertaraf et- şizm bitmedi. Çünkü Bertold Brecht’in veciz şekilde meye ve savaşın ağır yükünü ezilen kesimlerin sırtına belirtiği gibi; “kapitalizm %100 kör gördüğü bir yıkmak amacıyla iktidarlaşmasına zemin olmuş Nazi yerde bütün beşeri yasaları ayaklar altına alır, % 300 faşizminin ardında bıraktığı enkazdan milliyetçi dü- kör imkanı varsa darağacını göze alarak işlemeye- şüncenin dirilebilmesi ve etkisini sürdürebilmesi, ceği cinayet yoktur.” Aklın evrensel mahkemesinde rasyonel gerçeklerle uydurulmuş irrasyonel dürtü- pre-modern zihniyeti mahkum eden kapitalist mo- lerin gücünü göstermesi bakımından ibret vericidir. dernist sistem; ahlaki politik toplumun vicdanında mahkum edilerek gerçek anlamda bir yüzleşme sağ- Bu yazıda faşizmin ideolojik, felsefi ve siyasi kaynak- lanmadan, kârı kutsayan üretim ve örgütlenme biçi- larıyla beraber zihniyet kodlarını irdelemeye çalıştık. mi aşılmadan ve toplumsal çoğulculuğu inkar eden Sonuç olarak, sistemik krizlerde çekilen imdat kolu ulus-devletçi düşünme sistemi, siyaset ve yaşam tarzı olarak kapitalist modernitenin meşru çocuğu olarak var oldukça toplum “söyleme zorunluluğunun” esa- faşizm, geçmişte olup bitmiş sadece tarih kitapların- retinden kendini kurtaramaz. da rastlanabilecek bir olgu değildir. İlerici insanlığın, ezilen ve sömürülenlerin daha güzel ve adil bir dün- ya yaratma yolundaki hayalleri ve mücadele azmi var oldukça egemen sınıflar her zaman faşizmi yedekte tutmaya devam edeceklerdir. En önemlisi de her- hangi bir maskeye ihtiyaç duymaksızın şiddete baş- vurması ile belirginleşse de zihinsel köklerinin derin- lerde olduğu düşünüldüğünde her zaman için ortaya çıkma tehlikesi vardır. Tarihsel olarak tekrarlanması mümkün olmayan kötülük rejimi olarak niteleyip göz ardı edilecek bir olgu olmadığı güncel siyasal ge- lişmelerle teyit ediliyor. Yaşadığımız coğrafyada yeşil faşizmin yükselişine ta- nık oluyoruz. Siyasal atmosfer 1930’lar Almanya’sını çağrıştırıyor. Hamaset yüklü, retorik, topluma em- poze edilen iç-dış düşman korkusu, vasat kişilikte olmasına rağmen kutsallık halleriyle onurlandırılan lider kültü, fetihçi ruh çağırma seanslarıyla dirilti- len pan-Osmanlıcılık, vurgulanan savaş ekonomisi, siyasal uzlaşma ve çoğulculuğu küçümseyen siyasal tutumlar, “coşkusal veba” ile vecde gelmiş kitleler, toplumda siyasal ve ekonomik olarak seçkinleşen milliyetçi popülist lümpen unsurlar her güç devşiril- me ihtiyacında gündeme gelen plebisitler, toplumun bir kesimini konsolide etmek için uygulanan kutup- laştırıcı politikalar, irrasyonel ve metafizik dinsel de- ğerlerin yükselişi, hayali tarihi belleği diriltmeye yö- nelik yoğunlaşan seremoni ve ritüeller… Faşizm her 121 Nekropolitik Şiddetin Hakimiyeti, Nefretin Yeniden İnşası, Makro ve Mikro Arzuların Makinesi Olarak Faşizmlerin Muktedirleşmesi 1

Engin Sustam “(...) the sovereignty is an artificial soul"2 farklı eğilimleri barındırıyor olsa da bugün açısından iki farklı eğilime, toplumsal patolojiye ve Kürtlerde T. Hobbes, Leviathan, Introduction başka algılama biçimlerine sahiptir. Birinci eğilim ola- rak diyebiliriz ki 1990’ların derin dehşet üzerinden ve 1990’ların savaş hafızası, sadece devletin yeniden ya- paramiliter gruplar üzerinden ilerleyen savaşın hafızası pılanmasını sağlamadı, aynı zamanda 2015 itibariyle (ki Kürtlerde ‘Kirli savaş’ kavramı etrafında okunur) Kürdistan’da kent alanında çatışma kültürü üzerinden Kürt alanının toplumsallığında ve ulus-aşırı alanda iki yürütülen yeni şiddet siyaseti ve yerinden etme haki- kurumsal dinamik arasında (Gerilla ve Türk ordusu) miyetini de biçimlendiren tahakküm siyasetini görü- düşük yoğunluklu çatışma olarak okunsa da, devletin nür kıldı. Bu anlamıyla devletin yeni siyasal hafızası dışarı alana bu savaşı kapalı şekilde lanse ettiği, açık- kurumsallaşmasını kent alanının kontrolü, nüfusu lıktan uzak derin devletin örgütlediği paramiliter ör- yerinden etme, başka nüfuslarla karıştırma üzerinden gütlenmeler dahilinde hareket edildiğini ve “terörizm- yürüttüğü bir biyopolitika alanına sıkıştırmadı, ölüm- le” mücadele üzerinden bunun söylemleştirildiğini, leri kontrol ve ölümleri normalleştirme üzerinden ele belirli aygıtların faşizm üzerinden görünür olduğunu alacağı nekropolitik bir şiddet mekanizmasını da kendi söylemeliyiz. Oysa 2015 (ama daha öncesinde Rojava yönetim mekanına ve üslubuna yerleştirdi. Bu anla- ve Kobanê dolayımında) sonrası savaş tekniği, hem mıyla devlet sadece bir egemenlik alanı değil, despotik 1990’ların devamlılığı, hem de yeni aygıtların ve katli- am siyasetinin çıplaklaştırılması, açık alanda yapılma- aygıtların yeniden tasarlanması açısından bir oluşum sı açısından farklılık arz ediyor. İlkin devletin bütün alanı, devamlılığın güçlendirilmesi için güç ilişkileri paramiliter grupları örgütlerken bunu kent alanında sahasıdır diyebiliriz. görünür kılarak şiddeti yasalaştırdığını, meşru şidde- Devletin sahası içine giren egemenliklerin farklı eği- ti kamusal alanda örgütleyerek görünür kıldığını be- limleri olsa da yürütülen savaş biçimi küresel alanda lirlemek gerekir. Duvarlara yazılan ırkçı ve cinsiyetçi seyreden siyasal krizle çok alakalı olmakla da, ilerleyen sloganlar bir tesadüf üzerinden yazılmış değil, ya da yerel alanın kontrolü üzerine kurulu bir hakimiyet ağı- Sur’da PÖH ve JÖH için çekilen rap klipleri sadece nı görünür kılıyor. Savaş Türkiye’de 1990’lardan beri şarkıya fon olsun diye değil, yeniden gücün onarılma- sı için kent alanında tehdidin görselleştirildiği, ırkçı- 1 Bu yazı Nisan 2016’da başlanan bir proje dahilinde 21 Aralık lığın tamamen çıplaklaştırıldığı, katliamın transparan 2016 ve 9 Mart 2017 Paris 8 Üniversitesi'nde ve Ecole Normale Supérieur'de gerçekleştirilen sunumlardan yapılmıştır. hale getirildiği bir güç formunun şiddet hakimiyetini 2 “Egemenlik yapay bir ruhtur”, T. Hobbes, Leviathan or The hangi biçimlerde görsel kıldığını görmekle beraber, Matter, Forme and Power of a Common Wealth Ecclesiasticall şiddetin ölü beden, nefret, intikam siyaseti dahilinde and Civil, Prepared for the McMaster University Archive of the nasıl görünür olduğuna da şahit olmaktayız. Devlet History of Economic Thought, by Rod Hay, s. 7. bu anlamıyla şiddetin boyutlarını bir kontrol tekniği 122 olarak hesaplarken, şiddetin hangi boyutlarda mekanik kavram, bir yandan 17.yüzyıl itibariyle ortaya çıkan dağılıma girmesi gerektiğini Kürt kent direnişleri sıra- klasik iktidar aygıtlarını ve yönetim şekillerini de için- sında sınamıştır. Dolayısıyla hem 1990’ların devamlı- de kapsarken (Foucault’nun bu donemde İktidarın eg- lığı içindeki bir savaş hükümetiyle karşı karşıyayken, zersizlerinin değiştiğini söylemesi yani hapishane, okul, yeni bir ittihatçı hafızanın ırkçılık ve şiddetle görünür hastane, enstitüler gibi modellerin oluşu), ama asıl so- olduğunu, burada çıplaklaştırılmış sömürge savaşının runsalı olan liberalizmin tam da yine bu donemde ka- kendisini kent direniş alanlarında yeniden tasvir etti- musallaştırdığı, bir “yönetimselliğin” modern iktidarın ğini söyleyebiliriz. Bu anlamıyla bu savaş stratejisi nü- gücünü kurduğundan bahsetmektedir. Biyopolitika fusun yerinden edilmesi, soylulaştırma adı altındaki hem yaşam alanına dair belirli güç ilişkileri yaratır hem rant siyasetiyle (Tokileşmeyle) neoliberal belirli ekono- de aynı zamanda toplumun kamplaşmasını, katliam ya mi-politik aksamlarından kaynaklı Foucault’nun bah- da soykırım gibi şeylerin de normalleşmesini sağlaya- settiği biçimde hem biyo-politikayı barındırmaktadır; cak bir kapasiteye açıktır. Bu şekliyle de aslında ırkçılık hem de Achille Mbembe’nin bahsettiği ‘ölüm ve ölü onun deneyim alanlarından biri olarak da önemlidir. beden’ üzerine yerleşen, ölmeye bırakmak dahilinde Oysa bununla beraber bu kapsama alanının hem için- bütünleşen nekropolitik bir aygıtlaşmaya varmaktadır. de hem dışında olan “nekropolitika” Mbembe’ye3 göre Bu anlamıyla aslında karşılaştırmalı gidersek, Mbem- ölümün seçkinleştirilmesine yönelik çıplak bir hakimi- be ve Foucault’nun kavramları açık faşizm döneminde yetin ölüm üzerinden kurgulanmasını içerir. Denetim birbirine yakınlaşan, pek de uzak olmayan kavramlar sadece yaşamın kontrolü üzerinden değil, bir şekilde olarak okunabilir. ölü seviciliği çağrıştıran ölüm üzerine denetimi yerleş- En genel ihtivayla «Biyopolitika », popülasyon, güç, ar- tirmek etrafında kuruludur. zular ve bilgi istemleri üzerinden oluşan iktidarın mo- dern güç ilişkilerine değinen, yaşamın kontrolünü ele Faşizmin Biyopolitik Apaçıklığı ve Nekro- almak isteyen bir iktidar ağlarını gösterirken, Michel politik Morfolojisi Foucault'un 1978-79’daki College de France’ta işledi- ği derslerdeki ana metinlerinden biri olan ve 20.yüzyıl "Tout dans l’État, rien contre l’État" sonrası itibariyle yönetimsellik ilişkilerini sıfatlandıran Mussolini 4 siyasal bir olgu olarak geçerliliğini koruyan bir kav- ramdır. Foucault “Toplumu Savunmak Gerekir” adlı Bu ikili durum, Türkiye, Ortadoğu alanı ve Kürdis- eserinde biyopolitakadan şu şekilde bahsetmektedir : tan’da, şiddet hafızası etrafında örülü despotik hiddet « XVIII. yüzyılda temeli atılan, insan bedeninin ana- makinasının kendini devlet içinde ve toplumda ırkçı tomo-politiğinden sonra, bu yüzyılın sonunda, artık bir aygıtlanma ile tanımlamasından ileri gelmektedir. insan bedeninin anatomo-politiği olmayan, ama insan Yani bir yandan devletin bütün organları içinde hege- türünün "biyopolitiği" olarak adlandıracağım bir şeyin monyanın şiddet ve savaş üzerinden örgütlenmiş ku- belirdiği görülür. » (…) « Bu biyopolitikte, yalnızca rumsal tasarımı (ki bu bir yandan totaliter yapısı iti- doğurganlık sorunu söz konusu değildir. Orta çağın bariyle faşizmi bedenleştiriyor) ve bu ağların apaçıklaş- başından beri, oluşturduğu tehlike siyasal iktidarların ması söz konusuyken, diğer yandan toplumsal tabanda öylesine içine işlemiş olan o meşhur salgınlar (katlanan dipten ilerleyen faşizm arzusunun ya da ırkçılığın üst ölümün, herkes için çok yakın olan ölümün yarattığı kurumsal aygıtlarda kendine yer bulması söz konusu- geçici dramlar olan o meşhur salgınlar) düzeyinde o dur. Psikanaliz Wilhelm Reich Faşizmin Kitle Psikolo- ana dek olduğu gibi yalnızca hastalıklılık sorunu söz jisi kitabında faşizm üzerine tahlillerinde, gücü elinde konusu değildir. » (ss. 248-251). Foucault tam da küre- barındıran siyasal yapıyı gösteren faşizmin dipten ge- sel alanda soylulaştırma, sağlık, yaşamın kontrolü üze- len bir arzunun örgütlenmesi, apaçık iktidarlaşmasında rine kurulu çoklu iktidar mekaniğinden, biyopolitiği 3 Achille Mbembe, Nécropolitique, Presses de Sciences Po oluşturan çıkış noktalarından, biyopolitiğin uygulama- (P.F.N.S.P.) | « Raisons politiques », 2006/1 no 21 | pages 29 larından birkaçını ve onun hem müdahale hem bilme à 60. hem de iktidar alanlarının ilklerinden bahsediyor. Bu 4 “her şey devletin içinde ve hiçbir şey devlete karşı değil”. 123 görür ve Nazi Almanyası dönemi örnekleri üzerinden gelen bir arzu olduğunu belirlemiyor, aslında faşizmin tarif ederken karakter olarak faşizmin o ana toplumun en cereyan ettiği alanın burası olduğunu gözden kaçı- sadece içine düştüğü durumu değil ama toplumun ar- rıyor. 20.yy sol okuması faşizm tahlillerini sadece dev- zularının bütününün örgütlendiği yapının kendisi ola- letin aygıtları dahilinde okumuştu, ondan diyebiliriz ki rak da analiz eder. sadece bir program, ideoloji olmayan faşizm toplumsal alanın her katmanında olup (mikro ve mako fasizm- Almanya'nın sosyal ve siyasi krizi sırasında 1930 ve ler), bir siyasal arzu olarak toplum tarafından tahayyül 1933 arasında tasarlanmış bu eseriyse Reich "derin- edilen mekanizmadır. Ondan ki faşizm sadece yapının lik psikolojisi" içinde Nazi propagandası başarısı ile, kendisi değildir en basit şekliyle toplumsal ilişkilerde, kitle arasındaki karakterlerin uyumunu tespit etmek ev ilişkisinde, kadın erkek LGBTİQ ile kurulan hiye- ve bunun cinsel ekonomisi üzerinden ilerlemek ister. rarşik ilişkide, doğaya yönelik insan egemenliği ilişki- Kadınlara yönelik şiddetin normalleştirildiği günümüz sinde, örgütlenme tarzlarında da ortaya çıkan, bir üst Türkiyesi'nde toplumsal alanın faşist kişiliğini o halde arzunun kendini ifade etme, güç kurma ve bastırma sadece muktedir devlet kadrolarında değil, tamamıyla matrisinde görünür olan bir şeydir de. Sadece üst ya- o kadrolaşmayı (İbn Haldun’un Mukaddime’de Ta- pının pramidal çerçevesinde değil alt yapılaşmaların kallup dediği) sağlayan hakimiyeti toplumsal alanda hiyerarşik kodlamalarında ortaya çıkabilen, bir şekliyle kurgulayan, aynı şekilde kitlenin içinde olan herhangi bizim nekropolitik şiddetin aksamlarını da besleyen eril muktedirlerde de aramak gerekir. Faşizm en mikro toplumsal, bilgisel, siyasal ve ekonomik (ve kültürel) alanda örgütlenirken bütün güç ilişkilerini bu meka- bir durumdur. nın ruhunda, zamansallığında ve söyleminde oluştu- rur. Reich burjuva sınıfının egemen ideolojisine dair konuşurken kitabında, dönemin Alman küçük burju- “İmha”, “teşhir” ve “linç” va katmanlarını, onların libidinal ekonomik arzularını, kültürü soykırımı ve katliamı iktidarın yedeği ve paylaşanı olan hallerini, soykırıma düşünen yeni bir tür isteyerek dahil olurken orada herhangi sıradan statü- Leviathan’ın iktidarlaşmasıdır deki kişiliğin (herhangi alt sınıftan bir fırıncının, mus- lukçunun Nazi partisi SS Alman subayı olarak Kamp Türkiye’de bu değişimi sağlayan bir şiddet sarmalının sorumlusu olması gibi) kendi sorumlulukları alarak oluşmasını belirleyen belki de belirli faktörlerden de kitleler yerine, henüz tatmin edici ekonomik durumla bahsetmek gerekir: Birincisi hükümet tarafından veri- tamamen çelişki olsa bile onlar adına temsiliyet arzula- len radikal savaş kararının toplumsallaştırılması, korku- rını uyguladıklarını belirler. nun toplumsal tabanda yeniden inşası, ve muhalefetin Reich’ın en dikkat çekici yönü şiddetin mekanizma- bastırılmasıyla şiddetin organlarının yeniden yapılan- larıyla, karakterle faşizmin toplumda nasıl ‘üst’ anlatı dırılması (derin devletin yeniden devreye sokulurken kişiliğiyle yer edindiğidir. Bu bize aslında F. Guatta- görünürleştirilmesi, devletin çıplak hakimiyeti). İkin- ri’nin çok sonra 1970’ler sonrası ele aldığı en mikro cisi, ırkçı ve soykırımcı bir mekanik ağ oluşturulurken alanda görünür olan faşizm okumalarıyla örtüşen bir toplumun buna ideolojik anlamda, yani rejimin “dava analizi sunar. Faşizm üstten örgütlenen kurumsal çaba, ve amaç” üzerinden örgütlediği kitleyi devletin sürek- hiddet ve nefret makinası değil tersine dipte en bariz lilik mekanizmasi içinde totaliter olarak yeniden türet- mikro alanlarda, apaçık faşist kişilik ilişkilerinde ör- mesi. Bu kurumsal devlet kodları etrafında ilerlersek, gütlenen hiddetin boyutuyla alakalıdır. Faşizm nihai devletin despotik şiddetini görünür kılan iki önemli toplumsal amacı içinde hem eril olan bedenin arzu- durumdan bahsetmek gerekir, birincisi Rojava alanın- larını barındırır (yani toplumun faşizmi arzulaması da Kürtlerin konfederal yapılanması ve devrim sonrası ve muktedirlestirmesi), hem de totaliter olan bedenin bütün dünyada sempati toplayan erkek egemen kimli- toplumsal alana dair kurumsal baskı ve yaptırımlarını ğin eleştirisini barındıran siyasal yeniden örgütlenme içerir. Dolayısıyla sol’un Türkiye’de sloganla teşhir et- biçimlerinin toplumsal alanda kendine muhattap bul- meye çalıştığı “faşist diktatörlük” lafı faşizmin dipten ması; Gezi isyanı sonrası ortaya çıkan muhalefetin, Öz 124 yönetim alanlarındaki direniş biçimlerinin aktörlerinin leşmiş hegemonyalar arasındaki hesaplaşmayla apaçık ve enerjisinin, katliama maruz kalan kitlenin küresel hale getirdiğini, baskıyı meşruluk üzerinden, iktidarın alanda devletin şiddet aracına tanıklık etmesiyle, an- yarar sağlayan kitle aktörleri ve belirli olağan üstü ay- latmasıyla, devletin kendisinin hakimiyet biçimlerinin gıtlaşmalarla kurguladığı toplumsal alanda ki arzularla çıplaklaşması. A. Mbembe’nin nekropolitik kavramı- örgütlediğini belirtmek gerekir. AKP etrafında örgütlü nı kullanırken bunu Ruanda Soykırımı üzerinden ele sermayenin ve küçük burjuva ilişki ağlarının sadece üst almasıyla, Cizre katliamında ki öldürülenlerle ve Tay- sınıf arzusu burada etkili değil, aynı şekilde, bu serma- bet Ananın bedeni (ya da öldürülen Kürt çocukları) ye ağları ve habituslarına (yani AKP’ye) bağımlı hale üzerindeki şiddetin mekaniği aynı iktidar-faşizm anla- gelmiş, yaşamını bu bağımlılık ekonomisi üzerinden tısını ele vermektedir. Katliamlar sırasında teşhir edi- kurgulamış kitlelerin kaybetme korkusu da etken ola- len ölü bedenler sömürgeciligi kendine ödev edinmiş rak önemli bir güç dengesidir. Kitlelerin kandırılması devlet aygıtı için sadece bir şifre değildir, orada yatan meselesinden bahsetmiyoruz kitlelerin bu ekonomik cesed-beden kontrol organizmanın, korkuyu yayma ilişkiler sistemine bağımlı ya da kaybetme korkusu aracının kendisidir. Bedenin ölüm üzerinden ele ge- yaşayanlar olarak kendilerini faşist kişiliğe evirdiklerin- çirilmesi aynı zamanda toplumun bir cezaya dahil den, bu sistemden yararlanan herhangi kitlenin aktör- edilmesidir. Keza devlet kamusal alana yatırılmış, soy- leri olduğundan bahsediyoruz. Dipten evrilen bu dal- kırım ve katliama maruz kalmış organizmanın hırçın ganın karakteri daha önce dediğimiz gibi, bir yandan dehşetiyle korkuyu tehdit üzerinden görünür kılmak, Kürdistan’daki katliamlara ses çıkarmayıp onaylarken, yönetme kapasitesini açığa çıkarmak ister. Ölümler toplumsal muhalefeti aynı potanın içine damgalar- ve morfolojisi üzerine şifreleme ve istatistik çalışması, ken, ve hatta soykırım ve katliam pratikleriyle iç içe ölümün çıplak beden üzerinden sergilenmesi (öldü- geçerken, buna dahil olurken, faşist kişiliğin en önemli rülen kadın gerilla Ekin Wan’ın bedeninin meydanda patalojisi belki de muktedir- makro iktidarla aynılaş- sergilenmesi), devletin klasik görevi olan düşmanın ma kat sayısı olarak, kendi öznelliğini ve anlatımını terbiye edilmesini öngörüyorken, çıplak kadın bede- kaybetme korkusunun gündelik hayatın içinde ya- ninin cinsiyetçi anlamdaşlıkla “teşhiri” devletin içine rattığı bağımlılık arzuları, hiddeti, patriyarkal boyutu yerleştiği ve tabandan örgütlediği nefret siyasetini “yö- faşizmin ruh ontolojisini kendinde biricikleştirir. Yine netimsellik”le (gouvernementalité) kuruyor. Nefret ve Reich üzerinden gidersek, onun analizlerinde söyledi- ırkçılık devletin despotik şiddet aygıtlarını organize ği ve aslında 1920’ler İtalya Mussolini (Duçe’si= Reis) ettiği bir yaklaşım olarak duruyor. Bu anlamıyla nefre- döneminin propagandasını, 1930’lar Almanya Hitler tin en önemli yaptırımı olan bir hedef olarak ırkçılığın Nazizmini (Führer) hatırlatan kitle analizden uzak de- tanımlanışında etkin olan şey “imha” kavramının dev- ğiliz hala: Kalabalıklar, Nazi ideolojisinin propagandası letin herhangi bir görevi gibi meşrulukla tanımlanması tarafından kandırılmadılar ya da “tecavüz” edilmediler, ve uygulanmasıdır. “İmha”, “teşhir” ve “linç” kültürü soykırımı ve katliamı düşünen yeni bir tür Leviathan’ın kalabalıklar gönüllü birer özne olarak bu gücün içine iktidarlaşmasıdır. yerleştiler, faşizmi arzuladılar. Kitleleri beyin yıkanma- sını sağlayan otoriter iktidarların ya da devletin faşizmi Türkiye gibi ulus-devlet sendromu üzerine kurulu ül- değildir, daha çok kitlelerin hayalleri, arzuları, mistik keler genel anlamıyla içinde barındırdığı siyasal hafı- kahramanlık patolojileri faşizmi iktidara getiren ve yer- zadan kaynaklı (soykırım, devlet şiddeti, mağduriyet leştirendir. O halde faşizm toplumun arzularını tahmin ve katliam) sürekli bir biçimde ırkçılık üzerinden seyir etmeye bunu gündelik eril kişiliklerle telafi etmeye ça- eden siyasal ve anayasal krizler yaşamaktadır. Aslın- lışan bir hayali ve fiziki güç ağlarıdır.5 Burada şiddetin da devletin halet-i ruhiyesi haline gelmiş bu durum, ya da faşizmin genel hallerinden çok, teorisinden çok devletin paramiliter organlarıyla toplumsal alanda da faşizmin girifli olan güç ilişkilerinden, şiddetin bazen kendine yer bulan bir ruh halini ifşa eder. AKP ikti- faşizmin en önemli aracı olarak baskının ve korku sal- darının monopol sermayesini ve yerel ağlarını (MÜ- SİAD gibi) İslam ve geleneksel baskı mekanizmaları 5 W. Reich, The Mass Psychology of Fascism, Body Hig- etrafında örgütlerken, kurumsal makinasını içine yer- gins, New York, 1970. 125 manın vazgeçilmez aracı olduğundan bahsediyoruz. faşist öznenin ve kitlelerin hınç kaynağıdır. “Hınç” tam Yani faşizm bazen düşünsel ve malzemeyi örgütleme da Nietzsche’nin “Ahlakın Soykütügü”ünde belirlediği ve bugün maddesiz üretim çağında, kademeli soylu- anlamda reaksiyoner olup, eylem halinde olan hayali laştırma ve üretim ilişkilerini, ağlarını elinde tutmasıy- bir nefret mekaniğinin rövanş vasıtasıyla kurduğu ifa- la gücü tahakkümleştirir ve hatta ulusal proletaryanın desidir. Göçmenlerden, Kürtlerden, kadınlardan, Ale- Nazizm döneminde olduğu gibi zenginleştirilmesini, vilerden toplumsal farklılıklardan ya da LGBTIQ’lu- mülkiyetleştirilmesini öngörür. Öyle ki en klasik iliş- lardan “nefret” etme arzusu işte bu “hınç” ve intikam kilerde kendini belli eden faşizm ulusal emek gücünün alma hırsı etrafinda örülmüş faşizmin politik herhangi kutsanmasını değerli kılar, paylaşım ekonomisinden değerlerinden biridir (moral ahlaki: biz iyiyiz üstünüz çok elit ve üstün ırkın işçilerinin “temiz” emek siyaseti- erkeğiz, onlar kotü, hırsız, “kıro” vs.). “Onlar” olarak ni kutsallaştırır, onu yüceleştirir. Bu kutsiyet ve emeğin belirlenen özneler tam da faşizmin idealize ettiği nef- ulusal değerlerinin övünçleştirilmesi üstün Alman pro- rete cevap olan ötekilerdir. F. Guattari “ Stalinizmin leterlerinin göçmen diğer kitlelerden ayrıştırılmasını ve Faşizmin ekipmanları, Kapitalist toplumların mik- zorunlu kılarken (1919 ile 1940 dönemi arası önem- ro-faşizmleri ve Faşizmin mikropolitiği” yazılarında lidir) en klasik anlamda faşizm propagandası histerik gündelik hayatımızdan bütün toplumsal donanımlara anlamda bir yandan bir savaş yaklaşımıdır, diğer yan- yansıyan arzu mefhumlukları üzerinden biçimlenen, dan kurumsallaşmasını hizmet ve kitlelerin ruhunun yaşanan mikro faşizmler mevcuttur diyecektir.7 F. Gu - yüceleştirilmesi üzerinden kurarak ilerleyen, ekono- attari üç farklı biçimde faşizmi ele alsa da8, diyebiliriz mik kriz dönemlerinde kapitalizmin kendi ekonomik ki toplumsal ve devletsel alanda hareket eden bir çok monopolünü (ekonomik faşizm) yeniden oluşturmak tür faşizmler söz konusu, lakin bizim yazımızın içinde, için kullandığı ulus jandarmalığının herhangi otoriter hem kurumsal hareket olan hem de mikro ilişkilerde 6 formlarından biridir. Lakin F. Guattari’nin belirlediği kendini belli eden toplumsal libidinal faşizmlerden başka bir nokta vardır; makro anlatılar içinde yeşeren bahsediyoruz. Bundan dolayıdır ki histerilerinden kay- faşizmin bir şekliyle devlet ve kurumsal makinelerde naklı tabandan yukarıya yerleşme arzusu içinde olan ve oluşmasını sağlayan büyük faşizmler zaten söz konusu güce tapan faşizm, tam da W. Reich’ın belirlediği gibi (nazizme, Ittahatçılık ve turancılık); lakin asıl soru şu- tabandan gelen ve kurumsal aygıt tarafından kapılan dur, biz toplumsallığın içine ve bütün siyasal ilişkilere formlar ve inşalardır diyebiliriz. Yani faşizm yukarıdan yerleşen (örnegin solun içinde, yoldaşlık ilişkilerinde, devlet aygıtı gibi dayatılan bir form değil, tersine aşa- erkek kadın ya da toplumsal cinsiyet dinamiklerinde ğıdan en toplumsal ilişkilerde örgütlenen bir arzunun beliren) orada istisnasiz hegemonyayı kuran başka tür- libidinal bir şekilde iktidara dönüşmesiyle yerleşikleşen lü mikro-formlar içeren faşist duygulanımlara dair na- devletleşen bir sistem, işlem ve bir çok parçadan ileri sıl tavır alacağız ? Fasizmin gündelik hayatın herhangi gelen yapılanmadır. kodlarından birisi olmasını sağlayan sadece iktidarla- rın kaosu yönetme becerisi ve toplumu terörize ederek denetimi arttırması değil, aynı şekilde bütün popülist Bir Şiddet ve Nefret Anatomisi Olarak ilişki, toplumsal teknik, bürokratik değerlere yansıyan Faşizm ve Türkiye durumdur. Bundan dolayıdır ki fasist kadrolar ya da liderlikler devlet burokratik organlarının yönlendirme- Türkiye faşizmi, geleneği itibariyle devletin içinden siyle ya da burjuvazinin neoliberal isteklerinin sonu- değil örneğin en sivil alanlarda sosyal mühendislik üze- cunda değil, tam tersine “mağdur” kitlelerin içinden rinden taban bulmuş, müesses ve müteşekkil bütün çıkan ve o mağduriyet ahlakına, istemine cevap verebi- Türk-Sünni-İslam nizamlarında, teorilerinde yapılaş- len, yine tabandan gelen “karizmatik” aktörlerin muk- 7 F. Guattari, Lignes de Fuite et la Révolution Moléculaire, 1991 tedirlesmesiyle biçimlenir. O halde mağduriyet, mağ- ve 2012. dur edilme halleri, ve toplumsal hiyerarsik yaptırımlar 8 Bkz. la Révolution Moléculaire, 2012. S. 56 : 1-Sosyolojik 6 George Orwell, Qu'est-ce que le fascisme ? À ma guise, 24 ve analitik-formalist yaklaşım, 2- neo-Marksist sentetik-düalist mars 1944 ve Pierre Milza, Les Fascismes, Seuil, 1991. yaklaşımdır 3- Analitik-politik yaklaşım olarak tarif edilebilir.). 126 mış; Kürtlere, Ermenilere, Alevilere ve bütün “toplum- bir İttihatçılaşma vs üzerine yazılan tezlere ve teorile- sal ötekilikleri” dışlamış onlara karşı (iç ve düşmanla- re rağmen); Türkiye solunun sömürgeciliği sürekli es rına karşı) Türklük ethosunun içinde yeşeren nefret, geçerek, kalıp sloganlar üzerinden sadece bir “diktatör- şiddet, linç ve gasp üzerinden ilerleyen çoğunluğun ar- lük” rejimi olarak yanlış tahlil ettiği, hatta belirli kro- zusunun devletleştiği libidinal bir siyasal gelenektir. O nik hatalardan ve kaynaklardan dolayı belki de iyi oku- halde yüzyılın başında Ermeni Soykırımını gerçekleşti- yamadığı bir geleneğin devamlılığın, hafızanın içinden ren zihniyetle, 1921/ 1927 / 1930-33 ve 1938 Dersim’i gelen siyasal durum ve pratiklerin toplamıdır (burada gerçekleştiren Kemalist aktörlerle, 1970’ler de Maraş, Hikmet Kıvılcımlı’nın ve Kürdistanı sömürge olarak 1992’de Sivas ve 1995’de Gazi Mahallesi katliamlarını ele alan, Kemalizmi faşizm olarak tespit eden İbrahim yapan/ örgütleyen ülkücü-Turancı paramiliter gruplar- Kaypakkaya’nın analizlerini Türk sol hareketleri içinde la, Cizre, Sur ve Nusaybin katliamlarını gerçekleştirmiş farklı bir noktada okumak gerekir). 10 derin ve apaçık devletin aktörlerinin eklektik bütün- Diğer yandan eklemek gerekirse, yasa ve hukuk bu an- lük içinde aynı siyasal çizgilerde devamlılık ve kopuşlar lamıyla faşizmin en önemli kitle oluşum ve kurgulama arz etmektedir. Bu anlamıyla faşizm sadece bir AKP ve araçlarıdır. Keza yasa ve hukuk Agamben’in “istisna Reis geleneği (Irkçılığın iki uçlu okuması : Başbuğ’dan halleri” dediği egemen kontrol mekaniğinin ve devlet Reis’e) olarak okumak, ya da sadece diktatörlük ola- otoriterliğinin toplumsal karşısında her tülü baskıla- rak tarif etmek yanlış olur. Türkiye’de faşizm, kendini mayı yürüttüğü meşru araçlardır. Faşizm belki de hem son Osmanlı döneminde İttahatçılarla görünür kılan, biyopolitikanın içine yerleşerek kazanç ekonomisinin soykırımlar etrafında biçimlenen bir derin devlet ve yerel boyutta uluslaştırılmasını arzularken, 21. yy’da Gladio örgütlenmesi olarak tabandan ve tarihin başka post-totaliter aynıdanlığı, küresel iddiasını da yerelin düşünsel hatlarından beslenen, başta teorileriyle Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura (Türk Yurdu dergisi) 1922- örgütlenmesi üzerinden oluşturur. Bir şekilde ulusal / 50 yılları arasında devletin farklı kademelerinde resmi cinsel ahlak öğretilerinin, mülkiyetlerinin önce çalışan görevlerde bulunmuş Şükrü Saraçoğlu ve Mahmut kendi kitlelerine ulaştırılması, hizmetin o kitleler bazın- Esat Bozkurt’lar, ve sonrasında Nihal Atsız, Reha Oğuz da değerinin artırılması ve hatta içselleştirilmiş hizmet Türkkan, Orhon Seyfi Orhon, Rıza Nur, Fethi Teve- emeğinin anında onu söylemleştiren güce etiketlenme- toğlu, Nuri Killigil gibi düşünce-kadro ideologlar ku- si sağlanırken telafi edilmez olarak faşizm en önemli rumlar/ dergi-fikir örgütlenmeleri üzerinden görünür kitle propaganda tekniklerini bugün yasanın, gücün ve olmuşlardır.9 1970’ler de ise pan-islamist ve Türkist seçilmişliğin küresel meşruluğu, ekonomisi üzerinden kadroların içinden çıkan özellikle MHP’nin olduğu sağlamaktadır demeliyiz. AKP iktidarının en önem- gelenek, 1990’larda Kürdistan’da ki “kirli savaşla” para- li propaganda söylemi, ulusal değerin gücün küresel militer / gladyo örgütlenmesine dönüşerek, Kızıl Elma, boyutta oluşturulmasını (Hizmet yapan iktidar, borç Ergenekon ve Avrasyacı platform gibi siyasal düşünce veren ülke kompleksi) işaretlerken, gelişen hizmet- hatları ve paraikleriyle buluşup (ırkçı ve turancı “Türk te memnuniyet değeri yüksek şirket müslümanlığını, Solu” dergisi özellikle bu anlamıyla en önemli güncel müşteri vatandaşlığının değerini öne çıkarmakla uğraş- faşist fikir alanıdır) bugün AKP örgütlenmesinde ve maktadır. Çalışan partizan kitlelerin kutsanan çalışma tabanında vücut bulan, ve onun iktidar mekanizmaları ekonomisi, din ve ulusal değerle buluşturularak küresel içine yerleşen bütün bir aktörler, fikirlerin, toplumsal alanda vazgeçilmez / tercih edilen muktedir (sözü din- projelerin ve siyasal hatların toplamıdır. Sadece bir lenen büzük adam) olarak kendini tahayyül eder. Bu kurumsal pratik değil toplumsal algı, toplumsal arzu anlamıyla faşizm vasatlar rejimi olarak eski Yunan’da dinamikleridir. Faşizm, diyebiliriz ki hem sosyal hare- Kakitokrasi dediğimiz, kötülerin vasat yönetimine de ket olarak hem de bir düşünce-eylem dünyası olarak 10 ırkçılık, siyasal islam ve turancılık dahilinde Türkiye Bkz. Mahir Sayın “Milliyetçilik ve Demokrasi Arasında Sol sosyal bilimler alanında yeterince çalışılmamış (bütün Düşünce”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 8, İletişim; aynı adlı kitapta Tanıl Bora, “ Türkiye Solunda Faşizme Bakış- 9 Bkz. Johannes Glasneck, Türkiye'de Faşist Alman Propaganda- lar”. Ve, Tanıl Bora, Medeniyet Kaybı Milliyetçilik ve Faşizm sı, Onur Yayınları, 1976. Üzerine Yazılar, İletişim Yayınları, 2006. 127 dahil olur. Unutmamak gerekir ki bu vasatlıklar rejimi ulaşması için klasik anlamda ırkçılığı, kamplaşmayı devlet otoriterliği yaratmış Sovyet kapitalizminin ruh vs.yi öne çıkarır. Yani bir yandan sadece toplumsal halinden, bugün ki Çin post-totalitarizmin pratikle- etnik bir grubun başkasına uyguladığı etnik tutuculuk rinden (bir yandan parti aristokrasisini ve otoritarizmi değil, global anlamda stratejiye sahip toplumsal bir yasaklarla kitlelere dayatmak ve yasağın hiddetini öne durumdur. Herkesten nefret etme, sürekli düşman çıkarmak, diğer yandan sosyalist olduğunu iddia edip yaratma tahayyülü, sömürgeci kibir İttihatçıların küresel kapitalizme yedeklenmek arzusu) pek uzakta 19.yy sonu ve 20.yy başlangıcındaki ilk pratiklerine değildir. Özgürleşmiş toplumdan çok bağımlılık ve (sosyal darwinizme) pek benzemese de paradoksal kamplaşma üzerine kurulu bu şiddet çerçevesini, tehdit olarak yine de aynı çizgide ama bu sefer küresel alanda üzerinden örgütlenen eril iktidarın kendini üstün güç içselleştirilmiş bir yapı ve devlet aklıyla örülmüş olarak tasarlamasını örnek alır. toplumsallıkla karşı karşıyayız. İşte belki de faşizmi bu Bu anlamıyla günümüz Türkiye’si post-totaliter bir kadar yerel ve küresel kılan paradoksal yapı, istisnaları, tahlili sunarken sadece yerellikle kalmayan; G-20’ye yağmayı, tehdidi, zaferleri, biyolojik evrimciliği dahil kapitalist bir ülke olarak hem ihvancı (yeşil başka boyutta tasarlamaktadır. Yani Ziya Gökalp'in sermaye ve pan-islamizm) müslüman ahlakçılığı teorileri içinden değil tam da Türk ethosu üzerinden kimlikleştirmeye çalışan; hem de İslamcı doktrini tarif edilen (ama bir o kadarda oradan kurulan) ırk taklit ederken yeni İttihatçı/ulusalcı kadrolaşmayı ile ümmetin bileşiminden oluşan (Ümmeti temsil (pan-türkist) içinde barındıran çoklu matrislerin eden üstün fetihçi Türk ethosu: dinsel ve ulusal bileşiminden mürekkep bir yapıya sahiptir. AKP ırkçılık) eski mitolojik dürtülerden, devletin libidinal hükümeti ve onun iktidarının temsilcilerini ekonomiyi ele geçirip jardarmalık yapan mühendislik çevreleyen darbe, şiddet, ırkçılık ve post-totalitarizm tekniğine ve öldürme hakkına sahip olan ve kontrole derin devlet sistemine dayalı bir sosyo-ekonomik dayalı kademeli bir faşizmler döneminin tam çıkarlar ve bu çıkarlar etrafında örgütlenmiş ortasındayız: “Devlet, biyo-iktidar modu üzerinden elitleriyle, 21.yy'da hem küreseldir, hem de yeni bir işlediği andan itibaren, devletin öldürücü işlevi ancak devlet totalitarizmini yaratmaktadır.11 Eğer bunu ırkçılıkla yerine getirilebilir.” (Foucault, TSG, s. 262) Foucault’nun biyopolitika kavramı dahilinde okursak O halde diyebiliriz ki ırkçılık ve ümmetin kutsallığının (bkz. Foucault, Biyopolitiğin Doğuşu), hem bir 19. yy toplumsallaştırılması, savaşa girme arzusu, savaşı haklı- yapısı olma arzusuna (Osmanlı olma hayali, fetihçilik laştırma, öldürme hakkının yeniden iktidara devredil- ve bunun toplumsal kod olarak normalleştirilmesi) mesi, ölümün kutsanması ve ölüm üzerine yönetimin bağlı disipliner toplum görselliği öne çıkıyor; hem de arttırılması hem nekropolitikayı hem de biyopoliti- gücü ulusaşırı ekonomi üzerinden küresel sermayeye kayı çoklu iktidarların yönetme arzusu dahilinde ele yanaşarak kuran, soylulaştırma ve rant dahilinde verir. Paradoksal görünse de aslında pek iç içe geçen inşaat sektörü üzerinden yönetme kontrolü yaratan bir bu küresel sosyal darwinizm ve mühendislik, her ko- 21.yy küresel müşteri toplumu kurma arzusuna sahip şulda 21. yy sömürgeciliğinin ve küresel kapitalizmin bir iktidarla karşı karşıyayız.Türkiye ve Kürdistan’daki vazgeçilmez en önemli aksamları gibi durmaktadır. direnişleri tamamen küresel alandan uzak tutma, izole Bu anlamıyla Foucault’nun tahlillerinin eksikliklerine etme şansı olmadığı için sosyal medyanın kontrolünü rağmen, biyo-iktidarın kontrol biçimleri üzerinden iş- eline almaya çalışan bir muktedirlikle, trolleşmiş ve leyen çağdaş toplumlarda ki felaket anlatısı, ırkçılığın ajanlaştırılmış toplumsal tahayyülle karşı karşıyayız neden ve neye göre geliştiğini anlatabilir niteliktedir.12 diyebiliriz. Lakin Foucault’nun derslerinden Bugün dolayısıyla makro ve mikro alandaki faşizmlerin derlenenToplumu Savunmak Gerekir adlı eserinde temsilleri üzerinden ilerleyen “Türk ırkçılığının”, açık- dediği üzere, bu biyopolitik aradanlık faşizme ça sadece öldürme hakkının zorunlu olarak talep edil- 11 Bkz. Hamit Bozarslan, Une histoire de la violence au Mo- diği noktalar olan belli birtakım ayrıcalıklar üzerinden yen-Orient, De la fin de l'Empire ottoman à Al-Qaida, Décou- verte, 2008. 12 M. Foucault, Toplumu Savunmak Gerek, a.g.e. 128 ilerlerken eski İttahatçı geleneğe ve sosyal darwinist kurmasını sağlayacak bir jandarma kurumu, beyaz isla- yaklaşımlara sahip olduğunu belirleyebiliriz. Özellikle mi sermayenin örgütlenme kat sayılarını organize eden gündelik hayat pratiği içinde mahalle, şehir baskıları, iç düzenleme aracıdır. Bu anlamıyla sadece totaliter par- düşman tahayyülünün tatbiki, linç kültürü üzerinden ticiliği, siyasal çelişkileri, söylemsel ahlakçılığı, otoriter ifade alanları bulan fiziki anlamdaki ırkçılığın ve ırkçı- yaptırımı, tek dil, Reis (usta) ve hiyerarşik yönetimi nın göstergeleri “öteki ve düşman” ilan ederek tehdit öngörmez, karşıtlarını da yok etmeyi, şeytanlaştırmayı, olarak kabul edip diğerlerini öldürmek, toplulukları yasaklama etkinliğini olumlayarak topluma yayma gibi ayrıştırmak (etnik kümelere ayırmak), üstün uygarlık- doktriner bir amacı da kendine ödev edinir. Bu açıdan lar teorisi kurgulamak gibi matrislerlerle hareket eder- Türk faşizmi paranoyak anlamda ve patolojik kimlikte ken, Türkiye alanında bu pratiği elbette kolonyalizm yarılmalara sebebiyet veren, ittihatçı ve halifelik düşü de desteklemektedir. Kavramların anlamları etrafında üzerinden yerleşen fetihçi bekasıyla hem 20. yy klasik sürdürülen tartışmaları dikkate alsak da faşizm (mikro devlet ve parti faşizmi hiyerarşisi içindedir, hem de kü- ve makro alanda tezahür eden sadece ulus üzerinden resel, islami, sünni ve patriyarkal neoliberal bagajıyla olmayan ama mesela erkeklik yaklaşımları üzerinden da toplumsal proje, dava ve tahakküm üzerinden teo- de işleyen tahakküm siyaseti olarak) ve ırkçılık birbirini risini henüz kurmamış yeni yüzyılın faşizm tarzlarına destekleyen ulus-devlet ve modernite aygıtları olarak, önemli bir örnek teşkil etmektedir. bir kimliğin üstünlük kurma, egemenlik iddialarını Popüler kültür alanı bütün dünyadaki faşizm pratik- güçlü kılan devlet ve toplum arzularına yerleşmiş “soy- lerinde olduğu gibi Türkiye faşizminde de önemli bir kırım” pratikleridir. Bundan dolayıdır ki totalitarizm harç olarak işlenen kültürel mekandır. Özellikle po- ve faşizm arasında ince, girift ve apaçık bir ilişkisellik püler kültürün kitle iletişim aracı olan diziler bu min- de vardır.13 Türkiye’de faşizmin kaynağı sadece İmpa- valde ırkçılık ve faşizmin sadece naif yayıcıları ya da ratorluğun yıkılmasıyla alakalı değildir. Diyebiliriz ki dezenformasyon alanı değil, aynı şekilde kültürel ala- kolonyalizm pratiğini atlamış olan bu tespit, kendi nın örgütlenmesinde, ötekileme tekniklerinde, damga- halinde üstünlük teorisinden yıkım teorisine geçtiği lamada formlaşan ciddi bir neoliberal sermaye alanıdır aşamada, Fetih geleneğinin bitişinin yarattığı patalo- da. 1990’lardan beri özellikle “terörizm” kavramı üze- jinin etkisinde, yeni bir ulusçuluk iddiasını kendinde rinden ilerleyen ama en nihayetinde 1970’lerden beri tanımlarken, yaslandığı bir takım sömürgecilik pra- kültürel ve edebiyat alanlarında Kürtleri “aşağılama” tikleri bu pozitivist çerçevelerin etkinleştirilmesiyle yöntemi olarak işlenen dil, üslup ve dizi kültürü “kıro, vücut bulmaktadır. Mussolini 1921’de (ama tabi ki hanzo vs” dahilinde kendine bir ırkçılık ansiklopedisi ilkin 1919’da kendisi tarafından, hem sosyal hareket kurmuş durumdadır. Makro popüler kültürün dili ge- hem de devlet aygıtı olarak kurgulanan “Fasci Italiani nelde kamusal senaryonun ortak aklını inşa etmek için di combattimento” hareketini unutmamak gerek)14 fa- klişeleri, yaratılan kahramanların kişisel ve sembolik şizm tahlilleri yaparken devleti bir kültür aygıtı olarak tarihiyle bütünleştirilerek ortaya belirli ideolojik me- okumaktaydı, oysa Hitler Nazizmi, devleti bir ırkın saj anlatılar çıkarmaktadır. Daha öncesinde de belirt- tiğimiz gibi, arabesk kültür içinde İbrahim Tatlıses’le aygıtlaşması olarak görüyordu. Farklı faşizmler tahlili, vücut bulan “cahil, kıro, hanzo ve maço” terimleri “aşa- bu sefer 21. yy arenasında küreselleşme ve sermayenin ğılanan” Kürt özneye biçilen ön yargı ifadeleri olarak yeniden yurtlulaşması etrafında örneğin Türkiye ve görülüyor. Bu yaklaşımın kültürel algısı günümüzde AKP örneğinde başkalaşmaktadır, devlet sadece kültü- “terörizme” karşı geliştirilen ‘kutsal vatan savaşıyla’ rel ya da ırksal araç değil (bu anlamıyla yeni İttihatçılık bütünleştirilerek (örneğin dizilerde ve filmlerde göste- görünmektedir), aynı zamanda sünni bir dinsel maki- rilen Kürt gerillası “kandırılmış, cahil, pis, bölücü ve nenin ümmet üzerinden yakınlaşmasını ve hakimiyet güvenilmez” Kürt eşkıyasına dönüştürülerek) yeni bir 13 B. Mussolini, La Doctrine du Fascisme, Florence, Ed. Vallec- Kürt algısı yaratılmaktadır. Televizyon dizileri ve med- chi, 1938. ya programları bunu destekleyen belirli etnosantrik 14 “İtalyan savaş birlikleri” sonra 1921’de İtalyan Ulusal Faşist tahakküm ifadelerine ve imajlarına sahiptir. Popüler Partisi olacaktır. kültürün kalıplaşmış bu yargıları kullanması sadece 129 tüketim ilişkilerinden kaynaklı arzları tüketiciye sun- şiddet ve ırkçılık temsillerinden elde ettiği birikimle makla alakalı değildir, aynı şekilde koruyucu elit orta kendi eril söylem alanını belirliyor. Kurtlar Vadisi, sınıfın önyargılarını destekleyen siyasal bir çerçeveyi de Sakarya Fırat, Tek Türkiye, Ölümsüz Kahramanlar, vs. oluşturmak istemektedir. Türkiye’de siyasal ırkçılığın gibi sürekli şiddet, komplo ve entrika dolu diziler farklı en çok orta sınıf destekli olduğunu varsayarsak, orta- bir anlatı yerine, daha önce toplumsal algıya yerleşmiş ya çıkan tablo bugünün Türkiye’sinin beslendiği sos- nefret suçlarını tekrarlayan ideolojik göstergeleri (“şa- yo-kültürel etnosantrik damarları da sorunsallaştırma- kiler→ eşkıyalar→teröristler→bölücüler=hainler : iç düş- mıza yardım etmektedir. Popüler kültür, faşizmin belki man) kullanmayı tercih ederler. Özellikle bu vb. diziler de en önemli propaganda ve dezenformasyon alanı ol- yayınlanmaya başladıkları 1990’ların sonu itibariyle ması itibariyle en çok imaj, klişe, duygular ve tüketim savaşın patolojik boyutunu tek taraflı algı düzeyiy- hissiyatları üzerine oynamaktadır. le işleyip, “haklılık” (vatan-ulus-sınır ahlakı) söylemi minvalinde merkezi anlatıyı doğrudan tekrar ederler. Televizyon dizileri Türkiye’de sadece toplumsal belleğin Dolayısıyla burada amaç ve tercih, yapım sektöründen kontrolü ve arzuların tatmini için kullanılan bir araç çok yönetmen, anlatı, imaj ve mekân ilişkisinin seyir- değil, aynı oranda yeni banal milliyetçilik dediğimiz cinin arzuları çerçevesinde işlenmesi, ama aynı oranda kültürel ırkçılığın da en önemli siyasal alanı rolünde- izleyiciye belirli ideolojik tahayyüllerin enjekte edilmek dir. Keza televizyon dizilerinde çizilen Kürt imajı, siste- istenmesidir. Bu kapsamda televizyon öyküsü içinde min başlı başına yarattığı dışlama tekniklerinden farklı Kürt karakterlerin arasında çatışmayı yaratan unsur- değildir. Temsili olarak yaratılan Kürt imajı temelde ların arasında gelenek, cahillik, az gelişmişlik, töre ve yedeklenen ırkçılığa destek veren ve bir şekliyle resmi aile baskısı gibi unsurlar anlatının içinde önemli bir politik argümanı besleyen görsel kodlara oturmaktadır. yer tutmaktadır. Aynı zamanda, nefret, ırkçılık, ulusal Bu gibi dizilerde çoğunlukla Kürtler; Ermeniler, Yahu- haset ve giyinme tarzlarındaki “gerilik” (burada Poşi diler ya da Rumlar gibi “azınlık” olarak okunmaz ya da takmak, şalvar giyinmek, gerilla gibi giyinmek Türk statü tanımlanmamış kimliğin aktörleri olarak ele alı- modernleşmesiyle çatışmalı nesneler olarak işleniyor) nırlar. Yani dizilerde Kürtler hala başlı başına başka bir ise nefret edilecek bir ögeyi yaratma açısından azım- ulus ya da milletten çok bu coğrafyada yaşayan “diğer sanmayacak oranda yer almaktadır. Türkler” konumundan pek de farklı okunmamaktadır. Onun için dizilerde ortaya çıkan Kürt imajı “zalim, Yukarıda da belirlediğimiz televizyon dizileri; anti- semit, hoşgörüsüz, etnosantrik ve her anlamda “öte- hanzo, kıro, cahil ya da pespaye” gibi ırkçı damgalama kilere” karşı “nefret suçunu” tetikleyerek tamamıyla tekniklerine maruz kalır. Bir yandan “azınlık” olama- tahakküm senaryoları etrafında örümlenen patolojik yan, diğer yandan “niteliksiz” aktör (bölücü ve güvenil- önyargı kategorileri geliştirmektedir. Onun için Türki- mez) olarak işlenen ikili karşıtlığın altında yatan sebep ye’de yeni ırkçılık, kurumsallaşmış medya dili etrafında başarılamamış asimilasyon politikalarının ters tepme- Kürtler (ve farklı azınlıklar) üzerine yaratılmış kültü- sinden kaynaklı ortaya çıkan muğlaklığı kimlikleştir- rel etnik varsayımlar ve kimliksel şoven yargılar üze- meye çalışmaktır. rine kuruludur. Kalıp yargılar üzerinde yaratılmış bu Bu çalışma televizyon dizilerindeki Kürt imajı tasarım- kategori başlı başına etnosantrik bir mazoşizmden ileri larından yola çıkarak, “esamesi okunmayanlara” yöne- gelmekle beraber, dizi senaryolarını kapsayan mimikler lik şiddet temsilleriyle ilgili olarak temelde farklı olan ve diyalojik üslup “ötekiler” üzerine biçimlenmiş ka- bir çok meseleyi tartışmaktadır. Televizyon dizi söyle- musal söylemi ve hakim kültürün tahakküm arzuları- mi Türkiye’de tamamıyla patriarkal söylem ideolojileri nı açık hale getirir. Bu ayrımda tabi ki şuna da dikkat üzerine kurulmuş olduğundan, Kürtlere yönelik etiket- çekmek gerekir. Dizilerde belirginleşen Kürt imajı ikili lendirme kodları genelde saldırgan, cahil, sert görün- ideolojik ayrımlarla sekanslara yedirilmektedir. Birin- tülü “erkek” imajıyla ilintilendirilir. Bir başka ifadeyle cisi “iyi Kürt” imajının yaratılması, burada devletine patriarkal rejim pratikleri sadece kadın bedeni üzerin- milletine bağımlı olan, düzgün Türkçe konuşan, eği- den kimlikleşmiyor, aynı zamanda mikro kültür ve timli ve kimlik sorunu yaşamayan Kürt özne söylemsel kimliklere yönelik biriktirdiği ideolojik bagajla birlikte olarak olumlanır. Diğeri ise “kötü Kürt” imajıdır, bu- 130 rada negatif olumsuzluk vardır. Çünkü itaat etmeyen, üzerinden gerçekleştirilmektedir. Nefret dili inşa edi- hürmetkar ya da saygılı olmayan “isyankar” mikro-öz- lirken, sosyo-kültürel boyut öne çıkarılarak mağduri- ne Kürt söz konusudur. Keza biz metnin başından beri yetle geliştirilmiş yeni toplumsal sınırlar ve tanımlar bu imajı anlatmaya, bunun nasıl bir söylem ve imaj öne çıkarılmaya çalışılıyor. Örneğin Kürt kimliğinin dünyasını yarattığını vurgulamaya çalıştık. Dolayı- inkârından “iyi Kürt ve kötü Kürt” tanımlarına yedi- sıyla bugün İslamofobi üzerinden şekillenen Batı akıl rilen ahlaki yargılara kadar değişen süreçte, kimliğin dünyasının kültürel ırkçılığı nasıl ki göçmen hareketi kabulü öne çıkıyor ve resmi ideoloji söylemine göre üzerinden bir Müslüman yargısı ve imajı yaratıyor- oluşan “iyi ve kötü” ahlaki tanımları yerleşiyor. Yu- sa, Türkiye’de yaratılan genel Kürt algısı da bundan karıdaki dizilerdeki karşıt figür tam da imajlara ye- farksız bir boyutta yer almıyor. Yani ötekini ya kendi dirilen toplumsal ahlak biçimleriyle hareket ediyor. değer yargılarıyla kabul etmek (kardeş Kürtler) ya da Örneğin dizilere baktığımızda bir yandan müthiş “na- tamamen dışlamak üzerine (bölücü Kürtler) kurulu muslu, dürüst, temiz, beyaz ya da ak kahraman” bir dilsel korelasyon rasyonel bir aklın ideolojisiyle hare- asker prototipi çiziliyor. Diğer yandan “iç düşmanın” ket etmektedir. Dolayısıyla bugün pop kültür, ırkçılık en işbirlikçi hali olarak seçilen karşıt özne, “terörist”, ve linç kültürü üzerinden şekillenen diziler, haberler ifade ve imaj biçimiyle birlikte dizilerde iyi ve kötü ya da şov programları, Türkiye’nin sosyal algı harita- ahlaki değerleriyle ırksal ön yargı formlarına sokul- sını şekillendirmekle kalmıyor, bir sistemin hegemo- maktadır: Siyahlık (kirli giyimli sakallı, aksanlı, cahil nik kültürel ideolojisini tüketim istekleri ve arzuları bölücü ve eşkıya) ve beyazlık (saf, temiz ve vatansever üzerinden normalleştirerek gündelik hayata yediriyor. ordu mensupları). Burada çizilmeye çalışılan siyah ve Dizilerde iyi ve kötü çatışması üzerine kurulmuş se- beyaz ahlaki özne tanımları aslında 20. yüzyıl kölelik naryolar (“Tek Türkiye,” kutsal vatan savunucuları döneminde oluşmuş ırkçı, siyah ve beyaz deri özne ta- ve bölücüler) aslında 2000’ler sonrası büyük depre- nımlarından hiç farklı değildir. Böyle bir miras üzeri- sif politik meseleler etrafında şekillenmiş bir gerçek- ne konuşlanan bu fikriyat medyanın diliyle kimlikle- likle hareket ederken, belirgin olmayan bir geleceği, şerek yeni bir sosyal Darwinist türevci ideoloji, popü- kilitli imajlarla tek taraflı anlatarak (toprak, vatan ve ler kültürün dağarcığıyla görselleştirmektedir. Mesela sınır girdabında) ideolojik bir cephe kurguluyor. İl- dizilerde dikkatimizi çeken bir detaya göre örneğin kin “bölücü ve terörist” olarak resmedilen sembolik aksan sahibi olmak demek, aynı zamanda kötü eğitim karakterler başlı başına bu dünyaya (iyileri dünya- almanın ölçütü olarak vurgulanıyor. Modernist bir sına) ait olmayan “öteki” varlıklar olarak resmedili- algıyla hareket eden bu skala temiz Türkçe konuşa- yor. Bahşedilen huzuru (tek vatan) bozmaya meyilli mayanı damgalayarak, “cahilliğin” ölçütünü aksansız bu “öteki” varlıklar alegorik olarak zombiler gibi ele “temiz” Türkçe konuşmakla eş değer tutan bir tutuma alınırken, bakışlar, konuşma pratikleri, kostümler ve girmektedir. Bu anlamıyla dinamik bir nüfus olan dekorlar bu kamusal aklın travmasını yansıtmaktadır. Kürtlere yedirilen aksanlaşma pratikleri diğer azınlık- Patriarkal şiddet üzerine kurumsallaşmış bu televiz- larla aynı ölçüde ele alınmamaktadır. Örneğin tele- yon dizileri yeni kuşağın çağdaş ilgisini eski kuşağın vizyon dizilerinde öne çıkan Laz, Rum ve Ermeni ya anlatısıyla elde etmeye çalışırken; kullandığı söylem, da “gâvur” aksanı daha şirin gösterilmekte, burada öte- gramatalojik yaklaşım ve popüler imaj oyunlarıyla se- kileştirilme etkin dinamik “azınlık” olmadıklarından yirciyi biçimlendirmektedir (kahraman vatanseverler kaynaklı “sempati” yaratmaktadır. Oysa Kürtler Türk = melekler, seçilmişler, avcılar - hain bölücüler = şey- milliyetçiliği için Jön Türk Hareketinden ve Cumhuri- tan, dışlanmışlar, zombiler). Bu karşıt ikili posizyon, yetin kuruluşundan beri “hesaplaşılması” gereken etkin duygulara inanç üzerinden (müslüman olmak=vatan- bir “öteki” özne konumundadır. Ümmet fikri üzerin- sever) seslenerek kamusal bir algı ve ahlak yaratmaya den tezahür edilmiş Kürt özne sürekli ayaklandığı ve kalkışmaktadır. “rahat durmadığı” için diğerleri gibi algılanmamıştır. Dizilerde özellikle “Tek Türkiye, Ölümsüz Kahra- Türk milliyetçiliğinin kaba propagandası tamamen ya- manlar, Şefkat Tepe”de dilin ideolojik yapısı çizil- ratılan bu Kürt özne algısı dâhilindedir. Böylece, bir mekte, daha doğrusu izleyene gönderilen imajlar yandan hayali “kardeşlik” söylemi ümmetçi ve cemaat- 131 çi bir zihniyet yapısıyla milliyetçi bir reflekse girmekte, adlı kitabında iktidarın güç ilişkilerinin baskıcı meka- diğer taraftan medya ve kitle iletişim araçları üzerinden nizmasını savaş terimiyle çözümlemek gerektiğini söy- bu hayalî nefret suçlarının hedefi seçilmektedir. ler. Keza savaş hegemonyanın kendi atıl damarı olan gücünü despotik yönetme arzusunu tesis etmek için kullandığı şiddet ilişkilerinden sadece biridir. İktidar- Savaşın Duyumsanan Şiddeti ve Suç Rejimi lar, özellikle devlet iktidarları savaş üzerinden toplumu Olarak Olağanüstü Hal kontrol eder, disipline eder, cezalandırır ve korku si- Savaş ve faşizm arasındaki ortak akıl daha öncesin- yasetiyle toplumu bir düzenek haline sokar, patolojik de Alman faşizmi döneminde olduğu gibi Türkiye’de bireylerden oluşan bağımlılar topluluğu yaratır. Korku ve küresel alanda da apaçık bir şekilde bugün, sosyal ve güvensizlik bu güç siyasetinin en çok arzuladığı ve kontrol, devlet şiddeti, farklılıkları tehdit, ırkçılık izle- bize çıplak bir biçimde « ceset ve mağduriyet » söylemi ği ve göçmen dinamiği harekete geçirtilerek oluşturul- üzerinden eril bir şiddeti görünür kıldığı ahlakçılıktan, maktadır. Düşmanlarıyla savaşmak faşizmin en önemli düşmanlıktan başka bir şey değildir. 1990’ların kirli sa- ayrıksı özelliğidir diyebiliriz. Hatta kendi yurttaşlarını vaş pratiğinden beri Türkiye bir OHAL ülkesi olarak savaşa sokma arzusu içindeki faşist lider ve karakter, il- böyle bir ruh ve savaş siyasetiyle sabaha uyanan trav- kin kendi yaptığı propagandanın etkisine girer ve farklı ma ve nefret coğrafyasıdır. Umutsuzca kaçmakta olan bir tahayyüller dünyasında sürekli düşmanlaştırma fik- ve sürekli göç veren bir faili meçhul cinayetler mekanı riyle yaşar ki bu patalojik aradanlıkta mağduriyet fikri olarak hafızalara işlenen Türkiye, sadece savaş siyasetiy- önemli bir aksamdır. "Vatan, kudretli ulus yalnız bıra- le yönetilen bir ülke değil, sistematik olarak patalojik kılmış, mağdur edilmiş ve tehdit altındadır" düşüncesi öznelerin, şiddet eğilimli bireylerin yaratıldığı polislik ve güvenlik sisteminin dayatıldığı bir gözetim, baskı bir gündelik toplumsal proje ve nutuk olarak her gün alanıdır da. Siyasal iktidar hiç bir zaman savaşı durdur- işlenen bir yaklaşımdır. Bu anlamıyla da faşizm hem mak istemez; savaş üzerinden kendi gücünün tesisini, yaşam hem ölü beden üzerinden güç ve otokrasi ku- tarih yazımını gerçekleştirir. Burada mağduriyet, kutsi- rarken kitlelerin aptallaştırılması ve uyuşturulmasını yet, şehitlik gibi mertebeler halkın duyguları için kulla- önemli bir etkinlik olarak dikkate alır. Aptallaştırma nılan ve zaten Türkiye’nin ilkokuldan beri yurttaşlarına rejimleri ve kodları bugün sadece televizyon değildir, işlediği bir milliyetçi-ümmetçi algı politikası olarak bi- dezenformasyonun troller ve sosyal medya üzerinden linen en sıradan ve en vurucu retoriklerdir. Aynı şekilde işlendiği her alan, dil, söylem ve imajların toplamıdır. nefret ve korku söylemi linç kültürü artık devreye girer. Türkiye 2015 seçimlerden itibaren Diyarbekir miting Keza burada iç ve dış düşmanın tahayyülü milliyetçi saldırısı (5 Haziran 2015) ve Suruç saldırısı (Pîrsus, 20 referanslarla tekrarlanırken toplum sürekli bir travma Temmuz 2015) katliamlarından sonra felaketin iktidar haline sokulur ve depresif ruh halinde olan toplumun aygıtı olarak tehlikeli otoriter bir savaş siyasetinin içine düşünmesi, yaşanması sağlanmaz, toplum genelleştiril- girdi. Ama bu yazıda ben Kürtlere karşı yürütülen bu miş felçlik halinde linç ve şiddetle kırılgan hale sokulur selefist, ırkçı ve cihatçı savaştan daha çok, savaşın nasıl ve sakat bırakılır. Bir retorik olarak savaş, egemenlerin bir mağduriyet rejimi yaratıp muktedir dili nasıl oluş- kurduğu ulusal duygunun otoriter siyasetinin, hınç turduğu üzerinde duracağım. Her gün sabaha sıkıntılı kültürünün ve şehidlik mertebesinin vazgeçilmez ay- uyanan, patalojik ruh dünyasını kendine ödev edinmiş gıtıdır. Bu nedenle « şehitlerden » bahsedilirken bütün bu coğrafyada savaşın sıradan iğretiliği içinde bir sürü ölümler sadece bir rakam ve sayı olarak işlenir, ya da genç insanın ölümleriyle despotik propagandanın yük- öz değerler ve ulus adına savaşın sürmesi için kutsal- seltildiği bir rejim pratiği görmekle kalmıyoruz; yok- laştırılır. İşte tam burada egemen milliyetçilik; şehit sulların hanelerine acının «şehitlik» mertebesiyle süs- sembolü, kutsal, mutlakçı ahlak (onur olarak : şehadet lenerek sindiği nekropolitik haberlerin bir mağduriyet şerbeti ve şehitlik mertebesi), kurgulanmış ve düşman- siyaseti olarak bize sunulduğunu görmekteyiz. Savaşı laştırılmış toprağın sapkın ideolojisi olarak karşımıza en çok da vatanı bir propaganda haline getirenler sa- çıkarken bütün Türkiye Cumhuriyet tarihi ve OHAL vunur. Michel Foucault Toplumu Savunmak Gerekir döneminin ırkçı kültürü bir kan siyaseti olarak bize, 132 yurttaşlara ve yoksullara sunulur. Ve Kürtler başından men olanın bu muktedir aktörleri kadından, çıplaklı- beri bu savaşta mağdur bırakılarak, şakileştirilerek, ğından ve özgürleşmesinden nefret eder, ondandır ki Cumhuriyet'in asileri olarak despotik polis gücünün savaşta teşhir edilen, cinsiyetleştirilip namus siyasetine yürüttüğü savaşta « Türk'ün gücünün » ispatlandığı yedirilen ilk kadın bedenidir. Kadın bedeni ulus, va- sömürgeleştirilen öznedir: damgalanan ötekileştirilen tan ve savaş sefilliğiyle örülen erkekliğin belasıdır. Er- kadınlar, çocuklar, göçmenler, Aleviler, « haydutlar », kek sistemi savaşın içinde ilk kadınla hesaplaşır, kadın çapulcular ve Ermeniler gibi. Seçimlerde mağlubiyet erkeğin iç ve dış düşmanı olarak tasarlanır ve namus elde eden bir yönetimselliğin hırçınlığı içinde sadece katsayısıyla erkeklik kendini kadın üzerinden egemen ölümler değil ölümlerin sayılara indirgendiği bir apart- ve otoriter kılar. Ondandır ki teşhir edilen bir ruhban heid rejim pratiğinden ve kimsenin hayatının garanti ahlakıyla sunulan ölümlü kadın bedenindeki çıplaklık, altında olmadığı olağanüstü bir polislik rejiminden sadece kadına yönelik bir saldırı değildir burada. Aynı artık bahsetmek gerekir. Keza tarihin her aşamasında şekilde Varto’da teşhir edilen Ekin Wan’ın bedeniyle ka- direnenlere karşı geliştirilen savaşın tarafları sistemin dın direnişine, Kürt kadın hareketinin direnişine cevap dışında bırakılanlar, kalanlar ve gücü eline alan despot- veren ve ondan korkan erkekliğin intikam alma hırsına lar olarak tasarlanır. "Yani bir itilaf ve ittifak rejimleri dair de patalojik bir yarılmadır. Erkeklik bir hastalık hegemonik çatışması içindeyiz" dersek yanılmış olma- değildir; erkeklik kadın bedeni üzerinden kurgulanan yız. Alman faşizminin, Reich hükümetinin Yahudileri biyopolitik bir rejim pratiğinin, olağanüstü hal rejim düşman ilan etmesi ve müslümanların Batı kamusal siyasetinin adıdır. Bir tahakküm olarak beden kurgula- alanında “terörize” edilmesi bir yana; DAİŞ, bugünkü nır ve kadın bedeni erkeğin erkekliğini zafer naralarıyla neoliberal hegemonik güçler, muhafazakar selefiler, ispatlamaya çalıştığı faşist siyasetin mekanı olarak ele cihatçı gruplar, hükümetler tarafından yaratılan Kürt alınır. Beden sadece çıplaklaştırılarak ya da halk sade- fobisi ve siyasal farklılıklara yönelik etnik ve dini faşizm ce yoksullaştırılarak kapatılmaz; savaşın algısıyla beden sadece Kürtlere karşı bir savaş siyaseti yürütmüyor, bir hapsedilir, teşhir edilir ve tecavüze alet edilir. Savaşta patolojik yarılmanın, nefret söyleminin ve sefalet yö- ilk kadın bedenidir tecavüze uğrayan; sonra çocuklar, netimleri pratiğiyle faşizmi savaş baronluğu ile Orta- gençler ve yaşam. Kadın çıplak bedeniyle, « namuslu doğu alanında yeniden kuruyor. İktidar özellikle çocuk » muktedirler tarafından dilsizleştirilir, ötekileştirilir ve kadın bedenini teşhir eder, hedef alır. Keza bütün ve savaşın hırçın siyaseti içinde kadın, eril efendilerin muktedir siyaset zinciri özgürleşme yanlısı çocuk, genç öfkesinin mağdur ve kurban edilecek ahlaki kaynağı ve kadının hapsedilmeye çalışılması üzerine kuruludur. olarak tasarlanır. Burada söylemek gerekirse aynı ana- Bu nedenle hem Silopi’de, Varto’da hem de Suruç’ta ilk lojiyle hareket edersek, ırkçı ahlakın sistematiği içinde hedefte olan bedenler çocuklar, genç kadın ve erkekler- Kürtler de bir kadın bedeni olarak ele alınır, Kürt ka- dir. Egemen medyada gelişen dezenformasyon teknik- dın bedeni bütün sömürgecinin kendini ispatladığı iti- leri, Türkiye’de cumhuriyet tarihi boyunca ama özellik- kat ve kutsallık alanıdır, ve Kürtler diğerleri gibi sadece le Kürt coğrafyasında savaşla birlikte hakikatleri çarpıt- « bölücü » değildir aynı şekilde nefret kusan hınçcı in- ma ve yeni yalan rejimleri oluşturma, hakikati kutsal- tikamın nesnesi haline getirilmiştir. laştırılmış yurt ve millet üzerinden yeniden oluşturma derdindedir. Çünkü Türkiye’de basın, ırkçı ve totaliter Bütün muktedir siyaset zinciri bir rejim pratiğinden gelmektedir. Gündelik hayatımız savaş siyasetiyle basının teşhirci kavram silsilesiyle bir özgürleşme yanlısı çocuk, genç düşmanlaştırma figürü etrafında örülürken, « bölücü, ve kadının hapsedilmeye terörist ya da iç ve dış mihrak » anlatısı despotik savaş çalışılması üzerine kuruludur makinasının sadece herhangi disiplinci ayaklarından biridir. Kadın, savaşın ve eril tahakkümün içinde na- Erkeklik bütün mesiyanik kutsal okumalarda erilliği muslaştırıldığı için Varto’da çıplak olarak teşhir edilen bedenleştiren tahakkümün adı olduğu gibi fallus, sos- beden üzerinden bir tecavüz ve onur kırıcı şiddet siya- yalin kutsallık ve adanma yasalarının da failliğidir. Kut- setiyle erkeklik ve kutsallık ispatlanmaya çalışılır. Ege- sallık kavramına aslında bakmamız gerekiyor, erkeklik 133 kutsallığı nasıl kurar? Kutsallık epistemolojik olarak savaş siyaseti gözleri sadece kör etmez ya da basmakalıp (Latince'de Sacrificium, Arapçada Dabia) mit ve ritü- ve klişe tavırlara sokmaz, insanı sindirir, erilleştirir ve el anlamda teolojik boyutta ele alınıp tanrısal olandan yabancı düşmanlığını yükseltirken, ırkçı bir kadercilik eril benlik olana yedirilen değerleri (apothéose) köksel gündelik hayatımıza işler: Irkçılık savaş siyasetiyle birlik- olan üzerinden adlandırmak için kullanılır. Tanrı, ülke, te sıradanlaştırılır, hükümranlaştırılır ve güdükleştirilir. vatan, toprak, bayrak ve kadın namusu kutsallaştırılır. İktidar yani despotik güç nerede olursa olsun « yabancı Bütün eril şiddet ve aktörleri tanrıya adanmış benlik- olanları », « barbarları» (ontolojik anlamda), göçebeleri, ten vatana adanmış eril bireye yönelirken kutsallığı kadınları, ötekileri, « gavurları », yani “dışarıda bırakı- kutsar ve bir tabular, bedeller, ölümler rejimi yaratılır. lanları” kendi eril nefret siyasetine dahil eder ve onları Mondher Kilani Savaş ve Kutsallık: Aşırı Şiddet adlı kendi kurguladığı kamusal devlet ve milliyetçi hiddet kitabında savaşın kutsanmasıyla (ki burada Thomas muharebesi içine hapseder. Hobbes’un Carl von Clausewitz savaşı teorisine gön- Onun için diyebiliriz ki, savaş belki de egemenlerin derme yapar) başlayan şiddetin ekstrem boyutuyla öte- rahatlıkları, ırkçı, militarist arzuları için yoksulları kinin yok edilmesi ve « haklı dava’nın » kazanılması cepheye sürdüğü, öldürttüğü, ve o yoksulların ceset- üzerine ne tür bir kutsanma ve düşmanlaştırma rejim leri üzerinden despotik egemenliklerini sömürgecilik pratiklerinin oluşturulduğundan bahseder. Burada hak üzerinden sürdürdüğü örgütlenmiş, sıradanlaştırılmış ve itikat otoriterin ihtiyaç duyduğu en kutsal kelime- despotik bir alandır. Ve tarih, egemenlerin köleleri ve lerdir. Allah adına yapılan ruhani savaştan vatan adına yoksulları cephede vampirleştirdiği biyopolitik aygıtın yapılan ruhani savaşa geçilir. Réne Girard’a göre ise hangi biçimlerde totaliter olarak hayatımızı mahvetti- bütün ulusal kültürler bir ihtiyaç, kıskançlık, hamaset ğini gösteren örneklerle doludur. ve istek sistemleri içinde klik olan ölümlü bir kurucuya ihtiyaç duyar burada kurbanlık ve mağduriyet değerleri Bundan dolayı savaş iki önemli şey üzerinden yürümek- kutsallaştırılır. Acıların Çocuğu Küçük Emrah, popü- tedir: Siyasal hasmın teşhir edilmesine yönelik yürütülen ler kültürle kalmaz, bu ülkede bir darbe rejimi kuşa- mağduriyet ve tehdit altında olma patolojisinin toplum- ğının ruh hali olarak bütün sağcı patalojinin üzerinde sallaştırılması, haklılaştırılması; bu aralıkta güç ilişkileri durduğu ve halka pazarladığı hegemonik bir iktidar ve (ekonomik, siyasal, Pazar-silah tacirleri) içinde karşı ırkı, haz siyasetine dönüşmüştür. Acıların Çocuğu artık ik- düşmanı defavorize etmek ya da biyolojik tehlikeyi be- tidardır, hükümettir, vatandır, eril tahakkümdür. Keza lirlemek ve yok etmek arzusu adına yaratılmış [bir tür] kırılgan bir toplumun alt sınıflarından sızarak gelen makinasal şiddet aygıtı. Tabii ki bu yalnızca, bir anlam- acıların çocuğu artık, gücün elde edilmesiyle muktedi- da, siyasal düşman izleğinin biyolojik bir genelleştirilme- rin sahte göz yaşları, ruhban sınıfının aldatıcı maskesi sidir, bütün savaş aygıtlaşmalarının ve söyleminin sadece olarak inanca ve inandırmaya oynar. bunun üzerine yerleşmediğini bilmekteyiz. Ama dahası var, savaş -bu kesinlikle Foucault’nun dediği gibi yeni bir Biz artık biliyoruz ki, savaş itibariyle insan ırkının bi- şeydir-, 19. yüzyılın sonunda, yalnızca karşı ırkı (eleme yolojikleştirildiği ve fiziki değerler sistemi üzerinden ve kendi ırkını yaşatmak için mücadele izleklerine göre) gelişen yeni bir köleliği, şehitlik ve kan idealleştirilmesi saf dışı bırakarak, kendi ırkını ve despotluğunu haklılaş- üzerinden sunarken Kürtlere ve göçmenlere, mevsimlik tırma ve güçlendirme yolu olarak değil, aynı zamanda işçilere yönelik “yabancı düşmanlığı” (Xenophobie) bir kendi ırkını yeniden kurgulama üzerine kurulmuş fiziki Apartheid (Güney Afrika örneği) rejimi olarak karşımıza yok etme / kırım yoludur. Foucault’nun belirlediği gibi: çıkar. Irkçılığın algı mekanizmaları birçok mantıksal iş- “aramızdan ölenlerin sayısı ne kadar çok olursa, ait ol- lemler ve savaş aygıtı üzerine oturan eril siyasetin dilidir. duğumuz ırk da o kadar saf olacaktır.” (Foucault, TSG, Irkçılık burada anlam itibariyle bir ulus-devlet ve üstün s. 263).15 medeniyet retoriği değildir sadece, tam da iktidarların kendi despotik hegemonyalarını yeniden kurgulamak 15 Bkz. Thomas Lepeltier, “ De la guerre des races au racisme de l’e- tasarlamak için kurdukları kurumsal, bilimsel, kültürel, tat” :http://www.naturalthinker.net/trl/texts/Foucault,Michel/ kimliksel ve ideolojik bir yaklaşımdır, bir iktidar prati- Foucault%20Michel%20De%20la%20guerre%20des%20 ğidir. Dolayısıyla genelleştirilmiş korku rejimleri içinde races%20au%20racisme%20d%27etat.pdf. 134 İslami bir biyopolitika etkinleştirilirken, kriz halinde yönetimselliklerde süreklilik arz eden otoriter yapılar- olan toplumsal alan ve devlet despotikleştirilir, aslında daki kurumsal krizler, tamamen devletin organlarının hem despotik olmak ve toplumsal kırım, hem de küre- felç edilmesini sağlayan askeri darbelerin mirasıyla sel jandarmalık ve küresel güç iddiası (vasatlıklar rejimi, örgütlenirken, bugün AKP hükümetinin anayasal yükselen faşizm ve mühendislik ideolojisinin küresel- teknikler, muhafazakar sermayenin küreselleşmesi ve leşmesi: Trump, Putin ve Erdoğan) yan yana gelebilen kurumsallaşması, yerel şiddet ağları, paramiliter örgüt- bugünün olağan faşizminin ruh halidir. Gücü elinde bu- lenmeler, sivil darbe ve lokal savaş sendromlarıyla “teh- lunduran, nüfus ve şiddet ekonomisi uzerinden ilerleyen dit” altında olduğunu iddia eden bir ayrıştırıcı otok- neo-liberal islami toplumsal hafıza bugünün yeni İtti- ratik çerçeveye yerleştiğini söylemeliyiz. Bu anlamıyla hatçı Türkiyesidir diyebiliriz (Erkek/beyaz/müslüman/ bir yandan hem totaliter bir yönetime dayalı sembolik sünni/ulusal olan çoğunluğun muktedir yönetimi). Ama iktidarı tanzim etmekte, hem de kadro ve seçmenlerini ayni şekilde eklemek gerekir ki Türkiye’de otoriter devlet manipüle etmek için tekniğin küresel boyuta vardığı olgusu klasik anlamda işleyen kurumsal yapı olmaktan bir aralıkta totalitarizmi meşru kılacak söylemlere, ya- uzak bir arkaizmi barındırırken ve resmi şiddetin, suçun, saya, toplumu yöneten hukuka ve özellikle hayali “iç 16 resmi baskıların yaygın bir metodu olarak bu durum düşmanların” yeniden yaratılmasına ve karşı savaş yü- bize “post-totaliter” bir şiddet rejimini açıklamaktadır. rütmek zorunda kaldığından “ulusal seferberlik” çağrı- Diğer yandan toplumun sürekli biçimde darbeye alış- sına (15 Temmuz darbesi ve fetihçi seferberlik ruhu). tırılması, darbelerin normalleştirilmesi ve darbe karşıt- nutuk biçimlerine ihtiyacı var. Saldırganlık ve sosyal lığı üzerinden başka türlü bir hakimiyetin kurulması kutuplaştırma politikası toplumda kendine cevap bu- bir tür yeni yönetimselliğin ortaya çıktığını, başından lurken, soykırım ve şiddet üzerine kurulu bir yapının belirlemeye çalıştığımız “post-totaliter” bir yönetmeye normalleştirilme teknikleri olarak nekropolitik şid- vardığımızı da göstermektedir. det tam da bu aralıkta ölü bedenler üzerine nüfuzun Darbe girişimleri ve çatışma kültürünün tırmandırıl- sağlanması için gereklilik arz ediyor. Keza toplumsal ması, bir yandan toplumsal kutuplaşmayı yaratmakta, kontrol normları ölümün sadece kutsanmasını gerekli nefret söylemi uzerinden geliştirilen kontrol ve gözet- kılmıyor (şehitlik mertebesi ve ulusal ödev) iç düşman leme sistemiyle de, 21. yy islami neo-liberal ve mu- ilan edilen “muhalif öznenin” ölü bedeninin de teşhiri- hafazakâr bir karmaşık toplumsal yapı oluşturulmaya ni, apaçık imhasını da gerekli kılıyor. çalışılmaktadır. Bu siyasal algının yasalar, kurumlar ile Bir yandan bütün bir toplum hapishane gibi mikro iç içe geçmiş aygıtlar tarafından oluşturulduğu, bu do- alandan makro alana kadar örgütlenmekte (toplum nemin bütün siyasal okumalarını kapsadığını söylemek aktörleri ajanlaştırıllmakta), diğer yandan “şehitlik” ve gerek. Kriz halinde olan yönetimlerin şu an OHAL re- bedel ödeme üzerinden kurulmuş kutsal iktidar me- jimlerini ilan etmekle kalmadığı, kısmi düzeyde otori- ter bir saygınlığı, karizmatik lideri ve yasayı arzuladığı; kanizmaları “mükemmel ulusun” ve “milli şefin” kut- bu şemanın içinde bulunduğumuz yüzyılın bölgesel ve sanması üzerine kurulu dil açık ve seçik bir biçimde yerel savaşları uzerinden (devletler ve cihatçı gruplar ortaya konulmaktadır. A. Mbembe’nin belirlemeye arası) geliştirilen “tehlike” ve tehdit söylemiyle yapılan- çalıştığı nektopolitik bir iktidar ilişkiselliği ve kolon- dırdıklarını söylemeliyiz. Ulus’un ve kurumsal yapının yal güç dengelerini ortaya koyarken, aynı zamanda tehlike altında olduğunu söyleyen bu şiddet algısının beden, şehitlik ve kan üzerinden kutsallaştırılmış bir 17 aslında 1933 sonrası Nazizmine yakın bir rejim algı- iktidar örgütlenmesinden bahseder. A. Mbembe’nin sıyla hareket ettiğini ama yerel durduğu kadar küresel nekro-iktidar tanımlaması Foucault’nun “biyopolitik” 18 olduğunu belirtmekte yarar var. Özellikle Türkiye gibi kavramı ile kıyaslandığında daha da anlaşılır hale gel-

17 Achille Mbembe, Nécropolitique, Presses de Sciences Po, « Rai- 16 C. Lazzeri et D. Reynié, La raison d’état : politique et rationa- sons politiques », 2006/1 no 21, pp. 29 à 60. lité, Paris, PUF, 1992, p.43-82. 18 M. Foucault, Naissance de la Biopolitique, Hautes Etudes, Gallimard, 2004. 135 mektedir. Foucault ve Mbembe ırk ve ırkçılık konusunun taşısa da mutlak hakimiyete girişmeye çalışan rejimin ta- analizini sunma amacındaki bu paradigmaları biyopoliti- hakkümle ve “korku siyasetiyle” tabana yayılma isteği ön- ğe ve nekropolitiğe dayanmaktaydılar. İktidar yaşam ala- celiklidir.19 Kürdistan’da geliştirilen savaş sadece yerel an- nında bir güç odağı oluştururken yaşamı kapsamak için lamda kurulmak istenen şiddet mekanizmalarını sabitle- devletin aygıtlarını ve ilgilendiği alanları kullanır. İktidar me arzusu değil ama aynı şekilde sömürge söylemi üzerine aygıtları, söylem ve ahlak üzerinden yaşam ve ölüm ara- kurulu eril hakimiyetin kendini bedenleştirme ve orada sında bir mola ilişkisi kurar. İktidar biçimleri bir yandan söz söyleme hakkını despotik makineye devretme arzusu- yaşama yatırım yaparken diğer yandan “ölüme terk etme” dur. Keza Kürtler belediye ve ekolojik toplumsal değişim üzerine kurulu bir siyasayı da belirgin kılar. Bundan do- ontolojisiyle devletin belirli sertlik okumalarını barış süre- layı diyebiliriz ki post-totaliter bir siyasal arenanın tam ci ve öncesinde bertaraf etmiş, fiili olarak ilan edilmemiş içerisindeyiz. Bu kavramı daha sonra yeniden ele alaca- bir demokratik özyönetim kurumsallaşması dinamiği ya- ğız. Bugün iktidarlar kolonyal kontrol bölgeleri kurarak ratmışlardır. Bu durum legal alanda belirli toplumsal dö- kısmıianlamda sömürgelerini gözetim altında tutmak nüşüm çerçeveleri sunmasıyla birlikte, devlet bir erkek eril “terbiye etmek” üzerinden egemenliği kurmaya çalışırlar. yapı olarak bu durumu kendi hegemonyası için bir tehdit Lakin sadece bu değildir, egemenlik aynı zamanda iktida- olarak okudu ve eski devletin bütün mirasını devralarak, rın öznesi olan Kürtlüğün yeniden düzenlenmesi, sömür- şehit ve vatan söylemi üzerine kurulu, ölü bedenlerin siya- gecisinin belirlediği iyi Kürdün kurulan vaatler üzerinden setine girişti. İşte bu siyaset Achille Mbembe’nin altını çiz- yeniden oluşturulması demektir. AKP’nin muhafazakar- diği nekropolitik bir mekanizmayı sunar. Devlet burada lık ve islam ahlakı üzerinden kurmaya çalıştığı Türk etho- öldürmeyi söylem olarak ahlaki bir toplumsal yasa olarak su içindeki Kürtlük üst ulusun birliktelik projesinde ona sunarken diğer yandan sömürgeci olarak, ölü bedeni yaşa- sadık bir özne olarak kendine yer bulur. Burada kutsal ma da dahil etmek, ölü beden üzerinden vasatlık siyaseti ulus, nekropolitik bir güç ve sadık-bağımlı öğeleriyle ken- izlemek istemektedir. Taybet Ana’nın ve Pakize Hazar’ın dini tanımlarken kurulmaya çalışılan egemenlik iktidarın ölü bedeninin içine yerleştirilen hiddet, sadece devletin manifestosu olarak oluşur. AKP’nin ve kurguladığı yö- kurumsal öfkesi değildir, çıplak beden, yere serilmiş ölüm netimin içindeki (MHP, Ergenekoncular, Kızıl Elmacılar, ve “cesetleştirme” üzerinden bir nekropolitik şiddet ve Perinçekçiler, Kemalistler, vs.) organların, yeni İttahatçı tehdit mekanizması toplumsallaştırılır, devlet tabandan kurgusu içinde kemalist devlet geleneğinden farklı olarak vücut bulan tehdidin kurumsal temsili olarak uygulayıcı Kürtlüğün reddi değil, sadık Kürdün kabulü (sadık, İslam olandır. Bu anlamıyla nekropolitik şiddet aygıtı ölme ve içinde tanımlanan Aleviliğin kabulü), “isyancı” Kürdün öldürme üzerine kuruluyken, hipokrit bir şekilde ölüm- dışlanmışlığı söz konusudur. “Sadık” Kürt yaşama dahil leri tasnif eder, ölümler üzerinden nüfus siyaseti izler, nü- edilirken, efendisini dinleyen, onun ekonomik arzularına fusu ölüme bırakır. Ayni şekilde ölüm ve şehitlik üzerin- ve toplumsal tahayyüllerine çıkarı gereği dahil olan (ister den izlediği siyaset gereği kontrol edemediği “ötekinden” istemez) kontrol altındaki öznedir; “diğer” Kürtler ise nefret ederken, nefretini bıraktığı zehirle birlikte apaçık tehdit kabul edildiği için, ablukaya alınarak, ölümü dahi alanda ölüm üzerinden intikam alır. Nekro-iktidar sadece şiddete maruz bırakılan öteki, dışlanan “şaki”, ölüm siya- ölü beden üzerine kurulu bir yasa değildir, aynı zamanda setine dahil edilmek istenen “sapkın” öznedir. hem Fanon’un Cezayir savaşı sırasında sömürge alanında Aslında, bu yeni yönetimsellik, Kürtlere, Alevilere, Erme- özneye dair söyledikleriyle ilgilidir, hem de Mbembe’nin nilere, farklı cemaatlere ve Müslüman olmayanlara karşı Ruanda Soykırımı (kokan beden, cesedin kokusu, ölü be- düşmanca bir nefret siyaseti izlerken, toplumun çatışma denin alanda teşhiri) etrafında altını çizdiği gibi bu, frag- normları ve kodları üzerine yoğunlaşarak hayali bir düşman mantal olarak sömürgecinin direniş alanını ve kapasitesini yaratma retoriğine dayanarak pekala klasik anlamda ilerler. bölmek, demoralize etmek, şiddeti yerel alanda bu bölme İşkence, şiddet, tehdit ve polis uygulamaları sürecinin bir ve yönetme üzerinden kurgulamak istemesinden de ileri parçası haline gelen nefret ve olağanüstü hal, hükümetin gelir. Kürdistan’da özellikle Cizre, Nusaybin ve Sur kent sivil darbe teşebbüsüyle otoriterin arzusu altında bir sosyal alanlarındaki şiddetin en çıplak hali ve TOKİ üstün- kontrol mekanizması yaratıp, şiddeti rasyonalize etmekte- dir. Bu anlamıyla toplumsallaştırılmış savaş, belirli riskleri 19 C. Coker, War in an age of risk, Polity Press, Cambridge, 2009 136 den bütün kültürel mirasın yok edilmesi, soylulaştır- alanına dayattığı şiddetin (Egemenliğin morfolojik ma projeleriyle (Sur Gavur Mahallesi ve Hasankeyf, ya şiddeti) araç ve duygularının eleştirel okunmasını da Filistin de İsrail yerleşim alanları ve Gaza gibi), güç da ele almaktadır. Keza bugün Türkiye’de muktedir yapısı alanını parça parça kuşatarak izole etme ve haki- İslam'ın kurguladığı şiddetin kaynaklarının Orta- miyet kurarak “ötekiliğin” alanını kontrol altına alma- doğu’daki şiddet dinamiklerinden farklı olmadı- ya çalıştığını görmekteyiz. Bu durum Batı alanında ve ğını belirlemeliyiz. Bu anlamıyla İbn Haldun’un Latin Amerika’da fakir, işsiz, preker ve göçmen mahal- özellikle iktidarın güç aşamalarını temsil eden üç lelerindeki soylulaştırma ve rant projeleriyle ulus-aşırı aşamalı iktidar hakimiyetinin bugün açısından şirketlerin yerel halkların yaşam alanlarına müdahale baktığımızda AKP retoriğine hiç de uzak olmadı- etmesinden pek farklı değildir. Keza devlet yapı ola- ğını kabul etmeliyiz: assabiya (toplumsal projenin rak, ulusaşırı kapitalizmin jandarmalığına oynarken, hizmetle oluşturulması), taghallub (tahakkümün en klasik anlamdaki Leviathan gibi hareket ederek, oluşturulması) ve dava (kitlenin kazanılması için kent alanını kendi hakimiyeti içine yerleştirmek ister. bir dava etrafına kenetlenme ve davanın tahayyül Bu alandan hakimiyet ilişkileri sadece asker ve polis edilmesi).20 Her yerde uygulanan “devlet şiddetini” despotik araçlarıyla kurulmaz, aynı şekilde toplumsal değerlendirirken (kurumsal devlet şiddeti ve kentsel ve psikolojik alan bu kuşatılmış kent alanlarını terörize alanlarda devlet dışı karşı şiddet), örneğin Hamit Bo- ederek devam eder ve medya veyahut da sosyal medya, zarslan’ın Ortadoğu’da şiddetten söz ederken bahsettiği kurulmuş bir şiddet ve nefret eklektiğinin yeni tahak- uygulamalar hakkında da belirttiği gibi: “1980'lerde küm kodları olarak seyir eder. Devletin paramiliter sivil Ortadoğu'da bu kavramı, daha önceki örnek bir çalış- ve yasa organları örneğin sosyal medyayı nekropolitik mada, “devlet şiddeti” ve “devlet savaşının”21 birlikte şiddetin hasıl alanı, nefreti çıplaklaştırmanın önemli olabileceğini ve ayrıca resmi ve resmi olmayan silahlı aracı olarak kullanır. aktörler arasındaki süreksizliğin ortadan kaldırabile- ceğini ileri sürmüştük.” (Révolution, État de violence, 2015, s.21) şeklindeki analizinin geçerli olduğunu söy- Kent Alanının İşgali ve Yaşamın Kontrolü lemekte yarar var. Burada güç ilişkileri içine yerleşen Olarak Ekonomik Despotizm toplumsal rant ve soylulaştırma eklektiği sadece sos- Makalemiz özellikle Türkiye’de hükümet tarafın- yolojik veriler ya da yaklaşımlar üzerinden değil, yeni dan Olağanüstü Hal’in yenilenmesinden hemen isyanın kentsel alanına dair (çevre, mikro kimlikler, sonra Kürt bölgesi içindeki özyönetim talebinde toplumsal ve yönetimsel kriz, vs.) anlatılar etrafında bulunan Kürt direniş alanlarına ve Kürt siyasal ta- okunabilir. Kent açık alanlarında yeni isyan modülleri- rihinde belki de önemli bir biçimde ilk kent alanı ne baktığımızda, kurulu bir mikro politikanın despo- direnişi olan (Hevsel Bahçeleri direnişi de bunun tik devlet şiddetine karşı o açık alanı korumaya yönelik içinde okumak gerekir) kent alanında yeni isyanın bir eylemselliği barındırdığını, ama aynı şekilde rant ve (Serhildan’ın) faşizmle ve biyopolitikayla olan kar- kültürel tahakküme karşı da durduğunu gösteriyor. Ki şı-biçimlerine de bakmaktadır. Devlet tarafından kent eylemleri devletin apaçık şiddetini görünür kılan geliştirilen şiddet sarmalı ve suç, savaşın yeniden bunu ulusaşırı alana taşıran önemli bir hafızaya ve top- tasarlanmasını sağladığı gibi, buradan çıkışla bu lumsal alet edevat kutusuna sahiptir (Tahrir Direnişi, konunun iktidar, karşı-şiddet ve sivil itaatsizlik, Gezi İsyanı, Hevsel Direnişi ve Öz Yönetim Alanları yeni Kürt öznelliği ve alternatif siyasetin kentsel Direnişleri). Bu tartışmalar çerçevesinde yeniden fa- alanları dönüştürmesiyle de ilişkilendiğini söyle- 20 Bkz. Hamit Bozarslan, Le luxe et la violence. Domination et mek gerekir. Devletin nekropolitik şiddeti tırman- contestation chez Ibn Khaldûn, Paris, CNRS Éditions, 2014 ve dırmasını sağlayan ve barış süreci içinde oluşan İbn Haldun, Mukaddime 1, Onur Yayınları, çeviri: Turan Dursun, hakimiyet alanları aynı şekilde Ortadoğu alanında 1977 cihatçı şiddet karşıtı Kürt öznelliğinin görünür ol- 21 D. Defert, « Le dispositif de guerre comme analyseur des rapports masıyla da alakalı duruyor. Diğer taraftan da bu de pouvoir » dans J-C. Zancarini (dir.), Lectures de Michel Fouca- tespitimiz Ortadoğu’da radikal selefilerin siyasi ult, ENS Éditions, 2001 137 şizm ve nekropolitik şiddet karşılaşmasına bakarsak, bi- ihtiyaçları ile endüstri pazarının ihtiyaçlarının pek de rincisi başından beri işlediğimiz gibi çatışma yaklaşımı çakıştığı üzerinedir. Kürdistan’da ise islami ve devletçi üzerine kurulu devletin analitik ve morfolojik şiddet sermayenin derdinin tabi ki sadece bu ekonomik ihti- pratiğinin nekropolitik bir yönetimle dizayn edildiği yaca pazara oluşturmak değildir; yeni bir tür sömürge- tespitidir. Burada dizayn kavramını bilerek kullanıyo- ciliği, Kürt kültürel ve siyasal alanını tahakküm altına ruz, keza savaş zamanlarında nekropolitik paramiliter alarak yeniden kurmak istemektedir. Devlet sermaye gruplar (Esadullah Timi, Osmanlı Ocakları, SADAT) ile birlikte Kürt Alanında siyasal işgali ekonomik işgal, ile devletin açık örgütlenmelerinin (JÖH ve PÖH özel yerinden etme ve nüfus politikalarıyla desteklemek is- birlikleri) aynı siyasal nefret ve şiddet tarzlarında hare- terken, ırkların savaşından daha çok devlet ırkçılığının ket ettiğini tespit ediyoruz. bedeni olan savaş ilanı ile işlediği suçları bertaraf etmek, ve yönetim arzusunun despotik hiddetini maskelemek Devletin Kürt kent isyancılarına yönelişini hatırladı- istemektedir. Bu anlamıyla rant ve soylulaştırma (ya da ğımızda ve suçun apaçıklığına baktığımızda devletin Tokileştirme) projeleri bir kültürel kırım ve ekonomik içindeki ve dışındaki aygıtlaşmaların tahakkümü sal- sömürgecilik araçlarıyken, sadece direnişi kırmak için gılamak ve korumak adına, şiddeti yasa ile yeniden değil, yerinden etme siyaseti ve bölge halkının nüfus meşrulaştırdığını, OHAL ya da Özel Güvenlik Bölgesi yapısı değiştirilerek (göçmen kamplarının Kürdistan uygulamalarıyla yeni bir abluka ve ilhak siyaseti kurgu- kuzey sınır atlası içinde kurulması gibi) bölgede etkili ladığına şahit olmaktayız. Bombalanan kentlerde gü- olabilmek, kent alanını kontrol etmek ve bitmiş barış venlik bölgeleri ilan edilmesi bir savaş rejimi apaçıklığı- süreciyle devlet, kendine yeni çatışma sahaları ve haki- nı gösterirken, rant, yıkım ve soylulaştırma projeleriyle miyet alanları yaratmaktadır. Sur, Hasankeyf gibi sembolik, kültürel alanların yeni bir neoliberal kamusallığı ele vermesinin dışında alanın Dolayısıyla denilebilir ki nekropolitika tam da kolon- yok edilmesi ve ehlileştirilmesiyle elde edilen toplumsal yal şiddetin bir aygıtı ve iktidarı olarak, fetih ve ha- ve siyasal kırım, hükümet tarafından bir yönetme stra- kimliğin kılınmak istendiği “ötekiliğin” topraklarında, teji olarak etkin kılınmaktadır. Bu anlamıyla 3. Napol- oranın sakinleri ve yerlileri üzerinde mutlak hakimi- yon donemi Paris şehrinin 19. yy değişim ve aydınlan- yeti kurmak için farklı siyasal güç ilişkilerini devreye ma dönemi mimarisine benzeyen kent kuşatmaları hali sokmaktadır. Burada önemli olan şiddetin kurduğu bu yönetim şeklinin hafızasına dair enteresan analizler egemenlik ilişkiselliği ile kent ayaklanmalarını bertaraf sunmaktadır. Sur, Cizre, Nusaybin gibi yıkımlara tabi edecek bir polis gücünün yeniden oluşturulması değil, olmuş kent alanlarının İstanbul’da olduğu gibi “soy- toplumsallastırılmış ırkçılığın hakimleştirilmesi, dene- lulaştırma” projeleriyle yeniden ranta açılma potansi- tim ve yönetim sanatının somutlaştırılmasıdır. Nekro- yeli sadece klasik anlamda devletin monarklaşmasına politik iktidar bütün toplumsal alanı dizayn ederken, yardım eden bir kapitalist proje değil, tam da Paris güç kullanımına dair bilgi aygıtlarının üretimini (iyi ve Komünü sonrası (barikatlar sonrası) 2. İmparatorluk kötü komşuların tasnifi, “hainler”, tehdit unsuru taşı- dönemi denilen 3. Napolyon tarafından geliştirilen yanlar, vs.) ölüm ve ölü bedenle teşvik eder. Ölü beden Bordeaux valisi Haussman tarafından yapılan (1852 - yaşama dair değildir; ölü bedenin kontrolüyle korku ve 1870) Paris’in direniş alanlarını (dar sokaklardan geniş tehdit minvalinde biyolojik yaşamın da denetim altına ışıklı caddelere, alanın kapitalize edilmesi) yok etmeye alınmasıdır. Artık sadece yaşatmak istemez iktidar, bir yönelik kent planına, oradaki ekonomi-politik yaklaşı- sömürge diyalektiğiyle ölüme bırakır. Bu bağlamda, ma da benzemektedir. Paris’in 19.yy'da yeniden yapı- Foucault’nun bütün toplumsal ilişkilere sızmış iktidar landırılması tesadüfi değildir. Kent sürekli direnişe tabi odakları dediği, Mbembe’nin nekropolitik tespitinde dar ve komünal bir yaşama ev sahipliği yapmaktadır. hem fail hem de yapıdan kaçınan klasik devlet ikti- W. Benjamin “Pasajlar” kitabında, neden Napolyon’un darından farklı bir iktidar kavramı ortaya çıkar. Yani tam da devrim sonrası böyle bir şeye yöneldiğini analiz genelleşmiş bir baskı, korku ve sadık aktörlerle çevrili ederken, kentin rant ve yeniden oluşturulması üzerin- yurttaşlık içinde iyi memurlar ve propagandacılar ağı, den yürüyen meselenin sadece direnişi kırmak olmadı- ölü bedeni ötekileştirirken, onunla tam da bir örümcek ğı, aynı şekilde gelişen burjuvazinin, yani kapitalizmin ağı gibi yerleşmiş merkezi iktidar fikrinin korku meka- 138 nizmalarını yatay halde harekete geçirir. Sindirme pra- biz bu iktidar biçimine bir şekliyle post-totaliter demek tiği tabana yaydırılmak istenir ve bu şey iyi vatandaş ve zorundayız. Keza bütün güç ilişkileri bir yandan gü- sadık memurlar sayesinde gerçekleştirilir. Burada bü- venlik rejimi üzerine kuruluyken, güvenlik ve hizmet tün şiddet organları dezenformasyon, seçim analizleri adına şekillenen meşruluk, yasa üzerinden otoriter bir ve hilelerle iktidarın vazgeçilmez güç teknikleri bir “ya- manipülasyonu halkın tabanına yaymaya, bunu seçme lan” mekanizması üzerinden yeniden oluşturulur. Kür- ve seçilme hakkı ya da demokratik seçim gibi terimleş- distan’da yapılan askeri- paramiliter müdahale sadece, tirmeler üzerinden de etkin kılar. Toplumun iktidar Kürt siyasal hareketine yönelik bir durum değildir, tarafından temel motivasyonunu güçlü kılan şey “gü- daha çok bölgenin direniş imgeleri ve aktörlerini etki- venlik” ihtiyacının karşılanması, hizmetin bu güvenlik siz hale getirmek için (Ortadoğu’da görünür olan isyan ihtiyacı için toplumsal alanda oluşturulmasıdır. Burada hareketleriyle buluşan yeni ‘Kürt’ öznelliğine müdaha- nekropolitik şiddetin yasa ile olan ilişkisi sadece gücün le), şiddeti meşru zeminde yeniden kurmak ihtiyacıdır. oluşması bakımından değil, şiddete dayanarak yasa ve Kürt kent alanlarında işgali meşru kılan sadece yeni İt- hukuku hayata geçiren gücün, hem kurucu bir unsur tihatçı milli öznenin kurduğu vatan söylemi değildir, olarak ‘zor’u uyguluyor oluşudur, hem de ölüm ve ya- aynı şekilde burada tahakkümün dili olan söylem, yine şam arasında var olan bu iktidarın hukuk rejimini ken- hükümetin kendi dilsel bagajıyla kamuoyuna meşru- di vatandaşına (vatandaşı adına) uygulayan bir hak ve luk ve haklılık söylemiyle lanse edilir. Örneğin “terör- güvenlik meşruiyetinin de üzerine yerleşmiş olmasıdır. le mücadele” kavramı burada nekropolitik söylemin Başka bir ifadeyle, kutsallaştırılmış yasa, güvenlik ve güç dengesiyken, kilit terim olarak öne çıkar ve ulus hizmet ihtiyaçları tam da bu noktadan itibaren, bütün aşırı alanda devlet şiddetinin meşruluğunu kanıtlama bu söylemler dahilinde yeniden gerçekliğine kavuşu- yöntemi olarak da en önemli propaganda malzemesi- yor. Devlet, gücün Leviathan’ı olarak vatandaşı adına dir. Devlet şiddeti, yasa ve hukuk üzerinden işlerken, şiddeti uygulayan, şiddeti meşru kulan asıl tahakküm meşruluk üzerinden oluşmuş ahlaki formasyona dikkat aracıdır, şiddetin makro kaynağıdır. eder. Yasa bu anlamıyla şiddetin ve korkuyu gündelik- leştirmenin kaynağıdır. Keza şiddet yasa tarafından gü- Korkunun Yeniden İnşası Olarak Post-To- vence altına alınırken, devletin ve kurumların aygıtları, taliterlik ve Şiddetin Ölümler Üzerine Ege- şiddetin aktörleri (polis, asker, paramiliter sivil örgüt- menliği lenmeler, memurlar, vs.) olarak ahlaki formasyonda meşru müdahaleciler olarak gözaltı ve denetim ağları H.Bozarslan Orta Doğu’da Şiddetin Tarihi (2008) ki- aracılığı ile güç ilişkilerini toplumsallaştırırlar. Hukuk- tabında şiddeti, devletin güç dengeleri ve toplumsal sal düzlemde, şiddetin yeniden yapılandırılması olan kurumlar etrafında farklı biçimlerde okuyarak şiddetin meşruluğun yasa tarafından tanımlanması, gündelik nefret söylemi, ulusal korku, linç ve intikam tarafından hayatta geçerli format olarak ele alınırken, yeni bir ana- kullanılan totaliter eğilimin altındaki “rejim gücü”nün yasa yapma ihtiyacı duyan iktidar mekaniği, tali güç bir uygulaması olarak tanımlamamıza yardım eder. etrafında var olan anayasayı iktidarın kontrol ve denet- Konumuz hem resmi şiddetin yargı değerlerini hangi leme aracı olarak yapılandırır. Burada iktidarın yasa ve biçimlerde ürettiğini sorgularken, hem de göç, çatışma hukuk üzerinden kurguladığı şey artık demos değildir, ve savaştan kaynaklı aktif azınlıklara, kadınlara ve mu- tersine güç ilişkiselliği içinde bütün bir Leviathan’ın haliflere duyulan nefretin hangi biçimlerde toplumsal mutlak hakimiyetinin psikolojik ve sosyal moral, söz- hâkimiyetin yarattığı şiddet belleğine yansıdığını bu- ler, vaatler dahilinde yeniden sağlanmasıdır.22 Mutlak nun erkek (eril) yasasına ilişkin politikayı da hangi bi- hakimiyet parçacıklı olarak hem totaliter iken hem de çimlerde kapsadığını sorgulamaktadır. Bu bağlamda, neoliberal pazarın ihtiyaçlarını karşılamak için gücün şiddetin bu çatışmalar içindeki dinamiklerin mağdu- denetleyici pozisyonunu göre şekillenir. Ondan dolayı riyet edebiyatına, egemenlik ve kendi değerlerini na- sıl ürettiğini bilmek için konumuz dışı olarak şiddeti 22 Bkz. T. Hobbes, Leviathan or The Matter, Forme and Power of a kapsamlı problematize etmek gerekir. Bu analiz bizi bir Common Wealth Ecclesiasticall and Civil. egemen bağlam etrafında biçimlenen çatışma ve şiddet 139 aygıtlarına bakmamızı zorunlu kılıyor. Ama özellikle, (korkuyu yayma), ekonomik anlamda tebaayı bağımlı siyasal olarak uluslararası alanda ortaya çıkan Cihatçı hale getirme stratejisini beraberinde getirir. Devlet ol- hareketlerin (El- Kaide ve İslam Devleti-İŞİD) şiddet, manın gereği apaçık şekilde devlet despotik organlarını yerel egemenlik ve saldırgan retoriklerine baktığımız- yeniden oluşturarak, neoliberal sermayeyi yeni alan- da, bu hareketlerin sadece “zor rejimi” olmadıklarını, larla buluşturur. İslam sermayesinin, Ortadoğu petrol ayrıca gücü elde tutmak isteyen faşist karakterli dina- pazarına dair konformist yayılma (ekonomik fetihçi- mikler ve otoriterlikler de olduklarını tespit edebiliriz. lik) arzusunu tam da bu yeniden organlaşan, hastalıklı Bu anlamıyla derin devletin paramiliter güçleriyle (Os- devlet mekanizmalarının girdiği yerel ve ulusaşırı ege- manlı Ocakları, Sadat ve Esadullah Timi) bu dinamik- menlik bağlamları (jeopolitiklikleri), pazarları etrafın- ler arasında kesişmeler söz konusu olabilmektedir. Şid- da okumak gerekir. Daiş üzerinden örgütlendirilmeye detin nekropolitik mekanizmalarına farklı eğilimlerde çalışılan korku söylemi ve nefret, aynı şekilde tabandan bakıldıktan sonra şimdi son olarak çağdaş sömürgeci- gelen silah ticaretini ve petrol rezervlerini de kontrol liğin fetihçiliğine (şehir savaşlarını kuşatmayla, bom- etmeyi sağlar. Öyle ki Cihatçı Şiddet hareketlerinin balamayla yapılandırmaya çalışan Nazizmin Guernica ideolojik İhvancı yaklaşımı bir yana, sosyal medyada saldırısına benzeyen militarist yakınlıklar) bakmak ye- kullandıkları pornografik şiddet imajları onların yay- rinde olacaktır. Acaba Clausewitz’in “Savaş Üzerine” mak istediği korku retoriğine göre biçimlenmiş bir eril kitabında belirlediği gibi “ Savaş, böylece düşmanımızı iktidar aygıtlaşmasıdır dersek pek yanılmış olmayız. irademize zorlamak için yapılan bir harekettir”23 tespi- Ama aynı tekniğin Türk ordusu ve paramilter gruplar- ti bu anlamıyla yeni savaş argümantasyonunun da bir tarafından da kullanıldığını (Varto, Nusaybin, Cizre ve analizi midir ? Yani bir yandan teknik üstünlük üzerine Sur’u fotoğraflarını sadece hatırlamakta fayda var), ve kurulu egemenlik ordu ve militer örgütlenmeler söz bunun teşhircilik ve güç gösterimi gibi despotik bir ah- konusuyken, diğer yandan tahayyül edilmiş iç düşma- laki rejim anlayışıyla biçimlendiğini görebiliyoruz. Bu nı provoke etmek için, pratik bir yeniden sömürgecilik anlamıyla aslında düzenli ordu güçlerinin (ulus-devle- topografyası mı geliştiriliyor. Şiddet rejimleri sürekli tin aktörlerinin) pek de eski savaş “ahlakı” dediğimiz şekilde cenaze, şehitlik, ölüm ve çatışma kıskacı içinde karşılıklı cephe okumasına yaslanmadığını, o halde pornografik bir teşhirliği toplumsal ahlak olarak dayat- devletin hegemonya aygıtlarının bugün artık şiddeti makta ve kurgulamaktadır. Özellikle sınır boylarında, görünür kılarak, ölümü kutsayarak, Mbembe’nin tam kent çatışma alanlarında (kamusal açıklıkta) öldürü- da altını çizmeye çalıştığı gibi ölülerin bedenleri üze- len insanların, militanların bedenlerinin (cenazeleri- rinden bir egemenlik kurduğunu söylemeliyiz. nin) teşhir edilerek, bombalanan evlerin duvarlarına Konumuz çerçevesinde, Türkiye'de tecrit toplumunun yazılan patriyarkal, ırkçı sloganların sosyal medyada incelenmesi bizi şiddet, nekropolitik bir grubun var- dağıtılmasıyla ölüm ve tehdit mekanizmalarıyla hem lığı, ulusun şehitliği, kimlik çatışması, ırk tehdidi ve klasik anlamda devletin mutlakiyeti tarif ediliyor, hem derin devletin paramiliter grupları ve ordu araçlarının de nekropolitika dahilinde başka türlü bir egemenlik hâkimiyeti altında güvenli bir devletin söylemleri ile perspektifi geliştiriliyor. karakterize edilen daha somut bir analize yönlendiri- Tam işte belki de bu aralıkta post-totaliter bir rejim yor. Bu tür disiplin formları ittifak mirasını İttihatçı, yaratılırken sermaye ve tahakküm aynı anda hem mu- Kemalist ve İslamcı yakınlaşmasından alırken, belki de hafazakar hem de küresel arzulara göre kontrol edilen yeniden Türk ethosu kendini din ve ulus birlikteliği bu alan, beden ve ölüm dahilinde biçimlendirilmekte- uzerinden tarif ediyor. Bu nedenle, bu analizimizi, dar- dir. “Güçlü” olma (güçlü gösterme: eski diktatör rejim- belerin ve vatandaşlarına karşı şiddetin, gücün farklı lerde askeri düzen, yürüyüş ve gövde gösterileri gibi), yaklaşımlar arasında bir diyalog sürdürerek İslami libe- millete hizmet etme ve Reis olma (Führer) söylemi, ralizm ve Türk milliyetçiliği tarafından yönlendirilen ve siyasi krizin problematikleştirilmesini amaçlayan aynı şekilde karşıtlığını teknik ve sermaye akti üzerin- kritik bir deneme olarak da okumak gerekir. Devlet den boyunduruk altına alma, karşıtlarını sessizleştirme hangi toplumsal formları ve siyasal aygıtları harekete 23 C. V. Clausewitz, On War, Princeton University Press, s. 75. geçirerek, hem Türklük ethosunu milli değer olarak 140 sunuyor, hem de ümmet fikri dahilinde belirli dinsel maya çalışıyor. Sömürge devletlerinin araçları kolonize kodları kendi gücünün mayası olarak kullanıyor. Sanı- edilmiş ve paramiliter rejimin karşıtları ölüm üzerinde rım sorumuzun en önemli karmaşıklığı, egemenliğin nasıl oynayarak “korku” yaratmışsa Cizre, Nusaybin meşru şiddet araçlarıyla donatılıp şiddetle özdeşleşecek veya Sur'da ordu aktörleri ile Kürt savaşçıları arasında- şekilde toplumsal alandaki statükonun millet ve inanç ki çatışmalar sırasında devlet, özel tugaylar tarafından üzerinden hangi biçimlerde şekillendiği meselesinde öldürülen militanların ve sivillerin “ölü bedenlerini” görülebilir. ortada bırakarak, 1990’lardaki savaş koşullarında oldu- ğu gibi bedenin teşhiri uzerinden “korku” iklimi yarat- Özellikle, barış sürecinde gelişen kentsel ayaklanmala- mak istemektedir. Totaliter rejim, toplumu bir kampa rın Ortadoğu'da AKP'nin otoriter hükmünü görünür dönüştürürken, yapılan yeni hapishanelerin kamp gibi kıldığını söylemekte yarar var. Türkiye'de, biyo-politi- örgütlenmesiyle birlikte suç aygıtlarını da 21. yy ko- ka (Foucault), nekropolitik (A. Mbembe) kavramları şullarına uygulamaktadır.25 Toplum bir deneyin içine aracılığıyla barış sürecini reddeden, giderek daha fazla yerleştirilirken klasik devletin doğruyu bulmak üzeri- otoriter hâkimiyeti ve toplumu kontrol altına alan ve ne kurduğu ölüm ve kutsiyet dahilinde devletin şiddet Kürt kentsel ayaklanmalarını tetikleyen devletsel şid- aktörleri yarattığını bu durumun da deneyin ötesine det ile bağlantılı olarak tecrit toplumunun eleştirel bir geçen bir pratiğe dahil olduğunu söylemek gerekir. okumasına bakmak gerekir. Türkiye'deki yönetimin şiddetle ve tehdit kültürüyle iç içeliği, çeşitli krizlerden Egemenlik terimine gelince, onu, yeni bir güç anlamı geçen bir sistemin totalitarizmi karakterize ettiğini dü- gibi düşünüyoruz. Foucault’nun negatif paradigmayı şünmemizi sağlıyor. Kamu alanındaki politik baskılar, önlemek, ancak egemenliğin bir çok farklı biçimleri- işten atılmalar, cadı avına dönen KHK’lar ve Kürt coğ- ni karşılaştırmak için kullandığı “yönetimsellik” (gou- rafyasındaki savaş suçları, Arendt'in totalitarizmin kay- vernementalité) kavramı bu anlamda belirli boşlukları naklarına dair analizini anımsatırken, dünya ölçeğinde nekropolitkle kuruyor diyebiliriz. Foucault'nun çağdaş de kapatılma toplumuyla karşı karşıya olduğumuzu egemenlik paradigmasındaki kopuşu işaretlemek için söyleyebiliriz. Nitekim hükümetin üniter yapıyı dikka- biyopolitika kavramını ortaya koyduğu bilinmektedir. te alan güvenlik söylemlerinde, milliyetçilik ve İslami Yani, egemenlik genellikle disiplin ve şiddete dayanan inanç standardı vazgeçilmez ahlaki form olarak öne çı- bir şey ya da sadece makro alanda cereyan eden devle- kıyor. Gündelik hayatta uygulanan polis kuvvetlerinin tin üst kimliği değildir, toplumsal ve tabana da nüfuz şiddeti ve sivil silahlanmanın önünün açılması, sadece eden, mikro ve makro iktidar mübadeleleridir de. Fou- disiplin teknikleriyle tarif edilemez. Yeni bir egemenlik cault, yönetimsellik üzerine verdiği bir derste (Ki bu iddiası kurulurken Ortadoğu’da tehdidin dili ile reji- bir kitaba dönüştü: Biyopolitikanın Doğuşu) yönetimi min muhalifleri bertaraf etme arzusu beraber ilerliyor. (hedefi, uygulaması, söylemi olarak) egemenlikle karşı- Şiddet, iç ve dış düşmanın yeniden tanımlanmasın- laştırıldığında "önemli bir kopuş" oluşturduğunu be- dan başlayarak Türkiye'de vatandaşlığı düzenli hale lirtir: “Egemenliğin sonu kendi içinde bulunur”, “Ken- getiren merkezi bir tehdit unsuru haline getiriliyor. di araçlarını hukuk biçiminde kendi içinde çizer”. Eğer Konseptleri analiz ettikçe, kapatılma toplumu bakı- kamu yararı amaçladıysa, bu, aslında "tüm kişilerin ya- mından vatandaşların hayatları üzerinde nekropolitik salara uymaları ve yasalarla başarısızlık göstermemesi- gücün etkisi artıyor, çatışma ve agresif siyaset toplu- ne” bağlıdır; egemenliğin sona ermesi “mutlak itaat” ile mu kontrol altında bir korku aracı olarak bir cezaevi karakterize edilir; egemenlik yasaya itaati hedeflemekte retoriği gibi genelleştirilmektedir. Toplum büyük bir ve kendi kanunuyla buna ulaşmaktadır. “Yönetimsel- hapishaneye dönüşürken, dini ve milliyetçi karışımla lik” kavramı tam da kendi dışında (nüfus, zenginlik, oluşmuş Türklük ethosu egemenliğin uygulanmasında hastalık, kontrol vb.) bir kontrolün amaçlandığı yerde önemli bir formül olarak öne çıkmaktadır. Hükümet tedbir içindeki bir uygulama olarak denetime dair bir toplumu tehditle, ölümle, şiddet aygıtıyla24 oluştur- yönetme şeklidir.

24 Hannah Arendt, Les Origines du totalitarisme, Gallimard, 2002 25 Bkz. A. Brossat, L’Épreuve du désastre : le XXe siècle et les camps, et de Giorgio Agamben, Ce qui reste d’Auschwitz, Payot, 2003. Albin Michel, 1996. 141 Foucault’da ortaya çıkan biyopolitik yönetimsellik leştirilmesi ile bağlantı kuran olguyu- insan vücu- analizi G20 içinde olan neoliberal pazarın çerçeve- dunun tamamen abartılı olmayan bir yönetiminden sine oturan bir ülke için önemli durmakla beraber, başlayarak ve hesaba katılmayan cereyan eden bütün Türkiye’de yönetim anlayışını tanımlamak için tek sonuçları- açıklamak istediğini söyler. kavram olarak ele alınamaz. Bu durum biyopolitik- Dorlin’in vurguladığı gibi: Mbembe’de "nekropoli- likten nekropolitikliğe geçiş değildir; aksine Mbem- tika" kavramı bir dizi soruya cevap olur. Bu durum be’nin de özellikle altını çizdiği gibi, zamanın ruh öncelikle, yasamın gereksizliği üzerine kurulu eko- dünyasında ikisinin de bu düzenleyiciler olarak iç içe nomiyle, çoğunlugun alanıyla ilgilidir, yani kimin girdiğinden bahsedebiliriz. Ama aynı şekilde, dini yaşamının ne kadar değerli oluşuyla, ne kadar steril ve milliyetçi egemenlik kaygısı altında bir ülkede oluşuyla alakalı olarak belirlenir. Burada yaşamın de- ölüme, ölü seviciliğe ve ölüm üzerinden denetime ğeri, biyopolitikada belirlenen yaşamın değerinden bu kadar önem verilirken (Taybet Ana'nın bir hafta farklı olarak, iktidarın hangi yaşama değer verdiği- yerde bırakılan “bedeni” ve Ekin Wan’ın çıplak be- nin hangi yaşam ekonomisine güç katabileceğiyle deni) Achille Mbembe'nin "nekropolitik" teriminin pek alakalı olarak, “ölüm” bu yaşam değerine göre önsel problematik olarak bir şiddet iktidarını ana- ölçülür.26 (bir kölenin, sömürgenin bedeni ile beyaz liz etmek açısından önemli olduğunu söylemeliyiz. efendinin ölü bedeni aynı liberal deger ekonomisi Özellikle İbn Haldun’un Mukaddime’de itinayla içinde ele alınmaz). Bu tür bir yaşam temelinde, ele aldığı “Asabiyya” ve “Dava”’nın bu nekropoli- söz konusu kavram, eş değer bazı şeyleri oluşturdu- tik şiddet mekanizması içinde belirli politik uygu- ğu bir çeşit ölümü çağrıştırır. Kesinlikle, kimsenin lamalara yaslanan tespitler olduğunu belirliyoruz. cevaplamaya mecbur olmadığı bir ölümle ilgilidir Son olarak, siyasi düşünür Achille Mbembe şehir bu durum. Hiç kimse, bu tür bir yaşam veya bu kolonisinin yapı düzenlemesini tanımlamak için tür ölümle ilgili herhangi bir adalet duygusunu test nekropolitik kavramını ayrıcalıklandırmıştı ve bunu edemez." (A. Mbembe, Nécropolitique, "Politik ne- özellikle sömürgecilik üzerinden ele almıştı. Latin- denler", 2006/1 No 21 | Sayfalar 29-60) Kısacası, ce ve Yunanca “Necros” teriminden gelen, yaşam ve Kürt alanında sömürge sonrası kimlik uygulamaları, ölüm arasında rahatsızlığı ifade eden bu problematik 20.yüzyılın başından beri çeşitli biçimlerde yapılan ırkçı şiddet ve soykırım uygulamalarında etkin rol soykırımın sonucu olarak ırkçı bir bilginin yaygın oynayan, nüfusun ve kişinin ölümünün aktifleştiril- asimilasyonuna karşı ve direnişe çevrilmesini müm- mesini iktidar açısından gerekli kılan bir aradanlığı kün kıldı. Türklük ve sünnilik ethosu İttahaçılık, sunmaktadır. Yunan mitolojisine göre canlı gömü- Jön Türkler sonrasında siyasal islamcılar tarafından lenler, gladyatörler ve trajik kahramanlar aslında bu kurgulanırken soykırım üzerine oturmuş kimlik ölü seviciliğin önemli pratogonistleridir. Nekropo- bunalımları kendini Ermeni, Asuri (Süryani Kel- litika kolonileştirilmiş düşünce geleneği (özellikle dani vb.), Kürt ve Alevi “ötekilik” karşısında şiddet Afrika’da), köle plantasyonu, koloniyi hayat ile ölüm pratiğiyle diğerinin bedeninin kamusal apaçıklıkta arasındaki ayrım eksikliğinde tanımlanır. Koloni, sergilenmesiyle tanımladı. Ama unutmamak gere- ölü beden olarak kurulurken, yerli karşısında beyaz kir ki soykırım pratikleri küresel ve neo-liberal bir üstünlüğün işaret ettiği herhangi bir toplumsal alanı kapitalizm içinde tezahür eden felaketlerdir. Böy- tanımlamaktadır. Hayatın hâkim olduğu yer nekro- lece, bu kontrol sisteminde nekropolitik dil böyle politika da yok ediliyor. Ama diğer taraftan Türk, tanımlanmaya çalışılır. Son on yılda, yaşamın, onun Fars ve Arap koloni hâkimiyeti altında doğan Kürt biçiminin ve dünya kapitalizminin sosyal ve politik öznelliğinin sömürge düşüncesi içinde Ortadoğu alanının (19.yüzyılın, 21. yüzyılda) ölüm ve yaşam alanında kurduğu yeni öznellik ve devlet-ulus şid- arasındaki yeniden mitolojikleştirmeyle yönetildiği detinden biri olan nekropolitiğe karşı yaşama siya- seti, bir tür anti-kolonyal ayaklanma pratiği olarak 26 Elsa Dorlin, Décoloniser les structures psychiques du pouvoir, okunabilinir. Nekropolitika çalışmasında, Mbembe, Érotisme raciste et postcolonie dans la pensée d’Achille Mbembe, güç ve egemenlik biçimlerinin oluşumunun genel- 2007/3 n ° 51, sayfa 142 -151. 142 ve örgütlendiği açıktır. Achille Mbembe "savaş ma- meşrulaştırmak, kitleyi yandaşı yapmak, muhalifleri kinesinin" seferber edilmesine dayanan sermayenin suçlamak, “diğerlerini” cezalandırmak için) savaşı ve bu yeni mantığını ve dünya bölgelerinin jeopolitik ulus-devletin (Türkleştirilmiş Ümmet Fikri) kurta- olarak sınırlandırılma süreçlerini tartışıyorken met- rıcı çağrısını ölü bedenler ve şifrelenmiş “cesetler” ninde hem Foucault’nun biyopolitikasıyla hem de üzerinden sunuyor. Çağdaş Türk Devleti ethosu, Deleuze ve Guattari’nin denetim toplumu tespit- sadece vatandaşlarını sınıflandırmakla kalmaz, de- leriyle kesişiyor. Mbembe - savaş makinesi ve ola- ğerli ve değersiz yaşamları yönetmeye eğilimli ak- ğanüstü halden dolayı çağdaş toplumların başlıca törler yetiştirir, yaygınlaşan şiddeti yönetmeyi tam mantıklarından biri olan biyopolitik kavramın yeri- da vatandaşlığın tanımlamaları üzerinden kurmaya ne geçtiğini nekropolitikle değiştirilmesi gerektiğini çalışır. Bu anlamıyla, sadece klasik neo-liberal bir doğrular, lakin biyopolitikliğin sona erdiğinden de- devlet değil aynı zamanda Türk milliyetçiliği ve İs- ğil nekropolitiğin tam da aslında onunla bir devam- lamcı ihvancılığın bekaası ve Cihat'ın etolojik dünya lılık içinde oluştuğunu anlamamızı sağlıyor. Dolayı- ölçeğinde kurulmuş güç devleti olarak kendisini de sıyla, gerekçelerin soylulaştırılması, ölümün büyük tasarlar. Ortadoğu’da İttihatçı ve muhafazakâr ege- harf kullanımını (şehitlik ve düşman) ve nefretin men yönetim söylemleri şüphesiz Kürtlere ve diğer rasyonelleştirilmesi yoluyla daima toplumsal kontrol azınlıklara karşı devletin himayesinde olan nefretin altında olan post-totaliter bir yöntemin uyguladığı ve inorganik gücün radikal söylemi etrafında kurul- şiddetle bağlantılı olarak Mbembe'nin kavramsal- maktadır (Gavur ölüsü, iç ve dış düşman). Nekropo- laştırılmasını anlamak için nekropolitike ilişkin ikili litik güç, çoklu biçimleriyle- resmi şiddetin ve ‘ceset’ okuma önerebiliriz. Nekropolitika “ötekinin” yaşa- fikrinin rasyonalize edilmesine dayanan- kapalı bir mına dair şunu teyit eder: “yaşa ve öl”. Nekropo- suç aygıtının apaçık şiddeti, intikam, nefret, tehdit, litika küresel kapitalist dünyada, ölümler modunda saldırganlık, güvensizlik yaklaşımlarının libidinal yaşayan “ötekinin” yaşamının değersizliğinin bir yö- üretimidir. netme şekli olarak iktidar tarafından ele alınmasıdır. Bu anlamıyla nekropolitika, biyopolitikadan uzak bir anlamdaşlığı değil, hatta onunla pek iç içe işle- yen mekanizma olarak, ırksal hakimiyet etrafında örgütlenmiş sömürgeciliğin ‘cesed ve ölüm’ üzerine tahakkümünü görünür kılar. Ortadoğu’da ve Tür- kiye’de siyasal islamın (vahabizm ve sünnilik) dinsel muktedirlikle oluşturduğu kutsallaştırılmış ölüm ve şehit kültü de nekropolitikanın tezahürlerinden bi- ridir diyebiliriz. Örnegin, düşmanlık üzerine kurulu cihatçı siyasetin sosyal medyada “hasımlarına” dair uyguladığı idam kararı, biyolojik şiddet ve bunun canlı yayınlanması sadece sadizm ve tehdit mekaniz- masını yürürlüğe koymakla açıklanamaz; aynı şekil- de yaşam karşısında geliştirilen faşizm siyasetini uy- gulamak için “ölüm” ve “öldürme” üzerinden kurulu normlara, ölüm hegomanyası tarafindan geliştirilen nekropolitikaya ihtiyaç duyar. Bu anlamıyla değerli kılınan kutsanmış ölüm, şehid ve cesed tanımlama- ları değersizleştirilmiş “ötekinin bedeni” karşısında hiyerarşik bir toplumsallıkta ehemmiyet kazanır. Bu aşırı kesimler “rasyonalizasyon”un pek yoğun ol- duğu “neo-liberal” süreçler, pazarda (gücü şiddetle

143 Modernite, Modernizm ve Faşizm: Bir "Labirent Yolunun Yeniden Sentezi"1

Roger Griffin Faşizm ve Modernizm: ten kurtulmaktadır. Bu tür büyüklük hezeyanlardan “Büyük Resmi” Bulmak soyunmuş olan bu makale, Marx Weber’in “ideal tipi” durumuna indirgenmiştir. Bu nedenle, değeri, içsel Bu makale, ölümcül bir çöküşle (dekadans) sonuçla- gerçeklik içeriğiyle değil, aksine tartışılmakta olan ko- nacağı düşünülen bir durumdan çıkış yollarından biri nuyla ilgili somut ampirik fenomeni anlamlandırmaya olarak ara savaş dönemiyle yeniden kültür üretimi te- yönelik bir buluşsal (höristik) araç olarak ne derece fay- ması hakkında geniş bir skalaya yayılan çeşitlemeler da sağladığıyla yargılanmalıdır. 2 sunan safkan bir modernizmin faşizmle olan yakın Faşizmin Batı modernitesi içindeki yerine dair özetle- akrabalığını saptamaya yönelik Batı modernitesinin di- yici, fakat totalize edici olmayan bir anlatının inşasına namiklerine ait pişmanlık duyulmayan “büyük” bir re- başlamak için, ilk olarak, “modernizm” kavramını pek sim sunmaktadır. Şüphesiz, böylesi zor ve çekişmeli bir çok kişi tarafından hapsedilen dar sanat tarihi ve kül- alanın panaromik bir görüntüsünü sunmak post-mo- tür tarihi alanından çekip çıkarmak gerekir. Bu şekilde dernizmin devam eden üst-anlatı eleştirisine rağmen özgürleştirildiğinde, estetik ve düşünce alanının çok veya sırf bundan bihaber olarak yapılsaydı ahmaklık ötesine uzanan çok çeşitli yenilikçi toplumsal ve siyasal olurdu. Bu nedenle, ileride okuyacağınız şeyin, tehli- projeleri de içine almak konusunda serbest olur. Ney- keden bihaber olan okuyucuyu kaçınılmaz olarak “to- seki, terimin anlam (semantik) kapsamında yapılan talize edici” azametli ve şatafatlı bir retoriğe (grand ré- bu denli çarpıcı ve büyük bir genişleme, başta Mod- cit) götüren kaygan bir eğime çekme teşebbüsü olarak ris Eksteins, Walter Adamson, Brandon Taylor, Peter yorumlanmaması gerektiği bu işin en başında vurgu- Osborne, Peter Fritzsche, Peter Schleifer, Emilio Gen- lanmalıdır. Bu makalenin apaçık bir üst-anlatı içerdiği tile, Mark Antliff ve Claudio Fogu olmak üzere, pek doğrudur, fakat bu, bilinçli olarak kendisinin farkında çok araştırmacının modernizmin özelliklerine ilişkin olan bir üst-anlatıdır. Ayrıca, faşist moderniteye dair paralel çalışmalarının başarısına katkıda bulunabilir. nihai ve yetkin bir bakış açısı sunmaya dair her türlü iddiayı reddederek varoluşçuluğun tuzağına düşmek- Ayrıca, Batı “modernite”sine karşı bir tepki (ancak bu tepkisel (reaktif) olmayan, devrimci bir tepkidir) ola- 1 Bu makale, genel olarak, 20-22 Eylül 2006 tarihinde New Mexico rak Modernizm şeklinde oluşturduğum “maksimalist” Üniversitesi’nde düzenlenen “Modernizm, Fascism ve Post-moder- nizm” başlıklı konferanstaki Açılış Oturumu Konuşmama dayan- 2 Detlef Peukert’ın Inside Nazi Germany kitabındaki iddiası: “gün- maktadır. Çıkmak üzere olan Modernizm ve Faşizm: Bir Başlangıç delik deneyimler büyük ölçekli analitik veya sistematik hipotezlerle Hissi (Modernism and Fascism: The Sense of a Beginning (Londra: hiçbir zaman tam olarak birbirini tutmasa da”, bu durum, herşeyi Palgrave, 2007)) başlıklı kitabımın ana argümanını gerçekten işbir- içine alan yorumlama şemalarının tarih yazımında bir yeri olmadığı liğine açık böylesi bir akademik ortamda sunma ve tartışma fırsatını anlamına gelmez, zira “şayet bir deneyimin anlaşılması isteniyorsa, bana verdikleri için bu konferansın organizatörleri Susanne Baack- bunun yapılabilmesi için sinoptik yorumlamanın da bulunması ge- mann ve David Craven’e minnettarım. rekir” (245). 144 tanım, onların tanımları gibi, modernizmin modern tarafından kaçınılmaz olarak birbiryle çelişen pek çok çağ öncesi toplumlara kıyasla bir dağılma (disagregas- farklı şekilde kavramsallaştırılabilecek olan dejeneratif yon), parçalanma (fragmantasyon) ve aşkınlığın (tran- süreçlerin bağlantı noktası rahatlık ve kolaylık sağla- sandans) yitirilmesi süreci olarak okunmasına dayan- mak amacıyla tek bir sözcükte özetlenebilir: “çöküş” maktadır. (dekadans). Bu temelde, modernizme algılanan bu çöküşe karşı telafi edici, palingenetik3 bir cevap ola- Bu yaklaşım, çağdaş tarihe ilişkin teşhisleri yüksek rak yaklaşılabilir. Modernizm çağın “hastalığı”na her modenizm çağının bizzat kendisi ve dolayısıyla da algı- derde deva çözümler önermekte ve bu çözümler kendi lanan toplumsal ve manevi çürüme güçlerini alt etme heterojenlikleri içinde belirli bir modernizm akımının itkisi tarafından şekillendirilen ve sosyoloji ve sosyal mevcut hastalığın sebebine ilişkin koyduğu son derece psikoloji gibi yeni disiplinlerin öncüleri olarak kabul farklı teşhisleri yansıtmaktadır. 4 edilen birkaç isim tarafından ortaya atılan kanonik mo- dernizm analizleriyle de tutarlıdır. Bunlar arasında akla ilk gelen isimler Karl Marx, Max Weber, Emile Durk- Epifanik (Aydınlanmasal) ve Programatik heim, Friedrich Tonnies, Georg Simmel, Carl Jung Modernizm ve Sigmund Freud’dur. Bu isimlerin 19. yy’ın sonları ve 20. yy’ın başlarında “Batı”nın kaderiyle ilgili ciddi Bu ilk gözlemlerden doğan modernizm kavramı, “mo- uyarıları, savaş sonrasının sosyal bilimcileri Marshall dern zamanlardan önce” hâkim olduğu varsayılan bir- Berman, David Harvey, Zygmunt Bauman, Frederic leşik, kişilerüstü bir anlam taşıyan bir dünyadan gide- Jameson ve Anthony Giddens tarafından o tarihten bu rek hızlanan bir gerileme veya “düşüş” şeklindeki mitik yana daha ciddi bir analitik söylemle desteklenmiştir. anlatıya karşı – bir kez daha ideal tipik bir şekilde inşa edilen - iki tepki kategorisi arasında amip benzeri bir Yine de, bu isimlerin modenitenin ve onun beraberin- bölünme noktası içerir. Birincisinde, avangard sanatçı de getirdiği manevi krizin etkisine ilişkin analizlerinde veya düşünür, temel olarak, modern hayatın yaşantı- “girdap”, “felaket”, “müphemliğe karşı savaş” ve “zama- sal maddesini oluşturan paramparça bir halde bulunan nın ve mekânın yerinden edilmesi” gibi güçlü çağrı- (atomize) algılar ve manevi açıdan kurumuş değerlerin şımlar uyandıran tabirlere başvurmaları, yüksek mo- ötesinde, bütünleştirici (entegre edici), “bütünsel” iç- dernitenin etkisi altında yaygın olarak görülen “kültü- görü anlarını yakalamakla ve dile getirmekle ilgilenir. rel karamsarlık”la derin bir yakınlıklarının bulunduğu- Bunlar gündelik hayatın yüzeyinin altında (üstünde?) na işaret etmektedir. Postmodernliğin Durumu (The gizlenen yüce boyuta dair ani bir içgörü ya da ayakları- Condition of Post Modernity) adlı çığır açıcı kitabında David Harvey, Marx’ın kapitalizm koşulları altındaki modernizasyonu “bireyciliği, yabancılaşmayı, parça- 3 İncil’in Yunancasından alınan ve “yeniden doğuş”u ifade eden “Pa- lanmayı, geçiciliği, yenilikçiliği, yaratıcı yapısökümcü- linjenez” (Palingenesis) yeni bir düzendeki çöküşün (dekadansın) lüğü [...] zaman ve mekânda kayma deneyiminin yanı geriye çevrilmesi veya aşılması imasını yansıtmak amacıyla Anglo- sıra toplumsal değişimin başı krizlerden kurtulmayan fon insan bilimlerinde giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır. Bu bahse konu arketipik palingenetik mit kendi küllerinden doğan dinamiği”ni besleyici bir faktör olarak göstermesini anka kuşu mitidir ve eskiyi yeni bir formun içinde barındıran ve sağlayan öngörüsünü vurgulamaktadır (111). dejenerasyonun bir yeniden doğuş sürecinin başlangıcı olmasını O halde, Batı modernitesinin - buluşsal amaçlar için organik bir süreç yan anlamını verir. Bu tema, faşist düşünce yapısı - toplumun çöküşüyle, bu toplumda yaşayanlara daha içinde idealize edilmiş bir ulusal veya ırksal geçmişin üstlendiği ye- yüksek kişilerüstü, fakat tarihüstü olması gerekmeyen niden doğuş yan anlamlara dahil edilmiştir. bir önem bahşeden “sağlıklı” zihinsel, fiziksel, top- 4 Analizleri bu konu hakkında ses getiren ikincil kaynaklardaki lumsal veya manevi boyutun erozyona uğramasıyla metinler Frank Kermode The Sense of an Ending. Studies in the ilişkilendirilebileceği konusunda hem geçmiş hem gü- Theory of Fiction (New York: Oxford University Press, 1967) 93, Malcolm Bradbury ve James McFarlane, “The Name and Nature of nümüz uzmanları arasında yüksek düzeyde bir görüş Modernism,” Modernism 1880-1930, Bradbury, McFarlane, eds. birliği vardır. Bunun sonucunda ortaya çıkan ve bunu (Harmondsworth: Penguin, 1976) 19 ve Peter Childs Modernism bizzat kendi varlıklarına karşı tehdit olarak algılayanlar (London: Routledge, 2000) 17. 145 mızın hemen altında giderek büyüyen boşluk hakkın- Zira bu geleceğin incilinin taşıması gereken başlığın da korkutucu bir aydınlanma şimşeğinin çakması sa- anlamı konusunda kimse hataya düşmemelidir. “Güç yesinde onun “normal” deneyimi şekillendiren yanılgı İstenci: Tüm Değerlerin Yeniden Değerlendirilmesi örtülerini delmesine imkân veren anlardır. Denemesi”–bu formülasyonda görev ve ilke konusun- da gelecekte bu kusursuz nihilizmin yerini alacak bir Modernizmin bu biçiminde, vücuda getirdiği moder- hareket olarak bir karşı hareket ifadesini bulmaktadır niteye karşı heterojen isyan – “pozitivizme karşı isyan”5 – ise onun mantıksal ve pskolojik olarak, ancak ve sa- bu bileşenlerden sadece biridir – bu nedenle, geçici dece ondan sonra ve onun içinden çıkabileceğini bir ön “var oluş anları” deneyimleri için hem edebiyatta hem koşul olarak ileri sürer. de resimde dile getirilen estetik, entelektüel, dini ve manevi arayışlarla sınırlıdır.6 Michel Proust’un “ayrı- Nietzsche’nin bu eserinin tamamının ana konusu olan, calıklı” olarak tarif ettiği bu “anlarda” – her ne kadar çöküş (dekadans) olarak yorumlanan moderniteye bir bu dünyaya ait, tekçi (monistik) bir çeşit olarak kalsa- “karşı hareket” olarak hareket eden modernizmin bu lar da – saatle ölçülen lineer, “ölü” zaman olan kronos toplumsal olarak dönüştürücü şekline “programatik” fenomenolojik olarak askıya alınır ve Frank Kermode adını vermeyi öneriyoruz. 2006 yılının ilkbaharında tarafından kairos başlığı altında araştırılan aşkın (tran- Londra’da düzenlenen modernist tasarım hakkındaki sendan) bir geçicilik bunun yerine geçer. Modernizmin serginin katalogunun konusu olan alternatif bir mo- bu biçiminin en güzel örnekleri Franz Kafka, James derniteye yönelik arayışın tahrik ettiği şey de bu dev- Joyce, Robert Musil ve Luis Borges’un düzyazı eserleri- rimci dönüşümdür. Serginin organizatörü Christopher nin yanı sıra Van Gogh ve Franz Marc’ın resimlerinde Wilk modernizmi başta Almanya, Hollanda’nın önem- de görülecektir. li şehirlerinde ve bunun yanı sıra Paris ve daha sonra New York’ta yeşeren pek çok ülkedeki bir dizi hareketi Varlığın sübjektif olarak algılanan daha yüksek bir ve tarzı kapsayan “gevşek bir fikir koleksiyonu (14)” düzlemine doğru yaratıcı momentum (élan) modern olarak tanımlıyor ve şöyle devam ediyor: “depresif umutsuzluktan” tamamen kurtulmayı sağla- yacak yeterli yoğunluğa ulaştığında ve yeni bir objektif Bu sayılan yerlerin tümü yeniyle olan evliliğe ve genel- dış dünya, yaygın gerçekliğin radikal bir biçimde reddi likle tarih ve geleneğin de eşit derecede güçlü şekilde ve karşıtlığı önermesi üzerine kurulu yeni bir gelecek, reddine; daha iyi bir dünya yaratmaya, dünyayı sil baş- Kermode tarafından aevum olarak ifade edilen yeni bir tan icat etmeye dair ütopik bir arzuya ve makinelerin çağ yaratmaya yönelik sürekli bir isteğe dönüştüğünde, ve endüstriyel teknolojinin güç ve potansiyeline nere- modernizmin oldukça farklı bir yüzü kendisini göste- deyse Mesihvari bir inanca sahne olmuştur. [ . . . ] Bu rir. Bu istek, Friedrich Nietzsche Güç İstenci (The Will ilkelerin tümü sıklıkla toplumsal ve siyasal kanaatlerle to Power) adlı kitabının yayımlanmasından önce ka- (ağırlıklı olarak sol eğilimli) birleştiriliyordu ve bu ka- leme aldığı önsözde kendi çağına ilişkin radikal felsefi naatlere göre, sanat ve tasarım toplumu dönüştürebilir- eleştirisinin geniş bir yankı uyandıran metaforik – ve di ve dönüştürmeliydi (14). nihai olarak sosyo-politik – hedefini vurguladığında en Wilk tarafından dile getirilen, Modenizm’in ağırlıklı unutulmaz şekilde dile getirilen istektir: olarak sol görüş eğilimi aksiyomatik varsayımı düşü- 5 Stuart Hughes’un kitabı: Consciousness and Society. The Reorien- nüldüğünde, onun düzenlediği sergide Bolşevik mu- tation of Euro-ean Social Thought 1890-1930 (Brighton: Harves- adiline kıyasla faşist modernizmin belirgin düzeyde ter Press, 1979). yetersiz temsil edilmesi pek şaşırtıcı değildir. Bunun 6 Bu tür durumları tarif etmek için Virgina Woolf tarafından kul- aksine, benim makalem kültür ve siyaset tarihçilerini lanılan bir deyimdir. Onun bu konudaki makalesine bakınız: “A modernizmi çözülmesi gereken bir oksimoron veya Sketch of the Past,” Moments of Being, Jeanne Schulkind, ed. açıklanması gereken bir sapma olarak değil, aksine (New York: Harcourt Brace & Brace, 1985) 70-72. Güçlü çağ- programatik modernizmin yerleşik, kendi içinde tutar- rışımlar yapan diğer deyimler Proust’un “Ayrıcalıklı an” ve James lı bir değişkesi (varyantı) olarak değerlendirmeleri için Joyces’un ölümünden sonra yayımlanan Stephen Hero (1904-5) roman bölümünde “ani manevi tezahür” anlamında kullanılan bir ikna girişimi olarak görülebilir. Bu suretle, faşizmin “epifani” sözcüğü. içinde alternatif bir moderniteye ve devrimci bir gele- 146 ceğe doğru ilerlemeyle ilgili sürekli bir itki bulundu- da ortaya çıkan nihilizmi uzak tutmak adına yeni bir ğunu kabul etme konusundaki inatçı gönülsüzlüğün vizyon veya yeni bir toplumsal düzen yaratma dürtü- etkisinin de azaltması amaçlanmaktadır. Wilk’in sos- sü hiç de modernizme ait bir durum değildir. Aksine, yal dönüşüm potansiyeli konusundaki “ağırlıklı olarak Homo sapiens sapiens türünün psiko-sosyal yapısında sol eğilimli” kanaatler atfı bu gönülsüzlüğün kusursuz “kurulu” bir psiko-sosyal refleks ya da hayatta kalma bir örneğidir. Bu, sağcı modernizmin, hatta sağcı mo- içgüdüsüdür. dernitenin7, tarihçiler tarafından insan ilerlemesinin İlkel matriks oluşturan modernizmle ilgili bu spekü- ve kurtuluşunun “doğru” yolundan saptığı dönemler latif teorinin elzem unsuru, insan dönüşümlülüğünün olarak ele alınmasına neden olarak geçmişte tarihçileri (refleksivite) türümüzü kişilerin faniliği ve daima eli yanıltmış bir peşin hükümdür. kulağında olan aşkınlıksız ölüm olasılığı hakkında öz- gün bir şekilde haberdar ettiği yönündeki varsayımdır. Modernizmin En Eski Kökleri Sosyal antropolog Peter Berger için, insan kültürleri- Açıklama ve anlatımımız bu noktaya kadar birkaç uz- nin tümünün amacı komünal bir nomos (toplumsal man tanığın sunduğu teyit edici kanıtlara başvurdu. yasalar), yani gelenek veya ritüel temelli kişilerüstü bir Modernizmi tanımlamada kullanılan bileşenlerin (ta- anlam alanı yaratmaktır. Bu, hayatın fizyolojik varlık nımsal bileşenler) yapısına dair burada önerdiğimiz ve nihai yokoluş hakkındaki acımasız gerçekleri gizle- yeni şey ise, konuya ilişkin araştırmaların çoğunda ih- mek amacıyla dikilen her türlü paravandan sıyrılarak mal edilmiş gibi görünmektedir. Bu, özellikle Nietzsc- çırılçıplak soyulması durumunda ortaya çıkabilecek he’nin “yaratıcı yıkım” olarak adlandırdığı bir biçime ölümcül psikolojik ve toplumsal sonuçlardan insanları büründüğünde, statükoya karşı modernist isyanın ar- korumak için gerçekten hayati bir önem taşır. Bu bakış dındaki psikososyal güçlerin evrensel, arketipik olarak açısı içinde, bu nedenle kültürün gösterişli ve özenle insani ve bu yüzden de, derinlemesine modern çağ ön- hazırlanmış bir göz yanılması (trompe l’oeil), hayat 8 cesi olan doğasını göstermektedir. Bu boyuta odakla- boyu sürecek bir dramanın toplumsal varlığın hem narak, çok geçmeden, Anthony Smith’in (bu bağlamda makro hem de mikro ölçeğinde oynandığı toplumsal biraz kafa karıştırıcı bir şekilde) “modernist ulusalcılık olarak kurulmuş sahnenin olmazsa olmaz bir parçası teorileri” diye tabir ettiği teorilerle karşılaştırdığı ilkel olduğu ortaya çıkar. ulusalcılık teorileri ile doğrudan paralellik teşkil eden bir modernizm kavramına ulaşmış oluruz.9 Bu yakla- Berger’in insan varlığı için bu kadar elzem olan boyalı şım, modernizmin dinamiklerine ilişkin analizlerin in- manzara resmi metaforu “kutsal kubbe”dir (“the sacred san mitopyasının (mit yaratma gücü) arketipik örtün- canopy”). Nasıl ki doğa herhangi bir boşluktan nefret tülerinin (patern) oynadığı role hak ettiği değeri ver- eder, insanlar da, Berger’in (Emile Durkheim’ın yolun- medikleri sürece yarım kalacaklarını iddia etmektedir. dan giderek) “anomi” olarak adlandırdığı ve dünyanın Bununla birlikte, bir çöküş tezahürü olarak Batı’nın kişilerüstü değerlerden yoksun olduğunu hemen ifşa kolektif çağdaş tarih deneyimi tarihsel olarak ne kadar eden bu durum karşısında, yani kelimenin gerçek an- kısa bir süre önce meydana gelmiş ve ne kadar kültüre lamıyla nomosun – totalize edici, normatif ve anlam özgü bir karakterde olursa olsun, bu deneyim sonucun- veren bir dünya görüşü - yitirilişi karşısında süblimi- nal olarak dehşete kapılırlar. Bu nedenle, kutsal kubbe 7 Örn. Henry A. Turner’ın, “Fascism and Modernization,” Reapp- raisals of Fascism, H. A. Turner, baskı (New York: Franklin Watts, “dehşete karşı bir kalkan” (22, 27), anomiye ve boş- 1976) 117-139. luk korkusuna karşın bir kalkan vazifesi görür. Bir kez zarar görmeye başladı mı veya “kültür yıkıcı” güçlerce 8 Bu kavram ve onun modernizmle olan ilişkisi hakkında yapılan kapsamlı bir araştırma için, bakınız: Robert Gooding-Williams, parçalara ayrılmakla tehdit edildi mi, komünal bir no- Zarathustra's Dionysian Modernism (Stanford: Stanford Univer- mos kurmak ve onarılmış veya yepyeni bir aşkın anlam sity Press, 2001). kubbesi inşa etmek için çalışan eski kültür iyileştirici ve 9 Bkz: Anthony Smith, Nations and Nationalism in a Global Era toplum yenileyici refleksler otomatik olarak harekete (Cambridge: Polity, 1995). geçirilirler. 147 Bu büyük ölçüde sübliminal refleksin modern çağ ön- (epizotları) olmasaydı, insan toplumları ve kültürleri cesi toplumlarda nasıl işlediğine dair iyi belgelenmiş ya tam çöküşe ya da tam durgunluğa mahkûm olur- bir örneği “yeniden canlandırma hareketi”dır. Bir top- du. Başarılı toplumsal yeniden doğum süreçlerinin lum, geleneksel kozmolojik inançların, törenlerin ve tekrar tekrar karşılaşılan ayırıcı özelliklerinden birisi, geçiş ritüellerinin10 artık kültürel bütünlüğün ve uyu- bir peygamberin, yani yaratıcı “karizmatik” bir liderin mun güvencesi olamadığı kolektif bir krize girdiğinde, doğaüstü güçlerine sahip olduğuna inanılan ve taraf- bir azınlık “kopuş” hareketinin ortaya çıkması için tarlarının yeni bir düzene geçiş süreçlerini tamamlama- gereken şartlar yaratılmış olur ve bu azınlığın üyeleri larını sağlayan ve düşüşe nihai bir son veren bir kişinin sonunda yeni bir toplumun ve yeni bir toplumsal dü- ortaya ortaya çıkmasıdır. Bunu yapmak, bir “labirent zenin çekirdeğini oluşturabilirler. Klasik triadik (üçlü) yeniden sentezi” aşamasına, başka bir deyişle, embriyo geçiş ritüelinde, yeni üye, eşik niteliğindeki geçici bir aşamasındaki toplumun yeni nomosunu (toplumsal geçiş ve ayrılma evresi (liminal evre) yoluyla, “sabit” yasalarını) sağlayabilen, hem geleneksel hem de yeni bir durumdan “değişim süreci”nin kapılarını kapatan doğaçlanmış, “icat edilmiş” unsurların işlenip şekillen- kararlı ve değişmeyen yeni bir hayat evresine ulaşmak dirilmesiyle yaratılan bir dünya görüşünün ve ritüelin üzere hareket eder. Yeniden canlandırma hareketinde hazırlanmasına – antropologlar tarafından “serbest ye- ise, toplum açık uçlu bir liminoid duruma (eşik duru- niden kombinasyon”13 olarak bilinen bir bağdaştırma mu) girer ve bu durumun çözümlenmesi eski (ilk, oriji- sürecidir - liderlik etmek anlamına geliyordu. nal) toplumun en azından bir kesiminin yeni nomos’u Bu fenomenin modernizm karakterizasyonumuz açı- (toplumsal yasaları, normları) olan, yeni oluşturulmuş, sından önemi ve anlamı umarım açıktır. 19. yy’ın yeni icat edilmiş bir toplum kurmaya yönlendirecek sonlarına doğru, modernitenin hayalkırıklığına uğratı- yeni bir inisiyatifin varlığını gerekli kılar.11 Hristiyan cı, yerinden edici, parçalayıcı (atomize edici) etkileri, dünyanın binyılcılık (milenarianizm) inancının tarihi Avrupa toplumlarının genel ve derinleşen bir nomik bu üretici (jenerik) fenomene ilişkin örneklerle dolu- (toplumsal yasalarla ilgili) krize girmesi sonucunu ve dur.12 giderek artan sayıda Batı entelijensiyası ve kültürel Derin bir krizde olan geleneksel bir toplumun daha avangard tarafından refleksif açıdan “çöküş” olarak de- güçlü bir toplum tarafından yok edilmek veya absor- neyimlenen belirsiz süreli bir liminoid durum ortaya be edilmek yerine, kendi iç yeniden üretici mekaniz- çıkardı. Sonuç, “çağın sonuna” (fin-de-siècle) ait derin- maları yoluyla yeniden oluşturulması imkânı yeniden leşen bir “kültürel umutsuzluk”14 haliydi. Epifanik (ani canlandırma hareketi sayesinde mümkün olmuştu. Bu bir aydınlanma şeklinde) bir moderniteye yatkın olan içgüdüsel kendi kendini iyileştirme mekanizmalarının bu sanatçılar, o dönemdeki modernitenin anomik, işe yaradığı durumlarda, insanlığın bir kesimi, anomiye liminoid ve yoğun fakat trajik olarak geçici “var oluş karşı yeni veya önemli ölçüde değişmiş bir nomosun anları”nda açığa çıkan, daha yüksek düzeydeki realite- sağladığı sağlam bir kalkana, yeni bir kutsal kubbeye nin gizli düzleminin o anki güncel durumuna ancak sahip olarak bir kez daha ortaya çıktı. Aslında, tek- zaman zaman tanıklık edebilen karakterini ifade etmek rarlanan kolektif yeniden doğma (palinjenez) olayları amacıyla, estetik form veya içerikte veya her ikisinde de radikal yenilikler yaparak deneysel çalışmalar gerçek- 10 Bu olgu hakkındaki öncü çalışma Arnold van Gennep’in The Ri- leştirdiler. Bu arada, bu krize programatik modernite tes of Passage (London: Routledge & Kegan Paul, 1960) 1. Baskı 1909 kitabıdır. ruhuyla tepki veren sanatçılar ve sanatçı olmayanlar, 11 Victor ve Edith Turner “Religious Celebrations,” Celebration. 13 Özellikle, Anthony Wallace’ın Revitalization & Mazeways. Es- Studies in Festivity and Ritual, Victor Turner, Baskı (Washington, says on Cultural Change, Sayı 1, Robert Grumet, Baskı (Lincoln: DC: Smithsonian Institution Press, 1982) 33-57 makalelerinde University of Nebraska Press, 2003) 9-29, 1957 tarihli “Revitaliza- liminoid durumlar ile yeniden canlandırma hareketleri arasında tion Movements” adlı makalesine bakınız. bağlantı kuruyorlar. 14 Modernizm kavramını kullanmamasına karşın, Stern adlı araş- 12 Bu konudaki klasikleşmiş metin Norman Cohn’un The Pursuit tırma içgüdüsel kültürel çöküş ve anomi korkusu ile “sağ eğilimli” of the Millennium. Revolutionary Millenarians and Mystical Anar- siyasal modernizmin yükselişini birbiriyle ilişkilendiren bağlantı chists of the Middle Ages (London: Paladin, 1970) 1. Baskı 1957. noktasına dair öncü bir araştırmadır. 148 toplumda daha geniş bir yankı bulacağını ve toplumun veya bütün bir sosyo-politik kültür yaratma yoluyla en azından manevi olarak aydınlanmış bir kesiminin yeni bir elitin önderliğinde “yeni bir dünya” yaratmaya yeni bir toplumsal düzene yönlendirilmesini sağlaya- odaklanabilir (“programlı modernizm”).15 cağını umdukları yeni bir “labirent yolu” (mazeway) Böylesi bir tanımın, potansiyel olarak, ilk önce Birinci (totalize edici bir kurtuluş vizyonu) yaratmak amacıyla Dünya Savaşı öncesi Avrupasının güzel çağında (bel- kişisel “serbest yeniden kombinasyon” eylemleri ger- le époque) belirgin olarak görülen çok çeşitli kültürel çekleştirdiler. Bu yolla, içlerinden bazıları “karizmatik ve toplumsal olguları veya durumları da içine alacağı lider” ya da daha tanıdık bir tanımlama olan modern açıktır. Sanatta, yeni estetik formların ve stillerin hızla zaman peygamberi görevini üstlenleneceklerdi. artması, modern sanat ve edebiyat öğrencilerinin baş- larının belası haline gelen “-izm”li akımların 18. yy’ın Modernizmin Maksimalist Bir İdeal Tipi ortalarından itibaren sersemletici bir şekilde çoğalması- na yol açtı. Bu akımların yaratıcıları arasında program- Bu düşünceler, aşağıdaki satırlar temelinde bir moder- sal açıdan daha idealist olanlar 1880-1939 döneminin nizm ideal tipinin formüle edilebileceğini savunmak- son derece karakteristik bir özelliği olarak manifestolar tadır: yazdılar ve bu manifestolarla şairin manevi vizyonla- Modernizm 19. yy’dan sonra Avrupa toplumlarında rından peyda olan yeni bir dünyanın doğuşunu ilan kültürel üretim, toplumsal aktivizm ve siyasi militan- ediyorlardı – bunlardan özellikle belirtilmesi gereken- lık gibi çok sayıda alanda girişilen çok çeşitli bireysel ler Blaue Reiter, Fütüristler, Ekspresyonistler, Sürrea- 16 ve kolektif heterojen inisiyatifleri ifade etmek amacıyla listler ve Dadaistlerdir. Kendi dönemlerinin algılanan manevi iflasını tersine çevirme konusundaki ağır basan kullanılan genel bir terimdir. Ortak paydaları, Batı kül- kaygıları düşünüldüğünde Richard Wagner, daha sonra türünün modernizmin sekülerleştirici ve yerinden edici Gabriele D’Annunzio ve Pablo Picasso kadar farklı bir güçleri nedeniyle giderek artan homojen değer sistemi yelpazede bulunan diğer büyük sanatçılar da aynı şekil- ve herşeyi içine alan kozmoloji (nomos) kaybını tersine de bu gruba girer. Toplumu yeniden yaratmaya yönelik çevirmek amacıyla aşkın (transendan) bir değer, anlam modernist itkiler ayrıca dönemin en yaratıcı mimarla- veya amaç hissini yeniden yaratma talebinde yatmak- rının,17 şehir plancılarının18 ve tasarımcılarının19 yanı tadır. Geç 19. yy modernistlerinin çağdaş moderniteye sıra Friedrich Nietzsche, Henri Bergson, Georges Sorel, karşı isyanlarını insan bilincinin ve mit yaratma yete- William Morris, Ernst Haeckel, Giovanni Gentile ve neğinin kültür yaratma, ütopya icat etme ve insanüstü Martin Heidegger gibi en etkili filozoflar ve radikal sos- bir zamansallığa öznel bir erişim elde etme konusun- yal teorisyenlerin çoğunun eserlerine de sirayet etmiştir. daki doğuştan eğilimleri şekillendirmiştir. Bu yetenek, herhangi bir aşkınlıktan yoksun kişisel ölüme karşı hayatı tehdit edici bir potansiyeldeki korku karşısın- 15 Bu söylemsel ideal tipin daha uzun bir versiyonu için Roger da bir sığınak sağlayan, ortak bir kültürü paylaşan bir Griffin, Modernism and Fascism. The Sense of a Beginning under Mussolini and Hitler (London: Palgrave, 2007) Bölüm 4’e bakınız. topluluğa ait olma gereksinimiyle yakından ilişkilidir. 16 Bkz: Malcolm Bradbury ve James McFarlane, “Movements, Ma- Modernizm, çağdaş tarihin anomisini ve manevi if- gazines and Manifestos: The Succession from Naturalism,” Moder- lasını ortaya koyan, “daha ulvi bir gerçekliğe” ilişkin nism 1980-1930, Bradbury, McFarlane, Baskı (Harmondsworth: kısa içörüler sağladığı düşünülen yeni estetik formlarla Penguin, 1976) 192-205. aşırı eksperimentasyonu (deneyler yapmayı) genellikle 17 Hughes estetik ve mimari modernizm arasındaki bağlantıları içinde barındıran münhasıran sanatsal bir ifade alabilir bunların programatik biçimlerinde canlı bir şekilde göstermektedir. (“epifanik modernizm”). Buna alternatif olarak, mo- 18 Örneğin, bkz: Dirk Schubert “Theodor Fritsch and the German dernizm, ya sanat ve düşüncenin toplumu bir bütün (volkisch) version of the Garden City. The Garden City invented olarak dönüştürebilecek bir vizyon yaratma kapasitesi two years before Ebenezer Howard,” Planning Perspectives (Ocak ya da son tahlilde sadece sanatı değil, aynı zamanda 2004): 3-35. insanlığın kendisini de veya en azından toplumun se- 19 Bkz: Christopher Wilk’in düzeltilmiş sayısı Modernism: Desig- çilmiş bir kesimini dönüştürecek yeni yaşam biçimleri ning a New World 1914-1939. 149 Manevi yeniden yaratıma ilişkin modernist istek, kül- ve A.B.D.’de hevesli yeni bir toplum mühendisleri cin- tür tarihçileri tarafından nadiren modernizmle ilişki- sinin türemesine de yol açtı. Bu toplum mühendisleri lendirilen okültizm, tinselcilik (spiritüalizm), (Ha- modern toplumu çürümeye karşı koruma altına almak eckelci) tekçilik, “Doğu dinleri” modası, dirimcilik amacıyla, ırksal dölü iyileştirme ve biyolojik olarak (vitalizm), Nietzschecilik, Freudculuk, Wagnercilik, kusurlu bireylere veya ırk gruplarına karşı önleyici Bergsonculuk ve Jungculuk ve zamanın hastalığına bir tedbirler alma konusundaki zorlu görevi önlerine he- çare önerme iddiasında bulunan tüm popüler akımlar def olarak koydular.22 Birinci Dünya Savaşı’nın patlak ve “kültler”in yanı sıra çok geniş bir yelpazedeki sos- vermesiyle tetiklenen pan-Avrupa savaş hummasını yal olgularda da eşit derecede fark edilebilir.20 Ayrıca “dünyayı” çöküşten kurtarmak için kendi hayatını feda bu çare arayışı ille de fikir önerme yoluyla işlemedi. etme şeklindeki ilkel itkilerin popülist tezahürü olarak Günümüzün fiziksel sağlık, beslenme rejimi, doğay- değerlendirmek için de nedenler mevcuttur.23 Bu, mil- la yeniden bağ kurma, doğa yürüyüşleri, güçlü bir yonlarca “medeni” insanın, Tanrı ve Vatanın özü aşan bedensel varlık geliştirmek ve “vücut kültürü” konu- davasını gerçekleştirdikleri bilgisinden emin bir şekilde sunda yaygınlaşan kaygılar çağdaş estetik, kültürel ve “medeniyet/kültür düşmanları”nın hem teknokratik toplumsal modernizm akımlarıyla yakından ilişkilidir. hem de ritüel anlamını taşıyan katline katılmaya bu Bu bağlamda, 19. yy’ın sonlarına ait nüdizm ve kaslılık denli hazır ve gönüllü oluşunu açıklamaya yardımcı (müskülarite) kültleri, yaşanmakta olan dejenerasyona olacaktır. karşı entelektüel, sanatsal ve bilimsel alandaki çağdaş isyandan ayrılamayan en ateşli uygulayıcılar için bir önem ve anlam kazandı.21 Siyasal Modernizm Soyarıtımının (öjenik) ortaya çıkmasını sağlayan şey, Tarihçilerce nadiren doğrudan modernizmle ilişki- kökenle, çöküşle ve Batı’nın krizini çözme ile ilgili bu lendirilen başka bir insan faaliyetinin - totaliter siya- genel sanatsal, entelektüel, bilimsel ve fiziksel, maddi set - kadraja girdiği arkaplan işte budur. Totalize edi- değer ve inanç sistemiydi. Soyarıtımıyla ilgili paradig- ci siyasi hedefler ile sanatsal ve toplumsal “programlı maların bilim ve siyaset alanının elitleri arasında itibar modernistlerin” yeni bir toplum yaratma istekleri görmesi toplumsal sağlık ve “ırksal hijyen” alanlarına arasındaki yakın ilişki Richard Stites tarafından Rus sonunda devletin giderek daha fazla müdahil olması- Devrimi özelinde kapsamlı olarak belgelenmiştir. Sti- na yol açtı. Modernizmin hâkim iklimi, estetik, ahlaki tes’in Devrimci Hayaller (Revolutionary Dreams) adlı ve kültürel yenilenmenin ana alanı olarak ulusalcılıkla kitabı, yaklaşan devrimi öngörenlerin Çarlık rejiminin bağlantı kurduğunda, toplumsal ve biyopolitik kam- ağır çöküş koşullarında yaşayan toplumun Sovyet yö- panyaların ortaya çıkmasına ve bu yolla da Avrupa’da netimi altında Cesur Yeni Sosyalist Dünya’ya doğru Bolşevikler tarafından planlı dönüşümünde kültürel ve teknolojik üretimin her alanında etkin bir rol oynamak 20 George Mosse, çöküş (dekadans) karşıtı hareketler olarak bu tür kültlerin önemini açıklamaktadır. The Crisis of German Ideology. Intellectual Origins of the Third Reich (New York: Howard Fertig, 22 Bkz.: Daniel Pick, Faces of Degeneration. A Euro-pean Disorder 1964), Robert Wohl, The Generation of 1914 (London: Weiden- c. 1848-1918 (Cambridge: Cambridge University Press, 1989), feld and Nicolson, 1980), Modris Eksteins, Rites of Spring 1. Baskı Dan Stone, Breeding Superman. Nietzsche, Race and Eugenics in 1989, Richard Noll, The Jung Cult (New York: Simon & Schuster, Edwardian and Interwar Britain (Liverpool: Liverpool University 1994). Press, 2002), editörler Marius Turda ve Paul Weindling, “Blood 21 Doğrulama için özellikle bkz.: Karl Toepfer, Empire of Ecstasy. and Homeland.” Eugenics and Racial Nationalism in Central and Nudity and Movement in German Body Culture, 1910-1935 South- east Europe, 1900-1940, (Budapest: Central European (Berkeley: University of California Press, 1997), Chad Ross, Naked University Press, 2006). Elizabeth Darling Re-forming Britain. Germany (Oxford: Berg, 2005), Christopher Wilk, “The Healthy Narratives of Modernity before Reconstruction (London: Routled- Body Culture,” (Modernism: Designing a New World 1914-1939, ge, 2006) adlı kitabında, toplumsal hijyen, mimari ve modernizme Wilk, London: V&A, 2006, 249-95 Baskısı) ve Todd Presner, Mus- ilişkin kaygılar arasındaki bağlantıyı Britanya bağlamında araştırı- cular Judaism: The Jewish Body and the Politics of Regeneration yor. (London: Routledge Curzon, 2007). 23 Özellikle Eksteins’a bakınız. 150 amacıyla katıldıkları akını incelemektedir. Rusya’nın lerdir. Babaları gibi, aşkın olanla birleşmeyi bilmezler en büyük modernist şairi Aleksandr Blok’un Bolshoi ve tıpkı onun gibi, bir boşlukta yüzerler. Bununla bir- Tiyatrosu’nun başkanı ve Rus Şairler Birliği’nin Pet- likte, artık bu boşluğu kabul edemezler, bunun yerine, rograd şube başkanı olacak kadar yükselmesi avangard onu aşmak çabasıyla boşluk içindeki fazlalıkları örgüt- sanatçılar ile Devrim arasındaki derin gizli işbirliği lemeleri gerekir(84). açısından paradigmatiktir. Bu şevkli işbirliği her türlü toplumsal, bilimsel ve teknolojik modernizmin hevesli başkahramanları olan eğitimli ve teknokratik elitin çok Siyasi Modernizmin Bir Formu Olarak geniş bir kesimine kadar uzandı. Faşizm Nietzsche’nin “Yahudi-Hristiyan” (veya liberal bur- Giderek artan sayıda tarihçi ve siyaset bilimci genel bir juva) ahlakının tabularını hiç pişmanlık duymadan faşizm teorisi önermekte ve bu teorilerde ulusun yaşa- yıkmakla ilgili buyruğu nedeniyle, devrimin hem Le- mında yeni bir sağlık, güç ve canlılık çağını yaratmaya ninist hem de Stalinist aşamalarının ona yeni toplu- yönelik onun palingenetik itkisinin merkeziliğini ken- mun nomos’unu temsil edecek Sovyet süperman’ini di oluşturdukları formülasyonlara göre kabul etmekte- yaratma konusunda nasıl olağanüstü derecede borçlu dir.24 Burada geliştirilen tezler ışığında, bunlar, her ne olduklarını ortaya çıkartan Bernice Rosenthal, Bolşe- kadar bilinçli olmasa dahi, faşizme yalnızca kültürel ve vizmin yönetici elit düzeyindeki modernist boyutuna toplumsal modernizm formlarını içermeye yatkın bir yeni bir ışık tutmaktadır. Bununla birlikte, Bolşevizme ideoloji olarak değil, aksine kendi içinde bir siyasal mo- onu tanımlamak için kullandığımız “ilkel” koşullarda dernizm formu oluşturan bir ideoloji olarak yaklaşma- modernizmin siyasal bir formu olarak yaklaşmanın ve- nın buluşsal değerini doğrulayıcı olarak görülebilirler. rimliliği hakkındaki belki de çok daha etkileyici olan Bu yaklaşımın buluşsal değerini ayrıca destekleyecek doğrulama, buna son derece uygun olarak, bir siyaset örnekler bazen en umulmadık yerlerde bulunur. Bun- bilimciden değil, aksine savaş-arası dönemin en ünlü lardan biri, Neo-Marksist filozof Peter Osborne’un edebi modernistlerinden biri olan ekspresyonist oyun modernite koşullarında “dönemin politikaları”na iliş- yazarı Franz Wefel’den gelmektedir. kin sunduğu son derece ileri (sofistike) analizdir. “Fa- Bu şair, Hitler’in Şansöyle olarak atanmasının arefe- şizmin muhafazakâr devrimin çok radikal bir formu” sinde, Almanya’nın giderek derileşen politik ve manevi olduğunu belirttikten sonra, buradan ona gerici bir krizi karşısında, hem sol hem de sağ siyasette devrimci siyaset biçimi olarak muamele edilmesi gerektiği sonu- siyasetin çarpıcı artışını açıkladığı ve daha sonradan cunu çıkarmamaları konusunda okuyucularını uyar- “Yukarı ve Aşağı Arasında” başlığıyla yayımlanan bir maktadır. Aksine, faşizm “yeninin zamansallığını” te- dizi halk semineri verecek kadar paniğe kapılmıştı. reddütsüz savunmakta ve bu nedenle de, “ne bir kalın- Werfel, kişilerüstü anlam arayışlarının her birini siyasal tıyı ne de arkaikliği” ifade etmektedir. Bundan ziyade, biçim olarak “natüralist nihilizmin” farklı bir formunu onun statükoya karşı “katı bir şekilde ilerici” saldırısı benimsemeye yönelttiği bu iki kardeşin – yani Komü- onu da Bolşevizm gibi “siyasi modernizmin bir formu” nizm ve Nasyonal Sosyalizmin - durumunu açıklamak- haline getirmektedir (164-66). tadır. Bunların her ikisini de “ikame dinler” veya isteğe 24 göre, “dini ikame eden şeyler” olarak görmektedir (84). Bu konudaki örnekler şunlardır: Roger Griffin, The Nature of Fascism (London: Pinter, 1991) 44-5, Roger Eatwell, Fascism Enteresan bir şekilde, Warfel bu ikisine olan yatkınlığı (London: Chatto & Windus, 1995) 11, James Gregor, Phoenix. da spesifik olarak siyasal dinin çekiciliğine, yani Erich Fascism in our Time (New Brunswick: Transaction, 1999) 162, Fromm’un ‘özgürlükten kaçış’ olarak teşhis ettiği şeye Stanley Payne, A History of Fascism, 1914-1945 (London: Univer- değil, aksine Berger’in daha sonraları “anomiden kaçış” sity College London Press, 1995) 14, Martin Blinkhorn, Fascism olarak adlandıracağı şeye bağlamaktadır. Onlar siyasal and the Right in Europe 1918-1945 (London: Longmans, 2000) aşırıcılığın (ekstremizm) cazibesine kapılmışlardı, zira: 115-6, Stephan Shenfield, Russian Fascism. Traditions, Tendencies, Movements (Armonk, New York: M. E. Sharpe, 2001) 17, Michael Onlar nihilistik dönemin gerçek çocuklarıdır ve bu ne- Mann, Fascists (Cambridge: Cambridge University Press, 2004) 13 denle de, düştükleri ağaçtan çok da ileriye gidememiş- ve Robert O. Paxton, The Anatomy of Fascism. 151 Faşizmin de Bolşevizmle eşit derecede yeni bir zaman- bunu Weltanschauung olarak adlandırıyorlardı) yara- sallığa doğru bir itki içerdiği kabul edildiğinde, onun, tacak şekilde – bir serbest yeniden kombinasyon süre- Ernst Nolte’nin faşist dönem olarak adlandırdığı bir ciyle - uzlaştırılmasını gerektirdi. zamanda elde ettiği birtakım özellikler ilkel moder- Bu bakış açısına göre, faşist ideolojilerin tam bir ulusal nizm teorisinin önerdiği nedensel açıklamayı doğrula- yeniden doğuş ütopyasına dayanan, popüst, mobilize ması (veya belki de “bugünkü bilgilerle geçmişe dair edici, modernist (ve “binyılcı olmayan”) bir siyasal din tahminde bulunma (retrodiksiyon)”) nedeniyle yepye- miti olmalarını sağlayan şey, bazı tarihçilere bir fikir ni bir önem kazanmaktadır. “keşmekeşi” veya “karışımı”26 gibi görünen bu mün- Özellikle, Birinci Dünya Savaşı sonrasının kaotik or- ferit ideolojilerin aşırı uzlaştırmacılık, müphemlik ve tamında liberal olmayan, “organik” ulusalcılığın bazı çelişkililik özelliğinin ta kendisidir. Belirli bir faşizm radikal palingenetik varyantlarının (başka bir deyişle, içinde teknokratik veya şehirli ütopyacılığı ile kırsal ya- faşist hareketler”) kitle hareketlerine dönüşmelerini şam ve köylü değerlerinin yüceltilmesinin birlikte var sağlayan şey daha açıklık kazanmış olur. Savaş-arası olması ya da aynı rejim altında hem ultra-modernist Avrupa’nın keskin krizi, Büyük Savaştan önce Avru- hem de neo-klasik yapıların inşa edilmesi onu “ina- pa avangardı için kuşkusuz açık olan genel modernite nanların” gözünde itibarsızlaştırmadı, çünkü vücuda krizinin arkaplanına karşı yoğun olarak liminoid top- getirdikleri birbiriyle çelişen politikaların paylaştıkları lumsal koşulların görüldüğü küçük alanlar yarattı ve ağır basan bir amaç birliği söz konusuydu ve o da ulu- hem Richard Wagner, Friedrich Nietzsche, Henrik Ib- sun yeniden doğuşuydu. Bu, çok sayıda permütasyo- sen, Fyodor Dostoevsky ve Gabriele D’Annunzio gibi na kapı açan müphem bir mitti. Aslında, Faşist rejim önemli şahsiyetlerin hem de kültürel üretimin daha az (=Mussolini rejimi) ve Nazi rejiminde, lider kültünün önemli sayısız aydınının yaşam boyu süren takıntısı ha- birleştici ve ekümenik gücü ve yeni doğan ulus tarafın- line geldi. Başta İtalya, Almanya ve Romanya olmak dan yeni “modernist devlet” aracılığıyla istenen etki- üzere bazı ülkelerde — daha küçük bir ölçekte olmak yi uyandıracak biçimde yaratılan tarihsel değişikliğin üzere başka yerlerde de— belirli bir kriz faktörleri dü- tam dinamizmi sayesinde, bu mit siyasal modernizmin zeni, modern bir ulusal canlanma hareketinin önemli farklı akımlarının veya hiziplerin bir karışımını barın- oranda bir popülist takipçi kitlesi kazanması için ge- dırıyordu. reken kritik kitleye ulaşmasını sağlayacak siyasi alanı Faşist labirent yolunun tekrarlanan temalarından birisi açtı.25 (komünist olanının aksine), geleceği yeniden yaratmak Savaş-arası dönemde ortaya çıkan hemen hemen her için idealize edilmiş, büyük ölçüde uydurulmuş, ulusal faşist hareket, insanları ölümcül çöküşten çıkarıp yeni bir geçmişin değerlerinden istifade etme gereksinimiy- bir çağa yönlendirme kabiliyetine sahip yeni bir top- di. Bununla birlikte, Osborne, Faşistlerin İtalyanların lumun (communistas) veya ulusal toplumun özüne Roma İmparatorluğu mirasından istifade etme veya sayıca nüfusun çok küçük bir yüzdesini oluştursalar Nazilerin Almanların farazi Aryan geçmişlerini canlan- dahi en fanatik partizanlarını yerleştirmeye çalışan bir dırma ruhunu “muhafazakâr devrim”e, yani alternatif peygamber figürü, özenti veya gerçek bir karizmatik li- bir modernite yaratmaya yönelik “katı bir gelecek” mo- der tarafından yönetilmiştir. Bu, mevcut çöküşü teşhis mentumuna, bağlamıştır. Bir zamanlar devletin gücü- eden ve onu yeni bir düzen içinde sağaltmak için gere- nün temeli olarak benimsenen faşizmin başka bir yönü ken sert politikaların temelini oluşturan, ulusal kültür- ise, onun ulusal veya ırksal çürümenin kaynağı olarak de yer alan ideolojik ve litürjik (dinsel) malzemelerin görmediği tüm mevcut estetik, felsefi ve toplumsal mo- kapsayıcı yeni bir dünya görüşü veya nomos (Naziler dernizm akımlarını çöküşe karşı verdiği savaşta hevesle silahaltına almasıydı — her iki rejimin ideologları ara- 25 Savaş sonrası Avrupa’da siyasal bir hareket olarak evrim gösterme- si için faşizmin siyasal alan eksikliğinin sonuçları hakkında, bkz.: 26 Örneğin, Hugh Trevor Roper “The Phenomenon of Fascism,” Roger Griffin, “Interregnum or endgame? Radical Right Thought European Fascism, Stuart Woolf, Baskı (London: Weidenfeld and in the ‘Post-fascist' Era,” Reassessing Political Ideologies, Michael Nicolson, 1968) kitabında herkesçe bilindiği gibi, Nazi ideolojisini Freeden, Baskı (London: Routledge, 2001) 116-131. “barbar Nordik saçmalığı” olarak kestirip atmıştı (55). 152 sında bu konularda kaçınılmaz olarak yoğun ihtilaflar Modernist Faşizm ve Avrupa’nın patlak verdi. Bu yüzden, Üçüncü Reich vücut kültürü Arındırılması hareketini ve soyarıtımını “sağlığı” teşvik ettiği gerek- çesiyle resmen benimsemesine karşın, anaakım Nazizm Modernizm dinamiklerine ilişkin olarak bu makalede modernizmin öne çıkan diğer iki tezahürünü, yani cin- çizilen “büyük resim”, faşizmin modernite ile labirent- sel özgürlük hareketini (Mussolini rejiminde de bastı- vari karmaşık ilişkisini yeniden kavramlaştırma ve “ye- rılmıştır) ve modernist resmi (ki bunun pek çok akımı niden düşünme” amacıyla, yeni bir labirent yolu olarak Mussolini rejimi altında gelişip serpilmiştir), ırksal ve önerilmektedir. İç çöküş halindeki toplumdan gör- kültürel dejenerasyonun semptomları oldukları gerek- kemli yeni bir toplumsal düzene doğru seçilmiş kişi- çesiyle reddetti. lere liderlik eden karizmatik peygamber figüründe vü- cut bulan labirent yolunun aksine, ideal-tipli bir yapı Faşizmin aksine Nazizm rejimi, endüstriyel, teknolojik olarak sınırlamalarının farkında refleksif bir üst-anlatı ve toplumsal yenilik (inovasyon) alanında modernist veya buluşsal bir araç olmak dışında herhangi bir iddi- mimarinin kullanımını da kısıtladı. Yine de, faşizmin ası yoktur. Faşist rejim ve Nazi varyasyonlarını birbirinden ayıran belirgin farklılıklar Avrupalılaştırılmış dünyadaki çoğu Bu makalede ana hatlarıyla açıklanan yaklaşımdan adanmış faşistin bu iki rejim arasındaki derin yakınlığı ulaşılacak iki ana çıkarım bulunmaktadır: Bunlardan ve benzerliği kabul etmesini engellemiyordu. Franko birincisi, savaş-arası Avrupasının aşırı derecede yüklü, İspanyasının, Salazar Portekizinin veya Dorfuss Avus- mitopoeik ikliminde Bolşevizme ve faşizme verdikleri turyasının parafaşizmlerinin27 aksine, bu ikisi, yeniden yanıt konusunda bireysel edebi, sanatsal, mimari veya canlandırılmış etnik toplumun sürekli kutsal kubbesi teknokratik modernistlerin hiç de “sol-eğilimli” olma- altında çöküşün (dekadans) ötesine uzanan sağlıklı dıkları, aksine belirgin bir şekilde “sağ-eğilimli” ol- bir tarihsel çağ olarak adlandırdıkları şeyin temellerini duklarını gösteren iyi-belgelenmiş örneklerle ilgilidir. atmak amacıyla, büyük çaplı ve kapsamlı bir toplum Bizim “sinoptik yorumumuz”a göre, Filippo Marinet- mühendisliği yapmaya – ki bu, Üçüncü Reich örne- ti, Ezra Pound, Martin Heidegger ve Gottfried Benn ğinde kitlesel sterilizasyonu, “ötenazi”yi ve soykırımı gibi bireysel sanatçı ve aydınların faşizmle gönüllü ola- da içine almıştır - adanmış, “modernist devlet”in ult- rak yaptıkları paktlar zorlayıcı entelektüel akrobatik ra-nasyonalist bir versiyonunun temellerini atmaya ant hareketlerle çözümlenmesi gereken anormaliler veya içmişlerdi. Her iki durumda da, modern sosyo-politik çıkmazlar olarak araştırılmamalıdır. Bunun yerine, is- kaosun özgür bıraktığı ilkel, arketipik olarak insani ter sağda ister solda olsun, bunlara kültürel ve politik olan anomi korkusuna ve anlamsız kronos tarafından modernizmi birbirinden ayıran gözenekli membranın yutulmaya karşı bir çıkış yolu sunan yeni bir zamansal- daha somut tezahürleri olarak yaklaşılmalıdır. Benzer lığa ulaşmaya yönelik paralel isteğin faşizmin başarısın- bir şekilde, faşizmin kültürel, toplumsal veya siyasal da oynadığı hayati rol kanıtlanabilir. 28 modernizm akımlarını benimsediği veya modernizm akımlarının kendiliğinden faşizmin safına geçtikleri 27. Parafaşizm hakkında bkz.: Roger Griffin, The Nature of Fas- pek çok durum, onun destekçileri tarafından gelece- cism (London: Pinter, 1991) Bölüm 5. ğe yönelik sıkı bir zamansallık olarak algılanan şeyin 28. Faşizm için bkz.: Emilio Gentile, The Struggle for Modernity. tahmin edilebilir semptomları olarak ele alınmalıdır. Nationalism, Futurism, and Fascism (Westport, Connecticut: Bugünkü haliyle toplum öz-yıkıma mahkûm gibi gö- Praeger, 2003), Claudio Fogu, The Historic Imaginary. Politics of ründüğünde, tüm toplumsal sınıflardan idealist ve ak- History in Fascist Italy (Buffalo, NY: University of Toronto Press, tivistler ulusal yeniden doğuş sürecine katılma fırsatını 2003), Elvio Fachinelli, La freccia ferma. Tre tentative di annullare karşı konulmaz bulabilir. il tempo (Milan: Adelphi, 1979); Nazizm için bkz.: Detlev Peukert, The Weimar Republic. The Crisis of Classical Modernity (New İkincisi, faşist rejimlerce toplumsal mühendisliğin her York: Hill and Wang, 1989), Joachim Fest, Der zerstorte Traum. alanında formüle edilen politikalar ve alınan tedbirler, Das Ende des utopistischen Zeitalters (Munich: Siedler Verlag, sadece totaliter baskı, liberal ve sosyalist özgürleştirme 1991) ve Ian Kershaw, Hitler. 1889-1936 (Hubris. New York: W. ilkelerinin ortadan kaldırılması ve devlet terörü şeklin- W. Norton, 1999). 153 deki yorumlama çerçevesinin içinde değerlendirilme- gereken bir şey olmadığını düşündüğünü söylemiştir: melidir. Aynı zamanda, siyasal modernizmin devrede Bu insanlar yaptıkları işten gurur duyuyorlardı. Bir olan yapıcı ve yeniden üretici itkisinin kendi kendisini arındırma işine giriştiklerine emindiler. Onlar Aus- ele veren işaretleri açısından da kapsamlı olarak ince- chwitz’e Avrupa’nın anüsü adını veriyorlardı. Avru- lenmelidir. Nazizmin soykırımcı yıkıcılığı dahi, onun pa’nın temizlenmesi gerekiyordu. Onlar Avrupa’nın en ikna olmuş takipçilerinin düşüncesinde nihilistik arındırılmasından sorumluydular. Bunu anlayamazsa- barbarlığın değil, aksine, yeniden doğuş (palinjenez) nız, hiçbir şeyi anlayamazsınız.32 için gerekli koşul ve başlangıç adımı olan yaratıcı ve katartik (katarsis oluşturan) bir yıkımın ifadesiydi. Faşizmi siyasal modernizmin bir formu olarak ve Bu düşünce, Üçüncü Reich’ın tarihinin en uç döne- Üçüncü Reich’ın politikalarına yön vermesinin sonuç- mi (onun sözde ırksal ve siyasi düşmanlarına karşı acı- ları kan dondurucu olsa da, kendisi asla “soğuk” ol- masızca uyguladığı soykırım politikaları dönemi) için mayan bir siyasal modernizm formu olarak anlamak dahi geçerlidir. içinde bulunduğumuz “liberalizm-sonrası” (post-libe- ral) çağın insan bilimcilerinin böyle bir önermeyi anla- Zygmunt Bauman sayesinde, bu politikaların moder- malarına yardımcı olabilir. niteden kaçışın semptomları olmaktan çok uzak olup aksine aslında ne kadar derinden bir şekilde moderni- tenin en radikal halinin mantıklı birer ürünü oldukla- rını kabul etmek tarihçiler için daha kolay hale geldi.30 Burada ana hatlarıyla açıkladığımız yaklaşım, faşizmin pek çok permütasyonunun da sosyo-politik moderniz- İngilizceden Çeviren: Remziye Alparslan min radikal ve doğrudan sonuçları olarak araştırılması gerektiğini ileri sürmektedir. Çürümenin güya insanda vücut bulmuş hallerinin devlet-destekli ve endüstrileş- miş incelemesi, soyarıtımına ve ırksal hijyene dayanan yeniden doğmuş topluma dair biyopolitik bir vizyonun politikaya hâkim olması: Bunlar faşist “bahçıvan dev- let”31 tarafından biçilen zehirli hasattan sadece birka- çıydı, onun siyasal modernizminin mantıklı bir sonu- cuydu. Faşizmin Nazi permütasyonu yeni bir nomos yayarak yeni bir çağı başlatmak ve bu nomosun acımasızca uy- gulanmasıyla da çöküşün ötesindeki dünyanın sadece yeni ve cesur olmasını değil, aynı zamanda dezenfekte edilmiş ve arındırılmış olmasını da temin etmeyi isti- yordu. Bunun sonucu olarak, Auschwitz’de gerçekleş- tirilen endüstriyel çağın bu kitlesel katliamında görev alanların çoğu yaptıklarında barbarca veya gerici bir yan olmadığını düşünüyorlardı. Kızıl Haç yetkilile- rinden biri BBC muhabiri John Simpson’a, Nazizmin radikal modernist projesinin suç ortağının, utanmaları

30 Zygmunt Bauman, Modernity and the Holocaust (Cambridge: Polity Press, 1989). 31 Siyasal modernizmin bu hayati boyutu Zygmunt Bauman’ın 32 Yapımcılığını Nigel Bellin’in üstlendiği Crossing the Lives. The Modernity and Ambivalence kitabının 1. bölümünde ilk kez ele History of the International Red Cross Committee adlı BB2 belge- alınmaktadır. selinde bir röportajdan alıntı. 154 Kaynakça 1888. London: Weidenfeld and Nicholson, 1967. Osborne, Peter. Philosophy in Cultural Theory. London: Rout- Adamson, Walter. Avant-Garde Florence. From Modernism to ledge, 2000 Fascism. Cambridge, MA: Harvard University Press, 1993. ———. The Politics of Time. Modernity and the Avant-garde. Antliff, Mark. “Fascism, Modernism, and Modernity. The State London: Verso, 1995. of Research.” The Art Bulletin, 84.1 (March 2002): 148–69. Paxton, Robert. The Anatomy of Fascism. New York: Alfred Bauman, Zygmunt. Modernity and Ambivalence. Cambridge: Knopf, 2004. Polity, 1991. Peukert, Detlef. Inside Nazi Germany. Harmondsworth: Pen- Bellin, Nigel (yapımcı). Crossing the Lives. The History of the guin, 1982. International Red Cross Committee. Londra: BBC2, 1999: Ti- mewatch serisi kapsamında gösterilen TV belgeseli. Rosenthal, Bernice. New Myth, New World. From Nietzsche to Stalin. University Park, PA: Pennsylvania State University Press, Berger, Peter. The Sacred Canopy. Elements of a Sociological 2002. Theory of Religion. Londra: Doubleday, 1967. Schleifer, Ronald. Modernism and Time. The Logic of Abun- Berman, Marshall. All that is Solid Melts into Air. The Expe- dance in Literature, Science, and Culture. Cambridge: Cambri- rience of Modernity. London: Verso, 1982. dge University Press, 2000. Burstein, Jessica. “Waspish Segments: Lewis, Prosthesis, Fas- Stites, Richard. Revolutionary Dreams. Utopian Vision and Ex- cism. Modernism/modernity 4.2 (Nisan 1997): 139–164. perimental Life in the Russian Revolution. New York: Oxford Eksteins, Modris. Rites of Spring. Boston: Houghton Mifflin, University Press, 1989 2000. 1. baskı 1989. Taylor, Brandon and van der Will, Wilfried (eds.). The Nazifica- Fritzsche, Peter. “Nazi Modern.” Modernism/modernity 3.1 tion of Art. Winchester: The Winchester Press, 1990. (Ocak 1996): 1–22. Werfel, Franz. “Können wir ohne Gottesglauben leben?” [Can Fogu, Claudio. The Historic Imaginary. Politics of History in we live without the belief in God], Werfel, Franz Zwischen oben Fascist Italy. Buffalo, NY: University of Toronto Press, 2003. und unten. Stockholm: Berman-Fischer, 1946. Giddens, Anthony. The Consequences of Modernity. Cambrid- Wilk, Christopher. “Introduction: What was Modernism?” ge: Polity Press, 1990 Wilk, Christopher (ed.) Modernism: Designing a New World Gentile, Emilio. The Struggle for Modernity. Nationalism, Fu- 1914–1939. London: V&A, 2006, 11–21. turism, and Fascism. Westport, Connecticut: ———. “The Healthy Body Culture.” in Wilk, Christopher Praeger, 2003. (ed.) Modernism: Designing a New World ———. “The Conquest of Modernity: From Modernist Na- 1914–1939. London: V&A, 2006, 249–95. tionalism to Fascism.” Modernism/modernity 1.3 (September 1994): 25–45 . Harvey, David. The Condition of Postmodernity. An Enquiry into the Origins of Cultural Change. Oxford: Basil Blackwell, 1989. Jameson, Frederic. The Seeds of Time. New York: Columbia Press, 1994. Kermode, Frank. The Sense of an Ending. Studies in the Theory of Fiction. New York: Oxford University Press, 1967. Koepnik, Lutz. “Fascist Aesthetics Revisited.” Modernism/mo- dernity 6.1 (January 1999): 51–74. Kershaw, Ian. Hitler. 1889–1936. Hubris. New York: W. W. Norton, 1999. Nietzsche, Friedrich. The Will to Power. Notes written 1883–

155 Ziya Gökalp Sosyolojisi ve Bir Proje Olarak Türkçülük

Leyla Atabay “Millet, insanların pek çok şeyi bulması ve aynı zaman- lik Osmanlı’nın çok uluslu yapısının bir yansımasıydı. da birçok şeyi unutmuş olmasıyla mümkün olur.” Ernest Tüm bu kesimler “halkçılık” ideali altında buluşurken Renan Osmanlıcılık, İslamcılık ve henüz yeni yeni kurgula- “İtalya yapıldı, şimdi İtalyanları yapmak zorundayız.” nan Türkçülük fikirleri aynı eksende bir yol çizmek Massimo D’azeglio, 1860 üzere kaynaşma eğilimi gösteriyordu. Ancak bu eğilim kısa sürede yerini Türkçülüğü başat hedef ve programı haline getirip Osmanlıcılığı ve İslamcılığı arka plana II. Abdülhamit’in Osmanlı İmparatorluğu’nu çöküşten atmaları İttihat ve Terakki’nin Beyaz Türk faşizminin kurtarmak amacıyla kurduğu askeri okullarda yetişen harcını kurmaya yönelik pratik adımlarının ilkiydi. “İttihat ve Terakki” üyeleri Batı menşeli fikirlerle besle- Söz konusu siyasal Türklük kavramının ve ideolojisinin nerek Beyaz Türk faşizminin kumaşını dokumakta en inşasını üstlenen sosyolog ise bir Kürt olan Ziya Gö- etkili çabaları gösteren kadrolar oldular. Bu okullarda kalp’ten başkası değildi. Millet fikri ortak bir köken ve hürriyet fikriyle tanışan idealist gençler, kendilerini özsel bir homojenliğe dayandırıldığı halde Türk modeli Sultan’ın baskı rejiminin muhalifleri olarak konum- radikal milliyetçiliğin kurucu unsurlarının genelde ya- landırarak kurdukları gizli dernekleri bir süre sonra II. bancı kökenli olması ironik olduğu kadar, esasta bu tip Abdülhamit’in baskı rejiminden bıkmış, biraz nefes milliyetçi projelerin yapaylığını göstermesi açısından almak isteyen farklı çevreleri de bünyesine katarak bir- da önemlidir. II. Abdülhamit döneminde hürriyetçi leşik bir cephe kurmayı başardılar. “İttihat ve Terakki” fikirleri nedeniyle hapsedilip ardından memleketi Di- adı altında oluşan bu cemiyetin asıl örgütlenme sahası yarbakır’a sürgün edilen Gökalp, İttihat ve Terakki’nin Balkanlardı. İttihat ve Terakki özellikle Balkanlarda yü- Selanik’teki merkezine danışman olarak gittiği yıllarda rüttüğü yeraltı faaliyetleriyle edindiği tecrübe yöntem- Türkçülük projesi için çalışmalara başlamıştı. Batılılaş- leri iktidara geldikten sonra da kullanmayı sürdürdü manın neden olduğu kimlik bunalımından çıkış için ve Abdülhamit’in baskı dönemini kat kat aşan baskı Osmanlıcılık ve İslamcılık fikirlerinin yetersiz kaldığını uygulamalarıyla muhalefeti demir ökçelerle sindirmek- fark eden Gökalp, Türkçülük temelli milliyetçiliği ku- ten çekinmedi. Kendini hürriyetin yılmaz savunucusu ramsal bir çerçevede ele aldığı eserler yazdı. Dönemin ve halkın asıl temsilcisi olarak gören İttihat ve Terakki üç önemli ideolojisi olarak görülen Osmanlıcılık, İs- zorbalık ve gizliliği bir yönetim biçimi haline getirerek lamcılık ve Türkçülük ayrı fikir akımları olarak tanım- “halka rağmen halk için” söyleminin ifade bulduğu bir lansa da aslında iç içe gelişen ve konjonktürel duruma iktidarcı çizgi oluşturdu. göre kimi zaman içlerinden bir tanesinin ön plana çık- İlk kuruluş aşamasında birbirleriyle uyuşmayan fikirle- tığı tek bir sentez ideoloji olarak tanımlanabilir. Gö- ri içinde barındıran geniş bir muhalefet hareketi olan kalp, toplum projesi oluşturmak için kimlik oluşturma İttihat ve Terakki’nin kurucuları arasında Kürtler, Ar- arayışında önce Osmanlıcılığı esas alır ve tümden Batı- navutlar, Yahudi ve Ermeniler de vardı. Bu etnik çeşitli- lılaşma yanlısı bir tavırdan uzak durur. Ona göre Genç 156 Osmanlılar Doğu maneviyatıyla Batı maddiyatını sen- nesnelleştirilerek üzerinde sosyal kuramların deney- tezleyerek Osmanlı’yı büyük bir güç haline getirecekti. lendiği bir deneme tahtasına indirgenmek istenmişti. Gökalp bu döneminde körü körüne yapılan Batı taklit- Toplum gibi karmaşık bir yapıyı mühendislik projele- çiliğine karşı durur. Dini, manevi hayatın temeli olarak rin çerçevesinde düzenlemek için batı sosyolojisi, bilgi yüceltir ve toplum yaşamının merkezine yerleştirerek ve kuramları boyutu ile aynen alınarak toplumun reali- muhafazasının önemini vurgular. Gökalp’in bu fikirleri tesine bakılmaksızın tepeden inmeci bir tarzda, toplu- zamanla yön değiştirir; zira Osmanlıcılık fikri Ermeni, mun dokusuna uygun olup olmadığı önemsenmeden Rum, Bulgar vb. Osmanlı tebaasından olan gayrimüs- uygulama girişimleri sorunların üzerin, örtmekten baş- limlerin bağımsızlık arayışları nedeniyle ortak kimlik ka bir sonuç doğurmamıştır. oluşturma vasfını yitirir. İslamcılık ise, ümmetçiliği Ziya Gökalp, yeni bir kimlik yaratma arayışında, ay- esas aldığından kapsamı çok geniş, muğlak ve çerçevesi dınlanma düşüncesinin etkisiyle toplumsal yaşamı bi- modernist değerlere uygun olmayan bir kimlik anla- linçlendirip daha ideal bir yaşam kurmaya muktedir yışını ifade ettiğinden Gökalp’in arayışlarına uygun oldukları inancıyla hareket eden batı sosyolojisi ay- değildi. Ümmetçilik, ideal düzlemde iman birliğine dınlarını, özellikle de Durkheim’in etkisinde kalmıştır. dayanıyor; tüm insanların Adem ile Havva’dan gelme Durkheim, toplumu organik bütünün homojen bir kardeşler olduğu inancını esas alıyordu. Din kardeşi, yapısı olarak tanımlar ki, bu homojen toplum “ulus”a tüm ulusların üzerinde bir nitelik taşıyor ve bir ırkın denk gelir. İçinde farklılıklara yer vermeyen organik diğerinden üstün olduğu fikrini prensipte içermiyordu. bütünlük olarak tanımlanan ve kurgulanan toplum Gökalp ne Osmanlıcılıktan ne de İslamcılıktan vazgeç- meden Türklük ülküsünü asıl dayanak yaparak çağdaş denilen yapı, heterojen özelliklerinden arındırılarak bir İslam Türklüğü projesi üzerine çalışır. Böylece Gö- sosyolojide ki kuramlara uygun şekilde biçimlendiril- kalp’de diğer ve İttihat ve Terakki kadroları gibi yüzünü melidir. Toplumun biyolojik bir mekanizma şeklinde Anadolu’ya çeviri. Yüzyıllarca katliamlara maruz kal- tanımlanıp hastalıklarına göre tedavi yoluna gidilmesi, mış, İslam politikaları ile sağa sola savrulmuş impara- Durkheim’in pozitivist toplum modelinin analizinde torluğu sırtında taşıyıp beslemiş, buna rağmen ‘kaba’, kullandığı yöntemdir. Durkheim’a göre, her şeyden ‘cahil’, ‘kafasız’ olarak tanımlanıp aşağılanmış Anadolu önce toplumsal olgular birer inceleme nesnesi olarak Türkleri (veya Türkmenleri) yükselen yeni değer olarak ele alınmalıdır. “Hasta” Osmanlının tedavisi için dok- bu projenin unsurları olacaktır. Özellikle 1’inci dünya torluk rolünü üstlenen Gökalp (Ne ironiktir ki, kendisi savaşında amaçlanan, Asya Türklerini de kapsayan Bü- veterinerlik okumuştur), başta din olmak üzere kültür, yük Türk Yurdu ülküsünün gerçekleşmesi hayali yıkı- ahlak, ekonomi, medeniyet vb. Birçok toplumsal olgu- lınca, Anadolu tek ilgi odağı olmaya başlayacaktı. yu nesnelleştirerek analiz eder. Toplum hasta bir orga- nizmadır ve içinde ki hastalıklı, gereksiz ögeler neşterle Batı’da ulus devletlerin ortaya çıkışı ile beraber kendi kesilip atılmalıdır. Gökalp, ebeliğini yaptığı TC.’nin, ulusların tanımlayacak bir kimlik arayışı ile her ulus toplumu kanata kanata Türklük ideolojisinin dışında kendi ırkını, hayal ettiği üstün vasıflara sahip, yeryü- kalan tüm unsurları biçtiğini gördüğü zaman, ideo- zünde ki en yüce ırk olarak kurgulamanın peşindeydi. lojisinde eksik kalan yan tamamlanmış olacaktı. Bu Sosyoloji, bu konuda yardıma koşan bilim dalı oldu. eksiklik, toplumun tüm iplerini ele alacak ve projeyi Tarih, milliyetçi projelerin gözlükleriyle yeniden mer- birebir uygulayacak bir milli şef idi. M. Kemal’i kusur- cek altına alınarak seçmece, uydurma kurgularla her suz bir toplum ülküsünü gerçekleştirecek bir aksiyon ulus devlet kendi milli ülküsüne uygun bir tarih ya- adamı olacak gören Gökalp, hızla ve tepeden inmeci zımına gitti. Dörtnala ilerleyen batının dışında ve ge- yöntemle dayatılan kanunlarla yapılacak bir değişimin risinde kaldıklarına inandırılan Osmanlı aydınlarının toplumsal dirençle karşılaşabileceği konusunda kaygı- acele ile sosyolojik kuramları ülkelerine giydirirken lar taşısa da, bu direncin, bedeli ne olursa olsun, bastı- nasıl bir ucube yarattıkları sonradan ortaya çıkacaktı. rılacağına da inancı tamdı. Tanzimatla beraber Türk resmi ideolojisini şekillen- diren süreç boyunca batı sosyolojisi bir mühendislik Gökalp, ulus devleti en ileri ve çağdaş toplum modeli mantığı ile aydınların zihninde yer edinmiş ve toplum olarak gördüğünden dinin ayak bağı olmasını engel- 157 leyecek önerilerini sunarken Durkheim’ın dine ilişkin yönde adımlar atar. Gökalp ilk aşamada milliyetçilik görüşlerinden faydalanır. Durkheim’a göre din oldukça diniyle yeniden inşa edilecek politik toplumda gele- önemli işlevlere sahip toplumsal bir olgudur ve organik neksel dinin rolünü, milli kültürün bir yan ögesine dayanışmanın temel ayaklarından biridir. Din, her şe- indirger. Zamanla yeni dinin kültürel özellikleri otur- yin kaynağını oluşturan “kutsal”dır. Toplumsal vicda- dukça eski din bu vasfını da yitirerek sönüp gidecektir. nın tezahürü ve toplumun dayanışmasını sağlayan itici Böylece din, evrensel, kavim üstü özelliği göz ardı edi- güçtür. Toplumculuk anlayışının temeline bu şekilde lerek milliyetçiliğim yedeğine indirgenir. Daha açık bir oturtulan din, “biz” ruhunu beslediğinden Gökalp’in ifadeyle, milliyetçiliğin hizmetine koşulur. de literatüründe anlamını bu şekilde bulur. Durkhe- im, dini, gerçeküstü bir Tanrı’nın eseri olan bir sistem olarak tanımlamaz. Ona göre din, bütünlüklü bir feno- “Öteki”yi uygarlaştırma öyle menoloji yani toplumun açığa çıkan tikelliğidir, somut yüce bir ülküdür ki ötekinin pratikleridir. Son tahlilde din politik toplumun ta ken- iyiliği için gerekirse disidir. “Kutsal” dinin en ayırıcı özelliğidir ve bu ölçü katliamlar, sürgün ve üzerinden kutsal ile kutsal olmayan (maddi, cismani) asimilasyon politikaları ayrımları yapılarak din kendi tanımına kavuşturulur. uygulanabilir Carl Schmitt’in “dost-düşman” ayrımı üzerinden yap- tığı siyaset tanımı gibi, Durkheim de dinsel inançların meşru yöntemlerdir karşısında durdukları maddi (cismani) dünya ile ken- Ulus-devlet projesi doğrultusunda yeni bir ulus yara- di kutsalları üzerinden kapsama ve dışlama alanlarını tılırken milliyetçilik, ilk önce dini, başta ümmetçilik belirlediğini söyler. Durkheim, Rousseau’nun yaptığı olmak üzere eskiye dair tüm değerlerin taşıyıcısı olması gibi dinsel ilişkileri politik ilişkilerden ayırmaz, ilki vasfıyla reddederek öteler. Ama diğer yandan oluşacak gruplaşma biçimini iç içe değerlendirir. Yani üyelik öl- yeni ulus, geçmişe dair ortaklıklar üzerinden şekillene- çütü olarak kabağını kutsal sayan ve kapsama alanını ceği için geçmişe yönelirken; din, yararlanılması gere- bununla sınırlayan politik toplum ile dini aynı şey ola- ken bir faktör olarak görülür. Bu durumda milliyetçilik rak görür. Dinin bu şekilde “politik olan” ile “kutsal” dine olan mesafesini, dinin toplum üzerindeki etkisi ölçütü üzerinden özdeşleştirilmesi politik toplum yapı- oranında belirler. Türk milliyetçiliğinin fikri temelle- sına ilişkin değişim projelerinin yeni kutsallar üreterek rinin oluşmaya başladığı Tanzimat dönemi aydınlarına toplumun dokusunu değiştirmesini olanaklı kılan bir göre din, tüm yaşamı belirleyen toplumsal, siyasal ve anlayış oluşturur. Modern dünyanın politik toplumla- sosyal tek güç olduğu için milliyetçilik fikrinin sınırla- rı kutsallarını “vatan”, “bayrak”, “ulus” gibi terimlerle rını da belirliyordu. Ancak modernist paradigma, ha- tanımlayabildikleri gibi salt dünyevi olan ulus-devlet kimiyetini zamanla kurup dini geleneğe karşı savaşta dinine de olanak sunarlar. Totemik yani sosyolojideki mevziler kazandıkça Türk milliyetçiliği, nevi şahsına tanımıyla ilkel toplumlar kendi kutsallarını kan bağ- münhasır bir biçimde ümmetçilik anlayışına inat, İs- ları ilişkisi çerçevesinde belirleyip kendi topluluklarını lam’ı Türkçülükle bağdaştırma ve aynı zamanda İslam’ı simgeleyen totemlerine tapınarak politik toplum zemi- alabildiğine dışlayabilme esnekliğine bir milliyetçilik nini temellendirmişlerdi. Kabilesinin totemi veya putu türü olarak açığa çıkar. Siyasal amaç ve koşullar doğ- için ölümü göze alan kabile üyesinin tavrı, politik-dini rultusunda, ulusal benliğe katkısı oranında dinin dozu bir tavırdır ve modern dünyada bayrağı uğruna ölen arttırılır veya azaltılır. ulus-devlet askeriyle aynı kutsal motivasyona sahiptir. Gökalp, Durkheim’in totemik kabileleri analiz ederek Gökalp ve Türkçülük ideolojisine katkısı olan diğer yaptığı dinsel ile politik olanı iç içe ele alan din yoru- çağdaşlarının dini ele alış tarzları, pragmatistçe kullan- munu benimser, ama milliyetçilik denen dinin oturtu- ma amaçları açısından ortaktır. Din sorunu milliyetçi- labilmesi için önce mevcut dini sistemin bertaraf edi- lik içinde eritildikten sonra Türk aydınlarının önüne lerek “kutsallarının” hükümsüzleştirilmesi ve ulus-dev- bir başka sorun dikilmektedir. O da etnik kimliğin en let “kutsallarının” yerleştirilmesi gerektiğini görüp bu önemli ögesi olan “dil”dir. Ulus-devlet projesinin di- 158 ğer adımı dil politikasına ilişkindir. Yaratılacak yeni bir kalıntısı olarak gördüğü göçebeliği veya aşiretleri ulus-devlet homojendir, tek bir ırka, dolayısıyla tek bir otomatik biçimde Kürtlerle özdeşleştirilir. Göçebeliğin dile dayanır. Dil, aynı zamanda diğer etnik halkların ortadan kaldırılması ile Kürt sorunu diye bir şey kal- ötekileştirmesinde, yani “biz” veya “onlar” ayrımında mayacaktır. Gökalp feodal yapıyı modernite karşısın- kullanılan temel kriterdir. Tanzimat’la beraber başla- da ayak direyen, geçmişe ait bir kalıntı, toplumsal bir yan merkezileşme politikaları Türkçe’nin tüm kamu, hastalık olarak tespit eder. Bu öyle derine işlemiş bir kurum ve kuruluşlarında resmi dil olarak kullanılması- hastalıktır ki, yerleşik hayata geçildiğinde bile devam nı zorunlu kılmış ve Türkçe dışındaki dillerin kamusal eder ve aşiretsel değerler başat değerler olarak topluma alandan aforoz edilmesini sağlamıştı. Merkezden ata- yön vermeyi sürdürür. Kendini bu aşiret ağından, ru- nan bürokratlar Türkçe konuştuğundan muhatapları- hundan, değerlerinden arındırabilecek, tabi caizse boy- nın da Türkçe öğrenmesi gerekiyordu. Resmi dil gitgide nundaki ipi çıkaracak Kürt hemencecik Türkleşerek ekonomik ve kültürel sahalarda da imtiyazı ele geçirdi. medenileşecektir, yeni devletin gönüllü hizmetçiliğini Türkçe dilinin üstünlüğü Gökalp tarafından teorize yapabilecektir. Yeni insan modeli olarak eğitim yoluyla edilerek, herkesin öğrenmek zorunda olduğu kutsal istenilen şekilde yontulacak tüm geriliklerinden arındı- dil olarak dayatılmasına İttihat ve Terakki döneminde rılarak pırıl pırıl bir Türk’e dönüşecektir. Eğitim şart- hız verildi. Gökalp’e göre Türkçe medeniyetin diliydi, ları doğrultusunda ideolojik çerçeve ve normlar belir- öteki diller ise ilkel, yetersiz, basit bir yapı ve dar bir lenir. İnsan iradesi ve özgürlüğü biçimindeki hümanist kelime dağarcığına sahip, dahası dil bile sayılamayacak sloganlarla belirlenmiş ideolojinin fabrikasyon ürünleri ifade araçlarıydı. İbn-i Haldun’un göçebe-medeni ay- olarak “medeni insan” meydana çıkarılacaktır. Eğitim rımı üzerinden tanımladığı sosyal diyalektiği, Gökalp öyle bir sihirli değnektir ki, tanrının Kürt olarak ya- medeniyi yüceltip göçebeyi ise ötekileştirerek pozitivist rattığını bir çırpıda Türk’e çevirebilir. Devlet kendi sı- kesin bir ayrıma tabi tutar. Böylece “efendi” olanın dili nırları dahilindeki en ücra bölgelere demir pençelerini “öteki”yi uygarlaştırmanın aracı olarak bir kutsaliyete uzatarak tarihin gerisinde kalmış kırsalı eğitim yoluyla büründürülürken, asimilasyon bu yüce misyonun ça- kontrolü altına almayı en önemli vazife olarak görme- baları ve “öteki”ye gösterilen lütuftur. lidir. Gökalp’in fikirlerinin asıl pratikleşme olanağı bulduğu T.C döneminde eğitim politikası, okulların Türk milliyetçiliği ideolojisinin inşasında temel harç birer mabet gibi kutsallaştırıldığı ve bireye devlete kar- Batı taklitçiliği ve eklektizmdir. Türkçülük ülküsüne şı vazifelerini öğreten Türkçülüğün tam bir din olarak Batı’nın sözde sahip olduğu tüm değerler atfedilir. benimsetildiği kurumlar olarak rollerini oynayacaklar- Hatta Türklerin İslamiyet öncesi yaşamlarında bile dır. Ulus devlet doktrini çerçevesinde yetiştirilecek yeni uygarlığın şu an sahip olduğu değerlerin zaten mev- kullar için kuluçka vazifesi gören eğitim kurumların- cut olduğu, daha da ileri gidilerek tüm uygarlık de- da devlet fetişizmiyle beslenen, bürokratik despotizmi ğerlerini Türklerin yarattığı iddia edilir. Bu iddia bile doğal bir siyasi düzen olarak gören, her şeyi devletten Doğu şahsında ötekileştirilmiş olmanın kompleksi- bekleyen, kişiliksizleştirilmiş, köklerinden koparılarak ni aştırmakta yetersiz olduğu için yapılması gereken, bir özgürlük, eşitlik ve adalet yanılsaması içinde kör, tıpkı taklit ettikleri emperyalist efendiler gibi kendi sağır bir vatandaş tipi sürüme girecektir. Sosyal mü- “öteki”lerini oluşturmak ve onları uygarlaştırma mis- hendislik misyonuyla eline aldığı çekiçle toplumu şe- yonunu üstlenmektir. Denetleme, hükmetme ve de- killendirmeye çalışan Gökalp Türkçülük doktrinine ğiştirebilme kudreti Türk’e ihtiyaç duyduğu güveni ayak uydurmak için nesnelleştirdiği, tasnif ettiği toplu- sağlayacak, “öteki”sini terbiye edip ehlileştirerek Batılı mun üyelerine “sakın hakkım var deme, hak yok vazife emperyalist efendilerin tattığı asil modernist duyguları var” şiarıyla çarkın birer dişlisi olduklarını benimsetir. hissedebileceklerdir. “Öteki”yi uygarlaştırma öyle yüce bir ülküdür ki ötekinin iyiliği için gerekirse katliamlar, Gökalp’in asimilasyonu ve siyasi Türklüğe adaptasyonu sürgün ve asimilasyon politikaları uygulanabilir meş- hızlandırmak amacıyla öne sürdüğü sosyolojik safsata- ru yöntemlerdir. Gökalp’in Batı modeli sosyolojisinde lardan biri de göçebe aşiretlerinin çoğunun Kürtleşmiş modernleşmeyi Türkçülük ülküsü ekseninde hızlan- Türk aşiretleri olduğu şeklindeki iddiasıdır. Göçebe dırmak amacı temel hedef olduğundan, geçmişin ilkel Kürtler kendi ilkelliklerini aslında medeni şehir ya- 159 şamına meyilli Türk (Türkmen) aşiretlerini empoze leyen, insan yaşamını her anlamda yönlendiren ve git- ederek onları da ortak etmişlerdir. Gökalp çoğu Kürt gide devasa bir bürokratik teşkilat haline gelen devlet aşiretlerinin kökenini araştırdığında bunların Kürtleş- modelinin oturtulması İttihat ve Terakki’ye göre tüm miş Türk aşiretleri olduğunu görmüştür! Hatta kendi sorunların çözümü anlamına geliyordu. atalarının kökenine baktığında ne mutlu ki aynı so- Gökalp Durkheim’ın dayanışmacı toplum modelini nuçla karşılaşmıştır! O halde aslında ilkel bir kalıntı devletin ekonomiye hâkimiyetiyle sağlanabileceği şek- olan Kürtçe dili ortadan kaldırıldığında ve Kürtler şe- linde uyarlar ve milli bir burjuva yaratılması için ilk hirlerde medeniyle haşır neşir olup okullarda da gü- önce feodal sınıfın bir an önce ortadan kaldırılması zelce terbiye edildikten sonra aslen zaten Türk olup gerektiğini savunur. Devlete bağımlı milli burjuvazi- Kürtleşme bahtsızlığını yaşamış bu unsurlar özlerine nin ipleri devletin elinde olacağı için, sınıf çelişkileri- dönüp mutlu mesut yaşayacaklardır. Atalarının aslında ni fitilleyen aşırılıkların devletçe sınırlanabileceğini ve Kürtleşen Türkler olduğu iddiası inandırıcı olmadığın- böylece sınıf çelişkilerinin ortadan kaldırıldığı Türk dan etnik kökenine ilişkin kompleksini, önemli olanın yurdunda dayanışmanın hâkim olacağını; bu koşullar- etnik köken değil alınan terbiye ve içinde yetiştirilen da sosyalizmin asla boy veremeyeceğini ileri sürer. Sı- kültür olduğunu söyleyerek gidermeye çalışan Gökalp nıfların değil sadece mesleklerin mevcut olduğu Türk Kürt halkına yönelik, inkâr, imha ve asimilasyonu da yurdunda her yurttaş ülkesini kalkındırma ülküsüyle bu meşru ve bilimsel iddiaya dayandırarak vicdanını canla başla çalışan karıncalara dönüşecektir. Ulus-dev- rahatlatmaya çalışır. let üniformasıyla devletin birer kulu olarak tasarlanan yurttaş hak arayışından mahrum, itaatkâr devlet işçileri Ekonomik Model: Milli Dayanışmacılık olarak tanım ve misyona kavuşturulur. Gökalp’te di- ğer Jön Türkler gibi İslam’ın ekonomi anlayışını servet İttihat ve Terakki kapitalist sisteme uygun bir burjuva birikimine ve tekelleşmeye olanak tanımadığını söyle- sınıfı yaratmak hedefini gerçekleştirmek için ilk aşama- yerek bu ekonomi anlayışını oluşacak yeni burjuvazi da Yahudi sermayesinden medet umarken, ulus devlet konusunda engel olarak görür. Özellikle İslam tasavvu- ideali milliyetçilik anlayışıyla Türk burjuvazisini yarat- funun kanaatkârlık anlayışı kapitalist sistemle çelişti- ma projesini bir gereklilik olarak dayatmaktaydı. Bu ğinden mutlaka reddedilmelidir. İhtiyaçtan fazlası için amaç doğrultusunda bir süre sonra gayrimüslim öğele- çalışmayı ve biriktirmeyi engelleyen İslami iktisat anla- ri dışlanacak ve Türk olmayan unsurlar temizlenecek- yışı yerine dur durak bilmeksizin çalışmayı, kazanma- ti. Bu durumun nesnel koşullarının oluşması Balkan yı, servet edinmeyi toplumsal ve milli bir görev olarak savaşları ve 1. Dünya Savaşı sürecine tekabül edecek ve Türk’ün vazifeleri listesine ekler. başta Ermeniler, Rumlar olmak üzere gayrimüslimlerin sürgünle, mübadeleyle ülkeden sürülmesiyle yeni Türk Kapitalist gelişmenin ülke için elzem olduğunu savu- burjuvazisi boy verecekti. Bu yeni Türk burjuvazisi ta- nan Gökalp’in tersine toplumu değil bireyi esas alan mamen devlet güdümünde ve desteğiyle oluşacağından liberal bir anlayışla şahsi teşebbüsün önemini ön pla- sürekli bir devlet denetimi de söz konusudur. Tama- na çıkaran bazı aydınların görüşü de, II. Meşruiyet’le men milliyetçi bir devlet kapitalizmi hedeflenir. Devle- beraber gündem konuları haline gelmişti. Durkheimc’ı tin rehberliğinde sermaye ve emek kesimleri dayanışma sosyolojiyi benimseyerek bir toplum modeli inşa eden içinde milli devletin yükselmesini sağlayacaktır. Elbette ve siyaset seçiminde Almancılığı savunan Gökalp’ın yeni burjuvazi sahibinin devlet olduğunu unutmadan görüşlerine karşı çıkarak Le Play (Science Sociale) hizmet ederken devletin her türlü ayrıcalığından ya- ekolünü benimseyen Prens Sabahattin, İngiliz tipi bir rarlanacak, emek kesimini devletin gücüyle denetleyip toplum modeli öneriyordu. Prens Sabahattin II. Ab- gerektiğinde bastıracaktır. Ulus-devlet sosyal, siyasal ve dülhamit’in ve ardından İttihat ve Terakki’nin Alman ekonomik kontrolü elinde tutan bir devlet mekaniz- yanlısı dış siyasetini eleştirerek, bu siyaseti İngiliz yan- masıyla sınıflar arasında da bir denge sağlayacağından lısı eksene kaydırma çabası gösterdi. Resmi olarak için- sosyalizm tehlikesi de bertaraf edilmiş olacaktır. İçte de yer almasa da “Hürriyet ve İtilaf Fırkası” ile “Ahrar yaygınlaşan toplumu en küçük birimine kadar denet- Fırkası” Prens Sabahattin’in görüşleri ekseninde kuru- 160 lan partilerdi ve onun savunduğu iki ilkenin (serbest sonucuydu. Bismarck Hegel’yen felsefenin hakikati girişimcilik ve adem-i merkeziyetçiliğin) uygulanma- bütünde gören ve ancak hakikatin evrimini tamamla- sıyla ülkenin kalkınacağına inanıyorlardı. Devletin masıyla üstün ve güçlü olana ulaşabileceği şeklindeki gücünün azaltılması ve toplumun değişimine bireyden çıkarımlarından hareketle bir Alman birliği sağlama başlanılması gerektiğine inanan Prens Sabahattin, li- çabasına girdi. Faşizme kaynaklık edecek bu integral beralizmin özgürlük ve sosyal refahın şiarlarını tekrar- emperyalist milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde Al- layarak tabandan gelecek bir değişimi öngörüyordu. man merkezi birliğinin sağlanması amacıyla parçalılı- Osmanlı toplum tipi kamucu tipine evrilmesini sağla- ğın sebebi olarak görülen prensliklerin çoğuyla kanlı maktı. Le Play ekolü bu değişimi sağlamanın bilimsel mücadeleler yürüten Bismarck, tek uluslu bir Alman yöntemlerini sunmaktaydı. Yapılacak köklü bir eğitim devlet modeli gerçekleştirmeyi başardı. Kutsal Germen reformuyla kamucu anlayış aştırılacak, üreticiliği esas İmparatorluğu’nun bir sonraki amacı dünya hâkimi- alan şahsi teşebbüs yollarının açıldığı bir toplumsal ör- yetini ele geçirmekti. Bismarck güç hesapları ve ulusal gütlenme oluşturulacaktır. Yapılan reformların devleti çıkar üzerine dış politikaları anlayışıyla Almanya’yı bir- kurtarmak hedefiyle yapıldığını gören ve eleştiren Sa- leştirmişti. Sıra neo-merkantalizm biçiminde tanımla- bahattin, devletin bireysel özgürlükleri tanıması gere- nan, devletin ekonomiyle müdahale ederek ulusal bir ğine vurgu yaparak, zaten parçalanmanın eşiğinde olan ekonomi yaratma amacının gerçekleşmesiydi. Devlet ülkenin zorla yapıştırması biçimindeki tekçi formüller ülke içindeki tüm kaynaklara sahip olmalı, eğer yete- yerine etnik kesimlerin federasyona benzer bir birlik rince kaynak yoksa dışarıdan ve gerekirse zorla sağlan- içinde yaşamaları gerektiğini öne sürerek merkezileş- malıydı. Emperyal sömürgecilik, böylece ülküsel bir me politikalarına karşı çıkıyordu. İleri sürdüğü fikirler amaç olarak meşrulaştırıyordu. Bu anlayış kaba gücü tartışmalara yol açsa da ne taban ne de tavanda büyük her şeyin üzerinde tutuyor ve güçlünün haklı olduğu ilgi görmedi. Özellikle İttihat ve Terakki’nin tek par- bir politikayı gündemleştiriyordu. Kaba güç için askeri ti diktatörlüğü ve ülkenin maruz kaldığı dış tehditler kuvvetlerin eğitimi ve mekanizasyonu şarttı ve temel ve parçalanma korkusu adem-i merkeziyetçilik fikrine motivasyon kaynağı ise milliyetçilikti. tepki duyulmasına yol açıyordu. Ülke siyasetine hâkim olan Almancı çizgi bu tip fikirleri bastırıp tepeden in- meci burjuva devrimciliğini her sorunun çözümü ola- Ulus-devlet üniformasıyla rak sunmaktaydı. Askeri mantığın tek biçim, tek düzen devletin birer kulu olarak anlayışıyla militarist baskı, geleneğin etkisiyle uyuşmuş tasarlanan yurttaş hak pasif toplumu sertçe dürterek uyandıracak, özgürlük ise devlet eliyle bahşedilecekti. arayışından mahrum, itaatkâr devlet işçileri olarak tanım ve Sonraki yıllarda Hitler faşizminin ana kaynağını oluş- turacak olan Alman milliyetçiliğinin temelleri 1862’de misyona kavuşturulur Kral I. Wilhelm tarafından başbakan olarak atanan Otto Van Bismarck tarafından atılmıştı. Bismarck Al- Kutsal Germen İmparatorluğu’nun dünya hâkimiyeti manya’yı Germen İmparatorluğu ülküsü çerçevesinde hedefini gerçekleştirmesi için Arap petrolleri büyük yeniden biçimlendirirken Hegel’den ilham almıştı. Bis- önem arz ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu zayıfla- marck’ın Yeni Almanyası Hegelci idealizm ekseninde makta olsa da bir köprü vazifesi görerek Arap petrolüne Germen ırkının dünya ruhunun(Tin) son seçeneği ola- ulaşmakta kullanılabilirdi. Kral I. Wilhelm, II. Abdul- rak ilerlemesinin sembolü olarak konumlandırılıyordu. hamit’le ittifak girişimlerinde bulunarak İslam halifesi Hegel’in hakikati, evrimin en mükemmel aşamasına şahsında Müslümanlarla bağlaşıklık mesajı vermişti. gelen üstün ve güçlü olanı işaret ediyordu. Kendi fel- Osmanlı ordusunun yeniden düzenlenmesi konusun- sefesinde kullandığı diyalektiği tutarlı toplumsal so- da gerekenleri yaparak Alman modeline uygun bir nuçlanmalara vardıramadığından, diyalektiğe aykırı ordunun temelleri bu dönemde atıldı. Modern Türk düşen Hegel, mutlakiyetçi ve devletçiydi. Statükoyu ordusunun Alman subayları tarafından eğitilirken, Bis- haklı gösteren fikirleri, kendi burjuva idealizminin bir marck’ın ulus-devleti her şeyin üstünde tutan anlayı- 161 şı ve politikaları İttihatçılar tarafından olduğu gibi nu bağlamında uluslaşma sürecine dâhil olmasına izin benimsendi. Alman geleneğinde faşizme kaynaklık verilir. Tanzimat döneminde başlayan ve Cumhuriyet oluşturan, orduyu her şeyin üstünde tutma anlayışı, dönemiyle zirveye ulaşan modernleşme operasyonu- toplumu tek tip bir ordu olarak şekillendirmeye ça- nun hedeflerinden biri de kadının toplumdaki ko- lışan militarizm, Alman subaylarından İttihatçılara numunun değiştirilmesiydi. Bu konuda yürütülen sirayet etti. I. Dünya Savaşı’na Alman komutanların tartışmalar ilerici veya gerici olmanın ölçütü olarak komutasında girildi ve çoğu cephede onların emrin- sunuluyordu. İslami gelenekler medeniyet önünde de savaşıldı. engeldi ve kadının bir an önce geleneksel zincirlerin- den kurtularak Batı’daki hemcinslerine benzemesi Gökalp, I. Dünya Savaşı’nı Büyük Türk Yurdu’nun gerekiyordu. Batı modernitesinin kendisini merkeze kuruluşu için fırsat olarak görüyordu. Türkler, başta alarak tüm dünyayı kurtaran şövalye olma iddiası, Asya olmak üzere hakları olan tüm toprakları alarak öncelikle kadın-erkek ilişkilerini yeniden düzenle- yeniden doğacaklardı. Ancak bu dev boyutlardaki yerek kadını kurtarmayı (!) hedefliyordu. Cumhuri- ülke tasarısı ve dünya hâkimiyeti hayali gerçekleş- yet’le beraber Kemalist rejim Batılılaşma adımlarına meyecek, Misak-ı Milli sınırları içinde kalan Türk hız vererek Medeni Kanunu kabul etmiş, kadınlara yurduyla yetinmek zorunda kalınılacaktı. Savaşın oy hakkı ve kamusal alanda görülmelerini sağlaya- kargaşası ve her şeyin savaş esnasında meşru oldu- cak zeminler sağlamıştı. Görüntüyü kurtarma veya ğu biçimindeki insanlık dışı zihniyetin fırsatçılığıyla vitrine çıkarma diyebileceğimiz bu değişimler ciddi gayrimüslimlerden kurtulmak için sürgün ve katli- bir temele sahip değildi ve söylemsel düzeyde Batılı amlardan kaçınılmadı ve milli burjuvazinin yaratıl- kıyafetlere yönelik teşvik ve özendirme faaliyetleri ması için mallarına el konuldu. Yeni ülke küçüktü daha öncelikliydi. Gökalp’in fikirleri bu anlamda en ama olsun milli projenin devreye girmesi için yeter- fazla feyz alınan fikirlerdi. liydi. On yıllık İttihat ve Terakki iktidarı bitmişti ama olsun, yeni rejimde yerlerini gizli veya açık ola- rak alacaklardı. İttihat ve Terakki’nin zihniyeti ve Ulus-devletin kadına verdiği Türkçülük esaslı ulus-devlet projesi eski bir İttihat haklar, kadının önüne ve Terakki kadrosu olan M. Kemal tarafından Ziya sürülen milli görevleri Gökalp ve diğer İttihat ve Terakkicilerin hayal bile gerçekleştirmesi içindir edemeyecekleri bir hızda, jakobenlik yöntemlerle hayata geçirilecekti. M. Kemal, Gökalp’in fikirlerinden yola çıkarak hu- kukta kadın-erkek eşitliğinin Türk’ün özünde ve tari- Milliyetçi Perdede Kadının Konumu hinde zaten mevcut olduğunu dünya âleme göstermek isteğindeydi. Gökalp, eski Asya göçebelerinde kadın- Kapsamı oldukça geniş bir konu olan Gökalp sos- ların ekonomik, sosyal ve siyasal yaşama katılımlarını yolojisini birkaç sayfaya sığdırmak zor bir iş olsa da, yeniden gündemleştirerek Türklerin özündeki eşitlik Gökalp’ın sosyolojisinde kadına biçtiği role değin- ve özgürlük anlayışının cins eşitliğini de kapsadığını meden geçmek eksiklik olacağından birkaç cüm- ispatlamaya çalışıyordu. Tesettürün ilkel arzulara ve leyle de olsa ifade etmek gerekmektedir. Gökalp, çok eski sosyal müesseselere kadar uzanan bir adet ol- geleneksel kadın modelini moderniteye uyarlarken duğunu söyleyerek eleştiriyordu. Tesettür, harem vb. ona biçtiği rol; kültür taşıyıcılığıdır. Aydınlanma adetler Arap kültürüne aitti ve oldum olası medeni paradigması fethedici, ilerleyen dinamik eril Akıl’ı olan Türk doğal bir feminist anlayışa sahipti. Hemen merkezine aldığı için, kadına entelektüel bir rol ve- hemen tüm doğal ve göçebe topluluklara ait bu cins rilmesinin imkânı yoktur. Fakat ulus-devlet projeleri eşitlikçi ögeler Gökalp tarafından sadece Türk’e ait kı- söz konusu olduğunda, milliyetçi amaçlara hizmet lınmakla kalmıyor, bu olumlu değerleri dünyaya ya- etme konusunda özellikle yeni nesli doğurmada ve yan tek ırk olarak da Türk gösteriliyordu. Yeni rejim eğitmede üstleneceği dil ve kültür taşıyıcılığı misyo- bu coşkuyla harekete geçip kapitalist modernitenin 162 ölçüt ve kategorilerine uygun şekilde kadını yeniden dizayn ediyordu. Türk kadını denenen bu yapay kim- liğin üretimi için Kemalist aydınlar harekete geçmişti. Gazetelerde, dergi ve kitaplarda yeni hayatın temsil- cisi olan bu milli kadın tipinin resmi çizilmekteydi. Kısacası paradigma değişikliği cinsel paradigmada bir farklılığa yol açmamıştır. Yeni milliyetçi paradigmada kadının kamusal alanda önü açılarak siyasal ve sos- yal haklara kavuşturulduğu ileri sürülse de cins poli- tikası kartezyen düalizmin yansıması olarak kadının geleneksel paradigmada dahil olduğu nesne (beden, madde, edilgen, yönetilmesi gereken) kategorisinde tanımlanmaya devam edilir. Kadın siyasal-ekonomik alanda varlık gösteren gerçek bir özne değil, moder- nliğin vitrininde sergilenen ve soyut bir eşitlik söyle- mi ile tüm eşitsizliklerin kamuflajında kullanılan bir nesnedir. Ulus-devletin kadına verdiği haklar, kadının önüne sürülen milli görevleri gerçekleştirmesi içindir. Devletin feminizmi ataerkil bir feminizmdir. Milli kadın Zeus’un kafasından doğan Athena gibi devletin kafasından doğar. Tüm kadın duyularından arındı- rılmış, hemcinsine ve kökenine yabancılaştırılmış bir “vazife” kadınıdır. Ulus-devlet milliyetçiliğinin ataer- kil doğasının alabildiğine yansımasını bulduğu mo- dern Türk kadını ve devlet güdümlü feminizm garip bir paradoksu da içerir; kendi “öteki”sine de sahiptir! Vahşi, ilkel Kürtlerin cahil ve geri kalmış kadınlarını Türkleştirmek (medenileştirmek) misyonunu kutsal bir vazife olarak üstlenmekle beraber, kendi medeni dünyalarında Kürt kadınlarına biçtikleri rol, hizmet- çiliktir. Böylesi garip bir feminizm ancak Türk milli- yetçiliğinin icadı olabilirdi! Halk olarak, kadın olarak Gökalp’e ve dönemin milliyetçi toplum mühendisle- rine bizleri medenileştirdikleri için ne kadar teşekkür etsek azdır!

Kaynakça

Yazıcı, Nevin. (2002) Osmanlılık Fikri ve Genç Osmanlılar Ce- miyeti, TC Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri.

Gökalp, Ziya. (1976) Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Kültür Bakanlığı Yayınları.

Gökalp, Ziya. (1992) Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkik- ler, Sosyal Yayınları.

163 Faşizm ve Ekoloji

Yusuf Gürsucu Kapitalizmin kendini var etmek adına insan yaşamını ortaya çıkan ekolojik sorunların kapitalizmle olan doğ- yok edecek olan bir çizgide zorunlu ısrarı karşısında, rudan ilişkisinin ötesine geçerek; ekolojik, politik, de- o’nu tarihin çöplüğüne yollamanın yaşamın sürmesi mokratik, ekonomik, adalet yoksunluğu ve diğer top- adına biricik yol olduğu çok net görülmektedir. Kapi- lumsal sorunların esas olarak sermaye tahakkümünden talizm eskisi gibi doğayı sömürmesi mümkün değilken kaynaklandığı ve bunların birbirinden bağımsız şeyler bunda ısrardan başka bir yolu da yoktur. Bu nedenle olmadığını net biçimde kavramaları gerekmektedir. sömürüyü sürdürmek adına tüm dünyada faşizm uy- 21.yüzyılın başında sürekli dönüşüme uğrayan kapita- gulamaları ile halklar baskı altına alınarak süreci iler- lizme karşı nasıl bir mücadele geliştirmesi ve nihayetin- letme niyetleri açıkça okunmaktadır. Sermaye biriki- de bundan kökten nasıl kurtulacağımız sorusuna yanıt minin en önemli girdisi emek sömürüsü üzerinden el verilmesi gerekmektedir. Bu süreçte ekolojik yıkımı koyduğu değerler iken, beraberinde atbaşı sömürüye yaratanlar farklı maske ve yüzlerle karşımıza çıkarken, tabi tuttuğu doğal yaşam artık bunu kaldıramaz nok- faşizmde bu bağlamda en etkin sermaye aracı olarak taya gelmiştir. kullanıma sokulmaktadır. Dünyanın diğer bölgelerinden farklı olmayan benzer süreçler Türkiye’de daha ileriden uygulamaya sokul- Faşizm muştur. Türkiye’de ekoloji meselesini ele alan siyasal Faşizmi ilk ortaya koyan kişi Bulgar Komünisti Georgi partilerin ve hareketlerin ekolojik yıkım üzerinden Dimitrov’dur. Dimitrov, faşizmi en kısa anlatımla ‘fi- bir sonuç ortaya çıkarmadan, sırf halkın gündemin- nans kapitalin en gerici diktatörlüğü’ olarak nitelerken; de olması nedeniyle soruna yaklaştıkları ve ekolojik düşünce, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel sorunların tam bir yağmaya dönüştüğünü gördükleri hakları, siyasal özgürlükleri yadsıyan gerici, baskıcı bir oranda meseleye ilgi duydukları gözlemlenmektedir. devlet biçimi olarak yorumlar. Tekelci burjuvazinin ha- Kalkınmacı anlayışa sahip bazı sol-sosyalist kesimler- kimiyeti altında uygulanan ‘burjuva demokrasisi’de bir de de benzer yaklaşımlar izlenmektedir. Kimi kesimler diktatörlük iken Faşizm, tekelci burjuva egemenliğinin ‘ulusal’ kaynakların (kömür vb) kullanımı üzerinden en kanlı yüzüdür. Faşizm, emperyalizm çağının bir anti-emperyalist bir düzlemde soruna yaklaşırken ki- ürünü olarak ortaya çıkan ve tekelci burjuva sömürü- mileri ise ‘bilimsel’ ilerlemeci (Nükleer enerji ve GDO sünün zorla sürdürülme aracı olarak kriz ortamlarında gibi) anlayışla ekolojik yıkıma yol açan girişimleri izle- başvurduğu önemli bir silahtır. Bugün Türkiye’de orta- mektedir. ya konan politikaların tam da bu düzlemde ilerlediği Kapitalist yağmanın ekolojik krizle bağının kurulama- görülmektedir. Özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı, ması halinde sol-sosyalist kesimler, kapitalizme ‘çevre hakların ortadan kaldırıldığı ve iktidarını sağlamlaştır- mühendisliği’ boyutunda destek olmak dışında bir işle- mak amacıyla ihtiyaç duyduğu düşmanı yaratarak tam ve sahip olamayacaklardır. Kapitalist yağma üzerinden bir sermaye; diktatörlüğü inşa edilirken, uygulanan 164 biçim faşizmin ta kendisidir. Uzun yıllardır dünyada sa bağlar. Derin ekoloji, ekolojik bunalımın ‘aşırı nü- ve Türkiye’de yaşanan kapitalist krizlerden daha güçlü fustan’ kaynaklandığı iddiasındadır. Derin ekolojinin çıkmak adına emekçi halklar ve doğa üzerinde inanıl- bazı destekçileri AIDS ve açlıktan ölümlerin doğanın maz baskılar kurulmuştur. insanlardan intikamı olduğunu ve buna karışmamamız gerektiğini söyler. Faşizmin Yeni Biçimlerinden Biri; Ekoloji hareketlerinin içinden bazıları mistizme ve dine yönelirken, diğer yandan statükonun eleştirisiz Eko-Faşizm! kabulüne soyunmaktalar. Mistizmin, dinin ve biline- ABD ve Avrupa merkezli birçok ekoloji örgütü propa- mezciliğin Avrupa ve Kuzey Amerika’da devam eden ganda argümanlarında ekolojik yıkımın insan etkinlik- yükselişi faşizmin kendi mesajlarını yaymasının bir leri ile gerçekleştiğine dikkat çeker. Bu yaklaşım masu- olanağı olarak görülmektedir. Neo-nazi Michael Wal- mane bir şey değildir. İki işleve hizmet etmektedir. Bi- ker’ın derin ekolojinin kapitalizm karşıtı özüne ilişkin rincisi ‘insan etkinlikleri’ vurgusu ile kapitalist yağma saptamalarına karşın ‘kapitalizmin mistik ekolojiden maskelenirken, çokta farkında olunmayan diğer işlevi korkacak bir şeyi olmadığına’ dikkat çeker. Ekolojik ise eko-faşist düşünceye zemin hazırlamaktır. Küresel yıkımın kapitalizmin bir sonucu olduğu gerçeği derin ısınmanın sonuçları açıkça ortaya çıktığı günümüzde ekoloji, biyo-bölgecilik vb. akımlarca ‘derin’ biçimde buna neden olan şeyin kapitalizmin aşırı üretim ve tü- görünmez hale getirilmektedir. ketim zorunluluğu olduğu gerçeği artık gizlenememek- tedir. Bu bağlamda halkların ekolojik sorunlara karşı Ekoloji hareketlerinin içinden artan tepkisel duyarlılığını saptırmak ve ekoloji sorun- larının toplumsallaşmasının önüne geçmek amacıyla, bazıları mistizme ve “eko-faşist” ideoloji yaratılmaya ve sermaye hizmetine dine yönelirken, sunulmaya çalışılmaktadır. diğer yandan statükonun eleş- Toplumsal ekolojist Murray Bookchin; derin ekolo- tirisiz kabulüne ji, biyo-merkezcilik, Gaiacı bilinç ve eko-teoloji gibi soyunmaktalar birçok anlayışı eko-faşizme bağlamaktadır. Bookchin, “Ekolojik bozulmanın arttığı bir dönemde insanlığın Toplumsal ekolojist Janet Biehl bu tür düşüncelerin geleceğine ilişkin zor seçimler yapmak zorunda olan pan zehiri olarak, “Ekolojik politikanın gericiliğe ve fa- yalnız geniş insan kitleleri değildir. Mistikleştirmenin şizme sapmasını önleyecek olan şey, ekolojik bunalımı arttığı bir zamanda kendi yönünü bulmak için zor toplumsal bir bağlama yerleştiren açık bir toplumsal seçimler yapmak zorunda kalan aynı zamanda eko- vurguya sürekli sahip çıkan bir ekoloji hareketi.” oldu- loji akımlarının ta kendisidir.” der. Bookchin’e göre ğuna vurgu yapmaktadır. Ekoloji mücadelesi; ırk, et- 1991’den bu yana insancıllık karşıtı eğilimler daha da nisite, biyo-bölge, mistizm, ve benzerleri bağlamından belirginleşmiştir. Amerikalı ‘derin ekolojist’ Bill Devall, ayrışarak ekolojik sorunların temel toplumsal nedenle- 2 Ağustos 1998 tarihindeki Gold and Green (Altın ri olan kapitalist tahakküme ve sömürüye karşı müca- ve Yeşil) adlı konferansta Meksikalı göçmenlere karşı dele olarak algılanmalıdır. ırkçılık içeren yorumlarda bulunarak, Kaliforniya kı- Murray Bookchin, “Ekolojik olarak düşünmek doğa- zıl çam ormanına tehdit oluşturan Maxxam şirketinin nın alanına girmektir. Bu çok tehlikeli bir adım olabi- sahibinin ‘bir Yahudi kapitalist’ olduğunu belirterek lir. Ciddi politik belirsizlikler doğa felsefesinin kendi kapitalizmin kötülüğünü ırkçılığa indirgemektedir. içinde devam eder ve devrimi olduğu kadar gericiliği Devall aynı zamanda ekoloji hareketi içerisindeki bir- de besleme potansiyeline sahiptir. Çağdaş toplum çok çok kişinin sol görüşlere sahip olmasından yakınır ve gerici görüşleri besleyen doğa imgeleriyle hala zedelen- toplumsal adalet konularının, yalnızca dikkatleri eko- meye devam etmektedir. ‘Topluluk’ ve ‘insanlığın doğa lojik bunalımın gerçek nedeninden uzaklaştırdığını ile birliği’ hakkındaki buğulu söylemler, Faşizmin ırk, ileri sürer ve bunalımın en önemli nedenini aşırı nüfu- ‘kan ve toprak’ mitleri ile soykırım doruğuna ulaşan 165 ‘doğalcı’ milliyetçilik mirası ile kolayca kaynaşırlar.” politikaların ve kamulaştırma hamlelerinin, bölgesel sözleriyle eko-faşizm tehlikesine dikkat çekmektedir. ekonomik entegrasyon ve Asya, Afrika ile Amerika’da çok taraflı ekonomik işbirliğinin zedelenmesini engel- lemek ve kritik önemdeki doğal kaynak arzına istikrarlı Neo-Faşizm! ve makul bir maliyetle erişebilmek” olan amaçlarını Alman yazar Jutta Ditfurth, Faşizmin Modernizasyonu gerçekleştirmenin yolu olarak ‘dayanıklılığı’ temel al- adlı kitabında, faşizmin; milliyetçi, mistik ve insan sev- mışlar ve buna uygun politikalar üretme çabasındalar. meyen yüzünü yeniden modernize etmeye çalıştıkla- Aslında en önemli riskleri ya da korkuları ‘Doğal kay- rına ve örgütlenmek için ideolojik bir ‘dayanak’ olarak nak arzına ısrarlı ve makul maliyetle’ erişememek. Bu ‘ekolojinin sağcı yorumunu’ kullandıklarına dikkat korku onları daha ‘korumacı’ yaparken korudukları tek çekmektedir. Türkiye’nin bazı bölgelerinde MHP gibi şey ise kapitalist üretim süreçlerinde sınırsızca ihtiyaç faşist partiler ve yine bazı ‘sol’ faşist yapıların gazete duydukları doğal kaynaklar olmaktadır. Havza yönetim ve TV’lerinde ekoloji meselesine ilgi göstermektedir- planları vb. kavramlarla halkın katılımını hedefledikle- ler. Bu ilgi faşizmin modernizasyonuna dönük adımlar ri söylenen aslında bir avuç bürokrat ve projeci dernek olarak değerlendirilmelidir. Faşist partilerin parti ikti- veya şirketin bir araya gelerek koruma söylemleri ile darı savaşlarında ‘entelektüel’ bir dil tutturma çabası ile kapitalist yağmanın ihtiyacı olan kaynaklardan halkı ekoloji sorunları dillendirilmeye başlamışlardır. uzaklaştırmaktan gayrı hedefi olmayan bu yöntemler, Yukarıda yapılan ‘mistisizm’ vurgularına uzak olmayan ekolojik yıkıma çare olarak sunulmaya çalışılmaktadır. birçok örnek Türkiye coğrafyasında da ortaya çıkmak- Kapitalizmin neo- liberal uygulamaları sermaye için tadır. ‘Doğaya dönelim’, ‘organik beslenelim’, ‘ekolojik artık sürdürülebilir görülmemektedir. Dünya üzerinde çiftlik veya köy’ gibi vurgularla ortaya çıkan yapıların birçok ülkede ortaya çıkan ‘faşizm’ eğilimleri tesadüf tamamı mistisizmi büyütmektedir. Diğer yandan yeşil değildir. En son ABD’de Trump’ın ortaya koyacağı düşünce vb. söylemler üzerinden sorunların toplumsal- politikalar şimdiden bellidir. Faşizmin yeni biçimini laşması önünde barikat oluşturulurken toplumun diğer yani neo-faşizmi hakim kılarak kapitalizmi zora dayalı sorunları ekolojik yıkımlardan bağımsız yaşananlarmış biçimde sermaye birikimini sürdürmesini hedeflemek- gibi bir algı yaratılıp, kapitalizmin çok yönlü saldırıla- teler. Davos zirvelerinde yıllardır bunu nasıl gerçekleş- rının maskelenmesine hizmet edilmektedir. tireceklerinin tartışmaları yapılırken örnek gösterilen,- Türkiye’de özellikle 2013 yılından bu yana inşa edilen tek şey faşizmin kurumsallaşmasıydı. Dayanıklı dina- Sermaye Faşizmi Dayatıyor! mizm vurgusu ‘hem sınırsızca kapitalist yağma sürecek 2013 Ocak ayında Davos’ta toplanan küresel serma- hem de bunun karşısında hiçbir güç kafasını kaldıra- yenin ana teması ‘dayanıklı dinamizm’di. Buna örnek mayacak’ üzerine kurulu bir yaklaşımdır. olarak da Türkiye’den Erdoğan hükumeti gösterilmişti. Kapitalizmin bugün dünya üzerinde ki hakimiyetinde Dayanıklı dinamizmi şöyle açıklıyorlardı; Gelecekte halkların mücadeleyle kazandığı ve günümüzde güdük bazı sarsıntıların olacağını beklemek ya da tahmin et- hale gelmiş bazı demokratik haklar dahi sürdürülemez mek yerine daha iyi bir gelecek için bazı risklerin alın- hale gelen kapitalizme artık fazla gelmektedir. Tüm hak- masının gerektiği ve bu risklere rağmen cesur adımlar ları kısıtlamak veya yok etmenin kapitalizmin sürdürüle- atılmasının zorunluluğu vurgulanırken, Avrupa’da ya- bilmesi için önemli bir eşik olarak görülmeye başlandı- şanan ekonomi politikaları ve uygulamalarıyla ortaya ğını izliyoruz. Kapitalizmin en önemli riskinin yukarıda konan kemer sıkma tedbirlerine karşı halkın öfke duy- aktardığımız gibi, Avrupa’da yaşanan ekonomi politikaları masını risk olarak değerlendiriyorlardı. ve uygulamalarıyla ortaya konan kemer sıkma tedbirleri- Büyük sistemik ve kaotik risklere karşı küresel ve ulusal ne karşı halkın öfke duyması karşısında hükümetlerin bu direnç nasıl artırılabilir başlığı üzerinden birçok karar- öfkeye yenik düşmelerinin gösterilmesi, hedeflerinin ne lar aldılar. “Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da siyasi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tek korkuları halk- ve ekonomik dönüşümü doğru idare etmek, korumacı ların bu sömürüye karşı baş kaldırmasıdır. 166 Avrupa’da son dönem büyüyen şey, esnek çalışma, sen- sonrası 70’li yıllara kadar büyüme sürecinden mem- dikasızlaştırma gibi emek düşmanı politikalardır. Do- nun olan sermaye o tarihten itibaren büyüme eğrisi- ğanın amansız sömürüsü ile sermaye birikim sürecinin nin düşüşe geçmesi karşısında neo-liberal politikalarla büyütülmesi en önemli hedefleri içindedir. Düne kadar bu sorunu aşmak için üretimleri ucuz iş gücüne sahip halkların doğanın talan edilmesine karşı ortaya koydu- bölgelere taşımaya başlamıştı. Bu da onlara yetmedi ve ğu tepkileri kapitalist yeşil yaklaşımlar ile geçiştiriyor- küreselleşme politikalarıyla yep yeni neo-liberal po- lardı. Yeşil hareketlerin en önemli özelliği kapitalizmin litikalar uygulamaya konuldu. Bu süreç sermaye için sömürgen yüzünü görünmez kılmadaki başarılarıydı. sınırların tamamen ortadan kalktığı ve sınırsızca bir Fakat artık ne emek üzerinde ne de doğa üzerinde ki sömürü üzerinden bir büyüme eğrisi yakaladı, ta ki bu- sömürü saklanamaz hale gelmiştir. Hiçbir maskeleme günlere kadar! çabası saldırıların görünmez kılınmasına yardımcı ola- Bugün kapitalist büyüme oranı 30’lu yıllarla aynı se- mamaktadır. viyelerde. Yani dünya kapitalist büyüme oranı ortala- ma %2,5 civarında. Kapitalizmin bu kadar sömürü ve saldırı politikalarına rağmen büyümeyi sağlayamamış İnsanlık Gözaltında! olmasının en büyük nedeni, doğal kaynakların hızla Michel Foucault’un “Modern iktidar büyük gözaltı- tükeniyor olmasıdır. Birikimlerini yeniden değerlen- dır.” sözü kapitalist moderniteye köklü bir eleştiri içe- direcekleri yeni alanlar yaratamamanın sıkıntısı için- rir. Kapitalizm, tüm insanlığı çeşitli biçimlerde kayıt de yol alırlarken, doğal yaşamın sömürüsü karşısında altına (gözaltına) alarak onun tüketimden-üretime, ciddi bir uyanışın olması da bu bağlamda adımlarını eğitiminden-öğretime, fabrikasından-tarlasına, köyün- kısıtlamaktadır. Doğal yaşamın sermaye birikim süre- den-kasabasına kadar tüm yaşam biçimine yön verip cine bağlanması hem ham madde hem de direkt ola- aynı zamanda örgütsüz ve boyun eğen haline getirmeye rak birikime sokulmasıyla ilerlemektedir. Bu süreçlerde çabalar. önlerinde ki en büyük engel yerli halklar olmaktadır. Foucault, “Mutlak iktidarlar, bireyin oluşmasını en- gellemiştir; oysa karanlıklara çekilen modern iktidar Asıl Olan Şey Savunmak Değil herkesi bireyselleştirmek istemektedir; çünkü bireysel- Yeni Bir Yaşam Kurmaktır! leştirmek, gözetim altında tutmak ve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir. Böylece modern iktidar, Brezilya yağmur ormanlarını GDO’lu üretimler için çocuğu okulla, hastayı hastaneyle, deliyi tımarhaneyle, yok etmeye soyunan sermaye, bu ve benzer alanla- askeri orduyla, suçluyu hapishaneyle kuşatarak birey- rı büyütme çabasında ise yerli halklarla karşı karşıya selleştirmiş, kayıt altına almış, sayısal hale getirmiş, kalmaktadır. Birçok yerde mücadelenin önderliğini böylece egemen olmuştur. Her kişi bir yerde kayıtlı yapan yerli halk önderleri ise sermayenin paramiliter hale gelince, herkes denetim altında olacak, gözetim çetelerince katledilmektedirler. Brezilya’da olup biten- altında tutulacaktır. Modern iktidar büyük gözaltıdır.” ler aynı zamanda tüm dünyada da yaşanmaktadır. Bir Foucault bu sözleriyle Kapitalist Modernitenin gerçek örneği Mayıs ayında Türkiye’de yaşanmış ve bir mer- gizli yüzünü gösterirken neo faşizmin günlük yaşamı- mer şirketi doğa dostu bir aileyi kiralık katile öldürt- mızda ki noktalarına işaret etmektedir. türmüştür. Bu koruma çabaları sermayenin saldırıları ile geri püskürtülmeye çalışılırken mücadelelerin artık savunan değil, yaşamı yeniden ören bir çizgiye gelme Doğa Tükeniyor! ihtiyacı açıkça kendini dayatmaktadır. 2. Dünya (Paylaşım) Savaşı'nın temel nedeni serma- Yazımızla kapitalizmin önümüzde ki süreçte faşist yenin %2,5’uk büyümeye saplanmış olmasıydı. Ka- diktatörlükleri halklara dayatacağını göstermeye çaba- pitalist dünya Sermaye birikimini yeniden büyütmek ladık. Eko-faşizm vurgusunu yapmamızın nedeni ise, ve belli başlı tekellerin hakimiyetini tesis etmek üze- eko-sistemi yok eden sermaye saldırıları karşısında mis- re dünyayı kana bulamaktan geri durmamıştı. Savaş tik hareketlerin dışında kalan halk güçlerini önlemek 167 amacıyla, kapitalist uygulamalara kafa tutacak emperyalist kapitalizmin bölgedeki ‘muradıyla’ örgütlülüklerin oluşmasının önünü, eko-faşizme bölge halklarının ‘muradı’ arasında ortaya çıka- evrilme potansiyeline sahip yapılarla kesmek is- cak büyük çelişki yeni bir direniş savaşını ortaya tediklerini gösterebilmek içindi. Bugün eko-faşiz- çıkaracaktır. Bu süreçte Kürt, Arap, Türk, Sürya- min bir aracı haline gelebilecek birçok yapılanma ni vd. tüm halklarla kardeşliği sağlamak ve Kürt hem dünyada hemde Türkiye’de mevcuttur. Bu halk önderi Öcalan’ın dikkat çektiği gibi suyun yapılar fonlar, karşılıksız krediler vb. yollarla bes- etrafında halkların birliğine ulaşmak kavranması lenerek, halk adına hareket ettikleri savıyla halkın gereken en acil halkadır. yaşam alanlarını savunabilmesinin önünde engel- Türkiye’de tüm ezilenler bugün haklarını koru- dirler. mak adına zayıfta olsa bir mücadele yürütmek- teler. Bu zayıflığın en temel nedeni ise savunma Başarı, yeni hedefler ve noktasından öteye gidememe halidir. Kürt ille- haklar doğrultusunda rinde ilan edilen özyönetimler bu anlayışı kıra- cak olan şeydi. Şuan kesintiye uğramış olsa da bu mücadeleye atılmakla noktada bir mücadelenin yeniden alevleneceği olabilmektedir ise muhakkaktır. Saldırılarla baş etmenin başka- ca bir yolu görülmemektedir. Bugün işçi sınıfı- Önümüzdeki 10-20 yıl gibi kısa zaman içinde nın durumuna baktığımızda siyasal hedeflerden Türkiye’de pratiğini izlediğimiz suların kontrol yoksun olduğu, hatta ekonomik hedeflerden de altına alınarak doğadan yani insanlar, hayvanlar uzaklaştığı görülmektedir. Sendikaların kırmızı ve bitkilerden çalınmasının, boruya hapsedip pet- çizgimiz diye diye işçilerin elinde kalan son kı- rol gibi taşınır kılınmasının örneklerini çok fazla dem tazminatı haklarına da sermaye el koymaya yaşayacağız. Bu yolla kapitalizm su üzerinde haki- hazırlanmaktadır. Oysa başarı, yeni hedefler ve miyet kurarken sözde koruma masallarıyla bunu haklar doğrultusunda mücadeleye atılmakla ola- gerçekleştirecek. Bu süreçte en fazla ihtiyaç du- bilmektedir. yacakları şey ‘potansiyel’ eko-faşist örgütlenmeler Sürekli gerileyen, sürekli kaybeden ezilenler, olacak. Kapitalist üretim süreçlerini sürdürmek ve özyönetim ilanlarında olduğu gibi bir mücade- büyüyebilmek için en büyük ihtiyaçları doğal ya- le azmi ile yeni bir yaşam hedefine kilitlenmek pılardır. Emek sömürüsünü çok aşan seviyelerde zorundalar. Bu yönlü ve ileriye bakan bir prog- doğa sömürüsünün yaşanacağı bir geleceğe doğru ram etrafında toplanmak elzemdir. Kapitalizmin evriliyoruz. yaşamı sonlandıracak adımları hızla yayılıp bü- Küresel ısınmaya yönelik yıllardır oynadıkları yürken geniş örgütlenmeler yaratarak yeni yaşam oyunun sahnesini Trump bildiğiniz gibi yıktı. biçimlerinin örnekleyecek girişimlere ihtiyaç Kapitalizmin küresel ısınma ve buna bağlı eko- vardır. Urfa ve Diyarbakır’da ortaya çıkan Körfez lojik yıkımları ne önleme niyeti var ne de ön- sermayesi tarım arazilerini ele geçmeye çabalar- leyebilme kabiliyeti. Yakın gelecekte dünyayı ken, yine Diyarbakır ve Trakya’da enerji şirketleri gettolara bölüp milyarlarca insanı açlığa ve su- bölgeyi tarumar etmektedir. Karadeniz bölgesin- suzluğa mahkum edecek politikaları son dönem de ‘organik çay’ ve benzeri yöntemler ile ÇAY- ilerleyen savaşlarla sağlamaya çalıştığını görmek KUR’un ipotek verilmesi arasında bir bağ vardır. zorundayız. Özellikle Ortadoğu’yu cehenneme Bölgede çay tarımı küçük bir havzaya hapsedilip çevirme adımları hızla atılırken tek muradımız yok edilmeye çalışılırken çay tüketimi büyük te- Kürt siyasal hareketinin bölgede ki güçlü varlı- kellerin ithalatına dayandırılacaktır. Benzer so- ğıdır. Yeni bir yaşamı var etme çabasının geniş- runlar tüm Türkiye coğrafyasında yaşanırken bu leyerek büyümesi gerekmektedir. Buna dair ça- saldırılara karşı sadece savunmaya geçmek asla baların olduğu bir gerçek iken, yakın gelecekte çözüm getirmeyecek. 168 Sonuç Ekoloji hareketlerini dizayn etmeye çabalayan bir el ortalıkta dolaşmakta. Bu el ekoloji mücadeleleri- ni faşist ideolojinin içine hapsetmeyi ve dolayısıyla sermayenin hizmetine koşmayı hayal ediyor. Buna karşı sisteme muhalif olan kesimlerin gözleri kör, sorunların peşine takılmış ve destek olmak adına kendini görünür kılmanın dışında hiçbir şey üre- tememekteler. Bu bağlamda ekoloji mücadelesinin kapitalizmin hegomonyasına girmesine izin verme- mek ve ciddi bir merkezi örgütlenme ile gidişata dur demenin yolu mutlaka bulunmak zorunda. Apolitik bir ekoloji mücadelesi asla yürütülemez. Bazı ekoloji mücadeleleri politikanın dışında kal- mayı bir marifet gibi dayatma peşindeler. Bu dayat- maları yapanların eko-faşist bir çizgiye savrulmaları ve sermaye hizmetine girmeleri her an mümkün. Oysa ekoloji mücadelesi politik olduğu kadar aynı zamanda politik mücadelenin en önemli öznesidir. Mevcut kapitalist sistemin bir alternatifi ortaya konmadan yürütülecek çalışmalar başarısızlığa uğ- ramaya mahkumdur. Yakın gelecekte büyük bir cephe oluşturulması kaçınılmaz olarak gündemi- mize gelecektir. Bugünden kapitalizmin yıkıcı, yok edici yüzü kitlelere her türlü araçla anlatılmak zo- rundadır. Bu da yetmez ekoloji mücadele odakları- nı tehlikelerden haberdar etmek ve doğru bir pers- pektifle hareket etmeleri sağlanmalıdır. Mücadele- nin Türkiye ile sınırlı tutulmaması gerekmektedir. Bu bağlamda tüm Ortadoğu’yu ve oradan tüm Avrupa’yı saracak bir mücadele çizgisi ortaya çıka- rılmalıdır. Bu mücadelede öne çıkan ve belirleyici olan şey ekoloji mücadelesi olacaktır. Kısa zaman sürecinde ekolojik yıkım gerçeği ile yüz yüze kala- cağımız şimdiden bellidir. Yaşam bitiyor ve bunu önleyebilecek olan tek şey, ezilen mazlum halklar ve onun yanında saf tutan bilim insanlarının da içinde yer alacağı büyük bir siyasal güç olacaktır.

169 Faşizm ve Medya

Rıdvan Çelik Üçüncü Dünya Savaşı’nın yaşandığı, dünya sisteminin özellikler nedeniyle bu otoriter yönetim şekillerinden yeniden şekillendiği bu dönemde 20. yüzyıla ait bir ciddi bir kopuşu da ifade ediyor. Bunun nedeni salt Al- kavram olan faşizm yeniden dolaşıma girmiş durumda. manya’da yaşayan Yahudi toplumunun gaz odalarında Acaba tarih tekerrür mü ediyor? Avrupa’da yükselen yok edilmesi değildir. Bu sonuca yol açan ve kullandığı ırkçı hareketleri ve IŞİD benzeri islami tandanslı ör- terör ve şiddet açısından insan türünün şahit olduğu en gütleri faşizm teorisi bağlamında nereye oturtmalıyız? azami seviyeyi temsil etmesinden kaynaklanıyor. En önemlisi son yıllarda içine girdiği otoriter yönelimi Faşizm, ulus-devletin maskesiz halidir demek en doğru nasıl değerlendirmek lazım? Soruları daha da çoğalt- tanım olabilir. Milliyetçi ideolojinin iktidarlaşmasını mak mümkün. ifade eden ulus-devlet, kapitalist modernitenin toplu- Bu sorularla doğru cevaplar verebilmek için ezberleri mu tektipleştirmek için geliştirdiği devlet modelidir. bozmak gerekiyor. Lakin 21. yüzyılda topluma dair Ulus-devlet kendi sistemini idame ettirmek için hayali olan her şey çok köklü değişime uğramıştır. Bunun ne- bir ulus imgesi yaratarak bunu tüm topluma aşılar ve deni kitle iletişim araçlarının, medyanın kazandığı yeni sisteme muhalif kesimleri de eritir. İktidar en azami konumdur. Medya, ileride göreceğimiz gibi çağımızda düzeyde topluma yaydırılarak devlet-toplum özdeşliği insanla ilgili birçok şeyi değiştirmiştir. Bu sebeple 20. yaratılır. Ulus-devlet bunu gerçekleştirmek için değişik yüzyıldaki faşist rejimleri klasik faşizm olarak değerlen- şekillere bürünebilir: Liberal demokrasi, otoriter bur- dirirken, günümüzdeki faşizmleri ise belki yeni nesil, juva rejimleri ve faşizm. Örneğin 20 yy’ın ilk yarısında, ultra, post benzeri takılarla tanımlamak daha doğru- kapitalist modernitenin yapısal bir krize girdiği dö- dur. nemde ulus-devlet, faşizme geçmiştir. Ulus-devlet mo- dellerinin arasında özsel değil olsa olsa biçimsel farklar Faşizm var. Faşizm, ulus-devletin kriz dönemlerinde büründü- ğü şekil olurken, ulus-devletin kökenindeki şiddet ol- Aristoteles’e göre sadece Tiranlık değil tüm sapkın yö- gusunun maskesi düşmüştür artık. Topluma karşı artık nelimler despotizmin biçimleridir. Çünkü özgür insan- açık bir terör ve sindirme kampanyası yürütülür. lar köleler gibi yönetilmektedir (Politika, III, 6). De- mek ki otoriter nitelik arz eden yönetim biçimlerinin Tüm faşizmlerin temelinde yozlaşmış bugüne karşı ta- ayırt edici özellikleri yasaya dayanmamaları, yani keyfi mamlanmış insanı vaat eden bir ütopya vardır. Ütopya olmaları, en önemlisi de baskıcı olmalarıdır. Bu tür yö- bu dünya cenneti demektir. Bir nevi seküler cennet ta- netim şekilleri tarih içinde Tiranlık, Sezarizm, Despo- savvuru olmaktadır. Cennet kurma vaadiyle yola çık- tizm, Bonapartizm ve diktatörlük gibi değişik kavram- malarına rağmen faşizmler ütopyanın aksine distopya larla tanınsalar da keyfi ve yasadışı olmaları ve uyruk- ile sonuçlanır. Yani bu dünya cehennemi 20. yy’da ya- larını baskı altına almaları ortak özellikleridir. Faşizm zılan başta George Orwel’in 1984 romanı olmak üzere de bu gelenekten geliyor ama içinde barındırdığı kimi tüm distopya eserleri Avrupa’da gelişen faşist rejimlerin 170 yarattığı yıkımdan etkilenerek yazılmışlardır. Cehen- etme temel saikleriydi. Ki faşizm aynı zamanda yoğun nem kavramı İsrail’deki Hinnom deresinden geliyor. bir komünizm düşmanlığını ifade eder. Ama ortaya Hinnom deresi derin bir vadidir. Rivayete göre İbrani- çıkan rejimler zamanla komünizm düşmanlığını aşan ler şehirlerinde biriken çöplerini Hinnom deresine atı- bir karaktere büründü. Ve toplumun içindeki her tür yorlarmış ve derenin içinde biriken çöpler belirli aralık- potansiyel direniş unsuru tasfiye edilmeye çalışıldı. Fa- larla yakılıyormuş. Çöl sıcaklarının hakim olduğu za- şist hareketlerin çoğu, seçimlerle iktidara gelmişlerdi ve manlarda bu büyük vadinin içindeki genellikle organik “milli irade”nin desteği ile, mobilize olmuş yığınların atıklar olması muhtemel çöplerin yakılmasının nasıl eliyle, faşist politikalar uygulanıyordu. Muhalifler, “iç bir dehşet yangınına yol açtığını tasavvur etmek zor ve dış” düşmanlara karşı harekete geçirilmiş yığınlar değil. Cehennemde cayır cayır yanma böylesi bir im- manipüle edilip belleksizleştirilmiş depolitize yığınlar- gesellikle yaratılmıştır. Cehennem, Hinnomun yeri de- dı. Bu da 20. yy’da ortaya çıkan modern medya saye- mektir. Böylece Hinnom deresindeki ateşte cayır cayır sinde mümkün olabilmişti. Hem radyo yayınlarıyla en yanmayı ifade ediyor. İnsanlar bu dünyada işledikleri ücra yerlerde yaşayan insanlara mesaj verme olanağının günahlar nedeniyle öteki dünyada cehennemde yakıl- oluşması hem de psikoloji alanındaki kimi buluşlar fa- ma ile korkutuluyor. IŞİD’in elindeki kimi rehineleri şist rejimlere eşsiz bir propaganda olanağı verdi. Propa- yakması cehennem kavramına gönderme olsa gerek. ganda ile alıklaştırılıp adeta bellekleri silinmiş yığınlar faşist iktidarların irrasyonel projeleri için seferber hale Faşizm, ulus-devletin getirildiler. maskesiz halidir Bugün psikoloji biliminde davranışçılık denilen akım, o dönem hem Sovyet Rusya’da hem de Amerika’da yükselişteydi. Buna göre insanlar kimi davranış ve ka- Hitler faşizminin yarattığı distopyada benzer şeyler naatlerini çevresel uyaranlara verdikleri tepkilerle oluş- görmek mümkün. Bilinçli bir metaforumu yapılmış, tururlar. Sürekli belli uyaranlara maruz kalan insanlar, yoksa tesadüf mü bilemeyiz. Üstün ırk ideolojisiyle benzer tepkileri verir ve bu tepkiler tekrarlandıkça yola çıkan ve kendisini tanrı yerine koyan Hitler, farklı öğrenilip davranış haline gelirler. O dönem bu teori ırktan olan Yahudileri gaz odalarında zehirleyip, kre- temelinde kobay hayvanları üzerinde yapılan deneyler matoryumlarda yakmaktan çekinmemiştir. çok başarılı sonuçlar vermişti. Uyarıcı-tepki teorisi de- nilen bu teorinin en iyi bilinen deneyi Pavlov’un köpe- Faşizm Medyası ği deneyidir. C. Friedrich ile Z. Brzezinski’ye göre faşizmin 6 temel Böylece özellikle radyo ve diğer kitle iletişim araçlarıy- özelliği var: “İnsanlığın tamamlanmasını vaat eden bir la kitleler belli düşünce kalıpları temelinde uyarılmaya zorunlu devlet ideolojisi, çoğu kez bir şefin yönetimi maniple edilmeye çalışıldı. Amaç uyarı temelinde is- altında ve devlet aygıtını kontrol eden bir tek yığın tenen tepkiyi alabilmekti. Tarih ortaya atılan teorinin partisi, şiddet araçlarının tek bir elde olması, iletişim kayda değer sonuçlara ulaştığını gösteriyor. Hitler şöyle araçlarının kesinlikle tek bir elde olması, fiziksel ve diyordu: “Mümkün olduğu kadar büyük bir yalan söy- psikolojik araçlardan yararlanan bir polis terörü, eko- le, bu yalanı sık sık tekrarla, halkın büyük bir kısmının nominin bir merkezi yönetimi” (Raymond ve Rials, sana inanacağını göreceksin.”. Hitler’in en önemli kad- 2003: 910). Dikkat edilirse ulus-devletin çok bilinen rolarından biri olan Göbels de radyosunda Hitler’in bu “tek”lerine –devlet, bayrak, vatan, millet…- yenileri düsturunu esas alıyor, sürekli aynı yalanları yayımlıyor, eklenip genişletilmiştir. Her şeyi tek elde toplamanın tekrarlıyordu. amacı, toplumu, tüm direnç kaynaklarını etkisiz hale getirip teslim almaktır. 20. yy’ın ilk yarısındaki faşist 21. Yüzyılda Medya rejimler kapitalist modernitenin krize girdiği dönem- de ortaya çıkmışlardı. Ve işçi sınıfına iktidar yolunu Medya, etimolojik olarak Latince’deki Medium kavra- kapatmayı amaçlıyorlardı. Sosyalist hareketleri tasfiye mının çoğuludur. Hem ortam hem de araç anlamına 171 geliyor. Böylece medya, duygu ve düşüncelerimizi baş- ler geliştirmek gerektiği savunuldu. İlk güç olan yasa- kalarına ilettiğimiz ortam ve araçlar demek oluyor. Kit- ma, yürütme ve yargının yanında medya 4. güç olarak le iletişim araçlarının ulaştığı düzeyi ancak bu kavram devlet ve toplum yaşamında yer etmeye başlamıştı. ile tanımlayabiliyoruz. Zaman zaman kullanılsa da ba- Medya etiği, iletişim hakları, medya yasası gibi ko- sın kavramı giderek yürürlükten kalkıyor. Çünkü basın nular böylesi bir ortamda gündeme getirildi ki bunlar yazılı iletişimi, matbaada basılan eserleri tanımlıyor, halen tartışılan konulardır. Bunun en önemli nedeni işitsel, görsel iletişimi karşılayabilecek bir kavram değil. medyada üretimin küçük bir azınlığın elinde olması- Kitle iletişiminin yani medyanın kökeni eskiye daya- na rağmen tüketicilerin tüm insanlar olmasıdır. Bu elit nır. Ama Avrupa’da 15. yy’da matbaanın kullanılmaya üretimin kimi güç olduklarının eline geçmesinin top- başlamasıyla medyanın insan yaşamındaki önemi ivme lum açısından yaratacağı tehlike sınırlandırılmaya çalı- kazandı. Bu yy’da önemli ticaret merkezlerinde yayın şılıyordu. Aslında bu sorun halen aşılmış değil. Medya evleri açıldı. Bu yayın evlerinde genellikle dinsel ve faşizm ilişkisi tam da böylesi bir tehlikeye işaret ediyor. edebi nitelikli el yazmaları yeniden üretilmeye, çoğal- Üstelik medya durdurulamaz halde bir güç kazanmaya tılmaya başlandı. 16. yy’ın başında ise süreli yayınlar ve devam ediyor. Birçok medya kuramcısına göre medya tek sayfalık gazeteler basılır oldu. Bildiğimiz anlamda artık 4. kuvvet olmayı aşmış bizzat 1. kuvvet olmuş- gazetelerin ortaya çıkması ise ancak 17 yy’ın başında tur. Ki bu hiç yabana atılmayacak bir iddiadır. Bunun gerçekleşti. Sanayi devrimiyle birlikte 19. yy’da kitap en önemli nedeni kitle iletişim teknolojisinde yaşanan ve gazete endüstrisi hızla gelişti. Radyo 1920’lerde, gelişmelerdir. Medyanın sıradan bir insanın yaşamında televizyon ise 1940’larda ortaya çıktı. 1950’li yıllarda bile edindiği yeri değerlendirirsek bunun gerçekçi bir radyo halen egemen bir yayın aracı iken 1970’li yıllar- iddia olduğunu görürüz. Medyasız, TV’siz ve giderek da televizyon kentleri ele geçirerek radyonun “mutfak internetsiz bir yaşam düşünmek imkansız hale gelmek- medyası” biçiminde nitelenmesine yol açtı. Bilgisayar- tedir. lar arası iletişimi mümkün kılan internet ise 1973 yı- Diğer yandan iletişimin insan ve toplum yaşamındaki lında, ABD’de savunma amaçlı bir proje olarak kurul- önemini irdelediğimizde değişik bir tablo ile karşılaşı- du. 1986’da internet Avrupa’daki şebekelerle bağlana- yoruz. Bazı soru işaretleri oluşuyor. İletişim toplumun rak 100 bin bilgisayarlık bir ağ haline geldi. 1990’ların kökeninde, ontolojik yapısında var. Bunun kökten de- sonunda ise “Dünya Çapında Ağ” demek olan World ğişmesi toplumu da yapısal olarak değiştirmez mi? Wide Web’in (www) yaratılmasıyla internet küreselleş- Aslında birçok kuramcı bu ve benzeri konulara geç- ti.(Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü) mişten beri kafa yoruyor. Özellikle medya alanındaki Tarihsel gelişimini kısaca özetlediğimiz medya işte tüm üretimin topluma zarar verecek temelde yapılanma- bu yazılı, işitsel ve görsel iletişimin gerçekleştiği ortam sı çok farklı teorileri gündeme getirmiştir. Frankfurt ve araçları tanımlıyor. Günümüzde topluma ve insa- okulunun ortaya attığı ‘Kültür Endüstrisi’, yine ‘Kitle na dair değerlendirme yapılırken, medyanın etkilerini Kültürü’, ‘Gösteri Toplumu’, ‘Simülakr’ gibi teoriler dikkate almadan sağlıklı sonuçlara ulaşmak mümkün medyanın günümüzdeki tehlikelerine dikkat çeken te- değildir. 2000’lerden sonra sosyal medya giderek etkili orilerdir. olmaya başlayan bir mecra olmasına rağmen televiz- yon halen ortalama bir insanın bilincini oluşturan en önemli araç konumundadır. Görsel ve işitsel duyuya İletişim ve Toplum bir arada hitap eden televizyonu insanlar, haftada or- Toplum, insan türünün varlığını devam ettirmek için talama 20-25 saat izlemekteler ve TV, insanların ulusal yarattığı bir çeşit örgütlenmedir. İnsan mı toplumu ve uluslararası gelişmeler hakkında bilgi edindikleri en yarattı, toplum mu insanı yarattı tartışmalı bir konu. önemli araç konumundadır. İnsanın, toplumsallaştıkça, hayvanlar aleminden fark- Medya güçlendikçe medyanın toplum yaşamındaki lılaştığı bir gerçek. Düşüncesi, ahlakı, fikirleri olan bir rolü de giderek tartışılır oldu. 20. yy boyunca medya- insan ancak toplumsal bir ortamda var olabilir. Bir şe- nın artık 4.güç olduğu ve dolayısıyla buna göre tedbir- kilde toplum dışında yaşamak zorunda kalmış insanlar 172 üzerinde yapılan araştırmalar da bunu kanıtlıyor. Böyle Medyanın Topluma Etkileri ve insanların ahlak ve kültür gibi toplumsal kategorilere Kapitalist Modernite son derece yabancı oldukları gibi zihinsel olarak bile ciddi bir geri kalmışlığı yaşadıkları görülüyor. Hatta İletişim araçlarının elektronikleşmesi ve dolaylı hale bu insanların sonradan eğitilmeye çalışılmasına rağ- gelmesi kendisiyle birlikte bir yapaylığı getirmiştir. men çok az mesafe katettikleri görülmüştür. Öğrenme Dolaysız iletişimin hakim olduğu toplumsal ilişkiler- kapasiteleri bile geri kalmıştır. Demek ki toplum her le elektronik araçlarla yapılan iletişimin hakim olduğu ne kadar insanların bir araya gelerek oluşturdukları bir toplumsal ilişkiler aynı olamaz. Bu yapaylık kendi ba- örgütlenme ise de insanın günümüzdeki aşamaya ulaş- şına bir ideoloji midir? Ne getirir, ne götürür, araştı- ması da toplum sayesinde olmuştur ki mevcut durum- rılması gereken bir konu. Medyanın her türlü iktidar da insanı belirleyen en temel olgu toplumdur. İnsan ve ideolojik saiklerden arındırılması durumunda bile cismiyle değil kültürüyle insandır söylemi bu gerçeğe iletişimin dolaylı olmasının kendisiyle bir yapaylığı işaret ediyor olmalı. ve bunun da bir şekilde toplumsal ilişkileri olumsuz Abdullah Öcalan’ın İmralı’da yazdığı 5 ciltlik Demok- etkileyeceği pekala öngörülebilir. Örneğin; “medya ratik Uygarlık Manifestosu’nda bu konuda önemli be- kuramcıları olarak anılan Innis ve Mcluhan, iletişim lirlemeler var. Buna göre toplumu oluşturan unsurlar aracının bizzat şeklinin, toplumsal örgütlenmenin ve ahlak ve politikadır. Yani insanlar, tartışma ve karar insan duyarlılığının doğasını etkileyebileceğini iddia alma olan politik bir süreç içinde bir araya geldiler ve etmişlerdir.” (William, 2008: 423) karar aldılar. Zamanla bu kararları bir arada yaşamanın Diğer yandan medyanın bu yapaylıktan azade olarak kural ve ölçüleri haline getirdiler. Böylece ahlak dedi- bir teknik olduğu, dolayısıyla ona hakim olan güçlerin ğimiz kategori ortaya çıktı. Demek ki toplum denilen ideolojisinin medyanın etkilerini belirlediği bir gerçek- örgütlenmeyi ahlak ve politika oluşturmuştur. Politik tir. bir süreç içinde oluşan ahlaki ilkelerdir toplum. Medya, çağımızda Kapitalist Modernite’nin toplumu Bir dakika durup düşünürsek, bunun aynı zamanda kontrol etmek amacıyla kullandığı en önemli araçtır. insanlar arasındaki iletişimle mümkün olduğunu an- Daha 1940’larda Frankfurt okulunun önemli düşü- larız. Politika zaten bir diğerine söz söylemektir. Yani nürlerinden olan Horkheimer ve Adorno, modern bir diğerine söz söylemek ile başlıyor politika. Çünkü medyanın yarattığı tahribatı Kültür Endüstrisi kavra- karşılıklı tartışma ve karar alma iletişim ile mümkün mıyla tanımlamışlardı. Onlara göre medya büyük mik- oluyor. Böylelikle insanlar bir araya gelip birbirleriyle tarda aynılaştırılmış ve klişeleştirilmiş kültürel mallar kanaatlerini paylaştılar. Yani politika yaptılar. Ve o po- sunarak, insanlara toplumsal hayatın gerçeklerinden litik süreç içinde toplumsal yaşamın temeli olan ahlaki ilkelerini oluşturdular. Demek ki toplum dediğimiz in- kaçabilecekleri hayali yollar sunmakta ve onların eleş- san varoluşunun en önemli alanının temelinde iletişim tirel ve özerk düşünme yetilerini zayıflatmaktadırlar. var. Günümüzde medyanın bu kadar tartışılmasının Bu değerlendirmeleri yaptıkları dönemde TV yeni icat nedeni bu olabilir. edilmişti ve halen etkili bir iletişim aracı konumunda değildi. Horkheimer ve Adorno, aslında büyük oranda 20. yy’a kadar iletişimin temel niteliği değişmemiştir. radyonun insan yaşamında yarattığı etkiyi değerlendi- İletişim büyük oranda dolaysız ve yüz yüzeydi. Ama riyorlardı. Elbette o zamandan günümüze çok yol ka- 20. yy’la birlikte iletişimin yapısında ciddi bir değişim tedildi. Özellikle TV’nin yarattığı etki baş döndürücü yaşanmaya başladı. Bu günümüzde TV’nin ve sosyal düzeydedir. medyanın aldığı yeni boyutla birlikte baş döndürücü bir düzeye ulaştı. Dolaysız iletişim büyük oranda yerini Gösteri Toplumu adlı eserin yazarı Guy Debord’a göre dolaylı iletişime bıraktı. Burada akla şu sorular geliyor ki ise modern medya öyle bir ortam yaratmıştır ki ha- çağımızın birçok düşünürü buna kafa yoruyor: Toplu- yatımızın üzerinde hiçbir kontrolümüz kalmamış ve mu oluşturan en önemli şey iletişimse ve iletişim kökten hayatımızı sadece birer izleyici olarak sürdürüyor ve değişiyorsa bu, toplumu yapısal olarak değiştirmez mi? tüketiyoruz. 173 Mevcut değerlendirmeler ciddi sorunlara işaret ediyor. ramsar bir sonuca ulaşan Baudrillard, televizyonun ve Sorun burada uyarı ve iletinin niteliği, bunun kimlerin medyanın görevinin tepkiyi önlemek, bireyi özelleşti- kontrolünde olduğu ve ne için kullanıldığı ile bağlantı- rip atomize ederek, insanları görüntüyle gerçek arasın- lıdır. Kuşkusuz kapitalist modernitede kâr mantığı her da ayrım yapmanın imkansızlaştığı bir taklit evrenine şeyin önüne geçmiştir. Kapitalizmin ilk dönemlerinde yerleştirmek olduğunu savunmuştur. “Bugün biz, çok temel sorun üretim eksiği iken teknoloji geliştikçe en daha fazla enformasyonun ama daha az anlamın oldu- temel sorun üretim fazlası yani eksik tüketim olmaya ğu bir evrende yaşamaktayız.”(Ahmet, 2014: 1401) başladı. Medyanın ekonomik işlevinin günümüzdeki Baudrillard’a göre imaj, taklit, kopya, harita, simülas- şekli insanları daha fazla tüketmeye teşvik etmesinin yon gerçeğin yerini almıştır. Gösteren-gösterilen, kop- nedeni de bu. Eskiden, insanlardan daha fazla üret- ya-orijinal, imaj-gerçeklik, harita-arazi ikilikleri aşıl- meleri istenirken bugün daha fazla tüketmeleri isten- malıdır. Dolayısıyla kopyaya tekabül eden orijinalin, mektedir. Tüketim toplumu anlayışı, medyanın reklam imaja denk gelen gerçekliğin, haritanın temsil ettiği sektörünün yeni aldığı biçimle adeta çılgınlık düzeyine arazinin artık olmadığını, ideolojinin de öldüğünü, ek- ulaşmıştır. Günümüzde tüketim ihtiyaçla bağlantılı ol- ranın tek ontolojik gerçeklik olup televizyonun her şey maktan çıkmış kendi içinde amaç haline gelmiştir. ve en yüksek ve en yetkin nesne olduğunu, insanların nesneler tarafından kuşatıldığını iddia etmiştir. İletişim araçlarının Baudrillard’ın çözümlemeleri son derece karamsar ol- elektronikleşmesi ve dolaylı manın yanında modern kitle iletişim araçlarının doğru hale gelmesi kendisiyle temelde kullanılmaması durumunda insan yaşamı ve birlikte bir yapaylığı toplum açısından oluşturacağı tehlikeye işaret etmesi getirmiştir açısından son derece uyarıcıdır. Kuşkusuz modern medyanın insan iletişimini dolaylı Medyanın bunun da ötesinde ciddi bir toplumsal hale getirmesi, yüz yüze ilişkilerin yerini nesneler ara- kontrol aracı olduğu görülüyor. Uyarıcı-tepki mode- cılığıyla ilişkiye bırakmasının toplumsal ilişkilerde bir line göre aynılaştırılmış iletiler büyük oranda üretilip karşılığı olacaktır. Bu da insan ilişkilerinin doğal özel- medya aracılığıyla kitlelere taşırılmakta, kitleler de bu liklerinin bozulmaya uğraması, yapay duyguların oluş- iletileri edilgen bir şekilde alıp tüketmektedir. Kitle ması tehlikesidir. Ama asıl sorun bu değildir. Baud- toplumunun en karakteristik özelliği kitlelerin üyele- rillard’ın belirttiği simülasyon evresi salt teknolojiden rinin birbirine benzer, farklılaşmamış davranış örüntü- kaynaklı bir etki değildir. Bunlar kapitalist modernite- leri geliştirmeleridir. Manipüle edilip yönlendirilebilir nin toplumu iktidarın nesnesi haline getiren ideolojisi bir toplumdur kitle toplumu. temelinde oluyor. Foucault buna biyoiktidar demişti. Tüm insan yaşamının iktidarın nesnesi haline gelmesi Burada asıl sorgulanması gereken şey üretilip iletilen anlamına geliyor bu kavram. Bu da 20. yy’da kapita- bu ürünler niçin etkisiz, atomize olmuş, edilgen, eleş- list modernitenin disiplin toplumundan kontrol top- tirel düşünceden kopuk insanlar yaratıyor. Bu elbette lumuna geçmesiyle olmuştur. Ona göre disiplin top- kapitalist modernitenin toplumu kontrol etmesi sai- lumunda iktidar uyruklarına kurallar koyar ve onları kiyle yapılıyor. Ama gelinen noktanın hiç de iç açıcı disipline ederdi. Ama disiplin toplumu 20. yy’da belli olmadığını S. Baudrillard’ın Simülakr çözümlemesin- bir direnişle karşılaşınca kapitalist modernite paradig- den görmek mümkündür. Gelinen aşamayı, toplumun ma değiştirdi, disiplin toplumu anlayışından kontrol varoluşsal bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu ifade toplumu anlayışına geçti. Kontrol toplumu, iktidarın, ediyor. topluma ve insanlara her şeyi yapmaya özgür oldukla- Baudrillard’ın çözümlemelerinin temelinde simülas- rını söyleyen ama özellikle modern medya ve iktidar yon ve simülakr kavramları var. Ona göre simülasyon, teknikleriyle toplumu görünmez bir iktidara bağlama- gerçeklik olmadan bir gerçekliğin modeliyle yaratmak yı ifade ediyor. Böylece toplum özgürleşmiş yanılgısı demektir. Bu kavramdan yola çıkarak oldukça ka- yaşayacak, iktidara karşı direnç gelişmeyecekti. Bugün 174 gelişmiş batı toplumlarında iktidara karşı toplumdan ulusları yönetmeye hak görür. Bu nedenle faşist zihni- bir direnç gelişmemesinin temelinde bu var. Toplum yet dünya barışına da uluslararası kurumlara da karşı- modern medya ile tümüyle kuşatılmış ve toplumun dır. Ve devletler arası ilişkilerde saldırganlık eğilimini tüm direniş olanakları elinden alınmıştır. ifade ediyor faşizm. Demek ki asıl sorun teknolojiden, modern medyadan Faşizmin en karakteristik yasası şiddettir. İç ve dış düş- değil, medyanın kapitalist modernitenin çıkarı teme- manlar şiddet ve terörle sindirilmeye çalışılır. Buradaki linde kullanılmasından kaynaklanıyor. en temel yöntem de kendisine bağladığı yığınları mo- bilize etmektir. Kitleler mobilize edilirken muhalifler sindirilir ve imkan bulunursa yok edilir. Faşist rejim- Faşizmin Amacı ve Medya lerin olduğu dönemlerde soykırımların yaşanması ta- Modern medyanın kapitalizmin çıkarına kullanımının rihsel vakadır. yarattığı sonuç ile faşizmin ulaşmak istediği nihai amaç Yığınların mobilize edilmesinin iki yönlü işlevi vardır. arasında ciddi paralellikler var. O zaman “Faşizm ama- Bir yandan muhalifler tasfiye edilirken diğer yandan cına fiziksel şiddet uygulamadan ulaşmayı niçin esas mobilize edilen yığınlar manipüle edilerek tektipleş- almıyor?” sorusu akla geliyor. Faşizm pekala modern tirilip adeta bellekleri silinirler. Demek ki depolitize medya tekniklerinden yararlanarak istediğini alabilir. yığınlar hem insanlığa karşı suçların faili hem de kur- Bunu anlayabilmek için faşizmi daha iyi irdelemek la- banıdırlar bu durumda. Kitlelerin her türlü akıl dışı zım. şiddete alet edilmesi fanatizm ve eleştirel düşünmekten Faşizm için en yüksek değer devletin çıkarı olduğun- uzak olmakla mümkündür. Bu da toplumsal alanın her dan amaca giden her yol mübahtır. Birey ve toplum aşamasında tartışmadan ziyade güç ve otorite ilişkileri- nin hakim olmasıyla olabilecektir. Arendt, bu nedenle devlet için feda edilir, edilebilir. Bu nedenle faşizm, faşizm ortamında şekillenen yığınları, toplum olmanın evrensel olarak kabul edilmiş değerleri tanımaz bir an- her boyutu dışlanmış, şekilsiz insan yığınları olarak ta- layış ifade ediyor. nımlamıştır. “Fanatizmin vardığı nokta, insan çeşitlili- Faşizm üzerine araştırmalar yapan Adorno çok önemli ğini iğdiş etme ve kurbanların belleğini yok etme pro- sonuçlara ulaşmıştır. Onun tanımlamasına göre “fa- jesinin gerçekleştiği her şeyi tek elde toplayıcı sistemin şizm, bir ruh hali ve zihniyettir” aynı zamanda. Faşiz- merkezi biçiminde tesisidir. Faşizmde olaylar ve görü- min bireylerde somutlaşmış halini otoriter kişilik ola- nüşler ‘dünyaya yabancı olma’ ve planlanmış yıkım en rak tanımlayan Adorno, otoriter kişilik özelliklerinin üst noktaya taşıyan gerçeküstü kurgunun içinde yok ekonomiden, politikaya kadar bir dizi alanda benzer olur.”(Raymond ve Rials, 2003: 910). Faşizmin vardığı eğilimler taşıdığını savunmuştur. Bu eğilimler şöyle sı- nokta tam bir yıkıcılıktır. Yani distopyadır. Gerçek ya- ralanabilir: Otoritere mutlak itaat, genel bir saldırgan- şamda gerçeküstü bir kurgu hayata geçirilmeye çalışılır. lık eğilimi; ırkçılık, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı ve Burada asıl mesele toplumsal çeşitliliği yok edip tek tip diğerlerine karşı ön yargılı ve ötekileştirici eğilimlere insan yaratmaktır. Bu yolda da faşizm her şeyi merkezi- sahip olma. (A. Cevizci, Felsefe Sözlüğü) leştirip tek elde toplar. Faşizm irrasyonel bir anlayıştır. İnsanlar arasındaki Aslında medyanın ulaştığı yeni aşama faşist rejimler eşitliğe inanmaz, eşitsizliği bir veri olarak ele alır. Do- için büyük imkanlar sağlıyor. Eğer faşist rejimin asıl layısıyla kimi insanların, örneğin lider ve çevresindeki amacı kendi akıl dışı gerçek üstü kurgu temelinde elitin yönetmeye hakkı varken diğerleri onlara boyun yeni bir toplum yaratmaksa zaten günümüz medyası- eğmelidir. Aynı mantığa göre bir devlette yaşayan ha- nın klasik liberal rejimler seviyesinde kullanılması bile kim etnisite diğer kesimlerden üstündür. “Ayakları baş o sonucu yaratabilir. O zaman faşizmin açık terör ve olamaz!” Aynı şey uluslararası ilişkilerde de geçerlidir. saldırganlığa yönelmesi niye? Faşist rejim liberal Faşizm ırkçı ve emperyalist özellikler de arz eder. Ülke sınırlarda kalarak bile amaçlarına ulaşamaz mı? As- içinde nasıl daha üstün bir grup varsa uluslararasında lında modern medyanın bu şekilde, adeta toplumu da kendini hakim ulus olarak konumlandırıp diğer toplum olmaktan çıkaran, insanları tüketimin nes- 175 nesi haline getiren bir araç olarak kullanılması da yıkım niye?’ sormak lazım. Ama bunun cevabının faşizmdeki gerçeküstü irrasyonalitenin ortaya çık- faşizm açısından rasyonel bir cevabı yok. Ontolo- mış olmasından kaynaklanıyordu. Belki de gelişmiş jik yapısında irrasyonellik olan bir rejimden rasyo- batı toplumlarında Neo-Nazi hareketlerinin yeterli nellik beklemek abestir. Faşizm bir bisiklet sürüşü desteği bulamamalarının bir nedeni de bu. Ama gibidir. Duramaz. Durursa büyüsü bozulur. Ger- Ortadoğu ülkelerinde, kontrol toplumu anlayışı- çeküstü kurguya ulaşmak için yıkım kendi içinde na geçilmediğinden faşist anlayışlar çok rahatlıkla bir amaçtır faşizmde. Ama tarihte de görüldüğü iktidar olabilmektedir. Örneğin IŞİD gibi radikal gibi faşizm kökenindeki irrasyonalite nedeniyle her İslami hareketler klasik faşist eğilimler sergilerken seferinde başarısızlığa mahkumdur. Hayatın ger- 2000’ler sonrası Türkiye Cumhuriyeti değişik bir çekleriyle karşı karşıya gelen gerçeküstü kurgunun profil sergilemektedir. Modern medya, kitle kül- maskesi düşünce insanlar faşizmi fersah fersah terk türü, tüketim toplumu olguları temelinde düşü- edeceklerdir. Önemli olan insanları uyandırabil- nüldüğünde gittikçe batı tarzı bir görünüm arz et- mektir. mesine rağmen siyasal rejim her geçen gün 20. yy klasik faşist rejimlere benzer olmakta. Adorno’nun tarifini ve tahlilini yaptığı otoriter kişilik profilinin Gösterge Bilimsel Direniş en iyi örneğini temsil eden liderliğiyle birlikte T.C., Postmodern faşizm günümüzde medyayı tümüyle dolu dizgin faşizme doğru evrilmektedir. Yukarıda kontrol kontrol etmeye çalışıyor. Aynı şey küresel sıralamanın altı ilke temelinde tekelleşme her geçen düzeyde de geçerli. Güç tekelleri medyadaki iletiyi gün daha bir görünür oluyor. Örneğin medyadaki belirlenebiliyor halen. Bu her zaman temel sorun- tekelleşme kendine has bir özellik arz ediyor. Oto- lardan biriydi. Ama 20. yy’ın sonlarında hızlanan sansür, açık sansür, medya kadrolarını işten atma, kitle iletişim araçlarındaki gelişmeler medyanın yandaş medya, havuz medyası, paravan şirketlerle kökten değişim, dönüşümüne yol açıyor. İki eğilim medya organları kurma, kendine bağlı kadrolarla bir arada yaşanıyor. Bir yandan yeni iletişim ola- medya organlarını yönetme, medyadaki tekelleş- nakları dünyayı küresel bir köy haline getiriyor, ile- menin süreç içinde geçirdiği evrimin köşe taşları tişimin dolaşımı mekan sınırlarını aşıyor. Ki bu da olmaktadır. Aslında şunda T.C.’de faşizmin teme- medyadaki tekeli sınırlıyor. En azından çoklu güç linde tekelleşmiş bir medya var. Muhalif küçük bir odaklarının hakim olduğu bir yapı ortaya çıkıyor. kesimin dışında, mevcut medya, merkezde küçük Hal böyle olunca otoriter eğilimli bir ulus-devletin bir grubun olduğu adeta matruşka gibi iç içe geç- yani faşizmin medya alanında temel kurması, med- miş halkalardan oluşan bir tekeldir. En merkezde yayı tümüyle kontrol etmesi giderek güçleşiyor. militan medya varken, faşist iktidara yakınlık dere- Kontrol ancak küresel düzeyde olabilir. cesine göre militanlıktan sempatizanlığa, yandaşlı- Bir diğer gelişme de internetin yaygınlaşmasının ğa şeklinde bir skala izlemektedir. Modern medya yarattığı sosyal medyadır. Bu da iletişimi demok- tekniklerinin özel savaş temelinde kullanılması ve ratikleştiren bir eğilimdir. Klasik, dar üretici, ge- eski klasik faşist tekniklerin devşirilmesiyle eklek- niş tüketici ilişkisini kökten değiştirmeye aday bir tik bir faşizm olarak tanımlanabilir ki postmoder- gelişme oluyor. Sosyal medyada insanlar hem üre- nizmin en belirgin özelliği eklektikliğidir. Belki de tici hem tüketici olduklarından üretim alanındaki oluşan rejimi en iyi postmodern faşizm kavramı tekel kısmen aşılıyor. Aslında medya günümüzde tanımlar. ciddi bir toplumsal mücadele sahası haline gelmiş ‘Modern medya tekelleşti, kontrol, medya operas- durumda ve bu eğilimin giderek güçleneceği belki yonları ile sağlanamaz mı? Bu şiddete, açık teröre de asıl mücadelenin bundan sonra medya alanın- ne gerek var?’ denilebilir. Aslında bu, bir dönem da verileceği bir sürece giriyoruz. Toplum özünde Nazi Almanya’sı için sorulan soruya benziyor; “Ma- bir iletişim sistemi ise ve iletişim giderek medyaya dem savaş kazanıldı, temizlik niye?”. Evet, ‘bunca kaymışsa, bu alanı kapitalist moderniteye bırakma- 176 mak, alternatif mücadele kanalları yaratmak lazım. Belki de 2000’lerde çekilen Matrix filmi giderek ete kemiğe bürünecektir. Medya değerlerin çarpıştığı bir savaş alanıdır. Bu alanda Redhack gibi hacker grupları, Wikileaks gibi internet siteleri iktidarla- rın maskelerini düşünme, iç yüzünü deşifre etmede önemli direniş yöntemleri olurken, en önemlisi de herkesin medyada dolaşımda olan imajları çözecek bir duruş ve kavrayış içinde olmasıdır. Gerçekliği tahrip edip insanı pasif edilgen kılan iletiler her yere bomba gibi yağıyorsa direniş de her insanın beyni ve yüreğinde olmalı. Yıllar önce U. Eco med- yanın ulaştığı düzeyi ve tekelleşmeyi dikkate alarak ve Marks’tan esinlenerek medyanın dışındaki her- kesin yeni proleterler olduğunu ve medyadaki algı çarpıtmalarına karşı her alıcının, bir şifre çözücü gibi hareket etmesi, yani çarpıtılmış iletinin mas- kesini düşürmesi, dolayısıyla “gösterge bilimsel bir gerilla savaşı” vermesi gerektiğini söylemişti. Katıl- mamak elde değil. Marks’tan bir alıntıyla bitirelim: “Fikirler kitlelere mal olunca aksiyon haline dönü- şür.”

Kaynakça

Raymond, P. ve Rials S. (2003) Siyaset Felsefesi Sözlüğü, çev. İs- mail Yerguz, İletişim Yayınları. Outhwaite, W. (2008) Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü, İle- tişim Yayınları. Cevizci, A. (2014) Felsefe Sözlüğü, Say Yayınları.

177 İspanya Değil İberya, İç Savaş Değil Devrim

Hüseyin Civan - Merve Arkun*

Madrid, Gudarrama’da 150 metre boyunda bir haç... panya devletine karşı devletsizlik mücadelesi verenlerin 200 ton ağırlığında. Bulunduğu ovanın neresinden sürecidir. bakarsanız bakın mutlaka bu haçı görürsünüz. Çünkü “Neden İberya, İspanya Değil?” bölümünde yoğun- haç bir tepenin üstündedir, “Şehitler Vadisi”nde. Ha- luklu olarak üzerinde durulacak olan, Kastilya iktidarı çın hemen dibinde dev bir anıt mezar, Falanjist Par- (sonrasında İspanya devleti)’nın merkezileşme çabaları ti’nin kurucusu Jose Antonio Primo de Rivera’ya ait. ve bu politikaya karşı mücadele olacaktır. Normaldir Franco’nun tasarlayıp açılışını da kendisinin yaptığı bu ki, daha imparatorluk sürecinde bu coğrafyaya giren anıt mezarın hemen karşısında ise Franco yatıyor. anarşist düşünceler ve bu düşüncelerin şekillendirdiği Faşistlerin nitelediği şekilde “İspanya’nın son Haçlı anarşist hareket, bu karşı mücadelenin ana unsurunu Seferi” burada noktalanmış. Faşizmin İspanya’da yarat- oluşturacaktır. tığı ruh, bu anıtla birlikte dikta rejimi boyunca canlı “Neden Devrim, İç Savaş Değil?” bölümünde de ele tutulmuş. “Tanrının inayeti”yle, kilisenin ağırlığının alınacaklar yoğunluklu olarak, faşistlerle antifaşist altında “barış” içerisinde yaşamak istemeyenlere neler cephe arasında yaşanan savaşların tarihsel anlatımı ol- olduğu, yeni kuşakların bilinçaltına bu anıtla yerleşti- mayacaktır. Bu bölümde antifaşist cephenin gerisinde rilmiş. Madrid’in “No Pasaran” sloganıyla özdeşleşmiş yaşananlar, bir devletsizlik deneyimi olarak özyöne- sokakları, Franco’nun tasarladığı yol ile bu ölüm vadi- tim sürecinde yaşananlar ve aynı antifaşist cephedeki sine çıkıyor. merkezileşme yanlılarının tutumları, özyönetim ve öz- 1939 sonrası Faşist İspanya’nın karanlık ruhunu yansı- savunmaya yönelik politikaları eleştirel bir şekilde ele tan bu anıt, çağın Nazi Almanyası ve faşist İtalyası’nın alınacaktır. çalışma kamplarından esinlenerek kurulan bir düzenle İki bölümle beraber, faşizmi besleyen/beslemesi muh- tutsaklara, yani devrim sürecinde antifaşist cephelerde temel zeminlerin, ortaya çıkmasına olanak veren yapı- yer alanlara yaptırılmış. Yapım sırasında birkaç bin tut- lanmaların yeterli derecede anlaşılmadan “gerçek bir sağın öldüğü söylenenler arasında. antifaşist” mücadelenin verilemeyeceği üzerinde durul- Peki, neydi faşistleri, faşizmin yarattığı bu karanlık mak istenmektedir. ruhu kalıcılaştırmaya iten? Bu karanlıkla görünmez kılmaya çalıştıkları şey neydi? Neden İberya, İspanya değil? 1936 Devrimi ve onun etkilerini konuşabilmek için, sonrasında faşizmle nihai noktasına ulaşmış impara- Özellikle 19. yüzyıl, Kastilya’daki iktidarın İberya’da* torluk sonrası İspanyası’nın merkezileşme sürecine de- merkezileşme sürecidir . İspanya devleti, Mart 1939’da, ğinmemek imkansızdır. Çünkü bu merkezileşme süreci Franco’nun faşist ordusu tüm İberya’yı işgal ettiğinde aynı zamanda merkezileşmeye karşı direnişin, yani İs- kuruldu . 1800’lerin ortasından başlayıp 1936 Devrim 178 sürecine kadar gelişen süreci, bu şekilde okumak önem- manlı bir gelişim göstermedi. 19. yüzyılın ortalarından lidir. bu yana dokuma sanayinde merkez konumuna gelen Katalonya’da ve madenciliğin merkezi konumundaki Her coğrafyada olduğu gibi burada da devlet, iktida- Bask’ta kapitalizmin gelişimi, öteki bölgelere oranla rın merkezileştiği, farklı bölgelerin bu merkeze bağımlı daha yoğundu. ve bağlı kılındığı, homojen ve yapay bir kültür, dil ve tarih yaratılarak kendini var etti. Kastilya’daki iktidar Bu yarımadada ekonomik sömürüden bahsedilecekse, ve onunla ilintili her şey, İberya’nın”mış gibi” hakim kiliseye ayrı bir parantez açmak gerek. Eski çağlardan kılınmaya çalışıldı. İberya halkları, Kastilya’nın bu beri kilise, halkı din aracılığıyla ekonomik olarak sö- homojenleştirici eleğinden geçirilmeye çalışıldı, hatta müren bir kurum olmuştu. Bahsi geçen %1’lik zümre Kastilya’daki halk bile! içerisinde yer alan psikoposlar bunun en belirgin gös- 19. yüzyıldan başlayıp 1936 Devrimi’ne kadarki bu sü- tergesidir. Kapitalizmin gelişimi, kilisenin ekonomik reci üç bölümde ele almak önemlidir. Çünkü her farklı sömürü modellerini değiştirmiş, bu büyük toprak ağası aşamada hem merkezileşme hem de merkezileşmeye finans sektörüne göz dikmiştir. Kilise, Madrid Uriqu- karşı verilen mücadelenin şekli ve yöntemleri değiş- io Bankası ve buna bağlı yarımadanın farklı yerlerinde miştir. Her ne kadar bu mücadeleler (özellikle Rivera birçok banka, Madrid tramvay şirketi, İspanya’nın en diktatörlüğüne kadar gerçekleşen mücadeleler), siyasi büyük vapur işletmeciliği şirketi olan Transatlantica ve mücadeleler gibi görünse de dikkatten kaçırılmaması birçok maden şirketinin sahibi olmuştur. İspanya’daki gereken husus içerisinde bulunan toplumsal ve ekono- kilise ve manastır yakma eylemlerinin sadece “dinsel” mik koşullardır. nedenlerden değil, doğrudan “sınıf kini”yle ilgili olma- sının sebebi de bu noktada biraz daha berraklaşacaktır. Kapitalizmin eş zamanlı gelişim gösterememesinin ne- 1- İmparatorluk Sonrası İlk Merkezileşme denlerinden biri muhakkak ki siyasi durumla ilgiliydi. Hamlesi ve Federalist Karşı Çıkış 1800’lü yılların sonlarında dahi İberya bölgesel ve yerel 15. yüzyıldan itibaren gerçekleşen keşifler İspanya İm- toplulukların oluşturduğu merkezsiz bir bölgeydi. Ne paratorluğu’nu dünyanın yarısının sahibi yapmışsa da, Habsburg hanedanı ne de Bourbon hanedanı İspan- ilk yıkılan sömürge imparatorluğu İspanya olmuştur. ya’yı merkezileştirememişti. Modern İspanya devleti ve Keşiflerin etkisi sadece siyasi değildi; İspanya, yeni kı- bu merkezileşme karşıtı hareket tarih sahnesinde farklı tanın yağmalanmasıyla ciddi bir ekonomik güce sahip zamanlarda karşı karşıya geldiler. İspanya’daki faşist ha- olmuştur . Tabi, yirmi milyon yerliyi katletmek, bu işin reketi de bu merkezileşme çabasının bir parçası olarak teferruatı olmuştur. okumak önemlidir. Sömürgelerden elde edilen artık erimeye başladığında, Merkezileşememe/merkezileşme İspanya devletinin Avrupa’da kapitalizm gelişmeye başlamış yeni aktörleri politik tarihinde önemli bir unsurdur. Bu merkezile- tarih sahnesine çıkarmıştır. Sömürge kazanımları dışın- şememe durumunda, Proudhon’un etkisinin ne oldu- da, yoğunluklu olarak tarıma dayalı bir ekonomisi olan ğunu görmek için İspanyol federalizm tarihine bir göz İspanya, 19. yüzyıldaki bağımsızlık savaşları sonucun- atmak yeterlidir. da yeni kıtadaki sömürgelerini tek tek kaybetmiştir. Bu İberya’da federalizmin başlıca esin kaynağı Pi y Mar- durumun ekonomi açısından kaçınılmaz sonucu, ezen gall’dır. Proudhon’un fikirleriyle tanıştığında, politik sınıfların gelir kaynağı olarak iç talana yönelmesi ol- merkezileşmeyi reddetmeye eğilimiydi. Pi, Federasyon muştur. İlkesi’nden başlayıp, Toplumsal Sorunun Çözümü, 20. yüzyıl başında, toprakların yarısından fazlasını elin- Ekonomik Çelişkiler Sistemi gibi Proudhon yapıtlarını de tutan %1, bu talanın boyutunu görmek açısından çevirmeye başladı. önemlidir. Sadece ekonomiyi değil aynı zamanda siya- 19. yüzyılın ikinci yarısında Proudhon’un yazdıkları seti de yönlendiren bu %1 idi. sadece anarşist hareketin yaygınlaşıp olgunlaşmasına İmparatorluk sonrasında, İberya’da kapitalizm eş za- değil; aynı zamanda federalist hareketin gelişiminde de 179 etkili oldu. İberya Yarımadası’ndaki Kastilya tahakkü- unsurları bürokrasi, ordu ve kilise kısa bir aradan sonra müne karşı Katalonya, Galiçya, Aragon gibi bölgelerde iktidarı tekrar ellerine almışlardı. gelişen bölgecilik ideolojik bir içerik kazanıyordu. 1874 Restorasyonu da denilen bu sistemle, merkezi Proudhon’un düşünceleri, Kastilya dışındaki bölgeler- devlet korunmuş ve merkezileşmenin sürdürülmesi ga- de hızlıca yayıldı. İberya’daki devrimci hareketlerin yo- rantiye alınmıştı. Tabi ki bu garantörlük sıkı yönetim ğunlaştığı bölgeler, bu bölgelerdi. 1855’te Barselona ve ve polis baskısı aracılığıyla sağlanmıştı. diğer Katalan şehirlerinde büyük grevler oldu. Bunları 1861’de Endülüs tarım işçileri ayaklanmaları takip etti. 1867’de Katalonya, Aragon ve Valencia’da kırsal ayak- 2- Devletleşmede İkinci Büyük Adım: lanma hareketleri gerçekleşti. Rivera Diktatörlüğü Bu tarihten sonra Bakunin etkisi, İberya Yarımada- İmparatorluk dönemlerinin son mirası olarak Fas’ın el- sı’nda görülmeye başlanır. Özellikle işçi ve köylülerin den çıkmaması için İspanya devleti sürekli olarak Fas’a yoğun olduğu bölgelerde, Margall federalizminin etki- saldırılar düzenliyordu. Aslında bu saldırılar, milliyetçi si yerini Bakunin’in federalizmini de içeren ideolojiye duyguların canlandırılmasında da sahte bir hamle gö- bırakır. İberya’dan delegeler bu dönemde I. Enternas- revi görüyordu. Hem bu saldırılar hem de saldırıların yonal’e katılmıştır. 1870’te Barselona’da yapılan bir yenilgiyle sonuçlanması, İberya çapında büyük eylem- kongre sonucu oluşturulan federasyonda Jura Federas- lere neden oluyordu. yonu’nun özyönetimi ve komünizmi savunan ilkeleri kabul edilmiştir. 1909 yılındaki saldırılarda üst üste alınan yenilgiler sonrasında, bilinçli bir şekilde Katalonya’dan yedek as- ker çağrılmasına karar verildi. Bunu takiben 1909 Tem- 1931 Nisan’ında halk kral Rive- muz’unda büyük ölçekli eylemler gerçekleşti. Anarşist ra'ya karşı sokaklara döküldü. sendika CNT - Confederacion Nacional de Trabajo Aynı tarihte cumhuriyet ilan (Ulusal Emek Konfederasyonu) kurulmadan önceki edildi ve kral İspanya’dan büyük işçi federasyonlarından Solidaridad Obrera (İşçi Dayanışması) genel grev ilan etti. Tüm bu eylemlerin ayrılmak zorunda kaldı. bastırılması için devlet her zaman yaptığı gibi şiddete başvurdu. Barcelona’da büyük sokak çatışmaları yaşan- dı. Devletin kontrolü tekrar eline alması beş gün sürdü. İşte tam da böyle bir ortamda, 1873’te Kral Amadeus “Trajik Hafta” süresince binlerce işçi katledildi. Tutuk- tahtını bırakır. Yeni bir cumhuriyet ilan edilir; bu kısa lamalar ve işkenceleri takiben idamlar gerçekleştirildi. süreli sürece Pi y Margall başkanlık yapar. İberya’nın Krala yönelik suikast girişimleri, anarşistler üzerindeki federatif kantonlara bölündüğü sistem uygulamaya baskıyı daha da arttırdı. Anarşist Francisco Ferrer, bu geçmeden, monarşi ve İspanya’nın bütün olmasını sa- süreçte katledildi. Onun katli, uluslararası arenada bü- vunan Carlist ayaklanma nedeniyle süreç sönümlenir yük eylemlere neden oldu. Bu eylemler hükümeti isti- ve başa XII. Alfonso geçer. Bu sürecin en büyük et- faya zorladı. kisi, Endülüs ve Levant’ta şehirler özgürlüklerini ilan ettiğinde yaşanmıştır. Kiliseler kapatılmış, zenginler Trajik Hafta sonrası, anarşistler daha güçlü bir müca- vergiye bağlanmıştır. Bask ve Katalonya’da özerklik ey- delenin örülmesi noktasında, 1910’da Confederacion lemleri daha fazla yoğunlaştıkça, bu durumun önüne Nacional de Trabajo-Ulusal Emek Konfederasyonu’nu geçebilmek adına merkezi devlet, 1874’te, ismini siste- (CNT) kurdu. CNT’nin kuruluşu, sonradan faşizme mi öneren devlet adamı Canovas del Castillo’dan alan evrilecek devletin merkezileşme politikası karşısında bir sistemi uygulamaya geçer. Buna göre, genel oyla önemli bir dönüm noktasıydı. Keza anarşist ideoloji, seçilen iki partinin sırayla iktidara geçeceği monarşik faşist ideolojinin tamamıyla karşısında duruyordu. İk- bir düzen öngörülmüştü. Bu iki parti de toprak ağala- tidar, otorite ve devlet gibi faşizmin kutsadığı değerle- rını ve burjuvaziyi temsil ediyordu. Yani sistemin asıl rin yıkılması anarşizmin vazgeçilmezleriydi. 180 CNT’nin kuruluşunun ardından Endülüs, Sevilla ve lanmadı. 1931 Nisan’ında halk krala karşı sokaklara Bilbao’da büyük grevler patlak verdi. Valencia Culle- döküldü. Aynı tarihte cumhuriyet ilan edildi ve kral ra’da işçiler, kentin İspanya devletinden ayrı bir komün İspanya’dan ayrılmak zorunda kaldı. olduğunu ilan etti. 1916’da CNT ve sosyalist sendika Union General de Trabajadores - Genel İşçi Birliği 3- İspanyol Faşizminin Kuruluşu (UGT) genel grev ilan ettiler. Kiliseye ve ruhban sınıfı- na ait mallara el konulmasını ve ordunun dağıtılmasını Krallıktan cumhuriyete bu rejim değişikliği normal öneren bir bildiri yayımladılar. Hükümet CNT’yi ya- olarak toprak sahipleri, ordu ve kiliseyi oldukça rahatsız sakladı, UGT’ye dokunmadı (genelde sendikalara yö- etti. Bu rahatsız kesimler, cumhuriyetçi kesimler ara- nelik baskı işleyişi buydu). 1917’de bir genel grev daha sındaki çekişmeleri fırsat bilip örgütlenmeye başladılar. ilan edildi. Ordu tarafından sert bir şekilde bastırıldı. 1932’de 500 bin üyeli Accion Popular (Halk Eylemi) küçük gruplarla birleşerek Özerk Sağcı İspanyol Konfe- CNT açısından genel grev, ülkedeki üretim sürecine ara derasyonu’nu (CEDA) kurdu. Gil Robles’in liderliğin- verdirip istenilen konuya ilgi çekme amacı taşımıyordu. deki bu konfederasyon, anarşizme karşıtlığını her fır- Genel grev, toplumsal devrime giden yolda önemli bir satta beyan ediyordu. 1933’te Antonio Goicoechea’nın duraktı. Ve toplumsal devrimin hedeflediği de öncelikli liderliğinde Kral Alfonso yanlısı monarşistler İspanyol olarak devletin ve kapitalizmin olmadığı bir toplumsal Yenilenme Partisi’ni (Partida Renovacion Espanola) işleyiş örgütleyebilmekti. O yüzden, bu süreçte CNT kurdu. Aynı yıl Hitler’in Almanya’daki zaferi, İspanya tarafından ilan edilen her genel grev, merkezi devleti faşizmini daha saldırgan olma noktasında cesaretlendir- zora sokan bir durumdu. Sendika aldığı her kararda di. Diktatör Rivera’nın oğlu kısa sürede güç toplayan daha da radikalleşiyor, hükümetin ve devletin otorite- Falanj Partisi’ni kurdu. Oğul Rivera, İspanya’da uygula- sini sorgulatır bir hale getiriyordu. 1919’da kongresini mayı düşündüğü örgütlenme düzeni ve şiddet yöntem- gerçekleştirdiğinde üye sayısı 700 bini aşmıştı. lerini incelemek üzere Almanya’ya gitti. Hükümet, ilan edilen genel grevleri durdurabilmek İspanyol faşizmi, kendisine örnek olarak İtalyan fa- adına orduyu kullanıyordu. Bu arada Fas politikası da şizmini alıyordu. Ancak, İspanya’da faşizm, sermaye özellikle işlevsel tutuluyordu ki bu, hükümete ve krala birikiminin güçsüz ama kilisenin güçlü olduğu bir manevra imkanı sağlıyordu. Bu manevralardan birisi, coğrafyada gelişiyordu. Dolayısıyla, bu ruhban sınıfı- 1921’deki başarısız Fas saldırısı sonrasında gerçekleş- nın çıkarını korumak ve programa dinsel bir görünüm ti. Yenilgi bahane edilip, “ordunun imajını kurtarmak vermek İspanyol faşizmi açısından zorunluydu. Toprak için” 1923’te, XIII. Alfonso’nun isteği ile General Pri- sahipleri, generaller ve rahipler, İspanya’da küçük bir mo de Rivera diktatörlüğü ilan edildi. zümre olduğundan dolayı, faşizmin kitleselleşebilmesi Rivera’nın Mussolini ile yakın ilişkileri vardı; Musso- için bir dayanak gerekiyordu. Din, bu noktada temel lini’nin faşist düzenini İspanya’ya getirmek istiyordu. dayanak ve ideolojiydi. Bu ikisi arasındaki ilişkiyi bu- İtalya benzeri bir korporatif devlet kurmaya çabaladı. lup ortaya koyan Gil Robles’ti. Robles, daha öncesinde Bu çabalar genel grevlerle karşılaşınca, CNT’yi tekrar diktatör Rivera’nın en ateşli savunucularındandı. “Ken- yasakladı. Ancak bu yasak, diktaya karşı girişilen çaba- dini ne oranda İspanyol hissedersen, o oranda Katolik- ların sonu olmayacaktı. 1924 yılında, aralarında Bue- sindir” diyerek bağladığı Katolik şovenizmi ve İspanyol naventura Durruti ve Francisco Ascaso’nun bulunduğu milliyetçiliğiydi. Birleşik ve bölünmez bir İspanya’yı anarşist militanlar Doğu Pireneler’den ilk devrim giri- savunuyor ve her türlü ayrılıkçılığın, federatif yapının şimini başlattılar. Ordu, bu girişimi sonuçsuz bıraktı, karşısında duruyordu. Bu ideolojiyi yayabilmek adına tutuklamalar ve sürgünler birbirini takip etti. Katolik gençlik örgütlerini ve basını iyi kullandı. ‘29 Ekonomik Krizi, Rivera’yı etkisiz bıraktı. Hem kral Faşistlerin ilk silahlı eylemi Ağustos 1932’de Sevilla’da hem de onu destekleyen komutanlar birliği, Rivera’nın gerçekleşti. Monarşi yanlısı gruplar ve ordunun bir devletin iktidarını bırakmasını istediler. Bu süreç, sa- kısmı ayaklanmayı destekliyordu. Ancak ayaklanma dece 1930’da Rivera’nın iktidarı devretmesiyle sonuç- başarılı olamadı. Bunda iktidardaki hükümetten çok 181 CNT’nin etkisi vardı. CNT ve 1931’den itibaren CNT ren tüm sol partiler iktidarı ele geçirdi. Şubat 1936 ve kongresindeki güçlü katılımıyla İberya Anarşist Fede- Mart 1936 seçimlerini sağ koalisyon kaybetti. Darbe rasyonu (FAI), İberya’daki benzeri faşist ayaklanmala- fikri, ordu içerisinde zaten uzun bir süredir vardı. Se- ra yönelik doğrudan eylem yöntemini kullanıyordu. çimlerin kaybedilmesi, bu kararı uygulamak için iyi bir CNT-FAI’nin bu caydırıcılığında, yarımadanın büyük fırsattı. Falanj ve Renovacion ile ilişkide olan generaller bir bölümündeki örgütlülüğü yatıyordu. 1931’den son- darbe hazırlıklarına başladı. Mussolini ve Hitler ile iliş- ra, CNT-FAI hakim olduğu alanlarda toprakları kolek- kiler sağlamlaştırıldı. Berlin’de silahlı bir ayaklanmanın tifleştirmeye çoktan başlamıştı. detayları görüşüldü. Temmuz 1936’ya kadar Falanjist- ler birçok silahlı ve bombalı saldırı gerçekleştirdi. Faşist CNT-FAI’nin bu toprak politikası karşısında faşistler terör yarımadanın her yerinde kol geziyordu. Darbenin de karşı bir politika uyguluyor, köylüler açık bir şekilde Fas’ta başlaması ve hareketin başına Franco’nun geçme- topraklarından atılıyor, topraklar bölgedeki büyük top- si noktasında toprak sahipleri, papazlar ve generaller rak sahiplerine veriliyordu. Aynı süreçte, bankalar köy- hemfikirdi. lülere krediyi kesti ve kilise açıkça faşizmin propaganda organı olarak çalıştı. 18 Temmuz 05:15’te, Franco Fas’taki radyo verici mer- kezlerinden birinden bir bildiri yayınladı “Ordu, İspan- 1933’ün Ocak ayında Casas Viejas’ta anarşistler mül- ya’da düzeni sağlamaya karar vermiştir. General Franco kiyetin ve hükümetin kaldırıldığını ilan etti. Merkezi hareketin başındadır ve bütün İspanyolları kendisiyle hükümet (cumhuriyetçi sol hükümet), Casas Viejas’a beraber mücadeleye çağırmaktadır.” asker gönderdi ve ayaklanmayı çıkaranların büyük bir çoğunluğunu öldürdü. İşçiler ve köylüler hükümete 19 Temmuz 1936’ya kadarki süre içerisinde CNT-FAI karşı tavır aldılar. CNT-FAI’nin grevleri her yana yayıl- genel bir grev ile kısa, sert bir ayaklanmayla, döneminin dı. CNT yıl boyunca iki kez resmi olarak yasaklandığı devletin yıkılmasını ve anarşist bir dönemin başlaması- halde faaliyetlerini sürdürdü. 1933 Aralık ayında Ara- na sağlayacağı bir durum için hazırlanıyordu. 19 Tem- gon’da dört gün süren büyük bir ayaklanma gerçekleşti. muz Darbesi gerçekleştiğinde Barcelona ve Valencia’da, Zaragoza ve Huesca’da işçiler fabrikalara el koydu ve Katalonya’nın kırsal kesimlerinde, Aragon’da, Madrid toprak kolektifleştirildi. ve Asturias’nın belli bölgelerinde şehirleri faşistlerden temizleyen CNT-FAI idi. Casas Viejas olayı Cumhuriyetçi hükümete olan güveni azaltınca hükümet istifa etti ve Kasım 1933 seçimlerin- de sağ partiler iktidarı aldı. Yeni hükümete karşı Zara- Neden Devrim, İç Savaş Değil? goza, Valencia ve Endülüs’te büyük grevler yapıldı. Yeni Devrim denildiğinde, bugün kendisine muhalif diyen hükümetin ilk işi faşist İtalyan hükümetiyle bir anlaş- çoğu kimsenin aklına 1917 Ekim Devrimi ve bu sü- ma imzalamak olacaktı. Mussolini, anlaşma uyarınca reçte ön plana çıkanlar gelir. Elbette bunun olumlu cumhuriyetin yıkılması için elinden geleni yapacaktı. ve olumsuz birden çok nedeni vardır. Ancak olumsuz Bu doğrultuda, İtalya’daki askeri eğitim için ilk faşist nedenler önemlidir. Bu “devrim” denilen olguya nasıl gruplar ülkeye kabul edilmeye başlanıyordu. baktığımız, onu nasıl tanımladığımızla doğrudan ilgili- 1934 Ekim’inde CEDA daha katolik bir hükümetin dir. Örneğin, birçok anarşist Sovyetler’de Bolşeviklerin kurulması için mevcut hükümete desteğini çekti ve “iktidarını alması”ndan sonraki süreci devrim diye ta- yeni “katolik” hükümet kuruldu. CNT ve UGT genel nımlamaz. Aslında bu durum, sosyalistler arasında bile grev ilan etti. Artık CNT’nin genel grevlerine sosya- böyledir; devrim sürecinin belirli tarihlerde, (örneğin list UGT de destek veriyordu. Bu grev Katalonya ve Lenin’den sonra) bittiği gibi düşünceler sadece kişisel Asturias’ta büyük ayaklanmalara dönüştü. Hükümet görüşleri ifade etmez, Marksistler arasında ekol farklı- Fas’taki lejyonun isyanı bastırmasını emrettiğinde Ge- lıkları hatta kurumsal bölünmeler bile yaratmıştır. neral Franco faşizmin sahnesinde ilk kez bu denli rol Bu durum, iktidara ve devrime yönelik bakış açıları alıyordu. Büyük bir katliamla ayaklanmaları bastırdı. arasındaki farklar ile ilişkilidir. Anarşizm, devlet ikti- Aralık 1935’te, seçimlere Halk Cephesi adı altında gi- darının ele geçirilmesini hiçbir şartta olumlamaz. Top- 182 lumsal devrimi, iktidarı almakla ilişkisi şöyle dursun, daki antifaşist basın, özellikle bu durumu örtbas etmeyi tamamıyla bu iktidar/ların (siyasi, ekonomik, sosyal) kendine iş edinmişti. Dava, giderek “demokrasiye karşı yıkıldığı; toplumsal ilişkilerin iktidar ilişkilerinden faşizm”e indirgendi ve olayın devrimci yönü olabildi- arındığı bir süreç olarak ele alır. ğince gizlendi. Yani, Ekim Devrimi, iktidarı “birileri” eline geçirene Basının daha çok merkezileştiği ve halkın başka herhan- kadarki süre içerisinde devrim olarak tanımlanır anar- gi bir yerden çok daha kolay aldatıldığı İngiltere’de sa- şizm açısından. Toplumsal olmayan bir devrim, devrim vaşın kamuoyunda geçerlik kazanan iki yorumu vardı: değildir. İberya Devrimi sürecinde devrimin, ısrarlı bir Ellerinden kan damlayan Bolşeviklere karşı Hristiyan şekilde “revolucion social” olarak imlenmesinin nedeni yurtseverlerin savaşı olarak gösteren sağ kanat yorum budur. ve askeri bir ayaklanmayı bastıran efendi cumhuriyetçi- “Ekim Devrimi”ne yönelik bu değerlendirmeler, bu lerin mücadelesi olarak gösteren sol kanat yorum. Asıl yazının yazarlarının kendilerini politik olarak devrimci merkezi sorun başarıyla gizlenmişti. anarşist olarak tanımlamasından kaynaklanan eleştiriler Bunun pek çok nedenleri vardı. Bir kere, faşizm yanlısı değilidir sadece. Sovyetler’deki devrim sürecinin “Bol- gazeteler dehşet verici zulümlere ilişkin yalanlar yayı- şevik İktidar” ile sonlandığını söylemenin, Ekim Dev- yorlardı… Fakat asıl neden, her ülkede görülen küçük rimi’ni devrim tahayyüllerinin en önemli parçası olarak devrimci gruplar dışında bütün dünyanın, İspanya’daki görenlerin hoşuna gitmeyeceği açıktır. Bu hoşa gitme- devrimi önlemeye azimli olmasıydı. Özellikle, arkasın- yen durum, İberya’da 1936 yılında yaşanan toplumsal da Sovyet Rusya olmak üzere, Komünist Partisi, tüm devrimin ısrarlı bir şekilde “devrim” olarak tanımlan- ağırlığını devrime karşı koymuştu. Devrimin bu aşa- mamasının, görülmemesinin yarattığı hoşnutsuzlukla empati kurabilmek adına önemlidir. Devrim yaptık diyebilmek için iktidarı ele geçirmiş ol- Toplumsal olmayan bir devrim, mayı şart saymak, iktidarı ele geçirmek için aynı cephe devrim değildir. içinde olunan farklı eğilimleri rakip görerek onlara kar- şı da iktidar mücadelesi sürdürmenin zorunluluğunu kabul etmekten başlayıp giden mantığın, bir süre sonra düşman/rakip ayrımını silikleştirdiğine dair örnekler İberya Devrim süreci ile sınırlı değildir. mada ölüme mahkum olduğu, dolayısıyla İspanya’da işçi sınıfı egemenliğini değil, bir burjuva demokrasisini Ancak, devrim için devlet iktidarını kazanmaya yönelik hedeflemek gerektiği bir komünist teziydi. “Liberal” girişimlerin, bir süre sonra antifaşist cepheyi bölmesi- kapitalist bakışın da neden aynı çizgide olduğuna ay- ne, ekonomik ve siyasi kazanımlar olarak özyönetimin rıca işaret etmeye hemen hiç gerek yok… Kapitalist sonlanmasına, bir süre sonrada Sovyet devletinin gü- cumhuriyet hüküm sürerse sermaye güvence altında venliği adına tüm “İspanya politikasını”nın terk edil- kalacaktı. Devrim nasıl olsa bastırılacağına göre, hiç mesine yol açtığı gerçeği, İberya Devrim tarihinin çok devrim mevrim olmamış gibi davranmak birçok şeyi okunmayan kısmıdır. basitleştiriyordu. Bu yolla, her olayın gerçek anlamı İberya Devrimi sürecinin antifaşist cephesinde olup bi- örtülebilir, sendikalardan merkezi hükümete her güç tenlerin hakkaniyetli ve nesnel bir tutumla ele alınması kayması, askeri yeniden yapılanma için gerekli bir adım şart. Hele hele devrim sürecinde, uluslararası antifa- olarak gösterilebilirdi. Ortaya çıkan durum oldukça tu- şist basının ısrarlı bir şekilde olan bitenden “devrim” haf görünüyordu. İspanya’nın dışında çok az insan bu diye bahsetmemesi göz önünde bulundurulduğunda... ülkede bir devrim olduğundan haberdardı; İspanya’nın Orwell bu bilinçli çarpıtmayı şöyle anlatıyor: içindeyse bundan kuşku duyan yoktu. Komünist de- “Katalonya’da bütün kilit endüstri anarşist-sendikalist- netiminde bulunan ve devrimci olmayan bir politikaya lerin elindeydi. Aslında İspanya’da olan şey, yalnızca bir bir hayli bağlanan P.S.U.C. gazeteleri bile “şanlı devri- iç savaş değil, bir devrim başlangıcıydı. İspanya dışın- mimiz”den söz ediyordu. Bu arada, yabancı ülkelerdeki 183 komünist gazeteler hiçbir yerde herhangi bir devrim Fabrika ve işletmelerin kapatılması, düşmanın elini belirtisi görülmediğini haykırıyorlardı; fabrikaların iş- güçlendiren yüksek işsizlik ve sefalet yarattı. İşçiler, gal edilmesi, işçi komitelerinin kurulması vb. olaylar bu durumu anlayarak tüm işletmeleri harekete geçirdi hiç olmamıştı -ya da olmuştu, ama bunların “herhangi ve kontrol komitelerini kurdu. Kontrol komitelerinin bir siyasi önemi” yoktu.” amacı üretim sürecini korumaktı. Birçok örnekte yöne- tim hızla kontrol komitelerinden öz-yönetim komitele- Bu noktada Temmuz 1936’dan sonra olanları; cephe- rine geçti. Bu yöntemle, Katalonya’daki birçok fabrika nin bu tarafında olanları bilmek önem taşımaktadır. ve işletme, buralarda çalışan işçilerin eline geçmiş oldu. Önem taşımanın ötesinde, devrim tahayyüllerimizde akıldan çıkarmamız gereken deneyimlerdir. Gecikmeden, cephenin ihtiyacını karşılamak üzere bir savaş endüstrisinin kurulması, malzemelerin ve milis- lerin cepheye nakledilebilmesi için ulaşım sisteminin Devrimin Bilinmeyen Cephesi tekrardan harekete geçirilmesi son derece önemliydi. "İspanya'daki işçi sınıfı, aynı şey başımıza gelseydi Dolayısıyla ilk kolektifleştirmeler, anarşist militanların muhtemelen bizim İngiltere'de yapabileceğimiz gibi durumdan faydalanarak devrimci hedefleri yükseltme- “demokrasi” ve statüko adına Franco’ya karşı direnme- siyle birlikte faşizme karşı zafer kazanmak için gereken mişti; onların direnişi mutlak devrimci bir patlayış ile fabrikalar ve kamu hizmetlerinde gerçekleştirildi. beraber gelmişti… Toprak köylülerce, birçok fabrika ve Bu toplumsal devrimi anlamanın en iyi yolu, İberya’da- taşıma araçlarının çoğu da sendikalarca ele geçirilmiş- ki işçi örgütlerinin ve mücadelelerin görece uzun ta- ti.” diyor George Orwell. rihsel bağlamında düşünmektir. Kolektifleştirmenin en 1936 Temmuz’unda faşist ayaklanma başladığında, büyük yürütücüsü olarak CNT 1910’dan beri vardı ve hükümetin tutumu oldukça zayıftı. Tek günde üç baş- bakanın değişmesi, durumun cumhuriyetçi hükümet 80 yıl öncesine ait bu deneyim, adına ne olduğunun anlaşılması adına iyi bir örnek. Fa- her devletin içindeki faşist şizme karşı işçilerin silahlandırılması, sadece artan halk baskısına cevap olsun diye isteksizce gerçekleştirilecek- karakterin uygun koşulları ti. Tabi ki silahlandırılanlar arasında CNT-FAI yoktu. bulduğu takdirde ortaya çıkabi- İşte bu koşullar altında, ancak devrimci niyetle çarpışan leceğinin en açık göstergesidir insanların gösterebileceği bir çabaydı. İsyanın çeşitli merkezlerinde sadece bir günde, sokaklarda üç bin ki- şinin öldüğü sanılıyordu. Faşizm yanlısı büyük toprak 1936’ya gelindiğinde üye sayısı 1,5 milyonu geçmişti. ağalarının pek çok yerde arazileri köylülerce ele geçiril- Anarşist hareket, İberya’da 1870’ten bu yana vardı ve mişti. Endüstri ve ulaşımın kolektifleştirilmesinin yanı ilk kuruluşundan toplumsal devrime uzanan süreçte, sıra, yerel komiteler, sendikalara dayalı işçi milisleri gibi yoğun toplumsal mücadeleyle -grevler ve genel grevler, yollarla kurulacak bir sistemin temel başlangıcını yarat- sabotajlar, kitlesel gösteriler, mitinglerle; grev kırıcılara, mak için çaba harcanıyordu. cezaevlerine, davalara, ayaklanmalara, lokavtlara, sui- Ordunun ayaklandığı akşam, CNT-FAI genel grev çağ- kastlere karşı mücadeleyle- iç içe geçmiş bir tarihi vardı. rısı yaptı. Çatışmanın ilk kısmının sonuna gelindiğin- Anarşist düşünceler 1936’da daha da yayılmaya başla- de, herkes bir sonraki adımın “üretimin devam etmesi” dı. Biri Barcelona, diğeri Madrid’de olmak üzere, iki olduğunu biliyordu. Franco taraftarı birçok burjuva, anarşist günlük gazete vardı. İkisi de CNT’nın yayın isyancı ordu güçlerinin yenilgisinden sonra kaçtı. On- organıydı ve her biri 30 bin ve 50 bin arası değişen ların sahip olduğu birçok fabrika ve işletme ele geçiril- miktarlarda basılıyordu. Periyodik çıkan 10 yayın ve di, işçiler tarafından işletilmeye başlandı. Burjuvazinin birçok anarşist dergiyle beraber 70 bin adet yayın do- diğer bölümleri fabrikalarını işletmeye çok istekli ol- laşımdaydı. Tüm anarşist gazetelerde, bildirilerde ve madı ve fabrikalarını Franco’ya hibe ederek kapattılar. kitaplarda, sendikalarda ve örgüt toplantılarında oldu- 184 ğu gibi, sürekli ve sistematik olarak toplumsal devrim nün garanti altına alınmasına değiniliyordu. tartışılıyordu. Böylece, işçi sınıfının radikal karakteri, Şubat 1937’de artık komünist ve Sovyet denetimi al- mücadele ve çatışma yoluyla politikleşirken; anarşist tında olan güvenlik güçleri, anarşistleri tek tek tutuk- düşüncelerin etkisi, devrim koşullarında anarşistlerin lamaya başladı. Ayrıca ön plandaki anarşistlere yönelik kitlesel halk desteğini alabildiğini gösterdi. düzenlenen suikastler de duyulmaya başladı. CNT’nin yerel özerkliğe dayanan federal yapısı, sağlam PCE lideri Caballero için kriz Barcelona’da patlak ver- ama oldukça merkezsiz bir örgütlenme yaratmış, aynı di. Katalonya’da anarşistler İberya’daki diğer bölgelere zamanda inisiyatiflerin önünü açmıştı ki, bu değerler kıyasla daha güçlüydü. Bir yanda CNT ve Troçkist devrimin başarısına büyük katkı sağladılar. parti POUM, diğer yanda Moskova destekli hükümet Devrim, barikatlarda savaşmakla sınırlı değildi. Onlar güçleri ve PSUC (Katalonya Birleşik Sosyalist Partisi) için toplumsal devrimin anlamı toprağı sahiplenmek ve vardı. Barcelona telefon hatlarını kontrol eden opera- özgürlükçü komünizmi inşa etmekti. 1938’e gelindi- törler CNT’liydi. Barcelona ve Valencia ya da Madrid ğinde, Aragon’da 400, Levant’ta 900, Kastilya’da 300, arasındaki resmi konuşmaları dinlediklerinden şüphe Katalonya’da 40 kolektif kurulmuştu. Sanayi ve ulaşı- ediliyordu. 3 Mayıs 1937’de komünist partinin emriyle mın %70’i kolektifleştirilmişti. hükümet birlikleri binayı ele geçirmeye çalıştı. Anar- şistler ve POUM tüm şehirde ayaklandılar. Sokak çatış- maları iki üç gün sürdü; çok sayıda kayıp oldu. “Mayıs Devlet İktidarı Çatışmaları” olarak da anılan dönem aslında antifaşist cephedeki beraberliğin sonu anlamına geliyordu. Cephenin gerisinde yaşam bu şekilde yeniden yapılan- dırılırken, kendi içlerinde bile iktidar kavgasına giriş- Mayıs 1937’de Caballero istifa etti, yerine Negrin geldi. miş sol iktidar, antifaşist cepheyi merkezileştirmek için Yaptıkları ilk iş POUM’un ve anarşistlerin dışlandığı uğraş veriyordu. Faşizme karşı verilen mücadelenin ana bir politika izlemek oldu. Aynı tarihte POUM yasadışı enerjisini oluşturan özyönetime dayalı ekonomi, öz ilan edildi, tüm üyeleri tutuklanmaya çalışıldı. POUM savunmaya dayalı cephe mücadelesi tek parti-devlete lideri Nin öldürüldü. PCE, SSCB’deki tasfiyelere Mos- bağlı kılınıp “ulusallaştırılmakla” uğraşılıyordu. İspan- kova Duruşmaları’nın devamı olarak İbeyra’da devam ya Komünist Partisi’nin (PCE), İberya’daki devrimci etti. durumun en inançlı unsurlarının dizginlenmesi, ve Faşist ordular Bask ve Katalonya’ya hücuma geçmişler- ezilmesi için gösterdiği gayret Franco’nun zaferini ko- ken Barcelona’da KP’nin denetimindeki devlet güven- laylaştırıyordu. lik teşkilatı, anarşist ve Troçkist muhalifleri hapishane- Sovyet Devleti “İspanya konusu”nu İtalya-Almanya lere tıkmaya ara bile vermiyordu. paktının muhtemel bir Rusya’ya savaş açma girişimi- Ağustos 1937’de Negrin’in hükümeti anarşistler tara- ni caydıracağını varsaydığı İngiltere ve Fransa ile yapı- fından denetlenen Aragon bölgesi konseyini dağıttı. lacak bir anlaşma malzemesi olarak ele aldığı açıktır. Bu baskıcı tutum karşısında CNT-FAI hükümeti kar- Bu nedenle İberya’daki devrimci durumu bir burjuva şı-devrimci ilan etti ve ayaklanma çağrısı yaptı. demokratik cumhuriyet çerçevesinde konsolide etme- Hükümet 1937 yazında yayımladığı kararname ile fab- ye çalışan Cumhuriyetçi radikaller, İspanyol Sosyalist rika özyönetimlerine el konulmasına, ana sanayi dalla- Partisi ve denetimindeki İspanya Komünist Partisi’ni rının hükümet denetimine alınmasına, savaş sanayinin (PCE) desteklemiş, CNT ile aynı safta yer almamaya askerileşmesine yönelik politikaları uygulamaya başladı. özen göstermiştir. Bir başka kararname toprak kolektifleştirmeleri ve koo- Aralık 1936’da PCE uzun bir manifesto yayımladı. Sa- peratifler ile ilgiliydi. Merkezi hükümet bütün bunları nayi, savaş üretim ihtiyaçlarına uyumlu hale getirilmeli dağıttı. Bir başka kararname ile dini törenler üzerindeki ve tek tek fabrikalarda sendikaların veya grupların “yer- yasak kalktı ve kiliseler yine açıldı, mülkiyet hakkının siz otonomi isteklerinden” kurtarılmalıydı. Her türlü korunması için devlet güvencesi verildi. Artık devlet ik- kolektifleştirmeden kaçınılması ve ticaret özgürlüğü- tidarı, Halk Cephesi’nden Ulusal Cephe’ye geçmişti. 185 İspanya Komünist Partisi ve Halk Cephesi’ni oluşturan uygulamaları otoriter olmanın ötesine geçmişken; İber- diğer güçler, İspanya Bankası’nı millileştiriyor, demir- ya Devrimi’nin muhasebesini yapmaya her zamandan yolları ve öteki ulaşım araçlarına devlet adına el koyu- fazla ihtiyaç var. yordu. Bu millileştirme süreci 1938 Ağustosu’nda her Sadece içinde bulunduğumuz bu sıkışmışlıktan kurtu- şeyin devlet denetimi altına alınmasıyla sonlandı. labilmemizin yollarını tartışabilmek için değil; devlet 26 Ocak 1939 günü milliyetçilere ait ilk tank Barcelo- ve faşizm arasındaki bu, birbirini doğurtan kaçınılmaz na’ya girdi, 29 Mart 1939’da Madrid düştü. ilişkiyi görebilmek için de; merkezileşmeye çalışan bir devletin, otoritesini egemenlik sınırları içerisinde zorla 1939 Eylülünde İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde tesis etme girişimlerinin ne olabileceğinin iyi bir örne- komünist partiler tarihlerinin en utanç verici noktasın- ğidir İberya Devrimi. daydılar. Nazi Almanyası’nın Dünya Savaşı’nı başlatan Polonya’ya saldırısının bir hafta öncesinde imzalanan 80 yıl öncesine ait bu deneyim, her devletin içindeki Nazi-Sovyet saldırmazlık anlaşması, gelinen noktanın faşist karakterin uygun koşulları bulduğu takdirde or- dibini işaretlemiştir. Bu olgu sadece İkinci Dünya Sa- taya çıkabileceğinin en açık göstergesidir. İberya Dev- vaşı öncesindeki diplomatik manevra ya da zaruri bir rimi, Otoriter kapitalizm, popülist sağ tartışmalarının hamle olarak sineye çekilmiş olsaydı, komünist partile- toplumsal muhalefetin ana başlıklarını süslediği, yeni rin kimliğinde bu denli ağır bir tahribata yol açmaya- Franco’ların uygun koşulları bulup hortladığı bir süreç- bilirdi. Oysa KP’ler bu anlaşma ilan edilir edilmez, in- te, antifaşist cephe içerisindeki toplumsal muhalefetin unsurlarının sürekli göz önünde bulundurması gereken bir deneyimdir. . İberya Devrimi, toplumsal İberya devrimi, bir coğrafyada yaşayan halkların mer- devrim koşullarının “koşulların kezi devlet yapılanmasına karşı mücadelesini anlatır. olgunlaşıp beklenmesi” gerektiği Bu mücadele sadece merkeziyet düşüncesinin billurlaş- tığı ideoloji olarak faşizme karşı verilmemiştir. Bu mü- önyargısının yıkıldığı cadele, faşizme karşı aynı cephede gibi görünen devletçi bir deneyimdir. ideolojilerin hepsine karşı verilmiştir. İberya Devrimi, toplumsal devrim koşullarının “ko- sanlığa yönelik en ağır tehlike ve tehdit olarak görülen şulların olgunlaşıp beklenmesi” gerektiği önyargısının Nazi-faşist rejimleri mazur gören ve eleştirilerini İngil- yıkıldığı bir deneyimdir. Gerçekçi bir umudun somut- tere ve Fransa’ya yönelten bir söyleme de geçmişlerdi. laştığı “an”dır. Bu “an”lara da bu “an”ların ismini doğru koymaya da her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Bir İspanya’da sosyalist partilerin devrimci hedeflerinin ye- 20 Temmuz günü, Katalonya sokaklarında faşistlere rini Sovyet Devleti’nin güvenlik hedefleri almıştı. karşı savaşırken yiten yoldaş Ascaso ve yoldaşlarının çıkartamadığı dergilerinin, başka işçiler tarafından çı- İberya Devrimi bize neyi anlatır? kartılıp, o “an”a doğru ismi verdikleri, vermeye cesaret ettikleri gibi; Devrim. 1939’da Franco İberya’yı kontrolü altına aldığında, *İberya Yarımadası: Avrupa’nın güneybatı ucunda yer Falanj tek partidir. Caudillo (lider) Franco bütün yet- alan, şu an Portekiz ve İspanya devletlerinin bulunduğu kilerin sahibidir. Franco bütün yasaların üzerindedir. yarımada. Özgürlüklerin sınırlandırılmasında bir ölçü yoktur. Bu ölçü sadece Franco tarafından saptanır. Franco yalnız tanrı önünde sorumludur. *Anarşist Meydan Gazetesi yazarları Faşist İspanya’ya ait bu anlatılanlar, bize her geçen gün daha da tanıdık geliyor. İçinde bulunduğumuz koşullar faşizmle bu kadar ilişkilendirilirken, devletin otoriter

186 Kaynakça

Bakunin, Mihail. Bakunin: Hayatı, Mücadelesi, Düşünceleri, der. Sam Dolgoff, çev. Cemal Atila, İstanbul, Kaos Yayınları, 2009.

Carr, Edward Hallet. Komintern ve İspanya İç Savaşı, çev. Ali Selman, İstanbul, İletişim Yayıncılık, 2010.

Enzensberger, H.M. Anarşinin Kısa Yazı, çev. Mehmet Aşçı, İs- tanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012.

Graham, Robert. Anarşizm: Özgürlükçü Düşüncelerin Belgesel Bir Tarihi, çev. Nil Erdoğan-Mustafa Erata, İstanbul, Versus Ya- yınları, 2007.

Hogan, Deirdre. İspanya Devriminde Endüstriyel Kolektifleştir- me I-II, çev. Özgür Oktay, Meydan Gazetesi, Sayı 18-19, Mayıs 2014.

Işık, Gül. İspanya Bir Başka Avrupa, İstanbul, Metis Yayıncılık, 2012.

Leval, Gaston. Levant Köylü Federasyonu, çev. Özlem Arkun, Meydan Gazetesi, Sayı 32, Mart 2016.

Moore, Barrington. Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, çev. Şirin Tekeli ve Alaeddin Şenel, Ankara, İmge, 2012.

Orwell, George. Katalonya’ya Selam, çev. Jülide Ergüder, İstan- bul, bgst Yayınları, 2012

Paz, Abel. Durruti: The People Armed, çev. Nancy Macdonald, Montreal, Black Rose Pub., 1976.

Romero, Miguel. Bask Ülkesi’nde ve Katalonya’da İspanya İç Savaşı, çev. Masis Kürkçügil, İstanbul, Yazın Yayıncılık, 1996.

Woodcock, George. Anarşizm: Bir Düşünce ve Hareketin Tari- hi, çev. Alev Türker, İstanbul, Kaos Yayınları, 2014

187 Çerçevelenmiş İki Resim: Gölgede Kalanlar ve Türk'ün Beyaz Kimliği Üzerine

İbrahim Doğan Politik kültür alanında, modernite ile birlikte tahayyül de bu gerçekleşmez. edilen “kimlik'”, bir bütünleştirme stratejisi olarak ele Böylesine bir yadsıma, artık toplumun içsel bağlılık- alınmaktadır. Bu gayeyle çimento olarak kullanılacak larının parçalanması ve nesneleştirilmesinin kapısını olan da, “'... devlet etrafında bütünleşmiş bir ulus- ardına kadar kapitalist moderniteye (devlet) açar. Bu, tur”' (Schmitt, 2006: 13). Tarihsel bağlamda, hiçbir aynı zamanda yeni bir zihinsel-kültürel, politik kodla- toplumsal form tahkim edilmiş “ulus” kadar, tasarlan- madır da. Kodlama, kendi içinde disipliner bir kalıp ve mış-kurgulanmış bir düzlemde devletle vesayetçi bir marj demektir. Kendi kültürel benliğinin daha üstün ilişki içinde inşa edilmemiştir. olduğu iddiası bu disiplinci hiyerarşinin sonucudur. Ulusun, modern iktidar tekniklerince kafeslenmesi, ha- İktidar -bastırmayı-kırımı geliştiren bu- hiyerarşiyi bir lihazırdaki en gelişkin ve yeni toplumsal bir form olma af biçiminde toplum içinde kendini örgütleyerek işlev- niteliğinden kaynaklanmaktadır. Toplumsal bağlamda sel kılmayı önceler. Yapısal donanımları bu egemenci bu yeni formun istikrar, biçim ve kimlik kazanması de- politikalarla sarsılan toplum, adeta savunmasız bıra- mokratik düzlemde ahlaki-politik topluma dayanma- kılır. Üretilen iktidarcı tekniğe karşı kendini güvende sıyla mümkünken; tahkim edilmiş ‘ulus’ta ise devletin hissedebileceği bir dayanak arar. Kendi var olma stra- sermaye kapasitesi ile sarıp sarmalanmış “'toplumun tejisini de Öteki’ne ait olana yayılma ve ona zorla sa- tümüne yayılmış iktidar olgusu” geçerlidir (Öcalan hip olma üzerine yapılandıran modern devlet, örgütlü 4: 189). Devletin ulus olgusunu patolojik sahiplenme disiplinci-tahakkümcü yapısıyla, topluma, güvenli ala- tutumunun altında, kapitalist modernitenin, tahayyül nı, geleneğin ahlaki nosyonu yerine, hukuki normalar edilenin sürekli yeniden üretimine duyduğu zorunlu- bağlamında sunar. Hukuki normla öncelikle kendisini luk yatmaktadır. Bu yeniden üretim için ise ‘Biz’e karşı gelenek karşısında konumlandırması, sınırların (her bir ‘Öteki’nin varlığına ihtiyaç vardır. ‘Biz’ etrafında anlamda) keskinleştirilmesini doğurmuştur. Bu da en kurgulanan söylem ve eylem biçimi ‘Öteki’nin düşün- fazla ‘yeni kimliğin’ oluşumu ve tanımı sahasında ken- sel boyun eğişini hedefler. Bellek yitimi olarak kendini disini dışa vurmuştur. Kimliğin oluşumu bağlamında dışa vuran bu ‘iç kolonyalist’ tutum, Hegelyen devle- geleneksel toplum ve idari formların gerilimi siyasal, ti bir eşitleştirici-kurtarıcı vizyonla ‘Öteki’nin önüne kültürel, ekonomik ve ideolojik sahada dışlayıcılık so- yegane seçenek olarak koyar: “Gerçek anlamda ‘Biz’ nucunda ortaya çıkan bir olgudur. olmak istiyorsan ‘Devlet ulusu’na tabi ol!’ ” denir. Biz Modernlik sonucu -farklılıklara- Öteki’ne yönelik ge- fenomeni yeni devlet modeline göre belirlendiğinden, lişen-geliştirilen dışlayıcı edim adeta özünde bu farklı- ilk düstur olarak, var olanın inkarı üzerinden köklü bir lıkları oluşturanların modernliğe dahil olmalarının be- belleksizliği zorunlu kılar. Ancak, belleği oluşturan dil, deliydi. Toplumsal güçler modernite karşısında sahip tarih, kültür, inanç gibi temel bilinç bağlamlarının top- olduklarını yapılandıramamanın şokuyla boğuşurken lumsal varoluşa içkinliğine son verilmediği müddetçe “modern perspektif ise öteki ile kendi arasında bir du- 188 var örmüştür. (...) Öteki’nin tanımlanması kendisinden Çerçevelenmiş Kimlikte Gölgede Kalanlar: aşağı ve aslında, geçici ve gayri meşru statüde olanın a Çürüyen Kimlikler priori karşılaştırıldığı bir yolla yapılır. Aklın rehberlik Eğer felaket tehdidiyle uygun bir şekilde yüzleşeceksek, ettiği çağda öteki, zamanı geçmiş, geri, eski, ilkel…”dir yeni bir zaman kavramı düşünmeliyiz. Dupuy buna (Wagner, 2005: 84). ''projenin zamanı'' diyor, geçmişle gelecek arasında Kapitalist modernleşme sürecinin kıyısında kalmış olan kapalı bir çevrim: gelecek nedensel olarak geçmişteki Osmanlı İmparatorluğu'nda Biz ve Öteki üzerinden edimlerimiz tarafından üretilir, aynı zamanda, nasıl kurgulanmaya çalışılan kimlik olgusu Avrupa özelinde eylediğimiz geleceğe dair öngörümüzce ve bizim bu gerçekleştiği gibi olmamıştır. Avrupa’nın ‘merkezi’liğine öngörüye tepkimizce tayin edilir( Zizek, 2010: 196). göre çevre konumunda bulunan Osmanlı'da modern- Osmanlı ana karası olarak kabul edebileceğimiz Ana- leşme bir iç süreç olmaktan ziyade dışarıdan gelişen bir dolu-Mezopotamya coğrafyasında kırsal-köy ve taşra süreç olarak gündemleşmiştir. Amerika'da Demokrasi yörelerinde kültürel süreklilik belirginken kentlerde çalışmasının sonlarına doğru Alexis de Tocqveville şöyle (özellikle kıyılardakiler) ise değişim başat eğilim olarak bir tespitte bulunur: “Geçmiş geleceği aydınlatmaya son öne çıkmıştır. Fakat Braudel'in de dikkat çektiği gibi verdiği için insan aklı karanlıkta yolunu kaybediyor”' kültürel süreklilik değişmezlik olmadığı gibi kıyı-kent- (Aktaran Arendt, 2010: 18). Anadolu coğrafyasındaki lerdeki değişim periyodu da süreksizlik anlamına gel- modernleşme süreci ve karakteri bu perspektifle incelen- memektedir.3 Bunu belirleyen nitelik tarihsel-toplum meyi zorunlu kılıyor. Siyaset erki pozitivist refleksle mo- gerçekliğinin etkinliği ve buna meyleden formların be- dernleşme mücadelesini yürütürken geçmişin topyekûn denleşme yetkinliği, düzeyi ve kapsamıdır. Her tarih- inkarına başvurmuştur. Pozitivist modernitenin kibirli sel-toplumsal form adeta “zamanın ruhunun” etkisiyle tavrı Anadolu tarihi ve mekanındaki1 yapıyı2 inkar et- hareket etme zorunluluğuyla karşı karşıya kalır. Bu ruh meye çalışmıştır. Geçmişle bağlarını tümden koparmış ya anlaşılıp toplumsal forma ivme kazandırıp yeni bir bir toplumun eş zamanlı olarak yerine neyi inşa ettiği aşamaya kapıyı aralatır ya da tam tersi zihinsel bir kör- de sorgulanmaya değerdir. Yeni olma iddiasındaki yol, düğümün ağır etkisiyle çözülmesi zor bir labirent mi- özünde daha önce yapı tarafından kabul görme sınama- sali toplumsallığın yaratımsal zenginliğini yutup aşılma sından geçirilmemişse karanlıkta yol almanın riskleri ve gerçekliğiyle karşı karşıya kalır. bilinmezliği karşımıza çıkacaktır. Bundan sıyrılmanın yolu geçmiş ve şimdi’yi temsil eden ideolojik söylem ve Osmanlı 18. yüzyılın başlarında Avrupa’da ortaya çıkan kimliklerin eleştirel sorgulamasını yapmak ve dayandık- ve yayılan toplumsal, yapısal ve entelektüel dönüşü- ları zihin güçlerini irdelemekle olabilir. mün eski rejimin hakim örtüsünü kaldırarak pozitivist bilimciliğin yol açtığı düzen dayatmasıyla karşı karşı- Bu makalede öncelikle Osmanlı modernleşme sürecinde ya kalmıştı. Düzen olarak öne sürülen, İmparatorluk sosyolojik açıdan kimlik sorununu, var olan tanımla- bünyesinde muhafaza edilen “Tanrı'nın yeryüzündeki maların sunumunu, Osmanlı’ya müteşekkil toplumla- gölgesi” Sultan’ın tebasıyla birlikte kurduğu yaşamın rın buna yaklaşımı ile Birinci Dünya Savaşı ardından ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda yeniden yapılan- kurulan Türkiye Cumhuriyeti gerçekliğinde modernist dırılması demekti. Öncelikle çağa hakim olmaya başla- rejimce inşa edilen ‘Yeni Kimliğin/Beyaz Türklüğün’ yan Kapitalist Modernitenin yol açtığı kaosun yöneti- niteliği, karakteri onu meydana getiren asal bileşenle- lebilir düzeyde tutulmaya çalışılmasına öncelik verildi. rin konumu, dayandığı ideolojik perspektif ve bu yeni Hedeflenen ana stratejik istikamet yani yönetenlerin kimliğin ‘icadı’nın Türkiye'de yaşayan öteki bileşenler yaşamsal “çıkarlarına” zarar vermeden mevcut düzeni açısından sonuçları irdelenmeye çalışılacaktır. sürdürme arayışı ve eğilimi bununla yerleşik düzen ve 1 M. Foucault'a göre mekan ''iktidar ve bilgi ile ilgili söylemlerin ilişkilerin sorgulanmaksızın işleyişi esas alınmaktaydı. gerçek iktidar ilişkilerine dönüştürüldüğü yer'' dir. Bu paradigma Osmanlı için işlevsel bir boyut taşımıştı. 2 Yapı kavramından C. L. Strauss'un tanımladığı alabildiğine Ancak toplumsallığın akışkanlığı ve “zamanın ruhu” zengin ve akışkan çeşitler durumların er geç içine yerleştiği bir tür (nehir yatağı) kalıp'' kastedilmekte. 3 F. Braudel, Akdeniz: İnsanlar ve Miras, (Metis, 1991). 189 güç ve kontrol mekanizmasına dayalı verili yönetim seçkinleri meydana getiren askeri güçler, sivil memur- biçiminin anlam ve değerler dünyasının temellerinin lar ve din adamlarınca sağlanıyordu. Bu mekanizma sarsıldığını da yönetici erke hissettirmiştir. Yaşanan istikrarsızlığa geçit vermemek gayesiyle çalışıyordu. açıkçası “paradigmanın paradoksu”ydu.4 Ümmetin birliği görünürdeki amaçtı. Yazgı belirleyici- Osmanlı yönetimi patrimonyal bir yönetimdi. Önce- si konumundaki hükümdar da geliştirdiği öznelci, dış- likle bu yönetimde halkın varlığından ziyade ‘uyruk’lar layıcı asimetrik politikayla otoritesini ‘güçlendirmek’ söz konusuydu. Ulus formunun gücü kapitalist moder- için bütün Öteki kimlikleri nesneleştirerek silikleştirip nitenin kurnaz öncülerince hemen fark edildiğinden gölgemsileştirmenin koşullarını olgunlaştırmıştır. Os- onu devletin vesayetine alma mücadelesi çok yoğun manlı üst kimliği ve ümmet söylemiyle Öteki nitelikle- bir şekilde sürdürülmekteyken Osmanlı’nın bundan rin kendi kimliksel varoluşlarını üretme mekanizmaları azadeliği mümkün değildi. Karşısında iki yol vardı: Ya kesilmiş, denetim altına alınmış ya da çok cüzi bir ya- uluslaşma aşamasındaki halklara demokratik anlamda şam bağı bırakılmıştır. Osmanlı eski bedenine moder- fırsat sunup demokratik bir ulusun inşasına ön ayak nist elbiseleri giydirip ‘paradigma paradoksu’nda ısrar olacaktı; ya da yeni iktidar tekniklerini bu patrimonyal etmiştir. Ancak kısmen modern devlet mekanizmala- bedenin üzerine oturtmaya çalışacaktı. Tercihi ikin- rıyla disiplinci tahakkümcü bir iktidar modelini de uy- ciden yana oldu. Osmanlı siyasi elitine yön veren öz gulamıştır. Çünkü “patrimonyal” (Osmanlı) yönetim bilinç şunun çok iyi farkındaydı: İmparatorluklar çağı herhangi bir kümelenmeye göz yumduğu anda kolayca biteli çok olmuştu! Ve yeninin karakteristik özellikleri yara alabileceği için, çabalarını topluluk üstündeki de- de somutlaşmaya başlamıştı. “Din ve fikir hürriyeti” netimini korumaya çevirmiştir. Rejimin parolası sosyal artık sık sık duyulan bir olgu olmaya başlamıştı. Bu da hareketleri denetim altında tutmak, sosyal kümeleri Osmanlı tebaasındaki gayri müslimleri işaret ediyordu. izlemek ve topluluğa düzen vermeye çalışmaktadır. Os- Çünkü Osmanlı’da Avrupa merkezli rönesans ve refor- manlı devleti toplum içindeki grupları tasnif eder, her masyonun özellikle Hristiyan cemaat-topluluk halklar- birine kendi biçtiği bir rol tanır, bu grupların önder- da öz kimliksel bilincin ulusal kimlik olarak bedenleş- lerini topluluğun hareketleri açısından kendisine karşı mesine yol açtığı açıktı. Osmanlı tebaasının çoğunluğu sorumlu tutar; grupları ve kişileri kendine göre çizdiği müslüman olduğundan bunlardan taraf hakim ümmet bir toplumsal yapı planına yerleştirir.'' (Mardin, 2012) kimliğine alternatif bir kimliksel (etnik) karşı koyuş ön Bu “modern olmayanın modern politikası” Cumhu- görülmüyordu. Egemen sünni mezhebine karşı direnç riyet döneminde üretilen 'beyaz türk' resminin adeta potansiyeli taşıyan alevi-kızılbaş kesimler de maruz kal- ilk adımlarıdır! Bu, aynı zamanda, Bauman’ın işaret dıkları katliam ve sindirme politikaları neticesinde et- ettiği modern yönlendirici iktidar tanımına da karşı- kisizleştirilmişlerdi. Bu politika gereği geliştirilen Bek- lık gelmekte: “Yönlendirici iktidarın ayırt edici özelli- taşilik de devlete bağlılığı derinleşmeyi amaçlamıştır. ği, yönetimi altında olanları bir yaşam biçiminden bir başkasına dönüştürmeye kararlı olmasıydı; kendisini Osmanlı’da sistemsel meşrutiyeti padişah temsil edi- daha üstün bir biçimi bilen ve uygulayan olarak yö- yordu. Otoritesini, Avrupa özelinde karşılaştığımız netimindekileri ise kendilerini üstün bir düzeye çıkar- türden özerk feodal sınıf aracılığıyla değil, her anlamda maktan aciz varlıklar olarak görüyordu.” (Z. Bauman, varoluşları padişaha bağlı olan “patrimonyal bürokra- 2017). Bu bakış, toplumsal bağlamda ciddi çatışma tik bir sınıf'” eliyle sağlıyordu. Padişah adına çok geniş noktalarına da işaret etmekteydi. Ancak Osmanlı’da yetkilere sahip bu sınıf aynı zamanda kolektif bir ira- çatışma mekanizması farklılık arz ediyoru: Birincisi, deden de yoksundu. Osmanlı düzeni, bu bürokratik modern anlamda bir sınıflar arası çatışma söz konusu değildi. Çünkü orada burjuva/kapitalist ve proleter sı- 4 ''Paradigmanın Paradoksu'': Donah Zohar paradigmaya iş gör- nıflar yoktu. Ya da “toplum daha çok burjuvalaşırken mek için ihtiyaç duyulduğunu ancak bu konudaki tehlikenin de paradigmanın içine tıkılıp kalmaktan kaynaklanmakta olduğunu politik düzenin feodal kalması” da söz konusu değildi. bu nedenle yeni düşüncenin mevcut paradigmayla gelişemeyeceği- (Engels, 2010: 126) Çatışmanın ana omurgasını “mer- ni ifade etmek için kullanmakta ve bunu paradigmanın paradoksu kez-çevre” (Ş.Mardin) ilişkileri belirliyordu. Osmanlı olarak nitelemekte. yönetiminin kurumsal yapısı uzun ömürlü bir 'merke- 190 zi' şebekeye dayanıyordu. Çünkü “dinsel azınlıklardan di. Bu nedenle, bu etnik ve dini azınlıklar hiçbir zaman çoğunlukla küçük yaşlarda toplanan bireyleri yönetici tam anlamıyla Osmanlı kimlik inşasının temel bir un- seçkinler arasında olan, onları resmi görevliler sınıfıy- suru olarak kendilerini görmediler. Bu, Osmanlı mer- la bütünleştiren, vergi ve toprak yönetimini mutlaka kezi (Sunni bazda) ile çevre (Hristiyanların Osmanlı’yla merkezileştiremese de sıkıca denetim altında tutan ve yine Hristiyanların Musevilerle olan) çatışmasını tetik- resmi dinsel düzene egemen olan merkez, adalet ve leyen, derinleştiren boyutlardan biri olmuştur. Bu ne- eğitim alanlarında ve yasallığın (resmiyetin) yayılıp denle Avrupa’da gelişmeye başlayan ulus-devlet akımı ve tanıtılmasında sağlam dayanak noktaları bulmuştu milliyetçilik düşüncesi Osmanlı’nın özellikle Hristiyan (Mardin, 2012: 35-36). tebaası içinde etkili olmaya başlamıştı. Yunan, Sırp ba- ğımsızlık hareketleri, Ermeni entelektüellerin bu yönlü Osmanlı eski bedenine arayışları bunlara örnek olarak verilebilir. Yine bürokra- si içinde varlıkları artış gösteren Yahudilerin ekonomik modernist elbiseleri giydirip ve siyasi gücü ele geçirme ve rakiplerini entegre etme tu- ‘paradigma paradoksu’nda tumları, her alanda ‘biriciklik kibri’ ile hareket etmeleri, ısrar etmiştir onlara yönelik hem müslümanlar arasındaki tepkileri yükseltmiş hem de konum ve güç kaybeden Hristiyan Padişah bu sistemde halife olmasından da kaynaklı ka- azınlıklar arasında kendilerine yönelik rahatsızlıkları de- diri mutlak tek güç olarak bütün mülklerin doğal sa- rinleştirmiştir. Dağınık bu rakip güçlere karşı Yahudiler hibiydi. İstediği zaman ve mekanda denetimi altındaki örgütlü ve bütünlüklü hareket becerisine sahiplerdir. her türlü mülke tasarruf geliştirebiliyordu. Bu niteli- Öyle ki Osmanlı ekonomisinin omurgasını oluşturan ğiyle de Osmanlı, Batı tarzı feodal yönetim ilişkilerin- başlıca ticaret güzergahlarının (Doğu Akdeniz, Doğu den de farklı bir yönetim modeli sergilemiş oluyordu. Karadeniz, Kudüs-İzmir-Selanik-Viyana yine Tuna ve Merkez, böylesi bir niteliğe sahipken çevreyi meydana Kırım hatları) denetimi Musevilerin elindeydi. Yurtsuz getiren unsurlar ise çoklu yapı ve karakterlerdir. Etnik Yahudiler bu güçlerden de yararlanarak Osmanlı siya- anlamda “Türkmen”, “Kürt”, “Arap”, “Rum”, “Erme- setine yön verme kudretine ulaşmışlardı. Sevr olayının ni”, “Arnavut”, “Yahudi”, “Çerkez” gibi dini anlamda yarattığı siyasal ve sosyal yapıdaki sarsıcı gelişmelerden da “Sunni müslümanlar”, “Alevi-kızılbaşlar”, “Hristi- de yeni icat ettikleri kripto bir kimlikle sıyrılmayı ba- yanlar”, “Museviler”... yine çevre olarak sosyolojik ni- şardılar: Dönmelik. Bu yeni kimlik tasarımı ile öteki telemede önemli bir ayrım kesimini de göçebe (Türk- kimlikleri de bir toplumsal mühendislik siyasetiyle ber- men, Kürt, Bedevi...) toplulukların konumuydu. Bü- taraf etmeyi öngören homojen Osmanlılık üst kimliği tün bunlar merkez ile çevre arasındaki polariteleri ifade ile “Biz” merkezli bir “düzen”in inşasında belirli bir ediyordu. Bu anlamda Batı Avrupa’da görüldüğü gibi rol oynadılar. Doğu Avrupa Yahudilerinin uyguladığı çevreyi oluşturan unsurlar-kimlikler merkez karşısında “Yahudi sokakta ihsan ol” yaklaşımı burada “Osman- tüzel bir kimliğe, konuma, korumaya ve güvence altına lı ol!”a evrilmiştir. Bunu pekiştirecek önemli bir adım alınmış bir temsiliyete sahip değillerdi. Varlıkları de fa- da Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile atılmıştır. Osmanlı cto özerkliğe dayanıyordu. Yine bürokrasiyi oluşturan, reformculuğunun başlangıcı olarak nitelendirilse de bu seçkin elitlerin çoğunluğu Hristiyan ve Musevi azınlık- adım, esasında Osmanlı’nın kendisi için tehlike gördü- lardan meydana geliyordu. Osmanlı yönetimi bunlar ğü, gayri müslim cemaat ve toplulukları kolektif bilinç içinde şöyle bir politika izliyordu: siyasi resmi görev- ve iradeden uzaklaştırıp tekil kişi haklarına hakim olan leri yürüten bu gayri müslimlerin geniş idari yetkilerle küçük, istikrarlı, ahlaki referanslarla işleyen tanınma donatılmasına, yine kendilerinden vergi alınmaması nosyonunu bu yeni düzenleyici yaklaşımla müphem- nedeniyle, tüccarlardan bile daha zengin bir ekonomik leştiriyordu. İktidar asimetrisi toplumsal varoluşa içkin güce ulaşmalarına izin veriliyordu. Ancak, bu imkan- olan karşılıklı tanıma-tanınma ilişkisi yerine (genel ira- ların tersine hükümdarın kulu (kölesi) statüsünde ol- denin temsilcisi sıfatıyla) tanınan-tanıyan (!) denetim duklarından dolayı özel yönetim yasalarına bağlıydılar asimetrisi yasal-hukuki referansları önceleyerek kurgu- ve müslümanlarla aynı 'medeni haklar'a sahip değiller- lanmaya başlamıştı. 191 Modern devlet oluşumuyla, daha güçlü pekiştirilen bu 'yamalı bohça’ değildir, gergin bir tuval üzerine çizilen yeni düzen toplumsal kimliğin tanınma referanslarını bir desendir; tek bir aidiyete dokunulmaya görsün, sar- -dil, kültür, tarih, inanç vb.- parçalıyordu. Bununla çi- sılan bütün bir kişilik olacaktır.” (Maalouf, 2016). zilen yeni ‘toplumsal’ resimde ise önceden var olan-ta- Osmanlı tebaasını teşkil eden bütün unsurlar hüküm- nınan kimliklerin müphemleştirilip anlamsızlaştırılarak dar için sıradan ölümlülerdi. Buna karşın padişah adeta silikleşmeleri amaçlanıyordu. Hiç kuşkusuz bu yücelik mitosuyla donatılmış ''kadir-i mutlak''tı. Bu bir kimliksel kısırlaştırma projesiydi. Öyle ki, “kültü- ikilik kültürel anlamda derin bir farklılaştırmayı ve rel soykırım” gerçekliğinin önemli bir adımının böyle ayrışmayı ortaya çıkarıyordu. Bu bağlamda tebaanın atıldığı kanısındayız. Nitekim yasa koyucularca devreye var olabilmesi yücelik mitosuna sadakati ve tereddüt- konan ve tamamen tek yönlü olarak devletin tasarru- süz bağlılığıyla mümkündü. Aksi halde “o”, yüce olan funda bulunan ‘tanıma’ edimi ‘tanınan’ı, düzenin arzu- karşısında bir 'hiç' vasfındaydı. Devletin varlık nedeni ladığı uyumlu “evcilleştirilmiş kültür” konumuna soka- de, bütün mekanizmalarıyla, bu yüce mitosun sürekli- rak erime potasına yönlendiriyordu. Örneğin 1876’daki liğinin sağlanmasından geçiyordu. Bu süreç kuralcı ve Kanun-i Esasi'de yer bulan ve 2. Meşrutiyet döneminde hükümran bir süreçti. Ve aynı zamanda devlet-toplum de aynen korunan 8. maddede, “Devlet-i Osmaniye”- ilişkisinde statüyü belirleyen önemli bir öğeyi de ifa- nin tabiiyetinde bulunan efradın cümlesinde “hangi de ediyordu. Devlet-toplum ilişkilerinde geçerli olan din ve mezhepten olur ise olsun bila istisna Osmanlı egemenlik hakkı da bu bağlamda düzenlenmekteydi. tabir olunur.” denmektedir. (M. Yeğen, 2011: 28) Hobbesçu düşünce egemenlik hakkının devletler arası Oysa Avrupa’da modern devletin örgütlendirilmesi en bir sözleşmeyle güvenceye alınabileceğini salık veriyor- ken, Lockeçu düşünce ise temelde buna itiraz etme- başta devlet ve toplum arasındaki ilişkiler ağının yeni- yerek ama bireyin konumunu özneleştirecek biçimde den kurgulanışını zorunlu kılmaktaydı. Referans olarak daha 'gevşek' bir kurgulanışla devlet ile birey arasın- da “sekülerleşmiş din” olarak kabul edilen aklın gücü- daki sözleşmeyle bunun sağlanabileceğini ifade eden ne başvuruldu. Tanrının yerine aklın yerleştirildiği bu ''yurttaşlar cemaati''ni oluşturma çabası içindeydi. yeni yazgıcı sistemde, tez elden toplumlar için yeni ''Tebaa'' olan vatandaşa geçiş süreci olarak tanımlaya- ''umut mekanları'' oluşturulmalıydı. Nüfusun kırdan bileceğimiz 1808 Sened-i İttifakla başlayıp 2. Meşru- yeni gelişmekte olan kentlere akışının teşvikinin yol tiyete kadarki süreç, bu kapsam ve amaçla gerçekleş- açacağı toplumsal ve bireysel bunalımlar kimliksel de- tirilen ''yeni yurttaş''ın icadına tekabül ediyordu. Bu- jenarosyanlara kapıyı açık bırakacağından, yol açacağı nunla amaçlanan öncelikle; gayri müslimlerin ve çevre ''belirsizlik korkusu'' (Z. Bauman, 2017: 17)'nu gidere- konumundaki (Kürtler ve Türkmenler başta olmak bilmek gayesiyle alternatif tek nosyon olarak ulus-devlet üzere) müslüman öğeleri bütünleştirme yine 'ulusal ideali ve onun modern yurttaş kimliği öne sürülmek- topraklar'daki birbirinden farklı öğelerin bu yeni siya- teydi. Bunun için de ''... önce inşaat alanını, ideali ansı- sal sisteme entegre edilmelerinin koşullarını sağlamay- zın durduran geçmiş eylemlerin saçılmış tortularından dı. Bunun için Toprak yasasıyla tapu sistemine geçiş, temizlemek gerekiyordu. Bu nedenle modernite bir yeni askerlik ve vergi sistemi, yine eğitimde modern yaratıcı yıkım, sürekli bir sökme yıkma'' (Z. Bauman, merkezi yapıya geçiş için okul sisteminin geliştirilmesi, Dipnot, Sayı: 2) süreci olarak devredeydi. Bu bağlamda adaletten kurallara bağlanması gibi yeni 'yararlar' sağ- Osmanlı rejimi ve kimliği belirsizliği derinleştiren birer layarak çevreyi devlete yaklaştırmayı öncelediler. (1903 unsur olarak modern devlet tasarımının önünde engel yılında Konya'da Orta öğretimin modern kesiminde teşkil ediyordu. ''Sekülerleşmiş din''in gereği olarak yı- 1963 öğrenci okuyorken; medreselerdeki öğrenci sa- kılıp bedenden sökülmeleri gerekiyordu. yısı 12.000'di. (Aktaran Servar İskit, 1939: 13) bu, ''paradigmanın paradoksu''nun aşılmadığını gösteren bir örnek olsa gerek!). Bunu sağlamak gayesiyle Öte- Çerçevelenmiş Kimlik: Yeni Kimlik ki'lerin kimlik sağlayıcı bağlamlardan uzaklaştırmaya ''Bir insanın kimliği, başına buyruk aidiyetlerin bir- çalışıldığına dikkat çekmiştik. Bunun için başvurulan birlerine eklemlenmeleri demek değildir. Kimlik bir yeni bağlam Avrupa'da kurumlaşan ulus-devlete içkin 192 olan milliyetçi-ırkçı politikalar olmuştur. Kozmopolit ve çatışmasını farklı boyutlarda yaşamışlardı. Ancak, bir imparatorlukta 'tek bir millet' yaratmanın sosyolo- Yahudilerin böylesine bir hak iddia etme zemini, hiç- jik karşılık esasında yoktu. Buna karşın siyasi bir proje bir zaman oluşmamıştır. Bu nedenle adeta yurtsuz bir olarak kurgulanan bu yeni kimlik; Türkçülük olarak ulus konumundaki Yahudilerin kendilerine bir yurt belirlenmiştir. Gerçek anlamda, bu kurgulayışın soy bulmaları gerekiyordu. Açıkçası 'Biriciklik' ideolojisi kütüğü ,incelenmediğinden, yol açtığı yıkıcılığın bü- de bunu dayatıyordu. Kabul edilmeyi, makul bir şe- tün boyutları, ne yazık ki görülebilmiş değildir. Bel- kilde ümit ettikleri biricik ülke-devlet olarak tasavvur ki de Türkiye halklarının halen özgür bir yaşam inşa etikleri yer, Yahudi ideologlarının ve entelektüellerinin edememiş olması bu görememe-görmeme haliyle iliş- ciddi bir arayışıydı. Çünkü, Yahudi yaşadığı her yerde kilidir. Çünkü çoğulculuğu insanlık halinin bir par- (kim olursa olsun, statüsü, eğitimi, ideolojisi ne olursa çası olarak gören Arendt'in anlatımıyla ''özgür yaşam; olsun) ''bir yabancıydı''. Bu yabancılıktan sıyrılabil- görmek görülmek, gördüğünü bilmek, görüldüğünü mek için, ürettiği yöntemlerin başında, ulus- devlet üst bilmek ile mümkündür.'' (Aktaran: Ö. Sert) Bu pers- kimliğinin örgütlendirilmesi gelmiştir. Devletin mille- pektif bağlamında incelenecek olursa; 'Türklük' şeffaf ti, icra edilmeye başlandığında, çare herkesin yaban- ve sorgulanabilir olmaktan uzak sosyolojik karşılığı cılaştırılmasında bulunmuştur; devletsiz ulus, yegane bulunmayan devletin içinde eritilmiş millet olgusunca kurtuluş yolu olarak, tahkim edilen, bu yeni üst kim- kurgulanan totaliter bir kimliğe tekabül ediyordu. Bu lik aracılığıyla; geliştirilecek asimilasyon (benzeştirme) demokratik ulusa içkin olan açık uçlu kimlik olgusuna politikasıyla, kendini yeniden üretebileceği verimli bir tezat bir biçimde özcü bir temelde bir kapalı kimlik toprak oluşturmak istiyordu. İnşa edilen Türklük kim- oluşumudur. Çünkü, otoriter-tahakkümcü bir zihniye- liği ve Türk devleti tam da bu gerçekliğiyle tekabül edi- tin ürünü olarak toplumsal kimlikler arasına hiyerarşi- yordu. Çünkü bu kimlik, farklılıkları gizleyici ideolojik yi kuran bu politika, homojen bir kimliği amaçlıyordu. bir silaha dönüşmekte ve bu içeriği nedeniyle de, bu Gerçeği görmeme hatasına düşmemek için 'Türklük olgunun dönemin aktörlerinin niyet ve söylemlerinden Kimliği'nin ulus-devlet bağlamında inşa edilişinin soy bağımsız yapısal bir çözümlemeye tabi tutulması da kütüğüne bakmamız gerekir. kaçınılmaz olmaktadır. Kendisini devlet-kurucu mis- yonuyla tanımlayan 'Beyaz Türk'lük dayandığı bürok- ratik seçkin yapı aracılığıyla devlete dayanan kendi ka- Devletin milleti, icra musal alanını yaratmaya ağırlık verdi. Fakat bu kamu edilmeye başlandığında, alanı Habermas'ın aydınların orta sınıflarla örgütsel çare herkesin bağlarını kuran özerk yapılar olarak kulüpler-dernek- yabancılaştırılmasında lerden meydana gelen burjuvazinin çekirdek örgütle- bulunmuştur rinin oluşturduğunu belirttiği bir kamu alanı değildi; tamamen devletin güç ve imkanlarından beslenen ve onun şemsiyesi altında kendini oluşturup örgütleyen Önceki bölümlerde Osmanlı idari yapılanmasında (si- bir kamu alanıydı. Öz dinamiklerinin yetersizliği nede- yasi, ekonomik ve hatta kültürel) Yahudi seçkinlerle niyle de devlet kapitalizmine dayanmaktaydı. -Ermeni, Rum başta olmak üzere- Hristiyan seçkinle- rin bürokratik mekanizmadaki üstünlük mücadelele- Bu otoriteryen bakış, topluma-bireye başta olmak üze- rine vurgu yapmıştık. Yahudi seçkinler bu mücadele- re, bütün ötekilere, değişim karşısındaki konumuna den galip çıkabilmek için yeni bir ideolojik argüman ilişkin açık seçik bir öz bilincin -kendi öznelliğini orta- olarak modern ulus-devletin dini sayılan milliyetçiliğe ya koymasını ve kendini temsil etme ve kendini dönüş- sarıldılar. Ancak, bunu Yahudilik üzerinden değil de, türme ihtiyacını oluşmasına fırsat sunmadı. Kemalist yeni kimliği yücelterek sağlamayı amaçladılar. Çünkü devrim kanunları özünde milliyetçi modernleşmenin teritoryal bazda, Anadolu-Mezopotamya coğrafyasında toplumu-halkları-inanç gruplarını nesnelleştirdiği bir Rumların ve Ermenilerin, hak iddia etmelerinin ta- programdı. Örneğin Kılık Kıyafet Kanunu özünde 'tek rihsel bir dayanağı mevcuttu. Her iki ulus da çeşitli millet, tek devlet, tek vatan' jargonunun sosyal yaşama dönemlerde yönetimlerine sahip olmuş, bunun ilişki yansıması sonucu adeta 'tek tip elbise' dayatmasıydı. 193 Toplumsal alanda kılık kıyafet ve yaşam kültürü bakı- olacaktır: ''Halk Fırkasına her Türk ve hariçten gelip mından en fazla çatışmayı çoğunluk kültür karşısında Türk tabiyet ve harsını kabul eden her fert dahil olabi- yaşayan Yahudiler doğal olarak herkesin kültürel-sos- lir.'' (T. Parla, 1992: 25-26). yal yabancılaşmayla karşı karşıya kaldığı bir zeminde sorgulanmaktan-dışlanmaktan kurtulmuş olacaklardı. Osmanlı nizamındaki Selanik başta olmak üzere, Ya- hudilerin yaşadığı her yerde, Hitler'den çok önceleri, Kaynakça kimliklerini belirgin kılmaları için göğüslerinde Davud Öcalan, A. (2015) Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 5, yıldızı taşıma zorunluluğu, yolun onlar için belirlenen Amara. tarafında yürüme mecburiyeti vb. uygulamalar 'Mo- Bauman, Z. (2014) Modernlik ve Müphemlik, çev. İsmail Türk- dern Türkiye'de ortadan kalkmış sayılıyordu. İşte bu men, Ayrıntı. nedenle yeni rejim adeta fütürist bir politika uygulama- ya koymuştu. Faşizm olarak ifadelendirilen niteliğin te- Bauman, Z. (2017) Yasa Koyucular ve Yorumcular, çev. Kemal mel taşları böyle örülmekteydi. Bütün bunlar Türklük Atakay, Metis. adına yapılıyordu. Fakat Türk etnik kimliğinin gerçek Wagner, P. (2005) Modernliğin Sosyolojisi, çev. Mehmet Küçük, sahipleri Türkmenler aynı Osmanlı döneminde olduğu Ayrıntı. gibi 'Etrak-ı bi İdrak!' kabul edilmekte; bu 'Beyaz'lar- Mardin, Ş. (2012) Türkiye'de Toplum ve Siyaset, İletişim. dan oluşan misyonerler tarafından geri kalmışlık ve ce- Maalouf, A. (2016) Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, Yapı halete karşı verilen en büyük savaşın mağdurları haline Kredi. getiriliyorlardı. Dilleriyle, giyim kuşamları, üretim iliş- Parla, T. (1992) Kemalist Tek Parti İdeolojisi ve CHP'nin Altı kileri hor görülüp aşağılanmaktaydı. Çünkü Türkmen- Ok'u, İletişim. ler bu topraklarda ahlaki-politik toplum özelliklerini yaşayan, yine yüzlerce yıla yayılan isyanlar silsilesinde Göle, N. (1998) Batı Dışı Modernlik Üzerine, Doğu-Batı Der- egemen olmak isteyen beylere-hükümdarlara karşı di- gisi, (2). renişi güçlü bir biçimde sergilemiş, adeta sistemin dize Dipnot Dergisi, 1, 5, 9. sayılar indiremediği bir güç konumundalardı. İnşa edilen bu Zizek, S. (2010) Komünizm Fikri Üzerine Sempozyum Metni, Beyaz Türklük için betonarme Türklük de diyebiliriz. Cogito Dergisi, (62). Türkmenler doğal-toprak Türklüğü ifade ettiğinden Kafadar, C. (2004) Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, Cilt 1, çokluğu, renkliliği, farklılığı bağrında taşıyordu. Oysa İletişim. yeni icat aynı beton gibi sert, somurtkan, tek renkte, Oktay, C. (2001) Bizans Siyasi İdeolojisi'nden Osmanlı Siyasi doğal yapıya aykırı, tahripkar hastalık üreten bir me- Düşüncesine. kan tasarrufuna tekabül ediyordu. 1930'larda nüfu- sun %80'ninin kırsalda yaşadığı göz önüne alınırsa bu Engels, F. (2010), Anti Dühring, Sol. yeni rejimin 'Beyazlatıcı' politikalar ve kimlik inşasıyla Yeğen, M. (2011) Dipnot Dergisi. sistemin 'zencileri' konumundaki -daha doğrusu yeni Yahudileri- Türkmenler bertaraf edilirken taşıdıkları tarihsel toplum kimliği nedeniyle de Kürtler'in payına da soykırım politikaları (hem fiziki hem kültürel) düş- müştür. Yeni devletin kurucu seçkinleri açıkçası ''geç- mişe küfretti, bugünü zehirledi ve geleceği öldürdü'' (Z. Bauman, 2014: 233). Yenilik iddiasına gelince; Kanun-i Esasi'nin 8. madde- sini örnek vermiştik. Bir de CHP'nin 9 Eylül 1923'de kabul edilen ilk resmi tüzüğü ve programının 3. mad- desini alıntılayıp bitirelim. Sanırız yapılacak karşılaştır- ma sorunun özünü bir kez daha hatırlamamıza vesile 194 195 1. Sayı:

2. Sayı:

3. Sayı:

4. Sayı: 5. Sayı:

6. Sayı:

7. Sayı:

8. Sayı:

197 9. Sayı:

10. Sayı:

11. Sayı:

12. Sayı:

20. YÜZYILDA TÜRK-KÜRT SORUNSALI VE

198 13. Sayı:

14. Sayı:

15. Sayı:

16. Sayı:

199 17. Sayı:

DEMOKRATİK ULUSLAŞMA BOYUTLARININ İNŞASI

20. Sayı:

18. Sayı:

19. Sayı:

20. Sayı:

200